Kaynak: Mevlana Hayatı – Eserleri, Mehmet Önder, Tercüman 1001 Temel Eser

 

 

  1. Seyyid Burhaneddin, Tibriz’de Mevlana’nın öldüğünü haber vermesi yalanı. (S.46)

Birgün Seyyid Burhaneddin, Tirmiz'de, bir toplan­tıda ayağa fırlamış :

—        Eyvah!  Eyvah!.  Şeyhim Baha Veled, bu fânî âlemden öte âleme göçtü. Haydi namazını kılalım.

Diye bağırmış, o gün Konya'da vefat eden Baha Veled'in cenaze namazını aynı gün, Tirmiz'de kılmış,

  1. Şems-i Tebrizi’nin şahsında Beyazid-i Bestami’nin şiirli sözü. (S.57-58)

«—      Sen Belh'li Sultan'ül-Ûlema oğlu Mevlâna Mu-hammed Celâleddin'sin, değil mi?»

—        Evet...

—        Bir müşkülüm  var,  söyle bana...  Hazreti Muhammed mi büyüktür, Beyazıd-ı Bestâmî mi? Ne dersin?..

Mevlâna böyle cadde ortasında, çevresinde topla­nan halkın şaşkın bakışları arasında, beklenmedik bu soruyla, bir kere daha irkildi. Sorunun taşıdığı geniş mânâyı hemen kavramış, adamın hiç de yabana atılır bir kişi olmadığını anlamıştı. Cevap verdi :

—        Bu nasıl soru? Elbette Hazreti Muhammed büyük...

Adamın bakışları tatlılaştı. Dudaklarında, bir te­bessüm halesi dolaştı. Bu sefer de şöyle sordu:

—        iyi ama Hazreti Muhammed:    (Yarabbü. Senitebcil ederim, biz seni lâyık olduğun veçhile bilemedik) buyurur. Halbuki Beyazıd-ı Bestâmî (Ben kendimi tebcil ederim, benim şanım çok yücedir. Zira, cesedimin her zerresinde Tanrıdan başka varlık yok..)  demekte... Buna ne buyurulur?.

 

  1. Şems-i Tebrizi camide yatırmayan müezzinin dilinin şişmesi yalanı. (S.66-67)

Şems, Anadolu'yu bu halle geziyor, birer ikişer gün, şehir ve kasabalarda konaklıyordu.

Bu gezileri sırasında, yolu Konya yakınlarındaki Aksaray'a uğramıştı. Münasip bir han bulamadığı için mescid'de gecelemeye karar verdi. Mescide gelip bir köşeye büzüldü. Yatsı namazından sonra, müezzin ka­pıyı kilitleyeceği zaman Şems'i gördü, sert bir dille çı­kıştı:

—        Hey kimsin sen? Çık buradan, git başka bir yerde pinekle...

Şems:

—        Beni bu gecelik mazur gör. Garip bir yolcuyum.Yatacak yerim yok, sizden hiçbir şey istemem. Müsaadeet de şuracıkta geceyi geçireyim, dedi.

Müezzin büsbütün kızdı. Bağırıp çağırmaya, acı sözler söylemeye başladı. Şems incinmişti, dayanamadı:

—        inşallah dilin şişer.

Diyerek uzaklaştı. O anda müezzinin dili şişmeye boğazını tıkamaya başlamıştı, hırıltılara imam yetişti:

—        Ne var, ne oluyor?

Diye sordu. Müezzin, eliyle uzaklaşmakta olan Şems'i göstererek güçlükle:

—        Beni bu hale getiren O... Koş ondan af dile imam koştu, Şems'i yolda yakalanarak:

—        Aman efendim, o miskin müezzin, sizin kim olduğunuzu bilememiş, kusuruna bakmayın, onu kurtarın...

Diye yalvarmaya başladı. Şems:

—        îş işten geçti artık. Hüküm Tanrı'nındır, ben birşey yapamam. Yalnız onun imânla ölmesi, âhiret azabını görmemesi için dua ederim:

Ve yoluna devam etti. İmam geri döndüğü zaman, müezzin çoktan ölmüştü.

 

  1. Mevlana’nın haramla Şems’i denemesi. (S.69-70)

Şems, Mevlâna'yı bir kere daha denemek istiyordu.

Bir zamanlar Evhadüddin'i Kirmânî'ye yaptığı gibi, Mevlâna'ya da şarap getirmesini söylemişti, Mevlâna herkesin hayret ve dehşet nazarları arasında Şems'in bu arzusuna boyun eğmiş, o zaman Şems:

—        Biz seni tecrübe ettik, meğer sen bizim tahminimizin de üstünde bir ermişsin. Meğer sen hiçbir ferdin taşıyamayacağı yükü, kılın titremeden omuzlayabilecek

kâmil insanmışsın... Sende bu kudret ve tahammül varken, sana bu dünyada kimse denk olamaz.

