ABDULLAZİZ RANTİSİ HATIRALAR.. 2

Örnek Önder Rantisi 2

Prof. Rantisi Kimdir?. 2

Mukaddime. 4

Rantisi Kimdir?. 5

Şehid Rantis’nin Hayatının Son Saatleri 6

Siyonistler Dr. Rantisi Suikastı Dolayısıyla Eğleniyorlar 7

İsrail Stratejisi 7

Bir Şair Olarak Rantisi 7

Vatan Uğruna Kalk Ayağa. 8

Hatıralar 12

1. 12

1956 Han Yunus Katliamı 12

İşgalin Cinayetlerinden Biri; Yoksulluk. 12

Siyonist İşgal Ve Hemşirelik Fakültesi 14

2. 14

Cezaevinde Keramet 15

Tek Kişilik Zindanda Geçen Üç Ay. 15

Duanın Kabulü. 16

Allah'ın Alçalttıklarına Kimse Değer Vermez. 16

3. 17

Kabul Edilen Dua. 17

Lübnan'a Sürülme. 18

İşkence Yolculuğu. 19

Zamriya Sınır Kapısı 19

4. 19

Sürgünde İlk Cuma Hutbesi 20

Verdiğimiz Karar Doğrultusunda Konumumuzda Sebat Edip Durduk. 20

Mercü'z-Zuhr Köyünün Muhtarı 21

Tarihi Anlaşma. 21

Garip Amerikan Toplumu. 22

Dr. Rantisî'nin Katli Dolayısıyla İhvan-I Müslimin Cemaatinden Yapılan Açıklama  22

Filistin İhvan-ı Müslimin Cemaatinin Açıklaması 23

Şehid Rantisi'nin Yazdığı Son Makalesi 23

Röportajlarından Seçmeler 25

Dr. Rantisi’nin Eşiyle Bîr Röportaj 28

Allah'a Emanet Ol Ey Rantisi! 30


 

ABDULLAZİZ RANTİSİ HATIRALAR

 

Örnek Önder Rantisi

 

Şeyh Ahmed Yasin'in şehid edilmesinden sonra Gazze'de Filistin İslâmî Direniş Hareketi1-(HAMAS) lideri seçilmesi ve çok geçmeden onun da işgalcilerin vahşi bir saldırısına maruz kalarak şehid edilmesi sebebiyle Prof. Dr. Abdülaziz Rantisi ismi, bir dönem dünya gündemin­de bayağı öne çıkmıştı. Ancak o, çocukluğundan itibaren direniş ve aktif mücadele potasının içinde kendini bul­muş, emperyalizmin İslâm coğrafyasının kalbine sapladı­ğı paslı hançere karşı yürütülen mücadelede hep önde ol­maya çalışmış biridir.

Doktorluk unvanı sadece akademisyen olmasına da­yanmıyordu. Tahsilini tıp alanında yaptığı ve öncelikle ta­bip olduğundan bu unvanı almıştı. Bu yüzden insan haya­tının değerini ve önemini mesleki açıdan da önceleyen bi­riydi. Fakat insan hayatıyla çekirge hayatım bir tutan, be­bekleri annelerinin kucaklarında, çocukları babalarının arkalarına sığındıkları sırada hunharca katletmekten çekin­meyen Siyonistlerle mücadele etmek zorundaydı. Bu yüz­den bir yandan mesleki görevini yerine getirip tıp alanında profesörlük unvanı alacak kadar ilerlerken diğer yandan da Siyonist vahşete karşı aktif mücadelede sürekli ön saflarda yer aldı.

Filistin'de aktif mücadelede ön saflarda olmak aynı za­manda hedefte olmak anlamına gelir. Sadece Siyonist saldırganların değil aynı zamanda onları himaye eden, onlara arka çıkan çağdaş emperyalist güçlerin de hedefinde ol­mak!.. Bugüne kadar Filistin direnişine Öncülük edenlerin başlarına gelenleri iyi tahlil edersek, bu mücadelede lider olmanın, Öncü olmanın bir makam ve nimet sahibi olmak değil göğsünü roketlere, füzelere, mermilere açma cüreti ve cesareti göstermek olduğunu çok iyi anlarız. Fakat o müca­delenin sürmesi için birilerinin bu cesareti gösterebilmesi gerekir. İşte Rantisi tam bir gönül rahatlığı içinde ve şeha-deti önemli bir arzu telakki ederek bu cesareti gösterenler­dendi.

Rantisi, Mercu'z-Zuhr sürgünleri olarak bilinen ve bir gece yarısı evlerinden alınıp gözleri bağlı bir şekilde Lübnan'ın güneyinde bir araziye bırakılan 415 kişinin de bir yıl boyunca sözcülüğünü yaptı. İşgalci Siyonist devletin bu in­sanları sürgün etmesinin amacı Filistin direnişini başsız ve öndersiz bırakmaktı, Fakat o insanlar her türlü zorluğa kat­lanarak yurtlarına dönmekte ısrar etmek suretiyle haklı ve meşru mücadelelerinin başına dönmeyi başardılar. Bunu başarabilmek için Avrupa ülkelerinin tüm cazibeli teklifleri­ni reddetmeleri de övgüye şayan önemli bir dik duruş örnegiydi. Rantisi, işte burada verilen mücadelenin de hem söz­cüsü hem öncüsüydü.

