Bu da birkaç çeşittir ve birincisi ihtikâr/karaborsacılıktır. Yiyecek maddelerini satan bir kimse o maddeleri fiyatların yükselmesine kadar depo edip bekletiyorsa, bu bekletme umumî bir zulümdür. Bunu yapan insan, şer'an kötü bir insandır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Bir kimse kırk gün yiyecek maddelerini depo edip (pahalansın diye) bekletirse, sonra o maddelerin hepsini Allah yolunda sadaka verse bile onun bu sadakası ihtikârcılığının kefareti olamaz.24
İbn Ömer, Hz. Peygamber'den (s.a) şöyle rivayet eder:
Her kim kırk
gün yiyecek maddelerini (ihtiyaç olduğu halde) istif edip satmıyor ve
pahalılığı bekliyorsa, hem onun Allah'tan ilgisi, hem de Allah'ın ondan
ilgisi kesilir!25
Böyle yapan bir kimsenin bütün insanları öldürmüş
gibi olacağı söylenmiştir.
Hz. Ali'den şöyle rivayet edilir: 'Kırk gün
yiyecek maddelerini (pahalı satmak için) istif eden bir kimsenin kalbi
katılaşır'.
Yine Hz. Ali ihtikârca bir kimsenin istif ettiği yiyecek
maddelerini ateşe atıp yakmıştır. İhtikârı terketmenin fazileti hakkında
Hz. Peygamber'den şu hadîs rivayet edilmektedir:
Kim günün rayiciyle satmak üzere bir yiyecek maddesi getirirse, sanki o
yiyecek maddesinin tamamını sadaka vermiş gibi olur.26
Başka bir
lâfızda 'Sanki bir köleyi âzad etmiş gibi olur' şeklinde
gelmiştir.
'Kim mescid-i haram'da. haktan saparak zulüm yaparsa ona
acıklı bir azab tattırırız' (Hac/25) ayetinin tefsirinde İhtikâr
zu-lümdendir ve bu ilâhî tehdide dâhil olmaktadır' denilmiştir.
Rivayet edilir ki; Vasıt şehrinde bulunan seleften bir zât orada bir
gemi dolusu buğdayı Basra'ya doğru yola çıkarır ve Basra'daki vekiline
şöyle yazar: 'Bu buğdayı Basra'ya. geldiği zaman günün rayiciyle sat.
Sakın onu yarma tehir etme'. Buğdayın Basra'ya. gelişi maddelerin ucuz
olduğu bir güne rastlar. Tüccarlar buğdayı satana derler ki: 'Bir hafta
tehir ettiğin takdirde bugünkü kârın birkaç mislini kâr edersin'. Adam
buğdayı bir hafta tehir eder ve geldiği günün kârının birkaç mislini kâr
eder. Mal sahibine bu durumu daha sonra bildirir. Mal sahibi de kendisine
şöyle yazar:
Biz dinimizin selâmetiyle beraber az kâra kanaat
getirmiştik. Sen ise sözümüze muhalefet etmiş bulunuyorsun. Biz dinimizden
herhangi bir şeyin elden gitmesi pahasına birkaç misli kâr etmeyi dahî
sevmeyiz. Sen bizim nâmımıza bir suç işlemiş bulunuyorsun. Bu bakımdan
benim bu mektubum eline varır varmaz, bütün malı al! Basra fakirlerine
sadaka ver. Keşke o malın bütününü sadaka vermek sure-tiyle başbaşa ne
lehte ve ne aleyhte olmak suretiyle ihtik-ârcılığın günahından yakayı
kurtarmış olsaydım.
İhtikârcılık hususundaki yasak, mutlak ve
kayıtsızdır. Vaktin ve satılan yiyecek maddelerinin cinsi hakkında
düşünmek gerektir.
Cins
Gıdaların bütün cinslerinde ihtikâr yasaktır. Gıda olmayan ve gıda olan maddelere yardımcı da bulunmayan ilâçlar, bitkiler, zaferan ve benzerleri gibi nesnelere gelince, bunlar ihtikârcılık hakkında vârid olan yasak hükmüne dâhil olamazlar. Her ne kadar bunlar yenecek (ve yutulacak) maddeler ise de... Et ve meyveler gibi gıdaya yardımcı olan, daimî değil de arada sırada gıdanın ye-rini tutan maddelere gelince, onlarda bu yasak hükmünün uygu-lanıp uygulanmayacağı biraz düşünülmesi gereken bir durumdur. Alimlerden bazıları bu yasak hükmünün yağ, bal, susam, peynir, zeytinyağı ve bunların yerini tutan maddelerde de vârid olduğunu söylemişlerdir.
