بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِمِ

 


           


DUA VE ZİKİRLE TEDAVİ

L

 

MUHAMMED BEYYUMİ

 

 

 

Çeviren

 MEHMET ALİOĞLU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Beka

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

ALLAH’I ANMANIN (ZİKRİN) FAZİLETİ............................

ZİKİR, DİL VE KALBİN İBADETİDİR.........................................

KUR’AN’DA ZİKİR..................................................................

BUNLARIN AÇIKLAMASI........................................................

YARIŞMAYI, ZİKİR EHLİ KAZANIR ..........................................

ZİKRİN BAZI ÜSTÜNLÜKLERİ.................................................

HZ. PEYGAMBERİN ZİKRE TEŞVİKİ.........................................

HZ. PEYGAMBERİN (S.A.V.) ZİKİR MECLİSLE­Rİ­NE VE ALLAH’I ZİKRETMEK İÇİN TOPLANMAYA TEŞVİKİ                

DUANIN FAZİLETİ VE HİKMETİ........................................

DUA ETME ADABI.................................................................

DUA ETMENİN TEMEL ADAPLARI..........................................

SABAH VE AKŞAM, UYKU VE UYANMA İLE ............................
İLGİLİ DUA VE ZİKİRLER........................................................

SABAH VE AKŞAM OKUNACAK DUALAR................................

YATAĞA GİRİNCE VE UYKUDAN UYANINCA ..........................
OKU­NACAK DUALAR ............................................................

SEVDİĞİ / SEVMEDİĞİ BİR RÜYA GÖRÜNCE OKU­NACAK
DUALAR ..............................................................................

GECE UYANINCA OKUNACAK DUA........................................

GECE TEHECCÜT NAMAZINA KALKINCA...............................
OKUNA­CAK DUA...................................................................

EVDEN ÇIKINCA OKUNACAK DUA.........................................

EVE GİRİNCE OKUNACAK DUA..............................................

AKŞAM KAPIYI KAPATINCA OKUNACAK DUA.........................

YOLCULUKLA İLGİLİ DUALAR................................................

VEDALAŞIRKEN OKUNACAK DUA..........................................

BİNEĞE BİNİNCE OKUNACAK DUA........................................

BİNEĞİN ÜZERİNE TAM YERLEŞİNCE OKUNACAK DUA...........

YOLA ÇIKINCA OKUNACAK DUA............................................

BİR TEPEYE ÇIKINCA YA DA BİR VADİYE İNİNCE OKUNACAK DUA           

BİNEĞİN AYAĞI KAYINCA OKUNACAK DUA...........................

GİRMEK İSTEDİĞİ BİR KÖY GÖRÜNCE OKUNACAK DUA...........

BİR YERDE KONAKLAYINCA OKUNACAK DUA........................

YOLCULUKTA SEHER VAKTİ OLUNCA OKUNACAK DUA..........

YOLCULUKTAN DÖNÜP YAŞADIĞI YERE YAKLA­ŞINCA
OKUNACAK DUA...................................................................

YEME, İÇME VE GİYİNME İLE İLGİLİ DUALAR..........................

YEMEYE VE İÇMEYE BAŞLARKEN ALLAH’IN
ADINI ANMAK......................................................................

YEMEĞİN BAŞINDA BESMELEYİ UNUTUNCA OKU­NACAK .......

DUA.....................................................................................

YEME VE İÇMEDEN SONRA OKUNACAK DUA.........................

YEMEK SAHİBİNE YAPILACAK DUA........................................

YENİ BİR ŞEY GİYİNCE OKUNACAK DUA.................................

ARKADAŞININ ÜZERİNDE YENİ BİR ELBİSE GÖ­RÜNCE OKUNACAK DUA

MECLİSTEN KALKINCA OKUNACAK DUA................................

HOROZ ÖTÜŞÜNÜ, EŞEK ANIRMASINI VE KÖPEK
HAVLAMASINI İŞİTİNCE OKUNACAK DUA..............................

RÜZGAR ŞİDDETLE ESİNCE OKUNACAK DUA..........................

GÖK GÜRÜLTÜSÜ İŞİTİNCE OKUNACAK DUA..........................

YAĞMURU GÖRÜNCE OKUNACAK DUA..................................

HİLALİ GÖRÜNCE OKUNACAK DUA .......................................

AYA BAKINCA OKUNACAK DUA ............................................

AYNAYA BAKINCA OKUNACAK DUA .....................................

HAPŞIRINCA OKUNACAK DUA VE AKSIRANA NE
SÖYLENECEĞİ......................................................................

HAPŞIRIP DA ALLAH’A HAMDETMEYENE “ALLAH SANA MERHAMET ETSİN” DENMEYECEĞİ    

HAPŞIRANA KAÇ DEFA YERHAMÜKALLAH
DENİ­LECEĞİ.........................................................................

ALLAH HAPŞIRMAYI SEVER, ESNEMEYİ SEVMEZ...................

KİTAP EHLİNDEN HAPŞIRANLARA NE DENİLECEĞİ................

SEVİNDİRİCİ BİR ŞEYLE MÜJDELENDİĞİNDE
OKUNACAK DUA...................................................................

KENDİ NEFSİNDE, MALINDA VEYA KARDEŞİNDE HOŞUNA GİDEN BİR ŞEY GÖRÜNCE OKUNACAK DUA                

KARDEŞİNİN GÜLDÜĞÜNÜ GÖRÜNCE ONA NE DİYECEĞİ

“SENİ SEVİYORUM” DİYEN BİR KARDEŞİNE NE DİYECECEĞİ

“ALLAH SENİ BAĞIŞLASIN” DİYEN BİR KARDE­ŞİNE NE DİYECİĞİN          

KENDİSİNE İYİLİK YAPILANIN NE DİYECEĞİ ..........................

BORCUNU FAZLASIYLA ÖDEYEN KARDEŞİNE NE DİYECEĞİ ....

KURBAN KESERKEN OKUNACAK DUA ...................................

BİR CARİYE, KÖLE VEYA HAYVAN SATIN ALINCA OKUNACAK DUA        

İLK ÜRÜNÜ GÖRÜNCE OKUNACAK DUA ................................

BELAYA UĞRAMIŞ BİRİNİ GÖRÜNCE OKUNACAK DUA ............

BAŞINA SEVDİĞİ VEYA SEVMEDİĞİ BİR ŞEY GE­LİNCE OKUNACAK DUA

BORÇ ÖDEMEDE ACİZ KALINCA OKUNACAK DUA ..................

VESVESEYE KAPILINCA OKUNACAK DUA ..............................

ÖFKELENDİĞİNDE OKUNACAK DUA ......................................

LÂT VE UZZA ADINA YEMİN EDENE NE DENİLE­CEĞİ .............

EVLİLİK VE NİKAHLA İLGİLİ DUALAR.....................................

NİKAH DUASI.......................................................................

EVLENEN KİMSEYE NE DENİLECEĞİ......................................

EŞİNİN YANINA GİRİNCE OKUNACAK DUA ............................

CİNSEL İLİŞKİDE BULUNMAK İSTEYİNCE OKUNA­CAK DUA .....

YENİ DOĞAN ÇOCUK İÇİN DUA ETMEK..................................  

HZ. PEYGAMBERE (S.A.V.) SALAVAT GETİRMENİN FAZİLETİ..

HASTALIK VE ÖLÜMLE İLGİLİ DUALAR...................................

HASTANIN KENDİ İÇİN YAPACAĞI DUALAR...........................

HASTAYA DUA ETMEK..........................................................

KENDİSİNE BİR YARA VEYA ÇIBAN İSABET EDENE OKUNACA K DUA      

YILAN VE AKREP GİBİ HAYVANLARIN SOKTUĞU KİMSEYE OKUNACAK DUA       

YANIKLARA OKUNACAK DUA ...............................................

ÖLMEK ÜZERE OLANIN OKUYACAĞI DUA...............................

ÖLÜNÜN GÖZLERİNİ KAPATIRKEN OKUNACAK DUA...............

BİR ÖLÜSÜ OLANIN NE DEYİCEĞİ..........................................

TAZİYEDE NE DİYECEĞİ........................................................

CENAZE NAMAZINDA OKUNACAK DUA.................................

ÖLÜYÜ DEFNETTİKTEN SONRA OKUNACAK DUA ..................

ÖLÜYÜ KABRE KOYARKEN OKUNACAK DUA...........................

KABİRLERİ ZİYARET EDİNCE OKUNACAK DUA .......................

TAHARET, NAMAZ, EZAN VE MESCİTLERLE İLGİLİ DUALAR...

TUVALETE GİRERKEN VE ÇIKARKEN OKUNACAK DUA ...........

ABDEST ALIRKEN VE ABDESTTEN SONRA
OKU­NACAK DUALAR.............................................................

MESCİDE GİDERKEN, İÇERİ GİRERKEN VE ÇIKAR­KEN
OKUNACAK DUA...................................................................

MESCİTTE KAYBOLAN EŞYASINI ARAYAN VEYA ALIM SATIM YAPAN KİMSEYE NE DENİLECEĞİ               

EZANI İŞİTİNCE OKUNACAK DUA ..........................................

NAMAZA BAŞLAYINCA OKUNACAK DUA................................

GECE NAMAZINA HANGİ DUA İLE BAŞLANACAĞI..................

TİLAVET SECDESİNDE OKUNACAK DUA ................................

RÜKUDAN KALKINCA VE DOĞRULUNCA OKUNA­CAK
DUALAR...............................................................................

İKİ SECDE ARASINDA OKUNACAK DUA..................................

TAHİYYAT DUALARI.............................................................

NAMAZ KILANIN ÇEŞİTLİ TAHİYYAT DUALARI KARŞISINDAKİ TAVRI     

HZ. PEYGAMBERE SALAVAT GETİRME ŞEKİLLERİ...................

SON TEŞEHHÜTTEN SONRA OKUNACAK DUALAR..................

SELAMDAN SONRA OKUNACAK DUA VE ZİKİRLER..................

VİTİR NAMAZINDA OKUNACAK SURELER..............................

KUNUT DUASI......................................................................

KADİR GECESİNDE OKUNACAK DUA .....................................

ORUÇLA İLGİLİ DUALAR........................................................

İFTARINI AÇINCA OKUNACAK DUA .......................................

BİR TOPLULUĞUN YANINDA İFTAR EDİNCE OKU­NACAK
DUA ....................................................................................

ORUÇLU İKEN YEMEK GETİRİLİNCE OKUNACAK DUA.............

HAC VE UMRE İLE İLGİLİ DUALAR..........................................

TELBİYE DUASI.....................................................................

TAVAFTA OKUNACAK DUA...................................................

SAFA VE MERVE’DE OKUNACAK DUALAR..............................

ARAFAT’A YÜRÜKEN OKUNACAK DUA ..................................

ARAFAT’TA OKUNACAK DUA ................................................

MEŞ’AR-I HARAMDA OKUNACAK DUA...................................

ŞEYTAN TAŞLAYINCAYA KADAR VE TAŞLARKEN OKUNACAK DUA        

KABE’NİN İÇİNDE OKUNACAK DUA.......................................

ZEMZEM SUYUNU İÇERKEN OKUNACAK DUA.........................

HAC VEYA UMREDEN DÖNÜNCE OKUNACAK DUA.................

CİHADLA İLGİLİ DUALAR.......................................................

ŞEHİT OLMAYI İSTEMEKLE İLGİLİ RİVAYETLER......................

SAVAŞACAK OLANA EMİRİN NE DİYECEĞİ.............................

ORDUYU UĞURLARKEN NE DİYECEĞİ....................................

SAVAŞANA VEYA SAVAŞA YARDIM ETMEK İÇİN ÇALIŞANA
NASIL DUA EDİLECEĞİ..........................................................

DÜŞMANLA KARŞILAŞMAK İSTEYİNCE OKUNA­CAK DUA.........

DÜŞMANI GÖRÜNCE OKUNACAK DUA...................................

SAVAŞ SIRASINDA OKUNACAK DUA......................................

BİR YARA ALINCA OKUNACAK DUA.......................................

DÜŞMANLAR YENİLGİYE UĞRAYINCA OKUNACAK DUA..........

SAVAŞTAN DÖNÜNCE OKUNACAK DUA................................

SELAM VE MUSAFAHANIN FAZİLETİ.....................................

KABE’NİN İÇİNDE OKUNACAK DUA.......................................

ZEMZEM SUYUNU İÇERKEN OKUNACAK DUA.........................

HAC VEYA UMREDEN DÖNÜNCE OKUNACAK DUA.................

CİHADLA İLGİLİ DUALAR.......................................................

ŞEHİT OLMAYI İSTEMEKLE İLGİLİ RİVAYETLER......................

SAVAŞACAK OLANA EMİRİN NE DİYECEĞİ.............................

ORDUYU UĞURLARKEN NE DİYECEĞİ....................................

SAVAŞANA VEYA SAVAŞA YARDIM ETMEK İÇİN ÇALIŞANA
NASIL DUA EDİLECEĞİ..........................................................

DÜŞMANLA KARŞILAŞMAK İSTEYİNCE OKUNA­CAK DUA.........

DÜŞMANI GÖRÜNCE OKUNACAK DUA...................................

SAVAŞ SIRASINDA OKUNACAK DUA......................................

BİR YARA ALINCA OKUNACAK DUA.......................................

DÜŞMANLAR YENİLGİYE UĞRAYINCA OKUNACAK DUA..........

SAVAŞTAN DÖNÜNCE OKUNACAK DUA................................

SELAM VE MUSAFAHANIN FAZİLETİ.....................................

SEBEP VE OLAYLARA BAĞLI DUALAR....................................

İSTİHARE DUASI...................................................................

SIKINTI VE ÜZÜNTÜ HALİNDE OKUNACAK DUA­LAR...............

BAŞINA BİR BELA VEYA KÖTÜ DURUMUN GEL­MESİNDEN
ENDİŞE EDİNCE OKUNACAK DUA .........................................

ŞEYTAN VEYA BAŞKA BİR ŞEYDEN KORKUNCA OKUNACAK DUA             

BAŞINA BİR MUSİBET GELDİĞİNDE OKUNACAK DUA..............

BİR İŞİN ÜSTESİNDEN GELEMEYİNCE (BİR İŞE YENİK
DÜŞÜNCE) OKUNACAK DUA..................................................

BİR İŞ KENDİSİNE ZOR GELİNCE OKUNACAK DUA...................

HERHANGİ BİR SEBEBE VE ZAMANA BAĞLI OL­MAYAN
DUALAR...............................................................................

KUR'AN-I KERİM’DEN BAZI DUALAR.......................................

HZ. PEYGAMBERİN SIĞINMA DUALARI

İSTİĞFAR...........................................................................

İSTİĞFARLA İLGİLİ BAZI AYETLER..........................................

İSTİĞFARLA İLGİLİ BAZI HADİSLER........................................



 

 

 

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِمِ

 

Hamd, yalnız Allah’a aittir. O’na hamdeder, O’ndan yar­dım ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizin sonuçlarından Allah’a sığınırız. Allah kime doğru yolu gösterirse, artık onu saptıracak yoktur; kimi de saptırırsa, ona doğru yolu gösterecek yoktur. Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur; O, tektir ve ortağı yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed (s.a.v.) O’nun kulu ve resulü­dür.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin”.[1]

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayet­sizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyi­cidir”.[2]

Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyle­yin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahla­rınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur”.[3]

Müslüman kardeşim!

Şunu kesinlikle bil ki, sana mutluluk ve huzur verecek, senin sıkıntı, dert ve üzüntünü giderecek sebeplerin en bü­yüğü, Yüce Allah’ı anmak ve O’na dua edip yalvarmaktır.

Sevgili kardeşim!

Elindeki bu kitapta, dua ve zikrin faziletini ve bunların adabını anlattım. Sonra da Hz. Peygamberden sahih olarak rivayeti sabit olan bazı güzel dua ve zikirler zikrettim; bunların pek değerli bazı yararlarına işaret ettim.

Allah’tan, yazarı ve okuyucuyu bunlardan yararlandırma­sını dilerim.

Dualarımızın sonu, alemlerin Rabbi olan Allah’a ham­dolsun.

 


 

 

 

 


ALLAH’I ANMANIN (ZİKRİN) FAZİLETİ

 

 

İbn Kayyım der ki: Zikir, Allah’a dost olmanın belgesidir. Bu belge kendisine verilen, O’na ulaşır; verilmeyen ise O’ndan uzaklaştırılır, mahrum bırakılır. Zikir, mümin kalple­rin azığıdır. Müminler ne zaman zikirden ayrılır uzaklaşırsa, bedenleri kalplerin kabristanına dönüşür. Zikir, müminlerin ülkelerini imar edip bayındır hale getirir. Müminler ne zaman zikri ihmal ederse, yaşadıkları ülkeler harabeye dönüşür. Zikir, müminlerin yol kesicilerle savaştıkları sağlam silahtır; yolun sıcak alevini söndürdükleri sudur; hastalıklarının ilacı­dır. Onu terk ettikleri an, kalp hastalıkları tekrar nükseder. Zikir, amaca ulaştıran sebeptir; müminlerle gaybı çok iyi bilen yüce yaratıcı arasındaki bağ ve ilişkidir.

Şair der ki:

Hastalandığımızda, Sen’in zikrinle tedavi oluruz

Ama bazen zikri terk edince, yine hastalanırız.

Müminler, başlarına gelen afetleri zikirle savar ve sıkıntı­larını onunla giderirler. Musibetlerin ağırlığı zikirle hafifler. Belalar üzerlerine gelince, hemen ona sığınırlar; felaketlere uğrayınca, onunla korunurlar. Zikir onlar için içinde ser­bestçe dolaştıkları cennet bahçesidir; yaptıkları ticaret so­nucu elde ettikleri mutluluğun ana sermayesidir. Zikir, üzüntülü kalbi sevindirip mutlu eder; zikredeni zikredilene kavuşturur. Hatta zikredeni zikredilen haline getirir.

 

ZİKİR, DİL VE KALBİN İBADETİDİR

Her organımızın belirli bir ibadeti vardır. Zikir de her ha­lükarda dil ve kalbin ibadetidir. Bu yüzden ayakta, otururken ve yatarken zikretmek ibadettir. Cennet, düz ve verimli bir arazi, zikir de onun tohumu olduğu gibi, harap olmuş kalp­leri imar edip hayat veren de yine zikirdir.

Zikir, kalplerin cilası ve temizleyicisidir; hasta kalplerin ilacıdır. Zikreden, zikre dalıp kendinden geçtikçe, zikredilene olan sevgisi, O’nunla buluşma ve O’nu özleme iştiyakı daha da artar. Zikir dili geçip tamamen kalbe yerleşince, zikreden her şeyi unutur; Allah onun her şeyini korur. Bu onun için her şeye bedeldir. Çünkü bu halle kulaklardaki ağırlık gider; dillerdeki düğüm çözülür; gözlerdeki karanlık perde açılır. Allah, görenlerin gözlerini ışıkla süslediği gibi zikredenlerin dilini de zikirle süslemiştir. Bu yüzden zikirden gafil olan dil, görmeyen göz, işitmeyen kulak ve tutmayan (felçli) el gibidir. Zikir, kul ile Allah arasındaki en büyük açık kapıdır. Kul onu gaflet ile kapatmadıkça kapı açık kalacaktır.

Hasan-ı Basri der ki: Huzuru üç şeyde arayınız: Na­mazda, zikirde ve Kur’an okumada. Eğer bulduysanız ne âlâ… Aksi halde bilin ki, kapı kapalıdır.

Şeytan gaflet ehlini unutkanlıkla (zikirsizlikle) mağlup et­tiği gibi kul da şeytanı zikirle ancak mağlup eder.

Seleften bazı kimseler şöyle söylemişlerdir: Zikir bir kim­senin kalbine tamamen yerleşince, şeytan kendisine yaklaş­tığında sara’ya tutulur. Gafil insanın, şeytanın yanaşmasıyla sara’ya tutulduğu gibi. Şeytan sara’ya tutulunca, öteki şey­tanlar başına toplanır ve: “Buna ne oldu?” derler. Onlara: “Onu, salih bir insan çarptı” denilir. Salih bir insandan mak­sat, o kişinin yaptığı salih amellerdir. Amellerde ihlas ve zikir olmayınca, içinde ruh olmayan beden gibi olurlar.

 

KUR’AN’DA ZİKİR

Zikir, Kur’an’da on şekilde geçer:

Bir: Allah’ın, mutlak ya da mukayyet manada zikri em­retmesi.

İki: Allah’ın, zikrin zıddı olan gaflet ve unutmayı yasak­laması.

Üç: Allah’ın, kurtuluşu çokça zikretmeye ve ona devam etmeye bağlaması.

Dört: Allah’ın, zikredenleri övmesi ve onlar için hazırla­dığı cennet ve mağfiret gibi nimetleri haber vermesi.

Beş: Allah’ın, başkasına ilgi göstererek zikirden yüz çevi­renlerin hüsranda olduklarını haber vermesi.

Altı: Allah’ın, zikredenleri zikretmeyi onların kendisini zik­retmesine bağlaması.

Yedi: Allah’ın, zikrin her şeyden büyük olduğunu haber vermesi.

Sekiz: Allah’ın, zikri salih amellerin başlangıcı yaptığı gibi bu amellerin sonu da yapması.

Dokuz: Allah’ın, zikir ehlinin, nimetlerinden daha fazla yararlanan ve başkalarından daha çok akıl sahibi olduğunu haber vermesi.

On: Allah’ın, zikri bütün salih amellerle birlikte zikretmesi ve onu bu amellerin özü ve ruhu yapması. Öyle ki, içinde zikir olmayan ameli ruhsuz bedene benzetmiştir.

 

BUNLARIN AÇIKLAMASI

Şimdi bu on zikir türünün geçtiği bazı ayetleri belirtelim.

Bir: Allah’ın, mutlak ya da mukayyet manada zikri em­rettiği ayetlere şu örnekler verilebilir:

Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-ak­şam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir”.[4]

Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olma­yan bir sesle sabah akşam Rabbini an”.[5]

Bu ayette geçen ‘tazarruan ve hîfeten’ (yalvararak ve ür­pererek) sözcükleri hakkında iki görüş vardır.

Birincisi, bunlar ‘Gizliden, içinden ve kalbinden’ anla­mındadır.

İkincisi ise, ‘Kendin duyabileceğin kadar dilinle zikret’ anlamındadır.


İki: Allah’ın, zikrin zıddı olan gaflet ve unutmayı yasakla­dığı ayetlere şu örnek verilebilir:

Gafillerden olma”.[6]

Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendile­rini unutturduğu kimseler gibi olmayın”.[7]

Üç: Allah’ın, kurtuluşu çokça zikretmeye bağladığı ayet­lere şu örnek verilebilir:

Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz”.[8]

Dört: Allah’ın, zikredenleri övdüğü ve onlar için hazırla­dığı cennet ve mağfiret gibi nimetleri haber verdiği ayetlere şu örnek verilebilir:

…Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır”.[9]

Beş: Allah’ın, başkasına ilgi göstererek zikirden yüz çevi­renlerin hüsranda olduğunu haber verdiği ayetlere şu örnek verilebilir:

Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır”.[10]

Altı: Allah’ın, zikredenleri zikretmeyi onların kendisini zik­retmesine bağladığı ayetlere şu örnek verilebilir:

Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!”.[11]

Yedi: Allah’ın, zikrin her şeyden büyük olduğunu haber verdiği ayetlere şu örnek verilebilir:

(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür”.[12]

Bu ayet hakkında dört görüş vardır:

1- Allah’ı zikretmek her şeyden daha büyüktür. Bu yüz­den ibadetlerin en üstünü zikirdir. Çünkü bütün ibadetlerde amaç, Allah’ı zikretmektir. Dolayısıyla zikir, ibadet ve taatların özü ve ruhudur.

2- Bu ayetin anlamı şudur: Siz O’nu zikrettiğinizde, O da sizi zikreder. O’nun sizi zikretmesi, sizin O’nu zikretmenizden daha büyüktür.

3- Bu ayet şu anlamdadır: Allah’ı zikretmek, hayasızlık ve kötülüğün onunla birlikte kalmasından daha yüce ve bü­yüktür. Yani Allah’ı zikir eksiksiz ve tamam olunca, bütün hata ve günahları silip yok eder.

Müfessirler, bu ayet hakkında bu görüşleri zikretmişler­dir. Ancak ben (İbn Kayyım), dördüncü görüş olarak Şeyhü­lislam İbn Teymiyye’nin bu ayet hakkında şöyle söylediğini işittim: Bu ayet, namazda iki büyük yararın bulunduğunu haber vermektedir. Birincisi, namazın, hayasızlık ve kötülük­ten alıkoyduğudur. İkincisi, namazın, Allah’ı zikretmeyi kap­sadığı ve bunu içerdiğidir. Namazın Allah’ı zikri içermesi, hayasızlık ve kötülükten alıkoymasından daha büyüktür.

Sekiz: Allah’ın, zikri salih amellerin başlangıcı yaptığı gibi bu amellerin sonu yaptığı ayetlere şu örnek verilebilir:

Allah oruç ibadetini: “…Bütün bunlar, sayıyı tamamla­manız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir[13] ifadesiyle; Hac ibadetini: “Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın[14] ifadesiyle; na­maz ibadetini: “Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı anın[15] ifadesiyle; Cuma ibadetini de: “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz[16] ifadesiyle bitirmektedir.

Sonra zikir, dünya hayatının son sözüdür. Bir insanın son sözü ‘Lâ ilâhe illallâh’ olunca, Allah onu cennete girdire­cektir.

Dokuz: Allah’ın, zikir ehlinin, nimetlerinden daha fazla yararlanan ve başkalarından daha çok akıl sahibi olduğunu haber verdiği ayetlere şu örnek verilebilir:

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar…”.[17]

On: Allah’ın, zikri bütün salih amellerle birlikte zikrettiği ve onu bu amellerin özü ve ruhu yaptığı ayetlere şu örnek verilebilir:

Allah, namazı zikirle birlikte şöyle zikretmiştir: “…Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl”.[18]

Allah, zikri oruç, hac ve öteki ibadetlerle birlikte de zik­retmiştir. Hatta onun haccın ruhu, özü ve temel amacı oldu­ğunu bildirmiştir.

Allah, zikri cihadla birlikte de zikretmiştir. O, dostlarla karşılaşırken ve düşmanla savaşırken kendisini zikretmeyi şöyle emretmiştir: “Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki ba­şarıya erişesiniz”.[19]

Şeyhülislam İbn Teymiyye’nin –Allah ruhunu yüceltsin- şöyle söylediğini işittim: Böyle durumlarda, sevenler sevdik­lerini zikretmekten (hatırlamaktan) gurur duyarlar. Nitekim ünlü şair Antere der ki:

Seni hatırladım, mızraklar sanki

Kapkara bitkiyle boyanmış kuyu ipi gibiydi.

Başka bir şair ise şöyle der:

Seni hatırladım, mızraklar peş peşe bana doğru gelirken

Kanımdan Hint yumurtası gibi damlalar damlıyordu.  

Arap şiirinde sıkça kullanılan bu tür anmalar, şiddetli sevgiye delalet eder. Çünkü sevenin, sevdiğini, kendi canın­dan başka bir şeyi düşünmediği böyle hallerde zikretmesi onu kendi canı gibi hatta daha değerli gördüğünü gösterir. Bu da ona olan sevgisinin içtenlik ve doğruluğuna delalet eder.

 

YARIŞMAYI, ZİKİR EHLİ KAZANIR

Yarışmayı, zikir ehli olanlar kazanır. Nitekim Müslim’in Sahih’inde Ebû Hüreyre şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke yolunda yürüyordu. Cümdân[20] denilen bir dağın yanından geçince: “Yürüyün, işte Cümdân; müferridler öne geçti” dedi. “Müferridler kimdir? Ey Allah’ın resulü!” dediler. “Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar” bu­yurdu.

Hadiste geçen müferridler, ya muvahhidler (tevhid ehli olanlar) ya da tek ve birinci olanlar anlamındadır.[21]

* İmam Ahmed’in Müsned’inde, Ebü’d-Derdâ’dan riva­yet edilen bir hadiste Allah resulü (s.a.v.) sahabelerine: “Size, en hayırlı amelinizi haber vereyim mi? O amel, melikinizin katında en temiz, derecenizi en çok yükselten, sizin için altın ve gümüş infak etmekten daha hayırlı, düşmanınızla karşıla­şıp boyunlarını vurmanız ve onların boyunlarınızı vurmaların­dan daha üstündür” buyurdu. “Nedir o? Ey Allah’ın resulü!” dediler. “Yüce Allah’ı zikretmektir” buyurdu.[22]

* Şu’be, Ebû İshak’tan rivayet ediyor. el-Eğarr’ın şöyle söylediğini işittim: Şahitlik ederim ki, Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd, Allah resulünün şöyle söylediğine şahitlik ettiler: Bir topluluk Allah'ı zikretmek için oturunca, melekler mutlaka onların etrafını sarar ve Allah'ın rahmeti onları bürür; üzerle­rine sekine iner ve Allah onları yanındakilere (büyük melek­lere) anar.[23]

 

ZİKRİN BAZI ÜSTÜNLÜKLERİ

Zikrin üstünlüğü için, Allah’ın meleklere zikir ehli ile övünmesi yeterlidir. Sahih-i Müslim’deki bir hadiste Muaviye şöyle anlatır: Bir defasında Allah resulü (s.a.v.) halka şeklinde oturmuş bir grup ashabının yanına gelerek: “Sizi burada oturtan nedir?” diye sordu. Onlar da: “Allah’ı zikretmek ve bize İslam’ı göstererek lütufta bulunmasına karşılık O’na hamdetmek için oturduk” dediler. Allah resulü: “Allah adına, sadece bu mu sizi oturttu?” dedi. “Evet, bizi sadece bu oturttu” dediler. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ben size bir suçlamada bulunmak için yemin et­tirmedim. Ancak Cebrail yanıma geldi ve bana, Allah’ın me­leklere karşı sizinle övündüğünü haber verdi”.[24]

Bir bedevi Hz. Peygambere: “Hangi amel daha üstün­dür?” diye sordu. Allah resulü (s.a.v.) de: “Dünyadan ayrılır­ken, dilinin Allah’ın zikriyle ıslak bulunmasıdır” buyurdu.[25]

Bir defasında bir adam Hz. Peygambere (s.a.v.): “İs­lam’ın emirleri bana çok (ağır) gelmeye başladı. Bana, ken­disine sıkıca tutunacağım bir iş emret” dedi. Allah resulü (s.a.v.) de: “Dilin, Allah’ın zikriyle daima ıslak olsun” bu­yurdu.[26]

Hz. Peygamber (s.a.v.), isra gecesi babası Hz. İbrahim’in kendisine şöyle söylediğini rivayet ediyor: Benden ümmetine selam söyle ve onlara, cennet toprağının temiz, suyunun tatlı olduğunu; onun geniş, düz ve boş arazi olduğunu, tohumu­nun ise sübhanallah velhamdülillah ve lâ ilâhe illallah vallahu ekber olduğunu haber ver.[27]

Buhâri ve Müslim’de, Ebû Musa’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Allah resulü şöyle buyurmuştur: Rabbini zikre­den ile O’nu zikretmeyen, ölü ile diriye benzer.[28]

Müslim’in rivayeti şöyledir: İçinde Allah’ın zikredildiği ev ile içinde Allah’ın zikredilmediği evin misali, ölü ile dirinin misaline benzer.[29]

Bu hadiste Allah resulü (s.a.v.), Allah’ı zikredenin evini içinde diri insanların yaşadığı eve benzetmekte; Allah’ın zik­rinden gafil olanın evini ise, içinde ölülerin bulunduğu eve (kabre) benzetmektedir.

Birinci hadiste ise Allah resulü (s.a.v.), Allah’ı zikredeni diriye; Allah’ı zikirden gafil olanı ise ölüye benzetmektedir. Buna göre her iki hadisin lafzı şu anlamı içermektedir: zikre­den kalp, içinde dirilerin yaşadığı evdeki diriye benzer; gafil kalp ise, içinde ölülerin bulunduğu evdeki ölüye benzer.

Hiç şüphesiz gafillerin bedenleri, kalplerinin kabristanı­dır. Kalpleri burada kabristandaki ölüler gibidir. Şair der ki:

Allah’ı zikretmeyi unutmak, kalplerin ölümüdür

Böylelerin bedenleri, kabirden önce kabre dönüşür.

Ruhları, bedenlerinden ayrı bir yalnızlık içindedir

Tekrar dirilinceye kadar onlara diriliş yoktur.

Yine şair der ki:

Allah’ı zikretmeyi unutmak, kalplerin ölümüdür

Bedenleri, harabeye dönmüş kabirler gibidir.

Ruhları, sevgilisinden ayrılmış bir yalnızlık içindedir

Ama kötülerin yanında, onlarla pek neşelidir.

 

HZ. PEYGAMBERİN ZİKRE TEŞVİKİ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Benim sübhânallah velhamdulillah ve lailaheillallah vellahuekber demem, bana güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha sevimlidir”.[30]

* Enes b. Malik (r.a.) rivayet ediyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sabah namazından güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikreden bir toplulukla oturmam, benim için Hz. İsmail’in oğullarından dört tanesini özgürlüğüne kavuştur­maktan daha sevimlidir. İkindi namazından güneş batıncaya kadar Allah’ı zikreden bir toplulukla oturmam, bana dört kişiyi azad etmekten daha sevimlidir”.[31]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yüce Allah şöyle buyuruyor: Ben, kulumun benim hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla be­raberim. O, beni kendi içinden anarsa ben de onu kendi içimden anarım. O, beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı başka bir topluluk içinde anarım. Eğer o, bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir arşın yaklaşı­rım. Eğer o, bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yak­laşırım. Eğer o bana yürüyerek gelirse ben de ona koşarak gelirim”.[32]

Bu kudsi hadiste geçen “Ben, kulumun benim hakkım­daki zannı gibiyim” ifadesi, “Ben, kulumun benim hakkımda zannettiğini yapmaya kadirim; yapabileceğimi sandığı şeyi yaparım” anlamındadır. Kurtûbî, el-Müfhem’de der ki: “Ben, kulumun beni zannettiği gibiyim” ifadesinin şu anlamda ol­duğu söylenmiştir: Kul, dua ettiğinde duasının kabul edile­ceğini; tevbe ettiğinde tevbesinin geri çevrilmeyeceğini; ba­ğışlanma dilediğinde bağışlanacağını; şartlarını yerine getire­rek yaptığı her ibadetin sevabının mutlaka verileceğini ve Allah’ın vaadini mutlaka yerine getireceğini zanneder, buna inanır”. Bu anlamı, Hz. Peygamberin şu hadisi de destekle­mektedir: “Size icabet edileceğine inanarak Allah’a dua edin”. Günah işlemeye devam ettiği halde bağışlanacağını zannetmek, cehalet ve aldanmadan başka bir şey değildir. Bu tür düşünce, kişiyi Mürcie mezhebine götürür.[33]

el-Hattabî de der ki: Allah, ameli güzel olanların zannını güzel yapar. Hadis sanki şöyle söylüyor: Siz amellerinizi güzel yapın; hatalarınız af olunur. Zira Allah pek cömert ve engin kerem sahibidir”.[34]

İbn Battal ise şöyle söyler: Yüce Allah bu hadiste, kulun kendisine kendisinin de kuluna yaklaştığını haber veriyor. Hatta yürüyerek ve koşarak gelmekten söz ediyor. Tüm bu tanımlamalar, gerçek ve mecazi anlam içerir. Bunlara gerçek anlam verildiğinde, bu, mesafe kat etmeyi ve bedenlerin yakınlaşmasını gerektirir. Oysa bu, Yüce Allah hakkında im­kansızdır. Bu ifadelere gerçek anlamı vermek imkansız olunca, onlara mecazi anlamı vermek zorunlu hale gelir. Arap dilinde meşhur olan geçerli kural budur. Buna göre kulun karış ve arşın ile Allah’a yaklaşması, O’na gelmesi ve yürümesi demek, Allah’a itaat ederek, farz ve nafile ibadetleri yaparak Allah’a yaklaşmak demektir. Allah’ın kuluna yaklaş­ması ve gelmesi ise, Allah’ın bu kulu kendisine itaat üzerinde sabit kılması ve onu merhametine yaklaştırması demektir. “Ben de ona koşarak gelirim” ifadesi, “Sevap ve mükafatım ona çabuk gelir” anlamındadır.[35]

İmam Nevevî, Müslim şerhinde bu hadisi açıklarken der ki: Bu hadis, Allah’ın sıfatlarıyla ilgili bir hadistir. Dolayısıyla hadisin, zahiri anlamı kastetmiş olması imkansızdır. Hadisin anlamı şudur: Kim bana itaat ederek yaklaşırsa, ben de rahmetimle, başarılı kılmakla ve yardım etmekle o kimseye yaklaşırım. O, ibadeti artırdıkça ben de rahmet ve yardımımı artırırım. Eğer bana yürüyerek gelir ve bana itaatte çabuk davranırsa, ben de ona koşarak gelir; rahmetimi onun üze­rine yağdırır ve onu geçerim. Onu, amacına ulaşmada daha fazla yürümeye muhtaç bırakmam. Yani bu hadiste temel amaç, yaklaşma derecesine göre Allah’ın sevabının yapılan ibadetten kat kat fazla olacağını anlatmaktır.

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Yüce Allah diyor ki: Ey Ademoğlu! Sen beni yalnız başına kendi içinde zikrettiğinde, ben de seni kendi içimde zikrederim. Beni bir topluluk içinde andığında, ben de seni, beni içinde andığın toplumdan daha hayırlı bir toplum içinde anarım”.[36]

* Haris el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle anlattı: Yüce Allah, Hz. Zekeriya’nın oğlu Hz. Yahya’ya beş söz vahyederek bunlarla amel etmesini ve İsrail oğullarına da bunlarla amel etmelerini emretmesini söyledi. Fakat o, bu konuda sanki ağır davranınca, Hz. İsa yanına gelerek ona şöyle dedi: “Allah, amel etmen ve İsrailoğullarına da amel etmelerini emretmen için sana beş söz emretti. Bu sözleri ya sen onlara haber ver ya da ben onlara haber vereyim”.

Hz. Yahya (a.s.): “Kardeşim! Sen yapma. Eğer benden önce sen haber verirsen, Allah’ın beni yere batırmasından ya da azaba uğratmasından korkarım” dedi. Sonra İsrailoğullarını Beytülmakdis’te topladı. Mescid tamamen doldu; öyle ki mahfillere bile oturdular. Sonra onlara şöyle hitap etti: "Allah bana beş söz vahyetti; bana bunlarla amel etmeyi ve siz İsrailoğullarına da bunlarla amel etmeyi em­retmemi söyledi. Bu sözlerin birincisi, Allah'a hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah'a ortak koşanın misali şöyledir: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş karşılığı bir köle satın alır, onu kendi evinde oturtarak der ki: "Çalış ve kazan­dığını bana getir!". Bunun üzerine köle çalışmaya başlar, fakat kazancını efendisinden başkasına götürür. Hanginiz kölesinin böyle yapmasına razı olur? İşte Allah da sizi yarattı ve size rızık verdi; öyleyse O’na hiçbir şey ortak koşmayın. (Bu sözlerin ikincisi,) Allah size namazı emretti. Namaz kılar­ken (sağa sola) bakınmayın. Çünkü Allah yüzünü, namazda sağa sola bakmadıkça kulunun yüzüne çevirir. (Bu sözlerin üçüncüsü,) Allah size orucu emretti. Bunun misali şöyledir: Beraberinde bir çıkın içinde misk olan bir adam, bir toplulu­ğun yanına gelir. Gruptaki herkes onun o kokuyu koklamak ister. İşte oruçlunun (ağız) kokusu, Allah katında miskin ko­kusundan daha güzeldir. (Bu sözlerin dördüncüsü,) Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir alıp ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir. Adam: "Ben fidye karşılığı canımı sizden alabilir miyim?” der ve az çok demeden bütün malını vererek canını kurtarır. (Bu sözlerin beşincisi ise,) Allah size, kendisini çokça zikretmenizi emretti. Bunun misali de, düşmanı peşinden hızla gelen bir adama benzer. Bu adam sağlam bir kaleye gelip sığınarak kendisini düşmandan korur. İşte kul da böyledir; şeytandan ancak Allah’ı zikretmekle kurtulabilir.[37]

Şevkanî der ki: Bu hadis, sağlam kalenin kendisine sığı­nanı düşmandan koruduğu gibi zikrin de zikredeni şeytan­dan koruduğuna delalet ediyor. Dolayısıyla zikreden, şeyta­nın vesvesesinden, ona zarar vermesinden ve saptırmasın­dan güvendedir. Allah’ın rahmetinden kovulmuş şeytandan güvende olan ise, iki tehlikenin en büyüğünden korunmuş demektir. Bu iki tehlike, nefis ve şeytan tehlikeleridir.[38]

* Sevban (r.a.) anlatıyor. Altın ve gümüşü yığıp da on­ları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele![39] ayeti indiğinde, bizler Hz. Peygam­berle birlikte bir seferdeydik. Bu ayet inince, bazı sahabeler: “Bu, altın ve gümüş hakkında mı nazil oldu? Hangi malın hayırlı olduğunu bilseydik ondan edinirdik” de­diler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): “En hayırlısı, zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve kişinin imanına yardım eden mümin bir eş” buyurdu.[40]

 

HZ. PEYGAMBERİN (S.A.V.) ZİKİR
MECLİSLERİNE VE ALLAH’I ZİKRETMEK İÇİN
TOPLANMAYA TEŞVİKİ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Allah’ın, yollarda dolaşıp zikir ehlini arayan melek­leri vardır. Allah’ı zikreden bir topluluk bulduklarında, birbirle­rini "Aradığınıza gelin!" diye çağırırlar. Böylece onları dünya semasına kadar kanatlarıyla kuşatırlar.

Allah, o zikredenleri daha iyi bildiği halde meleklere so­rar:

"Kullarım ne diyorlar?".

Melekler: "Seni tesbih ediyor, sana tekbir okuyor, sana tahmid ediyor ve seni ta’zim ediyorlar" derler.

Yüce Allah: "Peki onlar beni gördüler mi?" diye sorar.

Melekler: "Hayır vallahi, seni görmediler ya Rab!" derler.

Allah: "Peki beni görselerdi ne yaparlardı?" der.

Allah meleklere şöyle sormaya devam eder:

“Onlar benden ne istiyorlar?”.

Melekler: "Senden cenneti istiyorlar" derler.

Allah: "Peki cenneti gördüler mi?" der.

Melekler: "Hayır vallahi, onu görmediler ya Rab!" derler.

Allah: “Ya onu görselerdi ne yaparlardı?" der.

Melekler: "Eğer görselerdi, ona daha düşkün olur, onu daha çok ister ve ona daha fazla rağbet gösterirlerdi" derler.

Allah sormaya devam eder: "Onlar, hangi şeyden bana sığınıyorlar?” der.

Melekler: “Cehennemden sana sığınıyorlar” derler.

Allah: "Peki onu gördüler mi?" der.

Melekler: "Hayır vallahi, onu görmediler" derler.

Allah: "Ya görselerdi ne yaparlardı?" der.

Melekler: "Eğer onu görselerdi, ondan daha şiddetle ka­çar ve daha şiddetle korkarlardı" derler.

Sonra Yüce Allah: "Sizi şahit tutarım ki, onları affettim!" der.

Bunun üzerine meleklerden biri: "Bunların arasında, onlardan olmayan falanca bir kul da var. O, bir ihtiyacı için buraya gelmişti” der.

Allah Teâla şöyle buyurur: "Onlar öyle bir topluluk ki, onlarla oturan bedbaht olmaz”.[41]

* Sehl b. Hanzeliyye (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir topluluk Allah’ı zikretmek için bir meclise oturunca, onlara: “Kalkın! Allah sizi bağışladı ve kötülüklerinizi iyiliklere çevirdi” denilmedikçe oradan kalkıp gitmezler”.[42]

* Ebü’d-Derdâ (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.): “Allah kıyamet günü, yüzleri inci taneleri gibi parlayan ve insanların kendilerine gıpta ettiği bazı kimseler diriltecektir. Bunlar ne peygamberlerden ne de şehitlerdendir” buyurdu. Bunun üzerine bir bedevi dizleri üzerine çökerek: “Ey Allah’ın resulü! Bize onların vasıflarını söyle ve onları bize tanıt” dedi. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onlar, farklı kabilelerden ve değişik ülkelerden birbirlerini sadece Allah için seven ve Al­lah’ı zikretmek için toplanıp O’nu zikreden kimselerdir”.[43]

 

 


 

 

 

 


DUANIN FAZİLETİ VE HİKMETİ

 

 

Yüce Allah dua ile ilgili şöyle buyurmaktadır:

Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşı­lık veririm…”.[44]

Allah'tan lütfunu isteyin”.[45]

Ve şöyle niyaz et: Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver”.[46]

“…Ve ‘Rabbim, benim ilmimi artır’ de”.[47]

Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul ede­yim”.[48]

Hz. Peygamber (s.a.v.) ise duayla ilgili şunları söyle­mektedir:

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Yüce Allah her gece, gecenin son üçte biri kalınca dünya semasına iner ve der ki: “Bana dua eden yok mu? Duasını kabul edeyim; Benden bir şey isteyen yok mu? İste­ğini vereyim. Benden bağışlanma dileyen yok mu? Onu ba­ğışlayayım”.[49]

Hafız İbn Hacer bu hadisi açıklarken der ki: Bu hadis, dua ve istiğfar için gecenin son bölümünün daha faziletli olduğuna delalet etmektedir. “…ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler[50] ayeti de bunu kanıtlamakta; bu vakitte yapılan duanın kabul edileceğine işaret etmektedir.

Yine Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Yüce Allah şöyle buyuruyor: Ben, kulumun benim hakkımdaki zannı gibiyim. O, bana dua ettikçe onunla beraberim…”.[51]

Başka bir hadiste “O, bana dua ettikçe” ifadesi, “O, beni zikrettikçe” şeklinde geçer.

* Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) Yüce Rabbinin şöyle buyurduğunu rivayet etti:

"Ey kullarım! Ben kendi nefsime zulmü haram kıldım, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zul­metmeyin.

Ey kullarım! Hidayet verdiklerim dışında hepiniz doğru yoldan sapmış kimselersiniz. Öyleyse benden hidayet isteyin, size hidayet edeyim!

Ey kullarım! Benim yedirdiklerim dışında hepiniz aç kim­selersiniz. Öyleyse benden yiyecek isteyin, sizi yedireyim!

Ey kullarım! Benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplak kimselersiniz. Öyleyse benden giysi isteyin, sizleri giydireyim!

Ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hata işliyorsunuz. Ben de bütün günahları affederim. Öyleyse benden bağış­lanma dileyin, sizleri bağışlayayım.

Ey kullarım! Siz bana zarar verme mevkiine ulaşamazsı­nız ki bana zarar veresiniz! Yine siz, bana fayda sağlama mertebesine ulaşamazsınız ki bana fayda sağlayasınız.

Ey kullarım! Şayet sizden öncekiler ve sonrakiler, insan­lar ve cinlerin hepsi, aranızdan en muttaki adamın kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümden hiçbir şey artırmazdı.

Ey kullarım! Şayet sizden öncekiler ve sonrakiler, insan­lar ve cinlerin hepsi, aranızdan en günahkar adamın kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümden hiçbir şey eksilt­mezdi.

Ey kullarım! Şayet sizden öncekiler ve sonrakiler, insan­lar ve cinlerin hepsi, düz bir arazide toplanıp benden talepte bulunsaydınız, ben de her insana istediğini verseydim, bu benim katımdakini, denize batırılan iğnenin ondan eksiltti­ğinden başkasını eksiltmezdi.

Ey kullarım! Bunlar sizin amelleriniz, onları sizin için sa­yıyorum. Sonra onların karşılığını size eksiksiz ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir hayır bulursa, Yüce Allah'a ham­det­sin. Kim de bundan başkasını bulursa, kendisinden başkasını kınamasın”.[52]

Ebû Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yüce Allah, gündüz günah işleyenin tevbe etmesi için gece elini açar. Gece günah işleyenin tevbe etmesi için de gündüz elini açar. Bu, güneş batıdan doğun­caya kadar devam eder”.[53]

* Numan b. Beşir (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Dua, o ibadettir” (Dua ibadetin kendisidir)[54] dedik­ten sonra şu ayeti okudu: Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyük­lük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir”.[55]

Şevkanî bu hadisi açıklarken der ki: “Dua, o ibadettir” sözü, müsnedünileyhi (özneyi) tanımlama bakımından sınır­lama gerektirir. Bu durumda ifade “Dua, sadece ibadettir” anlamına gelir. Müsnedi tanımlama ve münfasıl zamir bakı­mından ise, duanın, ibadetin en üstün, en yüce ve en faziletli türü olduğunu belirtir. Nitekim ayet-i kerime de duanın iba­det olduğunu ve yüce Allah’ın, kullarına kendisine dua et­melerini emrettiğini şöyle ifade etmektedir: “Bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar …”.[56] Bu ayet, duanın ibadet olduğunu, yüce Allah’a dua etmeyi terk etmenin büyük­lenme olduğunu ifade etmektedir. Bu büyüklenmeden daha çirkin bir davranış yoktur. Kul, kendisini yaratan, rızıklandıran ve yoktan var eden Rabbine dua etmekten nasıl büyüklenir? O ki, bütün varlıkların yaratıcısı, rızık vereni, yaşatanı, diril­teni, mükafatlandıranı ve cezalandıranıdır. Kuşkusuz O’na karşı büyüklenme, bir delilik ve nimetlere nankörlüğün bir parçasıdır.[57]

* Ebû Cüreyy el-Hüceymî (r.a.) anlatıyor. İnsanların, gö­rüş sorduğu ve söylediği görüşü mutlaka uyguladıkları bir adam gördüm.

“Bu kimdir?” diye sordum.

“Allah’ın elçisidir” dediler.

Ben iki defa: “Aleyke’s-selam ya resulallah (Sana selam olsun ey Allah'ın Resulü!)” dedim.

Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.): “Aleyke’s-selam” deme; çünkü ‘aleyke’s-selam’ ölülerin selamıdır” buyurdu.

Ben: “Sen Allah’ın resulü müsün?” diye sordum.

O: “Evet, ben Allah’ın resulüyüm. O Allah, sana bir zarar dokunduğunda O’na dua edersen, o zararı giderir. Kıtlık bir yılda O’na dua ettiğinde, ekinini yeşertir. Issız bir yerde ya da çölde bulunurken bineğini kaybedince O’na dua ettiğinde, bineğini sana iade eder” buyurdu.[58]

* Selman (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Hiç şüphe yok ki, sizin Rabbiniz çok kerimdir. Kulu, elini semaya kaldırıp dua edince onları boş çevirmekten haya eder”.

Tirmizî’nin lafzı: “Onları umutsuz bir halde geri gönder­mekten haya eder” şeklindedir.[59]

* Yine Selman (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Duadan başka hiçbir şey kazayı (Allah’ın kul hakkında verdiği kararı) geri çevirmez; iyilikten başka hiçbir şey de ömrü artırmaz”.[60]

Şevkani bu hadisi açıklarken der ki:

“Duadan başka hiçbir şey kazayı geri çevirmez” ifade­sinde, Allah’ın, kul hakkında verdiği kararı dua ile geri çevir­diğine delalet eden bir anlam vardır. Nitekim bu konuda pek çok hadis rivayet edilmiştir. Ayrıca şu ayet bunu teyit et­mektedir: Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır”.[61]

İyilikten başka hiçbir şey de ömrü artırmaz” ifadesinde ise, genel olarak iyi ve güzel bilinen fiil ve davranışların ömrü artırdığına delalet eden bir anlam vardır. Nitekim sahih bir hadiste, sıla-yı rahimin ömrü artırdığı belirtilmiştir. Ömürdeki bu artıştan maksat, gerçek artıştır. Bununla, ömürde bere­ketin kastedildiği de söylenmiştir. Ancak ilk görüş daha doğ­rudur. Çünkü aşağıdaki ayetler buna delalet etmektedir:

“…Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azal­tılması da mutlaka bir kitaptadır”.[62]

Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır…”.[63]

Sonuç olarak, dua da Allah’ın bir takdiridir. Allah kulu hakkında dua etmemesine bağlı sınırlı bir karar verebilir. Kul, dua ettiğinde bu kararı geri çevirir.[64]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah katında duadan daha değerli başka bir şey yoktur”.[65]

Şevkanî bu hadisi açıklarken der ki: Hz. Peygamberin “Allah katında duadan daha değerli başka bir şey yoktur” sözü şöyle açıklanmıştır: “Bu hadis, Yüce Allah’ın kuvvet ve kudretine, dua edenin de acizlik ve güçsüzlüğüne delalet etmektedir”. Fakat bu hadis hakkında şöyle denmesi daha evladır: Daha önce geçtiği üzere, dua ibadetin kendisi ol­duğu için, Allah katında bu bakımdan daha değerlidir. Çünkü Allah bize, insanları ve cinleri sadece kendisine ibadet etmeleri için yarattığını şöyle haber vermektedir: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”.[66]

et-Tîybî de der ki: Bu hadisle Yüce Allah’ın “…Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanı­nızdır…[67] ayeti arasında bir çelişki yoktur. Çünkü kendi alanında üstün olan her şey, değerli olarak nitelenir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bit­kiler) yetiştirdik”.[68] Ayette geçen ‘Behîc’ (gönül açan) söz­cüğü, kerîm (değerli ve üstün) anlamındadır.

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim Allah’tan istemezse, Allah ona gazap eder”.[69]

Başka bir rivayette Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur: “Kim Allah’a dua etmezse, Allah ona gazap eder”.

