İKİNCİ DÖNEM

(BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA)

 

 Ümmeti bir yapıp, onları bir araya geti­ren, İslami bilin ve onda ki; doğruluk, Allah için ihlaslı olma ve İman kardeşlerine olan sevgidir. Fakat bunlar kaybedildiği zaman. mücadeleler başlar ve ümmet birliğini kaybe­der. Safevi devletinin bir anda, İslamın düş­manları olan ve İslam evlatları ile savaşan sö­mürgeci düşman Portekizlilerin yanında nasıl da yer aldıklarını gördük. Bu konumun sebebi mezhep ihtilafından ve içte taşınılan in­tikam hırsından başka bir değildi. Bu şe­kilde, Müslüman kardeşleri ile olan Osmanlı­larla savaşları da aynı sebepten başkası de­ğildi.

Böylece ırkçılık fikrinin ortaya çıkması ile İslam ümmetinin parçalanışı daha da arttı.

Hilafet devletine karşı olan ve Arapların devrimi diye bilinen hareketin nasıl olduğunu ve bundan doğan neticeleri de biliyoruz.

Hilafet devleti, cahili devletleri yıkılıp, inançları ortadan kaldırılanların taşımış ol­dukları kinin neticesinde ve ırkçı mücadeleler, kavimlerin uydurma şeref tartışmaları gibi etkenlerle daha da zayıfladı.

Hilafet devleti, Birinci Dünya Savaşı ta­raflarından herhangi bir tarafa katılmada da geç davrandı. Irkçı çekişmeler ve mücadele­lerden dolayı olan düşmanlıktan ötürü Devle­tin bu savaşa katılması için yeterli imkan yoktu.

Hilafet devleti birinci dünya savaşından yenik olarak çıktı. Gücü daha da zayıfladı. Çünkü topraklarından bir çoğunu ve nice as­kerlerini kaybetmişti. Artık ırkçılık taraftar­ları her bölgede harekete geçmişti tabi ki bunda da, bu devletlerin düşmanlarını bazı şehirleri işgal etmek için cesaretlendirdi ve onlara imkan verdi. İşgal ettikleri yerleri kendi aralarında paylaştılar. Almış oldukları yerlerde sömürgeci zihniyeti uyguladılar. Bu bölge­lerde, sömürgeci siyaset diye bilinen özel bir yöntem kullandılar. Bu siyaset, şehirlerin, böl­gelerin arasını, onları birbirine bağlıyan hiçbir bağı, birliklerini sağlayan hiçbir fikri ve onları tek ümmet yapan inancı kabul etmek­sizin ayırmayı, gerektiriyordu. Sömürgeciler bundan sonra da kendi dillerini eğitimde ve resmi dairelerde mecbur kıldılar. Yine İslam akidesinin, ümmeti birleştiren bağların öğre­tilmesini kısıtladı. Mümkün olduğu kadar cihad fikrinde uzaklaştırıp sömürgecilere ve onların toplumlarına dair harika tasvirler, vermeyi mecbur kıldılar. Sömürgeye katı­lanlarıda farklı gösterdiler. Fesadı, gev­şekliği, ihmalkarlığı, zafiyeti, eksik bırakmayı, vakti zayi etmeyi sevdirip, alıştırdılar ki, böy­lece geri kalmışlık ve güçsüzlük hissi yayılsın. böylece işgal edilen bölgelerde farklı siyasi gruplar ve yeni toplumsal çevreler oluştu.

