SÖMÜRGECİLİK

 

Daha çok ekonomik, ticarî, siyasi ve dinî amaçlarla güçlü bir devletin diğer devlet veya toplumlar üzerinde maddî, manevî bir kontrol ve nüfuz kurması veya üstünlük sağlaması hareketi. Osmanlıcada müstem­lekecilik, Batı dillerinde ise koloniyalizm terimi ile karşılanmıştır. Bir ülke vatandaş­larının başka bir ülkede kurdukları yerleş­me birimlerine de koloni denmiştir.

Bir devletin başka bir devlet üzerinde egemenlik ve kontrol kurması veya vatan­daşlarının başka bir ülkede yerleşim birim­leri teşkil etmeleri anlamında sömürgecilik hareketinin başlangıç tarihini belirleme imkânı yoktur, tnsan topluluklarının devlet şeklinde de örgütlendikleri eski çağdan bu yana çeşitli sömürgecilik uygulamalarına raslanmaktadır. Fenikeliler, Persler, Roma İmparatorluğu gibi devletler; yaşadıkları dönemde Özellikle Akdeniz havzasında ve Avrupa'da sömürgecilik faaliyetlerine gi­rişmişler ve koloniler kurmuşlardır. Özel­likle Roma İmparatorluğu hem Avrupa'da hem de Avrupa dışında pek çok yerde as­kerî koloniler kurmuş ve bu yolla o ülke top­lumlarına egemen olmaya çalışmıştır. Ro­ma imparatorluğunun parçalanarak Avru­pa'da feodal prensliklerin öne çıkmaları, sö­mürgecilik hareketini başlatmış ve çok sa­yıda feodal devlet birbirini dengelemiştir.

XV. yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa'da güçlenmiş olan merkezi imparatorlukların, Asya'dan Avrupa'ya ulaşan kara ticaret yol­larına müslümanlann ve Akdeniz'de Vene­diklilerle Cenevizlilerin egemen olmaları üzerine; Afrika ve Asya'ya ulaşmak isteyen maceraperest denizcilere büyük destekler vermeleriyle başlayan "kesifler çağı

sömürgecilik hareketinin de yeni bir aşama­sını ortaya koymuştur. Dönemin güçlü dev­letleri Portekiz ve İspanya yönetimlerinin desteğiyle denizlere açılan maceraperest­lerle seyyahlar, bir yandan Afrika kıyıları­na, oradan güney Asya'ya ve kısa zaman sonra da Amerika'ya ulaşarak buralarda, özellikle deniz kıyılarında kolonlar kurdu­lar. Avrupa sömürgecilik faaliyetlerini üç alanda yoğunlaştırmıştır:

 

/. Afrika'da Sömürgecilik

 

Avrupalıların daha çok ekonomik amaç­larla Afrika kıtasına ilgi göstermelerinin ta­rihi XV. yüzyılın başlarına kadar gider. Bu yüzyılda, Hindistan'dan Avrupa'ya ulaşan İpek yolu ile diğer Ülkelerarası ticaret yolla­rının; karada güçlü İslâm devletleri, deniz­de de Venedikliler tarafından kontrol altın­da tutulması, Avrupa'nın en kuvvetli deniz gücüne sahip olan Portekizlileri güneye doğru inmeye şevketti. Portekizliler Önce, S alıra1 dan gelen ticaret yollarının son bul­duğu Fas'ın işlek limanlan Sebte (Ceuta), Tanca ve Agadir'i ele geçirip buralara hâkim oldular. Altın, baharat ve köle peşin­de koşan Portekizliler, Afrika'nın Atlantik sahillerinden güneye doğru inmeye devam ederek, Yeşil Burun ve Beyaz Burun adala­rına ulaştılar, önce Altın Kıyısı'na, buradan da Angola'ya ulaşmalarından (1484) sonra Bartolomeu Dias, Ümit Bumu'ndan dolaşa­rak Doğu Afrika kıyılarına vardı (1488). Baharat yolunun başlangıcını bulmak ve yeni topraklardan değerli madenleri ülkele­rine taşımak amacında olan Portekizli de­nizciler. Doğu Afrika'da Zamberize nehri ağzında, Batı Afrika'da da Angola kıyıla­rında, Gine körfezi, Sierra leone ve Senegal sahillerinde üsler ve antrepolar kurdular.

Afrika kıyılarına ilk ulaşan Portekizlileri İspanyollar takip ettiler ve Batı Afrika kıyı­larında bulunan Sao Tome, Femando Po gi­bi bazı adaları ele geçirip deniz ticaretinde birer üs ve depo olarak kullanmaya başladı­lar. XVII. yüzyılda İspanya'nın egemenliği­ne giren Portekizliler'in Afrika'daki üstün­lükleri giderek zayıfladı.

Ekonomik, stratejik ve ticarî amaçlarla Afrika kıyılarına yerleşen ve buralarda üs­ler, çiftlikler ve koloniler kuran Portekizli­lerle İngiliz, Fransız ve Hollandalılar ara­sında XVII. yüzyılın başından itibaren re­kabet başladı. Batı Afrika'dan Lizbon'a her yıl ortalama 700 kg. altın ve 10.000 kadar köle getirilmesi, diğer Avrupa ülkelerinin ticarî ve emperyalist duygularını tahrik etti. Avrupa'nın büyük ülkeleri; Hindistan tica­reti amacıyla özel şirketler kurup Afrika'nın sömürgeleştirilmesi hareketine katıldılar. 1600 yılında İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (East India Company), bundan iki yıl sonra da Hollanda Doğu Hindistan Şirketi (Alga-meene Osündische Companie) kuruldu. Yi­ne aynı yıllarda kurulan Fransızlar'ın Çin Şirketi (Compagnie de Chine) ve diğer şir­ketler, milletlerarası ticaret alanında birbir­leriyle yoğun bir rekabete giriştiler. Bilhas­sa Portekizlüer'le rekabet eden Hollandalı­lar, kısa zamanda Portekizliler'in Batı Afri­ka kıyılarındaki değerli maden ve köle tica­retini ele geçirerek Ümit Bumu'na yerleşti­ler ve burada Cape Colony'yi kurdular [1652). Cape Colony, Avrupa-Hindistan ieniz yolu üzerinde önemli bir ikmal mer-cezi ve antrepo olarak hizmet verdi.

Avrupalıların Afrika kıyılarına yerleş-neleri zorla ya da çeşitli antlaşmalarla ol-iu. Batı, Güney ve Doğu Afrika kıyılarında

Avnıpalılar'ın yerleşmelerine karşı koyan yerliler, şiddetle ve kanlı biçimde etkisiz hale getirildiler.

İlk dönemlerdeki canlılığını giderek kaybeden altın ticaretinin yerini XVII-XVIII. yüzyıllarda fildişi, baharat, palmiye yağı ve özellikle köle ticareti aldı. Sömür­geciler kıyılarda kurdukları tanm işletme­lerinde köleleştirdikleri yerlileri çalıştır­dıkları gibi, Amerika kıtasındaki geniş çift­liklerden ve Avrupa'nın çeşitli şehirlerin­den gelen köle taleplerine de cevap verdi­ler. Batı ve Güneybatı Afrika kıyılarında, özellikle "köle kıyısı" adıyla da anılmaya başlayan Nijer nehri ağzı, Luanda ve Altın Kıyısı gibi sahil bölgelerinde köle pazarları kurularak Ulda, Porto Novo ve Badagri gibi önem kazanan limanlardan Amerika ve Av­rupa'ya köle yüklü gemiler gönderilmeye başlandı. Portekizliler'in elinde bulunan Angola kıyılarında da önemli köle pazarları kurulmuştu. Zaire (Kongo) nehri deltası, Luanda, Benguela Önemli köle pazarlarıy­dı. Aynca Güney ve Doğu Afrika'da Zam-bezi nehir deltası, Mozambik kıyılarında Küve (Kilwa) ve Okyanus'taki adalarda kö­le pazarları vardı. XVII-XVIII. yüzyıllarda kurulan Hollanda, İngiliz, Fransız, Dani­marka ve İsveç şirketlerinin en önemli faa­liyeti köle ticareti olmuş ve XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bu ticaret, Af­rika'nın demografik ve sosyal yapısını al­tüst ederken, sömürgeci Batılıların bu yolla zenginleşmelerine de imkân sağlamıştır. Afrika'dan götürülen köle sayısı kesin ola­rak tesbit edilememekle beraber, bu sayının taşıma ve avlanma sırasında ölenlerle bir­likte otuz milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir.

