HUY, KİŞİLİK, RUH
 

         

Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lakin canı görmek için kimseye izin yok. (1/1/8)

Ruhumuzda da hayâl yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayâl üzere yürür gör! (1/6/70)

Erlerin huyu açıklık ve sıcaklıktır. Aşağılıkların işi, hile ve utanmazlıktır. (1/26/320)

Hiddet ve şehvet, insanı şaşı yapar; ruhu doğruluktan ayırır. (1/27/333)

Kamil, toprağı tutsa altın olur; nâkıs, altını ele alsa toz toprak kesilir. (1/129/1609)

İlletli kimse, ne tutarsa illetli olur. (1/129/1613)

Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapça ile, Türkçe ile ne işi var? (1/5/56)

Kulakta, gözde Hak mührü var; işitmiyor, duymuyor. Yoksa hicaplarda nice sûretler var, sesler var!

Hak Teala, güzellikten, kemalden, cilveden hangisini isterse göze onu gösterir;

Güzel sesten, müjdelerden, coşkun ve neşeli sözlerden hangisini dilerse kulağa onu duyurur.

Sen şimdi, ondan gaflettesin ama ihtiyaç vaktinde Allah onu izhar eder. (2/52/679-682)

Mahzene sahip olan kişi, zatı mahzen olmuş kişidir. Varlığa mağlup olan, varlığa düşman olan kişidir. (2/112/ 1470)

Bu ters dünyada benzerler pek çoktur. Onların nazarında bir gevher, çöp parçasından da bayağıdır.

Her çöle, “geçip kurtulunacak yer” adı verilmiştir. Ad ve  sûret, halkın akıllarına tuzaktır.

Bir gürûhu elbisesi tanıtır. Onu o libasla görünce “avamdan” derler.

Mürailik sûreti de bir güruhun adını zahitliğe çıkar-mıştır. Halbuki kendisi riyaya boğulmuştur.

Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki, onu, sözünü dinlemeden, işini görmeden tanısın.

Bu nura sahip olan, akıl yoluyla onun kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete bağlanmaz.

Gaybı adamakıllı bilen Hakk’ın has kulları can âleminde kalp casuslarıdır. (2/113/1472-1478)

Kahırla lütuf, birbirine eş oldu. Bu ikisinden bir hayır ve şer âlemi doğdu.

Sen otla kemiği göster, nefis ve can  gıdasını arz et.

Nefis gıdasını isterse aşağılıktır, ruh gıdasını isterse serverdir.

Tene hizmet ederse eşektir. Can denizine dalarsa inci bulur.

Gerçi bu ikisi birbirine aykırı; hayır ve şerdir ama ikisi de bir iş başındadır.

Peygamberler ibadetlerini arz ederler, düşmanlar şehvetlerini. (2/206/2680-2685)

...Yemin etmek siperdir ve yemin etmek, yalancı kişilerin âdetidir. (2/20/2872)

Yalancı da doğruyla yoldaş olunca, yalanı, ansızın doğru olur. (2/229/2993)

...Âlemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder.

Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.

Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayptan! (2/232-233/3033-3035)

Felek kabuktur, ruhun nuru iç. Bu görünür de o görünmez. Ayağın kaymasın, sallanma, kendine gel!

Cisim zahiridir, ruhsa gizli. Cisim yen gibidir, ruh el gibi.

Akılsa ruhtan daha gizlidir. Duygu, ruhu çabucak an-malı.

Meselâ, bir hareket gördün mü anlarsın ki, o hareket eden diridir. Fakat akıllı mı acaba? Bunu bilemezsin.

Mevzun hareketlere başlar, bakırın kimya ile altın oluşu gibi o da hareketlerini bilgisiyle tanzim ederse,

Ele benzeyen ruhun o münasebetli, o muntazam hareketlerinden anlarsın ki aklı vardır.

Vahiy kabul eden ruhsa akıldan da gizlidir. Çünkü o gayptır, gayp âlemindendir.

Ahmed (s.a.)’in aklı kimseden gizli değildir, herkes onun akıl ve kemal sahibi olduğunu bilirdi. Fakat “vahiy ruhu”nu her can anlayamadı.

Vahiy ruhuna münasip şeyler de var, fakat onları akıl anlayamaz. Çünkü o ruh pek yücedir.