Bazıları şunlardır:

a)Vatanperverlik: Sömürgeciler İslam bel­delerini kendi aralarında ayırınca, tek bir mıntıkayı bile parçalara ayırdılar. Sahip ol­dukları siyati gerçekleştirmek için her sömür­geci, bu parçalardan birini aldı. Bu siyasetin hedefi tek olan İslam ümmetini farklı olu­şum­lara bölmekti. Böylece her oluşum ken­dine has olup, onu komşularından ayırıp uzak­laştıran, aralarında ihtilaf çıkaran bir si­yaset içerisinde varlığını sürdürecekti. Bu şeklin iyice anlaşılması için bir örnek verelim. Örneğin Şam, tek bir bölgedir, ama dört par­çaya bölünmüştür. Fransızlar Şamın kuzey böl­gesini, İngilizler Şam’ın güney bölgesini almışlardır. Daha sonra Fransızlar kuzeyi ikiye Suriye ve Lübnan diye bölmüşlerdir. Böylece parçalanma daha da artmıştır. Çünkü bu böl­genin tek bir devlet olmasını, terimsel ifade ile, tek bir vatan olmasını istememişler­dir. Ke­­za İngilizlerde aldıkları güney gölgesini de Filistin ve Ürdün diye ikiye ayırmışlardır. Daha da ötesi, parçalanma ve bela artsın diye, İngilizler Yahudilere, kendilerine Filis­tinde bir devlet kurmak için izin vermiş­lerdir. Böylece bu devlet Müslümanların içinde bir diken, bo­ğazlarında bir düğüm ve gözlerinde çapak ol­muştur. Aynı zamanda İslam düşmanları için bir merkez, en hassas ve önemli bölgede bir karargah olmuştur. İşte böyle Şam bölgesi dört parçaya ayrılmış­tır. Evet İslam toprakları param parça ırkçı devletler halini almışlardır. Tek ırkın bulun­duğu yerler dahi vatan denen birkaç parçaya ayrılmıştır. Yani İslam ümmeti bir çok kısım­lara ayrılmış ve parçalanmıştır. İşte ümmeti zayıflatan da budur. gücünden artık korkul­maz olmuştu. Bu devletçiklerin aralarında olan siyasi çekişmeler ve fikri ayrılıklardan dolayı kolaylıkla bu devletlere parça parça boyun eğdirmek artık mümkündü. Zira sö­mür­geciler bunların arasında sı­nırlardan, sulardan, güçten dolayı çarpışma­lar ve fitne çıkar­mayı başarmışlardı. Her grup aklı sıra, oturduğu bölge ve ikamet ettiği toprak için çalıştığı müddetçe vatan için çalışıyordu.

Toplumun düşmanları olan sömürgeciler topraklarını işgal edip, kendileri ile inanç dil ve hedef olarak farklılaştığı müddetçe; top­lum onlara karşı çıkmaya ve direnmek için çalışmaya rağbet ediyordu. Böylece ortaya partiler çıktı.

Partiler:

Toplumun fertleri birbirlerinden bazen aile fertlerinin sayısı, bazen kabile fertlerinin sayısı veya bilgi, servet konum, başkalarını etkileme, başkalarını kendilerine çekme ve etraflarında toplama imkanına sahip olma yönü ile farklı farklı idiler. Bazı imkan sahipleri insanları toplamak ve onları vatancılığa, sö­mürgecilerle mücadeleye çağırmak için ça­lıştılar. Böylece siyasi birlikler ve partiler ha­line geldiler. Her birliğin başkanlığını bu bir­liğe davet eden, bu birliğin takip edeceği proğramı hazırlayan, çalışma yöntemini, tâbi olacağı düşünceyi ve kabul edeceği ilkeyi çizen kişiler ele geçirdiler. Bu liderlerden ba­zıları, sömürgecilerle olan ihtilafın aslının inançtan doğduğu ve sömürgecileri toprakla­rımıza getiren, onu işgal ettirenin inanç ol­duğu görüşüne vardılar. Sömürgeciliğin takip ettiği yolun bu olduğunu düşündüler. Böy­lece daha bir kararlılıkla İslamla savaşmaya başladılar. Örneğin, İslami eğitime karşı çık­maya cesaretlendirme, örtü ile mücadele, öz­gürleşme adı ile her şeyi helal görme, içki­nin yayılması için çalışma, kadın erkek karı­şımı, hürriyet adı ile erkeğin ve kadının iste­diği gibi davranması, ve bunun gibi zikret­meye gerek olmayan herkesin bildiği fesat türleri.

