Yahudi dini. İlahi menşeli olmakla beraber günümüzde
tamamen ilk orjinini kaybeden ve dîn olma vasfından ziyade etnik ve kültürel
tarihi bir toplumun inançtan bütünü.
Yahudilik, Babil sürgününden beri milli bir din haline
getirilmiş ve bu özelliği günümüzde çok açık bir şekilde pekişmiştir. Ne var
ki, tek Tann'yı vahye dayanan kutsal ki-(abi ve peygamberleri kabul eder
görünme-siyle milli dinlerden aynlırken, özellikle dini ırka özgü kılmasıyla
da ilahi dinlerden farklı bir konuma yerleşmiştir. Dolayısıyla Yahudiliğin bir
din mi, ırk mı, veya milletmi olduğu hususunda açık bir görüş ileri sürebilmek
zorlaşmaktadır. Nitekim, Yahudi teriminin yanında ibrani ve İsrail terimlerinin
iç içe geçmiş bir şekilde kullanılır olması bunun bir göstergesidir.
Yahudi terimi, İshak oğlu Yakub'un oni-ki oğlundan
dördüncüsü olan Yuda veya Yahuda'ya izafeten kullanılmıştır. Bir başka
rivayette Filistin'in güney bölgesinde ortaya çıkan Yuda veya Yahuda Krallığı,
Yahudi teriminin kaynağı olarak ileri sürülmüştür.
ibranî terimi, İshak oğlu Yakub'un oni-ki oğlundan
dördüncüsü olan Yuda veya Yahuda'ya izafeten kullanılmıştır. Bir başka
rivayette Filistin'in güney bölgesinde ortaya çıkan Yuda veya Yahuda Krallığı,
Yahudi teriminin kaynağı olarak ileri sürülmüştür.
İbranî terimi, "îbrî" veya "Hibrî"
kelimelerinden türetilmiş olup, M.Ö. XV-XIV. yüzyıllarda Filistin'e gelen
göçebe bir kabilenin ismidir.. "Öte yakanın insanları" demek olan
İbrani kelimesi, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür yakasından gelen göçmenleri
işaret etmektedir. Kenan ülkesi yerlilerinin bir nitelemeyi yaptıkları Yahudi
kutsal metinlerinde belirtilir.
İsrail terimine gelince; Tevrat (Tekvin XXXII/28;
XXXXV/9-Hoşea XIl/4-5)'ta nakledildiğine göre, Tanriyla ve insanlarla güreşip
yenen anlamında Tanrı tarafından Yakub'a verilen bir unvandır. Fakat Yahudi
ansiklopedisi (The Universal Jewish Ency-clopedia, New York 1948) kelimenin
"Tanrı'yla mücadele eden" anlamı taşıdığını da belirtmektedir.
Taberi Tarihi'nde (1/320) İsrail teriminin Hz. Yakub'a izafeten "gece
işinde Allah'a giden" anlamında kullanıldığını söyler. Ayrıca On İki
Yahudi kabilesine de İsrail denildiği rivayeti varsa da, bu bağlamda İsrail
teriminin Hz. Süleyman'dan sonra ikiye bölünen ve kuzeydeki kabilelerin
krallığını belirtmek üzere kullanıldığı bilinmektedir. Şu var ki, Babil sürgününden
sonra Yahuda (Yuda)'ya geri dönen tbraniler, genel olarak İsrailliler olarak
anılmışlardır.
Özet olarak söz konusu kavim, Filistin (Kenan
ülkesi)'e yerleşmeden önce İbrani, burada îsrailler, sürgünden sonra da çoğunlukla
İsrailoğullan, fert olarak da Yahudi şeklinde nitelendirilmişlerdir. Fakat üç
terimin de aynı şeyi ifade ettiği söylenebilir.
Yahudi Dini'nde, Müslümanlıkta olduğu gibi, belirli
iman esasları tesbit edilmiş değildir. Daha doğrusu İslâm dünyası ile temastan
önce böyle bir zorunluluk hissedilmemişti. Nitekim ilk defa bir teolojik sistem
kurma çabası içinde gördüğümüz İskenderiyeli Yahudi Philo (M.Ö. 20 ile M.S. 50
veya 60 yıllan arasında yaşadığı bilinmektedir) bazı temel esaslar ileri
sürmektedir. Bunlar:
1- Allah vardır ve hükmeder,
2- Allah Bir-dir,
3- Bu alem sonradan Allah tarafından yaratılmıştır,
4- Yaratma (tekvin) birdir,
5- Yaratmayı ilahi takdir idare eder. Fakat bu
esaslar, daha doğrusu Philo'nun
teolojik görüşleri, pek çok taraftar bulmamıştır.
Esasen Filistin ve Babil'deki Yahudi cemaatinden ayrı, bir koloni halinde Mısır'da,
bilhassa İskenderiye'de yaşamakta olan Yahudiler, dinlerinin adı geçen Ülkelerdeki
gelişmelerden hemen haberdar olamam ıslar, beraber yaşadıkları Yunanlılarla
daha çok kaynaşmışlar ve karşılıklı tesirlerde bulunmuşlardır. Nitekim İskenderiye'deki
Yahudi cemaatinden yetişmiş olan Philo'nun, doğrudan doğruya
"Ta-nah"& dayanarak kurmuş olduğu teoloji sistemi bir yana, ileri
sürdüğü "Allah'ın Birliği" doktrini, dahi, "Yahudi tevhid'i
değil, bu ancak felsefi tevhiddir" hükmü ile karşılaşmış, kendisi Yahudi
filozoflar arasında dahi sayılmak istenmemiştir.
Philo'nun ortaya attığı "Tek Allah" görüşü
"Tanah"ın telakkisine de uygun olmakla beraber, ondan neş'et
etmemektedir diyen bir yazar şöyle devam etmektedir: "Onun tamamen felsefi
olan monoteizminde bütün varlıkların 'İlk Sebeb'i olarak, ebedî, değişmez,
ihtirassız, dünya fenomeninin çok üstünde bir Allah akidesi anlatılır.
Doktrinin başlıca özellikleri, İlk Sebeb'in mutlak Birliği1, 'Mutlak
Gerçekliği'- 'Ebediyeti' ve 'Değişmezliği'dir. Bütün bu özellikler O'nu zorunlu
olarak insan için bilinebilir şeyler planının üstüne çıkarmaktadır. Bu İlk
Se-beb, doğrudan doğruya dünyanın yaratıcısı olarak değil, kainatın ve bütün
içindekileri meydana getirmek üzere, İlk Sebeb'in tasavvur edilmiş olan
kudretinin in'ikâs ettiği vasıtalar yolu ile ebedî tecellinin ebedî kaynağı
olarak düşünülür. Bu tecellî durmaksızın vukua gelmektedir ve tıpkı kaynağı
gibi o da ebedidir, Philo bu tecellî'ye Logos1 adını verir,"
Philo'nun devrinden itibaren, Ortaçağlarda ve hatta
zamanımızda, bazıları "On Emir"i gerçek imanın prensipleri olarak
görmek ve göstermeye meyletmişlerdir. Buna bağlı olarak tespit edilen 613
emirle bîr bütün kurulmak istenmiştir. XIX. yüzyılın sonlarında Birleşik
Amerikalı Yahudi
din adamları tarafından On Emrin, Yahudiliğin temeli
olduğu hususu savunulmuştur.