Hayatı yoğun çalışma ve aktif mücadeleyle dolu, İslâm âlemi açısından özel yeri ve anlamı olan bir mücadelenin öncülüğünü yapmış olan Rantisi'nin anılarında, mutlaka önemli dersler olacağını düşünüyoruz. Onun anılarım okurken belki de kendinizi aynı hayatı yeniden yaşar gibi hissedeceksiniz. Bu da size çok şey kazandıracak.

Rantisi'nin anılarını kitap haline getirerek okuyucunun ilgisine sunanlara da bu anıları Türkçe'ye kazandıranlara da teşekkür ediyoruz.

Ahmet VAROL Gazeteci-Yazar

 

Prof. Rantisi Kimdir?

 

Şeyh Ahmed Yasin'in şehit edilmesinden sonra Fi­listin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS)'nin Gazze bölge­si genel sorumlusu olarak seçilen ve son dönemde ismi bayağı öne çıkan Prof. Abdülaziz Rantisi de direnişin, mücadelenin içinde yoğrulmuş biridir. Hicretten sürgü­ne, zindandan füze saldırısına kadar, siyomst vahşetin yansıması olan bütün zulümlere muhatap olmasına rağ­men verdiği mücadeleden bir adım geri atmamıştır.

Abdülaziz Ali er-Rantisi 23 Ekim 1947'de bugün İsra­il olarak gösterilen, ama gerçekte bütün halindeki Filis­tin'in gasp edilmiş bir parçası olan bölgedeki Yafa ile -dud arasında kalan Yebna köyünde dünyaya geldi. Aile­si köyün en zenginlerindendi ve geniş araziye sahipti. Ama o daha altı aylıkken ailesi işgalci Siyonistlerin köy­lerini gasp etmeleri sebebiyle hicrete zorlandı ve böylece daha bebeklik çağında  hicreti yaşadı. Ailesi hicretten sonra Gazze'nin güneyindeki Han Yunus kasabasına ku­rulan bir mülteci kampına yerleşti. Artık BM mültecilere Yardım Yüksek Komiserliği (UNRVVA)'nin yardımlarına el uzatan oldukça yoksul bir aile haline gelmişti.

Siyonist saldırganların köylerini işgal etmeleri sebe­biyle ailesinin bütün mal varlığını kaybederek UNR-VVA'nm yardımlarına el uzatan son derece yoksul aile ha­line gelmesi Rantisi'yi de küçük yaştan itibaren çalışma­ya zorladı. Çünkü 11 fertten oluşan ailesinin geçimine bir katkıda bulunması gerekiyordu. Bu yüzden yaşıtlarıyla oynamaya fırsat bulamadan altı yaşından itibaren oku­lundan artan zamanlarda iş bulup çalışmaya başladı.

Bütün zorluklara ve ailesinin yoksulluğuna rağmen öğrenimini sürdüren ve üstün zekâsıyla öne çıkan Abdü-laziz Rantisi, 1965'te liseyi bitirerek üniversite tahsili için Mısır'ın İskenderiye şehrine gitti. 1970'te Kahire Tıp Fakültesi'nden üstün başarıyla mezun oldu. Daha sonra Gazze'ye döndü ve hem doktor olarak çalışmaya başladı hem de üniversitede yüksek lisans ve doktora tahsili yaptı. Yine Mısır'da çocuk sağlığı alanında yüksek lisans ve doktora yaptı. İhtisaslarını tamamladıktan sonra da 1976'dan itibaren Gazze'deki Han Yunus Nasır Hastanesi'nde çalışmaya başladı.

Sağlık alanında muhtelif sosyal kuruluşlarda çalış­malar yaptı. Bunlardan bazıları: İslâmi Külliye Yönetim Kurulu üyeliği, Gazze Arap Tıp Cemiyeti üyeliği, Filistin Kızılayı üyeliği.

1978'de Gazze İslâm Üniversitesi'nin açılmasından sonra bu üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Bu üniversitede irsi yollardan geçen hastalıklar ve çocuk sağlığı üzerine Önce doçent sonra da profesör olarak dersler verdi.

Oldukça zeki ve başarılı bir şahsiyet olan Rantisi, meslek hayatına atıldıktan sonra çok değişik alanlarda yıldızı parladı. İlmi çalışmalarda, sosyal aktivitede, da­vette ve direnişte riızla tanınan', kendini gösteren bir şah­siyet oldu;

Rantisi, 1987'de HAMAS'ı kuran yedi kişiden biridir. Ancak HÂMAS'm birdenbire ortaya çıkmış bir örgüt ol­madığını;, daha önce zaten var olan Filistin Müslüman Kardeşler cemaatinin işgale karşı fiili direniş amacıyla kurulan bir örgütlenmesi olduğunu hatırlatalım. Rantisi de HAMAS'ın şekillenmesinden önce Gazze'de Müslü­man Kardeşler cemaatinin lider kadrosu içinde yer alı­yordu.