Vakit
Yiyeceklerin cinsi gibi bu yasak hükmünün bütün
vakitlerde geçerli olması muhtemeldir. Basra'ya gönderilen ve yüksek
fiyatla satılmak istenen buğday hikâyesi buna delildir. İhtimal ki bu
yasak, yiyecek maddelerinin az olduğu ve halkın onlara karşı ihtiyacı
bulunduğu bir vakte tahsis edilsin. Çünkü bu takdirde yiyecek maddesinin
satışını geciktirmekte zarar sözkonusudur. Yiyecek maddelerinin çok
bulunduğu ve halkın onlara pek fazla bir ihtiyacı bulunmadığı ancak onları
az bir fiyatla almaya talip oldukları bir zamanda ise, bu maddelerin
sahibi -onları istif etmekle gayesi herhangi bir kıtlığa sebep olmak
değilse- istif edebilir. Böyle bir istifçilikte hiçbir kimseye zarar
vermek sözkonusu değildir.
Zaman kıtlık zamanı ise, balın, yağın, susamın ve benzerlerinin depo
edilmesinde başkalarına zarar vermesi sözkonusu ise, bu takdirde bu malın
depolanmasının haram olup olmadığı, halka zarar verip vermediğine
bağlıdır. Çünkü sadece yiyecek maddelerinin ihtikârcılığını haram etmekten
bu anlaşılmaktadır.
Eğer yiyecek maddelerinin istifçiliği başka bir
kişiye zarar vermezse dahi, mekruh olmaktan asla kurtulamaz. Zira bu
ihtikâr işini yapan şahid, zararın başlangıcını beklemek, zararın
kendisini beklemek gibi mahzurludur. Ancak zararın kendisini beklemek,
daha fazla mahzurludur. Zararın kendisini beklemek bilfiil başkasına zarar
vermekten daha az mahzurlu olduğu gibi... Bu bakımdan zarar vermenin
dereceleri miktarınca kerahiyet ve haramlık dereceleri de
değişir.
Kısaca, yiyecek maddelerinde ticaret yapmak müstehab değildir;
zira böyle bir ticaret, kârı beklemek demektir. Yiyecek maddeleri ise
beşerin hayatını devam ettirmek için asıl faktörler olarak yaratılmıştır.
Kâr ise, fazlalıkların cümlesindendir. Bu bakımdan kârı temeli teşkil eden
maddelerden değil, fazlalıklar cümlesinden olan maddelerden elde etmeye
bakmalıdır. Öyle maddeler ki bünyenin onlara zarurî olarak ihtiyacı
sözkonusu değildir.
Bu sırra binaen tâbiîn-i kirâmdan bir zat bir kişiye şöyle vasiyette bulunmuştur: 'Sakın çocuğunu iki çeşit alışveriş ve iki çeşit sanata çırak olarak verme! a) Yiyecek maddelerini satmak, b) Kefenleri satmak; zira bu nesneleri satan kimse, daima kıtlığı ve insanların ölmesini temenni eder. O iki sanat ise, a) Mezbahacı olmaktır. Çünkü bu sanat, kalbi katılaştırır. b) Kuyumcu olmaktır. Çünkü kuyumcu olan bir kimse, dünyayı altın ve gümüşle süslendirir'.
İkincisi, parayı karşıdaki adama verirken geçerli olmayan kalp paraları sokuşturmaktır. Bu da zulümdür. Zira muamele yapan kişi, eğer bilmezse, böyle yapmakla zarar görür... Eğer biliyorsa o da başkasına bunu sokuşturmaya kalkışacaktır. Üçüncüsü ve dördüncüsü de böyle yapacaktır ve bu kalp para ellerde dolaşacak, zarar umumîleşecek ve fesad gittikçe genişleyecektir. Hepsinin günâhı ve vebâli ise, ilk defa bu işi yapana ait olacaktır. Zira bu kapıyı ilk kez açan odur.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kim kötü bir âdet icad edip kendisinden sonra gelenler o âdetle amel
ederse, o âdetten neş'et eden günah, ilk icad edenin boynunda olduğu gibi,
o kötü âdetle ondan sonra amel edenlerin günahları kadar da günahlarından
birşey eksik olmaksızın onun defterine işlenir.27
Âlimlerden biri şöyle
buyurmuştur: 'Kalp olan bir dirhemi infak etmek, yüz dirhemi çalmaktan
daha beterdir; zira çalmak, bir günahtır ve sona ermiştir. Kalp parayı
piyasaya sürmek ise, dinde gösterilen bir bid'attır ve kötü bir yoldur.
