Nakşibendi tarikatından bahsederken tarikata ismini veren ve tarikat mensuplarının çok övüp sevdikleri, aynı zamanda tarikatın temel taşlarından biri olan şeyh Muhammed Bahaddin Şah-ı Nakşıbend'den bahsetmemek mümkün değildir. Şeyh Muhammed Emin Şah-ı Nakşibendi şöyle anlatıyor: "O en büyük gavstır. Her şeyi bilir. Nurunun hidayetiyle kötülükler yok olmuş ve uzaklaşmıştır."[1]
Şeyh Muhammed Emin, Şah-ı Nakşibend'ten şu rivayeti naklediyor: "Bir gün Derviş Halil’e tabi oldum. Bana hayvanlara hizmet etmemi emretti. Bu emirden sonra yolda bir köpeğe rastlasam önünü kesmemek için geçmesini beklerim. Bu vaziyette tam yedi sene geçirdim. Daha sonra bana yöre köpeklerinin hizmetinde sadakatla çalışmamı ve onlardan yardım istememi emretti. Bu vaziyette de uzun bir zaman geçirdikten sonra bana: "Seni öyle bir köpeğin hizmetine göndereceğim ki o köpekten dolayı çok büyük nimetlere erişecek ve çok büyük bir mutluluk hissedeceksin." Şah-ı Nakşibend Şeyhi Derviş Halil'in işaret ettiği büyük nimet ve mutluluk kaynağı müjdeye nail olabilmek için büyük bir gayret sarfederek köpeği nihayet buluyor. Şah-ı Nakşibend köpeği bulduktan sonraki durumunu şöyle anlatıyor: "Köpeği görür görmez hemen önünde diz çöktüm ve beni şiddetli bir ağlama hissi tuttu ve ağlamaya başladım. O anda köpeğin sırt üstü yatarak dört ayağını göğe doğru kaldırıp ince, yanık ve yalvaran bir sesle dua ettiğini duydum ve tam bir tevazu içerisinde ellerimi açtım ve her söylediği şeyden sonra amin demeye başladım. Bir müddet sonra köpek sustu ve ayağa kalktı. Ben de o anda ellerimi yüzüme sürüp amin dedim.
Şah-ı Nakşibend'in anlattığı bir olayı daha nakletmekte yarar görüyorum: Şah-ı Nakşibend diyor ki: "Bir gün yolda yürürken bir sürüngene rastladım. Aklıma ondan şefaat dilemek geldi. Ellerimi açtım. Sürüngen de yatarak dört ayağını göğe doğru kaldırdı ve dua etmeye başladı. Ben de o susuncaya kadar amin demeye devam ettim."[2]
Hayret edilecek bir şey değil mi? Yardım ve şefaat kapıları kendisine kapandı da şefaat ve yardımı köpek ve sürüngenlerden istemeye başladı?
Sonra kim demişki: Köpek dua ettiği zaman sırt üstü yatıp dört ayağını havaya dikiyor diye. Sonra şefaat ve yardımı bir kuldan dilese, bu dilek onun işgal ettiği makama yakışmaz. Nasıl olurda şefaat ve yardımı hayvanlardan istiyor. Bu onun makamına yakışır mı?
Bir gün Şah-ı Nakşibend'in müridleri kendisini Buhara'da bir sohbete davet ederler. Akşam ezanı okununca Necmeddin Dedrek'e; "Sana emredeceğim her şeyi yapar mısın?" diye sorar. Necmeddin de "Evet" diye cevap verir. Şah-ı Nakşibend; "Sana hırsızlığı emretsem yapar mısın?" diye sorunca, Dedrek "Hayır" diye cevap verir. "Çünkü Allah'ın hakkını tevbe siler ama, kulun hakkını hiç bir şey silemez" der. Şah-ı Nakşibend ona emirlerime karşı gelirsen seni müridliğe kabul etmem diye tehdid eder. O zaman Dedret şiddetli bir korkuya kapılır ve sanki dünya kendisine dar gelir. Bunu gören arkadaşları affedilmesi için şeyhe yalvarırlar ve şeyh te onu affeder. Derdek te onun bütün emirlerine itaat etmeye karar verir.[3]
İşte bu şekilde açık olarak gördük ki şeyh müridini açık bir şekilde kendisine kesin bir itaata davet ediyor. Bu itaat Kur'ân ve sünnete muhalif bile olsa.
