Hellenistik dönemin en
önemli felsefe öğretisi olan Stoacılık, adını stoa poikile den almıştır.
Grekçe'de stoa, sütun, kemer, direk, dehliz, revak ya da d
reklere dayanmış açık
dehliz anlamlarını içermektedir. Kelime anlamı yanında terim olarak stoa,
Kıbrıs (Chypre)'h Zenon (M. Ö. 336-332/264)'un Poikile'den dolayı yerleşmiş ve
Zenon felsefesinin adı olmuştur. Stoa Poikile denilen yerde Önceleri şairler
toplandığı için "Poesile" (resim galerisi) nitelemesi yapılırken,
Zenon'un bu sütun veya revakin yanında ders vermesiyle "stoa
poi-kile" olarak anılmaya başlamıştır. Böylece felsefe tarihine giren stoa
veya stoacılık terimi Zenon felsefesinin anlatılmasını üstlenmiştir. Bunun
sonucu olarak da öğretinin kurucusu Zenon felsefesinin doğrudan anlatımı
yanında, hatta ondan daha fazla çeşitli zamanlarda ortaya çıkan felsefi görüşlerin
genel adı haline dönüşmüştür. Bu bakımdan stoacılık pagancı, kamu tanrıcı
(panteist), maddeci, iradeci (volontarist) ve antidüalist bir doğa felsefesi
özelliklerini yansıtsa da, yüzyıllar içinde değişerek gelişim göstermesi, onun
belirli bir tanıma kavuşturulma imkânını da ortadan kaldırmaktadır. Gerçekten
stoacılık çeşitli dönemlerde değişik adlarla anılmıştır ki, bunları üç grupta
toplamak mümkündür. 1- Eski Stoa: Stoa Öğretisinin kurucusu olan Zenon ile
birlikte Kleantis (M.Ö, 331-233), Krisippos (M.Ö. 280-206) felsefesini kapsar.
2^ Orta Stoa ve Poseidonios (MÖ. 135-51) felsefesini ifade eder. 3- Roma
Stoası: Cicero (M.Ö. 106-43), Annaeus Seneca (3-65), Epiktetos (50-130) ve
Marcus AureÜus (120-180) felsefeleri, bu dönemi oluştururlar.
Stoacılığın kurucusu
ve aynı zamanda fizik, dialektik ve ahlâk, yani felsefe alanındaki genel
ilkelerini koyduğu varsayılan Zenon'un eserlerinin bütünü günümüze kadar
gelememiştir. Bu bakımdan stoacılığın genel ilkelerinin belirlenmesi Zenon ile
birlikte onun izinden giden bütün stoacıların gözönüne alınmasını gerektirir.
Felsefeyi mantık
(dialektik), fizik (metafizik) ve etnik olarak üç alana ayıran Zenon ve
Stoacılar mantık ve bilgi konusunda, Kynikler gibi duyurucu (sensüalist)
durlar.
lirginleştirmekte, hem
ruhu aydınlatmaktadır. Bazı stoacılar ise, her türlü deneysel verilerden
bağımsız fikirlerin varlığını kabul ederler. Yani bazı bilgi ve düşünceler
apti-ori vardılar.
Stoacılara göre
mantık, aklın hareket yasasıdır ve mantığın kurallarına başvurmadan akıl
hakikati bulamaz. Bazı stoacılar mantığı, retorik ve dialektik olarak ayırırlar.
Kıyası da kabul eden stoacılar, kıyasın açıklamayı kolaylaştırdığım, doğru akıl
yürütmeyi sağlayarak düşünceyi düzenlediğini belirtirler. Akıl yürütme
öncüller (pre-misses) ile bir sonuçtan; kıyas ise, bu önermelerden çıkan
toplanmış bir akıl yürütmedir. Akıl yürütmenin doğru olması için bîl-ginin
dialektik bilmesi gerekir. Çünkü doğruyla yanlışın ayndedilmesinde diyalektiğe
ihtiyaç vardır.
Fizik ve aynı zamanda
metafizik öğretisinde maddeci ve monist, ayrıca panteist ve spiritüalist olan
stoacılık her varolan nesneyi cisimleşmiş kabul eder. Cisimleşmeyle varolan
nesne hem muharrik, hem etkin özelliktedir, bu özelliğe sahip olmayan, yani
cisimleşmeyen nesne sadece soyutlamadan ibarettir. Maddi olan, cisimleşen asıl
gerçektir, çünkü ancak maddî olan varlık bir şey yapmaya, etkide bulunmaya ve
kendisiyle bir şey yapılmaya, edilgin unsur olmaya elverişlidir. Dolayısıyla
evrenin ilkesinin maddi bir şey olarak anlaşılması gerekmektedir, maddi
ilkedeki etkin ve edilgin unsur bu anlamdadır. Edilgin unsur, yani ilk madde
(protehyle), Platon ve Aristoteles'te olduğu gibi, kemmiyet olarak değişmez
ve hiçbir niteliğe de sahip değildir. Etkin olan (aiton) ise, Herakleitos'un
"Lo-tos"u, Anaksagoras'ın "Nous"u gibidir. Yani evrene
düzen veren akli ilkedir. Buna Ze-
non Tanrı veya doğa,
der. Tanrı veya doğanın özü de ateştir. (Herakleitos'un arkesi ve etkisi)
Ancak stoacılar alelade ateş ile akıllı, yaratıcı ateşi birbirinden ayırırlar.
