Eski vakaları
bilip söyleyenden bir hikaye dinle de bu üstü örtülü sırdan bir koku
al. Bir yılancı, afsunlarla yılan tutmak üzere dağlara yüz tuttu.
Arayan ister yavaş gitsin, ister hızlı ,nihayet aradığını bulur. İki
elini de aramadan çekme. Arama yolda en iyi bir kılavuzdur.
Topal olsan,
sakat olsan bile, uyuklar gibi halde, hatta edepsizcesine de olsa ona
doğru kımıldan, onu ara. Gah lafla, gah susarak, gah şuraya, buraya
boynunu uzatarak, o padişahın kokusunu almaya çalış. Yakup oğullarına
“ Yusuf’un kokusunu haddinden fazla arayın” dedi.
Siz de her
duygunuzu istidatlı bir hale getirin de her yanda adamakıllı onu
araştırın. Allah, “ Tanrı lütfundan meyus olmayın, ümit kesmeyin”
dedi. Çocuğunu kaybetmiş Yakup gibi sen de bucak, bucak yürü. Onu
ağzınla sorup soruşturun. Dört yana kulak verip onu araştırın!
Nereden bir
güzel koku alırsan koklayın. Ne taraftan o aşinanın kokusunu alırsanız
o tarafa yürüyün! Nerede bir kişiden lütuf görürsen o adama mukayyet
ol, belki o lütfun aslına yol bulursun, olur ya! Bütün bu hoşluklar,
ulu bir denizdendir. Sen cüzü bırak da külle dön.
Halkın savaşları
hep güzellik içindir, hep iyilik içindir. Fakat yoksulluk azığı yok
mu, asıl saadet nişanesi odur. Halkın kızışları sulh içindir ama
rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır, zahmetle rahata ulaşılır.
Her sille, okşamak içindir. Her şikayet, insana şükretmeyi andırır.
Ey kerem sahibi
cüzden,kül kokusunu al. Ey hakim, zıttan zıddı istidlal et! Doğrusu
savaşlar, barışa sebep olur. Yılancıda kim için yılan aradı. İnsan,
geçim için, rahatlık için yılan arar, gamdan kurtulmak için gam yiyip
durur. O da karda, kışta dağları dönüp dolaşmakta, iri bir yılan
arayıp durmaktaydı.
Derken bir dağda
iri bir ölmüş, yılan gördü. Şekli bile gönlünü dehşetle dolduruyordu.
Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken o koskoca ölü
ejderhayı gördü. Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için yılan tutar.
İşte sana halkın bilgisizliği! İnsan, bir dağa benzer, dağ nasıl
aldanır, nasıl olurda bir yılana hayran olur?
Yoksul ademoğlu
kendisini tanımadı, bilmedi. Fazilet makamından gelip bu noksan
alemine düşüverdi. İnsan kendisini ucuz sattı. Atlastı, kendini bir
hırkaya yamadı gitti! Yüz binlerce yılan ve dağ, ona hayranken o ,
niçin hayretlere düştü, yılan sevdasına kapıldı? Yılancı, o ejderhayı
tutup, halkı hayrete düşürmek için Bağdat’a geldi.
Birkaç para elde
etmek için o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi. “ Ölü bir
ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektin” diyordu. O,
ejderhayı ölü sanıyordu. Fakat iyi dikkat etmemişti. Ejderha diriydi.
Kıştan, soğuktan donmuştu. Diriydi ama ölü gibi görünüyordu. Alem de
donmuştur da adı cemad olmuştur. Üstadım, camit, donmuş demektir.
Mahşer güneşi
doğuncaya dek sabret de alem cisminin hareketini gör. Musa’nın elinde
asa, yılan oldu ya, bütün alemi de buna kıyas et. Senin bir avuç
topraktan ibaret olan varlığını nasıl bir cisim haline getirir? Bütün
toprakları da bilgi ve anlayış sahibi bilmek gerek. Bunların hepsi de
bu aleme göre ölü.
Fakat hakikat
aleminde diridir. Burada susup duruyorlar ama orada söylemekteler.
Onları hakikat aleminden bize yolladılar mı işte asa, bize ejderha
kesilir. Dağlar, sese gelir, Davut’la beraber ırlar, ilahi okur, demir
bile avucunda mum gibi yumuşar. Rüzgar, Süleyman’ı yüklenir, taşır;
deniz Musa ile konuşur.
Ay, Ahmet’in
işaretini emrini anlar, fermanına uyar, ateş, ibrahim’e ağustos gülü
olur. Toprak, Karun’u yılan gibi sömürür, yutar; Hannane direği akla,
fikre sahip olur. Taş, Ahmet’e selam verir; Dağ Yahya’ya haber yollar.
Hepsi de bunlara “ Biz size karşı duyar, görürüz. Sizinle hoşuz,
neşeliyiz. Fakat namahremlere karşı susup durmaktayız” derler.
Ama siz bir
cemada gidiyor, ona yöneliyorsunuz. Artık cematların canına,sırrına
nasıl mahrem olursunuz ki? Cematlardan can alemine gidin de alemin
cüzülerinin ahengini duyun! O vakit cansız şeylerin tespihlerini
apaçık duyarsın da tevil vesveselerine kapılmazsın. Can aleminde
kandiller yok da görmek için tevillere yapışıyorsun.
