Kaynak: Cüneyd-i Bağdadi hayatı,eserleri ve Mektupları - Süleyman Ateş, Sönmez Neşriyat, İst-1970
Yusuf, parlak bir zekâya ve tasavvufî konularda fevkalâde bir kavrayışa sahiptir. Büyük fakîh Ahmed ibn Hanbel ile görüştüğü gibi Zu'n-Nun al-Mısrî ile de görüşmüş, tasavvufta ondan istifâde etmiştir. Ondan hikâye nakletmiştir.
Yusuf çok gezen bir seyyah idi. Irak, Suriye ve Mısır'a gitmiştir. Diyor ki:
"Bana Zu'n-Nun al-Mısri'nin, İsm-i A'zam'ı bildiği söylendi. Çıktım, Mısır'a gittim. Huzuruna girdim. Beni uzun sakallı, yanımda uzun bir ibrik ile görünce hoşuna gitmedi ve bana iltifat etmedi. Birkaç gün sonra Zu'n-Nun'un huzuruna (temiz bir kıyafetle) çıktım. Zu'n-Nun, karşısında gayet güzel konuşan, kendisinin dahî konuşmada başa çıkamadığı bir insan görünce beni takdir etti, kalktı, boynuma sarıldı, önümde oturdu. O ihtiyar ben genç olduğum hâlde dedi ki:
— Özür dilerim, seni bilemedim.
Ben de özrünü kabul ettim, kendisine bir sene hizmet ettim. Sene
dolunca dedim ki:
— Ey üstâd, sana bir sene hizmet ettim, hakkımı vermen gerek. Bana, senin ism-i A'za m'ı'bildiğim söylediler. Onu benden ya tevdi edeceğin bir yer olmadığını bilirsin.
Sustu, cevap vermedi, bana söyliyeceğini îmâ eder gibi oldu. Bun-dan sonra altı ay kadar beni terketti. Bir gün evinden bir tabağa konmuş ve bir mendile sarılmış bir mikebbe (üzerine yün ve ip sarılan şey) çıkardı. Zu'n-Nun Cîze'de otururdu. Bana dedi ki:
— Fustat'ta falan dostumuzu bilirsin ya?
— Evet.
— İşte bunu ona götür.
Sarılı tabağı aldım, yürürken düşünüyordum ki Zu'n-Nun gibi bir adam hediye gönderiyor. Acaba nedir? Kim bilir ne kadar kıymetlidir? Merak sardı beni. Dayanamadım köprüye varır varmaz mendili çözdüm ve mikebbe titredi, bir de ne göreyim: Bir fare! Atlayıp gitti. Çok kızdım. "Zu'n-Nun, benimle alay ediyor ha?" dedim. O öfke ile döndüm geldim. Beni görüp yüzümdeki öfkeyi sezince:
— Ey ahmak, dedi, biz seni tecrübe ettik. Sana bir fare emânet et-tim, ona hıyanet ettin. Hiç sana İsm-i A'zam'ı güvenip emânet edebilir miyim?"
Hallac : Cüneyd'in en meşhur talebesi Ebu'l-Muğîs Huseyn ibn
|
Mansur al-Hallâc (309/921 )'dir. Tüster'de doğmuş, Sehl ibn Abdillah at-Tusterî'nin talebesi olmuştu. Sonradan Bağdad'a geldi, Amr al-Mekkî'ye intisâb etti. Rivayete göre Hallac bir defa Mekkî'ye darılmış ve onunla dostluğunu bozarak Cüneyd'e gitmiştir.
Amr al-Mekkî, Hallâc'a, lanet eder ve derdi ki: "Elimden gelse onu elimle öldürürüm". Amr'a. bu hiddetinin sebebi sorulunca:
"Ben Kur'ân'dan bir âyet okuyordum, Hallac:
— Ben de onun gibi yazabilirim ve söyliyebilirim,
dedi, cevabını ver
miştir" .
Mutasavvıflardan bir kısmı Hallâc'ı reddetmiş, bir kısmı da kabul etmiştir. Onu reddedenler arasında Cüneyd, Amr ibn Osman al-Mekkî, Muhammed ibn Dâvûd al-Isbahânî de vardır.
Hatîb-i Bağdadî bize, Hallac'ın Bağdad okuluna mensûbiyyetini gösteren çok önemli bir haber nakleder:
"Ebûbekr Mumşâd ad-Dînewari" dedi ki: Dînever'de yanımıza bir adam geldi, hiç yanından ayırmadığı bir torbası vardı. Torbayı aradılar içinde Hallâc'ın bir mektubunu buldular. Başlığı şöyle idi:
"Rahman ve Rahîm'den, falan oğlu falan'a." Bu mektup Bağdad'a getirilip kendisine gösterildiği zaman:
— Evet, dedi, benim yazımdır. Bu mektubu ben yazdım.
—
Sen önce
peygamberlik iddâ ediyordun, şimdi de Rablık mı iddia
ediyorsun?
