Yunanca sophîstes
kelimesinden gelen "sofist" terimi sonraki yüzyıllarda asıl anlamından
uzaklaşmış olmasına rağmen, felsefe tarihi bakımından önemli bir değişim
dönemini anlatır. Kelime anlamıyla "sop-histes", "bilen, bilgili
kimse" demekse de buradaki gerçek anlamı belli bir alanda temayüz etmiş,
belli bir konunun uzmanı, yani "üstadı" olmuş kimsenin konumunu anlatır.
Bu bakımdan "bilim"de uzmanlaşmış, "üsiad" olmuş kimse
seklinde düşünülebilir. Nitekim Herodot, sofistleri şair ve bilge kişiler
olarak tanıtır. Gerçekte Solon ve Pythagoras'ın bu şekilde anıldığı, ayrıca
Ksenofon (Sokrates'in öğrencisi)un eserinde Sokrates ve Antisthenes'e, hatta
Sokrates'in eserinde Platona bu unvanın verildiği bildirilmektedir. Ancak bu
Sofist teriminin geniş anlamda kullanılmasıdır.
Dar anlamda Sofist,
Atina'da kent kent dolaşarak sadece seçkin kişi veya zümrelere değil herkese
yönelen ve hitabet, pratik bilgi, yapma hüneri öğreten öğretmenler olarak
hareket eden kimselere verilen isimdir.
Öte yandan sofist
teriminin mecazi olarak günümüze kadar gelen bir anlamı daha vardır ki, o da
Türkçe'deki "safsata" kelimesiyle ifade edilir. Sofist teriminin bu
anlama çekilmesinde, karşıtları olanların, özellikle Sokrates, Platon,
Aristoteles ve komedya yazan Aristophanes'in etkileri sözkonusudur.
M.ö. V. yüzyıla kadar
geçen dönemde felsefe ve bilim, dar, kapalı zümrelerin uğraş alanı iken, bu
yüzyılda bu niteliğinden sıyrılarak günlük hayatın içine girecektir. Gerçekte
bu dönemde Yunanistan'da, özellikle Atina Site-devletinde siyasî hayat görülmemiş
bir şekilde gelişme kaydetmiştir. Persler'in durdurulmaları ve kovulmalarry-la
da ilgili olarak ulusal kültür hayatının ge-lişmesi her alanda etkisini
duyurmuştur. Atina, siyasi alanda olduğu kadar ekonomik, bilimsel ve sanat
alanında da merkez durumuna girmiştir. Atina site-devleti siyasi rejim olarak
demokratı, dolayısıyla halkın siyasi iktidar üzerinde ilgi ve etkisi giderek
yoğunlaşacak ve güçlenmiş, buna bağlı olarak da halkın eğitim, öğretim, sanat
konularında düşünce ve isteği artmıştır. Toplumsal ve siyasal alanda yükselmek
isteyen kimse, belli soylu bir aileden gelmiş olmaya, kişisel kahramanlık
göstermeğe ihtiyaç duymuyordu. Buna karşılık teorik bilgi ve söz söylemek
sanatına ihtiyacı vardı. Senatoda, halk meclislerinde, mahkemelerde basan elde
etmek için "söz" birinci derecede önem kazanmıştı. İşte sofistler bu
isteğe cevap vermeğe, bu alanda istekli olanları tatmin etmeğe çalışmışlar ve
bundada belli bir noktaya kadar başanlı olmuşlardır.
Sofistlerden Önceki
doğa filozoflannın temel konusu ve sorunu evren ve onun ilk maddesi olmuştur.
Felsefenin inceleme alanlanndan olan bilgi teorisi, etik, ruhiyat vb.
başlangıçlannı görüyoruz. Oysa sofistler bu durumu bütünüyle değiştirdiler.
Bunlar için artık varlığın ve oluşun, evrenin oluş ve yokoluşunun değişmez
ilkesini araştırmak gerekmemekledir. Hele evreni küllî-felsefî açıdan veya
matematik ya da doğa bilimleri bakımından incelemek olumlu bir sonuca da
götürmez. Nitekim doğa filozofları bu konuda ortak bir bilgiye ulaşamamışlardır.
