ARAZ

 

Araz, devamlılığı ve kalıcılığı olmayan, ken­di başına bİrvarlığı bulunmayan ve var olmak için dayanacak bir cevhere muhtaç olan şey demektir. Metafizikle, öz (essence) karşıtı ola­rak kullanılan araz, bir şeyin kendi doğasını değiştirmeden veya ortadan kaldırmadan üs­tünde meydana gelen değişiklikler demektir. Sözgelimi bir hayvanın boyu arazî (ilineksel) bir özelliktir. Hayvan aynı hayvan olmakla bir­likte büyük veya küçük olabilir. Buna karşılık öz, görülen dış değişikliğin altındaki değişme­den kalan kendilik anlamını taşır. Bir hayvan küçükken büyüyebilir, ama öz olarak aynı hay­van olarak kalır.

Aristoteles felsefesinde cevher, suret (form) ve fiil asıl varlığı temsil ederlerken, araz, bi anlamda yokluğu lemsil eder. Mantık düzenin­de araz bütünden öncedir. Çünkü o, bir varlı­ğa ail olan ve varlık tarafından onaylanandır. O, zorunlu, sabit, meydana gelen bir şey değil­dir. Bu anlamda arazın belli bir nedeni yok­tur, belirsiz bir nedene dayanmaktadır. Araz araz olduğu şeyin bizzat kendisi olması dolayı­sıyla değil de, bir başka nedenle araz olmakta­dır. Demek oluyor ki, araz bir şeyin cevherine İlişkin olmayan şeydir. Aristoteles'e göre özü olan varlıklar oluş ve yokoluşa (kevn ve fc-sad) maruz kalabilirlerken, arızî varlıklarda böyle bir durum sözkonusu değildir. Çünkü araz bir anda oluşur ve akabinde yokolur. Kı­saca Aristoteles arazı, ontolojik ve metafizik mahiyette ele almaktadır.

Özet olarak söylemek gerekirse, Aristote­les'in on kategorisinden, cevher dışında kalan diğer dokuzu arazdır. Arazlar, bir obje hakkın­da kullanılabilecek ifadelerdir. Bir örnek ver­mek gerekirse, Ahmet adındaki bir obje için dokuz tür İfadede bulunuruz. Bunlar Nicelik, Nitelik, Görelik, Zaman, Mekan, Durum, Mülk, İnfial (edilgi) ve Fiil (ctki)dir.

Bu konuda Aristoteles'i takip eden İbn Sina, kavramların kapsam (şümul) ve içlem (tazam-mun) bakımımdan ayrılıklarını belirtir. İçlcm bakımından kavramlar bazen nesnenin özüne (zatına), bazan arazlarına yönelirler. Ona gö­re nesnenin mahiyeti için zorunlu olan her bir nitelik zatidir, fakat zati demek ayrılmaz de­mek değildir. Gerçekten ayrılmaz bir çok nite­lik vardır ki, zati değildirler. O halde bir şeyin mevcudiyetine delalet eden nitelikler zati mi­dir? sorusuna İbn Sina olumsuz cevap verir. Çünkü mevcudiyet nesnenin zatına eklenen bir niteliktir, sözgelimi bir üçgen somut ola­rak görmeden ya da hayal ile tasavvur eımck mümkündür. Dahası fülen ve gerçekten asla varolmayan veya olamayan özler, tasavvur edi­lebilirler. Öyleyse mevcudiyet zati bir niteliğe malik olmak bir yana, sadece varlığın arızî ni-telİğidİr. Bu anlamda İbn Sina'ya göre arızî olan şey çeşitli türlere ayrılabilir: a) Araz-ı has: Gülmenin İnsana özgü bir nitelik olması gibi; b) Araz-ı ânı: Hareket etmek gibi. İnsan ve hayvanda ortak olan arazdır. Buna Aristo­teles ve porphyrios 'asıl araz' derler. Arazlar

hangi şekillerde olurlarsa olsunlar ya özneden ayrılabilir; sözgelimi genç olmak gibi. Ya da özneden ayrılmazlar; sözgelimi eğitilmeye ve­ya terbiye edilmeye yatkın olmak gibi.

Gazali ise arazı mantık ve ontolojik yönler­den ayrı ayrı inceler. Mantık yönünde araza al­tı çeşit anlam vermektedir: a) Bir yerde veya konumda bulunan ve her mevcut için söyle­nen ortak bir addır; b) Aynı şekilde bir konu­da bulunan her mevcut İçin söylenir; c) "Bir­çok şeye yüklenmiş tekil külli" anlamdır; d) Kendi özünden veya tabiatından hariç herşe-yin varolan anlamıdır, e) Kendisinden ayrı başka bir şeyden varoluşu nedeniyle bir şeye yüklenilen her anlama araz denir; 0 Bir şeyin ilk bakışta varolmayan varlığının her anlamı için verilir. Bunlara örnek olarak kar, kireç ve kafur'a yüklenilen beyaz (a,b) anlamıyla araz­dır. Buradaki beyaz bir yüklem türü olarak kendi başına mevcut değildir (a,b,c) anlamıy­la araza örnek taşın yukardan aşağıya düşüş hareketi verilebilir. Gemide oturan bir kimse­nin hareketi (d,f) anlamlarıyla, buna karşılık taşın yukarı doğru hareketi bütün anlamlarıy­la arazdır.

Gazali ontolojik yönden ise arazı şöyle ta­nımlar: "Eğer yer işgal etmeyen şeyin varlığı bir zata muhtaç ise buna araz denir. Bu zat ya cisim veya cevher olur. Hastalık, açlık, susuz­luk gibi." "Başka söyleyişle araz, varlığı başka bir şeyin varlığı için şart olmayan şey"dir.

Bütün bu görüşlere İslâm düşünce tarihi için­de Molla Sadra tarafından karşı çıkılmıştır. Molla Sadra, bütün değişmelerin araza, bütün mükemmeliyet ve ebediyetin cevhere atfedil-mesine karşı çıkarak, madem ki arazın cevher­den bağımsız varlığı yoktur, ondaki her değiş­menin de cevherden gelmesi gerekir. Zira, kendisi değişmeyen bir şey, varlığı kendisine bağımlı olan şeylerde de değişme meydana ge­tiremez, demektedir. Onun bu orijinal görü­şü, "hareket-i cevher" adıyla tanınmaktadır ve bu görüşüyle o, bütün İslâm Ortaçağ düşünce­sinden kopmaktadır.

Yüksel KANAR[1]

 



[1] Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları: 1/67-68.