En genel şekilde, din
adamları sınıfı tarafından dinsel kurallarla yönetilen toplumların yönetim
biçimi olarak tanımlanabilen teokrasi kavramı birbirinden farklı anlamlara
gelmektedir. The"os (ilâh-Tanrı) ve Kratos (kuvvet-güç) kelimelerinden
oluşan teokrasi kavramı, tann kuvvetiyle idare edilen devlet anlamını
vermektedir. Yönetimin dine bağlı olduğu toplumlara teokratik toplum, devlete
teokratik devlet ve si-yasî-İdarî sisteme de teokrasi denmektedir.
Teokrasi ile
kavramlaştınlan dine bağlı siyasî idarî sistemlerde din, toplumsal sistemi
belirleyen tek kuvvet olup siyasî iktidar din adamlarının elinde ve
tekelindedir. Toplumda bütün düzenlemeler din tarafından yapılmakta ve idarî
kadrolar din adamlarınca kullanılmaktadır. Toplumsal ilişkileri ve
örgütlenmeyi düzenleyen bütün hukuk normları, dine dayandırılmış olup dinin
dışında hiçbir şey hukuka kaynaklık edememektedir. Devletin siyasî ve idarî kurumlan
ile hukuk yapısı dinden ayrılmış bulunmamaktadır.
İnsanlık tarihinin en
eski toplumları birer teokrasidirler. Eski teokratik toplumlarda siyasî
iktidarın başında bulunan siyasî şef, aynı zamanda bir üstün din adamı idi.
dinsel liderlikle siyasî liderlik bir kişinin şahsında birleşmişti. Hatta, eski
Mısır yöneticileri olan Firavunlarda görüldüğü gibi, siyasî lider bir Tann
(Theos) olarak kabul edilmiştir. Afrika'nın klan i k toplumlarında topluluğun
şefi olan kişi, siyasî iktidarı şahsında topladığı gibi geleneksel dinin en üstün
temsilcisi ve Tanrısal nitelikleri haiz ka-rizmatik bir lider olarak kabul
edilmiştir. Bolluk, kıtlık, yağmur vb. tabiat olaylarının düzenleyicisi olarak
görülen bu şef, bir tür "ThĞos" olarak algılanmıştır.
Kendini lann (theos)
yerine koyan, kendisine tabiatüstü kuvvetlerin izafe edildiği siyasal
liderlerin toplumları yönetmelerine de teokrasi denmiştir. Eski Firavunlar, Japon
kralları, çağdaş bazı liderler tabiatüstü
kabul edilen ve bu
nitelikleriyle lop] um lan yöneten kişilerdir. Bir bakıma tanrı yerine konmuş
olduklarından bunların yönetimleri bir tür teokrasi olarak
değerlendirilebilir. Diğer yandan bazı liderlere tabiatüstü bir kuvvet izafe
edilmemekle beraber tabiatüstü kuvvet tarafından toplumu yönetmek için görevli
olduğu iddiası öne sürülür ve bu kişi tarafından toplum keyfî şekilde
yoneti-lirse, bu durumda da teokrasi söz konusu olur.
Aslında, bütünüyle
Tanrı gücü île idare edilen, dünyevî güçlerin hiçbir etkisinin bulunmadığı
toplumlar yoktur. Teokrasilerde, siyasî ve idarî liderler, dini, daha çok
meşrulaştıncı bir yapı olarak kullanmakta ve kendi düzenlemelerini dinî
motiflerle sunarak otorite sağlamaktadırlar.