Gazze'de Müslüman Kardeşler cemaatinin HAMAS adıyla bir örgütlenmeye gitmesinin amacı işgal devletine karşı fiili bir mücadele ve halk ayaklanması başlatmaktı. Bunda da 7 Aralık 1987'de bir siyonistin kamyonetiyle Fi­listinli işçileri taşıyan araca arkadan kasıtlı olarak çarp­ması ve dört işçinin ölümüne, dokuz işçinin de yaralanmasına sebep olması alevi çakan gelişme oldu. İşte bu olaydan sonra bir araya gelen yedi önder, işgal güçlerine karşı kitlesel hareket başlatma kararı aldı. Bu yedi önder­den biri de Prof. Dr. Abdülaziz Rantisi'ydi. Aynı zamanda 1987 intifadasmın başlangıcını teşkil eden bu gelişmede halkı örgütleme faaliyetleri de Rantisi'nin öğretim gö­revlisi olarak çalıştığı Gazze İslâm Üniversitesi'nden baş­latıldı.

HAMAS'm kuruluşu resmi olarak 9 Aralık 1987 tari­hinde ilan edildi. Ondan bir gün önce de Gazze İslâm Üniversitesi Öğrenci Meclisi halkla irtibatı sağlamak amacıyla bir toplantı düzenlemişti. Bu mecliste bulunan öğrencile­rin tümü de HAMAS'ın birer fertleriydiler. 10 Aralık 1987 tarihi ise HAMAS'm ilk bildirisinin yayınlandığı tarihtir. Bu bildiriyle aynı zamanda işgale karşı Filistin halkının en kapsamlı cihadını başlattığı ilan ediliyordu.

1987 intifadasmın başlamasından 37 gün sonra yani 15 Ocak 1988 tarihinde gece yansından sonra kalabalık bir işgalci asker birliği Prof. Rantisi'nin evini kuşatmaya aldı. Evin kapısını büyük gürültülerle kırarak içeri giren askerler Rantisi'yi tutukladılar. Böylece onun için zin­danlar dönemi başlamış oldu. Aynı zamanda o HA­MAS'ın resmen kuruluşunun ilan edilmesinden sonra li­der kadrosundan tutuklanan ilk kişi oluyordu. Bir ay zin­danda tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Ama çok geç­meden 4 Mart 1988 tarihinde tekrar tutuklandı. Bu ikinci tutuklanışından sonra 2.5 yıl zindanda tutuldu. Bu ikinci tutuklamayla birlikte aynı zamanda onun için yargı işkencesi başlamış oluyordu. Çünkü işgal devleti onu mah­keme önüne çıkarıp hakkında herhangi bir hüküm vermeden davasını erteliyordu. 4 Eylül 1990 tarihinde ser­best bırakıldı. Ama aradan sadece 100 gün geçtikten son­ra işgalci İsrail onu tekrar tutuklayıp bir yıl da idari davadan zindanda tuttu. (İdari dava olağanüstü hal uygu­laması gibi bir yargılama sistemidir.) Rantisi bütün bu ve benzeri tutuklamalarla, toplam yedi yıl süreyle işgal dev­leti zindanlarında kaldı.

Onun mücadele hayatının en önemli merhalelerin­den birini de Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine 415 arkadaşıyla birlikte sürgün edilmesi olayı oluştur-maktadır. Bir yıla yakın devam eden bu sürgünde sürgün edilenlerin sözcülüklerini yaptı.

İntifadanm ilk yıllarında sürgünler genellikle tek tek veya birkaç kişilik gruplar halinde yapılıyordu. Fakat 1992'nin sonunda, daha sonra sözde "barış kahramanı (!)" ilan edilen İzak Rabin'in başbakanlığı döneminde 415 Fi­listinli, gecenin geç saatlerinde evlerinden alınarak toplu bir şekilde ve gözleri ve elleri bağlı halde Güney Lüb­nan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine bırakıldılar. İsrail hükü­metinin, çoğunlukla tahsilli kesimden ve birçoğu üniver­site hocası olan bu 415 kişiyi sürgün etmekteki amacı on­ların dünyanın değişik ülkelerine dağılmalarını sağla­maktı. Böylece tamamı İslâmi anlayış sahibi olan bu in­sanların tasfiye edilmeleriyle intifada önemli bir manevi gücünü kaybetmiş olacaktı. İsrail'in zor durumda kalma­masını isteyen bazı ülkeler de sözde iyilik yapıyormuş gibi görünerek Güney Lübnan sürgünlerini kabul edebi­lecekleri yolunda açıklamalarda bulundular. Ancak o in­sanlar kendi vatanlarına dönmekten başka hiçbir öneriyi kabul etmeyeceklerini bildirdiler ve kışın soğuğuna ya­zın sıcağına dayanarak vatanlarına dönebilmek için direndiler. Bir ara İsrail hükümeti sürgünlerden bazılarını kabul edebileceğini söyledi. Ancak geri dönmelerine izin verilen kişiler diğer sürgünlere de kapılar açılmadıkça böyle bir teklifi kabul etmeyeceklerini açıklayarak büyük bir fedakârlık ve dayanışma örneği sergilediler.

Bu arada BM olayın dışında kalmadığını göstermek amacıyla Güney Lübnan sürgünlerinin vatanlarına dön­melerine imkân sağlanmasını isteyen 799 sayılı bir karar çıkardı. Ancak bu kararın peşine düşmediği gibi İsrail hükümetine de bu kararı uygulaması için hiçbir baskı yapmadı. Fakat BM'in bu ilgisizliğine rağmen Mercu'z-Zuhr sürgünleri direnmeye devam ettiler. Bu direniş bir yıla yakın bir süre yani 17 Aralık 1993 tarihine kadar de­vam etti. Bu süre içinde sürgündeki o 415 kişinin sözcü­lüğünü Prof. Abdülaziz Rantisi yaptı.

