Ey kınayan köpek sen hav ,hav
edip duruyor da Kuranı kınamakla hükmünden kendimi kurtarırım mı
sanıyorsun. Bu o aslan değil ki ondan canını halas etmeğe muvaffak
olasın. Yahut kahrının pençesinden imanını kurtarasın. Kuran kıyamete
kadar ey kendilerini bilgisizliğe feda edenler diye nida eder.
Der ki. “ Siz beni masal
sandınız da kınama ve kafirlik tohumunu ektiniz. Fakat kınayıp da aslı
yok masaldan ibaret dediniz. Ama gördünüz ya siz yok oldunuz siz masal
oldunuz. Ben Tanrının kelamıyım Tanrıyla kaimim canım canına gıdayım
arı duru parlak bir yakutum. Ben güneşin nuruyum sizin üstünüze vurdum
sizi aydınlattım.
Fakat güneşten ayrılmış
değilim. Bakın ben aşıkları ölümden kurtarmak için buracıkta akıp
duran bir abıhayatım. Hırsınız hasediniz bu kötü kokuyu almasaydı,
Tanrı sizin mezarlarınıza da bundan bir katrecik saçardı. O hakimin
sözünü o hakimin öğüdünü tutmaz mıyım hiç her kötü ve yanlış kınama
yüzünden gönlümü bozmam işimden sözümden kalmam.
Hakim-i Gaznevi buyurmuştur
ki: tayla anası su içerken seyisler atlar gelsinler su içsinler diye
ıslık çalıyorlardı. Tay ıslık sesini duyunca başını kaldırdı ürküp su
içmekten vazgeçti. Anası “ Yavrucuğum neye ürküyorsun su içmiyorsun”
diye sordu. Tay dedi ki. “ Bunlar ıslık çalıyorlar hep birden ıslık
çalmalarından korktum. Yüreğim titredi yerinden oynadı. Hep birden
ıslık çalıp bağırmaları beni korkuttu”
Anası “Dünya kurulalı abes
işler de bulunanlarda vardı. Bu dünya böyle kurulmuş böyle gider!
Benim akıllı yavrucuğum onların kendi saçlarını sakallarını yolmaları
yakındır” vakit var tertemiz ve gür su da akıp gidiyor. Sudan
ayrılırsın ayrılık seni şahrem, şahrem eder. Bundan önce davran da
abıhayatla dolu olan ırmaktan su içmeye bak.
İç de senden nebatlar bitsin
ey gafil susuz biz velilerin sözlerinden Hızır’ın Abıhayatını
içmekteyiz gel. Bu gür suyu görmüyorsan bari körler gibi gel de
testini suya daldır. Bu ırmakta su var bunu duydun ya köre taklitle iş
yapmak gerek. Suyu sayıklayıp duran testini ırmağa daldır, daldırınca
ağırlaştığını anlarsın. Anlarsın da su olduğuna inanırsın. Gönlün o
zaman bu kuru taklitten kurtulur. Kör ırmak suyunu açıkça göremez ama
testinin ağırlaştığını anlayınca su olduğunu bilir. Çünkü testi önce
hafif di ırmağa daldırınca ağırlaştı. İçi hayli suyla doldu. Evvelce
her yel beni kapıp beni götürürdü. Fakat şimdi ağırlaştım beni yel
kapamaz artık.
Akılsız kişileri her türlü
yel kapıp gider. Çünkü onların kuvvetleri sağlam değildir. Kötü ve
hayırsız adam lengersiz gemidir. Ne demir atmıştı ne bir yere
bağlıdır. Deli rüzgarlardan kurtulamaz ki. Akıllıya emniyet ve huzur
veren akıl lengeridir. Akıllılardan bir lenger dilen.
İnsan o cömertlik denizinin
inci hazinesinden alık fikir kazanırsa bunların yardımıyla gönlü
marifetler elde eder. Gönüllükten çıkar yücelir gözleri de nurlanır.
Çünkü nur gönülden doğar da bu göze vurur. Gönül olmasa gözün hiç bir
şey göremez. Gönül akıl nurlarıyla nurlanırsa o nurlardan göze de bir
pay verir.
Bil ki gökten inen mübarek su
gönüllere gelen vahiydir. Dillere gelen doğru sözdür. Biz de tay gibi
ırmaktan su içelim de bizi kınayan vesveseciye bakmayalım aldırış
etmeyelim. Peygamberlerin izini izliyorsan yola düş. Halkın bütün
kınamalarını hava say. Yol aşan menzil alan yol erleri ne vakit
köpeklerin havlamasına kulak astılar.
Sen de din yoluna girmeyi o
yolda çalışmayı kurarsın ama şeytan içinden seslenir “ A sapık o yola
gitme eziyetlere düşer yoksul olur kalırsın. Dostlarından ayrı düşer
hor hakir bir hale gelir pişman olursun” sen de o melun şeytanın
sesinden korkar yakinden kaçar sapıklığa düşersin.
“ Hele yarın hele öbür gün
din yoluna girer koşar yürürüm, daha önümüzde vakit var” dersin.
Sağdan soldan ölümün gelip çattığını görürsün komşuların ölür
evlerinden feryatların yükselir derken yine can korkusuyla din yoluna
girmeye niyetlenir bir an olsun kendini adam edersin.
