Mezhepler Ve Tarikatlar - Enver Behnan Şapolyo, Türkiye yayınevi, 1964
Hindistan’da doğan (Brahmanlık) da uluhiyet hakkında düşüncelere maliktir. Hindistan'ın en eski mukaddes kitabı (Veda) dır. İlk devirlerde Vedalar (ateş, hava, güneş) i kudsî tanımışlardı. Fakat sonra (Vahdet-i vücut - Pantheisme) sistemini ortaya koymuşlardır. Bir Tanrı tanımışlar-dır ki, bu da (Brahma) dır. Brahmanlar sakin bir hayat yaşarlar, hepsi münzevidir. Brahmanizme göre hayat: «Dünya, rüya içinde rüya görmektir. Öyle ise elem çekmek, sevmek, bir arzunun arkasından niçin koşuluyor, halbuki hayat gam ve kederden ibaret bir rüyadır. Bu sebeple ruh bir an evvel cesetten kurtulmak ister. Hayat tahammülü zor bir yüktür. Her arzuyu terkedip, biran önce brahmanın vücut-u mııtlak içinde fâni olmak lâzımdır,» diye düşünürler. Brahmanlara göre ulühiyet şöyledir. «Bütün mevcudatın başlangıcı vahdet-i vücuttur. Bütün mahlûkatın ruhu Brahmanın birer parçasıdır.Bütüniyle Brahmanın tam kendisidir. Onu bilmek ona tazim etmek yüksek bir fiildir. Brahman her şeyi ihata eden bir vahid-i vücuttur, bu bir Panteizmdir. Sonradan doğan din, mezhep ve tarikatlara bu fikir tesir etmiştir.
Hindistan'da büyük bir din kuran da (Buda) dır. Buda'ya göre ulû-hiyet şöyle izah ediliyor. «Âlem kendi zatî faaliyettile, mevcudiyetini izhar eden ebedî bir tekâmüldür. Bu kemale eriş, ancak marifet ve aşk ile kabildir. Bunlar kâinatın iki büyük âmilidir. Bir insan aşka mazhar olmadıkça, Allaha ulaşamaz ve ancak marifet ve aşk ile (Nirvanaya) vasıl olunur. Bu ise Fenafülâhdır. Bu yüksek mertebeye varmak için hayır iglemek lâzımdır. Her şey Nirvanaya varır. Kâinatın her noktası bir hayata sahiptir. Ölüm kaybolmak değil, yeni bir şekle girmektir. Bu dün-• yada ne kadar zevk varsa, o nisbette de ıztırap vardır.» Budizm ıztırap-Han kurtuluşu öğreten bir dindir, Budizmin tanıdığı Tann da Nirvana'dır. .,
Çinlilerin en büyük din adamı Konfiçyus da ulûhiyeti şöyle anlatıyor: «Yüksek hükümdar olan Tanrı, hürmet ve ibadet edilmesi icap eden bir varlıktır. Kâinatın düzenim kuran, insaniyetin muhtelif sınıflarım yaratan odur. Göğe ve dünyaya ait işlerin idaresinde kendilerine mahsus faaliyet safhaları bulunan, iyileri koruyan, onlara rehberlik eden Al-lahtır. Dua, ibadet bir vazifedir, ibadet eden kimse kendisinin rehberidir. Bunun için rahibe lüzum yoktur,» demektedir. Aynı zamanda «halkın sesi, Tanrının sesidir,» demiştir. Konfuçyus dininin esası ahlâktır, fazilettir. Halkı idare eden hükümdarların da yüksek ahlâka sahip olmalarını bildirmiştir.
Vahdeti vücut felsefî görünüşünden tasavvuf, tasavvuftan da bir çok tarikatlar doğmuştur. Bu izahtan anlaşıldığına göre bütün dinlerin, (mezheplerin ve tarikatların gayesi Allanın varlığını idrâkten gelmek- , itedir. Bu idrâk bir takım_düşünce ayrılığı meydana getirerek mezhep ve 'tarikatlar doğmuştur.
