Daha çok ekonomik,
ticarî, siyasi ve dinî amaçlarla güçlü bir devletin diğer devlet veya toplumlar
üzerinde maddî, manevî bir kontrol ve nüfuz kurması veya üstünlük sağlaması
hareketi. Osmanlıcada müstemlekecilik, Batı dillerinde ise koloniyalizm terimi
ile karşılanmıştır. Bir ülke vatandaşlarının başka bir ülkede kurdukları
yerleşme birimlerine de koloni denmiştir.
Bir devletin başka bir
devlet üzerinde egemenlik ve kontrol kurması veya vatandaşlarının başka bir
ülkede yerleşim birimleri teşkil etmeleri anlamında sömürgecilik hareketinin
başlangıç tarihini belirleme imkânı yoktur, tnsan topluluklarının devlet
şeklinde de örgütlendikleri eski çağdan bu yana çeşitli sömürgecilik
uygulamalarına raslanmaktadır. Fenikeliler, Persler, Roma İmparatorluğu gibi
devletler; yaşadıkları dönemde Özellikle Akdeniz havzasında ve Avrupa'da
sömürgecilik faaliyetlerine girişmişler ve koloniler kurmuşlardır. Özellikle
Roma İmparatorluğu hem Avrupa'da hem de Avrupa dışında pek çok yerde askerî
koloniler kurmuş ve bu yolla o ülke toplumlarına egemen olmaya çalışmıştır. Roma
imparatorluğunun parçalanarak Avrupa'da feodal prensliklerin öne çıkmaları, sömürgecilik
hareketini başlatmış ve çok sayıda feodal devlet birbirini dengelemiştir.
XV. yüzyılın sonlarına
doğru, Avrupa'da güçlenmiş olan merkezi imparatorlukların, Asya'dan Avrupa'ya
ulaşan kara ticaret yollarına müslümanlann ve Akdeniz'de Venediklilerle
Cenevizlilerin egemen olmaları üzerine; Afrika ve Asya'ya ulaşmak isteyen
maceraperest denizcilere büyük destekler vermeleriyle başlayan "kesifler
çağı
sömürgecilik
hareketinin de yeni bir aşamasını ortaya koymuştur. Dönemin güçlü devletleri
Portekiz ve İspanya yönetimlerinin desteğiyle denizlere açılan maceraperestlerle
seyyahlar, bir yandan Afrika kıyılarına, oradan güney Asya'ya ve kısa zaman
sonra da Amerika'ya ulaşarak buralarda, özellikle deniz kıyılarında kolonlar
kurdular. Avrupa sömürgecilik faaliyetlerini üç alanda yoğunlaştırmıştır:
Avrupalıların daha çok
ekonomik amaçlarla Afrika kıtasına ilgi göstermelerinin tarihi XV. yüzyılın
başlarına kadar gider. Bu yüzyılda, Hindistan'dan Avrupa'ya ulaşan İpek yolu
ile diğer Ülkelerarası ticaret yollarının; karada güçlü İslâm devletleri,
denizde de Venedikliler tarafından kontrol altında tutulması, Avrupa'nın en
kuvvetli deniz gücüne sahip olan Portekizlileri güneye doğru inmeye şevketti.
Portekizliler Önce, S alıra1 dan gelen ticaret yollarının son bulduğu Fas'ın
işlek limanlan Sebte (Ceuta), Tanca ve Agadir'i ele geçirip buralara hâkim
oldular. Altın, baharat ve köle peşinde koşan Portekizliler, Afrika'nın
Atlantik sahillerinden güneye doğru inmeye devam ederek, Yeşil Burun ve Beyaz
Burun adalarına ulaştılar, önce Altın Kıyısı'na, buradan da Angola'ya
ulaşmalarından (1484) sonra Bartolomeu Dias, Ümit Bumu'ndan dolaşarak Doğu
Afrika kıyılarına vardı (1488). Baharat yolunun başlangıcını bulmak ve yeni
topraklardan değerli madenleri ülkelerine taşımak amacında olan Portekizli denizciler.
Doğu Afrika'da Zamberize nehri ağzında, Batı Afrika'da da Angola kıyılarında,
Gine körfezi, Sierra leone ve Senegal sahillerinde üsler ve antrepolar
kurdular.
Afrika kıyılarına ilk
ulaşan Portekizlileri İspanyollar takip ettiler ve Batı Afrika kıyılarında
bulunan Sao Tome, Femando Po gibi bazı adaları ele geçirip deniz ticaretinde
birer üs ve depo olarak kullanmaya başladılar. XVII. yüzyılda İspanya'nın
egemenliğine giren Portekizliler'in Afrika'daki üstünlükleri giderek
zayıfladı.
Ekonomik, stratejik ve
ticarî amaçlarla Afrika kıyılarına yerleşen ve buralarda üsler, çiftlikler ve
koloniler kuran Portekizlilerle İngiliz, Fransız ve Hollandalılar arasında
XVII. yüzyılın başından itibaren rekabet başladı. Batı Afrika'dan Lizbon'a her
yıl ortalama 700 kg. altın ve 10.000 kadar köle getirilmesi, diğer Avrupa
ülkelerinin ticarî ve emperyalist duygularını tahrik etti. Avrupa'nın büyük
ülkeleri; Hindistan ticareti amacıyla özel şirketler kurup Afrika'nın
sömürgeleştirilmesi hareketine katıldılar. 1600 yılında İngiliz Doğu Hindistan
Şirketi (East India Company), bundan iki yıl sonra da Hollanda Doğu Hindistan
Şirketi (Alga-meene Osündische Companie) kuruldu. Yine aynı yıllarda kurulan
Fransızlar'ın Çin Şirketi (Compagnie de Chine) ve diğer şirketler,
milletlerarası ticaret alanında birbirleriyle yoğun bir rekabete giriştiler.
Bilhassa Portekizlüer'le rekabet eden Hollandalılar, kısa zamanda
Portekizliler'in Batı Afrika kıyılarındaki değerli maden ve köle ticaretini
ele geçirerek Ümit Bumu'na yerleştiler ve burada Cape Colony'yi kurdular
[1652). Cape Colony, Avrupa-Hindistan ieniz yolu üzerinde önemli bir ikmal
mer-cezi ve antrepo olarak hizmet verdi.
Avrupalıların Afrika
kıyılarına yerleş-neleri zorla ya da çeşitli antlaşmalarla ol-iu. Batı, Güney
ve Doğu Afrika kıyılarında
Avnıpalılar'ın
yerleşmelerine karşı koyan yerliler, şiddetle ve kanlı biçimde etkisiz hale
getirildiler.
İlk dönemlerdeki
canlılığını giderek kaybeden altın ticaretinin yerini XVII-XVIII. yüzyıllarda
fildişi, baharat, palmiye yağı ve özellikle köle ticareti aldı. Sömürgeciler
kıyılarda kurdukları tanm işletmelerinde köleleştirdikleri yerlileri çalıştırdıkları
gibi, Amerika kıtasındaki geniş çiftliklerden ve Avrupa'nın çeşitli şehirlerinden
gelen köle taleplerine de cevap verdiler. Batı ve Güneybatı Afrika
kıyılarında, özellikle "köle kıyısı" adıyla da anılmaya başlayan
Nijer nehri ağzı, Luanda ve Altın Kıyısı gibi sahil bölgelerinde köle pazarları
kurularak Ulda, Porto Novo ve Badagri gibi önem kazanan limanlardan Amerika ve
Avrupa'ya köle yüklü gemiler gönderilmeye başlandı. Portekizliler'in elinde
bulunan Angola kıyılarında da önemli köle pazarları kurulmuştu. Zaire (Kongo)
nehri deltası, Luanda, Benguela Önemli köle pazarlarıydı. Aynca Güney ve Doğu
Afrika'da Zam-bezi nehir deltası, Mozambik kıyılarında Küve (Kilwa) ve
Okyanus'taki adalarda köle pazarları vardı. XVII-XVIII. yüzyıllarda kurulan
Hollanda, İngiliz, Fransız, Danimarka ve İsveç şirketlerinin en önemli faaliyeti
köle ticareti olmuş ve XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bu ticaret, Afrika'nın
demografik ve sosyal yapısını altüst ederken, sömürgeci Batılıların bu yolla
zenginleşmelerine de imkân sağlamıştır. Afrika'dan götürülen köle sayısı kesin
olarak tesbit edilememekle beraber, bu sayının taşıma ve avlanma sırasında
ölenlerle birlikte otuz milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir.
