At, aslanın sesini de tanır,
kokusunu da duyar, hayvandır ama düşmanını bilmemesi, duymaması pek
nadirdir. Hatta zaten yalnız at değil, her hayvan, düşmanını,
nişanından, eserinden tanır , bilir. Yarasacık gündüz uçamaz,
hırsızlar gibi geceleyin çıkar, yayılır. Hayvanlardan hepsinden daha
mahrum olan yarasadır. Meydanda ki güneşin düşmanıdır o.
Fakat ne ben senin düşmanınım
diye güneşe karşı koyabilir, ne nefretiyle onu uzaklaştırabilir! Güneş
yarasanın derdine, kahrına bakıp yüzünü döndürürse, gizlense
bu,güneşin son derece lütfuna, güneşin en üstün bir kemale sahip
bulunuşuna delalet eder. Yoksa hiç yarasa güneşe mani olabilir mi?
Düşmanlığa kalkışacaksan
düşmanlık edebileceğin birisiyle savaş ki onu esir edebilmek mümkün
olsun. Katra denizle nasıl savaşa girişebilir? Girişirse aptaldır,
kendi saçını, sakalını yolar. Hilesi, saçından sakalından ileri
gidemez ki. Nasıl olur da ayın odasındaki perdeyi yırtabilir?
Güneşe düşmanlık eden şu
azara uğrar: Ey güneşin güneşine düşman olan, sen öyle bir güneşe
düşmansın ki onun ışığından güneş de titremektedir, yıldız da! Sen
onun düşmanı değilsin kendinin düşmanısın. Sen odun olsan ateşe ne
gam, o ne yapsın? Ne şaşılacak şey, hiç senin yanışınla onun ışığı,
onun harareti azalır mı?
Yahut da hiç sen yanıp
yakılıyorsun diye gamlanır mı? Onun merhameti, insanın merhametine
benzemez. Çünkü insanın acımasında bir dert, bir elem vardır. Mahlukun
acıması elemle karışıktır. Tanrının rahmetiyle dertten de paktır,
elemden de. Babam, Tanrı rahmetini şöyle bil: O rahmet, vehme bile
sığmaz, yalnız eseri görür.
Onun rahmet eserleriyle
rahmet meyveleri meydandadır. Fakat onun mahiyetini ondan başka kim
bilebilir? Kemal vasıflarının mahiyetleri, yalnız eser ve misalleriyle
bilinir. Bundan başka bir tarzda kimsecikler bilemez. Çocuk
çiftleşmenin mahiyetini bilemez ki helva yok mu, işte onun gibi
lezzetlidir dersen o başka.
Fakat ey taklide yapışmış
adam, çiftleşmede ki lezzet, helvada ki lezzete benzer mi? O, nerede,
bu nerede? Fakat sen çocuk gibisin de o akıllı adam, sana güzellikle o
misali getirdi. Çocuk da işin mahiyet ve hakikatini bilmese bile
misalle anlar hiç olmazsa. Bu misalden sonra ben, bunu biliyorum desen
yanlış olmaz, doğrudur. Fakat bilmiyorum desen sözün yine yalan ve
uydurma olmaz.
Birisi “ Nuh’u o Tanrı
elçisini, o ruh nurunu biliyor musun ?” dese, sen de “ Nasıl bilmem o
ay yüzlüyü? Güneşten de meşhurdur, aydan da. Küçücük çocuklar bile onu
Tarih kitaplarında okuyorlar, hocalar, bütün mihraplarda söylüyorlar.
Kuran’da adı açıkça okunuyor. Geçmiş zamanlarda ki macerası fasih bir
surete anlatılıyor” desen. Doğru söylüyorsun, sana Nuh’un mahiyeti
keşfedilmediyse de onu sana söylediler, övdüler. Sen de naklediyor,
onu övüyorsun.
Fakat desen ki: “ Ben Nuh’u
ne bileyim? A yiğit, onu onun gibi bir er bilir. Ben topal bir
karıncayım, fili ne bileyim? Bir sivri sinek, İsrafil’i nereden
bilecek? Bu söz de doğru çünkü mahiyet bakımından Nuh’u bilmezsin ki.
