EL-ESMÂ'ÜL-HÜSNÂ ŞERHİ 3

Önsöz. 3

EL-ESMÂ-ÜL-HüSNÂ.. 3

El- Esma-ul Husna Hadisi 4

İSMİ A'ZAM... 6

1- ALLAH.. 6

2- ER-RAHMAN, 3- ER-RAHİM... 7

4- EL-MELİK.. 7

5- EL-KUDDÜS. 8

6- EL-SELÂM... 8

7- EL-MÜ’MİN.. 8

8- EL-MÜHEYMİN.. 9

9- EL-AZİZ.. 9

10- EL-CEBBAR.. 10

11- EL-MÜTEKEBBİR.. 10

12- EL-HALİK.. 10

13- EL-BARİ 11

14- EL-MUSAVVİR.. 11

15- EL-ĞAFFÂR.. 11

16- EL-KAHHAR.. 11

17- EL-VEHHAB.. 12

18- ER-RAZZAK.. 12

19- EI-FETTAH.. 13

20- EL-ALİM... 14

21- EL-KABİD, 22- EL-BASİT.. 14

23- EL-HAFİD, 24- ER-RAFİ' 14

25- EL-MUİZZU, 26- EL-MÜZİLLÜ.. 15

27- ES-SEMİ' 15

28- EL-BASİR.. 16

29- EL-HAKEM... 16

30- EL-ADL. 16

31- EL-LATİF. 17

32- EL-HABİR.. 17

33- EL-HALİM... 18

34- EL-AZİM... 18

35- EL-ĞAFUR.. 19

36- EŞ-ŞEKÛR.. 19

37- EL-ALİYYÜ.. 19

38- EL-KEBİR.. 20

39- EL-HAFİZ.. 20

40- EL-MUKİT.. 20

41- EL-HASİB.. 21

42- EL-CELİL. 21

43- EL-KERİM... 21

44- ER-RAKİB.. 21

45- EL-MUCİB.. 22

46- EL-VASİ 22

47- EL-HAKİM... 22

48- EL-VEDÜD.. 23

49- EL-MECÎD.. 23

50- EL-BAİS. 23

51- EŞ-ŞEHİD.. 24

52- EL-HAK.. 24

53- EL-VEKİL. 25

54- EL-KAVİ 26

55- EL-METİN.. 26

56- EL-VELİ 26

57- EL-HAMİD.. 27

58- EL-MUHSİ 27

59- EL-MÜBDİ, 60- EL-MUİD.. 28

61- EL-MUHYİ, 62- EL-MÜMİT.. 28

63- EL-HAY.. 28

64- EL-KAYYUM... 28

65- EL-VACİD.. 28

66- EL-MACİD.. 29

67- EL-VAHİD.. 29

68- ES-SAMED.. 29

69- EL-KADİR.. 29

70- EL-MUKTEDİR.. 30

71-EL-MUKADDİM, 72- EL-MÜAHHİR.. 30

73- EL-EVVEL, 74- EL-AHİR.. 30

75- EZ-ZAHİR, 76- EL-BATIN.. 31

77- EL-VALİ 31

78- EL-MÜTEALİ 31

79- EL-BERR.. 31

80- ET-TEVVAB.. 32

81-EL-MÜNTAKIM... 32

82- EL-AFÜVV.. 33

83- ER-RAUF. 33

84- MALİK-ÜL-MÜLK.. 33

85- ZÜ-L-CELALİ VE-L-İKRAM... 34

86- EL-MUKSİT.. 34

87- EL-CAMİ 34

88- EL-ĞANİYY, 89- EL-MUĞNİ 35

90- EL-MANİ 35

91- ED-DARR, 92- EN-NAFİ 35

93- EN-NUR.. 36

94- EL-HADİ 36

95- EL-BEDİ 36

96- EL-BAKİ 37

97- EL-VARİS. 37

98- ER-RAŞİD.. 37

99- ES-SABUR.. 38

Sonuç. 38

El-Esma-ül Hüsna'nın Özet Manaları 40


EL-ESMÂ'ÜL-HÜSNÂ ŞERHİ

 

Önsöz

 

Hz.Adem'e bütün isimlen öğreten, bizlere de el-Esmâ-ül-Husnâ'sını bildiren Allah'a hamdolsun. Kur'andaki el-Esnıâ-ül-Husnâ'yı ve diğerlerini bize açıklayan Rasülüne salât olsun, onları bize eksiksiz ve fazlasız olarak bize nakleden ashabına ve onun yoluna tabi olanlara selâm olsun

1984 yılından beri bütün vaazlarım, sohbetlerim, kon­feranslarım, Kur'an-ı Kerimi anlama ve yaşama üzerine olmuştur.

Rabbimiz, Kur'anı yaşama konusunda örneğimizin Peygamber efendimiz olduğunu bildirdiği için Buhari'inin “Sahihini de ders olarak okutarak bitirdik, elhamdülil­lah.

Kur'anı Kerim'de geçen “el-Esma-ül Hüsna” Allah'hın güzel isimlerinin geçtiği ayetler ve konulara uygun gelen güzel isimler dikkatimi çekti.

Sevgili Peygamberimizin dualarında geçen “el Esma-ül-hüsnanın” dua edilen duruma göre değiştiğini gör­düm.

Harpden önce dua ederken söylediği “el-Esma-ül husnâ” ile yağmur duasındaki “el-Esma-ül husnâ” arasında fark vardır.

“el-Esma-ül husnâ”nın cazibesi beni çekti. Üç yıldır “el-Esma-ül husnâ”yı ezberliyorum. Her gün okuyo­rum. Çocuklarım, torunlarım ve yakınlarım da ezberledi­ler.

“El-Esma-ül hüsna”nın şerhedildiği kitaplardan;

1- Zeccac’ın (241-311 H.) “Tefsir-ül esmaillahil hüsnasını”,

2- Kuşeyri'nin (376-465 H.) “Et-Tahbir fi-t-Tezkir'ini”,

3- İmam-ı Gazali'nin (450-505 H.) “el-Maksad-ül esna şerhu esmaillahil husna'sını”,

4- Fahreddini Razi'nin  (544-606  H.)  “Levamiu-1-Beyyinat şerhu esmaillahi teala ve-s-sıfat'ını”,

5- Kurtubi'nin (..... 671) “el-esna fi şerhi esmaillahil husna'sını”(Süleymaniye pertevniyal 448)

6- Ali Osman Tatlısu'nun Türkçe olarak yayınlanmış “Esma-ul Hüsna Şerhi” gibi kitapları üç senedir notlar tutarak okudum.

Sekiz cilt halinde yayınlamış olduğumuz “Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri” isimli eserimde geçen ilgili bölümle­rini tekrar okudum.

Hicri 1420, miladi 1999 Ramazanında, üçyüz kişiyi alan güzel bir salonda, “el-Esma-ül hüsnâ”yı dinleyici­lerin anlayabileceği hale getirip açıklamaya çalıştım”. Onların tepkilerini de aldıktan sonra yazmaya başladım ve böylece bu eser meydana çıktı.[1]

 

EL-ESMÂ-ÜL-HüSNÂ

 

Müslümanlar ve müşrikler “el- Esma-ül hüsna “ ta 'birini ilk defa Mekke döneminde nazil olan A'raf sûresinin 180. ayeti nazil olunca duydular.

“En güzel isimler Allah'a aittir. Ona bu isimlerle dua ediniz. Onun isimlerinden sapanları bırakınız. Yakında yaptıklarından dolayı cezalandırılacaklar.”

Sevgili Peygamberimizin, secdede:

“Ya Rahman, Ya Rahim” dediğini duyan bir müşrik:

“Allah'ın tek oldu­ğunu iddia ediyor, iki ilaha dua ediyor” diyor. Bunun üzerine İsra sûresinin 110. ayeti nazil oluyor.” [2]

Müşrikler, Allaha ait isimleri, kendi putlarına veriyor­lardı. Allah'ın(c.c) güzel isimlerini, biraz değiştirerek, “İlah” kelimesini “Lafa, “Aziz” kelimesini “Uzza”ya çeviriyorlardı.

Günümüzde Allaha ait hakları, Allah'ın kullarına ve­rip, kulu ilahlaştıran insanlar, o müşriklerin yaptığını yapmaktadırlar.

Habeşistana hicretten biraz sonra nazil olan, Taha suresinin 8 inci ayetinde; “Allah Odur ki, Ondan başka ilah yoktur. En güzel isimler Onundur.” buyurur.

Rabbimiz, Kur'an'ı Kerim'inde bize kendisini yine kendisi tanıtmaktadır. Bizim imanımızın doğruluğu da burdan gelir. Çünkü insanlar bir şeye isim verirken o şeyi tanıtmak için verilen isimde, isim veren kişinin kim­liği görülebilir.

Kişinin kültürü, tecrübesi, görgüsü kavrayışı, zekası eşyaya isim verirken kendisini gösterir. Basit bir eşyaya isim verirken kusur yapan insan, bütün kainatı yaratana isim verirken kendi kültür kalıbının içine sıkıştıracaktır.

Onun için Rabbimiz kendi isimlerini bize kendisi öğ­retmiştir. Şimdi size Kur'anı Kerim'de geçen isimlerin sûre ve ayet numaralarını veriyorum. [3]

 

El- Esma-ul Husna Hadisi

 

Ebu Hüreyre(r.a.)'den rivayet edilen bir hadiste Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Gerçekten Allah'ın 99 ismi vardır-yüzden bir eksik- Kim onu sayarsa cen­nete girer.”[4]

Bu kaynakların hepsi hadisi veriyor ancak 99 “el-Esma-i husnâ”yı saymıyor. Ancak, ilk çağlardan beri “el-Esma-ül-husnâ” sarihlerinin hemen hemen hepsi Tirmizi'nin rivayet ettiği hadisi şerhetmişlerdir. Beyheki (suab-ul'iman 1/59 faslûn fi marifetillah bölümünde), Tirmizi'nin rivayetini aynen almış, ravileri de aynı.

Süleymaniyekütüphanesi, pertevniyal 448'de kayıtlı, Hafız Kurtubi'nin “Şerhu esma-il-Husna” isimli el yazma eserinin 44. varakında, Süfyan b. Uyeyne'den naklen; Kur'an-Kerim'deki Esma-i-Hüsna'nm da 99 olduğunu haber veriyor ve o güzel isimleri ve de geçtiği sure­lerin isimlerini veriyor.

Bu eserimizde biz, Kur'an'da geçen “el-Esma-ül-husnâ”yıda, Tirmizi hadisinde geçenleri de verdik. Gördük ki, Kur'an'da geçipte Tirmizi hadisinde geçme­yen 21 esma-ül- hüsna var. Toplarsak 99+21-120 eder. Ayrıca efendimizin dualarında geçen güzel isimler varki, Kur'anda ve Tirmizi'nin rivayetinde geçiniyor.

Bütün bunlardan anlaşılıyorki, “ el-Esma-ül-Husnâ”nın” sayısı 99'dan fazladır. Efendimiz bize bir hadisinde 99 tanesini sayı vermiştir. Niçin 99 olduğu konusunda da Kurtubi'nin güzel bir yorumu var.

İsim, müsemmanın aynımıdır, gayrımıdır? konu­suna ve ihtilaflarına girmeyeceğim. Hicri 569'da vefat eden Siracü-d-din Ali b. Osman el-Uşi “Bed-ül-Emali” isimli manzum akaid kitabında; “Peygamber(s.a.v.)'in yolunda gidenlerin en hayırlısı olan ehlisünnete göre isim, müsemmanm gayrı değildir.” bunu bilelim, sonu gelmez ihtilaflı konuya girmeyelim.

Allahı(cc), Kur'an ve sünnetle bize bildirilen, “el-Esma-ül-Husnâ”nın dışında kalan isimlerle tanıtma veya zikretme tarafına gitmeyelim.

“Kim onu sayarsa cennete girer.” bölümü “Kim onu ezberlerse, kim onu korursa” diye de rivayet edilmiştir.

Peki iman etmeyen bir insan, ezberlese ve saysa cennete girer mi?

“Ekmek” demekle karın doymadığı gibi, Allah'a iman etmediği halde “Maşşallah, İnşallah” diyerek Allah'ın adını anan kişide Cennete giremez.

“el-Esma-üI Husnâ”yı öğrenecek, manasını anlaya­cak ve o manaya göre hareket edecek, yani Allah’ın(cc) Kur'an'da belirttiği “el-Esma-ü!-husnâ” ile özetlediği ahlakla ahlaklanırsa Cennete girer.

Rabbimiz, Kur'ana göre ahlaklanan, Rasulünü örnek alan ve Rabbin rızasını kazananlardan eylesin. Amin.

Sevdiklerimize bilgimizin, kültürümüzün, geleneğimi­zin, dilimizin geliştirdiği en güzel kelimelerle hitap ede­riz. “Sevgilim, canım, ciğerim, selvi boylum, ahu göz­lüm, sultanım...” vs. gibi kelimeler, kimliklerini de beraberlerinde taşırlar. Dil bilimi, bu, kelimelerin hangi çağ­lardan, hangi dağlardan veya hangi bağlardan akıp, hangi medeniyetlerden süzülerek geldiğini belirler.

Şair: “Güzelliğin neye yarar, şu bendeki göz olmasa” der. Göz görür, gönül sever, akıl da bu işe şaşar kalır. Gören gözü, seven gönülü, sevmeyi ve sevilenleri yara­tan ise Allah (c.c.) dır.

Kedinin gözünde bülbül, bir yudumluk ettir. Öküzün gözünde çiçek, bir çiğnemlik ottur. İnsanın gözünde ise; binlerce şiirin yazılmasına, binlerce resmin yapılmasına ilham kaynağıdır. İnsan ve kedi ikisi de göze sahiptir ama Allah'ımız bize ayrı bir göz, ayrı bir gönül vermiştir.

Sevgimizi ve sevdiklerimizi yaratan Allah'ımızı sevi­yoruz.

Peki, ama Allah'ımızı tanıyor muyuz?

Biz, tanıdıklarımızı duyma, görme, tatma, koklama, dokunma gibi beş duyumuz, hafızamız ve genlerimizdeki programa göre tanırız. Uzaktaki eşyayı gözümüz gör­mez. Sesini kulağımız işitmez. Duyu organlarımızın bir sınırı var. Hafızamızın sınırı da ana rahminden öne ge­çemez, kabirden öteye geçemez. Sınırlı olan, sınırsızı

kavrayamaz.

Şair İsmail Safa:

“İdraki uluhiyyetine var mıdır imkan

Aklın dahi mahiyyetini bilmiyor insan”

Aklın ne olduğunu kavrayamayan insan, bu akılla Allah'ın zatını kavramaya çalışıyor. Kavrayanıayinca en kolay yolu seçiyor ve inkara yöneliyor.

Dede Korkut:

“Yücelerden yücesin

Kimse bilmez nicesin

Görklü (güzel) Tanrı

Çok cahiller seni gökte arar, yerde ister.

Sen hod (kendi) mü’minlerin gönlündesin” der.

Rabbimiz: “Gözler onu idrak edemez kavrayamaz. O gözleri idrak eder. O her şeye nüfuz eden iyilik yapan ve her şeyden haberi olandır” buyurur. [5]

Sevgi gönülde olur. Ancak gönüldeki sevgi görünmez. O görünmeyen sevgiyi, sevgiliye gönderirken yine görünmeyen elçilerle göndeririz. Kelimeler elçilerimizdir.

Mecnun: “Leyla, Leyla” diyerek sevgisini açığa çıka­rıyordu. Biz gönlümüzün tamamını Allah'a imanla süs­ledik. Dilimizi de O'nun güzel isimleriyle süsleydim. Böyle yaparken sevgimizi Mevla’mıza bildirmiyoruz. O zaten biliyor. Biz, Allah'ın güzel isimleriyle zikrederken, cümle aleme güzellikler saçarken, ağzımızı Allah'ımızın isimleriyle hem tatlandırıyor, hem de en güzel kelimelerle ağzımızı ayarlayarak kötü kelimelere yer vermiyoruz.

“Gül” deyince burnumuza güzel koku gelmez. “Bal” deyince ağzımız tatlanmaz. Gülü koklamak, balı tatmalıyız.

Mevlana: “Ey Hu, Hu” diyen ve “Hu” demeye ka­naat eden, “Hu” kadehinden içmeyince heva ve heves­ten nasıl kurtulursun?” diyor. [6]

el-Esmâ-ül Husnâ=Allah'ın güzel isimleri, bizi Allah'a giitürürse, bizi benliğimizden sıyırır, kir ve pa­sımızı kazırsa, gülü koklar, balı tadarsak muradımıza er­miş oluruz.

Süleyman Çelebi:

“Bir kez Allah dese Aşk ile lisan

Dökülür cümle günah mislü hazan” derken,

Allah'ın isimlen aşk ile söylenirse; üzüntü, stres, ke­der, gam ve günahın döküleceğini söylüyor.

Dilinle “Allah, Allah, Allah” diyerek zikret. Kalbinle de Allah'ın yarattıklarını fikret, düşün. Fikirsiz zikirin, zikirsiz fıkirin faydası yoktur.

Şeyh-ül İslam Yahyaefendi:

“Bir alay olsa güzeller hep teveccüh yaredir

Halkı alem birbirine padişahı gösterir” diyor.

Yani, göz binlerce güzel görse de, gönül yare yönelir. Çünkü yaratılmışların her biri yaratanı gösterir. Bazılarının günde yüz defa “Batı, batı, batı,” diye zikret­tiği bu günlerde, biz de yüz bir defa “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah”diye zikredelim. Bakalım kim kaza­nacak?

Annenizi, babanızı, eşinizi, dostlarınızı seversiniz ve sevdiğinizi uygun, güzel bir kelime veya cümle ile ifade edersiniz. Bu sevgiyi ifade etme işi, yalnız karşı tarafa sevgimizi bildirme işi değildir. Kendi iç dünyamızda besleyip büyüttüğümüz sevginin dilimizde kelimeden çiçek­ler açması gibidir.

Gül ağacı, özünde taşıdığı çiçeğini bülbülüne sunamazsa kurur. Tepeden tırnağa kadar bütün hücreleri­mizde ve gönlümüzde taşıdığımız imanımızın zikir çiçe­ğini açtıramazsak, biz de çöl gibi kurak, ateist-gavur gibi çorak oluruz. Ot bitmeyen toprak, meyve verme­yen diken, toplumların kanını emen Siyonist, girdiği ülkelerde kan, gözyaşı, yangın, radyasyon, barut ko­kusu saçan kapitalist gibi oluruz.

Askerlik yaparken okuma yazma bilmeyen bazı arka­daşlarımın mektubunu ben okuyup yazıverirdim. Bir arkadaşımıza mektup eşinden gelirdi. İkinci mektup gelin­ceye kadar o mektubu, her gün bana okuturdu. Ben okur­dum; benim dilimden ancak kelimeler ve harfler çıkardı. Ancak onun içinden geçenleri ben anlayamazdım. Mektuptaki “Osman'ım” sözcüğü bana göre yedi harfli bir sözcüktür. Gel onu bir de Osman'a sor. O “Osman'ım” sözcüğündeki...im eki neler ifade ediyor. Osman, eşinin kendisini sevdiğini biliyordu. Ama tekrar tekrar “Osman'ım” kelimesini duymak istiyordu.

Bizim içimizi dışımızı bilen Allah'ımız: “Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin” buyurur. [7]Peki ama nasıl zikredeceğiz?

Şair:

“Kaddı yâra kimi arar dedi, kimisi elif cümlenin maksudu hir amma, rivayet muhtelif di­yor.

Yani sevgilinin boyunu kimileri servi ağacına ben­zetti, kimileri Elif harfine benzetti. Hepsinin sevdiği ve anlattığı aynı ama kelimeleri ayrı!

Kelimelerimizin gücü bizim kültürümüzle orantılıdır. “Gözüyün çapağını yiyeyim” diyerek sevgisini anlat­maya çalışan biri, bir başkasını kusturabilir. Birisi; “Minik kuşum” derken, yılan yetiştiricisi de “Yılanım” diyebilir.

Onun için Rabbimiz: “Size öğrettiği gibi Allah'ı zik­redin” buyurmuş. [8]En güzel isimler Allah'a aittir. O isimlerle Allah'a dua ediniz” buyurur.[9]

Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'inde güzel isimlerinden 99 kadarını bize bildirmiş. Peygamber Efendimiz de dualarında Rabbinin isimleri ile dua etmiş. El-Esma-ül Hüsna hadisinde bize 99 tanesini öğretivermiş. Kur'an ve sün­netin öğrettiklerinin dışına çıkarsak çok iyi niyetlerle biz de yanılabiliriz. Allah (cc): “Allah'ın isimlerinde sapıtanları bırakınız” buyurur. [10]

“Allah üçtür” diyen Hıristiyanlar, “Allah hiçtir” di­yen ateist-gavurlar, “Allah tabiattır” diyen eski dehriyyun, yeni natüralistler, Allah'ı tanımada kendi akıllarını esas alıp, Allaha sınır çizmişler ve o sınırın dışına çık­maya izin vermedikleri bir mahkum haline getirmeye ça­lışırken, bu dünyada kendileri gibi birilerine kul olmuşlar ahirette de Cehenneme mahkum olmuşlar.

Batıda, Allah'ı Kilise'ye hapis ettiklerini söyleyenler, İslam aleminde de Cami'ye hapsetmeye etmeye çalışıyorlar.

Ama siz, “Lâ ilahe” deki “Lâ” kılıcıyla onların putla­rını parçalıyor, denizin, leşi dışa attığı gibi kendini ilahlaştırmaya çalışan şahıs, kurum ve kuruluşları gönül de­nizinizden sürüp çıkarıyor ve “İllallah” kelime-i tayyibesiyle gönül denizini tertemiz berrak hale getiriyorsunuz.

“La ilahe illallah” derken birçok ilah var da onları reddetmiyorsunuz. Onlar zaten yoktu. Ancak kendini ilah zanneden “Allah'ın dediği değil, benim dediğim olur” diyen Firavunlaşmış insanlar var. Sen onlara “Delilik yapma, Allah'tan başka Yaratan, Yaşatan ve Yöneten yoktur” diyorsun. Haydin sizde günde yüz defa; “Lâ ilahe illallah” demeye başlayıverin. [11]

 

İSMİ A'ZAM

 

Adamın biri Caferi Sadık'a “İsmi a'zam”ı sorar. Caferi Sadık adamdan yanında bulunan havuza girmesini ister. Adam havuza girer, ortalık soğuk. Donmak üzere, kenara gelir. Caferin adamları çıkmasını engeller. Donmak ve boğulmak üzere iken hepsine yalvarır. Sudan çıkarmazlar.

Öleceğini anlayınca, insanlardan ümidi kesince Allah'a yalvarmaya başlar. İşte o esnada Caferi Sadık:

“Çıkarın” der. Adama

“ Ne zaman halkdan alakayı ke­sip Allah'tan istedin, işte o esnada söylediklerin el-esmâ-ül-husnâdır” der.[12]

Kadının birinin çocuğu kaybolur. Bulunması için Cüneydi Bağdadi'den dua ister. Cüneyd eve gidip sab­retmesini söyler. Birkaç defa gelip giden kadın bekle­meye gücünün kalmadığını, sabrının tükendiğini söyle­yince Cüneyd: “Eğer söylediğin gibiyse eve git çocuk eve döndü” der.

Gerçekten çocuğun döndüğü görülünce Cüneyd'e

“Nasıl bildin?” diye sorulduğunda

Darda kalan dua ettiğinde, yetişen kimdir?” ayetini okur. [13]

Darda kalan kimse tepeden tırnağa, kalbiyle, kalıbıyla Allah'a yönelir ve istekte bulunursa, işte o anda Allah'ın hangi adını söylemişse O “İsmi A'zam”dır.

Enes b. Malik, Allah Rasulüyle beraber oturuyordu. Bir adam namaz kıldıktan sonra şöyle dua etti:

“Ey bü­tün yüceliklerin ve keremlerin/iyiliklerin sahibi Hayy ve Kayyum Allah'ım! Hamd sana'dır. Senden başka ilah yoktur. Sen iyilikler verensin. Gökleri ve yeri yaratan­sın. Allah'ım ben senden......isterim”.

Bunun üzerine Allah Rasulü:

“Allah'a öyle bir “İsmi A'zam”la dua etti ki onunla dua edene Allah karşılık verir, o dua ile bir şey istense Allah ona verir” buyurdu. [14]

Bu hadislerin hepsi okunduğu takdirde anlaşılan şu ki, Allah'ın bütün isimleri “İsmi A'zam”dır. Sorun okuyandadır. Haramla beslenmiş beden olmayacak. Dua ederken yalnız Allah'a yönelecek. [15]

 

1- ALLAH

 

Güneş, yedi renkten meydana gelir. Tek renk halinde görünür. Ama tabiatta milyonlarca renk cümbüşüne dönüşür. “Allah” ismi, bütün “el-Esmâ-ül-hüsnâ'sının manasını kendinde toplayan bir isimdir. Altı milyar in­san, Allah'a inanır. Ancak Allah'ın isimleri, sıfatları ve fiillerinde herkes kendi ufku kadar Allah'a sınır çizer.

Biz ise, aklımızla Allah'a sınır çizmek, tarif etmek yerine, Rabbimiz Kur'anın'da kendini bize nasıl tarif etmişse öyle inanırız. Bizim imanımızın daha sağlam ol­duğunu söylememiz bundan kaynaklanmaktadır.

“Rahman, Rahim, Gaffar, Kahhâr isimleri Allah'ın gü­zel isimlerindendir” diyoruz da “Allah ismi, Rahman’ın isimlerindendir” demiyoruz. Bu da gösteriyor ki, bütün güzel isimlerin ma'nası “Allah” ismi içinde toplanmıştır. Onun için K. Kerim'de, “Allah” ismi 2697 defa tekrarlanmıştır.   Diğerleri bir veya birkaç defa tekrarlanmışlar.

Şerhini yaptığımız Tirmizi hadisinde geçen “el-Esma-ül-Hüsna” Kur'an-ı Kerim'de 3787 defa tekrarlanmakta.