Şevkanî bu iki hadisi şöyle açıklar: Bu her iki hadis, ku­lun Rabbine dua etmesinin en önemli vaciplerden ve en bü­yük farzlardan olduğuna delalet etmektedir. Zira İslam bil­ginleri arasında, Allah’ın gazap ettiği bir şeyden sakınmanın vacip olduğu konusunda ihtilaf yoktur. Bunu Kur’an’ın emirleri de şöyle teyit etmektedir:

Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılana­rak cehenneme gireceklerdir”.[70]

Allah'tan lütfunu isteyin”.[71]

Daha önce de belirttiğimiz gibi, “…Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gire­ceklerdir[72] ayeti, kulun Rabbine dua etmemesinin büyük­lenme olduğuna delalet etmektedir. Dolayısıyla dua etme­mekten sakınmak, kuşkusuz vaciptir. Nitekim şu ayetler bu hükmü teyit etmektedir:

(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yer­yüzünün hakimleri kılan mı?”.[73]

Buradaki soru, Rabbine dua etmeyi terk edeni azarla­mak ve kınamak içindir.

Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşı­lık veririm…”.[74]

Allah’ın, bu ayette kullarına yakın olduğunu belirtmesi ve ardından duayı kabul edeceğini vaat etmesi, tüm mazeretleri ortadan kaldırmakta ve bütün gerekçeleri yok etmektedir.[75]

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamberin (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: Yüce Allah diyor ki: Ey ademoğlu! Sen bana dua ettiğin ve (affımı) ümit ettiğin sürece, ben de senden sadır olan her şeyi affeder ve hiçbir şeye aldırmam. Ey ademoğlu! Senin günahların gökteki bulutlar kadar olsa, sonra benden bağışlanma dilesen, Ben seni yine affeder ve hiçbir şeye aldırmam. Ey ademoğlu! Bana yeryüzü dolu­sunca hatayla gelsen, fakat bana hiç bir şirk koşmadan hu­zuruma gelmişsen, ben de sana yeryüzü dolusunca mağfi­retle gelirim”.[76]

* Ubâde b. Sâmit (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yeryüzünde hiçbir Müslüman yoktur ki, gü­nah veya akrabalık bağının kopmasını istemedikçe, Allah’a dua edip O’ndan bir istekte bulunsun da Allah onun isteğini vermesin ya da onun başından, benzer bir kötülüğü savma­sın”. Bunun üzerine orada bulunan bir adam: “Öyleyse Al­lah’tan çokça isteriz” deyince, Allah resulü (s.a.v.): “Allah daha çoktur” buyurdu.[77] 

Ebû Hüreyre’nin rivayeti şöyledir: Allah ya onun isteğini bu dünyada verir ya onun için ahirete saklar ya da yaptığı dua miktarınca onun günahlarından bağışlar.[78]

Ebû Saîd el-Hudrî’nin rivayeti ise şöyledir: Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir Müslüman, günah veya akrabalık bağının kopmasını istemedikçe Allah’a dua ettiğinde, Allah ona şu üç şeyden birini mutlaka verir: Ya onun duasını kabul edip isteğini verir, ya ona ahirete saklar ya da onun başın­dan, benzer bir kötülüğü savar”.[79]

Şevkanî der ki: Bu hadisler, bir Müslüman’ın yaptığı du­anın asla ihmal edilmediğine ve karşılıksız kalmadığına de­lalet etmektedir. Dua ile istenen şey, ya bu dünyada kendi­sine verilir ya da Allah’ın bir fazlı ve keremi olarak ahirette ona verilir.[80]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim, Allah’ın şiddet ve sıkıntı zamanlarında duasını kabul etmesini istiyorsa, refah ve bolluk zamanında çokça dua etsin”.[81]

Şevkanî der ki: “Refah ve bolluk zamanı”ndan maksat, sağlıklı, güvenli, korku ve endişelerin olmadığı, genişlik ve rahatlığın olduğu günlerdir.[82]

el-Halîmî de der ki: ‘Bollukta dua’dan maksat, hamd ve şükür duasıdır. Kişinin, sahip olduğu nimetleri Allah’ın ken­disine verdiğini itiraf etmesi, şükrünü eda etmesi, bu nimet­leri uygun yerlerde kullanmak için Allah’ın yardım, destek ve muvaffakiyetini istemesi, bu husustaki kusur ve günahlarının bağışlanmasını dilemesidir. Zira kul, ne kadar çabalarsa ça­balasın Allah’ın üzerindeki hakları ve nimetlerinin karşılığını tamamıyla ödeyemez. Bu dua ve bilinçten gafil olanın ahirette bir payı yoktur. Onun durumu, şu ayetlerde anlatı­lanların durumu gibidir:

Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O'na has kılarak (ihlâsla) Allah'a yalvarırlar. Fakat onları sâlimen karaya çıka­rınca, bir bakarsın ki, (Allah'a) ortak koşmaktadırlar”.[83]

İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur”.[84]

İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur”.[85]

İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider”.[86]

DUA ETME ADABI

Dua etmenin güzel adaplarından bazıları aşağıda zikre­dilmiştir. Duanın kabul olması bu adaplara uymaya bağlıdır. Bu adaplar aynı zamanda, dua ederken ve bir şey isterken Allah’a saygılı olmanın bir ifadesidir.

İnsan, duasının kabul olacağına inanarak Rabbine dua etmelidir.

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kabul olacağına inanarak Allah’a dua ediniz. Şunu iyi bilin ki, Allah, gafil ve dikkatsiz kalbin duasını kabul et­mez”.[87]

el-Mübarekfûrî der ki: ‘Kabul olacağına inanarak’ ifadesi, ‘Dua yaparken, kabul edilmeyi hak edecek bir hal üzere olun’ anlamındadır. Yani iyilikler yaparak, fenalıklardan uzak dura­rak; huzuru kalp, faziletli zaman ve mekanları gözetleme gibi duanın şartlarına riayet ederek; secde gibi anlamlı halleri ganimet bilerek dua edin ki, kalbinizde, duanın kabul edile­ceği inancı reddedileceğinden daha güçlü olsun. Ya da bu ifade ile, ‘Kabul olacağına inanarak’ anlamı kastedilmektedir. Yani Allah’ın, pek geniş keremi, eksiksiz gücü ve her şeyi ilmi ile kuşatması nedeniyle umudunuzu boşa çıkarmayacağına; duanın içten yapılması ve O’na güvenin tam olması nede­niyle talebinizin gerçekleşeceğine derin bir inançla dua edin. Eğer dua edenin Allah’a güveni ve inancı tam değilse, yaptığı dua içten ve samimi olmayacak, kabulü hak etmeyecektir. “Gafil”, yani Allah’tan ya da talepte bulunduğu şeyden ha­bersiz; “Ve dikkatsiz”, istekte bulunduğu şeyle eğlenen ya da Allah’tan başka şeyle meşgul olan anlamındadır.

DUA ETMENİN TEMEL ADAPLARI

1- Faziletli vakitleri ve namazda secde gibi güzel halleri aramak

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Secdede daha fazla dua etmeye gayret edin, Çünkü (secdede yaptığınız dua) kabule daha layıktır.”[88]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kulun Rabbine en yakın olduğu hal, secde halidir. Öyleyse bu halde çokça dua edin.”[89]

2- Dua etmeden önce salih bir amel işlemek.

* Hz. Ali (r.a.) anlatıyor. Ben öyle bir adamdım ki, Hz. Peygamberden (s.a.v.) bir hadis işittiğimde, Allah’ın beni ondan faydalandırmayı dilediği kadar faydalanırdım. Allah resulünün sahabelerinden bir adam bana bir hadis söyledi­ğinde, ona bu hadisi Hz. Peygamberden işittiğine yemin ettirirdim. Eğer yemin ederse, onu tasdik ederdim. Bir defa­sında Hz. Ebubekir (r.a.) bana bir hadis söyledi. Gerçekten Ebubekir doğru söyledi: Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söyle­diğini işittim: Bir adam bir günah işler, sonra kalkıp temizle­nir ve namaz kılar, sonra da Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah mutlaka onu bağışlar.[90] Sonra Allah resulü (s.a.v.) şu ayeti okudu: “Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülük­lerde, bile bile ısrar etmezler”.[91]

3- Dua edeceği zaman abdest almak.

* Ebû Musa (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) Huneyn savaşı bittikten sonra Ebû Amir’i bir orduyla Evtâs’ın üzerine gönderdi. Beni de Ebû Amir’le birlikte göndermişti. Çıkan çatışmada Ebû Amir’in dizine bir ok isabet etti. Ben­den oku çıkarmamı isteyince, ben de oku dizinden çıkardım. Fakat bundan büyük bir acı duyunca bana şöyle dedi: “Ye­ğenim! Benden Hz. Peygambere (s.a.v.) selam söyle ve ona, benim için Allah’tan istiğfarda bulunmasını söyle”.

Ebû Amir, insanların başına kendi yerine beni emir tayin ettikten kısa bir süre sonra vefat etti. Ben de emrimdekilerle beraber döndüm ve Hz. Peygamberin huzuruna girdim. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir evde hurma yapraklarından yapılmış bir yatağın üzerindeydi. Üstünde çer çöp vardı. Yataktaki yapraklar sırtında ve yan taraflarında iz bırakmıştı. Ona, bizim ve Ebû Amir’in haberlerini verdikten sonra Ebû Amir’in “Ona söyle, benim için Allah’tan istiğfarda bulunsun” sözünü söy­ledim. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) su istedi, abdest aldı ve sonra ellerini kaldırarak şöyle dua etti: Allah’ım! Ebû Amir kulunu bağışla.

Hz. Peygamber ellerini öyle kaldırmıştı ki, ben onun koltuk altındaki beyazlığı gördüm. Sonra Allah resulü şöyle dua etti: Allah’ım! Kıyamet günü insanların pek çoğundan üstün kıl.

Bunun üzerine ben de: “Ey Allah’ın resulü! Benim için de istiğfarda bulun’ deyince, şöyle dua etti: Allah’ım! Abdul­lah b. Kays’ın günahını bağışla ve kıyamet günü onu pek onurlu üstün bir makama girdir.[92]

4- Dua ederken kıbleye yönelmek.

* Abdullah b. Zeyd b. Asım el-Mazinî (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamberi (s.a.v.) yağmur duasına çıktığı gün gördüm. Sırtını insanlara döndü, kıbleye yönelerek dua etti. Sonra ridasını ters çevirdi, sonra bize iki rekat namaz kıldırdı. Na­mazda kıraati açık yaptı.[93]

* Abdullah b. Mesud (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) Kabe’ye yöneldi. Sonra Kureyş'ten bir gruba, Şeybe b. Rebia ve Utbe b. Rebia’ya beddua etti…[94]

* Cabir b. Abdullah (r.a.), Hz. Peygamberin haccını riva­yet ettiği uzun hadiste anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) veda hutbesinde orada bulunanlara: “Benim hakkında size sorul­duğunda ne diyeceksiniz?” diye sorduğunda, onlar da: “Şa­hitlik ederiz ki sen, hakkı tebliğ ettiğin, yerine getirdin ve nasihat ettin” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) işaret parmağını göğe kaldırıp insanlara doğru indirerek üç defa: “Allah’ım! Şahit ol! Allah’ım! Şahit ol!” dedi. Daha sonra Allah resulü (s.a.v.) Kusvâ adlı devesine bindi ve Meşar-i Haram’a geldi. Burada kıbleye yönelerek dua etti, tekbir ve tehlil getirdi (Allahu ekber ve Lâ ilâhe illallâh dedi), Allah’ı birledi.[95]

Kusvâ, kulağının dörtte biri kesik olan demektir. Kulağı bir parça kesik olana Ceda’; kulağı dörtte birden fazla kesik olana ise Adıb denilir. Fakat Hz. Peygamberin devesinin ku­lağı kesik değildi.

ed-Davudî der ki: Kulağı kesik olmadığı halde Allah re­sulünün devesine Kusvâ denilmesinin nedeni, neredeyse hiçbir hayvanın onu geçememesiydi. Kusvâ çok hızlı koşan bir deveydi.

* Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor. Bedir günü Allah resulü (s.a.v.) müşriklere baktı. Onlar, yaklaşık bin kişi, sahabeleri ise üçyüz on yedi kişiydi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) kıbleye döndü, sonra ellerini yukarıya kaldırarak Rab­bine şöyle seslendi: “Allah’ım! Bana vaat ettiğini gerçekleştir. Allah’ım! Eğer İslam milletinden bu küçük grubu yok eder­sen, yeryüzünde sana ibadet edilmez.”

Hz. Peygamber (s.a.v.) ellerini kaldırıp kıbleye dönmüş ve Rabbine öylesine yalvarıyordu ki, ridası omuzlarından aşağı düştü. Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a.) yanına gele­rek ridasını aldı ve tekrar omuzlarına koydu. Sonra ridasına sarılarak ona şöyle dedi: Ey Allah’ın nebisi! Rabbine yaptığın bu yakarışlar sana yeter. Allah sana vaat ettiğini kesinlikle gerçekleştirecektir. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Hatır­layın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu.[96] Gerçekten de Allah, nebisini melek­lerle desteklemişti.[97]

5- Dua ederken elleri açıp yukarı kaldırmak

* Ebû Humeyd es-Saidî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Ezd kabilesinden İbnü’l-Letbiyye denilen bir adamı zekat mallarını toplamak üzere görevlendirdi. Adam (zekatları toplayıp) döndükten sonra: “Bunlar sizin, bunlar da bana hediye edilenler” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.): “O babasının evinde – veya anasının evinde- otursun da baksın, bunlar kendisine hediye edilir miydi edilmez miydi? Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, kim ondan (zekat malından) haksız bir şey alırsa, kıyamet günü mutlaka onu boynunda taşıyarak gelecektir. Haksız olarak aldığı bu şey deve ise böğürecek; sığır ise, möleyecek; koyun ise, meleye­cek.

Allah resulü (s.a.v.) böyle söyledikten sonra, koltuk al­tındaki beyazlık görünecek kadar ellerini kaldırarak: “Al­lah’ım! Tebliğ ettim mi?” dedi. Bu sözü üç defa tekrarladı.[98]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında insanların başına bir kıtlık geldi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir Cuma günü minberde insanlara hitap ederken, bir bedevi kalktı ve: “Ey Allah’ın resulü! Mallar yok oldu, çocuk­lar aç kaldı. Bizim için Allah’a dua et de yağmur yağdırsın” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) dua etmek için elle­rini kaldırdı. Gökte bir bulut parçası bile yoktu. Birden dağlar gibi bulutlar harekete geçti. O, daha minberden inmeden sakalından yağmur damlalarının aktığını gördük. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün yağmur yağdı. Yağmur, Cuma gününe kadar devam edince, aynı bedevi –ya da başka bir adam- kalkarak: “Ey Allah’ın resulü! Binalarımız yıkıldı, mal­larımız suya boğuldu. Bizim için Allah’a dua et” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) ellerini kaldırarak: “Allah’ım! Et­rafımıza yağdır, üzerimize değil” diye dua etti. Sonra eliyle gökteki hangi tarafa işaret ettiyse oradaki bulutlar açıldı. Öyle ki Medine, bir yarık (vadi) gibi oldu; sular akıp gitti. Hangi taraftan gelirse gelsin Medine’ye gelen herkes mutlaka bu sağanak yağmurdan anlatırdı.[99]

* Salim, babasından (r.a.) rivayetle anlatıyor. Allah re­sulü (s.a.v.) Halid b. Velid’i (r.a.) Benî Cezîme’nin üzerine gönderdi. Halid, onları önce İslam’a davet etti. Ancak onlar ‘Müslüman olduk’ demeyi güzel söyleyemediler; “Sabii ol­duk, Sabii olduk” (Dinimizi değiştirdik, dinimizi değiştirdik) dediler. Bunun üzerine Halid de onları öldürmeye ve esir almaya başladı. Bizden her bir adama, esir aldığı adamı verdi. Sonra bir gün geçince, bize her birimizin yanındaki esiri öldürmesini emretti. Ben: “Vallahi ben esirimi öldür­mem; arkadaşlarımdan hiçbiri de esirini öldürmez” dedim. Bu halde Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanına geldik ve durumu ona anlattık. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) ellerini kaldı­rarak iki defa şöyle dedi: “Allah’ım! Halid’in yaptığından beri­yim”.[100]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan bir adamı anlattı. Bu adam elini göğe kaldırıp: “Ya Rab! Ya Rab!” diyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram­dır; haramla beslenmektedir. Böyle bir adamın duası nasıl kabul edilir?"[101]

* Abdullah b. Amr b. As (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.), Yüce Allah’ın Hz. İbrahim’in sözünü aktardığı “Rab­bim! onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına se­bep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışla­yan, pek esirgeyensin.[102] ayeti ile Hz. İsa’nın sözünü aktar­dığı “Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüp­hesiz sen izzet ve hikmet sahibisin.”[103] ayetini okudu. Sonra ellerini kaldırıp: “Allah’ım! Ümmetim, ümmetim” diye yalva­rarak ağladı. Bunun üzerine Allah: “Ey Cebrail! Muhammed'e git ve Rabbin daha iyi bildiği halde ona: “Seni ağlatan ne­dir?” diye sor!” dedi. Cebrail (a.s.) Hz. Peygamber’in yanına geldi ve ona neden ağladığını sordu. Allah, resulünün ne söylediğini daha iyi bildiği halde Cebrail (a.s.) gelip ona ha­ber verdi. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle dedi: “Ey Cebrail! Muhammed'e git ve ona de ki: Biz, ümmetin hakkında seni razı edecek ve seni asla üzmeyeceğiz.”[104]

* Abdullah b. Abbas (r.a.) anlatıyor. Hz. Ömer’e (r.a.): “Bize zorluk (Tebük) seferi hakkında konuş” denildi. O da şöyle anlattı: Aşırı sıcağın olduğu bir zamanda Hz. Peygam­berle birlikte Tebük seferine çıktık. Öyle bir yerde konakladık ki, burada şiddetli bir susuzluğa yakalandık. Susuzluktan boyunlarımızın kopacağını zannettik. Öyle ki, birisi devesini boğazlıyor, kursağını sıkıp içinden çıkanı içiyor, kalanını (se­rinlemek için) göğsüne döküyordu. Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a.) Allah resulünün yanına gelerek: “Ey Allah’ın nebisi! Yüce Allah seni güzel bir şekilde dua etmeye alıştırdı. Öyleyse O’na dua et” deyince, Allah resulü (s.a.v.): “Bunu gerçekten seviyor musun?” dedi. Hz. Ebubekir (r.a.): “Evet” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.) ellerini kaldırdı; onları, gök­yüzü bulutlanıp yağmur yağıncaya kadar indirmedi. Yağmur yağınca, insanlar yanlarında olan tüm kapları doldurdular. Sonra oradan kalkıp gittik. Bulutların askerleri terk ettiğini görmedik.[105]

6- Günahını itiraf edip tevbe etmek.

Yüce Allah, Hz. Adem ile Havva’nın hikayesini anlatırken onların şöyle dua ettiklerini zikreder:

“(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.[106]

Allah başka ayetlerde ise şöyle buyurur:

Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, iyi bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. (Tevbe ederlerse) umulur ki Al­lah onların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışla­yan, pek esirgeyendir.[107]

Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde ge­çip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zan­netmişti. Nihayet karanlıklar içinde: “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye niyaz etti. Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.[108]

Allah, Hz. Musa’nın ise şöyle dua ettiğini haber verir:

Musa: Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur.[109]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. İfk olayında[110] insanlar çirkin sözler söyleyince, Allah resulü (s.a.v.) bana şöyle dedi: “Eğer sen gerçekten temiz isen, Allah mutlaka seni temize çıkara­caktır. Eğer bir günaha bulaşmışsan, Allah’tan bağışlanma dile ve tevbe et. Çünkü kul, işlediği günahı itiraf eder sonra da bundan Allah’a tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder.[111]

* Hz. Ebubekir (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygambere (s.a.v.): “Bana, namazda okuyacağım bir dua öğret” dedim. Allah resulü (s.a.v.), “Şöyle de” buyurdu: “Allah’ım! Ben nefsime çok zulmettim. Senden başka günahları bağışlayan yoktur. Öyleyse beni, kendi katından bir mağfiretle bağışla ve bana merhamet et. Çünkü gerçek bağışlayan ve merhamet eden Sen’sin.”[112]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamberin (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: Bir kul, bir günah işler sonra da: “Rabbim! Bir günah işledim, beni bağışla” derse, Allah da: “Kulum, günahı bağışlayan ve cezalandıran bir Rabbi oldu­ğunu bildi. Bu yüzden kulumu bağışladım” der. Sonra Al­lah’ın dilediği kadar bir süre geçer. Kul yine bir günah işler ve: “Rabbim! Başka bir günah işledim, beni bağışla” der. Allah da: “Kulum, günahı bağışlayan ve cezalandıran bir Rabbi olduğunu bildi. Bu yüzden kulumu bağışladım” der. Sonra yine Allah’ın dilediği kadar bir süre geçer. Kul tekrar bir günah işler ve: “Rabbim! Başka bir günah işledim, beni bağışla” der. Allah da: “Kulum, günahı bağışlayan ve ceza­landıran bir Rabbi olduğunu bildi. Bu yüzden kulumu bağış­ladım” der. Bunu üç kez tekrarlar ve: “Dilediğini yapsın” der.[113]

7- Duada içten ve ihlaslı olmak.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini tamamen Allah'a has kılarak (ihlâsla) O'na yalvarırlar.[114]

8- Duanın başında ve sonunda Allah’a hamd edip Hz. Peygambere salavat getirmek.

Yüce Allah, Hz. İbrahim’in yaptığı duayı bize şöyle haber verir: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir. Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et! Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-ba­bamı ve müminleri bağışla![115]

Allah, Şuayb peygamberin yaptığı duayı da bize şöyle haber verir: “Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında ada­letle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.[116]

Allah, Hz. Yusuf'un duasını da bize şöyle haber verir: “Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat![117]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şefaat ha­disinde şöyle buyurur: Rabbimden (şefaat etmek için) izin isterim. Bana izin verilir. Bunun yanında bana, şu an bilme­diğim kendisiyle hamdedeceğim hamdler ilham edilir. Bu hamdler ile Allah’a hamdeder, sonra O’na secdeye kapanı­rım.”[118]

* Abdullah b. Ebi Evfâ (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle derdi: Allah’ım! Gökler dolusunca, yer dolu­sunca ve bunlardan başka dilediğin şeyler dolusunca sana hamd olsun. Allah’ım! Beni, kar, dolu ve soğuk su ile te­mizle. Allah’ım! Beyaz elbise kirden temizlendiği gibi beni de hata ve günahlardan temizle!”.[119]

* Cabir b. Abdullah (r.a.), Hz. Peygamberin haccını an­lattığı uzun hadiste şöyle diyor: Allah resulü (s.a.v.) Safa ile başladı ve tam tepeye çıktı. Kabe’yi tam görecek duruma gelince, kıbleye dönerek şöyle tekbir ve tehlil getirdi: “Al­lah’tan başka ilah yoktur. O, tektir ve ortağı yoktur. Mülk ve hamd, yalnız O’na aittir. O, her şeye kadirdir. Allah’tan başka ilah yoktur. O, vaadini gerçekleştirdi, kuluna yardım etti ve orduları tek başına mağlup etti.” Allah resulü (s.a.v.) böyle söyledikten sonra dua etti. Bunu üç defa tekrarladı.[120]

* Fadâle b. Ubeyd (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir adamın Allah’a hamd edip O’nu yüceltmeden ve peygam­bere salavat getirmeden namazda dua ettiğini işitince, “Bu adam acele etti” buyurdu. Sonra onu yanına çağırarak şöyle dedi: “Biriniz namaz kıldığında, önce Rabbine hamd edip O’nu yüceltsin ve övgüde bulunsun. Sonra peygambere sa­lavat getirsin, sonra da dilediği şey için dua etsin.”[121]

* Hz. Ali (r.a.) anlatıyor. Bir defasında Hz. Peygamberle birlikteydim. Yanında Hz. Ebubekir (r.a.) ve bazı sahabeler vardı. O sırada namaz kılmakta olan Abdullah b. Mes’ud’un yanından geçtiğimizde, Hz. Peygamber (s.a.v.):

“Bu kimdir?” diye sordu.

Oradakiler: “Abdullah b. Mes’ud’tur" deyince, Allah re­sulü (s.a.v.):

“Hiç şüphesiz Abdullah, Kur’an’ı indiği gibi güzel ve yu­muşak okur” dedi.

Bunun üzerine Abdullah, Rabbine hamd edip övgüde bulundu; Rabbine en güzel şekilde hamd etti. Sonra Al­lah’tan istekte bulundu; isteğini güzel sözlerle yaptı. O’ndan en güzel isteklerde bulunarak şöyle dedi: “Allah’ım! Senden, dönülmeyen bir iman, tükenmeyen bir nimet, cennetlerin­den huld cennetlerinin en yüksek makamında peygamberi­miz Hz. Muhammed ile arkadaşlık isterim.”

O dua ederken Hz. Peygamber (s.a.v.) iki defa: “İste, ve­rilirsin; iste, verilirsin” dedi.

Bunun üzerine ben, müjdelemek için Abdullah’ın yanına gittiğimde, Hz. Ebubekir’in (r.a.) benden önce onun yanına gelmiş olduğunu gördüm. O, hayırlı işlerde gerçekten hep önde olan biriydi.[122]

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir işe üzüldüğü zaman şöyle derdi: Halîm ve azîm olan Allah'­tan başka ilah yoktur. Büyük Arş'ın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur. Pek değerli Arş'ın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur. Göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur.[123]

İmam Nevevî der ki: Alimler, Allah’a hamd ve sena ede­rek, Allah resulüne salavat getirerek duaya başlamanın müstehab olduğun konusunda görüş birliği içindedirler. Aynı şekilde duayı hamd ve salavat ile bitirmek de müstehabtır.

 

9- Allah’tan, O’nun güzel isimleri ve yüce sıfatları ile istemek.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: “En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin.[124]

* Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kul, başına bir sıkıntı veya üzüntü geldi­ğinde: “Allah’ım! Ben senin kulunum, senin erkek ve kadın kulunun çocuğuyum. Bütün işlerim senin elindedir; hak­kımda senin hükmün geçerlidir; benim hakkımda verdiğin karar adalettir. Allah’ım! Senin kendini adlandırdığın veya kitabında indirdiğin veya yaratıklarından birine öğrettiğin veya gayb aleminde kendi katında kalmasını tercih ettiğin her isimle senden istiyorum. Kur’an-ı Kerim’i kalbimin baharı ve gözümün nuru kıl; onunla kederimi gider ve üzüntümü yok et” duasını okursa, Allah mutlaka onun kederini giderir, üzüntüsünün yerini sevinçle değiştirir.

Bunun üzerine oradakiler: “Ey Allah’ın resulü! Öyleyse bu sözleri başkalarına da öğretmemiz gerekiyor” dediler. Allah resulü (s.a.v.) de: “Evet, bu sözleri işiten onları başkala­rına da öğretmeli” buyurdu.[125]

10- Hz. Peygamberden rivayet edilen duaları
tercih etmek.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.[126]

O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.[127]

Andolsun ki, Resûlullah sizin için, Allah'a ve ahiret gü­nüne kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.[128]

Hz. Peygamberin (s.a.v.) güzel örnek olması demek, ona uymak, onun sünnetine ve yaşam biçimine tabi olmak, söz ve fiillerde ona aykırı davranmamak demektir.

11- Allah’a karşı saygılı, itaatkar, zelil ve huşulu
ol­mak.

Yüce Allah, Hz. Adem ve Havva’nın kendisine şöyle dua ettiklerini anlatır: “(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.[129]

Allah, Hz. Musa’nın da şöyle dua ettiğini bize haber verir:

“(Musa) ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.[130]

“(Musa) sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.[131]

Allah, Hz. Nuh'un dua edişini de bize şöyle bildirir:

Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışla­maz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!”.[132]

Bunun üzerine (Nuh), Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı.[133]


Allah, Hz. Zekeriya’nın kendisine şöyle dua ettiğini haber verir:

Rabbim! dedi, benden (vücudumdan), kemiklerim za­yıfladı, saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bedbaht olmadım.[134]

Allah, Hz. İbrahim’in dua ederken kendisine gösterdiği derin saygıyı bize şöyle anlatır: “Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.[135]

Hz. İbrahim bu duasında hastalanmayı kendi nefsine, şifayı ise Allah’a izafe ederek Allah’a karşı gösterdiği derin saygıyı ifade etmektedir.

* Hz. Ali (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) namazda şöyle diyordu: “Allah’ım! Gerçek iktidar sahibi sensin, sen­den başka ilah yoktur. Sen benim Rabbimsin, ben de senin kulunum. Ben kendi nefsime zulmettim ve günahımı itiraf ediyorum. Benim bütün günahlarımı bağışla. Çünkü senden başka günahları bağışlayan yoktur. İşlediğim günahların kötü sonuçlarını benden uzaklaştır. Onları senden başka benden uzaklaştıracak yoktur. Buyur Allah’ım! Senin emrin­deyim. Bütün hayırlar senin elindedir. Senden bir kötülük gelmez. Ben seninleyim ve sana geliyorum. Sen pek yüce ve üstünsün. Senden bağışlanma diliyor ve sana dönüp tevbe ediyorum.[136]

el-Hattabî der ki: “Senden bir kötülük gelmez” sözü, Al­lah’a hamd ve senada bulunurken, O’nu överken, kötü şey­leri değil iyi ve güzel şeyleri O’na izafe ederek Allah’a karşı edepli ve saygılı olmaya irşad etme anlamındadır. Buna göre bu söz, bir şeyi ispatlama ve her şeyin O’nun kudreti altında olduğunu, aksinin mümkün olmadığını belirtme anlamında değildir. Çünkü hayır ve şer, ikisi de Allah’ın yaratması ve kudreti ile ancak vuku bulur; hiçbir şey O’ndan başkası tara­fından yaratılarak var olamaz.

Bazen dua ederken ve Allah’a övgüde bulunurken, bü­yük ve değerli varlıklar O’na izafe edilerek, “Ey göklerin ve yerlerin Rabbi!”, “Ey peygamber ve nebilerin Rabbi!” denile­bilir. Ama “Köpeklerin Rabbi!” ya da “Domuz ve maymun gibi pis ve aşağılık hayvanların Rabbi!” denmez. Halbuki bütün hayvanlar yaratılış bakımından O’na izafe edilir. O’nun güç ve kudreti, bütün varlık türlerini kapsar.

12- Alçak bir sesle, gizli bir halde huşu içinde dua etmek.

Yüce Allah, alçak bir sesle, gizli bir halde huşu içinde dua etme hakkında şöyle buyuruyor:

De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerin­den) sizi kim kurtarır ki? (O zaman) O'na gizli gizli yalvararak ‘Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden ola­cağız’ diye dua edersiniz.[137]

Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını câzip gösterdi.[138]

Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin…”.[139]

Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olma­yan bir sesle sabah akşam Rabbini an.[140]

İbn Atiyye der ki: “Kendi kendine”, kendi içinden; “Yalva­rarak ve ürpererek”, tam bir huşu ve huzuru kalp ile demek­tir. Bazı alimler “Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek” ifadesini, ‘tamamen gizli’ şeklinde yorumlamışlardır. Buna göre, yalvarma ve ürperme bir kalp eylemidir. Nitekim mü­fessirler, “Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti[141] ayetini, ‘Gece karanlığında gizliden’ şeklinde açıklamışlardır.

Hasan der ki: Biz öyle kimselere yetiştik ki, gizlice işle­dikleri hayırlı bir amelin yeryüzüne açığa çıkmaması için tüm güçleriyle gayret gösteriyor, onu büyük bir titizlikle gizliyor­lardı. Müslümanlar çokça dua etmek için çaba harcıyor, onlardan, kendileriyle Rableri arasındaki fısıltıdan başka bir ses duyulmuyordu. Çünkü Allah, kendilerine “Rabbinize yal­vara yakara ve gizlice dua edin…[142] buyuruyordu. Yani tam bir teslimiyetle, kalpten inanarak dua edin.

* Ebû Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamberle beraber bir seferdeydik. Yüksek bir tepeye çıktığımızda yük­sek sesle tekbir getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Nefislerinize acıyın; sizler, ne bir sa­ğıra ne de uzak olan birine sesleniyorsunuz. Bilakis sizler, işiten, gören ve size yakın olan birine sesleniyorsunuz.” Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) yanıma geldi. Benim kendi kendime: “Lâ havle ve la kuvvete illa billah” (Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur) dediğimi duyunca “Ey Abdullah b. Kays! ‘Lâ havle ve la kuvvete illa billah’ de; çünkü o, cen­net hazinelerinden bir hazinedir” buyurdu.[143]

* Hz. Aişe (r.a.), “Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut.[144] ayeti için, “Bu ayet, dua hakkında nazil olmuştur” demiştir.[145]

Hafız İbn Hacer, Hz. Aişe’nin bu sözüyle ilgili olarak der ki: Onun “Bu ayet, dua hakkında nazil olmuştur” şeklinde mutlak olarak söylediği bu söz, duanın namazın içinde veya dışında olmasından daha geniş anlamdadır.

Mücahid de, bir adamın yüksek sesle dua ettiğini işi­tince, (sesini kısması için) ona küçük çakıl taşı atmıştır.[146]

13- Namazda dua ederken gözleri göğe
kaldırma­mak.

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bazı kimseler namazda dua ederken gözlerini ya göğe kaldırmaktan vazgeçerler ya da gözleri kendilerinden alınır.”[147]

Kâdı Iyâz der ki: Alimler, namaz dışında dua ederken gözleri göğe kaldırmanın keraheti konusunda ihtilaf etmiş­lerdir. Şüreyh ve başkaları, bunun mekruh olduğu görüşün­dedir.

14- İmam olan kimsenin sadece kendisine değil
ce­maate de dua etmesi.

* Sevban (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: Üç şey vardır ki bunları yapmak kimseye helal olmaz. Bir cemaate imamlık yapan kimsenin, sadece kendisine dua edip cemaate dua etmemesi; böyle yapan, onlara ihanet etmiş olur. İzin almadan evin içine bakması; böyle yapan, izinsiz eve girmiş olur. Abdesti sıkışmış olduğu halde hafifle­yinceye kadar namaz kılamaz.[148]

15- Azimle, isteyerek, huzuru kalple ve ümitle
Al­lah’tan istemek.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onlar (bütün peygamber­ler), hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yal­varırlardı; onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler.[149]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hiçbiriniz, ‘Allah’ım! Dilersen beni bağışla, bana merhamet et; dilersen beni rızıklandır’ demesin. Azimli ve kararlı bir şekilde istekte bulunsun. Çünkü Allah, dilediğini yapar; hiç kimse O’nu zorlayamaz.”[150]

Hafız İbn Hacer bu hadisi açıklarken der ki: Talebini, ta­lep edilenin dilemesine bağlamaya ihtiyaç duyan kimse, bu­nunla talepte bulunduğu kimseyi bir şeye zorlamayı amaçlar. Bu yüzden durumu hafifletmek için talebini dilemeye bağlı kılar. Çünkü istediği bu şeyin, ancak onun rızasıyla istenebi­leceğini bilir. Fakat bu, Allah için mümkün değildir. Zira Al­lah, böyle bir şeyden münezzehtir. Dolayısıyla talebi dilemeye bağlamanın bir faydası yoktur.

İbn Abdülberr ise şöyle der: Hiç kimseye, din ve dünya işlerinde “Allah’ım! Dilersen bana ver” şeklinde dua etmek caiz değildir. Çünkü bu şekildeki bir söz, Allah hakkında im­kansızdır ve izah edilecek hiçbir yönü yoktur. Allah dilediğin­den başka bir şey yapmaz.

Hadisteki yasaklama, zahiren haramlılık bildirmektedir. Fakat İmam Nevevî, hadisteki yasaklamayı tenzihen mekruh olarak açıklamıştır. Evla olan görüş de budur.

İbn Battal ise şöyle der: Hadis, dua eden kimsenin dua­sında azimli ve kararlı olması, duanın kabul edileceğini ümit etmesi ve kerim olan birine dua ettiği için O’nun rahmetin­den ümit kesmemesi gerektiğini vurgulamaktadır.

İbn Uyeyne ise şöyle der: Hiç kimse, kendisindeki eksik­liklere ve işlediği günahlara bakarak dua etmekten vazgeç­mesin. Çünkü Yüce Allah, varlıkların en kötüsü olan şeytanın bile duasını kabul etmiştir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İblis: Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi[151] Allah da onun bu isteğini kabul etti.

ed-Davudî der ki: Hadiste geçen “Azimli ve kararlı bir şekilde istekte bulunsun” ifadesi, “İsteğinde ısrar etsin, üze­rinde dursun, istisnada bulunan gibi ‘dilersen ver’ demesin, muhtaç ve çaresiz biri gibi dua etsin” demektir.[152]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz dua ettiği zaman isteğini büyük tutsun. Çünkü Allah’a hiçbir şey büyük gelmez.”[153]

16- Duada ısrar etmek ve tekrarlamak.

* Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) secdede iken Kureyşliler ona saldırınca, Allah resulü (s.a.v.) onlara beddua ederek: “Allah’ım! Kureyşlileri sana havale ediyorum” dedi ve bunu üç defa tekrarladı.

Müslim’in rivayetinde şu ziyade vardır: Allah resulü (s.a.v.) dua ettiğinde duasını üç defa tekrarlar, bir şey istedi­ğinde üç defa isterdi.[154]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir ihtiyaç için, kendilerine Kurâ denilen yetmiş kişiyi gönderdi. Bunlar, Bi’r-i Maune denilen bir kuyunun yanında, Benî Süleym’den Ri’l ve Zekvân adında iki mahallenin saldırısına uğradılar. Topluluktakiler: “Allah’a andolsun, biz sizi kastetmedik; Hz. Peygamberin bir ihtiyacı için gitmekteyiz” dediler. Fakat buna rağmen onları öldürdüler. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.), bir ay boyunca sabah namazında onlara beddua etti.[155]

* Ebû’d-Derdâ (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hz. Ebubekir’e (r.a.): “Allah seni bağışlasın ey Ebubekir!” dedi ve bunu üç defa söyledi.[156]

* Abdullah b. Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) vefat ettiği hastalığında, odasının örtüsünü açtı, başı sarılı halde şöyle dedi: “Allah’ım! Tebliğ ettim mi?”. Bu sözü üç defa tekrarladı.[157]

* Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor. Hastaydım, Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’de beni ziyarete geldi. Bana: “Seni ağlatan nedir?” diye sordu. Ona: “Sa'd b. Havle’nin öldüğü gibi ben de, kendisinden hicret ettiğim toprakta ölmekten korkuyorum” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.) benim için üç defa şöyle dua etti: “Allah’ım! Sa'd’a şifa ver, Allah’ım! Sa'd’a şifa ver, Allah’ım! Sa'd’a şifa ver.”[158]

* Ubey b. Ka’b (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah’ım! Ümmetimi bağışla, Allah’ım! Üm­metimi bağışla, Allah’ım! Ümmetimi bağışla.”[159]

17- Duada seciden (kafiyeden) kaçınmak.

* İkrime anlatıyor. İbn Abbas (r.a.) şöyle dedi: İnsanlara haftada bir defa hadis konuş. Buna uymazsan iki defa olsun. Daha çok yapmak istersen üç defa olsun. Sakın insanları bu Kur’an’dan bıktırma! İnsanlar kendi aralarında konuşurken, yanlarına gelip sözlerini keserek, bir şeyler anlatıp onları usandırdığını görmeyeyim. Bilakis yanlarına gelince, sus ve dinle; senden istekli bir şekilde konuşmanı istediklerinde, konuş. Duada seci’ye dikkat et ve ondan uzak dur. Çünkü ben, Allah resulünün ve sahabelerinin zamanında yaşadım, böyle dua etmekten uzak duruyorlardı.[160]

Hafız İbn Hacer der ki: “Duada seci’ye dikkat et ve on­dan uzak dur” sözü, ‘Duanın secili olmasına çalışma, düşün­ceni bununla meşgul etme’ anlamındadır. Çünkü bunda, duada istenen huşu ve huzuru kalbe mani olan zorlama var­dır. Bu hal, bazı sahih hadislerde geçen secili ifadelere aykırı değildir. Çünkü bu ifadeler, böyle bir amaç ve zorlama ol­madan ortaya çıkmış; bu yüzden son derece insicamlı bir şekilde gelmişlerdir. Mesela, Hz. Peygamberin (s.a.v.) cihad için söylediği “Allahümme münezzile’l-kitab, seria’l-hisab, hazime’l-ahzab" (Ey kitabı indiren, hesabı çabuk gören ve orduları yenilgiye uğratan Allah’ım!) duası; “Sadaka va’deh ve eazze cündeh” (Vaadini doğruladı ve ordusunu üstün kıldı) sözü; “Eûzü bike min aynin la tedma’ ve min nefsin la teşba’ ve min kalbin la yahşa” (Yaşarmayan gözden, doyma­yan nefisten ve ürpermeyen kalpten sana sığınırım) duası, bu insicamlı dualara örnek verilebilir. Bütün bunlar sahih riva­yetlerde geçmektedir. Gazâlî der ki: Duada mekruh olan seci’, zorlanarak yapılan seci’dir. Zira bu tür seci’, huşu ve huzuru kalbe uygun olmaz. Ancak sahih hadislerde geçen ve birbiriyle uyumlu olan sözler, zorlanmadan ortaya çıktığı için bu sözlerde bir sakınca yoktur.[161]

18- Yemede, içmede ve giymede haramdan uzak durmak.

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ey insanlar! Hiç şüphesiz Allah, güzeldir ve güzel­den başkasını kabul etmez. Allah, peygamberlere emrettiğini müminlere de emrederek şöyle buyurdu:

Ey Peygamberler! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel iş­ler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim.[162]

Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanla­rından yeyin.[163]

Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.), seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan bir adamı anlattı. Bu adam elini göğe kaldırıp: “Ya Rab! Ya Rab!” diyor. Oysa yediği ha­ram, içtiği haram, giydiği haramdır; haramla beslenmekte­dir. Böyle bir adamın duası nasıl kabul edilir?"[164]

19- Bir günah ve akrabalık bağını koparacak bir
şeyle dua etmemek.

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kulun duası, bir günah veya akrabalık bağını koparacak bir şeyle dua etmedikçe ve acele etmedikçe, ka­bul olunur.”

Bunun üzerine ona: “Ey Allah’ın resulü! Acele etmek ne­dir?” diye soruldu. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kul, ‘Dua ettim, ettim kabul olduğunu görmedim” der, bu yüz­den dua etmekten usanır ve onu bırakır.”[165]

* Ubâde b. Sâmit (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yeryüzünde hiçbir Müslüman yoktur ki, gü­nah veya akrabalık bağının kopmasını istemedikçe, Allah’a dua edip O’ndan bir istekte bulunsun da Allah onun isteğini vermesin ya da onun başından, benzer bir kötülüğü savma­sın”.[166]

20- Duada aşırı gitmemek.

* İbn Abbas (r.a.), “Bilesiniz ki O, haddi aşanları sev­mez[167] ayetinin dua ve başka şeyler hakkında olduğunu söylemiştir.[168]

* Abdullah b. Muğaffel (r.a.), oğlunun, “Allah’ım! Cen­nete girdiğimde, senden cennetin sağ tarafında beyaz sarayı isterim” diye dua ettiğini görünce, şöyle dedi: “Yavrucuğum! Allah’tan cenneti iste ve cehennemden Allah’a sığın. Çünkü ben, Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: Bu ümmetin içinde, temizlik ve dua konusunda aşırıya giden bir topluluk olacaktır.”[169]

* Sa'd b. Ebi Vakkas’ın (r.a.) oğlu anlatıyor. Babam, be­nim “Allah’ım! Senden cenneti, nimetlerini, neşesini vs.sini isterim. Cehennemden, zincirlerinden, demir halkalarından vs.den sana sığınırım” şeklinde dua ettiğimi işitince şöyle dedi: “Yavrucuğum! Ben Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söyle­diğini işittim: “Dua konusunda aşırıya giden bir topluluk olacaktır. Sakın sen onlardan olma. Çünkü sana cennet ve­rildiğinde, cennet ve içindeki bütün nimetler sana verilmiştir. Cehennemden korunduğunda, cehennem ve içindeki bütün kötülüklerden korunmuş olursun.”[170]

21- Dua ederken, kendi nefsinden başlayarak
anne-babasına ve mümin kardeşlerine dua etmek.

Yüce Allah, Hz. İbrahim’in yaptığı duayı bize şöyle haber verir:

Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve müminleri bağışla!”.[171]

Allah, başka ayetlerde ise şöyle buyurur:

Ve ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştir­mişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek dua et.[172]

Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler…”.[173]


“(Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!...”.[174]

Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi ba­ğışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bı­rakma!...”.[175]

Allah, Hz. Nuh'un yaptığı duayı bize şöyle haber verir:

Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları ba­ğışla…”.[176]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.), Ha­beşistan kralı Necaşi’nin öldüğü gün ölümünü haber vere­rek: “Kardeşiniz için bağışlanma dileyin” dedi.[177]

* Abdullah b. Safvan’ın oğlu Safvan anlatıyor. ed-Derdâ, babamın nikahı altındaydı. Şam’a gelince, Ebü’d-Derdâ’nın evine geldim. Ancak onu bulamadım; evde annesi Ümmü’d-Derdâ vardı. Bana: “Bu yıl haccetmek istiyor musun?” diye sordu. Ben: “Evet” dedim. Bunun üzerine bana şöyle dedi: “Öyleyse bizim için hayır dua et. Çünkü Allah resulü (s.a.v.) şöyle söylerdi: “Müslüman bir kimsenin, Müslüman kardeşi­nin gıyabında yaptığı dua kabul edilir. Dua edenin başu­cunda ona müvekkel bir melek vardır. Bu kişi, kardeşi için her hayır dua ettiğinde müvekkel melek: “Amin, sana da bir misli olsun” der.


Safvan şöyle anlatmaya devam ediyor: Sonra ben, pa­zara çıktım; orada Ebü’d-Derdâ ile karşılaştım. Bana buna benzer şeyler söyledi. Söylediklerini Hz. Peygamberden riva­yet ediyordu.[178]

Bu hadiste geçen Ümmü’d-Derdâ, küçük olanıdır. O da kadın sahabelerdendir. Adı, Hüceyme’dir; Cüheyme olduğu da söylenir. Ebü’d-Derdâ vefat ettiği zaman nikahı altında bu hanım bulunuyordu. Büyük olan Ümmü’d-Derdâ da kadın sahabelerdendir. Bunun adı ise, Hayra bint Ebi Hadrad el-Eslemiyye’dir. Bu hanım da Ebü’d-Derdâ ile evlenmişti.

* Ümmü Seleme (r.a.) –gerçek adı Hind’dir- anlatıyor. Hz. Peygambere gelip ona: “Ey Allah’ın resulü! Ebû Seleme vefat etti” dediğimde, Hz. Peygamber (s.a.v.) bana şöyle dedi: “De ki: Allah’ım! Beni ve onu bağışla!”.[179]

* Übeyy b. Ka’b (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) dua ettiğinde, önce kendi nefsinden başlar ve şöyle derdi: Allah bize ve Musa’ya merhamet etsin. Eğer sabretseydi, arkada­şından daha ne olağanüstülükler görürdü. Fakat o şöyle dedi: “Musa: Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorar­sam artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafım­dan (ileri sürebilecek) mazeretin sonuna ulaştın.[180]

Nesâi’nin rivayetinde şu ziyade vardır: Allah resulü (s.a.v.) peygamberlerden bir peygamberi zikrettiğinde, kendi nefsiyle başlar ve: “Allah’ın rahmeti bizim ve Salih’in üzerine olsun, Allah’ın rahmeti bizim ve kardeşim Hud'un üzerine olsun” derdi.[181]

22- Dua edenin, Allah’tan bütün ihtiyaçları istemesi; isteğinin büyük veya küçük olması, dua etmesine engel olmaması.

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim Allah’a ve resulüne iman eder, namazı dosdoğru kılar ve Ramazan orucunu tutarsa, Allah’ın o kişiyi cennete koyması O’nun üzerinde bir haktır. Aziz ve Celil olan Allah yolunda hicret etmiş olması veya doğduğu toprakta oturmuş olması fark etmez”. Bunun üzerine orada bulunan­lar: “Ey Allah’ın resulü! Bunu insanlara haber vermeyelim mi?” dediler. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Cennette yüz derece vardır. Allah bunları kendi yolunda cihad edenler için hazırlamıştır. Her iki derecenin arası, gökle yer arası kadardır. Yüce Allah’tan istekte bulunduğunuzda, O’ndan firdevsi isteyin. Firdevs, cennetin tam ortası ya da cennetin en üstüdür; onun üstünde Rahman'ın Arş’ı vardır. Cennetin burası olduğu ondan anlaşılır.”[182]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: Her biriniz, Rabbinden ihtiyaçlarının tamamını istesin; hatta ayakkabısının kopan bağını bile istesin.”[183]


23- Refah ve bolluk zamanında çokça dua etmek.

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim, Allah’ın şiddet ve sıkıntı zamanlarında dua­sını kabul etmesini istiyorsa, refah ve bolluk zamanında çokça dua etsin”.[184]

 

SABAH VE AKŞAM, UYKU VE UYANMA İLE
İLGİLİ DUA VE ZİKİRLER

 

SABAH VE AKŞAM OKUNACAK DUALAR

İbn Kayyım (r.h.) diyor ki: Sabah dua ve zikirlerinin vakti, sabah namazından güneşin doğuşuna kadar; akşam dua ve zikirlerinin vakti ise, ikindi namazından güneşin batışına ka­dardır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-ak­şam tesbih edin.[185]

el-Cevherî der ki: Ayette geçen ‘sabah’tan maksat, sa­bah namazından güneşin doğuşuna kadar olan vakit; ‘ak­şam’dan maksat ise, ikindi namazından güneşin batışına kadar olan vakittir.

Rabbini akşam, sabah, överek tesbih et.[186]


Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da O'nu tesbih et.[187]

Bu ayetler, hadislerde ‘Kim sabahladığında ve akşamla­dığında şöyle şöyle derse…” şeklinde geçen ifadelerin tefsi­ridir. Bu ifadelerden maksat, güneş doğmadan ve batmadan önceki vakittir. Dolayısıyla bu dua ve zikirlerin vakti, sabah ve ikindi namazlarından sonradır.[188]

* Şeddad b. Evs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Seyyidü’l-istiğfar (istiğfarın efendisi) bir ku­lun şöyle demesidir: “Allah’ım! Benim Rabbim Sensin. Sen­den başka ilah yoktur. Beni Sen yarattın ve ben, Senin kulu­num. Gücüm yettiğince Sana olan ahdime ve vaadime bağ­lıyım. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerimdeki nimetlerini ve işlediğim günahları itiraf ediyorum. O halde beni bağışla; çünkü günahları senden başka bağışlayacak yoktur.”  

Allah resulü (s.a.v.) dedi ki: Kim kesin inanarak bunu gündüz söyler ve akşama varmadan o gün ölürse, o kişi cennet ehlindendir. Kim de kesin inanarak bunu gece söyler ve sabaha varmadan o gece ölürse, o kişi cennet ehlinden­dir.[189]

Hafız İbn Hacer bu hadisi açıklarken şöyle der: “Sey­yi­dü’l-istiğfar (istiğfarın efendisi) ifadesi için et-Tîbî der ki: Bu dua, tevbenin bütün anlamlarını içerdiği için ona ‘Efendi’ adı ve­rilmiştir. Efendi, ihtiyaçları karşılamak için baş­vurulan ve her işte kendisine müracaat edilen kişi, lider, baş­kan demektir.

“Gücüm yettiğince Sana olan ahdime ve vaadime bağlı­yım” ifadesi için el-Hattabî der ki: Bu ifade ile, ‘İman ve ita­atte ihlas konusunda Sana verdiğim ahde ve vaade, elimden geldiğince bağlıyım’ anlamı kastedilmektedir. Ancak bu­nunla, ‘Ben, elimden geldiğince, bana emrettiklerini yap­maya ve onlara derin bir saygı ile bağlı kalmaya çalışıyor, sevap ve ecir konusundaki vaadini ümit ediyorum’ anlamı da kastedilebilir. İfadedeki ‘Gücüm yettiğince’ şartı, kişinin kendi kusur ve acizliğini, Allah’ın kendisine yüklediği görevi hakkıyla yerine getirmeye gücünün yetmeyeceğini itiraf et­mesi anlamındadır.

İbn Battal der ki: “Sana olan ahdime ve vaadime bağlı­yım” ifadesindeki ahit ile, Allah’ın ruhlar aleminde onlardan aldığı ahit kastedilmektedir. Allah, ruhlar aleminde onları or­taya çıkarıp ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyerek, on­ları kendi nefislerine şahit tutmuş; onlar da O’nun Rablığını kabul ederek birliğine boyun eğmişlerdir. İfadede geçen vaat ile de, Hz. Peygamberin sözünde geçen şu vaat kastedil­mek­tedir. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim Al­lah’a hiçbir şey ortak koşmadan ve O’nun kendisine emret­tiklerini yerine getirerek ölürse, Allah’ın o kişiyi cennete koy­ması üzerindeki bir haktır.”

(İbn Hacer) Derim ki: “O’nun kendisine emrettiklerini ye­rine getirerek” ifadesi, ziyadedir; bu makamda zikredilmesi şart değildir. Çünkü açıklama yapan (İbn Battal), hadiste geçen ahit ile, ruhlar aleminde alınan misakın kastedildiğini söylemektedir. Bu ise özellikle tevhid anlamına gelir. O halde hadiste geçen vaat, tevhid üzere ölenin cennete ko­nul­ması­dır.

“Gücüm yettiğince” ifadesi ile Hz. Peygamber (s.a.v.), ümmetine, hiç kimsenin Allah’ın bütün emirlerini eksiksiz ve tam olarak yerine getiremeyeceğini, mükemmel şekilde iba­det edemeyeceğini, nimetlere kusursuzca şükredemeyece­ğini, bu yüzden Allah’ın kullarına merhamet ederek onlara güçlerinin yetmediğini yüklemediğini bildirmektedir.

