Bu isim çok ayn iki
dinî fırkaya işaret eder
1) Mandeîler veya subbaler olup, El-cezîre'nin Yahya
yahudi-hıristiyan (vaftiz-ci Yahya h iris Uyanları) fırkası; 2) Harran sabiîleri ki, uzun zaman islâm hakimiyeti altında yaşamış
müşrik bir fırka olup, akidesi itibârı ile dikkate değer ve yetiştirmiş olduğu
âlimler bakımından mühimdir.
Kur'an'da üç defa
(Bakara, 62, Maide, 69, Hac, 17) yahudi ve hıristiyanlar arasında "kitab
ehli", yani vahyedilmiş. kitaba sahip kimseler olarak gösterilen
sabiîler, açık bir şekilde mandeîlerdir. İsim s-b (ibranî) "batırmak,
daldırmak" kökünden, ayn'ın düşmesi ile türemiş ve "vaftiz edenler,
daldırmak sureti ile vaftiz ameliyesi yapanlar" manâsına gelmiş
olmalıdır. Bu menasiki hiç tanımayan müşrik sabiîler, Kur'an'in ya-hudi ve h
iri s uyanlara gösterdiği müsamahadan istifade edebilmek için, bu ismi ihtiyaten
almış olabilirler.
Arap müellifleri H. IV
asırdan beri, Harran sabiîlerinden daima alaka ile çok sık bahsetmişlerdir.
Şehristani onlara çok uzun bir bölüm ayırmış olup, burada akidelerini izah ve
beyan etmekte ve bunları rûhânî cevherleri kabul edenler, (el-ruhaniyun), bilhassa
yıldızların büyük ruhlarını kabul edenler arasına sokmaktadır. Menşe'de, onların
üstadlan olarak, iki peygamber-fey-lesûf, Azimun (agathodaimon, yani iyi
de-mon=şeyian) ve Hermes'i tanır ki, bunlar sırası ile, Şit ve Idris
peygamberler ile aynı sayılır. Orpheus da onların peygamberlerinden biridir.
Bunlar hakim, mukaddes, muh-des olmayan celal ve azametine ulaşılması imkânsız,
fakat ruhlar vasıtası ile kendisine yaklaşılabilen bir yaratıcıya inanırlar.
Ruhlar cevherde, hareket ve durumda, temiz ve azizdirler. Cevher olarak,
cismânî melekelerden münezzehtirler; mekân içinde hareketleri, zaman içinde
değişmeleri yoktur. Bunlar efendi, ilâh ve en yüksek ilâhın nez-dinde
şefaatçidirler; ruhu temizlemek, ihtirasları yenmek ve ezmek sureli ile, bunlarla
münasebete girilir. Fiilde bunlar eşyayı meydana getirir, yenileştirir ve bir
halden diğer hale değiştirirler; ilâhî azametin kuvvetini süflî varlıklara
doğru akıtırlar ve bunların her birini başlangıcından itibaren kemaline kadar
sevkedcrier. Yedi gezegenin idarecileri bunlardan olup gezegenler onla-nn
mabedleri gibidir. Her ruhun bir mabedi, her mabedin bir küresi vardır ve ruh,
ruhun vücutta bulunması gibi, mabedinde bulunur. Bazan gezegenlere baba ve
unsurlara anne derler, işleri bu küreleri hareket ettirmekten, onlar vasıtası
ile unsurlar nadde âlemine de tesir
etmekten ibarettir; karışma ve sonra cismânî kuvvetler bundan meydana çıkar.
Küllî varlıklar küllî ruhlardan, cüzi olanlar da cüz"î ruhlardan hasıl
olur; nitekim umumiyetle yağmurun bir meleği, ve her yağmur damlasının da bir
meleği vardır. Dünya hadiselerini, rüzgarları, fırtınaları, zelzeleleri onlar
idare eder ve her varlığa kuvvet ve kanunlarını onlar dağıtırlar;
mevcudiyetleri tamamen ruhtan ibaret olup, melekler gibidirler.
