Ey
hak ziyası Hüsameddin, şu üçüncü defteri de meydana çıkar. Bir şeyin
üç kere yapılması sünnettir. Üçüncü defterde sır hazinelerini aç,
özürleri bir yana at. Senin kuvvetin Tanrı kuvvetinden sızıp gelmekte.
Hararetle atan damarlardan değil. Şu aydın güneş çırağı, fitille,
pamukla ,yağla, aydınlanmıyor ya.
Böylece durup duran gök kubbenin ne ipi var, ne direği1 Cebrail’in
kuvveti mutfaktan değil, varlığı yaratanın cemalinden. Hak Abdal’ inin
kuvveti de bil ki Hak’tandır; yemekten tabaktan değil. Onların
cisimlerini nurla da yuğurdular. Onlar bu yüzden ruhu da geçtiler,
meleği de. Sen de ulu Tanrının sıfatlarıyla sıfatlandın.
Halil’e olduğu gibi sana da ateş gül bahçesi haline geldi. ey
unsurlar, mizacına köle olan, beş duyguyla altı cihet ram oldu. Her
mizacın mayası anasıdır. Fakat senin şu mizacın, her mertebeden üstün.
Senin mizacın, şu yayılmış, şu geniş alemde birlik vasfını bir araya
derleyip toplayıvermiştir.
Ne
yazık halkın anlayış sahası pek dar halkın havsalası yok! Fakat ey Hak
ziyası, reyindeki isabet ve kudret, o kadar büyüktür ki helvan, taşa
bile boğaz verir. Tur dağı, tecelliye uğrayınca boğazlandı, şarap
içti, hatta o şaraba tahammül edemedi de yarıldı, zerre, zerre oldu.
Hiç dağın deve gibi oynadığını gördünüz mü?
Herkes, herkese bir lokma bir şey verebilir, ama boğaz bağışlamak
ancak Tanrı işidir. Tanrı, cisme de boğaz verir, ruha da. Her uzvuna
ayrı, ayrı boğaz bağışlar. Fakat bu ihsanı, kendini ululuğa verdiğin,
kötülükten ve hileden arındığın vakit yapar da sen de padişahın
sırrını kimseye söylemez, şekeri sineğe sunamazsın.
Ululuk şarabını o adamın kulağı içer ki susen gibi yüzlerce dili
olduğu halde dilsizdir. Tanrının lütfu, su içsin de yüzlerce ot
bitirsin diye toprağa da boğaz ihsan eder. Sonra topraktan yaratılan
mahluklara boğaz verir, dudak verir. Onlar da arayıp topraktan biten
otları otlarlar. Hayvan, ot yedi de semirdi mi insana gıda olur,
ortadan kalkar.
Fakat toprak da, ruh çıktı, insan görüşten ayrıldı mı insanı yiyip
sömürür. Zerreler gördüm: Hepsi ağızlarını açmışlar, gıdalarını
söylesem söz uzar gider. Yaprakların gıdası onun kereminden dallara
dadı, onun umumi ve şamil lütfu rızıkların rızkını o vermekte. Buğday,
rızıksız nasıl baş gösterir, biter?
Bu
sözün sonu gelmez. Ben, bir miktarını söyledim, öbürlerini sen
anlayıver. Bil ki bütün alem yiyen ve yenenden ibarettir. Hak’la baki
olanları da Hakk’a yönelmiş ve Hakk’ın makbulü olmuş bil. Bu alem de
daima neşre uğrayıp durur, bu alemdekiler de. O alemle o alem alemlere
gidenlerse daimi ve ebedidir.
Bu
alemin de sonu yoktur, bu aleme aşık olanların da. O alem ehliyse
ebedi ve bir aradadır. Kerem ona derler ki insan kendisini ebedi
kılacak abıhayatı kendisine versin. Kerem sahibi, “Bakıyat-us salihat”
‘ın ta kendisisidir. Yüzlerce afetten, tehlikeden korkudan
kurtulmuştur. Onlar, binlerce kişi olsalar yine bir kişiden fazla
değildirler.