Aynı şekilde bazı liderlerde İslami çalış­manın sömürgeciliğe karşı çıkmak için asıl temel olduğu ve hareket noktasının İslam olması gerektiği görüşüne vardılar. İslamda ki doğru çalışma, insanın sahip olduğu içi di­namik, savunma duygusu, heva heves ve maslat peşinde koşmamak için bir tazminat olması, fesada yol vermemesi gibi nedenler­den dolayı İslam en güzel vesile idi. İşte bun­dan dolayı da İslami partiler ortaya çıktı.

Sömürgeciler, İslami çalışmaların gü­cünü, görmüş olduğu desteği ve bu çalış­ma­lardaki sadakati görmüşlerdi. Zira onu des­­tekleyen şeylerden biride cihaddı. İşte bundan dolayı diğer gruplar hariç İslami grup­larla olan mücadeleleri daha çok ve güçlü oluyordu.

Bu gruplar için en güçlü vesileleri seçti­ler. başka gruplar için hazırladıkları usluptan daha farklı usluplar seçtiler. çünkü bu İslami gruplarda ki gençleri fitnelere düşürmek, aleyhlerinde iftiralar atmak ve bazı şayialar çıkarmak sureti ile çok çirkin metodlar seç­mişlerdi. Fakat bu uslupların uygulanışı çok kolay olmuyordu ve başarı şansıda azdı. Ba­zen de insan kılığına girmiş şeytanlar vardı ki cinlerden olan şeytanları da aşan tuzaklar ve çirkinlikler hazırlıyorlardı. Bazen Müslüman gençleri hazırlamış oldukları şirklerin düşür­meyi başarıyorlardı. İblis vardı, ve düşmanı adem oğlu idi.

Düşmanların, İslami gruplara olan baskı ve onlara yaptığı saldırı, yaymış olduğu iftira­lar, çıkardığı şaialar, cini ve insi şeytanların oyunları gibi etkenlerden dolayı, bu İslami çevreler toplumun kendilerinden beklemiş oldukları güzel hedefleri yerine getirmeye güçleri yetmedi.

İslami davetinin, başka gruplardan daha çok birliğe çağırması ve safları birleştirmeye özen göstermesine rağmen ki bu kalpten gelen bir davettir, zira bu çağrı inancın teme­lidir. Böyle olmasına rağmen bakarsın ki bir bölgede birden çok İslami gruplar vardır. Bunun sebebi ise düşüncelerin farklılığı, ba­kış açılarının değişmesi, doğru çalışma, niye­tin ihlaslı olması meselesidir.

İslami çalışmalar İslam akidesinden doğ­duğu müddetçe Müslümanların tek yumruk olmaları gerekir. İşte bu yapılmaz ise çalış­malar zayıflar, fikir sahipleri dağılır, kalpler farklılaşır ve birden çık atan kalp bulunur. Bu farklılaşmalar İslami asıldan uzaklaşmadan başka bir şey değildir. Herkes bilsin ki, düş­man bu çizgi ile şu çizgi arasını ayırd etmiyor. Her ikisi de düşmanın hedefi oluyor. Oklar ona çevrilip, bütün bedeni, yani İslam diyarını besleyen kalp hedef alınıyor. Müslümanların buna dikkat etmeleri ve safları birleştirip, par­çalanmayı terk etmeleri gerekir. Zira Müslü­manların hepsi tek hedeftir. Her iki çevre de İslami fikri taşıyıp, onun proğramına tabi ol­maya çalıştığı ve ırklara, bölgelere bakmaksı­zın İslam ümmetinin birliğine çalıştığı müd­detçe aralarında hedef olmada bir ayırım olmaz.

