MANÂ, ANLAYIŞ, AKIL, FİKİR, DUYGU / DÜŞÜNCE
 

         

Aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de kulaktan başka müşteri yoktur. (1/2/14)

Aynan, bilir misin, neden gammaz değil? Yüzünden tozu, pası silinmemiş de ondan! (1/3/34)

Kara dalgası, bizim kuruntularımız, anlayışımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçiş, sarhoşluk ve yokluktur. (1/46/575)

Bizim figanımız muztar ve kudretsiz olduğumuzun delilidir. Yaptığımızdan utanmamız da elimizde ihtiyar olduğuna delildir (1/49/618)

Suyun gemi içinde olması geminin helakidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır. (1/79/985)

Peygamberler, halk nazarında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi, ama felekten kurtuluş yolunu görmüşlerdi.

Halk, peygamberleri; gözbebeği gibi küçük gördü, göz bebeğinin manen büyüklüğünü kimse anlayamadı. (1/81/1003-1004)

Kâlemler sûreti övmezler. Kitaplara da adamın sûretine ait vasıflara değil, “âlim, adalet sahibi” gibi zatına ait vasıflar yazılır.

Bilgi ve adalet sahibi ... hep manâdır, onları önde, artta, ... bir yerde bulamazsın,

Zata ait sıfatlar, “Lâmekân elinden cana şule vermektedir; can güneşi, göklere sığamaz” der. (1/83/1024-1026)

Danışmak, insana anlayış ve akıl verir; akıllar da akıllara yardım eder. Peygamber, “Ey tedbir sahibi, danış ki, kendisiyle danışılan kişi emindir,” dedi.

Yol düzgün ama altında tuzaklar var. Yazının tarzı hoş ama içinde manâ kıt...

Sözler, yazılar; tuzaklara benzer. Tatlı sözler bizim ömrümüzün kumudur.

İçinde su kaynayan kum pek az bulunur; yürü onu ara! (1/86/1060-1063)

Bilgileri hıfzeden levh, bir “levh-i mahfuz” olur. Aklı ruhtan nasiplenir, feyiz alır. (1/86/1064)

Bakir sözü tevil etmişsin; sen kendini tevil et, Kur’anı değil.

İsteğine göre Kur’anı tevil ediyorsun. Yüce manâ, senin tevilinden aşağılandı, aykırı bir şekle girdi! (1/87/1080/ 1081)

Akıl gizlidir, ortada bir âlem görünüp durur. Bizim şeklimiz; o denizin dalgasından yahut ıslaklığından ibarettir.

Sûret, o denize ulaşmak için neyi vesile ittihaz ederse etsin, deniz, sûreti o vesile yüzünden daha uzağa atar.

Gönül, kendisine sır vereni; ok kendisini uzağa atanı görmedikçe. (1/90/1112-1115)

‘Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul. Çünkü her doğru okun, yaydan fırlayacağına şüphe yok.’ (1/111/1385)

Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. Söze, kulak verme yolundan gir.

Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Allah’ın sözüdür. (1/131/1627-1629)

İlim ve hikmet helal lokmadan doğar; aşk ve rikkat helal lokmadan meydana gelir.

Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokma-yı haram bil! (1/132/1644-1645)

Lokma tohumdur, mahsulü fikirlerdir.; lokma denizdir, incileri fikirlerdir. (1/132/1647)

Ağızdan bir kere çıkan söz, bil ki, yaydan fırlayan ok gibidir.

Oğul, o ok, gittiği yerden geri dönmez, seli baştan bağlamak gerekir. (1/133/1659-1660)

Ey can, bu âlemin direği gaflettir. Akıllılık, uyanıklık, bu dünya için afettir.

Akıllılık o âlemdendir, galip gelirse bu âlem alçalır.

Akıllılık güneştir, hırs ise buzdur. Akıllılık sudur, bu âlem kirdir.

‘Dünyada hırs ve haset kükremesin’ diye o âlemden akıllılık, ancak sızıntı halinde gelir.

Gayb âleminden çok sızarsa bu dünyada ne hüner kalır, ne ayıp! (1/165/2066-2070)

Bu cihan tamamıyla fanidir; aradığını sebatlı kararları âlemde ara! Sûretin sıfırdan ibarettir; dilediğini manâ âleminde dile! (1/179/2241)

Kısa görüşlü köhne anlayışlar, fikre yüz türlü hayâller getirirler.