Hayallere kapılanlar gibi sayı düşünmezler ki. Yiyenle yenenin boğazı
gırtlağı var. Galiple mağlubun aklı reyi. Tanrı adalet asasına boğaz
verdi de o kadar sopaları o kadar ipleri yedi. Öyle olduğu halde o
yemeden semirmedi, şişmedi. Yiyişi de hayvan yiyişi değildi, kendisi
de hayvan değil.
Tanrı her doğan hayali yesin diye yakınına da asaya verdiği gibi boğaz
verdi. Ayan gibi maaninin de boğazı vardır. Maaniyi rızıklandıran da
Tanrıdır. Balıktan aya kadar mahlukattan hiçbiri yoktur ki gıdayı
çekecek. Yitecek ağzı olmasın. Nefsin boğazı vesveseden boşaldı mı
ululuk vahyine konuk olur.
Akılla gönlün boğazında fikir kalmadı mı midenin hazmına muhtaç
olmayan bakir rızkı bulur. Fakat bil ki bunun şartı mizacı tebdil
etmektir. Çünkü kötülerin ölümü kötü mizaçtandır. İnsanın mizacı
toprak yemeye alışırsa rengi sararır, kötüleşir. İnsan hastalanır,
düşkün bir hale gelir.
Fakat kötü mizacı değişirse kötülüğü gider, yüzü çırağ gibi parlar.
Dadı. Süt emer çocuğunu türlü, türlü nimetlerden gıdalandırır. Ama
çoğunu memeden kesti mi ona yüzlerce bahçelerin, bostanların yolunu
açar. Çünkü meme, o zayıf çocuk için binlerce nimetlerin, binlerce
yemeklerin, binlerce ekmeklerin hicabıdır.
Hulasa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş, yavaş
kendini gıdadan kesmeye çalış. Vesselam. İnsan, ana karnındayken kan
emer, varlığı kanladır. Bedenin neşçi kanla vücut bulur. Kandan
kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe başlar.
Lokmadan kesildi mi lokman kesilir, gizli matluba talip olur. Ana
karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarıda pek düzgün, pek güzel bir
alem var. Boyuna, enine geniş bir yeryüzü orada nice nimetler var,
nice sonsuz yiyecek şeyler. Dağlar ,denizler, ovalar, bostanlar,
bağlar, çayırlar.
Pek
yüksek, ziyadar bir gökyüzü güneş,ay ışığı yüzlerce Süha yıldızı.
Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller, bağlar bahçeler
gelin gibi süslenmekte, bezenmekte. O alemdeki şaşılacak şeyler
anlatılamaz ki. Sen neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?
Bu
daracık çarmıhta kan yemektesin, hapis içinde, pislikler içinde,
sıkıntılar içindesin. Çocuk kendi haline bakıp bunları inkar eder bu
elçilikten yüz çevirir, kafir olur. Olmayacak şey, hileden, yalandan
başka bir şey değil der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar
uzak.
Buna
benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz. İşte
cihandaki halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür alemden bahsetti mi,
“ Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur. Bu kuyunun dışında
renksiz, kokusuz bir alem var” dedi mi. Bu söz onların hiçbirinin
kulağına girmez.
Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. Tamah, kulağa bir
şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey anlatmaz. Nitekim o ana
karnında ki çocuk da kana tamah ettiğinden o aşağılık yurtlara kan
onun gıdası olduğundan. Tamah ona bu aleme sözü duyulmaz bedendeki
kanı, gönlüne sevdirir.
Sende bu alemin güzelliğine tamah etmektesin de bu tamah, o ebedi
alemin güzelliğine perde oluyor. Gururla dopdolu olan bu hayatın zevki
seni doğruluk hayatından uzaklaştırmakta. İyi bil ki tamah seni kör
eder. Şüphe yok senden yakını örter. Tamah yüzünden hak, sana batıl
görünür.
Tamah yüzünden sende körlükler artar durur. Doğrular gibi tamahtan
çekinde ayağını o eşiğin üstüne bas. O kapıdan girdin mi kurtulursun
gamdan da dışarıya ayak atmış olursun neşeden de. Can gözün aydınlanır
hakkı görür, küfür karanlığından kurtulur din nuru kesilir. Erlerin
öğüdünü. Canla başla dinle de korkudan kurtulup emniyete eriş.