Diyerek, şarabı döktürmüş, Mevlâna'ya sarılmıştı. Mevlâna ise birkaç günlük bir sohbetten sonra, Şems'in eşi bulunmaz bir mürşid olduğuna kanaat getirmiş, onda mutlak kemâlin varlığını, cemâlinde Tanrı nurlarım görmüştü.

 

  1. Şems’in , Mevlana’nın kitaplarını havuza doldurması ve kitapların ıslanmaması yalanı. (S.70-71)

Şems, önce Mevlâna'yı mütalâadan, kitaplarından sıyırmıştı. Derler ki, bir gün medresedeki havuzun ba­şına oturarak Mevlâna'nm kitaplarım birer birer suya atmaya başlamıştı. Bu sırada Mevlâna içeri girivermişti. Ne görsün, yıllarca göz nuru döktüğü kitapları birer bi­rer havuza atılmış, havuz mürekkep denizi haline gel­mişti. Bu kitaplann arasında Belh'ten göçtükleri sıra­da Nişabur'da Ferideddin'i Attar'ın hediye ettiği «Es rarnâme» adlı eser de vardı. Şöyle ki, Sultan'ül-Ülema Bahaeddin Veled, oğlu Mevlâna Celâleddin ve ailesi ile birlikte Belh'ten göçerlerken Nişapur'da konaklamış, burada devrin büyük mütassavvıflarından Ferideddin-î Attar'la görüşmüşlerdi. Feridüddin-i Atlar, küçük Mev-lâna'nın zekâ ve bilgisine hayran olmuş (Esrarnâme) adlı eserinin bir nüshasını hediye etmişti. Mevlâna, bu eseri defalarca okumuştu. Şems'in onu da havuzdaki suya atmasına gönlü razı olmadı. Şems bunu anlar an­lamaz, elini havuza daldırmış:

—      Al istediğin bu kitap değil mi?Diyerek Mevlâna'ya uzatmıştı.

Hayret... Esrarnâme tozuyla duruyordu. Sanki bir havuz dolusu su içinden değil de, kütüphane rafından alınmıştı.

 

  1. Mevlana’nın kitaplarından,medreseden ayrılması. (S.77)

—        Şems denen bu derviş geldi. Mevlâna'mızı bizden alıp başka bir âleme sürükledi. Bu Şems dedikleri adam kimdir ki, Mevlâna'yı bunca yıllık müridlerinden soğutsun, onu, mütalaadan, kitaplarından ayırsın. Olacak şey mi bu? Büyücü mü bu adam, sihir mi yaptı da bizden ayırdı? Halkı vaazından, öğrenciyi medresesin den mahrum etti.

 

  1. Mevlana’nın Kur’an’ın vasıflarını Mesnevi’ye vermesi şirki. (S.141)

Mevlâna, Mesnevi'sinin her cildine, bir (dibace) ile başlamıştır. Arapça yazılan bu dibaceler, Mesnevi cilt­lerinin tacı, yahut Mesnevi buketinin tomurcuğudur. Mevlâna bu dibacelerde, bütün samimiyetiyle, «Allah'a hamd-ü sena» da bulunur. Âyet ve hadislerle söz incileri dizer, Mesnevi'yi tarif ve tasvif eder» Birinci ciltte: (Şüphe yok ki, Mesnevi, gönüllere şifâdır, hüzünleri giderir, Kur'ân-ı Kerimi apaçık bir hale koyar, rızkların bolluğu­na sebep olur, huylan güzelleştlrir. Mesnevi, sanları yüce, özleri hayırlı kâtiplerin elleriyle yazılmıştır, temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler) buyururlar.

 

  1. Mevlana’ya göre şeriatın dışında ayrı bir tarikat ve hakikat var uydurması. (S.142)

Beşinci ciltte ise:

(Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat, mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola düzeldin mi o gidişin tarikattir, maksadına ulaştın mı o da hakikat... Bunun için (Hakikatler meydana çıksaydı, şeriatlar, yollar batıl olurdu) denmiştir.

 

 

 

 

  1. Sadreddin Konevi’nin vahdet-i vücut sapıklığı. (S.145)

Mevlâna, Konya'y'a geldiği zaman, etrafında, devrin tanınmış birçok mutasavvıflarını bulmuş, geniş bir ilim çevresiyle karşılaşmıştı. Bu mutasavvıflardan biri de Şeyh Sadreddin konevi idi. Sadreddin Konevî, 1210 yı-lında doğmuş iki yaşındayken babasını kay­betmiş, annesiyle birlikte Konya'ya gelerek yerleşmişti. Tanınmış bilgin Muhyiddin'i Arabî, Konya'ya gelerek Sadre.ddi.nin dul annesiyle evlenmiş, böylece Şeyh Sad­reddin, babalığı Muhy iddin 'in manevî terbiyesi altında yetişmiş, «Vahdet-i vücûd» felsefesinin Anadolu'da ya­yılmasına çalışmış, eserler yazmıştır. Hadis ilminde, eşi benzeri bulunmayan bir bilgindir.