Kur'an'da geçip de Tirmizi hadisinde geçmeyen “el-Esma-ül-Hüsna'da” 1055 defa tekrarlanmaktadır.

Rabbimizi işaret eden, O, Ona, Onu, Ondan, Sen, Seni, Sana, Senden, Senin için zamirleri bu sayıya dahil değildir.

Kur'an-ı Kerim'i okuyan bir mü’min zamirler hariç el-Esma-ül-hüsna ile Rabbini 4842 defa zikretmekte. Kur'an'da Firavun'un adı 74 defa geçmekte.

Biz de tebliğimizi yaparken 4842 defa Rabbimizi, Onun kitabını tanıtacağız, Rasulünün yolunu gösterece­ğiz. Bu arada kendini ilah yerine koyanları ve onun ar­dından gidenleri 74 defa uyaracağız.

Kısaca Allah'ı anlatacağız, Şeytanı değil.

Kelam sıfatının “Kün=ol” emriyle, kainat yaratılmış­tır. El-esmâ-ül-hüsnâ'sıyla varlığa tecelli etmiştir. Güneşin aynada göründüğü gibi tecelli etmiştir. Hz. Ali (r.a): “Nereye baksam Allah'ın san'atını, kudretini, ilmini görürüm” diyor.

Rabbimiz: “Allah'ın nimetlerini hatırlayın ve yeryü­zünde karışıklık çıkararak bozgunculuk yapmayın” buyurur.[16]

Bir haftalık çocuğunuzu, nasıl, dikkat ederek, hiçbir tarafını incitmeden severseniz, çiçekli bir bahçede dolaşırken çiçekleri ezmeden gezerseniz, yeryüzünü dolaşırken de “Bu dağlar, bu taşlar, bu kuşlar, bu denizler, bu yıldızlar, bu çiçekler, bu böcekler Allah'ındır” diye­rek dikkat edeceksiniz.

Sevdiklerinizin çocuklarını, çiçeklerini korursunuz. Rabbiniz ise, sizin bütün sevdiklerinizi yaratandır. Kainat dediğimiz “Evren” Rabbimizin mülküdür. Allah'a iman eden O'nun mülkünü korur. Şirkle, isyanla, inkârla, israfla o mülkü kirletmez.

Çatık kaşlı, asık suratlı, cimri bir zenginin köşkünün bahçesinde kahve içen Neyzen Tevfik, ağzına gelen balgamı atmak için sağına bakar gül var, soluna bakar süm­bül var, önü ardı her taraf çiçek. Tükürecek yer bulama­yınca ev sahibinin yüzüne tükürmüş ve “Daha uygun yer bulamadım” demiş.

Yunus'un “Sordum sarı çiçeğe” ilahisinde söylediği çiçeklerin “Allah” diyerek açtığını, derelerin “Allah” di­yerek aktığını, rüzgarların “Allah” diyerek estiğini dü­şünen insan, havayı kokuşturamaz, dereyi kirletemez.

İşte Rabbimizin, Kur'an'ın'da birinci derecede iman üzerinde durması bundandır. Günümüzde paraya tapan­lar, para putunu kasasında tutmak için “İktisad” adı al­tında sanayi artıklarını temizlemeye yanaşmayıp, para putunu çevreyi korumak için harcayamadığından denizdeki balıkları, havadaki kuşları, dağlardaki ağaçları ku­ruttular.

Halk uyanmadan, kendileri ucuz paralarla “çevreci dernekleri” kurdurup halkın gözlerini başka yerlere çek­meye çalışıyorlar. Allah'a iman eden herkes Allah'ın mülkünü korumakla görevlidir.

Allah'ımız yalnız Müslümanların Allah'ı değildir. Bütün alemlerin Rabbidir.

Her gün namazımızda kırk defa bunu tekrarlıyoruz. Evrensel dinin mü’minleriyiz. Alemlere rahmet olan peygamberin rahmet ümmetiyiz. Avrupa birliğindekiler, Amerika'dakiler, Afrika, Japonya ve tüm dünyadakiler, aynı güneşte ısınırlar, aynı Allah'ın kullarıdırlar. Hz. Adem'in çocuklarıdırlar.

Efendimiz: “Allah yeryüzünü bana dürdü/topladı, doğusunu da, batısını da gördüm. Bana dürülen o yerlere, yeryüzünün doğusuna da, batısına da ümme­tim sahip olacaktır” buyurmuş.[17]

Alemlerin Rabbi Allah'a ve alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammede (s.a.v.) iman edenlere yeni ufuklar açılıyor. Hayırlı olsun. [18]

 

2- ER-RAHMAN, 3- ER-RAHİM

 

Rabbimizin “Rahman” ismi Kur'an-ı Kerim'de 57 defa tekrarlanmıştır. “Rahim” ismi ise 115 defa tekrarlanmıştır. Yalnız Tevbe suresinin 128 inci ayetindeki “Rahim” Peygamberimizin sıfatı olarak verilmiştir. “Rahman” ismi kullarından hiç birine verilmez. “Rahim” ise insanlara isim olarak verilebilir.

“Rahman”: İyilere de, kötülere de rahmet eden. Yani yarattıklarının hepsine merhamet eden manasına­dır.

“Rahim”   ise: “ahirette yalnız mü’minlere merhamet edendir” manasındadır.     

“Allah mü’minlere karşı çok merhametlidir” buyu­rur [19] Bakara 249'da bir sadaka için yedi yüz kat sevap vereceğini vad'ediyor. İşte bu, Rabbimizin bize rahmetidir. Rahman olan Rabbimiz bu dünyada Mü’mine de, kafire de rahmetiyle muamele ediyor. İkisinin de toprağa attığı buğdaya on, yirmi, otuz, elli kat fazlasıyla buğday veriyor ama Mü’minlerden ihtiyaç sa­hiplerine yardım için verdiği bir iyiliği yedi yüz kat yapıyor.

Her Müslüman günde birçok defa “Bismillahirrahmanirrahim'derken Allah, Rahman ve Rahim isimle­riyle zikir ve dua etmiş olur. Rahmana iman eden bir Mü’min yaratılanlara karşı merhametli olmak durumun­dadır.

Eğer; Allah, Rahman, Rahim isimleri rahmet dam­laları gibi kişinin kalbini yumuş atamıyorsa o zikirden faydalanmıyor demektir. İman bir rahmettir. Mü’min insan, Allah'ın bütün kullarının iman edip cehennemde yanmaması için çırpmmalıdır. Evden kaçan yavrusuna yanan anne yüreği gibi yanarak imana gelmesi için yal varmalıdır. Aç insan veya hayvan gördüğünde kendi karnıymış gibi onu doyurmak. Ciğer taşıyan her canlının derdine deva olmalıdır.

İnsanların imana giden yolunu kesen, onları cehen­neme atmak için kurumlaşan, imansız eşkıya güruhuna karşı verdiği mücadele de merhametin eseridir. Kendini yakmak için üzerine benzin döken kişiyi kurtarmak için yalvaran ve kurtarmaya çahşan polis veya itfaiye erinden daha fazla yanan yürekle imansızların imana gelmesi için gayret göstereceğiz.

Rahmanın öğrettiği Kur'an'ı, insanlığa öğretmemiz Rahman'a imanımızın eseridir. er-Rahman suresini okuyalım.[20]

 

4- EL-MELİK

 

“Gerçek hükümdar” olan Allah'ın (c.c.) “Melik” ismi Kur'an-ı Kerim'de beş defa geçmektedir.

Yusuf suresinde Mısır kralı için “Melik” kelimesi kullanılmış. Bakara 246 da komutan Talut için yine “Melik” kelimesi kullanılmış. Fatiha sûresinde ve Ali İmran 26 da “Malik” ismi, Kamer suresi 55 de “Meliyk” ismi zikredilmiş.

Kainatı yaratan ve koyduğu tabiat kanunlarıyla evreni idare eden ve yönetimine kimseyi ortak etmeyen “Melik”e iman eden bir mü’min, tabiatı Allah'ın mülkü kabul ettiğinden, yeryüzünde Allah'ın döşediği yaygı­lar üzerinde yürür gibi hiçbir güzelliğe zarar vermeden yürür.

Her gün namazında “Nas” suresini okurken insanla­rın tek hükümdarı Allah olduğunu ikrar ederek, Allah'ın kullarının bir tek kılma bile haksız yere dokunmaz.

Krallar, Şahlar, Padişahlar, Cumhurbaşkanları da yö­netimlerinde “Melik” olan Allah'ın yönetim kurallarına uyarlarsa başarı sağlarlar. “Melik” olan Rabbimiz kul­ları arasında Mü’min, kafir ayırımı yapmadan, dil, din, ırk ayrımı yapmadan can, ten, beden veriyor. Kimsenin te­keline bırakmadan hava ve güneş veriyor. [21]

 

5- EL-KUDDÜS

 

Kendisi tertemiz olan ve yarattıklarının da temiz kal­masını isteyen. “Kuddüs” ismi Kur'an'da iki defa geçmektedir. [22]

İnsanı dünyaya getirirken günahsız ve kirşiz yaratan, büyüyünce kirlerini abdest ve gusülle yıkanarak gideren, günahlarını tevbe ve istiğfarla yıkamayı öğreten “Kuddüs” yeryüzünü de tertemiz yaratmıştır.

Bizim kirlettiğimiz yeryüzünü yağmurlarla yıkayıyor, güneşle kurutuyor. Kirlenen suları buhara dönüştürüyor. Havada temizleyip yeniden tertemiz yağmur olarak indi­riyor.

Rahmet damlalanyla dünyamızı temizlediği gibi Kur'an'ın rahmet ayetleriyle de bizim içimizi ve dışımızı temizliyor. İmanla, bizi şirk ve inkar pisliğinden temizli­yor. İtaatla, bizi isyan çirkefinden temizliyor. Din'le, bizi kinden temizliyor. Kendisine ibadetle, bizi kullarına bo­yun eğme zilletinden temizliyor.

Allahü ekber=En büyük Allah'dır inancıyla, kendimiz gibi bir insanı büyütüp başımıza bela etmekten kurtarı­yor. “Tevrat'ın indiği yer “Mukaddes vadi” oluyor.”[23] “Kitabını getiren “Cebrail “Ruh-ul Kudüs” oluyor.”[24]

Bizler de bu dünyadan Rabbimizin huzuruna tertemiz gitmek istiyorsak; “Kuddüs”olan Rabbimizin “Mukaddes” kitabı Kur'ana göre ha­yatımızı düzenleyelim. [25]

 

6- EL-SELÂM

 

Selâmette olan, selâmette kılan! “Selâm” kelimesi Kur'an-ı Kerim’de 33 defa geçer ama bunlardan yalnız bir tanesi [26] Allah'ın ismi olarak geçmektedir.

Her doğan ölüyor, her yeşeren kuruyor, her yapılan yıkılıyor. Yaratılanların en değerlisi insan doğuyor, bü­yüyor, ihtiyarlıyor, hastalanıyor, acıkıyor, uyuyor ve ölü­yor.

“Selâm” olan Rabbimiz bütün bunlardan salimdir. İslâm dinini indirerek selâmet yurdu olan Cennete davet eden, bu dünyada gönüller arasına köprü olan selâmı öğ­reten,

“Bir selâmla selâmlandığınız zaman, ondan daha güzel selâm verin veya aynıyla karşılık verin” [27]diyerek, selâm almayı emrederek, nezaket kurallarını öğreten Rabbimiz, mü’minleri cehennem azabından selâmette kılandır.

Müslüman kelimesiyle Selâm, İslâm kelimeleri “silm” kökündendir. Efendimiz: “Müslüman: dilinden ve elinden Müslümanların selâmette olduğu/zarar görmediği kişidir” buyurmuş. [28]

İnkar mikropları saçanlara, isyan okulları açanlara, harami çeteleri kuranlara dilinle ve elinle bir şey yapamıyorsan bari Müslümanlara dil uzatma.

İmam Kuşeyri: “Mü’min kardeşinin bir ayıbını gör­düğünde onu yetmiş çeşit ma'zeret bularak temize çı­karmaya çalış. Eğer ma'zeret bulamazsan sen yinede yetmiş ma'zerete ikna olmadın diye kendini ayıpla” di­yor. [29]

 

7- EL-MÜ’MİN

 

İman veren, güvenlikte kılan, iman edenleri iki dün­yada da güvenlik içinde yaşatan! Bir ismi de “Mü’min” olan Allaha, iman edenler, insanlara güvenlik vermeye çalışmazlar. Güvenilen bir insan olmaya çalışırlar.

İmanın dünyada sağlayacağı güvenliği Efendimiz: “Allaha yemin olsun ki; Allah bu İslâm işini tamamla­yacak, hatta bir yolcu San'a şehrinden Hadramuta ka­dar yürüyecek, Allah korkusundan ve birde koyuna kurt saldırır korkusundan başka hiçbir şeyden kork­mayacak” buyurmuş. [30]

Bir ismi “Mü’min” olan Rabbimizin verdiği imanın sağladığı güvenlikle eşkıya yatağı San'a ile Hadramut arasında 1400 sene önce güven içinde yolculuk yapmış­lar.

M. Akif Ersoy'un:

“Kenarı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelirde adl-i ilahi sorar Ömer'den onu” diye şiirleştirdiği Hz.Ömer, Medine'de devlet baş­kanı iken Dicle nehri kenarında bir koyunun kurt tara­fından yenmesinden kendini sorumlu tutuyor. İşte “Mümin” olan Allah a iman eden mü’minin yönetimi öyle olur.

1400 sene sonra, İslâm sistem olarak rafa kaldırıldı. Batıdan sistem ithal edildi ve Dicle nehri kenarında te­rör adı altında 30.000 (otuzbin) insanın kanı akıtıldı.

Dicle kenarında değil, şehrin merkezinde en güvenli merkez diye yapılan binanın 25. Katında yirmi beş ayrı güvenlik tertibatı olan yerde yaşayan insanın güvenliği olmadığını bütün dünya gördü.

Asker ve gardiyan tarafından korunan hapishane­lerde güvenlik kalmadı. Her insanın arkasına bir emni­yet görevlisi taksanız, emniyet görevlisinin ardına da bir görevli gerekir. Onun ardına da biri gerekir.

Bu da olmayacağına göre her insanın içine emniyet görevlisi olarak, “Mü’min” olan Allah'a iman yerleştiri­lirse emniyet=güvenlik iki dünyada da sağlanmış olur. [31]

 

8- EL-MÜHEYMİN

 

“Gözeten ve koruyan” manasına gelen “el-Müheymin” ismi, Kur'an-ı Kerimde Rabbimizin ismi olarak bir defa geçmektedir. [32] Rabbimiz, Kur'an-ı Kerimi bize tanıtırken:

“Biz, sana kitabı hak ile kendinden önceki kitabı tasdik etmek ve onu korumak üzere indirdik...”[33]

Diyerek Kur'an’ın kendinden önce geçen Tevrat, Zebur, İncil ve diğer sahifeleri kendi içinde koruduğunu ve onları tasdik ettiğini ifade ediyor.

“Yerde ve gökte zerre ağırlığında bir şey de olsa Rabbinden kaçmaz. Ondan daha küçük ve ondan daha büyük olan her şey apaçık bir kitaptadır”[34]  buyuruyor Rabbimiz.

Hz. Adem'in genlerini bizde koruyan, Hz. Adem dö­nemindeki su, hava, hardal, incir çekirdeğini olduğu gibi koruyan Rabbimiz geçmiş peygamberlere indirdiği kitaplan, Kur'an'ın içinde korumaktadır. “Müheymin”e iman edenler, eski ilimleri ve eski sanatları, yeni ilim ve sa­natların içinde korurlar.

Gönüllerimizden geçeni bilen, genlerimizi şifreleyen “Müheymin”e iman eden bir Mü’min, gözetildiğini bile­rek yirmi dört saatinde edepli olmaya çalışır.

Fuzuli gibi:

“Müheymina, Sameda, bende-i siyeh ruyem

Sahifei amelim ma'siyet hattıyla kara”

Yani:”Ey Müheymin ve Samed Allah'ım! Kara yüzlü bir kulunum. Amel defterim isyan yazısıyla kapkara” diyerek af dilenelim. [35]

 

9- EL-AZİZ

 

Üstün, Değerli, Güçlü ve Eşsiz manalarına gelen “el-Aziz” ismi Kur'an-ı Kerim'de 90 defa geçmektedir. Kur'an'ın Allah kelamı olması nedeniyle Fussilet suresi 41 inci ayetinde de, “el-Aziz” kelimesi Kur'an'ın sıfatı olarak gelmiştir.

Yusuf suresinde Mısır yöneticilerine de “Aziz” ismi kullanılmıştır. Tevbe suresi 128 de Peygamber efendi­mizin sıfatı olarak Aziz kelimesi kullanılmış. Rabbimiz:

Kim izzet isterse bilsin ki izzetin tamamı Allah'a aittir” buyurur  [36] 

Münafikun suresi 8 inci ayette ise:

“...İzzet, Allah'a, Rasulüne ve Mü’minlere aittir...” buyurur.

Aziz olan Allah'a gönül veren kişi izzet bulur. Allah'ın yükselttiğini kimse alçaltamaz. Allah'ın alçalttısini kimse yükseltemez. Kalbde Hak büyüdükçe halk=dünya küçülür. Dünya küçülünce kişinin kimliği de büyür.

Sevgili Peygamberimiz: “Kim bir zengine zenginliği nedeniyle tevazu gösterirse dininin üçte ikisi gider” buyurmuş. [37]

Kişinin kimliğini kalbi, bedeni ve dili oluşturur. Bedeni ve diliyle alçalırsa üçte ikisi gider. Kalbiyle de al­çalırsa hepsi gider. Allah korusun. [38]

 

10- EL-CEBBAR

 

“Kırılanı saran, bozulanı düzelten, her şeyden yüce ve dilediğini zorla yaptıran” manalarına gelen “Cebbar” ismi Kur'an-ı Kerim'de Haşr 23'de bir defa zikredilmiştir.

Peygamberlere isyan bayrağını çeken ve kendi koy­duğu kurallara uyan yöneticiler için zorba anlamında “Cebbar” kelimesi kullanılmıştır. [39] Peygamber efendimize;

“Sen onlar üzerine bir zorba/Cebbar değilsin” bu­yurmuş. [40] Ve böylece kıyamete kadar gelecek olan Müslüman yöneticilere, bu ayeti okuyunca, yönet­tiği ülkeyi bir hapishaneye çevirmemesi emredilmiştir.

Denizde balıkların, havada kuşların, karada hayvan­ların ve ağaçların yaralarını ve kırıklarını saran “Cebbar”olan Rabbimizdir. İnsanlık ailesi ise altı mil­yar insanın sağlık sorunlarını çözememiştir. Cebbar olan Rabbimiz dünya yaratılalıdan beri yarattıklarının kı­rıklarını onarmaya devam ediyor.

Milyarlarca balıktan, milyarlarca kuştan bir ta­nesini insanoğlu tehlikeden kurtarıp tedavi etse günlerce televizyon ekranlarından o iyilik sembolü insan, baş haber olur. Hergün milyonlarca hayvanın doğumunu sağlayan, onlara sıhhat veren, doğum yaptığı gün süt veren, “Cebbar” olan Rabbimiz ise ek­randa bir defa zikredilse, irtica hortladı yaygarası başlar.

Yaygarayı başlatan, herhangi bir rahatsızlığından dolayı hastaneye kaldırılsa ona yine şifa veren “Cebbar” olan Rabbimizdir.

“Cebbar”a iman eden mü’min insan, hayvan ve di­ğer yaratıkların yarasına merhem, kırığına sargı olur. Onları kendine doğru yükseltir, yüceltir. [41]

 

11- EL-MÜTEKEBBİR

 

“Büyüklüğünü bildiren” manasına gelen bu güzel isim, Rabbimiz için Kur'an-ı Kerim'de Haşr 23 de bir defa zikredilmiştir. Kendini ilah yerine koyan, büyüklük taslayan, baskı rejimi kuran, zorba Firavun hakkında Mü’min suresi 27, 35 inci ayetlerde Mütekebbir olarak tanıtılmaktadır.

Doğan, ölen, bir tek canlı veya bir tek dane veya çe­kirdek yaratamayan insan, büyüklük taslarsa aleme rezil olur. Zalim birinin adalet ödülü alması gibi gülünç olur.

Ancak”Mütekebbir”=büyüklenen, büyüklüğünü bize zerreden yıldızlara kadar yarattıklarıyla gösteren ve indirdiği kitaplarıyla bildiren Rabbimize iman edenler, gö­nüllerinde en büyük olarak Onu görenler, Onun yarattık­larını gözlerinde Rablerine kıyasla küçültürler, “Rabbin yarattığıdır” diyerek büyük değer verirler.

40 kilometre maraton koşucusunun, ödüle kilitlenerek koştuğu gibi, yol kenarındaki dereler, çiçekler, çimenler onu yolundan alıkoymadığı gibi, mü’min insan da “Mütekebbir” Rabbine sığınınca, kendini ilah yerine ko­yanları gözünde büyütmez. Batıdan ve doğudan kork­maz. “Doğu da, batı da Rabbinindir” der ve yürür.

Yürürken, “Gözü kamaşmaz, şaşmaz ve taşkınlık yapmaz” [42] Bizlere mütevazı olmak düşer. Haddini aşan, aşağı düşer. [43]

 

12- EL-HALİK

 

“Yaratan” manasına gelen el-Halik ismi, Kur'an'ı Kerim'de sekiz defa tekrarlanmaktadır. Yüz ellinin üze­rinde “....yarattı,.....yaratır” şeklinde Rabbimizin yarat­masından haber veren ayetler vardır.

“Kün=ol” emriyle kainatı yaratan, topraktan çiçek yaratır gibi Adem (a.s)'ı yaratan, meniden servi boylu erkek ve kadını yaratan, bu yeryüzünün bir karışlık top­rağıyla, Hz. Adem'den günümüze kadar gelen bütün in­sanların ve şimdi yaşamakta olan altı milyar insanın ve bütün hayvanların gıdasını yaratan Halik'ımıza iman et­mek, yapılan bütün iyiliklere şükretmektir.

Yeryüzündekilerin hepsinin insan için yaratıldığını [44] insanın da cinlerin de Allah'ı tanımaları ve ibadet etmeleri için yaratıldığını haber verir [45]

Değerli ustaların yaptığı sanat eserleri topraktan, alçıdan bile olsa antikacılar onu kırmazlar. İpekten fırça­larla temizlerler. İnsan ve tabiat, Halik'ıtnızın bize ema­netidir. Onun bir çizgisi dahi israf edilmemeli, kırılmamalıdır. Haksız yere bir damla kan akıtılmamalıdır. Gönül Ka'besi ateşe verilmemelidir. [46]

 

13- EL-BARİ

 

“Düzelten, iyi eden, güzel yapan” manalarına gelen el-Bari ismi, Kur'an'ı Kerim'de üç defa geçmekte. [47]

el-Halik=Yaratan manasınadır. el-Bari de= düzelten manasınadır. Topraktan insanı yaratan Halik, o insanı el, kol, yüz, göz halinde düzelten “Bari'dir.” [48]

 

14- EL-MUSAVVİR

 

“Suret veren, kılık, kıyafet veren” manasına gelen bu isimde Kur'an'da [49]bir defa geçmektedir”

Rahimlerde size dilediği gibi şekil veren O'dur.”[50]

“Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı” [51]

İnsanlık ailesi; bir tek kirpik yaratamamıştır. Bir göz veya bir kaş yapamamıştır. Ama Allah'ın yarattığı göz ve kirpik üzerine, binlerce yıldır şiirler söylenmiş yine de hakkı verilememiştir.

Allah'ımızın “Halik” ismiyle yarattığı, “Bari” ismiyle düzelttiği, “Musavvir” ismiyle şekillendirdiği tabiatın ve tabiat üzerinde yaşayanların bir teline ve bir çizgisine zarar vermeyelim.

Bir ressamın, o hareketsiz resmine bir çizik atsanız değeri düşer. Rabbimize ve yarattıklarına saygısız davranırsak, o zaman bizim değerimiz de düşer. Rabbimiz kafirler için; “Onlar yaratılmışların en şerlisidirler” bu­yurur. [52]

 

15- EL-ĞAFFÂR

 

“Gizleyen, örten, bağışlayan, afveden” manalarına gelen “el-Ğafur” ismi Kur'an'ı Kerim'de 91 defa geçmekte.”El-Ğaffar” 5 defa,”el-Ğafir” ise iki defa geç­mektedir.

Vücudumuzu incecik, sihirli bir perdeyle sarıp sarma­layan “Gafur” olan Rabbimiz bizi birbirimize güzel, çe­kici gösteriyor. Bir yangında yüzünün incecik sihirli perdesi yanan insan, ne kadar korkunç oluyor. İçindeki kan­lar, irinler, damarlar dışardan bakılınca görünseydi kimse kimsenin yanına yaklaşamazdı.

Mehmet Akif'in:

“Ne çirkin yüzler örtermiş meğer, O incecik perde” dediği gibi “Gaffar” olan Rabbimiz, içimizde görüntüsü hoşa gitmeyen kanımızı, idrarımızı, yiyip içtiklerimizi, ink bir perdeyle örtüp gizlediği gibi içimizde ürettiği­miz birçok kötü düşünceleri de kimseye göstermiyor.

Ya içimizden geçirdiklerimiz dışımızdan görün­seydi, ne olurdu halimiz? Annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız, dostlarımız, düşmanlarımız hakkında düşündüklerimiz, yüzümüzden görünseydi ne kadar korkunç olurdu.

“Gafur” olan Rabbimiz içimizi, dışımızı bildiği halde ayıplarımızı, günahlarımızı gizlemekte. 

“....Muhakkak Allah, bağışla­yan/örtendir, merhamet edendir” [53] ayeti Kur'an-ı Kerim'de çokça tekrarlanmaktadır.