Akıl, o ruhun işlerine gâh “delilik” diye bakar, gâh “şaşkınlık” diye. Çünkü onu anlamak, o almağa bağlıdır.

Hızır (a.s.)’a göre alelade olan işler Musa (a.s.)’nın aklını şaşırttı, Musa onları görünce bulandı.

O işler Musa (a.s.)’ya aykırı göründü. Çünkü Musa (a.s.) o hale sahip değildi.

Musa (a.s.)’nın aklı bile gayp işlerine ermezse, ey ulu kişi, bir farenin aklı nedir ki bu işlere ersin! (2/250/3252-3264)

Söz, yuva gibidir; manâ kuş gibi. Cisim, ırmak gibidir; ruh akıp giden su gibi. (2/252/3292)

Ticarette kamil değilsen yalnız başına dükkan açma; yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir!

“Susun, dinleyin!” emrini işit, sükût et. Madem ki Hak dili olamadın, kulak kesil.

Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padişahıyla edepli konuş!

Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de “itiyat” yüzündendir.

Kötü huy, adet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerle-şir .. seni, ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.

Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın.

Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır. (2/265-266/3455-3462)

Her ümmetin gönlünde Hak’tan bir tat vardır. Peygamberlerin yüzü ve sesi de mucizedir.

Peygamber, dışarıdan seslendi mi ümmetin canı içeri-den secde eder.

Çünkü ‘can kulağı’ âlemde hiç kimseden o sese benzer bir  ses duymamıştır.

O misilsiz ruh, o misli olmayan sesten neşelenir, Allah’ a yaklaşır. (2/276/3598-3601)

Temiz kişilerin başını, toprağını öpüp yalamak; aşağılık adamlara hizmetten, onların bağına, bahçesine nail olmaktan yeğdir.

Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olmadan daha iyi.(3/51/639-640)

Dert ve ölüm zamanı “o tarafa” yönelir, feryat ve figana düşersin. Dertten kurtulunca neden yabancıya dönüyor, hiç o tarafı aklına bile getirmiyorsun?

Mihnet zamanında “Allah” demeye başlar, sıkıntın geçti mi “nerede ona yol?” dersin.

Bu hal şundan ileri geliyor: “Allah’ı şeksiz, şüphesiz bilen, tanıyan, daima onu anlar, ondan hiç ayrılmaz.

Fakat akıl ve şüphe hicaplarında kalan kişiye Hak’ın tecellisi; gâh örtülür, gâh yenini, yakasını yırtıp görünür.

Akl-ı cüz’i gâh üstündür, gâh baş aşağı; Akl-ı Külli ise bütün hadiselerden kurtulmuştur, emindir.

Akılla hüneri sat da hayreti satın al. Oğul, horluğa doğru git, Buhara’ ya değil! (3/92/1141-1146)

İçinde Allah nuru olan Lâmekân âleminde nerede geçmiş, nerede gelecek, nerede hal!

Geçmiş, gelecek sana göredir. Yoksa gerçekte ikisi de birdir, fakat sen iki sanırsın. (3/92/1151-1152)

...Akıllı adam bile vehimle delirir, gider. (3/124/1550)

Kötüye yorma, vehimlenme, insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder.

Kabul edilmesi farz olan Peygamber hadisidir, bu: “Hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz gerçekten hastalanırsınız.” (3/128/1579-1580)

“İlahi name”yi bir güzelce dinlersen görürsün: Hakim-i Gaznevi öyle der:

Takdirin hükmüne itiraz edip de boşboğazlıkta bulunma. Tavşana tavşan kulağı münasiptir.

Uzuvlarla bedenler tam uygundur... huylarla canlar, tam birbirine denktir.

Ruha münasip olan her vasfı, şüphe yok ki tam yerli yerinde, tam uygun olarak halk eden Allah’tır.

Allah, mademki huyu, cana uygun ve eş olarak yarattı, o halde onu gözle kaş gibi yerine ve birbirine münasip bil!

Güzeldeki huylarda uygun ve yerinde, çirkindeki huylar da. Allah’ın yazdığı harfler birbirine tam münasip!

Ey Hasancık! Yazı yazanın elindeki kâlem gibi gözle gönülde Allah’ın iki parmağı arasında!

‘Gönül kalemi’, lütuf ve kahır parmakları arasında gâh sakıntıya düşer, gâh feraha çıkar.