Miladî sekizinci yüzyılda, müslüman dünyası ile yakın
temas, bu temas sonucu zuhur eden Karaim adlı Yahudi mezhebi ile mücadele
zorunluluğu, diğer taraftan müslüman kelamcılannca yahudiliğe yöneltilen
hücumları önleme endişesi, iman esaslarının yeni bir görüşle ele alınmasına
yol açmıştır. Bu konuda ilk çalışmayı yapan "Saadia Gaon" (Arapça
ismiyle Sald b. Yusuf el-Feyyumî) (892-942)'dir. Tamamen İslâm'ın ve bilhassa
Mutezile mezhebinin tesirinde kaldığı "Emunot ve Deot" (=Ema-nal ve
îtikadlar) adlı eserinde, Yahudi Di-ni'nin esaslarım ortaya alarken işe
Allah'tan başlar:
"Dinin en önemli gerçeği Allah'ın varlığıdır.
Tanah'tan bildiğimiz bu hususu şimdi akıl ile de isbat etmeliyiz. Delil, hiç
birimiz Allah'ı görmediğimiz ve varlığı hakkında doğrudan doğruya kesin bilgi
sahibi olmadığınız için, hiç şüphesiz dolaylı olacaktır. Kullanacağımız metod,
kesin olarak bildiğimiz şeylerden mantık kuralları ile adım adım ilerleme yolu
ile araştırmamızın hedefine ulaşma, yani istidlal metodudur. Dünya bugünkü
haline elbette daha ilkel bir maddeden gelmiş veya getirilmiş olacaktır, acaba
bu ilkel madde nasıl olup da bu hale inkılâp etmiştir. Eğer sonsuzdan beri
varsa Allah'ı isbat imkânı yoktur, fakat hiçbir şey kendi kendini yaratmayacağına
göre, bu maddeyi yoktan var eden 'birisinin' olması gereklidir. İşte bu
Allah'ın varlığının delilidir. Keza dünyanın bir hacim kaplaması ve sonlu
olması, çevresindeki gezegenlerin de aynı mahiyette bulunması, bunların sonsuz
bir kudret sahibi tarafından yaratılmış olmasını gerektirir. Bitki ve
hayvanların doğup, büyüyüp ve ölmeleri de Allah'ın varlığının
delillerindendir."
"Allah bütün bu şeyleri niçin yaratmıştır? Onu
buna sevkeden hiçbir sebep yoktur, fakat bütün bunlar da boşuna da yapılmamıştır.
Allah hikmetini göstermek istemiş ve O'nun uluhiyeti yaratıklarını kendisine
ibadet etmeye muktedir kılmak üzere harekele geçerek bu eserleri meydana koymuştur.
Allah bir cisim ve bedene de sahip değildir. Eğer böyle olsa idi sonlu olur ve
O'nu her cephesi ile idrak edebilirdik. Allah bir cisim olmadığına göre
hareket veya istirahat veya öfkelenme ya da memnun olma ona yaraşmaz, zira
bunlarm hepsi arazdırlar ve bedenî arazlar da bedeni ihata eder."
Allah'ın cisimsiz oluşu O'nun 'Bir' oluşunun delilidir. Zira cismî sıfatlar
veya sayılar cisimsizliğe ıtlak edilemiyeceği cihetle Allah da birden fazla
olamaz. İkili Allah nizamını reddedecek çok kuvvetli delilleri ileri
sürülebilir."
Önemli sıfatları "Hayat", "Kudret"
ve "ilim" sıfatlandır. Bu üç sıfat birbirine bağlıdır. Tam kudret
sahibi olmayan bir yaratıcı tasavvur etmek imkansızdır, kudret ha-yal'ı
gerektirir ve bir yaratıcı ne yarattığını ve yaratacağını yaratmadan öne
bilmeksizin "Tam ve Mükemmel" olamaz.
Yahudi Öğretileri belli başlı üç unsur ihtiva eder.
Birincisi emirler ve yasaklar, ikincisi bu emirlere itaat veya isyana bağlı
olarak mükafat veya ceza ve üçüncüsü kendilerinde ilahî emirlerin sonuçlarını
görmek mümkün olan tarihî şahsiyetlerin hayat hikâyeleridir. Yazılı Tora* Şifahîsine
inanılmadığı müddetçe maksadını gerçek-leştirmez, bu temeldir, zira bu
olmaksızın ne fert ne de toplum var olabilir. Hiç kimse. yalnız kendi hislerine
uyarak, yaşayamaz, başkalarından alacağı bilgilere bağlı kalmak zorundadır.
Dinî kanunlarından herhangi birini ilga veya neshetmek kabil değildir, zira
an'ane bu görüşü mutlak olarak benimsemektedir. Esasen bizzat Tevrat kendi
kıymetinin devamlı olduğunu ifade etmektedir.
"Aklî" melekeye sahip bulunması ve alemin
kendisi için yaratılmış olması hasebiyle diğer yaratıklardan Üstün olmasından
ötürü yalnız insana emir ve nehiylerde bulunulmuştur, însanm bedeni küçük
fakat zihni geniş ve büyüktür. Hayatı kısadır, fakat bu ona, ölümden sonraki
ebedî hayata yardım etmesi için verilmiştir. Eğer Allah insana bazı emirler
vermiş ve bunların uygulanmasına göre sonunda ona mükafat veya ceza
vadetmişse, hiç şüphesiz ona bu hareketleri yapma veya yapmama
"gücünü" de vermiştir. Bunu Tevrat ifade etmektedir: "önüne
hayatı ve ölümü koydum... bu sebeple kendine hayatı seç" veya '..bu sizin
elinizle oldu..' Talmud'üa da aynı şey ifade edilmektedir. 'Allah 'Kadir-i
Mutlak'dır ve şüphesiz ferde verdiği iradeyi onun nasıl kullanacağını da bilir,
çünkü Allah'ın "İlm"i insanın hareketinin sonucu değildir. O her şeyi
'ezel'den bilmektedir, bu itibarla insanın da iradesini nasıl ve nerede
kullanıp neyi seçeceğini bilir, insan hiçbir zaman Allah'ın bilgisine aykırı
hareket edemez, ama bu hiçbir zaman onun hareketlerini Allah tayin ediyor
demek olmaz. Bu görüş noktasından hareketle Tevrat'ın "Ben Fira-vun'un
yüreğini katılaştıracağım... Fakat Firavun sizi dinlemiyecek" ifadeleri
kolaylıkla açıklanabilir." (Saadia Gaon, Emunot ve Deot)
İrade meselesinin gerek ortaya konuluşunda ve gerekse
açıklanmasında tslamî tesir gayet bariz olarak görülmektedir. Yu Sa-adia
Gaon'an Irak'ta, yani îslamî tefrikanın en kesif bulunduğu bir bölgede ve
devirde yaşamış bulunmasının bundaki rolü büyük olsa gerektir. Yazarımızın
itikadî esaslardan saydığı, teknik deyimi ile "kader meselesi" daha
Önce ele alınmamıştır. Esasen gerek Saadia ve gerekse daha sonra gelen din ve
ilim adam lan n m ortaya koydukları "iman esaslann"a, önce geçen
devirdeki ya-hudilerce, ileride göreceğimiz bazı mez-heplerce itibar
edilmemektedir. Fakat önemli olan, böyle iken, o mezhep mensuplarının
"Dinden çıkmış" sayılmamalarıdır.