“Gafur” olan Allah'a iman eden toplum ve bi­reyleri kötülükleri ve kötü haberleri yaymazlar. Böylece kötülüğü yapan teşhir edilerek ar damarı çatlatılmamış olur. Bir de, bu kötülük yayılarak başkalarının aklına da getirilmemiş olur.

“Gafur” olan Rabbimiz: “Mü’minler arasında kötü­lüğün yayılmasını isteyenlere dünyada da, ahirette de acıklı azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz” buyurur.[54]

Biz de kötülükleri, ayıplan örteceğiz. Ancak Nisa su­resinin 82 inci ayetine uyarak toplumun güvenliğini teh­dit eden kötülükleri yetkililerine bildireceğiz. [55]

 

16- EL-KAHHAR

 

“Galip gelen, emri altına alan” manalarına gelen”el-Kahhar”   ismi  Kur'an-ı  Kerim 'de 6 defa geçmekte.

“.....Deki:   Allah  her şeyin yaratıcısıdır. O tek'dir, Kahhar (her şey emri al­tında) dır” [56]

“el-Kâhir” ismi Kur'an'da iki defa geçmekte. Firavun ve adamları kendilerini “el-Kahir” olan Allah'ın ismiyle isimlendirmişler. “Biz on­lara (iman edenlere) galip geleceğiz” demişler [57] ama kendileri kahrolmuşlar.

İnsan, ürettiği teknolojiyle Rabbinin yarattıklarının sayımını yapabilmiş değil. O, “Kahhar”olan Rabbimiz milyarlarca yıldızı, yedi kat gökyüzünü ve yeryüzünü yıllardır yörüngesinde döndürür. Hiçbiri onun çizdiği yörüngeden dışarı çıkamaz.

“Ya Kahhar,  Ya Kahhar”  diyerek esen  fırtınalar, ağlardaki milyarlarca ağaçların çürüyen, kuruyan, kurtlanan dallarını budayıp temizleyiverir. “Ya Kahhar” diyerek coşan denizler, denizdeki kirlen, durgunluğu gide­rir ve canlılara can verirler.

Eğer aslan ve yılana, Rabbimizin Kahhar ismi tecelli etmeseydi, insanlar aslanı eşek yapar, yılanı yük yüklemek için ip yapardı.

Eğer Kahhar ismi Kahraman insanlarda tecelli etmeseydi, insanlık zalimlerin elinde inim inim inlerdi. Kahraman müslüman, “Kahhar'a” iman ettiğinden, ön­celikle nefsini yener, sonra zalimlere karşı dikilir. [58]

 

17- EL-VEHHAB

 

“Bağışlayan, Bahşeden, Karşılıksız Veren” manala­rına gelen “el-Vehhab” ismi Kur'an'ı Kerim'de üç defa geçmekte. [59]

Aşkımızın meyvesi olan çocuklarımızı bize bağışla­yan, kuru topraklardan rahmetiyle bizlere yiyecek ve içe­cekler bahşeden el- Vehhab 'a iman edenler:

“Ey Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalple­rimizi eğme ve bize katından rahmet ver. Sen karşılık­sız verensin” [60]diye dua ederler.

Vehhab’ın kendilerine verdiği nimetleri karşılıksız olarak Allah'ın kullarına verirler ve gönüllerindeki Hak ve halk sevgisini artırırlar. “Veriyoruz ama layık mı değil mi bilemiyoruz” demeyin. Sadakalar mü’mine, ka­fire ve hayvanlara verilir. Aç köpeği sulayan kadının cennetlik olduğunu Peygamberimiz haber verir. [61]

Vermek, insana huzur verir, ama biz bu zevki tatmak 'çin vermeyeceğiz. Allah rızası için vereceğiz. “Onlar (Mü’minler) sevmelerine rağmen yemeklerini fakire, yetime ve esire yedirirler. Biz ancak Allah rızası için yediririz. Sizden bir karşılık ve teşekkür istemeyiz” der­ler.[62]

Batılı siyasiler, askerler ve gazeteciler, Sırpların elindeki Müslüman esirlere işkence edildiğini, Müslümanların elindeki Sırp esirlere işkence edilmedi­ğini, insanca muamele edildiğini, görünce, düşündüler. “Aynı ırkın insanları, aynı okullardan diploma almışlar ama biri zalim ve zorba, öbürü ise düşmanını esir edince İslam'ca davranıyor.” İşte aradaki Müslüman-Hristiyan farkı ortaya çıkıveriyor. Kur'an'ın bir ayeti batılı uzman­ların gözlerini İslam'a çeviri veriyor. [63]

 

18- ER-RAZZAK

 

“Rızık veren” manasına gelen “er-Razzâk” ismi cehli Kur'an-ı Kerim'de bir defa;

“Şüphesiz Allah rızık verenin ta kendisidir, çok çe­tin kuvvet sahibidir.” [64] Geçmekte. Altı defa da; “Hayru-r-Razikin” rızık verenlerin en hayırlısı an­lamında geçmekte.

Bize can veren de, ten veren de O Allah (c.c.)dır. Tenimiz topraktan yaratıldığından, gıdamız da topraktan yaratılmakta.

Hz. İsa'nın havarilerinden bir kısmı;

“Rabbin gök­yüzünden bize sofra indirmeye gücü yeter mi?” diye sormuşlardı da, Hz. İsa (s.a.v.):

“Eğer iman ediyorsa­nız Allah'tan sakının” diye cevap vermişti. [65] Ra'd suresinin 4 üncü ayetinde ifade edildiği gibi aynı su ile sulanan topraklarda ayrı ayrı rızıklar çıkaranın Allah olduğu bildirilmekte.

Yer sofrasında yiyecekler sunan, gök sofrasından yağmurlarla içecekler sunan ve kıpırdayan canlının rızkını veren er-Razzâk olan Allah'tır.

“Yeryüzünde kıpırdayanın rızkı Allah'a aittir” [66]buyurur. Ekmek için, ekmek gerek. Ateş için, çakmak gerek. Durmayıp kıpırdamamız, çalışmamız gerek.

“er-Razzâk” olan Rabbimiz toprağı ekmeğe, doma­tese, elmaya, limona dönüştürüyor. İnsanlık ailesi bin­lerce yıldır toprağı altın yapabilmek için “simya” ilmiyle uğraştı başaramadı. Ama Rabbimiz bize faydalı olanları, faydası oranında yarattı. Tenimiz topraktan geldiğinden gıdası da topraktan geliyor ve yine ölünce toprağa dönüyor.

Canımız ise Rahmandan geldiğinden gıdası da Rahmandan gelir. Tarih boyunca Peygamberler ve getir­dikleri kitaplarda ruhumuzun gıdasıdırlar. Tenimiz sun'i, yapay gıdaları değil, tabii gıdaları istediği gibi canımızda yapay fikirleri değil, ilahi emirler yasaklar ve tavsiyeleri ister.

Ekmeği göğsümüzün üstüne sarsak midemiz doy­maz. Kur'anı da başımızın üstünde tutsak ruhumuz doymaz. Onu iman olarak kalbimizin en derin yerine koyacağız ve amel-eylem çiçekleri şeklinde dışımızda meyve verecek.

Aynı akıla, bedene, kültüre ve çalışmaya sahip iki kişiden, bir zaman sonra birinin zengin olduğunu öbürünün iflas ettiğini görüyoruz. Çok çalıştığı halde zengin olamayanı gördüğümüz gibi, az çalıştığı halde zengin olanı da görüyoruz.

“İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” [67] Çalışırız. Zengin olursak şükreder, zekatla, sada­kayla dağıtırız. Fakir olursak sabreder, şükreder çalış­maya ve kimseye yük olmamaya devam ederiz. Kimse gönül rızasıyla fakir olmak istemez. Ama olunuyor, çalı­şıyor, çabalıyor ve yine fakir kalıyor.

Rabbimiz bunun hikmetini: “Onların dünya hayatın­daki geçimliklerini biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürsünler diye bir kısmını diğerleri üzerine derecelerle üstün kıldık” diyerek haber veriyor. [68]

“Her akıl bir olsa koyuna çoban bulunmazdı” diye bir atasözümüz var. İnsanlık ailesinin terziye, maran­goza, ustaya, doktora, hocaya ihtiyacı var. Akıllar, zevk­ler, kuvvetler denk olsaydı herkes aynı şeyi yapar ve dünya çekilmez olurdu.

Çalışmaya devam edelim. Rabbimizin taksimine razı olalım. Yine çalışalım. Çünkü helal mal kazanmak için çalışmak, bir mü’min için ibadettir. Bülbülün, Kartalın, Karıncanın, Filin, Hamsinin, Balinanın vücudlarına uygun olarak rizıklarını taksim eden Rabbimiz bütün insanlığa yetecek rızkı da yaratmaktadır.

Ancak insanlar, inkara yönelirse, ateist-gavurlaşırsa hayvandan daha aşağı olur ve milyonlarca insana yete­cek serveti kendi tekelinde tutar ve insanlara zulmeder. “Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gafillerin ta kendisidirler.” [69] buyu­rur Rabbimiz.

Rabbimiz yeryüzünü bizim için yarattığını “O, yeryüzündekilerin hepsini sizin için yarattı” [70] diye haber verir ama., “Yeyiniz, içiniz israf etmeyiniz. O israf edenleri sevmez” [71] diye sınır koyar.

Rızık konusunda kuşlar gibi olmamızı ister Peygamberimiz ve şöyle der: “Siz Allah'a hakkıyla te­vekkül etseydiniz, kuşları doyurduğu gibi Allah sizi de doyururdu. Kuşlar sabah erkenden aç giderler, akşam tok olarak dönerler” buyurur. [72] İşinizin durumuna göre erken vakti ne ise ona göre davranacaksınız, kuşlar gibi kanat çırpacaksınız, ama eve dönünce yarını düşünerek ailenin ağzının tadını kaçırmayacaksınız.

“Sabahın sahibi var” deyip tevekkülle geceleyecek­siniz.

Hz. Adem'den beri milyarlarca insan geldi geçti yer­yüzünden bir avuç eksiltemedi. “Allah'ın nimetlerini saymakla bitiremezsiniz.” [73] O nimetlerden kazanmaya çalışın.

“Kaybettiğinizde yerinmeyin, çok verdiğinde sevinmeyin.”[74]

Ekmek için ekelim. Ekmek sayısınca insan değil, in­san sayısınca ekmek üretelim. Adil bir şekilde yardımlaşalım. O zaman Rabbimiz, bizi hesap etmediğimiz yerlerden de rızıklandırır. [75]

 

19- EI-FETTAH

 

“Açan” manasına gelen “el-Fettâh” ismi şerifi Kur'an'ı Kerim'de bir defa geçer.

“Deki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak sonra aramızı hak üe açacak. O açandır, her şeyi bi­lendir” [76]

Ehli kitabın, özellikle Yahudilerin hak ile batılı birbi­rine karıştırdığını, Bakara 42'de haber vermekte. Bu dünyada siyasilerin silah gücü, ilim adamlarının kelime cambazlığı ve basit mantık oyunlarıyla hakkı batıla ka­rıştırıp, içine zehir, dışına şeker konmuş öldürücü iman­sızlık tuzaklarına bu dünyada yakalananlar, gerçeği anlayamadan giderlerse, ahirette hak ile batılın arasını “el-Fettâh” olan Rabbimiz açacak ve herkes gerçeği görecek, ama iş işten geçmiş olacak.

Kur'an'ı Kerim'de “...açtı... açtık” şeklinde fiil olarak yedi defa tekrarlanmakta.

Çocuk ana rahminde iken çocuğa rızık kapısını açan, çocuk dünyaya gelince bir kapıyı kapayınca, annenin göğüslerinden iki kapıyı açan. Göğüslerdeki iki kapı kapa­nınca, acı-tatlı, yaş-kuru yiyeceklerden dört kapıyı açan­dır.

Gönüllere iman kapısını açan, imanlı mücahitlere ülkelerin kapılarını açan; Gözlerini açan, hüznümüzü, kederimizi giderip sevinç kapılarını açan; “Bereket kapılarını açan” [77] Çekirdeklere çiçek açtıran, tomurcuk gülleri güldürüp açan “el-Fettâh'a” iman edenler, gönül kapılarmı herkese açarlar. Varlık kapılarını ihtiyaç sahiplerine açarlar. Gözlerini açarlar.

İmansızların her türlü madrabazlıklarını ortaya çı­karıp, insanların gözlerini açarlar. Altı milyar insanın, imana giden yoldaki engellerini açarlar. Allah ile kulu arasındaki engelleri kaldırırlar. [78]

 

20- EL-ALİM

 

“Her şeyi bilen” manasına gelen “el-Alim” ismi şe­rifi Kur'an-ı Kerim'de 162 defa zikredilmiştir. 4 defa da el-Allâm=çok iyi bilen olarak zikredilmiştir. İlim keli­mesi 105 defa tekrarlanmıştır.

Bütün bunlardan ilmin önemini anlıyoruz. Yediğimiz yemeklerin, içtiğimiz içeceklerin, giydiğimiz elbiselerin, evlerimizin, bineklerimizin hepsinin yapılması, kazanıl­ması, harcanması ilimle olmaktadır.

Rabbimizin ilmiyle insanlık ailesinin ilmini kıyasla­mak için bilgisayar çağını yakalayan insanın keşfettikleri ve ilim diye sevindikleri, Rabbimizin milyonlarca yıl önce yarattığıdır. İnsan yaratmıyor, yaratılanı keşfediyor. Kendi vücudunda bir hücre yaratamadığı gibi daha vücu­dundaki hücrelerin sayımını tamamlayamamıştır.

Mehmet Akif Merhum:

“Ulûm-i şahikadan fışkıran sütûn'i zıya

Dayandı göklere, lâkin yetişmiyor hâlâ

Bülend nüsha'i icadın ilk sahifesine

Bu ilk sahife müebbet zalâm içinde yine.” derken, in­sanların yüksek ilminin Rabbimizin ilk yarattığını anla­maya çalışmak olduğunu faka insanlığın ilim yolun yürür­ken karanhkda kalan yerlerin daha çok olduğunu ifade eder.

Genetik mühendisleri genlerin şifresini çözmeye ça­lışıyor. Bunlar güzel gelişmeler ama o genlerin şifresini Rabbimiz Hz. Adem'in genlerinde kodlamıştı. Ayrıca gen mühendisleri kendi akıllarını da kendileri yaratmış değil.

Biz “Alim” olan Allah'ın ilminden yararlanmaya ça­lışacağız. Kelamı olan Kur'an ilimlerini öğrendiğimiz gibi tabiat bilimlerini de öğreneceğiz. Kur'an'ı indiren Allah'tır. Tabiatı yaratan Allah'tır. O'nun indirdiğini ve yarattığını anlamaya çalışmak ibadettir.

“İnsana kalemi öğreten [79] kitabı öğreten [80] Kur'an'ı öğreten [81]., isimleri öğreten [82]., harp sanayiini öğreten [83], Süleyman'a (s.a.v.) kuş dilini öğreten[84], bilen­lerle bilmeyenlerin denk olmadığını bildiren” [85]Allah'ımızdır (c.c). “Her ilim sahibinin üstünde daha alim biri vardır” buyurur.  [86] Ve ilim despotluğu yapan, ilmin şarlatanlığını yapanları da uyarır.

Mal arttıkça yükünüz artar. İlim arttıkça yükünüz hafifler. Mal dağıtılınca azalır, ilim dağıtıldıkça çoğalır. Yemeğe doyulur, ilime doyulmaz. Siz malı korursunuz, ilim ise sizi korur. [87]

 

21- EL-KABİD, 22- EL-BASİT

 

“Daraltan” manasına gelen “el-Kabid” ile “Genişleten” manasına gelen “el-Bâsit” isimleri Kur'an-ı Kerim'de;

“.....Allah daraltır da, genişletir de. Ona döndürüleceksiniz” [88] ayetinde; maddi yönden fakirleş­tiren ve daraltanın da, zengin edip genişletenin de Allah olduğu bildirilmekte.

Zenginken fakir olanları, güçlü iken zayıf olanları, yüksek makamlardan düşenleri, bilim adamıyken bunayanları gördüğümüz gibi, fakirken zengin olanları, Mekke'de zayıf görüldüğü halde Medine'de güçle­nenleri, Bilal-i Habeşi gibi, kafirlerin kölesi iken, mü’minlerin efendisi olanları, Yusuf (s.a.v.) gibi hapishaneden Mısır'a sultan olanları, Ümmi iken kıyamete kadar gelecek insanlara ilim öğreticisi olan Hz. Muhammed'i gördük.

Kabid ve Basit' olan Allah'a iman eden bir mü’min haksız insanların ellerine aldığı, zimmetine geçirdiği hakları onlardan alarak hak sahiplerine dağıtarak birini daraltırken, haklıların dışını ve içini genişletir.

Zalimlerin yüreğine korku salarak daraltır”ken, maz­lumların gönlünü genişletir ferahlatır. [89]

 

23- EL-HAFİD, 24- ER-RAFİ'

 

“Alçaltan” manasına gelen “el-Hafid” ismi celili, Kur'an-ı Kerim'de Vakı'a suresi ayet 3 de, Kıyametin alçaltıcı ve yükseltici olduğunu haber verir şeklinde geçer. Kıyameti yapan ve yaratan Allah olduğuna göre, alçaltan ve yükselten de O' dur.

“Yükselten” manasına gelen “er-Rafi”' ismi Cemili ise bir defa Rafi’ olarak Ali İmran 55'de, bir defa da Mü’min 15'de “Rafi-ud-deracat” olarak geçmekte. 13 defada “...yükseltti, ....yükseltir” şeklinde fiil olarak geçer.

Nefsinin hevasını baş tacı eden, günah sokakla­rında gezen, isyan edenleri cehennemin en alt derekele­rine alçaltan Allah (c.c), nefsinin hevasını ayaklar al­tına alan, salih insanlarla beraber olan, iyi ve güzel yerlerde dolaşan, Rabbine itaat edenleri Cennetin en üst derecelerine yükseltendir.

Kuyunun dibine atılan Yusuf (s.a.v) Mısır'a sultan oldu. Onu kuyuya atanlar ise bir gün Yusuf'un önünde secdeye kapandılar.

Yılanları yerde süründüren “Hafid” ve kuşları yük­seklerde uçuran “Rafi” olan Allah (c.c.)dır.

“Gökyüzünü direksiz yükselten [90], Peygamberlerin derecelerini yükselten [91], İsa aleyhisselamı kendi katma yükselten [92], Hz. Muhammed'in şanını yücelten” [93], iman edip ilim sahibi olanların derecesini yükselten Allah'a iman eden mü’minler de; Peygamberlerin ve iman eden alimlerin önüne kimseyi geçirmezler.

Yeryüzünde hiçbir yazarı, çizeri, filozofu, siyaset­çiyi, askeri, bilgini, Peygamberin önüne geçirmediği gibi denk bile tutmaz. Allah'ın yücelttiğini kimse alçaltamaz. Alçalttığını da kimse yükseltemez.

Hz. İbrahim'i, Hz. Musa'yı hepimiz severiz ama Nemrut'la Firavun'un seveni yoktur. [94]

 

25- EL-MUİZZU, 26- EL-MÜZİLLÜ

 

Kur'an-ı Kerim Ali İmran suresi 26 da;

“Deki: Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü di­lediğine verirsin, dilediğinden alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Sen her şeye Kadirsin” ayetinde, dilediğini zelil edenin Allah olduğunu haber verir.

İzzet Allah'a, Rasulüne ve Mü’minlere aittir” [95]ayetinden anladığımıza göre Müslüman bir insanın zelil olması mümkün değildir.

Müslüman, dünyanın en fakir insanı olsa bile o ha­liyle izzetini korur. Müslüman en zengin olsa yine ma­lıyla da, haliyle de izzetini korur.

Rabbin sofrasının bitmeyeceğini bildiği için tama' kâr olmaz. İnsanları yücelten kanaattir. Alçaltan ise tama'dır.

Şahin kuşu, yücelerde uçarken, bıldırcın ve keklik etiyle havada beslenirken, yeryüzündeki bir arpaya ta­ma' edince, tuzağa tutulur, kanatları yolunur.

Kafir, dünyada malıyla yükselse, haliyle yükselmez. Ahirette ise her haliyle alçaltilır ve cehenneme atılır.

Başkasının servetine el uzatan, iki dünyada da hor­lanır. Başkasının namusuyla oynayanlar da horlanır.

Haram servetten, haram şehvetten ve haram şöh­retten uzaklaşanlar iki dünyalarında da izzet bulur. Dolu kovayı yükseltirler, boş kovayı kuyunun dibine atarlar. Gönül imanla, akıl ilimle dolu olursa yükselti­liriz. Yoksa Cehennemin dibine atıhveririz. Allah koru­sun. [96]

 

27- ES-SEMİ'

 

“Her şeyi işiten” manasına gelen “es-Semi”' ismi celili Kur'anı Kerimde 47 defa geçmekte.

Her şeyin ayarlanması akort edilmesi gerektiği gibi en başta dillerimizin akort edilmesi gerekir. Sevdiklerimize, dostlarımıza söyleyeceğimiz kelimeleri en ince gönül eleğinden eleyerek söylemeliyiz. Çünkü dostlarımız o sözleri duymadan es-Semi olan Rabbimiz işitmekte.

“Düşmana söylediklerimizi de işitiyor.” [97] “Öyle ise Firavunla konuşurken bile kelimelerin en tatlı ve yumuşak olanını seçeceğiz.” [98]

Rabbimiz;

“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığın­dan  sorumludur!” [99] derken, kulak kelimesini öne almış. Kulağımızla insanları dinlerken karşımızdaki kim olursa olsun, onu önemseyelim.

Kulağımızdan giren kelimeler, gönül denizimizi kirletecek kelimeler olmasın. Hakkın kelamı birinci sı­rayı alsın. Kulağında doyumu vardır, ıvır zıvırlarla do­yurursanız Kur’an dinleyemezsiniz. [100]

 

28- EL-BASİR

 

“Her şeyi gören” anlamına gelen “el-Basîr” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de 47 defa zikredilmiştir.

“....Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı en iyi gören­dir.” [101]Ayetiyle yaptıklarımızın görüldüğüne dik­kat çekiliyor. Her şeyi gördüğü haber veriliyor. [102]

Her şeyi gören, yarattıklarına göz verebilir. İnsan kendi gözünün görme gücü zayıflayıp giderken, çaresiz çalıyor. Göz doktorlarımız göz yapamıyor. Gözlük yapıyor. Rabbimiz başımıza iki göz vermiş bir de gönül gözü vermiş.

Başımızdaki iki gözün pasını, katarağını silmek için göz doktorları yarattığı gibi, gönül gözümüzü cila­lamak için kitaplar, Peygamberler ve salih kullar göndermiş.

Rabbimizin bizi her zaman ve her yerde gördüğünü bildiğimizden, kapalı kapılar ardında dümen çevirmek, haram yemek, zina etmek, ihanet etmek, yalan söyle­mek, zimmet, irtikap gibi suçları isteyemeyiz.

Günümüzde Allah'a imanı olmayanlar “Filan devlet şu anda beni görüyor, söylediğimi işitiyor, siyasi gele­ceğimi yok etmemesi için onun adıyla konuşmaya baş­layayım, onu öveyim” diyor.

İşte Basîr olan Allah'a imanın bize verdiği izzet ve şeref bu dünyada başlıyor. Biz kul'a kul olmuyoruz. [103]

 

29- EL-HAKEM

 

“Hükmeden” anlamına gelen “el-Hakem” ismi celili Kur'an-ı Kerim'de;

“O, size kitabı apaçık indirmişken, ben Allah'dan başka Hakem’ıni ararım” [104] ayetinde bir defa geçmiştir.

“Hakimiyetin kayıtsız şartsız Allah'a ait olduğunu [105], en güzel hükmedenin Allah ol­duğunu [106], hükmünün temyiz edilemeyeceğini [107] hükmüne hiç bir kimseyi ortak etmeyeceğini [108], O'nun dışında hüküm koyanların sonucunun ne olacağını bilmeden cahilce hüküm koyduğunu [109], O'nun indirdiğiyle hükmetmeyenlerin durumlarına göre kafir, zalim ve fasık olduğunu[110] bildiren Allah'a iman edenler; Ondan başka Hakem tanımazlar.

Kullar için bu kelime, mecazi anlamda kullanılabilir. Nisa suresinin 35'inci ayetinde eşler arasındaki arabulu­culara “Hakem” kelimesi kullanılmıştır.

Allah'ın koyduğu kurallara göre hüküm verenlere de “Hakem” veya “Hakim” denir. Rabbimizin tabiata koy­duğu kanunlar konusunda kimse tartışmıyor. Herkes ta­biat kanunlarına uyuyor. Uyduğu oranda mutlu oluyor.

Kafirin vücudunda da Allah'ın hükümranlığı geçerli. Kalbini çalıştıran, kanını dolaştıran, her hücresine gıda veren, saçının her teline renk veren Allah (c.c). Dünyanın en gelişmiş hastahanesinde, en iyi doktorlar gözetiminde beş dakikalığına Allah'ın değil de doktorla­rın kendi vücuduna hakirn olmasını istemeyen ateist=gâvur bir insan, nasıl olur da hayatında Allah'ın hü­kümlerini reddedip kendisi, kendi hayatının bütün sorun­larına hükmedebilir?

Beynimizin kılcal damarında kan pıhtılaşınca vücut felç oluyor. Beynimizin yönetimi bize bırakılsa insan bir dakikada yok olur. Vücudun her tarafından çıbanlar, ya­ralar, felçler görülür.

Toplum vücudunda Allah'ın hakimiyeti çekilip alı­nırsa toplum vücudunda inkar, terör, soygun, gasp, öl­dürme, yaralama, zina, rüşvet, ırza geçme, güvensizlik, baskı, zorbalık hastalıkları çoğalır.

Rabbimiz, Sevgili Peygamberimize: “Andolsun ki; eğer sana gelen bu ilim (Kur'an)’dan sonra onların he­valarına uyarsan, şüphesiz sen de zulmedenlerden olursun” [111] buyurur.

