Bilmem işitin
mi? Akıllı bir adam, Hindistan da dostlarından iki üç kişinin uzak bir
seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü.
Bilgiden doğma merhameti coşup “ Hoş geldiniz” dedi, güller gibi
açıldı. Biliyorum karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan adeta
Kerbela’ya düşmüşsünüz. Bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.
Fakat
dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin. Şimdi
gideceğiniz yolda filler vardır benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin.
Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş
gelir. Onlar pek kuvvetsiz. Pek latif ve semizdir. Fakat anaları
pusudadır, onları korur.
Yavrusunun
ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evladını arar
durur. Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına
merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi. Yavrum,
veliler de Tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın.
Tanrı,
mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır. Sakın
noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden,
onların öcünü alan Tanrıdır. Tanrı dedi ki : Bu veliler benim
çocuklarımdır. Gariplik alemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri
vardır, ne güçleri.
Halkı imtihan
için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim,
nedimleri de. Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar,
benim cüzülerimdir. Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir.
Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler. Fakat yine de hepsi
bir vücuttur.”
Öyle
olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir
miydi? İhsan ve kerem sahibi lut, zalimlerin şehirlerini perişan
eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi? Cennete benzeyen şehirleri
karasu oldu. Diclesi oldu Git de gör. Bu karasu Şam tarafındadır.
Kudüs’e giderken yolda görürsün.
Hakk’a tapan
yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu.
Söylesem uzun sürer. Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir.
Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu
görmezsin, çünkü körsün, kötüsün. Bu görüşten ne kadar uzaksın!
Bu kör, ne
şaşılacak şey kördür, uzağı görür, gözü de keskin. Fakat yalnız
devedeki yükü görür. İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir
ama oynayıp salınmasında hayır yoktur. Bu oynayış şerle doludur.
Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki
pamuğu çek, kopar.
Erler,
meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler.
Varlıklarından kurtuldular mı? Ellerini çarpar, noksanlarından
ayrıldılar mı raksa girerler. Çalgıcıları, içlerinden def çalar,
denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürürler. Sen görmezsin ama
onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.
Dalların el
çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek, ten kulağıyla
duyulmaz ki. Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can
şehrini gör. Muhammet’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Tanrı ona
Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
Bu peygamber
baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir., biz de onun
süt emer çocuklarıyız. Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikayesine
dön, yine o hikayeye başla da onu anlat.
Fil onların
her birinin ağızlarını koklamakta, hepsinin midelerinin etrafın da
dönüp dolaşmakta. Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almaya,
kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı. Sen de Tanrı kullarının etlerini
yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.
Kendinize
gelin, sizin ağzınızı koklayan da Tanrıdır. Doğrudan başka kim canını
kurtarabilir? Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münker, yahut Nekir
olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye.! O ulu meleklerden ne
ağzını gizlemeye imkan var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye
çare.
Mezara
girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye
sapmaya yol yok! Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzler iner,
pençeleri batar. Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan
gürzünün eserine bak! Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de
onun için yalnız, hasta bunu, anlar, duyar.
O hasta
dostlar, der, Bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki? Dinleyenler de
“ Biz öyle bir şey görmüyoruz . bu hayalden ibaret” derler . halbuki
ne hayali? Göçme zamanı bu! Ne hayali bu aşağılık felek bile bunun
korkusuyla hayal haline geldi. ölüm haline gelen hastanın önünde
gürzlerle kılıçlar his alemine girdiler.
O, bu
kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de
bağlıdır, dostun gözü de bunları gören yoktur. Dünya hırsı gitti de o
yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı.
Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
Vakitsiz çan
çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir. Her an canının
bir cüzü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme
anında imanını gör, gözet! Ömrün altın kesesine benzer, geceyle gündüz
de para sayan adamdır. Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese
boşalır, ay tutulur.
Dağdan alsan
da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider. Şu halde
her an yerine karşılık koy ki: “ Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı
neyse bulasın. Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için
savaşma. Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin.
İşlerin sona
ermez, ekmeğin de ham kalır. O mezarını lahdini yapma işi taşla,
tahtayla kilimle, keçeyle olmaz. Kendine gönülde bu benliği görmen
gerektir. Onun toprağı olman, gamına gömülmen lazım ki nefesin,
nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale
gelsin .
Mezara türbe
yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir. Bir bak
da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o
atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?
Canı Münker
ve Nekir’in azabına uğramış gamlı gönlünde de gam akrepleri yer
tutmuştur. Zahirini süslemiş püslemiş ama içi düşünceler den
feryatlara düşmüş başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş
ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
Öğütçü dedi
ki “ Bu öğüdümü tutun da gönlümüz, canınız belalara düşmesin. Otlara,
yapraklara kaani olun fil yavrularını avlamaya varmayın. Ben
boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur.
Ben sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
Kendinize
gelin, sakın tamah yolunuzu urmasın. Tamah, yaprak yapraklarınızı ta
kökünden söker, çıkarır” bunları söyleyip “ Haydi, hayra karşı”
diyerek onları uğurladı, selametledi gitti. Onlar, yolda kıtlığa
düştüler, susuzlukları artıkça arttı. Ansızın yolda yeni doğmuş güzel
bir fil yavrusu gördüler.
Sarhoş
kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini
yıkadılar. Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi. O adamın öğüdü
hatırındaydı. Bu söz adamın o fili kebap edip yemesine mani oldu. Eski
ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.
Onlar fil
yavrusunu yiyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban
gibi uyanıktı. Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi. Önce o
gözetleyene gelip çattı. Ağzını üç kere kokladı. Fakat ondan hiçbir
kötü koku gelmedi. Birkaç kere etrafın da dönüp dolaşarak gitti.
O iri fil,
adama hiç dokunmadı. Uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı,
hepsinden de koku aldı. Yavrusunu kebap edip yiyenleri hemencecik
paraladı öldürdü. O anda hepsini de birer ,birer paralıyor, onlardan
hiç de ürkmüyordu. Onların her birini havaya kaldırıp yere vurarak
parçalamaktaydı.
Ey halkın
kanını emen, bu işten uzaklaş, halkın malı kanı demektir. Çünkü mal
güçle, kuvvetle çalışmayla ele geçer. O fil yavrularının anaları kan
güder, fil yavrusunu yiyenden öç alır, öldürür. Ey rüşvet alan, sen
fil yavrusu yemektesin, sana düşman olan fil, kökünü kazır, seni
mahveder.
Hilelere
sapanı koku, rüsvay etti. Fil yavrusunun kokusunu bilir. Hak kokusunu
yemenden duyan bendeki batıl kokuyu nasıl olurda duymaz? Mustafa ta
uzak yol dan koku alır da ağzımızda ki güzel kokuyu nasıl almaz?
Duyar, duyar ama yüzümüze urmaz, örter.
İyi koku da
göklere çıkar kötü koku da. Sen uyuyup durursun, o haram koku ise şu
yeşil gökyüzüne urup durur. Seni çirkin nefeslerine yoldaş olup
felekte kokuları alanlara kadar gider. Kibir, hırs, şehvet kokusu, söz
söylerken soğan gibi kokar. Yemin eder de “Ben onları ne zaman yedim?
Soğandan da
çekinmekteyim, sarımsaktan da” dersen o yalan yemini ederken nefesin,
kovuculuk eder. Kokusu seninle beraber oturanların dimağına vurur. O
koku yüzünden dualar ret edilir. O kötü kalp, sözle kendisini
gösterir. O duaya “ Sesinizi kesin” cevabı gelir. Her azgının cezası
onu kovan sopadır. Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği,
Tanrıya makbuldür.