"İnsanın hareketleri, ruhu saf veya lekeli kılmak
hususunda bir tesirde bulunur. Ruh, zihnî bir cevher olması hasebiyle insan bu
tesiri göremez, fakat Allah bunu bilir. Allah bizim hareketlerimizi de tescil
ile muhafaza eder ve gelecek olan dünyada (Olam Ha-Ba) bunlara göre mükafat
veya ceza verir. Bu zaman O'nun hikmetinin sayısını tayin ettiği bütün ruhlar
gelip geçmedikçe dolmayacaktır. Aynı zamanda, bilahare verilecek olan mükafat
ve cezaların bir kısmı -pey olarak- bu dünyada verilecektir."
"Bundan başka bir dünyanın, insanın mükafat veya
ceza görebilmesi için var olması akıl, nakil ve an'ane ile sabittir. Allah'ı
tanımak ve O'nun emrettiği yoldan yürümek bize bu dünyada ne kazandıracaktır?
Zenginlik ve şerefin en üstününe ulaşmış olan bir kimse bile, bu dünyada,
hayatından memnun ve mutmain değildir. Bu dünya, iyilikle kötülüğün karışık
olduğu ve hatta ikincisinin daha çok olduğu bir yerdir. Ruhun bu dünyada
çektiği ıstırapların dineceği ve sükun ve saadete ulaşacağı, mükafata
kavuşacağı bir diğer dünyanın varlığı zo-
runludur. Ahd-i Atik'i kabul eden bir kimse de diğer
dünyanın var olduğuna inanır, öyle olmasaydı Yitshak (îshak) niçin kurban
edilmeyi göze alacak, Hananiye, Mihael ve Azariya, Nebukadnesser'in altın
heykeli önünde secde etmektense ızdıraplara göğüs germeyi niçin tercih
edeceklerdi. Danyal, niçin kralın emrine karşı gelip arslan kafesine atılma
pahasına Allah'a ibadete devam edecekti? Eğer bu dünyada çektikleri ıztıra-bın,
diğerinde mükafatına nail olacaklarını bilmeselerdi böyle davranmazlardı."
"Talmud"Ğa şöyle denilmektedir: "Gelecek
dünyada ne yeme, ne içme, ne eğlenme, ne alım ve satım vardır, yalnız muttaki
kişiler, başlarında tac olduğu halde ve Allah'ın nurunun ihtişamı ile zevk
içinde yaşarlar."
"Fakat yeniden dirilme zamanı gelmeden önce
İsrail'e has bir olay vaki olacaktır Peygamberlerin verdikleri sözlere uygun
olarak biz inanırız ki, Israiloğulları sürgünden bir Mesih sayesinde
kurtulacaklardır. Bu inancı akıl da kabul eder, zira, Allah âdildir, madem ki
bizi günahlarımızdan Ölürü memleketten ve bağımsızlıktan mahrum eden O'dur, bu
cezanın da bir sonu olmak gerektir. David'in oğlu Mesih gelecektir,
Yeruşalim'i düşmandan temizleyecek ve kavmi ile oraya yerleşecektir.
Israiloğul-lan bulundukları yabancı memleketlerde Filistin'e toplanıp
geldikleri zaman, yeniden dirilme zamanı da gelmiş olacaktır. Süleyman'ın
inşa ettiği Mabed yeniden bina edilecek, Allah'ın nuru yine onun üzerine
yerleşecek, genç-ihtiyar, efendi-köle bütün İsraillilere nübüvvet nuru ihsan
edilecektir. Bu mukaddes devir zamanın sonuna yani bu dünya yerini diğerine
terk edene kadar devam edecektir."
"Ruhun müstakbel yeri olarak biz "Gan Eden'
(^Cennet) ve 'Ge-Hinom' (=Cehen-nem) u kabul ederiz. Birincisi saadeti ifade
eder ki, dünyada bahçeden daha güzel bir yer yoktur" anlamı da bundan
alınmıştır. Ge-Hinom ise Kitab'da Mabed'in bulunduğu yerden pek uzakta
bulunmayan pislik içinde bir yere bağlanmıştır. (Bu yer halen Kudüs'de bulunmakta
ve cehennem diye adlandırılmaktadır).
Öteki dünyada mükafat da ceza da sonsuz olacaktır,
nitekim Allah insanların hareketlerine göre ebedî ceza va'dinde bulunmaktadır."
(aynı eser)
Saadia Gaon'un ortaya attığı esaslar sekiz madde
içinde formüle edilmektedir:
1- Alem sonradan yaratılmadır (hadistir).
2- Allah tek olup cismi yoktur.
3- Vahye iman, yahudi an'anesini de içine almak üzere
şarttır.
4- İnsan mutteki olmaya, ruhen ve bedenen bütün
günahları işlemekten sakınmaya davet olunmuştur.
5- Mükafat ve ceza haktır.
6- Ruh saf ve temiz yaratılmıştır, ölüm anında cesedi
terkeder.
7- Yeniden dirilmek haktır.
8- Mesih'e intizar,- hesap ve nihaî hüküm haktır.
İslâm kelamcılarının ve bilhassa Mutezile başta olmak
üzere akılcı İslâm felsefecilerinin -tabir caizse- mutlak tesiri altında
yetişen birçok Yahudi düşünürü, Saadia Gaon'dan sonra bu esaslar üzerinde çalışmaya,
bazan tadile bazan tafsile giderek devam ettiler. Bir kısmı Karaî mezhebine
mensup olan bu düşünürler, tarih sırası ile şunlardır: Yosef el-Basîr ve
talebesi Yeşua ben Yuda (XI ve XH. yüzyıl), Salomon ben
Gabirol (Ölm, 1058 veya 1070), Bahya ben Pakuda (XII. yüzyıl),
Yuda Halevî (XII. yüzyıl), Moşe ve Abraham ben Ezra (Ölm. 1138 ve 1167),
Abraham Ben Daud (Ölm. 1180 civarı).