Uzun yıllar köle,
değerli maden, baharat ve palmiye yağı ticaretiyle uğraşan Avrupalılar,
Afrika'nın iç kısımlarına ilgi duymamış, sadece kıyı bölgelerinde kurdukları
üs-lerle depo ve çiftliklere hâkim olmuşlardır. Amerika Birleşik Devletleri'nin
sivil savaş (1861-1864) sonunda köleliği bütün ülkeden kaldırıp, köleleri
tamamen serbest bırakması ve Batı Avrupa'da köle ticaretine karşı gelişen
kamuoyunun da tesiri ile, yarım asır kadar süren siyasî tartışmalardan sonra
Fransa'da (1848), Portekiz'de (1858), Hollanda'da (1863), İngiltere'de (1867)
ve diğer Avrupa devletlerinde, köle ticaretini yasaklayan kanunlar çıkarılması,
Batılı-lar'ın dikkatlerini, giderek gerileyen köle ticaretinin ardından
tamamen Afrika'nın iç bölgelerine çevirdi. Kıtanın içlerine doğru düzenlenen ve
dış görünüşleri dinî ve ilmî hüviyet taşıyan keşif seferlerini, toprakların
emperyalist genişleme amacıyla paylaşılması ve sömürge haline getirilmesi
takip etti.
Avrupalıların
Afrika'nın iç bölgelerine ilgi duymaya başlamaları XVIII. yüzyılın sonlarına
rastlamaktadır. Önceleri, özellikle önemli nehirlerin kaynaklarını keşfetmek
için çeşitli dernekler kuruldu. Bunlar çoğunlukla Hıristiyanlığı yaymak için,
kilisenin ve sömürgecilik amacıyla hükümetlerin destekledikleri coğrafya
dernekleri idi ve iç bölgelere keşif seferleri düzenliyorlardı. Bu keşif
gezileri ve Afrika'nın iç bölgeleriyle ilgili olarak elde edilen bilgiler,
Ba-b'da büyük ilgi gördü. Kilisenin desteğiyle misyonerler, seyyahların
arkasından derhal Afrika'nın her tarafına dağıldılar. Güney ve
Doğu Afrika Protestan,
Orta ve Batı Afrika ise Cizvit ve Katolik misyonerlerin faaliyet alanı haline
geldi.
XIX. yüzyıl AVrupa'mn
hızla sanayileşme faaliyetine girdiği ve bundan dolayı da ucuz hammadde
kaynaklarına şiddetle ihtiyaç duyduğu bir devir olmuş, ayrıca sanayileşme ile
birlikte artan üretim de kısa zamanda doyum noktasına ulaşan Avrupa pazarlarının
yerine, yeni pazarların bulunmasını mecburi hale getirmiştir. Ucuz hammadde
temini ve yeni tüketim pazarları bulma ihtiyacı, Avrupa ülkelerini; Afrika'yı,
Güney Asya'yı, Orta ve Güney Amerika'yı ve uygun buldukları diğer yerleri
sömürgeleştirmeye itmiş ve bunun sonucunda Afrika hızla ele geçirilerek
paylaşılmıştır. XIX. yüzyıl ortalarına kadar kıtanın kıyıları boyunca sağlam
ticaret merkezleri ve çiftlikler kurmakla yetinen ispanyollar, Fransızlar,
İngilizler ve Portekizliler yerleşmiş oldukları kıyıların arka bölgelerinin de
(hin-terland) kendi egemenliklerinde olduğunu iddia ederek, içerilere doğru
ilerlemeye başladılar. Sömürgecilik, çok kısa bir zaman içerisinde hemen hemen
bütün Afrika'yı Avrupa'nın hâkimiyetine soktu. 1875'lerde kılanın sadece onda
biri sömürge halinde iken 1895'lerde bu oran onda dokuza yükseldi. XX.
yüzyılın başında ise kıtada sadece Fas, Etiyopya ve Liberya bağımsızlıklarını
koruyabilmişlerdi. Kısa zamanda bütün Afrika'nın sömürge haline gelmesinde
"fiilî işgal" prensibi ile "hinter-land" teorisi önemli rol
oynamıştır.
Avrupa devletlerinin
kıyılardan içerilere doğru ilerlemeye başlamaları ile hızlanan sömürgeleştirme
hareketi şuasında, sömürgeci güçler arasında çeşitli anlaşmazlıklar ortaya
çıktı. Bunun üzerine sömürgeci Avrupa devletleri, aralarında çıkan anlaşmazlıkları
görüşmek üzere 1884-1885'te Berlin'de toplandılar. Toplantı sonunda imzalanan
Berlin Senedi ile daha önce sürtüşmelere sebep olan sömürgecilikte "fiilî
işgal" prensibi ve "hinterland" teorisi hepsi tarafından
benimsendi. Bu prensibe göre, kıyıda yerleşim alanı bulunan bir ülkenin, bu
yerin arka bölgelerine de sahip olmaya hakta vardı ve bunun için topraklan
fiilen işgal etmesi gerekiyordu. Bu gerekçeyle Avrupalılar Afrika'yı fiilen
işgale ve daha çok yeri sömürgeleştirmeye yöneldiler. Kılanın hızla sömürgeleştirilmesi
sırasında çıkan anlaşmazlıklar çeşitli ikili antlaşmalarla halledilmeye
çalışıldı. Sudan üzerindeki Fransız ve İngiliz çatışması 4 Ağustos 1890 tarihli
Fransız-lngiliz antlaşması ile, Doğu Afrika'daki İngiliz ve Almanlar arasındaki
anlaşmazlık da, 15 Haziran 1890 tarihli İngiliz-Al man antlaşması ile çözüme
kavuşturuldu. Orta Afrika'nın İngilizlerle Fransızlar arasında paylaşılması,
21 Mart 1899 tarihli Fransız-lngiliz antlaşması ile gerçekleştirilmiş ve her
iki ülkenin egemenlik alanları kesin sınırlarla belirlenmiştir.
Afrika'da en erken
sömürgecilik faaliyetine başlayan ülke Fransa'dır. 1830'da Cezayir'i işgal
eden Fransa, 1845'lerden itibaren Senegal, Gine ve Batı Afrika kıyılarından
içerilere doğru ilerlemeye başladı ve ilerlemesini batı-doğu istikametinde Büyük
Sahra'nm kuzey ve güneyinde sürdürdü. 1881'de Tunus'u işgal ettikten sonra bugünkü
Mali, Cad, Nijer ve Orta Afrika Cumhuriyeti topraklarını ele geçirip Batı
Sudan'ı tamamen denetimine alan Fransa,daha sonra Gabon ve Kongo bölgelerinde
keşifler yapan italyan asıllı Savorgnan de Brazza'nın çeşitli kabile şefleriyle
yaptığı anlaşmalara, bu seyahate malî destek sağlamış olduğu gerekçesiyle
sahip çıktı ve Gabon'dan doğuya doğru ilerlemeye başladı. Jean-Baptiste
Marchand yönetimindeki Fransız ordusu Batı Sudan'da Faşoda'ya ulaştığında
burada bulunan İngilizlerle çatışma durumuna geldi; ancak anlaşmazlık
Madagaskar'ın Fransa'ya bırakılması, Fransa'nın da Batı Sudan'dan vazgeçmesi
suretiyle halledildi (1898). Kongo nehrinin ağzı konusunda Fransa ile Belçika
arasında baş gösteren anlaşmazlık, Berlin Konferan-sı'nda nehrin sağ larafı
Fransa'ya bırakılarak halledilirken, Dahomey (bugünkü Benin) ve Fildişi
Sahili de Fransa'nın sömürgeleri arasına katıldı. I. Dünya Savaşı öncesinde
Fas'ı işgal eden (1912) ve savaş sonrasında da Almanya'nın sömürgelerinden Kamerun'u
ele geçiren Fransa, böylece kıtanın üçte birini teşkil eden Kuzey ve Batı
Afrika topraklarının hemen hemen tamamını denetimi altına almış oldu. Güney
bölgelerinde sömürgesi bulunmayan Fransa, Doğu Afrika'da da Süveyş Kanalı'nın
açılmasından (1869) sonra stratejik önemi artan Afrika boynuzundaki îlalya ve
İngiltere ile bölüştüğü Somali kıyılarından, bugünkü Cibuti topraklarına (Fransız
Somalisi) sahipti.
