YARATILIŞ, VARLIK, YOKLUK, HAKİKAT
 

           

Varlık kör olmasıydı... Onlar erirdi, güneşin hareketini tanır, anlardı.

Bu zahiri vücûdun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi körlüğüne delildir. (1/142/519-520)

Bize göre her şeyin adı, görünüşüne tabidir; Nasıl görünüyorsa biz, ona ‘öyle’ deriz. Fakat Allah’a göre iç yüzüne, hakikatine tabidir.

Mûsa’ya göre sopasının adı âsa; yaratan yanında ise ejderha idi.

Bu âlemde Ömer’in adı puta tapandı; Halbuki ta ‘Elest’te onun ismi ‘mümin’di.

Bizim yanımızda adı meni olan şey, Hak yanında şu benlikle zahir olan sûretti.

Bu meni, yokluk âleminde vardı; eksiksiz, artıksız aynen Allah’ın ilminde mevcuttur.

Hasılı Allah indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmuştur.

Allah, insana akıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktığı ödünç ada göre değil! (1/100/1239-1245)

Ben varlığı yoklukta buldum, onun için varlığı yokluğa feda ettim. (1/139/1775)

Mahzene sahip olan kişi, zatı mahzen olmuş kişidir. Varlığa mağlup olan, varlığa düşman olan kişidir. (2/112/ 1470)

Töhmetli nefistir; yüce akıl değil. Töhmetli duygudur; lâtif nur değil.

Nefis sofestai olmuştur, vur nefsin kafasına! Çünkü Hakikati kötekle anlar, delil getirmekle değil.

Mucize görür, aydınlanır. Sonradan der ki: O bir hayâl-di.

Hakikat olsaydı o gördüğüm şaşılacak şey, gece-gündüz gözümün önünde dururdu.

Halbuki o temiz gözlerde mukimdir, hayvan gözüne karin olmaz. (2/268-269/3499-3503)

Halk yoksulluktan korkar, ama boğazlarına kadar acı suya batarlar.

O yoksulluğu yaratandan korksalardı onlara yeryüzünde defineler âşikar olurdu.

Hepsi de ‘gam korkusu’ ile gamın içine batmışlar, ‘varlık kaygısı’ ile yokluğa düşmüşlerdir! (3/179/2205-2207)

Riyazatta tenin ölümü diriliktir. Bu bedenin eziyet çekmesi ruha ebedilik verir. (3/274/3365)

Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya... doğrucası sen, kendinden korkmaktasın.

Gördüğün ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün; canın bir ağaca benzer... ölüm yaprağıdır.

İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir; kötüyse de. Hoş, nahoş... gönlüne gelen her şey senden, senin varlığın-dan gelir. (3/281/3441-3443)

Allah’ın rahmeti, kahrından ileridir, kahrından fazladır ve ezelidir. Bu yüzden de bir kimseyi belalara uğratması rahmetindendir.

“Varlık sermayesi elde edilsin” diye rahmeti kahrından ileridir, üstündür.

Etle deri lezzetsiz meydan gelmez fakat onlar meydana gelmedikçe sevgilinin aşkı onları nasıl eritebilir.

İşte bu takdir neticesi olarak sen de kahırlara uğrarsın eseflenme! Bu kahırlar yüzünden elindeki sermayeyi sevgi-liye bağışlarsın.

Sonra bunun özrü olarak tekrar lütuf eder, “yıkanıp arından dereden atladın, artık o mihnetler-cefalar geçti” der. (3/340-341/4166-4170)

Cevher ona derler ki varlığı, kendi  kendine olsun... onunla var olan, onun feri bulunan şey arazdır. (4/66/508)

Yokluk yolunun çocuğu, pirlik etmeye girişirse ardına düşenler, devletsizlik gulyabanisine çatarlar!

“Gel de sana “ay”ı göstereyim”, der ama, o nursuz, pirsiz, “ay”ı hiç görmemiştir ki!