Bütün yahudilerce olmasa bile bütün çoğunluk
tarafından kabul edilerek, günlük dua kitaplarına dahi alınan İman esaslarım
tesbit eden Moşe ben Maimun (İbn Mey-mun) dur (1135-1204). Maimun'un yahudi
teoloji ve düşüncesine tesiri pek büyük olmuştur, öyle ki, kendisinden
öncekileri unutturmuş ve hepsinin yerini almıştır. Kendisinden sonra gelenlerin
onu şerh ve tefsire gidişleri de bunu gösterir.
Ben Maimun onüç esasını "Sanhedrin" kitabına
yazdığı mukaddime ile ortaya atmıştır. Bunlar dua kitaplarına giren şekliyle
şu esaslardır:
1- Ben iman ederim ki, Yaratan -ismi yüce olsun-
bütün yaratılmış şeylerin hem yaratanı hem hakimidir ve O tek başına bütün
tabiat olaylarını yaratmıştır, yaratmaktadır ve yaratmaya devam edecektir.
2- îman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun- Birdir,
hiçbir birlik de O'nun birliği gibi değildir. Yalnız O bizim Tanrımız olmuştu,
halen Tanrımız'dır ve ebediyen de Tanrımız kalacaktır.
3- İman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun- bir
"beden' değildir, bundan ötürü sonlu ve fasid hiçbir şey O'na isnâd
edilemez, O'na benzeyen hiçbir varlık yoktur.
4- İman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun- İlktir ve
ayni şekilde Son da olacaktır.
5- İman ederim
ki yalnız Yaratan -adı yüce olsun- ibadete layıktır, O'ndan başka ibadet
edilecek yoktur.
6- İman ederim ki Peygamberlerin bütün sözleri haktır.
7- İman ederim ki efendimiz Moşe'nin -ona selâm olsun-
nübüvveti hak idi ve kendisinden önce ve sonra gelen bütün peygamberlerin
başıdır.
8- İman ederim ki, halen elimizde bulunan Tora
(=Tevrat) ile Moşe'ye, efendimize -ona selâm olsun- verilmiş olan birbirinin
tamamen aynıdır.
9- İman ederim ki bu Tora değiştirilmeyecek ve bundan
başka Allah tarafından verilmiş kitab olmayacaktır.
10- İman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun- insanın
bütün hareketlerini ve onun bütün düşündüklerini bilir. Nitekim şöyle varid
olmuştur: "Her birinin yüreğini yaratan, bütün işlerini anlayan
O'dur."
11- İman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun-
emirlerine uygun hareket edenleri mükafatlandıracak ve karşı gelenleri de cezalandıracaktır.
12- İman ederim
ki, Mesih gelecektir, her ne kadar gecikebilirse de, ben onun gelişine her gün
intizar ederim.
13- İman tderim ki, Yaratan'ın -adı yüce olsun-
iradesi ile Ölülerin diriltilip kaldırılacaktan bir gün gelecektir.
Bu esaslardan herhangi birini kabul etmeyen, îbn
Meymun'a göre kafir olur ve Yahudi cemaatinden çıkmış sayılır.
XII. yüzyıl sonlarında ortaya atılan bu esaslardan
sonra, bu sahadaki çalışmalar sona ermiştir. Zaman geçip, muhit değiştikçe,
yeni yetişen düşünürler tarafından yeni yeni formüller ortaya aülagelmiş,
esasların sayıları dahi değiştirilegelmiştir. Mesela meşhur ilahiyatçı Yosef
Albo (1340-1444) "Sefer ha İkarîm" (Esaslar Kilabı)'ında doğrudan
doğruya İbn Meymun'u tenkide girişerek esasları alüya indirmektedir. Hat-
ta altı madde üç'e dahi irca edilebilmektedir.
Tesbit edebildiğimiz son esaslar 1896 yılında
Birleşik Amerika1 daki Yahudi din adamlarının Milwauke şehrinde akdettikleri
Kongre'de fikir birliğine vardıklarıdır. Bunlar:
1-Allah birdir,
2- İnsan O'nun timsalidir,
3- a) Ruh
ölümsüzdür, b) Muhakeme vardır.
4-
îsrailoğullarmın müstakbele olan inanç faaliyeti (Mesih'i bekleme).
Yahudi dininde, daha doğrusu birinci derecede
kudsiyeti haiz olan Tevrat ve onun tamamlayıcısı olan ikinci iderecedeki
Ne-viîm ve Ketuvîm metinlerinin hiçbir yerinde -meselâ Kur'ânı Kerim'de olduğu
gibi-nelerin iman esasları olduğu hususu kesin ve açık olarak belirtilmemiştir.
Bu itibarla, Philo'nun yukarıda saydığımız ve doğrudan doğruya Yahudilikle
alakalı olmadığını gördüğümüz formülünü de saymayacak olursak, Ortaçağlara
kadar bu din esasları hulasa edilerek bir bütün olarak ortaya konmamıştır
denilebilir.
Yahudi öğretilerinin tamamına "Tora" adı
verilir, Tora kelimesi, arapça "Tevrat"ın karşılığı olmakla beraber,
anlamı çok daha geniş tutulmuştur, daha doğrusu, hem Moşe (-Mûsa)'ye verilen
kitabın hem de öğretilerin bütününün adı olmuştur. Tora, "Yazılı" ve
"Şifahî" olmak üzere ikiye ayrılır. Birincisi Sina Dağı'nda Allah
tarafından Moşe'ye verilen beş kitabı ve bunun eklerini, ikincisi de Moşe'ye
atfedilen ve ondan intikal ettiği kabul edilen sözleri ve Tora üze-rin<leki
açıklamaları içine alır ki, birincisinin tamamlayıcısı durumundadır. Şifahî
Tora olmaksızın yazılı metin açıklanamadı-ğı gibi, birbirini tutmaz ve zıt
görünen birçok husus da izah edilemez.
Şifahî kısmen önemi üzerine çok söz söylenmiştir.
Talmııd bu önemi şöyle açıklar. "Rabbi Yohannan'a göre Allahu Teâlâ,
İsrail ile olan ahdini Şifahî Tora'da ifade et-miştir.'-Nitekim: "...ve
Rab Musa'ya dedi. bu sözleri yaz, çünkü seninle ve İsrail'le bu sözlere göre
ahdettim" den anlıyoruz ki, Şifahî olarak verilenlerin kıymeti büyüktür.