 

Kıtanın Paylaşılması ve Sömürgeleştiril­mesi:

 

Uzun yıllar köle, değerli maden, baharat ve palmiye yağı ticaretiyle uğraşan Avrupalı­lar, Afrika'nın iç kısımlarına ilgi duyma­mış, sadece kıyı bölgelerinde kurdukları üs-lerle depo ve çiftliklere hâkim olmuşlardır. Amerika Birleşik Devletleri'nin sivil savaş (1861-1864) sonunda köleliği bütün ülke­den kaldırıp, köleleri tamamen serbest bı­rakması ve Batı Avrupa'da köle ticaretine karşı gelişen kamuoyunun da tesiri ile, ya­rım asır kadar süren siyasî tartışmalardan sonra Fransa'da (1848), Portekiz'de (1858), Hollanda'da (1863), İngiltere'de (1867) ve diğer Avrupa devletlerinde, köle ticaretini yasaklayan kanunlar çıkarılması, Batılı-lar'ın dikkatlerini, giderek gerileyen köle ti­caretinin ardından tamamen Afrika'nın iç bölgelerine çevirdi. Kıtanın içlerine doğru düzenlenen ve dış görünüşleri dinî ve ilmî hüviyet taşıyan keşif seferlerini, toprakların emperyalist genişleme amacıyla paylaşıl­ması ve sömürge haline getirilmesi takip et­ti.

Avrupalıların Afrika'nın iç bölgelerine ilgi duymaya başlamaları XVIII. yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. Önceleri, özellik­le önemli nehirlerin kaynaklarını keşfet­mek için çeşitli dernekler kuruldu. Bunlar çoğunlukla Hıristiyanlığı yaymak için, kili­senin ve sömürgecilik amacıyla hükümetle­rin destekledikleri coğrafya dernekleri idi ve iç bölgelere keşif seferleri düzenliyorlar­dı. Bu keşif gezileri ve Afrika'nın iç bölge­leriyle ilgili olarak elde edilen bilgiler, Ba-b'da büyük ilgi gördü. Kilisenin desteğiyle misyonerler, seyyahların arkasından derhal Afrika'nın her tarafına dağıldılar. Güney ve

Doğu Afrika Protestan, Orta ve Batı Afrika ise Cizvit ve Katolik misyonerlerin faaliyet alanı haline geldi.

XIX. yüzyıl AVrupa'mn hızla sanayileş­me faaliyetine girdiği ve bundan dolayı da ucuz hammadde kaynaklarına şiddetle ihti­yaç duyduğu bir devir olmuş, ayrıca sanayi­leşme ile birlikte artan üretim de kısa za­manda doyum noktasına ulaşan Avrupa pa­zarlarının yerine, yeni pazarların bulunma­sını mecburi hale getirmiştir. Ucuz ham­madde temini ve yeni tüketim pazarları bul­ma ihtiyacı, Avrupa ülkelerini; Afrika'yı, Güney Asya'yı, Orta ve Güney Amerika'yı ve uygun buldukları diğer yerleri sömürge­leştirmeye itmiş ve bunun sonucunda Afri­ka hızla ele geçirilerek paylaşılmıştır. XIX. yüzyıl ortalarına kadar kıtanın kıyıları bo­yunca sağlam ticaret merkezleri ve çiftlik­ler kurmakla yetinen ispanyollar, Fransız­lar, İngilizler ve Portekizliler yerleşmiş ol­dukları kıyıların arka bölgelerinin de (hin-terland) kendi egemenliklerinde olduğunu iddia ederek, içerilere doğru ilerlemeye başladılar. Sömürgecilik, çok kısa bir za­man içerisinde hemen hemen bütün Afri­ka'yı Avrupa'nın hâkimiyetine soktu. 1875'lerde kılanın sadece onda biri sömür­ge halinde iken 1895'lerde bu oran onda do­kuza yükseldi. XX. yüzyılın başında ise kı­tada sadece Fas, Etiyopya ve Liberya ba­ğımsızlıklarını koruyabilmişlerdi. Kısa za­manda bütün Afrika'nın sömürge haline gelmesinde "fiilî işgal" prensibi ile "hinter-land" teorisi önemli rol oynamıştır.

Avrupa devletlerinin kıyılardan içerilere doğru ilerlemeye başlamaları ile hızlanan sömürgeleştirme hareketi şuasında, sömür­geci güçler arasında çeşitli anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Bunun üzerine sömürgeci Avrupa devletleri, aralarında çıkan anlaşmaz­lıkları görüşmek üzere 1884-1885'te Ber­lin'de toplandılar. Toplantı sonunda imza­lanan Berlin Senedi ile daha önce sürtüşme­lere sebep olan sömürgecilikte "fiilî işgal" prensibi ve "hinterland" teorisi hepsi tara­fından benimsendi. Bu prensibe göre, kıyı­da yerleşim alanı bulunan bir ülkenin, bu yerin arka bölgelerine de sahip olmaya hak­ta vardı ve bunun için topraklan fiilen işgal etmesi gerekiyordu. Bu gerekçeyle Avru­palılar Afrika'yı fiilen işgale ve daha çok yeri sömürgeleştirmeye yöneldiler. Kılanın hızla sömürgeleştirilmesi sırasında çıkan anlaşmazlıklar çeşitli ikili antlaşmalarla halledilmeye çalışıldı. Sudan üzerindeki Fransız ve İngiliz çatışması 4 Ağustos 1890 tarihli Fransız-lngiliz antlaşması ile, Doğu Afrika'daki İngiliz ve Almanlar arasındaki anlaşmazlık da, 15 Haziran 1890 tarihli İn­giliz-Al man antlaşması ile çözüme kavuş­turuldu. Orta Afrika'nın İngilizlerle Fran­sızlar arasında paylaşılması, 21 Mart 1899 tarihli Fransız-lngiliz antlaşması ile ger­çekleştirilmiş ve her iki ülkenin egemenlik alanları kesin sınırlarla belirlenmiştir.

 

Fransa'nın Sömürge Faaliyetleri:

 

Afrika'da en erken sömürgecilik faaliye­tine başlayan ülke Fransa'dır. 1830'da Ce­zayir'i işgal eden Fransa, 1845'lerden itiba­ren Senegal, Gine ve Batı Afrika kıyıların­dan içerilere doğru ilerlemeye başladı ve ilerlemesini batı-doğu istikametinde Bü­yük Sahra'nm kuzey ve güneyinde sürdür­dü. 1881'de Tunus'u işgal ettikten sonra bu­günkü Mali, Cad, Nijer ve Orta Afrika Cumhuriyeti topraklarını ele geçirip Batı Sudan'ı tamamen denetimine alan Fransa,daha sonra Gabon ve Kongo bölgelerinde keşifler yapan italyan asıllı Savorgnan de Brazza'nın çeşitli kabile şefleriyle yaptığı anlaşmalara, bu seyahate malî destek sağla­mış olduğu gerekçesiyle sahip çıktı ve Ga­bon'dan doğuya doğru ilerlemeye başladı. Jean-Baptiste Marchand yönetimindeki Fransız ordusu Batı Sudan'da Faşoda'ya ulaştığında burada bulunan İngilizlerle ça­tışma durumuna geldi; ancak anlaşmazlık Madagaskar'ın Fransa'ya bırakılması, Fransa'nın da Batı Sudan'dan vazgeçmesi suretiyle halledildi (1898). Kongo nehrinin ağzı konusunda Fransa ile Belçika arasında baş gösteren anlaşmazlık, Berlin Konferan-sı'nda nehrin sağ larafı Fransa'ya bırakıla­rak halledilirken, Dahomey (bugünkü Be­nin) ve Fildişi Sahili de Fransa'nın sömür­geleri arasına katıldı. I. Dünya Savaşı önce­sinde Fas'ı işgal eden (1912) ve savaş sonra­sında da Almanya'nın sömürgelerinden Ka­merun'u ele geçiren Fransa, böylece kıtanın üçte birini teşkil eden Kuzey ve Batı Afrika topraklarının hemen hemen tamamını de­netimi altına almış oldu. Güney bölgelerin­de sömürgesi bulunmayan Fransa, Doğu Afrika'da da Süveyş Kanalı'nın açılmasın­dan (1869) sonra stratejik önemi artan Afri­ka boynuzundaki îlalya ve İngiltere ile bö­lüştüğü Somali kıyılarından, bugünkü Ci­buti topraklarına (Fransız Somalisi) sahip­ti.