Afrika'da doğrudan
yönetim ve asimilasyona dayalı bir idare kuran Fransa, sömürgelerini iki ayn
federasyon halinde teşkilâtlandırdı. Senegal, Moritanya, Yukarı
Se-negal-Nijer, Yukarı Volla (Burkina Faso), Fildişi Sahili, Nijer, Gine ile
Dahomey'i bünyesinde toplayan ve başşehri Dakar olan Fransız Batı Afrikası
1896'da kuruldu.
Fransız Ekvatoral
Afrikası da 1910'da; Gabon, Fransız Kongosu (Brazzaville), Uban-gi-Şari (Orta
Afrika Cumhuriyeti) ve Çad sömürgelerini bir araya topladı. Fransa; sömürgelerini
Paris'ten yönetmeye çalıştığından, idarî teşkilâtta mahallî kadrolara yer
vermedi. Buralardaki insanları Fransız vatandaşlığına almakla beraber onların
medenî ve siyasî haklarını kullanmalarına ortam hazırlamadı. Sadece anavatana
aktarılacak ekonomik çıkarlarla ilgilenen Fransa, siyaset ve eğitim alanında
uyguladığı asimilasyon ilkesi sebebiyle millî değerleri unutturup, yerine
kendi kültür ve değer hükümlerini yerleştirmeye çalıştı. Fakat buna rağmen,
1939'da Fransız Baü Afrikası'nda-ki on beş milyon nüfus içerisinde, sadece 2136
kişi Fransız vatandaşlığını kabul etmiş bulunuyordu. Fransa, sömürgelere
Franstzlar'ın yerleştirilmesinde ve bunların yönetimde görev almalarında hassas
davranırken yerli aydınların, kabile şeflerinin ve diğer ileri gelenlerin
toplum üzerindeki etkilerini de silmeye çalıştı.
Afrika'nın
sömürgeleştirilmesinde en büyük paya sahip olan İngiltere, XIX. yüzyılın
başlarında Hollanda'nın elindeki Cape Colony'yi alıp (1815) buradan kuzeye doğru
ilerlemeye başladı. Daha sonra da Süveyş Kanalı'nın açılması ile stratejik ve
ekonomik Önemi iyice artan Mısır'ı işgal ederek, Fransa'nın buradaki nüfuzuna
son verdi (1882). Böylece Afrika'nın güney ve kuzey noktalarını ele geçirip
buralardan iç bölgelere doğru ilerleme imkânını elde etti. Nil nehrinden güneye
inmeğe devam ederek Sudanhlar'ın şiddetli savunması karşı-
sında iki kere
başarısızlığa uğradıktan sonra, Sudan'ı da işgale muvaffak oldu ve burası
Mısır-lngiliz ortak yönetimi altına girdi (1896). Afrika'da güney-kuzey
doğrultusunda genişlemeye çalışan İngiltere Cape Colony'ye yerleştikten sonra,
burada bulunan Hollandalı çiftçilerin kuzeye doğru çekilerek kurdukları Oranj
ve Transvaal devletlerini sömürgeye kattı (1877). Sömürgelerini genişletmeye
çalışan İngilizler Bec-huanaland (bugünkü Zimbabve) (1885) ve Nyasaland'ı
(bugünkü Malawi) (1889) ele geçirdikten sonra Güney Afrika Federasyo-nu'nu
kurmak istediler ve 1881'de dış politikada İngiltere'ye bağımlı olmak şartıyla
bağımsızlık verdikleri Boerler'in Transvaal ve Oranj cumhuriyetlerini, birkaç
yıl devam eden savaş sonunda sömürge haline getirdiler (1902). Doğu Afrika'da
bulunan Uganda 1892'de İngiliz yönetimine girerken, Kenya da 1895'te İngiliz
himayesini kabul etti. Daha sonra burası krallığa bağlı bir sömürge haline
geldi (1920). I. Dünya Savaşı sonunda Almanlardan da Tanganika'yı almak suretiyle
Doğu Afrika'ya tamamen sahip olan İngiltere, Batı Afrika'da da Gambia, Sierra
Leone, Alün Kıyısı ve Nijerya'yı sömürgelerine kattı. XX. yüzyılın başlarında
dünyanın en büyük sömürge imparatorluğunu kuran İngiltere, Fransa'nın aksine
sömürgelerinin yönetiminde dolaylı yönetim prensibine göre hareket ederek,
kabile şeflerine ve yerli aydınlara söz hakkı tanıyıp yerlilerden oluşan bir
idare kadrosunun ortaya çıkmasını teşvik etti. Bu durum ve aynca yerli
kültürlerin ortadan kalkması için Özel bir gayret göstermemesi, İngiliz
sömürgelerinin bağımsızlığa geçişini daha kolay hale getirmişti
Almanya, Afrika'da
sömürgecilik faaliyetine geç başlamış ve erken çekilmek zorunda kalmıştır.
Esas itibarıyla sömürgeciliği bir lüks olarak gören Bismarck, biraz da
kamuoyunun baskısı üzerine 1884'ten itibaren sömürgeciliğe yöneldi. Kamerun'da
seyyah Dr. Nachtigal'in ileri gelen bazı kabile reisleriyle yaptığı himaye
anlaşmaları, burasının Alman sömürgesi haline gelmesinde etkili oldu (1884).
Seyyah Nachtigal'in gayretleriyle Togo, Alman nüfuzuna girerken (1884),
Güneybatı Afrika da (bugünkü Nabibya) 1884'te bölgeye müdahale eden
Almanya'nın sömürgesi haline geldi. Diğer taraftan XIX. yüzyılın sonlarına doğru
Cari Peters adlı bir gemici, Zengibar'da kabile şefleriyle yaptığı bazı
anlaşmalarla, 140.000 km2'lik bir bölgede hak sahibi olmuş ve bu hakkını
devletine devretmesiyle de Almanya'nın Doğu Afrika'daki sömürgesi kurulmuştur
(1885). Berlin Kongresi, Almanya'nın, Kamerun, Togo ve Güneybatı Afrika
üzerindeki himayesini teyit etmiştir. İngiltere'nin, Almanya'nın Doğu Afrika'daki
nüfuzunun genişlemesinden endişelenmesi üzerine bu iki devlet 15 Haziran 1890
tarihinde imzaladıkları bir antlaşmayla. Doğu Afrika'da kendi nüfuz alanlarını
düzenlemişlerdir. Almanya'nın I. Dünya Savaşı'nda yenilmesi üzerine,
sömürgeleri, Milletler Cemiyeti'nce ingiltere ile Fransa arasında
paylaştırılmıştır.
Afrika'da sömürgecilik
faaliyetine ilk başlayan ülkelerden olan Portekiz; Güney-
batı Afrika'da Yeşil
Burun adaları, Sao To-me ve Gine Bissau da Portekiz'in sömürgeleriydi.
XVI. yüzyılda Kanarya
adalarına yerleşen İspanya, İspanyol Ginesi'ni, Fimando Po adasını ve Rio
Muni'yi (bugünkü Mbini) işgal ederek sömürge haline getirdi.