"Yazılı Tora" deyimi önceleri yalnız Musa'ya
vahyedilen ilk beş kitab için kullanılırken, bu anlam genişlemiş ve bütün
"Ahd-i Atîk"i içine almıştır, ibranice'de "Tanah" denilen
ve "Tora", "Neviîm (=Nebîler) ve "Ketuvîm" (=Yazılar)
kelimelerinin ilk harflerinden meydana gelen Ahd-i Atîlc'in tamamlanması
-takiben M. Ö. 1200-100 arası- bin yıldan fazla sürmüştür.
Yahudi inancına göre, Musa Tevrat'ı ortaya koymuş,
sonra gelen nebiler de kendilerine vahyolunanlan tebliğ etmişler, nasihat ve
vaazlarda bulunmuşlar ve bunlar yazılmıştır. Bu nebilerin ödevi, yoldan çıkmış
olan İsrailoğullannı yeniden yola sokmak, tahrife uğrayan Musa şeriaüni
yenilemektir. Fakat bu görüş tenkidlere uğramakta, "Hiçbir peygamberin
eski dini yeniden kurduğunu ifade ettiği görülmemiştir" denmektedir.
Diğer taraftan, Avrupalı bazı araştırıcılar da,
doğrudan doğruya temele hücum etmektedirler: "Musa'nın bir kanun yapıcısı
(vazu) olduğundan şüphe edilemez, fakat Tevrat'ın bugünkü metninden bir tek
unsuru dahi ona irca etmek imkansızdır" demektedirler.
Bugün elde bulunan ve bütün Yahudi öğretilerini teşkil
eden Tanah (Tevrat ve Ahd-i Atık), Mişna, Yeruşalim Talmudu ve Babil Talmudu
serisini anlayabilmek için maziye dönerek bunların tarihte veya daha doğru bir
deyimle, an'ane ve rivayetle karışık zamanlarda meydana gelişlerini görmek
lazımdır.
Tevrat'ın Musa'ya Sına Dağı'nda vahyi ile başlayan
Yahudilik'ten önce Israiloğul-lannın durumu hakkında yazılanlar da söylenenler
de an'anelcre dayanır, buna rağmen bu hususta teoriler ve hatta ekoller kurulacak
kadar derin çalışma ve tanışmalar yapılmıştır ve hâlâ da yapılmaktadır.
Musa'nın hangi yıllar arasında yaşadığı hususunda da
kesin bilgiye sahip bulunmamaktayız. Yazarlar tarafından ileri sürülen
tarihlerden bazıları kesin gibi görünürse de gerçekte bu vasıflan uzaktırlar.
Musa beş kitaptan müteşekkil Tora (=Tevrat) yi ortaya
koymuş, Mısır'dan Fira-vun'un esaretinden kurtardığı Israiloğulla-nnı bir
"millet" haline getirmiş, fakat kendisi "Mev'ud Arza"
giremeden Ölmüştür. Yerine geçen Yoşua zamanında "Ken"an
Memleketi" ele geçirilmiş ve Şilo'dan, Gerizim dağında, dinî merasim ve
takdimlerin yerine getirilmesi için bir Mezbah inşa edilmiştir. Burası M. Ö.
takriben 1100 yılında Piliştî'ler tarafından işgal edilmiş Musa'dan kalma
emanetler (ki mahiyeti hâlâ bilinmemektedir) götürülmüş ve Mezbah da yakılmıştır.
Bu tahribe sebeb, Israiloğullannın dinden uzaklaşmaları, emirleri tutmamaları
ve başka ilahlara kulluk etmelerinden dolayı ilahi cezayı haketmiş
olmalarıdır.
Bundan sonra Şmuel (Samuel) nebi olarak halkı tekrar
eski itikadına döndürme faaliyetine girmiş ve bunda başarı da kazanmıştır.
Memleketin hep düşmanlarla çevrilmiş olması ve her an bir tecavüze uğrama
korkusu içinde bulunması yüzünden halk, komşu memleketlerdeki gibi kendilerinin
de başına bîr kral geçmesini istiyorud. Sa-muel, krallığın fenalıklarını
anlatmakla beraber urzuya uyarak M. ö. 1067 yılında Sa-ul'u ilk kral nasbetti.
Saul kral olarak pek tutulmadı, onun devrinde Davud
parlamaya başladı, savaşlarda kahramanlıklar gösterdi ve sonunda Saul'un ölümü
üzerine kral oldu. 8u saltanat 1015 yılına kadar sürdü. Davud Yeruşa-lün'i
merkez yaptı, fakat malzemesini hazırladığı Mabed'i inşaya imkân bulamadı.
Krallık en muhteşem devrine Şlomo (Süleyman) ile ulaştı, M. ö. 1007 yılında
Ma-bed inşa edildi. 977 yılında Süleyman'ın ölümü ile memleket ikiye ayrıldı,
güneyde Yehuda ve kuzeyde İsrail Krallıkları kuruldu. 719 yılında İsrail'in
Asur ve 586 yılında da Yehuda'nuı Babil Krallıkları tarafından işgali ve
Mabed'in tahribi ile bağımsızlıkları son buldu.
Yular süren Babil esaretinden İran İmparatorluğunun
lütfü ile kurtulup tekrar Filistin'e döndüler. Musa'dan Birinci Mabed'in
tahribine kadarki devir, İsraillilerin milli edebiyatının "Altın
Çağı", M. Ö. 586-538 arasındaki Babil Devri "Gümüş Çağı" sayılır.
Bundan sonra M. Ö. 332 yılında Büyük İskender'in istilasına kadar "İran
Devri" devam eder. îran İmparatorluğunun şahsî yardımı ile M. Ö. 516
yılında Mabed'i yeniden inşa ederler ve bu yıllarda, kendileri daha sürgünde
iken Yahudiliğin din olarak benimsemiş bir cemaat, Şomronim ile ilk çatışma
olur.
Tora (=Tevrat)'nın kanunlarına tam riayeti sağlamak
üzere belli başlı ailelerin temsilcilerinden ve başında Büyük Ko-hen'in
bulunduğu "Yetmişler Meclisi"ni kurdular, bu meclis İsrail'in
dağılışına kadar devam etti. Bunlar "Kitap" in eski karakterli
harflerini değiştirip zaman lanna uydurdular. Gençleri yetiştirmek için dinî
okullar açtılar. Bu okuldaki Öğretmenlere Soferim (=Yazıcılar) denilirdi.