Yanlış teraziyle tartan, dünyanın en adil insanı da olsa yanlış tartar. Onun için; tabiatı bir denge üzere ya­ratan Allah(c.c.)ın, yarattığı tabiat kanunlarında hiçbir eksikliği ve fazlalığı olmadığı gibi Kur'an'nmda koyduğu kurallar da toplum vücudunun selameti ve sıhhati içindir.

“El-Hakem'e” iman eden bizler, O'nun koyduğu, Rasulünün uyguladığı kurallara uyarak, yanlış terazi­leri Kur'an'a göre ayarlayacağız. Yanlış teraziyle tarta­rak çıkar sağlayanları engelleyeceğiz. İnsanların tabiat kanunlarına uyduğu gibi Kur'an'a göre yaşamaları için de gayret göstereceğiz. Toplum vücudunun çağdaş sorunlarını Kur'an ve Sünnet ışığında çözeceğiz. [112]

 

30- EL-ADL

 

“Çok adaletli” anlamına gelen “el-Adl” ismi cemili Kur'an-i Kerim'de: “O ki seni yarattı, düzeltti ve dengeli yaptı” [113] ayetinde insanın vücut yapısının dengeli ve estetik olduğunu ifade etmek için “Adl” kökünden gelen fiili kullanmış.

“Şüphesiz Allah adaleti ve iyiliği emreder” [114] ayetinde de Rabbimiz adaletiyle toplumda dengeyi sağ­lamamızı ister.

“Hakimin, hüküm verirken adaletle hükmetmesi [115], noterin yazarken adaletle yazması [116], kardeş toplumların arasını bulurken adaletli davranılması [117], konuşurken bile adaletten aynlınmaması gerektiği” [118]emredilir.

Adalet, eşitlik demek değildir. Adalet: dengeli yap­maktır. Rabbimiz saçımızdan tırnağımıza kadar neyi ne­reye koymuşsa hiç itirazımız yok. “Benim gözüm omuzumda olsaydı, burnum dirseğimde olsaydı” diyen yok.

Tabiattaki dengeye de itirazımız yok. “Fil'deki hor­tum, karıncada olsaydı, karıncanın ayakları Fil'de ol­saydı” diyenimiz de yok.

Adamın biri, bahçede kocaman ceviz ağacının küçü­cük meyvesiyle, yere yayılan kabağın kocaman meyve­sini görünce; “Ya Rabbi bu da adalet mi? Kocaman ce­vize küçücük meyve vermişsin, küçük kabağa koca­man meyve vermişsin” derken, ceviz ağacından bir tane ceviz başına düşer ve hemen kendine gelir. “Ya Rabbi ben hata ettim! Ya bu ceviz, kabak kadar olsaydı da başıma düşseydi, halim ne olurdu?” der ve tevbe eder.

Rabbimiz, mü’min kullarına bazı belalar, musibetler, depremler, yangınlar, yıldırım çarpmaları, hastalıklar verdiğinde bunu adaletsizlik olarak görmeyeceğiz. Doktor hastasına acıtıcı iğneyi batırır. Yakıcı ilaçlar ve­rir. Bazen hastalıklı organı kesip atar. Bütün bunlar has­tanın iyiliği içindir.

Hastasına tatlı yemeyi yasaklayan bir doktorla, hastaya gizlice baklava getiren birini gören ve işin iç yüzünü bilmeyen bir kişi doktoru zalim olarak görür ye tatlı getireni iyiliksever olarak görür. Aslında o tatlı getiren, şeker hastasına kötülük yapıyor.

Kadın ticaretine karşı çıkanlar, erkeğin kadın kılığında kendisini satmasına karşı çıkanlar, milyarlarca insan açlıktan ölürken gayri meşru kazancını köpeğine miras ola­rak bırakanlara karşı çıkanlar, viski, votka, rakı, şarap, eroin gibi uyuşturuculara karşı çıkanlar, basiretsiz insanların yanında “Zalim doktor” gibi görülürken, bütün bu pislikleri yapanlar özgür dünyanın laik ve demokrat şövalyesi kabul ediliyor. [119]

 

31- EL-LATİF

 

“İncelik gösteren, sezilmez yollardan nimetler veren, en ince işlerin içini bilen” manalarına gelen “el-Latif' ismi cemili Kur'an-ı Kerim'de 7 defa geçmektedir.

“O hiç yarattığını bilmez mi? O Latif dir, her şeyden haberdardır.” [120] “Yusuf aleyhisselamın kuyuya atılma, pazarda satılma, hapise tıkılma ve Mısır'a sultan olmaya kadar giden yolu çizen, bilen ve hükmedenin Latif olan Allah olduğunu haber verir.” [121] “Gökyüzünden su indirip, yeryüzünü yeşertenin “Latif” olan Allah olduğunu haber verir Rabbimiz” [122] “Gökyüzünde, yeryüzünde veya bir kayanın içinde hardal tanesi ağırlığında bir şey olsa, onu dahi bilir ve huzuruna getirir. O Latif olan Allah (c.c.)” [123]

Elimize alıp da inceleyemediğimiz aklımızı, ruhu­muzu yaratan, yine görünmeyen gönlümüze, görün­meyen sevgimizi veren Latif olan Allah'dır.

Beynimiz, en gelişmiş bilgisayardan daha mükemmel Çalışır. Bu insan beyni Hz. Ademde de aynı idi. İşte o Latife iman edenler incelik gösterirler. Nazik davranır­lar, yaptıkları iyilikleri onur kırmadan, gönül incitme­den, hissettirmeden yaparlar. [124]

 

32- EL-HABİR

 

“Her şeyden haberdar olan” anlamına gelen “el-Habir” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de 45 defa geçmekte­dir.

“Ey iman edenler, Allah'dan sakının. Herkes yarına ne sakladığına bir baksın, Allah'dan sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır” [125]

Yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı, kazandıklarımızı, kaybettiklerimizi, dostlarımızı, düşmanlarımızı, toprağın derinliklerinde çatlayan her daneyi ve çekirdeği, açan her çiçeği, yağan her damlayı bilen, gören, işiten ve haberdar olan Rabbe iman ediyoruz.

Karanlık gecede, kara taşın üzerinde, kara karıncanın hareketini gören, ayak sesini işiten, karıncanın içinden geçenlerden haberdar olan Allah'a iman eden kullarından bir kısmı da; dünyanın neresinde dostlar var, düşmanlar var, dostların maddi manevi gücü, düşmanların gücü nedir? Kim nerede ne yapıyor, ne üretiyor, dünyanın neresine, ne kadar yağmur yağar, nerede hangi tür çiçek açar? Haberdar olmalıdır. [126]

 

33- EL-HALİM

 

“Yarattıklarına yumuşak davranan” anlamına gelen “el-Halim” ismi cemili Kur'an'ı Kerim'de Rabbimizin mi olarak on bir defa geçmekte.

İbrahim, İsmail ve Şuayb aleyhisselamlar içinde “el-alim-yumuşak başlı” kelimesi kullanılmış. [127]

“Allah'ın kalplerinizde olanı bildiğini bilin ve ondan sakının. İyi bilinki şüphesiz Allah bağışla­yandır, Halim'dir-yumuşak davranandır.” [128]

Allah (c.c.) kendisinin yarattığı insanların Allah'ın Şeriatına değil de kendileri gibi insanların kurallarına uyarak onları ilahlaştırdıkları halde, onları hemen cezalandırmayandır. [129]

Yediği yemeğin suyunu, mazlumların gözyaşından, sosunu mağdurların kanından temin eden zalimlerin yaptığından Allah'ın haberi vardır.

Allah (cc): “Zalimlerin yaptığından Allah'ı gafil zannetme. Ancak onları(n azabını) gözlerin belerip ka­lacağı bir güne erteliyor.” Buyurur. [130]

Eşcinsellerin cezasının tehir edilmesi ve zaman ta­nınması için Rabbine yalvaran İbrahim aleyhisselam, Rabbimizin kelamıyla “O, Halim- yumuşak huylu, ya­nık yüreklidir” diye övülmekte.[131]

Bizler “Halim” olan Rabbimize iman edenler olarak, yumuşak huylu, tatlı dilli, güler yüzlü, bal gibi sözlü olacağız. Güçlü iken böyle olacağız.

Su, yumuşacık ama kayaları deliyor. Kuru ağaçların tepesine çıkıp çiçeğe dönüşüyor. Evlerimizi aydınlatıyor. Binlerce ton ağırlığı kaldıran güce dönüşüyor.

İbrahim aleyhisselamın Halim-yumuşaklığı da Nemrut'un saltanatına son veriyor. Ancak Akif'in:

“Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum?

Kopar belki ama çekmeye gelmez boynum” dediği gibi iyilikle yılanı deliğinden çıkarıp, zehirli dişlerini zararsız hale getireceğiz. Kuduz köpek, bizi ısırdı diye biz de onu ısırmayacağız. Kendimizi de kuduzu da tedavi edeceğiz. Sonra da koyuna bekçi yapa­cağız.

“Eğer Allah insanları yaptıkları yüzünden azapla yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı.” [132]“Allah kahretsin” dediklerimizi Allah yok et­seydi, tek başımıza kalırdık. “Ya Halim” diyelim. [133]

 

34- EL-AZİM

 

“Çok büyük” anlamına gelen “el-Azim” ismi celili Kur'an-ı Kerim'de Rabbimizin ismi olarak altı defa geç­mekte. Bir defa “Kur'an-i azim” olarak [134] geç­mekte. Yüz defa da büyük başarı, büyük mükafat, büyük ahlak, büyük haber, büyük gün, büyük günah gibi Allah'ın yarattıklarının sıfatı olarak geçmekte.

Yeryüzünün, dağların, denizlerin büyüklüğünü düşü­nün. Güneşin ve yıldızların büyüklüğünü ve aralarındaki uzaklığı anlatacak rakam bulunamadığından ışık yılıyla anlatılmaya çalışıldığını düşünün ve evrenin büyüklüğünü hayal edin.

Hadisi şeriflerde bildirildiğine göre; yedi kat gök­yüzü, bütün yıldızlarla beraber, yedi kat yeryüzü “Kürsi” nin yanına atılsa, çöle atılan demirden bir yüzük gibi kalır. “Kürsi” de “Arşı a'la” nın içine atılsa o da çöle atılan bir demir yüzük gibi kalır. [135]

“O'nun ilminden, yalnız O'nun dilediğinden baş­kasını kavrayamazlar. O'nun kürsisi, gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onların (göklerin ve yerin) korunması O'na ağır gelmez. O yücedir, çok büyüktür” [136]

“Çok büyük” olan Allah'a iman edenler, büyük alim, büyük mimar, büyük sanatçı, büyük komutan, büyük işveren, büyük işçi yetiştirmeye çalışırlar ve kul yanında küçülmezler. [137]

 

35- EL-ĞAFUR

 

“Günahları örten, çok bağışlayan” anlamına gelen “el-Ğafur” ismi Kur'an-ı Kerim'de 91 defa geçmekte ve bu da bize Rabbimizin afvediciliğinin hep öne çıkarılması gerektiğini ve bizim de Allah'ın kullarının kusurlarını kapatmamız gerektiğini ifade etmekte.

“el-Ğaffar” ismi cemilini açıklarken ifade ettiğimiz gibi Rabbirniz vücudumuzun içini kan, kemik, et, sinirle donatmış, ama dışımıza incecik bir cild perdesi çekerek güzelleştirmiş.

İçimizden geçen kötü düşünceleri kapatacak bir perde vermiş. İşte el-Ğafur'a iman eden bizler de ayıp­ları, kusurları, günahları teşhir etmeyeceğiz. [138]

 

36- EŞ-ŞEKÛR

 

“Azıcık teşekküre çok karşılık veren” anlamına ge­len “eş-Şekûr” ismi cemili Rabbimizin ismi olarak Kur'an-ı Kerim'de dört yerde geçer.

Bu eş-Şekûr ismi; Rabbine kul olan, onun verdiği ni­metlere kalple, elle, dille, bedenle teşekkür eden insan­lar için de kullanılmış.

Kalbimizde ilah olarak Allah'dan başkasına yer vermemek suretiyle Rabbimize teşekkür edeceğiz. Dilimizden çıkan kelimelerin çoğunluğu Allah'ı, kitabını, Rasulünü, emir ve yasaklarını anlatmakta kullanılırsa, dilimizle teşekkür etmiş oluruz.

“Kur'an okuyan, namaz kılan, gizli de açık da yardım eden”, [139] “iyilik yapan” [140] “yardım olsun diye borç para veren” [141] insanların bu yaptık­larının hepsinin Allah'a teşekkür olduğunu ve Allah'ın da bu teşekkürlere kat kat karşılık vereceğini ifade eder.

Hata bizden Ata (bağış) Ondan

Şükür bizden şekürlük Ondan.

Ziraat fakültesinin bir kitabında okumuştum. “Üç tonluk bir ağaç, üç ton oluncaya kadar topraktan 57 gram almış.”

Çölde bir damla su görmeyen çöl çiçeklerini taçlandı­ran Rabbimiz, bizim azıcık ibadetlerimizi çok sevapla karşılayacağını va'dediyor.

Teşekkür büyük bir nezakettir, ama teşekkürlere daha iyi ve güzel bir şekilde karşılık vermek daha büyük bir inceliktir. [142]

 

37- EL-ALİYYÜ

 

“Yücelerden yüce” anlamına gelen “el-Aliyyü” ismi cehli Kur'an-ı Kerim'de 8 defa geçmekte.

“O'nun (Allah'ın) dışında çağırdıklarının hepsi ba­tıldır. Şüphesiz O yücedir, büyüktür.” [143]

Zatıyla, sıfatıyla her şeyden yücedir. Çünkü bizim “Yüce” dediğimiz şeyleri O yaratmıştır.

Yüceler yücesine iman edenler de yücelirler. Yüce Rabbimiz, Firavun'un orduları karşısında ürperen Musa'ya (a.s) “Korkma en yüce sensin” buyurmuştu. [144]

Muhammed ümmetine de: “Gevşemeyin, üzülmeyin eğer iman ediyorsanız en yüce olan sizsiniz” buyurmuş. [145]

Sevgili Peygamberimiz Mekke'yi fethetmek için ku­şattığında Ebu Süfyan, görüşme yapmak için Efendimizin yanına gireceğinde, yanına Efendimizin çok sevdiği Aiz b. Amr'ı da alır.   .

Sahabelerden biri:

“Ya Rasulellah, Ebu Süfyanla, Aiz b. Amr geldiler” der. Efendimiz;

“Aiz b. Amr'la Ebu Süfyan geldiler” diye cümleyi düzeltir ve “İslâm yücedir. Müslümanın üstüne çıkılmaz, önüne geçilmez.” buyurur. [146]

Konuşurken bile kafirin adını, Müslüman'ın adı­nın önüne almayın. Yazarken, sıralarken Müslüman'ın adının önüne kafirin adını yazmayın.

İbrahim (s.a.v.) ve Nemrut,- Musa (s.a.v.) ve Firavun,- Muhammed (sav) ve Ebu Cehil diye yazılır, “Filan kafir konuşmasında, yazısında benden bahset­miş” diye sevinenler imanlarını yeniden kontrol etsinler. Allah'ı inkar eden birinin beni övmesi benim için eksik­liktir.

Nüfus kütüğünden başka hiçbir yerde adı yazılı ol­mayan, kimsenin tanımadığı, ama Allah'ın sevdiği bir garip kulun gönlünde yer edinmek, saraylara sahip ol­maktan daha değerlidir.

“Ben sizin en yüce Rabbinizim” diyen Firavunlaşmış insanlara, Musa aleyhisselam gibi elinde asa, dilinde en yumuşak kelimelerle yüceler yücesinin kim olduğu tanıtılacak. [147]

 

38- EL-KEBİR

 

 “Her şeyden büyük” anlamına gelen “el-Kebir” ismi celili Kur'an-ı Kerim'de Rabbimizin ismi olarak 7 defa geçmekte. “Kebir, Mütekebbir, Kibriya, Ekber” isimleriyle de bize tanıtılan Rabbimizin ilmiyle, kudre­tiyle, sanatıyla,' nimetiyle yaratılmışların hepsinden bü­yük olduğu çokça vurgulanıyor.

İlk nazil olan surelerden Müddesir 3’de “Yalnız Rabbini büyükle” ayeti nazil olur. Kendini büyük gören şahlar,   padişahlar,  krallar, cumhur­başkanları yok olup gittiler.

Yetim olarak büyüyen, çöl ortasında yokluk içinde Rabbinden başka yardımcısı olmayan Allah Rasulü yal­nız Rabbini büyükledi. “Allahü Ekber=En büyük Allah'tır” dedi ve kendini büyük sananlar onun karşı­sında küçülüp yok oldular.

“En büyük Allah'tır” diyenler kibirlenmezler. Allah'ın yarattığı gözümüzle en küçük varlıkta bile Rabbin büyüklüğünü görürler. Saçımızın bir telini kopar­dığımızda onu büyüteçle incelediğimizde zülfün bir telinin binlerce telden meydana geldiğini görürüz.

Rabbin mülkünde, yeryüzü galerisinde her gördüğü­müz, duyduğumuz, tuttuğumuz, kokladığımız ve tattığı­mız şeylerde Rabbin büyüklüğünü anlarız. [148]

 

39- EL-HAFİZ

 

“Koruyan ve gözeten” anlamına gelen “el-Hafiz” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de altı defa geçmektedir.

“Şüphesiz benim Rabbim her şeyi koruyup gözetendir” [149] ayetinde her şeyi gözetimi altında ko­ruduğunu bildirir.

Hayvanların hepsine -Rabbimizin verdiği içgüdü ile- hangi hayvanın zararlı, hangisinin zararsız olduğunu öğretmiş. Hangi et veya ot zararlı veya zararsız bunları Rabbim onlara öğretmiş. Arı'ya bal yapmayı, güle çiçek yapmayı öğretmiş. Her hayvanın bünyesine ve karşıla­şacağı tehlikelere göre savunma sistemi kuruvermiştir.

İnsanı ise akıl sistemiyle donatmış. Nuh'a (s.a.v) gemi yapmayı öğretmiş, [150] Davud'a (s.a.v) harp sanayiini [151] öğretmiş.

Toplum ve ferdin varlığını ve birliğini bozacak şeyleri Peygamberler vasıtasıyla Öğretmiş ve bizim doğuştan getirdiğimiz değerleri korumuş.

Bindörtyüz yıldır Kur'an'ım koruyan ve kıyamete ka­dar da koruyacağım vadeden “el-Hafiz'a” iman eden bir mü’min, Kur'ana karşı tavır alanların ekonomik, askeri ve siyasi gücünden endişeye kapılmaz. O kendi görevini yapıp yapmadığına bakar ve kendisi için endişe eder. [152]

 

40- EL-MUKİT

 

“Yarattığının gıdasını veren” anlamına gelen “el Mukit” ismi cemili Kur'an-ı Kerim'de bir defa geçer.

“Allah her şeye kadir ve gıda verendir” [153]

Ayetinde, bizlerin ekmek için insanlara boyun eğerek, zillete düşmememiz için yalnız bizim değil, denizdeki balıkların, havadaki kuşların, karadaki hayvanların da gı­dasını Allah'ın verdiğini haber verir ve ekmek için toprağı ekmek gerektiğine işaret eder.

“er-Razzak” ismi şerifinin açıklamasında Zuhruf suresinin 32'nci ayetinde rızkın taksimini Allah'ın yaptı­ğını yazmıştık. “Allah, herkese uygun olarak, gıdalarını kainatın yaratılışında dört günde takdir etti” [154] ayetinde de herkese uygunluğundan bahsedilmekte. Hamsi balığının gıdasıyla balinanın gıdası, karınca ile filin gıdası hem azlık, hem çokluk yönünden, hem de bünyeye uygunluk yönünden aynı olmadığı açıklanır. “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır”[155] derken çalışmaya teşvik eder. Ama her çalışanın eşit şekilde kazanmadığı görülmektedir. Biz meşru yol­lardan gıdamızı aramak için çalışırız. Her halükarda Rabbimizden razıyız.

Zikrederken Rabbin rızasını arayacağız, fikrederken Rabbin rızasını arayacağız. Boğulmakta olan bir karın­cayı kurtarırken, Rabbin rızasını isteyeceğiz. Bir hastaya yardım ederken, bir acı doyururken, bir ağaca su verirken Rabbin rızasını isteyeceğiz. Rabbin rızası için yapacağız.

Rızkımızı kazanırken bu yolda yorulurken ekmek peşinde koşmuyoruz. Çalışmanın, sebeplere sarılmanın ibadet olduğunu bildiğimiz için çalışacağız, çalışırken Rabbin rızasını isteyeceğiz.

Bize uygun gıdamız, bizim gölgemiz gibi bizi takip eder. Gölgenin peşinden gidenler sonuna varamadan öl­düler.

Sarraf, balıkçıya: “Oltanda ne çıkarsa ağırlığınca altın vereceğim” demiş. Balıkçı bir çekmiş yuvarlak bir halka çıkmış. Teraziye koymuşlar, karşısına bir kilo, on kilo, yüz kilo altın koymuşlar, halka ağır gelmiş. Ele alınca elli gram gelmeyen halka, altınla tartılırken dükkanın bütün altınlarından ağır gelmiş. Hikaye bu ya altıncıların pirine sormuşlar. O da o halkayı terazinin bir kefesine koymuş, öbür kefesine de bir avuç toprak koymuş denge sağlanmış.

Altıncıların piri: “Bu halka çok hırslı bir adamın göz kemiği! Buna dünyayı verseniz doymaz. Ancak bir avuç toprak doyurur” demiş.

Midemizi helal ve temiz gıdayla, aklımızı şeriat ve tabiat ilimleriyle, gönlümüzü Allah sevgisiyle gıdalandıralım. [156]

 

41- EL-HASİB

 

“Yarattıklarının hepsine yeten ve hesaba çeken” manasına gelen “el-Hasib” ismi celili Kur'an-ı Kerim'de 5 defa geçmekte. Ayrıca yedi defa da “Hesabı çabuk gö­rendir” manasına gelen “Seri-ül-hisab” geçmektedir.

“muhakkak Allah, her şeyin hesabını yapandır.” [157]

Benzemez hesabı hesabımıza, Zerre kadar iyilik karşılığını görecek. Zerre kadar kötülük de yine karşılı­ğını görecektir. [158] Onun için organlarımızın hepsi dinimizin kontrolü altında hareket etmeli.

Daraldığımız, bunaldığımız, bir işin altından kalka­madığımız zamanlarda; Hasbünallah=Allah bize ye­ter” deriz ve biraz olsun rahatlarız.

O (mü’minlere) insanlar: “Şüphesiz düşmanınız olan insanlar sizin için kuvvetlerini topladılar. Onlardan korkunuz” dedi de bu onların imanını artırdı ve onlar:

“Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” dediler. [159]

Dünyanın bütün orduları birleşse, bir mü’minin üzerine yürüse, “el-Hasib'e” iman eden bir Müslüman; Hasbünallah:=Allah bize yeter der ve yoluna devam eder. [160]

 

42- EL-CELİL

 

“Şanı yüce” manasına gelen “el-Celil” ismi şerifi Kur'an'ı Kerim'de iki defa zü-l-celal olarak geçmekte.[161]

İlmiyle herkesten yüce, kudretiyle her şeyden yüce, san'atıyla herkesten yüce, her türlü sıfatıyla herkesten ve her şeyden yüce olan “el-Celil'e” iman eden bir mü'min; ahlakım Kur'an'a göre ayarlayarak yücelmeye çalı­şır da günahlar, pislikler, rezaletler, sefahetler ona ula­şamaz.

Günah, inkar, isyan içinde debelenen insanların gö­nüllerinden tutarak onların da yücelmesine çalışır. [162]

 

43- EL-KERİM

 

“İyilik yapan, Keremi bol” anlamına gelen “el-Kerim” Rabbimizin ismi olarak iki yerde geçmekte! [163]

“Ey insan, Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?” Kerim olan Rabbimiz bizi yaratmış. İhtiyacımız olan havayı, güneşi, suyu bol miktarda yaratmış.

Vücudumuzun organlarını parayla almaya çalışsak, trilyonlar versek alamayız.

Rabbimiz bize karşılıksız olarak vermiş. Verirken mü’min kafir ayırımı da yapmamıştır.

Kullarını müsafir olarak ağırlayacağı, dünyayı da çi­çeklerle, böceklerle, yıldızlarla, denizlerle süslemiş.

Azıcık ibadetlerimize, sadakalarımıza bol sevap va'deden Kerime iman edenlerde Allah'ın kullarına karşı iyilik yapmaya devam ederler. İnsanların hatalarını gör­memeye çalışırlar.

İnsanların küçücük iyiliklerini gözlerinde büyütür­ler. İnsanlara iyilik yaparken hak edip etmediğini dü­şünmezler.

Çünkü Kerim olan Rabbimiz bizlere nimetler verirken bizim ona layık olup olmadığımızı hesaba kat­madan O kereminden vermiştir. [164]

 

44- ER-RAKİB

 

“Gözeten” manasına gelen “er-Rakib” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de üç yerde geçmekte.

“Şüphesiz Allah üzerinizde gözeticidir” [165] buyurur.

Bir günlük hayatımızın gizli kameraya çekileceğini öğ­rensek; o gün akşama kadar her türlü hareketimizi kon­trol eder, hoşa gitmeyen şeyleri yapmayız.

er-Rakibin bizi her an gözetim altında tuttuğuna iman etmemiz bizim her hareketimizi İslami kurallara uygun olarak yapmamızı sağlar.

İslami kurallara uygun hareket eden bir mü’minin elinden ve dilinden kimse zarar görmez. [166]

 

45- EL-MUCİB

 

“Duaları kabul eden, istekleri yerine getiren” anla­mına gelen “el-Mücib” ismi cemili Kur'an-ı Kerim'de bir yerde geçer.

“Ondan af talebinde bulunun. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim yakındır, kabul eden­dir.' [167]

Bize bizden daha yakın olan Rabbimize dualarımız, isteklerimiz de bizim kaderimizdir. “Bana dua edin size karşılık vereyim” [168] buyurur.