“Kim kesin inanarak söyler” ifadesi, ‘İhlasla ve kalpten gelerek, sevabını tasdik ederek söylerse’ anlamındadır.[190]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Bir adam Hz. Peygambe­rin yanına gelerek: “Ey Allah’ın resulü! Dün beni sokan bir akrepten neler çektim!” deyince, Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Keşke akşamladığında, ‘Yarattığının şerrinden Allah’ın tam kelimelerine sığınırım’ deseydin; o zaman sana zarar vermezdi.”[191]

Tirmizî’nin rivayeti şöyledir: “Kim akşamladığında üç defa, “Yarattığının şerrinden Allah’ın tam kelimelerine sığını­rım” derse, o gece humma[192] ona zarar vermez.”

Süheyl der ki: Ailemiz bu duayı öğrenince, onu her gece okumaya başladılar. Bir defasında onlardan bir cariye so­kuldu; ancak o, hiçbir acı görmedi.

El-Herevî ve başkaları, hadiste geçen ‘Tam kelimeleri’ ifadesini, Kur’an olarak açıklamışlardır.[193]

“Tam kelimeler” ifadesi, mükemmel; insanların sözlerin­deki eksiklik ve kusur gibi hiçbir eksiklik ve kusurun olmadığı kelimeler anlamındadır. Bu ifadeyi, ‘Kendisinden sığındığımız her şeye karşı yararlı, yeterli ve şifalı olan sözler’ şeklinde açıklayanlar da vardır.

* Yine Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim sabahladığında ve akşamladığında yüz defa “Sübhanallahi ve bi hamdihi” (Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim) derse, kıyamet günü hiç kimse onun getirdi­ğinden daha üstün bir şey getiremez. Ancak onun gibi söyle­yen ya da ondan daha fazlasını söyleyen başka.”[194]

* Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) akşamladığında şöyle derdi: “Biz de akşamladık, mülk de Allah için akşamladı; Allah’a hamdolsun. Allah’tan başka ilah yoktur; O tektir ve ortağı yoktur”.

İbn Mes’ud der ki: Allah resulünün bu sözlerin içinde şöyle söylediğini de gördüm: “Mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, her şeye kadirdir. Rabbim! Senden, bu gecede ola­cak hayrı ve bundan sonra olacak hayrı istiyorum. Bu ge­cede olacak şerden ve bundan sonra olacak şerlerden sana sığınıyorum. Rabbim! Tembellikten ve yaşlılığın kötülüklerin­den sana sığınıyorum. Rabbim! Cehennem azabından ve kabir azabından sana sığınıyorum!”.

İbn Mes’ud şöyle der: Allah resulü (s.a.v.) sabahladı­ğında ise şöyle derdi: “Biz de sabahladık, mülk de Allah için sabahladı…”[195]

Müslim’deki rivayet şöyledir: “Allah’ım! Tembellikten, aşırı ihtiyarlıktan, yaşlılığın kötülüklerinden, dünya fitnesin­den ve kabir azabından sana sığınıyorum.”

İmam Nevevî, Kadı Iyad’ın hadiste geçen “Ve sui’l-kiber” (yaşlılığın kötülüklerinden) ifadesi hakkında şöyle dediğini söyler: ‘el-Kiber’ sözcüğü, bu şekilde ve ‘el-Kibr’ şeklinde okunmuştur. Sözcük, birinci şekilde yaşlılık, bunama ve el­den ayaktan düşme anlamına gelir. İkinci şekilde ise insan­lara karşı büyüklenme, kendini onlardan üstün görme anla­mına gelir. Kadı der ki: Birinci anlam, ikinci anlamdan daha yaygın ve açıktır. el-Herevî bu sözcüğü birinci anlamda, el-Hattabî ise her iki anlamda rivayet etmiştir. Fakat el-Hattabî, birinci anlamdaki okunuşun daha doğru olduğunu belirtmiş ve bunu Nesâi’nin “Kötü ömürden” rivayeti ile teyit etmiş­tir.[196]

Hz. Osman (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Bir kul, her günün sabahında ve her gecenin akşa­mında üç defa, “Allah’ın adıyla; O ki, gökte ve yerde hiçbir şey O’nun ismiyle birlikte zarar vermez” derse, ona bir şey zarar vermez.”[197]

Ebân b. Osman –hadisi babasından rivayet eden şahıs- felç hastalığına yakalanınca, bir adam ona bakmaya başladı. Bunun üzerine Ebân şöyle dedi: “Neden bakıyorsun? Hadis, sana rivayet ettiğim gibidir. Ama ben “O gün zarar vermez” demedim; çünkü Allah’ın takdir ettiği gerçekleşecektir.”

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) sabahladığı vakit şöyle derdi: “Allah’ım! Senin ile sabahladık, Senin ile akşamladık; Senin ile yaşar ve Senin adın ile ölürüz; dönüş yalnız Sanadır”. Akşamladığı vakit de şöyle derdi: “Allah’ım! Seninle akşamladık, Seninle sabahladık; Senin ile yaşar ve Senin adın ile ölürüz; varış yalnız Sanadır”.[198]

* Yine Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Ebubekir (r.a.) Hz. Peygambere (s.a.v.): “Ey Allah’ın resulü! Bana, sabahla­dığımda ve akşamladığımda söyleyeceğim bazı kelimeler öğret!” deyince, Allah resulü (s.a.v.) ona şöyle dedi: “De ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, görünen ve görünme­yeni bilen, her şeyin Rabbi ve Maliki olan Allah’ım! Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden ve şirkinden Sana sığınırım”. Hz. Pey­gamber (s.a.v.) sonra şöyle buyurdu: “Bunu, sabahladığında, akşamladığında ve yatağına yattığında söyle!”.[199]

* Tirmizî, başka bir tarikle şu ziyadeyi de zikreder: “…Nefislerimize bir kötülük yapmaktan veya bir Müslüman’a zarar vermekten Sana sığınırız”.

Hadiste geçen ve “şirkinden” şeklinde mana verdiğimiz “Ve şirkihi” sözcüğü hakkında el-Hattabî der ki: Bu sözcüğün okunuşu iki şekilde rivayet edilmiştir. Birisi, “Ve şirkihi” şek­lindedir. Bu okunuşa göre sözcük, “Şeytanın kışkırtıp çağır­dığı Yüce Allah’a ortak koşma” anlamına gelir. Diğeri ise, “Ve şerekihi” şeklindedir. Bu okunuşa göre ise sözcük, “Şeyta­nın hile ve tuzakları, oyun ve düzenbazlıkları” anlamına ge­lir. Sözcüğün meşhur olan okunuş şekli, birincisidir.

* Muaz b. Abdullah b. Hubeyb, babasından (r.a.) riva­yetle anlatıyor. Yağmurlu ve şiddetli karanlık bir gecede dı­şarı çıktık. Allah resulü (s.a.v.) namaz kıldırmak için bizi iste­yince, yanına gittik. Bana: “Söyle!” dedi. Ben, hiçbir şey söylemedim. Sonra tekrar: “Söyle!” deyince, ben: “Ey Al­lah’ın resulü! Ne söyleyeyim?” dedim. Şöyle buyurdu: “Sa­bah­la­dığında ve akşamladığında üç defa el-İhlâs, el-Felak ve en-Nâs surelerini oku; seni her şeyden korur.”[200]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim sabahladığında ve akşamladığında, “Allah’ım! Seni, arşını taşıyan melekleri, bütün meleklerini ve yaratıkla­rını şahit göstererek sabahlıyorum ki, Allah Sensin, Senden başka ilah yoktur ve Muhammed de Senin kulun ve resulün­dür” derse, Allah onun dörtte birini cehennemden azat eder. Kim onu iki defa derse, Allah onun yarısını cehennemden azat eder. Kim onu üç defa derse, Allah onun dörtte üçünü cehennemden azat eder. Kim de onu dört defa derse, Allah onu tamamen cehennemden azat eder.”[201]

Nesâi’nin rivayetinde “Senden başka ilah yoktur” cümle­sin­den sonra şu ziyade vardır: “Sen birsin, Senin ortağın yoktur”.

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) sabahla­dığında ve akşamladığında şu duaları okumayı hiç terk et­mezdi: “Allah’ım! Senden, dünyada ve ahirette esenlik dile­rim. Allah’ım! Senden, dinim, dünyam, ailem ve malım hu­susunda af ve afiyet dilerim. Allah’ım! Ayıbımı –İbn Ebi Şeybe’nin rivayetinde, ayıplarımı- ört ve korkularımı güvene kavuştur. Allah’ım! Beni, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden koru; alt tarafımdan helak olmaktan Senin azametine sığınırım.”[202]

Vekî’ – İbnü’l-Cerrah- der ki: Alt tarafımdan helak olmak, yerin dibine geçirilmek demektir.

* Ebû Ayyaş (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim sabahladığında; “Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir ve ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na aittir, O her şeye kadirdir” derse, bu onun için Hz. İsmail’in bir çocuğunu azat etmek gibidir. Bununla; ona on iyilik yazılır, ondan on kötülük silinir, makamı on derece yükseltilir ve akşamlayıncaya kadar şeytana karşı ona bir koruma olur. Bunu akşamladığında söylese, sabahlayıncaya kadar bütün bunların aynısı olur.[203]

* Ebû Selâm anlatıyor. Ben, Humus Camiinde bulunur­ken, yanımdan bir adam geçti. Bana: “Bu Allah resulüne hizmet etti” dediler. Bunun üzerine hemen onun yanına gi­dip: “Bana, Allah resulünden (s.a.v.) işittiğin, seninle insanlar arasında dolaşmayan bir hadis söyle!” dedim. O da şöyle dedi: “Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: Kim sabahladığında ve akşamladığında, “Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, peygamber olarak Muhammed'e razı olduk” derse, o kişiyi razı etmek Allah’ın üzerinde bir haktır.”[204]

* Abdurrahman b. Ebubekir anlatıyor. Babama: “Baba­cığım! Senin her sabah: “Allah’ım! Bedenime afiyet ver, ku­lağıma afiyet ver, gözüme afiyet ver; Senden başka ilah yoktur” şeklinde dua ettiğini işitiyor; sabahladığında ve ak­şamladığında bunu üç defa tekrarladığını görüyorum” de­yince, şöyle dedi: “Allah resulünün bunlarla dua ettiğini işit­tim. Ben de onun yaptığını yapmayı (sünnetine uymayı) sevi­yorum”.[205]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) kızı Hz. Fatıma’ya dedi ki: “Seni, sana vasiyet ettiğime uymaktan alıkoyan nedir? Sabahladığında ve akşamladığında şöyle söyle: Ey Hayy ve Kayyûm olan! Rahmetinle Senden yardım diliyorum. Benim bütün işlerimi düzelt ve beni, bir an bile nefsimle baş başa bırakma.”[206]

* Abdurrahman b. Ebzâ (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) sabahladığında şöyle derdi: “İslam fıtratı, ihlas sözü, peygamberimiz Muhammed'in dini ve babamız İbrahim’in hanif olan milleti üzerine Müslüman olarak sabahladık; O, müşriklerden değildi.”[207]

* Ebû Mes’ud (r.a.) –gerçek adı Ukbe b. Amr’dır- anlatı­yor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bir gecede el-Bakara suresinin son iki ayetini (Amene’r-resulü) okursa, bu iki ayet ona yeter.”[208]

Hadiste geçen “Bu iki ayet ona yeter” sözü, ‘Geceleyin kalkıp ibadet etmesine karşılık yeter’ demektir. Ancak bu ifade şu şekillerde de açıklanmıştır:

“Bu ayetler, onu her şeytandan korumaya yeter; bu yüz­den o gece şeytan ona yaklaşamaz”.

“Onu o geceki afetlerden korumak için yeter”.

“Ona, o geceki sevap ve ecir olarak yeter”.

Bu ifade, bütün bu anlamlara gelebilir. Bu yüzden doğ­rusunu Allah bilir.

* Ebü’d-Derdâ (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) ya­nındakilere: “Sizden biri, bir gecede Kur’an’ın üçte birini okumaktan aciz midir?” diye sordu. Onlar da: “Birimiz, Kur’an’ın üçte birini nasıl okur?” deyince, Allah resulü (s.a.v.): “İhlas suresi Kur’an’ın üçte birine eşittir” buyurdu.[209]

YATAĞA GİRİNCE VE UYKUDAN UYANINCA
OKU­NACAK DUALAR

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz yatağına gelince, üst elbisesinin iç tarafıyla yatağını silkelesin ve Allah’ın adını ansın; çünkü kendisinden sonra geride yatağında neyi bıraktığını bilmez. Sonra yatmak isteyince, sağ tarafı üzerine yatsın ve şöyle desin: Rabbim! Seni tesbih ederim; (yatağa) Senin adınla girdim ve Senin adınla kalkarım. Eğer canımı alırsan, günahlarımı bağışla; eğer tekrar gönderirsen, salih kullarını koruduğun gibi onu da koru!”[210]

Tirmizî de şu ziyade vardır: “Uykudan uyandığında ise şöyle desin: Bedenime afiyet veren, bana ruhumu iade eden ve bana, kendisini zikretme izni verene hamdolsun”. Tirmizî, bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

Nesâi ve İbn Hibban da bu ziyadeyi başka bir tarikle yal­nız olarak tahriç etmişlerdir.

* el-Berâ b. Azib (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bana şöyle söyledi: “Yatağına geleceğin vakit, namaz için abdest aldığın gibi abdest al, sonra sağ tarafın üzerine yat ve şöyle de: “Allah’ım! Yüzümü sana döndüm, işimi sana havale ettim, indirdiğin kitabına ve gönderdiğin peygamberine iman ettim”.

Eğer böyle yapar ve o gece ölürsen, fıtrat üzere ölmüş olursun. Bunlar, son konuştuğun sözler olsun.”

el-Berâ der ki: Ben bu sözleri Hz. Peygambere okuyarak “İndirdiğin kitabına ve peygamberine” dedim. Allah resulü (s.a.v.): “Hayır, gönderdiğin peygamberine” diyerek beni düzeltti.[211]

* Rafi’ b. Hadîc (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizden biri sağ yanı üzerine yatıp sonra: “Allah’ım! Nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana döndüm, sırtımı sana dayadım ve işimi sana havale ettim. Senden başka kurtuluş ve senden başka sığınak yoktur. Kitabına ve pey­gamberine iman ettim” der ve o gece ölürse, cennete gi­rer.”[212]

Şeyh İbn Useymin der ki: “İşimi sana havale ettim” ve “Senden başka kurtuluş ve senden başka sığınak yoktur” ifadeleri, İslam’daki tevekkülü hatırlatmaktadır. Tevekkül, insanın işini Rabbine havale etmesi; Allah’tan başka kurtuluş ve sığınak aramayıp O’nun himayesine ve korumasına sı­ğınmasıdır. Çünkü Allah, bir topluluğa bir kötülük dilediği zaman bunu geri çevirecek ve onları bundan koruyacak hiç­bir güç yoktur. Madem Allah insan için bir şey dilediğinde onu Allah’tan başka geri çevirecek bir güç yoktur, o halde her durumda yalnız O’na dönülmeli, O’na başvurulmalıdır. Bu yüzden insan uyumak istediğinde, sağ tarafı üzerine yata­rak bu duayı okumalı ve onu son sözü yapmalıdır.[213]

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor. Hz. Fatıma (r.a.) kendisine bir hizmetçi tahsis etmesi için Allah resulünün yanına gitti. An­cak onu bulamayınca, durumunu Hz. Aişe’ye (r.a.) söyledi. Allah resulü (s.a.v.) gelince, Hz. Aişe ona haber verdi. Hz. Aişe şöyle anlatıyor: O geldiğinde, biz yatağımıza girmiştik. Bunun üzerine ben gitmek için kalktığımda, Allah resulü (s.a.v.) bana: “Yerinde dur” dedi. Sonra ikimizin arasına oturdu. Ben, onun ayaklarının soğukluğunu neredeyse göğ­sümde hissediyordum. Şöyle buyurdu: “Sizin için hizmetçi­den daha hayırla olan bir şeyi size göstereyim mi? Yatağınıza geldiğinizde ya da yatağınıza girdiğinizde, otuz üç defa Allahu ekber, otuz üç defa sübhanallah ve otuz üç defa elhamdulillah deyin. İşte bu, sizin için hizmetçiden daha ha­yırlıdır.”

Başka bir rivayette şöyle geçer: “Otuz dört defa Allahu ekber deyin”.[214]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) her gece yatağına girdiğinde, iki avucunu toplar, sonra onlara üfleye­rek el-İhlâs, el-Felak ve en-Nâs surelerini okur, sonra onları bedeninden ulaşabildiği yerlere sürerdi. Önce başından başlar, sonra yüzüne ve bedeninin ön tarafına sürerdi. Bunu üç kez yapardı.[215]

* Huzeyfe b. el-Yeman (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) yatağına girdiğinde “Allah’ım! Senin adınla ölür ve dirilirim” der; yataktan kalkınca da “Öldürdükten sonra bizi dirilten Allah’a hamd olsun, dönüş yalnız O’nadır” derdi.[216]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) beni Ramazan zekatını korumaya tayin etmişti. Derken bir adam gelip zahireden almaya başlayınca onu hemen yakaladım ve: "Seni Allah resulünün huzuruna çıkaracağım" dedim. Bana: "Ben muhtaç biriyim, bakmak zorunda olduğum kimseler var, şiddetli ihtiyaç içindeyim" deyince, ben de onu salıver­dim.

Sabah olunca, Hz. Peygamber (s.a.v.): “Ey Ebû Hüreyre! Dün geceki esirini ne yaptın?” diye sordu.

Ben: “Ey Allah'ın Resulü! Bana şiddetli ihtiyacından ve bakmak zorunda olduğu kimselerden dert yandı. Ben de ona acıyıp salıverdim” dedim.

Allah resulü (s.a.v.): “O kesinlikle sana yalan söyledi; ama tekrar gelecek!” dedi.

Ben Allah resulünün bu sözden, onun tekrar geleceğini anladım ve onu beklemeye başladım. Derken o yine geldi ve zahireden almaya başladı. Hemen onu yakaladım ve: "Seni mutlaka Allah resulünün huzuruna çıkaracağım" dedim. Yine yalvararak: "Beni bırak, gerçekten çok muhtacım, bakmak zorunda olduğum kimseler var, bir daha yapmam" dedi. Ben yine ona acıdım ve salıverdim.

Ertesi gün Allah resulü (s.a.v.): “Ey Ebû Hüreyre! Dün geceki esirini ne yaptın?” diye sordu.

Ben: “Ey Allah'ın Resulü! Bana şiddetli ihtiyacından ve bakmak zorunda olduğu kimselerden dert yandı. Ben de ona acıdım ve salıverdim” dedim.

Allah resulü (s.a.v.): "Ama o sana yalan söyledi, fakat yine gelecek” dedi.

Üçüncü defa yine gözetlemeye başladım. O, yine geldi ve zahireden almaya başladı. Onu yine yakaladım ve: “Seni mutlaka Hz. Peygamberin huzuruna götüreceğim. Bu üçüncü gelişin, her defasında bir daha gelmeyeceğine söz veriyor ama yine geliyorsun” dedim.

Bunun üzerine bana: "Beni bırak, sana birkaç kelime öğ­reteyim. Allah onlarla seni faydalandırsın” dedi.

Ben: “Nedir bu kelimeler?” dedim.

Şöyle dedi: “Yatağına girdiğin vakit Ayetü'l-Kürsî'yi so­nuna kadar oku. Bunu yaparsan, Allah senin başına muhafız bir melek diker, sabahlayıncaya kadar şeytan sana yaklaşa­maz” dedi.

Bunun üzerine ben de onu salıverdim. Sabah olunca, Allah resulü (s.a.v.): "Dün geceki esirini ne yaptın?" diye sordu.

Ben: “Ey Allah'ın Resulü! Bana, Allah’ın beni kendisiyle faydalandıracağını söylediği birkaç kelime öğretti. Ben de kendisini serbest bıraktım” dedim.

Allah resulü (s.a.v.): “Nedir o kelimeler?” diye sordu.

Ben de dedim ki: “Bana dedi ki: “Yatağına girdiğin vakit Ayetü'l-Kürsî'yi başından sonuna kadar oku. Bunu yaparsan, Allah senin başına muhafız bir melek diker, sabahlayıncaya kadar şeytan sana yaklaşamaz. Onlar hayra pek düşkündür­ler.”

Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “O çok yalan söyleyen biridir ama bu defa sana doğru söylemiş. Ey Ebû Hüreyre! Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?" dedi.

Ben: “Hayır!” deyince, Allah resulü (s.a.v.): “O bir şey­tandı” buyurdu.[217]

* Süheyl anlatıyor. Ebû Salih, birimiz yatmak istediğinde ona sağ tarafı üzerine yatmasını sonra da şöyle demesini emrederdi: “Ey yedi göğün Rabbi, yerin Rabbi ve büyük arşın Rabbi olan Allah’ım! Bizim Rabbimiz ve her şeyin Rabbi sen­sin. Taneyi ve çekirdeği yaran, Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’an’ı indirensin. Yönetim ve idaresi senin elinde olan her şeyin şerrinden sana sığınırım. Allah’ım! Sen evvelsin; senden önce bir şey yoktur. Sen âhirsin; senden sonra bir şey yok­tur. Sen zâhirsin; senin üstünde hiçbir şey yoktur. Sen bâtın­sın; senin dışında bir şey yoktur. Borcumuzu öde, bizi fakir­likten kurtar ve bizi zenginleştir.”

Ebû Salih, bunu Ebû Hüreyre'nin Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet ettiğini söylemiştir.[218]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) yatağına gir­diği zaman şöyle derdi: “Bizi yediren, içiren, koruyan ve ba­rındıran Allah’a hamd olsun. Koruyucusu ve sığınağı olma­yan nice kimseler vardır.”[219]

* Abdullah b. Ömer’den (r.a.) rivayet edilmiştir. İbn Ömer, bir adama yatağına yattığı zaman şöyle söylemesini emretti: “Allah’ım! Nefsimi sen yarattın ve onu öldürecek olan da sensin. Onun ölümü ve yaşaması senin elindedir. Eğer yaşatırsan, onu koru; eğer öldürürsen, onu bağışla. Allah’ım! Senden esenlik diliyorum.”

Bunun üzerine adam ona: “Bunu baban Ömer’den mi işittin?” diye sorunca, İbn Ömer: “Onu, Ömer’den daha ha­yırlı olandan, Allah resulünden (s.a.v.) işittim” dedi.[220]

* Ferve b. Nevfel, babasından (r.a.) rivayet ediyor. Allah resulü (s.a.v.) Nevfel’e şöyle dedi: “el-Kafirûn suresini oku, sonra bu son üzerine uyu. Çünkü o, şirkten beraattır.”[221]

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İki haslet veya iki özellik vardır ki, Müslüman bir kul bunları korumaya devam ederse mutlaka cennete girer. Bu iki şey kolaydır; kim bunlarla amel ederse azdır. İlki, her (farz) namazdan sonra on defa sübhanallah, on defa elhamdülillah, on defa Allahu ekber söylemektir. Bunlar (beş vakit namaz ile) dilde yüz elli eder; ama mizanda bin beşyüz eder. İkinci haslet ise, yatağa yattığında otuz dört defa Allahu ekber, otuz üç defa elhamdülillah ve otuz üç defa sübhanallah demektir. Bunlar dilde yüz eder, mizanda ise bin eder.”

(Abdullah der ki:) "Ben, Allah resulünün bunları söyler­ken parmaklarıyla saydığını gördüm.”

Ona: “Ey Allah’ın resulü! Bunlar nasıl kolaydır ve onlarla amel edene azdır?” dediler. Allah resulü (s.a.v.) şöyle cevap verdi: Biriniz uyumak istediğinde şeytan yanına gelir ve onu bunları söyletmeden uyutur; biriniz namaz kıldıktan sonra şeytan yanına gelir ve bir ihtiyacını hatırlatıp onu bunları söyletmeden yerinden kaldırır.”[222]

* Hafsa (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) uzanmak is­tediğinde sağ elini yanağının altına koyar sonra şöyle derdi: “Allah’ım! Kullarını yeniden dirilttiğin günde beni azabından koru!”[223]

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) yatağına girdiği vakit şöyle derdi: “Beni koruyan, barındıran, yediren ve içiren, lütuf ve ihsanda bulunarak beni minnettar kılan, bana bol nimetler veren Allah’a hamd olsun. Her halükarda Allah’a hamd olsun. Ey her şeyin Rabbi, Malik ve ilahı olan Allah’ım! Cehennem azabından sana sığınırım.”[224]

* Ebü’l-ezher el-Enmârî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) geceleyin yatağına girdiğinde şöyle derdi: “Allah’ın adıyla yanımı (başımı) koydum. Allah’ım! Günahımı bağışla, şeytanı benden uzaklaştır, bağlarımı çöz ve beni en üst ma­kama çıkar.”[225]

SEVDİĞİ / SEVMEDİĞİ BİR RÜYA GÖRÜNCE OKU­NACAK DUALAR

* Ebû Katâde (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Salih (güzel) rüya, Allah’tan; düş ise şeytandandır. Sizden her kim rüyada sevmediği bir şey görürse, sol tara­fına üç defa tükürsün ve şeytandan Allah’a sığınsın. Böyle yaptığında rüya ona zarar vermez. Bilin ki şeytan benim su­retimde görünemez.”[226]

* Ebû Seleme (r.a.) der ki: “Ben rüya görür, bu rüya beni hasta ederdi. Sonra Ebû Katâde’nin de: “Ben rüya gö­rür, bu rüya beni hasta ederdi” dediğini işittim. Sonra Allah resulünün şöyle söylediğini işitince bu halden kurtuldum: “Güzel rüya, Allah’tandır. Biriniz rüyada sevdiği bir şey gö­rürse, onu sevdiğinden başkasına anlatmasın. Rüyada sev­mediği bir şey görürse, onun şerrinden ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınsın, üç defa tükürsün ve onu kimseye anlatma­sın. Böyle yaptığında, rüya ona zarar vermeyecektir.”[227]

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Biriniz sevdiği bir rüya gö­rürse, bilsin ki bu Allah’tandır. Bu rüyasını (sevdiklerine) an­latsın. Rüyada bundan başka sevmediği bir şey görürse, bilsin ki bu da şeytandandır. Bu rüyanın şerrinden Allah’a sığınsın ve onu hiç kimseye anlatmasın. Böyle yaparsa, o rüya kendisine zarar vermez.”[228]

* Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edilmiştir: “Kim (rüyada) sevmediği bir şey görürse, onu hiç kimseye anlatmasın ve kalkıp namaz kılsın.”[229]

* Cabir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Sizden biri sevmediği bir rüya görürse, sol tarafına üç defa tükürsün; şeytandan üç defa Allah’a sığınsın ve üze­rinde olduğu yanını çevirsin.”[230]

 

GECE UYANINCA OKUNACAK DUA

* Ubâde b. Sâmit (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim gece uyanır, sonra: “Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir ve ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na aittir, O her şeye kadirdir. Hamd Allah’a aittir, Allah yücedir, Allah’tan başka ilah yoktur, Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur” der, ardından: “Allah’ım! Beni bağışla” der veya dua ederse, duası kabul olur. Abdest alıp namaz kılarsa, namazı kabul olur.”[231]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) geceleyin yatağında döndüğünde şöyle derdi: “Bir ve kahhar olan Al­lah’tan başka ilah yoktur. O, göklerin, yerin ve ikisi arasında­kilerin Rabbidir; güçlü ve gaffardır.”[232]

GECE TEHECCÜT NAMAZINA KALKINCA
OKUNA­CAK DUA

* Abdullah b. Abbas (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) geceleyin teheccüt namazına kalktığında şöyle derdi: “Allah’ım! Hamd sana aittir; Sen, göklerin ve yerin nurusun. Sana hamd olsun; Sen, göklerin ve yerin kayyumusun. Sana hamd olsun; Sen, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbisin. Sen Haksın, vaadin haktır, seninle buluşmak hak­tır, cennet haktır, cehennem haktır, kıyamet haktır. Allah’ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana dayandım, sana yöneldim, senin için mücadele ettim ve seni gerçek hakim bildim. O halde yaptıklarımı ve yapmadıklarımı, açıktan ve gizliden yaptıklarımı affet. Sen benim ilahımsın, senden başka ilah yoktur.”[233]

* Yine İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Bir defasında teyzem Meymûne’nin yanında yattım. Allah resulü (s.a.v.) bir saat kadar ailesiyle konuştuktan sonra uyudu. Gecenin son üçte biri olunca kalkıp oturdu, göğe bakarak Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidi­şinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.[234] ayetini okudu. Sonra kalkıp abdest aldı, bir süre sonra on bir rekat namaz kıldı. Sonra Bilal ezan okuyunca, iki rekat daha kıldı. Sonra da çıkıp sabah namazını kıldırdı.[235]


Buhâri’nin rivayeti şöyledir: Sonra Âl-i İmran suresinin son on ayetini sonuna kadar okudu.

 

EVDEN ÇIKINCA OKUNACAK DUA

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Bir kimse evinden çıkınca: “Allah’ın adıyla, Allah’a güvenip dayandım, Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur” derse, ona: “Artık işine bak, sana doğru gösterildi, korundun ve himaye edildin” denilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır.”[236]

* Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) be­nim evimden çıktığında mutlaka başını göğe kaldırır ve şöyle derdi: “Allah’ım! Sapmaktan veya saptırılmaktan, hata yap­maktan veya hata yaptırılmaktan, zulmetmekten veya zulme uğramaktan, bir cahillik yapmaktan veya bana cahillik ya­pılmasından sana sığınırım.”[237]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) evin­den dışarı çıktığında şöyle derdi: “Allah’ın adıyla, Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur, tevekkül yalnız Al­lah’adır.”[238]

İmam Malik el-Muvatta adlı eserinde kendisine şöyle bir rivayetin ulaştığını zikreder: “Meskun olmayan bir eve girildi­ğinde, eve girenin: “Bize ve Allah’ın salih kullarına selam olsun” demesi müstehap görülürdü.”

 

EVE GİRİNCE OKUNACAK DUA

* Cabir (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Bir kişi evine girer ve eve girerken ve yemek yerken Allah’ın adını anarsa, şeytan: “Gece kalacağı­nız yer ve akşam yemeğiniz yoktur” der. Eğer kişi Allah’ın adını anmadan eve girerse, şeytan: “Gece kalacağınız yeri buldunuz” der; Allah’ın adını anmadan yemek yerse, şeytan: “Gece kalacağınız yeri de akşam yemeğini de buldunuz” der.[239]  

* Ebû Malik el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz evine girdiğinde: “Allah’ım! Senden hayırlı giriş ve hayırlı çıkış dilerim. Allah’ın adıyla girdik, Al­lah’ın adıyla çıktık, Rabbimiz olan Allah’a güvenip dayandık” desin, sonra ailesine selam versin.”[240]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bana şöyle dedi: “Yavrucuğum! Ailenin yanına girdiğinde, onlara selam ver; bu, senin ve ailenin üzerine bereket olur.”[241]

 


AKŞAM KAPIYI KAPATINCA OKUNACAK DUA

* Cabir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Akşam karanlık çökmeye başlayınca, çocuklarınızı dışarı salmayın; çünkü bu vakitte şeytanlar etrafa yayılırlar. Akşamdan bir saat kadar geçince onları serbest bırakın. Ak­şam kapını kapat, Allah’ın adını an; lambalarını söndür, Al­lah’ın adını an; su ve yemek kaplarının üzerini kapat, Allah’ın adını an.”[242]

 

 


 

 

 

 


YOLCULUKLA İLGİLİ DUALAR

 

 

VEDALAŞIRKEN OKUNACAK DUA

* Kaza’a anlatıyor. Abdullah b. Ömer’in (r.a.) yanınday­dım. Yanından ayrılmak istediğimde: “Dur, Allah resulünün benimle vedalaştığı gibi seninle vedalaşayım” dedi. Sonra elimden tuttu, benimle musafahalaştıktan sonra şöyle dedi: “Dinini, emanetini ve işlerinin akıbetini Allah’ın korumasına bırakıyorum.”[243]

* İbn Ömer’den (r.a.) rivayet edilmiştir. İbn Ömer, birisi yolculuğa çıkmak istediğinde ona: “Bana yaklaş! Allah resu­lünün bizimle vedalaştığı gibi seninle vedalaşayım” der ve şu duayı okurdu: “Dinini, emanetini ve işlerinin akıbetini Allah’ın korumasına bırakıyorum.”[244]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Bir adam: “Ey Allah’ın re­sulü! Ben yolculuğa çıkmak istiyorum, bana tavsiyede bu­lun” deyince, Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sana Al­lah’tan sakınmayı ve her tepenin başında tekbir getirmeyi tavsiye ederim.”

Adam arkasının dönüp gidince Allah resulü (s.a.v.) ona şöyle dua etti: “Allah’ım! Ona uzaklığı yakınlaştır, yolculuğu kolaylaştır”.[245]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Bir adam Allah resulünün yanına gelerek: “Ey Allah’ın resulü! Sefere çıkmak istiyorum, bana azık ver” dedi. Allah resulü (s.a.v.): “Allah sana takva azığı versin” dedi. Adam: “Daha fazla ver” deyince, Hz. Peygam­ber: “Ve günahını bağışlasın” dedi. Adam: “Annem babam sana feda olsun daha fazla ver” deyince, Allah resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “Bulunduğun her yerde Allah sana hayrı kolay­laştırsın”.[246]

 

BİNEĞE BİNİNCE OKUNACAK DUA

* Ali b. Rebîa anlatıyor. Binmesi için Hz. Ali’ye (r.a.) bir hayvan getirildiğini gördüm. Hz. Ali ayağını üzengiye ko­yunca: “Bismillah" dedi. Hayvanın sırtına tam oturunca: “El­hamdülillah” dedi ve şu ayeti okudu: “…Bunu bizim hizme­timize vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik ve hiç şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz…[247] Sonra üç defa Elhamdülillah ve üç defa Allahu ekber dedik­ten sonra şöyle dua etti: “Rabbim! Seni tesbih ederim, el­bette ben nefsime zulmettim, beni bağışla; çünkü günahları senden başka bağışlayan yoktur.” Hz. Ali böyle söyledikten sonra güldü. Ona: “Ey müminlerin emiri! Hangi şeyden do­layı gülüyorsun?” dediler. O da şöyle dedi: “Allah resulünün (s.a.v.) benim yaptığım gibi yaptığını gördüm. Ona: “Ey Al­lah’ın resulü! Hangi şeyden dolayı gülüyorsun?” diye so­runca, şöyle buyurdu: “Yüce Rabbin, kulu “Günahlarımı ba­ğışla” dediğinde ona taaccüp eder. Zira o, günahları benden başka bağışlayan olmadığını bilir”.[248]

* Hamza b. Amr el-Eslemî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her devenin (bineğin) sırtında bir şeytan vardır. Ona bindiğinizde Allah’ın adını anın”.[249]

 

BİNEĞİN ÜZERİNE TAM YERLEŞİNCE OKUNACAK DUA

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) sefere çı­karken devesinin üzerine tam olarak yerleşince, üç defa Allahu ekber der sonra şu duayı okurdu: “Bunu bizim hiz­metimize vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik ve hiç şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz. Allah’ım! Bu yolculuğumuzda senden iyilik, takva ve hoşnut olduğun amel dileriz. Allah’ım! Bize bu yolculuğumuzu ko­laylaştır ve uzaklığını yakınlaştır. Allah’ım! Yolculukta sahibi­miz, geride kalan ailemizde vekilimiz sensin. Allah’ım! Yol­culuğun zorluklarından; malda, ailede ve çocuklarda mey­dana gelebilecek kötü dönüşten ve manzaranın üzüntü ver­mesinden[250] sana sığınırım.”

Allah resulü (s.a.v.) bu duayı yolculuktan döndükten sonra da okur, ona şunu eklerdi: “Dönüyoruz, tevbe ediyo­ruz, kulluk ediyoruz, Rabbimize hamd ediyoruz”.[251]

 

YOLA ÇIKINCA OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Sercis (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) yolculuğa çıktığı zaman yolculuğun zorluğundan, üzüntülü dönüşten, iyilikten kötülüğe dönmekten, mazlumun duasın­dan, malda ve ailede meydana gelecek kötü manzaradan Allah’a sığınırdı.[252]

Tirmizî ve Nesâi, duanın başında şu ifadelerin bulundu­ğunu rivayet etmişlerdir: “Allah’ım! Yolculukta sahibimiz, geride kalan ailemizde vekilimiz sensin. Allah’ım! Yolculu­ğumuzda bize arkadaş, ailemize vekil ol”.

“İyilikten kötülüğe dönmekten” maksat, imandan küfre ya da itaatten isyana dönmek olduğu söylenmiştir.

 


BİR TEPEYE ÇIKINCA YA DA BİR VADİYE İNİNCE OKUNACAK DUA

* Ebû Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Bir seferde Allah re­sulü ile birlikteydik. Bir vadiden geçtiğimizde yüksek sesle Allahu ekber ve la ilahe illallah dedik. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kendi nefislerinize acıyın; çünkü sizler ne sağır ne de uzakta olan birine sesleniyorsu­nuz. Elbette O, sizinle beraberdir. O şanı yüce olan Allah, işiten ve yakın olandır.”[253]

* Cabir b. Abdullah der ki: Biz bir tepeye çıkınca tekbir getiriyor (Allahu ekber diyor); bir vadiye inince de Allah’ı tesbih ediyorduk (sübhanallah diyorduk).[254]

 

BİNEĞİN AYAĞI KAYINCA OKUNACAK DUA

* Ebü’l-Müleyh babasından (r.a.) rivayetle anlatıyor. Ben Allah resulünün terkisinde idim. Hayvanın ayağı kayınca: "Kahrolası şeytan!" dedim. Bana: "Böyle söyleme; çünkü bu onu büyür, öyle ki ev kadar olur ve: "Kendi gücümle onu yere attım!" der. Fakat sen: "Bismillah!" de, çünkü bu onu küçültür ve sinek kadar olur."[255]  

 


GİRMEK İSTEDİĞİ BİR KÖY GÖRÜNCE
OKUNACAK DUA

* Süheyb (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) girmek is­tediği bir köy gördüğünde mutlaka şöyle söylerdi: “Yedi kat göğün ve gölgelendirdiklerinin, yedi kat yerin ve azalttıkları­nın, şeytanların ve saptırdıklarının, rüzgarların ve taşıdıkları­nın Rabbi olan Allah’ım! Senden, bu köyün hayrını ve ehlinin hayrını dilerim. Bu köyün şerrinden, ehlinin şerrinden ve içinde bulunan şerden sana sığınırım.”[256]

 

BİR YERDE KONAKLAYINCA OKUNACAK DUA

* Havle bint Hakim es-Selemiyye (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün şöyle söylediğini işittim: “Kim bir yerde konakla­yınca “Yarattıklarının şerrinden Allah’ın tam kelimelerine sığınırım” derse, konakladığı o yerden ayrılıncaya kadar hiç­bir şey ona zarar vermez.”[257]

 

YOLCULUKTA SEHER VAKTİ OLUNCA
OKUNACAK DUA

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) yolculukta iken seher vakti olduğunda şöyle derdi: “İşiten, Allah’a hamdettiğimizi işitti[258]; O’nun üzerimizdeki nimeti pek güzel oldu. Rabbimiz! Bizimle beraber ol ve bize lütufta bu­lun. Cehennem azabından Allah’a sığınırız.”[259]

 

YOLCULUKTAN DÖNÜP YAŞADIĞI YERE
YAKLA­ŞINCA OKUNACAK DUA

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Me­dine’ye yaklaştığında şöyle derdi: “Dönüyoruz, tevbe ediyo­ruz, kulluk ediyoruz, Rabbimize hamd ediyoruz”. Allah resulü (s.a.v.) Medine’ye girinceye kadar böyle söylerdi.[260]

 

YEME, İÇME VE GİYİNME İLE  İLGİLİ DUALAR

 

YEMEYE VE İÇMEYE BAŞLARKEN ALLAH’IN
ADINI ANMAK

 * Ömer b. Ebi Seleme (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün himayesinde bir çocuktum. Yemekte elim tabağın her tara­fında dolaşıyordu. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) bana: “Evlat! Allah’ın adını an, sağ elinle ye ve önünden ye!” bu­yurdu.[261]

* Ebû Hüreyre (r.a.) uzun bir hadiste anlatıyor. Açlığım iyice şiddetlenince, yola oturdum. Yanımdan geçenlere beni misafir etmelerini söylüyordum. Sonunda Allah resulü (s.a.v.) bana suffe ehlini çağırmamı emretti. Hz. Peygamber onlara bir bardakta süt ikram etti. Hepsi içtikten sonra ben de içtim. Sonra Allah resulü (s.a.v.) bardağı aldı, Allah’a hamd etti, sonra Allah’ın adını anıp artan sütü içti.[262]

* Cabir (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Bir kişi evine girer ve eve girerken ve yemek yerken Allah’ın adını anarsa, şeytan: “Gece kalacağı­nız yer ve akşam yemeğiniz yoktur” der. Eğer kişi Allah’ın adını anmadan eve girerse, şeytan: “Gece kalacağınız yeri buldunuz” der; Allah’ın adını anmadan yemek yerse, şeytan: “Gece kalacağınız yeri de akşam yemeğini de buldunuz” der.”[263]

* Huzeyfe b. el-Yeman (r.a.) anlatıyor. Biz, Hz. Peygam­berle birlikte bir yemekte hazır bulunduğumuzda, Allah re­sulü (s.a.v.) elini uzatıp yemeğe başlamadıkça biz elimizi uzatmazdık. Bir defasında onunla birlikte bir yemekte hazır bulunduk. Derken bir cariye geldi, sanki biri onu arkadan itiyordu. Cariye doğruca elini yemeğe uzatmaya gidince, Allah resulü elinden tuttu. Sonra bir bedevi geldi, sanki biri onu da arkadan itiyordu. O da doğruca yemeğe elini uzat­maya gitti, ancak Allah resulü (s.a.v.) onun da elinden tuttu ve şöyle dedi: “Şeytan, üzerine Allah’ın adı anılmayan yemeği kendisine helal sayar. Bu yemeği kendisine helal sayması için önce bu cariyeyi getirdi, ama ben onun elinden tuttum. Bunun üzerine şu bedeviyi getirip onunla yemeği kendisine helal kılmak istedi, ama ben onun da elinden tuttum. Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, şeytanın eli o ikisinin eliyle birlikte benim elimdedir.”[264]

* Vahşi b. Harb (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün sahabe­leri: “Ey Allah’ın resulü! Biz yemek yiyor ama doymuyoruz” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Herhalde ayrı ayrı yiyorsu­nuz?” dedi. “Evet” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Yemeğinizi birlikte yiyin ve Yüce Allah’ın adını anın; Allah onu size bereketlendirir.”[265]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) altı asha­bıyla birlikte yemek yiyordu. Derken bir bedevi geldi ve ye­meği iki lokmada yedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Eğer Allah’ın adını ansaydı (besmele çek­seydi), yemek hepinize yeterdi.”[266]

 

YEMEĞİN BAŞINDA BESMELEYİ UNUTUNCA
OKU­NACAK DUA

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Biriniz yemek yediğinde Allah’ın adını ansın. Eğer yemeğin başında Allah’ın adını anmayı unutursa, “Başında da sonunda da Allah’ın adıyla” desin.[267]


YEME VE İÇMEDEN SONRA OKUNACAK DUA

* Ebû Ümâme (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.), önünden sofra kaldırılınca şöyle derdi: “Allah’a çokça, gü­zelce ve bereketli olarak hamd olsun. O, yetersiz olmayan, vazgeçilmeyen ve kendisinden müstağni olunmayan Rabbi­mizdir.”[268]

Buhâri’nin rivayeti şöyledir: Allah resulü (s.a.v.) yemek­ten sonra şöyle derdi: “Bizi yeterince yedirip içiren Allah’a hamd olsun. O, yetersiz olmayan ve nankörlük edilmeyen­dir.”

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Allah, kulu bir yemek yedikten sonra veya bir içecek içtikten sonra buna karşılık kendisine hamd etmesinden hoşnut olur.”[269]

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) yemek yedikten sonra şöyle derdi: “Bizi yediren, içiren ve Müslümanlardan kılan Allah’a hamd olsun.”[270]

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Ben ve Halid b. Velid, Allah resulü ile birlikte Meymûne’nin odasına girdik. Bize bir kap süt getirdi. Önce Allah resulü (s.a.v.) süt içti. Ben Hz. Pey­gamberin sağında, Halid ise solunda idi. Hz. Peygamber bana: “İçme sırası sendedir, ama dilersen Halid’i tercih ede­bilirsin” dedi. Ben de: “Senin artığını kimseye tercih edecek değilim” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah kime bir yemek yedirirse şöyle desin: “Al­lah’ım! Bu yemeği bize bereketli kıl ve bize ondan daha ha­yırlısını yedir.” Allah kime de süt içirirse, o da şöyle desin: “Allah’ım! Onu bize bereketli kıl ve ondan bize daha fazla ver.” Sonra Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sütten başka yemeğin ve içeceğin yerini tutan bir şey yoktur”.[271]

* Ebû Eyyûb el-Ensarî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir şey yediği ya da içtiği vakit şöyle derdi: “Yediren, içiren, yemeyi lezzetli ve kolay kılıp ona bir çıkış yeri yapan Allah’a hamd olsun.”[272]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Ensardan, Kûba ehlinden bir adam Allah resulünü yemeğe çağırmıştı. Allah resulü ile birlikte biz de yemeğe gittik. Hz. Peygamber (s.a.v.) yemek yedikten ve elini –ya da ellerini- yıkadıktan sonra şöyle dedi: “Yediren ama kendisi yemeyen Allah’a hamd olsun. O, ih­sanda bulunarak bize doğru yolu gösterdi, yedirip içirdi ve en güzel nimetleri verdi. Kendisinden vazgeçilmeyen, yetersiz olmayan, nankörlük edilmeyen ve kendisinden müstağni olunmayan Allah’a hamd olsun. Yemek yediren, içecek içi­ren, giydirip çıplaklıktan koruyan, sapıklıktan kurtarıp doğ­ruyu gösteren, körlüğü giderip görür yapan ve yaratıklarının pek çoğundan üstün kılarak bana lütufta bulunan Allah’a hamd olsun. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.”[273]

YEMEK SAHİBİNE YAPILACAK DUA

* Abdullah b. Büsr (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) babamın yanına geldi. Ona yemek olarak vatîa[274] ikram edildi. Allah resulü bundan yedikten sonra, kendisine hurma getirildi. O, hurmaları yiyor, çekirdeklerini parmaklarının arasına atıyordu. Şu’be der ki: Zannımca, çekirdekleri işaret parmağı ile orta parmağı arasına topluyordu. Sonra kendi­sine içecek getirildi. Allah resulü bu içeceği içtikten sonra onu sağında bulunan kişiye verdi. Daha sonra Allah resulü (s.a.v.) oradan ayrılmak isteyince, babam, bineğinin gemini tutarak: “Bizim için Allah’a dua et” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle dua etti: “Allah’ım! Rızık olarak verdikle­rini onlara bereketli kıl, onları bağışla ve onlara merhamet et!”.[275]

* Mikdâd (r.a.) anlatıyor. Ben ve iki arkadaşım birlikte geldik. Şiddetli yorgunluktan gözlerimiz ve kulaklarımız sanki yok olmuştu. Hz. Peygamberin yanına geldik. Mikdâd’ın uzunca anlattığı bu hadiste şöyle geçer: Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah’ım! Beni yedireni yedir, bana içireni içir!”.[276]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) Sa'd b. Ubade’nin yanına gelince, kendisine ekmek ve zey­tinyağı ikram edildi. Allah resulü bunları yedikten sonra şöyle buyurdu: “Yanınızda oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyiler yesin ve size, melekler dua etsin.”[277]

 

YENİ BİR ŞEY GİYİNCE OKUNACAK DUA

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) yeni bir elbise giydiğinde, (giydiği şey ne ise, sarık, gömlek, ridâ gibi) onun adını söyler  sonra şöyle derdi: “Allah’ım! Hamd sanadır. Bunu bana sen giydirdin. Senden bunun hayrını ve yapılış gayesine uygun olmasını dilerim. Onun şerrinden ve yapılış gayesine uygun olmamasından sana sığınırım.”[278]

Ebû Dâvud’un rivayetinde şu ziyade vardır: Ebû Narda der ki: Hz. Peygamberin sahabelerinden biri yeni bir elbise giydiğinde ona: “Onu eskitesin ve Allah, yerine yenisini ver­sin” denilirdi.

 

ARKADAŞININ ÜZERİNDE YENİ BİR ELBİSE
GÖ­RÜNCE OKUNACAK DUA

* Ümmü Halid bint Halid –asıl adı Emeh’tir- (r.a.) anlatı­yor. Babamla birlikte Allah resulünün yanına geldim. Üze­rimde sarı bir gömlek vardı. Allah resulü (s.a.v.) gömleğim için: “Ne güzelmiş, ne güzelmiş” dedi. Sonra ben, peygam­berlik mührü ile oynamaya gittim. Ancak babam bana kı­zınca, Allah resulü (s.a.v.): “Bırak, oynasın” dedi. Ardından şöyle dedi: “Onu eskitesin, Allah yerine yenisini versin; onu eskitesin, Allah yerine yenisini versin; onu eskitesin, Allah yerine yenisini versin.”[279]

“Onu eskitesin, Allah yerine yenisini versin” ifadesi, “Onu eskitip yırtasın” şeklinde de rivayet edilmiştir.