Soferîm'in iki vazifesi vardı: Tevrat'ı açıklamak ve bunun toplum yahut kişi
tarafından uygulanmasını sağlamak. Bunların bazı kaidelere bağlı olarak
yaptıkları sistemli tefsirlere "Midraş" adı verilir. Bunlar, yani
Soferîm, Tevrat'ın beş kitabından başka peygamberlerin sözlerini de Kitab'a ek
olarak yazdılar ki isimlerini bu çalışmalaranında almışlardır. Önce ilk
Peygamberler (Yeşu, Hakimler, Samuel ve Krallar) sonra üç kitap (Işa-ya,
Yeremya, Ezekyel) ve sonra da oniki küçük peygamber gelir (Hoşea, Amos, Yoel,
Obadya, Yona, Mika, Nahum, Habakkuk, Zefaniye, Haggay, Zekeriyya ve Malaki). Bu
arada, bazı müelliflere göre İsrailli olmayan, yabancı asıllı bazı kitaplar da
Isra-ilîleştirilerek kitaba eklendi.
Meydana gelen kolleksiyona "Kutsal Yazıt"
denmekle beraber Tevrat'tan sonra gelenlerin kutsallığı ikinci derecededir.
Bir taraftan Tanah bu şekilde meydana getirilirken, bu
Kitab'ın hükümleri üzerinde de çalışmalar oluyor, tartışmalar dolayısıyla
hukuk ekolleri dahi meydana geliyordu. Üzerinde tartışılan ve aslında Tora'nın
tefsiri mahiyetinde olan bu hususlar yazılmamakla beraber nesilden nesile
intikal edip geliyordu. Çok sonra (Milâdî ikinci yüzyılda) Yehuda ha-Nasî
tarafından toplanıp "Mişna" adı altında kitap haline getirilmiş-tir,
dili îbranice'dir, altı büyük kısma ayrılmıştır ki, hcrbirinc
"Seder" tamamına "Şişa Sedarîm" (=Altı bölüm) adı
verilmiştir.
Yehuda ha-Nasi mevcutların hepsini toplayamamıştı.
Üzerinde tanışılan birçok husus dışarıda kalmıştı. Yine de toplananların içide
-523 babdır- ihtilaflı olmayanların sayısı sadece altı tanedir. Sonradan,
dışarıda kalanlar "Baraita" adı altında anılırlar, Mişna'dan
ikibucuk yüzyıl kadar sonra "Tosefta" (=ilâve) adiyle bir araya
getirilmişlerdir. Mişna'da bulunmayan birçok meseleler bunda bulunmaktadır.
Bunlar arasında esaret, miras vs. gibi konular yer almaktadır. Hahamlar bir
taraftan bunlar, diğer taraftan Mişna'nın tefsiri üzerinde çalışarak
"Talmud"u meydana getirmişlerdir. Talmud çalışmaları hem Babil'de
esarette olanlar arasında, hem de Yeruşalim'de kalanlar arasında devam
ettirilmiş olduğu için "Bavelî" (=Babilî) ve "Yeruşalmi"
olarak iki iane meydana gelmiştir. Bavelî'nin dili, "Doğu
Aramicesi"dir. İkisi de Mişna'dan bir cümle alıp altında uzun uzun izah ve
münakaşasını yaparlar. Talmud'a "Gmara"da denilir. Yeruşalmî,
diğerine nazaran çok eksiktir, fakat daha önce yazılmıştır. Buna karşılık
Babil'de bilhassa tran hakimiyetinden sonra daha rahat ve baskısız çalışma
imkanını bulduklarından Bavelî Talmud'a daha çok önem verilir.
Genel olarak "Hahamım" (=Hakîmler) adı ile
anılan bu yazarların, yukarıda zikrettiğimiz Soferîm'in arkasından, Mişna hocalarına
"Tannaim", talmudculara da "Amo-raîm" (=açıklayanlar)
denilmekte ve çağlan da bu isimle anılmaktadır.
Miladî onbirinci yüzyılın başında, "Ge-onîm"
(=Gaon'un çoğulu, fetva veren din adamları) çağının başına kadar, her iki
Talmud da yazılmadan intikal edegelmiştir. Her ikisi de Yehuda ha-Nasî'nin
Mişna metnine dayanmakla beraber aralarında büyük farklar, daha önemlisi Mişna
metinleri arasında da tutarsızlıklar vardır. Bundan dolayı her iki taraf
birbirinden farklı sonuçlara varmışlardır. Farkların asıl sebebi yazılmış
oldukları çevreden ileri gelmektedir. Babil ve tran ile temasın meydana
getirdiği ve Yahudilik için tamamen yabancı olan unsurlar önce folklora, sonra
Talmud yoluyla dine girmiştir.
Talmud'un kitap halinde basılışı çok sonra 1522-3
yıllarında Venediktedir. Ortaçağlardan zamanımıza kadar birçok Yahudi yazarlar
aradaki tezat ve ihtilaftan -ki bunların çoğu hukuk sahasını da aşarak
teolojik hüviyete bürünmüşlerdir- telif ve izah için gayret
sarfedegelmişlerdir.
Tanah, Mişna, Talmud serisi dişindi Apokrifa
(Apocrypha) adı altında tanınan (ibranicesi Hasıfarîm Hahitsoniyyîm) bir kısım
kitaplar daha vardır ki, bunlar aslında ibranice olarak Tanah'ta iken
Yunanca'ya tercüme edilmiş, sonradan Tanah'm ibranice nüshasında bulunmadıktan
görülmüştür. Bir kısım yahudiler tarafından hiç kabul edilmez ve okunması dahi
yasak sayılır, Hıristiyanların kendi dinlerinin meşruiyetini ispat için ortaya
attıkları kabul edilir, bir kısmının okunmasına ise müsaade edilmiştir,
bunlara "Ahd-Atik Apokrifası" denilir, tamamı dokuz kitaptır.
Yahudi dini Tann ve peygamberlerle on-lann ahfadı
arasında bir akit şeklinde belirir: Tann, peygamberleri ve ahfadını onun
kültünü kavimler arasında yaymalan için
seçmiştir ve bu ittifakın sonucu îsrailoğul-lan
Tanrı'ya ve töresine sadık olma yükümlülüğüne girmişlerdir. Yahudî dini fiile,
Tann'nın iradesini yerine getirmeye yönelmiştir. Tanrı'nın en önemli
buyrukları On Emir'dc ortaya koymuştur.
1. Seni Mısır ülkesinde, köleler evinden çıkaran
Tanrı'n benim;
2. Benden başka
Tanrı'n olmayacaktır. Kendine put yapmayacaksın;
3. Yalanına inandırmak için Tanrı adını
kullanmayacaksın;
4. Şabat gününü
kutlamayı unutmayacaksın;
5. Anana ve
babana saygı göstereceksin;
6. Adam öldürmeyeceksin;
7. Zina yapmayacaksın;
8. Çalmayacaksın;
9. Komşuna karşı yalancı şahitlik etmeyeceksin;
10. Komşunun
malına tamah etmeyeceksin.
