Günlük hayatın
belirlediği görüş, düşünüş ve davranış şekillerinin bütününe sağduyu adı
verilir, insanlar günlük hayatlarında bir takım tecrübeler ve kanaatler elde
ederler ve bu günlük tecrübe ve kanaatlerine göre düşünüp değerlendirmelerde
bulunurlar. Bu anlamda sağduyu, bilimsel olana aykırı ve karşıttır.
Sağduyunun yukarıdakine
benzeyen, fakat ondan biraz daha farklı şöyle bir tarifine daha
rastlanmaktadır: İnsanın günlük hayatı içinde geliştirdiği ve bilimsel
üretilen şeyler arasındaki bağların gelişmesi, bilimin yaygınlaşması sebebiyle
bilimsel bilgiye yaklaşma süreci içinde bulunan görüşlerin, alışkanlıkların
ve düşünme biçimlerinin tümüdür.
Bu olumsuz görünümlü
anlamlar yanında, sağduyunun bir de yaygın anlamı vardır. Buna göre sağduyu,
ortalama ölçülere uygun, sağlam düşünme, duyu yeteneği veya doğuştan açık
gözlülük, belli bir pratiklik duygusu veya işlenmiş zekâ anlamına gelir. Bu
manada sağduyu (Akl-ı Selîm), iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırarak doğru
yargıda bulunmayı ifade eder. Böyle bir duygu bütün insanlarda ortak olarak
vardır. Akl-ı Selîm, Hakk'a inanmanın, doğru sözün, iyi işler yapmanın
güzelliğini bilir. Doğruluk ve adaleti yerinde kullanmanın, kötü şeylerden
sakınıp iffetli yaşamanın vb, iyi durumların güzelliklerini bilir ve kavrar.
Çünkü akıl; içten gelen bir din olarak vasıflandırılmıştır. Ragib el-İsfahanî,
akıl ile dini birleşmiş bir hakikat olarak kabul etmekte ve dini dıştan gelen
bir akıl, aklı da içten gelen bir din olarak vasıflandırmaktadır. Ona göre
Allah, akl-ı selimi vasfederken şöyle buyurmaktadır: "İşte bu, Allah'ın dinidir
ki, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratılışında değişme
yoktur, dosdoğru olan işte bu dindir; fakat insanların çoğu bilmezler"
(Rum, 30). Bu ayette Allah akla din adını vermiş ve din ile akl-ı selimi
birleştirmiştir. Din İle akl-ı selimin nuruna işaret etmek için de "Nur
üstüne nur" tabirini kullanmıştır.
Fransız filozofu
Descartes da sağduyu (bon sense)'yu aynı manada kullanmış ve akıl (raison)'ın
eşanlamı olarak almıştır. Akl-ı selîm, zihnin verdiği hükümlerde sadece
dayandığı ilkelerin ve esasların toplamından ibaret değildir; o, aynı zamanda,
bu ilkeleri en iyi şekilde uygulama kabiliyetini de içine alır.
Akl-ı selîm,
eğitilmiş, geliştirilmiş ve denetim altında bulundurulan akıl karşılığı olarak
da kullanılmıştır. Bu anlamda selîm, doğru ve sağlam bir şekilde hüküm vermeye
tabiî bir eğilim içinde olmak demek olur;
fıtrî veya tabiî akıl
(sens commun) ile birleşir. Fıtrî akıl ise bütün insanlarda ortak olan akıl,
muhakeme kabiliyetidir ki, bütün insanlar bile böyle bir akla sahiptir. Fakat
bu akıl, terbiye edilmediği takdirde, her zaman yeterli olmayabilir. Yine de bu
akıl sayesinde insan ister en büyük bilgin olsun, isterse en bilgisiz ve hayal
gücünden yoksun olsun, kırmızı şeyleri "kırmızı", sıcak şeyleri
"sıcak", güneşli günleri "güneşli" olarak nitelendirir.
Onlar herkesin ortak olarak paylaştığı nesne ve niteliklerden kalkarak, or*
tak görüşlere erişirler. Yiyeceğin açlığı gidereceği, suyun ateşi söndüreceği,
mevsimlerin birbirini takip edeceğine ait görüşler, hayatın en ilkel
olaylarından çıkarılmışlardır.
Felsefe dilinde
sağduyu deyiminin farklı ve daha az önemde bir anlamı vardır. Burada deyim
kelime anlamıyla alınır ve "Herkeste ortak olan duyu" veya daha
doğrusu "Bütün insanlarda ortak olan kanılar" veya "Karşı konulmaz
anlaşmadan, uyumdan doğan kanaatlar" şeklinde kullanılır. Bilindiği gibi
insanlar günlük yasayı şiarından bir takım kanaatler edinirler ve bu kanaatlere
göre düşünür ve hüküm verirler. Bu anlamda sağduyunun bilimsel olana karşıt olduğu
ileri sürülebilir. Sözgelimi B. Russell; Aristoteles ve Descartes sistemlerinin
büyük ölçüde bu anlamda bir sağduyuya dayandığını ileri sürerek onları tenkit
etmiştir. Aristoteles için Russell, Felsefe Tarihi'nĞe şöyle der:
"Aristoteles sistemi, yan yanya bir sağduyu sistemidir. Onun yargılan, ekseriyetle
sudan bir takım ayrıntılar üstünde duran ve Öğretici bir hava içinde ileri sürülen
sağduyu önyargılandır." Sağduyu kavramı, zaman zaman, bilimler için de
kullanılmış ve L. Barncet, klasik fizikin herhangi bir cismin boyutlarının hep
aynı kalacağı şeklindeki açıklamasını bir sağduyu varsayımı olarak
nitelendirmişti. Halbuki klasik fizikle bir devrim sayılan izafiyet teorisinin
sahibi Einstein ise, sağduyunun, onsekiz yaşından önce zihinde yerleşen
önyargılardan başka bir şey olmadığını göstermek istemiştir. Ona göre,
onsekiz yaşından sonra elde edilen her yeni düşünce, tartışılmadan kabul edilen
daha önceki sağduyu önyargı-lanyla savaşmalıdır. Einstein'in işte bu titizliğidir
ki, tabiatta olup bitenleri ispat etmeden kabul etmemiş ve onun tabiat olaylarını
daha iyi ortaya koymasına sebep olmuştur.