Kalpazandan sonra gelen-ler de o parayla alışveriş yapacaklardır. Bu
bakımdan kalpazan öldükten sonra yüz seneye kadar o para ile muamele
edenlerin günahı kadar onun defterine günah yazılacaktır veya iki yüz
seneye kadar veya o para yok oluncaya kadar onun defterine devamlı gü-nah
işlenecektir. Günahı da kendisiyle beraber ölen kimseye ne saadet! Uzun
azap o kimseye olsun ki, kendisi ölür, günahları yüz sene, iki yüz sene
veya daha fazla devam eder. O da kabrinde habire günahlardan ötürü azap
çeker ve o günahlar sona erinceye kadar onların hesabını verir. Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Gerçekten biz ölüleri diriltiriz. (Ölümlerinden önce iyi ve kötü) ileri
gönderdikleri amelleri ve (öldükten sonra) geri bıraktıkları iyi ve kötü
eserleri yazarız. Biz herşeyi Levh-i Mahfuz'da yazıp
saymışızdır.
(Yâsin/12)
Yani insanların ölmeden önce ahirete gönderdikleri amellerini
yazdığımız gibi, geride bıraktıkları iyi veya kötü amellerini de
yazıyoruz!
(O zaman) insanın yapıp öne sürdüğü (yapmayıp) geri
bıraktığı herşey kendisine haber verilir.
(Kıyamet/13)
Bu gibi
ayetlerin tefsirinde şöyle denilmiştir: İnsanoğlunun bıraktığı kötü bir
âdet ki, başkaları onunla amel etmiştir. İşte ge-riye bıraktığı
budur.
Bilinmiş olsun ki, kalp paralarda riayet edilmesi gereken beş
mesele vardır:
1. Kişinin sermaye (kapital) olarak verdiği paradan kalp olduğu için, birşey geriye iade edilirse, onu ellerin yetişmeyeceği bir kuyuya atması uygundur. Başka bir alışverişte onu piyasaya sürmekten sakınmalıdır. Eğer o kalp parayı, bir daha kendisiyle muamele edilmeyecek derecede bozarsa caizdir.
2. Ticaret yapan bir kimseye parayı anlamak ve öğrenmek
farzdır. Bu
öğrenmekten gayem kendisini kalp paradan korumak değildir. Bilakis gayem,
bilmeyen bir müslümana kalp bir parayı teslim etmemektir. Zira bilmeyen
bir müslümana kalp bir parayı teslim ettiği takdirde, eğer bilmiyorsa,
vazifesi olanı öğrenmekte
kusur ettiği için günahkâr olur. Bu bakımdan
her amelle ilgili bir ilim vardır. O amel, ancak o ilmi öğrenmek suretiyle
tamam olduğu gibi, o ilmi bilen bir kimse müslümanlar için o sahada
nasihati tam yapmış sayılır. Bu bakımdan bu ilmi öğrenmek bu sahada
çalışana farzdır. İşte böyle bir hikmet için selef-i Sâlihîn nakdin
alâmetlerini öğrenirlerdi. Dünyalarını kurtarmak için değil,dinlerini
kurtarmak için bunu yaparlardı.
3.Eğer parayı teslim ederse ve muamele yapan adam da onun
teslim
ettiği paranın kalp olduğunu biliyorsa yine de parayı teslim eden
mesuliyetten kurtulmaz. Çünkü muameleci o parayı başka bir müslümana haber
vermeden sokuşturmak için alır. Eğer muamelecinin böyle bir niyeti
olmasaydı, asla o parayı almaya rağbet
göstermezdi. Kalp parayı
muameleciye teslim eden bir kimse, ancak o muameleciye kalp parayı
tanıdığı halde kabul ettiğinden dolayı gelen zararın günahından
kurtulur.
4.Kalp parayı, Hz. Peygamberin şu hadîsinin hükmüne dâhil
olmak için
müşteriye kolaylık gösterip almaktır:
Allah Teâlâ, satışı, alışı,
verişi ve alacağını tahsil edişi kolay olan bir kişiye rahmet
etsin!28
Bu bakımdan alıcıdan herhangi bir kuyuya atmak için kalp
parayı kabul eden bu duanın bereketine dahildir. Eğer o kalp parayı başka
bir muamelede kullanmak niyetinde ise, onun böyle yapması esasında hayr
suretinde kendisine şeytandan gelen bir serdir. Bu bakımdan borcunu
alırken kolaylık gösteren kimseler zümresine dahil olamaz.
