Kaynak: İmam Rabbani, Muhammed Halim Şarkpuri, Çev.Prof Ali Genceli, İslami Neşriyat Yay.- Konya Nr.16, 1978
Murakabede iken bana, bu tepede enbiya (peygâmberler) aleyhimüsselâm'ın kabirleri bulunduğu bildirildi. Beni görmeğe geldiler. Sayıları kırk kadar idi. Zamanlarında kavimleri, bu peygamberlerin sözlerini dinlememiş, kendilerine uymamış ve onlar da kendi yer yurtlarını bırakıp buraya gelmişler ve burada vefat etmişlerdir.
Ulu babamın huzuruna bir havli kimseler gelirlerdi. Bir 'ara bâzıları, babamı Mekke'yi Mükerreme'de bazıları le Bağdat'ta gördüklerini söylerlerdi. Fâkat ulu babam kabul etmeyerek:
— Tevazu ile ben hiç evden çıkmadım, derlerdi.
Bir kere ev halkı gördüler ki, zât-ı faziletlerinin vücûdunun her uzvu evin içinde bir birinden ayrılmış şuraya buraya serpilmiştir.
Müceddid-i Elf-i Sânî'nin muhterem pederleri buyurmuşlardır:
— Onun doğduğu gün gördüm ki. Peygamber Sellal-lâhü aleyhi ve sellem, bütün enbiyâyı kiram aleyhimüs-selâm ve melekler hep birlikte teşrif ettiler. Efendimiz Sallallâhü aleyhi ve senem, benim evlâdımı uğurladı ve mübarek olsun diyerek kulakarına ezan ve kamet okuyup:
- Bütün kemâlâtıma vâris olup, benim yerime geçecektir. Benim ümmetimin dînini ve âhiretini yönetecektir, buyurdular.
Yine muhterem pederi ilâve ederek:
- Oğlum Ahmed'in doğum günü, sayısız melekler, Enbiya’yı Izam ve evlyayı kiram’ın ruhları hep serhind üzerine inmişlerdi.
Ravzâtü'l-Kayyümiye'de şöyle yazar:
Müceddid-i Elf-i Sânî bir gün sabahleyin teşrif buyurmuşlardı. O ara Peygamber Efendimiz Sallallâhü aleyhi ve sellem, bütün enbiya (peygamberler) aleyh -müsselâm, yakın melekler, evliyayı kiram, ve ümmetin âlimleri ile birlikte teşrif buyurdular. Mübarek ellerinde yer yüzünde eşi emsali görülmemiş çok kıymetli ve değerli bir «hil'at» (elbise) vardı. Bu «hil'at» sanki nurdan yapılmıştı, Efendimiz Sallallâhü ileyhi ve sellem bu «hil'at»i Müceddid-i Elf-i Sânî'ye giydirdiler ve buyurdular:
Bu (tecdid-i elf-i sani» (İkinci Bin Yılın Yenile-me) hil'ati'dir. Biz seni, kendimize nâib tâyin ettik ve bu hil'ati de sana verdik. Bundan böyle bütün dînî ve dünyevî işlerin yürütülmesini de sana havale ettik. Tecdîd-i Elf-i Sânî (İkinci bin yılın yenileme) hil'a-tinin nüzulü (inmesi) Rabî'ül-evvel ayının onuncu cuma günü 1010'da vuku buldu.
Hazreti Müceddid-i Elf-i Sânî, Kâbe-i Mükerreme'-nin ziyareti için son derece şevk ve zevk içindelerdi. Bu iştiyak ve isteğin şiddetinden, bütün rahat ve huzurları kaçmıştı. Bir gün Huzuru,ilâhîde manevî âleme daldıklarında gördüler ki, namaz kılan insanlar, melekler, cinler ve diğer mahlûkat (yaratıklar) hep kendi tarafına dönerek namaz kılıyor, Kâ'be-i Mükerreme'de yanlarına, gelmiş bulunmaktadır. Kâ'be’yi ziyaret için duydukları büyük aşk ve iştiyak sebebiyle Hak Teâlâ, bu müşahedeyi o'na lütuf buyurmuştur.
İşte bu itibarla, İmam Rabbani (K.S.) Yün mescidi ülkenin diğer bütün mescidlerinden imtiyazlıdır.
—İmam Rabbani, bir gün namazdan sonra duâ ile meşgul idi. Manevî âleme daldığı bir sırada bütün vücûdunun bir mum gibi yanıp aydınlanmakta olduğunu gördü ve kendi vücûdunun hamurunun Peygamber-i Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem'in mübarek vücûdlarının hamurunun kalıntısından yoğrulmuş olduğu ilham olundu.
Bir gün bir kimse İmam Rabbânî'nin hâmilik ve kayyumluğunu kabul etmeyerek yüz yüze şöyle dedi:
- «Hazret-i Abdülkaadir Geylânî Rahmetüllâhi aleyh şimdi dirilip gelir ve senin müceddidlik ve kay-yumluğuna ikrar verirse biz de sana inanırız.