İbadetlerimizin özü olan dualarımızın ne zaman nasıl kabul edileceğini biz bilemeyiz. Şunu kesinlikle bilelim ki, Allah (cc) dualarımızı kabul eder. İstediğimizi ver­mezse bizim için hayırlı olan başka bir şey verir. Hemen verir veya yıllar sonra verir. Veya ahirette verir.

Biz istekte bulunuruz amma istediğimiz şeyin bize faydalı mı, zararlı mı olacağını bilemeyiz. Onun için her şeyin hayırlısını isteyeceğiz. Bütün isteklerimizi Rabbimizden isteyeceğiz.

“el-Mücib'e” iman eden mü’minler olarak bizlerden istekte bulunanların ihtiyacını karşılamaya çalışacağız. İsteyeni azarlamayacağız, hafife almayacağız. Verecek bir şeyimiz olmasa bile tatlı dilimiz var. [169]

 

46- EL-VASİ

 

“Her şeyi kuşatan, geniş” anlamına gelen “el-Vasi” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de 9 defa geçmekte.

“Sizin ilahınız ancak O Allah'tır ki, Ondan başka ilah yoktur. Her şeyi ilmi ile kuşatmıştır.” [170] Onun ilminin dışında hiç bir varlık yoktur.

Günümüzde değer verdiğimiz ilim adamlarının ilminin konusu olan maddeyi yaratan, yaşatan ve yöneten O, her şeyi kuşatan Allah'tır.

“Rahmetiyle her şeyi kuşatan” [171] “Kürsisi ka­inatı kuşatan” [172]“el-Vasi'a” iman edenlerin yürekleri yedi kat sema kadar geniş olmalıdır. Kendisine kötülük yapanı afvetmeli, vermeyene vermeli, gelme­yene gitmeli.

el-Vasi olan Rabbimiz kendisini inkar edenlerin dilini kesmiyor. Ekmeğini de kesmiyor. [173]

 

47- EL-HAKİM

 

“Hükmeden, işleri sağlam ve hikmetli olan” mana­sına gelen “el-Hakim” ismi cemili Kur'an-ı Kerim'de 91 defa geçmekte.

Kur'an-ı Hakim; Allah kelamı olması nedeniyle lafzı, manası gayet muhkem=sağlam, emir ve yasakları hik­metli olduğundan “Kur'anı Hakim, zikri hakim, Kitabı Hakim” olarak isimlendirilmiştir. [174]

Hakim olan Rabbimizin yarattığı her şey hikmetlidir. Boş, gayesiz, faydasız bir şey yaratmamıştır.

Yarattığı en küçük zerreden en büyüğüne kadar sağ­lam ve güzel yaratmıştır. Yarattığı her şeyde sağlamlık, güzellik ve faydalılık hedeflenmiştir.

Kur'an-ı Hakimin 1400 yıllık zaman içinde içine bir tek harf sokulamamış, bir tek harf çekilememiştir.

Bir atomun sağlamlığı, estetiği ve faydahlığı günü­müzde yeni anlaşıldı. Halbuki Hakim olan Allah onu bin­lerce yıl önce yaratmıştı.

Hakim'e iman eden bir mü’min; yaratılan her şeyin bir hikmete binaen yaratıldığını bilir ve hiç bir şeyi is­raf ve imha etmez. Yaptığı her şeyin sağlam, güzel ve faydalı olmasına dikkat eder. [175]

 

48- EL-VEDÜD

 

“Seven ve sevilen” anlamına gelen el-Vedüd ismi cemili Kur'an-ı Kerim'de iki defa geçmekte.

“Rabbinize istiğfar edin. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim çok merhametlidir, çok se­vendir.” [176]

“O afvedendir, çok sevendir.” [177]

Sevmeyi yaratan O, Sevdiklerimizi yaratan O. Öyle ise, öküzgözü gibi her karpuz kabuğunun peşine düşmektense kimleri ne için seveceğimizi, sevgiyi yaratan­dan öğrenelim.

Allah'a ve Rasulüne karşı düşmanlık yapan, onlara sınır çizen ve karşı kanunlar koyanlar, Allah'a ve ahirete iman edenlerin, babaları, çocukları, kardeşleri ve akraba­ları dahi olsa sevemeyeceklerini bildirir. [178]

Domuza inci gerdanlık takümadığı gibi, gülün çöplüğe atılmadığı gibi “Vedüd” olan Rabbimizin bizlere lütfettiği sevgiyi de israf edip kafirler, zalimler ve soyguncu­lara sevgi göstererek onları cesaretlendirmeyelim.

İman edip, ameli Salih işleyenlere, sevgi vereceğini haber verir Rabbimiz [179] İleride iman ettiği takdirde, sıcacık dostumuz olacak olan düşmanlarımıza dahi kötü söz söylemememiz istenir bizden. [180]

 

49- EL-MECÎD

 

“Azim-üş şan, şanı yüce” anlamına gelen “el-Mecid” ismi celili Kur'an-ı Kerim'de iki defa geçmekte.

“O övülendir, şanı yücedir” [181]“Arşın sahibidir, yücedir” [182]

İki defa da Kur'an’ın sıfatı olarak gelmiştir. “Fakat O yüce bir Kur'an'dır.” [183] “Kaf. Şanı yüce Kur'an'a yemin olsun ki..” [184]

Her gün namazlarımızın son oturuşunda Efendimize salatü selam getirirken sonunu “İnneke Hamid-ün-Mecid” diye bitiririz.

Bu gözlerin göremeyeceği, hayallerin ulaşamayacağı kadar yüce Rabbimizin nimet denizinde yüzüyoruz. Onun verdiği gözle güzellikleri görüyoruz. Burunla kokluyoruz. Verdiği dille yine Onun verdiği milyonlarca farklı tadı tadabiliyor ve ayırt edebiliyoruz.

O yücelerden yüce Rabbimizin kelamı da yüce. Belağatıyla, fesahatıyla, İcazıyla, letafetiyle, tazeliğiyle, tadıyla erişilmez olan Kur'an-ı Mecid'e iman eden Mü’minler de; yüce bir gönüle sahip olmalı. İyilik ya­pan, yaptığı iyiliği unutan, dostluğundan zevk alınan bir Müslüman olmaya çalışmalıdırlar. [185]

 

50- EL-BAİS

 

“Dirilten” anlamına gelen bu “el-Bais” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de “el-Bais” olarak değil de, Kabirlerde olanları diriltir şeklinde gelmiştir.

“Kıyamet muhakkak gelecektir ve onda hiç şüphe yoktur. Allah muhakkak kabirdekileri diriltir” [186]

Gözle görülemeyecek kadar küçük meni parçacığını ana karnında diriltip, dünyaya çıkaran Rabbimiz, kabirlerdekini de diriltir.

Güz mevsiminde, sayılarını ancak Allah'ın bildiği çe­kirdekler ve daneler yapraklarına sarınarak, üzerlerine de kardan kefenler çekerek toprağa gömülürler. Bahar mevsimi gelince, İsrafil'in Sur'u gibi seher yelleri es­meye başlayınca, ölmüş çekirdekler çiçeğe dönüşürler.

Rabbimiz her an bize diriliş mucizelerini göstermekte. Ancak insanoğlu gördükleri üzerinde fazla düşünmüyor ve Önem vermiyor.

Aklı gözünde olan, bülbülü bir yudumluk et gibi gören, Materyalist kafaya sahip insanlar her çağda olmuş.

İmansızın biri çürümüş kemiği ufalayarak Efendimize: “Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” demiş. Rabbimiz cevap veriyor: “Deki! Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O bütün yaratıkları bilir.” [187]

12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından hapishane­ler ağzına kadar doldu. Bende vaiz olarak vazifemin ağırlığını hapishaneye verdim. Sağcılara ayrı ders, sol­culara ayrı ders veriyorum. Aslında aynı mahallenin iki çocuğu veya aynı ailenin iki çocuğundan birine “Sen sağ­cısın” demişler. Öbürüne de “Sen solcusun” demişler. Bunların arasında hiçbir kültür farkı yok.

Solcular bölümünden biri “Ben ahirete inanmam. Bir adam denize düşse! Balina adamı yutsa, balıkçılar bali­nayı tutsa, bin parça yapıp satsa, binlerce adam balinayı yese. Bunlar ayrı ayrı ülkelerde ölse, birisi yanıp duman olsa, şimdi bu denize düşen adamı Allah nereden bula­cak?” demişti.

“Bak, sen dağılışı anlattın. Ben de senin toplanışını anlatayım. Bundan otuz beş sene önce sen yoktun. Ana rahmine düştün. Orada seni besleyip büyüten Allah, seni dünyaya çıkardı.

Adana'dan domates, Konya'dan un, Karaman'dan bulgur, Rize'den çay, Trakya'dan ayçiçeği, gökyüzünden güneş enerjisi, Afrika'dan lodos, Kafkaslar’dan poyraz geldi ve bu hale geldin.

İnsan bile televizyon vericisiyle havaya verdiği ses, renk ve çizgileri dünyanın öbür ucunda televizyon düğ­mesine basıverince topluyor. İnsanı yaratan Allah niçin toplayamasın? Dediğimde, topluca “toplar hocam” demişlerdi.

“Şifa tefsiri” adı altında sekiz cilt olarak yayınlanan tefsirimi önce İstanbul da Cağaloğlu'nda Cezeri Kasım Paşa Camii'nin konferans salonunda herkese açık ders olarak yaptım. O derslere katılan, insanların öldükten sonra amellerine göre tekrar dünyaya geldiğine inanan bir dinleyenime:

“Peki dünyada nüfus artıyor mu? Geriye doğru gidersek Adem ile Havva'dan geldiğimize inanıyor musun?” dediğimde.

“Evet inanıyorum ve nüfus da artıyor.” demişti.

“Peki Adem ölünce badem olarak gelir. Badem ölünce Adem olarak gelir ve nüfus çoğalmazdı. Bu artış nereden geliyor?” dediğimde

“Onu merkezimize sormam lazım” dedi ve bir hafta sonra

“uzaylı dostlarımızdan takviye yapılıyormuş” demişti.

Ayrıca derse katılan ve İslam dinini de öğrenmeye çalışan Adana'lı bir delikanlı

“Hocam ben, annem, ba­bam, bizim köy, hepimiz bir başkasının ruhunu taşıdığı­mıza, çocukluktan itibaren inandırılırız. Aklım başıma gelince yalan söylediğimin farkına vardım. Ama bırak­mak zor! Ama şimdi ben yapmıyorum. Atmıyorum. Ama ailem yine atmaya devam ediyor” demişti.

Türkiye de yetmiş milyon insandan kimse geçmişte dünyada nasıl yaşadığım hatırlamaz. Yalnız Adana ve Hatay yöresinde bir avuç insan hatırlar.

Ayrıca bu köylerde uzun araştırma yapan Amerikalıların söylenenlerin inandırıcı olmadığı kararma vardıklarına Prof. Kerem Doksat bey bir televizyon prog­ramında söylemiştir,

“el-Bais'e =Ölüleri diriltene” iman edenler olarak bizler de diriliş erleri olur ve bir insanın Müslüman olma­sına sebep olursak bütün insanlığı diriltmiş gibi oluruz. [188]

 

51- EŞ-ŞEHİD

 

“Her yerde hazır olan ve her şeyi gören” anlamına gelen “eş-Şehid” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de Rabbimizin   ismi   olarak   yirmi   defa    geçmekte.

 “Şüphesiz Allah her şey üze­rine şahiddir” [189] “Şahid olarak Allah yeter” [190] Bu ayet Kur'an'da sekiz defa tekrarlanmıştır.

Rabbimiz bu tekranyla anne şefkatinden daha mer­hametli olduğunu, annenin yavrusunu uyarmak için aynı kelimeleri tekrarladığı gibi Rabbimiz de bizi uyarmakta.

Bir insan sevdiği birinin gözleri önünde hırsızlık ya­pamaz. Sevdiğinin gözlerinin içine bakarak yalan söyleyemez. Çok sevdiği birinden rüşvet alamaz.

Yapılan her türlü kötülükler gizli, belgesiz ve şahidsiz yapılır. Rabbimiz ise her yerde hazır ve nazırdır. Suç işleyecek eli, ayağı, gözü, gönlü yaratan O'dur. Suç işle­necek gizli mekanı yaratan O'dur. O, her şeyi görmekte. Her şey Onu göstermekte!

Kırbaçla dövülen adamın hiç bağırmadığımnı görenler

“Niçin bağırmazsm?” dediklerinde,

“Sevgilim bana bakıyor” demiş. [191]

Rabbimiz, peygamberimize; “Rabbinin hükmüne sabret! Şüphesiz sen gözlerimizin önündesin”[192] buyurmuş. Peygamber efendimiz de kendisine karşı yapılan baskıların hiç birini Ashabına anlatmamıştır. [193]

 

52- EL-HAK

 

“Varlığında hiç şüphe duyulmadan kabul edi-Ien.,Gerçek olan” anlamına gelen “el-Hak” ismi şerifi, Kur'an-ı Kerim'de on defa tekrarlanmıştır. [194]

Ayrıca “Hak” kelimesi Kur'an'ın adı olarak; “doğru, adalet, hak, hisse, gerçek” anlamlarında Kur'an-ı Kerim'de 218 defa tekrarlanmıştır.

Elimizle tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz bu var­lık aleminde her an değişiklikler oluyor. Dünya dönüyor, güneş dönüyor, yıldızlar dönüyor. İnsanlar ölüyor, ağaç­lar kuruyor. Bütün bunları evirip çeviren biri var ki O doğmaz, ölmez, ihtiyarlamaz, hastalanmaz, uyumaz, uyuklamaz.  O, olduğu gibi gerçek var edicidir.

 “Bilirler ki şüphesiz Allah apaçık Hakk'in ta kendisidir” [195]

Hak, Allah olunca onun sözü de en doğru olur. “Doğruyu ben söylerim” [196] buyurur. Cenabı Hakk'ın yarattığı kullar da hakkı=doğruyu söyleyebilir, Ancak insanların söylediklerinde yanılma ihtimali vardır.

Devletler, sistemler, akımlar, partiler ve “Benim de­diğim doğru” deyip kabul ettirmek için bazen elin par­mak çokluğuna, bazen elin yumruk gücüne başvuranlar, söylediğinin doğruluğunda şüphe duyanlardır.

Biz, Allah'ın kelamı Kur'an'da olan bir sözün üzerine söz söylemeyiz, söyleyeni de dinlemeyiz. Sözlerinin doğruluğunu parmak veya yumrukla test etmeyiz.

Sözümüz, Allah'ın kitabına, Rasulünün sünnetine ters düşmüyorsa doğru kabul ederiz.

Cenabı Hakka hakkıyla kul olmaya çalışırız.[197] Onun sözünü (Kur'anı) hakkıyla, -harflerin çıkışına dikkat ederek, manasını anlayarak, anladığını uygulayarak- oku­maya çalışırız. [198]

Cenabı Hakka iman ettiğimizden insanlar arasında hakla, adaletle hükmederiz. [199] Hak sahiplerinin hakkını zamanında veririz. [200]

Hakka karşı gelenlere, hakları çiğneyenlere, haksız­lık yapanlara karşı hak sözü söylemek, hak sahibine hakkını vermek ve haksızın hakkından gelmek için hakkıyla cihad ederiz.[201]

 

53- EL-VEKİL

 

“Güvenilen, dayanılan” anlamlarına gelen “el-Vekil” ismi cemili Kur'an-ı Kerimde 13 defa geçmekte.

Yaratılmışların en değerlisi olan insanoğlu, sahip ol­duğu bütün teknolojik imkanlara rağmen, çaresiz kaldı­ğında dayanak arıyor.

İşler tıkırında giderken her şeyi kendinden bilir. Ayna karşısında kendine hayran kalır. Aklı, becerisi, bileği, çalışması sayesinde kendinin o hale geldiğine inanır. Ama bir kasırgayla evinin uçmaya başladığını, depremle iş yerinin göçmeye başladığını, teknoloji üretim merkez­lerinin bile yıkılıp yok olduğunu gördüğünde, yıkıma, yangına, fırtınaya, sele, kıtlığa karşı dayanamadığında zorunlu olarak “Allaaaaaah!” diye feryat etmeye başlı­yor.

Amerika'yı kasırga kasıp kavururken hükümet, vali­likler, özel ve kamu kuruluşları bütün şehirlerin meydan­larına ışıklı levhalarla “Allah'a dua edin” diye yazılar yazdılar. Rabbimiz bu tür davranışların psikolojisini de bize haber verir.

Bu tür insanların denizde dalgaya tutulduklarında Allah'a yalvardiklarım, kurtulunca eski isyan, taşkınlık ve şirke geri döndüklerini haber verir. [202]

“el-Vekil”e iman eden mü’minler ise en kolay gör­dükleri işte dahi kul olarak üzerlerine düşen görevi yaparlarken yine de Allah'a tevekkülü elden bırakmazlar.

Ana rahminde iken bizi gıdasız bırakmayan, doğunca anneden iki çeşme gibi sütümüzü akıtan, büyüyünce kara toprağı yiyeceğe dönüştüren el-Vekil'e tevekkülümüz aralıksız devam etmeli. Ondan başkasına da işlerimizi havale etmemeli.

“Benden başkasını vekil edin­meyin” [203] ayetiyle bizi uyarmakta. Ancak millet­vekili seçmek veya bazı işlerimizin takibi için vekil tayin etmek Allah'dan başka vekil edinmek anlamına gelmez.

Çünkü onlarda bizim gibi insanlar. Onlarında yapama­yacakları, bilemeyecekleri var. Bizim dayandığımız, güvendiğimiz Allah ise her şeyi bilen ve her şeye gücü ye­tendir.

Nemrut'un adamları ibrahim (a.s.)'i ateşe attıkla­rında İbrahim (s.a.v.)'in Allah'tan başka dayanacak ve güvenecek kimsesi yoktu. “Allah bana yeter. O ne güzel vekil” diyordu. Ve Rabbi onun ateşini gülistana çevirdi. [204]

Bugün Çeçenistan da Rus Nemrutlarının batılı Firavunlardan aldıkları dolar desteğiyle altı cihetten Müslümanların üzerine alevler yağdırırken, Çeçen Müslümanların bir tek dayanağı var. O da Allah (c.c.)'dır.

Asırlardır İslam milletine diş bileyen, onları bölüp parçalamak isteyen, tek dişi kalmış aç kurtlar gibi üzeri­nize saldıran, batının Hıristiyan ittifakına karşı kurtuluş savaşını verenlerin başında gelen Akifimiz:

“Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz.”

“Bu yol ki Hak yoludur. Dönme bilmeyiz, yürürüz” diyerek meydan okur.

“el-Vekil'e” tevekkül ederken bizler insan olarak gö­revimizi yapacağız. Tarlayı süreceğiz, tohum atacağız. Sulaması, gübresi, ilaçlaması, bilimsel yollarla yapıldık­tan sonra Allah'a havale edeceğiz.

Toprağı ancak saksıda gören, aydın geçinen biri; “Bu işlemleri yaptıktan sonra niye Allah'a tevekkül ede­yim?” diyebilir. Ama işi çiftçilik olan hiçbir insan bunu söylemez.

Çünkü o bilir ki; Allah dilemezse o ekin toprakta çü-rür. Yağmurlar yağmaz. Yeraltı sulan çekilir veya çok yağmur yağdırır, çürütür. Veya dolu yağdırır yerle bir ediverir.

Sonra bizim tevekkülümüz bizim ibadetimizdir. “el-Vekil'e” iman eden bir Müslüman da binlerine vekil olduğunda, kendisine vekalet verene ihanet etmez. Onun beklentilerini boşa çıkarmaz. Aldığı vekillik görevini hakkıyla yerine getirmeye çalışır. [205]

 

54- EL-KAVİ

 

“Çok kuvvetli” anlamına gelen “el-Kavi” ismi celili Kur'ân-ı Kerim'de 9 defa geçmekte. Musa aleyhisselam karşısında Firavunun mağlubiyeti anlatılırken Rabbimiz: “Şüphesiz Allah çok kuvvetlidir, cezası şiddetlidir” buyurur. [206]

Salih Aleyhisselam karşısında Semud kavminin mağlubiyetini anlatırken de Rabbimizin el-Kavi ismi zikredilir.[207]

Zulme uğrayanlara harbetme izni veren ayette de Rabbimiz: “Allah kendisine yardım edenlere elbette yardım eder. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, Azizdir” [208] buyurur.

Sayımını yapamadığımız yıldızları, denizdeki canlıları, havadaki kuşları yaratan, yaşatan, koyduğu kurallar içinde yöneten, çok kuvvetli Rabbe iman eden bir mü'güçlü ordulara, güçlü paralara, güçlü görünmeye çalisanlara aldırış etmeden, Allah yolunda yürümeye de­vam eder. Baki'nin:

“Baş eğmeziz edaniye dünyayı dûn için,

Allah'adır tevekkülümüz, itimadımız.”

“Değersiz dünya için alçaklara baş eğmeyiz biz. Bizim dayanağımız, güvencemiz, itimadımız Allah'adır” dediği gibi, Enfal suresinin 60'ıncı ayetinde “Düşman için kuvvet hazırlayınız” emrine uyarak, güçlü olmaya çalışırız ve “el-Kavi” olan Rabbimize güvenip yolumuza devam ederiz. [209]

 

55- EL-METİN

 

“Çok sağlam” anlamına gelen bu “el-Metin” ismi celili Kur'ân-ı Kerim'de Rabbimizin ismi olarak bir defa geçer: “Şüphesiz Allah rızık veren, çok kuvvetli, çok sağlamdır” [210]

Bu surede insanlar ve cinleri Allah'a ibadet etmeleri için yarattığını, onlardan rızık istemediğini haber verdik­ten sonra rızık verenin güçlü ve sağlam Allah olduğunu haber veriyor.

el Kavi ile el-Metin ardarda geldiğinden manaları arasında ince bir fark olmak lazım gelir. “el-Kavi” yaratılmışları evirip çevirip onları denetimi altında tutan çok kuvvetli anlamına gelirken, “el-Metin” ise yaratılmışlar­dan etkilenmeyen, onlara hiç ihtiyacı olmayan çok sağ­lam anlamına gelir.

Biz yoruluruz, zayıflarız, kuvvetleniriz, ellerimiz tit­remeye başlar. Ama Rabbimiz “Metin'dir.” Bizimle kıyaslanmaz. Evreni yarattığı zamandan beri herşeyi yö­rüngesinde döndürür de yorulmaz.

En ünlü halterci birkaç yüz kiloyu kaldırıp birkaç sa­niye havada tuttu diye alkışlıyoruz. Rabbimiz altı milyar insanın üzerinde gezindiği dünyayı ve diğerlerini devamlı döndürür de yorulmaz, zayıflamaz.

Metin olan Allah'a iman eden kullarda, olaylar kar­şısında metanetini sağlamlığını korur. Bozguna uğra­maz, gevşemez. Kendini koyuvermez. Kendine düşen görevi yerine getirir ve neticeyi Metin olan Allah'a ha­vale eder. [211]

 

56- EL-VELİ

 

“Gerçek dost” anlamına gelen “el-Veli” ismi cemili Kur'ân'ı Kerim'de 11 defa zikredilmiştir.

“Allah mü’minlerin dostudur. Onları karanlıklar­dan aydınlığa çıkardı.” [212]

Ana rahminin karanlıklarından dünyanın aydınlığına çıkardı. Dünyanın karanlıklarından imanın aydınlığına çıkardı.

Bize bütün işlerimizde yardım eden, bizim velimiz gibi işlerimizi kolaylaştıran Rabbimizdir.

Allah, Mü’minlerin dostu olunca Mü’minler de birbir­lerinin dostu olurlar. “Mü’min erkeklerle, mü’min ka­dınlar birbirlerinin dostudurlar.”[213]

Mümin olmayanları dost edinmemeleri gerekir.

“Mü’minler, mü’minlerden başka kafirleri dost edin­mesinler.” [214]

Maide 51 'de Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmemiz yasaklanıyor.

“Dost” diye terceme ettiğimiz bu “el-Veli” kelimesi ile “vali” kelimesi aynı kökten. Vali, bir şehrin bütün iş­lerini severek dostça evirip çeviren yöneticidir. Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin derken, Rabbimiz bize onlara yönetim işlerini vermeyin anlamında kullanılıyor.

Yoksa Yahudi ve Hristiyanla komşuluk ilişkileri ti­cari ilişkiler dostane yürütülür. Ama Müslüman kö­yüne Yahudi muhtar, Müslüman şehrine Hristiyan vali atanmaz. Kısacası Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz.

Allah'ı gerçek dost kabul eden bir mü’minin yüreğine korku ve hüzün gelmez. “İyi bilinki Allah dostlarına korku yoktur onlar üzülmezler de.” [215] Bu dün­yada güçlü siyasilerle dost olanlar her türlü kanunsuz­luğu yapmaktan çekinmiyorlar.

Bizler ise Rabbimizi dost edinince Rabbimizin rıza­sına uymayan her şeyden kaçınırız. Onun yolunda yürür­ken hiç kimseden korkmayız ve bize karşı alman her türlü baskı nedeniyle üzüntü bile duymayız. Akrebin gö­revi sokmak, ateşin görevi yakmak, bizim görevimiz ak­rebe veya ateşe kızmak değil, ateşte yanmamak için tedbir almaktır. [216]

 

57- EL-HAMİD

 

“Övgüye layık” anlamına gelen “el-Hamid” ismi cemili Kur'an-ı Kerim'de 17 defa geçmekte.

Yarattığı kullarına lütfettiği maddi ma'nevi nimetleri hatırlattıktan, imam emredip inkardan kaçınmamızı bildirdikten sonra;  “Şüphesiz Allah zen­gindir, övgüye layıktır” buyurur. [217]

Her şey, her yerde, her dille O'uu över. Çiçekler açar­ken, kuşlar uçarken, dereler akarken, yağmurlar yağar­ken Ona hamdeder.

Süleymaniye Camii durduğu yerden Mimar Sinan'ı hatırlatır. Sanattan anlayan herkes Süleymaniye Camii'ni görünce Sinan'a karşı saygıyla ürperir.