— Hayır, Rablık iddia etmiyorum. Fakat bizce bu, aynu'lcem' (Allah ile mutlak birleşme) dir. Yazan Allah'tır. Allah'tan başka yazan mı var? Ben ve el, sadece bir âletten başka birşey değiliz.
- Seninle aynı fikirde olan başka kimseler de var mı?
— Evet, Ibn-u
Ata, Ebu Muhammed al-Curayrî ve Ebûbekr aş-Şiblî
de bu fikirdedirler. Ebû
Muhammed al-Curayrî gizler, Şiblî de gizler. Olsa
olsa İbn-u Ata gizlemez.
Curayrî celbedilip sorulduğunda:
—
Bu, katli vacip
kılan bir küfürdür, kim bunu söyler? Dedi.
Şibli'den soruldu, o da:
— Bunu söyliyene engel olmak gerektir, dedi.
İbn-u Atâ'ya. da sordular. O da Hallâc'ın sözünü söyledi, işte onun katline sebep de bu oldu .
Filhakika Hallâc'ın fikirlerini benimsediği için Ibn-u Ata, vezir Hâ-mid ibn al-Abbâs'ın işkencesine ma'ruz kalmış, vezir, kunduralarını çıkarıp Ibn-u Atâ'nın. başına vurmuş, burnundan kan akmaya başlamıştı. Bundan yedi gün sonra İbn-u Ata öldü. Bir müddet sonra vezir de öldü . "
Nicholson, Hallâc'ın durumunu şu sözleriyle ifâde eder:
"Hallac, o kadar derin bir hakikate varmıştı ki, kendisi için yaşadığı hakikati, vicdanında gizleyip örtmeğe imkân yoktu. Din adamlarının ve devletin otoritesine karşı o, doğrudan doğruya velînin, Allah'tan aldığı otoriteyi koydu. O, Cüneyd gibi sâdece fikirde kalan bir adam değildi. Karmatîlerle münasebette bulunduğundan şüphe edilmişti. Hem mü'minleri, hem de inanmıyanları da'vasına çağırmış, kerametler göstererek taraftar toplamak yoluna gitmişti. Bundan dolayı mahkûm oldu. Onun suçu, sonraki sûfîlerin iddia ettikleri gibi sâdece ülûhiyyet sırrını ifşa etmek değildi. O, fi'len bütün dinî-siyasî otoriteleri kökünden sarsacak ve sosyal anarşi doğuracak bir iddia ileri sürmüştü." .
Ertesi gün câmi'e oturup konuşmağa başladım. Halk arasında yayıldı ki Cüneyd oturmuş, insanlara konuşuyor (Müslüman görünen) Hıristiyan bir genç önüme dikildi ve inkarcı bir tavırla dedi ki:
- Ey şeyh, Resûlüllah (S.A.V.)'in:
«İttaku ferâsete'l-Mu'mini fe innehu yanzuru binurillahi Taâlâ: Mü'minin ferasetinden sakının, çünkü o, Allah Taâlâ'nın nûriyle bakar» sözünün mânâsı nedir?
Bir an başımı eğdim, düşündüm, sonra başımı kaldırdım ve ona dedim ki:
— İslâm ol, zîrâ
senin islâm olma vaktin geldi.
Genç, îslâm oldu .
Yanî bu rivayete şu îzâhı yapıyor:
"insanlar Cüneyd'in burada bir kerameti olduğunu söylüyorlar. Bana göre burada Cüneyd'in iki kerameti vardır: Biri çocuğun küfrüne muttali olması, diğeri de onun orada müslüman olacağını bilmesidir. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk'ın Cüneyd'e fazl-ı ihsanı neticesinde hâsıl olmuştur."
Abdullah ibn Alî'nin rivayetinde Cüneyd şöyle diyor:
"Rü'yamda gördüm ki Peygamber (S.A.V.) arkamdan kolumu tutmuş beni itiyordu. İte ite nihayet Allah Teâl â'nın huzuruna çıkarıp durdurdu. Uyandıktan sonra bu rü'yamı ilim ehlinden bir cemâate sordum, dediler ki:
- Sen Allah'a
varıncaya kadar ilmi sevk eden bir adamsın." .
"Rü'yada hiçbir şey görmem ki uyanık
iken onu aynen görmüş olmıya-
am." .
"Rü'yamda İblîs'i gördüm, dedim ki:
— Ey hırsız, burada duruşunun sebebi ne?
— Bana burada durmamın ne faydası var, dedi, eğer bütün insanlar se-
|
nin gibi olsaydı, hırsızlığım bana bir fayda sağlamazdı."
Meleklerin ileri gelenlerinden bazıları ile erkeklerden bazı ebdâl bera-bar toplanmışlardı. Cemâatte bulunan herkes hemen eliyle havaya vuruyor; inci, yakut ve benzeri şeyler alıp atıyordu. Ben de elimle vurdum, bir za'fi-ran aldım ve onu attım. Hıdır bana dedi ki:
— Cemâat
içerisinde senden başka geline yaraşır bir hediye veren çık
madı." .