Hazret-i Müceddid, kutup yıldızına işaret ettiler ve yıldız ayrılıp iki parça oldu. Arasında Hazret-i Şeyh Abdülkaadir Geylânî Rahmetullâhî aleyh göründü, yüksek sesle seslendiler:
- Müceddicl-i Elf-i Sânrhin dediklerini kabul ederim. Çünkü din ve dünya hususunda kemâlât sahibidir. Bu, evliyâyi ümmet arasında en faziletli zevattan biridir. Her kim onu inkâr eder, muhalefette bulunursa din yolundan sapmış olur.
Bu sözü söyledikten sonra, Hazret-i Şeyh Abdülkaadir yine yıldızın ardında kayboldu.
Müceddid-i Elf-i Sânı Ahmed Serhindî'nin hamuru Risâlet penâh Sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin hamurunun artığındandır. Efendimiz Sallallâhü aleyhi ve sellem, Müceddid Rahmetüllâhi aleyh'i «Rahmet hazînesi» diye anmışlardır. Bu itibarla, Âleme Rahmet olan Risâlet Penâh efendimizden ona bir hisse ulaşmıştır. Buna göre, Kıyamete kadar «kutb» ve «ebdal» bu silsileye mensûb olanlar arasından gelecektir.
Âhir zamanın «Mehdî-i Mev'ûd»u da yine İmam Rabbânî'nin halîfelerinden olacaktır, denmiştir. Bu yola bağır bulunanlar Hak Teâlâ'ya da bağlı bulunan kullardır.
Bu faziletli zat Allah kelamını göğüslerinde muhâfaza ederlerdi.Doğrudan doğruya Hak. Teâlâ ile İlham yoluyla mükâlemede bulunurdu.
İmam Rabbânî'ye ilm-i ledünnîden Büyük nasib verilmişti.
Kur'ân'ın «hurûf-u mukattaa» sının esrarı öğretilmişti.
Müceddid Rahmetüllâhi aleyh, sahâbîlik makamına yaklaşmış ve Resûl-i Ekrem Sallallâhü aleyhi ve sellem'-in Sünnet-i Seniyyesine tabî olmakla O'na yakîn elde etmek saadetine ermişti.
Kendileri hac için yola çıkmadan mâ'nen Kâ'be'nin ziyareti nasîb olmuş ve dergâhlarında Zemzem kuyusu gibi su kaynamıştır.
Hânegâhları (tekkeleri) manevî cennet mesabesindeydi.
Yüksek silsileleri, kendilerinden sonraki diğer silsilelerin hepsine feyz ulaştırmıştır,
O, şeriat ile tarîkat'ın câmii'dir. (İkisini bir arada bulunduran) Velayet makamına ulaşmış, nübüvvet kemâlâtından nasîb elde etmişlerdir.
Ümmet-i, Resûlüllah Sallallâhü aleyhi ve sellem'in evliyasının en ileri gelenlerinden ve faziletlilerindendir.
O'nu Hak Tealâ müceddid-i Elf-i Sânî (İkinci bin yılın yenileyicisi) olarak ortaya çıkarmış, vazîfelendirmiştir.
Zât-ı Faziletleri «Kayyûm-i Âlem» lakabına mazhar olmuşlardır. Peygamber Efendimizden, bugüne kadar bu lakab hiç kimseye verilmemiştir.
Bir gece Hazret-i Müceddid-i Elf-i Sânî Rahmetü'lla-hi Aleyh buyurdular:
«Hazret-i Gavs-i A'zam Kaddese sirrahû, kutup yıldızında görüneceklerdir.» Bunun üzerine yanlarındaki-lerle beraber kutup yıldızına bakmaya başladılar. Bu sırada kutup yıldızı yarılır gibi oldu ve Hazret-i Gavs-i A'zam Kaddesallahü Sirrahû, kutup yıldızının arasından göründüler. Hazret-i Müceddid-i Elf-i Sânî'nin mü-ceddidliğini ve kayyumluğunu bildirip, yine yıldızla gözden kayboldular.
Kimyâger'in Mürid Olması:
Bir gün bir kimyager, İmam Rabbânî'nin huzûru-na gelerek bir tarife sunup bununla altın yapmanın mümkün olacağını arz etti. Müceddid Rahmetüllâhi Aleyh, hizmetkârlarını çağırıp :
- Bizim, öteberiyi, bu zâte verin, gitsin de şehir-den dışarıda açıp baksın, buyurdular. Kimyager, öteberiyi aldı, şehirden dışarı çıkıp baktı ki, hepsi som altın. Hayret ederek geri geldi ve kendile-rine murid oldu.