Alelade ateş yalnızca keı ıirir, yokeder, akıllı veya yaratıcı ateş ise akli
olarak, düzenli olarak biçimlendirir, yaratır, hayatı meydana getirir ve geliştirir.
Stoacılığın Tann
anlayışı da bu düzenlemede temellendirilir. Onlara göre nesnenin kaynağında,
herşeyin kendi özünden çıkıp yine kendine döndüğü bir ilke vardır ki bu ilk ve
evrensel öz veya cevher Tann'dır; evrenin ruhudur. Maddeyi hareket ettiren
odur ve maddesiz varolmayan bir güçtür. Kendisi maddeden yaratılmış değildir,
aynı şekilde madde de ondan yaratılmamıştır, ama madde muharrik ve etkin olan
bu gücün düzenlemesiyle varolmaktadır. Doğa kanunları da bunlara bağlı olarak
meydana gelmektedir. Bu mutlak bir ilkedir, değişmez ve zaruridir. Evrenin
muharriki ve mü-esseri olan Tann, ayrıca koruyucu olduğundan herşeyi ihata
eder, kuşatır ve hükmeder, fakat onun hakimiyeti bütün olarak bilgelik ve
aklilik taşır. Aynca Tann, evrenin her bir varlığına özel doğasını, kendi
ruhundan bir kısmını ve amacını bağışladığından, evrendeki bütün varlıkları
uyum içinde, tek bir amaca yöneltmiş olarak düzenler. Bu bakımdan evrende
faydasız, düalist hiçbir şey, tesadüf yoktur. Tıpkı maddeyle ruh nasıl ayn değillerse,
aynı şekilde Tanrıyla evren, yani tabiat birbirinden ayn ve bağımsız değildirler.
Stoacılığın kamu tanrıcılığı, panteizmi kısaca budur.
Stoacı felsefenin en
önemli ilkesi etik alanı veya ilkesidir. Ahlâkın temel ilkesiy-se, doğaya uygun
yaşamak ur. Doğaya uygunluk, Zenon ve Krisippos'da olduğu gibi
akla uygun yaşamak
anlamına da gelir. Çünkü doğa bütün bir evren (cosmos)dir, evren ise küllî veya
mutlak akıldır. Her cisim yaşar, her varlık canlıdır; herşeye hareket ve
şekil veren ruhtur. Maddenin hareketsiz, edilgin, kör ve aşağı bir unsur olmasına
karşılık, ruh verimlidir, akıldır, evreni düzenler ve ona hükmeder. Bu insan
için de sözkonusudur. Bu bakımdan insan, aşağı unsur olan maddesine, yani
bedenine, yüce unsur olan ruhu hâkim kılmalıdır, Tann'nın evreni düzenleyip
idare ettiği gibi yönetmelidir. Özet olarak akıl ve doğaya uygun davranmalı
ve yaşamalıdır. Çünkü hayat, birbirleriyle uzlaşamayan iki düşman, yani özgürlük
İle istekler ve tutkular arasında cereyan eden şiddetli bir savaştan
ibarettir. Bu savaşın kazanılması, özgürlüğün elde edilmesi için istek ve
tutkuların dizginlenmesi, zayıflatılması ve kesinlikle yokedilmesi gerekmektedir.
Kaldı ki tutkularımız doğaya, akla da aykırıdırlar. Tutkuları anlamak ve
sınırlandırmak ya da yokedebilmek için, doğal eğilimlerle aralarındaki farkın
bilinmesi gerekir. Küçük bir evren olan insan, evrenin ruhundaki etkin güce
sahiptir ki, bu etkin güç irade olarak da tanımlanabilir. İrade, daima bir
tutkudan ibaret olan maddeyle savaşır ve bu savaşın amacı ise, evrenin bir
sim olan erdeme yükselmektir. Erdem ise, ferdin hayatında varolan tek iyidir.
En yüksek iyi, kendiliğinden kazanılan erdem, kendiliğinden yerine getirilen
ödevdir, ötekiler (sağlık, servet, ün, haz) tuücula-rımızın hedefi
olduklarından kötü olan şeylerdir.
Stoacı öğretide
"doğal olan" ile "doğaya aykın olan" ayrımı yapılır ki, bu
hem stoacı felsefelerin hem de stoacı ahlâkın ilkesidir ve hem de özgürlük,
doğal hukuk görüşlerinin dayanağıdır. Onlara göre insanın doğal olana uyması,
erdemli olmasıdır, erdemli olabilmek için de ödevin tam olarak yapılması
gerekir. îşte ödev doğaya (akla) uygun bir hayat yaşamayı zorunlu kılmaktadır.
Stoacılar doğal
olanın, yani doğanın bütün insanlara aynı yasayı, aynı haklan verdiğinden hareketle
ideal bir dünya yurttaşlığı (cosmopolitismus) anlayışına ulaşırlar. Bu aynı
zamanda yüksek bir ahlâki idealdir ki, bütün insanların eşit olmasını
gerektirir. Böylece tabiî hukuk, Özgürlük, eşitlik vb. gibi kavramları
"doğal olan" kavramından çıkartarak temellendirirler. Aynca stoacılar,
bireyciliği de savunurlar.
Stoacı felsefeler
hıristiyanlığın ilk yıllarında Patristik felsefeyle karşı karşıya kalacaktır.
Bu ilk hıristiyanlık döneminde reddedilmek istenen stoacılık daha sonra skolastik
felsefede belli bir etkinlik kazanacaktır. Özellikle Hümanizme ve Rönesans'ta
stoacılık daha geniş bir ilgiye kavuşacaktır.
İsmail KILLIOĞLU