Felsefe tarihinde
sağduyuyu akıl ile aynı anlama kullanan Descartes'dan sonra ts-koçya Okulu ve
bu okulun kurucusu sayılan Thomas Reid, sağduyunun doğuştan olduğunu ileri
sürmüştür. Böylelikle sağduyu kavramı; "herkesçe aynı biçimde
duyulan"ı ifade eden "ortak duyu (commun sens)" anlamında
kullanılmıştır. Nasıl ki, bütün insanların paylaştıktan ortak fiziki
nitelikler varsa, aynı şekilde, evrensel ortak paylaşıma konu olan görüşlerin
de olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü insanlar bazı biyolojik ve
toplumsal şartları paylaşmaktadırlar. Bunun içindir ki, onların aynı şartlar
altında, özde aynı biçimde etkilenmeleri de sözkonusudur. Sağduyu, işte bu
etkilenmenin neticesidir. Onun kaynağı, en temel ve geniş kapsamlı bir
özelliğe sahip olan hayat; yani insanın biyolojik, psikolojik ve toplumsal
hayalıdır. Sağduyu verisinin (bilgisinin) elde edilmesi için zorunlu olan tüm
şeyler duyguların ve belleğin kullanılması ve en basit türden akıl yürütmeden
ibarettir. Burada tek bir tavırdan söz etmek imkansızdır. Çünkü sağduyu
herhangi bir metodu
kullanarak elde edilen
şey değildir; o, ister istemez, farkında olunmaksızın elde edilir. Sağduyu bir
araştırmanın sonucu olarak elde edilmez; o, sadece yaşamın bir sonucu olarak
ortaya çıkar. Sağduyu yoluyla elde edilen veriler eleşlirilemezler. Araştırma
metodlan ne kadar farklı olursa olsun, sağduyu bilgilerinin temeli pratik
olarak değişmez. Sağduyu, her türlü araştırmanın hareket noktasıdır. Şuurlu
metodlan, bilim yol-lannı kullanarak onun üzerine çıkabilir, fakat hiçbir
zaman sağduyudan yoksun kalınamaz.
Sağduyu kavramı günlük
hayatın belirlediği görüş, düşünüş ve davranış şekillerinin tamamı anlamında
kullanılınca "akl-ı selim" ile pek ilgisi kalmamaktadır. Bu anlayışın
din ile de bir ilgisi yoktur. Fakat, akl-ı selim manasındaki sağduyuya islâm
dini büyük görevler yüklemiştir. Akl-ı selîm çeşitli illet ve zihni
hastalıklardan uzak, doğru düşünebilen, iyi ile kötüyü ayırdedebilen akıl demek
olduğu içindir ki, din ile birleşmiştir. "Allah kimi dilerse onu nuruna
kavuşturur" ayetinde din ile akıl birleştirilmiş ve tek bir nur haline
getirilmiştir. Zira din akl-ı selimden uzak kalınca ışığın kaybolmasıyla
görmekten aciz kalan bir göz gibi pek çok şeyleri halletmekten aciz kalır. İşte
böyle bir akıl, hak ve gerçek bir din ile daima bir dayanışma ve yardımlaşma
halindedir. Çünkü akıl ile din birbirine destektir. Akıl doğru yolu ancak
gerçek din yardımıyla bulabilir. Din de ancak akl-ı selim ile anlaşılıp
açıklanır. Zira akıl bir temel, din de bir bina gibidir. Bina olmayınca sadece
temel bir fayda sağlamayacağı gibi, temel olmayınca da bina meydana gelip
gerçekleşemez. Akl-ı selim, gerçek din ile daima içi-çedir; biri olmadan
diğeri olamaz. Din ile aklın bu birleşimi onları zaman zaman, birbirlerinin
yerlerine kullanılmaları sonucunu doğurmuştur. Akıl içten gelen din, din de
dışlan gelen akıl olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple din, dolayısıyla vahiy,
akla bir takım dini yasaklar ve metafizik gerçekliklerin bilgilerini vermek
suretiyle yardım etmektedir. Din de aklın keşf ve idrakine muhtaçtır. Bunun
için de akl-ı selim ile gerçek dinin çatışması diye bir şey olamaz. Batıl
dinler ise akl-ı selim ile daima bir çatışma ve çelişme halindedir; çünkü batıl
dinlerin ileri sürdüğü hakikatlar daha çok insanların duygusal isteklerine
dayanmaktadır. Dolayısıyla bunlar vahyin gerçeklik dünyasını yansıtmazlar ve
vahyin hakikatlerini temsil etmezler. Neticede akl-ı selim ile bir çatışma
içine girerler.
Hüsamettin ERDEM