Türkler müslümanlığı kabul etmeden önce (Şamanizm) dininde idiler. Şamanizm dindeki Türkler (Gök Tanrı) ya taparlardı. Gök Tanrının timsali de (güneş, ay, yıldız) idi. Şamanizmin bu üç timsali Anadolu kızdbaşlarında hâlâ yaşamaktadır. Şöyle ki, (güneş Muhammed, ay Ali, zühre yıldızı da Fatma) dır. Şamanizmin büyük bir din haline gelişi, Türklerin Hun ve Göktürk imparatorluklarını kurdukları zamana tesadüf eder. Boy ve İl devrinde aşiretler halinde yaşarlarken Totemizm, Animizm, yer ve gök Naturizm din şekillerini geçirmişlerdi. Bunlara ait inanışlar uzun zaman halk arasında yaşamıştır. Totemizm devrinden (Bozkurt), (Huşagacıj, Animizm devrinde (ataların ruhuna ibadet) inancı, yer Naturiminden ise (yer su) lar, gök Naturizm devrinden (Gök-tanrı) doğmuş, güneş ay vç' yıldız kutlu sayılmıştır. Şamanlar bilhassa güneşi en büyük kutlu varlık olarak tanımışlardır. Güneş, güzelliğin, aydınlığın, feyiz ve bereketin ve her varlığın yaratıcısı olarak kabul edilmiştir. Göktürk kitabesinde «Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer kılındığı zaman ikisinin arasında kişi oğlu yaradılmış. .» diye yazılıdır. Şaman dininde bulunan Hanko ile Alp'in Göktanrı münacatı ne güzeldir: «— Ey güneş! Ey ışıklar hakanı, tahtın göklerdir ki kanatlar erişmez, sarayın karalardır ki sonu gelmez, bahçen denizlerdir ki ucu bulunmaz,
Şamanizm dininin âyinlerini icra edenlere (Kam) adı verilirdi. Kamlar, şaman dininin rahipleri, ruhanî reisleridir. Kamlar raksederlei, musiki ve gürler okuyarak kötü ruhları kovar, iyi ruhları davet ederdi. Aynı zamanda sihri kuvvetlere sahip olduklarından ruh doktoları idiler.. Yanlış olarak kamlara kâhin, sihirbaz diyenler de olmuştur. Şamanizm sihir değildir, Türklerin eski dinlerinin adıdır. Şaman kelimesini bir çok Türk kabileleri kullanmaktadır. Eski bir tabir olduğu kabul edilmektedir. Mânası (Rahip, Zahit) tir. Bazılarına göre de «zıplayan, rakseden» manasınadır. Muhakkak olan sudur ki, eski türkçede gamana (kam) denilirdi.
Şaman,tanrılar ve ruhlarla insanlar arasında aracılık yapma kud-retine 'sahip olan ruhanî reise denir. Şamanlık öğrenmek suretile elde edilmezdi. Ancak dokuz göbek şaman nesline mensup olmak lâzımdı. Âyinleri parasız yaparlar, fakirane bir hayat sürerlerdi. Samanları ihtiyar şamanlar yetiştirmektedir. Bunlar genç şamana ruhların adlarını, okunacak duaları, neslinden gelen büyük şamanları, tanrılarının adlarını ve âyinleri öğretirdi. Bundan sonra genç şaman ve yakınları (Kambaksı Toy) denilen bir âyine iştirak ederlerdi. Bu âyini ihtiyar şaman idare ederdi. Genç şaman bu âyinde bir yay kullanırdı. Bu namzedin sağ tarafında dokuz delikanlı, sol tarafında dokuz kız, bunların ortasında ihtiyar bir şaman yer alırdı. Burada genç şamana su yeminini ettirirdi:
«Zavallıların koruyucusu, yoksulların babası, öksüzlerin atası olmağa and içerim. Yüksek dağ tepelerindeki ruhlara saygı göstereceğime and içerim ki, onlara candan hizmet edeceğim, gök tanrıya hizmet etmeğe söz veriyorum...»