Herkesin doğru işitmeye kudreti yoktur. Her kuşcağız bir inciri bütün olarak yutamaz.

Hele ölmüş, çürümüş, hayâllere dalmış kör bir kuş olursa...(1/221-222/2762-2764)

Akıllı, o kişidir ki çekinilen belada dostlarının ölümün-den ibret alır. (1/250/1114)

... Hata görme aklın zayıflığındandır. Akl-ı Küll içtir, Akl-ı Cüzi ise deridir. (1/299/3743)

... Bir akıl, başka bir akılla birleşti mi; kötü işe, kötü söze mani olur.

Fakat nefis, başka bir nefisle dost olursa cüz’i akıl muattal olur, bir işe yaramaz. (2/2/20-21)

Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygunda doğuya doğru akmakta.

Ey atlı! Duygu yolu, eşeklerin yoludur. Ey eşeklere karışan, utan! (2/5/47-48)

Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapça’yla, Türkçe’yle ne işi var? (2/5/56)

Duygu gözünün mezhebi, ‘İtizal’dir. Akıl gözüyle vuslata kavuşmuştur, ‘Sünni’dir.

İtizale uyan, duyguya kapılmıştır. Fakat sapıklıktan kendisini Sünni gösterir.

Duyguda kalan kişi Mutezilli’dir. “Sünniyim” dese de cahillikten der.

Duygudan çıkan kişi ‘sünni’dir. Gören göz, izi hoş, akıl gözüdür. (2/5/61-64)

Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur. (2/14/177)

Yemeğe, zevk ve semaa tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur.

Ayna bir şeye tamah etseydi bizim (içimizdekiler) gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi. (2/44/571-572)

Şimşek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da bil ki gözlere yardımcıdır.

Deniz köpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak,

Hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne kendi aklına gülmektir.

Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Akıbeti görme-yen akıl, nefistir.

Nefse mağlup olan akıl, nefis haline gelmiştir. (2/118/1545-1549)

Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanıltagelmiştir, yanıltagider. (1/119/1560)

Felek kabuktur, ruhun nuru iç. Bu görünür de o görünmez. Ayağın kaymasın, sallanma, kendine gel!

Cisim zahiridir, ruhsa gizli. Cisim yen gibidir, ruh el gibi.

Akılsa ruhtan daha gizlidir. Duygu, ruhu çabucak anmalı.

Mesela, bir hareket gördün mü anlarsın ki o hareket eden diridir. Fakat akıllı mı acaba? Bunu bilemezsin.

Mevzun hareketlere başlar, bakırın kimya ile altın oluşu gibi o da hareketlerinden bilgisiyle tanzim ederse,

Ele benzeyen ruhun o münasebetli, o muntazam hareketlerinden anlarsın ki aklı vardır.

Vahiy kabul eden ruhsa akıldan da gizlidir. Çünkü o gayıbtır, gayb âlemindendir.

Ahmed’in (a.s.) aklı kimseden gizli değildir, herkes onun akıl ve kemal sahibi olduğunu bilirdi. Fakat vahiy ruhunu her can anlayamadı. Çünkü o ruh pek yücedir.

Akıl, o ruhun işlerine gah “delilik” diye bakar, gah “şaşkınlık” diye. Çünkü onu anlamak, o almağa bağlıdır.

Hızır (a.s.)’a göre alelade olan işler Musa (a.s.)’nın aklını şaşırttı, Musa (a.s.) onları görünce bulandı.

O işler Musa (a.s.)’ya aykırı göründü. Çünkü Musa (a.s.) o hale sahip değildi.

Musa (a.s.)’nın aklı bile gayıb işlerine ermezse, ey ulu kişi, bir farenin aklı nedir ki bu işlere ersin! (2/250/3252-3264)

Söz, yuva gibidir; manâ kuş gibi. cisim, ırmak gibidir; ruh akıp giden su gibi. (2/252/3292)

Kardeş, kıssa bir ölçeğe benzer, manâ içindeki taneye.

Akıllı kişi taneyi  alır, ölçek var mı, yok mu? Ona bakmaz. (2/278/3622-3623)

Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar seni zata ulaştırsın.