Afrika'da doğrudan yönetim ve asimilas­yona dayalı bir idare kuran Fransa, sömür­gelerini iki ayn federasyon halinde teşkilâ­tlandırdı. Senegal, Moritanya, Yukarı Se-negal-Nijer, Yukarı Volla (Burkina Faso), Fildişi Sahili, Nijer, Gine ile Dahomey'i bünyesinde toplayan ve başşehri Dakar olan Fransız Batı Afrikası 1896'da kuruldu.

Fransız Ekvatoral Afrikası da 1910'da; Ga­bon, Fransız Kongosu (Brazzaville), Uban-gi-Şari (Orta Afrika Cumhuriyeti) ve Çad sömürgelerini bir araya topladı. Fransa; sö­mürgelerini Paris'ten yönetmeye çalıştığın­dan, idarî teşkilâtta mahallî kadrolara yer vermedi. Buralardaki insanları Fransız va­tandaşlığına almakla beraber onların me­denî ve siyasî haklarını kullanmalarına or­tam hazırlamadı. Sadece anavatana aktarı­lacak ekonomik çıkarlarla ilgilenen Fransa, siyaset ve eğitim alanında uyguladığı asi­milasyon ilkesi sebebiyle millî değerleri unutturup, yerine kendi kültür ve değer hü­kümlerini yerleştirmeye çalıştı. Fakat buna rağmen, 1939'da Fransız Baü Afrikası'nda-ki on beş milyon nüfus içerisinde, sadece 2136 kişi Fransız vatandaşlığını kabul et­miş bulunuyordu. Fransa, sömürgelere Franstzlar'ın yerleştirilmesinde ve bunların yönetimde görev almalarında hassas davra­nırken yerli aydınların, kabile şeflerinin ve diğer ileri gelenlerin toplum üzerindeki et­kilerini de silmeye çalıştı.

 

İngiltere'nin Sömürge Faaliyetleri:

 

Afrika'nın sömürgeleştirilmesinde en büyük paya sahip olan İngiltere, XIX. yüz­yılın başlarında Hollanda'nın elindeki Cape Colony'yi alıp (1815) buradan kuzeye doğ­ru ilerlemeye başladı. Daha sonra da Sü­veyş Kanalı'nın açılması ile stratejik ve ekonomik Önemi iyice artan Mısır'ı işgal ederek, Fransa'nın buradaki nüfuzuna son verdi (1882). Böylece Afrika'nın güney ve kuzey noktalarını ele geçirip buralardan iç bölgelere doğru ilerleme imkânını elde etti. Nil nehrinden güneye inmeğe devam ede­rek Sudanhlar'ın şiddetli savunması karşı-

sında iki kere başarısızlığa uğradıktan son­ra, Sudan'ı da işgale muvaffak oldu ve bura­sı Mısır-lngiliz ortak yönetimi altına girdi (1896). Afrika'da güney-kuzey doğrultu­sunda genişlemeye çalışan İngiltere Cape Colony'ye yerleştikten sonra, burada bulu­nan Hollandalı çiftçilerin kuzeye doğru çe­kilerek kurdukları Oranj ve Transvaal dev­letlerini sömürgeye kattı (1877). Sömürge­lerini genişletmeye çalışan İngilizler Bec-huanaland (bugünkü Zimbabve) (1885) ve Nyasaland'ı (bugünkü Malawi) (1889) ele geçirdikten sonra Güney Afrika Federasyo-nu'nu kurmak istediler ve 1881'de dış politi­kada İngiltere'ye bağımlı olmak şartıyla ba­ğımsızlık verdikleri Boerler'in Transvaal ve Oranj cumhuriyetlerini, birkaç yıl devam eden savaş sonunda sömürge haline getirdi­ler (1902). Doğu Afrika'da bulunan Uganda 1892'de İngiliz yönetimine girerken, Kenya da 1895'te İngiliz himayesini kabul etti. Da­ha sonra burası krallığa bağlı bir sömürge haline geldi (1920). I. Dünya Savaşı sonun­da Almanlardan da Tanganika'yı almak su­retiyle Doğu Afrika'ya tamamen sahip olan İngiltere, Batı Afrika'da da Gambia, Sierra Leone, Alün Kıyısı ve Nijerya'yı sömürge­lerine kattı. XX. yüzyılın başlarında dünya­nın en büyük sömürge imparatorluğunu ku­ran İngiltere, Fransa'nın aksine sömürgele­rinin yönetiminde dolaylı yönetim prensi­bine göre hareket ederek, kabile şeflerine ve yerli aydınlara söz hakkı tanıyıp yerliler­den oluşan bir idare kadrosunun ortaya çık­masını teşvik etti. Bu durum ve aynca yerli kültürlerin ortadan kalkması için Özel bir gayret göstermemesi, İngiliz sömürgeleri­nin bağımsızlığa geçişini daha kolay hale getirmişti

 

Almanya'nın Sömürge Faaliyetleri;

 

Almanya, Afrika'da sömürgecilik faali­yetine geç başlamış ve erken çekilmek zo­runda kalmıştır. Esas itibarıyla sömürgeci­liği bir lüks olarak gören Bismarck, biraz da kamuoyunun baskısı üzerine 1884'ten itiba­ren sömürgeciliğe yöneldi. Kamerun'da seyyah Dr. Nachtigal'in ileri gelen bazı ka­bile reisleriyle yaptığı himaye anlaşmaları, burasının Alman sömürgesi haline gelme­sinde etkili oldu (1884). Seyyah Nachti­gal'in gayretleriyle Togo, Alman nüfuzuna girerken (1884), Güneybatı Afrika da (bu­günkü Nabibya) 1884'te bölgeye müdahale eden Almanya'nın sömürgesi haline geldi. Diğer taraftan XIX. yüzyılın sonlarına doğ­ru Cari Peters adlı bir gemici, Zengibar'da kabile şefleriyle yaptığı bazı anlaşmalarla, 140.000 km2'lik bir bölgede hak sahibi ol­muş ve bu hakkını devletine devretmesiyle de Almanya'nın Doğu Afrika'daki sömür­gesi kurulmuştur (1885). Berlin Kongresi, Almanya'nın, Kamerun, Togo ve Güneyba­tı Afrika üzerindeki himayesini teyit etmiş­tir. İngiltere'nin, Almanya'nın Doğu Afri­ka'daki nüfuzunun genişlemesinden endi­şelenmesi üzerine bu iki devlet 15 Haziran 1890 tarihinde imzaladıkları bir antlaşmay­la. Doğu Afrika'da kendi nüfuz alanlarını düzenlemişlerdir. Almanya'nın I. Dünya Savaşı'nda yenilmesi üzerine, sömürgeleri, Milletler Cemiyeti'nce ingiltere ile Fransa arasında paylaştırılmıştır.

 

Diğer Avrupa Ülkelerinin Sömürge Fa­aliyetleri:

 

Afrika'da sömürgecilik faaliyetine ilk başlayan ülkelerden olan Portekiz; Güney-

batı Afrika'da Yeşil Burun adaları, Sao To-me ve Gine Bissau da Portekiz'in sömürge­leriydi.

XVI. yüzyılda Kanarya adalarına yerle­şen İspanya, İspanyol Ginesi'ni, Fimando Po adasını ve Rio Muni'yi (bugünkü Mbini) işgal ederek sömürge haline getirdi.