Tora sadece bîr dinî ve ahlakî öğütler kitabı
değildir, yeni kurulan ve Mısır hakimiyetinden kurtulduktan sonra tüm siyasî,
hukukî, sosyal kurumların teşkilatlandırmak zorunda bulunan bir kavme verilen
bir yasadır.
Kutsal Kİtab'ın resmi olarak bugünkü hüviyetine
kavuştuğu M.Ö. 150 ile Miş-na'nın derlendiği M.S. 200 tarihi Yahudi-lik'te
Önemli bir safhayı temsil eder. Bu tarihten itibaren kurumları olan Rabbinilik
Yahudilikken bahsedebilir. İbran ic ilik ten Yahudiliğe geçişte en önemli rolü
tannaim denilen rabbiler oynamıştır. Yine Miladi
dönemler Yahudi mzheplerinin resmi olarak kurulmasına
tanık olur:
a) Sadukilcr: (Sadukim) Yaklaşık M.Ö. II. yy. ortaya
çıkan bu mezhep Kral David ve Süleyman zamanında yönetimde kalan Saduk'un
soyuna mensup kohen (kahin)'le-rc izafeten bu adla anıldığı ileri sürülür.
Gerçekte dini olma yanında siyasî bir kimliğe de sahip olan Sadukîler, sözlü
geleneğin (Talmut) varlığını kabul etmeyip sadece Tevrat'ı temel alırlar ve
onun da zahiri anlamıyla yetinirler. Ölüm sonrası dirilmeyi, ahiret hayatını,
cenneti ve cehennemi, melek ve şeytanı kabul etmezler. Romalı yöneticiler ile
işbirliği yapan Sadukiler bir rahip aristokrasini oluşturmuşlardır.
b) Fcrisiler (Penisim): "ayrılan",
"Uzaklaşan" anlamına gelen Ferisi nitelemesinden hoşnut olmayan
Yahudiler, bunun yerine "bilimler", "din kardeşleri"
şeklinde kendilerini tanımlamak isterler. Sadukîlerin aksine Tevrat'ın yorumu
olan sözlü geleneğe önem verdikleri gibi. Sina'da hem yazılı hem de sözlü
Şeriat (Tora) gönderildiğini kabul ederler. Talmut'u ortaya çıkaranların da
Fcrisiler olduğu ileri sürülür. Cennet, cehennem, meleklerin varlığına ve
Tevrat'ın ezelden beri var olduğuna inanırlar. Onun için Ferisilcr resmi
rabbiler de denilmiştir.
c) Esseniler: (isiyim) Alçakgönüllü, dindar, sessiz
anlamlarına gelen esseni, Ölü Deniz'in batı kısmında yaşayan, yalnızlık hayatına
önem veren, mabedlerde topluca yaşamayı ve bekarlığı tercih eden, ticaret
yapmayan ve servet edinmeyi arzulamayan, hayvan eti yemeyen, temizliğe önem
veren bu mezhep M.Ö. II. yy. oriaya çıkmış, ancak 66-70'lcki Yahudi savaşında
ortadan silinmişlerdir.
Hristiyanlıktan önceki dönemde ortaya
çıkan bu Yahudi mezhepleri yanında, özellikle de
İslamiyet'in doğuşundan sonra şu mezhepler de ortaya çıkmıştır.
d) Iseviyye:
Mezhep adını, kurucusu Ebu İsa İshâk b. Ya'kub el-îsfehânî'den almış,
Yahudilerin büyük çoğunluğunun katılımını sağlamıştır. Ebu ise beklenen Mesih'in
kendisi olduğunu ve Tanrı'nın görevlendirdiğini ileri sürerek, Yahudilik'teki
gündelik üç ibadeti yediye çıkartmış, Kudüs'ten ayn olunduğu sürece et
yenilmesi ve şarap içilmesini yasaklamıştır.
e) Yudaniyye ve Sazkaniyye: Iscviye'nin kurucusu Ebu
İsa'nın ölümünden sonra Yudgân yerine geçince, İsemiyenin bir kısım ilkelerini
korumakla birlikte, cennet, cehennem konusundaki esasları yoruma tabi tutmuş,
insanın mutlak özgürlüğünü savunmuş, bir İsrail peygamberi kimliğinde görünmek
istemişti. Ayrıca zahitlik hayatını, emretmiş, et ve içkiyi yasaklamış, fiilin
kula ait olduğunu savunmuştur.
f) Kariler (Karaim): XIII. yy. Irak'ta yaşamış olan
Ananben David'in kurduğu bu mezhep Ananiye olarak anılmışsa da, Ta-nah'ı çok
okumaları nedeniyle Karaim adı yaygınlık kazanmıştır. Talmud'u kabul etmezler,
Tevrat'a göre hareket ederler.
Bugün için Yahudilik belli başlı İki bölüm içinde
özetlenebilir. 1- Ortodoks Yahudiler ki, Mabed'in yıkılışından günümüze kadar
gelen resmi Yahudi inanç ve geleceğini temsil eden Yahudiliktir. İsrailde egemen
durumda olanlar da bunlardır. Her ülke Yahudilerin başında "büyük
Rabbin" olarak bilinen ruhani bir reis (baş haham) vardır.
Bunlar kerah içinde reformcular ve liberaller şeklinde
ayrılmaktadırlar. Genel olarak ileri yahudiler günlük hayatın gereklerine göre
dini törenlerde genişlik ve gevşeklik gösterilmesini benimserler. Bu çerçevede
reformcular Talmud ve On emir ya da Musa kanunları konusunda yorumlar
yapılmasını, hoşgörü gösterilmesini savunurlar. Reformcular sinagoglarda
uygulanan tören ve ibardeüerin büyük çoğunluğunun korunmasına taraftar
olurlarken, liberaller eski tören geleneklerden uzaklaşılmasını isterler. Öte
yandan Siyonist hareket liberalizmi, hatta sosyalizmi ve ateizmi benimser.
Refomcu hareketi başlatan filozof Moses Mendelshan (1727-1786) dur. Mendelshan,
beş kitabtan oluşan Tora ve Mezmurları İbranî harfleriyle Al-manca'ya çevirdi.
Amacı Yahudilik ile çağdaş gelişmeyi birleştirmekti. Fakat sonradan bu
anlayışı benimseyenler dinin uygulanmasıyla çağdaş kültürün çatıştığını görerek
bir kısmı Hrisüyanhğı seçti, bir kısmı da gelenekleri değiştirdiler ki Reformcu
Yahudilik buradan kaynaklandı.
Bunlara ek olarak XIX. yy. ortalarında Alman
Yahudileri arasında ortaya çıkan Muhafazakâr Yahudilik'i zikretmek gerekir.
Temsilcileri îsacc Bermays (1791-1849) ile Zacharia Franklen (1801-1871) dir.
Bunlar daha sonra Amerika'da da örgütlenmeye başlamışlardır. Geleneklere bağlı
kalmayı kabul eder, laikleşmeye karşı tavır alırlar.