Ey kalem, ululuğa layıksan kimin parmakları arasın-dan bak da gör!

Senin bütün kasdın, bütün hareketin bu parmaklardan meydana geliyor. Başın dört yol ağzında; kahrın, lütfun, doğru yolla sapıklığın birleştiği yerdir. (3/225-226/2771-2780)

...Peygamber, “Namaz, ancak huzur-u kalple kılınır.” demiştir.

Canların gıdası aşktır. Bundan dolayı ruhların gıdası, açlıktır. (3/247/3033-3034)

Bir şeye muhtaç olmalı, o ihtiyacı elde etmeli ki, Allah ihsan etsin. Allah, bundan kişinin dua ve niyazını kabul eder. ‘Bunalma’, bir şeye hak kazanmış olmaya şahittir. (3/261/ Konu başlığı)

Riyazatta ‘tenin ölümü’ diriliktir. Bu bedenin eziyet çekmesi ruha ebedilik verir. (3/274/3365)

Gaflet, tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu şüphesiz bir halde bütün sırları görür. (3/291/3566)

Nassı, Ruhulkudüs’ün vahyi bil Akl-ı cüz’inin kıyası, bundan aşağıdır.

Akıl, canla idrak (anlayış) sahibi olmuş, canla aydın-lanmıştır. Ruh, nasıl olur da aklın tasarrufuna girer?

Fakat ruh, aklı tesir eder de akıl o tesir altında tedbire girişir.

Ruh, Nuh’u tasdik ettiği gibi seni  de tasdik etti, senin emrine de tabi olduysa; nerede deniz, nerede gemi, nerede Nuh tufanı?

Akıl, eseri ruh sanır; ama güneşin nuru, güneşin cisminden büsbütün ayrıdır.

O yüzden sâlik, ruhun nurundan aslına ulaşmak için bir lokma ekmeğe kanaat etti.

Çünkü aşağılara vuran nur, gece gündüze daimi değildir ki... geçer gider.

Fakat nurun aslına ulaşıp orada yurt edinen kişi, daima o nura gark olmuştur. (3/292/3583-3590)

Gönlünde Allah sevgisi arttı mı şüphe yok ki Allah seni seviyor. (3/359/4396)

Dünyadan geçen kişiler de yok olmamışlar, fakat Allah sıfatlarına bürünmüşlerdir.

Onların sıfatları, Hak sıfatlarına karşı, güneşin karşısındaki yıldızlara dönmüştür.

A inatçı! Kur’an’dan buna delil istiyorsan oku: “Onların hepsi huzurumuzdadır!”

Haklarında “Huzurumuzdadır” denenler yok olamazlar, iyi dikkat et de ruhların bekasını iyice anlayasın!

Beka’dan mahcup olan ruh azaptadır, Hakk’a vasıl olan ruhsa beka aleminde hicaplardan kurtulmuş bir hal-               dedir.

İşte bu ‘hayvani duygu kandili’nden ne murat edilmiş-se, bu kandilin gerçeği neyse sana söyledim... kendine gel  de sakın bu hayvani duyguyla ruh arasında bir ‘birlik’ tasav-vur etme!

Çabuk, ruhunu, yolcuların kutlu ruhlarına ulaştır! (4/36-37/442-448)

“Ey müslüman, edep nedir?” diye sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektedir.

Kimi, “falan adamın huyu kötü, tabiatı fena” diye şikayet eder, görürsen,

Bil ki, bu şikayetçinin huyu kötüdür; kötüdür ki o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor!

Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fena tabiatlılara tahammül eden, onların kötülüğünü söylemeyen kişidir. (4/63-64/771-774)

Ümmetler içinde gizli olan ‘aşk ümmeti’, çevresini kınamalar kaplamış cömertliğe benzer.

Ruhların aşağılanması, bedenler yüzündendir... bedenlerin yüceliği ruhlardandır.! (4/70/847-848)

Kötü yaratılışlı kişiye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkıyanın eline kılıç vermeye benzer!

Sarhoş zencinin eline kılıç vermek, adam olmayana bilgi belletmekten yeğdir.

Bilgi, mal, mevki ve hüküm; kötü yaratılışlı kişilerin elinde fitnedir.

Savaş, ‘delilerin ellerindeki kılıçları alsınlar’ diye müminlere farz olmuştur.