İşte her yaprak, her çekirdek, her dağ ve deniz, yara­tıcısını bize hatırlatır. Kendine has diliyle bizim iç dünyamızda ince duyguların gelişmesine sebep olur ve ka­inatın sahibi önünde hama ile teşbih ederek eğiliriz.

Müslümanlar günde beş vakit namazlarında 40 defa Fatiha suresi okuyarak Allah'ı övdüklerinden, Allah'dan başkasına hamd etmediklerinden boyunlarına esaret zin­cirini hiçbir zaman geçirtmemişler.

Akif merhumun Çanakkale şehitleri için;

“Şüheda gövdesi bir baksana dağlar taşlar.

O rüku olmasa dünyada eğilmez başlar” dediği gibi Allah'a eğilen bu başlar, yedi düvele baş eğmemiş, upuzun vatanın bağrına serilerek set olmuşlar.

Düşünen beynini, yazan elini, konuşan dilini yaratan Allah'a bir defa boyun eğmeyen ve Allah'a hamd etmeyenlerin, Allah'ın yarattığı inkarcı kullan önünde her gün eğilen ve onların artıklarını yalamak için övgüler düzen­leyenlerde hamd ediyorlar ama yanlış yere hamd ediyor­lar.

“eI-Hamid”e iman eden, günde kırk defa hamdeden bir mü’minin başı dik ve yumuşak olmalı. Eli, alan el değil veren el olmalı. Verirken sevdiği yiyecek giyecek­lerden vermeli. Sözlerin en güzeline iman ettiği için en güzel sözler söylemeli.

İnsanları kafirliğin karanlığından, imanın aydınlığına çıkmasına sebep olmak için gayret göstermeli. [218]

 

58- EL-MUHSİ

 

“Her şeyin sayısını bilen” anlamına gelen “el-Muhsi” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de el-Muhsi olarak geçmiyor. Fakat “Allah her şeyi teker teker saydı” anlamında ayetler indirdi. [219] Biz, insanlık ailesi bu kadar ge­lişmiş teknolojiye rağmen yeryüzünün en değerli varlığı olan insanların sayımını tamamlamış değiliz.

Çiçekler, böcekler, yıldızların sayımıda yapılmış değil. Ama Rabbinıiz denizlerdeki damla sayısını, her damlada yaşayan canlı sayısını, bir damla kan içindeki alyu­varları, akyuvarları, onların gıdasını, gıdanın içeriğini her şeyin sayısını bilmekte.

el-Muhsi'ye iman eden bir mü’min; tabiatta gördüğü, duyduğu, tuttuğu, kokladığı, tattığı her şeyin Rabbin bil­gisi içinde orada durduğunu, açtığını, uçtuğunu bilir ve Rabbin hazinesine zarar vermeden onlardan yararlanma tarafına gider. Vücudunda her hücrenin hesabını vereceğini bildiğinden Rabbin emrettiği doğrultuda hareket eder. [220]

 

59- EL-MÜBDİ, 60- EL-MUİD

 

“Malzemesiz ve modelsiz yaratan” anlamına gelen “el-Mübdi” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de “el-Mübdi” olarak geçmez. “Yarattı ve yaratır” anlamında fiil olarak 11 defa geçer.

“İlk haline döndüren” anlamına gelen “el-Muid” ismi şerifi de Kur'an-ı Kerim'de 11 defa, “iade eder, iade ederiz” anlamına gelen fiil halinde geçer.

Kainat yokken Allah vardı. Kainattaki her şeyi mal­zemesiz ve modelsiz olarak yarattı. Çekirdekten ağacı çıkarıyor, çekirdek tekrar toprağa düşüyor ve baharda yeniden canlanıyor. Ve kocaman ağaca dönüşüyor.

Modelsiz olarak insanı yaratan Rabbimiz, onu da bir kanuna bağlamış. Kanunu kıyamete kadar devam ede­cek.

Kıyametten sonra yeryüzüne gelen ve giden her in­sanı eski haline döndürecek ve hepsine yaptıklarından dolayı hesap soracak ve amellerine göre mükafat veya ceza verecek.

Rabbimizin tabiat kanunlarına uyduğumuz oranda ra­hat ediyoruz. Bunda kimse şüphe ve itiraz etmiyor. Tabiat kanunlarını koyan Rabbimiz Kur'an'ıyla şeriat kanunlarını koymuş, her iki kanuna da uyarsak iki dün­yamız güzel olur. [221]

 

61- EL-MUHYİ, 62- EL-MÜMİT

 

“Hayat veren” anlamına gelen “el-Muhyi” ismi cemili Kur'an-ı Kerim'de 2 defa geçmekte. [222]

“Şüphesiz O ölüleri diriltecektir, O her şeye gücü yetendir” [223]

“Öldüren” anlamına gelen “el-Mümit” ismi cehli de Kur'an-ı Kerim'de “öldürdü, öldürür” fiilleriyle geç­mekte.

İnsanoğlu bugüne kadar, bir tek canlı yaratamamıştır. Bir tek canlının ölümüne de engel olamamıştır. Meniye can veren, çekirdeği çiçeğe döndüren, kışı bahara çevi­ren, baharı güze döndüren Allah (c.c.)dır.

Toplumların dirilmesi veya ölmesi de Allah'ın elinde­dir. Rabbimizin diriliş ve ölüş kanunları vardır. Toplumların dirilişi için koyduğu kanunu: “Bir toplum kendini değiştirmedikçe, Allah o toplumu değiştirmez” [224] şeklinde buyurmuştur. Çocuğun olması için, bir erkekle kadının evlenmesi kanunu gibi bir toplumun di­rilmesi ve ölmesi için de kanunlar vardır. Biz, Rabbimizin kanunlarına uyduğumuz oranda diri kalırız, ölsek de diri sayılırız. [225]

 

63- EL-HAY

 

“Diri” anlamına gelen el-Hay ismi şerifi Kur'an'ı Kerim'de 5 defa tekrarlanmakta.

“Allah, Ondan başka ilah yoktur. O diridir, her şeyi ayakta tutandır” [226]

Her binanın bir ustası, her resmin bir ressamı, her bestenin bir bestekarı mutlaka vardır. “Kendiliğinden olmuştur” demiyoruz.

Açan çiçekler, uçan kuşlar, yüzen balıklar, gezen, se­ven, veren insanlar bütün bunlar birini bize işaret eder­ler. [227]

 

64- EL-KAYYUM

 

“Her şeyi ayakta tutan” anlamına gelen el-Kayyum ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de üç yerde geçer.

“Bütün yüzler, diri ve her şeyi ayakta tutana boyun eğmiştir. Zulüm yükle­nenler ise perişan olmuştur.” [228]

Hiçbir yaratık yoktur ki, varlığı ve varlığının devamı kendi elinde olsun. Yaratılmışların en akıllısı insanoğlu; dünyaya gelişinde ve gidişinde, dünyada yaşarken de, ayakta duruşunda da bir başkasına muhtaç.

Biz, otururken, çalışırken, gezerken, uyurken kalbi­mizi çalıştıran, kanımızı atıp toplayan, yediklerimizi vücudumuzun ihtiyacına göre hazmettiren ve bizi ayakta tutan birisinin varlığını farketmesek de o bizi ayakta tutuyor. İman edeni de, inkar edeni de ayakta tutuyor.

“el-Kayyum'a” iman edenler olarak bizler de, ihtiyaç sahibi her canlının ihtiyacını karşılamak için gayret göstereceğiz. [229]

 

65- EL-VACİD

 

“Yaratılmışların sahibi ve yarattıklarını her an bu­lan, bilen, gören ve işiten” anlamına gelen “el -Vacid” ismi cemili el-Vacid olarak Kur'an-ı Kerim'de geçmiyor. Ancak Duha 7.ve 8. ile Sad 44. ayetlerinde “vecede=buldu” anlamına gelen fiil halinde geçiyor.

Kainatı Allah (cc) yarattığına göre, göklerin ve yerin mülkiyeti ve otoritesi Allaha ait olduğuna göre, yarattıklarını dilediği an bulan “el Vacid” olan Rabbimiz, Mekke çöllerinde kaybolan Muhammedi (s.a.v) bulup doğru yola ilettiğini, fakir bulup zengin ettiğini haber verir.[230]

Çöldeki her bir kum tanesini yaratan, hikmetini bilen ve nerede olduğunu gören, dilediği anda bulan Allaha iman etmek bu dünya yolculuğumuzdaki yalnızlığımızı giderir.

Binlerce insanın içinde yaşayıp da yalnız kalan insan­ların tek sığmağı el-Vacid dir. Hücresinde tek başına yaşayanların da tek sığınağı! Gördüğümüz, duyduğumuz, tuttuğumuz, kokladığımız, tattığımız her şeyde el-Vacid'i bulup vecde gelmeli.

“el-Vacid” e iman edenler yetimleri, garipleri, yalnız­ları, çaresizleri, zenginlik içinde çaresiz kalanları bu­lurlar onlara İslâmi kurallar içinde yardım ederler. [231]

 

66- EL-MACİD

 

“Şanı yüce” anlamına gelen bu “el-Macid” ismi şe­rifi Kuran-ı Kerim'de “el-Macid” olarak geçmemekte. Ancak mübalağa sığasıyla “el- Mecid” olarak Kur'an'da iki defa geçmekte.

İnsanlar arasında da şanı yüce insanlar vardır. Ancak onlar doğarlar ve ölürler. Elinin erdiği, gözünün gördüğü, gücünün yettiği kadar cömertlik yapar cesaret gösterir.

Şanı yüce Allah'ın görmediği bilmediği, gücünün yet­mediği yoktur. “el-Macid” e iman eden bizler de güneş gibi pisliklerden yücelerde olacağız ama pisliği kuruta­cağız. Güllerle içice olup güzelliklere renk ve koku kata­cağız.

Yolcunun yoldaşı, gariplerin arkadaşı, yetimlerin gönüldaşı, hastaların ilacı, mazlumların acısını payla­şan, zalimlerin zulmünü engelleyen olarak şanımızı yü­celtmeye çalışacağız. [232]

 

67- EL-VAHİD

 

“Benzeri olmayan tek”anlamına gelen “el-Vahid” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim'de 21 defa tekrarlanmıştır. “Ehad” ismi ise İhlas suresinde bir defa geçmiştir.

Dünya yaratıldığı günden beri geceyle gündüzün 365 günde saniye ve salise şaşmadan ardarda gelmeleri gü­lün gül vermesi, arının bal vermesi Allah'ın tek olduğunu gösterir.

Eğer göklerde ve yerde Allah'dan başka ilahlar ol­saydı ikisinin de düzeni bozulurdu.”[233]

“Sizin ilahınız bir tektir o Rahman ve Rahimden başka ilah yoktur.”[234] Yaratanımız bir, yaşatanımız da bir. Vücudumuz üze­rinde Allah’dan başka birinin de etkisi olsaydı halimiz ne olurdu? Kanımızın akışı, kalbimizin atışı, bizi yönetenin bir olduğunu bize gösteriyor. Köylerin, şehirlerin, milletlerin yönetiminde de muhtar, vali, başkan gibi bir yönetici sistemi kabul ediliyor. Rabbimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz bir olunca birlik sağlanır. Birlikten de dirlik doğar. [235]

 

68- ES-SAMED

 

“Her şey ona muhtaç, o hiçbir şeye muhtaç değil” anlamına gelen “es-Samed” Kur'anı kerimde bir defa ge­çer.  “De  ki  o  Allah  tekdir.  Allah Samed'dir.” [236]

Bizler birbirimize muhtaç olarak yaratılmışız. Birimiz terzi, birimiz berber, birimiz doktor, birimiz mühendis, birimiz çoban, birimiz yönetici, birimiz asker olacağız ki, birbirimizin ihtiyaçlarını karşılayalım.

Rabbimiz Zuhruf suresinin 32. ayetinde farklı yaratı­lışımızın hikmetini birbirimizin işini görmek olarak bildiriyor. Ama şunu unutmayalım ki; ihtiyacımızı karşılayan her şahsı , her damlayı, her daneyi , her ilacı yaratan Allah (c.c)'dır. Her nefeste biz O'na muhtacız. İnsanlar ihtiyacımızı karşıladığında insanlara teşekkür edeceğiz. O insanları yaratan Allah'a hamd edeceğiz.

“es-Samed”'e iman edenler olarak biz de, ihtiyaç sa­hibi hiç kimseyi boynu bükük geri çevirmeyeceğiz. Verecek hiçbir şeyimiz yoksa gül gibi yüz, bal gibi sözle gönüllerini alarak göndereceğiz. [237]

 

69- EL-KADİR

 

“Her şeye gücü yeten” anlamına gelen bu “el-Kadir ismi celili Kur'an-ı Kerim'de 12 defa geçmiştir.

“Gökleri ve yeri yaratan, onları yaratmakla yorul­mayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye Kadir olduğunu görmediler mi? Evet o her şeye gücü yetendir.” [238]

Mübalağa sığasıyla “el Kadîr” ismi şerifi 45 defa geçmektedir. Dilediğini istediği zamanda yaratır. Yarattığının sağlamlığı, güzelliği, faydahlığı ve çevreye uyumluluğuyla kudretine dikkatimizi çeker.

İlim alemimizin yıldızı olarak parlayan ve adı da say­gıyla anılan ilim adamlarımız aylarca, yıllarca laboratuar da çalışıyor. Rabbimizin yarattıklarının kanununu keşfe­derek Rabbin yarattığı malzemeden bir kaçını bir araya getiriyor ve büyük üne ve imkana sahip oluyor.

Suyun kaldırma gücünün hesaplarını yapan bilgin il­gilileri tarafından takdir edilir. Edilmelidir. Ancak suyun kaldırma gücünü veren, o bilgine akıl veren, her şeye gücü yeten “el-Kadir” unutulmamalıdır.

“el-Kadir” e iman eden bir mü’min; gücünün yettiği şeyleri sağlam, güzel, faydalı ve uyumlu yapmaya özen gösterir ve Allah'ın dışında hiçbir güce boyun eğmez. [239]

 

70- EL-MUKTEDİR

 

“Otoritesi her şeyde geçerli olan” anlamına gelen “el-Muktedir” ismi celili Kur'anı kerimde üç defa zikredil­miş. Bir defada çoğul olarak getirilmiştir.

Birçok şahıs, kurum, devlet vardır ki kendisi için ge­rekli güce sahiptir. Ama sahip olduğu gücün farkında değildir. Bazen gücünün farkına varır ama kullanamaz, muktedir olamaz.

Allah (c.c.) hem her şeye gücü yetendir. Hem de O gücünü istediği zaman ve mekanda dilediğine uygulayabilecek otoriteye sahiptir. “Allah her şeye gücü yeten, hükmü geçendir” [240]

Cennetteki “Melik-i Muktedir'in” yanında olmanın şartı, muttaki olmaktan geçer. [241] Allah'ın emirlerini yerine getirirken bile ürperen, “Sevdiğime layık yapamadım” diye üzülen, içini Hak için, dışını halk için süsleyenler Cennette Rabbin yakını olacaklar.

“el-Müktedir'e” iman edenler, sahip oldukları gücün farkına varırlar. Var olan gücü kullanırken hiçbir zorbanın zulmünden korkmazlar. [242]

 

71-EL-MUKADDİM, 72- EL-MÜAHHİR

 

“Öne geçiren, sona bırakan” anlamlarına gelen bu iki isim Kur'an-ı Kerim'de bu haliyle geçmez. Ancak fiil olarak geçer. Kaf 28 de; “Kaddemtü” fiili, İbrahim 41 de; “mükaddim” ve “muahhir'in” Allah olduğu bize bildirilir.

Hz. Adem'i ve çocuklarım önce yaratan, bizleri de sona bırakıp 2000 li yıllarda yaşatan Allah'dır. Bizi biz­den sonrakilerin önüne almış. Daha sonra gelecekleri sona bırakmış.

“Keşke peygamber efendimizin asrında Mekke de yaşasaydım” deme. O çağda Mekke'de yaşayan Ebu Cehil gâvur olarak geberip gitti. Hikmetinden sual olun­mayan Rabbimiz bizi bu çağda yaratmış. Biz bu çağın imkanları içinde hizmette, ilimde, ibadette maddi ve ma­nevi makamlarda öne geçmek için sebeplere sarılacağız ve el-Mükaddim” olan Rabbimize; bizi öne geçirmesi için dua edeceğiz. İnkara, fakirliğe, korkaklığa, tembel­liğe düşmemek için çalışırken de, “el-Müahhir” olan Ailaha bizi geride kalanlardan eylememesi için dua ede­ceğiz. [243]

 

73- EL-EVVEL, 74- EL-AHİR

 

Başlangıcı olmayanilk, ve nihayeti olmayan son” anlamlarına gelen bu “el-Evvel” ve “el-Ahir” ismi şerif­leri     Kur'an-ı  Kerim'de  birer defa geçmekte.

“O ilktir, sondur, apaçıktır, gizlidir. O her şeyi bilendir” [244]

Bizim dilimizde “ilk ve son” kelimeleri zamana ve mekana ve duruma göre anlam kazanır. Allah (c.c.) için zaman ve mekan olmadığından bu “ilk” ve “son” isim­leri Onun evvelinin olmadığı, sonunun da olmadığını ifade ettiği gibi esmasının tecellisiyle ilk yaratanın Allah olduğunu en son yaratanın da yine O olacağını, kainatı ilk defa yaratan, kıyamette kainatı yok eden, yaratılışdan kıyamete kadar her şeyi yine yeniden ya­ratan. O “ilk” ve “son” olan Allah'tır.

“Evvel” ve “Ahir”in yarattıklarının bir başı ve bir sonu vardır. Yaşımız kadar yaşıyoruz ve bizi ilk defa getiren, son defa götürüyor. Yani O'ndan geldik O'na dönüyoruz. Öyle ise O'na yaraşır işler yapalım.

İslami hizmetlerde ilk ve öncü olalım. Hayırlı hizmet­lerde ilklere imza atalım. [245]

 

75- EZ-ZAHİR, 76- EL-BATIN

 

“Apaçık” ve “Gizli” anlamlarına gelen “ez-Zahir” ve “el-Batm” ismi şerifleri Kur'an-ı Kerim'de birer defa geçmekte.

“O ilktir, sondur, apaçıktır, gizlidir. O her şeyi bilendir.”[246]

İşin ehli olanlar bir sanat eserinden sanatkârın ilmini, gücünü, zevkini, görebilirler. Anlamayanlar ise öküzün trene baktığı gibi bakıp geçerler.

Her çiçekte, her böcekte, zülfün her telinde, yağmurun her damlasında, elimizin her çizgisinde Allah (c.c.)ın ilmi, kudreti, san'atı apaçık görülmekte.

Zatı ise görülenlerin parlaklığı nedeniyle gözlerden gizli kalmakta! Çünkü bu günkü gözler Rabbimizin zatını görecek şekilde yaratılmamıştır.

Bir ismi “Zahir” olan Rabbimizin yarattığı tenimizi görüyoruz. Ama bir ismi de “Batın” olan Rabbimizin yarattığı aklımızı göremiyoruz.

Balı apaçık görüyoruz ama tadını göremiyoruz. Gülü görüyoruz ama kokuyu göremiyoruz.

Bizlere ten gibi açık, akıl gibi gizli nimetler veren Zahir ve Batın olan Rabbimize açıkta ve gizli yerlerde ibadetler yaparken, kötülüklerin açığından da, gizlisinden de kaçınacağız. [247]

Verdiği nimetlerden elmayı yerken, görünen rengi ve yuvarlaklığı yanında görünmeyen tadı, kokusu ve gıda­sını hissettiğimizde “Zahir” ve “Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız.

Yaratılan her şeyin bir görünen, binlerce de görünme­yen yönünü öğrendiğimizde, yine “Zahir” ve “Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız demeyeyim, hatırdan hiç çıkarmayacağız.

İnsanlara yardım ederken gecede, gündüzde, gizlide açıkta vereceğiz. Verirken biz kendi varlığımızı değil, verdiğimizi göstereceğiz. Yardımı alan isek, verilene değil, verene bakacağız ve teşekkür edeceğiz.

Rengarenk süslü ağaçlar üzerinde bize ni’metler su­nan Rabbimizin ni’ınetleri bizim gözlerimize perde olup materyalizm hastalığına yakalanıp gönül gözü kör olan­lardan olmayalım.

O çiçekler, meyveler, manzaralar, havalar, güneşler, gözümüz aracılığıyla gönül gözümüzü açsın da, içimiz imanla, dışımız amelle süslensin. [248]

 

77- EL-VALİ

 

“Kainatın yöneticisi” anlamına gelen bu ismi şerif Kur'an-ı Kerim'de bir defa geçmekte.

“Allah bir topluma (kötülükleri sebebiyle) bir azap istediğinde onu geri çevirecek yoktur. Onlar için Allah'tan başka yönetici dost da yoktur.” [249]

“el-Veli” ismi cemilinde açıkladığımız gibi bu keli­menin kökünde “Yönetici dost” anlamı vardır.

Bir ilin eğitim, güvenlik, sağlık gibi sorunlarına çareler bulan yetkiliye de “Vali” diyoruz. Valilerimiz Rabbimizin isimlerinden birini taşıyorlar. Ona göre dik­katli olmalılar. İnsanları, hayvanları, denizleri, yolları, tarihi eserleri özetle yönetim alanı içindeki her şeyi yö­netirken yönettiklerine dost olduklarını unutmamalılar.

Valiler, her yeri ve her şeyi göremezler, bilemezler, | uyurlar, izine ayrılırlar. Ama gerçek Vali olan Allah (c.c) her an her şeyi görmekte, bilmekte ve dostça yönet­mekte. Kendini inkâr edenlere bile can veriyor, kan veriyor,                   sıhhat veriyor. [250]

 

78- EL-MÜTEALİ

 

“Pek yüce” anlamına gelen “el-Müteali” ismi celili Kur'an'ı Kerim'de bir defa geçmekte.

“Gizli olanı da açık olanı da bilir. Büyüktür, pek yü­cedir.” [251]

Ana rahmindeki değişimleri bilen, toplumsal gelişme­leri ve değişmeleri bilen ve yönlendiren “el-Müteali=pek yüce” olan Rabbimizin bir ismi de “el-Aliyyü” idi ve bu ismin açıklamasında geniş bilgi verildi, oraya bakınız.

Gizliyi de açığı da bilen ve pek yüce olan Rabbimizden hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini bilelim.

Her sahada yücelmek için, yüce olan Rabbimizin il­mine, sanatına, kudretine, ikramına sarılıp onun yaptık­ları ve yarattıklarına bakarak ilmimizi, ahlakımızı geliş­tirmeliyiz.

Kimseyi aşağılamadığımız gibi, aşağilananları da İslâm'la yüceltmeye çalışmalıyız. [252]

 

79- EL-BERR

 

“Çok iyilik eden” manasına gelen “el-Berr” ismi cemili Kur'an'ı Kerim'de bir defa geçer.

“Bundan önce (dünyada iken) biz Allah'a dua ederdik. Şüphesiz O, çok iyilik edendir, çok merhamet sahibidir.” [253]

İyiliklerin kaynağı Allah (c.c)'dır. İyiliği de, iyilik ya­panı da yaratan O'dur. “Yahya peygamberi şefkatli, ter­temiz, anne ve babasına iyi davranan bir insan yapan Allah (c.c)'dır.” [254] “İsa aleyhisselamı annesine karşı iyilik yaptıran yine Allah (c.c)'dır.” [255]

“Çok iyilik eden” Rabbimizin bize en büyük iyiliği; akıl vermesi ve bu akıla iman nasip etmesi, sonra sıhhat ve afiyet vermesi. Kalb ve kalıbımızla kendisine kulluk yapmamızı lütfederek başkalarına kul olmamızı engellemesidir.

Bizim de iyililk yapmamızı ister ve iyiliğin ne oldu­ğunu Bakara 177'nci ayette şöyle öğretir:

İyilik: Allah'a ahirete, kitaba, peygamberlere iman etmek, malını sevdiği halde yetimlere, fakirlere, yolda kalanlara, isteyenlere, kölelerin hürriyetine kavuşması için vermek, namaz kılmak, zekat vermek, verdiği sözü

yerine getirmek, zor ve dar zamanlarda savaşta sabret­mektir. [256]

 

80- ET-TEVVAB

 

“Tevbe ettiren ve tevbeleri kabul eden” anlamına gelen “et-Tevvab” ismi şerifi Kur'an'ı Kerim'de 11 defa geçmekte.

“Derken Adem, Rabbinden kelimeler aldı. (Ve on­larla yalvardı da) Allah'da tevbesini kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul eden ve esirgeyendir.”[257]

Tevbe suresinin 118'inci ayetinde bizlerin tevbe et­mesi için bize tevbeyi öğreten ve tevbeleri kabul edip, mükafatlandıranın Allah (c.c) olduğunu ifade eder.

Şair: “Kıl tevbe seyyiatına gözler kapanmadan,

Vaktiyle gör hesabını defter kapanmadan.”

Yani “Gözlerin kapanmadan, ölmeden önce günahla­rına pişman olduğunu ve afvını Allah'tan iste” diyor.

Tevbe günahın cinsinden olur. Milletin malını zimme­tine geçirip,  sonra  “istiğfar etmek”  tevbe değildir.

Tevbe: Zimmetine geçirdiği malı sahiplerine vermek, sonra istiğfar etmektir.

Rabbimiz bizim, hatalarımızı, günahlarımızı nasıl afvettireceğimizi bize öğretiyor ve bizi afvediyor.

“el-Tevvab'a” iman edip, bizler de bize karşı suç iş­leyenlerin özrünü kabul edeceğiz. Özür dikmese bile pişmanlık duyması özür dilemesi demektir. Afvedici olacağız. [258]

 

81-EL-MÜNTAKIM

 

“Suçlulardan intikam alan” anlamına gelen “el-Müntakım” ismi celili bu şekliyle Kur'an'ı Kerim'de yok. Çoğul olarak: “el-Müntakımün” olarak üç defa geç­mekte. Ancak beş defa “intikam aldık”, bir defa “intikam alır”, üç defa “Biz intikam alıcıyız”, dört defa “Allah intikam sahibidir” diye tanıtılmakta.