Öyleyse, yapılması gereken insanı, algı ve düşüncesiyle irade ve eğilimleriyle,
davranışları ve pratik yaşayışıyla incelemektir. Böylece dil, mantık, bilgi
teorisi, ahlâk alanında ileri sürülen görüşler ile uğraşmak daha yararlı
olmalıdır. Üstelik sofistler ilk olarak küllî hakikat var oyup olmadığı
sorusunu ortaya atarak bunu kuramsal alandan pratik ahlâk alanına kadar genişleteceklerdir.
Bu nedenle onlar Atina si-te-devletinin siyasi ve toplumsal, maddî ve manevi
hayatının, Özetle toplumun kurumları, ahlâk, din, gelenek, yasa konulanndaki
düşünüş ve uygulanış tarzlan üzerinde şüphe uyandıracaklardır. Çünkü sofistler
gerek bilim, gerek irade konulan dolayısıyla felsefeye sübjektiviteyi
getiriyorlardı. Bunun asıl kaynağı, çıkış noktası ise, ferdi olanın
tanınmasında ortaya çıkıyordu.
Sofistlerin ilki olan
Protagoras bu görüşü ünlü yargısıyla şöyle ifade ediyor: "İnsan bütün
eşyanın ölçüsüdür, varolanların varlığının, yokolanlann yokluğunun."
Burada sözkonusu edilen "insan"ın genel olarak insan değil, değişken
algıları ve izlenimleriyle ferdi insan, kısacası birey olduğu, bugün için açık
olarak anlaşılmıştır. Protagoras'a göre, her eşyanın, algılayan insan için,
algının bağlı olduğu şartlara bağlı bir hakikati vardır ve genel olarak
geçerli bir hakikat yoktur. Sözgelimi belli sıcaklıktaki su hasta olan kimseye
farklı, sağlıklı olana farklı gelir. Herakleitos gibi Protagoras da sürekli
değişimi, oluşu kabul ediyorsa da ulaştıkları sonuç aynı değildir. Böylece
relativizme ulaşan Protagoras duyumlardan gelen algıyı tek bilgi kaynağı
olarak kabul eder, dolayısıyla duyumcu (sensualist)dur. Buna bağ-b olarak da
Protagoras olsun, Öteki sofistler olsun, insanların teorik alanda düşünmelerini
yararsız görürler ve hayatın pratik yönüne ağırlık verirler. Dolayısıyla
doğal, toplumsal, özellikle siyasî durum ve şartların öğrenilmesi, bunlara
egemen olunması önemlidir. Bu anlayış bakımından Protagoras insanların ve
toplumun inandığı tanrıların var olup olmadıklarının bilinemiyeceği-ni de
ileri sürer. Çünkü bu konuda kesin bîr bilgiye ulaşmada insan hayatının
kısalığı, bizzat konunun kapalılığı birer engeldir. Nitekim tanrıları inkâr
ettiği gerekçesiyle yargılanacaktır. Kısacası o relativizmi ve duyumculuğuyla
bütün bilimlere karşı bir şüphe içinde oldu.
Gorgias ise bu
anlayışı daha ileri götürerek görüşlerini üç noktada yoğunlaştırdı
: 1) Hiçbir
şey mevcut değildir.
2) Eğer mevcut olsaydı, biz onu bilemezdik.
3) Bilseydik bile, başkalarına bildiremezdik. Böylece
şüpheciliğe (sceptisisme) ulaşır. Yani Pro-tagoras'ın her görüşün doğruluğunu
Öne sürmesine karşılık Gorgias her görüşün yanlış olduğu sonucuna ulaşarak
felsefe tarihinde "bilimsel nihilist" nitelemesine hak kazanacaktır.
Sokrates'in habercisi
olarak da anılan bir başka sofist Prodikos (Perudikus), Protagoras ve
Gorgias'in dil, gramer ve kelimelerin düzenlenmesi çalışmaları paralelinde,
eşanlamlı kelimeler ve gramer üzerinde incelemeler yapü. Fakat asıl görüşü
dinin oluşumunu akli ve aynca çıkar esasıyla açıklamaktır. Ona göre eski
insanlar yararlı buldukları her şeyi tann sembolleriyle anlatmışlardır.