Afrika'daki sömürgeci devletlerden bir diğeri olan Belçika, Kral II. Leopold tara­fından 1882'de kendi şahsî hâkimiyeti altın­da bağımsız bir devlet olarak kurulan ve Berlin Kongresi'nce de bağımsızlığı kabul edilen (1885) Kongo'yu (bugünkü Zaire) 1908'de sömürgeleştirdi. Belçika yerli hal­ka idarede söz hakkı tanımadığı gibi onları eğitim alanında da geri bırakmaya gayret göstermiş, buna karşılık sağlık ve misyo­nerlik hizmetlerine önem vermiştir. Geniş yetkilere sahip olan şirketler, özellikle yö­netimde etkili olmuşlardır.

Diğer Avrupa ülkelerine nisbetle Afri­ka'da sömürgecilik faaliyetlerine daha geç girişen İtalya, Önce Kızıldeniz kıyısındaki Eritre'ye yerleşti (1889); ardından Soma­li'nin güneydoğu kıyılarını ele geçirdi (1893). Daha sonra da Etiyopya'ya saldırdı, fakat Adva'da (Adoua) yenilgiye uğradı (1896). Osmanlı İmparatorluğu'nun Bal­kan Savaşı'yla uğraşmasından istifade ede­rek Trablusgarp ve Bingazi'yi işgal etti (1912); 1896'da ele geçiremediği Etiyop­ya'yı da II. Dünya Savaşı öncesinde millet­lerarası şartların uygun olduğu bir sırada hâkimiyeti altına aldı (1935).

 

Sömürge Yönetimleri:

 

Afrika'da sömürge yönetimlerinin kuru­luşu kolay olmamıştır. Afrika'yı, aralarında imzaladıkları çeşitli antlaşma ve kongrelerle paylaşan Avrupa devletleri, kendi nüfuz alanlarındaki sömürgelerde birbirinden farklı yönetim politikaları takip etmişlerdir. Sömürgecilik hareketlerinin ana sebebi ekonomik ve milletlerarası politika alanın­da prestij kazanmak olduğundan, sömürge­ci ülkeler öncelikle Afrika'da faaliyet gös­teren şirketlere destek sağlayarak, buradaki ekonomik imkânların anavatana aktarılma­sına çalıştılar. Sömürgenin ekonomik yapı­sı, hammadde ihracı ve mamul madde ithali şeklinde bir temele oturtularak, tamamen sömürgeci ülkenin ekonomik ihtiyaç ve çı­karlarına uygun biçimde kurulup geliştiril­di. I. Dünya Savaşı'ndan Önce Afrika'nın bazı yerlerine sömürgeci sermayesinin ya­tırım yapması, Afrikalılar'ın İhtiyaçlarına değil Avrupa ülkelerinin çıkarlarına yöne­lik olmuştur.

Sömürge yönetimlerinin bir başka özel­liği, sömürgelerin en güzel ve en önemli yerlerine Avrupalılar'ın yerleştirilmesi ve her türlü stratejik mevkilerin onlara veril­mesidir. Cezayir'e yerleştirilen 400 bin ka­dar Fransız, bu ülkenin bağımsızlığa kavuş­masında büyük problem teşkil etmiştir, ital­ya, Libya'nın sulanabilir arazilerine îtal-yanlar'ı yerleştirmiştir. Batı, Orta ve Gü­neybatı Afrika'daki Avrupalı beyazlar ise Güney Afrika'ya nisbetle daha az problem olmuş, Güney Afrika ve Rodezya'da ırk ay­rımı resmî politika haline getirilmiştir.

Fransa, Portekiz ve Belçika; sömürgele­rini merkezden yönetmeye ve onları merke­zin bir vilâyeti şekline getirmeye çalışırken, İngiltere yerinden yönetim ilkesine uyarak dolaylı yönetim politikası takip etmiştir. Doğrudan yönetim biçimini uygulayan Fransa, takip ettiği asimilasyon politikasıy­la, kültürel bakımdan kendi toplum ve gelenekleriyle çatışan nesillerin yetişmesine se­bep olmuştur. Yerlilerin yönetimde söz sa­hibi edildiği sömürge yönetimlerinde de, sadece Avrupalılar'a yardımcı olacak kad­roların yetişmesine çalışılmıştır.

İktidarın Batılı güçlerin elinde olması sömürge topraklarında sosyal yapıyı ve si­yasî bünyeyi bozmuştur. Kabile şeflerinin etkisiz hale gelmesiyle toplum bölünmüş ve birleştirici, bütünleştirici geleneksel un­surlar kalmamıştır. Aynca Bati ülkelerine ait şirketlerin şehir merkezlerinde kurduk­ları tesislerde, kırsal kesimdeki yerlilerin gelip işçi olmaları, şehirleşme eğilimini ve bununla ilgili olarak da konut ve gecekondu problemini ortaya çıkarmıştır. Batı ideolo­jileri, değer yargılan ve kültür kalıplan, or­tadan kalkan geleneklerin ve eski kültürün yerini almıştır. Genellikle misyonerlerin yönettikleri okullarda Batili ideallerle yeti­şen bir seçkin zümrenin meydana çıkması, yerli halkın lehine olmaktan çok sömürgeci ülkenin lehine hareket eden bir aydınlar zümresini oluşturmuştur.

 

Afrika'nın Bağımsızlığı:

 

Batılı devletlerin Afrika'da kurdukları sömürge yönetimlerine karşı yerliler çeşitli tarihlerde ayaklanmışlar ve Afrika kanlı ça­tışmalara ve kıyımlara sahne olmuştur. Özellikle I. Dünya Savaşı'ndan sonra sö­mürge imparatorluklarında bazı kıpırdan­malar başladı. Kuzey Afrika'da Abdül-kerîm el-Hattâbî'nin Rif Cumhuriyeti'ni ku­rarak (1921-1926), Fransız ve İspanyol egemenliğine karşı başlattığı bağımsızlık hareketi güçlükle bastırılabildi. Senûs-îler'in Libya'da İtalyan emperyalizmine karşı yürüttükleri direniş, bütün İslâm dünyasında büyük yankı uyandırdı. Mısır'daki milliyetçi gelişme ise İngilizler'i ülkeye sözde bağımsızlık vermeye mecbur etti (1922) ve Mısır 1936 tarihli İngiliz-Mısır antlaşmasıyla daha geniş yetki ve imkânla­ra kavuştu. Tunus, Çad, Yukarı Volta (Bur-kina Faso) ve Kamerun'da Fransızlara karşı ayaklanmalar yoğunlaşırken, Angola'da da Portekiz yönetimine karşı bağımsızlık ha­reketi başlatıldı (1913). Alman Güneybatı Afrikası'nda Herero ve Hotanto (1904), Al­man Doğu Afrikası'nda Maji Maji (1905-1907), Netal'de Zulu (1906), Somali'de Seyyid Muhammed (Deli Molla) (1890-1898) ve Sudan'da Mehdî (1881-189) ayak­lanmaları anılması gereken önemli hareket­lerdir.