Şaman töreni dokuz gün sürmektedir. Bu zamanda bir çok koyunlar ve taylar,-kesilirdi. Bugünlerde k'mız içilir, genç kızlar raksederlerdi. Dokuzuncu gün genç şaman bir keçe üzerine oturtulup havaya kaldırılırdı. Bu merasimden sonra genç namzet, şaman olurdu. Bunlar ruhları çağırarak âyinlerini yaparlardı. Samanların çoğu şairdi, şiirler ve ilâhiler söylerler, aynı zamanda bazı gizli sırlara da vakıftırlar. Şamanlar kudretlerini gökten almaktadırlar. Bunların en büyük vasıfları vecd ve istiğraktır. Samanların evi bir mabet gibidir. Kapısının karşısında bir davul asılıdır. Davulun üstünde ağaçtan yapılmış bir çok kuş heykelleri, birde yüan resmi ayrıca güneş ve hilâl resmi bulunan bir bayrak bulunmaktadır. Davulun bir tarafında ise erenler sıralanmıştır. Birde tahta kılıç vardır.'Şaman bu tahta kılıçla kötü ruhlarla cenk eder. Şamanlar ruhların bir hayvanda tecessüm ettiğine inanırlar. Bu inanç Orhan Gazi zamanında yaşamış olan Geyikli Baba'nın geyiklerle beraber yürümesi, Hacı Bektaşi Veli'nin doğan kuşu şekline girmesi gibi menakiptir. Samanlığa girme merasimi kızılbaş ve bektaşilerde de aynen mevcuttur. Şaman merasiminde koyun kesilmesi, içki içilmesi, genç kazların raksetmesi kızılbaşlıkta tamamen vardır. Kızibaşlığa namzetler için ikrar Ayini yapıldığı zaman kurban kesilir. Âyini cemde içki içilir, sazlar çalınır, kazlar da raksederler. Bütün bundan anlaşıldığına göre kızılbaş ve bektaşi âyini cemlerinin esası samanlıktan gelmedir. Diğer sünni tarikatlardaki büyük teflerin çalınması, şaman teflerinden başka bir şey değildir. Hele şaman evindeki üzerinde hilâl bulunan bayrak, Türk ba-rağının esasını teşkil etmektedir. Bayrağ'mızdaki yarım ay ve önündeki yıldız gök tanrının birer sembolleridir. Şamanın bir keçe üzerinde havaya kaldırılma âdeti ise dikkate şayandır. Osman Gazi, Han seçildiği zaman, onu bir keçeye oturtup dokuz defa havaya kaldırmalardı. Bunların hepsi samanlığın izleridir. Tahta kılıç kullanmak ise, Türk şeyhleri harbe iştirak ettikleri zaman tahta kılıç kullanırlardı. Bunlar hep eski Türk dininin izleridir.
Müslümanlıktan önce Türklerin dini (Şamanizm) idi. Bu dinin kalıntıları hâlâ Ortaasya Türklerinde yaşamaktadır.Oğuz Türkleri müs-lümanlığı kabul ettikten sonra samanlıktan kalan bir çok anane ve inançları muhafaza etmişler, bunları islâmî bir şekle sokarak yaşatmışlardır. Bu inançları da müslümanlıktan geldiğine inanmışlardır. Türkler sekizinci asırdan itibaren onuncu asra kadar oymak oymak müslümanlığı i kabul ederek Şamanizm dininden ayrılmışlardır. Ancak samanlık izleri kuvvetli bir şekilde kızılbaşlarla, bektaşilerde bir kısım Türk tarikatlarında yaşatılmıştır. Türklerin dinî inanışları şamanizmin esaslarında mevcuttur. Fakat Türklerin bir de Tasavvuf namı altında ilâhî esaslara dayanan felsefeleri vardır. Bu derin bir mâna taşımaktadır. Türk tarikatların n ulûhiyet hakkındaki düşünceleri tasavvufun içinde mevcuttur. Mezhebler ve Tarikatlar Tarihi incelenirken, Şamanizm nedir? Bunu anlamak lâzım geldiği kadar Türk tarikatlarının kuruluşunda ve esaslarında tasavvufun da ne demek olduğunu bilmek gerektir. Türk tarikatları siyasî bir mahiyetten ziyade felsefî bir görüşün ifadeleridir. Büyük tarikat pirlerinden Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşi Veli, Ahi Evren, Mevlâna Celâleddini Rumî, Şah Nakşibent, Ahmet Rufai gibi zatlar tasavvuf cereyanından ilham almışlardır.
İslâmiyet milâdî yedinci asrın başlarında Hicaz'da (Hazreti Mu-hammed) in zekâ, irade ve sönmek bilmeyen cihatlarile bütün Arap Ya- rımadas na yayıldı. Fütuhat başlayınca islâmiyet önce Iran ülkesine, sbnra da (Türk ili) ne kadar genişledi, iranlıların dini (Zerdüştlük), ; mukaddes kitapları da (Zend Avesta) idi. islâmiyet bu eski dinle karşı- . laştı. Tabiî olarak bunun mücadelesi başladı.