 

MECLİSTEN KALKINCA OKUNACAK DUA

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim çirkin ve kötü sözlerin bol olduğu bir mecliste oturur ve oradan kalkmadan önce şöyle derse, bu mecliste bulunmasından dolayı işlediği günah mutlaka affolunur: “Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Senden mağfiret diliyor ve sana tevbe ediyorum.”[280]

* Ebû Berze el-Eslemî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir meclise oturunca, meclisten kalkmak istediğinde son olarak şöyle derdi: “Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ede­rim. Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Senden mağfiret diliyor ve sana tevbe ediyorum.” Bunun üzerine bir adam: “Ey Allah’ın resulü! Daha önce hiç söylemediğin bir söz söylemektesin!” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.): “Bu, mecliste olabileceklere (hatalara) kefaret olur” buyurdu.[281]

* Cübeyr b. Mut’im (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her kim, “Allah yücedir, O’na hamd olsun. Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Senden mağfiret diliyor ve sana tevbe ediyorum” derse, bunu bir zikir meclisinde söylerse, bu üzerine yapıştırılan bir damga gibi olur; kim de bunu bir eğ­lence meclisinde söylerse, bu kendisine kefaret olur.”[282]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir meclise oturduğunda ya da namaz kıldığında bazı kelimeler söylerdi. Ona bu kelimeler hakkında sorduğumda şöyle buyurdu: “Eğer kişi iyi ve güzel kelimeler söylerse, bu kelimeler ona kıyamet gününe kadar üzerine yapıştırılan damga gibi olur. Şayet kötü kelimeler söylerse, bu kelimeler ona kefaret olur. Bu kelimeler şunlardır: “Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ede­rim. Senden başka ilah yoktur. Senden mağfiret diliyor ve sana tevbe ediyorum.[283]

 

HOROZ ÖTÜŞÜNÜ, EŞEK ANIRMASINI VE KÖPEK HAVLAMASINI İŞİTİNCE OKUNACAK DUA

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Horozun öttüğünü işittiğinizde, Allah’tan fazlını isteyin; çünkü o, bir melek görmüştür. Eşeğin anırdığını işit­tiğinizde, kovulmuş şeytandan Allah’a sığının; çünkü o, sizin görmediklerinizi görmüştür. Sessizlik çöktüğünde dışarı çı­kışı azaltın; çünkü Allah, yaratıklarından dilediklerini gecele­yin yayar.”[284]

 

RÜZGAR ŞİDDETLE ESİNCE OKUNACAK DUA

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Rüzgar şiddetle esince Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah’ım! Senden bunun hayrını, içinde bulunanın hayrını ve onunla gönderdiğinin hayrını isterim. Onun şerrinden, içinde bulunanın şerrinden ve onunla gönderdiğinin şerrinden sana sığınırım.”[285]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün şöyle söylediğini işittim: “Rüzgar, Allah’ın rahmet ve azabını getiren esenliğindendir. Bu yüzden onu gördüğünüzde, ona sövme­yin. Allah’tan onun hayrını isteyin, şerrinden Allah’a sığı­nın.”[286]

* Übeyy b. Ka’b (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Rüzgara sövmeyin. Ondan sevmediğiniz bir şey gördüğünüzde şöyle deyin: Allah’ım! Senden bu rüzgarın hayrını, içindekinin hayrını ve onunla emrettiğinin hayrını isteriz. Bu rüzgarın şerrinden, içindekinin şerrinden ve onunla emrettiğinin şerrinden sana sığınırız.”[287]

* Seleme b. el-Evka’ (r.a.) Hz. Peygamberden merfû ola­rak şöyle rivayet etmiştir: “O, rüzgar şiddetlenince şöyle derdi: “Allah’ım! Rahmet bulutu taşıyan olsun, azap taşıyan olmasın.”[288]

GÖK GÜRÜLTÜSÜ İŞİTİNCE OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Zübeyir’den (r.a.) rivayet edilmiştir. O, gök gürültüsünü işitince konuşmayı bırakır ve şöyle derdi: “Gök gürültüsünün kendisini hamd ile tesbih ettiği, meleklerin de heybetinden dolayı kendisini tesbih ettiği Allah pek yüce­dir.”[289]

YAĞMURU GÖRÜNCE OKUNACAK DUA

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) yağmuru gördüğü zaman şöyle derdi: “Allah’ım! Bereketli ve yararlı yağmur olsun.”[290]

HİLALİ GÖRÜNCE OKUNACAK DUA

* Talha b. Ubeydullah (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) hilali gördüğünde şöyle derdi: “Allah’ım! Bu hilali bize bereketli, imanlı, selametli ve İslam üzere geçir. (Ey hilal!) benim de Rabbim senin de Rabbin Allah’tır.”[291]

 

AYA BAKINCA OKUNACAK DUA

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) aya baktı­ğında şöyle derdi: “Ey Aişe! Bunun şerrinden Allah’a sığın; çünkü ‘Karanlığı çöktüğü zaman gece’ işte budur.”[292]

 

AYNAYA BAKINCA OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) aynaya baktığında şöyle derdi: “Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptın, ahlakımı da güzelleştir.”[293]

 

HAPŞIRINCA OKUNACAK DUA VE AKSIRANA NE SÖYLENECEĞİ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Biriniz hapşırdığında “Elhamdülillah” desin. Yanın­daki kardeşi veya arkadaşı da ona “Yerhamükallah” (Allah sana merhamet etsin) desin. Kardeşi veya arkadaşı kendi­sine “Yerhamükallah” deyince, o da ona şöyle desin: “Allah sana hidayet etsin ve durumunuzu düzeltsin”.[294]

HAPŞIRIP DA ALLAH’A HAMDETMEYENE
“ALLAH SANA MERHAMET ETSİN” DENMEYECEĞİ

* Ebû Bürde anlatıyor. Ebû Musa’nın yanına girdim. O sırada Fadl b. Abbas’ın kızının evinde bulunuyordu. Ben yanında hapşırınca bana “Yerhamükallah” demedi; ama o hapşırınca ona “Yerhamükallah” dedi. Sonra annemin ya­nına döndüm ve bu olayı ona haber verdim. Bunun üzerine Annem Ebû Musa’nın yanına gelerek ona: “Oğlum senin yanında hapşırınca ona “Yerhamükallah” demedin, ama o hapşırınca ona yerhamükallah dedin” deyince, şöyle dedi: “Senin oğlun hapşırınca elhamdülillah demedi; bu yüzden ben de ona yerhamükallah demedim. Ama o hapşırınca el­hamdülillah dedi, ben de ona yerhamükallah dedim. Çünkü Allah resulünün şöyle söylediğini işittim: “Biriniz hap­şırdı­ğında, Allah’a hamd ederse ona yerhamükallah deyin. Eğer Allah’a hamd etmezse, ona yerhamükallah deme­yin.”[295]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün yanında iki adam aksırdı. Birine yerhamükallah dedi, ötekine demedi. Bunun üzerine adamlardan biri: “Ey Allah’ın resulü! Buna yerhamükallah dedin ama bana demedin” deyince, Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bu Allah’a hamd etti, ama sen Allah’a hamd etmedin.”[296]

 

HAPŞIRANA KAÇ DEFA YERHAMÜKALLAH
DENİ­LECEĞİ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz hapşırdığında, yanında oturan ona yerha­mükallah desin. Eğer üç defadan fazla hapşırırsa, o nezle olmuştur. Üçten sonra ona yerhamükallah deme­sin.”[297]

 

ALLAH HAPŞIRMAYI SEVER, ESNEMEYİ SEVMEZ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah hapşırmayı sever, esnemeyi sevmez. Bu nedenle, biriniz hapşırır ve Allah’a hamd ederse, ona yerhamükallah demek bunu işiten her Müslüman üzerinde bir haktır. Esnemek ise, o ancak şeytandandır. Bu nedenle, biriniz esnerse elinden geldiğince onu geri çevirmeye çalış­sın; çünkü biriniz esnediğinde şeytan ona güler.”[298]

Hapşıran için sünnet olan, hapşırma sırasında ağzını el­bisesi ya da eliyle kapatmaktır. Nitekim Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle rivayet etmektedir: Allah resulü (s.a.v.) hapşırdığında ağzını elbisesi veya eliyle kapatır, hapşırma sesini kısmaya veya azaltmaya çalışırdı.[299]

Şevkanî der ki: Hapşırana yerhamükallah demek kifaye sünnetlerdendir. Yani hapşıranın yanında bulunanlardan bazıları ona yerhamükallah deyince, bu hepsi için yeterlidir. Oradakilerin hepsinin tek tek yerhamükallah demesi gerek­mez. Ancak hepsinin ayrı ayrı yerhamükallah demesi, Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği “Biriniz hapşırır ve Allah’a hamd ederse, ona yerhamükallah demek bunu işiten her Müslü­man üzerinde bir haktır” hadisi nedeniyle daha evladır. Çünkü bu hadis zahiren her Müslüman’ın bunu söylemesinin zorunlu olduğunu ifade etmektedir. Nitekim İbn Ebi Meryem bu görüştedir. İbn Arabi de bu görüşü tercih etmiştir.[300]

 

KİTAP EHLİNDEN HAPŞIRANLARA NE DENİLECEĞİ

* Ebû Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Yahudiler Hz. Pey­gamberin (s.a.v.) yanında hapşırıyor, Allah resulünün kendi­lerine yerhamükümüllah (Allah sizlere merhamet etsin) de­mesini bekliyorlardı. Ancak Allah resulü (s.a.v.) onlara: “Allah size hidayet versin ve durumunuzu düzeltsin” diyordu.[301]

 

SEVİNDİRİCİ BİR ŞEYLE MÜJDELENDİĞİNDE OKUNACAK DUA

* Hz. Aişe (r.a.) kendisine yapılan iftira olayının sonunu şöyle anlatıyor. Allah resulünü sevindiren haber gelince, va­hiy indiği sırada Allah resulü gülüyordu. Vahiyden sonra ko­nuştuğu ilk söz, bana şöyle demesiydi: “Ey Aişe! Allah’a hamd et, Allah senin temiz olduğunu bildirdi.”[302]

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, sizin cennetin dörtte biri olmanızı umuyorum.” Bunun üze­rine bizler Allah’a hamd ettik ve O’nu tekbir edip yücelttik. Sonra Allah resulü şöyle buyurdu: “Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, sizin cennetin üçte biri olmanızı diliyo­rum.” Bunun üzerine bizler yine Allah’a hamd ettik ve tekbir getirip yücelttik. Sonra Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, sizin cennetin yarısı olmanızı dilerim. Çünkü sizler diğer ümmetler ara­sında, siyah bir öküzün derisindeki beyaz kıl gibi ya da bir merkebin ön ayaklarındaki beyaz işaret gibisiniz.”[303]

 

KENDİ NEFSİNDE, MALINDA VEYA KARDEŞİNDE HOŞUNA GİDEN BİR ŞEY GÖRÜNCE OKUNACAK DUA

* Amir b. Rebia (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz kendi nefsinde, malında veya kardeşinde hoşuna giden bir şey görürse, bereketli olması için dua etsin. Çünkü nazar, haktır.”[304]

 

KARDEŞİNİN GÜLDÜĞÜNÜ GÖRÜNCE ONA NE DİYECEĞİ

* Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor. Hz. Ömer Allah re­sulünün yanına girmek için izin istedi. Allah resulünün ya­nında Kureyşli bazı kadınlar vardı. Kadınlar Hz. Peygamberin sesinden daha yüksek sesle konuşuyor ve ondan daha fazla konuşmasını istiyorlardı. Hz. Ömer (r.a.) girmek için izin isteyince, kadınlar seslerini kıstılar ve örtülerini daha sıkı sa­rıldılar. Sonra Allah resulü (s.a.v.) Hz. Ömer’in içeri girme­sine izin verdi. Hz. Ömer içeri girdiğinde Allah resulü (s.a.v.) gülüyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Allah sevincini daha da artırsın Ey Allah’ın resulü!” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.): “Şu yanımda bulunan kadınların haline şaştım. Se­nin sesini duyunca örtülerine daha sıkı sarıldılar” dedi. Hz. Ömer: “Ey Allah’ın resulü! Sen saygı duyulmaya daha layık­sın” dedikten sonra, kadınlara: “Ey nefislerinin düşmanları! Sizler benden korkup saygı duyduğunuz kadar Allah resu­lünden korkup ona saygı duymuyor musunuz?” diye sordu. Kadınlar: “Evet, çünkü sen Allah resulünden daha katı ve sert birisin” dediler. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yeter be Ömer, nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, şeytan senin bir yola girdiğini görmeyiversin, mutlaka yolunu değiştirip senin yolundan başka bir yola girer.”[305]

 

“SENİ SEVİYORUM” DİYEN BİR KARDEŞİNE NE DİYECECEĞİ

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Ben Allah resulünün ya­nında otururken, yanımızdan bir adam geçti. Yanımızda bu­lunanlardan biri: “Ey Allah’ın resulü! Allah’a andolsun ki, ben bu adamı seviyorum” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.): “Bunu ona söyledin mi?” dedi. Adam: “Hayır” de­yince, Allah resulü (s.a.v.): “Kalk ve bunu ona bildir” dedi. Adam kalkıp o kişinin yanına gitti ve: “Ey adam! Allah’a andolsun ki, ben seni gerçekten seviyorum” dedi. O kişi de: “Kendisi için beni sevdiği Allah da seni sevsin” dedi.[306]

 

“ALLAH SENİ BAĞIŞLASIN” DİYEN BİR
KARDE­ŞİNE NE DİYECİĞİN

* Asım anlatıyor. Abdullah b. Sercis (r.a.) şöyle anlattı: Ben Hz. Peygamberi gördüm, onunla birlikte ekmek ve et –veya et suyu- yedim. Ona: “Allah resulü (s.a.v.) senin için istiğfarda bulundu mu?” dedim. “Evet; senin için de istiğ­farda bulundu” dedi ve sonra şu ayeti okudu: “(Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınla­rın günahlarının bağışlanmasını dile!...[307].[308]

 

KENDİSİNE İYİLİK YAPILANIN NE DİYECEĞİ

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Kim Allah adına sizden sığınma talep ederse, onu koruyun; kim Allah adına sizden bir şey isterse, ona verin; kim Allah adına sizden himaye talep ederse, onu himaye edin; kim size bir iyilik yaparsa, ona bu iyiliğinin karşılığını verin. Eğer verecek bir şey bulamazsanız, ona dua edin ki, onun bu iyiliğine karşılık verdiğinizi bilsin.”[309]

* Üsame b. Zeyd (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim, kendisine yapılan bir iyiliğe karşılık bu iyiliği yapana: “Allah sana hayırlı mükafat versin” derse, ona en güzel şekilde teşekkür etmiş olur.[310]

 

BORCUNU FAZLASIYLA ÖDEYEN KARDEŞİNE NE DİYECEĞİ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Bir adamın Hz. Peygam­berin yanında (parası ödenmemiş) bir devesi vardı. Adam gelip borcunu isteyince, Allah resulü (s.a.v.): “Devesini ve­rin!” dedi. Deveyi aradılar, ancak bulamadılar; onunkinden daha değerli bir deve buldular. Allah resulü (s.a.v.) öyleyse “Bunu ona verin” dedi. Bunun üzerine adam: “Bana bor­cunu tam (fazlasıyla) ödedin, Allah da sana ödesin” deyince, Allah resulü (s.a.v.): “Sizin en hayırlınız, borcunu en güzel şekilde ödeyendir” buyurdu.[311]

 

KURBAN KESERKEN OKUNACAK DUA

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) boy­nuzlu ve alacalı iki koç kurban etti. Kurbanları keserken tek­bir getiriyor, besmele çekiyor ve ayaklarını hayvanların bo­yunları üzerine koyuyordu.[312]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) siyah içinde yürüyen, siyah içinde yatan ve siyah içinde bakan boynuzlu bir koç getirilmesini emretti. Kurban etmesi için kendisine böyle bir koç getirilince şöyle dedi: “Ey Aişe! Bı­çağı getir!”. Sonra bana: “Bıçağı taş ile iyice keskinleştir” dedi. Ben de öyle yaptım. Sonra bıçağı aldı, ardından koçu alıp yan yatırdı ve: “Bismillah; Allah’ım! Bunu Muhammed'­den, Muhammed'in ailesinden ve Muhammed'in ümmetin­den kabul et!” diyerek koçu boğazladı.[313]

* Cabir b. Abdullah el-Ensarî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir kurban günü boynuzlu, alacalı ve iğdiş edilmiş iki koç kesti. Hz. Peygamber (s.a.v.) koçların yönünü kıbleye döndürünce: “Şüphesiz ben hanîf olarak ve İbrahim’in milleti üzerine yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevir­dim. Ben müşriklerden değilim. Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim. Allah’ım! Her şey sendendir, bu kurbanı senin için kesiyorum. Allah’ım! Muhammed'den ve ümmetinden bunu kabul buyur. Bismillahi vallahu ekber!” dedi, sonra koçu kesti.[314]

 

BİR CARİYE, KÖLE VEYA HAYVAN SATIN ALINCA OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz bir cariye, köle veya hayvan satın alınca, onun alnından tutsun ve şöyle desin: “Allah’ım! Senden bunun hayrını ve yaratılışındaki hayrını diliyorum. Onun şerrinden ve yaratılışındaki şerrinden sana sığınıyo­rum.” Bir deve satın aldığında ise hörgücünün tepesinden tutsun ve bunun gibi söylesin.”[315]

Derim ki: Hadiste geçen deve, günümüzde arabaları da kapsar. Doğrusunu Allah bilir.

 

İLK ÜRÜNÜ GÖRÜNCE OKUNACAK DUA

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. İnsanlar ilk ürünü gör­düklerinde, onu Allah resulüne getirirlerdi. Allah resulü (s.a.v.) o ürünü alır ve şöyle derdi: “Allah’ım! Ürünümüzü bize bereketli kıl, şehrimizi bize bereketli kıl, ölçü ve tartımızı bize bereketli kıl. Allah’ım! Şüphesiz İbrahim senin kulun, dostun ve peygamberindir. Ben de senin kulun ve peygam­berinim. O, Mekke için sana dua etti; ben de onun Mekke için yaptığı duanın aynısını ve bir mislini Medine için yapıyo­rum.”

Allah resulü (s.a.v.) daha sonra en küçük çocuğunu ça­ğırır ve ürünü ona verirdi.[316]

Müslim’in rivayeti şöyledir: “Sonra onu, yanında bulunan en küçük çocuğa verirdi”.

BELAYA UĞRAMIŞ BİRİNİ GÖRÜNCE OKUNACAK DUA

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim belaya uğramış birini görür ve: “Beni, senin başına gelen beladan muaf tutan ve yaratıklarının pek ço­ğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun” derse, bu bela o kişinin başına gelmez.”[317]

Tirmizî der ki: Ebû Cafer Muhammed b. Ali’den şöyle ri­vayet edilmiştir: O, belaya uğramış birini gördüğünde, bu beladan Allah’a sığınırdı. Ancak bunu kendi içinde söyler, bela sahibi onu duymazdı.

 

BAŞINA SEVDİĞİ VEYA SEVMEDİĞİ BİR ŞEY
GE­LİNCE OKUNACAK DUA

* Süheyb (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Müminin durumuna şaşılır; çünkü onun her işi ken­disi için hayırdır. Bu durum sadece mümin için böyledir, başkası için değil. Ona sevindirici bir şey gelse, şükreder; bu kendisi için hayır olur. Ona bir zarar gelse, sabreder; bu kendisi için hayır olur.[318]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) sevdiği bir şey görünce şöyle derdi: “Güzellikleri nimeti ile tamamlayan Allah’a hamd olsun”. Sevmediği bir şey gördüğünde ise şöyle derdi: “Her halükarda Allah’a hamd olsun.”[319]

BORÇ ÖDEMEDE ACİZ KALINCA OKUNACAK DUA

* Hz. Ali’nin (r.a.) anlattığına göre, bir bedel karşılığı azat edilmek üzere efendisiyle anlaşan bir köle yanına gelerek: “Ben anlaşmadaki borcu ödemekte aciz kaldım, bana yar­dım et” dedi. O da şöyle dedi: “Sana, Allah resulünün bana öğrettiği kelimeleri öğreteyim. Bunları okuduğunda Sabîr dağı[320] kadar borcun da olsa, Allah o borcu senin yerine öder (veya ödemeni kolaylaştırır). Bu kelimeler şunlardır: “Allah’ım! Bana helalinden ver, haramından koru! Beni kendi lütfunla zenginleştirip başkasına muhtaç etme.”[321]

 

VESVESEYE KAPILINCA OKUNACAK DUA

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Şeytan birinize gelir ve: “Şunu kim yarattı? Bunu kim yarattı?” der. Sonunda: “Rabbini kim yarattı?” der. Biri­niz bu dereceye geldiğinde, hemen Allah’a sığınsın ve bu düşünceye son versin.”[322]

* Osman b. Ebi’l-Âs (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanına geldim ve: “Ey Allah’ın resulü! Şeytan benimle namazım ve kıraatim arasına girdi; aklımı karıştırıp beni şüp­heye düşürüyor” dedim. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bu, kendisine Hanzeb denilen bir şeytandır. Onun geldiğini hissettiğinde, hemen Allah’a sığın ve sol ta­rafına üç defa tükür.”

Osman der ki: Ben böyle yaptım, Allah onu benden gi­derdi.[323]

ÖFKELENDİĞİNDE OKUNACAK DUA

* Süleyman b. Sard (r.a.) anlatıyor. Bizler Hz. Peygam­berin yanında otururken, iki adam onun huzurunda birbirle­rine sövmeye başladı. Biri diğerine öfkeyle söverken yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Öyle bir kelime biliyorum ki, bu adam onu söy­lerse bu hali kaybolur gider. O kelime şudur: Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.”[324]

LÂT VE UZZA ADINA YEMİN EDENE NE
DENİLE­CEĞİ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizden her kim yemin eder ve yemininde “Lât ve Uzza’ya andolsun” derse, hemen lâ ilâhe illallâh desin. Kim de arkadaşına: “Gel, seninle kumar oynayalım” derse, he­men bir sadaka versin.”[325]

Bu hadis, Allah’tan başkası adına yemin etmenin haram olduğunu; bunu yapanın hemen imanını yenilemesi gerekti­ğini ifade etmektedir. Hadis ayrıca, kumar oynamaya davet etmenin haram olduğunu, bunu yapanın sadaka vermesi gerektiğini bildirmektedir.

 

EVLİLİK VE NİKAHLA İLGİLİ DUALAR

NİKAH DUASI

* Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor. Söze başlama ve bitirmede Allah resulüne (s.a.v.) özlü ve hayırlı bütün sözler verilmişti. O bize namaz duasını ve hutbe duasını öğretmişti.

Namaz (teşehhüd/tahiyyat) duası şöyledir: “Bütün se­lamlar, dualar ve güzellikler Allah'a mahsustur. Ey Peygam­ber! Sana selam olsun, Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun. Selam ve esenlik bize ve Allah'ın salih kulları­nın üzerine de olsun. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. O, birdir ve ortağı yoktur. Ve yine şahitlik ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve resulüdür."

Hutbe duası ise şöyledir: “Şüphesiz hamd Allah’a mah­sustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve bağışlanma dile­riz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah’a sığınırız. Allah kime hidayet ederse, artık onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa, onu da hidayete erdirecek yoktur. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. O, birdir ve ortağı yoktur. Ve yine şahitlik ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve resulüdür.”

Hz. Peygamber böyle söyledikten sonra hutbe duasını, Allah’ın kitabından şu üç ayetle bağlardı[326]:

Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.[327]

“…Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.[328]

Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyle­yin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahla­rınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.[329]

 

EVLENEN KİMSEYE NE DENİLECEĞİ

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Abdurrahman b. Avf’ın elbisesinde bir sarılık görmüştü. Ona: “Bu da ne?” deyince, Abdurrahman: “Bir nevat (beş dirhem ağırlığında altın) mehir verip bir kadınla evlendim” dedi. Bu­nun üzerine Allah resulü (s.a.v.): “Allah sana mübarek kılsın; bir koyunla da olsa ziyafet ver” buyurdu.[330]

* Cabir (r.a.), evlendiğini Hz. Peygambere haber verdi­ğinde Allah resulünün kendisine şöyle söylediğini rivayet ediyor: “Allah sana mübarek kılsın”.[331]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir kimse evlendiğinde ona şöyle derdi: “Allah sana mübarek kılsın, üzerine bereket indirsin ve ikinizin arasını hayırda bir­leştirsin.”[332]

 

EŞİNİN YANINA GİRİNCE OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz bir kadınla evlenince ya da bir hizmetçi satın alınca şöyle desin: “Allah’ım! Senden bunun hayrını ve yaratılışındaki hayrını diliyorum. Onun şerrinden ve yaratılışındaki şerden sana sığınıyorum.” Bir deve satın aldı­ğında ise hörgücünün tepesinden tutsun ve bunun gibi söy­lesin.”[333]

Ebû Saîd’in rivayetinde şu ziyade vardır: “Sonra onun al­nından tutsun, kadın veya hizmetçinin bereketli olması için dua etsin.”

 

CİNSEL İLİŞKİDE BULUNMAK İSTEYİNCE
OKUNA­CAK DUA

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizden biri eşiyle cinsel ilişkide bulunmak iste­yince: “Bismillah; Allah’ım! Bizi şeytandan uzak tut; onu bize vereceğinden de uzak tut” derse, sonra da aralarındaki bu ilişkiden bir çocuk takdir edilse, şeytan ona ebediyen zarar vermez.”[334]

YENİ DOĞAN ÇOCUK İÇİN DUA ETMEK

* Ebû Musa (r.a.) anlatıyor. Bir erkek çocuğum oldu. Onu alıp Hz. Peygambere getirdim. Allah resulü (s.a.v.) ona İbrahim adını koydu; bir hurma ezip çocuğun ağzına sürdü ve ona bereketle dua ettikten sonra bana geri verdi. Bu, Ebû Musa’nın en büyük çocuğu idi.[335]

* Esma (r.a.) anlatıyor. Oğlum Abdullah b. Zübeyir do­ğunca onu getirip Allah resulünün kucağına bıraktım. Allah resulü (s.a.v.) bir hurma istedi, onu ağzında çiğnedikten sonra tükürüğünden çocuğun ağzına koydu. Abdullah’ın midesine inen ilk şEy Allah’ın resulünün bu tükürüğü idi. Sonra o hurmayı çocuğun damağına sürdü,ona  bereketle dua etti. (Hicretten sonra Medine’de) Müslüman bir ailede doğan ilk çocuk bu idi.[336]

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Hasan ve Hüseyin’e dua eder ve şöyle derdi: “Babanız (Hz. İbrahim) İshak ve İsmail’e şu sözlerle dua ederdi: Her şeytandan, öl­dürücü zehir taşıyan her canlıdan ve her kem gözden[337] Al­lah’ın eksiksiz kelimelerine sığınırım.”[338]

HZ. PEYGAMBERE (S.A.V.) SALAVAT GETİRMENİN FAZİLETİ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bana bir salavat getirirse, Allah ona on sala­vat getirir.”[339]

* Abdurrahman b. Avf (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) dışarı çıktı, ben de onu takip ettim. Hz. Peygamber bir hurma bahçesine girdi ve secdeye kapandı. Secdeyi öyle uzattı ki, ben, Allah’ın onun canını almış olmasından veya ölmüş olmasından korktum. Bunun için yanına gidip kendi­sine bakınca, Allah resulü (s.a.v.) başını kaldırdı ve: “Ne olu­yor sana Ey Abdurrahman!” dedi. Ben de ona bu korkumu söyleyince, şöyle buyurdu: “Cebrail (a.s.) gelip bana şöyle dedi: Sana müjde vereyim mi? Yüce Allah şöyle buyuruyor: Kim sana bir salat getirirse, ben de ona bir salat getiririm. Kim sana bir selam verirse, ben de ona bir selam veririm.”

Başka bir rivayette şu ziyade vardır: “Bunun üzerine şü­kür olarak Allah’a secde ettim.”[340]

* Ebû Bürde b. Niyâr (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ümmetimden her kim kalbinden gelerek tam bir ihlasla bana bir salavat getirirse, Allah da buna karşı­lık ona on salavat getirir, mertebesini on derece yükseltir, ona on iyilik yazar ve on kötülüğünü siler.”[341]

* İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah’ın gezici melekleri vardır; onlar, ümmetimin selamını bana getirirler.”[342]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kimse bana salavat getirdiğinde, selamına cevap vermem için Allah bana ruhumu mutlaka iade eder.”[343]

* Amir b. Rebîa, babasından (r.a.) rivayetle anlatıyor. Allah resulünün hutbe verirken şöyle söylediğini işittim: “Kim bana bir salavat getirirse, bana salavat getirdiği sürece me­lekler de ona salavat getirirler. Bir kul, artık dilerse bundan az veya çok söyler.”[344]

* Ubeyy b. Ka’b (r.a.) anlatıyor. Gecenin dörtte biri ge­çince Allah resulü (s.a.v.) kalkar ve şöyle derdi: “Ey insanlar! Allah’ı zikredin, Allah’ı zikredin! Racife (sarsıcı, sura ilk üfü­rüş) gelmiştir, peşinden radife (takipçi, sura ikinci üfürüş) gelmiştir. Ölüm içindekilerle birlikte gelmiştir, ölüm içinde­kilerle birlikte gelmiştir.”

Ubeyy şöyle anlatmaya devam ediyor. Ben: “Ey Allah’ın resulü! Ben sana çok salavat getiriyorum. (Duamda) sana ne kadar salavat getireyim” dedim.

Allah resulü: “Dilediğin kadar!” buyurdu.

Ben: “Dörtte bir!” dedim.

Allah resulü: “Dilediğin kadar; eğer arttırırsan bu senin için daha hayırlı!” dedi.

Ben: “Yarısı!” dedim.

Allah resulü: “Dilediğin kadar; eğer arttırırsan bu senin için daha hayırlı!” dedi.

Ben: “Üçte ikisi!” dedim.

Allah resulü: “Dilediğin kadar; eğer arttırırsan bu senin için daha hayırlı!” dedi.

Ben: “Duamın tamamını sana salat ve selam okumaya ayırayım!” deyince, Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “O takdirde (dünyevi ve uhrevi) dileğin kabul edilir, günahın bağışlanır.”[345]

İbn Kayyım der ki: Üstadımız Ebü’l-abbas İbn Teymiyye’ye bu hadisin tefsiri soruldu. O da şöyle dedi: Ubeyy b. Ka’b’ın, özel olarak kendisi için yaptığı bir dua vardı. Allah resulüne, bu duanın dörtte birini kendisine sala­vat getirmek için yeterli olup olmadığını sordu. O da kendi­sine: “Dilediğin kadar; eğer arttırırsan bu senin için daha hayırlı!” diye cevap verdi. Bunun üzerine “Yarısı!” dedi, Allah resulü (s.a.v.) aynı cevabı verdi. Sonunda Ka’b, “Duamın tamamını sana salat ve selam okumaya ayırayım!” deyince, Allah resulü de (s.a.v.): “O takdirde (dünyevi ve uhrevi) dile­ğin kabul edilir, günahın bağışlanır” buyurdu. Çünkü kim Allah resulüne (s.a.v.) bir salavat okursa, Allah da buna kar­şılık ona on salavat okur. Allah kime salavat okursa, onun dünyevi ve uhrevi dileğini kabul eder, günahını bağışlar. Ha­disin anlamı işte budur.”[346]

* Evs b. Evs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizin en hayırlı gününüz, Cuma günüdür. Çünkü Hz. Adem (a.s.) o gün yaratıldı, o gün vefat etti; o gün sura üfürülecek ve o günde herkes ölecektir. Öyleyse bu günde bana çok salavat getirin. Çünkü salavatlarınız bu günde bana arz olunur.” Oradakiler: “Ey Allah’ın resulü! Sen ölmüş ve çürümüş olduğun halde salavatlarımız sana nasıl arz olu­nur?” diye sorunca, Allah resulü (s.a.v.): “Yüce Allah, top­rağa, peygamberlerin bedenlerini yemeyi haram kıldı” bu­yurdu.[347]

* Ka’b b. Ucre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.): “Min­beri getirin!” dedi. Bizler de minberi getirdik. Allah resulü (s.a.v.) minberin birinci basmağına çıkınca: “Amin” dedi. Sonra İkinci basamağına çıktı, yine “Amin” dedi. Sonra üçüncü basamağına çıktı, yine “Amin” dedi. Allah resulü (s.a.v.) minberden indikten sonra kendisine: “Ey Allah’ın resulü! Bugün senden daha önce duymadığımız bir şey işit­tik!” dedik. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Cebrail (a.s.) bana geldi ve: “Ramazan ayına yetişip de bağışlanmayan (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun!” dedi, ben de “Amin” dedim. İkinci basamağa çıktığımda, Cebrail (a.s.): “Yanında zikredilince sana salavat getirmeyen (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun!” dedi, ben de “Amin” dedim. Üçüncü basamağa çıkınca, Cebrail (a.s.): “Ana babasının ya da birisinin yaşlılığına yetişip de cennete giremeyen (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun!” dedi, ben de “Amin” dedim.”[348]

* Hz. Hüseyin (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Gerçek cimri, yanında zikredildiğim halde bana salavat getirmeyendir.”[349]

 

HASTALIK VE ÖLÜMLE İLGİLİ DUALAR

 

HASTANIN KENDİ İÇİN YAPACAĞI DUALAR

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) rahatsız­landığında (bir şikayeti olduğunda) el-Felak ve en-Nâs sure­lerini okur, sonra üzerine üflerdi. Ancak ağrısı şiddetlenince, bu sureleri ben onun üzerine okuyor, bereketini umut ederek ellerini bedenine sürüyordum.[350]

* Osman b. Ebi’l-Âs es-Sakafî (r.a.), Müslüman oldu­ğundan beri bedeninde peydahlanan bir acıdan dolayı Allah resulüne şikayette bulundu. Allah resulü (s.a.v.) kendisine şöyle dedi: “Elini, vücudunun ağrıyan yerine koy; üç defa bismillah de; sonra yedi defa şöyle söyle: Bedenimde çek­mekte ve çekinmekte olduğum şu hastalığın şerrinden Allah­'ın izzet ve kudretine sığınıyorum.”[351]

* el-Eğarr Ebi Müslim anlatıyor. Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre’nin şöyle söylediklerine şahitlik ederim. Onlar da Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğine şahitlik ettiler: “Her kim “Lâ ilâhe illallâh” (Allah’tan başka ilah yoktur) derse, Rabbi de onu tasdik eder ve: “Gerçekten benden başka ilah yoktur, ben en büyüğüm” der. Kul: “Lâ ilâhe illallâhu vahdeh” (Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir) derse, Allah da: “Gerçekten benden başka ilah yoktur, ben tekim” der. Kul: “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh” (Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir, ortağı yoktur) derse, Allah da: “Gerçekten benden başka ilah yoktur, ben tekim, ortağım yoktur” der. Kul: “Lâ ilâhe illallâh, lehu’l-mülkü velehu’l-hamdu” (Allah’tan başka ilah yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na aittir) derse, Allah da: “Gerçekten benden başka ilah yoktur, mülk benimdir, hamd bana aittir) der. Kul: “Lâ ilâhe illallâh, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” (Allah’tan başka ilah yoktur, Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur) derse, Allah da: “Gerçekten benden başka ilah yoktur, ben­den başka güç ve kuvvet sahibi yoktur) der. Hadisin deva­mında Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Kim hastalı­ğında bunu söyler, sonra ölürse, cehennem ateşi onu yemez (yani yakmaz).”[352]

 

HASTAYA DUA ETMEK

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) hastaya şöyle dua ederdi: “Bismillah; arzımızın toprağı, kimimizin tükürüğü ve Rabbimizin izni ile hastamız şifa bulsun.”[353]

Hafız İbn Hacer der ki: “Arzımızın toprağı” ifadesi ile yer­yüzündeki verimli toprak kastedilmektedir. “Kimimizin tükü­rüğü” ifadesi ise, dua ile tedavi ederken tükürüldüğüne de­lalet etmektedir.

İmam Nevevî ise şöyle söyler: Hadis, Allah resulünün bir parça tükürüğünü işaret parmağıyla alıp onu toprağın üze­rine koyduğunu, parmağına yapışan toprakla hasta veya yaranın bulunduğu yeri meshettiğini ve meshederken yuka­rıda geçen sözleri söylediğini ifade etmektedir.

Kurtûbî de der ki: Bu hadis, bütün acıları (hastalıkları) dua okuyarak tedavi etmenin (rukye yapmanın) caiz oldu­ğuna; bunun, sahabeler arasında yaygın olarak bilinen bir durum olduğuna delalet etmektedir. Allah resulünün işaret parmağını toprağa sürdükten sonra onunla hasta veya yaralı yeri meshetmesi, dua ile tedavi ederken böyle yapmanın müstehab olduğuna delalet eder. 

Kurtûbî şöyle devam ediyor: Bazı alimlerimiz bunu şöyle yorumlamışlardır: Böyle yapmadaki sır, toprağının serin ve kuru oluşunda saklıdır. Serin ve kuru olan toprak, başka maddelerin yaraya yapışmasına engel olarak yarayı iyileştirir; ayrıca yaranın kanamasını önleyip kurumasını sağlar.

Bu alimler tükürük için de şöyle söylemişlerdir: Tükürük, yaranın çözülmesi, morarması, iyileşmesi ve şişkinliğinin önlenmesi için yararlıdır. Bu, özellikle aç olan oruçlu için daha yararlıdır.

Kurtûbî, alimlerin bu görüşlerini şöyle değerlendirir: Bu söylenenler, tedavi usulüne uygun olarak yapıldığında, top­rak ve tükürüğün miktarı gözetilerek ve zamanında uygulan­dığında belki geçerli olabilir. Aksi halde işaret parmağını bir parça tükürükle birlikte toprağa koyup yaraya sürmenin bir etkisi ve anlamı olmaz. Oysa burada asıl önemli olan, böyle yapmakla Allah’ın isimleri ve Hz. Peygambere uymakla bere­ket ummaktır. Parmağın yerer konmasında ise, belki özel bir anlam vardır; veya bilinen sebeplere temas ederek Allah’ın kudretinin etkilerini gizleme hikmeti vardır.[354]

* Yine Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) aile­sinden bazı kimseleri dua okuyarak tedavi eder, ağrıyan yeri sağ eliyle meshederek şöyle derdi: Ey insanların Rabbi olan Allah’ım! Acıyı gider; şifa ver, gerçek şifa veren sensin; senin şifandan başka şifa yoktur. Geride hiçbir hastalık bırakmayan bir şifa ver.”[355]

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) hasta bir bedeviyi ziyaret etti ve: “Bir şey yok, senin için temizliktir inşallah; Bir şey yok, senin için temizliktir inşallah” dedi. Be­devi: “Temizlik mi?” dedin. Aksine o, yaşlı ihtiyarı yakan ve onu ölüme götüren hummadır” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.): “Ne güzel o halde!” dedi.[356]

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Cebrail (a.s.) Hz. Peygamberin yanına gelerek: “Ey Muhammed! Hastalandın mı?” diye sordu. Allah resulü (s.a.v.): “Evet” deyince, Cebrail (a.s.) şöyle dua etti: “Allah’ın adıyla, sana dua ediyorum. Sana eziyet veren her şeye karşı, her kötü nefse veya hasetçe göze karşı sana okuyorum. Allah sana şifa versin; Allah’ın adıyla sana dua ediyorum.”[357]

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim, eceli gelmemiş bir hastayı ziyaret eder ve yanında yedi defa şu duayı okursa, Allah o kişinin bu hastalı­ğına mutlaka şifa verir: “Yüce Allah’tan, büyük arşın Rabbi olan Allah’tan sana şifa vermesini diliyorum.”[358]

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir adam bir hastayı ziyaret etmeye gelince, şöyle desin: “Allah’ım! Bu kuluna şifa ver, senin için bir düşmanı yaralasın (öldürsün) ve senin için cenazenin peşinden yürüsün.”

Hakim’in rivayeti, “Senin için namaza yürüsün” şeklin­dedir.[359]

 

KENDİSİNE BİR YARA VEYA ÇIBAN İSABET EDENE OKUNACAK DUA

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) hastaya şöyle dua ederdi: “Bismillah; arzımızın toprağı, kimimizin tükürüğü ve Rabbimizin izni ile hastamız şifa bulsun.”[360]

Müslim’in rivayeti şöyledir: Bir insan Allah resulüne hasta olduğunu söylediğinde veya kendisine bir yara veya çıban isabet ettiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v.) işaret parmağının ucunu toprağa koyar, sonra onu kaldırıp şöyle derdi: “Bis­millah; arzımızın toprağı, kimimizin tükürüğü ve Rabbimizin izni ile hastamız şifa bulsun.”

 

YILAN VE AKREP GİBİ HAYVANLARIN SOKTUĞU KİMSEYE OKUNACAK DUA

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün sa­habelerinden bir grup bir sefere çıktı. Bir süre yol aldıktan sonra bir Arap kabilesinin yakınına konakladılar ve onlardan kendilerini misafir etmelerini istediler. Ancak kabile, onları misafir etmeyi reddetti. Derken kabilenin efendisi bir hayvan tarafından sokuldu. Kabile, efendileri için yapılacak her şeyi yaptı, ancak hiçbir şey ona fayda vermedi. Bunun üzerine kabileden bazıları: “Yakınımıza konaklayan şu gruba gitsek, belki yanlarında faydalı bir şey vardır” dediler. Bunun üzerine onların yanına geldiler ve: “Ey cemaat! Efendimizi bir hayvan soktu. Onun için her şeyi yaptık ama hiçbir şey kendisine bir fayda vermedi. İçinizde yanında yararlı bir şey olan biri var mı?” diye sordular. Gruptan biri: “Evet, Allah’a andolsun var; ben onu tedavi edebilirim. Ancak siz, bizim misafir etme talebimizi reddettiniz. Bu yüzden, bize bir ücret ödemedikçe onu tedavi etmem” dedi. Sonunda bir koyun sürüsü üzerine anlaşınca, adam yola çıktı. Sokulan efendinin yanına ge­lince, adam hafifçe tükürmeye ve Fatiha suresini okumaya başladı. O okudukça kabilenin efendisi iyileşmeye başladı. Öyle ki adam tüm bağlarından kurtulmuş halde dip diri ola­rak kalktı, hiç acısı yokmuş gibi yürümeye başladı.

Bunun üzerine kabile, üzerinde anlaştıkları koyun sürü­sünü gruba verdi. Gruptakilerden bazılar: “Bunu paylaştırın” dediler. Ancak okuyarak tedavi eden: “Hayır, Allah resulünün (s.a.v.) yanına gidinceye kadar bunu yapmayın” dedi. Sonra Allah resulünün yanına geldiler ve durumu ona anlattılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) okuyarak tedavi edene: “Onun rukye (şifa) olduğunu nereden bildin? Doğru yapmışsınız; paylaşın ve kendinizle birlikte bana da bir pay ayırın” dedi.[361]

Okuyarak tedavi eden, hadisi rivayet eden Ebû Saîd el-Hudrî’nin (r.a.) kendisidir. Bu, Tirmizî, Nesâi ve İbn Mâce’nin rivayetlerinde açık olarak belirtilmiştir.

 

YANIKLARA OKUNACAK DUA

* Muhammed b. Hatıb (r.a.) anlatıyor. Bana ait olan bir kazanı tutunca, ellerim yandı. Bunun üzerine annem beni oturan bir adamın yanına götürerek ona: “Ey Allah’ın resulü! Emrine amadeyim, yardım et!” dedi. Sonra beni ona yaklaş­tırdı. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) yanığın üzerine tü­kürmeye ve ne olduğunu bilmediğim sözler okumaya baş­ladı. Daha sonra anneme, Allah resulünün ne okuduğunu sorduğumda şöyle dedi: Allah resulü (s.a.v.) şöyle diyordu: Ey insanların Rabbi! Acıyı gider, şifa ver, gerçek şifa veren sensin, senden başka şifa veren yoktur.”[362]

 

ÖLMEK ÜZERE OLANIN OKUYACAĞI DUA

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Ölmeden önce Allah resulüne (s.a.v.) kulak verdim, sırtını dayayarak şöyle söylediğini işit­tim: “Allah’ım! Beni bağışla, bana merhamet et ve beni refik-i alaya (yüce dosta) kavuştur.”[363]

Hadiste geçen ‘Refik-i ala' (yüce dost) teriminden mak­sat, Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Bunlar ne güzel arkadaştır![364] ayetinde geçen peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kişiler olduğu söylenmiştir. Nitekim Buhâ­ri’nin rivayetinde geçen “Sonra ‘Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir’ ayetini okumaya başladı” ifadesi, bunu teyit etmektedir.[365] Bilindiği gibi hadislerin birbirini açıklama yönü vardır.

Kimi alimler de ‘Refik-i ala' terimiyle mukarreb (Allah’a en yakın) meleklerin kastedildiğini söylemiş; Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler[366] ayetinde geçen mele-i ala'yı yani melekleri buna delil getirmişlerdir.

el-Cevherî ise, refik-i ala'nın cennetin en üst mertebesi olduğunu söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir.

* Yine Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün önünde, içinde su olan bakır bir kap vardı. Allah resulü (s.a.v.) elini suya batırıyor, onunla yüzünü meshederek şöyle diyordu: “Allah’tan başka ilah yoktur, elbette ölüm sarhoşlukları (dal­gınlıkları) vardır.” Sonra ellerini kaldırdı ve ruhunu teslim edinceye kadar “Refik-i ala'ya” dedi. Ruhu teslim olunca, elleri aşağı düştü.[367]

Tirmizî’nin rivayeti şöyledir: “Allah’ım! Ölümün baygın­lıklarına ve ölümün dalgınlıklarına karşı bana yardım et.”

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) ‘Lâ ilâhe illallâh’ demeyi telkin ediniz.”[368]

* Muâz b. Cebel (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kimin son sözü ‘Lâ ilâhe illallâh’ olursa, cennete girer.[369]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ölülerinize ‘Lâ ilâhe illallâh’ demeyi telkin ediniz. Çünkü ölüm anında son sözü ‘Lâ ilâhe illallâh’ olan kimse, girmeden önce karşılaştığı şeyler ne olursa olsun mutlaka bir gün cennete girer.”[370]

Allah resulünün “Ölülerinize ‘Lâ ilâhe illallâh’ demeyi tel­kin edin” ifadesi hakkında alimler şunları söylemişlerdir:

İmam Nevevî der ki: Alimler bu telkinin yapılması üze­rinde görüş birliğine varmışlardır. Ancak ölünün, içinde bu­lunduğu sıkıntı ve zorluk nedeniyle daha fazla rahatsız ol­maması, onu kalbiyle reddedip uygun olmayan sözler söy­lememesi için telkinin çokça, peş peşe ve ısrarlı bir şekilde yapılmasını mekruh görmüş ve şöyle söylemişlerdir: Öl­mekte olan kişi lâ ilâhe illallâh’ı bir defa söyleyince ondan bunu tekrar etmesi istenmez. Ancak bundan sonra başka bir söz söylemişse, son sözü olması için ona lâ ilâhe illallâh’ı tekrar etmesi telkin edilir. Bu hadis, kendisine hatırlatmada bulunmak, yalnızlığını hissettirmemek ve can verince gözle­rini kapatmak gibi hakları yerine getirmek için can veren kimsenin yanında hazır bulunmanın gerekliliğini ifade et­mektedir. Bu da alimlerin üzerinde görüş birliğine vardığı bir durumdur.[371]

Can verenin yanında hazır bulunanların, yanlarında su veya sıvı şeyler bulundurmaları, bir pamuk parçasıyla du­daklarını ıslatmaları sünnettir. Çünkü başına gelen şiddet ve zorluklar nedeniyle boğazı kurumuş ve bu yüzden söz söyle­mekten aciz kalmış olabilir. Böyle yapmak onun başına ge­len şiddeti hafifletir ve şehadet kelimesini söylemesini kolay­laştırır.[372]

Derim ki: Can verenin etrafında bulunanların, hayırdan başka şey konuşmamaları gerekir. Çünkü melekler, onların konuşmalarına “Amin” der ve tasdik ederler. Ümmü Se­leme’nin rivayet ettiği bir hadisi şerifte Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir hastanın veya ölünün yanında hazır bulunduğunuzda, hayır konuşun. Çünkü melekler, söyledik­lerinize “Amin” der.[373]

Nevevî der ki: Bu hadiste geçen “Hayır konuşun” ifade­sinin kapsamına, can vermekte olana dua etmek, Allah’tan bağışlanmasını, ona yumuşak davranmasını ve acısını hafif­letmesini dilemek de girer. Böylece orada bulunan melekler, bu hayır dua ve güzel dileklere “Amin” derler.[374]

Hatırlatma: Bazı insanlar can verenin yanında Yâ-sîn su­resini okumakta; buna Ma’kil b. Yesâr’dan rivayet edilen şu hadisi delil getirmektedirler. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: “Ölülerinizin üzerine Yâ-sîn suresini okuyun”.[375]

Bu hadis zayıftır. İbnü’l-Kattan bu hadisin zayıf olduğunu söylemiştir. Dârekutnî ise bu hadis hakkında şöyle söylemiş­tir: Bu hadisin isnadı zayıf, metni meçhuldür. Bu konuda sahih olan bir hadis yoktur.

Ölünün yanında Yâ-sîn suresini okuyanlar, şu hadisi de delil getirmektedirler. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ölürken yanında Yâ-sîn suresi okunan kimseye Allah (ölümü) kolaylaştırır.”

Deylemî’nin el-Firdevs’te rivayet ettiği bu hadis de zayıf­tır. Çünkü isnadında, hadis alimlerince zayıf kabul edilen Mervan b. Salim vardır.

Nitekim Malikiler, ölünün yanında Kur’an okumanın mekruh olduğunu belirterek şöyle söylemişlerdir: Ölünün yanında Kur'an’dan bir şey okumak mekruhtur. Çünkü bu, selefin yaptığı bir şey değildir. Onların ölünün yanındaki tavrı, ölü için bağışlanma ve merhamet dileyerek dua etmek ve bu halden ibret almaktı.[376]

 


ÖLÜNÜN GÖZLERİNİ KAPATIRKEN OKUNACAK DUA

* Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Ebû Seleme’nin yanına girdi; gözleri açık halde bulunuyordu. Gözlerini kapattıktan sonra: “Ruh bedenden çıkınca, gözler onu takip eder” dedi. Bunun üzerine Ebû Seleme’nin bazı akrabaları bağırıp çağırınca, Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Kendinize hayır dua edin, beddua etmeyin. Çünkü melekler, sizin söylediklerinize “Amin” derler.” Sonra Allah resulü şöyle dua etti: “Allah’ım! Ebû Seleme’yi bağışla, hida­yete erenler arasındaki derecesini yükselt, geride kalanlarına hayırlı bir halef bırak. Ey alemlerin Rabbi! Bizi de onu da bağışla, kabrini ona genişlet ve aydınlık yap!”.[377]

 

BİR ÖLÜSÜ OLANIN NE DEYİCEĞİ

* Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir hastanın veya ölünün yanında hazır bu­lunduğunuzda, hayır konuşun. Çünkü melekler, söyledikleri­nize “Amin” der.

Ümmü Seleme der ki: Ebû Seleme vefat edince, Allah resulünün yanına geldim ve: “Ey Allah’ın resulü! Ebû Seleme öldü” dedim. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) bana şöyle dua etmemi söyledi: “De ki: Allah’ım! Beni ve onu bağışla! Ondan bana hayırlı bir halef bırak.”

Ümmü Seleme der ki: Ben, Allah resulünün söylediği bu duayı okudum. Allah bana ondan daha hayırlı bir halef bı­raktı. O, Muhammed (s.a.v.) idi.[378]

* Yine Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Bir kul, başına bir musibet gelince: “Elbette biz, Allah içiniz ve kesinlikle O’na dönece­ğiz. Allah’ım! Bana bu musibetimin ecrini ver ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver!” derse, Allah ona o musibe­tin ecrini ve onun arkasından daha hayırlısını mutlaka verir.”

Ümmü Seleme der ki: Ebû Seleme vefat edince, ben de Allah resulünün bana emrettiği duayı okudum. Gerçekten Allah ondan daha hayırlısını bana verdi. O, Allah resulü (s.a.v.) idi.[379]

* Ebû Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kulun çocuğu ölünce, Allah meleklere:

“Kulumun çocuğunu aldınız?” der.

Melekler: “Evet” derler.

Allah: “Onun kalbinin meyvesini aldınız?” der.

Melekler: “Evet” derler.

Allah: “Peki kulum ne dedi?” der.

Melekler: “Sana hamd etti ve istircâda bulundu[380]” der­ler.

Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurur: “O halde ku­luma cennette bir köşk yapın ve onu ‘Hamd evi’ adını ve­rin”.[381]

 

TAZİYEDE NE DİYECEĞİ

* Üsame b. Zeyd (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün kızı, “Bir oğlum vefat etti, bize gel” demesi için birisini babasına gönderdi. Allah resulü (s.a.v.) adamı geri gönderirken şöyle dedi: “Selam söyle ve de ki: Alan da Allah, veren de Allah’tır. her şeyin O’nun katında belirlenmiş bir eceli vardır. Sabretsin ve (sabrının) mükafatını Allah’tan beklesin.”[382]

İmam Nevevî ve Şevkanî der ki: Bu hadis, taziye sahibine söylenecek en güzel sözdür.

Derim ki: İnsan, bu şekilde taziyede bulunmayı o esnada güzel bulmuyorsa, ölenin akrabalarını sabretmeye, karşılığını Allah’tan beklemeye ve isyan etmemeye teşvik eden sözler söylemelidir.

İbn Kudâme der ki: Bazı dostlarımız şöyle söylemişlerdir: Bir Müslüman bir Müslüman’a taziyede bulunduğunda, şöyle desin: Allah, ecrini büyütsün, acını hafifletsin ve ölene mer­hamet etsin.”[383]

 

CENAZE NAMAZINDA OKUNACAK DUA

* Avf b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir ce­nazenin üzerine namaz kıldı. Yaptığı duadan şunu ezberle­dim: Allah’ım! Onu bağışla, ona merhamet et, esenlik ver, hatalarını affet, makamını yücelt, girdiği yeri genişlet; onu su, kar ve dolu ile yıka; beyaz elbiseyi kirden temizlediğin gibi onu da hatalarından temizle; ona bu yurdundan daha hayırlı bir yurt, bu ailesinden daha hayırlı bir aile, bu eşinden daha hayırlı bir eş ver; onu cennete koy, kabir azabından ve ce­hennem azabından koru!”.

Ravi der ki: “Öyle ki, o ölen keşke ben olsaydım diye temenni ettim”.[384]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir cenazenin üzerine namaz kıldı ve şöyle dua etti: “Allah’ım! Ölümüzü ve dirimizi, büyüğümüzü ve küçüğümüzü, erkeği­mizi ve kadınımızı, burada bulunanımızı ve bulunmayanımızı bağışla. Allah’ım! Aramızdan yaşattıklarını iman üzere yaşat, öldürdüklerini de İslam üzere öldür. Allah’ım! Bizi onun ec­rinden mahrum etme ve bizi ondan sonra fitneye dü­şür­me.”[385]

* Vasıle b. Eskâ (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bize Müslüman bir adamın cenaze namazını kıldırdı. Onun şöyle dua ettiğini işittim: Allah’ım! Filan oğlu filan artık senin zim­metindedir, senin katına gelmiştir. Onu, kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru. Şüphesiz sen, hamd ve vefa ehlisin. Allah’ım! Onu bağışla ve ona merhamet et, şüphesiz sen çokça bağışlayan ve merhamet edensin.”[386]

Allah resulünün “Allah’ım! Filan oğlu filan” sözü hak­kında Şevkanî der ki: “Bu ifade, ölüyü kendi adı ve babasının adı ile zikretmenin müstehab olduğuna delalet eder. Eğer ölü, tanınan ve bilinen biri ise böyle denilir. Aksi halde bunun yerine, “Allah’ım! Bu kulun vb.” şeklinde söylenir. Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre, ölü ister erkek ister kadın ol­sun hadiste geçen bu lafızlarla dua edilir. Ölünün kadın ol­ması halinde, lafızlardaki erkek zamirler dişi zamirlere çevril­mez. Çünkü her iki zamir ölüye dönmektedir. Buna göre bu lafızlar erkek ve kadın bütün ölüler için söylenir.[387]

* Yezid b. Abdullah b. Rükâne b. Muttalib (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir cenazenin üzerine namaz kılmak için kalktığında şöyle derdi: “Allah’ım! Bu kulun ve kulunun oğlu, senin rahmetine muhtaç oldu. Sen ona azap etmekten müstağnisin. Eğer bu kulun iyi biri ise, iyiliğini arttır; kötü biri ise onu bağışla.”


Taberâni’nin rivayetinde şu ziyade vardır: “(Böyle söyle­dikten) sonra, artık Allah’ın dilediği kadar dua eder.”[388]

“Artık Allah’ın dilediği kadar dua eder” cümlesi, “Cena­zede hazır bulunan kimse, ölü için dua ettikten sonra dilediği şekilde dua eder” anlamındadır.

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir cenazenin üzerine namaz kıldıktan sonra şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Bu kulun ve kulunun oğlu, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in senin kulun ve resulün oldu­ğuna şahitlik ederdi. Bunu benden daha iyi bilirsin. Eğer bu kul, iyi biri ise onun iyiliğini arttır; eğer kötü biri ise, onu ba­ğışla. Bizi onun ecrinden mahrum etme ve bizi ondan sonra fitneye düşürme.”[389]

 

ÖLÜYÜ KABRE KOYARKEN OKUNACAK DUA

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) ölüyü kabre koyarken: “Bismillah ve ala sünneti rasûlillah” (Allah’ın adı ve resulünün sünneti üzerine) derdi.[390]

 


ÖLÜYÜ DEFNETTİKTEN SONRA OKUNACAK DUA

* Hz. Osman (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) ölüyü defnettikten sonra başında durur ve şöyle derdi: “Kardeşiniz için (Allah’tan) istiğfarda bulunun ve sebat etmesi için dua edin. Çünkü şu an sorgulanmaktadır.”[391]

 

Hatırlatma: Bazı insanlar, ölüyü defnettikten sonra ona telkinde bulunmaktadırlar. Oysa ne Allah resulü (s.a.v.) ne de sahabelerinden biri bu telkini yapmıştır. Allah resulü (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Kim bizim emrimizde (dinimizde) olmayan bir amel işlerse, bu redde­dilmiştir.”[392]

İbn Kayyım der ki[393]: “Allah resulü (s.a.v.) kabrin başında oturup bir şey okumazdı. Günümüzde insanların yaptığı gibi ölüye telkinde bulunmazdı. Taberâni’nin el-Mu’cem’de Ebû Ümame’den rivayet ettiği şu hadis ise zayıftır. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kardeşlerinizden biri öldüğünde, onu defnedip kabrinin üzerini toprakla kapattıktan sonra sizden biri kabrinin başında durup: “Ey filan!” desin. Ölü bu sesi işitir ama cevap veremez. Sonra: “Ey filan kadının oğlu filan!” desin. Bunun üzerine ölü, doğrulup oturur. Sonra: “Ey filan kadının oğlu filan!” desin. Bunun üzerine ölü: “Bizi irşat et, Allah sana merhamet etsin!” der, ama siz bunu hissetmezsi­niz. Sonra şöyle desin: “Bu dünyadan ayrıldığın şehadet ke­limesini, ‘Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve resulüdür’ sözünü hatırla. Allah’ı Rab, İslam’ı din, Muhammed’i peygamber ve Kur'an’ı rehber olarak kabul etmiştin.”

