Seba halkının
macerasını okumadın mı? Belki de okudun, okudun ama sesten başka bir
şey duymadım. O dağ, sesi anlamaz ki dağın aklı manaya gidemez ki. Dağ
akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar.
Tanrı Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi. Yüz
binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
O kötü
yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı
oldular. Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır,
hizmetkar olur. Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği
layıkıyla verilese bile o kapıyı bırakmaz. Orada karar eder, başka bir
kapıya gitmez.
Oraya bir garip
köpek gelse oradaki köpekler onu gece gündüz tedibederler. İlk
konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetlerin hakkı, gönlünü oraya
rehin etmendir derler. Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla
terketme diye onu diye onu ısırırlar. Sen de gönül ve gönül ehlinin
kapısından bir hayli abıhayat içtin, gözlerin açıldı.
Canın, ehlin
diller gönlünden nice şükür, vecir ve kendinden geçiş gıdaları yedi.
Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her
dükkanın etrafında dönüp dolaşmadasın. O çömleği yağlı ihsan
sahiplerinin kapısına arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun.
Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hale düşenin işi burada
düzelir.
İsa’nın ibadet
yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptela
sakın bu kapıyı bırakma. Halk her taraftan toplanır, kör, çolak,
kötürüm, topal, hepsi. Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına
gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.
İsa, o güzel
gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar. Zayıf, perişan
bir çok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür. Dua
ederde “ Tanrı, hepinizin muradını verdi, maksatlarınıza eriştiniz.
Şimdilik illetsiz zahmetsiz yürüyün, Tanrının yargılama ve kerem
etmesine doğrulun” der.
Hepsi ayaklara
bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını çözer. Onlarda
hemencecik sıhhat bulup onun duasıyla neşelenerek yürür giderlerdi.
Sen de bunca afetlere uğradın, hepsinden tecrübeler gördün. Padişah
meşrepli erlerden sıhhat buldun. Topallığın kaç kere düzeldi, canın
kaç defa gamdan, mihnetten kurtuldun.
Sense
gafilcesine kendini de kaybetmemek için ayağına ip bağlamış
durmaktasın be herif! Şükretmiyorsun, nail olduğun nimetleri
unutmuşsun. Bu unutuş o bal yediğin zamanları hatırına getirmiyor.
Hulasa o yol sana bağlandı. Çünkü gönül ehlinin gönlü, senden incindi,
sana darıldı.
Çabuk onları
bul, kusur dile, tövbe et. Bulut gibi ağla inle. De sana onların gül
bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler saçılsın. O kapıda dön dolaş
Eshabı kehf’in köpeğiyle kapı yoldaşıysan köpekten aşağı olma.
Köpekler bile, gönlünü ilk eve bağla diye köpeklere nasihat ederler.
Kemik yediğin
ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terketme derler. Edeplensin de
oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu ısırırlar. A
azgın köpek, velinimetine isyan etme. Halka gibi o kapıya bağlan. O
kapıda bekçilik et. O kapıda çevik davran, o kapıda sıçra.
Vefasızlığını
apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı faş etme. Köpeklerin adeti
vefakarlıktır. Yürü be bari köpeklerin adını kötüye çıkarma derler.
Ulu Tanrı bile vefakarlıkla öğündü de “ Bizden gayrı ahdine kim vefa
eder ki?” dedi. Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar
vefakar ol.
Bil ki bu vefa,
vefasızlığın ta kendisidir. Çünkü hiç kimse Tanrı hakkında daha ziyade
hak sahibi değildir ki. Ana hakkı bile Tanrı hakkında sonra gelir.
Çünkü Tanrı, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir.
Tanrı, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona
seninle istirahat ve huzur vermiş onu sana alıştırmış.
O da seni
kendisinin bir cüzü görmüştür. Tanrının tedbiri anaya ilişik olan o
cüzü ayırmıştır. Tanrı binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi
bağladı, şefkat gösterdi. Şu halde Tanrı hakkı, ana hakkından öncedir,
Tanrı hakkını bilmeyen eşektir. Anayı, ananın memesini, sütünü
yaratan, onu babayla çift eden odur. Ona serkeş olma.
Ey Tanrı, ey
ihsanı kadim olan, bildiğim de senindir, bilmediğim de. Sen Tanrıyı
an, çünkü benim hakkım hiç eskimez. O sabah çağında, sizin Nuh’un
gemisinde koruduğumuzu, bu suretle lütuflarda bulunduğumuz an. O zaman
sizin aslınızı, atalarınızı tufandan, tufan dalgasından korudum,
onlara aman verdiğim.
Ateş huylu su,
yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası dağların tepelerine kadar çıkıyordu.
Sizi ret etmedim, atanızın, atasının, atasının varlığında sizi
korudum. Madem ki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş
yurdumu nasıl ziyan ederim? Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir
zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.
Bense unutmadan,
vefasızlıktan beriyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir zanla
gelirsin. Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya.
İşte onlar hakkında kötü zanda bulun. Nice ulu, ulu dostlar, yoldaşlar
edindin. Sana nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.