İslâmiyet sekizinci asırdan itibaren Emeviler zamanında (Türk ili ) e kadar uzandı. Türklerin de ayrı bir dini vardı. Islâmiyetten önce Türklerin dinine (Şemanizm) adı verilmekte idi. Türk dininin ruhani reisine,. de (Kam) veya (Şaman) denilmekte idi.Türk dini bir (sembolizm) mahiyette idi. Şamanizm dininde (ulûhiyet) şu şekilde tecelli etmişti. Bu âlemde hiç bir şey yok iken, bir tek varlık vardı, o da (güzellik), yani (cemal) idi. Ondan başka gören ve duyan yoktur. O bir (ilmi Ezeli) -dir. Ona (Hüsnü Mutlak) denilmektedir. Bu güzel olan yaratıcı varlık, yalnızlıktan usandı, güzelliğini bir anda tecelli ettirdi, bir anda bütün âlemler husule geldi. Denizler, karalar, nebatlar, insanlar ve çeşitli mah-lûkat meydana geldi, işte bütün mevcudat bu güzellikten doğdu. Türkün inandığı (Tanrı) işte bu cemaldir. (Türkün din felsefesi hüsnü mut-laka dayanmaktadır. Türk cemalullah muhabbet etmektedir. Ona âşıktır. Aşk, onun sönmez meşalesidir. Bu güzelliği üç şeyde sembolize etti. O da (güneş, ay, zühre yıldızı) dır. Bu üç ilâhi sembol kızılbaşlıkta hâlâ yaşamaktadır. Bu şâmanizmin devamından başka bir şey değildir. İşte Türkün maşeri vicdanında ulûhiyete inanışı (tasavvuf cereyanı) olarak doğdu, Türk tasavvufu (Cemalullah) tır, Türk güzeİi tanıdı, ona âşık oldu. Türkün yer yüzünde doğuşu (Tanrı Dağı) ndadır. Bu dağ tabiatın bütün güzellikleri ile bezenmiştir. Bu güzel ülkede doğan Türk bu güzelliğe âşık olmuş, tanrısını da (cemal) olarak tasavvur etmiştir.-Bununla beraber Türk dinini totenizm, aminizm ve yer gök (naturizm) devirlerini geçirmiş, bir çok sembolleri ilâh tanımıştır. Fakat din felsefesi bakımından, Türkün tanrısı (cemal - güzellik) ve (aşk) tır. Onda (muhabbetullah) vardır.
Türklerin Oğuz kavmi onuncu asırda müslüman olunca, müslüman-lıktaki (Muhafetullah) la karşılaştı. (Allah korkusu) vardı. Türk ise tanrısına onun gazabından korktuğundan değil, ona muhabbet beslediğinden dolayı inanmıştır. Bu suretle Türkte (muhabbetullah) vardır. İşte bu muhabbetullah fikrinden tasavvuf cereyanı meydana gelmiştir. Bunun üzerine Türkler arasında bir çok tasavvufî tarikatlar doğmuştur. Bu da iki kısımda tecelli etmiştir. Birinci gurup (Sünni Tarikatlar) olup, ehli sünnete dayanmaktadır, ikinci kısım şamanlığa dayanan (Alevi Tarikatlar) dır. Ayrıca hilâfet ve imamet meselesinden de (Şia), (Havaric), (Mutezile), (Mürcee) mezheb ve kolları meydana gelmiştir. Fakat bu mezheb ve tarikatlarda (tasavvuf) yoktur. Bunlar (sofi) dir-ler, Sünni tarikatların hepsi (sofiliğe) dayanmaktadır. Tasavvuf yalnız. Türk ilinde doğup, Horasan ve Anadoluya yayılmıştır tasavvuf, yalnız--turk felsef esidir. Ulûhiyete (cemal) ve (aşk) a bağlanmış bir felsefî, yoldur. Tasavvuf, yalnız Türke mahsus olup, ne îramn Zerdüşt akîde-lerinden, ne Hindin Panteiziminden, ne de tam olarak Sünnilikten ilham almıştır. Yalnız islâmiyetin Tanrı anlayışına inanmış, Hazreti Mu-hammed'i resul olarak tanımıştır. Tasavvuf yolunda sünni tarikatlar hilâfet ve imametten (Hazreti Ebubekir) i, tasavvufun samanlık yolundaki (Aleviler) ise (Hazreti Ali) yi imam olarak tanımışlardır, îran şii-leri de Hazreti Hüseyin evlâdını Sasanilerin devamı addederek, Ehli Beytin hukukunu müdafaa perdesi altında mezheblerini yürütmüşlerdir. İslâmyet, onuncu