Halkın ihtilafı addan meydana gelir. Fakat manâya ulaşınca rahatlaşırlar. (2/283/3679-3680)

Nefsin boğazı vesveseden boşaldı mı ululuk vahyine misafir olur.

Akılla gönlün boğazına fikir kalmadı mı midenin haz-mına muhtaç olmayan  bakir rızkı bulur.

Fakat bil ki bunun şartı “mizac-ı tebdil” etmektir. Çünkü kötülerin ölümü kötü mizaçtandır. (3/4/42-44)

... Eski ve tecrübe görmüş akıl, (dinlersen) sana bir yeni baht bağışlar. (3/13/147)

Bilgisizlik akılda bir taassuptur. (3/31/395)

(Aklına güvenme) kendi sebatına itimadı vardı, bir dağdı ama yarım bir sel, onu kapıp götürdü.

Kaza ve kader boş çıkardı mı akıllılar hepsi kör-sağır olur. (3/37/468-469)

Dert ve ölüm zamanı “o tarafa” yönelir, feryat ve figana düşersin. Dertten kurtulunca neden yabancıya dönü-yor, hiç o tarafı aklına bile getirmiyorsun?

Mihnet zamanında “Allah” demeye başlar, sıkıntın geçti mi “nerede ona yol?” dersin.

Bu hal şundan ileri geliyor: Allah’ı şeksiz, şüphesiz bilen, tanıyan, daima onu anlar, ondan hiç ayrılmaz.

Fakat akıl ve şüphe hicaplarında kalan kişiye Hakk’ın tecellisi; gah örtülür, gah yenini, yakasını yırtıp görünür.

Akl-ı cüz’i gah üstündür, gah baş aşağı; Akl-ı Külli ise bütün hadiselerden kurtulmuştur, emindir.

Akılla hüneri sat da hayreti satın al. Oğul horluğa doğru git, Buhara’ ya değil! (3/92/1141-1146)

... Akıllı adam bile vehimle delirir, gider. (3/124/1550)

Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizlerse işin sonunda başlarına vururlar. (3/132/1622)

Hizmetkarın akıl olursa sana galip olan duyguların da mahkumun olur. (3/149/1832)

Anlayış sudur, beden testi. Testi kırılınca içindeki su dökülür, gider! (3/171/2099)

İnsan akılla bir olur; saçı sakalı ağarmakla değil. O talihe, o devlete ümit kılı sığmaz, o devlet ümit ile, rica ile bulunmaz! (3/185/2280)

... Kur’an baştan sona kadar sebepleri, illetleri nefyeder, vesselam.

Fakat bunları anlamak, işi uzatıp duran aklın harcı değildir. Kulluk et de bunlar sana keşfolsun. (3/205/2525-2526)

Canı tanıyanların sayılarla işleri yoktur. Onlar keyfiyetsiz ve kemmiyetsiz bir denize gark olmuşlardır!

Can ol da can yoluyla canı tanı! Görüş dostu ol, kıyas oğlanı değil!

Melekle akıl, aynı yaradılıştadır: hikmeti var da iki sûret oldu. Melek, kuş gibi kanatlı olmuş: akıl, kanadı bırak-mış, nura bürünmüştür.

Hulasa ikisinin de manâsı aynı olduğundan, ikisinin de hakikati bir olduğundan o iki  güzel, birbirlerine arka olmuş-lar, birbirlerine yardımcı kesilmişlerdir.

Melek de Hakkı bulmuştur, akıl da. Her ikisi de Âdem’ e yardımda bulunmuş, her ikisi de Âdem’e secde etmiştir.

Nefisle Şeytansa ezelden bir olduğundan Âdem’e düş-mandır, ona haset edip durur.

Âdemi bedenden ibaret gören ondan kaçmış, ona secde etmemiştir.

Fakat onu emniyete mazhar olmuş bir nur olarak gören, karşısında eğildi, secde etti.