Allah resulü (s.a.v.) şöyle devam ediyor: Bunun üzerine sorgu melekleri münker ve nekir, birbirinin elini tutarak: “Hadi gidelim; biz, delili kendisine telkin edilen kimsenin yanında oturmayız” derler. Böylece onlar değil Allah onun delili olur.”

Bunun üzerine bir adam: “Ey Allah’ın resulü! Şayet ölü­nün annesinin adını bilmezsek ne yapalım?” diye sorunca, Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “O zaman Havva anasına nispet edilir ve ‘Ey Havva’nın oğlu filan!’ denilir.[394]

 

KABİRLERİ ZİYARET EDİNCE OKUNACAK DUA

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle an­lattı: Cebrail (a.s.) yanıma geldi ve: “Allah sana Bakî kabris­tanına gidip orada yatanlar için istiğfarda bulunmanı emre­diyor” dedi. Ben: “Onlara nasıl söyleyeyim Ey Allah’ın re­sulü!” dedim. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “De ki: “Mü­minlerin ve Müslümanların diyarına selam olsun. Allah biz­den öne geçenlere de geri kalanlara da merhamet etsin. İnşallah bizler de size katılacağız.”[395]

* Büreyde (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) kabir ziya­retine çıktıklarında kendilerine şöyle söylemeyi öğretmişti: “Müminlerin ve Müslümanların diyarına selam olsun.[396] İnşal­lah bizler de size katılacağız. Allah’tan, size ve bize esenlik dileriz.”[397]

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Medine kabristanının yanından geçince, yüzünü onlara dönerek şöyle dedi: “Ey Kabir ehli! Size selam olsun. Allah bizi de sizi de bağışlasın. Siz önden gidenler, biz ise arkadan gelenle­riz.”[398]

TAHARET, NAMAZ, EZAN VE MESCİTLERLE
İLGİLİ DUALAR

TUVALETE GİRERKEN VE ÇIKARKEN
OKUNACAK DUA

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) tuva­lete girdiğinde şöyle derdi: “Allah’ım! Pislikten ve pisliklerden sana sığınırım.”[399]

Buhâri der ki: Ğunder’in Şu’be’den yaptığı rivayet, “Tu­valete geldiğinde” şeklinde; Musa b. Hammad’ın rivayeti, “Girdiğinde” şeklinde; Saîd b. Zeyd’in Abdulaziz’den yaptığı rivayet ise, “Tuvalete girmek istediğinde” şeklindedir.

Buhâri, bu hadisin başlığını “Tuvalet yanında ne diye­ceği” şeklinde koymuştur.

Hafız İbn Hacer, bu başlığı, ‘Tuvalete girmek istediğinde ne diyeceği’ şeklinde açıklamıştır.

el-Hattabî, hadiste geçen ‘Hubus’ (pislikler) sözcüğünü başka şekilde okumanın caiz olmadığını söylemiş; ancak daha sonra ‘Hubs’ (pislik) şeklinde okumanın da caiz oldu­ğunu belirtmiştir.

İmam Nevevî der ki: Aralarında Ebû Ubeyde’nin de bu­lunduğu bazı dilbilimciler bu sözcüğün ‘Hubs’ şeklinde oldu­ğunu söylemişlerdir. Hubs, habîs’in çoğulu; Habais ise, Ha­bîse’nin çoğuludur. Bununla erkek ve dişi şeytanlar kaste­dilmektedir. Yani hadis, “Allah’ım! Erkek ve dişi şeytanlardan sana sığınırım” anlamındadır. el-Hattabî, İbn Hibban ve di­ğerleri bu görüştedir.

Allah resulü (s.a.v.) kulluğunu ortaya koymak için istiazede bulunur (Allah’a sığınır), insanlara öğretmek için bunu açık bir şekilde söylerdi.

el-Ömerî, bu hadisi Abdülaziz b. Muhtar ve Abdülaziz b. Süheyb yoluyla emir lafzıyla rivayet etmiştir. Yani bu rivayete göre Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Biriniz tuvalete girdiğinde şöyle desin: Bismillah, erkek ve dişi şeytanlardan (pislikten ve pisliklerden) Allah’a sığınırım.”

Bu rivayetin isnadı, Müslim’in şartına göre sahihtir. An­cak besmele ziyadesi vardır. Besmeleyi, bu rivayetten başka rivayetlerde görmedim.[400]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) tuvaletten çıktığında şöyle derdi: “Ğufraneke” (Allah’ım! Bağışlamanı diliyorum!”.[401]

 

ABDEST ALIRKEN VE ABDESTTEN SONRA
OKU­NACAK DUALAR

* Saîd b. Zeyd Amr b. Nufeyl (r.a.) anlatıyor. Allah resu­lünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Allah’ın adını anma­dan (besmele okumadan) abdest alan kimsenin abdesti yoktur.”[402]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Abdesti olmayanın namazı olmaz; Allah’ın adını anmadan abdest alanın da abdesti olmaz.”[403]

Abdest Almada Besmelenin Hükmü

İmam Nevevî (r.h.) der ki: “Abdest alırken besmele çek­mek, vacip değil sünnettir. Bir kişi kasıtlı olarak besmeleyi terk ederse, abdesti sahihtir. Bizim mezhebimiz –Şafii mez­hebi- budur. İmam Malik, Ebû Hanife ve alimlerin çoğunluğu bu görüştedir. İmam Ahmed’den yapılan iki rivayetten zahir olanı da budur. Ondan yapılan diğer rivayete göre ise, ab­dest alırken besmeleyi söylemek vaciptir. Tirmizî ve bazı dostlarımız, İshak b. Rahûye’nin de besmelenin vacip oldu­ğunu, kasıtlı olarak terk edenin abdestinin sahih olmadığını, unutkanlık nedeniyle veya vacip olmadığına inandığı için terk edenin abdestinin sahih olduğunu söylediğini rivayet etmiş­lerdir. el-Mehamili ve başka alimler, zahiri mezhebi alimleri­nin abdest alırken besmeleyi okumanın her halükarda vacip olduğunu söylediklerini rivayet etmişlerdir. Ebû Hanife’den yapılan bir rivayette, besmelenin müstehap olmadığı belir­tilmiştir. Malik’ten yapılan bir rivayette, bunun bidat olduğu; başka bir rivayette ise, onun mübah olduğu, okumanın veya terk etmenin bir sevabı olmadığı belirtilmiştir.

Abdest alırken besmele okumanın vacip olduğunu söy­leyenler, “Allah’ın adını anmadan abdest alan kimsenin ab­desti yoktur” hadisini delil getirmiş; abdestin hadesle bozu­lan bir ibadet olduğunu, bu yüzden tıpkı namaz gibi başlar­ken besmeleyi okumanın vacip olduğunu söylemişlerdir. Bizim dostlarımız ise, “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın)[404] ayeti ve Allah resulünün, “Allah’ın sana emrettiği gibi abdest al” hadisi gibi abdest alma hakkında rivayet edi­len nasları delil getirmişlerdir. Bu naslarda besmelenin vacip olduğunu belirten ifadeler yoktur.

İmam Nevevî (r.h.), “Allah’ın adını anmadan abdest alan kimsenin abdesti yoktur” hadisini delil getirenlere, “Bununla, mükemmel abdesti yoktur” anlamının kastedildiğini söyleye­rek cevap vermiştir. Doğrusunu Allah bilir.[405]

* Ukbe b. Amir (r.a.) anlatıyor. Develerin bakımını üs­lenmiştik. Nöbet sırası bana gelince, görevimi yaptım ve akşama doğru develeri yerlerine götürdüm. İşimi bitirdikten sonra hemen Allah resulünün (s.a.v.) yanına geldim; ayakta insanlara konuşuyordu. Konuşmasından şunu anladım: “Bir Müslüman, abdest alır ve bunu en güzel şekilde yapar, sonra yüzünü ve kalbini Allah’a dönerek iki rekat namaz kılarsa, cennet ona mutlaka vacip olur.” Bunun üzerine ben: Bu ne güzel!” dedim. Önümde oturan biri: “Bundan önceki daha güzeldi” dedi. Söyleyene baktım, Hz. Ömer (r.a.) idi. Şöyle dedi: Az önce geldiğinde seni gördüm. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: “Sizden her kim abdest alır, bunu en güzel şekilde yapar ve “Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve resulüdür” derse, mutlaka cennetin sekiz kapısı ona açılır, dilediği kapıdan içeri girer.”[406]

Müslim ve Nesâi’de şu ziyade vardır: “Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur; O, tektir ve ortağı yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed’in O’nun kulu ve resulüdür.”

Ebû Dâvud ve Nesâi’nin başka bir rivayetinde şu ziyade vardır: “En güzel şekilde abdest alır, sonra bakışını göğe doğrultup şöyle derse…”

Tirmizî, bu hadisi Hz. Ömer’den (r.a.) muhtasar olarak rivayet eder ve sonuna şu cümleyi ekler: “Allah’ım! Beni tevbe edenlerden eyle ve beni, tertemiz olanlardan eyle!”.[407]

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim abdest alır, abdestini tamamladıktan sonra: “Allah’ım! Seni tesbih ederim, sana hamd olsun. Şa­hitlik ederim ki, senden başka ilah yoktur. Senden bağış­lanma diliyor ve sana yöneliyorum” derse, (bu abdestin) üzeri mühürle mühürlenir. Sonra Arş’ın altına kaldırılır, kıya­mete kadar mührü kırılmaz.”[408]

MESCİDE GİDERKEN, İÇERİ GİRERKEN VE
ÇIKAR­KEN OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) namaza çıkınca şöyle diyordu: “Allah’ım! Benim kalbimde bir nur, dilimde bir nur, kulaklarımda bir nur, gözlerimde bir nur, arkamda bir nur, önümde bir nur, üstümde bir nur, altımda bir nur kıl. Allah’ım! Bana bir nur ver.”[409]

* Ebû Humeyd veya Ebû Useyd (r.a.) anlatıyor. Allah re­sulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz mescide girdiği zaman: “Allah’ım! Bana rahmet kapılarını aç!” desin; mescitten çıktı­ğında ise: “Allah'ım! Senin fazlından istiyorum!” desin.”[410]

Ebû Dâvud’un rivayeti şöyledir: “Biriniz mescide girdiği zaman, peygambere selam versin, sonra şöyle desin: “Allah­'ım! Bana…”.

* Hayve b. Şureyh anlatıyor. Ukbe b. Müslim ile karşılaş­tım. Ona: “Bana ulaşan bir habere göre, Abdullah b. Amr b. Âs’tan şöyle rivayet etmişsin. Allah resulü (s.a.v.) mescide girdiği vakit şöyle derdi: “Kovulmuş şeytandan, Yüce Allah’a, O’nun güzel yüzüne ve ezeli hakimiyetine sığınırım.”

Ukbe: “Tamam mı?” dedi.

Ben: “Evet” dedim.

Ukbe, hadisi şöyle tamamladı: “Kişi böyle söylediğinde, şeytan: “Günün kalan kısmında benden korundu” der.[411]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz mescide girdiğinde, peygambere selam versin ve şöyle desin: “Allah'ım! Bana rahmet kapılarını aç!”; çıktığında ise peygambere selam versin ve şöyle desin: “Al­lah'ım! Kovulmuş şeytandan beni koru!”.[412]

* Hz. Fatıma (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) mes­cide girdiği zaman şöyle derdi: “Allah’ın adıyla, Allah’ın re­sulüne selam olsun. Allah'ım! Günahlarımı bağışla ve bana rahmet kapılarını aç!”. Mescitten çıktığında ise şöyle derdi: “Allah’ın adıyla, Allah’ın resulüne selam olsun. Allah'ım! Gü­nahlarımı bağışla ve bana fazilet kapılarını aç!”.[413]

* İbn Abbas (r.a.), “…Evlere girdiğiniz zaman, Allah ta­rafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak ken­dinize (birbirinize) selâm verin…[414] ayetinde geçen ‘Ev­ler’den maksadın, mescitler olduğunu söylemiş ve şöyle demiştir: “Mescide girdiğinde şöyle de: “Bize ve Allah’ın salih kullarına selam olsun!”.[415]

 

MESCİTTE KAYBOLAN EŞYASINI ARAYAN VEYA ALIM SATIM YAPAN KİMSEYE NE DENİLECEĞİ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim, bir kimsenin kaybolan eşyasını mescitte ara­dığını duyarsa şöyle desin: “Allah onu sana iade vermesin! Çünkü mescitler böyle şeyler için inşa edilmedi.”[416]

* Büreyde (r.a.) anlatıyor. Bir adam, kaybolan eşyasını mescitte arayarak: “Kim kızıl deveyi gördü?” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.): “Bulamaz ol! Mescitler ne için inşa edilmişse sadece onun (ibadet) için inşa edilmiştir.”[417]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Mescitte alım veya satım yapan birini gördüğü­nüzde şöyle deyin: “Allah bu alışverişini karlı yapmasın!”. Bi­rinin, kayıp eşyasını orada aradığını gördüğünüzde ise şöyle deyin: “Allah onu sana iade etmesin!”.[418]

 

EZANI İŞİTİNCE OKUNACAK DUA

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ezanı işittiğinizde, müezzinin söylediği gibi söyleyin.”[419]

* Cabir b. Abdullah (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim, ezanı işitince: “Ey bu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed’e Ve­sile’yi ve fazileti ver; Onu, kendisine vaat ettiğin makam-ı Mahmud’a (övülmüş makama) eriştir” derse, kıyamet günü şefaatim ona mutlaka vacip olur.”[420]

* Ebû Ümame b. Sehl b. Hanif anlatıyor. Muaviye b. Ebi Süfyan minber üzerinde otururken, müezzin “Allahu ekber, Al­lahu ekber” diye ezan okumaya başlayınca, o da “Allahu ek­ber, Allahu ekber” dedi. Müezzin, “Eşhedü en lâ ilâhe illal­lah" deyince, Muaviye, “Ben de” dedi. Müezzin, “Eşhedü en­ne Muhammede’r-resulullah” deyince, Muaviye, “Ben de” de­­­di. Ezan bittikten sonra Muaviye şöyle dedi: “Ey insanlar! Allah resulünün, bu mecliste otururken müezzin ezan oku­ma­ya başlayınca, benden işittiğiniz bu sözleri söylediğini işittim.”[421]

Hafız İbn Hacer der ki: “Bu hadis şu hükümleri içer­mek­tedir: İmam minber üzerinde otururken, ilim öğrenme ve öğretmenin caiz olması; hatibin minber üzerinde müezzi­nin sözlerini tekrarlaması; bir kimsenin, müezzinin sözlerine “Ben de, ben de” diye cevap vermenin yeterli olması; hut­beye başlamadan önce konuşmanın mübah olması.[422]

* Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim müezzini işitir ve: “Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve re­sulüdür. Rab olarak Allah’ı, peygamber olarak Muhammed’i, din olarak İslam’ı kabul ettim” derse, günahı bağışlanır.”[423]

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Müezzini işittiğinizde, onun söylediği gibi söyleyin; sonra bana salavat getirin. Çünkü kim bana bir salavat getirirse, Allah ona buna karşılık on salavat getirir. Sonra benim için Allah’tan Vesile’yi dileyin. Vesile, cennette bir makamdır; o, Allah’ın kullarından sadece biri içindir. O kulun, ben olmasını dilerim. Kim benim için Vesile’yi dilerse, şefaatim ona vacip olur.”[424]

* Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Müezzin “Allahu ekber, Allahu ekber” dediğinde, sizden biri de “Allahu ekber, Allahu ekber” derse; müezzin “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh” dediğinde, o da “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh” derse; müezzin “Eşhedü enne Muhammede’r-resulüllah” dediğinde, o da “Eşhedü enne Muhammede’r-resulüllah” derse; müezzin “Hayya ala's-salat” dediğinde, o da “La havle ve lâ kuvvete illa billah” derse; müezzin “Hayya ala'l-felâh” dediğinde, o da “La havle ve lâ kuvvete illa billah” derse; müezzin “Allahu ekber, Allahu ekber” dediğinde, o da “Allahu ekber, Allahu ekber” derse; müezzin “Lâ ilâhe illal­lâh” dediğinde, o da kalpten gelerek “Lâ ilâhe illallâh” derse, cennete girer.”[425]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) müezzinin şehadet kelimesini okuduğunu işitince, “Ben de, ben de” derdi.[426]


* Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor. Bir adam: “Ey Al­lah’ın resulü! Müezzinler bizden daha fazla sevap alıyorlar!” deyince, Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sen de onların söylediği gibi söyle! Bitirdikten sonra, iste verilirsin.”[427]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Ezan ile kamet arasında yapıla dua reddedilmez.”[428]

* Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) ak­şam ezanı okunurken bana şöyle söylemeyi öğretti: “Allah­'ım! İşte akşam vakti geldi, gündüz sona erdi. Bu, davetçile­rinin sesidir; beni bağışla.”[429]

 

NAMAZA BAŞLAYINCA OKUNACAK DUA

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) na­maza başlayınca, başlangıç tekbiri ile kıraat arasında bir süre susuyordu. Ben: “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın resulü! Başlangıç tekbiri ile kıraat arasındaki suskunlukta ne diyorsun?” diye sordum. Şöyle dedi: “Diyorum ki: Allah'ım! Doğu ile batının arasını uzaklaştırdığın gibi benim ile hatala­rımın arasını da uzaklaştır. Allah’ım! Beyaz elbise kirden te­mizlendiği gibi beni de hatalarımdan temizle. Allah’ım! Ha­talarımı su, kar ve doluyla yıka.”[430]

* Hz. Ali (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) namaza kalktığı vakit şöyle derdi: “Şüphesiz ben, yüzümü bir hanîf olarak gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben, müşriklerden değilim. Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim. Allah'ım! Sen gerçek mülk sahibisin. Senden başka ilah yoktur. Ben de Senin kulunum. Nefsime zulmettim ve günahlarımı itiraf ettim. O halde bütün günah­larımı bağışla. Çünkü Senden başka günahları bağışlayacak yoktur. Bana en güzel ahlak yolunu göster; çünkü senden başka en güzel ahlak yolunu gösterecek yoktur. Kötü ahlakı benden uzaklaştır; çünkü senden başka, kötü ahlakı benden uzaklaştıracak yoktur. Buyur Allah’ım! Emrine amadeyim. Bütün iyilikler Senin elindedir. Senden hiçbir kötülük gel­mez. Ben Seninleyim ve Sana yöneliyorum. Sen ne büyük ve ne yücesin! Senden bağışlanma diliyor ve yalnız Sana yöneli­yorum.”[431]

“Ve ben Müslümanların ilkiyim” ifadesi, emrolunduğu şeye boyun eğmede acele etme ve hızlı davranma anlamın­dadır. “De ki: Eğer Rahmân'ın bir çocuğu olsaydı, elbette ben (ona) kulluk edenlerin ilki olurdum![432] ayeti ve Hz. Musa’nın “Ve ben, Müslümanların ilkiyim” sözü aynı şekilde bu anlamdadır.

Tahaviyye şarihi der ki: Şer (kötülük), hiçbir şekilde Al­lah’a nispet edilemez. Çünkü Yüce Allah, mutlak manada şerri yaratmaz. O’nun yarattığı her şeyde mutlaka bir hikmet vardır ve bu hikmet itibariyle her şey hayırdır. Ancak Allah’ın yarattığı bazı şeylerde, bazı insanlar için şer olabilir. Fakat bu, cüzi ve izafi bir şerdir. Allah, tamamıyla şer olan veya mutlak şerden münezzehtir. O’ndan gelmeyen şer, işte bu­dur.[433]

* Abdullah b. Abbas (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) geceleyin teheccüt namazına kalktığında şöyle derdi: “Allah’ım! Hamd sana aittir; Sen, göklerin ve yerin nurusun. Sana hamd olsun; Sen, göklerin ve yerin kayyumusun. Sana hamd olsun; Sen, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbisin. Sen Haksın, vaadin haktır, sözün haktır, seninle buluşmak haktır, cennet haktır, cehennem haktır, kıyamet haktır. Allah’ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana dayandım, sana yöneldim, senin için mücadele ettim ve seni gerçek hakim bildim. O halde yaptıklarımı ve yapmadıkla­rımı, açıktan ve gizliden yaptıklarımı affet. Sen benim ilahım­sın, senden başka ilah yoktur.”[434]

Farz namazlarda, iftitah (başlangıç) tekbirinden sonra bu duayı okumak caizdir.

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Bir adam, nefes nefese gelerek safa girdi ve: “Allah’a çokça, güzelce ve bereketli olarak hamd olsun” dedi. Allah resulü (s.a.v.) namazı bitir­dikten sonra: “Hanginiz o kelimeleri söyledi?” diye sordu. İnsanlar, korku ile susunca, Allah resulü: “Hanginiz o keli­meleri söyledi? Onları söyleyen, fena bir şey söylemedi” de­yince, adam: “Nefes nefese gelince, ben söyledim” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ben, on iki meleğin onları kapıp (Allah’ın huzuruna) yükseltmek için koştuklarını gördüm.”[435]

* Cübeyr b. Mut’im (r.a.) anlatıyor. Allah resulünü (s.a.v.) bir namazı kılarken gördüm. Şöyle diyordu: “Allahu ekber kebira, Allahu ekber kebira, Allahu ekber kebira; elhamdülillahi kesira, elhamdülillahi kesira, elhamdülillahi kesira; subhanallahi bükreten ve esila, subhanallahi bükreten ve esila, subhanallahi bükreten ve esila; euzu billahi mineşşeytani, min nafhihi ve nefsihi ve hemzihi.”

Anlamı: Büyük olan Allah en yücedir (üç defa). Allah’a çokça hamd olsun (üç defa). Sabah ve akşam Allah daima en yücedir (üç defa). Şeytandan, onun üflemesinden, kibrin­den ve deliliğinden Allah’a sığınırım.”[436]

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Biz, Allah resulü ile birlikte namaz kılarken, cemaatten bir adam: “Allahu ekber kebira, velhamdülillahi kesira ve subhanallahi bükreten ve esila” dedi. Namazdan sonra Allah resulü (s.a.v.): “Şu şu kelimeyi kim söyledi?” diye sordu. Cemaatten bir adam: “Ben, ey Allah’ın resulü!” deyince, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bu kelimelere şaştım! Onlara göklerin kapısı açıldı.”[437]

İbn Ömer der ki: “Allah resulünün böyle söylediğini işit­tikten sonra, bu kelimeleri hiç terk etmedim.”

* Hz. Ömer’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Allah resulü (s.a.v.) namazda (iftitah tekbirinden sonra) şu duayı okurdu: “Subhâneke allahümme ve bihamdike ve tebareke's-müke ve teala ceddüke ve lâ ilâhe gayruke” (Allah'ım! Seni tesbih ederim, sana hamd olsun. İsmin pek yüce, azametin pek büyüktür. Senden başka ilah yoktur).[438]

 

GECE NAMAZINA HANGİ DUA İLE BAŞLANACAĞI

* Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf (r.a.) anlatıyor. Müminlerin annesi Hz. Aişe’ye: “Allah resulü (s.a.v.) gece kalktığı vakit namaza hangi dua ile başlardı?” diye sordum. Şöyle dedi: “Allah resulü (s.a.v.) gece kalktığı vakit namaza şu dua ile başlardı: “Ey Cebrail, Mikail ve İsrafil’in Rabbi olan Allah'ım! Gökleri ve yeri yaratan, görünen ve görünmeyen her şeyi bilen Allah'ım! İhtilafa düştükleri konularda kullarının arasında sen hüküm verirsin. Onların ihtilaf ettikleri hak ko­nuda kendi izninle bana doğruyu göster; çünkü sen, diledi­ğine dosdoğru yolu gösterirsin.”[439]

Farz namazlarda, iftitah tekbirinden sonra sübhaneke duası yerine bu duayı okumak da caizdir.

* Asım b. Humeyd (r.a.) anlatıyor. Hz. Aişe’ye: “Allah re­sulü (s.a.v.) gece namazına hangi dua ile başlardı?” diye sordum. Bana şöyle dedi: “Senden önce kimsenin sorma­dığı bir soru sordun. Allah resulü (s.a.v.) gece kalktığında, on defa Allahu ekber, on defa elhamdulillah, on defa sübhanallah, on defa lâ ilâhe illallâh ve on defa estağfirullah der, sonra da: “Allah'ım! Beni bağışla, bana doğruyu göster, beni rızıklandır ve bana esenlik ver” derdi. Ardından kıyamet gününde makamının dar olmasından Allah’a sığınırdı.[440]

 

İSTİFTAH (BAŞLAMA) DUASININ HÜKMÜ

Alimlerin büyük çoğunluğu, istiftah duasını (sübhaneke vb. namaza başlama dualarını) okumanın müstehab olduğu görüşündedir.

İmam Nevevî der ki: İmam ve imama uyan, erkek, kadın ve çocuk, misafir, oturarak veya yan yatarak, farz veya nafile namaz kılan herkese, iftitah tekbirinden sonra istiftah duasını okumak müstehaptır. Bir kimse yanılarak veya kasten bu duayı okumaz ve euzü besmeleye başlarsa, okuma yeri kaçmış olacağından ona geri dönmez. Diğer rekatlarda oku­yarak onu tedarik etmez.”[441]

 

RÜKU VE SECDEDE OKUNACAK DUALAR

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) rüku ve secdesinde, “Allah'ım! Seni tesbih ederim; Rabbimiz! Sana hamd olsun; Allah'ım! Beni bağışla!” duasını çokça okurdu. Bu duayı okumakla, “O halde Rabbine hamd ederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile[442] emrine uyuyordu.[443]

Müslim’in rivayeti şöyledir: en-Nasr suresi kendisine in­dikten sonra, Allah resulünün kıldığı her namazda mutlaka: “Rabbim! Seni tesbih ederim, sana hamd olsun; Allah'ım! Beni bağışla!” duasını okuduğunu gördüm.

* Huzeyfe (r.a.) anlatıyor. Bir gece Hz. Peygamberle bir­likte namaz kıldım. el-Bakara suresini okumaya başladı. Ben kendi kendime: “Yüzüncü ayette rükuya gider” dedim. Onu geçince, ben: “Onunla bir rekatı kılacak” dedim. Onu da geçince, ben: “Rükuya gidecek” dedim. Ama o devam etti, Âl-i İmran suresine başladı; onu bitirdikten sonra en-Nisâ suresini okudu. Okuyuşu sakin ve yavaştı. İçinde tesbih olan bir ayet okuduğunda, durup tesbih ediyor; istek ve dua ge­çen bir ayet olduğunda, dua ediyor; sığınma geçen bir ayet olduğunda, Allah’a sığınıyordu. Sonra rükuya vardı ve: “Sübhane Rabbiyel azim” (Azamet sahibi Rabbimi tesbih ederim) dedi. Rükuu, kıyamı gibi uzundu. Sonra, “Semiallahu li men hamideh” (Allah, kendisine hamd edeni işitti) deyip rükudan kalktı ve doğruldu. Rükudaki kadar uzun süre ayakta durdu. Sonra secdeye vardı, secdede “Sübhane rabbiyel alâ” (Üstün olan Rabbimi tesbih ederim) dedi. Sec­desi de kıyamı kadar uzundu.”[444]

* Hz. Ali (r.a.) uzun bir hadiste anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) rükuya varınca şöyle derdi: “Allah’ım! Senin için eğil­dim. Sana inandım ve Sana teslim oldum. Kulaklarım, göz­lerim, etim, kemiklerim ve sinirlerim yalnız sana boyun eğdi”. Secdeye vardığında ise şöyle derdi: “Allah’ım! Senin için secde ettim, Sana inandım, Sana teslim oldum. Yüzüm, kendisini yaratan ve şekil verene, kendi güç ve kudreti ile ona işitme ve görme duyusu verene secde etti. Yaratanların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”[445]

* Ukbe b. Amir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) “Öy­leyse ulu Rabbinin adını tesbih et[446] ayeti inince: “Bunu rükuunuzda söyleyin!” buyurdu; “Yüce Rabbinin adını tesbih (ve takdis) et[447] ayeti inince: “Bunu da secdenizde söyleyin!” buyurdu.[448]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) rükuunda ve secdesinde şöyle derdi: “Allah, Sübbûh ve kuddûs’tür; meleklerin ve Ruh’un Rabbidir.”[449]

Nevevî der ki: Sübbûh, her türlü eksiklikten, ortaklıktan ve ilahlığa yakışmayan her şeyden uzak olan; Kuddûs ise, yaratıcıya yakışmayan her şeyden temiz ve yüce olan de­mektir.

el-Herevî, Kuddûs’ün ‘Mübarek’ anlamında olduğu söy­lenmiştir der.

Kadı Iyad der ki: Sübbûh, “Tesbih ederim, anarım, yü­celtirim, ibadet ederim” şeklinde açıklanmıştır. Ruh ise, bü­yük melek veya Cebrail (a.s.) veya bizim melekleri görmedi­ğimiz gibi meleklerin görmediği yalnız Allah’ın bildiği varlıklar olduğu şeklinde açıklanmıştır. Doğrusunu Allah bilir.

* Avf b. Malik el-Eşca’î (r.a.) anlatıyor. Bir gece Hz. Pey­gamberle birlikte kalktım. Allah resulü (s.a.v.) kıyamda el-Bakara suresini okudu. Bir rahmet ayeti geçtiğinde, mutlaka durur ve Allah’tan merhamet isterdi. Bir azap ayeti geçti­ğinde, mutlaka durur ve ondan Allah’a sığınırdı. Sonra rükuya vardı, rükuu kıyamı kadardı. Rükuunda: “Yücelik, ululuk, güç ve saltanat sahibi olan Allah’ı tesbih ederim” diyordu. Sonra secdeye vardı, secdesi kıyamı kadar uzundu. Secdede, rükuda söylediğini söyledi. Sonra kalktı ve Âl-i İmran suresini okumaya başladı. Sonra sure sure okumaya devam etti.”[450]

Namaz kılana, rükuda söylemesi vacip olan “Sübhane Rabbiyel azim”i bir defa söylemektir. Vacip olan budur; bir­den fazla söylemek ise sünnettir. Sahih hadislerde Allah re­sulünün bunu üç defa tekrar ettiği rivayet edilmiştir. el-Harkî der ki: Üç defa Sübhane Rabbiyel azim” der. Evla olanın en aşağısı budur. Bunu bir defa söylese, bu da yeterlidir. İbn Kudâme ise şöyle der: Sadece bir defa Sübhane Rabbiyel azim” derse, bu yeterlidir. Çünkü Allah resulü (s.a.v.) Ukbe hadisinde, sadece tesbih etmeyi emretmiş, yeterli olan en az sayıyı zikretmemiştir.[451]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Bir gece Allah resulünü (s.a.v.) yatakta bulamayınca, hemen onu aradım. Ellerim onun ayaklarının altına değdi. Ayakları dikili halde ve secdedeydi. Şöyle diyordu: “Allah'ım! Senin gazabından rızana ve ceza­landırmandan affına sığınırım. Senden yine sana sığınırım. Senin kendi nefsini övdüğün gibi ben seni övemem.”[452]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) sec­dede şöyle söylerdi: “Allah'ım! Benim büyük ve küçük, ön­ceki ve sonraki, açık ve gizli bütün günahlarımı bağışla!”.[453]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Bir gece Allah resulünü kay­bettim. Bazı eşlerinin yanına gittiğini düşünerek onu ara­maya başladım, sonra yerime döndüm. Baktım ki, rükuda veya secdede şöyle diyor: “Allah'ım! Seni hamdinle tesbih ediyorum.” Bunun üzerine: “Anam babam sana feda olsun; ben bir halde[454] sen başka bir haldesin” dedim.[455]

 


TİLAVET SECDESİNDE[456] OKUNACAK DUA

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) geceleyin tilavet secdesi yaptığında şöyle derdi: “Yüzüm, kendisini ya­ratan ve şekil verene, kendi güç ve kudreti ile ona işitme ve görme duyusu verene secde etti.”[457]

Hakim’in rivayetinde şu ziyade vardır: Yaratanların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Bir adam Allah resulünün yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın resulü! Bu gece rü­yamda bir ağacın arkasında namaz kıldığımı gördüm. Ben, secdeye varınca ağaç da secdeye vardı. Ağacın secdede şöyle söylediğini işittim: “Allah'ım! Onunla bana kendi ka­tında bir sevap yaz ve benden bir günahı sil. Onu kendi ka­tında bana bir azık yap ve kulun Davud’dan kabul ettiğin gibi onu benden kabul et.”[458]

 

RÜKUDAN KALKINCA VE DOĞRULUNCA
OKUNA­CAK DUALAR

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İmam ‘Semiallahu limen hamideh’ (Allah, kendi­sine hamd eden kulunu işitti) deyince, siz de ‘Allahümme Rabbena lekel hamd’ (Ey Rabbimiz olan Allah'ım! Sana hamd olsun) deyin. Çünkü kimin sözü meleklerin sözüne muvafık olursa, geçmiş günahları affolunur.”[459]

Buhâri ve Müslim’in bir başka rivayeti, “Rabbena ve lekel hamd” şeklindedir. Buhâri’nin bir diğer rivayeti ise: “Alla­hüm­me Rabbena ve lekel hamd” şeklindedir.

 

Not: Bazı alimler, “İmama uyan kimse, imamın “Se­miallahu limen hamideh” sözünü tekrarlamaz” demişler­dir. Bu görüşlerine, Allah resulünün “İmam, kendisine uyul­mak içindir” hadisini ve “İmam ‘Semiallahu limen hamideh’ deyince, siz de ‘Rabbena lekel hamd’ deyin” hadisini delil göstererek şöyle söylemişlerdir: Allah resulü (s.a.v.) bu ha­diste, imama uyanlara ‘Semiallahu limen hamideh’ demeyi emretmiyor. Aksine onlara sadece ‘Rabbena lekel hamd’ demeyi emrediyor.

Ancak bu istidlalin iyi incelenmesi gerekir. Çünkü bu hadis, imam ve imama uyanın burada ne söyleyeceğini açıklama siyakında gelmemiş; imama uyanın hamd etmesi­nin, imamın ‘Semiallahu limen hamideh’ sözünden sonra olacağını açıklama siyakında gelmiştir.

Ayrıca bu hadis, imamın da cemaatin ‘Rabbena lekel hamd’ sözüne katılmayacağına delil gösterilmiştir. Çünkü Allah resulü (s.a.v.) “Siz de ‘Rabbena lekel hamd’ deyin” ifadesindeki hitabını, sadece imama uyanlarla sınırlamıştır.

Bu istidlalin de iyi incelenmesi gerekir. Çünkü Allah re­sulünün kendisi imamdı ve ikisini birlikte söylüyordu.

Hafız İbn Hacer der ki: Bu hadis, imamın ‘Rabbena lekel hamd’; imama uyanın ise ‘Semiallahu limen hamideh’ de­meyeceğine delil gösterilmiştir. Bu, İmam Malik ve Ebû Ha­nife’nin görüşüdür. Fakat bu istidlalin iyi tetkik edilmesi ge­rekmektedir. Çünkü bu hadiste, olumsuzluğa delalet eden bir durum yoktur. Çünkü hadis, imama uyanın ‘Rabbena lekel hamd’ sözünün imamın ‘Semiallahu limen hamideh’ demesinden sonra olacağını belirtmektedir. Gerçekte yapılan da böyledir. Çünkü imam, rükudan kalkarken ‘Semiallahu…’ demekte, imama uyan ise rükudan tam olarak doğrulduktan sonra ‘Rabbena…’ demektedir. Dolayısıyla imama uyanın sözü, hadiste belirtildiği gibi imamın sözünden sonra gel­mektedir. Bu konu, el-Fatiha suresinden sonra imama ‘Amin’ deme konusuna benzer. Allah resulü (s.a.v.) bir ha­dislerinde: “İmam ‘Vele’d-dâllîn’ deyince, siz de ‘Amin’ deyin” buyurmuştur. Bu hadis, imamın ‘Vele’d-dâllîn’ dedikten sonra kendisinin ‘Amin’ demeyeceğine delalet etmez. Çünkü hadiste, imamın ‘Amin’ demeyeceğine delalet eden bir du­rum yoktur. Tıpkı bunun gibi, söz konusu hadiste de imamın ‘Rabbena…’ demeyeceğine delalet eden bir durum yoktur. İmamın ‘Amin’ veya ‘Rabbena…’ deyip demeyeceği, başka sahih delillerden açık bir şekilde çıkarılmıştır. Mesela bir ha­dis-i şerifte, Allah resulünün ‘Semiallahu…’ dedikten sonra ‘Rabbena…’ dediği ve ikisini bir arada söylediği rivayet edil­miştir.

İmamın ‘Rabbena…’, imama uyanın ise ‘Semiallahu…’ demeyeceği görüşünde olanların, anlam olarak ileri sürdük­leri bir başka delil şudur: ‘Semiallahu…’ sözü, hamd etmeyi isteme anlamı taşır; dolayısıyla imamın haline daha uygun­dur. İmama uyana da ‘Rabbena…’ sözüyle bu isteğe cevap vermek yakışır. Müslim ve başkalarının Ebû Musa el-Eş’arî’den rivayet ettikleri “İmam ‘Semiallahu limen hamideh’ deyince, siz de ‘Rabbena ve lekel hamd’ deyin; Allah sizi dinler (işitir)” hadisi, bu anlamı pekiştirmektedir.

Bu delile şöyle cevap verilebilir: Zikrettiğiniz bu delilde, imamın ‘Rabbena…’ demeyeceğine delalet eden bir durum yoktur. Çünkü imamın, isteyen ve aynı zamanda cevap veren olmasına mani olan bir durum yoktur. Bu, yukarda zikretti­ğimiz ‘Amin’ meselesine benzer. İmamın talep eden, imama uyanın ‘Amin’ diyen olması, imamın ‘Amin’ demesine mani değildir.

Sonuç olarak, imam her ikisini bir arada söyleyebilir. İmam Şafii, İmam Ahmed, Ebû Yusuf, Muhammed ve alim­lerin çoğunluğu bu görüştedir. Sahih hadisler bu görüşe şahitlik etmektedir. İmam Şafii, bu görüşe şunu da eklemiş­tir: “İmama uyan da, aynı şekilde ikisini bir arada söyleyebi­lir.”[460]

Derim ki: Tercih edilen görüş budur.

İmam Nevevî der ki: Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: “Benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılın”. İmam Şafii ve arkadaşları der ki: “İmam, imama uyan veya yalnız başına namaz kılan kimse, namazdaki bu duaları bir arada okuması müstehaptır. Yani ‘Semiallahu…’ ve ‘Rabbena…’yı bir arada söylemesi müstehaptır. Bizim mez­hebimizde bu konuda herhangi bir ihtilaf yoktur. Atâ, Ebû Bürde, Muhammed b. Sirîn, ishak ve Dâvud, bu görüştedir. Nitekim Sahih-i Buhâri’de, Malik b. el-Huveyris’ten rivayet edilen bir hadiste Allah resulü (s.a.v.): “Benim namaz kıldı­ğımı gördüğünüz gibi namaz kılın” buyurmuştur. Bu hadis, namaz kılan herkesin ‘Semiallahu…’ ve ‘Rabbena…’yı bir arada söylemesi gerektiğini belirtmektedir.

Bu sözler, söylemesi imama müstehab olan zikirlerden­dir. Dolayısıyla, rüku ve secdedeki tesbihler gibi imama uyanların da bu sözleri söylemeleri müstehaptır. Sonra na­mazda bir anın bile zikirsiz geçmemesi gerekir. İmama uya­nın rükudan kalkarken veya doğrulduktan sonra bu zikirleri okumaması halinde, bu haller zikirsiz geçecektir. Bu da na­mazın amacına aykırıdır.

Onların delil olarak getirdikleri, Hz. Peygamberin (s.a.v.) “İmam ‘Semiallahu limen hamideh’ deyince, siz de ‘Rabbena ve lekel hamd’ deyin” hadisine, arkadaşlarımız şöyle cevap vermişlerdir: “Hz. Peygamberin ‘Rabbena ve lekel hamd’ deyin” sözünün anlamı, onu ‘Semiallahu limen hamideh’ sözü ile birlikte zikretmesinde saklıdır. Allah resulünün özel­likle ve sadece “Rabbena lekel hamd deyin” demesinin ne­deni, açık bir şekilde okuduğu için onlar Allah resulünün ‘Semiallahu…’ sözünü işitiyor ve biliyorlardı. Zaten bu sözü açık söylemek sünnettir. Oysa Allah resulü (s.a.v.) ‘Rabbena lekel hamd’ sözünü gizli okuduğu için bu sözü işitmiyorlardı. Bu yüzden Hz. Peygamber onlara: “Rabbena lekel hamd deyin” buyurmuştur. Onlar da Hz. Peygamberin “Benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılın” hadisini ve ona mutlak manada uyma kaidesini bildikleri için, herhangi bir emre gerek duymadan ‘Semiallahu…’ sözünde Allah resulüne muvafakat ediyorlardı. Oysa ‘Rabbena…’ sözünü bilmiyorlardı. Bu yüzden onu söylemekle emrolundular.[461]

* Rifâ’a b. ez-Züraki (r.a.) anlatıyor. Bir gün Allah resulü­nün arkasında namaz kılıyorduk. Başını rükudan kaldırınca: “Semiallahu limen hamideh” dedi. Arkasında duran bir adam: “Rabbena ve lekel hamdu hamden kesiren tayyiben mübareken fih” (Rabbimiz! Sana hamdolsun. Sana çokça, güzelce ve bereketli olarak hamdolsun) dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) namazı bitirdikten sonra: “Konuşan kimdi?” diye sordu. Adam: “Benim!” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.): “Hangisi önce yazacak diye otuz kusur meleğin ko­şuştuğunu gördüm” dedi.[462]

* Abdullah b. Ebi Evfâ (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah’ım! Gökler dolusunca, yer dolu­sunca ve bunlardan başka dilediğin şeyler dolusunca sana hamd olsun. Allah’ım! Beni, kar, dolu ve soğuk su ile te­mizle. Allah’ım! Beyaz elbise kirden temizlendiği gibi beni de hata ve günahlardan temizle!”[463]

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) başını rükudan kaldırınca şöyle derdi: “Rabbimiz! Gökler dolusunca, yer dolusunca ve bunlardan başka dilediğin şey­ler dolusunca sana hamd olsun. Mutlak üstünlük ve övgü ehli sensin. Kulun söylediği hak söz şudur: Hepimiz senin kulunuz. Allah'ım! Senin verdiğine mani olacak, vermediğini de verecek yoktur. Varlıklı kimsenin sahip olduğu şeyler, Senin katında bir yarar sağlamaz. Her varlık, Sendendir.”[464]

Kendi istek ve arzusuna göre konuşmayan Hz. Peygam­ber (s.a.v.), “Kulun söylediği hak söz şudur: Hepimiz senin kulunuz…” ifadesi ile kulun söylediği gerçek ve en doğru sözün bu olduğunu haber vermektedir. Hepimiz Allah’ın kulu olduğumuz için bu sözü iyi korumaya ve onu ihmal etme­meye çalışmamız gerekir. Kulun söylediği en doğru söz bu­dur; çünkü bu söz, her işi Allah’a havale etme, O’na boyun eğme, O’nun birliğini ve Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi olmadığını kabul etme anlamı içermektedir. Bu söz aynı zamanda, dünyaya önem vermeyip salih amellere yönelmeye teşvik etmektedir.

 Varlıklı kimsenin sahip olduğu şeyler” ifadesi, kişinin bu dünyadaki nasibini, zenginlik, saygınlık ve iktidarını kap­sar. Yani kişinin bu dünyada sahip olduğu mal, evlat, saygın­lık ve iktidar her ne varsa, bunlar Allah katında ona herhangi bir yarar sağlamaz ve onu kurtarmaz. Ona yarar sağlayacak ve azaptan kurtaracak tek şey, işlediği iyilikler ve salih amel­lerdir. Yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Ser­vet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır.[465]

 


İKİ SECDE ARASINDA OKUNACAK DUA

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) iki secde arasında şöyle derdi: “Allah'ım! Beni bağışla, bana merha­met et, bana esenlik ver, beni doğru yola ilet ve beni rızıklandır.”[466]

* Huzeyfe b. el-Yeman (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) iki secde arasında şöyle söylerdi: “Rabbim! Beni ba­ğışla!; Rabbim! Beni bağışla!”[467]

 

TAHİYYAT DUALARI

1- Abdullah b. Mes’ud’un tahiyyat duası.

* Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) elimden tuttu ve bana Kur'an’dan bir süre öğretir gibi tahiyyat duasını şöyle öğretti:

“et-Tahiyyâtu lillâhi ve’s-salavâtu ve't-tayyibâtu, es-selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullâhi ve berekâtuhu, es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn. eşhedü en lâ ilâhe illallâhu ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu.”

“Bütün selamlar, dualar ve güzellikler Allah'a mahsustur. Ey Peygamber! Sana selam olsun, Allah'ın rahmet ve bere­keti senin üzerine olsun. Selam ve esenlik bize ve Allah'ın salih kullarının üzerine de olsun. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka bir ilâh yoktur. O, birdir ve ortağı yoktur. Ve yine şa­hitlik ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve resulüdür."[468]

Tirmizî der ki: Tahiyyat duası olarak Hz. Peygamberden rivayet edilen en sahih hadis budur. Bu yüzden Hz. Peygam­berin sahabeleri ve onlardan sonra gelen tabiinler arasında tahiyyat duası olarak en çok bu dua okunmuştur. Süfyan-ı Sevri, İbn Mübarek, Ahmed ve İshak’ın görüşü budur.

2- İbn Abbas’ın tahiyyat duası.

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Kur'an’dan bir sure öğretir gibi bize tahiyyat duasını şöyle öğretirdi:

et-Tahiyyâtu el-mübârekâtü es-salavâtu et-tayyibâtu lillâhi, es-selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullâhi ve berekâtuhu, es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike lehu ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu.”

“Bereketli selamlar, bütün dualar ve güzellikler Allah’a aittir. Ey Peygamber! Sana selam olsun… vd.”[469]

İmam Nevevî der ki: Bu selamlar ve sonrakiler yalnız Yüce Allah içindir. Gerçek selam ve dualar, Allah’tan başkası için geçerli değildir.


3- Abdullah b. Ömer’in tahiyyat duası.

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) teşeh­hütte şöyle dedi[470]:

 et-Tahiyyâtu lillâhi ve’s-salavâtu ve't-tayyibâtu, es-selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullâhi ve bere­kâtuhu, es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike lehu ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu.”

Bu tahiyyat duasında “Ve berekatühü” (Ve bereketi) ve “Vahdehu la şerike lehu” (O, tektir ve ortağı yoktur) ziyadesi vardır. 

İbn Ömer’in ilave ettiği bu iki ziyadeyi, Hz. Peygamberin tahiyyat duasında okuduğu sabittir. İbn Ömer, bu ziyadeleri kendi kendine duaya koymamıştır. O, böyle bir şey yap­maktan tamamen uzaktır. O, bu ziyadeleri Hz. Peygamber­den rivayet eden kendinden başka sahabelerden de almış; onları, Hz. Peygamberden işittiği bu tahiyyat duasına ekle­miştir.

4- Ebû Musa el-Eş’arî’nin tahiyyat duası.

* Ebû Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz namazda oturduğunda ilk sözü şu olsun[471]:

“et-Tahiyyâtu et-tayyibâtu es-salavâtu lillâhi, es-selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullâhi ve berekâtuhu, es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike lehu ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu.”

5- Hz. Ömer’in tahiyyat duası.

* Hz. Ömer (r.a.) minber üzerinden insanlara tahiyyat duasını öğretir ve şöyle derdi: “Deyiniz ki:

“et-Tahiyyâtu lillâhi, ez-zâkiyâtu lillâhi, et-tayyibâtu lillahi, es-Selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu…vd.”

Duanın gerisi İbn Mes’ud’un tahiyyat duasındaki gibi­dir.[472]

Bu hadis, her ne kadar mevkuf olsa da merfu hükmün­dedir. Bu rivayet için “Bu, onun kendi görüşüdür” denile­mez. Eğer bu onun kendi görüşü olsaydı, İbn Abdülberr’in söylediği gibi bu zikir sözü başka zikir sözlerinden daha evla olmazdı.

6- Hz. Aişe’nin tahiyyat duası

* Kasım b. Muhammed anlatıyor. Hz. Aişe (r.a.) eliyle işaret ederek bize tahiyyat duasını öğretiyor ve şöyle diyordu:

 et-Tahiyyâtu, et-tayyibâtu es-salavâtu, ez-zâkiyâtu lillâ­hi, es-Selâmu ala’n-nebi… vd.”

Duanın gerisi İbn Mes’ud’un tahiyyat duasındaki gibi­dir.[473]

Hz. Aişe’nin (r.a.) ‘es-Selâmu ala’n-nebi’ sözü, Allah re­sulünün (s.a.v.) vefatından sonradır. Nitekim Sahih-i Buhâri’de, İbn Mes’ud’un tahiyyat duasından sonra şu ziyade vardır: “O (s.a.v.) aramızda iken biz ‘es-Selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu’ diyorduk. Ama vefat edince ‘es-Selâmu ala’n-nebi’ demeye başladık.”

Hafız İbn Hacer der ki: “Bu ziyadenin zahirinden, saha­belerin, Allah resulü (s.a.v.) hayatta iken ‘es-Selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu’ dedikleri; vefat edince de bunu terk edip ‘es-Selâmu ala’n-nebi’ dedikleri anlaşılmaktadır.[474]

İbn Hacer, başka bir yerde İbn Mes’ud’un tahiyyat dua­sını açıklarken şöyle der: “İbn Mes’ud hadisinin bazı rivayetle­rinde, Allah resulü hayatta iken söylenen ‘es-Selâmu aleyke’ ifadesinin, onun vefatından sonra ’es-Selâmu ala’n-nebi’ şeklinde değiştiği belirtilmektedir. Bu rivayetlerden biri de, Sahih-i Buhâri’de Ebû Ma’mer tarikiyle İbn Mes’ud’dan riva­yet edilen teşehhüt hadisinden sonra gelen şu ifadedir: “O (s.a.v.) aramızda iken biz ‘es-Selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu’ diyorduk. Ama vefat edince ‘es-Selâmu ala’n-nebi’ demeye başladık.”

Ayrıca Ebû Avâne, Sahih’inde; es-Serrac, el-Cevzakî, Ebû Nuaym el-Isfahânî ve Beyhakî, çeşitli tariklerle Buhâri’nin hocası Ebû Nuaym’a dayandırarak buna benzer rivayetler zikretmişlerdir. Yine Ebubekir b. Ebi Şeybe de ben­zer bir rivayeti Ebû Nuaym’dan rivayet etmiştir. es-Subkî, Şerhü’l-Minhac’ta, sadece Ebû Avâne rivayetini zikrettikten sonra şöyle der: “Şayet sahabeden yapılan bu rivayet sahih ise, bu, Allah resulünün vefatından sonra ‘es-Selâmu aleyke…’ demenin vacip olmadığına; bunun yerine ‘es-Selâmu ala’n-nebi’ denileceğine delalet eder.”

Derim ki (İbn Hacer): “Hiç kuşkusuz bu rivayet, sahihtir. Çünkü onun sahih olduğuna delalet eden güçlü deliller bul­dum. Abdurrezzak, İbn Cüreyc’ten, o da Atâ’dan rivayet ede­rek şöyle haber vermiştir: “Sahabeler, Hz. Peygamber ha­yatta iken ‘es-Selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu’ diyorlardı. O, vefat edince ‘es-Selâmu ala’n-nebi’ dediler.” Bu rivayetin isnadı, sahihtir. Saîd b. Mansur’un, Ebû Ubeyde b. Abdullah b. Mes’ud’un, babasından rivayet ettiği “Allah resulü (s.a.v.) bize teşehhüt (tahiyyat) duasını öğretti…” hadisi için İbn Abbas: “Biz Allah resulü (s.a.v.) hayatta iken ‘es-Selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu’ diyorduk” demiş; İbn Mes’ud ise: “Biz böyle öğrendik ve böyle öğretiyoruz” demiştir. İbn Ab­bas’ın bu sözü araştırıp inceleyerek söylediği, İbn Mes’ud’un ise herhangi bir araştırmaya gerek duymadan söylediği açık­tır. Fakat Ebû Ma’mer’in (yani Buhâri’nin) rivayeti daha sa­hihtir. Çünkü Ebû Ubeyde, babasından hadis dinlememiştir. Bu nedenle, kendisine isnad edilen bu rivayet zayıftır.[475]

el-Albanî der ki: Hafız İbn Hacer’in bu sözünü, el-Kastalanî, ez-Zerkanî ve başka muhakkik alimler de naklet­mişlerdir. Bu alimler İbn Hacer’in bu görüşünü kabul ederek herhangi bir eleştirel yorumda bulunmamışlardır. Dolayısıyla İbn Mes’ud’un “es-Selâmu ala’n-nebi dedik” sözü, mutlaka Hz. Peygamberin tevkifiyle (belirlemesiyle) olmuştur.[476]

Ancak Şeyh İbn Useymin, el-Albanî’nin bu görüşüne karşı çıkar ve İbn Mes’ud’un bu sözünün onun bir içtihadı olduğunu söyler. İbn Useymin görüşünü şöyle dile getirir: Sahih-i Buhâri’de İbn Mes’ud’dan rivayet edilen ve Hz. Pey­gamberin vefatından sonra ‘es-Selâmu ala’n-nebi ve rahmetullahi ve berekatuhu’ dediklerini belirten rivayet, onun kendi içtihadıdır. Ondan daha bilgili olan Hz. Ömer (r.a.) onun bu içtihadına muhalefet etmiş; Allah resulünün minberi üzerinde insanlara hitap ederken teşehhütte: “es-Selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuhu” demiştir. İmam Malik bu rivayeti Muvattâ’da en sağlam senedle rivayet etmiştir. Sonra Hz. Ömer bunu büyük bir sahabe topluluğu önünde söylemiş, onlar da bunu kabul etmişlerdir. Allah resulü (s.a.v.) ümmetine bir şey öğretirken, onu en iyi şekilde öğretirdi. Hatta İbn Mes’ud’a öğretirken, sözü daha iyi hatırlaması için elini avucuna alıp öğretmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu duayı sahabelere Kur'an’dan bir sure öğretir gibi öğretmiştir. Çünkü herkes gibi o da bir gün vefat edeceğini biliyordu. Yüce Allah bu gerçeği şöyle haber veriyor: “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.[477]

Sonra Allah resulü (s.a.v.), benim vefatımdan sonra “es-Selâmu ala’n-nebi deyin” dememiş; aksine onlara, Kur'an’dan bir sureyi lafzıyla öğretir gibi teşehhüt duasını öğretmiştir. Bu yüzden, İbn Mes’ud’un içtihadıyla amel edil­mez; teşehhütte ‘es-Selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu’ deni­lir.[478]

Sonuç olarak, bu mesele tartışma konusu yapılmamalı­dır. Doğrusunu Allah bilir.