Ben korkup ayağımı geri
çekmem diye ilimden hikmetten silahlar kuşanırsın. Bu sırada şeytan
yine hileye sapar seslenir. Bu kulluk kılcından kork geri dön. Yine
korkar aydın yoldan kaçar o ilim ve hüner silahlarını atarsın.
Yıllardır bir ses bir bağırış yüzünden ona kulsun. Hırkanı böyle bir
karanlığa atmışsın.
Şeytanların bağırışlarındaki
heybet halkı kıskıvrak bağlamış boğazlarını sıkmıştır. Onların canları
nura kavuşmaktan öyle meus olmuştur ki kafirlerin ruhları da
kabirdekilerin dirilmesinden ancak o kadar meustur. O melunun sesinin
heybeti bu olursa gayrı Tanrının sesindeki heybet ne olur.
Doğandan aslı, nesli belli
olan keklik korkar. Sineğe o korkudan pay yoktur çünkü doğan sinek
avlamaz ki. Sinekleri ancak örümcekler avlar. Şeytan örümcek senin
gibi sineğe galiptir. Keklikle karakuşla işi yok. Şeytanların
bağırışları kötü kişilere çobanlık eder. Padişahın sesiyse velilerin
bekçisidir. Bu suretle birbirinden uzak olan bu iki ses birbirine
karışmaz tatlı denizden bir katra bile acı denize taşmaz.
Şimdi o şiddetli ses
hikayesini dinle. O iyi bahtlı konuk sesi duyunca yerinden bile
kıpırdamadı. Dedi ki. “ Bu ses, bayram davulu sesi., neden
korkacakmışım? Tokmağı yiyen davul; o korksun! Ey kalbi olmayan boş
davullar, can bayramınızdan kısmetiniz, tokmaktan ibaret.
Kıyamet bayramında dinsizler
davul. Bizse gül gibi gülmekteyiz, bayrama erişenlere benziyoruz.
Şimdi duy da bak, bu davul nasıl ses vermekte devlet tenceresi nasıl
kaynamakta. O er, davulun sesini duyunca “ Gönlüm, titreme korkma
yakine erişmiş kötü gönüllülerin canları öldü gitti. Haydar gibi ya
ülkeyi zapt ederim ya canım bedenimden gider.”
Yerinden fırladı bağırdı. “
Ey ulu adam, işte buracıkta hazırım hadi ersen gel! Tılsım hemencecik
bozuldu, her taraftan ulam, ulam altın dökülmeye başladı. Öyle altın
döküldü ki oğlancağız, kapının bile kapanıp açılmayacağından korktu.
Ondan sonra o kuvvetli aslan kalktı, ta seher çağına kadar altını
dışarıya götürmekteydi. O canıyla oynayan er gerisin geriye çekilip
kaçan korkakların ramine definelerine sahip oldu.
Her kör ve hakikatten uzak
kalmış altına tapan kişinin hatırına bu hikayeyi duyunca derhal zahire
altın gelir. Çocuklar saksıları kırar o kırık parçalara altın adını
takar eteklerine koyarlar. Oyun oynarken o parçalara altın adını
taktın ya artık ne vakit altın desen çocuğun aklına saksı kırıkları
gelir. Fakat erlerin kastettikleri altın ne o altındır ne bu altın.
Onlar üstüne Tanrının adı
basılmış hakiki altını kast ederler. O altın ne fesada uğrar ne ziyana
ebedi ve daimidir. O altın öyle bir altındır ki bu zahiri altın
parlaklığını ondan almış kadir ve kıymeti ondan bulmuştur. Gönül o
altından ganileşir parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür. O
mescit bir mumdu, adamda pervane. O pervane huylu adeta canıyla
oynamaktaydı.
Ateş kanadını yaktı ama daha
güzel kanat ihsan etti. O ateşe atıma aşıka pek kutlu geldi pek. O
bahtı kutlu Musa’ya benziyordu. Ağacın civarında bir ateştir görmüştü.
Tanrı ona birçok inayetlerde bulunmuştu. O gördüğünü ateş sanıyordu
ama nurdu. Oğul sen de Tanrı erini görünce ondan insanlık ateşi var
sanıyor onu insan görüyorsun. Sen onu kendiliğinden insan görüyorsun.
Halbuki o sıfat sende. Batıl
zannın ateşi de bu tarafta dikeni de. O Musa’nın ağacıydı. O ışıklarla
dopdoludur. Bir kerecik olsun ona ateş demede nur de. Bu dünyadan
vazgeçmekte ateş görünmedi mi? Fakat salikler o makama gittiler bu
alemi terk ettiler de nurdan ibaretmiş. Bil ki din mumu yücedir
ateşten ibaret olan mumlara benzemez.
Bu zahiri mum ateş görünür
fakat sevgiliyi yakar. Din mumuysa sureti ateş görünür. Fakat
ziyaretçilere gül kesilir. Bu zahiri mum çok işler bitirir, fakat
hakikatte adamı yakar. Din mumuysa vuslat zamanı gönül aydınlatır.
Tanrıya layık olan pak nurun şulesi, ona ulaşanlara nur görünür ama
ondan uzak kalanlara ateş gibidir