Mahiyetleri anlamaktan aciz olmak, halkın halidir ama bu sözü
istisnasız söyleme. Çünkü mahiyetlerle onların sırrını sırrı,
kamillerin gözü önünde apaçıktır.
Varlık aleminde tanrının
sırrından Tanrının zatından daha ziyade anlayıştan uzak ve bir görüşe
sığmaz ne var? o bile mahremlerden gizli kalmazsa artık bir şeyin
mahiyeti bir şeyin vasfı nedir ki gizli kalsın? Akıl, bir bahiste bu
olmayacak şey, akıldan uzak tevile sığmaz, olmayacak şeyi dinleme der.
Kutup da, sana der ki “ A
düşkün, anlayışından üstün gördüğün şeylere olmayacak şey diyorsun.
Şimdi sana keşf olan vakalar da sana evvelce olmayacak şeyler
görünmüyor muydu? Tanrı keremiyle seni on tane zindandan kurtarmışken
bu tih, ovasını kendine sitem hapishanesi yapma!”
Bir şeyin hem nefyetilmesi
caizdir, hem ispat edilmesi. Çünkü zahiri görünüş aykırıdır, nispet de
iki türlü olabilir. Tanrının “ O taşları attığın zaman yok mu? Onları
sen atmadın ki. Tanrı attı” demesinde hem hem nefiy vardır, hem ispat
ve ikisi de yerindedir. Onları sen attın, çünkü taşlar senin
elindeydi.
Fakat sen atmadın, çünkü o
atış kuvvetini Tanrı izhar etti. İnsan oğlunun kuvvetinin bir haddi,
bir hududu vardır. Bir avuç toz, toprak nasıl olur da bir orduyu
bozar, kırıp geçirir? Avuç, senin avucundur ama atış bizden, bu iki
nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da.
Peygamberlerin zıtları olan
kafirler de Peygamberleri, evlatlarını tanıdıkları, bildikleri gibi
tanırlar bilirler. Münkirler onları yüzlerce delille, yüzlerce nişanla
evlatlarını tanır gibi tanırlar, bilirler ama, kıskançlıkları,
hasetleri yüzünden bildiklerini gizlerler “ Bilmiyoruz ki” diye
bilmezlikten gelirler. Baksana, Tanrı bir yerde “ Onları bilirler”
dedi.
Nuh’u hem bilirsin, hem
bilmezsin, değil mi? İşte bunu da bu ayetle hadiste izhar edilen izhar
edilen manaya kayas et!
Birisi dedi ki. “ Alemde
derviş yok. Olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş
demektir. Doğru çünkü varlığı, sureti bakımındandır, görünüşe göre
vardır. Fakat sıfatları, Tanrı sıfatında yok olmuştur. O, güneşe karşı
yanmakta olan muma benzer. Mumun alevi de var sayılır ama güneşin
önünde yoktur. Fakat muma bir pamuk tutun mu yanar. Şu halde vardır.
Öyle ama sana bir aydınlık vermez ki; güneş, onu yok etmiştir. Bu
bakımdan da yoktur.
İki yüz batman bala bir okka
sirke koydun mu, sirke balın içinde erir gider. Tattın mı sirke
lezzeti olmadığından yoktur. Fakat tartın mı balın okkası artmıştır,
vardır. Alanın önünde ceylanın aklı başından gider, kendisinden geçer.
Varlığı, aslanın varlığında mahvolur.
Kemale ermeyenlerin Tanrıya
karşı yürüttükleri bu kıyas yok mu aşk coşkunluğundan ileri gelen bir
şeydir, ebedi, terbiyeyi terketme değil! Aşıkın, nabzı, edepten dışarı
atar. Aşık kendini padişahın terazisine kor, sevgilisinin tapısına
varır. Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur.
Fakat hakikatte ondan
terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur. Ey aslı, nesli belli kişi bu
edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil. Zahirine bakarsan edepsiz
gibi görünür. Çünkü başında aşk davası vardır ( bu dava da varlık
alametidir). Fakat hakikatte dava nerede?
O padişahın önünde dava da
fanidir, aşık da! Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama
hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki. Nahiv bakımından
faildir, yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir. Nerede zeydin
failliği? Öyle mahvolur ki bütün faillikler, ondan uzak kalır