Afrika'da asıl bağımsızlık dönemi II. Dünya Savaşı'ndan sonra başladı. Savaş yıllarında ve savaştan önce bağımsızlık dü-şUncesi yeterince gelişmemişti. Çeşitli yer­lerde ortaya çıkan isyanların kanlı biçimde bastırılması da, yerli ileri gelenler arasında bağımsızlık lehindeki düşüncelerin geliş­mesini engelledi. Nitekim İL Dünya Savaşı yıllarında Afrika'nın Avrupa ile bütünleş­mesini ifade eden Eurafrica düşüncesi Lu-mumba, Senghor, Houphouet-Boigry gibi geleceğin önemli liderleri tarafından da sa­vunuldu ve bağımsızlığa karşı çıkıldı. Sa­vaştan sonra ise Birleşmiş Milletler'in, mil­letlerarası siyasî şartların ve cepheden dö­nen askerlerin etkisiyle, bağımsızlık düşün­cesi Afrika'da da kök saldı ve özellikle Gü­ney Asya'daki sömürgelerin savaştan he­men sonra bağımsızlıklarını kazanması, Afrikalılar için örnek teşkil etti. Milletlera­rası kamuoyunun sömürgeciliğe karşı ge­lişmesi, Birleşmiş Milletlerin sömürge top­lumlarını bağımsızlığa kavuşturmak ama-

cıyla Vesayet Konseyi'nin denetimine ver­mesi, Afrika'nın uyanışını hızlandırdı. 18-24 Nisan 1955 tarihleri arasında Üçüncü Dünya ülkelerine dahil yirmi dokuz Asya ve Afrika ülkesinin tertip ettikleri Bandung Konferansı'nda, sömürgelerin bağımsızlık istekleri açıkça ilân edildi. II. Dünya Sava­şı'ndan hemen sonra, özellikle Batı Afri­ka'da kongreler dönemi başladı. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'da okuyup ülkelerine dönen aydınların liderliğinde ge­lişen kongreler muhtariyet, selfdeterminas-yon, anayasa gibi taleplerin dile getirilme­sinde etkili oldular. Bunun üzerine sömür­gelere, sömürgeci ülkenin sayâsî yapısında yer alan haklara benzer birtakım haklar ta­nındı. Siyasî partilerin kuruluşuna izin ve­rilmesi üzerine, 1958'lerde kongreler döne­mi yerini partiler dönemine bıraktı. Özel­likle partileşme hareketi, anayasalara ve ge­nel oy hakkına kavuşan Batı Afrika'da gö­rüldü.

II. Dünya Savaşı Öncesinde Etiyopya'yı işgal eden İtalya, savaşta sömürgelerini ko­ruyamadı ve İtalyan Doğu Afrikası İngilte­re'nin eline geçti. Savaştan sonra ise İtal­ya'nın egemenliğinde bulunan topraklar Birleşmiş Milletler'in sorumluluğuna veril­di. Daha sonra Somali (1950) ve Libya (1951) bağımsız devlet olurken Eritre, Eti­yopya'ya katıldı (1952).

İngiltere 1922 ve 1936'da Mısır'a bağım­sızlık yolunda önemli yetkiler vermekle birlikte, Süveyş Kanah'nın stratejik önemi dolayısıyla buradaki egemenliğini 1956 Süveyş krizine kadar sürdürmeye devam et­ti. Bu olayda Fransa ve İngiltere'nin başarı­sızlığa uğraması, sömürgelerde bu ülkelere karşı yürütülen bağımsızlık hareketlerinin güçlenmesine yardım etti ve özellikle Mısır, İngiltere-Fransa ortak egemenliği altın­daki Sudan'ın bağımsızlığını kazanmasını (1956) hızlandırdı. Birleşmiş Milletler'in İtalyan sömürgelerine bağımsızlık verme­si, Süveyş krizinde İngiltere ile Fransa'nın başarısızlığa uğramasından sonra, Mısır ve Sudan'ın bağımsızlığa kavuşmaları ve mil­letlerarası alanda sömürgecilik aleyhine ka­muoyunun gelişmesi gibi faktörlerin hız­landırdığı Afrika'daki bağımsızlık hareket­leri, Altın Kıyısı'mn Gana adıyla bağımsız­lığını ilân etmesi (1957) üzerine, birden yo­ğunluk kazandı. II. Dünya Savaşı'ndan son­ra anayasa rejimine kavuşan Altın Kıyı-sı'nın başkanı Kwame Nkrumah, aynı za­manda Gana'nın kurucusuydu ve başarıyla sonuçlanan mücadelesi, onu Afrika ülkele­rinde örnek alınan bir lider durumuna getir­di. Bu bölgedeki İngiliz sömürgelerinden Nijerya 1960'ta, Sierra Leone 1961'de, Gambia da 1965'te bağımsızlıklarını kazan­dılar. Batı ve Orta Afrika'da sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra; kıtanın güney ve doğu bölgelerindeki İngi­liz sömürgelerinde takip edilen politika de­ğişime uğramak zorunda kaldı. Orta Afri­ka'da beyazların hakimiyetini sürdürmek için kurulan Orta Afrika Federasyonu başa­rısızlığa uğradı. Uganda 1962'de, Kenya 1963'te ve Lalawi (Nyasaland) ile Zambiya (Kuzey Rodezya) 1964'te bağımsızlıkları­na kavuştular. 1965'te de Güney Rodezya bağımsızlığını kazandı, ancak yönetim 1980 yılma kadar beyaz azınlığın elinde kaldı; 1980'de yönetim siyahlara geçti ve ülkenin adı Zimbabve olarak değiştirildi. 1966'da İse Botswana adını alan Bechuana-land ve Lesotho bağımsızlıklarını elde etti­ler.

Sömürgelerini iki ayrı federasyon halinde örgütlemiş olan Fransa, bağımsızlık ha­reketlerinin gelişmesi üzerine federasyon içinde nisbî Özerklik vermeyi denedi. Bu amaçla düzenlenen 1944 Brazavi (Brazza­ville) Konferansı; Fransa Birliği'ni (Uniön Française) oluşturmaya yönelikti. Ancak bu yapı içerisinde sınırlı özerklik verilmesi, sömürgeleri bağımsızlık ülküsünden vaz-geçiremedi ve ilk önce bir antlaşma ile Fas ve Tunus bağımsızlıklarını kazandılar (1956). 1958'de Gine, Fransa Cumhurbaş­kanı General De Gaulle'ün bazı alanlarda sömürgelere özerklik vererek kurduğu Fransız Ülkeler Topluluğu'na (La Commu-naulc) girmeyi reddederek bağımsızlığını ilân etti. Bu olayın arkasından Fransa, iki yıl içinde Fransız Batı Afrikası ile Fransız Ekvatoral Afrikası'ndaki sömürgeleri olan Moritanya, Senegal, Yukarı Volta, Nijer, Kamerun, Çad, Gabon, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Madagaskar'a bağımsızlık vermek zorunda kaldı. Bu tarihte Fransa'nın elinde sömürge olarak yalnız Cezayir ile Fransız Somalisi kalmıştı ve bunlardan Ce­zayir, 1954'ten beri devam ettirdiği silâhlı kurtuluş mücadelesini kazanarak 1962'de, Fransız Somalisi 1977 yılında Cibuti adıyla bağımsızlıklarını kazındılar.

Belçika 1960'ta Kongo'ya (Zaire), 1962'de de Burundi ile Ruanda'ya bağım­sızlık vermek zorunda kaldı. Sömürgeleri­ne en son bağımsızlık veren ülke Afrika'nın en eski sömürgeci devleti olan Portekiz'di. Angola ve Mozambik, Portekiz yönetimine karşı sürdürdükleri silâhlı mücadele ile 1975'te bağımsızlık kazanırken; onların ya­nı sıra Sao Tome, Principe ve Gine Bissau da aynı tarihte bağımsızlıklarıma kavuştu­lar. İspanya'nın sömürgesi Rio Muni ile Femando Fo ise 1968'de Ekvator Ginesi

adıyla bağımsız bir devlet oldu. //. Asya'da Sömürgecilik Avrupalılar'ın Asya kıtası ile sömürge edinme amacıyla ilgilenmeleri, Afrika'da olduğu gibi XV. yüzyılın sonlarına doğru başlar. Asya kıtasından Avrupa'ya ulaşan uluslararası kara ticaret yollarının (İpek yo­lu, baharat yolu) güvenli ve prodiküf niteli­ğini kaybetmesi, Avrupalılar'ı Güney As­ya'ya denizden ulaşmak zorunda bırakmış­tır. Portekiz'li denizci Vasco de Gama'nın Güney Afrika'yı dolaşarak Hindistan kıyı­larına ulaşması (1498) ile başlayan, Avru­palılar'ın özellikle Güney ve Güneydoğu Asya'ya nüfuz ve kolonlar kurma çabalan, Asya'nın tarihinde yeni bir dönemin başlan­gıcı olduğu gibi, Avrupa sömürgeciliğinin de farklı bir dönemini teşkil etmiştir.