Bu gibi şeylere tarikatta devamlı olarak tanık olmak mümkündür. Şeyhler devamlı olarak müridlerini kesin ve mutlak bir itaata mecbur ederler. İtaat etmeyen müridleri de Allah'ın huzurundan kovmakla tehdit ederler. Bu hareket bizim için hayret verici bir hareket değildir. Zira biz onların "İtiraz etme kovulursun" diyen sözlerini biliyoruz. Bilindiği gibi Allah'a ve peygamberine itaat, itaat edileceklerin itaatından daha hayırlıdır. Peygamber (s.a.v.) "Kötülük ve haramlarda itaat yoktur. İtaat ancak hayırlı işlerdedir" der. Bir başka rivayette de "Müslümana hoşuna gitse de gimese de iyilikle emrolunduğu zaman itaat etmek mecburiyetindedir. Ancak kötü bir şeyle emrolunursa hoşuna gitse de itaat edemez."[4]
Burada şaşılacak şey yukarıda da açıklandığı gibi mürid şiddetli bir korkuya kapılıyor ve tevbe ediyor. Korku ve tevbe Allah rızası için değil, sadece şeyhin rızası içindir. Ancak kötülükte hiç bir kula itaatın olmadığını da biliyoruz.
Şah-ı Nakşibend diyor ki: Arkadaşlarımdan biriyle bazı ilimleri konuşurken söz sözü açtı. Derken söz ibadete geldi. İbadet kelimesi konusuna geldiğimiz zaman arkadaşım bana "İbadetin sınırı nerede biter" diye sorar. Ben de ona ibadet sahibi insanın, karşısındaki insana "Öl" dediği zaman ölür. İşte ibadetin orada biter diye cevap verdim. O anda da arkadaşıma "Öl" dedim. Hemen yere düştü ve ölü olarak yığıldı kaldı. Bu durumdan rahatsız olup şaşırdım. Tekrar uğradım. Baktım ki sıcağın etkisiyle tamamen değişmiş. Bu vaziyet beni daha da rahatsız etti. Tam bu anda bana ölüye diril demem emredildi. Ben de üç defe "Diril" deyince yavaş yavaş dirilmeye başladı ve hayata dönüp eski halini aldı.[5]
Hayret verici bir durum. Şah-ı Nakşibend öldürüp diriltebiliyor. Ayrıca ileride nakledeceğimiz rivayetlerde de görüleceği gibi Şah-ı Nakşibend gaybı, gizliyi, saklıyı, müridlerin içlerindeki sırları bilir. Bir gün kendisine kibirli olduğu yolunda söylentiler olduğu haberi verilince hiç çekinmeden ve büyük bir cesaretle "Bizim kibirimiz Allah'ın kibirindendir"[6] demiştir.
Yukarıda belirtilen ibareler çok ibret vericidir. İzzet ve kibir Allah'ın iki sıfatıdır. Bir kudsi hadiste Allah (c.c.) "Benim bu iki sıfatımda mücadele etmek isteyene azab ederim" diyor. Yani bu iki sıfatımı kendisine mal edip kendisini onlarla tanıtana azab ederim.[7] Bu sözlerden açıkça anlaşılıyor ki Kur'ân'a ve sünnete büyük bir muhalefet vardır.