Daha önce bahsettiğimiz gruplardan ba­zıları davet olarak ırkçılığı seçip, onun söy­lemlerini bayraklaştıran ve bu fikre katılanları kendisinin destekçisi görenler vardır. Böyle bir grup sömürgeci işgalciler için İslami çev­relerden daha az tehlikelidirler. Zira sömür­gecileri ve akide olarak veya onlarla cihad ederek mücadele etmiyorlar. Böylece de ırk­çıların bazı fertlerini makamla, gerçekleşecek bir menfeatla veya iştahını kabartan bir şeyle kandırarak kendilerine çekmeleri mümkün­dür. Çünkü dayandıkları temel belli bir kavim olupta tüm ümmet olmadığı müddetçe zayıf ve değersiz olacaktır. İşte bazı durumlarda var olan ümmetin yakınlaşması ve birbirlerine doğru meyletmeleri bu asıldan yani ırkçılıktan doğuyor. Nefretler, ihtilaflar doğuyor liderle­rin sesleri yükseliyor ve sadakatlarını ilan edi­yorlar. Bunun delilide bazen sömürgecilerle ihtilaf edip, birbirlerinden nefret etmeleridir. Çünkü bakış açıları farklı. Bizler bu vatanın insanıyız, onlar ise işgalci yabancılardır. Bu tür sözlerle insanları kendilerine çekmek ve gruplarına katmak için bir süre ticaret yapı­yorlar. Böylece sömürgecilere olan kin boşal­tılıp azaltılmış oluyor. Ve bazı anlaşmalar sağlanıp, bir takım menfeatlar elde ediyorlar.

Bir takım gruplarda bazı maslahatlar te­min etme ve bazı konumlara ulaşma esası üzerine kuruluyor. Her toplum da buna ben­zer gruplar bulunur. Sahip oldukları bazı im­kanlarla, bunlarda bir takım insanları kendile­rine çekerler ve bir birlik kurarlar. Vatanper­verlik, vatan topraklarının birleşmesi ve ça­lışmak gerektiği hakkında konuşurlar. Ken­dileri gibi olan insanlar ve güzel söze kanan, konuşmadan hemen etkilenen ve çokluktan hoşlanan halk tabakasıda etrafını sarar. Sa­yılar artıp, kitlelere ulaşınca, ağızlar daha çok vatancılıkla açılır kapanır, bayraklar kaldırılır. Bazı sözler sloganlaşır ve bazı liderler bir ta­kım menfaatlara ulaşmak ve rağbet görmek için toplumun belli isteklerini dile getirirler. Ülkenin başına musallat olmuş sömürgeciler de bu topluluğun liderlerinin gerçekleştirmeyi istedikleri şeylere yardımcı olurlar. Böylece belki bu komutanları saflarına katabilirler ve toplumun bir kesimininde sesini kısarlar ve sukünet sağlanmış olur. Her iki tarafında bazı dünyevi arzuları gerçekleşmiş olur. Ümmetin ise hiçbir payı olmamıştır. Bilakis ümmet az denemeyecek kadar; Allah’ın şeraitinin tatbik edilmesi, insanlar arasında adalet ve zayıflara yardım gibi emellerin biri dahi gerçekleşme­yerek zarar etmiştir. Yüce ve büyük olan Al­lah’tan başka güç kuvvet sahibi yoktur.

Ümmet bu şekilde farklı kamplara bölü­nür. Ve kalpler farklılaşır. Zira liderlerin istek­lerinin doğruluğu ve yapılan çağrıların sıhhati bilinmez olur. Sesi çok çıkanlar bazı ma­kamlara yükselir. Etraflarında olanlar birkaç parça menfeat elde ederler. Haklar zayi olur ve fakirler ve seslerini duyuramayanlar yine zarar ederler. Dıştan gelen sömürgeciler yine bu işten büyük karlar elde ederek zafer kaza­nırlar. Çünkü sömürgeciler ümmetin ikti­sa­tından yine en büyük payı almışlardır. Aynı zamanda da ümmeti zayıflatmak ve par­çalara bölmek, saflarını ayırmak onları aki­delerinden uzaklaştırmak gibi hedeflerinide gerçekleşmişlerdir. Bununla birlikte kendi toplumlarını da korumuşlar, düşüncelerini ve ilkelerini yay­mak ve Müslümanların gerile­mesi ve zayıflaması gerektiği düşüncesini yerleştirmek için çalışmışlardır.