Afrika'daki sömürgeci
devletlerden bir diğeri olan Belçika, Kral II. Leopold tarafından 1882'de
kendi şahsî hâkimiyeti altında bağımsız bir devlet olarak kurulan ve Berlin
Kongresi'nce de bağımsızlığı kabul edilen (1885) Kongo'yu (bugünkü Zaire)
1908'de sömürgeleştirdi. Belçika yerli halka idarede söz hakkı tanımadığı gibi
onları eğitim alanında da geri bırakmaya gayret göstermiş, buna karşılık sağlık
ve misyonerlik hizmetlerine önem vermiştir. Geniş yetkilere sahip olan
şirketler, özellikle yönetimde etkili olmuşlardır.
Diğer Avrupa
ülkelerine nisbetle Afrika'da sömürgecilik faaliyetlerine daha geç girişen
İtalya, Önce Kızıldeniz kıyısındaki Eritre'ye yerleşti (1889); ardından Somali'nin
güneydoğu kıyılarını ele geçirdi (1893). Daha sonra da Etiyopya'ya saldırdı,
fakat Adva'da (Adoua) yenilgiye uğradı (1896). Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan
Savaşı'yla uğraşmasından istifade ederek Trablusgarp ve Bingazi'yi işgal etti
(1912); 1896'da ele geçiremediği Etiyopya'yı da II. Dünya Savaşı öncesinde
milletlerarası şartların uygun olduğu bir sırada hâkimiyeti altına aldı (1935).
Afrika'da sömürge
yönetimlerinin kuruluşu kolay olmamıştır. Afrika'yı, aralarında imzaladıkları
çeşitli antlaşma ve kongrelerle paylaşan Avrupa devletleri, kendi nüfuz
alanlarındaki sömürgelerde birbirinden farklı yönetim politikaları takip
etmişlerdir. Sömürgecilik hareketlerinin ana sebebi ekonomik ve milletlerarası
politika alanında prestij kazanmak olduğundan, sömürgeci ülkeler öncelikle
Afrika'da faaliyet gösteren şirketlere destek sağlayarak, buradaki ekonomik
imkânların anavatana aktarılmasına çalıştılar. Sömürgenin ekonomik yapısı,
hammadde ihracı ve mamul madde ithali şeklinde bir temele oturtularak, tamamen
sömürgeci ülkenin ekonomik ihtiyaç ve çıkarlarına uygun biçimde kurulup
geliştirildi. I. Dünya Savaşı'ndan Önce Afrika'nın bazı yerlerine sömürgeci
sermayesinin yatırım yapması, Afrikalılar'ın İhtiyaçlarına değil Avrupa
ülkelerinin çıkarlarına yönelik olmuştur.
Sömürge yönetimlerinin
bir başka özelliği, sömürgelerin en güzel ve en önemli yerlerine Avrupalılar'ın
yerleştirilmesi ve her türlü stratejik mevkilerin onlara verilmesidir.
Cezayir'e yerleştirilen 400 bin kadar Fransız, bu ülkenin bağımsızlığa kavuşmasında
büyük problem teşkil etmiştir, italya, Libya'nın sulanabilir arazilerine
îtal-yanlar'ı yerleştirmiştir. Batı, Orta ve Güneybatı Afrika'daki Avrupalı
beyazlar ise Güney Afrika'ya nisbetle daha az problem olmuş, Güney Afrika ve
Rodezya'da ırk ayrımı resmî politika haline getirilmiştir.
Fransa, Portekiz ve
Belçika; sömürgelerini merkezden yönetmeye ve onları merkezin bir vilâyeti
şekline getirmeye çalışırken, İngiltere yerinden yönetim ilkesine uyarak
dolaylı yönetim politikası takip etmiştir. Doğrudan yönetim biçimini uygulayan
Fransa, takip ettiği asimilasyon politikasıyla, kültürel bakımdan kendi toplum
ve gelenekleriyle çatışan nesillerin yetişmesine sebep olmuştur. Yerlilerin
yönetimde söz sahibi edildiği sömürge yönetimlerinde de, sadece Avrupalılar'a
yardımcı olacak kadroların yetişmesine çalışılmıştır.
İktidarın Batılı
güçlerin elinde olması sömürge topraklarında sosyal yapıyı ve siyasî bünyeyi
bozmuştur. Kabile şeflerinin etkisiz hale gelmesiyle toplum bölünmüş ve
birleştirici, bütünleştirici geleneksel unsurlar kalmamıştır. Aynca Bati
ülkelerine ait şirketlerin şehir merkezlerinde kurdukları tesislerde, kırsal
kesimdeki yerlilerin gelip işçi olmaları, şehirleşme eğilimini ve bununla
ilgili olarak da konut ve gecekondu problemini ortaya çıkarmıştır. Batı ideolojileri,
değer yargılan ve kültür kalıplan, ortadan kalkan geleneklerin ve eski
kültürün yerini almıştır. Genellikle misyonerlerin yönettikleri okullarda
Batili ideallerle yetişen bir seçkin zümrenin meydana çıkması, yerli halkın
lehine olmaktan çok sömürgeci ülkenin lehine hareket eden bir aydınlar
zümresini oluşturmuştur.
Batılı devletlerin
Afrika'da kurdukları sömürge yönetimlerine karşı yerliler çeşitli tarihlerde
ayaklanmışlar ve Afrika kanlı çatışmalara ve kıyımlara sahne olmuştur.
Özellikle I. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürge imparatorluklarında bazı kıpırdanmalar
başladı. Kuzey Afrika'da Abdül-kerîm el-Hattâbî'nin Rif Cumhuriyeti'ni kurarak
(1921-1926), Fransız ve İspanyol egemenliğine karşı başlattığı bağımsızlık
hareketi güçlükle bastırılabildi. Senûs-îler'in Libya'da İtalyan emperyalizmine
karşı yürüttükleri direniş, bütün İslâm dünyasında büyük yankı uyandırdı.
Mısır'daki milliyetçi gelişme ise İngilizler'i ülkeye sözde bağımsızlık vermeye
mecbur etti (1922) ve Mısır 1936 tarihli İngiliz-Mısır antlaşmasıyla daha geniş
yetki ve imkânlara kavuştu. Tunus, Çad, Yukarı Volta (Bur-kina Faso) ve
Kamerun'da Fransızlara karşı ayaklanmalar yoğunlaşırken, Angola'da da Portekiz
yönetimine karşı bağımsızlık hareketi başlatıldı (1913). Alman Güneybatı
Afrikası'nda Herero ve Hotanto (1904), Alman Doğu Afrikası'nda Maji Maji
(1905-1907), Netal'de Zulu (1906), Somali'de Seyyid Muhammed (Deli Molla)
(1890-1898) ve Sudan'da Mehdî (1881-189) ayaklanmaları anılması gereken önemli
hareketlerdir.