 

NAMAZ KILANIN ÇEŞİTLİ TAHİYYAT DUALARI KARŞISINDAKİ TAVRI

İmam Nevevî der ki: Şunu bil ki, namazda bu zikredilen tahiyyat dualarından herhangi birini okumak caizdir. İma­mımız İmam Şafii ve diğer alimler böyle söylemişlerdir. İmam Şafii’ye göre bu duaların en faziletlisi, İbn Abbas’ın tahiyyat duasıdır. Çünkü bu rivayette ‘el-Mübarekat’ sözcüğü fazladır.

Şeyh İbn Useymin der ki: Teşehhüt (tahiyyat) duası ile ilgili pek çok hadisler rivayet edilmiştir. Tüm bu rivayetler karşısında bizim tavrımız ne olmalıdır?

Cevap: Alimler, bu tür rivayetler konusunda farklı gö­rüşler ileri sürmüşlerdir. Ancak bunun, iki zikir ve duayı aynı anda birlikte okuma imkanı olmadığı zaman geçerli oldu­ğunu bilmemiz gerekiyor. Eğer zikir ve duaları aynı anda birlikte okuma imkanı varsa, bu durumda onları birlikte okumak daha evladır. Fakat bu da, istiftah (Sübhaneke vb.) ve teşehhüt (tahiyyat) dualarında olduğu gibi her zikir ve duanın yalnız başına okunacağına delalet eden bir karine olmadığında geçerlidir. Allah resulü (s.a.v.) teşehhüt duasını İbn Mes’ud’a, İbn Abbas’a ve diğer sahabelere öğretmiştir. Abdullah b. Mes’ud’un rivayeti Buhâri ve Müslim’de; Abdul­lah b. Abbas’ın rivayeti ise Müslim’de bulunmaktadır. Buna göre her iki rivayet de sahihtir. Aralarında sadece basit bir farklılık vardır. Bu, her iki duanın yalnız başına okunacağına ve sünnetin bu basit farklılığı kabul ettiğine delalet eder.

Kimi alimler bu dualardan birini okumayı tercih etmiş; kimisi de ikisini okumayı tercih etmişlerdir. İbn Mes’ud’un Buhâri ve Müslim’deki rivayetini tercih edenler, İbn Mes’ud’un tahiyyat duasını seçip okumuşlardır. İkisini oku­mayı tercih edenler ise: “Her iki rivayet de sahih olduğuna göre, bazen bunu bazen ötekini okurum” demişlerdir.

Aslında bu görüş (yani ikisini de okuma), ötekinden daha güzel ve daha evladır. Bazen biri, bazen diğeri okunur. Şeyhülislam İbn Teymiyye de bu görüşü benimsemiştir. Bu yöntemi izlemenin bazı faydaları da vardır. Şöyle ki:

a- Sünnete uymak. Çünkü Allah resulü (s.a.v.) her iki şekli de sahabelere öğretmiştir. Şayet bu şekillerden biri tercih edilse, sünnetin diğer şekliyle amel etmek terk edilmiş olur.

b- Bu yöntemi izlemek, bir sünneti ihya etmektir. Çünkü bu sünnetle amel edilmediğinde unutulacak ve yok olup gidecektir. Nitekim ilim talebelerinin pek çoğuna İbn Ab­bas’ın teşehhüt duasının nasıl olduğunu sorsan, bunu bilme­yecektir. Çünkü onunla hiç amel etmemiştir. Dolayısıyla onunla amel etmek, sünneti ihya etmektir.

c- Böyle yapmak (bazen birini, bazen ötekini okumak), düşüncenin toplanıp kalbin daha hazır olmasını sağlar. Çünkü bu durumda insan, şu duayı mı diğer duayı mı oku­yayım diye bir tercihte bulunacağından, düşüncesini topla­yacak ve kalbini buna hazır hale getirecektir. Oysa insan, zikir ve dualardan sadece birini tercih ettiğinde, sanki bir adet ve gelenekmiş gibi herhangi bir duygu ve düşünce ol­madan o duayı okur.[479]

 

HZ. PEYGAMBERE SALAVAT GETİRME ŞEKİLLERİ

Teşehhütte Hz. Peygambere salavat getirme şekilleri hakkında çeşitli hadisler rivayet edilmiştir. Bu şekillerden bazıları şöyledir:

1- Abdurrahman b. Ebi Leyla anlatıyor. Ka’b b. Ucre ile karşılaştım. Bana: “Sana, Hz. Peygamberden işittiğim bir hediye vereyim mi?” dedi. Ben: “Evet, onu bana hediye et!” deyince, şöyle anlattı. Allah resulüne (s.a.v.): “Ey Allah’ın resulü! Yüce Allah bize, size nasıl selam vereceğimizi öğretti. Peki size ve ehl-i beytinize nasıl salavat getirelim?” diye sor­duk. Şöyle dedi: “Deyiniz ki: “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala ibrahime ve ala ali ibrahime inneke hamidün mecid. Allahümme barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema barekte ala ibrahime ve ala ali ibrahime inneke hamidün mecid” (Allah’ım! İbrahim ve ailesine salat ettiğin gibi Muhammed ve ailesine de salat et. Çünkü sen, gerçek­ten övgüye layıksın ve yücesin. Allah’ım! İbrahim ve ailesini mübarek kıldığın gibi Muhammed ve ailesini de mübarek kıl. Çünkü sen, gerçekten övgüye layık ve yücesin).

Buhâri, Müslim ve Nesâi’nin lafzı şöyledir: “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala ali ibrahime inneke hamidün mecid. Allahümme barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema barekte ala ali ibrahime inneke hamidün mecid.”

Müslim’in bir rivayeti: “Ve barik ala Muhammedin” şek­linde olup başında “Allahümme” yoktur.

Buhâri ve Nesâi’nin bir lafzı da şöyledir: “Allahümme salli ala Muhammedin ve ali Muhammed, kema salleyte ala ibrahime inneke hamidün mecid. Allahümme barik ala Muhammedin ve ali Muhammed, kema barekte ala ali ibrahime inneke hamidün mecid.”[480]

2- Ebû Humeyd es-Sâidî (r.a.) anlatıyor. Allah resulüne: “Ey Allah’ın resulü! Sana nasıl salavat getirelim?” diye sor­duk. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Deyin ki: “Allahümme salli ala Muhammedin ve ezvacihi ve zürriyetihi kema salleyte ala ali ibrahime ve barik ala Muhammedin ve ezvacihi ve zürriyetihi kema barekte ala ibrahime inneke hamidün mecid” (Allah’ım! İbrahim ailesine salat ettiğin gibi Muhammed’e, eşlerine ve soyuna da salat et. İbrahim’i mü­barek kıldığın gibi Muhammed’i, eşlerini ve soyunu da mü­barek kıl. Çünkü sen, gerçekten övgüye layıksın ve yüce­sin).[481]

3- Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. Allah resulüne: “Ey Allah’ın resulü! Sana selam verme şeklini biliyoruz. Peki sana nasıl salavat getirelim?” diye sorduk. Şöyle dedi: “Deyiniz ki: Allahümme salli ala Muhammedin abduke ve resulüke, kema salleyte ala ibrahime ve barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammedin, kema barekte ala ali ibrahime”.[482]

Buhâri’nin bir rivayeti şöyledir: “…kema salleyte ala ibrahime ve barik ala Muhammedin ve ali Muhammedin, kema barekte ala ibrahime ve ali ibrahime”.

4- Ebû Mes’ud el-Ensârî –asıl adı, Ukbe b. Amr’dır- (r.a.) anlatıyor. Biz Sa’d b. Ubade’nin meclisinde otururken, Allah resulü (s.a.v.) yanımıza geldi. Beşir b. Sa’d, Hz. Peygambere: “Ey Allah’ın resulü! Allah bize, sana salavat getirmemizi em­retti. Sana nasıl salavat getirelim?” diye sorunca, Allah resulü (s.a.v.) sustu. Öyle ki, keşke ona soru sormasaydı temenni­sinde bulunduk. Sonra Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Deyin ki: Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Mu­hammed kema salleyte ala ali ibrahim; ve barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema barekte ala ali ibrahime fil alemine inneke hamidün mecid”. Sonra Hz. Peygamber: “Selam da zaten bildiğiniz gibidir” dedi.[483]

5- Ebû Hüreyre’nin (r.a.) rivayet ettiği hadiste ise salavat şöyle zikredilmektedir: “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed ve barik ala Muhammedin ve ala ali Mu­hammed, kema salleyte ve barekte ala ibrahime ve ali ibrahime fil alemine inneke hamidün mecid”.[484]

SON TEŞEHHÜTTEN SONRA OKUNACAK DUALAR

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) namazda şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Kabir azabından sana sığınırım; Mesih Deccal’ın fitnesinden sana sığınırım; hayatın fitnesin­den ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Allah'ım! Günah­tan ve borçtan sana sığınırım.”

Bir kişi ona: “Borçtan ne kadar çok sığınıyorsun?” de­yince, Allah resulü (s.a.v.): “Bir kimse borçlu olunca, ko­nuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz” buyurdu.[485]

* Hz. Ebubekir (r.a.) anlatıyor. Allah resulüne (s.a.v.): “Bana, namazımda okuyacağım bir dua öğret!” dedim. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “De ki: Allah’ım! Ben gerçekten kendi nefsime çok zulmettim. Günahları Senden başka ba­ğışlayacak yoktur. O halde kendi katından bir bağışlama ile beni bağışla ve bana merhamet et. Çünkü Sen, gerçekten bağışlayan ve merhamet edensin.”[486]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz teşehhütte bulunduğunda, şu dört şeyden Allah’a sığınsın ve şöyle desin: Allah'ım! Cehennem azabın­dan, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden ve Me­sih Deccal fitnesinin şerrinden sana sığınırım.”[487]

* Hz. Ali (r.a.), anlattığı uzun bir hadiste şöyle diyor. Al­lah resulü (s.a.v.) teşehhüt ile selam arasında okuduğu son dua şuydu: “Allah’ım! Önceki ve sonraki, gizliden ve açıktan işlediğim günahlarımı, aşırılıklarımı ve benden daha iyi bildi­ğin hatalarımı bağışla. Şüphesiz önde olan ve sonda olan Sensin. Senden başka ilah yoktur.”[488]

* Mihcan b. el-Edra’ (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) mescide girdiğinde bir adamın, namazını bitirmek üzere teşehhüde oturmuş olduğunu ve şöyle dua ettiğini gördü: “Ey hiçbir benzeri olmayan, doğmayan ve doğurmayan, hiç­bir şeye muhtaç olmayan, bir ve tek olan Allah’ım! Senden günahlarımı bağışlamanı diliyorum. Şüphesiz Sen, bağışla­yan ve merhamet edensin.” Allah resulü, adamın böyle dua ettiğini işitince üç defa “Günahları bağışlandı, günahları ba­ğışlandı, günahları bağışlandı” dedi.[489]

* Ebû Salih, Hz. Peygamberin bazı sahabelerinden şöyle rivayet etmiştir. Allah resulü (s.a.v.) bir adama: “Namazda ne diyorsun?” diye sordu. Adam: “Ben teşehhüt duasını oku­duktan sonra: “Allah'ım! Senden cenneti istiyor, cehennem­den sana sığınırım” diyorum. Ben ne senin mırıldanmalarını ne de Muaz’ın mırıldanmalarını bilmiyorum” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber de: “Biz de aynı şeyler etrafında mı­rıldanıyoruz” dedi.[490]

SELAMDAN SONRA OKUNACAK DUA VE ZİKİRLER

* Muğire b. Şu’be (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) her namazdan sonra selam verdiğinde şöyle derdi: “Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir ve hiçbir ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, her şeye kadirdir. Allah’ım! Senin verdiğine mani olacak yoktur, vermediğini de verecek yoktur. Varlıklı kimsenin malı, Senin katında hiçbir yarar sağlamaz. Her varlık, Sendendir.”[491]

Hafız İbn Hacer der ki: Namazlardan sonra bu duayı okumak müstehaptır. Çünkü bu dua tevhid sözcüklerini kap­samakta, bütün fiilleri, verme ve vermemeyi Allah’a nispet etmekte, O’nun mutlak güç sahibi olduğunu ifade etmekte­dir.[492]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Bazı yoksul sahabeler Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanına gelerek şöyle dediler: “Ey Al­lah’ın resulü! Varlıklı kimseler, sahip oldukları mallar saye­sinde yüksek dereceleri ve kalıcı nimetleri alıp götürdüler. Bizim namaz kıldığımız gibi namaz kılıyor, oruç tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. Mal sahibi oldukları için bizden fazla sevap alıyorlar; çünkü bu mallarıyla haccediyor, umre yapı­yor, cihad ediyor, zekat ve sadaka veriyorlar”. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) onlara şöyle dedi: “Size bir şey söyleye­yim mi? Bu şeyi yaptığınızda, sizi geçenlere yetişirsiniz ve sizden sonra hiç kimse size yetişemez. Bu şeyin aynısını ya­pan dışında, arasında bulunduğunuz herkesten daha hayırlı olursunuz. O şey, her namazdan sonra otuz üç defa subhanallah, elhamdulillah ve Allahu ekber demenizdir”.[493]

 Hafız İbn Hacer der ki: Hadiste geçen “Otuz üç” ifadesi, hepsinin toplamı olabilir. Bu durumda sayı üçe bölündü­ğünde, her birine on bir defa düşer. Nitekim Süheyl b. Ebi Salih, bunu böyle anlamıştır. Müslim, Süheyl’in bu görüşünü Ravh b. Kasım yoluyla rivayet etmiş; ancak onu iyi incele­memiştir. Ben de bu hadisin bütün tariklerini inceledim, ama Bezzâr’ın rivayet ettiği ve senedi zayıf olan İbn Ömer hadisi dışında hiçbirinde on bir rakamını görmedim. Dolayısıyla görünen o ki, otuz üç rakamı her biri için ayrı ayrıdır. Yani her namazdan sonra otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdulillah ve otuz üç defa Allahu ekber deyin.[494]  

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim her namazdan sonra, otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdulillah ve otuz üç defa Allahu ekber der – ki bu, doksan dokuz eder- ve yüzüncü defada “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehul mülkü ve lehul hamdu ve huve ala külli şeyin kadir” (Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir ve tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, her şeye kadirdir) derse, deniz köpüğü kadar bile olsa hataları bağışlanır.”[495]

* Ka’b b. Ucre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namazın takipçileri vardır. Her farz namazdan sonra bunları söyleyen veya yapanlar, zarar etmezler. Bunlar, otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdulillah ve otuz dört defa Allahu ekber demektir.”[496]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Bazı sahabeler dediler ki: “Ey Allah’ın resulü! Varlıklı kimseler, yüksek dereceleri ve kalıcı nimetleri alıp götürdüler… Allah resulü onlara şöyle dedi: “Size, kendisiyle sizden öncekilere yetişeceğiniz ve siz­den sonrakileri geçeceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Onun aynısını yapan (söyleyen) dışında hiç kimse size yetişemez. O şey, her namazdan sonra on defa sübhanallah, on defa elhamdulillah ve on defa Allahu ekber demenizdir.”[497]

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İki şey vardır ki, Müslüman bir kul bunlara devam ettiği zaman mutlaka cennete girer. Bunlar dile kolay gelir, amel edene pek az gelir. Her namazdan sonra on defa sübhanallah, on defa elhamdulillah ve on defa Allahu ekber denilir. Bu, dilde toplam yüz elli eder, ancak mizanda bin beş yüz eder…”[498]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Ümmü Süleym Hz. Pey­gamberin yanına gelerek: “Ey Allah’ın resulü! Bana, nama­zımda kendisiyle dua edeceğim bazı kelimeler öğret!” dedi. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “On defa sübhanallah, on defa elhamdulillah ve on defa Allahu ekber de, sonra da Allah’tan ihtiyacını iste.”[499]

* Zeyd b. Sabit (r.a.) der ki: Biz, her namazdan sonra otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdulillah ve otuz dört defa Allahu ekber demekle emrolunduk. Daha sonra Ensardan bir adam bir rüya gördü. Bize: “Allah resulü (s.a.v.) size, her namazdan sonra otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdulillah ve otuz dört defa Allahu ekber demeyi emretti, öyle mi?” diye sordu. Biz de: “Evet” deyince, şöyle dedi: “Onları yirmi beş yapın ve tehlili de onlarla birlikte söy­leyin”. Adam böyle dedikten sonra, Hz. Peygamberin yanına gitti ve durumu anlattı. Allah resulü de: “Öyle yapın!” dedi.[500]

“Tehlili de onlarla birlikte söyleyin” ifadesi, “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehul mülkü ve lehul hamdu ve huve ala külli şeyin kadir” cümlesini de yirmi beş defa söyleyin demektir.

es-Sindî, Nesâi şerhinde der ki: “Bu, peygamber olma­yanların rüyaları ile amel etmek demek değildir. Aksine Hz. Peygamberin “Öyle yapın!” sözü ile amel etmektir. Hz. Pey­gamber, kendisine gelen bir vahiy, ilham veya başka bir yolla bu rüyanın hakikatini öğrenmiş olabileceğinden “Öyle ya­pın!” demiştir. Doğrusunu Allah bilir.

* Sevban (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) namazı bitirip selam verince, üç defa istiğfarda bulunur, ardından “Allahümme entesselamu ve minkesselam, tebarekte ya zel celali vel ikram” (Ey Allah’ım! Sen Selam’sın. Selam Sen­dendir. Ey ikram ve büyüklük sahibi! Sen ne yücesin.) derdi.

el-Velid der ki: İmam el-Evzâi’ye, “İstiğfar nasıldır?” diye sordum. “Estağfirullah, estağfirullah, estağfirullah” (Allah’tan bağışlanma dilerim) demektir dedi.[501]

* Abdullah b. Zübeyir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) her namazdan sonra selam verince, şöyle derdi: “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehul mülkü ve lehul hamdu ve huve ala külli şeyin kadir. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah. Lâ ilâhe illallâhu ve lâ na’budu illa iyyah, lehun ni’metu ve lehul fadlu ve lehu senaul hasen, lâ ilâhe illallâhu muhlisine lehud dine ve lev kerihel kafirun” (Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir ve tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, her şeye kadirdir. Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur. Allah’tan başka ilah yoktur, O’ndan başkasına ibadet etmeyiz. Bütün nimetler, lütuflar ve en güzel övgüler yalnız O’na aittir. Allah’tan başka ilah yoktur. İnkarcılar hoş görmese de biz, dini yalnız Allah’a has kılarak kulluk ederiz.”

İbn Zübeyir der ki: Allah resulü (s.a.v.) her namazdan sonra bu kelimelerle tehlil getirirdi.[502]

* Ukbe b. Amir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) her namazdan sonra bana el-İhlâs, el-Felak ve en-Nâs surelerini okumayı emretti.[503]

* Ebû Ümame (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim, her farz namazından sonra Âyete’l-kürsî’yi okursa, o kimsenin cennete girmesine ölümden başka hiçbir engel yoktur.”[504]

* Hz. Ali (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) namazdan sonra selam verince şöyle derdi: “Allah’ım! Önceki ve son­raki, gizliden ve açıktan işlediğim günahlarımı, aşırılıklarımı ve benden daha iyi bildiğin hatalarımı bağışla. Şüphesiz önde olan ve sonda olan Sensin; Senden başka ilah yok­tur.”[505]

 

VİTİR NAMAZINDA OKUNACAK SURELER

* Übeyy b. Ka’b (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) vitir namazında el-A'la, el-Kafirûn ve el-İhlâs surelerini okurdu. Selam verince de, üç defa “Sübhanel meliki’l-kuddus” (Her türlü kusur ve noksanlıktan uzak, gerçek mülk sahibi olan Allah pek yücedir) der, üçüncüsünde sesini uzatır ve yüksel­tirdi.[506]

 

KUNUT DUASI

* Hasan b. ali (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bana, vitirde - İbn Cevvâs: kunut duası olarak- okuyacağım bazı kelimeler öğretti. Bu kelimeler şunlardı: “Allah’ım! Beni hida­yete erenlerden, afiyet verdiklerinden ve işlerini üslendikle­rinden eyle. Verdiklerini bana bereketli kıl ve beni, verdiğin kararın şerrinden koru. Çünkü sen, karar verensin; sana ka­rar verilemez. Senin işini üslendiğin, asla zelil olmaz. Rabbi­miz! Sen pek yüce ve pek üstünsün.”[507]

Nesâi’nin bir başka rivayetinde, “Ve senin düşmanlık yaptığın, asla aziz olamaz” cümlesi vardır.

* Ubeyd b. Umeyr (r.a.) anlatıyor. Hz. Ömer (r.a.) rüku­dan sonra kunut duası olarak şunu okudu: “Allah'ım! Bizi, mümin erkekleri ve mümin kadınları, Müslüman erkekleri ve Müslüman kadınları bağışla. Onların kalplerini kaynaştır ve aralarını düzelt. Senin ve onların düşmanlarına karşı kendile­rine yardım et. Allah'ım! Senin yolundan alıkoyan, peygam­berini yalanlayan ve dostlarınla savaşan kafirlere lanet et. Allah'ım! Onların birliğini dağıt, ayaklarını kaydır ve üzerle­rine, suçlu topluluklardan geri çevirmediğin azabını indir. Bismillâhirrahmânirrahîm, Allah'ım! Şüphesiz biz, yalnız sen­den yardım diliyor ve bizi bağışlamanı istiyoruz. Çünkü biz sana hamd edip övgüde bulunuyor, nankörlük etmiyor, sana karşı çıkıp günah işleyenden (veya seni yakışıksız sıfatlarla niteleyenden) uzak duruyoruz. Bismillâhirrahmânirrahîm, Allah'ım! Yalnız sana ibadet ediyor, senin için namaz kılıp secde ediyoruz. Senin için çalışıyor ve sana koşuyoruz. Senin gerçek azabından korkuyor ve merhametini umuyoruz. Çünkü senin gerçek azabın, kafirlere erişecektir.[508]

 

KADİR GECESİNDE OKUNACAK DUA

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulüne (s.a.v.) dedim ki: “Ey Allah’ın resulü! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilsem, nasıl dua edeyim?”. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “De ki: Allah'ım! Hiç şüphe yok ki Sen affedensin, affetmeyi seversin; beni affet!”[509]

 

ORUÇLA İLGİLİ DUALAR

 

İFTARINI AÇINCA OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) iftarını açınca, şöyle derdi: “Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşallah sevap kesinleşti”.[510]

 

BİR TOPLULUĞUN YANINDA İFTAR EDİNCE OKU­NACAK DUA

* Abdullah b. Zübeyir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Sa’d b. Muaz’ın yanında iftar etti ve şöyle dua etti: “Yanınızda oruçlular iftar etti, yemeğinizi iyiler yedi ve melekler size dua etti.”[511]

 

ORUÇLU İKEN YEMEK GETİRİLİNCE OKUNACAK DUA

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Ümmü Süleym’in yanına geldi. Ümmü Süleym ona hurma ve yağ getirince, Allah resulü (s.a.v.): “Yağınızı ve hurmanızı kaplarına geri koyun! Çünkü ben, oruçluyum” dedi. Sonra evin bir köşesine gidip nafile namaz kıldı. Ümmü Süleym ve ev halkına dua etti.[512]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz yemeğe davet edildiğinde, davete icabet etsin. Eğer oruçlu ise, namaz kılsın; oruçlu değilse, yemek yesin.”[513]

Hişam b. Hasan der ki: “Hadiste geçen ‘Namaz kılsın’ ifadesi, dua etsin demektir. Nitekim Nesâi’nin İbn Mes’ud’dan rivayet ettiği bir hadiste: “Eğer oruçlu ise, hayır ve bereketle dua etsin” denilmektedir.

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Biriniz bir düğün yemeğine davet edildiğinde, davete icabet etsin. Eğer oruçlu ise, davet sahibine dua etsin ve onu tebrik etsin; oruçlu değilse, yemek yesin.”[514]

 

HAC VE UMRE İLE İLGİLİ DUALAR

 

TELBİYE[515] DUASI

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün telbiyesi şöyleydi: “Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk, innel hamde ven ni’mete leke vel mülk, lâ şe­rike leke” (Buyur Allah'ım buyur! Buyur! Senin ortağın yok­tur. Buyur! Hamd, nimet ve mülk senindir; senin ortağın yoktur.”[516]

el-Hattabi der ki: Lebbeyk sözcüğü, bağlılık ve sadakat belirten, itaatkar oluşu ve emre amadeliği ifade eden bir sözcüktür. Bu sözcüğün duada tekrar edilmesi, tekit ve ka­rarlılık anlamı içerir.

* Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Allah resulünün telbiyesinde, “Lebbeyke ilahel hakki lebbeyke” (Buyur! Hak olan ilah, bu­yur!) ifadesi de vardı.[517]

TAVAFTA OKUNACAK DUA

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir deve üzerinde Kabe’yi tavaf etti. Rükn’e[518] her geldiğinde, yanın­daki bir şeyle işaret edip tekbir getirdi.[519]

* Abdullah b. Sâib (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) iki rükün arasında şöyle söylediğini işittim:[520]Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru![521]

İmam Şafii, el-Ümm adlı eserinde der ki: Benim için bu, tavafta ve hac sırasında okunacak en güzel ve en sevimli duadır.

SAFA VE MERVE’DE OKUNACAK DUALAR

* Cabir b. Abdullah (r.a.), Hz. Peygamberin (s.a.v.) hac­cını anlattığı uzun hadiste şöyle der: Allah resulü (s.a.v.) Ma­kam-ı İbrahim’in yanına geldi ve: “Siz de İbrahim'in maka­mından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın)[522] ayetini okudu. Sonra onu kendisiyle Kabe’nin arasına alarak iki re­kat namaz kıldı. Namazda el-İhlâs ve el-Kafirûn surelerini okudu. Sonra Rükn’e gelerek selam verdi. Ardından kapıdan çıkarak Safa’ya yürüdü. Safa’ya yaklaşınca, “Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır[523] ayetini okudu. “Ben de Allah’ın başladığı ile başlıyorum” diyerek, Safa’dan sâye başladı. Kabe’yi görecek şekilde Safa tepesi­nin üzerine çıktı. Burada kıbleye yöneldi, Allah’ı birleyip tek­bir getirdi. Şöyle tekbir getiriyordu: “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehul mülkü ve lehul hamdu ve huve alâ külli şeyin kadir. Lâ ilâhe illallâhu vahdeh, enceze va’deh ve nasare abdeh, ve hezemel ahzabe vahdeh” (Allah’tan başka ilah yoktur, o tektir ve ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, her şeye kadirdir. Allah’tan başka ilah yoktur, o tektir; vaadini gerçekleştirdi, kuluna yardım etti ve orduları tek başına yenilgiye uğrattı). Bu tekbirden sonra, dua etti. Bunu üç defa yaptı.

Sonra Merve’ye indi. Ayakları vadiye değer değmez hız­lanmaya başladı. Biz yukarı çıkmaya başlayınca, o Merve’ye gelinceye kadar yürüdü. Merve’de, Safa tepesinde yaptığı gibi yaptı.[524]

ARAFAT’A YÜRÜKEN OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) ile birlikte Mina’dan Arafat’a yürüdük. Kimimiz telbiye (Lebbeyk) duasını okuyor, kimimiz de tekbir getiriyordu.[525]

ARAFAT’TA OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “En hayırlı dua, arife günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en hayırlı söz ise şudur: “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehul mülkü ve lehul hamdu ve huve alâ külli şeyin ka­dir”.[526]

 

MEŞ’AR-I HARAMDA OKUNACAK DUA

* Cabir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Kusvâ adlı devesine bindi ve Meş’ar-ı harama geldi. Burada kıbleye yö­nelip dua etti, tekbir getirdi, Allah’ı birleyip tevhid kelimesini okudu. Sonra ortalık iyice aydınlanıncaya kadar orada durdu.”[527]

 

ŞEYTAN TAŞLAYINCAYA KADAR VE TAŞLARKEN OKUNACAK DUA

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) terkisine Fadl’ı almıştı. Fadl, Allah resulünün şeytan taşlayıncaya ka­dar telbiye getirmeye devam ettiğini haber verdi.[528]

Hafız İbn Hacer der ki: “Bu hadis, kurban kesme günü şeytan taşlayıncaya kadar telbiyenin devam etmesi gerekti­ğini bildirmektedir.”[529]

* Abdullah b. Ömer (r.a.), yedi çakıl taşı atarak küçük şeytanı taşlardı. Her çakılı attıktan sonra tekbir getirir, sonra biraz ilerler ve yenisini atardı. Yedisini tamamladıktan sonra kıbleye yönelir, uzun süre kıyamda durur ve ellerini kaldırıp dua ederdi. Sonra aynı şekilde orta şeytanı taşlardı. Kabe’yi biraz soluna alarak bu taşlamaya başlardı. Bu taşlama da tamamlandıktan sonra kıbleye yönelir, uzun süre kıyamda durur ve ellerini kaldırıp dua ederdi. Sonra vadinin dibinden büyük şeytanı (Akabe cemresi) taşlar, burada hiç beklemez ve: “Allah resulünün işte böyle yaptığını gördüm” derdi.[530]

* Cabir (r.a.), yukarıda geçen hadisinde der ki: Allah re­sulü (s.a.v.) ağacın yanındaki cemreye (taşlamaya) geldi, ona yedi çakıl attı, her çakılı atarken tekbir getirdi.[531]

 

KABE’NİN İÇİNDE OKUNACAK DUA

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Mekke’ye gelince, içinde putlar bulunurken Kabe’ye girmekten kaçındı. Önce putların dışarı çıkarılmasını emretti, bunun üzerine putlar oradan çıkarıldı. Ellerinde fal okları bulunan Hz. İbra­him ve Hz. İsmail’in resimleri de çıkarılınca, Allah resulü (s.a.v.): “Allah onları (müşrikleri) kahretsin! Onlar, İbrahim ve İsmail’in böyle oklarla asla kısmet aramadıklarını iyi biliyor­lardı” dedi. Sonra Kabe’ye girdi ve her köşesinde tekbir ge­tirdi. Sonra dışarı çıktı ve içinde namaz kılmadı.[532]

Fal okları, cahiliyye dönemi Araplarının kısmet aradıkları oklardı. Bu okların üzerine iyi ve kötü, emir ve yasak işaretleri koyuyor; bir iş yapmak istediklerinde, bu oklardan birini çe­kiyor ve üzerindeki işarete göre amel ediyorlardı.

* İbn Cüreyc anlatıyor. Atâ’ya: “İbn Abbas’ın, ‘Siz Kabe’yi tavaf etmekle emrolundunuz, içine girmekle emrolunmadınız’ dediğini işittin mi?” diye sordum. Şöyle dedi: O, Kabe’nin içine girmeyi yasaklamazdı. Ancak onun şöyle söylediğini işittim: Üsame b. Zeyd’in bana haber verdi­ğine göre, Allah resulü (s.a.v.) Kabe’nin içine girince, bütün köşelerinde dua etti ve çıkıncaya kadar içinde namaz kıl­madı. Çıkınca, Kabe’nin kapısının yanında iki rekat namaz kıldı ve: “İşte kıble budur” dedi. Ben: “Peki diğer tarafları ve köşeleri?” dedim. “Evet, Kabe’nin her tarafı kıbledir” dedi.[533]

Başka bir rivayette şöyledir: “Kabe’nin karşısında iki re­kat namaz kıldı”.[534]

ZEMZEM SUYUNU İÇERKEN OKUNACAK DUA

* Süveyd b. Saîd anlatıyor. Mekke’de Abdullah b. Müba­rek’i gördüm. Zemzemin yanına geldi, ondan bir yudum içtikten sonra Kabe’ye yönelerek: “Allah'ım! İbn Ebi’l-Mevâli, Muhammed b. Münkedir’den, o da Cabir’den rivayet ederek Allah resulünün (s.a.v.) şöyle buyurduğunu bize anlattı: “Zemzem suyu, içildiği şey içindir.” İşte ben, bunu kıyamet günü susuzluğu için içiyorum” dedi. Sonra zemzem suyun­dan içti.[535]

HAC VEYA UMREDEN DÖNÜNCE OKUNACAK DUA

* Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir savaştan, hacdan veya umreden döndüğünde, yoldaki her tepenin üstünde üç defa tekbir getirir, sonra şöyle derdi: “Allah’tan başka ilah yoktur. O, tektir ve ortağı yoktur. Mülk ve hamd, yalnız O’na aittir. O, her şeye kadirdir. Dönüyoruz, tevbe ediyoruz, kulluk ediyoruz, Rabbimize hamd ediyoruz. Allah, vaadini gerçekleştirdi, kuluna yardım etti ve orduları tek başına mağlup etti.”[536]

CİHADLA İLGİLİ DUALAR

ŞEHİT OLMAYI İSTEMEKLE İLGİLİ RİVAYETLER

* Sehl b. Hanif (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim tam bir sadakatle şehit olmayı isterse, yata­ğında ölse bile Allah onu şehitlerin mertebesine çıkarır.”[537]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Kim samimiyet ve içtenlikle şehit olmayı dilerse, şehit olmasa da Allah ona onun sevabını verir.”[538]

* Muaz b. Cebel (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Kim bir devenin iki sağımı arasın­daki süre kadar bile olsa Allah yolunda savaşırsa, cennet ona vacip olur. Kim Allah’tan samimiyetle öldürülmeyi dilerse, sonra ölür veya öldürülürse, ona bir şehidin sevabı vardır.”[539]

* İbn Ömer (r.a.) şöyle dua etmiştir: “Allah'ım! Bana se­nin yolunda şehit olmayı nasip et! Canımı senin peygambe­rinin beldesinde al!”[540]

 

SAVAŞACAK OLANA EMİRİN NE DİYECEĞİ

* Büreyde (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir ordu veya birliğin başına bir komutan tayin ettiğinde, özel olarak ona Allah’tan sakınmayı ve emrindeki Müslümanlara iyi dav­ranmayı vasiyet eder, şöyle derdi: “Allah yolunda Allah’ın adıyla savaşın! Allah’ı inkar edenlerle savaşın. Onlarla çarpı­şın ama ganimete ihanet etmeyin, haksızlık yapmayın, ölüle­rin organlarını kesip parçalamayın ve çocukları öldürme­yin.”[541]

 

ORDUYU UĞURLARKEN NE DİYECEĞİ

* Abdullah b. Yezîd el-Hutami (r.a.) anlatıyor. Allah re­sulü (s.a.v.) bir orduyu uğurladığında, Vedâ tepesine kadar gelir ve şöyle derdi: “Dininizi, emanetinizi ve işlerinizin akıbe­tini Allah’ın korumasına bırakıyorum.”[542]

 

SAVAŞANA VEYA SAVAŞA YARDIM ETMEK İÇİN ÇALIŞANA NASIL DUA EDİLECEĞİ

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir ara dışarı çıkıp kazılmakta olan hendeğin yanına geldi. Muhacir ve Ensar’dan bazı kimselerin soğuk bir sabah vaktinde hendek kazdıklarını gördü. Onların, bu işi kendi yerlerine yapacak köleleri yoktu. Allah resulü (s.a.v.) onların üzerindeki açlık ve yorgunluğu görünce şöyle dedi: “Allah'ım! Gerçek hayat ahiret hayatıdır, Ensar ve muhaciri bağışla!”. Bunun üzerine onlar da Hz. Peygambere şu dizeyle karşılık verdiler: “Ha­yatta kaldığımız sürece bizler, cihad üzere Muhammed’e biat edenleriz.”[543]

 

DÜŞMANLA KARŞILAŞMAK İSTEYİNCE
OKUNA­CAK DUA

* Abdullah b. Ebi Evfâ (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) düşmanla karşılaştığı bazı günlerinde, güneşin mey­letmesini bekler; sonra kalkıp insanlara şöyle derdi: "Ey in­sanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah'tan sağlık ve afiyet dileyin. Fakat onlarla karşılaştığınızda, sabre­din ve bilin ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır.”

Allah resulü (s.a.v.) böyle söyledikten sonra şöyle dua ederdi: “Ey Kitab'ı indiren, bulutları yürüten, orduları hezi­mete uğratan Rabbimiz! Bunları da hezimete uğrat ve onlara karşı bize yardım et!"[544]

* el-Berâ (r.a.) anlatıyor. Hendek günü Allah resulünün gördüm, toprak taşıyordu. Öyle ki, toprak göğsünün üzerin­deki kılları kapatmıştı. Allah resulü (s.a.v.) kılı çok olan bi­riydi. İş yaparken Abdullah’ın şu dizelerini okuyordu:

Allah'ım! Sen olmasaydın doğru yolu bulmazdık

Sadaka vermez ve namaz kılmazdık

Üzerimize huzur ve sükunet indir

Karşılaştığımızda, ayaklarımızı sağlamlaştır

Düşmanlar, bize karşı azdılar

Onlar fitne istiyor, biz ise karşı çıkıyoruz.

Allah resulü (s.a.v.) bu dizeleri yüksek sesle söylü­yordu.[545]

 

DÜŞMANI GÖRÜNCE OKUNACAK DUA

* Enes (r.a.), Hayber seferine çıkışlarını anlattığı hadiste şöyle diyor: “Düşmanlar, Allah resulünü (s.a.v.) görünce: “Vallahi, işte Muhammed ve ordusu!” dediler. Allah resulü (s.a.v.) ise onları görünce: “Allah büyüktür, Allah büyüktür, Hayber yıkıldı. Biz bir topluluğun yurduna girdiğimizde, “Uyarılanların (fakat yola gelmeyenlerin) sabahı ne kötü olur![546] dedi.”[547]

 

SAVAŞ SIRASINDA OKUNACAK DUA

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbi­miz! Yüreğimizi sabırla doldur; bize direnme gücü ver; kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler.[548]

Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl![549]

Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesi­niz.[550]

* el-Berâ b. Azib (r.a.) anlatıyor. Huneyn günü Allah re­sulü (s.a.v.) katırından indi, dua etti ve Allah’tan yardım is­tedi. Şöyle diyordu: “Hiç yalan yok, ben peygamberim; Ab­dul­muttalib’in oğluyum. Allah'ım! Yardımını indir!”[551]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) sa­vaştığında şöyle derdi: “Allah'ım! Yardımcım ve destekçim sensin. Seninle hareket eder, seninle saldırır ve seninle bir­likte savaşırım.”[552]

* Ebû Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir topluluktan korktuğunda şöyle derdi: “Allah'ım! Onların karşısına seni koyuyor ve şerlerinden sana sığınıyoruz.”[553]

 

BİR YARA ALINCA OKUNACAK DUA

* Cabir (r.a.) anlatıyor. Talha (r.a.), Uhud günü par­makları kopunca: “Güzel!” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Eğer ‘Bismillah' deseydin, insanların bakışları arasında melekler seni kaldırırlardı.”[554]

 

DÜŞMANLAR YENİLGİYE UĞRAYINCA OKUNACAK DUA

* Rifâ’a b. ez-Züraki (r.a.) anlatıyor. Uhud günü müşrik­ler geri çekilince Allah resulü (s.a.v.): “Dizilin, Rabbime hamd edip övgüde bulunacağım” dedi. Bunun üzerine orada bulunanlar saflar haline Hz. Peygamberin arkasına dizildiler. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dua etti: “Allah'ım! Bütün hamdler ve övgüler sanadır. Allah'ım! Senin yaydığını tutacak, tuttu­ğunu yayacak yoktur; Senin saptırdığını hidayete erdirecek, hidayete erdirdiğini saptıracak yoktur; mani olduğunu vere­cek, verdiğine mani olacak yoktur; uzaklaştırdığını yakınlaştı­racak, yakınlaştırdığını uzaklaştıracak yoktur. Allah'ım! Üze­rimize bereketini, rahmetini, lütuf ve ihsanını ve rızkını yay. Allah'ım! Senden, kaybolmayan, yok olmayan, kalıcı ve sü­rekli nimetini diliyorum. Allah'ım! Korku gününde senden huzur ve güvenlik istiyorum. Allah'ım! Bize verdiğinin şerrin­den ve vermediğinin şerrinden sana sığınıyorum. Allah'ım! Bize imanı sevdir ve kalplerimizi onunla süsle; küfrü, isyanı ve fasıklığı da bize çirkin göster; bizi doğru yolda olanlardan eyle! Allah'ım! Canımızı, Müslüman olarak al, bizi Müslüman olarak yaşat ve bizi salihlerin arasına kat. Bizi yenilen ve fit­neye düşenlerden eyleme! Allah'ım! Peygamberini yalanlayan ve senin yolundan alıkoyan kafirleri kahret! Ey gerçek ilah olan Allah'ım! Azabını ve cezanı onların üzerine indir! Âmin.”[555]

 

SAVAŞTAN DÖNÜNCE OKUNACAK DUA

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir sa­vaştan, hacdan veya umreden döndüğünde, yoldaki her tepenin üstünde üç defa tekbir getirir, sonra şöyle derdi: “Allah’tan başka ilah yoktur. O, tektir ve ortağı yoktur. Mülk ve hamd, yalnız O’na aittir. O, her şeye kadirdir. Dönüyoruz, tevbe ediyoruz, kulluk ediyoruz, secde ediyoruz, Rabbimize hamd ediyoruz. Allah, vaadini gerçekleştirdi, kuluna yardım etti ve orduları tek başına mağlup etti.”[556]

 

SELAM VE MUSAFAHANIN FAZİLETİ

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Bir adam Allah resulüne (s.a.v.): “Ey Allah’ın resulü! İslam’da hangi amel daha hayırlıdır?” diye sordu. Allah resulü (s.a.v.): “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermen” buyurdu.[557]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İman etmedikçe, cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (eksiksiz şekilde) iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir amel söyleyeyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın.”[558]

* Abdullah b. Zübeyir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizden önceki milletlerin hastalığı size de bulaştı: Haset (kıskançlık) ve kin (gizli düşmanlık). Kin, kazı­yıcıdır; saç kazıyıcısı değil, din kazıyıcısıdır. Nefsim kudret elinde olan Zat’a yemin olsun ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsı­nız. Sizi birbirinize sevdirecek bir şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın.”[559]

* el-Berâ b. Azib (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Selamı yaygınlaştırın, kurtuluşa erersiniz.”[560]

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Rahman’a ibadet edin, selamı yay­gınlaştırın ve yemek yedirin; cennetlere girersiniz.”[561]

* Ebû Şureyh (r.a.) anlatıyor. Allah resulüne (s.a.v.): “Ey Allah’ın resulü! Bana cenneti vacip kılacak bir şeyi haber ver!” dedim. Bana: “Güzel söz, çok selam ve yemek yedir­mek” dedi.[562]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selamını almak, hastalandığında ziyaretine gitmek, cenaze­sine katılmak, davetine icabet etmek ve hapşırdığında ‘yerhamükallah’ demek.”[563]

* el-Ağarr Müzeyne (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bana, Ensar’dan bir adama bir miktar hurma (borç) vermemi emretti. Adam ödemeyi geciktirince, durumu Allah resulüne söyledim. Allah resulü (s.a.v.): “Ey Ebubekir! Git ve ona hurmalarını al!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a.), ba­na buluşacağımız yeri söyledi. Sabah namazını kıldıktan sonra, Hz. Ebubekir’in buluşma yerinde olduğunu gördüm. Birlikte yola çıktık. Hz. Ebubekir (r.a.) daha uzaktan birini görünce hemen ona selam veriyordu. Bana: “Bu insanlara selam verme nedeniyle kazandığımız sevabı görüyor musun? Selam vermede kimse seni geçmesin” dedi. Bu nedenle biz de bir adamı uzaktan görünce, o bize daha selam vermeden biz ona selam veriyorduk.”[564]

* Ebi Ümame (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İnsanlar arasında Allah’a daha yakın olanı, selam ile başlayandır.”[565]

* Cabir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Binek üzerinde olan yürüyene, yürüyen oturana se­lam verir. İki yürüyen ise, hangisi daha önce selama başlasa, o daha faziletlidir.”[566]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Biz Allah resulü ile birlikte yürürken, aramızı bir ağaç ayırınca tekrar yan yana geldiği­mizde birbirimize selam verirdik.[567]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz bir meclise katıldığı zaman selam versin, kalkıp gitmek istediğinde yine selam versin. Çünkü birincisi sonrakinden daha üstün değildir.”[568]

* İmrân b. Husayn (r.a.) anlatıyor. Bir adam Allah resu­lünün yanına geldi ve: “es-Selamu aleykum” dedi. Allah re­sulü (s.a.v.) adamın selamı aldı. Adam oturunca Allah resulü (s.a.v.): “On (sevap kazandı)” dedi. Sonra başka biri geldi ve: “es-Selamu aleykum ve rahmetullah” dedi. Allah resulü (s.a.v.) onun da selamı aldı. Adam oturunca Allah resulü: “Yirmi” dedi. Sonra başka bir adam geldi ve: “es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu” dedi. Allah resulü (s.a.v.) onun selamını da aldı. Adam oturunca Allah resulü: “Otuz” dedi.[569]

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Kırk iyilik vardır; bunların en üstünü sağmal bir keçi bağışlamaktır. Her kim, sevabını ümit ederek ve vaat edilen mükafatını tasdik ederek bu iyiliklerden birini yaparsa, Allah bu ameli sebebiyle onu mutlaka cennete koyar.”

Ravilerden (Hassan) der ki: "Keçi bağışı dışındaki amel­leri saydık. Bunların arasında, verilen selamı almak, hapşı­rana yerhamukallah demek, rahatsızlık veren şeyleri yoldan temizlemek gibi amelleri saydık, ama on beşe bile ulaşama­dık.”[570]

İbn Hacer, hadisin ravilerinden Hassan’ın –ki asıl adı İbn Atiyye’dir- sözü hakkında İbn Battal’ın özetle şunları söyledi­ğini nakleder: Hassan’ın bu sözünden, başka hayırlı amelle­rin bulunmadığı anlaşılmamalıdır. Çünkü Allah resulü (s.a.v.) bu sözü, sayılamayacak kadar çok olan iyiliklere ve hayırlı amellere teşvik etme babında söylemiştir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) zikredilen bu kırk iyiliği bilmekteydi. An­cak bunları açıkça zikretmesi halinde sadece bunlarla yetini­lip başka iyiliklerin terk edileceği korkusu ile bu kırk iyiliği zikretmemiştir. Bana ulaşan bir habere göre, bazı kimseler bu iyilikleri saymış ve sayılarının kırkı aştığını görmüşlerdir. Bunların arasında, çalışana yardım etmek, yaptığını en iyi şekilde yapmak, ayakkabı bağını vermek, bir Müslüman’ın ayıbını örtmek, ırzını korumak, onu sevindirmek, mecliste yer vermek, iyiliğe teşvik etmek, güzel söz söylemek, ağaç dik­mek, ekim yapmak, şefaat etmek, hasta ziyaret etmek, musafahalaşmak, Allah için sevip Allah için nefret etmek, Allah için ziyaretleşmek, öğütte bulunmak ve merhamet etmek gibi ameller vardır. Tüm bu ameller, sahih hadislerde geçmektedir.[571]   

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İnsanlar arasında en aciz olanı, dua etmekten aciz olandır; en cimrisi ise, selam vermede cimrilik edendir.”[572]

* el-Berâ b. Azib (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İki Müslüman karşılaşır ve birbiriyle musafaha ederlerse, ayrılmadan önce ikisinin günahı da mutlaka affedilir.”[573]

* Huzeyfe b. el-Yeman (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir mümin bir müminle karşılaşır, ona selam verir ve elini tutup musafaha ederse, yaprakların ağaçtan döküldüğü gibi ikisinin hataları da dökülür.”[574]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamberin sahabeleri bir­birleriyle buluştuklarında musafaha eder; seferden döndükle­rinde ise kucaklaşırlardı.[575]

* Selman-ı Farisî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir Müslüman bir kardeşiyle buluşur ve elin­den tutup musafahalaşırsa, rüzgarlı bir günde yaprakların ağaçtan döküldüğü gibi hataları dökülür. Günahları, deniz köpüğü kadar bile olsa affedilir.”[576]

* Katâde anlatıyor. Enes b. Malik’e (r.a.): “Allah resulü­nün sahabeleri arasında musafaha var mıydı?” diye sordum. “Evet, vardı” dedi.[577]

 

SEBEP VE OLAYLARA BAĞLI DUALAR

 

İSTİHARE DUASI

* Cabir b. Abdullah (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Kur'an’dan bir sure öğretir gibi bize her işte istihare yapmayı öğretiyor ve şöyle diyordu: “Biriniz bir iş yapmak istediğinde, farz dışında iki rekat namaz kılsın, sonra şöyle desin: Allah­'ım! Senin bilginle hayır olanı talep ediyorum; Senin gücünle güç istiyor ve Senin büyük fazlından diliyorum. Çünkü ger­çekten senin her şeye gücün yeter, benim gücüm yetmez; sen bilirsin ben bilmem ve sen, bütün gayıbları bilirsin. Al­lah'ım! Eğer bu işin, benim dinim, yaşantım ve akıbetim için –veya şu anda ve ilerde demişti- hayırlı olduğunu biliyorsan, onu bana takdir et ve yapmamı kolaylaştır; sonra da onu benim için bereketli kıl. Eğer bu işin, benim dinim, yaşantım ve akıbetim için –veya şu anda ve ilerde demişti- şer oldu­ğunu biliyorsan, onu benden beni de ondan uzaklaştır. Hayır hangisinde ise bana onu takdir et, sonra da onu bana sev­dir.”  

Cabir (r.a.) der ki: Bu duadan sonra yapacağı işi zikre­derdi.[578]

 

SIKINTI VE ÜZÜNTÜ HALİNDE OKUNACAK
DUA­LAR

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) sıkıntı halinde şöyle derdi: “Halîm ve azîm olan Allah’tan başka ilah yoktur. Büyük Arş’ın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur. Göklerin ve yerin Rabbi, pek değerli Arş’ın Rabbi olan Al­lah’tan başka ilah yoktur.”[579]

Buhâri’nin rivayeti şöyledir: “Halîm ve alîm olan Allah’tan başka ilah yoktur. Büyük Arş’ın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur. Göklerin ve yerin Rabbi, pek değerli Arş’ın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur.”

Ebû Avâne, bu rivayetin aynısını Müsned’inde rivayet et­tikten sonra, hadisin sonuna şu ziyadeyi ekler: “Sonra dua eder.”

* İbn Abbas şöyle demiştir: “Hasbunallahu ve nimel ve­kil” sözünü, Hz. İbrahim ateşe atılınca söyledi. Hz. Muham­med de, insanlar kendisine Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler[580] dediklerinde söyledi.[581]

Buhâri’nin rivayeti şöyledir: “Ateşe atıldığında İbrahim’in söylediği son söz, “Hasbiyellahu ve nimel vekil” (Allah bana yeter. O ne güzel vekîldir!) idi.

* Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Müslüman bir kimse, balığın karnında iken Zünnûn’un yaptığı “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine'zzâlimîn” (Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!)[582] duasını (sıkın­tılı bir şey için) okursa, Allah ona mutlaka icabet eder.”[583]

* Hz. Ali (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.), başıma bir sıkıntı geldiğinde okumam için bana şu duayı öğretti: “Halîm ve kerîm olan Allah’tan başka ilah yoktur. O Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir. Büyük Arş’ın Rabbi olan Allah pek yücedir. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.”[584]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Bir iş kendisini üzdü­ğünde, Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Ya hayyun ya kay­yûm, birahmetike estağîs” (Ey Hayy ve Kayyûm! Rahmetinle senden yardım diliyorum!).[585]

* Hz. Ebubekir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sıkıntı duaları şunlardır: “Allahümme rahmeteke ercû, felâ tekilnî ilâ nefsî tarfete ayn ve eslih lî şe’nî kullehu, lâ ilâhe illâ ente” (Allah'ım! Rahmetini ümit ediyorum. O halde beni bir an bile nefsimle baş başa bırakma ve her işimi düzelt. Senden başka ilah yoktur).[586]

* Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kul, başına bir sıkıntı veya üzüntü geldi­ğinde: “Allah’ım! Ben senin kulunum, senin erkek ve kadın kulunun çocuğuyum. Bütün işlerim senin elindedir; hak­kımda senin hükmün geçerlidir; benim hakkımda verdiğin karar adalettir. Allah’ım! Senin kendini adlandırdığın veya kitabında indirdiğin veya yaratıklarından birine öğrettiğin veya gayb aleminde kendi katında kalmasını tercih ettiğin her isimle senden istiyorum. Kur’an-ı Kerim’i kalbimin baharı ve gözümün nuru kıl; onunla kederimi gider ve üzüntümü yok et” duasını okursa, Allah mutlaka onun kederini giderir, üzüntüsünün yerini sevinçle değiştirir.