Onun canı delidir, teni de elindeki kılıçtır... o çirkin huylunun elindeki kılıcı al!

Bilgisizlere, geçtikleri mevkiin yaptığı fenalığı, yüzlerce aslan bir araya gelse yapamaz!

Çünkü ayıbı gizliyken meydan bulur da, yılanı delikten çıkar sahralara uğrar! (4/118/1436-1442)

Hüküm, bir sapığın eline geçti mi onu mevki sanır ama hakikatte kuyuya düşmüş demektir.!

Yol bilmez, kılavuzluk etmeye kalkışır... kötü ruhu cihanı yakar, yandırır.! (4/118/1447-1448)

Ruh bağışlayan güzelden ruhunu esirgeme. O, seni kır atın üstüne bindirir. (5/96/160)

Bir sûret, gönle girdi mi insan, sonunda nedamete düşer, o sûretten bezer.

Sonunda herkes, kapıldığı sûretten tevbe eder, fakat yine “unutuş” gelir, onu o yana çeker.

Pervane gibi uzaktan o ateşi nur görür, yükünü o tarafa çeker.

Fakat geldi mi kanadı yanıp kaçar. Kaçar ama çocuk-lar gibi yine gelir, yaraya tuz eker.

Yine zanna, tamaha düşer, derhal kendisini o ateşe atar.

Yine yanar, sıçrar. Fakat yine gönlündeki hırs, kendisi-ne yandığını unutturur, sarhoş eder. (6/30/344-349)

‘Tamah huyu’ fitneden ibaret bir hırsızdır ama hayâl gibi her an bir sûrete bürünür.

Onun hilesini Allah’tan başka kimse bilmez, Allah’a kaç da o alçaktan kurtul! (6/40/476-477)

Sünnet yoldur, topluluk da yoldaşa benzer. “Yolsuz, yoldaşsız oldun mu bu daracık yerde helak oldun, gitti.”

Akla düşman olan yoldaş, yoldaş değildir. O, bir fırsat arar ki elbiseni alıp götürsün.

Seninle beraber gider, gider ama “bir aşılmaz bele, boğaza gelesin de varını yoğunu yağma etsin” diye.

Yahut da o yoldaş dediğin kimse görünüşte cesurdur fakat hakikatte korkak. Bu sarp bir iş başa düştü mü dönmek için sana ders vermeye kalkışır.

Korkaklığından dostunu da korkutur. Böyle yoldaşı düşman bil, dost değil.

Bu yol, insanın canıyla, başıyla oynayacağı yoldur, her meşelikte, her sazlıkta yufka yüreklileri geriye çevirecek bir afet vardır.

Din yolu, her puşt tabiatlının gideceği yol değildir. Bu yüzden de tehlikelerle doludur.

Yoldaki bu korku, onu kepekten ayıran elek gibi insanların da yüreklerini yüreksizlerinden ayırt eder.

Yol, nasıl yoldur? Gidenlerin ayak izleriyle dopdolu bir yol. Dost nasıl dosttur? Rey ve tedbir bakımından merdivene benzeyen, seni aklıyla her an irşat edip yücelten dost. (6/43/502-510)

Nimetleri inkar eden maymun huylulardan saman bile esirgenir. Fakat peygamber huylu kişilere güneş ve bulut, saçı olarak saçılır. (6/146/1828)

Huy peşinde yürü, iyi huyluyla düş kalk. Gül bağına bak, nasıl gülün huyunu almış.

Mezar toprağı bile insanla şereflenir; gönül, ona elini kor, yüzünü sürer.

Toprak bile temiz bir bedenle komşu olduğundan şereflenir, devlet bulursa.

Artık sen “önce komşu gerek, sonra ev” de. Gönlün varsa yürü, bir gönül sahibi dost ara.

Onun toprağı bile, can huyunu almış, aziz kişilerin gözlerine sürme olmuştur.

Nice toprak gibi mezarlarda yatanlar var ki faydaları, feyizleri bakımından yüzlerce diriden yeğ.

Gölgesini gizlemiş ama toprağı, gölge vermekte. Yüz binlerce diri, onun gölgesinde gölgelenmekte. (6/238/3007-3013)

Halk, aklı ermeyenler, yarasa tabiatındadırlar. Onlar geçici şeylere başvururlar, kendileri gibi her şeyleri gelgeçtir. (6/270/3411)
 


 

 


Geri Dön