Melekle aklın... o ikisinin gözleri Âdem’i görüp nurlandı. Şeytan’ la nefsin bu ikisinin gözleri Âdem’i ancak toprak olarak gördü. (3/261/3191-3199)

Akıllı kişiye sonda görülecek şey önceden görünür, gönlüne doğar; bilgisi az kişiye sonunda! (3/275/3372)

Vehim, hataya düşer, yanılabilir. Fakat, akıl mutlaka isabet eder, yanılmaz. (3/291/3570)

Derilerden ayrı olmayan, sebeplerden kurtulmamış olan akıl, ne illetlerden kurtulur; ne doktordan fayda görür! (3/291/3572-3575)

Nassı Ruhu’l-Kudüs’ün vahyi bil, Akl-ı cüzinin kıyası, bundan aşağıdır.

Akıl, canla idrak (anlayış) sahibi olmuş, canla aydınlanmıştır. Ruh, nasıl olur da aklın tasarrufuna girer?

Fakat ruh, akla tesir eder de akıl o tesir altında tedbire girişir.

Ruh, Nuh’u tasdik ettiği gibi seni de tasdik etti, senin emrine de tabi olduysa ; nerede deniz, nerede gemi, nerede Nuh tufanı?

Akıl eseri ruh sanır, ama güneşin nuru güneşin cisminden büsbütün ayrıdır. (3/292/3583-3587)

Âlemde bütün anlayışlar, durup dinlenmezler... meydanda koşup gelme zamanıdır; oturup zevkle içkiye dalma zamanı değil! (3/304/3723)

Kim, halvetle görüşe yol bulur, hakikati görürse artık bilgilerle yücelmeyi dilemez.

Can güzelliğiyle bir kaseden şarap içen, ağızdan duyma haberlerle bilgilerden tasarlanmaz.

Görüş, ekseriyetle bilgiden üstündür; bilgiye galebe eder. Bu yüzden halk nazarında dünya galiptir, sevimlidir.

Çünkü dünyayı gözler görür; bu, eldeki matahtır... âhireti ise verilmesi va’d edilen borç bilirler. (3/315/3856-3859)

...kaza ve kader, aklı da ahmak bir hale sokuyor, akıllıyı da. (3/317/3880)

Akıllıya emniyet ve huzur veren akıl lengeridir... akıllılardan bir lenger dilen! (3/353/4312)

Gönül, akıl nurlarıyla nurlanırsa o nurlardan göze de bir pay verir. (3/353/4315)

İleriyi gören akıl gözü keskindir. Allah o gözü kendi sürmesiyle sürmelemiştir. (3/374/4570)

Padişah cana benzer, vezir de akla... fesatçı akıl ruhu kötülüklere götürür.

Akıl meleği harutlaşınca yüzlerce kötü kişiye sihir öğretir!

“Cüz-i aklı kendine vezir yapma. Aklı küllü vezir yap, padişahım!”

Heva ve hevesini kendine vezir yapma da pak canın namazdan, niyazdan kalmasın.

Çünkü bu heva ve heves, hırslarla doludur ve içinde bulunduğu hali görür. Aklın düşüncesiyse din gününün düşüncesidir.

Aklın gözleri, işin sonunu gözetir... akıl, bir gül için diken zahmetini çeker, durur!

Fakat o gül, öyle bir güldür ki, ne solar, ne de güzün dökülür... (4/103-104/1256-1262)

Aklın varsa başka bir akılla dost ol, görüş, danış!

İki akılla bir çok belalardan kurtulur, ayağını göklerin ta yücesine korsun! (4/104/1263-1264)

İyiyi kötüyü fark eden adamla oyun olmaz; hele o adamın bu fark edişi ve aklı, gaybları görür, söylerse! (4/ 105/1273)

Nefsin neyi isterse ihtiyarın var, fakat aklının istediği şeyde mecbursun ha! (4/115/1401)

Akıl, zekayı sat da hayranlığı satın al... akıl ve zeka zandır, hayranlıksa bakış, görüş!

Aklı, Mustafa’nın önünde kurban et... Hasbiyallah de, yani “Allah’ım bana yeter!” (4/115/1407-1408)

Akıl ve zeka, sana kibir ve gurur verir... aptal ol da  gönlün doğru kalsın!

Aptallık dediğim halka iki kat maskara olan adamın ahmaklığı değildir...bu aptallık, ona hayran olan adamın aptallığıdır. (4/116/1421-1422)

Delinin elinden silahı al da adalet ve sulh, senden razı olsun!