Şehristani doğrudan
doğruya heyakil denilen yıldızlara tapan sabiîler ile insan eli ile yapılmış
mâbedler içindeki yıldızlan temsil eden yapma putlara (eşhas=şahıslar) tapanları
biribirlerinden ayırmaktadır. Dimaş-ki'nin Nuhbat el-Dehr'inde sahillerin mabedleri
ve pullan ile, dinî merasimleri hakkında çok alaka çekici bir parça vardır;
mabedlerinin şekli, basamak sayısı, süslerin renkleri, putların maddesi,
kurbanların mahiyeti gezegenlere göre değişiyordu. Bunlar dinî merasimler
tarihi bakımdan alaka çekicidir. Bu parçada ve başka yerlerde, şüphesiz doğru
olmayan, insanların kurban edildiği ithamı vardır. Yahudi filozof İbn Meymun
ed-Dimaşki'nin bahsettiği putlara benzer putlar gördüğünü söyler. Şehristani
ayrıca şöyle İlâve etmekledir: Bütün sabiî-lerin üç duası vardır. Bir Ölünün
cesedine temas ettikten sonra gusl ederler; domuzun, köpeğin, pençeli yırtıcı
kuşların ve güvercinin eti haramdır. Sünnet yaptırmazlar; boşanmaya ancak
hakim kararı ile müsaade ederler ve iki kadın ile evlenmeği kabul etmezler.
Sabiîler önce
Elcezîre'nin kuzeyinde yayılmışlardı ve merkezleri eski Harran'da idi; dinî
merasim dilleri süryanice idi. Halife Me'mun onları takip ve mahvetmek istedi;
fakat fikrî meziyetleri kendilerine müsamaha gösterilmesini temin etti. H. 259
(M. 872)'a doğru, meşhur Sabit b. Kurra dindaşları ile mücadele ettiğinden,
Harran'da cemaatten kovuldu ve Bağdad'a gelip, sabiîli-ğin bir kolunu tesis
etti. Bağdad sabiî cemaati bir müddet sükûn içinde yaşadı; fakat halife Kahir
onlan tazyik etmeğe başladı ve Sabit'İn oğlu Sinan'ı îslâmiyeti kabule zorladı.
M. 975'te, halife Muti ile TaTin kâtibi olan Ebu Ishak b. Hilal el-Şabi,
Harran, Rakka ve Diyar-Muzar'da bulunan dindaşları lehinde, bir müsamaha
fermanı çıkarttı ve Bağdad sahillerini korudu. XI. asırda Bağdad ve Harran'da
halâ pek çok sâbiî bulunmaktaydı. 424 (1033)'te Harran'da bir kale gibi olan
bir ay mabedinden başka bir şey yok idi; bu mabed zikredilen tarihte Mısır
Fatımîleri tarafından zaptedildi. XI. yüzyılın ortasından sonra, Harran sabitlerinin
izleri kaybolmaktadır; bu yüzyılın sonuna kadar, Bağdad'da bunlara tesadüf
olunuyordu.
Bu dinî fırkanın
meşhur şahsiyetleri şunlardır: Mümtaz bir hendese âlimi, benzeri az bulunur
bir heyet âlimi, mütercim ve fey-lesûf olan Sabit b. Kurra; doktor ve meteoroloji
âlimi olan Sinan b. Sabit; aynı aileden diğer doktor ve astronomi âlimleri,
müverrih olan Sabit b. Sinan ve Hilal b. Muhassin; vezir Abu Ishak b. Hilal
meşhur astronomi âlimi Battani (Albategnus); matematikçi
Ebu Cafar el-Rezin;
al-Falahat al-nabati-ya müellifi îbn Vahşiya, kendisinin müslü-man olduğunu
söylerse de, tamamiyle sâbiî mezhebine mensuptur. Hakkında pek az şey bilinen
meşhur kimyacı Cabir muhtemel olarak sâbiîdir.
(SBA)