Afrika'da asıl
bağımsızlık dönemi II. Dünya Savaşı'ndan sonra başladı. Savaş yıllarında ve
savaştan önce bağımsızlık dü-şUncesi yeterince gelişmemişti. Çeşitli yerlerde
ortaya çıkan isyanların kanlı biçimde bastırılması da, yerli ileri gelenler
arasında bağımsızlık lehindeki düşüncelerin gelişmesini engelledi. Nitekim İL
Dünya Savaşı yıllarında Afrika'nın Avrupa ile bütünleşmesini ifade eden
Eurafrica düşüncesi Lu-mumba, Senghor, Houphouet-Boigry gibi geleceğin önemli
liderleri tarafından da savunuldu ve bağımsızlığa karşı çıkıldı. Savaştan
sonra ise Birleşmiş Milletler'in, milletlerarası siyasî şartların ve cepheden
dönen askerlerin etkisiyle, bağımsızlık düşüncesi Afrika'da da kök saldı ve
özellikle Güney Asya'daki sömürgelerin savaştan hemen sonra bağımsızlıklarını
kazanması, Afrikalılar için örnek teşkil etti. Milletlerarası kamuoyunun
sömürgeciliğe karşı gelişmesi, Birleşmiş Milletlerin sömürge toplumlarını
bağımsızlığa kavuşturmak ama-
cıyla Vesayet
Konseyi'nin denetimine vermesi, Afrika'nın uyanışını hızlandırdı. 18-24 Nisan
1955 tarihleri arasında Üçüncü Dünya ülkelerine dahil yirmi dokuz Asya ve
Afrika ülkesinin tertip ettikleri Bandung Konferansı'nda, sömürgelerin
bağımsızlık istekleri açıkça ilân edildi. II. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra,
özellikle Batı Afrika'da kongreler dönemi başladı. Amerika Birleşik Devletleri
ve Avrupa'da okuyup ülkelerine dönen aydınların liderliğinde gelişen kongreler
muhtariyet, selfdeterminas-yon, anayasa gibi taleplerin dile getirilmesinde
etkili oldular. Bunun üzerine sömürgelere, sömürgeci ülkenin sayâsî yapısında
yer alan haklara benzer birtakım haklar tanındı. Siyasî partilerin kuruluşuna
izin verilmesi üzerine, 1958'lerde kongreler dönemi yerini partiler dönemine
bıraktı. Özellikle partileşme hareketi, anayasalara ve genel oy hakkına
kavuşan Batı Afrika'da görüldü.
II. Dünya Savaşı
Öncesinde Etiyopya'yı işgal eden İtalya, savaşta sömürgelerini koruyamadı ve
İtalyan Doğu Afrikası İngiltere'nin eline geçti. Savaştan sonra ise İtalya'nın
egemenliğinde bulunan topraklar Birleşmiş Milletler'in sorumluluğuna verildi.
Daha sonra Somali (1950) ve Libya (1951) bağımsız devlet olurken Eritre, Etiyopya'ya
katıldı (1952).
İngiltere 1922 ve
1936'da Mısır'a bağımsızlık yolunda önemli yetkiler vermekle birlikte, Süveyş
Kanah'nın stratejik önemi dolayısıyla buradaki egemenliğini 1956 Süveyş krizine
kadar sürdürmeye devam etti. Bu olayda Fransa ve İngiltere'nin başarısızlığa
uğraması, sömürgelerde bu ülkelere karşı yürütülen bağımsızlık hareketlerinin
güçlenmesine yardım etti ve özellikle Mısır, İngiltere-Fransa ortak egemenliği
altındaki Sudan'ın bağımsızlığını kazanmasını (1956) hızlandırdı. Birleşmiş
Milletler'in İtalyan sömürgelerine bağımsızlık vermesi, Süveyş krizinde
İngiltere ile Fransa'nın başarısızlığa uğramasından sonra, Mısır ve Sudan'ın
bağımsızlığa kavuşmaları ve milletlerarası alanda sömürgecilik aleyhine kamuoyunun
gelişmesi gibi faktörlerin hızlandırdığı Afrika'daki bağımsızlık hareketleri,
Altın Kıyısı'mn Gana adıyla bağımsızlığını ilân etmesi (1957) üzerine, birden
yoğunluk kazandı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra anayasa rejimine kavuşan Altın
Kıyı-sı'nın başkanı Kwame Nkrumah, aynı zamanda Gana'nın kurucusuydu ve
başarıyla sonuçlanan mücadelesi, onu Afrika ülkelerinde örnek alınan bir lider
durumuna getirdi. Bu bölgedeki İngiliz sömürgelerinden Nijerya 1960'ta, Sierra
Leone 1961'de, Gambia da 1965'te bağımsızlıklarını kazandılar. Batı ve Orta
Afrika'da sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra; kıtanın güney
ve doğu bölgelerindeki İngiliz sömürgelerinde takip edilen politika değişime
uğramak zorunda kaldı. Orta Afrika'da beyazların hakimiyetini sürdürmek için
kurulan Orta Afrika Federasyonu başarısızlığa uğradı. Uganda 1962'de, Kenya
1963'te ve Lalawi (Nyasaland) ile Zambiya (Kuzey Rodezya) 1964'te
bağımsızlıklarına kavuştular. 1965'te de Güney Rodezya bağımsızlığını kazandı,
ancak yönetim 1980 yılma kadar beyaz azınlığın elinde kaldı; 1980'de yönetim
siyahlara geçti ve ülkenin adı Zimbabve olarak değiştirildi. 1966'da İse
Botswana adını alan Bechuana-land ve Lesotho bağımsızlıklarını elde ettiler.
Sömürgelerini iki ayrı
federasyon halinde örgütlemiş olan Fransa, bağımsızlık hareketlerinin
gelişmesi üzerine federasyon içinde nisbî Özerklik vermeyi denedi. Bu amaçla
düzenlenen 1944 Brazavi (Brazzaville) Konferansı; Fransa Birliği'ni (Uniön
Française) oluşturmaya yönelikti. Ancak bu yapı içerisinde sınırlı özerklik
verilmesi, sömürgeleri bağımsızlık ülküsünden vaz-geçiremedi ve ilk önce bir
antlaşma ile Fas ve Tunus bağımsızlıklarını kazandılar (1956). 1958'de Gine,
Fransa Cumhurbaşkanı General De Gaulle'ün bazı alanlarda sömürgelere özerklik
vererek kurduğu Fransız Ülkeler Topluluğu'na (La Commu-naulc) girmeyi
reddederek bağımsızlığını ilân etti. Bu olayın arkasından Fransa, iki yıl
içinde Fransız Batı Afrikası ile Fransız Ekvatoral Afrikası'ndaki sömürgeleri
olan Moritanya, Senegal, Yukarı Volta, Nijer, Kamerun, Çad, Gabon, Kongo, Orta
Afrika Cumhuriyeti ve Madagaskar'a bağımsızlık vermek zorunda kaldı. Bu tarihte
Fransa'nın elinde sömürge olarak yalnız Cezayir ile Fransız Somalisi kalmıştı
ve bunlardan Cezayir, 1954'ten beri devam ettirdiği silâhlı kurtuluş
mücadelesini kazanarak 1962'de, Fransız Somalisi 1977 yılında Cibuti adıyla
bağımsızlıklarını kazındılar.
Belçika 1960'ta
Kongo'ya (Zaire), 1962'de de Burundi ile Ruanda'ya bağımsızlık vermek zorunda
kaldı. Sömürgelerine en son bağımsızlık veren ülke Afrika'nın en eski
sömürgeci devleti olan Portekiz'di. Angola ve Mozambik, Portekiz yönetimine
karşı sürdürdükleri silâhlı mücadele ile 1975'te bağımsızlık kazanırken; onların
yanı sıra Sao Tome, Principe ve Gine Bissau da aynı tarihte bağımsızlıklarıma
kavuştular. İspanya'nın sömürgesi Rio Muni ile Femando Fo ise 1968'de Ekvator
Ginesi
adıyla bağımsız bir
devlet oldu. //. Asya'da Sömürgecilik Avrupalılar'ın Asya kıtası ile sömürge
edinme amacıyla ilgilenmeleri, Afrika'da olduğu gibi XV. yüzyılın sonlarına
doğru başlar. Asya kıtasından Avrupa'ya ulaşan uluslararası kara ticaret
yollarının (İpek yolu, baharat yolu) güvenli ve prodiküf niteliğini
kaybetmesi, Avrupalılar'ı Güney Asya'ya denizden ulaşmak zorunda bırakmıştır.
Portekiz'li denizci Vasco de Gama'nın Güney Afrika'yı dolaşarak Hindistan kıyılarına
ulaşması (1498) ile başlayan, Avrupalılar'ın özellikle Güney ve Güneydoğu
Asya'ya nüfuz ve kolonlar kurma çabalan, Asya'nın tarihinde yeni bir dönemin
başlangıcı olduğu gibi, Avrupa sömürgeciliğinin de farklı bir dönemini teşkil
etmiştir.