asırda Türk ilinde intişar edince, birdenbire ta-savvuf cereyanı başladı. Nişabur, Merv'de mutasavvıflar görüldüğü gibi, bir müddet sonra da Buhara ve Fergana'da şeyhlere tesadüf edilmiştir, bilhassa Fergana'da Türkler şeyhlerine (Bab) yani (Baba) unvanı vermişlerdi. Türk ilinde ilk tanılan mutasavvıflardan (Mehmet Maşuki Tusî) ile (Emir Ali Abu) Oğuz Türklerinden idi. Türk ilindeki mutasavvıf şeyhler, Türkmenler arasında tasavvufu yayıyorlardı. Bilhassa Türk hakanları tasavvuf ehline fazlasile saygı göstermislerdi. Bu dervişler
Vahdeti Vücud: Bütün kâinat ve eşya mutlak bir varlığa sahip değil, ancak Allâha izafetle mevcuttur. Yani Vahdeti Vücud, her ne şekil ve tecelli ile tasavvur edilirse edilsin, vücut mahiyet itibar ile bir tek varlıktan ibarettir. Bütün varlıklar, tek varlığın tecellisinden başka bir şey değildir. Mevlâna Celâleddin Rumî Vahdeti Vücudun, eşyada tecellisini ilâhî aşka bağlamaktadır. Bu suretle tasavvufu, yüksek bir estetik cereyanı haline getirmiştir. Mevlâna Doğu tasavvufunu alarak Anadolu'ya yeni bir vahdeti vücut fikri yaymıştır. Onun vahdeti vücut anlayışı ne (Muhittin Arabî) nin, ne de (Gazali) nin ve ne de (Sadrettin Konevî) nin görüşlerine uygundur. Onda ahlâktan ziyade, bediî bir görüş mevcuttur, Mevlâna (Hallaç Mansur) gibi mistik bir aşk felsefesine maliktir. Bu felsefe onun bütün fikirlerine bediî bir ifade vermiştir. Mevlâna'da bediî bir (Panteizm) cereyanı gelişmiştir. O yepyeni bir tefekkür meydana getirmiştir, onda hâkim olan en kuvvetli renk Anado-lunun rengidir. Bunu Ortaasya tasavvufu ile meczetmiştir.
1 — Sultan Osman Gazi — Ahi tarikatı
2 — Sultan Orhan Gazi — Ahi tarikatı
3 — Sultan Murad-ı Hüdavendigâr — Ahi tarikatı
4 — Sultan Yıldırım Bayezid — Zeyniyye tarikatı
5 — Çelebi Sultan Mehmet — Zeyniyye tarikatı
6 — Sultan ikinci Murat — Bayramiyye tarikatı
7 — Sultan Fatih Mehmet — Bayramiyye tarikatı
8 — Sultan Bayezid Veli — Cemaliyye tarikatı
9 — Sultan Yavuz Selim — Sünbüliyye tarikatı
10 — Sultan Kanunî Süleyman — Gülşeniyye tarikatı
11 — Sultan Sarı Selim — Halvetiyye tarikatı
12 — Sultan Üçüncü Murat — Uşakiyye tarikatı
13 — Sultan Üçüncü Mehmet — Halvetiyye tarikatı
14 — Sultan Birinci Ahmet — Celvetiyye tarikatı
15 — Sultan Birinci Mustafa — Celvetiyye tarikatı
16 — Sultan Genç Osman — Celvetiyye tarikatı
17 -- Sultan Dördüncü Murad — Celvetiyye tarikatı
18 — Sultan Birinci ibrahim — Halvetiyye tarikatı
19 — Sultan Avcı Mehmet — Halvetiyye tarikatı
20 — Sultan ikinci Süleyman — Halvetiyye tarikatı
21 — Sultan ikinci Ahmet — Halvetiyye tarikatı
22 — Sultan ikinci Mustafa — Halvetiyye tarikatı
23 — Sultan Üçüncü Ahmet — Cerahiyye tarikatı
24 — Sultan Birinci Mahmut — Halvetiyye tarikatı
25 — Sultan Üçüncü Osman — Raufiyye tarikatı
26 — Sultan Üçüncü Mustafa — Cerahiyye tarikatı
27 — Sultan Birinci Abdülhamit — Nakşibendiyye tarikatı
28 — Sultan Üçüncü Selim — Mevlevi tarikatı
29 — Sultan.Dördüncü Mustafa — Nakşibendiyye tarikatı
30 — Sultan İkinci Mahmut — Cerahiyye tarikatı
31 — Sultan Abdülmecit — Cerahiyye tarikatı
32 — Sultan Abdülaziz — Bektaşi tarikatı
33 — Sultan Beşinci Murat — Bahaiyye tariki (Mason)
34 — Sultan İkinci Abdülhamit — Şazeliyye tarikatı
35 — Sultan Mehmet Reşat — Mevlevi tarikatı..
36 — Sultan Mehmet Vahdettin — ? -