Ömründe suyun aksini bile görmemişken nasıl olur da gösterebilirsin, a hamhalat, a bön!

Ahmaklar boş oldular da akıllılar başlarını kilime çektiler.! (4/119/1449-1452)

Yok gibi görünen ve hakikatte var olan âlemle yok olduğu halde var olan âlem.

Allah yoku var ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar etti.

Denizi örttü de köpüğü meydana çıkardı, rüzgarı örttü de ona tozu gösterdi.

Toprak bir minare gibi havada döne döne yücelir. Toprak, kendiliğinden nasıl olur da yücelere çıkar?

A  illetli, toprağı yücelerde görüyorsun fakat rüzgarı görmüyorsun, onu delil ile anlıyorsun.

Köpüğü her tarafa gider görmektesin. Fakat denizsiz köpük var olamaz ki.

Köpüğü duygun ile görür, denizi de delil ile anlarsın. Düşünce gizlidir de dedikodu meydanda.

Bizse “yok” demeyi, “var olduğunu” ispat sanmışız. Yoku gören bir gözümüz varmış, meğer.

Uykulu göz, hayâlden ve yoktan başka ne görebilir ki?

Hasılı, azgınlıkla başımız dönmüş, şaşırıp kalmışız. Hakikat gizli olduğundan hayâl meydana çıkmış.

Bu yoku nasıl oldu da gözümüzün önüne dikti? O hakikat nasıl oldu da gizlendi? (5/85-87/1026-1035)

Kabiliyet, Hak işinde bir şart olsaydı hiçbir yok varlık âlemine gelmezdi. (5/129/542)

Kimde yakın aynası varsa kendini görmüş olsa bile hakikatte Hakk’ı görmüş olur.

Sıfatlarıma bürünüp halka görün, seni gören beni görür, sana kasteden bana kasteder. (5/166/ Ara cümle)

Yokluktan baş gösteren her varlık, birine zehirdir, öbürüne şeker.

Dost ol, kendi kötü huyundan ayrıl da zehir küpünden bile şeker ye!

Farukî tiryak, ona şeker kesilmişti de onun için zehir Faruk’a bir zarar vermedi. (5/344/4236-4238)

Duygu gözü şu geçip gidici sûretlere düşmüş, donup kalmıştır. Sen, o sûreti geçip gidici görürsün ama hakikatte geçip gitmez o.

Bu ikilik, şaşı gözün görüşüdür. Yoksa evvel, âhirdir; âhirde evvel.

Bu nereden bilinir? Öldükten sonra dirilmeden. Öldükten sonra dirilmeyi ara da bundan az bahset.

Dirilme gününün gelmesine şart, önce ölmektir. Çünkü dirilme, ölümden sonradır.

Herkes, yokluktan korkar, işte bütün âlem, bu yüzden yol sapıtmıştır. Halbuki yokluk, asıl sığınılacak yerdir.

Bilgiyi nerede arayalım? Bilgiyi terk etmede. Barışı nereden umalım? Barıştan vazgeçmeden.

Varlığı nerede arayalım? Varlığı terk etmede. Elmayı nereden umalım? Elden vazgeçmeden!

Ey güzel yardımcı, yok gören gözü varlığı görür bir hale getirmeye de kadirsin, sen.

Yokluktan meydana gelen göz, varlığı tamamıyla yok gördü.

Fakat şu iki göz, değişti de  nurlandı mı, bu düzgün cihan mahşer olur.

Bu hamlara “anlamak haram oldu” da onun için bu hakikatler noksan göründü.

Allah cömerttir ama güzelim cennetlerin nimetleri cehennemliğe haramdır.

O, ebedi ahde vefa edenlerden değildir, onun için de cennet balı, ağzına acı gelir. (6/68-69/818-830)

Varlık, yoklukla gizlenmiştir. (6/283/2578)
 


 


Geri Dön