Güney Asya kıyılarına
ulaşan Portekizliler uzun zaman için bölgelere nüfuz edemeyerek kıyalarda,
kurdukları kolonlarda ve ticaret merkezlerinde yaşadılar. Hindistan'dan sonra
Malaho takım adalarına yerleşen Portekizliler'in bazan zorla, bazan da
yerlilerle anlaşarak kurduktan koloni ve ticaret merkezlerinin en Önemlileri
Hürmüz (1515), Goa (1510), Malaka (1511), Diu (1535), Huglay (1537), Kolomba
(1517) ve Makao (1557) idi. Asya'daki zenginlikleri Merkantist ekonomi
anlayışına göre Avrupa'ya taşımak amacında olan Portekizliler; Hürmüz'den
Japonya'ya kadar etkili oldular ve deniz ticaretini ele geçirdiler. Fakat
bunların Asya'daki egemenlikleri uzun sürmedi. Portekizliler'den sonra buraya
gelen İngiliz, Fransız ve Hollandalılar Portekizliler'in ellerinde bulunan
yerleri onlardan aldılar ve kendi egemenliklerini kurdular.
Portekizliler'den
sonra Asya'ya ulaşan Hollandalılar, XVII. yüzyıl başlarında bölgedeki Portekiz
egemenliğini sarsarak, güçlü bir sömürge imparatorluğu kurdular. 1595'te Jara
ve Sumatra'ya yerleşen Hollandalılar, kurdukları Birleşmiş Hollanda Doğu
Hindistan Şirketi (1602) ile, hem sömürge alanlarını genişlettiler hem de yeni
kentler kurdular. 1619'da kurulan Bataria, bölgedeki sömürge faaliyetlerinin
merkezi haline getirildi. Malaka ve Seylan'ı ele geçir-dilerse de bu yerleri
daha sonra İngilizlere kaptırdılar. Hollandalılar, Portekizlilerin aksine,
üretim alanlarını ele geçirme politikası izlediler ve geniş çiftlikler
kurdular. Çin, Japonya ve Hindistan arasında büyük bir ticaret ağı kuran
Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, bu işten büyük paralar kazandı.
Hollanda'nın Fransız
ihtilâlinden (1789) sonra Fransa'nın eline geçmesi, bu ülkenin Asya'daki
sömürgelerini de etkiledi ve Hollanda'nın sömürgelerinin çoğu İngiltere tarafından
işgal edildi. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi dağıtıldıysa da Hollanda'nın
Güneydoğu Asya'daki hakimiyeti tamamen son bulmadı. Açe ve Sumatra'daki İslâm
sultanlıklarına bir türlü egemen olamayan Hollanda, stratejisini değiştirerek
buraları ancak XX. yüzyılın başlarında ele geçirebildi.
Portekizliler'den
yaklaşık bir asır sonra Asya'ya gelen İngilizler, kısa zamanda kıtanın güneyine
yerleşerek, güney batıdan güneydoğu Asya'ya kadar uzanan gertîş alanda hemen
hemen bütün ülkeleri sömürge-leştirerek, dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu
haline gelmişlerdir. Önce Su-rat'a (Gucerat) yerleşen İngilizler, buradan
içerilere doğru nüfuz ettiler. Madras
(1640), Bombay (1661), Kalküta (1690), Bengal
(1757), Lakarta (1761), Delhi (1803), Pencab (1819) ve Birmanya (1886) bütünü
i!e îngilizler'in hakimiyetine girip sömürge haline getirildiler.
İngiltere; Asya
kıtasında kolonlar kurma, ticaret yapma, sömürgeler edinme ve bunları yönetme
yetki ve imtiyazını, Doğu Hindistan Şirketi'ne verdi; bu şirket XIX. yüzyıl
ortalarına kadar Asya'daki bütün sömürge faaliyetlerini yürütmüştür. İngiltere'nin
XVII. yüzyılda başlattığı kıtanın güneyini tamamen ele geçirme ve sömürgeleştirme
politikası, XIX. yüzyılın ikinci yansında tamamlandı, ingiltere'nin Hint yarımadasına
bütünüyle egemen olması, 1857'de II. Bahadur Han zamanında patlak veren
"Sipahi İsyanı" sonunda gerçekleşmiştir. Hintlİler'in İngiliz
yöneticilere karşı başlattıkları isyan, sömürge yönetimi tarafından kanla ve
şiddetle bastırılarak her türlü muhalefeti ezmekten geri durmamıştır.
İngiltere'nin Avrupa'da gerçekleştirdiği Sanayi Devrimi'nde sömürgelerden
temin edilen hammadde ve ucuz emeğin büyük katkısı vardı. Özellikle
Hindistan; keten ve pamuklu dokuma sanayiinin hammadde deposu idi. Ayrıca
Avrupa'da pazarların doyum noktasına ulaşması sebebiyle, yeni tüketim
pazarları bulmak gerekiyordu. Bu itibarla Hindistan Asya pazarının en önemli
üssü olması sebebiyle kaybedilmesi düşünülemezdi.
İngiltere sadece
kıtanın güney ve güney-doğusuyla ilgilenmekle yetinmemiş; Oria-doğu, İran,
Afganistan ve Çin üzerinde de nüfuzunu artırmaya çalışmıştır. Basra körfezinde
en önemli ikmal merkezi, depo ve stratejik bir yer olan Hürmüz'ü XVI. yüzyılın
başlarında ele geçiren İngiltere, İ839'da
Arap yarımadasının
güneyindeki Aden'e yerleşti ve buradaki egemenliğini giderek bölgede yaymaya
çalıştı. Hint Okyanusu'nu Akdeniz'e bağlayan Süveyş Kanah'mn açılması (1869)
üzerine, uluslararası ticaret ve sömürgecilik hareketinde önemi birden artan
Mısır'ı 1882'de işgal ettikten sonra, Orta Doğu'yu Osmanlı Devleti'nden
koparmak için türiü tertiplere girişti ve I. Dünya Sava-şı'nda Araplar'ın
Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmalarında büyük rol oynadı. Osmanlı
Devleti'nin yenilmesi üzerine Filistin, Ürdün ve Irak İngiltere'nin
sömürgeleri oldular (1920). İran sömürge haline getiri-lemediyse de İngiliz ve
Rus nüfuz bölgelerine bölündü. XX. yüzyılın başında burada çıkarılmaya
başlanan petrol, uluslararası sermaye ve kapitalizmin göz diktiği ve bu
münasebetle ülkeleri nüfuz altına aldığı temel faktör oldu. 1932'lerde Abadan
petrolleri sebebiyle ciddi karışıklıklar çıktı. II. Dünya Savaşı'nda SSCB ile
İngiltere'nin ortak işgaline giren İran'ın, 1950'li yılların başında petrolü
millileştirmeye kalkması, ABD'li şirketlerin ve ClA'nın rol aldıktan hükümet
darbesinin yaşanmasına sebep oldu. Şah rejiminin ABD yanlısı kapitalist
politikası, halkın sert tepkisine ve Islâmi muhalefetin gelişmesine sebep oldu
ve Ayetullah Humeyni liderliğindeki îslamî Devrim (1979) ABD ve Batı karşın bir
siyasi rejimin yürürlüğe konmasına gayret etti.
Afganistan XIX.
yüzyılda Rus ve İngiliz nüfuz yansına konu oldu ve Hindistan ile Rusya arasında
bir tampon devlet görevi gördü. îngiltere 1919'a kadar Afganistan üzerinde
egemenlik kurmuş ve bu ülkenin dış politikasını belirleme hakkını elde tutmuştur.
