Bil ki Kuranın bir zahiri
var. zahirin de gizli ve pek Kudretli bir de iç yüzü var. o batının
bir batını onun da bir üçüncü batını var ki onu akıllar anlayamaz
hayran kalır. Kuranın dördüncü batınıysa eşsiz örneksiz Tanrıdan başka
kimse görmemiş kimse bilmemiştir. Oğul sen kuranın dış yüzüne bakma
şeytanda ademi topraktan ibaret gördü hakikatine eremedi. Kuranın
zahiri insana benzer sureti görünür. Meydandadır da canı gizli insanın
amcası dayısı bile insana o kadar yakın olduğu halde yüzyıl beraber
yaşasa halini bir kıl ucu kadar olsun göremez anlayamaz.
Veliler halkın gözünden
gizlenmek için dağlara giderler derler ya hakikatte halka nazaran
bunlar yüz tane dağın tepesine çıkmışlar ayaklarını yedinci kat göğün
üstüne atmışlardır. Onlar halka nazaran yüzlerce denizden yüzlerce
dağdan ötedeyken neden dağlara giderler de gizlenirler?
Velinin dağa kaçmaya ihtiyacı
yoktur ki gök tayı bile onun ardından koşar. Ayağından yüzlerce nal
sökülür düşer de yine de izine yetişemez. Gök yüzü bile döndü dolaştı
da o canın tozuna erişemedi. Bu yüzden de yaslandı gök elbiselere
büründü. Hani zahiren peri gözden gizlidir ya insan perilerden daha
gizlidir.
Akılıya göre insan gizli olan
periye nazaran yüz kat daha gizli. Akıllıya nazaran insan bu kadar
gizli olunca gayb alemindeki seçilmiş insan nasıl olur.
İnsan Musa’nın asasına
benzer. İsa’nın afsunu gibidir. Müminin kalbi adalet sahibi olan ve
yardım dilenen Tanrı elindedir. Tanrının iki parmağı arasındadır. Asa
görünüşte bir sopadan ibarettir ama ağzını açtı mı bütün varlık ona
bir lokmadır. İsa’nın afsunundaki harfe sese bakma ondan ölüm bile
kaçıyor. Sen ona bak.
Afsunda ki o ehemmiyetsiz, o
değersiz sözlere bakma, o afsunla ölünün sıçrayıp oturuşunu seyret. O
sopayı ehemmiyetsiz görme. Yemyeşil denizi nasıl böldü, onu gör!
Uzaktasın da yalnız birer kara çadırdır görüyorsun bir adım ilerle de
orduyu gör! Uzak olduğundan yalnız bir toz dumandır görüyorum ama
birazcık yaklaş, ileri var da topun içindeki adama bak! Onun tozu
gözleri aydın eder. Onun erliği dağları yerinden söker! Musa, çölün
bir ucundan kalkıp gelince Tur dağı, onun gelişinden neşelendi, rakkas
kesildi.
Davud’un yüzü Tanrı nuriyle
parladı. Dağlar onunla beraber feryada geldiler, dağ Davud’a yoldaş
oldu. Her iki çalgıcıda bir padişahın aşkıyla sarhoş oldu. “ Dağlar
Davud’un sesine ses verin onunla beraber ırlayın” diye emir geldi.
dağla Davud. İkisi de bir sesle seslendi bir perdeden seslendi.
Tanrı dedi ki. “ Ey Davud sen
yerinden yurdundan ayrıldın benim için hemdemlerinden cüda düştün. Ey
garip olmuş tek ve muinsiz kalmış olan Davud iştiyak ateşi gönlünden
şule vermekte çalgıcılar hanendeler arkadaşlar istersin. O kadim Tanrı
dağları senin huzuruna getirir.
Dağlar sana çalgı çalarlar
şarkı okurlar zurnacılık ederler. Hepsi de huzurunda yel gibi ses
çıkarır. Sesine ses verirler.! Dudağı dişi yokken dağın ses vermesi
feryat etmesi caiz oluyor ya bil ki velinin de ağızsız dudaksız
sözleri feryatları var. o her şeyden arınmış mescidin cüzülerinden her
an nağmeler çıkar.
O nağmelerle her an velinin
can kulağına ulaşır. Yanında oturanlar duymazlar, işitmezlerde o duyar
işitir. Ne mutlu o cana ki gayba inanmıştır. Veli kendi kendine
yüzlerce söz söyler, dinlerde yanında oturan kokusunu bile alamaz!
Lamekan aleminden gönlüne yüzlerce sual yüzlerce cevap gelir.
Menziline kadar erişir. Bunları sen duyarsında başkaları kulaklarını
ağızlarına kadar yaklaştırsalar yine duymazlar.
Tutalım Velilerin sessiz
harfsiz sözlerini duymuyor, işitmiyorsun; işte gördün ya. Misli sende
de var neden inanmıyorsun A sağır.