17 Aralık 1993 tarihinde İsrail hükümeti o insanların yeniden yurtlarına dönmelerine izin vermek zorunda kaldı. Ancak dönüş gerçekleşir gerçekleşmez Prof. Abdü­laziz Rantisi'yi tutukladı. Siyonist rejimin, haksız yere yurtlarından çıkarılan insanların sözcülüğünü yapmak dışında Rantisi'ye nispet edebileceği hiçbir "suç (!)" yok­tu. Bu yüzden onu tutukladıktan sonra uzun süre mahke­me önüne çıkarmadı ve duruşmasını oldukça basit gerek­çeler ileri sürerek sürekli erteledi. Kendisini de Bi'ru's-Se-bu hapishanesinde tek kişilik bir hücrede elleri ve ayak­ları bağlı bir şekilde tuttu. Ellerinin ve ayaklarının bağlı tutulmasına cezaevi yönetimi karar vermişti. Günde sa­dece bir saat, o da zincirlere bağlanmış bir şekilde hücre dışına çıkmasına fırsat veriliyordu. İşgal yönetimi bu­nunla da yetinmeyerek ailesinin kendisiyle görüşmesine engel oldu ve ailesine sürekli baskı yaptı.

Prof. Rantisi, Eylül 1994'te şeker hastası olduğu için tedavi edilmek üzere hastaneye yatırılmasını istemiş an­cak bu isteği dikkate alınmamıştı. Avukatı da müvekkili­nin sağlık durumunun gittikçe kötüleştiğini açıklamıştı.

Rantisi aradan uzun bir süre geçtikten sonra mahke­me önüne çıkarıldı. Bu kez karar işkencesi başladı. Siyo­nist mahkeme onu tekrar tekrar mahkeme önüne çıkara­rak hakkında herhangi bir karar vermedi.

Haksız yere mağdur edilen insanların sözcülüğünü yaptığından dolayı zindana atılan Prof. Rantisi 1997 ortalarına kadar yani dört yıla yakın bir süre, zindanda tutul­du. Şeker hastası olduğu ve sık sık tıbbi kontrolden geçi­rilmesi gerektiği halde işgal yönetimi onu bu kadar süre zindanda işkenceye tabi tuttu. Siyonist rejimin onu zin­danda tutmasını haklı gösterecek hiçbir gerekçesi olma­dığı halde uluslararası hukuk kuruluşları Prof. Rantisi'nin serbest bırakılması için ciddi bir girişimde bulun­madılar.

Rantisi dışarıda bir yılını doldurmadan, 9 Nisan 1998 tarihinde, HAMAS'm askeri kanadının liderlerinden Muhyiddin eş-Şerif'in şehid edilmesi olayında özerk yö­netimin İsrail'le işbirliği yaptığını söylemesi sebebiyle özerk yönetimin zindanına atıldı. Burada da hücre işken­cesine maruz kaldı. İki yıla yakın bir süre de özerk yönetim zindanında kaldıktan sonra 14 Şubat 2000 tarihinde serbest bırakıldı. Ancak ilginçtir ki o daha ailesiyle görü-şemeden Siyonist işgal güçleri oğlu Muhammed'i tutuk-ladılar.

Rantisi daha sonra da özerk yönetim tarafından tu­tuklanıp zindana atıldı. En son 2002'de Filistin halkım harekete geçirecek bir açıklama yapmaması şartıyla ser­best bırakıldı. Ancak o özellikle Yol Haritası planının gündeme gelmesi üzerine bu plana karşı olduğunu ve iş­gal devletiyle masa üstünde bir anlaşmayı kabul etmedi­ğini açıklama ihtiyacı duydu.

Rantisi, 10 Haziran 2003 sabahı işgal devleti uçakla­rının füze saldırılarına maruz kaldı, ama yaralı olarak kurtuldu.

Bazıları bu suikast girişiminin başarılı olamaması üzerine hemen kendilerine göre komplo teorileri üretme­ye başladılar. Güya Rantisi, uzlaşmacıymış da, İsrail onun öne çıkmasını istemiş de böyle bir oyun çevirmiş-mişü! Oysa Rantisi zaten önde olan, HAMAS'ın Gazze'de resmi sözcülüğünü yapan, hareketin en önde gelen ele­manlarından biriydi ve öne çıkarılmaya da ihtiyacı yok­tu, ikinci olarak Prof. Rantisi, birçok baskıya, sürgüne maruz kalmasına, birçok kez zindana atılmasına rağmen işgalci Siyonistler karşısında bir adım bile geri atmış de­ğildi. Üçüncü olarak söz konusu girişim, İsrail işgal dev­letinin başarısız kalan ilk suikast girişimi değildi. Ondan önce de yine aynı yolla, havadan nokta atışı yapmak su­retiyle gerçekleştirdiği birçok suikast girişimi başarısız oldu. 10 Haziran 2003 tarihli girişiminde de Rantisi'nin aracına doğru ABD'nin verdiği helikopteri kullanarak ABD'nin ikram ettiği füzelerden yedi adet fırlattı. Ancak Allah'ın izniyle Rantisi yaralı olarak kurtuldu. Ama iki Filistinli olay yerinde, Rantisi'nin bir koruma görevlisi de hastanede hayatını kaybetti. Rantisi ve oğlu dahil 25 kişi de yaralandı. Olayın komplo teorileriyle izah edilir bir yani yoktu, yapılan saldırının tamamen cinayet amacı ta­şıdığı apaçık ortadaydı.