Şeyh Salah diyor ki: Bir gün Şah-ı Nakşibend hazretleri müridlerine: Müridin şeyhten başkasına tabi olması onun Allah'a ulaşması yolunda büyük bir engel teşkil eder. Şah-ı Nakşibend'in bu sözünden sonra içimde imana ve İslâm'a aynı şekilde bağlanmam gereğini hissettim. Şeyhim Nakşibend bana dönüp tebessüm ederek bana Hallac'ın (k.s.) "Ben Allah'ın dinini inkar ettim. Bence inkar vaciptir. Lakin müslümanlarca büyük bir kabahattir" diyen şiirini duymadın mı deyip beni ikaz etti.[8]
Bu şiiri okuduktan sonra Hallac'a "Kaddesellahu sirrehu ve ruhehu" demek mümkün mü? Bu şiirdeki açık küfrü büyük, küçük, aydın, cahil herkes anlayabilir. Şah-ı Nakşibend'te bu şiiri okurken onu reddetmek için değil müridinin içine doğan hislere cevap olsun diye okumuştur. Yani bu şiiri tarikatın en büyüklerinden olan Şah-ı Nakşibend okumakta sakınca görmüyor. Ayrıca Şah Veliyullah el-Dehlevi bu şiiri aynen nakletmiştir.[9]
Zahire göre bu kelimeye küfür denemez ama içinde sakladığı manaları ancak havaslar (büyük zatlar) anlar. Rasûlullah (s.a.v.) Allah'a en çok ibadet eden, en büyük takva sahibi ve Allah'a en sevgili kul olduğu halde kendisinden zahirinde (dışında) küfür bulunan hiç bir kelime sadır olmamış, tam aksine ondan en güzel söz ve ibadetler sadır olmuş, ayrıca sabahlara kadar ibadet ettiği halde kendisinin (huve - hu) "O" olduğunu söylememiş ve zatının Allah'ın zatında birleştiğini de söylememiştir. Kendilerinin ibadet diye tarif ettikleri bir takım haraketler ibadet değil küfürdür. Ayrıca ibadetler insanı hayırlı yola sevk eder, yoksa iddia edildiği gibi ibadet insanı açık bir küfre götürmez. Bunun yanı sıra ibadet diye nitelendirilen bir takım söz ve haraketlerin hiç biri peygamber tarafından yapılmadığı gibi hiç bir sahabiden de sadır olmamış ve öyle bir şeye ihtiyaç dahi duyulmamıştır.
Şah-ı Nakşibend'e edeb nedir? Diye sorulduğunda "Edeb edebi terk etmektir" demiştir.
Yine müridlerinden birisi kendisine selam verir. Ancak Şah-ı Nakşibend selamı almaz. Mürid te bu harakete epey içerler. Bunu duyan Şah-ı Nakşibend "Müridimden benim adıma özür dileyin. Onun selamını alamadım. Zira o anda herşeyimle Allah'a yönelmiştim ve o anda Allah'la konuşuyordum. Onun için selamını alamadım" der.
Hz. Musa (a.s.) dışında Allah'la direk olarak konuşan birinin olduğunu bilmiyorduk. Ama şimdi anladık ki Şah-ı Nakşibend Allah'la direk olarak konuşabiliyor. Eğer Şah-ı Nakşibend bu hususu Hz. Musa'yla bülüşüyor ve Allah'la onun gibi direk konuşabiliyorsa bir peygamber olarak Hz. Musa'nın hiç bir kuldan farkı kalmamıştır.
Halbuki biliyoruz ki peygamberler vahiy ile sürekli olarak kontrol edildikleri için günah işleme açısından diğer kullara hiç bir şekilde benzemezler.
[1] el-Mevehib el-Sermediyye (108),
[2] el-Mevehib el-Sermediyye (118-119), el-Envar el-Kudsiyye (130),
[3] el-Mevehib el-Sermediyye (138), el-Envar el-Kudsiyye (140),
[4] Müslim (1840), Buhari (106/8),
[5] el-Mevehib el-Sermediyye (133-134), el-Envar el-Kudsiyye (137), Cami Keramet el-Evliya (146/1-147),
[6] el-Mevehib el-Sermediyye (215), Cami Keramet el-Evliya (204/1)
[7] Müslim (2620),
[8] el-Envar el-Kudsiyye (134),
[9] el-Envar el-Kudsiyye (133), el-Mevehib el-Sermediyye (126),