M.S. III. yy .'a kadar Yahudilik içerisinde ortaya
çıkan diğer önemli olaylar da, Mişna denilen altı kitaplık ve emirlik bir
külliyat ile MS. 6 yy'da tamamlanacak olan Tal-mud'un şifahi olarak meydana çıkmış
olmasıdır. Her iki külliyat da Yahudi pratikleri, kuralları ile İlgili
konularda meydana gelmiştir.
VIII, yy.'da İran'da çıkan Karai mezhe-bince otorite
yalnızca Kutsal Kitab'ın -kendisi olmalıydı. Daha önce Samiriyelilerin
Tevrat'a yükledikleri bu yetkiye Karailerin Eski Ahid'e yüklemeleri ile Yahudi
düşüncesi XII. yy.'dan sonra ortaya çıkan felsefi tartışmaların odak noktasına
ulaşmıştır.
XIII. yy. Yahudi mistisizmin net olarak ortaya çıktığı
tarihtir. Judah'ın (ÖJ. 1217) yazdığı Sefer Yetsirah (Yaratılış Kitabı) İlk
mistik örneklerdendir. XVII. yy'da ortaya çıkacak mistik ve hurufi kabala
akımının temelini teşkil eden Zohar adlı eserde (sefer ha-Zohar) bu dönemlerde
yazılır.
XVI. yy'da Filistin'de başını Joseph Ca-ro, Cordevoro
ve Lima'nın çektiği bir mistik akım ortaya çıkar. 1760'da ölen Israel ben
Eliazer'in kurduğu mistik Hasidizm hareketi de bütün Avrupa'yı etkilemiştir.
Bu mistik akımlarla birlikte MÖ. I. yy'dan beri
Yahudiliğin temel öğretilerinden biri olan Mesih'lik inancı daha da peki-miş
ve gelişmiştir.
Yahudiliğin kutsal günleri şabat (cumartesi) günü.
Haç bayramları, Paskalya (Pe-sah), Pentekoste (Şabut) ve Çardaklar (Şukot)
günleridir. Bunların her biri bir tarihî hatırayı canlandırır. (Paskalya Mısır'dan
çıkışı; Pentekoste, On Emir'in Sina dağından İlânını; Çardaklar, Mısır'dan çıkıştan
sonra çölde kırk yıllık bekleyiş); ciddiyetin ağır bastığı bayram günleri ise
Roh Hahana (yılbaşı) ve Büyük Kefaret günü Yom Kippur'Ğur. Yom Kippur yortusu
bütünüyle duaya ve perhize adanmıştır. Şabat ve bayram günleri çalışmak
yasaktır.
Yahudi takviminde aynca iki küçük bayram da
vardır; Nazar bayramı (Purim),
İran Yahudilerinin kraliçe Esther sayesinde mucize
kabilinden kurtulmalarını anlatır (M.Ö. IV. yy.); Açılış bayramı (Hanuka), Yuda
Makkabi'nin M.Ö. 165-164'te Anti-okhos Epihanoes'in naibi Lysias'ı yengiliye
uğratmasından sonra Kudüs tapınağının yeniden ibadete açılışım anlatır. Bu
bayrama "Işıklar bayramı" da denir. Yahudi dininde yahudi tarihinin
trajik olaylarını belirtmek üzere konmuş perhiz günleri de vardır. Bu
perhizlerin en Önemlileri Kudüs tapınağının birinci ve ikinci yıkılışı için
konanlardır (Tişa be Ab.)
Yahudi litürjisi iş günleri için üç dua öngörmüştür;
sabah (şaharit), ikindi (minha) ve akşam (arbit) duaları. Cumartesi günleri,
bayram günleri ve dinî ayın başladığı günler şaharit'ten hemen sonra musaf
duası okunur. Ayrıca Kefaret günü minha'dan sonra neila duası yer alır.
Her açık dua merasimi sonunda Alenu ve Kadis duaları
okunur. Alenu İsrail'in ümidini ilan eden duadır. Bu duada Zekeri-ya'nm bütün
insanlığın tek tanrıya döneceğini müjdeleyen şu ayet yer alır "O gün Rab
tek olacak ve Adı tek olacak"; öte yandan kadis'le, Tann'dan bir an önce
yeryüzünde hakimiyetini kurması istenir.
Geleneksel Yahudiler temel doktrine sıkı sıkıya bağlı
iken 19. yy.'dan itibaren orla-ya çıkan Revizyoncu hareketler geleneklerden
uzaklaşmıştır. Özellikle Alman Yahudiler bu konuda önderlik etmişlerdir,
1897'deki ilk sîyonist kongreden sonra Yahudi doktrini
ideolojik bir boyuta dökülmüş revizyoncu fikirlerle birlikte seküler bir hale
getirilmişti Yahudilik, kendi kaynaklarına bakıldığında bile yanlış, çelişik,
tarihi bakımdan tesbiti mümkün olmayan olaylara, görüşlere, yorum ve kişisel
anlayışlara dayanmakladır. Kutsal metinleri olan Tevrat'ın ne zaman
derlendiği, kimlerin kendi düşünceleri doğrultusunda eklemeler yaptığı kolayca
tesbit edilemiyecek oranda tahrife uğratılmıştır. Bu bakımdan Kur'an-ı
Kerim'in ve İslam kaynaklarının verdikleri bilgiler karşısında Yahudi
kaynaklarının sıhhat derecesi iyice kuşkulu hale gelmektedir. Hz. îb-rahim ile
başlayıp Hz. Musa'ya, hatta Hz. İsa'ya kadar gelen vahiy esaslarının
tesbi-tinde Yahudi kaynakları temel ahnamıya-cak durumdadırlar. Hz. İbrahim ve
Hz. İsa arasında görevlendirilen peygamberler ve tebliğ ettikleri dini esaslar,
her ne kadar îs-railoğullarını amaçlamışsa da, Yahudilerin bu peygamberler ve
bildirdikleri esasları milli bir çerçeveye sokma teşebbüsleri, Allah'ın
vahyettiği esaslara mutlaka aykırı hale getirilmiştir. Gerçekten Yahudiliğin
ve Yahudilerin tarihin akışı içinde günümüze kadar geçirdiği evreler, Allah'ın
hakikatinden nasıl sapıldığını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kuran-ı Kerim'de Yahudilerin veya îsrailoğlullannın "lanetlenmiş"
bir kavim, bir millet olarak nitelendirilmesi, tarihin çeşitli dönemlerinde de
açıkça görülmüştür. Günümüzde kırk yılı aşkın Yahudilerin İsrail Devleti'ni bir
terör örgütü boyutunda yönetmeleri, "lanetlenmiş "İlklerinin de
açık göstergesi, sayılmalıdır.
(SBA)