Prof. Rantisi, Şeyh Ahmed Yasin'in şehit edilmesin­den sonra HAMAS'ın Gazze'deki genel sorumluluğuna seçildi. İşgalci Siyonistlerin sözcülüğünü yapar gibi ko­nuşan ve onun temennilerini dile getiren birtakım uzak­tan kumandalı yorumcular bu olay üzerine de hemen komplo teorileri geliştirmeye başladılar. HAMAS'ta li­derlik kavgasının ve bölünmenin ortaya çıkacağını iddia ettiler. Oysa HAMAS'ta lider konumunu kabullenmek bir nimete konmak değil, büyük bir fedakârlığı göze al­maktır. Dolayısıyla böyle bir fedakârlığı göze alarak kel­le koltukta yaşamaya razı olanların dünyevi çıkarlar, kol­tuk hesaplan için birbirlerine düşecekleri yorumu yapan­lar sadece ve sadece kendilerine yön veren Siyonistlerin ve "büyük baba"ları emperyalist ABD'nin temennilerini yorum diye piyasaya sürmektedirler.

Rantisi, HAMAS'taki faaliyetine ek olarak Gazze İs­lâm Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışıyordu.

17 Nisan 2004 tarihinde Prof. Rantisi'nin arabası Gaz­ze şehrinin kuzeyinde el-Gifari mahallesinde bulunan el-Cela caddesinde işgalci saldırganlarının helikopterleri tarafından atılan füzelere hedef oldu. Bu saldırıda ağır bir şe­kilde yaralanan Prof. Rantisi, Gazze'deki Şifa hastanesine kaldırıldı. Ancak gösterilen tüm gayretlere rağmen kurtarı­lamadı ve hayatını kaybetti.

Saldırıda Rantisi'nin iki koruma görevlisi ile 25 yaşın­daki oğlu Muhammed olay yerinde şehit oldular. Bu üç kişinin cesetleri atılan füzelerle parçalanmış ve organları etra­fa saçılmıştı.

Ahmet Varol (www.vahdet.com)

 

Mukaddime

 

“En son temennim Rabbimin benLcennete koyma­sıdır."

Dr. Abdülaziz Rantisi'nin vefatından birkaç saat önce mırıldandığı duası buydu. İman kardeşlerinden ikisinin eş­liğinde arabasına biniyordu ki, o an Siyonistler onu kalleş­çe vurdular. Amerikan yapımı Apaçi helikopterlerinden atı­lan iki füze onun Allah yolunda çok işkencelere uğramış be­deninden temiz ruhunu aldı götürdü. Etrafını çepeçevre sa­ran melekler ve kendisinden önce bu mübarek kafileye ka­tılmış şehid kardeşlerinin nağmeleri eşliğinde görkemli bir düğünle Rabbine yürüdü.

Dr. Rantisi'ye karşı daha önce Haziran 2003'te düzenle­nen suikast girişimi ile bu defaki şehadet olayı arasında (Ni­san 2004) dokuz veya on ay gibi bir süre geçmişti. Kendi şe-hadeti ile üstadı Şeyh Yasin'in şehadeti arasında sadece bir ay veya bir aydan az bir süre geçmişti. Bunun anlamı şuy­du; Rantisi seçilmişti... Allah (c.c.) tarafından şehidliğin yüce mertebesi İçin seçilmişti. Alçak ve ödlek Siyonistler de onu katletmek için seçmişlerdi. Onlara göre Rantisi ölecekti ve böylece ondan kurtulmuş olacaklardı. Oysa Siyonist te­röristler, Rantisi'nin ölümü ne kadar arzuladığını bilemez­lerdi. Ve Siyonistler gerçekte onun ölmediğini, füzelerinin savurduğu kanının hem Filistin hem de Filistin dışında onun gibi binlercesini çıkaracağını da bilemediler.

Şu yiğidin hayatına bir göz attığında rihad, davet ve zorluklarla mücadeleden başka bir şey göremezsin. Seksen­li yıllardan şehadet anma dek, bir zindandan diğerine, bir toplanma kampından öbürüne girip çıkmıştır. Bu uzun yıl­lar sürecinde insanlık dışı baskı ve muamelelere uğramış ol­masına rağmen, bütün bunlar onun Hakk'a daha fazla sarıl­ması ve dine daha bir sıkı yapışmasından başka bir şey ya­pamamıştır. O, Filistinli gençler için Siyonistlere karşı taviz-sizliği ve boyun eğmezliğiyle örnek, numune insan haline gelmişti.

Şehid Rantisi, Müslüman Kardeşlerin davetinden etki­lenmişti. Ve şüphe götürmez bir imanla zaferin İslam'ın ola­cağına, zorluklardan sonra kolaylığın geleceğine ve gece ne kadar uzasa da peşinden şafağın doğacağına inanıyordu. Rantisi ve arkadaşları Allah'ın lütfuyla sonra da bu müba­rek davetin çalışmasıyla Filistin'in çehresini değiştirdiler. O kadar ki Filistin toprağı Siyonistlerin ayağı altında bir ateş haline geldi. Nereye koşuyorlarsa öldürülüyorlar. Siyonist­lerin rüyaları kâbusa döndü, güvenlikleri kalmadı. Ve ülkemize yaptıkları muamelenin hıyanet ve hırsızlık olduğunu anladılar.