Fakat elinde silahı olur, aklı da bulunmazsa bağla elini... yoksa yüzlerce zarar yapar. (4/117/1434-1435)

Yokluk yolunun çocuğu, pirlik etmeye girişirse ardına düşenler devletsizlik gulyabanisine çatarlar!

“Gel de sana ‘ay’ ı göstereyim” der ama o nursuz, pirsiz, ‘ay’ ı hiç görmemiştir ki!

Ömrümde ayın aksini suda bile görmemişken nasıl olur da gösterebilirsin a hamhalat, a bön!

Ahmaklar baş oldular da akıllılar başlarını kilime çektiler! (4/119/1449-1452)

...cana gıda akıl nurudur. (4/159/1956)

Akıl, iki akıldır: birincisi kazanılan akıldır... sen onu mektepte çocuk nasıl öğrenirse öyle öğrenirsin.

Kitaptan, üstattan, düşünceden, anıştan, manâlardan güzel ve dokunulmadık bilgilerden.

Aklın artar, başkalarından daha fazla akıllı olursun fakat bu ezberlemekle de ağırlaşır, sıkılırsın!

Geze-dolaşa adeta bir ezberleme levhası kesilirsin... halbuki bunlardan geçen levh-i mahfuz olur!

Öbür akıl, Hak vergisidir... onun kaynağı candadır.

Gönülden bilgi ırmağı coştu mu ne kokar, ne eskir, ne de sararır!

Kaynağın yolu bağlı ise ne gam!   Çünkü o anbean ev içinden coşup durmaktadır.! (4/159/1960-1966)

Ey yiğit, akıl şehvetin zıddıdır... şehveti dokuyan akla akıl deme!

Şehvete mağlup olana vehim de... vehim, halis akıllar altının kalpıdır. (4/186/2301-2302)

Sûret, elbise ve sopa gibidir... bu nakışları, akıldan, candan başka bir şey yapamaz!

Halbuki o da, akıllı canın, Allah’ın döndürüp hareket ettirmesi olmazsa cansız bir şeyden ibaret olduğunu bilmiyordu.

Allah, akıldan bir an inayetini kesti mi zeka sahibi olan akıl, aptallıklar yapar. (4/298/3727-3729)

Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.

Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar. (5/54/618-619)

Akıllı kişi, dünyanın gamını yemez, nimetini yer. Bilgisizlerse nedamet içinde mahrum kalırlar. (5/117/1409)

Vicdani anlayış, duygu yerine kaimdir. Her ikisi de bir arktan akar.

Onun için bu anlayışa “yap”, “yapma” diye emir etmek, nehiyde bulunmak, onunla maceralara girişmek, söyleşmek yerindedir. (5/248/3022-3023)

Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat sûret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.

Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, batıl ne?

O er, adamın kulağını tutup “bu batıldır” dedi, gözse haktır, onun her şeye yakini vardır.

O, yani duymak, buna nispetle batıldır. Ey emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir. (5/317/3906-3909)

Sünnet yoldur, topluluklarda yoldaşa benzer. ‘Yolsuz, yoldaşsız oldun mu bu daracık yerde helak oldun gitti.’

Akla düşman olan yoldaş, yoldaş değildir. O bir fırsat arar ki elbiseni alıp götürsün.

Seninle beraber gider, gider ama “bir aşılmaz bele, boğaza gelesin de varını yoğunu yağma etsin” diye.

Yahut da o yoldaş dediğin kimse görünüşte cesurdur fakat hakikatte korkak. Bu sarp iş başa düştü mü dönmek için sana ders vermeye kalkışır.

Korkaklığından dostunu da korkutur. Böyle yoldaşı düşman bil, dost değil!

Bu yol, insanın canıyla başıyla oynayacağı yoldur, her meşelikte, her sazlıkta yufka yüreklileri geriye çevirecek bir afet vardır.

Din yolu, her puşt tabiatlının gideceği yol değildir. Bu yüzden de tehlikelerle doludur.

Yoldaki bu korku, unu kepekten ayıran elek gibi insanların da yüreklilerini yüreksizlerinden ayırt eder.

