Fetva, herhangi bir
meselenin dini hükmünü öğrenmek, bir meseleyi açıklığa kavuşturmak ya da bir
işin yapılabilmesi için dini hükümlere uygun olup olmadığına dair sorulan
soruyu cevaplandırmak ve o işin dini hükmünü açıklamak demektir.
Bir müşkülü halletmek
ve açıklamak demek olan ifta (fetva verme), içtihada göre daha özel bir anlam
taşır. Zira ictihad, fıkhı bid'at hükümleri bizzat kaynaklarından çıkarmaktır.
İfta ise, mevcut olayın hükmünü açıklamak üzere fıkıhçı tarafından verilen ve
hüküm mahiyetinde olmayan cevaptır. Fetva verene "müftü", hüküm
vermekle görevlendirilen kimseye de "kadı" denilir. Müftü ile kadı
arasında mahiyet bakımından şu fark vardır: Müftü, şer'i hükümleri
kaynaklarından çıkartarak or-Laya koyarken, kadı, bu hükümlerden kendisine
arzedilen hadiseye temas eden hükmü îe.<~ bit ederek tatbik eder. Ayrıca
kadı ulıı'le-mir'in vekili iken, müftü fetva verme ehliyetine sahip her
müslüman erkek-kadm ve köieden olabilmektedir.
İslam toplumundaki
fıkhı kurumlardan biri olan fetva, fıkıh kaynaklarında ciddi bir incelemeye
tabi tutulmuştur. Şartlan, hükümleri ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği
İnceden inceye tesbit edilmiştir. Bu arada fer'i meselelerin, asıllara irca
olunarak İncelenmesi esası da kabul edilmݧtİr.
Resulullah(s.)'a
çeşitli konularda fetva sorulur, o da cevap verirdi. Huzuruna bir dava getirildiğinde
o davayı hallederek bir hükme bağlardı. Ayrıca Medine dışına tayin ettiği
valilere ümmetin müşküllerine çözüm yolları bulmaları İçin nasıl hüküm
vereceklerine dair usul bilgisi vermişlerdir.
Onun Ölümünden sonra
Ashab'ın kitab ve sünnete müracaat ederek verdikleri fetvalarla İfta kurumu
işleklik kazanmıştır. Fetva, sonraları, sırf fıkıhla ilgili bir meselede
sorulan soruya verilen cevap anlamında kullanılmıştır. Gerçek fetva, ietihad
şartlarıyla birlikte başka jartları da kendinde bulunduran müetehid derecesindeki
kişi tarafından verilir. Bu şartların başhcaları; fetva İsteme (istifta)
olgusunu bilmek ve fetva isteyenin (müsteftİ) durumunu ve içinde yaşadığı
toplumu incelemektir.
Fetva veren kişinin şu
özellikleri taşıması gerektiği hususu genellikle kabul edilmiştir;
1- İyi niyetli olması;
2- Bilgi, hilİm, vakar ve temkin sahibi olması;
3- Bilgisinin güçlü ve kesin olması;
4- Gönül tokluğu ve yeterlilik;
5-Hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayırt edebilecek
kudrette olması,.
İslam dünyasında
"İetihad kapısının kapandığı şeklindeki görüş hakim olduktan sonra fetvalar
müçtehid sıfatıyla değil de, sadece belirli bir sunni mezhebin fıkhını bilen
"müftüler" tarafından verilmeye başlanmıştır. Şii-İmamiy-ye fıkhında
ise "İetihad kapısının kapandığı" görüşü kabul edilmediğinden,
müetehidler fetva vermeye yetkili sayılmaktadır. İslam'da din ve devlet ayrımı
olmadığı için fetvanın, devlet teşilatına bağlandığı ve biraz da daraltılarak
Şeyhülislamlar veya şeyhülislamlık makamının tayin ettiği "müftüler"
tarafından verilen fıkhı mütealalar anlamını kazanması sonucunu doğurmuştur.
Fetvaların, önemli
siyasi olaylar ile ilişkili oldukları için İslam devletlerinin işleyişindeki
etkisi büyük olmuştu. Emeviler, müftülerden görüş almadıkça büyük İşlere
girişmemişlerdir. Abbasiler ise siyasi mülahazalar dolayısıyla Medine'deki
müftülerden temaslarının kopması nedeniyle, şer'İ delillere kıyası da katan
Irak fakihlerine yakınlık göstermişler, Ebu Hanife ve arkadaşları gibi büyük
şahsiyetlerden istidafe etmişlerdir. Osmanlı devletinde de bu geleneğe riayet
edilmiş, fakihler, fetvalarında kaynak göstermekle yükümlü tutulurken,
Şeyhülislamlar bundan muaf kılınmıştır. Osmanlı devletinde özellikle XVI.
yüzyılda fetva makamları olan müftilik ve şeyhülislamlık devlet yönetiminin
hemen her alanında birçok fetva vermişlerdir. Balkan devletlerinden
bazılarıyla Osmanlı devleti arasında müftülük teşkilatına ait muahedeler bile
bulunmaktadır. Bu fetvalar şer'i, hem de örfi kanun niteliği kazanmıştır.