Şehid Rantisi'nin - doktor, şair, mücahid, bir eş, bir ba­ba ve komutan olarak - hatıraları sade ve az olmasına rağmen bu ümmetin hayırlara sahip olduğunu pekiştiriyor. Bir de sahabe ve selef-i salihinden kerametlerin tahakkukunun zor olmadığını gösteriyor. Şüphesiz o kerametlere nail ol­mak Allah'ın inayeti ile kolaydır. Şehidin hatıraları; Allah'ın kendi dininin' koruyucusu ve askerinin yardımcısı olduğu­nu tekid ediyor. Bütün yeryüzü insanları aleyhlerine topla­nıp üzerlerine varsalar da Allah'ın askerleri ilahi yardımla bunları defedebilir. "Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla (üf­leyerek) söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır." (Saff: 8)          

Rantisi'ye şehadeti kutlu olsun. Ailesine de onun şefa­ati kutlu olsun. Uykudan sonra ümmeti dirilten mübarek cihadları da Filistin halkına kutlu olsun.

Önümüzdeki sayfalarda şehidin değerli hatıralarını bu­lacaksınız. Hatıralardan önce Rantisi'yi tanıtıcı bir bölüm ile Şehidin ölümünden önceki son demleri ve şiirdeki gücünü gösteren bir bölüm koymayı uygun gördük. Hatıralarından sonra onun şehadeti dolayısıyla yayınlanmış bazı beyanları ile tepkileri içeren yazılara yer verdik. Bir de şehidin yazdı­ğı son makale... Ve diğer bazı sayfalar... Yüce Mevla'dan bizden bunu kabul buyurmasını, bizleri zelil ve hakir bırak­mamasını diliyorum. Allah'ım, duamızı kabul buyur.

Amir Semah

 

Rantisi Kimdir?

 

Abdülaziz Ali Abdulhafiz Rantisi 23.10.1947 Yebna köyünde (Askalan ve Yafa arasında) doğdu. Ailesi 1948 sa­vaşından sonra Gazze şeridine sığındı ve Han Yunus kam­pına yerleştiler. Rantisi bu dönemde henüz altı aylık bir be­bekti.

Rantisi, dokuz erkek ve üç kız kardeş arasında büyü-.Abdülaziz Rantisi, altı yaşında Filistinli mültecilere yar­dım derneğine ait bir okula kaydoldu. Ailesinin yaşadığı zor şartlardan dolayı aile geçimine katkıda bulunmak için okul yaşında çalışmak zorunda kaldı.

Rantisi, derslerindeki başarısıyla göze çarpıyordu. 1965'te lise öğrenimini bitirdi ve İskenderiye Üniversitesin­de Tıp öğrenimi görmek için oraya gitti. 1971'de üniversite öğrenimini üstün başarı ile tamamladı ve Nasr Hastanesin­de çalışmak için Gazze şehrine döndü. Bu hastane Han Yu-nus'un baş hastanesiydi. Sağlık idaresinin lisansüstü eğitimlerini engellemek istemesi dolayısıyla Rantisi bu karan protesto için hastanedeki arkadaşları ile boykot başlattı. Rantisi, İskenderiye'ye Çocuk dalında ihtisas yapmak için geri dönmeye muvaffak oldu. 1976'da Nasır Hastanesinde­ki işine geri döndü.

Evli, altı çocuk (iki erkek dört kız) babası ve on torun dedesi...

Dr. Rantisi, kamu yararına faaliyet gösteren birçok ku­ruluşta da çalışıp görev aldı.

İslami Akademi İdaresi üyeliği, Gazze Şeridindeki Arap Tıp Cemiyetinin üyeliği, 1988'de işgal güçlerince tu­tuklandığı vakit Filistin Kızılay'ının da üyesiydi.

1984'de hastanedeki işinden zulmen uzaklaştırıldıktan sonra 1986'ya kadar da Gazze'deki İslam Üniversitesinde konferansçı olarak çalıştı. Bir daha hastanedeki işine geri dönmesine izin verilmedi. Siyonist yetkili dosyasının üstü­ne şöyle bir not düşmüştü: "Savunma bakanından yazılı bir izin olmadan tekrar hastanede çalışmasına izin verilemez."

Rantisi, 1982'de işgal güçlerine vergi ödemeyi kabul et­mediği için tutuklandı. Tıp Cemiyeti ek vergileri protesto için üç hafta süren bir boykot düzenledi. Rantisi 1981'de gerçekleşmiş bu boykotun liderlerinden biriydi. Bu esnada Gazze şeridinde Filistin İntifadası da doktorlara destek amacıyla ortaya çıktı. Rantisi'ye, boykot süresince zorunlu ikamet mecburiyeti uygulanmıştır.

Rantisi, Gazze şeridinde Müslüman Kardeşler Cema­atine liderlerden biri olarak intisap etti. 1987de de Gazze'deki Hamas hareketinin (İslami Direniş Hareketi) kuruadarından biri oldu.

Aralık 1987'de ortaya çıkan Filistin İntifadasından son­ra Hamas hareketinin tutuklanan lideri oldu. 15.01.1988'de Uyuma Odasına zorla girmeye çalışan işgalci güçlere diren­di ve onları içeri sokmadı. Bu olaydan sonra 21 gün tutuklu kaldı.