“ Tespihten
maksat, nasıl olur da zahiri tespih olur? Bu tespihte bulunan bu
cansız şeyleri görmek de sapıklıktan başka bir şey değil. Doğrusu şu:
onları gören, ibret alır da Tanrıyı tespih eder. Sana Tanrıyı tespih
etmeyi hatırlıyor ya. İşte bu tespihe delil olmaları, onları tespih
etmesi demektir” dersin.
İtizal ehlinin
tevili budur işte. Hal nuruna sahip olmayan kişinin işi budur. İnsan,
duygudan çıkmadı mı gayb alemine tamamıyla yabancıdır. Bu sözün sonu
gelmez. Yılancı, o yılanı yüzlerce zahmetle çeke, çeke Bağdat’a kadar
geldi. o maceracı adam, çarşıda bir hengamedir koparmak için. Yılanı
Şat kıyısına koydu.
Bağdat şehrinde
bir gürültüdür koptu. “ Bir yılancı ejderha getirmiş, acayip
görülmemiş mefret bir şey. Nasıl da avlamış?” diye. Yüz binlerce ahmak
adam toplandı. Ahmaklıklarından onlar da yılancı gibi yılana
avlandılar. Onlar yılanı görmek için bekleşiyorlardı. O da etraftaki
halk tamamıyla toplansın diye bekliyordu.
Halk iyice
toplansın da elime geçecek para çok olsun diyordu. Yüz binlerce
herzevekil toplandı, halka oldular. Bir ayak, bin ayak üstüne geldi!
kalabalıktan erkeğin kadından haberi yoktu. Halkla ileri gelenler
birbirlerine girmiş adeta kıyametten bir alamet olmuştu. Yılancı,
yılanın üstündeki kilimi kımıldattıkça halk, parmaklarının ucuna basıp
boyunlarını uzatıyordu.
Ejderha,
zemheriden donmuştu. Yüzlerce kilimin, kebenin altındaydı. Yılancı,
ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle bağlamıştı. Fakat halkın
toplanmasını beklerken epeyce bir zaman geçmiş, ırak güneşi, yılanın
üstüne vurmuştu. Güneş onu epeyce ısıtınca azasından soğuk ahlar
sıyrılıp gitmişti.
O müddet
zarfında ölü bir halde bulunan ejderha dirildi, kımıldamaya başladı.
Ölü yılanın kımıldadığını görünce halkın hayreti birken yüz bin oldu.
Şaşkınlıklarından naralar atarak hep birden kaçışmaya koyuldular.
Ejderha halkın gürültüsünden çatır, çatır bağlarını koparmaya başladı.
İplerin her biri bir yana düştü.
İplerini koparıp
kilimin altından sıyrıldı. Bir de ne görsünler, aslan gibi kükreyen
çirkin, mefret bir ejderha! Kaçarken halk birbirini çiğnedi, birçok
kişiler ayak altında kalıp öldüler, ölülerden yüzlerce yığın oldu.
Yılancı, ben meğerse dağdan, ovadan ne getirmişim diye korkusundan
yerinde katılıp kaldı.
O kör koyun
kurdu uyandırdı. Cahil, Azrail’in yanına kendi ayağıyla gitti. Ejderha
o ahmağa bir lokma ediverdi. Haccac’a kan dökmekten kolay ne var.
Sonrada bir direğe sarılıp kendisini sıkı, karnında herifin
kemiklerini çatır, çatır kırdı. Senin nefsinde bir ejderhadır. O,
nereden öldü ki?
Dertten, eline
fırsat düşmediğinden dondu, yoksa! Firavunun eline geçenler, onun da
eline geçse neler yapmaz! Irmak bile, Firavunun emriyle akardı. Onun
eline de böyle bir kudret düşse hemen Firavunluğa başlar, yüzlerce
Musa’nın da yolunu vurur, yüzlerce Harun’un da!
O ejderha,
yoksulluk elinde bir kurtcağız kesilir. Mevki ve mal yüzünden bir
sivrisinek büyür, çaylaklaşır! Ejderhayı ayrılık karı içinde tut,
sakın onu Irak güneşinin altına getirme. Ejderhan donmuş bir halde
iken selamettesin fakat kurtuldu, kendine geldi mi ona lokma olursun.
Onu mat et de
mat olmaktan emin ol. Ona pek acıma, o iyilik edilecek kişi değildir.
Üstüne şehvet güneşi vurdu mu o geberesice hemen yarasa gibi
kanatlarını çırpmaya, uçmaya başlar. Ercesine onu savaşa çek,
babayiğitçe onunla vuruş. Tanrı, sana vuslatıyla karşılık versin!
Hulasa o adam
ejderhayı getirip de o korkunç şey, sıcak havada kendine gelince. O
fitneleri meydana çıkardı. Hatta azizim, söylediklerimizin yüz kat
üstününü yaptı! Sen ona zahmet, eziyet vermeden uslu, rahat ve vefakar
bir halde tutmayı mı umuyorsun? Bu, her aşağılık kişiye nasip mi olur?
Ejderhayı öldürmeye bir Musa gerek. Yüz binlerce halk onun tedbiriyle
mağlup oldu. Ejderhasından yılıp kaçtı, ölüp gitti!