Kanunname mecmualarında fetvalar ve bunların nitelikleri sıralanmaktadır.
Günümüzde medeni kanun kapsamına gİ-ren konularda olduğu gibi, arazi ve vergi
meseleleri ile ilgili fetvalar da verilir ve bunlar uygulanması zorunlu
kanunlardan sayılırdı. Örneğin Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin Osmanlı
devletindeki arazi çeşitleri ve bunların miri, haraciveya öşri topraklar olduğu
hakkındaki görüşleri, bir fetvanın hukuki unsurlarını kapsamakla birlikte
birer kanun maddesi halinde kabul mecmualara geçirilmiştir.
Fetva emini,
Şeyhulislam'a sorulan seri meselelerle ilgili fetvaları hazırlamak, yazılı
sorulara cevap vermek, şer'iyye mahkemesince verilen ilamları incelemekle
görevliydi. Fetva eminleri, fıkıh ilmiyle yakın ilgisi bulunan kimseler
arasından seçilirlerdi. Şeyhülislam'in fetva verme yetkisi yanında vilayet,
sancak ve kazalarda da halkın sordukları sorulara cevap veren müftülükler
vardı. Müftüler, verdikleri fetvaların üzerine nerenin müftüsü olduğunu yazar
ve verdikleri fetvanın Arapça metni ile hangi kitaptan aldıklarını
belirtirlerdi. Bu arada "İçtihat kapısının kapandığı" görüşü, daha
Önce verilmiş fetvalar dışında bağımsız bîr ietihad yapılmasını engelliyordu.
Fetvalar daha sona erdirilmesini hedeflemiştir. Şu veya bu insan değil de,
insanı yaratan Allah, bazı kurallar koymuş ve onlara uyulmasını istemiştir.
Peygamberlerle savaşanların ve onları sürgün edenlerin başında genelde sömürüp
susturdukları insanlara karşı otoritelerini kaybetmekten korkan kanun
koyucular ve yöneticiler vardır. Fıkıh, Allah'tan İnsanlığın mutluluk ve
olgunlaşması için gelen son semavi din olan İslam ve onun İki ana kaynağı
Kur'an ve Sünnet'İn pratiğe uygulanmış şeklidir. Fıkıha, bu anlamda, Kur'an ve
Sünnet'İn her asır insanının anlayacağı ve yaşayabileceği düzeye indirilmiş
şekli de denebilir.
Hukuk sistemleri ile
İslam fıkhı arasında, bazı temel farklılıklar vardır:
1- İslam
fıkhının kaynağı ilahidir. İlahi olma özelliği her hükmünde asıldır. Diğer
hukuk sistemleri ise, insanların örf ve geleneklerine, otoritenin arzularına,
fikri yapılarına ve büyük oranda 'çıkarlarına' dayanır. Özet olarak İslam
fıkhı, Allah'tan insana, hukuk-sistemleri ise, insandan insana doğrudur. İslam
fıkhı, Allah ve insan arasındaki oranlamayla ölçülecek bir yaptırım ve kabul
getirirken, hukuk sistemleri, benzer yapılı kişilerin bu kuralları birbirlerine
tatbikinden ibaret olduğu için ancak, mevcut silahlar ve insanlara karşı bu
silahların üstünlüğüne paralel bir yaptırım ve kabulü sözkonusudur. Batılılar
kendi hukuklarının toplumun içinden çıktığına ve toplum tarafından
belirlendiğine inanırlar. Oysa müslümanlar için hukuk (fıkıh) toplumdan önce
gelir ve onu biçimlendirir. İslam fıkhının kuralları, Allah'ın insanlar İçin
koyduğu ebedi ve ezeli ölçülerin uygulamaya dönüşmüş biçimleridir.
2- İslam fıkhının ana ilkeleri belirlenmiş olup
kıyamete kadar değişmez niteliktedir. Ancak fer'i konularda, ana ilkelere sadık
kalınarak içtihadlar (değişiklikler) yapılabilir. Beşeri hukuk sistemlerinde
ise, hiçbir hükmün sabitliği ve ebediyen değişmeyeceği düşünülemez. İçtihadın
varlığı, fıkhı, bir zaman sonra donma ve ihtiyaca cevap vermemekten kurtarmaktadır.