“Bunun üzerine suç işleyenlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım etmek üzerimize bir hak oldu.”[259]

Kendini ilah yerine koyan, insanları kendine kul yapan firavun bu dünyada cezalandırıldı. Ad kavmi Semud kavmi bu dünyada iken cezalandırıldılar.

Ama bir çok kafirden, asi'den, insanlığın üzerine ateş saçanlardan, yeryüzünde hep bozgunculuk çıkaranlardan da, Allah ahirette intikam alacak ve onları -bir kıvılcımı dünyayı kasıp kavuracak şiddette olan- cehennemine atacaktır.

Yanar dağlardan akan lâvlar cehennemin bir kıvılcı­mına denk olmaz. Ona göre hareket edelim “el-Müntakıme” iman edenler olarak yeryüzünde in­san neslini ve yeryüzü nimetlerini yok etmeye çalışan, yakmaktan, yıkmaktan zevk alanların ıslahı için onlara zaman tanıyalım.

İslah olması için yollarını gösterelim. Eğer ıslah ol­mazlarsa insanlığın selameti için, Rabbimizin koyduğu kurallar içinde cezalandırma yoluna gidelim.

Kendi içimizin intikam susuzluğunu gidermek için kendi koyduğumuz kurallarla cezalandırmayalım. Avfederken de cezalandırırken de Rabbimizin koy­duğu kurallara uymazsak, afvederken de cezalandırır­ken de zulmetmiş oluruz.

Çayırda yayılan binlerce kuzuya saldıran bir kurt'a acımak, bin tane kuzuya acımamaktır. Bu günkü batı hukuku, kurtlar tarafından hazırlandığı için maalesef kuzuları değil, kurtlan koruyor. [260]

 

82- EL-AFÜVV

 

“Afveden” anlamına gelen bu ismi cemili Kur'an'ı Kerim'de beş defa tekrarlanmaktadır.

“Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz veya bir kötülüğü afvederseniz, muhakkak AHah afvedicidir, her şeye gücü yetendir.” [261]

Rabbimiz Bakara 52 de; buzağıya tapman beni İsraili afvettiğini, Ali İmran 152'de; Uhud savaşından kaçan Müslümanları afvettiğini haber verir.

Puta tapınmak, harbden kaçmak en büyük suç olduğu halde suçu işleyenler pişman olunca, Allah onları, cezalandırmak yerine afvediyor.

Bizlerin de afvedici olmasını istiyor ve insanları afvedenler övülüyor. [262] Yakınlarımızın katilini afvetmemiz tavsiye edilir [263]

Rabbimiz afvedicidir, afvı sever, öyle ise bizde afve­dici olmalıyız. Suçluların tevbe etmelerine, özür dileme­lerine yardımcı olmalıyız.

Sevgili Peygamberimiz “Şüpheden sanık yararlanır” kuralını koymuş ve “Cezaları şüphelerle kaldırınız” buyurmuş. [264]

Bütün insanların günahı bir araya gelse, Allah (cc)'de afvetse Rabbin afvından, rahmetinden bir şey eksilmez. [265]

 

83- ER-RAUF

 

''Çok şefkatli” anlamına gelen “er-Rauf” ismi cemili Kur'an'ı Kerim'de on defa tekrarlanmakta,

“....İman edenlere karşı gönlümüzde bir kin bı­rakma. Şüphesiz sen, çok şefkatlisin, merhametlisin”[266] buyrulmaktadır.

“Şefkat” deyince akla anneler gelir. “Anne” deyince de akla şefkat gelir. Ama iyi bilmeliyizki şefkatli anneleri yaratan ve çocuklarını sevimli hale getiren “er-Rauf” olan Allah (c.c.)'dır.

Peygamber efendimiz bir yolculuk esnasında ekmek yapan bir kadına uğrar. Kadın, peygamber efendimizi görünce;

“Bir anne yavrusunu şu ateşe atamaz, Allah ise kullarından daha merhametli, Allah kendi kullarını ateşe nasıl atacak?” dediğinde, Efendimizin gözlerinden yaşlar boşalır ve şöyle der;

“Israrla Allah'a baş kaldırmayan ve “La ilahe illallah Allah'dan başka yaratan, yaşatan, yöneten yoktur” diyeni Allah yakmayacaktır” buyurur. [267]

“Şefkatinden, İslam ümmetini vasat -yani toplum için bir denge unsuru- kılan” [268], “kullarının iyi işle­rini cennet karşılığında satın alan”[269], “kendi­sine karşı gelmekten sakınmamızı isteyen” [270], “bizi zorluklardan kurtarmak için bildiğimiz ve bil­mediğimiz binekler yaratan” [271]Allah (c.c), Rasulünü de “Rauf ve Rahim” isimleriyle isimlen­dirmiş.

“er-Rauf un” elçisi olan şefkatli peygamberimiz bir kuş yuvasını bozan sahabeyi azarlamış, susuz bir kö­peği sulayan günahkar kadının afvedildiğini haber ver­miş. [272]

Bizde, çok şefkatli olan bir peygamberin ümmeti ola­rak kafirin küfrünü, günahkarın isyanım temizleyerek şefkatimizi gösterceğiz. [273]

 

84- MALİK-ÜL-MÜLK

 

“Mülkün sahibi” anlamına gelen “Malik-ül-mülk ismi celili Kur'an-ı Kerim'de bir defa geçer.

“Deki: Ey Mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dile­diğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elinde­dir. Sen her şeye Kadirsin” [274]

Yunus Emre'nin:

“Mal sahibi mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi” dediği gibi Hz. Adem'den bugüne kadar nice peygamber, kral, şah, padişah, Karunlar geldi geçti ve gitti. Hiç biri dünyadan bir avuç toprak götüremedi. Zaten herkes bir avuç toprak götürseydi bize bir şey kalmazdı.

Toprakla beslediğimiz bedeni, toprağa geri verdik. Mülkün sahibinin Allah olduğunu bildiğimizden bu mülk üzerinde tasarrufta bulunurken, mülkün sahibinin koy­duğu şartlara, kurallara uymaya çalışacağız.

Allah'ın kulları üzerinde söz sahibi olduğumuzda, yönetime geldiğimizde; kendimizi o kullardan üstün görmeden, mülkün sahibinin koyduğu kurallara göre yöneteceğiz. [275]

 

85- ZÜ-L-CELALİ VE-L-İKRAM

 

“Yücelik ve ikram sahibi” anlamına gelen bu ismi cehli Kur'an-ı Kerim'de iki defa geçer. “Yer üzerindeki her şey fanidir. Celal ve ikram sahibi Rabbin yüzü bakidir. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­larsınız.” [276]

Bu ismi celilin ikiside Rahman suresinde 27nci ve 78 nci ayetlerde geçer. “Er-Rahman” suresinde Rabbimiz bizi yarattığını, Kur'anı öğrettiğini, bize konuşmayı öğ­rettiğini, adalet terazisi olarak kitaplar gönderdiğini, ka­rada, denizlerde ve havada nimetler verdiğini, imanla gi­denlere cennet nimetleri vereceğini bildirir.

Hastalığımızda yüzümüze gülen doktorun, hemşirenin adını öğrenip dostlarımıza anlatırız. Zor zamanda çok basit bir yardımda bulunanı unutmayız.

Bize can veren, ten veren, gönül veren, göz veren Rabbin yüceliğini ve ikramını unutmayalım. Bizde O'na imanla yücelelim. İkramımız insanlara, hayvanlara, ormanlara ulaşsın. Ciğer sahibi canlılara yapılan ikramlar Cennette çiçeğe dönüşür. Şair:

“Eğerçi hane-i pür nakşdır sarayı cihan

Veli kitabeleri “küllü men aleyha fan”

Dünya süslü bir saray ama duvardaki levhada “Her şey yok olacaktır” yazılı diyor. [277]

 

86- EL-MUKSİT

 

“Çok adil” anlamına gelen bu ismi celili Kur'an-ı Kerim'de bu haliyle geçmez. Ancak Yunus suresi ayet 54 de; “Aralarında adaletle hükmolunur ve onlar zulmedilmezler, haksızlık yapıl­maz” buyurur. Adaletle hükmedecek olan Allah (c.c.) dır.

Bedenimizi yaratırken dengeli yaratan, dağlan, deniz­leri, karıncayı, fili yaratırken dengeli yaratan Rabbimizin koyduğu kanunları da, tabiata koyduğu kanunlar gibi dengeli, sağlam ve estetik ve her çağa uygundur.

“Allah'ın koyduğu kanunlar 1400 sene önce nazil oldu. O günün şartlarına uygundu. Günümüze uygun değil” diyenler acaba; “Bu tabiat kanunları Hz. Adem'in şartlarına uygundu, biz bu çağda Hz. Adem'in içtiği suyu içmeyiz, soluduğu havayı soluma­yız bize milenyum havası, suyu, ekmeği, güneşi lazım. Biz bu eskimiş güneşi istemeyiz” diyorlar mı?

O güneşi, havayı, suyu yaratan Allah, bizim adil ol­mamız için Kur'an’ını indirmiştir. O Kur'an bize adaleti emreder.

“El-Muksit'e' iman eden bizlerin adaleti ayakta tut­mamız istenmekte. Allah'ın adaleti; kendi aleyhimize, anne baba, akrabalarımızın aleyhine bile olsa, hak sahibi zenginse, fakirin aleyhine olarak adaleti ayakta tutmakla görevliyiz. Hak sahibi fakirse zenginin aleyhine bile olsa yine adaleti yerine getirmeliyiz. [278]

En sevmediğiniz bir insanla babanız veya anneniz mahkemelik olsa, babanız veya anneniz haksız ise, siz haklının tarafında olun.

“Dostlarınızın suçunu paylaşmayın, savunmayın, ama cezasını paylaşın.” [279]

 

87- EL-CAMİ

 

“Toplayan” anlamına gelen “el-Cami” ismi şerifi kuran-ı Kerim'de iki defa geçmekte.

“Rabbimiz, sen kendisinde şüphe olmayan (kıyamet) günü için insanları toplayacak olansın. Muhakkak Allah va'dinden dönmez.” [280]

Öbür ayette de, münafıklarla kafirleri cehennemde toplayacağını haber vermektedir. [281]

“Yangında yanıp, duman olup dağılan adamı Allah nereden bulup da toplayacak?” diye soranlar, önce kendilerine baksınlar. Kendileri nereden toplandı? Dünyanın her tarafından yiyecek ve içecekler geldi ve onda toplandı. Gökyüzünden güneş, altı yönden hava geldi ve çocukken delikanlı oldu.

Toplayan Allah bir gün dağıtır ve kıyamette yine top­lar. Bizi aile, kabile, sülale etrafında toplayan gönüllerimizi birbirine bağlayan O. Köylerde, kasabalarda, şehir­lerde bir araya getiren yine O “el - Cami” olan Allah’dır. “el-cami ^Toplayan” Allaha iman edenler olarak bizler de aileleri, dostları dağıtan değil toplayan olalım. Ara bozan değil arabulan olalım. Gönüller arasına sevgi köprüsü kuralım. [282]

 

88- EL-ĞANİYY, 89- EL-MUĞNİ

 

“Zengin” ve “zengin yapan” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifinden ''el -Ganiyy” ismi Kuran-ı Kerim'de 18 defa geçmekte.

“Ey insanlar, Allah'a muhtaç olanlar sizlersiniz, Allah ise zengindir, öğülmeye layıktır.” [283]

“el-Muğni: zengin eden” ismi Kur'an'da bu kalıpda geçmez ama “Zengin eden de memnun eden de O'dur”[284] ayetinde fiil halinde geçmiştir.

Milyarlarca dolara sahip adam demek, birkaç top ke­restenin basılı kağıt haline sahip demektir. Allah zengin­dir derken; yeryüzüne, altınlarına, incilerine, yakutlarına, mercanlarına, gökyüzüne sahip te ondan zengindir demiyoruz.

Bütün bu saydıklarımız Allah'ın katında bir sineğin kanadı kadar değersiz. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yok.

Bizim maddi zenginliklerimizi veren O. Mü’mine de, kafire de veren O. Zenginlik saydığımız şeyleri yaratan O.

Biz Rabbimizden helal yollardan zenginlik vermesini isteyeceğiz ve biz de başkalarına yardımla zenginliği­mizi göstereceğiz. Başta gönül zenginliği isteyeceğiz.

Hikaye bu ya, denizde bulunan yuvarlak bir şeyi te­razinin kefesine koymuşlar, karşısına yüz gram altın koymuşlar, o yuvarlak şey ağır gelmiş. Bir kilo, bir ton koymuşlar yine ağır gelmiş. Ellerine alıyorlar çok hafif geliyor.

Durumu aklı eren birine soruyorlar. O aklı eren:

“Bu, gözü doymaz hırslı bir adamın gözünün etrafındaki ki ke­miktir. Dünyayı verseniz gözü doymaz. Terazinin öbür kefesine bir avuç toprak koyun” demiş. Toprağı görünce terazi dengeyi bulmuş.

Bu, hikaye ama sevgili Peygamberimiz şöyle buyurur:

“Eğer Adem oğlunun bir vadi dolusu altım olsa, bir vadi daha olmasını ister. Onun ağzını ancak toprak doldurur.” [285]

 

90- EL-MANİ

 

“Engelleyen” anlamına gelen bu ismi celil Kur'an-ı Kerim'de bu isimle geçmemekte. Ancak;

“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu Ondan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır is­terse Onun lütfunu geri çevirecek yoktur. Hayrını kul­larından dilediğine verir. O bağışlayandır, esirgeyen­dir.” [286] ayeti bunu ifade etmekte.

O “el-Mani” olan Rabbimizin yarattığı bu evrene, Onun dışında hiç bir güç sonradan hiç bir şey katamaz. Ve ondan hiç bir şeyi eksiltemez. Hiç bir güç Kur'an-ı Kerim'den bir harf eksiltemez ve bir harf ilave edip artı­ramaz. “el-Mani” olan Rabbimiz bunu engeller.

Her zaman her istediğimize kavuş amayız. Kavuştuklarımız oluyor. Ama kavuşamadıklarımız daha çok oluyor. Biz verilenlerin Allah'dan bir lütuf ve imtihan olduğunu, verilen her şeyin imtihan sorusunu artırdığını unutmayalım. Verilmeyenlerin de bir hikmeti olduğunu düşünelim.

Doktor şeker hastasına çok sevdiği baklavayı engel­liyorsa bir hikmeti vardır. [287]

 

91- ED-DARR, 92- EN-NAFİ

 

“Zarar veren” ve “Fayda veren” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifler bu şekilde Kur'an-ı Kerim'de yoktur. Ancak “Allah'tan başka size fayda ve zarar verecek yoktur” anlamında birçok ayet vardır.

“De ki: Ben Allah'ın dilemesi dışında kendime bile fayda ve zarar veremem” [288]İmanın altı şartını öğrenirken “Hayır ve şer Allah'tandır.” diye öğrenmiştik ya işte bu iki isim onu ifade eder.

İnsanlık tarihi boyunca Allah'a iman etmeyenler, hakkın yanında değil, gücün yanında yer alanlar, yanar­dağ patlaması, deprem, yangın, sel felaketi gibi gücünün yetmediği olaylar karşısında kalınca kafasından şer tan­rısı veya yer tanrısı veya fırtına tanrısı gibi isimlerle sapkınlığını devam ettiriyor.

Peygamberlere kulak verenler ise; Meiekle-şeytanı, hayırla-şerri, imanla-inkarı, sıhhat ile hastalığı, gül ile dikeni, gündüzle geceyi, su ile ateşi yaratanın Darr ve Nafi olan Allah olduğunu bildiler.

“Sana kul olmak dün­yaya sultan olmaktan evladır” dediler ve Ali Edirneli gibi:

“Nar-i ğam, nur-u safa hep bir çerağın pertevi,

Çeşm-i irfan ile baksan arada bigâne yok” dediler.

Yani yürekler yakan keder, hüzün, gam ateşlen de, vücudumuzun her zerresinde parlayan sevinç, keyif, mutluluk parıltıları da aynı kaynaktan gelir. İbret, irfan gözüyle bakarsan aralarında hiçbir fark yok.

Doğan çocuğuna sevinen, depremde veya trafik ka­zasında ölen yavrusuna üzülen anne her iki halde de Rabbine yöneliyor, tecelliyi ve teselliyi orada buluyor. Ya imansız ne yapsın? [289]

 

93- EN-NUR

 

Türkçesine de “Nur” dediğimiz bu ismi cemü Kur'an-ı Kerim'de “Allah göklerin ve yerin nurudur” [290]

“Yer, Rabbinin nuruyla parladı.” [291]ayetlerinde iki defa geçmekte.

Kur'an-ı Kerim'de 43 defa geçen bu “Nur” kelime­siyle kastedilen gönüllerin aydınlığını sağlayan Kur'an ve iman'dır.

Işık, bizim görmemizi sağlar. Ak ile karayı, ip ile yı­lanı, gül ile dikeni, dost ile düşmanı biz aydınlıkta anla­rız. Onun için Rabbimiz gündüzlerimiz için güneş ışığını, gecelerimiz için ayın nurunu yaratmış.

Birde iyiyle kötüyü, hayırla şerri, suçla cezayı, iyilikle mükafatı belirlemek için “Nur” diye isimlendirdiği kitap­larını indirmiş.

Allah, gökyüzündeki güneşini karartıverse onun ışı­ğının yerini tutacak bir ışığı ve ısıyı insanlık yapamaz. Dünyanın tamamını güneşin içine yakıt olarak atsak, so­baya atılan bir kağıt parçası gibi yok olur gider.

İşte Allah'ın kitabı da öyle! İnsanlığın hayatından bir çekiliverse güneşin yerini tutsun diye takılan ampuller gibi her an patlamaya hazır insani ışıklarla altı milyar in­sanın içini ve dışını aydınlatmak mümkün değildir.

Bir güzele, bir çiçeğe, bir denize, bir manzaraya ba­kınca heyecana kapıldığımızda hemen görüleni ve gören gözü yaratanı düşünüp ona hamd edelim.

Pervane, kelebekler gibi O Nur'un etrafında O'nun gösterdiği yönde dönelim. Mü’min de, kafir de dönüyor ama kafir ters yönde döndüğü için yolun sonu Cehenneme çıkıyor. Cehennemin nar'ım/ateşini Nur gibi görüyor.

Gönlümüze ve gözümüze nur veren, çocuklarımızı gö­zümüzün nuru kılan Nur'a iman eden bizler; hep aydınlık tarafta olacağız, aydınlatacağız. [292]

 

94- EL-HADİ

 

“Yol gösteren” anlamına gelen bu ismi cemili Kur'an-ı Kerim'de iki yerde Allah'ın ismi olarak geçmekte. Beş yerde Allah'tan başka hidayet verecek birinin olmadığını haber vermekte.

Bir yerde de [293] Peygamberler için kullanılmıştır.

 “Şüphesiz Allah, iman edenleri doğru yola iletir” [294] “Yol gösterici ola­rak Rabbin yeter”[295]

Rabbimiz bize yolu Kur'an'ıyla göstermekte. Bakara suresinin ilk ayetlerinde Kur'an'ın müttakilere yol gösteren bir kitap olduğunu haber verir. Bakara suresinin 185 inci ayetinde bütün insanlığa yol gös­terdiğini ifade eder. Tekvir suresinin 27-28 inci ayet­lerinde ise; “O Kur'an alemler için bir öğüttür. Sizden doğru olmak isteyenler için öğüttür” buyurur.

Ömer, Ebu Cehil'e: “Muhammedi bir dinleyelim. Doğrularını alalım, yanlışlarını almayalım” dediğinde, Ebu Cehil “Onun doğrusunu da yanlışını da istemiyo­rum” diyor. Hz. Ömer gözlerini açıyor, Ebu Cehil ise, gün ışığında gözlerini kapatarak çukura düşen gibi Cehenneme düşüyor.

Biz, Rabbimizin hidayetini insanlara ulaştırmaya çalı­şacağız. Gönül gözüne küf bağlayanların küfrünü gidermeye çalışacağız. [296]

 

95- EL-BEDİ

 

“Benzersiz ve örneksiz yaratan” anlamına gelen “el-Bedi” ismi Cemili, Kur'an-ı Kerim'de iki defa geçer.

“Göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O, bir işe hükmetti mi Onun için yalnızca “ol” der, o da oluverir” [297]

İnsanlar yeni bir eser meydana getirmek için atölye, laboratuvar, araştırma merkezi kurarlar. Tek başına veya ekip halinde günlerce çalışırlar bir eser meydana çıkar. Sonra seri üretime geçilir ve üretilenler birbirinin aynıdırlar.

İnsanlar bir şey üretirken tabiat onun hocası olur. Gökyüzünde uçma fikrini kuşlardan öğrenir, denizlerde yüzmeyi balıklardan öğrenir.

Allah'ın (c.c) evreni yaratırken örnek aldığı birşey yoktur. Yarattığı her şey benzersiz güzel, faydalı ve sağlamdır.

Bugüne kadar yaratılanlardan hiçbirinin faydasız, ku­surlu olduğunu söyleyen bir fizikçi, kimyager, biyoloji bilgini çıkmamıştır. Biz Rabbimizin bu sanat galerisinde dolaşırken onun yarattığı insana, hayvana veya bir ağaca haksız yere bıçak çiziği dahi çekmeyeceğiz.

Ünlü bir ressamın eserine bir çizik çektiğinizi düşü­nün. Ne olur? Ya Rabbimizin yarattıkları?

“el- Bedi'a” iman edenler olarak sanata saygı göste­rerek sanatkarına şükrederken kendi işlerimizin de gü­zel, sağlam ve faydalı olmasına dikkat edeceğiz. [298]

 

96- EL-BAKİ

 

“Sonu olmayan” anlamına gelen “el-Baki” Kur'an-ı Kerim'de bu kalıpla geçmez. Ancak ismi tafdıl kalıbıyla

“Ebka” olarak “Allah daha hayırlı ve sonu olmayandır” [299] diye geçer.

Bir de Er-Rahman suresinde 26-27 inci ayetlerde her şeyin fani Allah'ın Baki olduğu ifade edilir.

Kainatın en güçlüsü insandır. Dağlan deliyor, deniz­leri aşıyor, yıldızlara ulaşıyor ama ölümüne engel olamı­yor. Gelen gidiyor.

Dünya yaratılalıdan beri bu böyle devam ettiğine göre getiren ve götüren, bu tabiat kanunlarını koyup yürür­lükte kılan önü ve sonu olmayan biri gerekiyor ki O da el- Baki olan Allah (c.c) dır. Şair:

“Eğerçi hane-i pür nakşdir sarayı cihan

Veli kitabeleri “Küllü men aleyha fan” diyor.

Yani Dünya süslü bir saray ama sarayın duvarında, nefis bir hatla yazılmış bir kitabe var ki, o da; “Dünyadaki her şeyin sonu gelecektir” diye yazar.

Şair, İktibas yoluyla “er-Rahman” suresinin 26 ncı aye­tini şiirine alıvermiş.

“el- Baki'ye” iman edenler ne yapsın? Şair Baki'nin Kehf 46, Meryem 76 ncı ayetlerden ilham alarak;

“Avazeyi aleme Davut gibi Sal

Baki kalan bu Kubbede hoş bir şada imiş” dediği gibi kalıcı, faydalı, örnek olucu söz ve eylemlerle Allah katında ebediliği sağlayalım. [300]

 

97- EL-VARİS

 

“Servetlerin hakiki sahibi” anlamına gelen “el-Varis” ismi şerifi bu haliyle değil de çoğul haliyle Kur'an-ı Kerim'de üç defa geçmekte.

 “Şüphesiz biz öldürürüz, biz diriltiriz ve biz varis oluruz” [301]ayetinde “biz” kelimesini kullanır ve azametini bildirir. “Biz varis olu­ruz” derken de, yine kendi büyüklüğünü bize bildirir.

Kayaları oyarak sarsılmaz evler yapan, yeryüzüne kazık çakanlar hepsi gitti. Peygamberler, Şehitler, Salihler de gitti. “Yeryüzü bir kişiye bol, iki kişiye dar” diyenler de gitti. Mallarını miras bıraktığı varisleri de gitti.

Bir gün gelir kıyamet kopar, insanlar ölür. Mahşerde toplanır ve Rabbimiz sorar: “Bugün Mülk kimindir? Dendiğinde “Her şeye gücü yeten tek Allah'ındır” denir. [302]

Rabbimiz bu mülkü, Hz. Ademe teslim ettiğinde ha­vası, suyu, güneşi, çiçekleri, böcekleri tertemiz pırıl pırıldı.

Biz çocuklarımıza temiz miras bırakalım. Allah'ın mülkünü kirletmeyelim. Başta kalbimizi inkarla, bede­nimizi isyanla kirletmeyelim. Kalp kirlenirse karalar ve denizlerde kirlenir. Çocuklarımıza temiz bir isim ve helal mal bırakalım. [303]

 

98- ER-RAŞİD

 

“Doğru ve sağlam yolu veren ve o yola ileten” anla­mına gelen bu ismi cemili Kur'an-ı Kerim'de bu kalıpla yok. “Ancak İbrahim'e rüşdünü veren”[304], “Musa aleyhisselamla yolculuk yapan Allahın sevgili kulların­dan birine de rüşdü Allah tarafından öğretildiği bildiril­mekte.” [305]

Allah'ın sapıttığını, “ruşde = doğru yola” götürecek kimsenin olmadığını haber verir.[306]

Zalim, zorba yöneticinin zulmünden hicret eden Ashabı Kehf de, Rabb'e dûa ederlerken;

“Ey Rabbimiz, bize tarafından bir rahmet ver ve şu işimizde bize bir kurtuluş yolu hazırla” diye dûa etmişlerdi.”[307]

“er- Raşid” daha tabiatı yaratmadan yaratacağı her şeyi ve yaratılış kanununu bilen yarattığı peygamberlere indireceği kanunlarla en doğru yola iletecek olandır. Firavunun emrinin doğru olmadığını doğruya götürmeye­ceğini haber verir. [308]

Kıyamete kadar Rabbin yolu dışında, ona zıt yollar gösteren herkesin yolu sapıktır. Onun için biz Fatiha suresinde, Allah'ın peygamberlere verdiği doğru yolu isti­yoruz. Allah'ın gazabına uğrayan Yahudilerle, sapık Hristiyanlann yolunu istemiyoruz. Doğru olalım, doğru­luktan ayrılmayalım. [309]

 

99- ES-SABUR

 

“Çok Sabırlı” anlamına gelen bu ismi cemili, Kur'an-ı Kerim'de geçmemekte, “el- Esma-ül Hüsna “hadisinde geçmektedir.  “Sen kafirlere mühlet ver. Onlara zaman tanı” [310] “Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Ancak onları belirli bir zamana kadar geciktirir.” [311]ayetlerinde Allah'ın çok sabırlı olduğunu anlıyoruz.

