DUA, YALVARIŞ, YAKARIŞ


 

Nice dualar vardır ki, ziyanın, helak olmanın tâ kendisidir. Pak Allah,  onları kereminden kabul etmez. (2/11/ 140)

Dert, Allah’ı gizlice çağırmana sebep olduğundan bütün dünya malından yeğdir.

Dertsiz dua soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden aşktan gelir. (3/17/203-204)

Gafil olma, ara… ara ki devlet, aramaktadır. Gönle gelen her ferah, bir sıkıntıya bağlıdır.

Alemin bütün işlerini bırak da canla başla ‘üveyk kuşu’ gibi “Kü, kü- nerede, nerede” de!

Ey perde altında kalan iyi dikkat et, Allah “Dua edin, beni çağırın, icabet edeyim” dedi. İcabetin şartı bile duadır.

Kimin gönlü illetlerden arınmışsa onun duası, yücelik maliki Allah’a kadar varır, makbul olur. (3/187/2302-2305)

Bir şeye muhtaç olmalı, o ihtiyacı elde etmeli ki Allah ihsan etsin. “Allah bunalan kişinin dua ve niyazını kabul eder.” Bunalma, bir şeye hak kazanmış olmaya şahittir. (3/261/ Konu Başlığı)

Ey sırları bilen güzel sözlü Allah’ım, kötü işlerin ayıbını, noksanını bizden gizleme!

İyi işleri de bize ayıpla gösterme de o işe gidelim, sarılalım… çalışmamız heba olmasın, gayretimiz soğumasın. (4/111/1353-1354)

Rabbim, ben pislikten derimi yıkadım, arıttım… içimi de hadiselerden sen yıka arıt! (4/179/2220)

Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.

 Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar. (5/54/618-619)

(Ey Allah’ım!) Senin vuslatını umarak ölmek hoştur. Fakat  ayrılığının acısı ateşin üstündedir.

Kafir bile cehennemde “Bana bir baksaydın, cehennemde olduğuma gam mı çekerdim.” deyip durur.

Çünkü o bakış, bütün eziyetleri tatlılaştırır, büyücülerin el ve ayaklarının kan diyetidir, o bakış. (5/334-335/4117-4119)

Ey her ağyarı yar eden, ey dikene gül libası ihsan eyleyen!

Toprağımızı ikinci defa olarak yine süz de hiçbir şey olmayanı yine bir şey haline getir!

Bu duayı da önce sen emrettin, yoksa bir toprak parçasında sana dua etmeye kudret mi olurdu?

Ey hikmetine hayran olduğumun Rabbi, madem ki dua etmemizi emrettin, bu emrettiğin duayı sen kabul et.

Geceleyin anlayış ve duygular gemisi kırılır. Ne bir ümit kalır, ne korku, ne yeis.

Allah’ım beni rahmet denizine daldırır, bakalım, ne hünerlerle doldurup geri gönderecek!

Birisini ululuk nuruyla doldurur, öbürünü vehimlerle, hayallerle.

Kendimde bir rey, bir tedbir olsaydı her yaptığım, her giriştiğim iş, kendi hükmümce olurdu.     

Geceleyin aklım, benim buyruğum olmadan gitmezdi. Kuşlarım, tuzağımda dururdu.

Can duraklarını bilir, uykumda da, uyanıkken de, sınandığım zaman da onları anlardım.

Bu işleri bağlayıp çözmek, elimde değil, değil de yine de bu ululanmam, bu kendimi beğenmem nedir?

Gördüğümü görmemiş sandım da yine dua zembilini kaldırdım,

Ey kerem sahibi, ‘elif’ gibi hiçbir şeyim yok… mümin gözünden daha dar bir gönlüm var, ancak.

Bu ‘elif’,  bu ‘mim’ varlığımızın anasıdır. Anamız olan ‘mim’in eli dardır, ‘elif’se ondan daha yoksul.

“Elif’in bir şeyi yok” demek gaflettir, mim gibi ‘gönlü daralmış bir hale gelmek’ akıl alametidir.

Kendimden geçtiğim zaman hiçim. Fakat aklım başıma geldi mi ıstıraplara düşer, kıvranır, dururum.

Artık böyle bir hiçe bir şey yükleme. Böyle kıvrandıran şeye ‘devlet’ adını takma.

Zaten beni iyileştirecek bir şeyim yok. Bu yüzlerce derde de vehmimden uğradım.

Hiçbir şeyim yok, o haldeyim işte.... Bana lütfet. Zahmetler çektim, rahatlaştır beni, rahatımı artır, benim.

Göz yaşlarıma gark oldum, üryan bir halde durmada-yım. Senin kapını görecek göz yok, bende!

Gözsüz kuluna rahmet et de gözyaşları, şu yazıda bir yeşillik, bir ot bitirsin.

Gözyaşım kalmazsa gözyaşı ihsan et. Peygamberin yaş dökücü gözleri gibi hani.”

O bile bunca devletiyle, bunca ululuğuyla, bunca ileri oluşuyla beraber Allah kereminden gözyaşı istedi. (6/184-185/2317-2339)

Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilme-miş, bununla ne işin var senin?

Ekmek bile gözyaşına mani olursa elini ekmekten yumak gerek.

            Kendine çeki-düzen ver, çevikleş, yan yakıl da ekmeğini göz yaşlarınla pişir! (6/186/2344-2346) 


 


 

 



Geri Dön