Bunun üzerine oradakiler: “Ey Allah’ın resulü! Öyleyse bu sözleri başkalarına da öğretmemiz gerekiyor” dediler. Allah resulü (s.a.v.) de: “Evet, bu sözleri işiten onları başkala­rına da öğretmeli” buyurdu.[587]

 

BAŞINA BİR MUSİBET GELDİĞİNDE OKUNACAK DUA

* Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Bir kul, başına bir musibet gelince: “Elbette biz, Allah içiniz ve kesinlikle O’na döneceğiz. Al­lah’ım! Bana bu musibetimin ecrini ver ve bana bunun arka­sından daha hayırlısını ver!” derse, Allah ona o musibetin ecrini ve onun arkasından daha hayırlısını mutlaka verir.”[588]

 

BAŞINA BİR BELA VEYA KÖTÜ DURUMUN
GEL­MESİNDEN ENDİŞE EDİNCE OKUNACAK DUA

* Ebû Musa (r.a.) anlatıyor. Hz. Osman’a (r.a.), başına gelecek bir musibetten dolayı Allah resulünün (s.a.v.) kendi­sine hayır dua ettiğini ve onu cennetle müjdelediğini haber verdiğimde, Hz. Osman (r.a.) Allah’a hamd ettikten sonra: “Vellahü’l-müsteân” (Yardımı istenen, yardımına sığınılan Allah’tır) dedi.[589]

 

ŞEYTAN VEYA BAŞKA BİR ŞEYDEN KORKUNCA OKUNACAK DUA

* Süheyl (r.a.) anlatıyor. Babam beni Hariseoğullarına gönderdi. Yanımda bir çocuk –veya bir arkadaş- vardı. Der­ken duvarın arkasından birisi, onu kendi adı ile çağırınca, yanımda olan duvarın üzerine çıkıp baktı. Fakat kimseyi gö­remedi. Ben dönünce, bu durumu babama anlattım. Babam şöyle dedi: “Eğer bununla karşılaşacağını bilseydim, seni göndermezdim. Ancak şunu bil ki, eğer bir ses işitirsen he­men namaza çağır. Çünkü Ebû Hüreyre’nin Hz. Peygamber­den rivayet ederek şöyle söylediğini işittim: “Namaza çağırı­lınca, şeytan yellenerek (osurarak) arkasını döner kaçar.”[590]

 

BİR İŞİN ÜSTESİNDEN GELEMEYİNCE (BİR İŞE YENİK DÜŞÜNCE) OKUNACAK DUA

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah katında güçlü mümin zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Her ikisinde de hayır vardır. Al­lah’tan yardım dileyerek sana yararlı olanı yapmaya çalış ve acizlik gösterme. Eğer başına bir şey gelirse: “Şöyle yapsay­dım şöyle olurdu” deme, “Allah takdir etti ve dilediğini yaptı” de; çünkü “Eğer” sözcüğü, şeytanın işine kapı açar.”[591]

 

BİR İŞ KENDİSİNE ZOR GELİNCE OKUNACAK DUA

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: “Allah'ım! Senin kolay kıldığından başka kolaylık yoktur; eğer dilersen, engebeli araziyi düz arazi yaparsın (zor olanı kolaylaştırırsın).”[592]

 

HERHANGİ BİR SEBEBE VE ZAMANA BAĞLI
OL­MAYAN DUALAR

 

KUR'AN-I KERİM’DEN BAZI DUALAR

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.[593]

Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma![594]

“(Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi doğru yola ilet­tikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin. Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez.[595]

Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru![596]

Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme ko­nusu kılma! Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kur­tar![597]

Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) du­rumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla![598]

Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav."[599]

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürri­yetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl![600]

Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.[601]

Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver.[602]

Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükret­memi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana dön­düm. Ve elbette ki ben Müslümanlardanım.[603]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamberin duasının çoğu şuydu: Ey Rabbimiz olan Allah'ım! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!”.[604]

* Hz. Ebubekir (r.a.) anlatıyor. Allah resulüne (s.a.v.): “Bana, namazımda okuyacağım bir dua öğret!” dedim. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “De ki: Allah’ım! Ben gerçekten kendi nefsime çok zulmettim. Günahları Senden başka ba­ğışlayacak yoktur. O halde kendi katından bir bağışlama ile beni bağışla ve bana merhamet et. Çünkü Sen, gerçekten bağışlayan ve merhamet edensin.”[605]

İbn Hacer der ki: “Nefsime çok zulmettim” ifadesi, “Bir ceza veya sevabın azalmasını gerektirecek bir fiil işledim” anlamına gelir. Bu ifade aynı zamanda, sıddîk olsa bile insa­nın kusursuz olmadığına delalet eder.[606]

* Ebû Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şu dua ile dua ederdi: “Allah'ım! Benim hatalarımı, bilgisizli­ğimi, işimdeki aşırılığımı ve benden daha iyi bildiğin günah­larımı affet. Allah'ım! Ciddi ve şaka olarak, kasıtlı ve yanlış­lıkla işlediğim bütün günahlarımı bağışla. Allah'ım! Yaptıkla­rımı ve yapmadıklarımı, açıktan ve gizliden yaptıklarımı ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı bağışla. Önde olan ve sonda olan sensin. Senden başka ilah yoktur.”[607]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! Hatalarımı kar suyu ve dolu ile yıka! Beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi beni de hatalarımdan te­mizle! Doğu ile batının arasını uzaklaştırdığın gibi benimle de hatalarımın arasını uzaklaştır.”[608]

* Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! Senden hidayet, takva, iffet ve zengin­lik isterim.”[609]

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “İnsanoğlunun bütün kalpleri Rahman’ın iki parmağı arasında bir kalp gibidir. Onu dilediği gibi evirip çevirir”. Allah resulü (s.a.v.) böyle söyledikten sonra şöyle dua etti: “Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım! Kalplerimizi sana itaate çevir.”[610]

* Hz. Ali (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Bana hidayet ve doğruluk ver!”.[611] Hidayet ile, yol göstermeyi; doğruluk ile de okun doğruluğunu kas­tederdi.

Başka bir rivayette ise Allah resulü (s.a.v.) şöyle dua et­miştir: “Allah'ım! Senden hidayet ve doğruluk isterim.”

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! Her işimin dayanağı olan dinimi düzelt, içinde yaşadığım dünyamı düzelt, dönüş yerim olan ahiretimi düzelt. Hayatı benim için, her hayırda bir artış kıl; ölümü de benim için her kötülükten bir rahatlama (kurtuluş vesilesi) kıl.”[612]

* Tarık b. Eşyem el-Eşca’î (r.a.) anlatıyor. Bir adamın, Allah resulünün (s.a.v.) yanına gelerek: “Ey Allah’ın resulü! Rabbimden isterken nasıl söyleyeyim?” diye sorduğunu işit­tim. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “De ki: Allah'ım! Beni bağışla, bana merhamet et, bana afiyet ver ve beni rızıklandır!”. Allah resulü böyle söyledikten sonra, baş par­mak dışında parmaklarını topladı ve: “İşte bunlar, sana dün­yanı ve ahiretini bir araya toplar” buyurdu. Başka bir riva­yette: “Bana doğru yolu göster” ziyadesi vardır.[613]

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Bana yardım et, aleyhime yardım etme; bana zafer ver, aleyhime zafer verme; benim için tuzak kur, aleyhime tuzak kurma; beni doğru yola ilet ve doğru yolu bana kolaylaştır. Bana isyan edene karşı bana yardım et ve aleyhime tuzak kurma. Allah'ım! Beni, sana çokça şükre­den, çokça zikreden, senden çokça korkan, sana gönülden itaat eden, boyun eğen, sana yönelen ve sana güvenip da­yanan kullarından eyle. Rabbim! Tevbemi kabul et, günahla­rımı temizle, duamı kabul et, delilimi sağlamlaştır, dilimi düzelt, kalbime hidayet ver ve içimdeki kini (nefreti ve tüm kötü duyguları) çıkar.”[614]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim üç defa Allah’tan cenneti istese, cennet: “Al­lah'ım! Onu cennete koy!” der. Kim de üç defa cehennem­den Allah’a sığınsa, cehennem: “Allah'ım! Onu cehennem­den koru!” der.”[615]

* Hz. Ebubekir (r.a.) minber üzerinde ayağa kalktı ve şöyle dedi: Bir defasında Allah resulü (s.a.v.) minberin ilk basamağı üzerinde durup şöyle dedi: “Allah’tan af ve afiyet dileyin. Çünkü hiç kimseye, yakînden (kesin bilgi veya iman­dan) sonra afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir.”[616]

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir mec­listen kalkarken, ashabı için şu duayı okumadan kalkmazdı; o bu duayı nadiren terk ederdi: “Allah'ım! Bize, bizimle gü­nahların arasına girecek bir korku; bizi senin cennetine ulaş­tıracak bir itaat; dünyanın musibetlerine dayanmayı kolay­laştıran bir yakîn ver. Allah'ım! Yaşattığın sürece bizi, kulakla­rımızdan, gözlerimizden ve kuvvetimizden yararlandır. Onları bizden (sonrakilere) miras bırak. İntikamımızı, bize zulme­denlerin almayı nasip et ve bize düşmanlık yapıp saldıranlara karşı bize yardım et. Musibetimizi dinimizde kılma, dünyayı en büyük amacımız yapma, onu ilmimizin kazancı yapma, bize merhamet etmeyenleri bize musallat etme.[617]

* İmrân b. Husayn (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) babama: “Ey Husayn! Eğer Müslüman olursan, sana yararlı olacak iki kelime öğretirim” dedi. Husayn Müslüman olunca: “Ey Allah’ın resulü! Bana vaat ettiğin iki kelimeyi öğret!” dedi. Bunun üzerine Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “De ki: Allah'ım! Bana doğruyu ilham et ve beni nefsimin şerrin­den koru!”.[618]

* Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygam­bere: “Ey Allah’ın resulü! Bana, Allah’tan dileyeceğim bir şey öğret!” dedim. Bana şöyle dedi: “Ey Abbas! Ey Allah’ın re­sulünün amcası! Allah’tan, dünyada ve ahirette afiyet dile!”.[619]

* Muaz b. Cebel (r.a.) anlatıyor. Bir sabah Allah resulü (s.a.v.) sabah namazına pek gecikti. Öyle ki neredeyse güne­şin doğuşunu görecektik. Derken Allah resulü (s.a.v.) hızlıca çıktı, kamet getirildi ve hemen namaza başladı. Hz. Pey­gamber (s.a.v.) namazı fazla uzatmadan kıldı. Selam verdik­ten sonra yüksek sesle: “Olduğunuz yerde safta kalın!” dedi. Sonra bize yöneldi ve: “Sabah namazına geç kalmamın ne­denini size anlatacağım” diyerek şöyle anlattı:

Gece namazına kalktım, abdest aldım ve Allah’ın takdir ettiği kadar namaz kıldım. Derken namazda uyuklamaya başladım, öyle ki derin bir uykuya daldım. Bir de baktım ki, Yüce Allah ile birlikteyim; en güzel surette idi.

Bana: “Ey Muhammed!” dedi.

“Buyur Rabbim!” dedim.

“Mele-i alâ (yüce meclis, topluluk) kime hastır?” diye sordu.

“Bilmiyorum!” dedim.

Bu soruyu üç defa tekrarladı. Her defasında aynı cevabı verdim. Bunun üzerine elini omuzlarımın üzerine koydu. Parmaklarının soğukluğunu göğüslerimde hissediyordum. Her şey bana tecelli olunca, cevabı bildim. Sonra bana:

“Ey Muhammed!” dedi.

“Buyur Rabbim!” dedim.

“Mele-i alâ kime hastır?” diye sordu.

“Günahları örten ibadetlere hastır, Rabbim” dedim.

“Onlar hangileridir?” diye sordu.

“Cuma namazlarına gitmek, namazlardan sonra mes­citlerde (ibadet için) oturmak, zor zamanlarda en güzel şe­kilde abdest almak” dedim.

“Sonra hangilerine?” diye sordu.


“Yemek yedirmek, tatlı söz ve insanlar uyurken namaz kılmak” dedim.

Sonra bana: “İste!” dedi. Ben de şöyle dua ettim: “Allah­'ım! Senden, iyilikler yapmayı, kötülükleri terk etmeyi, yok­sulları sevmeyi, beni bağışlamanı ve bana merhamet etmeni diliyorum. Şayet bir topluluğa azap edecek olursan, onlara azap edilmeden canımı al. Allah'ım! Senden, seni sevmeyi, seni seveni sevmeyi, senin sevgine yaklaştıran ameli sevmeyi diliyorum.”

Allah resulü (s.a.v.) böyle anlattıktan sonra şöyle bu­yurdu: “Bu rüya haktır. Onları okuyup ezberleyin ve (anlam­larını) iyi öğrenin.”[620]

Hafız İbn Receb el-Hanbelî der ki: Hz. Peygamberin bu hadiste Rabbini nitelediği bütün sıfatlar, haktır ve doğrudur. Allah’ın kendisini nitelediği sıfatlara, herhangi bir benzet­mede bulunmadan inanmak vacip olduğu gibi bu sıfatlara da inanmak ve onları tasdik etmek vaciptir. Bu sıfatlardan herhangi birini anlamada zorlanan veya kuşkuya düşen bir kimse, Yüce Allah’ın ilimde derinleşenleri övdüğü ve onların müteşabih ayetler için söylediği “Ona inandık; hepsi Rabbi­miz tarafındandır[621] sözünü söylesin; Hz. Peygamberin Kur’an hakkında söylediği “Ondan bilmediklerinizi alimlere bırakın”[622] emrine uysun. Çünkü kişi, bilmediğinden sorumlu tutulmaz. Ancak bunların peşine düşenlerin helak olmasın­dan korkulur.

İbn Abbas bir gün, bir adamın Allah resulünden bu tür hadisleri rivayet ettiğini işitince, onu kınadı. Adam da İbn Abbas’ı eleştirip kendisine karşı çıktı. Bunun üzerine İbn Ab­bas şöyle dedi: “Şunlara ne oluyor ki, muhkem (anlamı açık) ayetlerle yetinmiyor, müteşabih (anlamı açık olmayan) ayet­lerle uğraşıp helak oluyorlar.”[623]

Bu nedenle müminler, bu tür müteşabih bir söz (ayet veya hadis) işittiklerinde: “Allah ve resulünün bize haber ver­diği işte budur; “Allah ve Resûlü doğru söylemiştir. Bu, onla­rın ancak imanlarını ve Allah'a bağlılıklarını arttırdı[624] derler.”

Ayrıca bu hadis, meleklerden ya da mukarreb melekler­den oluşan Mele-i alâ’nın, insanoğlunu Yüce Allah’a yaklaştı­ran ve günahlarını örten güzel söz ve amelleri, Allah’ın katına yükseltmek için birbirleriyle yarıştıklarına ve bu amelleri işle­yenlere dua ettiklerine delalet etmektedir. Nitekim Yüce Al­lah, bu meleklerin iman edenler için bağışlanma talep edip onlara dua ettiklerini haber vermiştir. Sahih bir hadiste Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulu sevdiğinde: “Ben filan kulu seviyorum, onu sevin!” diye seslenir. Bunun üzerine Cebrail de (a.s.) o kulu sever ve gökyüzüne: “Allah filan kulu seviyor, siz de onu sevin!” diye seslenir. Bunun üzerine gökyüzündekiler de o kulu sever. Sonra okulun sev­gisi yeryüzüne iner.”

Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Bir insan öldüğünde, insanlar: “Geride be bıraktı?” derler; melekler ise: “Önden ne gön­derdi?” derler.

Yani melekler, insanoğlunun işlediği güzel amelleri so­rarlar. Onlar bununla ilgilenir, buna önem verirler.[625]

* Şehr b. Havşeb anlatıyor. Ümmü Seleme’ye (r.a.): “Ey Müminlerin annesi! Allah resulü (s.a.v.) senin yanında iken en çok hangi duayı okurdu?” diye sordum. Şöyle dedi: Allah resulü (s.a.v.) benim yanımda en çok şu duayı okurdu: “Ey kalpleri evirip çeviren! Kalbimi senin dinin üzerine sabit kıl!”.

Allah resulü (s.a.v.) daha sonra: “Ey Ümmü Seleme! Kalbi, Allah’ın iki parmağı arasında olmayan ademoğlu yoktur. O, dilediğini sabit kılar, dilediğini kaydırır” dedi.[626]

Hadisin ravilerden Muaz, sonra şu ayeti okudu: “Rabbi­miz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.[627]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Beni, kulaklarım ve gözlerimden ya­rarlandır; onları benden (sonrakilere) miras bırak; bana zul­medene karşı bana yardım et ve ondan intikamımı al!”[628]

* Rifâ’a b. ez-Züraki (r.a.) anlatıyor. Uhud günü müşrik­ler geri çekilince Allah resulü (s.a.v.): “Dizilin, Rabbime hamd edip övgüde bulunacağım” dedi. Bunun üzerine orada bulunanlar saflar haline Hz. Peygamberin arkasına dizildiler. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dua etti: “Allah'ım! Bütün hamdler ve övgüler sanadır. Allah'ım! Senin yaydığını tutacak, tuttu­ğunu yayacak yoktur; Senin saptırdığını hidayete erdirecek, hidayete erdirdiğini saptıracak yoktur; mani olduğunu vere­cek, verdiğine mani olacak yoktur; uzaklaştırdığını yakınlaştı­racak, yakınlaştırdığını uzaklaştıracak yoktur. Allah'ım! Üze­rimize bereketini, rahmetini, lütuf ve ihsanını ve rızkını yay. Allah'ım! Senden, kaybolmayan, yok olmayan, kalıcı ve sü­rekli nimetini diliyorum. Allah'ım! Korku gününde senden huzur ve güvenlik istiyorum. Allah'ım! Bize verdiğinin şerrin­den ve vermediğinin şerrinden sana sığınıyorum. Allah'ım! Bize imanı sevdir ve kalplerimizi onunla süsle; küfrü, isyanı ve fasıklığı da bize çirkin göster; bizi doğru yolda olanlardan eyle! Allah'ım! Canımızı, Müslüman olarak al, bizi Müslüman olarak yaşat ve bizi salihlerin arasına kat. Bizi yenilen ve fit­neye düşenlerden eyleme! Allah'ım! Peygamberini yalanlayan ve senin yolundan alıkoyan kafirleri kahret! Ey gerçek ilah olan Allah'ım! Azabını ve cezanı onların üzerine indir! Âmin.”[629]

* Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! Beni, bana öğrettiğinden faydalandır ve bana, benim için yararlı olanı öğret. Beni, bana yararlı olan bir ilimle rızıklandır!”[630]

* Kays b. Ubad anlatıyor. Ammar (r.a.) bir topluluğa ha­fif bir namaz kıldırdı. Topluluk sanki bundan pek hoşlan­madı. Bunun üzerine Ammar: “Rükuu ve secdeyi tam yap­madım mı?” diye sordu. Onlar da: “Evet” dediler. Sonra Am­mar şöyle dedi: “Ben, bu namazda Hz. Peygamberin okuduğu şu duayı okudum: “Allah’ım! Gaybı bilmen ve var­lıklar üzerindeki kudretinle Senden diliyorum; benim için hayatın hayırlı olduğunu bildiğin sürece beni yaşat; benim için ölümün hayırlı olduğunu bildiğinde de canımı al. Gizli ve açık her yerde Senden sakınmayı diliyorum. Senden, öfke ve sevinçte ihlaslı olmayı istiyorum. Senden, tükenmeyen bir nimet ve kesilmeyen göz aydınlığı istiyorum. Kaza ve kadere razı olmayı, ölümden sonra rahat bir yaşamı, yüzüne bakma lezzetini ve Sana kavuşma özlemi duymayı diliyorum. Kalıcı iz bırakacak hastalık ve felaketlerden, doğru yoldan çıkara­cak fitnelerden Sana sığınırım. Allah’ım! Bizi, iman süsüyle güzelleştir ve bizi hidayete erenlerden, başkalarının da hida­yete ermelerine vesile olanlardan eyle![631]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bana şu duayı öğretti: “Allah'ım! Senden, kulunun ve peygamberinin istediği hayrı istiyorum; kulunun ve peygamberinin sığındığı şerden sana sığınıyorum. Allah'ım! Senden cenneti ve ona yaklaştıran söz ve ameli (yapma gücü) istiyorum; cehen­nemden ve ona yaklaştıran söz ve amelden sana sığınıyo­rum. Senden, benim için verdiğin her kararın bana hayırlı olmasını diliyorum.”[632]

* Büsr b. Ebi Ertât (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Allah'ım! Bütün işlerde akı­betimizi güzel yap; bizi dünyanın rezilliğinden ve ahiretin azabından koru!”.[633]

* Osman b. Ebi’l-Âs ve Kureyş’ten bir kadın anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittik: “Allah'ım! Günahlarımı, yanlışlıkla ve kasıtlı olarak işlediklerimi ba­ğışla!”.

Başka biri de şöyle rivayet etmiştir. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Allah'ım! İşlerimi düzeltmek için bana doğruyu göster; Allah'ım! Nefsimin şerrinden sana sığınıyorum.”[634]

 

HZ. PEYGAMBERİN SIĞINMA DUALARI

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Tembellikten, aşırı ihtiyarlıktan, borçtan ve günahtan sana sığınırım. Allah'ım! Cehennem azabından ve cehennem fitnesinden, kabir azabından ve kabir fitnesinden, zenginliğin fitnesinden ve fakirliğin fitnesinden, Mesih Dec­cal’ın fitnesinin şerrinden sana sığınırım. Allah'ım! Hatalarımı kar suyu ve dolu ile yıka! Beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi beni de hatalarımdan temizle! Doğu ile batının arasını uzaklaştırdığın gibi benimle de hatalarımın arasını uzaklaş­tır.”[635]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan ve aşırı ihti­yarlıktan sana sığınırım; kabir azabından sana sığınırım; ha­yatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım.”[636]

* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! Senin izzetine sığınırım; Senden başka ilah yoktur. Sen asla ölmezsin, insanlar ve cinler ise ölürler.”[637]

Müslim’in rivayeti şöyledir: “Allah'ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvenip dayandım, sana yöneldim ve senin için mücadele ettim. Allah'ım! Beni saptırmandan se­nin izzetine sığınıyorum. Senden başka ilah yoktur. Sen asla ölmeyen, daima diri olansın; insanlar ve cinler ise ölürler.

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Dayanılmaz beladan, mutsuzluğun gelmesinden, kötü kaderden ve düşmanların sevinmesinden Allah’a sığı­nın.”[638]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) Ebû Talha’ya: “Çocuklarınızdan, bana hizmet edecek birini bulup getirin!” dedi. Bunun üzerine Ebû Talha, beni terkisine alarak Hz. Peygambere getirdi. Artık Allah resulüne ben hizmet ediyor­dum. Konakladığı her yerde çokça şöyle söylediğini işitiyor­dum: “Allah'ım! Üzüntü ve kederden, acizlik ve tembellikten, cimrilik ve korkaklıktan, ağır borçtan ve insanların baskın gelmesinden sana sığınırım.”[639]

* Mus’ab anlatıyor. Sa’d (r.a.) bana beş şeyi emrediyor ve Allah resulünün de bu beş şeyi emrettiğini söylüyordu. O beş şey şuydu: Allah'ım! Cimrilikten sana sığınırım, korkak­lıktan sana sığınırım, başkalarına muhtaç olacak kadar yaş­lanmaktan sana sığınırım, dünyanın fitnesinden –yani Dec­cal’ın fitnesinden- sana sığınırım, kabir azabından sana sığı­nırım.”[640]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) borçtan ve günahtan çokça sığınıyordu. Bunun üzerine kendisine: “Borçtan ve günahtan ne kadar çok sığınıyorsun?” denilince, Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kimse borçlu olunca, konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde dur­maz.”[641]

* Yine Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) dua­sında şöyle derdi: “Allah'ım! Yaptıklarımın şerrinden ve yap­madıklarımın şerrinden sana sığınırım.”[642]

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) dua­larından biri de şuydu: “Allah'ım! Nimetinin yok olmasından, afiyetinin gitmesinden, cezanın ani gelmesinden ve bütün gazabından sana sığınırım.”[643]

* Zeyd b. Erkam (r.a.) anlatıyor. Size Allah resulünün (s.a.v.) söylediğinden başka bir şey söylemiyorum. O şöyle diyordu: “Allah'ım! Acizlik ve tembellikten, cimrilik ve kor­kaklıktan, aşırı ihtiyarlıktan ve kabir azabından sana sığınıyo­rum. Allah'ım! Nefsime takvasını ver ve onu arındır. Zira onu en iyi şekilde ancak sen arındırırsın. Onun mevlası ve yar­dımcısı sensin. Allah'ım! Faydasız ilimden, korkmayan kalp­ten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.”[644]

* Şekel b. Humeyd (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygambere: “Ey Allah’ın resulü! Bana kendisiyle sığınacağım bir dua öğret!” dedim. Allah resulü (s.a.v.) elimden tuttu ve şöyle dedi: “De ki: Allah'ım! Kulaklarımın şerrinden, gözlerimiz şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve menimin (avret yer­lerimin) şerrinden sana sığınırım.”[645]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! Fakirlikten, muhtaçlıktan ve zilletten sana sığınırım; zulmetmekten veya zulme uğramaktan sana sığını­rım.”[646]

* Ebü’l-Yüsr (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dua ederdi: “Allah'ım! Aşırı ihtiyarlıktan sana sığınırım, peri­şanlıktan sana sığınırım; boğulmaktan, yangından ve ihtiyar­lıktan sana sığınırım. Ölüm anında şeytanın beni saptırma­sından sana sığınırım, senin yolunda savaştan kaçmaktan sana sığınırım, bir hayvanın sokmasıyla ölmekten sana sığı­nırım.”[647]

* Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor. el-Felak ve en-Nâs sureleri nazil oluncaya kadar, Allah resulü (s.a.v.) insanların nazarından ve cinlerin nazarından Allah’a sığınırdı. Bu sureler inince, Allah resulü (s.a.v.) bu surelerle sığınmaya başladı, bunların dışındaki duaları terk etti.[648]

* Kutbe b. Malik (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! Kötü ahlaktan, kötü amellerden ve kötü arzulardan sana sığınırım.”[649]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) dua­sında şöyle derdi: “Allah'ım! İkamet yurdunda kötü komşu­dan sana sığınırım. Çünkü göçebe komşu, çekip gider.”[650]

* Ukbe b. Amir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! İkamet yurdunda, kötü günden, kötü gece­den, kötü saatten, kötü arkadaştan ve kötü komşudan sana sığınırım.”[651]

* Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şu kelimelerle dua ederdi: “Allah'ım! Borcun galebe gelmesinden, düşmana mağlup olmaktan ve düşmanın se­vinmesinden sana sığınırım.”[652]

* Cabir (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Allah'ım! Senden yararlı ilim isterim, ya­rarı olmayan ilimden sana sığınırım.”[653]

* Enes (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle derdi: “Allah'ım! Faydalı olmayan ilimden, yükseltilmeyen amelden, ürpermeyen kalpten ve dinlenmeyen sözden sana sığını­rım.”[654]

* Zeyd b. Sabit (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bize yüzünü döndü ve: “Cehennem azabından Allah’a sığının!” dedi. Biz de: “Cehennem azabından Allah’a sığınırız” dedik. Sonra: “Kabir azabından Allah’a sığının!” dedi. Biz de: “Kabir azabından Allah’a sığınırız” dedik. Sonra: “Açık ve gizli her türlü fitneden Allah’a sığının!” dedi. Biz de: “Açık ve gizli her türlü fitneden Allah’a sığınırız” dedik. Sonra: “Deccal’ın fitne­sinden Allah’a sığının!” dedi. Biz de: “Deccal’ın fitnesinden Allah’a sığınırız” dedik.[655]

* Esma bint Ebubekir (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “Ben (kıyamette) havuzumun başında duracağım ve sizden, kimlerin bana geldiğine bakacağım. Bana gel­memeleri için bazı insanlar tutulacaklardır. Ben: “Rabbim! Onlar bendendir, benim ümmetimdendir” diyeceğim. Bana: “Onların senden sonra neler yaptıklarını biliyor musun? Al­lah’a andolsun ki onlar, çok geçmeden gerisin geriye dön­düler” denilir.

Bu yüzden İbn Ebi Melîke şöyle dua ediyordu: “Allah'ım! Gerisin geriye (eski dinimize) dönmekten ve dinimiz konu­sunda fitneye düşmekten sana sığınırız.”[656]

 


 

 

 


İSTİĞFAR

 

 

İSTİĞFARLA İLGİLİ BAZI AYETLER

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ve onlar, seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler­dir.[657]

Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendile­rine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler.[658]

Ve Allah'tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok yarlığayıcı ve ziyadesiyle esirgeyicidir.[659]

Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok yarlığayıcı ve esirgeyici bulacaktır.[660]

“...onlar mağfiret dilerlerken Allah onlara azap edici de­ğildir.[661]

Ve Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra da ona tevbe edin. (Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir.[662]

Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın…[663]

“(Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile![664]

Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcı­dır. (Mağfiret dileyin ki, Allah) üzerinize gökten bol bol yağ­mur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçe­ler ihsan etsin ve sizin için ırmaklar akıtsın.[665]

Allah'tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.[666]

 

İSTİĞFARLA İLGİLİ BAZI HADİSLER

* Şeddad b. Evs (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Seyyidü’l-istiğfar (istiğfarın efendisi) bir ku­lun şöyle demesidir: “Allah’ım! Benim Rabbim Sensin. Sen­den başka ilah yoktur. Beni Sen yarattın ve ben, Senin kulu­num. Gücüm yettiğince Sana olan ahdime ve vaadime bağ­lıyım. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerimdeki nimetlerini ve işlediğim günahları itiraf ediyorum. O halde beni bağışla; çünkü günahları senden başka bağışlayacak yoktur.”

Allah resulü (s.a.v.) dedi ki: Kim kesin inanarak bunu gündüz söyler ve akşama varmadan o gün ölürse, o kişi cennet ehlindendir. Kim de kesin inanarak bunu gece söyler ve sabaha varmadan o gece ölürse, o kişi cennet ehlinden­dir.[667]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulünün şöyle söylediğini işittim: “Allah’a yemin olsun ki ben, günde yetmiş defadan fazla Allah’a tevbe ve istiğfar ederim.”[668]

* el-Eğarr el-Müzeni (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kuşkusuz benim kalbime de gaflet çöker. Ama ben, günde yüz defa Allah’a istiğfar eder (affımı di­ler)im.”[669]

* Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) bir defasında: “Ey Kadınlar topluluğu! Sadaka verin ve çok istiğfarda bulunun. Çünkü ben, cehennem ehlinin çoğunun sizden olduğunu gördüm” dedi. Bunun üzerine akıllı (veya cesaretli) bir kadın: “Ey Allah’ın resulü! Bize ne oluyor ki ce­hennem ehlinin çoğunu biz oluşturuyoruz?” diye sorunca, Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Siz çokça lanet okur ve kocanıza nankörlük edersiniz. Aklı ve dini eksik olanlar ara­sında akıl sahibi erkeklere üstün gelen sizden başkasını görmedim!" dedi. Kadın: “Ey Allah’ın resulü! Akıl ve din ek­sikliği ne demek?” diye sorunca, Allah resulü (s.a.v.) şöyle cevap verdi: “Akıl eksikliği, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasıdır. Aklın eksik olması budur. Din eksik­liği ise, kadının (adet döneminde) günlerce namaz kıl­maması ve Ramazan orucunu tutmamasıdır. Dinin eksik ol­ması da işte budur.”[670]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Nefsim kudret elinde olan Zat’a yemin olsun ki, eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder; yerinize, günah işleyen sonra da Allah’a istiğfar eden bir topluluk geti­rir ve onları bağışlardı.”[671]

* Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) “Sünha­nallahi ve bi hamdih, estağfirullahe ve etûbu ileyh” (Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ediyor, senden bağışlanma diliyor ve sana tevbe ediyorum) cümlesini çokça söylüyordu. Bunun üzerine ben: “Ey Allah’ın resulü! Bu sözü ne kadar çok söylediğini görüyorum?” deyince, Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Rabbim bana, ümmetimde bir alamet göre­ceğimi haber verdi. Ben o alameti görünce, bu sözü çokça söylemeye başladım.”

O alamet, Allah'ın yardımı ve zaferi (fethi) gelip de in­sanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gör­düğün vakit Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir[672] ayetle­rini içeren en-Nasr suresidir.

 Ayette geçen fetihten maksat, Mekke’nin fethidir.[673]

* İbn Ömer (r.a.) anlatıyor. Biz, Allah resulünün bir tek oturuşta yüz defa “Rabbi’ğ-fir lî ve tüb aleyye, inneke ente’t-tevvabü’r-rahîm” (Rabbim! Beni bağışla ve tevbemi kabul et; çünkü sen, gerçekten tevbeleri kabul eden ve merhamet edensin!) dediğini sayardık.[674]

* Hz. Peygamberin azatlı kölesi Zeyd (r.a.) anlatıyor. Al­lah resulünün (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: “Kim ‘Estağfirullahe ellezi lâ ilâhe illâ huvel hayyül kayyume ve etûbu ileyh’ (Kendisinden başka ilah olmayan, hayy ve kay­yûm olan Allah’tan bağışlanma diliyor, O’na tevbe ediyo­rum!) derse, savaştan kaçmış olsa bile günahı affedilir.”[675]

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kul bir günah işlediğinde, kalbinde (siyah) bir nokta oluşur. Eğer kişi o hatayı bırakır, bağışlanma diler ve tevbe ederse, kalbi cilalanır (o siyah nokta silinir). Eğer aynı günaha tekrar dönerse, o siyah nokta giderek büyür; öyle ki bütün kalbini kaplar. İşte Yüce Allah’ın Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir[676] aye­tinde belirttiği ‘Rân’ (kir, pas) budur.[677]

 

Varlığın Yüce Yaratıcısı ve gerçek sahibine hamd olsun!

 



[1]    Âl-i İmran, 3/102.

[2]    en-Nisâ, 4/1.

[3]    el-Ahzâb, 33/70-71.

[4]   el-Ahzâb, 33/41-43.

[5]    el-A'raf, 7/205.

[6]   el-A'raf, 7/205.

[7]    el-Haşr, 59/19.

[8]   el-Enfal, 8/45.

[9]   el-Ahzâb, 33/35.

[10] el-Münafikûn, 63/9.

[11]   el-Bakara, 2/152.

[12]   el-Ankebût, 29/45.

[13]   el-Bakara, 2/185.

[14] el-Bakara, 2/200.

[15]   en-Nisâ, 4/103.

[16] el-Cum'a, 62/10.

[17]   Âl-i İmran, 3/190-191.

[18] Tâ-Hâ, 20/14.

[19] el-Enfal, 8/45.

[20] Cümdân, Eslem kabilesinin ikamet bölge olan Küdeyr ve Usfân arasında bulunan bir dağdır.

[21]   İbn Arabî der ki: Müferrid, dini bilgiye sahip olunca bunları uygulamak için insanlardan uzaklaşan, emir ve yasakları gözeterek yalnız başına kalan kişiye denilir. el-Ezherî ise der ki: Müferridler, insanlar arasında Allah’ı çok zikretmekle bilinen kimselerdir. Kurtûbî de der ki: Allah resulünün (s.a.v.) ‘İşte Cümdân’ dedikten sonra bunu zikretmesinin özel bir anlamı vardır. Cümdân, o bölgede tek olan ve çevresinde kendisine benzer bir dağ olmayan bir dağdır. Bu dağ Allah resulüne müferridleri hatırlatmış, onların da bunun gibi benzersiz olduklarını bildirmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

[22] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 5/195; Tirmizî, 3377; İbn Mâce, 3790; Hakim, 1/496; Beyhakî, Şuabü’l-iman, s. 519. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[23] Müslim, dua ve zikir, 6718; Tirmizî, 3378; İbn Mâce, 3791.

[24] Müslim, zikir ve dua, 6729; Tirmizî, 3379.

[25] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 4/188, 190; Beğavî, şerhü’s-sünne, 1245; Ebû Nuaym, el-Hilye, 6/112.

[26] Bu hadis sahihtir. Ahmed, 4/188, 190; İbn Hibban, 814; Tirmizî, 3375; İbn Mâce, 3793; Hakim, 1/495.

[27] Bu hadis, hasen li ğayrihidir. Tirmizî, 2462. Tirmizî, bu hadisi İbn Mes’ud’dan rivayet etmiştir. Hadisin senedinde Abdurrahman b. İshak var­dır ve bu kişi, zayıftır. Ancak hadisin başka şahitleri vardır. Bkz. ahmed, 5/418; İbn Hibban, 821. İbn Hibban, bunu Ebû Eyyub el-En­sarî’den rivayet etmiştir. el-Münzirî, bu hadisi et-Terğîb ve’t-terhîb adlı eserinde rivayet eder ve onun hasen hadis olduğunu söyler. Bkz. a.g.e., 2/445. Hadisin başka şahitleri de vardır. Bkz. Taberâni, sünen-i kebir, İbn Ömer’den, 13354; Ahmed, Ebû Hüreyre’den, 2/333. Ayrıca bkz. el-Albani, es-Sahiha, 105.

[28] Buhâri, daavat, 6407; Müslim, salat, 1792.

[29] Müslim, salat, 1792.

[30] Müslim, zikir ve dua, 32; Tirmizî, 3597.

[31]   Bu hasen hadistir. Bkz. Ebû Dâvud, 3667.

[32] Buhâri, 7405; Müslim, 6679; Tirmizî, 3603; İbn Mâce, 3822.

[33] el-Beğavî, şerhü’s-sünne, 5/273.

[34] A.g.e., 5/272.

[35] Fethü’l-bâri, 13/522.

[36] Bu hadis, sahihtir. Bkz. Hafız İbn Hacer’in zevaidleri, el-Bezzâr, 2082.

[37] Bu hadis, sahihtir. Bkz. Ahmed, 4/130, 202; Tirmizî, 2863; Ebû Ya’la, 1571; İbn Huzeyme, 930, 1895; et-Taberânî, el-Kebir, 3427, 3428, 3430; İbn Hibban, 6233; Hakim, 1/117-118. Tirmizî, “Bu hadis, hasendir” demiştir.

[38] Şevkanî, Tühfetü’z-zakirin, s. 34.

[39] et-Tevbe, 9/34.

[40] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, tefsir, 3094; Ahmed, 5/278, 282; İbn Mâce, nikah, 1856; Ebû Nuaym, el-Hilye, 1/182, 183; Hafız İbn Hacer, el-Ehadisü’l-âliye, 15.

[41] Buhâri, zikir ve dua, 6408.

[42] Bu hadis, hasendir. Taberâni, el-Kebir, 6/212, no: 6039; Beyhakî, Şua­bü’l-iman, 1/454, 695.

[43] Bu hadis, hasendir. Taberâni, el-Mecma, 10/77. el-Heysemi ve el-Mün­ziri, Terğib ve Terhib’te bu hadisin hasen olduğunu söylemişlerdir.

[44] el-Bakara, 2/186.

[45] en-Nisâ, 4/32.

[46] el-İsrâ, 17/80.

[47] Tâ-Hâ, 20/114.

[48] el-Mü'min, 40/60.

[49] Buhâri, 7494; Müslim, 758; Malik, Muvatta, 1/214; Ebû Dâvud, 4733; Tirmizî, 3493; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 479; İbn Mâce, 1366.

[50] Âl-i İmran, 3/17.

[51]   Buhâri, 7405; Müslim, 2675; Tirmizî, 3598.

[52] Müslim, 2577; Tirmizî, 2497; İbn Mâce, 4257.

[53] Müslim, 2759; Nesâi, Sünenü’l-kübra, 11180.

[54] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1479; Tirmizî, 3244, 3369; Nesâi, Sünenü’l-kübra, 11464; İbn Hibban, 890; Hakim, 1/491. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[55] el-Mü'min, 40/60.

[56] el-Mü'min, 40/60.

[57] Şevkani, Tühfetü’z-zakirin, s. 35.

[58] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 4084; Tirmizî, 2733; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 317, 318; Hakim, 4/186. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Tirmizî ise hadisin hasen sahih olduğunu söylemiştir.

[59] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 1488; Tirmizî, 3551; İbn Mâce, 3865; İbn Hibban, Mevarid, 2399; Hakim, 1/497.

[60] Bu hadis, hasen li ğayrihidir. Tirmizî, 2140. Bu hadisin senedinde, Ebû Mev­dud el-Basrî bulunmaktadır. Bu ravinin gerçek adı Fidda’dır ve rivayetleri zayıftır. Ancak bu hadisi, Sevban’dan rivayet edilen başka bir rivayet desteklemektedir. Bkz. İbn Mâce, 90, 4022; İbn Hibban, 873; Hakim, 1/493. 

[61] er-Ra'd, 13/39.

[62] el-Fatır, 35/11.

[63] el-En'âm, 6/2.

[64] Şevkanî, a.g.e., s. 36-37.

[65] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3370; İbn Ebi Şeybe, 10/200; Hakim, 1/491.

[66] ez-Zâriyât, 51/56.

[67] el-Hucurât, 49/13.

[68] Kâf, 50/7. 

[69] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3370; İbn Ebi Şeybe, 10/200; Hakim, 1/491.

[70] el-Mü'min, 40/60.

[71]   en-Nisâ, 4/32.

[72] el-Mü'min, 40/60.

[73] en-Neml, 27/62.

[74] el-Bakara, 2/186.

[75] Şevkanî, a.g.e., s. 38.

[76] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3534; Dârimî, 2791.

[77] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 3568. Tirmizî, ‘Bu hadis, hasen sahih ve bu yönüyle gariptir’ der.

[78] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 3602; Hakim, 1/497. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[79] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 3/18; Abd b. Humeyd, el-Müntahab, 937; Hakim, 1/493.

[80] Şevkanî, a.g.e., s. 41.

[81] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 3382; Hakim, 1/544. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[82] Şevkanî, a.g.e., s. 41.

[83] el-Ankebût, 29/65.

[84] ez-Zümer, 39/8.

[85] Fussilet, 41/51.

[86] Yunus, 10/12.

[87] Bu hadis, hasen li ğayrihidir. Tirmizî, 3479; Hakim, 1/493. Hakim’in isnadında Salih b. Beşir el-Mürrî vardır. Et-Takrîb’te geçtiği üzere bu ravi, zayıftır. Bkz. a.g.e., 1/358. Ancak İmam Ahmed’in Abdullah b. Amr b. As'tan rivayet ettiği hadis, bu rivayeti teyit etmektedir. Bkz. Ahmed, 2/177.

[88] Müslim, 479; Ebû Dâvud, 876; Nesâi, 2/189.

[89] Müslim, 482; Ebû Dâvud, 875; Nesâi, 2/226.

[90] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 1/2, 10; Ebû Dâvud, 1521; Tirmizî, 3009; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 414, 415, 416, 417; İbn Mâce, 1395; İbn Hibban, Mevârid, 1454.

[91] Âl-i İmran, 3/135.

[92] Buhâri, 4323; Müslim, 2498; Nesâi, es-Sünenü’l-Kübra, 2/111.

[93] Buhâri, 1012; Müslim, 894; Malik, Muvatta, 1/190; Ebû Dâvud, 1161, 2262, 1163, 1164; Tirmizî, 556; Nesâi, 3/155-157.

[94] Buhâri, 240; Müslim, 1794; Ebû Dâvud, 2709; Nesâi, 1/161.

[95] Müslim, 1218; Ebû Dâvud, 1905; İbn Mâce, 3074; Nesâi, 5/143, 144.

[96] el-Enfal, 8/9.

[97] Müslim, 1763; Tirmizî, 3081; Ebû Dâvud, 2690.

[98] Buhâri, 1500.

[99] Buhâri, 1013; Müslim, 897; Malik, Muvatta, 1/191; Ebû Dâvud, 1174, 1175; Nesâi, 3/154-155.

[100] Buhâri, 4339; Nesâi, 8/237.

[101]   Müslim, 1015; Tirmizî, 2992.

[102] İbrahim, 14/36.

[103] el-Maide, 5/118.

[104] Müslim, 202.

[105] Bu hadis, sahihtir. Hakim, 1/159. Hakim, bu hadisin Buhâri ve Müslim’in şartlna göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[106] el-A'raf, 7/23.

[107] et-Tevbe, 9/102.

[108] el-Enbiya, 21/87-88.

[109] el-Kasas, 28/16.

[110]   Hz. Aişe’ye yapılan iftira olayı.

[111]   Hz. Aişe (r.a.) bu hadisi uzun olarak rivayet eder. Buhâri, 4141; Müslim, 2770; Tirmizî, 3179; Nesâi, 1/163-164.

[112]   Buhâri, 834; Müslim, 2705; Tirmizî, 3521; Nesâi, 3/53; İbn Mâce, 3835.

[113]   Buhâri, 7507; Müslim, 2758; Nesâi, Amelü’l-yevm ve’l-leyle, 419.

[114]   Lokman, 31/32.

[115]   İbrahim, 14/38-41.

[116]   el-A'raf, 7/89.

[117]   Yusuf, 12/101.

[118]   Buhâri, 7510; Müslim, 193; Nesâi, Sünenü’l-kübra, 11243; İbn Mâce, 4312.

[119]   Müslim, 476; Ebû Dâvud, 846; Tirmizî, 3541; İbn Mâce, 878. Hadisin başı şöyledir: Allah resulü (s.a.v.) belini rükudan kaldırınca: “Allah, kendisine hamdedeni işitti; Ey Rabbimiz olan Allah’ım! Sana hamd olsun…” derdi.

[120] Müslim, 1218; Ebû Dâvud, 1905-1909; Nesâi, 5/143-144; İbn Mâce, 3074.

[121]   Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1481; Tirmizî, 3473, 3474; Nesâi, 3/44; İbn Hibban, 1960; Hakim, 1/231. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[122]   Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 1/386, 400; Tirmizî, 593; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 869; İbn Hibban, 7067; Hakim, 3/317. Hadisin bu lafzı, Hakim’e aittir.

[123]   Ebû Avâne, Müsned. Hadisin bir kısmı Buhâri, 6345 ve Müslim, 2730’da bulunmaktadır.

[124] el-A'raf, 7/180.

[125]   Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 1/391, 452; Ebû Ya’lâ, 5297; İbn Hibban, 972; Hakim, 1/508.

[126] Âl-i İmran, 3/31.

[127]   el-A'raf, 7/158.

[128] el-Ahzâb, 33/21.

[129] el-A'raf, 7/23.

[130] el-A'raf, 7/143.

[131]   el-Kasas, 28/24.

[132]   Hud, 11/47.

[133]   Kamer, 54/10.

[134] Meryem, 19/4.

[135]   eş-Şuara, 26/80.

[136] Müslim, 534; Ebû Dâvud, 760; Tirmizî, 3418; Nesâi, 2/130.

[137]   el-En'âm, 6/63.

[138] el-En'âm, 6/42.

[139] el-A'raf, 7/55.

[140] el-A'raf, 7/205.

[141]   Meryem, 19/3.

[142] el-A'raf, 7/55.

[143] Buhâri, 6384; Müslim, 2704; Ebû Dâvud, 1526-1528; Tirmizî, 3371; İbn Mâce, 3824; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 538.

[144] el-İsrâ, 17/110.

[145] Buhâri, 4723; Müslim, 447; Malik, Muvattâ, 1/218.

[146] İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, 9718.

[147] Müslim, 429; Nesâi, 3/39.

[148] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 90; Tirmizî, 357; İbn Mâce, 923; Ah­med, 5/250, 260, 261; Ebû Dâvud, 91, Ebû Ebû Hüreyre’den.

[149] el-Enbiya, 21/90.

[150] Buhâri, daavât, 6339; Müslim, 2679; Ebû Dâvud, 1483; Tirmizî, 3492; İbn Mâce, 3854; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 582, 583.

[151]   el-Hicr, 15/36.

[152]   Fethü’l-Bârî, 11/144-145.

[153]   Müslim, zikir, 2679; Ahmed, 2/457, 458; İbn Hibban, 896. Hadisin lafzı, İbn Hibban’a aittir.

[154] Buhâri, 240; Müslim, 1794; Nesâi, 1/161, 162.

[155]   Buhâri, 4090; Müslim, 677.

[156] Buhâri, 3661.

[157]   Müslim, 479; Ebû Dâvud, 876; Nesâi, 2/189.

[158] Müslim, 1628.

[159] Müslim, 820; Ahmed, 5/127, 129.

[160] Buhâri, daavat, 6337.

[161]   Fethü’l-Bârî, 10/143.

[162] el-Mü'minûn, 23/51.

[163] el-Bakara, 2/172.

[164] Müslim, 1015; Tirmizî, 2992.

[165] Buhâri, 6340; Müslim, 2735. Hadisin lafzı, Müslim’e aittir.

[166] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 3568. Tirmizî, ‘Bu hadis, hasen sahih ve bu yönüyle gariptir’ der.

[167] el-A'raf, 7/55.

[168] Buhâri, 8/297; Taberî, tefsir, 12/574. Buhâri, bu hadisi muallak olarak; Ta­berî ise mevsul olarak rivayet etmiştir. Bkz. Tağlîkü’t-ta’lik, 4/213.

[169] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 96; İbn Mâce, 3864; İbn Hibban, Mevarid, 171; Hakim, 1/162.

[170] Ebû Dâvud, 1480.

[171]   İbrahim, 14/41.

[172]   el-İsrâ, 17/24.

[173]   el-Mü'min, 40/7.

[174] Muhammed, 47/19.

[175]   el-Haşr, 59/10.

[176] Nuh, 71/28.

[177]   Buhâri, 1245; Müslim, 951.

[178] Müslim, 2732, 2733; Ebû Dâvud, 1534.

[179] Müslim, 919; Tirmizî, 977; Ebû Dâvud, 3115; İbn Mâce, 1447.

[180] el-Kehf, 18/76.

[181]   Bu hadis sahihtir. Ebû Dâvud, 3984; Tirmizî, 2934. Tirmizî bu hadis için, “Hasen garip sahih” demiştir.

[182] Buhâri, cihad, 2790 ve tevhid, 7423.

[183] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 3612; İbn Hibban, 866, 894, 895.

[184] Taberâni, dua, 44; Hakim, 1/544; Hatîb el-Bağdadî, Tarihu Bağdad, 1/414; Albani, es-Sahiha, 593.

[185] el-Ahzâb, 33/41-42.

[186] el-Mü'min, 40/55.

[187] Kâf, 50/40.

[188] İbn Kayyım, el-Vâbilü’s-Sayyib mine’l-kelimi’t-Tayyib, s. 127.

[189] Buhâri, 6306.

[190] Fethü’l-Bârî, 11/102-103.

[191]   Müslim, 2709; Ebû Dâvud, 3799; Tirmizî, 3600.

[192] Humma, akrep vb. hayvanların sokmasıyla ortaya çıkan ateş, hararet; zehirin etkisi veya zehirin kendisi.

[193] Ebû Dâvud, Kur’an, 4737.

[194] Buhâri, 6405; Müslim, 6291; Ebû Dâvud, 5091; Tirmizî, 3462.

[195] Müslim, 2723; Ebû Dâvud, 5071; Tirmizî, 3387; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 23.

[196] Şerhü’n-Nevevi ala Sahih-i Müslim, 9/44.

[197] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 7088, 5089; Tirmizî, 3385; İbn Mâce, 3869; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 15; İbn Hibban, 852; Hakim, 1/514. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[198] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5067; Tirmizî, 3389; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 8; İbn Hibban, 964.

[199] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5067; Tirmizî, 3389; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 11; İbn Hibban, 962; Hakim, 1/513. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[200] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 5091; Tirmizî, 3570; Nesâi, 8/250-251.

[201] Bu hadis, diğer şahitleriyle birlikte hasendir. Ebû Dâvud, 5078; Tirmizî, 3495; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 9; Ahmed, 2/354, 522.

[202] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5074; İbn Mâce, 3871; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 566; İbn Mâce, 961; Hakim, 1/517. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[203] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5073; İbn Mâce, 3867; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle.

[204] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 5072; Tirmizî, 3386; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 4; Hakim, 1/518.

[205] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 5090; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 22.

[206] Bu hadis, hasendir. Nesâi, es-Sünenü’l-kübrâ, 10405; Hakim, 1/545. İbn Hacer, Netaicü’l-efkar adlı eserinde bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

[207] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 3/406; Nesâi, es-Sünenü'l-kübrâ, 9829, 9830, 9831.

[208] Buhâri, 5009; Müslim, 808; Ebû Dâvud, 1397; Tirmizî, 2884; İbn Mâce, 1369.

[209] Müslim, 1855, 1856; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 701.

[210] Buhâri, 6320; Müslim, 2714; Ebû Dâvud, 5050; Tirmizî, 3393; İbn Mâce, 3874.

[211]   Buhâri, 6311; Müslim, 2710; Ebû Dâvud, 5046, 5047, 5048; Tirmizî, 3391; İbn Mâce, 3870.

[212]   Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3395; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 771.

[213]   Şerhu riyazü’s-salihin.

[214] Buhâri, 6318.

[215]   Buhâri, 5011, 6319; Müslim, 2192; Ebû Dâvud, 3902; Tirmizî, 3399; İbn Mâce, 3875.

[216] Buhâri, 6312; Ebû Dâvud, 5049; Tirmizî, 3413; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 747, 757; Müslim, 2711. Müslim, bu hadisi el-Berâ b. Azib’ten (r.a.) rivayet etmiştir.

[217]   Buhâri, vekalet, 2311. Buhâri, bu hadisi muallak olarak rivayet etmiştir. Ancak el-İsmailî, bunu mevsul olarak rivayet etmiştir. Bkz. Hafız İbn Hacer, Tağlikü’t-ta’lîk, 3/296; Ebû Nuaym, Delailü’n-nübüvve, 313; el-Beğavî, Şerhü’s-sünne, 4/460; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 959 ve Fezailü’l-Kur’an, 77.