Bu tarihte Afganistan'ın dış politika
alanında da bağımsız
bir devlet olduğunu İngiltere tanımak zorunda kaldı. Asya'nın dev ülkesi Çin
üzerinde Batılı-lar'in nüfuz yansı bu Ülkeyi sömürgeleştirme noktasına
varmadıysa da bağımsızlık çok büyük sıkıntılara rağmen korunabil-miştir. XIX.
yüzyıl ortalarına kadar dışarıya kapalı bir ülke olan Çin'in, İngilizlerin Hindistan'dan
getirip buraya soktukları afyonu yasaklaması üzerine çıkan savaşı (Afyon
Savaşı) kaybetmesi üzerine imzalanan Nankin Antlaşması (1842), sömürgeci güçlerin
bazı imtiyazlar kazanmasına yol açtı. Bu tarihten itibaren ingiliz, Fransız,
Rus, ABD ve diğer güçler Çin'in dış ticaretini ele geçirmiş ve değerli
madenleri dışarıya aktarmışlardır ki, bu durum ülkenin sosyal ve ekonomik
yapısını şiddetle bozmuştur.
îç Asya'yı
sömürgeleştirmeye yönelen Rusya, 1895 Urjana Antlaşması ile güçlü bir ülke
haline gelmiş ve hızla uzak doğu ve îç Asya'da yayılmaya çalışmıştır. XX. yüzyılın
ikinci yarısında Orta Asya'daki Müslüman-Türk hakanlıklarını (S emer kan t,
Buhara, Hive, Fergana) sömürgeleştiren Rusya; bu çağın sonlarına doğru Uzak
Do-ğu'ya yayılmaya balamışsa da Japonya bu ülkenin arzularına set çekmiş ve
1904-1905 savaşında yenilgiye uğratarak bazı sömürgelerini elinden almıştır.
Asya'da sömürgecilik
hareketine katılan bir diğer ülke de Japonya'dır. XIX. yüzyılın ikinci yansında
limanlarını dışarıya açan Japonya, kısa zamanda ekonomik ve sosyal kalkınmasını
gerçekleştirerek yayılma politikası izlemeye başlamıştır. Japonya önce
kendisine yakın olan Kore'yi ele geçirdi (1894) ve bir müddet sonra burasını
ilhak etti (1910). Formoza, Pescadrose ve Leao-tanf adalarını da ele geçirdi ve
hızla genişlemeye yöneldi. 1904'te Rusya'yı yenilgiye uğratması Mançurya'ya
nüfuz etmesini sağladı ve burada kendisine bağlı Mançuko Devleti'ni kurdurdu
(1933). 1937'de Çin'in kuzey ve orta bölgelerini işgale başladı ve bir yıl
içinde büyük bölümünü ele geçirdi. n. Dünya Savaşı'nın başlaması ile 1942 yılına
kadar çok hızlı bir şekilde Çinhindİ, Güneydoğu Asya ve Doğu Asya'yı tamamen
işgal etti ve buralarda Japon yanlısı yönetimler kurdurdu. Fakat, müttefik
kuvvetlerin Japonya'ya karşı koymalan üzerine, Japonya savaşta yenildi ve
1945'te kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda kaldı.
Asya'da sömürgecilik
hareketine katılan Fransa, İngilizlerin kıtaya geldikleri dönemde Güney
Asya'ya gelmiştir ve İngilizlerle çatışmıştır. Kıtanın güneyine İngilizler
egemen olunca Fransa Çinhindir'ye kaymak ve burası ile yetinmek zorunda kaldı.
Fransa'nın Doğu Hindistan şirketi (Com-pagnie des Indes Orieniales) önce Surat
ve Dekkan'a yerleşmek istediyse de burada tutunamadı ve Fransa'nın ilk
sömürgesi Pon-dicheri (1674) ve Chandernagar (1686) oldu. XVIII. yüzyılda
Çinhindi'nde Annam, Tonkin ve Kamboçya'ya nüfuz etmenin yollanm arayan Fransa;
burasını ancak 1885'lerde sömürgeleştirebilmiştir.
Asya'nın
sömürgeleştirilmesine katılan İspanya; Avrupa'ya ve ABD'nin etkisine nisbeten
sınırlı kalmıştır. İspanya XVI. yüzyılın ikinci yansında Filipinleri işgal etmişse
de uzun zaman burada tutunamadı ve bütün güçlerini orta ve güney Amerika'nın
sömürgeleştirilmesine ayırdılar. Almanya Uzak Doğu'da Shantang adalarını ele
geçir-mişse de I. Dünya Savaşı'ndan sonra burası ingiltere'nin denetimine
geçti. Amerika Birleşik Devletleri ise 1833'te Arap yanmadasmdaki Maskat
Sultanı ile bir ticaret antlaşması imzalayarak Ortadoğu'ya nüfuz etmeye
başladı. Güneydoğu Asya'daki bazı Sultanlıklarla ikili antlaşmalar yaparak ticareti
ele geçirmeye yöneldi. İspanya'nın elindeki Filipinler 1898'de ABD'nin eline
geçti ve bu ülkenin sömürgesi oldu. ABD'nin Uzak Doğu ve Güneydoğu Asya'daki
etkisi II. Dünya Savaşı'ndan sonra artü. 1945-1952'ye kadar Japonya, bir bakıma
ABD tarafından yönetildi. Güney Kore, Singapur, Tayland, Güney Vietnam ve Hong
Kong da etkileri daha fazla oldu, fakat bu etkiyi sömürgecilik şeklinde değerlendirmek
pek mümkün değilse de "Yeni Sömürgecilik" çerçevesinde ele alınmalıdır.
Asya kıtasında Batılı
ülkelerin sömürge yönetimleri altında bulunan toplumlarda milliyetçilik
eğilimleri ve bağımsızlık hareketleri, dünyanın diğer yerlerine göre daha
erken başlamış ve Afrika ve Amerika'daki bağımsızlık hareketlerini
etkilemiştir. Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda yenilmesi üzerine,
Batılı emperyalist ve sömürgeci devletlerin işgaline uğrayan Anadolu'dan
işgalcilerin çıkarılmaları, Mustafa Kemal Önderliğinde başlatılan Millî Kurtuluş
Savaşı ile mümkün olmuş ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur (1923). Osmanlı
ülkesinden koparılarak manda yönetimleri şeklinde örgütlenen Filistin, Irak,
Suriye ve Lübnan'da karışıklıklar devam etti. Milliyetçi önderler devamlı
bağımsızlık fikrini işlediler. Irak'a 1932'de bağımsızlık verildiyse de
İngiliz nüfuzu 1958'e kadar devam etti. Lübnan ve Suriye'ye Fransa savaş
yıllannda sözde bağımsızlık verdi; fakat bu ülkelerden Fransız askerlerinin
çekilmesi ancak 1946'da gerçekleşti. Ürdün 1946da kurulurken Filistin,
1947'de Birleşmiş Milletler tarafından Yahudiler ile yerli Araplar arasında
(aksim edildi. Yahudiler derhal İsrail Devleti'ni kurdular (1948). Arapların
bu karara karşı koymaları üzerine başlayan çatışmalar ve Filistin sorunu henüz
çözümlenmemiştir. Suudi Arabistan 1932'de krallık olurken güneydeki ve Basra
Körfe-zi'ndeki İngiliz sömürge ve protektuların bağımsız olmaları 1972'de
tamamlandı. Eski ingiliz Sömürgesi Aden'de Kuzey Yemen Arap Cumhuriyeti ile
Güney Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti doğdu.
Milliyetçilik
düşüncesinin ve bağımsızlık hareketinin XIX. yüzyılın sonlarına doğru ciddi
bir şekilde ortaya çıktığı İngiliz Hindistanı nda; Hint ulusal kongresi ülkeyi
bağımsızlığa götürecek hareketi Örgütlemede en etkin rolü oynadı. Mahatma
Gandi tarafından başlatılan sivil itaatsizlik hareketi, II. Dünya Savaşı'ndan
sonra Hint yarımadasında Hindistan ve Pakistan adıyla iki bağımsız ülkenin
doğmasını sağladı (1947). M. Ali Cinnah liderliğindeki Müslüman Cemaat (Müslim
League) Pakistam kurarken, Gandi'nin Konfre Partisi Hindistan'ı kurdu.