İyi dostun yüce
göklere gitti. Kötülük dostunsa yerin dibine geçti. Ara yerde sen
kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye
mahkum ateşe döndün. Ey baba, yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh
olanın eteğini tut. O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere
geçer.
Sen yerden
yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekan aleminden de seninle
beraberdir, lamekan aleminde de. Bulanıklardan, duruluklar çıkarır,
cefalarını vefa yerine tutar. Cefakarlıkta, bulunursan noksandan
kurtulup kemale erişesin diye kulağını burar.
Sulukta virdini
terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya. İşte o
tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir. Bu iç sıkıntısı
bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan
önce. Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet,
duyguna hitap eder bir hale gelir ve meydana çıkar.
Suç işlediğin
zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist
zincir şekline bürünür. Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir
yaşayış verilir ve körlükle cezalanır. Hırsız, insanların mallarını
çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar. O,
bu sıkıntı, bu darlık nedir ki? Der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu?
İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
Bu darlığa, bu
sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgarı ateşini üfler.
Hulasa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması haline gelir, o
manalar, duyulur, görülür bir hale gelip meydana çıkar. Dertler,
zindan ve çarmıh olur. Dert; kök tut . kök, dal budak verir. Kök
gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil.
Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken
çıkmasın. İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep
kökten meydana gelir. Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve
verince dostlara dağıt.
Seba’lılar,
heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin
nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı. Bu nankörlük, adeta sana
ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer.
Mesela, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan
inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
Lütfet de bu
iyiliği yapma. Ben göz istemiyorum, beni kör et dersin, işte bunun
gibi. Seba’lılar da “ Şehirlerimiz birbirine çok yakın onları
uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi bizim ziynetimizi
güzelliğimizi al. Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne
güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
Şehirler,
birbirine pek yakın. Halbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova
var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler. İnsan yazın
kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez. Bir hale
katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
Geberesi insan,
efendisine ne de kafirdir ya hidayete nail oldu mu tutar, inkara
sapar. Nefis bu çeşit mahluklardandır da onun için gebertilmeye
layıktır. Onun için ulu Tanrı “ Öldürün nefislerinizi” demiştir.
Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulma
imkanı mı var ? Heva ve hevesi terketme ateşini vur şu dikene, iyi
işli dosta uzat elini, sarıl ona!
Seba’lılar,
haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede
taşkınlık gösterince, Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine,
küfürlerine mani olmaya çalıştılar. Fakat onlar öğütçülerin kanlarına
kastediyorlar, kötülük ve kafirlik tohumu ekiyorlardı.
Kaza geldi mi bu
cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler. Kaza
gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur. O atlının hilesi, bir toz
kopardı mı o toz , seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır. Atlıya
doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer bitirir.
Tanrı bu kurdun
yediği adama “ Kurdun tozunu gördü de neden feryad etmedi? Kurdun
kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden
yayılıp otlamaya koyuldu? Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan
kurdun kokusunu duyar, ondan taraf, taraf kaçarlar.
Hayvan bile
aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır” Aslanın kızgınlığından
bir koku aldın mı dön Tanrı’ ya sığınmaya, yalvarmaya koyul. Onlar,
kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet
kurdu çatıp geldi. O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl
çobanından göz yummuşlardı. Onları, çoban ne kadar çağırdı da
gelmediler, çobanın gözüne toz toprak serptiler.
“ Yürü be, biz
senden ziyade çobanız. Her birimiz başız, uluyuz. Böyle olduğu halde
nasıl sana uyarız? Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin
odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.
Bilgisizlik,
akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom,
şom bağrışırlar, yerleri yurtları harabeye döner. Onlar mazlumlar için
kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye
başladılar. Yusufların derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını
birer, birer buldular.
O Yusuf kimdir?
Senin hak arayan gönlün, o gönül, bir esir gibi senin yurdunda
bağlıdır. Bir Cebrail’i direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce
yara açmış, perişan etmişsin de. Sonra da önüne kebap olmuş dana
getiriyor, bazan da onu samanlığa götürüp hadi ye, işte bizim yağlı
gıdamız budur diyorsun.
Halbuki ona
Tanrı vuslatından başak gıda yoktur. O dertlere düşmüş zavallı da bu
işkenceden bu sınanmadan kırılıp senden Tanrıya şikayet ederek der ki:
“ Yarabbi, bu kocamış kurttan eleman” Tanrı da ona “ Sabret, işte
vakit geldi. haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada
erişen Tanrıdan başka kim feryada erişir ki.
O “ Yarabbi
yüzünün ayrılığından sabrım bitti. Yahudiler elinde aciz kalmış
Ahmed’im Semud kavminin hepsine düşmüş Salihim. Ey Peygamberlerin
canlarına kutluluk bağışlayan Ya beni öldür, ya kendine çağır, yahut
da sen gel! Kafirlere bile ayrılığına tahammül yok.
Onların bile her
birisi keşke toprak olsaydım der. “ Kafirin bile hali böyle olursa
senin olanın hali, sensiz e olur?” der. Halk da der ki “ Öyledir,
doğru ey temiz adam fakat söz dinle, sabret sabır iyidir. Sabah
yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen
çalışma!”