Kendini bir teo
(Tanrı) olarak topluma kabul ettiren firavunların teokratik yönetimlerini bir
tarafa bırakırsak teokrasilerin Batı Hıristiyan toplumlarında ortaya çıktığı
görülür. IV. yüzyılda Roma împaratorlu-ğu'nda yayılma imkânı bulan
Hıristiyanlık, kısa zaman içinde Avrupa'da güçlü bir din haline geldi ve
giderek taraftarları çoğaldı. İmparator Dioclatİanüs'ün yönetim organizasyonunu
izleyerek benzer biçimde örgütlenen Hıristiyanlık kilise yapısı içinde piramidal
biçimde güçlü bir örgüt haline geldi ve güçlenmesiyle beraber siyasal-yönetsel
yapıyı etkilemeye başladı. Kilise, dinsel alanın yanısıra siyasal ve yönetsel
alanda da giderek fonksiyonlarını artırdı ve Roma İmparatorluğundan sonra
Frankların Mero-venjler döneminde (481-751) Kilise'deki görevlilere (din
adanılan) yönetimde yer verildi. Karolenjler döneminde (754-978) ise Kilise'nin
siyasal etkisi iyice artü, kralların iktidar olmalarında Papa etkin rol
oynamaya başladı. Charmagne zamanında (742-814) Kilise'nin başı olan Papa Kral
seviyesine yükseltildi ve siyasal sistem giderek dinin etkisine girdi. Feodal
çağda, güçlü imparatorlukların dağılarak çok sayıda prensliklerin ortaya
çıkması dinin bu dev-letlerdeki etkisini artırmada olumlu işlev gördü. Kilise
yönetimlere hâkim olarak bütün siyasal ve yönetsel kadroları ele geçirdi;
böylece Avrupa'da Kilise devletleri doğdu. Kilise'de görevli din adanılan
(ruhban sını-fı-Clericus) tarafından din kurallarına göre yönetilen bu
devletler teokratik sistemlerin başlıca örneklerini teşkil ettiler. Bu çağda
Kilise (Ruhban sınıfı) tarafından savunulan "doğrudan iktidar
teorisi", dinin siyasal-yönetsel sisteme egemen olmasını dile getirerek
teokrasinin teorik temellerini oluşturmaya çalıştı.
Ortaçağ'da Kilise'nin
gücUne ve siyasal alandaki etkisine karşı ciddi muhalefet hareketleri gelişti.
Kilise'nin kendini yenilemek zorunda kalmasıyla gelişen reform hareketleri
Kilise'nin birliğini ve gücünü sarsarken yönetimde giderek etken olmaya çalışan
yeni toplumsal sınıflar ortaya çıktı. Burjuva sınıfının büyük bir başarısı olan
Fransız ihtilali (1789) ile Avrupa'da teokratik yönetimler iyice geriledi ve
Batıda KÜi-se'nin tamamen devletin dışına bırakıldığı laik yönetimler kuruldu.
İslâm dünyasında
Batıdakine benzer teokratik yönetimler kurulmamakla birlikte, İslâm dini
kurallarına göre örgütlenen siyasal sistemler yaşama imkânı buldular. Is-lamî
yönetimlerin Batıdakilere benzememesi, öncelikle İslâm dininin Özgün yapısından
ve kuruluşundaki özelliklerden kaynaklanmıştır. Hz. Peygamber (s.) dönemi
tipik bir teokrasi olarak kabul edilebilse de
Baü teokrasilerinden
oldukça farklı özellikler göstermektedir. Hz. Peygamber'den sonra ise İslâm
yönetimleri, hiç bir şekilde bir din adamları sınıfının egemen olduğu siyasal
yapılar değildir. Sadece toplumun Kur'ân'ın ortaya koyduğu kurallara göre düzenlendiği
bir hukuk devleti olarak ortaya çıkmışlardır.
İslâmiyet, kendisinin
dışında bir dünyevî gücü (Sezar- Melik) kabul etmediğinden, Hıristiyan
toplumlarında görülen Kili-se-Kral çatışmasına benzer bir mücadeleye tanık
olunmamıştır. İslâm dini, toplumsal ve siyasal hayatın her alanında
"Tevhid" ilkesinin geçerli olduğunu savunmuş ve toplumun
örgütlenmesini tek bir güce vermiştir. Toplumda siyasal iktidarı, elinde tutanın
din adamı olmasına ihtiyaç olmamakla birlikte dinsiz olması da kabul edilmemiştir.
Samimi bir müslüman olmasının yanında bazı özel nitelikler aranmıştır.
Yönetim-din ilişkileri
açısından Osmanlı Devleti'nin bir teokrasi olduğu iddia olunmakla birlikte bir
"Yarı-dini Sistem" olduğu savunulmaktadır. Osmanlı yönetiminde dinin
yönetime bağlı oluşu, şeyhülislamlık örgütünün kamu bürokrasisi içerisinde
yer alması, din gücünün siyasal güç tarafından denetlenmesi ve benzeri yapısal
nitelikler Osmanlı'yı bir teokrasi olarak değerlendirmeye imkân vermemektedir.
Cumhuriyet Türkiye'si de anayasal olarak laik ise de, aslında "Yan Dinî
Sistem" olma özelliğini nisbeten korumakta olduğunu söylemek daha anlamlı
görülmektedir.
Davut DURSUN
Bk. Laiklik