 

 

 

  1. Mevlana’nın bir rum gence şefaat dilemesi. (S.156)

Gerçekten de Mevlâna'nın, Aynüddevle, Kaluyan, Bedreddin Yavaş, Şihabeddin, Alâeddin Seriyânus gi­bi, ressam ve nakkaş, sanatçı müridleri vardı. Hattâ bunlardan Alâeddin Süryanüs bir rum genciyken Mev­lâna'nın bir şefaatiyle dinini değiştirmiş müslüman ol­muştu. Şöyle ki:

Birgün Mevlâna, caddeden geçerken acı bir çığlıkla irkildi. Cellâtlar, bir rum gencini yaka-paça idam seh­pasına sürüklüyordu. Mevlâna oradan geçen birisine, sürüklenen bu gencin suçunu sordu:

—        Şehrin zalim bir adamı vardı. Onu öldürmüş,şimdi cana can onu da öldürecekler.

Bunun üzerine Mevlâna koştu, cellâtlar Mevlâna'yı görünce durakladılar. Mevlâna sırtındaki cüppeyi gen­cin üzerine attı. Artık ona kimse el süremezdi. Durumu sultana anlattılar. Sultan:

—        Madem ki Mevlâna ona şefaat etti. Yapılacak birşey yok.

Dedi. Mevlâna genci ölümden kurtarmıştı. Adını sordu. Genç:

—        Seriyânus,

Cevabını verdi ve Mevlâna'nın ellerine kapanarak hemen müslüman oldu. Ondan sonra adı Alâeddin Seri-vanus olmuş, Mevlâna'nın müridleri arasına katılmıştı.

 

  1. Yazarların Mevlana’dan yardım istemeleri şirki. (S.175-176)

Gel, yine de gel, yine de...

Ey gönüller Sultam, ey Âşıklar cananı, ey Dest-gir, ey Koca Pir, Mevlâna gel!.

Ey gündüzün güneş, gecelerde ay olan,

Derman olan, devran olan, nây olan...

Gel gör ki, âşıkların küme küme.

Hepimiz bir halkada dizilmişiz teşbih gibi,

hepimiz etrafında pervane...

Senden medet, senden şifâ, senden feyz...

Sanagönül vermeğe, eşiğine yüz sürmeğe...

Gel, cana can ver, imâna imân,

Gel, vuslatı hasretinden güç olan.

Dillerde senin adın, gönüllerde sen...

Umutsuzlara umut, çaresizlere çare sen...

Her yüzde

Sen, her yönde Sen...

Ey köpük köpük aşk olup coşan

Ey semâ semâ dökülen taşan..

Gel. Ölümsüzlük tahtından haber ver bize...

Bizi bizden al götür, o Mesnevi ummanına, o ilâh! aşk kervanına...

Ey yıllan yıllara ulayıp aşan,

Ey nesillerden nesillere ulaşan...

Doyumsuz sevgine doymuyor ihvan...    

Sulha, sükûna susamış cihan...

Yetiş imdada aman Ey büyük dost... Ey Koca Sultan...

Bir kerre değil asla bin kerre gel.

Yine de gel, yine de gel, yine gel...

 

  1. Namaz kılmayan Hacı Bektaş’ın abdest suyunun kan olması yalanı. (S.207)

Nurettin Cacaoğlu bir gün şeyhi Hacı Bektaş’a : “Şeriata uymak ve namaz kılmak gerekir. Halbuki siz bunları yerine getirmiyorsunuz..” demişti. Bunun üzerine, Hacı Bektaş abdest almak üzere derhal su istemiş, Cacaoğlu da ibriği, çeşmeden doldurarak getirmişti. İbriği döktüğü zaman su yerine kan akmıştı. Cacaoğlu şaşırmış, Hacı Bektaş-ı Veli de: “görüyorsun ya bununla abdest alınmaz..” diyerek ibriği itmişti.

  1. Mevlana’ya göre kanı suya çevirmek lazımdır iftirası. (S.208)

Bu olay Mevlana’ya anlatılmıştı. Mevlana: “Temizi pislemek, berrak suları kana çevirmek önemli değil. Aslolan, kanı berrak suya çevirmektir. Mürşid ona derler ki, şarabı şerbet yapsın. Mürşid odur ki, bakırlaşmış gönülleri tam ayar altına çevirsin. Mürşid, müşkülün hal kapısıdır.