Müceddid-i Elf-i Sânî'nin İmdâd Etmesi:
Hazret-i Müceddid-i Elf-i Sânî buyurmuşlardı: «Putları kıran gaziler, sevab elde ederler.» Bir ara bir kimse Dekkhen civarında bir puthâne" gördü. (Bu zât Müceddid Rahmetü'llâhi Aleyh'in sohbetlerinden feyz almış bulunan bir kimsedir). İçeri girdi, bütün putları kırıp döktü. O civarın halkı haber aldılar ve ayaklandılar, bu zâtı öldürmeğe kalktılar. Allah'a kul olan bu zât ise, gönülden ve içden İmam Rab-bânî'den istimdad eyledi. Bunun üzerine : «Korkma kuşkun olmasın» diye bir ses geldi. Bir de baktı ki, hemen oracıkta kırk atlı peyda olmuş ve Put kıran'a saldırmak isteyenleri dağıtıp kırıp geçirmekte...
Arslandaıı Kurtulma :
Müceddid-i Elf-i Sanî'nin mürîdlerinden biri bir ara bir ormandan geçiyordu. Ansızın bir arslanın karşıdan saldırmaya hazırlandığını fark etti. Çok korktu. İçinden mürşidine teveccüh ederek yardım istedi. İmam Rabbânî'nin, hemen orada hazır bulunarak Mübarek asalarını arslana doğru fırlattıklarını ve arslanın da hemen kuyruğunu sallayıp geri dönüp kaçtığını İmam Rabbânî'nin ise o anda ortadan kaybolduğunu müşahede etti.
Cüzzam Hastalığından Kurtarma :
Müceddid-i Elf-i Sanî'nin bir müridi vardı. Bu mü-rîd cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Bunun için yakınl arı, dostları, akrabaları, kendisi ile görüşmeyi kesmiş uzaklaşmışlardı. Mürşidine gelip vaziyetini arzeyledi. Müceddid-i Elf-i Sânî teveccüh kılıp dua ettiler. Hastalığı bir ağaca aldılar, ağaç kurudu, o zât da hastalıktan kurtuldu.
Hazret-i Müceddid-ı Elf-i Sânî'nin feyzi, mezarlık halkına dahî isabet etmiştir. Bir zât; ben öldükten sonra cenazemi Hazret-i Müceddid'in huzuruna götürün de öyle defn edin diye vasiyet etmişti.
Adamın dediği gibi yaptılar. Hazret teveccüh edince ölünün kalbi tekrar atmağa başladı. Yakınları ve akrabaları bunu görünce hayret içinde kaldılar.
Oğlu Hazret-i Hâzinü'r Rahmeh ve müridi Şeyh Pîr Muhammed Rahmetü'llâhi Aleyh ve Şeyh Âdem Benûrî Rahmetüllâhi Aleyh hepsi de buyurdular ki:
- «Hazret-i Müceddid-i Elf-i Sânî, vefâtlarından sonra da bâtın gözü ile, hayatta bulundukları gibi dünya ahvâlini görüyorlar ve manevî fâide elde ediyorlar.»
Babaları Elf-i Sânı, Hoca Hazretleri hakkında bir çok beşaretlerde bulunmuşlardır. Bâzılarını nakledelim :
- Bizim Muhammed Saîd, “ulemâyi râsihîn” denir.
--Muhammed Saîd, «Sâbıkîyn» (ilk sahâbîler) zümresinden sayılır.
- Ben, mîzan, kıyamet ve mürîdlerimin sırat'ı geç-meleri hususunda mükâşefede bulundum, Muhammed Saîd'in hep önde gittiğini gördüm. Defter-i a'mâlini de sağ eline almıştı. Sonra cümlesi Cennete girdiler.
- Muhammed Sa'îd, Hak Teâlâ'nın rahmet hazînelerinin hazinedarıdır. Kıyamet günü rahmet hazînelerinin taksimi ona tevdî kılınacaktır.
- Yükselme ve inme makamlarında her zaman sen benim yanımda olacaksın.
Bir gün de:
- Muhammed Saîd, sen benden bir parçasın. Sen bu sözü iyi dinle, nitekim Hazret-i Ebû Bekir de Resûlüllah Sallallahü Aleyhime Sellem'in bir parçası idi.
Söylendiğine göre Hoca Muhammed Saîd Peygam ber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem'i, uyanıklık hâlinde sekiz defa görmüşlerdir. Hoca Hazretlerinin aynı zamanda kerameti de açıktı.
Bir ara da Hoca Hazretleri, çok zengin ve hulûs-i niyyet sahibi mürîdlerinden bir genci, kendi eteğinin altında gizleyip, bütün irfânî makâmâtı ve cennetleri gezdirdi. Genç eteğin altından çıktığı zaman bütün bun-ları ancak bir lahzada gezmiş olduğunu anladı. Bunun gibi bir hayli kerametleri vardır.