“Allah kahretsin, Allah canını alsın, evini başına yık­sın” gibi beddualarımızı Allah kabul etseydi, yeryü­zünde adam kalmazdı. Babamız, annemiz, çocuklarımız ve eşimiz kızsa da, sevse de dengeyi kaçırabilirdi.

“es-Sabur” olan Rabbimiz kendini inkar edenlere de ekmek verip su içiriyor, hava veriyor, İbadetleri yapar­ken sabredeceğiz. Trilyonları zimmete geçirme maka­mında olduğumuz zaman elimizi uzatmayıp sabredece­ğiz. Zina imkanı olduğunda sabredeceğiz. Cihad ederken sabredeceğiz.

Timur'a “Sen bu savaşları nasıl kazandın?” diyenin parmağını Timur ağzına almış. Kendi parmağını da ada­mın ağzına vermiş.

“Harp ısırma sanatıdır, ikimiz de ısıralım demiş.” Biraz sonra karşıdaki adam,

“aaaa” diye bağırır. Timur kendi parmağını çeker ama ısırmaya devam eder. Sonra,

“İşte ben” sabırla kazandım” der. Şair Taşlıcalı Yahya:

“Sabrı elden konıamakdır evlâ

Ki koruk sabr ile olur helva.” der. [312]

 

Sonuç

 

“Gül” ve “Bal” üçer harften meydana gelir. Bu üç harf bize “gül”ü ve “bal”ı hayal ettirir ama “gül” de­mekle koku alamayız, “bal” demekle de ağzımızı tatlandıramayız.

Rabbimizin güzel isimleri harflerden oluşur. O isimler bize Allah'ı hatırlatır. Asıl olan ise; “Allah'ın ahlakıyla-koyduğu kurallara göre ahlaklanmaktır”

Yani “el-Esma-ül-Hüsna' nın” bizdeki tecellisidir. Tecelli olunca kötülüklerden tahliye/boşalma meydana gelir. Kötülüklerden tahliye olunca içte ve dışta tah­liye/süslenme meydana gelir.

Şerhini yaptığımız Tirmizi hadisinde geçen “el-Esma-ül-Hüsna” Kur'an-ı Kerim'de 3787 defa tekrarlanmakta.

Kur'an'da geçip de Tirmizi hadisinde geçmeyen “el-Esma-ül-Hüsna'da” 1055 defa tekrarlanmaktadır.

Rabbimizi işaret eden, O, Ona, Onu, Ondan, Sen, Seni, Sana, Senden, Senin için zamirleri bu sayıya dahil değildir.

Kur'an-ı Kerim'i okuyan bir mü’min zamirler hariç el-Esma-ül-hüsna ile Rabbini 4842 defa zikretmekte. Kur'an'da Firavun'un adı 74 defa geçmekte.

Biz de tebliğimizi yaparken 4842 defa Rabbimizi, Onun kitabını tanıtacağız, Rasulünün yolunu gösterece­ğiz. Bu arada kendini ilah yerine koyanları ve onun ar­dından gidenleri 74 defa uyaracağız.

Kısaca Rahmanı anlatacağız, Şeytanı değil. Her gün şeytan taşlamayı bırakacağız. Rabbinin kitabını çokça okuyan, Allah'ın ahlakıyla ahlaklananlarda şunlar tecelli etmeli:

Allah'ı sevdiği için Onun yarattıklarını da sever. Sevince onu korur.

Denetim ve gözetimi altındakileri korur.

İç, dış ve çevre temizliğine önem verir.

Güvenir. Güven verir.

Tabiatı da, şeriatı da korur.

Alçalmaz, aşağılamaz, alçalanı yükseltir.

İşini sağlam, güzel, faydalı yapar.

Sır saklar. Ayıpları örter.

Zalimlerin korkusu, mazlumların ümidi olur.

Çalışır. Rızık endişesi taşımaz.

Gözünü açar. Gözler ve gönüller açar.

Ya öğrenen, ya öğreten, ya dinleyen olur.

Taşı gediğine kor. Herkesi durumuna göre değer­lendirir.

Malıyla değil, haliyle yücelir.

Her sözü duyar, en güzeline uyar.

Hain gözlerle bakmaz. Gözetildiğini bilir.

Allah'ın adalet terazisinden başka terazi kullan­maz.

İnceliğe, nezakete önem verir.

Yumuşak huylu, tatlı dilli, güler yüzlü, geniş, ya­nık ve yazık yürekli olur.

Her şeyden haberdar olur. Kötü haberleri yaymaz, ilgilisine bildirir.

Büyük alim, büyük komutan, büyük sanatkar olmaya çalışır.

Vermeyene verir, gelmeyene gider.

Mü’minin önüne kimseyi geçirmez.

Göz ve gönlünde Allah'ı büyütür, düşmanlarını kü­çültür.

Kendini, ailesini ve insanlık ailesini şirkten, kötü­lüklerden korur.

Gönlünü imanla, midesini helal nzıkla doyurur.

Hesaba çekileceğini bilir. Zalimlere hesap sorar. Düşmanın çokluğundan korkmaz

“Hasbunallah” der ve yürür.

Cömert olur.

Gözetildiğini bilir. Dostlarını gözetir. Düşmanlarını gözetim altında tutar.

Davete icabet eder. İsteyeni boş çevirmez.

Sever. Sevdiğini bildirir.

Edebini ve edebiyatını yüceltir.

Ahiretteki dirilişten önce dirilir ve diriltir.

Çağının şahidi olur. “Şehadet” getirir.

Hakkı sever. Hakkı hak sahibine verir.

Vekil olunca ihanet etmez. Çalışır. Tevekkülden ayrılmaz.

Güçlü olur. Allah'ın üstüne güç tanımaz. Doğru yolda geri adım atmaz. Yumuşak davranır.

Hakiki dost olarak Allah'ı bilir.

Öveceğiyle, yereceğini bilir.

İstatistiğe önem verir.

İcada önem verir.

Eskimeyen güzellikleri yaşatır.

Topluma zararlı olanları ıslah edemezse, ağrı veren çürük diş gibi çıkarır atar.

Güzelliklerini görür vecde gelir. Fakirleri, garipleri, mazlumları bulur. Onların gönlünde Rabbin rızasını arar.

Yolcunun yoldaşı, gariplerin arkadaşı, hastaların ilacı olur.

İhtiyacını Allah'a arz eder. İhtiyaç sahiplerini geri çevirmez.

Gücünün farkında olur. Kullanmasını bilir.

Hayırlı işlerde en önde olur.

Kimi öne geçireceğini, kimi geriye bırakacağını iyi bilir.

Kendisi değil, yaptığı iyilikleri ve eserleri görünür.

Hem nimet, hem hizmet verir.

Mazlumların intikamını zalimlerden alır.

Afvedici olur.

Haliyle yücelirken, malıyla ihtiyaç sahiplerine ya­kın olur.

Adil olur. Dostlarının suçunu savunmaz ama ceza­larını paylaşır.

Birleştirici olur, ayırıcı olmaz. Arabulucu olur, arabozucu olmaz.

Daha çok sadaka ve zekat vermek için zengin olur. Gönül zengini olur. Çevresini de zengin eder.

Zarar verenleri zararsız hale getirir.

Elinden ve dilinden insanlar, hayvanlar ve her şey fayda görür.

Aydın olur. Aydınlatır.

Tehdit etmez, teklif getirir, yol gösterir.

İki dünyasına yarayacak kalıcı sözler, kalıcı işler yapar.

Doğruluktan ayrılmaz. Doğru ve sağlam yoldan yü­rür.

Ölünce temiz bir isim, helal kazanç bırakır.

Bütün bunları başarırken azmini, iradesini sabır ta­şında bileğiler ve sabırla yürür.

“el-Esma-ül-Husnâ” şerhi ve bendeki tecellisi şimdi­lik burada sona erdi. Elhamdülillah[313]

 

El-Esma-ül Hüsna'nın Özet Manaları

 

Allah: Esma-ül Hüsna'nın bütün manalarını içinde toplayan ismi azam.

er- Rahman: İyilere de kötülere de merhamet eden.

er- Rahim:  Ahirette yalnız mü’minlere merhamet eden.

el- Melik: Gerçek hükümdar.

el- Kuddûs: Kendisi tertemiz olan, yarattıklarımnda temiz olmasını isteyen.

es- Selam: Selamette olan, selamette kılan.

el- Mü’min: İman veren, güvenlikte kılan.

el- Müheymin: Gözeten ve koruyan.

el- Aziz: Üstün, değerli, güçlü eşsiz.

el- Cebbar: Kırılanı saran, bozulanı düzelten, herşeyden yüce ve dilediğini zorla yaptıran.

el- Mütekebbir: Büyüklüğünü bildiren.

el- Halik: Yaratan.

el- Bari: Düzelten, iyi eden, güzel yapan.

el- Musavvir: Suret veren, kılık kıyafet veren.

el- Gaffar: Gizleyen, örten, bağışlayan, afveden.

el- Kahhar: galip gelen, emri altına alan.

el- Vehhab: Bağışlayan, bahşeden, karşılıksız veren.

er- Razzâk: Rızık veren.

el- Fettâh: Açan.

el- Alim: Herşeyi bilen.

el- Kâbid: Daraltan.

el- Basit: Genişleten.

el- Hâfid: Alçaltan.

er- Râfi': Yükselten.

el- Muizz: İzzet veren.

el- Müzill: Zillete düşüren.

es- Semi': Herşeyi işiten,

el- Basir: Herşeyi gören.

el- Hakem: Hükmeden.

el- Adl: Çok adaletli.

el- Latif: İncelik gösteren, sezilmez yollardan nimet­ler veren, en ince işlerin içini bilen.

el- Habir: Herşeyden haberdar olan.

el- Halim: Yarattıklarına yumşak davranan.

el- Azim: Çok büyük.

el- Gafur: Günahları örten çok bağişlayan.

eş- Şekûr: Azıcık teşekküre çok karşılık veren,

el- Alîyy: Yücelerden yüce.

el- Kebir: Herşeyden büyük.

el- Hafız: Koruyan ve gözeten,

el- Mukit: Yarattığının gıdasını veren.

el- Hasîb: Yarattıklarının hepsine yeten ve hesaba çe­ken.

el- Celil: Şanı yüce

el- Kerim: İyilik yapan, keremi bol olan.

er- Rakıb: Gözeten.

el- Mücib: Duaları kabul eden.

el- Vasi' : Herşeyi kuşatan, geniş,

el- Hakim: Hükmeden, işleri sağlam ve hikmetli olan.

el- Vedûd: Seven ve sevilen.

el- Mecid: Şanı yüce olan.

el- Bâis: Dirilten.

eş- Şehid: Heryerde hazır olan ve herşeyi gören.

el- Hakk: Varlığından hiç şüphe duyulmadan kabul edilen, gerçek olan.

el- Vekil: Güvenilen dayanılan.

el- Kaviyy: Çok kuvvetli.

el- Metin: Çok sağlam.

el- Velîyy: Gerçek dost.

el- Hamid: Övgüye layık,

el- Muhsi: Herşeyin sayısını bilen,

el- Mübdi': Modelsiz ve malzemesiz yaratan.

el- Muid: İlk haline döndüren,

el- Muhyi: Hayat veren,

el- Mümit: Öldüren.

el- Hayy: Diri olan.

el- Kayyum: Herşeyi ayakta tutan,

el- Vâcid: Yaratılmışların sahibi, yarattıklarını heran bulan, bilen.

el- Mâcid: Şanı yüce olan.

el- Vâhıd: Benzeri olmayan, Tek.

es- Samed: Herşey O'na muhtaç, O hiçbirşeye muh­taç değil.

el- Kadir: Herşeye gücü yeten.

el- Muktedir: Otoritesi herşeyde geçerli olan.

el- Mukaddim: Öne geçiren,

el- Muahhir: Sona bırakan,

el- Evvel: Başlangıcı olmayan ilk.

el- Âhir: Nihayeti olmayan son.

ez- Zahir: Apaçık.

el- Bâtın: Gizli,

el- Vali: Kainatın yöneticisi,

el- Müteâli: Pek yüce.

el- Berr: Çok iyilik eden.

et- Tevvab: Tevbe ettiren ve tevbeleri kabul eden.

el- Müntekım: Suçlulardan intikam alan.

el- Afüv: Afveden.

er- Rauf: Çok şefkatli.

Malikü'l-Mülk: Mülkün sahibi.

Zü'l-Celali Ve'l İkram: Yücelik ve ikram sahibi.

el- Muksît: Çok adil.

el- Cami': Toplayan.

el- Ğaniyy: Zengin,

el- Muğni: Zengin yapan.

el- Mâni: Engelleyen.

ed- Dârr: Zarar veren,

en- Nâfi': Fayda veren

en- Nur: Nur

el- Hadi: Yol gösteren

el- Bedi' : Benzersiz ve örneksiz yaratan

el- Bâki': Sonu olmayan.

el- Vâris: Servetlerin hakiki sahibi.

er- Raşid: Doğru, sağlam yolu veren ve o yola ileten.

es- Sabûr: Çok sabırlı. [314]

 



[1] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 7-9.

[2] Taberi tefsiri.

[3] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 10-11.

[4] Bu hadisi; (Buharı, surut, hadis no:2549, Daavat hadis no:6026, Tevhit hadis no:6943, Müslim zikir hadis no: 2677-78, Ahmed Müsned 21 267, 314,499,503,516) rivayet etmişler.

[5] K.K. En’am: 6/103.

[6] T. Mevlevi Şerhi, beyit No: 3 447.

[7] Ahzab:  33/41.

[8] Bakara: 2/239.

[9] A'raf: 33/180

[10] A'raf: 33/180.

[11] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 13-21.

[12] F. Razi, Levamiu I beyyinat 88.

[13] Neml: 27/62.

[14] Ebu Davud, Salat 1493,1495 ve benzeri hadisler Tirmîzi, Daavat 3471, İbni Mace Dua 3855-3859.

[15] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 22-23.

[16] A'raf: 7/74.

[17] Müslim fiten bab 5, Hadis 2889, Ebu Davud fiten 1 hadis 4252, Tirmizi fiten Hadis 2203, İbni Mace fiten hadis 3952.

[18] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 24-27.

[19] Ahzap: 33/43.

[20] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 29-31.

[21] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 32-33.

[22] Haşr: 23, Cum'a: 1.

[23] Taha: 20/12.

[24] Nahl: 16/102.

[25] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 34-35.

[26] Haşr: 59/23.

[27] Nisa: 4/86.

[28] Buharı 1/9, Müslim iman bab 4, Ebu Davud Cihad Hadis 2481.

[29] Kuşeyri, et Tahbir fi-t Tezkir, s:29.

Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 36-37.

[30] Ebu Davud, cihad bab 107 hadis 2649 Buharı ikrah bab, t, Ahmed, Müsned 51109,110.

[31] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 38-39.

[32] Haşr: 59/23.

[33] Maide: 5/48.

[34] Yunus: 10/61, Sebe: 34/3.

[35] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 40-41.

[36] Fatır: 35/10.

[37] Kuşeyri, et-Tahbir s:32. Hadisi Beyhakinin riva­yet ettiğini Kesf-ül hafa haber verir.

[38] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 42-43.

[39] Hud: 11/59.

[40] Kaf: 50/45.

[41] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 44-45.

[42] Necm: 53/ 17.

[43] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 46-47.

[44] Bakara: 2/29.

[45] Zariyat: 51/56.

[46] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 48.

[47] Haşr: 59/24, Bakara: 2/54.

[48] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 49.

[49] Haşr: 59/24.

[50] Al-i İmran: 3/6.

[51] Mü’min: 40/64, Teğabün: 64/3.

[52] Beyine: 98/6.

Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 50.

[53] Bakara: 2/182.

[54] Nur: 24/19.

[55] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 51-52.

[56] Ra'd: 13/16.

[57] Araf: 7/127.

[58] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 53-54.

[59] Ali İmran: 3/8, Sad: 38/9-35.

[60] Ali İmran: 3/8.

[61] Müslim, Selâm, 154.

[62] K.K: İnsan: 76/89.

[63] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 55-56.

[64] Zariyat:  58.

[65] Maide: 5/112.

[66] Hud: 11/6.

[67] Necm: 53/39.

[68] Zuhruf: 43/32.

[69] A’raf: 7/179.

[70] Bakara: 2/29.

[71] A'raf: 7/31.

[72] Tirmizi, Zühd, Hadis 2441, İhni Mace, Zühd H. 4164.

[73] İbrahim: 14/34.

[74] Hadid: 57/23.

[75] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 57-61.

[76] Sebe: 34/26.

[77] A'raf: 7/96.

[78] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 62-63.

[79] Alak: 96/4.

[80] Maide: 5/110.

[81] er-Rahman: 55/2.

[82] Bakara: 2/31.

[83] Enbiya: 21/80.

[84] Neml: 27/16.

[85] Zümer: 39/9.

[86] Yusuf: 10/76.

[87] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 64-66.

[88] Bakara: 2/245.

[89] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 67-68.

[90] Ra'd: 13/2.

[91] En'am: 6/165.

[92] Nisa: 4/185.

[93] Şerh: 4.

[94] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 69-70.

[95] Münafikun: 63/8.

[96] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 71-72.

[97] Taha: 20/46.

[98] Taha: 20/44.

[99] Isra: 17/36.

[100] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 73-74.

[101] Hadid: 57/4.

[102] Mülk: 67/19.

[103] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 75-76.

[104] En'am: 6/114.

[105] En’am: 6/57, Yusuf: 10/40-67.

[106] Maide: 5/50.

[107] Ra'd: 13/41.

[108] Kehf: 18/26.

[109] Maide: 5/50.

[110] Maide: 5/44-45-47.

[111] Bakara: 2/145.

[112] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 77-79.

[113] Infitar: 82/7.

[114] Nahl: 26/90.

[115] Nisa: 4/58.

[116] Bakara: 2/282.

[117] Hucurat: 49/9.

[118] Enam: 6/152.

[119] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 80-82.

[120] Mülk: 67/14.

[121] Yusuf: 10/100.

[122] Hac: 22/63.

[123] Lokman: 31/16.

[124] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 83-84.

[125] Haşr: 59/18.

[126] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 85-86.

[127] Tevbe: 9/114, Hud: 11/75, Saffat: 37/101, Hud: 11/87.

[128] Bakara: 2/235.

[129] İsra: 17/141-144.

[130] İbrahim: 14/42.

[131] Fatır: 35/75.

[132] Fatır: 35/45.

[133] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 87-89.

[134] Hicr: 15/87.

[135] Tefsiri ibni Kesir Bakara: 2/255.

[136] Bakara: 2/255.

[137] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 90-91.

[138] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 92.

[139] Fatır: 35/29,30.

[140] Şura: 42/23.

[141] Teğabün: 64/17.

[142] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 93-94.

[143] Lokman: 31/30.

[144] Taha:20/ 68.

[145] Ali İmran: 3/139.

[146] Fethul-Bari, İbni Hacer 31220 Darakutni vefeva-idi Ebu Yaladan.

[147] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 95-96.

[148] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 97-98.

[149] Hud: 11/57.

[150] Hud: 11/37.

[151] Enbiya: 21/80.

[152] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 99-100.

[153] Nisa: 4/85.

[154] Fussilet: 41/10.

[155] Necm: 53/39.

[156] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 101-103.

[157] Nisa: 4/86.

[158] Zilzal: 99/7-8.

[159] Al-i İmran: 3/173.

[160] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 104-105.

[161] er-Rahman: 55/27,28.

[162] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 106.

[163] Neml:27/ 40 ve İnfitar:82/ 6.

[164] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 107-108.

[165] Nisa: 4/1.

[166] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 109.

[167] Hud: 11/61.

[168] Mü'min: 40/60.

[169] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 110-111.

[170] Taha: 20/98.

[171] A'raf: 7/156.

[172] Bakara: 2/255.

[173] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 112.

[174] Yasin: 36/2, Ali İmran: 3/58, Yunus: 10/1, Lokman: 31/2.

[175] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 113-114.

[176] Hud: 11/90.

[177] Büruc: 85/14.

[178] Mücadele: 58/22.

[179] Meryem: 19/96.

[180] Mümtehine: 60/7.

Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 115-116.

[181] Hud: 11/73.

[182] Bürûc: 85/15.

[183] Bürûc: 85/21.

[184] Kaf: 50/1.

[185] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 117-118.

[186] Hac: 22/7.

[187] Yasin: 36/78-79.

[188] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 119-122.

[189] Nisa: 4/33.

[190] Nisa: 4/79.

[191] et-Tahbir-Kuşeyri 67. et-Tahbir-Kuşeyri 67.

[192] Tur: 52/ 48.

[193] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 123-124.

[194] Kehf: 18/ 44, Taha: 20/114, Hac: 22/6, 62, Lokman: 31/30, Nur: 24/25, Zuhruf: 43/86, Hadid:57/ 16, Mümtehine: 60/1.

[195] Nur: 24/25.

[196] Sad: 38/84.

[197] Hac: 22/74.

[198] Bakara: 2/121.

[199] Sad: 38/26.

[200] En’am: 6/141.

[201] Hac: 22/78.

Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 125-126.

[202] Yunus: 10/22, Ankebut: 29/65, Lokman: 31/32.

[203] İsra: 17/2.

[204] Bak: Enbiya: 21/69.

[205] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 127-130.

[206] Enfal: 8/52.

[207] Hud: 11/66.

[208] Hac: 22/40.

[209] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 131-132.

[210] Zariyat: 51/58.

[211] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 133-134.

[212] Bakara: 2/257.

[213] Tevbe: 9/71.

[214] Ali İmran: 3/.

[215] Yunus: 10/62.

[216] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 135-136.

[217] Bakara: 2/267, Hac: 22/64, Lokman: 31/26.

[218] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 137-138.

[219] Cin: 72/28, Meryem: 19/94, Yasin: 36/12, Nebe: 78/29.

[220] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 139.

[221] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 140-141.

[222] Rum: 30/50, Fussılet: 41/39.  

[223] Fussilet: 41/39.

[224] Rad: 13/11.

[225] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 142-143.

[226] Bakara: 2/255.

[227] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 144.

[228] Taha: 20/111.

[229] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 145.

[230] Duha: 93/7-8.

[231] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 146-147.

[232] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 148.

[233] Enbiya: 21/22.

[234] Bakara: 2/163.

[235] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 149.

[236] İhlas: 112/1-2.

[237] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 150.

[238] Ahkaf: 46/33.

[239] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 151-152.

[240] Kehf: 18/45.

[241] Kamer: 54/55.

[242] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 153.

[243] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 154.

[244] Hadid: 57/3.

[245] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 155-156.

[246] Hadid: 57/3.

[247] A'raf: 7/33, En’am: 6/120.

[248] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 157-158.

[249] Ra'd: 13/11.

[250] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 159.

[251] Ra'd: 13/9.

[252] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 160.

[253] Tur: 52/28.

[254] Meryem: 19/14.

[255] Meryem: 19/32.

[256] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 161-162.

[257] Bakara: 2/37.

[258] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 163-164.

[259] Rum: 30/47.

[260] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 165-166.

[261] Nisa: 4/149.

[262] Ali İmran: 3/134.

[263] Bakara: 2/178.

[264] Tirmizi, Hudud hah 2, ibni Mace Hudud 5.

[265] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 167-168.

[266] Haşr: 59/10.

[267] Bu hadis, bazı farklılıklarla Buharı: Edeb bab 18, Hadis 5628, Müslim: Tevbe bab 4, Hadis 2754, ibni Mace: Zühd, bab 35, Hadis 4297'de rivayet edilmiştir.

[268] Bakara: 2/143.

[269] Bakara: 2/207.

[270] Ali İmran: 3/30.

[271] Nahl: 16/7.

[272] Müslim, Selam 154.

[273] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 169-170.

[274] Ali İmran: 3/26.

[275] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000:171-172.

[276] Rahman: 55/26-27-28.

[277] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 173-174.

[278] Bak, Nisa: 4/135.

[279] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 175-176.

[280] Ali imran: 3/9.

[281] Nisa: 4/140.

[282] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 177-178.

[283] Fatır: 35/l5.

[284] Necm: 53/48.

[285] Müslim, Zekat, 117, Hadis 1048.

Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 179-180.

[286] Yunus: 10/107.

[287] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 181-182.

[288] A'raf: 7/l88.

[289] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 183-184.

[290] Nur: 24/35.

[291] Zümer: 39/69.

[292] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 185-186.

[293] Ra'd: 13/7.

[294] Hacc: 22/54.

[295] Furkan: 25/31.

[296] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 187-188.

[297] Bakara: 2/117.

[298] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 189-190.

[299] Taha: 20/73.

[300] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 191-192.

[301] Hicr: 15/23.

[302] Mü'minin: 23/6.

[303] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 193-194.

[304] Enbiya: 21/51.

[305] Kehf: 18/66.

[306] Kehf: 18/17.

[307] Kehf: 18/10.

[308] Hud: 11/97.

[309] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 195-196.

[310] Tarık: 86/17.

[311] Nahl: 16/61.

[312] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 197-198.

[313] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 198-203.

[314] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 205-208.