Fıkıh, hayatın bütününe ayarlanmış yapısıyla ancak bütünü istenen sonucu verir.
Bölümlerinden bir bolümü, o bölümden arzulananları bileveremeyebilir.
3- İslam Fıkhı, hayatın her alanını ve anını
kapsar. Zaman ve mekanın değişmesi ile eskime ve yetersizliğe düşmesi söz
konusu olmaz. Bu açıdan bakıldığında İslam fıkhının "İslam Hukuku"
olarak tercüme edilmesi doğru sayılmayabilir. Diğer hukuk sistemleri fıkhın
kap-samlılığı ve evrenselliğinden
yoksundurlar. Fıkhı bir hukuk sistemi gibi görmek, onun engin perspektifini
daraltmaya yol açar. Hukuk sistemleri belli ulusların, genelde coğrafya ve
kültürlerinin etkisinde kalarak geliştirdikleri kurallardır. Demokrasi,
Sosyalizm vb. adlarda birleşiyor görünseler de, her ulus için değişkenlik gösteren
bir demokrasi ve sosyalizm vardır. Fıkıh ise, cins ve coğrafya sınırlarını
kaldıran, tek dünya ve tek insan prensibine dayanan bir hukuk sistemidir.
Fıkıh ancak kendi terimleriyle tanımlanabilir. Ayrıca, "ahiret" kavramının da fıkıhta yer
alması, hukuk kavramı ile ayniliğini veya ona denkliğini ortadan
kaldırmaktadır.
4- Fıkıh,
sosyal yönü ağır basan bir disiplindir. Hak, yalnız Allah'ındır. Ancak her
bireyin başkasına zararı olmadığı sürece bireysel özgürlükleri vardır. Kamunun
çıkarı, bireyin çıkarından önde tutulur, ama birey de ezilmez.
5- Fıkıhta
dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki ayrı ceza gündeme gelir. Dünyevi cezadan kurtulan
bir yükümlü uhrevi ceza İle muhakkak karşılaşacaktır.
6- Fıkıh, hiç bir hukuki sistemde olmayan bir
biçimde olayları iki bölümde inceler: Zahir ve batın. Hükümler zahire (dı§
görünüşe) göre verilirken fıkıh dünya için tatbik edilmiş olur. Ancak hükmü
-insan olmaktan kaynaklanan bir nedenle- yanıltan bir durum olursa, bu da
olayın batın yönüne, ahiretteki hesaplaşmaya havale edilmiştir.
7- Fıkhın gayesi "en iyi insanı"
oluşturmak, onu yetiştirmektir. Diğer amaçlar bu hedefin arkasından gelir.
Beşeri sistemlerde ise gaye, silah gücüyle de olsa, toplumda huzur ve istikran
sağlamaktır. İslam fıkhı İle beraber zikredilen "Şeriat" kavramı
onun eşanlamlısı değildir. Çünkü ilkin şeriat, kitab ve sünnet olarak
vahiydir. Fıkıh İse mütçehidlerini içtihadlarınıda içerir. İkinci olarak da,
Şeriat vahiy olduğu için hatadan berîdirAyrıca İslam fıkhı ifadesi üzerinde
icma edilen ve edilmeyen konulan da içerir. Son olarak İslam fıkhının
yanılma-ması diye bir şey yoktur.
İslam fıkhının
çoğunlukça kabul edilmiş dört kaynağı vardır; Kitab (Kur'an), Sünnet, İcma ve
Kıyas. Kitab ve Sünnet tartışmasız iki kaynaktır. İcma ve kıyasta ise, ilk iki
kaynak içerisinde olma ya da ikisinden birine dayanma, kıyaslanma şartı
vardır. Değişik mezheplere göre, üzerinde ittifak olmayan başka Wkay-naklar da
vardır.
İnsan hayatındaki
eylemlerin fıkıh dilindeki ifadelerinden temel hükümleri oluşturan terimleri
ise şöyle sıralayabiliriz: Fıkıhta bütün eylemler beşli bir sınıflamaya tabi
tutulmuştur Farz (ya da vacib) yapılması zorunlu olan eylemler; mendub yapanın
övüldüğü fakat yapmayanın da kınanmadığı eylemleri; mubah, ne iyi, ne de kötü
olan eylemler; mekruh, yapanın kınandığı eylemler; haram ise kesinlikle
yasaklanmış olan eylemlerdir.
Nureddin YILDIZ Bk.
Fetva; İçtihad; Şeriat.