Serbest bırakılmasından bir ay sonra 04.03.1988'de tu­tuklandı ve iki buçuk yıl içerde kaldı. Bu defa kendisine Ha­mas liderliğinin tesisine katılma ve Intifadanın planlanması suçlaması isnad ediliyordu. Oysa Dr. Rantisi sorgu esnasın­da bu isnatlardan hiçbirini itiraf etmemişti. "Tamir" kanu­nu gereğince yargılandı ve 04.09.1990'da serbest kaldı. İş­galci güç Rantîsi'yi üç ay sonra yeniden tutukladı ve tam bir yıl tutuklu kaldı.

17.12.1992'de 416 Hamas ve İslami Cihad üyesiyle bir­likte Lübnan'ın güneyine sürüldü. Mercü'z-zuhur mıntıka­sında sürgün kararma direnen bu grubun resmi sözcülüğü­nü yaptı. Rantisi ve arkadaşları Siyonist işgalci gücün sür­gün kararını geri almasına dek azimle mücadele ettiler. On­dan dolayı bugüne kadar da sürgün kapısı kapandı.

Mercü'z-zuhr'dan dönmesinin hemen ardından işgalci güç Rantisi'yi yine tutukladı. Siyonist askeri Mahkeme Ran-tisi'yi üç buçuk yıla mahkûm etti. 21.04.1997'de serbest bıra­kıldı.

Rantisi, cezaevinden çıkıp Hamas liderliğindeki görevi­ne başladı. Bu sırada Hamas, Filistin yönetiminden üzücü bir darbe yemişti. Rantisi de işgalci Siyonist gücün zinda­nından çıkalı bir yıl olmamıştı ki, Filistin yönetimi tarafından tekrar, 10.04.1998'de tutuklandı. Filistin yönetimindeki bazı güvenlik yetkililerinin de doğruladığı gibi bu tutuklan­ma Siyonist işgal güçlerinin baskısı sonucu gerçekleşmişti. Rantisi, 15 ay sonra ancak annesinin vefatı dolayısıyla salı­verildi. Sonra üç kez daha tutuklandı. Açlık grevine girdi. Siyonist uçaklarının cezaevini bombalaması sonucu serbest bırakıldı. Rantisi, toplam olarak 27 ay Filistin sultasının ce­zaevlerinde hapis yattı.

Filistin yönetimi bundan sonra da iki defa daha onu tu­tuklamaya çalıştıysa da halkın onun evini koruma altına al­mış olması dolayısıyla bunu başaramadı.

Dr. Rantisi cezaevinde (1990) Kur'an-ı Kerim hıfzını ta­mamladı. Şeyh Ahmed Yasinle beraber aynı hücrede kal­dıkları dönemde yazdığı bazı şiirleri de var. Siyasi makale­leri ise onlarca gazetede yayınlanmıştır.

Dr. Rantisi, tutukluluk halinin çoğunu Siyonist işgal gücünün zindanlarında geçirdi. Filistin yönetiminin zin­danlarında tutukluluğu ise hep tek kişilik hücrelerde geç­miştir.

Dr. Rantisi, Filistin'in ancak ve ancak Allah yolunda d-had yoluyla kurtulacağına inanan bir insandı.

 

Şehid Rantis’nin Hayatının Son Saatleri

 

Şehid'in büyük oğlu Muhammed, babasının katledil-meden önceki anılarını şöyle anlatıyor: "Suikastten önceki ge­ce babam çok az görebildiği evine gelmişti. Aile efradıyla gö­rüşüp sohbet etti."

Muhammed şöyle devam ediyor: "Kelimenin tam anla­mıyla babam Rantisi'nin hayatı basit değildi. Üzerinde bir ha­reketin bütün görevlerini sorumluluklarını taşıyan bir komu­tanın hayaü gibiydi. Aynı zamanda sıkı takip nedeniyle bir yerden diğerine çok zor ve gizli yollardan ulaşmak zorunday­dı. Ve bu hal onun hayatının son dakikasına kadar böyle sür­müştür. Babam, Şeyh Ahmed Yasin'e bey'atından sonra Gaz-ze'de Şeyh Rıdvan mahallesindeki evimize hiç gelmedi. En yüksek seviyede koruma ve tedbirlerin alındığı gizli evlerde kalıyordu. Bir yere ayrıldığı pek nadirdir."

Rantisi, son olarak kardeşi Salah'm Han Yunus'tan kendi­sini görmek için geldiğini haber alınca Nisan'm 17'sinin şafak vaktinde eve geldi. Kızı İnas da babasını görmek ve onunla birkaç saat geçirmek için yetişmişti. Rantisi, eşi ve çocuklarıy­la birkaç gün geçirmeye karar vermişti. Ama dışarıya hiç çık­mıyordu. Özellikle kendisine daha evvel düzenlenen başarı­sız suikast girişimi ve Şeyh Yasin'in bir ay Önce katledilmesin­den sonra dışarıya hiç çıkmamıştı.