Güney Asya kıyılarına ulaşan Portekizli­ler uzun zaman için bölgelere nüfuz edeme­yerek kıyalarda, kurdukları kolonlarda ve ticaret merkezlerinde yaşadılar. Hindis­tan'dan sonra Malaho takım adalarına yer­leşen Portekizliler'in bazan zorla, bazan da yerlilerle anlaşarak kurduktan koloni ve ti­caret merkezlerinin en Önemlileri Hürmüz (1515), Goa (1510), Malaka (1511), Diu (1535), Huglay (1537), Kolomba (1517) ve Makao (1557) idi. Asya'daki zenginlikleri Merkantist ekonomi anlayışına göre Avru­pa'ya taşımak amacında olan Portekizliler; Hürmüz'den Japonya'ya kadar etkili oldu­lar ve deniz ticaretini ele geçirdiler. Fakat bunların Asya'daki egemenlikleri uzun sür­medi. Portekizliler'den sonra buraya gelen İngiliz, Fransız ve Hollandalılar Portekizli­ler'in ellerinde bulunan yerleri onlardan al­dılar ve kendi egemenliklerini kurdular.

Portekizliler'den sonra Asya'ya ulaşan Hollandalılar, XVII. yüzyıl başlarında böl­gedeki Portekiz egemenliğini sarsarak, güçlü bir sömürge imparatorluğu kurdular. 1595'te Jara ve Sumatra'ya yerleşen Hollan­dalılar, kurdukları Birleşmiş Hollanda Do­ğu Hindistan Şirketi (1602) ile, hem sömür­ge alanlarını genişlettiler hem de yeni kent­ler kurdular. 1619'da kurulan Bataria, böl­gedeki sömürge faaliyetlerinin merkezi ha­line getirildi. Malaka ve Seylan'ı ele geçir-dilerse de bu yerleri daha sonra İngilizlere kaptırdılar. Hollandalılar, Portekizlilerin aksine, üretim alanlarını ele geçirme politi­kası izlediler ve geniş çiftlikler kurdular. Çin, Japonya ve Hindistan arasında büyük bir ticaret ağı kuran Hollanda Doğu Hindis­tan Şirketi, bu işten büyük paralar kazan­dı.

Hollanda'nın Fransız ihtilâlinden (1789) sonra Fransa'nın eline geçmesi, bu ülkenin Asya'daki sömürgelerini de etkiledi ve Hol­landa'nın sömürgelerinin çoğu İngiltere ta­rafından işgal edildi. Hollanda Doğu Hin­distan Şirketi dağıtıldıysa da Hollanda'nın Güneydoğu Asya'daki hakimiyeti tama­men son bulmadı. Açe ve Sumatra'daki İslâm sultanlıklarına bir türlü egemen ola­mayan Hollanda, stratejisini değiştirerek buraları ancak XX. yüzyılın başlarında ele geçirebildi.

Portekizliler'den yaklaşık bir asır sonra Asya'ya gelen İngilizler, kısa zamanda kıta­nın güneyine yerleşerek, güney batıdan gü­neydoğu Asya'ya kadar uzanan gertîş alan­da hemen hemen bütün ülkeleri sömürge-leştirerek, dünyanın en büyük sömürge im­paratorluğu haline gelmişlerdir. Önce Su-rat'a (Gucerat) yerleşen İngilizler, buradan içerilere doğru nüfuz ettiler. Madras

 (1640), Bombay (1661), Kalküta (1690), Bengal (1757), Lakarta (1761), Delhi (1803), Pencab (1819) ve Birmanya (1886) bütünü i!e îngilizler'in hakimiyetine girip sömürge haline getirildiler.

İngiltere; Asya kıtasında kolonlar kur­ma, ticaret yapma, sömürgeler edinme ve bunları yönetme yetki ve imtiyazını, Doğu Hindistan Şirketi'ne verdi; bu şirket XIX. yüzyıl ortalarına kadar Asya'daki bütün sö­mürge faaliyetlerini yürütmüştür. İngilte­re'nin XVII. yüzyılda başlattığı kıtanın gü­neyini tamamen ele geçirme ve sömürge­leştirme politikası, XIX. yüzyılın ikinci ya­nsında tamamlandı, ingiltere'nin Hint yarı­madasına bütünüyle egemen olması, 1857'de II. Bahadur Han zamanında patlak veren "Sipahi İsyanı" sonunda gerçekleş­miştir. Hintlİler'in İngiliz yöneticilere karşı başlattıkları isyan, sömürge yönetimi tara­fından kanla ve şiddetle bastırılarak her tür­lü muhalefeti ezmekten geri durmamıştır. İngiltere'nin Avrupa'da gerçekleştirdiği Sa­nayi Devrimi'nde sömürgelerden temin edi­len hammadde ve ucuz emeğin büyük kat­kısı vardı. Özellikle Hindistan; keten ve pa­muklu dokuma sanayiinin hammadde de­posu idi. Ayrıca Avrupa'da pazarların do­yum noktasına ulaşması sebebiyle, yeni tü­ketim pazarları bulmak gerekiyordu. Bu iti­barla Hindistan Asya pazarının en önemli üssü olması sebebiyle kaybedilmesi düşü­nülemezdi.

İngiltere sadece kıtanın güney ve güney-doğusuyla ilgilenmekle yetinmemiş; Oria-doğu, İran, Afganistan ve Çin üzerinde de nüfuzunu artırmaya çalışmıştır. Basra kör­fezinde en önemli ikmal merkezi, depo ve stratejik bir yer olan Hürmüz'ü XVI. yüzyı­lın başlarında ele geçiren İngiltere, İ839'da

Arap yarımadasının güneyindeki Aden'e yerleşti ve buradaki egemenliğini giderek bölgede yaymaya çalıştı. Hint Okyanusu'nu Akdeniz'e bağlayan Süveyş Kanah'mn açıl­ması (1869) üzerine, uluslararası ticaret ve sömürgecilik hareketinde önemi birden ar­tan Mısır'ı 1882'de işgal ettikten sonra, Orta Doğu'yu Osmanlı Devleti'nden koparmak için türiü tertiplere girişti ve I. Dünya Sava-şı'nda Araplar'ın Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmalarında büyük rol oynadı. Os­manlı Devleti'nin yenilmesi üzerine Filis­tin, Ürdün ve Irak İngiltere'nin sömürgeleri oldular (1920). İran sömürge haline getiri-lemediyse de İngiliz ve Rus nüfuz bölgele­rine bölündü. XX. yüzyılın başında burada çıkarılmaya başlanan petrol, uluslararası sermaye ve kapitalizmin göz diktiği ve bu münasebetle ülkeleri nüfuz altına aldığı te­mel faktör oldu. 1932'lerde Abadan petrol­leri sebebiyle ciddi karışıklıklar çıktı. II. Dünya Savaşı'nda SSCB ile İngiltere'nin ortak işgaline giren İran'ın, 1950'li yılların başında petrolü millileştirmeye kalkması, ABD'li şirketlerin ve ClA'nın rol aldıktan hükümet darbesinin yaşanmasına sebep ol­du. Şah rejiminin ABD yanlısı kapitalist politikası, halkın sert tepkisine ve Islâmi muhalefetin gelişmesine sebep oldu ve Ayetullah Humeyni liderliğindeki îslamî Devrim (1979) ABD ve Batı karşın bir siya­si rejimin yürürlüğe konmasına gayret et­ti.