[218] Müslim, 2713; Ebû Dâvud, 5051; Tirmizî, 3397; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 2790; İbn Mâce, 2873.

[219] Müslim, 2715; Ebû Dâvud, 5053; Tirmizî, 3396.

[220] Müslim, 2712; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 796, 797.

[221]   Bu hadis, hasendir. Ahmed, 5/457; Ebû Dâvud, 5055; Tirmizî, 3403; Taberâni, ed-Duâ, 2/919, 277, 278; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 801, 802, 803, 804; İbn Hibban, 789, 790; Hakim, 2/358.

[222] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 2/502; Ebû Dâvud, 5065; Tirmizî, 3410; İbn Mâce, 926; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 819; İbn Hibban, 2012. Tirmizî, bu hadis için “Hasen sahih” demiştir.

[223] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5045; Tirmizî, 3395. Tirmizî, bu hadisi Huzeyfe b. el-Yeman ve el-Berâ b. Azib’ten rivayet etmiştir. Başka bir rivayeti ise sadece el-Berâ b. Azib’tendir.

[224] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5058; Ahmed, 2/1117; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 79; İbn Hibban, 5538.

[225] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5054; Hakim, 1/549. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[226] Buhâri, 5747; Müslim, 5788; Ebû Dâvud, 5021; Tirmizî, 2277; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 899, 900, 901; İbn Mâce, 3909.

[227] Buhâri, 7044; Müslim, 5794; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 894, 898.

[228] Buhâri, 6985; Müslim, 2262; Nesâi, es-Sünenü'l-kübrâ, 4752.

[229] Buhâri, 7017; Müslim, 5796; Ebû Dâvud, 5019; Tirmizî, 2270.

[230] Müslim, 2262; Ebû Dâvud, 5022; İbn Mâce, 3908; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 911.

[231]   Buhâri, 1154; Ebû Dâvud, 5060; Tirmizî, 3414; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 861; İbn Mâce, 3878.

[232] Bu hadis, sahihtir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 864; İbn Hibban, 5530; Hakim, 1/540. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[233] Buhâri, 1120, 6317; Müslim, 769; Ahmed, 1/98, 308, 358; Ebû Dâvud, 771; Tirmizî, 3418; Nesâi, 3/209, 210; İbn Mâce, 1355.

[234] Âl-i İmran, 3/190.

[235] Buhâri, 698; Müslim, 763; Ebû Dâvud, 1367; Nesâi, 3/210, 211; Tirmizî, şemâil, 262; İbn Mâce, 1363.

[236] Bu hadis, hasen liğayrihi’dir. Ebû Dâvud, 5095; Tirmizî, 3426; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 89; İbn Hibban, 822. İbn Hibban’ın rivayet senedinde, İbn Cüreyc ile İshak b. Abdullah b. Ebi Talha arasında kopukluk vardır. Ancak Hafız İbn Hacer, Emali’l-ezkar adlı eserinde bu rivayeti güçlendiren bir rivayet zikreder. Bkz. İbn Alân, 1/336.

[237] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5094; Tirmizî, 3423; Nesâi, 8/268; İbn Mâce, 484.

[238] Bu hadis, sahihtir. Hakim, 1/519. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[239] Müslim, 2018; Ebû Dâvud, 3765; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 178; İbn Mâce, 3887.

[240] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5069.

[241] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 2699.

[242] Buhâri, 3280; Müslim, 2012; Ebû Dâvud, 3731; Tirmizî, 1813; İbn Mâce, 3410; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 745, 746.

[243] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 2600; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 512.

[244] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3439; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 509; Taberâni, el-Kebir, 13571; İbn Hibban, 2693; Hakim, 2/97; Beyhakî, 9/173 ve eş-Şuab, 3343.

[245] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 2/325, 331, 443, 476; Tirmizî, 3445; İbn Mâce, 2771; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 505; İbn Huzeyme, 2561; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 501, 502; İbn Hibban, 2692; Hakim, 1/445-446, 2/98; Beyhakî, 5/251.

[246] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3441; Hakim, 2/97.

[247] ez-Zuhruf, 43/13-14.

[248] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 2602; Tirmizî, 3443; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 502; İbn Hibban, 2698; Hakim, 2/98. Tirmizî, bu hadis için “hasen sahih” demiştir.

[249] Bu hadis, hasendir. İbn Hibban, 1703.

[250] “Manzaranın üzüntü vermesinden” ifadesi ile, seferden dönünce ailesinde kendisine üzüntü verecek bir manzarayla karşılaşma kastedilmektedir.

[251]   Müslim, 342; Ebû Dâvud, 2599; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 548.

[252] Müslim, 1343; Tirmizî, 3435; Nesâi, 27218; İbn Mâce, 3888.

[253] Buhâri, 6384; Müslim, 2704; Ebû Dâvud, 1526, 1527; Tirmizî, 3371; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 538; İbn Mâce, 3824.

[254] Buhâri, 2993; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 541, 542.

[255] Bu hadis, sahihtir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 517; Hakim, 4/292.

[256] Bu hadis, hasendir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 544; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 525; İbn Hibban, 2709; Hakim, 1/446, 2/100, 101; Beyhakî, 5/252.

[257] Müslim, 2708; Tirmizî, 3433; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 560, 561; İbn Mâce, 3547.

[258] el-Hattabi bu ifade hakkında der ki: Bu, haber lafzıyla gelen emirdir. Buna göre ifade, “İşiten, nimetlerine karşılık Allah’a hamd ettiğimizi işitsin ya da şahitlik etsin” anlamındadır.

[259] Müslim, 2718; Ebû Dâvud, 5086; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 536.

[260] Buhâri, 3085; Müslim, 1345; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 551.

[261] Buhâri, 5376; Müslim, 2022; Tirmizî, 1858; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 278; İbn Mâce, 3265.

[262] Buhâri, 6452, Tirmizî, 3477.

[263] Müslim, 2018; Ebû Dâvud, 3765; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 178; İbn Mâce, 3887.

[264] Müslim, 2017; Ebû Dâvud, 3766; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 273.

[265] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 3764; İbn Mâce, 3286; Hakim, 2/103.

[266] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 6/143, 207, 208, 246, 265; Ebû Dâvud, 3767; Tirmizî, 1858; İbn Mâce, 3264; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 281; İbn Hibban, 2514; Hakim, 4/104; Beyhakî, 7/276.

[267] Bu hadis, bir önceki hadisin devamıdır.

[268] Buhâri, 5458, 5459; Ebû Dâvud, 3849; Tirmizî, 3456; İbn Mâce, 3284; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle.

[269] Müslim, 2734; Tirmizî, 1817.

[270] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 3850; Tirmizî, 3453; İbn Mâce, 3283; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 289.

[271]   Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 3730; Tirmizî, 3451; İbn Mâce, 3322; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 286.

[272] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 3851; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 285; İbn Hibban, 5220.

[273] Bu hadis, sahihtir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 301; İbn Sünnî, Ame­lü’l-yevmi ve’l-leyle, 486; İbn Hibban, 5219; Hakim, 1/546. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[274] Vatîa, çekirdeği çıkarılmış hurmanın sütle yoğrulmasıyla elde edilen bir tür yiyecek.

[275] Müslim, 2042; Ebû Dâvud, 3729; Tirmizî, 3571; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 291.

[276] Müslim, 2055.

[277] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 854; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 292.

[278] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 4020; Tirmizî, 1767; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 310; Hakim, 4/192.

[279] Buhâri, 5993; Ebû Dâvud, 4024.

[280] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 4858; Tirmizî, 3429; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 397; İbn Hibban, 594; Hakim, 1/536. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Tirmizî ise bu hadis için “Hasen sahih ve gariptir” demiştir.

[281] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 4859; Dârimî, 2/283; Hakim, 1/537.

[282] Bu hadis, sahihtir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 424; Taberâni, el-Ke­bir, 2/139, 1856; Hakim, 1/537. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[283] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 6/77; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 308, 400.

[284] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5102; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 943, 944; Hakim, 4/284; Buhâri, 2303; Müslim, 2729. Müslim, bu hadisi muhtasar olarak rivayet etmiştir.

[285] Buhâri, 3206; Müslim, 899.

[286] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5097; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 932; İbn Hibban, 1007; Hakim, 4/285.

[287] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 2253; Nesâi, es-Sünenü’l-kübra, 10769, 10770. Tirmizî bu hadis için “Hasen sahih” demiştir. 

[288] Bu hadis, sahihtir. Buhâri, el-Edebü’l-müfred, 718; İbn Hibban, 1008; Hakim, 4/285. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[289] Bu hadis, mevkûf olarak sahihtir. Malik, Muvattâ, 2/992.

[290] Buhâri, 1032; İbn Mâce, 3890.

[291] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3451; Ahmed, 1/162; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 635; Hakim, 4/285.

[292] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3366; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 305; Hakim, 2/542.

[293] Bu hadis, hasendir. Ebû Ya’la, 2075; İbn Hibban, 959.

[294] Buhâri, 6224; Ebû Dâvud, 5033; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 232.

[295] Müslim, 7344.

[296] Buhâri, 622.

[297] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 3035; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 250, 251.

[298] Buhâri, 6223.

[299] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 2/439; Ebû Dâvud, 5029; Tirmizî, 2745; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 266; Beğavî, Şerhü’s-sünne, 3346.

[300] Neylü’l-evtâr, 4/22.

[301] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5038; Tirmizî, 740; Nesâi, Amelü’l-yev­mi ve’l-leyle, 232; Hakim, 3/268. Tirmizî bu hadis için “Hasen sahih” demiştir.

[302] Buhâri, 4750.

[303] Buhâri, 6530; Müslim, 1222.

[304] Bu hadis, sahihtir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 211; İbn Mâce, 3506; Hakim, 4/215.

[305] Buhâri, 3683; Müslim, 2396.

[306] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5124; Tirmizî, 2393; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 206; İbn Hibban, 571.

[307] Muhammed, 47/19.

[308] Müslim, 2346; Nesâi, es-Sünenü’l-kübra, 11495.

[309] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1672; Nesâi, 5/82; İbn Hibban, 3408; Hakim, 1/412, 2/63.

[310] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 2036; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 180; İbn Hibban, 3413.

[311]   Buhâri, 2390; Müslim, 1601; Tirmizî, 1316, 1317; Nesâi, 7/291.

[312]   Buhâri, 1713, Müslim, 1966; Ebû Dâvud, 2793; Tirmizî, 1494; Nesâi, 7/219, 220; İbn Mâce, 3120.

[313]   Müslim, 1963; Ebû Dâvud, 2792.

[314] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 2795; İbn Mâce, 3121; Hakim, 1/467. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[315]   Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 2160; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 240; İbn Mâce, 1918; Hakim, 2/185.

[316] Müslim, 1373; Tirmizî, 3450; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 302; İbn Mâce, 3329.

[317]   Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 3428.

[318] Müslim, 2999.

[319] Bu hadis, sahihtir. İbn Mâce, 3803; Hakim, 1/499.

[320] Sabîr dağı, Ürdün’de Amman ile Seyraf arasında kıyıda bulunan bir dağdır.

[321]   Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3558; Hakim, 1/538.

[322] Buhâri, 3276; Müslim, 135; Ebû Dâvud, 4721; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 10499.

[323] Müslim, 2203.

[324] Buhâri, 6115; Müslim, 2610; Ebû Dâvud, 4781; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 393.

[325] Buhâri, 4860; Müslim, 1647.

[326] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 2118; Tirmizî, 1105; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 488; İbn Mâce, 1892; Hakim, 2/182. Hadisin aslı, sahih-i Müslim’de bulunmaktadır.

[327] Âl-i İmran, 3/102.

[328] en-Nisâ, 4/1.

[329] el-Ahzâb, 33/70-71.

[330] Buhâri, 5155; Müslim, 1428; Ebû Dâvud, 2109; Tirmizî, 1094; Nesâi, 6/137.

[331]   Buhâri, 6387; Müslim, 715; Ebû Dâvud, 2048; Tirmizî, 1086, 1100; Nesâi, 6/69.

[332] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 2130; Tirmizî, 1091; İbn Mâce, 1905; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 259; İbn Hibban, 4052; Hakim, 2/183. Tirmizî bu hadis için ‘Hasen sahih’ demiştir.

[333] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 2160; İbn Mâce, 1918; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 240; Hakim, 2/185.

[334] Buhâri, 5165; Müslim, 1434; Ebû Dâvud, 2161; Tirmizî, 1092; İbn Mâce, 1919; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 266.

[335] Buhâri, 6198; Müslim, 2145.

[336] Buhâri, 3909; Müslim, 2146.

[337] Bakılana zarar veren kötü bakış, nazar.

[338] Buhâri, 3371; Ebû Dâvud, 4737; Tirmizî, 2061; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 1006; İbn Mâce, 3525.

[339] Müslim, 887; Ebû Dâvud, 1530; Tirmizî, 485; Nesâi, 3/50.

[340] Bu hadis, hasendir. Ahmed,, 1/261; Ebû Ya’la, 869; Hakim, 1/550.

[341] Bu hadis, hasendir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 65; Bezzâr, Zevâi­dü Hafız İbn Hacer, 172.

[342] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 1/387, 441; Nesâi, 3/43, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 66; Ebû Ya’la, 5213; Taberâni, el-Kebir, 10528, 105209, 10530; Bezzâr, 1/295; İbn Hibban, 914.

[343] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 2/527; Ebû Dâvud, 2041; Taberâni, el-Evsat, 3092; Beyhakî, Şuabü’l-iman, 2/217/1581.

[344] Bu hadis, hasendir. Ahmed,, 3/445; İbn Mâce,, 907; İsmail el-Kadî, fadlü’s-salat ala’n-nebi, s. 6. Ancak hadisin senedinde, Asım b. Ubey­dullah b. Asım bulunmaktadır. Bu ravi, zayıftır. Bkz. et-Takrib, 1/384. Fakat senette bu raviden sonra Abdurrahman b. Kasım gelmektedir. Bkz. Ebû Nuaym, el-Hilye, 12/180. Abdurrahman b. Kasım ise Hz. Ebubekir’in oğlu Muhammed'in oğludur; güvenilir ve değerli bir ravidir. Bkz. et-Takrib, 1/495.  

[345] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 5/136; Tirmizî, 2457; İsmail el-Kadî, fad­lü’s-salat ala’n-nebi, 14; Hakim, 2/421, 513.

[346] Celâü’l-efham, s. 48-49.

[347] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 4/8; Ebû Dâvud, 1047, 1531; Nesâi, 3/91-92; İbn Mâce, 1085; Taberâni, el-Kebir, 1/217, 589; İsmail el-Kadî, fadlü’s-salat ala’n-nebi, 22; Hakim, 1/278. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[348] Bu hadis, sahih li ğayrihidir. Hakim, 4/153, 154; Beyhakî, Şuabü’l-iman, 2/251/1572; İsmail el-Kadî, fadlü’s-salat ala’n-nebi, 19. Bu hadisin senedinde, İshak b. Ka’b b. Ucre vardır. Bu ravinin durumu meçhuldür. Bkz. et-Takrib, 1/60. Ancak bu hadisi teyit eden başka rivayetler vardır.

[349] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 1/201; Tirmizî, daavat, 3546; Nesâi, Ame­lü’l-yevmi ve’l-leyle, 55, 56; fedailü’l-kur’an, 125; Ebû Ya’la, 6776; İbn Hibban, 909; İsmail el-Kadî, fadlü’s-salat ala’n-nebi, 32, 35; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 384; Hakim, 1/459. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Tirmizî ise bu hadis için ‘Hasen sahih’ demiştir.

[350] Buhâri, 5016, 5017; Müslim, 2192; Ebû Dâvud, 5049; Tirmizî, 3413.

[351]   Müslim, 2202; Ahmed, 4/217; Ebû Dâvud, 3891; Tirmizî, 2081; İbn Mâce, 3522; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 999.

[352] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 3430; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 30, 31, 32, 348; İbn Mâce, 3793; Ebû Ya’la, 1258; Abd b. Humeyd, el-Müntahab, 943, 944, 945; İbn Hibban, 851; Hakim, 1/5.

[353] Buhâri, 5745; Müslim, 2194; Ebû Dâvud, 3895; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 7550; İbn Mâce, 3521.

[354] Fethü’l-Bârî, 10/219.

[355] Buhâri, 5743; Müslim, 2191.

[356] Buhâri, 5656; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 10878.

[357] Müslim, 2186; Tirmizî, 972; İbn Mâce, 3523; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 10843.

[358] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 3106; Tirmizî, 2084; Ahmed, 1/239, 243; İbn Hibban, 2998; Hakim, 1/343.

[359] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 3107; İbn Hibban, 2974; hak 1/344, 549. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[360] Buhâri, 5745; Müslim, 2194; Ebû Dâvud, 3895; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 7550; İbn Mâce, 3521.

[361] Buhâri, 5749; Müslim, 2201; Ebû Dâvud, 3900; Tirmizî, 2064; İbn Mâ­ce, 2156; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 7533.

[362] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 4/259; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 1024, 1025, 1026.

[363] Buhâri, 4440; Müslim, 2444; Tirmizî, 3490.

[364] en-Nisâ, 4/69.

[365] Buhâri, 4435.

[366] es-Saffât, 37/8.

[367] Buhâri, 4435; Müslim, 418; Tirmizî, 978, 979; Nesâi, 4/6-7; İbn Mâce, 1623.

[368] Müslim, 916, 917; Ebû Dâvud, 3117; Tirmizî, 976; Nesâi, 4/5; İbn Mâce, 1445.

[369] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 5/233; Ebû Dâvud, 3116; Hakim, 1/351.

[370] Bu hadis, sahihtir. İbn Hibban, ihsan, 3004.

[371]   Şerhu’n-nevevî ala sahih-i Müslim, 3/458, baskı, Darü’l-marife, Beyrut.

[372] İbn Kudâme, el-Muğni, 2/450.

[373] Müslim, 919; Ebû Dâvud, 3115; Tirmizî, 977; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 1069; İbn Mâce, 1447.

[374] Şerhu’n-nevevî ala sahih-i Müslim, 3/461.

[375] Bu hadis, zayıftır. Ebû Dâvud, 3121; İbn Mâce, 1448; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 1075; İbn Hibban, 3002; Hakim, 1/565.

[376] eş-Şerhu’s-sağir, 1/220.

[377] Müslim, 920; Ebû Dâvud, 3115, 3118; Tirmizî, 977; Nesâi, 4/4-5; İbn Mâce, 1454.

[378] Daha önce tahrici geçti.

[379] Müslim, 918; Ahmed, 6/309; Ebû Dâvud, 3119; Tirmizî, 3511; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 1080, 1087; İbn Mâce, 1598.

[380] Yani “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn” (Elbette biz, Allah içiniz ve kesinlikle O’na döneceğiz) dedi.

[381] Bu hadis, muhtelif rivayet yolları ile hasendir. Ahmed, 4/415; et_Te­yâ­lisî, 508; Tirmizî, 1021; Nuaym b. Hammad, Zevâid ala'z-zühd, 108; İbn Hibban, 2948. İbn Hibban’ın rivayet isnadında, Ebû Sinan –gerçek adı, İsa b. Sinan el-Kasmelî’dir- vardır ve bu ravi zayıftır. Hadis için ayrıca bkz. es-Sakafî, es-Sakafiyyat, 3/15/2; es-Sahiha, 3/398. Bu rivayetin isnadında ise Abdülhakem b. Meysere vardır. Dârekutnî, bu ravinin za­yıf olduğunu söylemiştir. el-Albani ise bu hadis için şöyle demiştir: “Bütün rivayet yolları ile bu hadis, en azından hasendir.” Bkz. es-Sa­hi­ha, 1408.

[382] Buhâri, 1284; Müslim, 923; Nesâi, 4/22; Ebû Dâvud, 3125; İbn Mâce, 1588.

[383] el-Muğni, 2/544.

[384] Müslim, 963; Tirmizî, 1025; İbn Mâce, 1500; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 2110.

[385] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 2/368; Ebû Dâvud, 3201; Tirmizî, 1024; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 1080; İbn Mâce, 1498; İbn Hibban, 3070; Hakim, 1/358. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[386] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 3/391; Ebû Dâvud, 3202; İbn Mâce, 1499; İbn Hibban, 3074.

[387] Neylü’l-evtar, 4/86.

[388] Bu hadis, sahihtir. Hakim, 1/359; Taberâni, el-Kebir, 4/33-34. Hakim, bu hadis için şöyle demiştir: “Hadisin isnadı sahihtir. Yezid b. Rükâne’nin babası Rükâne’dir. Her ikisi de değerli sahabelerdendir.” Zehebî, Hakim’in bu sözüne muvafakat etmiştir.

[389] Bu hadis, sahihtir. İbn Hibban, 3073.

[390] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 2/27, 40, 59, 69, 127, 128; Ebû Dâvud, 3213; Tirmizî, 1046; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 1088; İbn Hib­ban, 3110; Hakim, 1/366; Beyhakî, 4/55. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[391] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 3221; Hakim, 1/370; Beyhakî, 4/56. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[392] Buhâri ve Müslim.

[393] Zâdü’l-meâd, 1/417.

[394] Bu hadis, gerçekten çok zayıftır. Taberâni, el-Kebir, 7979, dua, 1214. Hadisin senedinde rivayetleri münker olan Muhammed b. İbrahim b. Ala, Abdullah b. Muhammed el-Kureşi ve Saîd b. Abdullah el-Evdî vardır. el-Evdî’nin hal tercümesini bulamadım. Bu hadis hakkında Hafız İbn Hacer der ki: Bu hadis, gariptir ve senedi gerçekten çok zayıftır. Bkz. el-Fütûhatü’r-Rabbaniyye, 5/196; el-Heysemî, el-Muc’ma, 3/45; Taberâni, el-Kebir’de der ki: Bu hadisin isnadında tanımadığım bir grup ravi vardır.

[395] Müslim, 974; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 2164; İbn Mâce, 1546.

[396] Bu, Ebubekir’in rivayetidir. Züheyr’in rivayeti şöyledir: Ey Müminlerin ve Müslümanların diyarı! Size selam olsun.

[397] Müslim, 975; Nesâi, 4/94; Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 1091; İbn Mâce, 1547.

[398] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 1053.

[399] Buhâri, 142; Müslim, 375; Ebû Dâvud, 5; Tirmizî, 5; Nesâi, 1/20, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 74; İbn Mâce, 298.

[400]           Fethü’l-Bârî, 1/293, 294.

[401] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 6/155; Buhâri, edebü’l-müfred, 693; Ebû Dâvud, 30; Tirmizî, 7; İbn Mâce, 300; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 79; İbn Hibban, 1444; Hakim, 1/185.

[402] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, taharet, 25, 26; İbn Mâce, taharet, 398. Bu hadisin senedinde, asıl adı Sümâme b. Vail b. Hısn olan Ebû Siğal vardır. Bu ravi, zayıftır. Ancak hadisi teyit eden başka rivayetler vardır. Bunlardan biri de bir sonraki Ebû Hüreyre hadisidir.

[403] Bu hadis, hasen li ğayrihidir. Ahmed, 2/481; Ebû Dâvud, 101; İbn Mâ­ce, 399; Dârekutnî, 1/79; Hakim, 1/146; Beyhakî, 1/43. Bu hadisin senedinde, Yakup b. Seleme ve babası Seleme vardır. Her ikisinin durumu da meçhuldür. Buhâri ve başka hadis alimleri der ki: Seleme’nin Ebû Hüreyre’den, Yakub’un da babası Seleme’den hadis işittiği bilinmemektedir.

Ancak Saîd b. Zeyd hadisi, bu hadisi teyit etmektedir. Bu hadis ayrıca Hz. Aişe, Ebû Saîd el-Hudrî, Sehl b. Sa'd es-Sâidî, Ebû Sebre ve Enes b. Malik’ten de rivayet edilmiştir. Tüm bu rivayetler eleştiriden uzak değildir, ancak birbirlerini teyit ettikleri açıktır. Bkz. Nasbü’r-râye, 1/3; et-Telhîsü’l-habîr, 1/72. 

[404]           el-Maide, 5/6.

[405] El-Mecmû’, 1/387.

[406]           Müslim, 542; Ebû Dâvud, 169, 609; Nesâi, 1/95; İbn Mâce, 469.

[407] Başka rivayetlerle teyit edildiği için bu hadis hasendir. Tirmizî, taharet, 55. Tirmizî, “Bu hadisin isnadı muzdariptir” demiştir. Derim ki: Ancak İbn Sünnî’nin, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle’de Sevban’dan rivayet ettiği hadis, bu rivayeti teyit etmektedir. Fakat bu hadisin isnadında da zayıf bir ravi olan Ebû Saîd el-Bakkal el-A’ver vardır. İmam Nevevî bu rivayet hakkında der ki: Ben, Tirmizî’nin eklediği ziyadeyi Hz. Ömer’den başka bir grup sahabenin rivayeti olarak rivayet ettim. Bkz. el-Mecmû’, 1/482.

[408]           Bu hadis, sahihtir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 81; Taberâni, el-Ev­sat, 1455; Hakim, 1/564.

[409]           Buhâri, 117; Müslim, 763; Ebû Dâvud, 58, 610; Nesâi, 2/18; 3/210, 236.

[410] Müslim, 713; Ebû Dâvud, 465; Nesâi, 2/53; İbn Mâce, 772.

[411]   Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 466.

[412] Bu hadis, sahihtir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 90; İbn Mâce, 773; İbn Hibban, 2047; Hakim, 1/207. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[413] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 5/425; İbn Ebi Şeybe, 1/338, 10/406; Tirmizî, 314; İbn Mâce, 771.

[414] en-Nûr, 24/61.

[415] Bu hadis, sahihtir. Hakim, 2/401. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[416] Müslim, 568; Ebû Dâvud, 473; Tirmizî, 1321; İbn Mâce, 767.

[417] Müslim, 569; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 174; İbn Mâce, 765.

[418] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 1321; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 176; İbn Huzeyme, 1305; İbn Hibban, 1650; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 153; Hakim, 2/56.

[419] Buhâri, 611; Müslim, 83; Ebû Dâvud, 522; Tirmizî, 208; Nesâi, 2/23, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 34; İbn Mâce, 720.

[420] Buhâri, 664; Ebû Dâvud, 529; Tirmizî, 211; Nesâi, 2712; İbn Mâce, 722; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra, 1/401. Beyhakî’nin rivayetinde şu ziyade vardır: “Şüphesiz sen, vaadinden asla dönmezsin”. Bu, bilinmeyen şaz bir ziyadedir. Bkz. el-İrvâ, 1/261.

[421] Buhâri, 914; Nesâi, 2/24-25.

[422] Fethü’l-Bârî, 1/460.

[423] Müslim, 386; Ebû Dâvud, 525; Tirmizî, 210; Nesâi, 2/26; İbn Mâce, 721.

[424] Müslim, 384; Ebû Dâvud, 523; Tirmizî, 3614; Nesâi, 2/25-26.

[425] Müslim, 385; Ebû Dâvud, 527; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 40.

[426] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, salat, 526; İbn Hibban, ihsan, 1683; Hakim, 1/204; Beyhakî, 1/409.

[427] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, salat, 524; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 44; İbn Hibban, ihsan, 1695; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra, 1/410; Beğavî, Şerhü’s-sünne, 427.

[428] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 521; Tirmizî, 212; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 67; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle; İbn Hibban, 1696.

[429] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 530; Tirmizî, 3583; Hakim, 1/199. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[430] Buhâri, 744; Müslim, 598; Ebû Dâvud, 781; Nesâi, 1/50-51, 2/128-129; İbn Mâce, 805.

[431] Müslim, 771; Ebû Dâvud, 760; Tirmizî, 3421; Nesâi, 2/129-130; İbn Mâce, 729; İbn Huzeyme, 1/307; İbn Hibban. İbn Hibban’ın rivayetinde “Bir hanîf” ifadesinden sonra “ve Müslüman olarak” ziyadesi vardır.

[432] ez-Zuhruf, 43/81.

[433] Şerhu akidetü’t-tahaviye, 1/517.

[434] Buhâri, 6317; Müslim, 1777.

[435] Müslim, 600; Ebû Dâvud, 763; Nesâi, 2/132-133.

[436] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 4/85; Ebû Dâvud, 764; İbn Mâce, 807; İbn Huzeyme, 468; İbn Hibban, 1779; Hakim, 1/235.

[437] Müslim, 601; Tirmizî, 3592; Nesâi, 2/125.

[438] Müslim, Hz. Ömer’den, 399; Ebû Dâvud, 775; Tirmizî, 242; İbn Mâce, Ebû Saîd el-Hudrî’den, 804.

[439] Müslim, 770; Ebû Dâvud, 767; Tirmizî, 3420; Nesâi, 3/212-213; İbn Mâce, 1357.

[440]           Bu hadis, hasendir. Ahmed, 14316; Ebû Dâvud, 766; Nesâi, 3/208-209; İbn Mâce, 1356; İbn Hibban, 2602.

[441] el-Mecmû, 3/278.

[442] en-Nasr, 110/3.

[443] Buhâri, 794; Müslim, 484; Ebû Dâvud, 877; Nesâi, 2/219; İbn Mâce, 889.

[444]           Müslim, 772; Ebû Dâvud, 871, 874; Nesâi, 2/76, 3/225; İbn Mâce, 888.

[445] Müslim, 771; Ebû Dâvud, 760; Nesâi, 2/130; Tirmizî, 3417.

[446]           el-Vâkıa, 56/74.

[447] el-A'la, 87/1.

[448]           Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 769; İbn Mâce, 887; İbn Hibban, 1898; Hakim, 1/225.

[449]           Müslim, 487; Ebû Dâvud, 872; Nesâi.

[450] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 873; Nesâi, 2/191; Tirmizî, şemail, 306.

[451] el-Muğnî, 1/501.

[452] Müslim, 486; Ebû Dâvud, 879; Tirmizî, 3491; Nesâi, 2/225; İbn Mâce, 3841.

[453] Müslim, 483; Ebû Dâvud, 878.

[454] Yani kıskançlık içindeyim.

[455] Müslim, 486; Nesâi, 2/225.

[456] Tilavet secdesi, Kur'an’da geçen secde ayetlerini okuyunca yapılan bir secdedir. Ç.

[457] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 6/31, 217; Ebû Dâvud, 1414; Tirmizî, 580; Nesâi, 2/222; Dârekutnî, 1/406; Hakim, 1/220. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Tirmizî ise, bu hadis için ‘Hasen sahih’ demiştir.

[458] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 579, 3434; İbn Mâce, 1053; İbn Hibban, 2768; Hakim, 1/219; Beyhakî, 2/320; Taberâni, el-Kebir, 11/105/11262; es-Sahiha, 2710.

[459] Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibban ve diğerleri.

[460]           Fethü’l-Bârî, 2/331.

[461] el-Mecmû, 2/391-393.

[462] Buhâri, 799; Ebû Dâvud, 770, 773; Tirmizî, 404; Nesâi, 2/196.

[463] Müslim, 476; Ebû Dâvud, 846; Tirmizî, 3541; İbn Mâce, 878; İbn Mâce rivayetinin başı şöyledir: Allah resulü (s.a.v.) belini rükudan kaldırınca ‘Semiallahu limen hamideh, Rabbena lekel hamd…’ derdi.

[464]           Müslim, 477; Ebû Dâvud, 747; Nesâi, 2/198-199.

[465] el-Kehf, 18/46.

[466]           Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 850; Tirmizî, 284; İbn Mâce, 898; Hakim, 1/262, 271. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[467] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 5/400; İbn Mâce, 897; Hakim, 1/271.

[468]           Buhâri, 831; Müslim, 402; Ebû Dâvud, 968, 969; Tirmizî, 289; Nesâi, 2/237; İbn Mâce, 899.

[469]           Müslim, 403; Ebû Dâvud, 983; Tirmizî, 290; Nesâi, 2/242; İbn Mâce, 900.

[470] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 971; Dârekutnî, 1/251. Dârekutnî, “Bu hadisin isnadı sahihtir” demiştir.

[471] Müslim, 404; Ebû Dâvud, 972; Nesâi, 2/96-97, 3/42; İbn Mâce, 901.

[472] Bu hadis, sahihtir. Malik, Muvattâ, 1/90; Hakim, 1/265; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra, 2/142.

[473] Bu hadis, sahihtir. İbn Ebi Şeybe, 1/293; Beyhakî, 2/144; es-Serrac, Müsned, 9/1/2; el-Fevâid, 11/54/1. Her iki rivayeti de, Albani’nin söylediği gibi sahih senetle rivayet etmiştir. Bkz. Albani, sıfatü’s-salat, s. 161.

[474] Fethü’l-Bârî, 11/56.

[475] Fethü’l-Bârî, 2/366.

[476] Sıfatu salati’n-nebi, s. 162.

[477] ez-Zümer, 39/30.

[478] eş-Şerhü’l-mümta, 3/209-210.

[479] eş-Şerhü’l-mümta, 3/222-224.

[480]           Buhâri, 6357; Müslim, 406; Ebû Dâvud, 976; Tirmizî, 483; Nesâi, 3/47; İbn Mâce, 904.

[481] Buhâri, 6360; Müslim, 407; Ebû Dâvud, 979; Nesâi, 3/49; İbn Mâce, 905.

[482] Buhâri, 6358; Nesâi, 3/49; İbn Mâce, 903.

[483] Müslim, 405; Ebû Dâvud, 980, 981; Tirmizî, 3220; Nesâi, 3/45-46; Ahmed, 4/119.

[484]           Bu hadis, sahihtir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 47; Bezzâr, Zevâidu İbn Hacer, 399. İbn Kayyım, Muhammed b. İshak es-Serrac’ın söylediği “Buhâri ve Müslim’in şartına göre isnadı sahihtir” sözünü teyit eder. Bkz. İbn Kayyım, Celâü’l-efham, s. 28.

[485] Buhâri, 832; Müslim, 589; Ebû Dâvud, 880; Nesâi, 3/56.

[486]           Buhâri, 824; Müslim, 2705; Tirmizî, 3521; Nesâi, 3/53; İbn Mâce, 3835.

[487] Buhâri, 1377; Müslim, 588; Ebû Dâvud, 983; Nesâi, 3/58.

[488]           Müslim, 771; Ebû Dâvud, 760; Tirmizî, 3417; Nesâi, 2/30.

[489]           Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 985; Tirmizî, 291; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 1224; Hakim, 1/267. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[490]           Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 3/474; Ebû Dâvud, 792, 793; İbn Mâce, 910; İbn Hibban, 868.

[491] Buhâri, 844; Müslim, 593; Ebû Dâvud, 1505; Nesâi, 3/70, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 129.

[492] Fethü’l-Bârî, 2/387.

[493] Buhâri, 843; Müslim, 595; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 9974; Ebû Dâvud, 1504.

[494]           Fethü’l-Bârî, 2/382-383.

[495] Müslim, 595; Ebû Dâvud, 1504; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 142, 143.

[496]           Müslim, 596; Tirmizî, 3409; Nesâi, 3/75; Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 155, 156.

[497] Buhâri, 6329.

[498]           Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 5065; Tirmizî, 3410; İbn Mâce, 926; Nesâi, 3/73, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 813, 819; İbn Hibban, 2012. Tirmizî, bu hadis için ‘Hasen sahih’ demiştir.

[499]           Bu hadis, hasendir. Nesâi, 3/51.

[500] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 5/184; Tirmizî, 3413; Nesâi, 3/76, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 157; Taberâni, el-Kebir, 4898; İbn Huzeyme, 752; İbn Hibban, 2017; Hakim, 1/2053; Nesâi, 3/76. Nesâi, bu hadisi İbn Ömer’den hasen bir senedle rivayet etmiştir.

[501] Müslim, 591; Ebû Dâvud, 1513; Tirmizî, 3000; Nesâi, 3/68; İbn Mâce, 928.

[502] Müslim, 594; Ebû Dâvud, 1506, 1507; Nesâi, 3/75, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 127.

[503] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1522; Ahmed, 4/144; Tirmizî, 2905; Nesâi, 3/68; İbn Hibban, 795; Hakim, 2/540.

[504] Bu hadis, hasendir. Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 100; Taberâni, el-Kebir, 7532, el-Evsat, 8068, Müsnedü’ş-şamiyyin, 824, ed-Duâ, 675; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 124. İbn Hacer, bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Bkz. Netaicü’l-efkar, 2/279. Ayrıca bkz. es-Sahiha, 972.

[505] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1509.

[506] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1423; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 10565; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 711; Dârekutnî, 2/31.

[507] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 1/199, 200; Ebû Dâvud, 1425; Tirmizî, 464; Nesâi, 3/428; İbn Mâce, 1178; Taberâni, el-Kebir, 2701-2707, 2711-2712; ed-Dua, 744, 747; Ebû Ya'la, 6762; İbn Huzeyme, 1095; İbn Hibban, 945, 3/172; Beyhakî, 2/209, 498. 

[508] Bu hadis, sahihtir. Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra, 2/210.

[509] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 3508; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 7712; İbn Mâce, 3850; Hakim, 1/530. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Tirmizî ise bu hadis için ‘Hasen sahih’ demiştir.

[510] Bu hadis, hasendir. Dârekutnî, 2/185; Ebû Dâvud, 2357; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 472; Hakim, 1/422; Beyhakî, 4/239.

[511]   Bu hadis, sahihtir. İbn Mâce, 1747; İbn Hibban, 5296.

[512]   Buhâri, 1982; Ebû Dâvud, 608; Tirmizî, 3827.

[513]   Müslim, 1431, 1432; Ebû Dâvud, 3742; Tirmizî, 781; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 6611.

[514] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 3736; İbn Mâce, 1914; Buhâri, 5173;  Müslim, muhtasar olarak, 1429.

[515]   Hac sırasında ‘Lebbeyk Allahümme lebbeyk…’ demek.

[516] Buhâri, 1549; Müslim, 1184; Ebû Dâvud, 1812; Tirmizî, 825; Nesâi, 1/159.

[517]   Bu hadis, sahihtir. Nesâi, 5/161; İbn Mâce, 2920; İbn Hibban, 3800; Hakim, 1/449. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[518] Kabe’de Hacerü’l-esved’in konulduğu köşe.

[519] Buhâri, 1613.

[520] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1892; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 3934; İbn Hibban, 3826; Hakim, 1/455. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[521]   el-Bakara, 2/201.

[522] el-Bakara, 2/125.

[523] el-Bakara, 2/158.

[524] Müslim, 1218; Ebû Dâvud, 1905; Nesâi, 5/143; İbn Mâce, 3074.

[525] Müslim, 1284; Ebû Dâvud, 1816; Nesâi, 5/205.

[526] Bu hadis, hasen li ğayrihidir. Tirmizî, 3585. Bu rivayetin senedinde, Muhammed b. Ebi Humeyd vardır. Hadis alimlerine göre bu ravi zayıftır. Bkz. et-Takrib, 2/290. Hadisi ayrıca Beyhakî, Ebû Hüreyre’den rivayet etmiştir. Bkz. Şuabü’l-iman, 4072. İbn Adiy der ki: Bu hadis, münker bir hadistir. Çünkü Malik, Semiy’den o da Ebû Hüreyre’den rivayet etmiştir. Oysa Abdurrahman b. Yahya’dan başkası ondan rivayet etmez. Abdurrahman ise bilinmeyen biridir.

Hadisi, Taberâni de rivayet etmiştir. Bkz. Taberâni, 13/2; es-Sahiha, 4/7. Ancak bu rivayetin senedinde, Kays b. Rabî vardır. Bu ravinin ezberi kötüdür.

Sonuç olarak, tüm bu rivayetlerin birbirini teyit etmesi hadisi güçlendirmektedir.

[527] Müslim, 1218; Ebû Dâvud, 1905; Nesâi, 5/143; İbn Mâce, 3073.

[528] Buhâri, 1685; Müslim, 1281; Ebû Dâvud, 1815; Tirmizî, 918; Nesâi, 5/268.

[529] Fethü’l-Bârî, 3/533.

[530] Buhâri, 1752; Nesâi, 5/276.

[531]   Müslim, 1218; Ebû Dâvud, 1905; Nesâi, 5/143; İbn Mâce, 3073.

[532] Buhâri, 1601; Ebû Dâvud, 2207.

[533] Müslim, 1330, 1331; Nesâi, 5/219, 220.

[534] İmam Nevevî, Şerhu Müslim, 1/429.

[535] Bu rivayet sahihtir. Hatîb el-Bağdadî, Tarihu Bağdad, 10/116; Beyhakî, Şuabü’l-iman, 4128.

[536] Buhâri, 6385; Müslim, 1344; Ebû Dâvud, 2770; Tirmizî, 950; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 540.

[537] Müslim, 1909; Ebû Dâvud, 1520; Tirmizî, 1653; Nesâi, 6/36; İbn Mâce, 2797.

[538] Müslim, 1908.

[539] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 2541; Tirmizî, 1657; Nesâi, 6/25; İbn Mâce, 2792.

[540] Buhâri, 1890.

[541] Müslim, 1731; Ebû Dâvud, 2612; Tirmizî, 1617; İbn Mâce, 2858.

[542] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 2601; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 507; İbn Sünnî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 505.

[543] Buhâri, 4100; Müslim, 1805; Tirmizî, 3856.

[544] Buhâri, 2933; Müslim, 1742; Tirmizî, 1678; Ebû Dâvud, 2622; İbn Mâce, 2796.

[545] Buhâri, 4106; Müslim, 1803; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 533.

[546] es-Saffât, 37/177.

[547] Buhâri, 371; Müslim, 1365; Tirmizî, 1550; Nesâi, 6/131, 132.

[548] el-Bakara, 2/250.

[549] Âl-i İmran, 3/147.

[550] el-Enfal, 8/45.

[551]   Buhâri, 4317; Müslim, 1776; Tirmizî, 1688; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 8597.

[552] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 2632; Tirmizî, 3578; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 10441; İbn Hibban, 4761.

[553] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1537; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 10437; İbn Hibban, 4765; Hakim, 2/142. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[554] Bu hadis, sahihtir. Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 4357, 10455.

[555] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 3/424; Buhâri, el-Edebü’l-müfred, 700; Ne­sâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 609; Taberâni, el-Kebir, 5/47 (4549); Hakim, 1/506-507, 3/23-24. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[556] Buhâri, 6385; Müslim, 1344; Ebû Dâvud, 2770; Tirmizî, 950; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 540.

[557] Buhâri, 12; Müslim, 159; Ebû Dâvud, 5194; Nesâi, 8/107; İbn Mâce, 2253; Ahmed, 2/169.

[558] Müslim, 191; Tirmizî, 2688; İbn Mâce, 3692.

[559] Bu hadis, hasendir. Bezzâr, hadis no: 2002.

[560] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 4/286; Buhâri, el-Edebü’l-müfred, 787; İbn Hibban, 491; Ebû Ya'la, 1687.

[561] Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 1855; Buhâri, el-Edebü’l-müfred, 981; Ahmed, 2/170; İbn Mâce, 3694; İbn Hibban, 489. Tirmizî bu hadis için ‘Hasen sahih’ demiştir.

[562] Bu hadis, hasendir. Buhâri, el-Edebü'l-müfred, 811; İbn Hibban, 504.

[563] Buhâri, 1240; Müslim, 5546; Ebû Dâvud, 5030.

[564] Bu hadis, hasendir. Taberâni, el-Kebir, 879, 880; el-Evsat, 7468; Buhâri, el-Edebü'l-müfred, 984.

[565] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 5197; Tirmizî, 2694.

[566] Bu hadis, hasendir. Bezzâr, 2006; İbn Hibban, 498; es-Sahiha, 1446.

[567] Bu hadis, hasendir. Taberâni, el-Evsat, 7987.

[568] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 5208; Tirmizî, 2706; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 371, 373.

[569] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 5195; Tirmizî, 2689; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 339.

[570] Buhâri, 5/290.

[571]   Fethü’l-Bârî, 5/290.

[572] Bu hadis, hasendir. Taberâni, el-Evsat, 5591.

[573] Bu hadis, hasendir. Ebû Dâvud, 5212; Tirmizî, 2727; Ahmed, 4/289, 203; İbn Mâce, 3703; es-Sahiha, 525.

[574] Bu hadis, hasendir. Taberâni, el-Evsat, 245; İbn Vehb, el-Cami’, 38, 39; es-Sahiha, 526.

[575] Bu hadis, hasendir. Taberâni, el-Evsat, 97.

[576] Bu hadis, hasendir. Taberâni, el-Kebir, 6/256, hadis no: 6150.

[577] Buhâri, 6263; Tirmizî, 2729.

[578] Buhâri, 1162, 6382; Ebû Dâvud, 1538; Tirmizî, 480; Nesâi, 6/80-81, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 498; İbn Mâce, 1383.

[579] Buhâri, 6345; Müslim, 2730; Tirmizî, 3431; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 652; İbn Mâce, 3883.

[580] Âl-i İmran, 3/173.

[581] Buhâri, 4563, 4564; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 11081.

[582] el-Enbiya, 21/87.

[583] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 1/170; Tirmizî, 3500; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 656; Hakim, 1/505, 2/283.

[584] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 1/91, 94; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 629-631; İbn Hibban, 865; Hakim, 1/508. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[585] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3522. Bu hadisin senedinde, zayıf bir ravi olan Yezid er-Rekkaşî vardır. Ancak Hakim’in bir rivayeti, bu hadisi teyit etmektedir. Bkz. Hakim, 1/509.

[586] Bu hadis, hasendir. İbn Hibban, 970.

[587] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 1/391, 452; Ebû Ya'la, 5297; İbn Hibban, 972; Hakim, 1/509.

[588] Müslim, 918; Ahmed, 6/309; Ebû Dâvud, 3119; Tirmizî, 3511; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 1080, 1087; İbn Mâce, 1598.

[589] Buhâri, 3693; Müslim, 2403.

[590] Müslim, 389.

[591] Müslim, 2664; İbn Mâce, 4168; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 621.

[592] Bu hadis, sahihtir. İbn Hibban, 974.

[593] el-Bakara, 2/201.

[594] el-Bakara, 2/286.

[595] Âl-i İmran, 3/8-9.

[596] Âl-i İmran, 3/191.

[597] Yunus, 10/85-86.

[598] el-Kehf, 18/10.

[599] el-Furkan, 25/65.

[600]           el-Furkan, 25/74.

[601] en-Neml, 27/19.

[602] es-Saffât, 37/100.

[603] el-Ahkâf, 46/15.

[604]           Buhâri, 6389; Müslim, 2690; Ebû Dâvud, 1892; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 10895, 7035.

[605] Buhâri, 834; Müslim, 2705; Tirmizî, 3521; Nesâi, 3/53; İbn Mâce, 3835.

[606]           Fethü’l-Bârî, 2/372.

[607] Buhâri, 6398; Müslim, 2719.

[608]           Buhâri, 6375; Müslim, 2705; Nesâi, 1/51.

[609]           Müslim, 2721; Tirmizî, 3484; İbn Mâce, 3832.

[610] Müslim, 2654; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 7739.

[611]   Müslim, 2725.

[612] Müslim, 2720.

[613] Müslim, 2697.

[614] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1510; Tirmizî, 3546; İbn Mâce, 3830; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 607; İbn Hibban, 947, 948; Hakim, 1/519. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Tirmizî ise bu hadis için ‘Hasen sahih’ demiştir.

[615] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 3/117; Tirmizî, 2572; Nesâi, 8/279, Ame­lü’l-yevmi ve’l-leyle, 110; İbn Mâce, 4340; İbn Hibban, 1034; Hakim, 1/535. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[616] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 1/5, 7, 8, 9; Buhâri, el-Edebü'l-müfred, 714; Tirmizî, 3553; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 879; Hakim, 1/589. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[617] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3501; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 401; Hakim, 1/528. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[618] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 4/444; Tirmizî, 3484; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 993, 994; İbn Hibban, 899; Hakim, 1/510. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[619] Bu hadis, hasen li ğayrihidir. Ahmed, 1/209; Buhâri, el-Edebü'l-müfred, 726; Tirmizî, 3514. Bu hadisin senedinde, Yezid b. Ebi Ziyad el-Haşimi vardır. et-Takrib’de belirtildiği gibi bu ravi zayıftır. Bkz. a.g.e., 2/365. Ancak bu hadisi teyit eden ve güçlendiren başka rivayetler bulunmaktadır. Bkz. es-Sahiha, 1523.

[620] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 5/243; Tirmizî, 3235. Tirmizî bu hadis için ‘Hasen sahih’ demiştir. Tirmizî, bu hadisi Muhammed b. İsmail’e (Buhâri’ye) sorduğunu ve onun bu hadis için ‘Hasen sahih’ dediğini rivayet eder.

[621] Âl-i İmran, 3/7.

[622] Ahmed, Nesâi ve diğerleri.

[623] Abdurrezzak bunu, Ma’mer’den, o da İbn Tavus’tan, o da babasından, o da İbn Abbas’tan rivayet ederek kitabında zikretmiştir.

[624] el-Ahzâb, 33/22.

[625] İhtiyarü’l-evlâ fi şerh-i ihtisami’l-a’lâ, s. 6-8.

[626] Bu hadis, hasendir. Ahmed, 6/302, 315; Tirmizî, 3522; İbn Ebi Âsım, es-Sünne, 223; el-Âcurrî, eş-Şeria, 216.

[627] Âl-i İmran, 3/8.

[628] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, Tuhfetü’l-ahvezî, 3681; Hakim, 1/523.

[629] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 3/424; Buhâri, el-Edebü’l-müfred, 700; Ne­sâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 609; Taberâni, el-Kebir, 5/47 (4549); Hakim, 1/506-507, 3/23-24. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[630] Bu hadis, sahihtir. Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 7868; Hakim, 1/510. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Tirmizî, 3533; İbn Mâce, 3833. İbn Mâce, bu hadisi Ebû Hüreyre’den rivayet etmiştir.

[631] Nesâi, 3/54-55; İbn Hibban, 1971; Hakim, 1/524-525.

[632] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 6/134; İbn Mâce, 3846; İbn Hibban, 869; Hakim, 1/521-522. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[633] Bu hadis, hasendir. İbn Hibban, 949; Hakim, 3/591.

[634] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 4/21, 217; Taberâni, el-Kebir, 8369; İbn Hibban, 901.

[635] Buhâri, 6368; Müslim, 589; Ebû Dâvud, 880; Tirmizî, 3489; Nesâi, 4/105, 8/255; İbn Mâce, 3838. 

[636] Buhâri, 2823; Müslim, 2706; Ebû Dâvud, 1540; Tirmizî, 3481; Nesâi, 8/257-258.

[637] Buhâri, 7383; Müslim, 2717.

[638] Buhâri, 6616; Müslim, 2707; Nesâi, 8/269-270.

[639] Buhâri, 6367; Müslim, 2706; Ebû Dâvud, 1540; Tirmizî, 341; Nesâi, 8/257-258.

[640]           Buhâri, 6374; Tirmizî, 3562; Nesâi, 8/266, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 131, 132.

[641] Buhâri, 832; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 7889.

[642] Müslim, 2716; Ebû Dâvud, 1550; Nesâi, 3/56; İbn Mâce, 3839.

[643] Müslim, 2739; Ebû Dâvud, 1545; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 7955.

[644]           Müslim, 2722; Tirmizî, 3567; Nesâi, 8/260.

[645] Ebû Dâvud, 1551; Tirmizî, 3487.

[646]           Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1544; Nesâi, 8/262; İbn Mâce, 3842; İbn Hibban, 1030; Hakim, 1/531.

[647] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1552; Nesâi, 8/282-283; Hakim, 1/531.

[648]           Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 2059; İbn Mâce, 3511; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 7930.

[649]           Bu hadis, sahihtir. Tirmizî, 3591; İbn Hibban, 960; Taberâni, el-Kebir, 19/19/36; Hakim, 1/532. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[650] Bu hadis, hasendir. Buhâri, el-Edebü'l-müfred, 117; Nesâi, 8/274; Ahmed, 2/346; İbn Hibban, 1033; Hakim, 1/532.

[651] Bu hadis, sahihtir. Taberâni, el-Kebir, 17/294, hadis no: 810.

[652] Bu hadis, hasendir. Hakim, 1/531.

[653] Bu hadis, hasendir. İbn Hibban, 82; İbn Mâce, 3843; İbn Ebi Şeybe, 10/185; İbn Abdulberr, Camiu beyani’l-ilim, s. 215.

[654] Bu hadis, sahihtir. Ahmed, 3/192, 255, 283; Nesâi, 8/264; İbn Hib­ban, 83; Hakim, 1/104. Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[655] Müslim, sıfatü’l-cenneti ve’n-nar, 7073.

[656] Buhâri, 6593; Müslim, 2293.

[657] Âl-i İmran, 3/17.

[658] Âl-i İmran, 3/135.

[659] en-Nisâ, 4/106.

[660]           en-Nisâ, 4/110.

[661] el-Enfal, 8/33.

[662] Hud, 11/3.

[663] Hud, 11/52.

[664]           Muhammed, 47/19.

[665] Nuh, 71/10-12.

[666]           el-Müzzemmil, 73/20.

[667] Buhâri, 6306; Tirmizî, 3390; Nesâi, 8/279.

[668]           Buhâri, 6307; Tirmizî, 3255; İbn Mâce, 3815; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 10269.

[669]           Müslim, 2702; Ebû Dâvud, 1515; Nesâi, es-Sünenü'l-kübra, 10276.

[670] Müslim, 79; İbn Mâce, 4003.

[671] Müslim, 2749.

[672] en-Nasr, 110/1-3.

[673] Müslim, 484.

[674] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1516; Tirmizî, 3430; İbn Mâce, 3814; Nesâi, Amelü’l-yevmi ve’l-leyle, 458; İbn Hibban, 927. Tirmizî bu hadis için ‘Hasen sahih garip’ demiştir.

[675] Bu hadis, sahihtir. Ebû Dâvud, 1517; Tirmizî, 3572.

[676] el-Mutaffifîn, 83/14. 

[677] Bu hadis, hasendir. Tirmizî, 3334; İbn Mâce, 4244; Nesâi, Amelü’l-yev­mi ve’l-leyle, 418; İbn Hibban, 930; Hakim, 2/517.