İslam dininde kelam
ilmini ilk vaz eden ilahiyat ekolü. Aynı zamanda İslam düşüncesindeki ilk
akılcı akım. Ehl-i sünnet dışında sayılmakla beraber Ehl-i sünnetin iti-kadî
mezheplerinin teşekkül ve teessüsünde rol oynamıştır.
Mutezile itizal
akidesini yani 'Menzile beyne'l-Menzileteyn' akidesini ileri süren kimselerdir.
Rivayete göre vasıl b. Ata el-Gazzâl (öl. H. 13l/M 748) in Hasan el-Basrî (öl.
H. 110/M. 728)nin meclisinden ayrılması (İtizal) ile başlamıştır. Mezhebin
doğuşunu bu olaydan daha öncelere götürüp Mutezilc'nin başlangıçta siyasî bir
teşekkül olduğu ve Şii ve Harici hareketleri gibi aynı şartlar çerçevesinde
doğduğu da ileri sürülmüştür. Kendilerine has yorumlarıyla tevhid ve adalet,
Mutezile'nin temel ilkeleri olup bunun için Mutezile bilginleri kendileri için
Ashabü'1-adl, Ehl-i tevhid ve'l-adl tabirlerini benimsemişlerdir.
Temelleri Vasıl b. Ata
ve Amr b. Ubeyd tarafından atılan Mutezile'nin Abbasî halifesi Memun
tarafından benimsenerek resmî öğreti durumuna getirilmesi Mutezile alimleri
arasında ayrılığa yol açtı. Bağdat'ta yaşayanlar, yönetimle uzlaşma ve
işbirliği yoluna gittiler. Memun, Mutezile karşıtı görüşleri dolayısıyla bir
çok alimi işkence, sürgün ve katletti. Buna karşılık ilk guruba nisbeten az da
olsa yönetimi gayr-i meşru sayan Basra Mutezilîleri de vardı. Kelam
alanında hakimiyeti
iki yüzyıl süren Mutezile, Eşarî'nin (öl. 942) ayrılmasıyla zayıfladı ve
gittikçe güçlenen Sünnî kelam karşısında Önemini kaybetti.
Mutezüe'nin
karakteristik özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür.
a) Her şeyden Önce öğretileri bir müdafaayı hedef
tutar; yani vahyi -nassı müdafaa eder
. b)
Dolayasıyla Kuran'a dayanır. Allah'ın vasıfları, isimleri ve dinin ahkamında
sadece Kuran'a dayanırlar,
c) Fikirlerini mücadeleci bir şekilde -cedel
üslubuyla-müdafaa ederler. Diğer fırkaları ve İslam karşıtı fırkaları bu
üslubla ilzam etmeye gayret sarfederler.
d) Nazarî ve
akılcıdır. Hasımlarını susturmak naslan müdafaa etmek için felsefe'den
istifade ederler, din meselelerini akıl ölçütüyle değerlendirirler.
Mutezile Mezhebi
kurulduktan bir müddet sonra çok sayıda kola ayrıldı. Fakat bu kollar arasında
Mutezile'nin Kelama dair akidesinini toplandığı bes esas (usul) üzerinde bîr
ihtilaf yoktur. Bu beş esas şunlardır.
1-
el-Menzile beyn el-Menzileteyn (îki menzile arasında orta bir menzile veya makam).
Yani büyük günâh işleyenler ne kâfir, ne de mü'mindirlcr. Onlar kâfirle mü'min
arasında mânevi bir dereceye sahiptirler. Bir kelimeyle onlar fâsıktırlar.
Allah onların günâhlarını affetmez. Tevbe etmeden ölürlerse Cehenneme giderler
Ölmeden önce tövbe ederlerse mü'min sayılırlar.
2-
Mutezile'nin ikinci prensibi Tev~ hicfd'iT. Bu sebeple onlara Ehl-i Tevhid veya
al-Muvahhİd de denir. Onlara göre kıdem Allah'a mahsus yegâne sıfattır. Onlar
Allah'ın Zatı ile kaim olan diğer ezelî sıfatlan nefyeUiler. İddialarına göre
Allah'ın zati ile kaim veya zatına ilâveten sıfatlar kabul etmek, birçok
kadîmlerin var olduğuna (ta-addüd-i kudemâ) inanmak demektir. Allah, zâtı ile
Âlimdir, Kadirdir ve Hayydır. İlim, kudret ve hayatla değil. Allah'ın ilmi
vardır demek o âlimdir demektir. Sem, basar, irade ve kelâm sıfatlan
hakkındaki düşünceleri de buna benzer. Onun kudreti var sözü de O kadirdir
demektir.