Hindistamn bağımsızlığını alması batıda büyük etki yaptı. Hemen ardından
Buruna (1948) ve Seylan (1948) bağımsızlıklarını aldılar. Burma 1974'te Birmanya,
Seylan da 1972'te Srilanka adlarını aldılar. Pakistan'a bağlı Bengal (Doğu Pakistan),
kanlı bir iç savaş sonrasında Bangladeş adıyla bağımsız bir devlet oldu (1971)
n. Dünya Savaşı'nda Japonya tarafından işgal edilen Filipinler (1942)
Endonezya (1963), Singapur (1965) ve Bunınei (1984)
bağımsızlıklarım
aldılar. Asya'nın bağımsızlık açısından en karmaşık ve kanlı mücadeleye sahne
olan bölgesi Fransa'nın sömürgesi olan Çinhindi oldu. Japonya son yıllarında
işgal ettikten sonra burada Laus, Vietnam ve Kamboçya adlan ile üç ayn bağımsız
devlet kurduysa da, Japonya'nın teslim olması üzerine Fransız biriikleıi savaştan
sonra geri döndüler (1946). Laus ve Kamboçya Fransız birliğine girmeyi kabul
edip yeniden sömürge haline gelirlerken Vietnam şiddetle karşı koydu ve savaş
1954'e kadar devam etti. Nihayet Fransa Uluslararası Cenevre Konferansı
(1950)'na göre bölgeden ayrılmayı kabul etti ve burada dört devlet doğdu: Laus
(1954), Kuzey Vietnam Demokratik Cumhuriyeti (1954), Güney Vietnam Cumhuriyeti
(1954) ve Kamboçya (1955). Ne var ki, Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam arasında
patlak veren savaş, ABD'nin Güney Vietnam saflarında savaşa katılmasıyla
1975'e kadar sürdü. Binlerce insan Öldü, milyarlarca dolar malzeme harcandı ve
daha da önemlisi dünyanın en büyük devleti, Vietnam bataklığında yenildi ve
çekilmek zorunda kaldı. ABD'nin buradan çekilmesi üzerine iki Vietnam
birleşti. Aslında Vietnam Kuzey ve Güney (17. enlemde) diye ikiye bölünmesi
soğuk savaş döneminin acı ve anlamsız Örneklerinden biridir. Benzer bir durum
Kore'de meydana gelmiştir. Burada da Kuzey ve Güney Kore diye iki ayn devlet
oluşturulmuştur. Kuzey Kore Güneye saldırınca (1951) ABD Birleşmiş Milletleri
devreye soktu ve buraya birlikler gönderdi. Soğuk Savaş'ın acı meyvelerinden
biri olan Kore savaşı Z954'te sona erdi ve Kore'de iki ayrı devletin varlığı
kabul edildi. Japonya da 1952'de müttefiklerden bağımsızlığını alırken Çin'de
1949'da komünist bir yönetim kuruldu. Sovyetler Birliği bünyesindeki Orta Asya
sömürgeler bağımsızlıklarını kazanamadılar ve siyasal rejime entegre oldular.
Amerika kıtasının
sömürgeleştirilmesi, Kristof Colomb'un buraya ulaşması ile başlar. İspanyollar
XVI. yüzyılın başlarında Orta ve Güney Amerika'nın yanı sıra Küba ve Hispanisla
sömürgelerini edindiler. Brezilya'da ise Portekizliler egemen oldular.
İspanyolları ve Portekizlileri takip eden İngiliz, Fransız ve Hollandalılar
Kuzey Amerika ve Antiller'e egemen oldular. Kuzey Amerika'nın en büyük
sömürgeci devleti İngiltere oldu. 1607 yılından itibaren ABD topraklarında
İngilizler koloniler kurdular. İlk İngiliz kolonisi Virginiya'da kuruldu. Bu
tarihte Amerika'da İngiliz kolonilerinin kurulması çeşitli imtiyazlara sahip
ticaret şirketleri tarafından gerçekleştiriliyordu. Kuzey Amerika'da İngiliz,
Orta ve Güney Amerika'da İspanyol kolonilerin hızla çoğalmasını ticaretin yanı
sıra dinî faktörler etkilemiştir. Özellikle Avrupa'da hakim kiliselerden
ayrılanlar ve misyonerler buradan uzak Amerika'ya gelip yerleşmiş ve buraya
kendi dinî/sosyal sistemlerini yasama imkânına kavuştular. Kuzey Amerika'da
sömürgecilik 1776 tarihine kadar devam etli ve bu tarihten itibaren
bağımsızlığın elde edilmesiyle son bulduysa da Kanada'da sömürgecilik devam
etti.
Amerika kıtasında
İspanyolların sömürgecilik faaliyetleri çok kanlı, kıyıcı ve yerli
medeniyetleri yok edici nitelikte olmuştur. 1492'de K. Colomb Küba'ya
ulaştığında
burada kurduğu Küba
sömürgesinde Avrupa'dan gelenler yerli halka her türlü zulmü fütursuzca reva
görmüşlerdir. Bu sebeple yerli nüfusun hızla azaldığı bilinmektedir. XVI.
yüzyılın başlarında sömürgeleştirilen Meksika'da yerli Astekler yok edilmekle
kalmadı, Aslek medeniyeti de yerle bir edildi. Peru'da ise înkaların ülkesi
işgal edilerek milyonlarca insan katledilerek sömürge haline getirildi.
Amerika kıtasının yerlileri ve onların kendi ülkelerinde gerçekleştirdikleri
medeniyetler kısa zaman içinde tamamen yok edildi. Kuzey Amerika'nın yerlileri
olan Kızıl Derililer, sömürgecilere karşı koymuşlarsa da bunda başarılı olduktan
söylenemez, tngiltere'ys karşı bağımsızlık kazanan, yerli halk değil buradaki
kolonlarda yaşayan İngilizlerdi.
İspanyol
sömürgelerinde Meksika, Arjantin, Şili, Peru, Kolombiya, Venezüella, Uruguay,
Ekvador, Bolivya, Panama, Guatemala, Nikaragua, Honduras, Kosta Rika,
Salvador, Küba, ve Dominik devletleri, Portekiz'in sömürgeleştirdiği
topraklarda ise Brezilya devleti doğmuştur.
II. Dünya Savaşı'ndan
sonra hemen hemen bütün sömürgeler bağımsızlıkları almış, sömürgecilik
tasfiye edilmişse de ekonomik bakımdan güçlü , kalkınmış devletlerin yeni
bağımsızlığına kavuşmuş, çeşitli ekonomik, sosyal ve siyasal problemlerle karşı
karşıya olan zayıf ve fakir ülkeler üzerindeki nüfuz ve etkileri ortadan
kalkmış değildir. Zayıf üçüncü Dünya ülkelerinin ekonomik ve sosyal bakımdan
kısa zamanda kalkınmalarını gerçekleştirmek için büyük ve zengin devletlerin
yardımlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Sanayileşmiş gelişmiş ülkelerin az
gelişmiş ülkelere yaptıkları yardımlar, bir tür yeni sömürgeciliğin ortaya
çıkmasında etkili olmuştur. Ayrıca sömürgeci ülkeler, sömürge altında
tuttukları toplumlara bağımsızlıklarım verdiklerinde buradaki ekonomik
menfaatlerinin devamım sağlayacak bazı garantiler almış, çeşitli imtiyazlar
koparmışlardı. Bunun yanı sıra genç ülkelerdeki idarecilerin de, sömürgeci ülke
kadrolarının etkisinde o I makin, sömürgeciliğin doğrudan olmasa da dolaylı
biçimde devam etmesini sağlamaktadır. XX. yüzyılın sonlarında bu alanda gelişen
nokta Üçüncü Dünya ülkelerinin, sanayileşmiş ülkelere ekonomik, ticaret ve
sosyal alanlarda bağımlı oluşları ve altından kal-kılması zor bir borç batağına
batmış olmalarıdır ki, bu durum bu genç devletlerin bağımsızlıklarını ciddî
şekilde tehdit etmektedir. Sömürgecilik, "Yeni Sömürgecilik" adıyla,
değişik görünüm altında devam etmektedir.
Davut DURSUN