Yol, nasıl yoldur? Gidenlerin ayak izleriyle dopdolu bir yol. Dost nasıl dosttur? Rey ve tedbir bakımından merdivene benzeyen, seni aklıyla her an irşat edip yücelten dost. (6/43/ 502-510)

Tesir ediş de kaderden değil midir? Fakat tesiri akılla anlaşılmaz.

Akıl, asıllarda mukallit olduğu için bil ki ferilerinde de mukallittir. (6/88/1072-1073)

...Fikrin donmuşsa, düşünemiyorsan yürü, zikret.

Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu donmuş fikre güneş yap. (6/119/1475-1476)

Toprağa bak. Çeşit çeşit renkte bulunan insanları bir renge sokmada!

Bu, görünen bedenlerin tuzlası manâ âlemine ait tuzlaysa, bundan tamamıyla ayrıdır.

O manâ tuzlası manevidir. O ezelden ebede kadar yenilikler içindedir.

Eskilik, bu yeniliğin zıddıdır. Halbuki o âlemin yeniliği zıtsızdır, eşsizdir, sayıya da sığmaz.

Nitekim Mustafa (s.a.v.)’nın nurunun cilasıyla yüz binlerce çeşit karanlık ışık kesildi. (6/148-149/1857-1861)

...filozoflaşan aklın kıblesi hayâldir. (6/152/1897)

Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lazım ki o tarafa koşsun!

Hiçbir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydala- nacağı şeyi arar. (6/157/1966-1967)

Bütün akılların hekimliği, aşka göre çizilmiş sûretler-den başka bir şey değildir. Bütün güzellerin yüzleri onun yüzünün perdesidir. (6/158/1983)

Kendini faziletten de üryan bir hale getir, saçma şeylerden de. Böylece rahmet her an sana insin, dursun.

Anlayışlı olmak; sınıklığın, niyazın zıddıdır. Anlayışlı olmayı bırak, ahmaklıkla uzlaşmaya bak.

Anlayışı, hırs ve tamah tuzağı bil. Temiz kişinin şeytan gibi akıllı olmakla ne işi var?  
            Aklı fikri ileri olanlar, bir sanatla kanaat ederler. Fakat o kadar ileri anlayışlı olmayanlar sanatı görür, sanatkarı bulurlar. (6/188/2371-2374)

İyi adamın gönlüne kötü bir düşünce geldi mi bu, boş değildir, bir aslı vardır, bunun.

O anlayışı vehim sayma, Hak anlayışı bil. Gönüldeki nur, onu külli lehivden okumuş anlamıştır. (6/217/2743-2744)

Düşünceleri, gökyüzünün yıldızları say. Fakat bunlar, başka bir gökyüzünde dönmedeler.

Kutluluk gördün mü şükret, ihsanda bulun. Kötülük gördün mü sadaka ver, yarlıganma dile, çark vur!

Ayn nurlarıyla ruhu parlat. Çünkü tutulma yerine geldi, zararlar gördü, can simsiyah oldu.

Onu yine hayâlden vehimden zandan kurtar. Yine kuyudan çıkar, cefa ipinden halas et.

Bu sûretle de bir gönül, senin güzel gönül alışınla kanatlansın, uçsun, şu balçıktan kurtulsun! (6/220-221/2784-2789)

Yalnız isteği gören göz, kuşa bir afettir. Fakat  tuzağı gören akıl, onu afetlerden kurtarır.

Ama bir tuzak daha vardır ki onu akıl da bilemez. İşte gayb âleminde bulunanları gören vahiy, onun için bu tarafa koşup geldi.

Cinsle cins olmayanı akılla bilmek, tanımak gerek. Hemencecik sûretlere koşmamalı.

Cins oluş, ne senin için sûretledir, ne benim için. İsa (a.s.) insan şeklindeydi, fakat melek cinsindendi. (6/235/ 2969-2973)

Topluluk, sûret bakımından olursa beyhudedir. Kendine gel de Allah’tan manâ topluluğu iste. (6/241/3044)

Yeşilliklerden çiçeklerden meydana gelen bahçe bir an içindir. Fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi, daimi olarak yeşildir, güzeldir, hoştur. (6/370/4649)

Sûret gölgedir, manâ güneş. Gölgesiz ışık yıkık yerler-dedir. (6/378/4747)


 

 


Geri Dön