3- Adalet
meselesi: Mutezile'nin bir diğer ad! Ua Ashabü'l- Adl'dır. Bu isim onların şu
anlayışının neticesi olmuştun
İnsan kendi fiilinin
hâlikidir. Allah insana bir işi yapıp yapmamak kudretini vermiştir. Eğer
böyle olmasaydı, insan yaptığı işlerden sorumlu olmazdı. İnsanın âhirette
sorumlu tutulması, tam hareket hürriyetine sahip olmasındandır. Bir kimseye
ihtiyarı olmadan yaptığı bir işten dolayı ceza verilmesi, Allah'ın adaletine
aykırı düşer. Oysa ki Allah kimseye zulmetmez ve kimsenin hakkına tecâvüz
etmez. Bu husus Kur'anda-ki birçok âyetlere de tebliğ edilmiştir. Bu âyetlerin
bazıları şunlardır Nisa, 40, Tevbe 70, Rum 9 Yunus 44.
Diğer taraftan siyasî
başka bir sebep de onları bu prensibi benimsemeye zorladı. Bu da devlet
adamlarının zulmünden kurtulmaktı. Eğer insan kendi fiilinin hâl İki olmazsa,
yaptığı zulümden Allah İndinde sorumlu olmaz diye düşünülebilirdi. Bu düşünce
de idarecileri zorbalığa yöneltebilirdi. Halbuki insanın kendi fiilinin hâliki
olduğu kabul edilirse, hükümdarların yaptıkları zulümlerin cezasını çekmekten
korkarak idarede adalet üzerine davranmaları düşünülebilirdi. Hâsılı
Mutezile'nin bu prensipten beklediği sonuç bu idi.
Onlara bu iddiaları
yani kaderi inkâr etmeleri sebebiyle Kaderiye adı da verilir.
Fakat Mutezilî olanlar
bu ismi kabul etmek istemediler. İddialarına göre Kaderiye ismi daha çok
"hayır ve şer Allah'tandır" diyenlere lâyıktır. Onların bu ismi
reddetmeye çalışmalarının sebebi Peygamberden rivayet edilen bir hadise göre
Kaderiye'nin Mecûsî sayılmasındandır. Hz. Peygamber, "Kaderiye bu ümmetin
mecûsisidir" ve "Onlar kaderde Allah'ın hasımlarıdır", dediğine
göre Kaderiye zemme şayan bir isimdir. Bu isim de şüphesiz kaderi
ispatlı-yanlara değil, kaderi inkâr ederek Mecû-sî'ler gibi iki halik kabul
eder gibi görünen Mutezileye daha lâyıktır.
4- el-Va'd
ve'l-Vaid: Mutezile kâmil imandan çıkmış, fakat tamamen küfre sapmamış
kimselerin yani fâsıklann cezalandırılmasını ve mü'min otup taat üzerinde
bulunanların mükâfatlandırmasını Allah için vacip addeder. el-Va'd va'i-vaid
dedikleri prensibin özü budur. Bu da Allah'ın âdil olup kullarına
zulmetmiyeceği fikrine dayanıyor. Allah insanlara iyi şeylerin yapılmasını ve
kötü şeylerin terk edilmesini Kur'an'da emretmiştir. Bu hususta bir çok âyetler
vardır. Bu âyetlerin hükümlerinin infaz edilmiveceğini kabullenmek, Allah hakkında,
bir nevi iftira etmek demektir. Allah insanlara emir ve nehiyleri ayırsınlar
diye, bir lütuf olarak, akıl vermiştir. In-san'ın sevap ve cezaya duçar olma
vucûbi-yeti amelinde mündemiçtir.
Mulezile'ye göre
şefaat, kul hakkına taallûk eden günâhlarda hiç bir tesir icra etmez. Ancak
ibâdetlerde gösterilen gevşeklikler gibi hakkullah'a taallûk eden günâhları
hafifletmekte müessir olabilir. Mutezile Kur'andaki şefaati nefyeden âyetleri
olduğu gibi kabul eder. Şefaati emreden âyetleri ise dâvalarına uygun olarak
te'vileder.
5- el-Emr
bi'l-Ma'ruf ve'n-Nehy ani'l Münker: Bu, iyi ve doğnı şeyleri emr, kötü ve
çirkin şeyleri ise men etmek prensibidir. Emir, bir âmirin yani üstle bulunanın
kendinden aşağı derecede olana bir şeyin yapılmasına dair hitabıdır. Nchy ise
üstün durumda olanın, aşağı mevkide olan bir kimseden bir şeyi yapmamasını
istemesidir. Ma'ruf kelimesine gelince: yapılması gereken iyi bir iş yahut
fiildir.
Bu beşinci prensip
aşağı yukarı bütün İslâm fırkalarınca vacip görülmektedir. Ancak Ehl-i
Sünnetle Mutezile arasındaki fark şudur: Ehl-i Sünnet iyi ve kötü şeylerin
şer'an öğretilmiş ve açıklanmış olmasının gerektiğine inanır. Mutezile ise
al-Emr bi'l-Ma'ruf va'n-Mchy ani'l Münker'in akıl yolu ile vacip olduğunu iddia
ederler. Bazılarına göre sem'î de olabilir.
Mutezile bu beş
prensipten başka diğer bazı hususlarda da ittifak etmiştir. Bunlardan
başlıcaları şu iki özelliktir:
a) Allah'ın Kclâm'ı, emri ve nchy'i, mahlûktur.
b) Allah
Ahirctlc gözle görülmez.
(SBA) Bk. Eşarîlik,
Kelam