Afganistan XIX. yüzyılda Rus ve İngiliz nüfuz yansına konu oldu ve Hindistan ile Rusya arasında bir tampon devlet görevi gördü. îngiltere 1919'a kadar Afganistan üzerinde egemenlik kurmuş ve bu ülkenin dış politikasını belirleme hakkını elde tut­muştur. Bu tarihte Afganistan'ın dış politika

alanında da bağımsız bir devlet olduğunu İngiltere tanımak zorunda kaldı. Asya'nın dev ülkesi Çin üzerinde Batılı-lar'in nüfuz yansı bu Ülkeyi sömürgeleştir­me noktasına varmadıysa da bağımsızlık çok büyük sıkıntılara rağmen korunabil-miştir. XIX. yüzyıl ortalarına kadar dışarıya kapalı bir ülke olan Çin'in, İngilizlerin Hin­distan'dan getirip buraya soktukları afyonu yasaklaması üzerine çıkan savaşı (Afyon Savaşı) kaybetmesi üzerine imzalanan Nankin Antlaşması (1842), sömürgeci güç­lerin bazı imtiyazlar kazanmasına yol açtı. Bu tarihten itibaren ingiliz, Fransız, Rus, ABD ve diğer güçler Çin'in dış ticaretini ele geçirmiş ve değerli madenleri dışarıya ak­tarmışlardır ki, bu durum ülkenin sosyal ve ekonomik yapısını şiddetle bozmuştur.

îç Asya'yı sömürgeleştirmeye yönelen Rusya, 1895 Urjana Antlaşması ile güçlü bir ülke haline gelmiş ve hızla uzak doğu ve îç Asya'da yayılmaya çalışmıştır. XX. yüz­yılın ikinci yarısında Orta Asya'daki Müs­lüman-Türk hakanlıklarını (S emer kan t, Buhara, Hive, Fergana) sömürgeleştiren Rusya; bu çağın sonlarına doğru Uzak Do-ğu'ya yayılmaya balamışsa da Japonya bu ülkenin arzularına set çekmiş ve 1904-1905 savaşında yenilgiye uğratarak bazı sömür­gelerini elinden almıştır.

Asya'da sömürgecilik hareketine katılan bir diğer ülke de Japonya'dır. XIX. yüzyılın ikinci yansında limanlarını dışarıya açan Japonya, kısa zamanda ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirerek yayılma po­litikası izlemeye başlamıştır. Japonya önce kendisine yakın olan Kore'yi ele geçirdi (1894) ve bir müddet sonra burasını ilhak etti (1910). Formoza, Pescadrose ve Leao-tanf adalarını da ele geçirdi ve hızla genişlemeye yöneldi. 1904'te Rusya'yı yenilgiye uğratması Mançurya'ya nüfuz etmesini sağ­ladı ve burada kendisine bağlı Mançuko Devleti'ni kurdurdu (1933). 1937'de Çin'in kuzey ve orta bölgelerini işgale başladı ve bir yıl içinde büyük bölümünü ele geçirdi. n. Dünya Savaşı'nın başlaması ile 1942 yı­lına kadar çok hızlı bir şekilde Çinhindİ, Güneydoğu Asya ve Doğu Asya'yı tama­men işgal etti ve buralarda Japon yanlısı yö­netimler kurdurdu. Fakat, müttefik kuvvet­lerin Japonya'ya karşı koymalan üzerine, Japonya savaşta yenildi ve 1945'te kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda kaldı.

Asya'da sömürgecilik hareketine katılan Fransa, İngilizlerin kıtaya geldikleri dö­nemde Güney Asya'ya gelmiştir ve İngiliz­lerle çatışmıştır. Kıtanın güneyine İngiliz­ler egemen olunca Fransa Çinhindir'ye kay­mak ve burası ile yetinmek zorunda kaldı. Fransa'nın Doğu Hindistan şirketi (Com-pagnie des Indes Orieniales) önce Surat ve Dekkan'a yerleşmek istediyse de burada tu­tunamadı ve Fransa'nın ilk sömürgesi Pon-dicheri (1674) ve Chandernagar (1686) ol­du. XVIII. yüzyılda Çinhindi'nde Annam, Tonkin ve Kamboçya'ya nüfuz etmenin yollanm arayan Fransa; burasını ancak 1885'lerde sömürgeleştirebilmiştir.

Asya'nın sömürgeleştirilmesine katılan İspanya; Avrupa'ya ve ABD'nin etkisine nisbeten sınırlı kalmıştır. İspanya XVI. yüzyılın ikinci yansında Filipinleri işgal et­mişse de uzun zaman burada tutunamadı ve bütün güçlerini orta ve güney Amerika'nın sömürgeleştirilmesine ayırdılar. Almanya Uzak Doğu'da Shantang adalarını ele geçir-mişse de I. Dünya Savaşı'ndan sonra burası ingiltere'nin denetimine geçti. Amerika Birleşik Devletleri ise 1833'te Arap yanmadasmdaki Maskat Sultanı ile bir ticaret ant­laşması imzalayarak Ortadoğu'ya nüfuz et­meye başladı. Güneydoğu Asya'daki bazı Sultanlıklarla ikili antlaşmalar yaparak ti­careti ele geçirmeye yöneldi. İspanya'nın elindeki Filipinler 1898'de ABD'nin eline geçti ve bu ülkenin sömürgesi oldu. ABD'nin Uzak Doğu ve Güneydoğu As­ya'daki etkisi II. Dünya Savaşı'ndan sonra artü. 1945-1952'ye kadar Japonya, bir bakı­ma ABD tarafından yönetildi. Güney Kore, Singapur, Tayland, Güney Vietnam ve Hong Kong da etkileri daha fazla oldu, fa­kat bu etkiyi sömürgecilik şeklinde değer­lendirmek pek mümkün değilse de "Yeni Sömürgecilik" çerçevesinde ele alınmalı­dır.

 

Asya'da Bağımsızlık:

 

Asya kıtasında Batılı ülkelerin sömürge yönetimleri altında bulunan toplumlarda milliyetçilik eğilimleri ve bağımsızlık hare­ketleri, dünyanın diğer yerlerine göre daha erken başlamış ve Afrika ve Amerika'daki bağımsızlık hareketlerini etkilemiştir. Os­manlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda ye­nilmesi üzerine, Batılı emperyalist ve sö­mürgeci devletlerin işgaline uğrayan Ana­dolu'dan işgalcilerin çıkarılmaları, Mustafa Kemal Önderliğinde başlatılan Millî Kurtu­luş Savaşı ile mümkün olmuş ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur (1923). Osmanlı ülkesinden koparılarak manda yönetimleri şeklinde örgütlenen Filistin, Irak, Suriye ve Lübnan'da karışıklıklar devam etti. Milli­yetçi önderler devamlı bağımsızlık fikrini işlediler. Irak'a 1932'de bağımsızlık veril­diyse de İngiliz nüfuzu 1958'e kadar devam etti. Lübnan ve Suriye'ye Fransa savaş yıllannda sözde bağımsızlık verdi; fakat bu ül­kelerden Fransız askerlerinin çekilmesi an­cak 1946'da gerçekleşti. Ürdün 1946da ku­rulurken Filistin, 1947'de Birleşmiş Millet­ler tarafından Yahudiler ile yerli Araplar arasında (aksim edildi. Yahudiler derhal İs­rail Devleti'ni kurdular (1948). Arapların bu karara karşı koymaları üzerine başlayan çatışmalar ve Filistin sorunu henüz çözüm­lenmemiştir. Suudi Arabistan 1932'de kral­lık olurken güneydeki ve Basra Körfe-zi'ndeki İngiliz sömürge ve protektuların bağımsız olmaları 1972'de tamamlandı. Es­ki ingiliz Sömürgesi Aden'de Kuzey Ye­men Arap Cumhuriyeti ile Güney Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti doğdu.