5. Kalp paradan gayemiz, içinde hiç gümüş olmayan para demektir; ancak
gümüş suyu ile yaldızlanmıştır veya o paradır ki, onun içinde altın
yoktur. Yani dinarlarda altın olmayınca, kalp para olur. İçinde gümüş
bulunan paraya gelince, eğer bakır ile karışık ise ve aynı zamanda
memleketin revaçtaki parası ise, âlimler böyle bir para ile muamele olup
olmayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bizim görüşümüze göre; eğer bu
para memleketin rayiçte olan parası ise ister içindeki gümüşün miktarı
bilinsin, ister bilinmesin, bu para ile muamelenin ruhsatlı olduğudur.
Eğer o para, geçerli para değilse bununla alışveriş yapmak caiz değildir.
Meğer ki, içindeki gümüşün miktarı bilinmiş olsun. Eğer tüccarın malında
bir parça varsa, o parçanın içindeki gümüş memleketin rayiçte bulunan
parasının gümüşünden daha azsa, bu tüccara gereken vazife, o durumu
kendisiyle muamele yaptığı adama bildirmektir ve bu parayı kalp para ile
muamelelerin helâl olmadığını savunan bir kimseye teslim edebilir. Kalp
para ile muamelenin helâl olduğunu savunan kimseye o kalp parayı teslim
etmek caiz değildir. Bu kalp para ile muamele yapmanın helâl olduğunu
savunan bir kimseye bu parayı teslim etmek demek, o kimseyi günah işlemeye
itmek demektir. Bu tıpkı üzümden şarap yaptığını bildiği bir kimseye üzümü
satmak gibi olur.29 Böyle bir satış ise, şerre yardım ve ortaklık olduğu
için mahzurludur. Bu gibi bir misâl ile ticarette hak yolunu tâkip etmek,
ibadetin nâfile kısımlarına devam etmek ve kendini nafile ibadetlere
adamaktan daha zor ve
daha faydalıdır. Bunun için seleften bazıları
şöyle buyurmuştur: 'Doğru bir tüccar, Allah nezdinde âbid bir kimseden
daha üstündür'.
Selef böyle muamelelerde ihtiyatlı davranırdı. Hatta Allah yolunda gazâ
edenlerin biri şöyle anlatır: 'Ben atımı bir kâfir öldürmek için sürdüm.
Atım ona yetişmedi, geri döndüm. Sonra o kâfir bana yaklaştı. İkinci bir
defa ona hücum ettim. Yine atım ona yetişmedi. Sonra üçüncü defa hücum
ettim. Atım bu sefer serkeşlik yapıp dizginlere râm olmadı. Oysa ben böyle
kötü bir huyunu görmemiştim. Böylece üzülerek döndüm. Başım eğik, kalbim
kırık vaziyette oturdum. Çünkü o düşmanı elimden kaçırmıştım. Bir de
atımın kötü huyundan nefret etmiştim. Başımı çadırın direği üzerine
koydum. Atım da yanımda duruyordu. Rüyamda gördüm ki, at bana sanki şöyle
diyordu: 'Sırtımda üç defa o iriyarı kâfiri tutmak için teşebbüse geçtin.
Oysa dün akşam bana yem aldın ve o yeme kalp bir dirhem verdin. Böyle şey
olur mu?' Bu zat diyor ki, 'Uykudan korkuyla uyandım. Yem satanın, yanına
gittim. Ona akşamleyin verdiğim kalp parayı değiştirdim'.
İşte zararın
umumî misâli budur. Bu bakımdan bu misâlin benzerleri de buna kıyas
edilsin.
______
24) Deylemî, Müsned'il-Firdevs, (Hz. Ali'den); Hâtib, Tarih,
(Enes'ten). İkisinin senedi de zayıftır.
25)İmam Ahmed ve Hâkim,
(kuvvetli bir senedle)
26)İbn Merduveyh, (İbn Mes'ud'dan zayıf bir
senedle)
27)Müslim, (Cerir b. Abdullah'tan)
28)Buharî,
(Câbir'den)
29)Hanefî fıkhında'şıradan şarap yaptığını bilen bir
kimseye şıra (ve üzüm) satabilir' hükmü vardır. Fakat şerhler 'şarap
yapan' ibaresini şarap
31)yapabilen hristiyan, yahudi ve benzeri
kimselerle yorumlamışlardır. Bu
32)hususa dikkat edilmelidir.
Kudurî'nin Cevher adlı şerhinin Mahzurât veya
33)Meşrubat bahsine
bakılabilir.