Meselâ ekmek Demeler, şarab Dionysos, su Poseidon, ateş Hephaistos gibi. Ahlâk
alanındaki düşünüşü Antikçağ ve ilk hıristiyan edebiyatı üzerinde etkili olmuştur.
Hippias ise, yasanın
insana musallat bir zorba olduğunu, zecir ile insana doğaya aykırı birçok
şeyleri yerleştirmeye yönelttiğini ileri sürer. Toplumsal düzeni oluşturan
değer normları, meselâ ahlâk, hukuk, ve örf böyledir. Platon bunun için
Hippias'ı anarşizmin öncülerinden sayar. Ne var ki, başka sofistlere
bakıldığında Hippias ılımlı kalır. Sofistler'in "doğa hakkı" şeklinde
ifade edilen teorilerine göre, "doğa" neyi belirlemiş ve gerekli
kılmışsa o "hak"tır. Bu nedenle insanlık tarihinin başlangıcından
beri insanların koyduğu hukuk ve kanunlar sınırlı bir değere sahiptirler.
Çünkü konulan bu kanunlar, kanun koyucunun çıkarını korumak için
düzenlenmişler, ortaya konulmuşlardır.
Bu kanunlara boyun
eğmek deliliktir, hatta aptallıktır. Çünkü her şahıs kendi eğilimlerine göre
davranır. Başka bir söyleyiş-le sofistler "doğada olan" (physei) ile
"insanın koyduğu" (ıhese) arasındaki karşıtlığı savunurlar. Bu
nedenle insanların koyduklarına değil, doğada olana uygun davranmak gerekir.
Nitekim sofist Antiphon doğal hukuk ile pozitif hukuk, yani insanın koyduğu
hukuk ayrımını yapar. Pozitif hukuk insanların eğilimlerine, kanaatlerine
(doxa) dayandığından güçsüzdür. Ayrıca insanların doğada eşit olduklarını da
savunur. Toplumdaki ayrıcalıklar, soyluluk unvanları, sınıf ayrılıkları,
doğadan değil, insanın koymalarından dolayıdır. Thrasymakhos ise adaletin,
güçlü olanın arzusu ve iradesinden başka bir şey olmadığını söyler. Onun için
"adalet güçlüye yarayan, güçsüze zararlı olan şeydir". Kallikles
bunun tam tersini savunarak, adalet, güçsüzlerin, zayıfların kendilerini
korumak için güçlülere karşı kurdukları bir tuzaktır der. Çünkü doğa güçlüye
hakim olma hakkını vermiştir, güçlü olan da bu hakkını dilediğince kullandığında
mutlu olabilir, dolayısıyla adaleti sağlar. Böylece sofistler, "doğal
olan" in (physei) "toplumsal olan"dan (thesei) yani doğal
hukukun pozitif hukuktan üstün olduğunu savunmuşlardır.
Doğal olan ile
konulmuş olan karşıtlığını Kritias, din alanında da düşünür. Kritias
tanrıların, zeki devlet adamlarının insan ve toplumun itaati altına alma için,
tanrıları koyduklarını ve bunun da gerçekte bir kuruntu olduğunu söyler.
Kısacası sofistlerin
İnsan, toplum, devlet, doğru ve küllî düşünce ve bilgi, ahlâk, hukuk, dîn,
lanrı vb. konularında İleri sürerek geliştirdikleri relativizm, sübjektivizm
ve şüpheciliklerle yıkıcı bir rol oynamışlardır. Ancak öte taraftan bu konular
üzerinde geniş bir tartışma açarak değişik görüşlerin ortaya çıkmalarını da
hazırlamışlar ve ayrıca bilginin pratik hayatta kullanılır seviyede ele
alınmasını sağlamakla topluma yararlı olmuşlardır. Yine Grek dilinin, kelimelerin
ve dilbilgisinin düzene kavuşturulmasını, hitabet sanatının gelişmesini hazır-
lamışlardır. Yeni
çağda, Özellikle Aydınlanma felsefesinde sofistlerin görüşlerinin ele
alınmasıyla, doğal hukuk, devlet, ahlâk alanlarında önemli gelişmeler sağlanmıştır.
İsmail KILLIOĞLU