Milliyetçilik düşüncesinin ve bağımsız­lık hareketinin XIX. yüzyılın sonlarına doğru ciddi bir şekilde ortaya çıktığı İngiliz Hindistanı nda; Hint ulusal kongresi ülkeyi bağımsızlığa götürecek hareketi Örgütle­mede en etkin rolü oynadı. Mahatma Gandi tarafından başlatılan sivil itaatsizlik hare­keti, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Hint yarı­madasında Hindistan ve Pakistan adıyla iki bağımsız ülkenin doğmasını sağladı (1947). M. Ali Cinnah liderliğindeki Müs­lüman Cemaat (Müslim League) Pakistam kurarken, Gandi'nin Konfre Partisi Hindis­tan'ı kurdu. Hindistamn bağımsızlığını al­ması batıda büyük etki yaptı. Hemen ardın­dan Buruna (1948) ve Seylan (1948) ba­ğımsızlıklarını aldılar. Burma 1974'te Bir­manya, Seylan da 1972'te Srilanka adlarını aldılar. Pakistan'a bağlı Bengal (Doğu Pa­kistan), kanlı bir iç savaş sonrasında Bang­ladeş adıyla bağımsız bir devlet oldu (1971) n. Dünya Savaşı'nda Japonya tarafından iş­gal edilen Filipinler (1942) Endonezya (1963), Singapur (1965) ve Bunınei (1984)

bağımsızlıklarım aldılar. Asya'nın bağım­sızlık açısından en karmaşık ve kanlı müca­deleye sahne olan bölgesi Fransa'nın sö­mürgesi olan Çinhindi oldu. Japonya son yıllarında işgal ettikten sonra burada Laus, Vietnam ve Kamboçya adlan ile üç ayn ba­ğımsız devlet kurduysa da, Japonya'nın tes­lim olması üzerine Fransız biriikleıi savaş­tan sonra geri döndüler (1946). Laus ve Kamboçya Fransız birliğine girmeyi kabul edip yeniden sömürge haline gelirlerken Vietnam şiddetle karşı koydu ve savaş 1954'e kadar devam etti. Nihayet Fransa Uluslararası Cenevre Konferansı (1950)'na göre bölgeden ayrılmayı kabul etti ve bura­da dört devlet doğdu: Laus (1954), Kuzey Vietnam Demokratik Cumhuriyeti (1954), Güney Vietnam Cumhuriyeti (1954) ve Kamboçya (1955). Ne var ki, Kuzey Viet­nam ile Güney Vietnam arasında patlak ve­ren savaş, ABD'nin Güney Vietnam safla­rında savaşa katılmasıyla 1975'e kadar sür­dü. Binlerce insan Öldü, milyarlarca dolar malzeme harcandı ve daha da önemlisi dün­yanın en büyük devleti, Vietnam bataklı­ğında yenildi ve çekilmek zorunda kaldı. ABD'nin buradan çekilmesi üzerine iki Vi­etnam birleşti. Aslında Vietnam Kuzey ve Güney (17. enlemde) diye ikiye bölünmesi soğuk savaş döneminin acı ve anlamsız Ör­neklerinden biridir. Benzer bir durum Ko­re'de meydana gelmiştir. Burada da Kuzey ve Güney Kore diye iki ayn devlet oluştu­rulmuştur. Kuzey Kore Güneye saldırınca (1951) ABD Birleşmiş Milletleri devreye soktu ve buraya birlikler gönderdi. Soğuk Savaş'ın acı meyvelerinden biri olan Kore savaşı Z954'te sona erdi ve Kore'de iki ayrı devletin varlığı kabul edildi. Japonya da 1952'de müttefiklerden bağımsızlığını alırken Çin'de 1949'da komünist bir yönetim kuruldu. Sovyetler Birliği bünyesindeki Orta Asya sömürgeler bağımsızlıklarını ka­zanamadılar ve siyasal rejime entegre oldu­lar.

 

///. Amerika'da Sömürgecilik

 

Amerika kıtasının sömürgeleştirilmesi, Kristof Colomb'un buraya ulaşması ile baş­lar. İspanyollar XVI. yüzyılın başlarında Orta ve Güney Amerika'nın yanı sıra Küba ve Hispanisla sömürgelerini edindiler. Bre­zilya'da ise Portekizliler egemen oldular. İspanyolları ve Portekizlileri takip eden İn­giliz, Fransız ve Hollandalılar Kuzey Ame­rika ve Antiller'e egemen oldular. Kuzey Amerika'nın en büyük sömürgeci devleti İngiltere oldu. 1607 yılından itibaren ABD topraklarında İngilizler koloniler kurdular. İlk İngiliz kolonisi Virginiya'da kuruldu. Bu tarihte Amerika'da İngiliz kolonilerinin kurulması çeşitli imtiyazlara sahip ticaret şirketleri tarafından gerçekleştiriliyordu. Kuzey Amerika'da İngiliz, Orta ve Güney Amerika'da İspanyol kolonilerin hızla ço­ğalmasını ticaretin yanı sıra dinî faktörler etkilemiştir. Özellikle Avrupa'da hakim ki­liselerden ayrılanlar ve misyonerler bura­dan uzak Amerika'ya gelip yerleşmiş ve bu­raya kendi dinî/sosyal sistemlerini yasama imkânına kavuştular. Kuzey Amerika'da sömürgecilik 1776 tarihine kadar devam et­li ve bu tarihten itibaren bağımsızlığın elde edilmesiyle son bulduysa da Kanada'da sö­mürgecilik devam etti.

Amerika kıtasında İspanyolların sömür­gecilik faaliyetleri çok kanlı, kıyıcı ve yerli medeniyetleri yok edici nitelikte olmuştur. 1492'de K. Colomb Küba'ya ulaştığında

burada kurduğu Küba sömürgesinde Avru­pa'dan gelenler yerli halka her türlü zulmü fütursuzca reva görmüşlerdir. Bu sebeple yerli nüfusun hızla azaldığı bilinmektedir. XVI. yüzyılın başlarında sömürgeleştirilen Meksika'da yerli Astekler yok edilmekle kalmadı, Aslek medeniyeti de yerle bir edil­di. Peru'da ise înkaların ülkesi işgal edile­rek milyonlarca insan katledilerek sömürge haline getirildi. Amerika kıtasının yerlileri ve onların kendi ülkelerinde gerçekleştir­dikleri medeniyetler kısa zaman içinde ta­mamen yok edildi. Kuzey Amerika'nın yer­lileri olan Kızıl Derililer, sömürgecilere karşı koymuşlarsa da bunda başarılı olduk­tan söylenemez, tngiltere'ys karşı bağım­sızlık kazanan, yerli halk değil buradaki ko­lonlarda yaşayan İngilizlerdi.

İspanyol sömürgelerinde Meksika, Ar­jantin, Şili, Peru, Kolombiya, Venezüella, Uruguay, Ekvador, Bolivya, Panama, Gua­temala, Nikaragua, Honduras, Kosta Rika, Salvador, Küba, ve Dominik devletleri, Portekiz'in sömürgeleştirdiği topraklarda ise Brezilya devleti doğmuştur.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra hemen he­men bütün sömürgeler bağımsızlıkları al­mış, sömürgecilik tasfiye edilmişse de eko­nomik bakımdan güçlü , kalkınmış devlet­lerin yeni bağımsızlığına kavuşmuş, çeşitli ekonomik, sosyal ve siyasal problemlerle karşı karşıya olan zayıf ve fakir ülkeler üze­rindeki nüfuz ve etkileri ortadan kalkmış değildir. Zayıf üçüncü Dünya ülkelerinin ekonomik ve sosyal bakımdan kısa zaman­da kalkınmalarını gerçekleştirmek için bü­yük ve zengin devletlerin yardımlarına ihti­yaç duyulmaktadır. Sanayileşmiş gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelere yaptıkları yardımlar, bir tür yeni sömürgeciliğin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Ayrıca sö­mürgeci ülkeler, sömürge altında tuttukları toplumlara bağımsızlıklarım verdiklerinde buradaki ekonomik menfaatlerinin deva­mım sağlayacak bazı garantiler almış, çeşit­li imtiyazlar koparmışlardı. Bunun yanı sıra genç ülkelerdeki idarecilerin de, sömürgeci ülke kadrolarının etkisinde o I makin, sö­mürgeciliğin doğrudan olmasa da dolaylı biçimde devam etmesini sağlamaktadır. XX. yüzyılın sonlarında bu alanda gelişen nokta Üçüncü Dünya ülkelerinin, sanayi­leşmiş ülkelere ekonomik, ticaret ve sosyal alanlarda bağımlı oluşları ve altından kal-kılması zor bir borç batağına batmış olma­larıdır ki, bu durum bu genç devletlerin ba­ğımsızlıklarını ciddî şekilde tehdit etmekte­dir. Sömürgecilik, "Yeni Sömürgecilik" adıyla, değişik görünüm altında devam et­mektedir.

Davut DURSUN