Muhammed, şöyle anlatıyor: "Babam oturdu ve kendisi­ne düzenlenen başarısız suikast girişiminde yaralanmış kar­deşim Ahmed'in evliliği konusunda bir şeyler konuştu. Ba­bam, İslam Üniversitesindeki biriken parasını alıp borçlarını kapatmış, kardeşim Ahmed (21)'in evliliğine de bir meblağ para ayırmıştı. Bize şöyle dedi; 'Şimdi rabbime tertemiz ola­rak gidiyorum, ne alacağım ne de vereceğim bir şey kaldı!"

Şehidin büyük oğlu şöyle devam ediyor: "Babam uyku­dan uyandı, abdest alıp güzel kokular süründü ve şu marşın ilk mısralarını mırıldanmaya başladı:

"Şudur en son dileğim...

Koy beni cennete ey rabbim"

Anneme dönüp şöyle dedi: "Şu okuduğum mısra sevdi­ğim en güzel kelimedir. Özellikle tedirginlik duyduğum an­larda onları çok seviyorum."

Babam, koruma arkadaşı Ekrem Nassar (35)'m iki hafta­ya varan uzun bir süreden beri kendisiyle görüşmediğini işa­ret etti. Ekrem Nassar, babamın bir yerden diğer bir yere geçi­şini belli bir şifre doğrultusunda planlıyordu. Fakat o günün ikindi vaktinde evimize geldi ve babamla kısa bir süre konuş­tuktan sonra çıkmaya karar verdiler. Oysa babam daha uzun bir süre kalmaya niyetlenmişti. Biz çıkmasını istemediysek de o çıkmak için ısrar etti.

Şehidin büyük oğlu anlatmaya şöyle devam etti: "Yatsı ezanından az önce babam, kardeşim Ahmed'in kullandığı -subaru tipi-camları siyah (ya da karartmah) bir arabayla çıktı. Tanınmaması için değişik bir kıyafet giydi. Kardeşim Ahmed, onu Gazze'de daha önce belirlenmiş bir noktaya ulaştırdı. Bir­kaç dakika sonra aynı yere subaru tipi bir araba da ulaştı. Bu araba da Ekrem Nassar'ı taşıyordu. Arabayı Kassam birlikleri içinde gizli bir tarzda çalışan Ahmed Gürre kullanıyordu. Rantisi, oğlunun arabasından diğerine rahat ve yavaş bir şe­kilde yerleşti: Derken araba belirsiz bir noktaya doğru süratle yol aldı. Fakat İsrail uçaklarından fırlatılan iki füze her şeyden daha süratlice hedefe vardı.

Muhammed şöyle dedi: "Füzelerin sesini duyunca he­men kardeşim Ahmed'i aradım ki içim rahatlasın. Ahmet cevap verince birazcık rahatladım. Fakat görünen o ki Ahmed, olardan anlamış ve işin sonucunu iyice öğrenmek için bekli-yormuş. Olay yerine dönüp yanıp tutuşarak bir yığına dönen arabayı görmüş ve olup biteni yakinen müşahede etmiş."

Muhammed devamla şöyle dedi: "Füzelerin vurduğu ye­re süratlice vardım. Arabayı görünce babamın şehidler arasın­da olduğunu anladım. Her ne kadar bazıları "yaralıdır" diye üzüntümü hafifletmeye çalıştılarsa da onun öldüğü kesindi. Annem de olayın haberini alınca bütün gücünü toplayarak dayanabildi. Tehlil ve teşbih getirmeye başladı. Kız kardeşim ise hıçkırıklarla ağlıyordu... Biz kadere inanmıştık. Ve işte bu bizim kaderimizdi. Allah'ın çizdiği, hükmettiği kaderimize el­bette razı olacaktık."

Şehid Rantisi'nin bu son anlarının gösterdiği gerçek o ki, kendisi faaliyetlerini yürütürken en üst seviyede güvenlik tedbirleri alma hususunda hırslıydı. Telsiz ve telefon görüş­meleri yapmıyordu. Fakat Siyonist düşmanın sahip olduğu teknoloji ve her saat başı takibi sürdüren casus ağı, işleri çok zorlaştınyordu.

Şehidin oğlu Muhammed şöyle diyor: "İnsanların zihnin­deki Rantisi imajı "disiplinli bir devrimci" olduğudur. Fakat o aile içinde pek merhametli ve yufka yürekliydi. Çocukları da pek çok severdi. Babam geriye saraylar, şirketler ve banka he­saplan bırakmadı. Ondan kalan şey şahsının yönettiği hareke­tin alıp vereceklerini belirten bir listeden başka bir şey olmadı."

Şehid Rantisi'nin eşi şöyle diyor: "Şüphe yok ki Abdüla-ziz Rantisi, Hamas hareketinin bir kuvvet kaynağıydı. Ancak Allah'ın onun için Ölümü mukadder kılması davamızın kay­bolup gideceği anlamına gelmez."

Şehid Rantisi'nin eşi Gazze'de Şeyh Rıdvan mahallesin­deki evinde taziye evine gelen binlerce Filistinli bayanın tazi­yelerini kabul etti ve mahşeri kalabalık önünde şöyle dedi: "Ebu Muhammed'in şehadeti dolayısıyla kendimi ve sizleri kutluyorum. Beni de şehadetle ona ulaştırması için Rabbime dua ediyorum."

Şehidin eşi devamla şöyle dedi: "Şüphesiz gönül acı du­yar, göz de yaş döker. Ey Eba Muhammed, bizler aynlığma üzülüyoruz. Bundan dolayı yüce Rabbimden bana, evlatları­ma, bütün Müslümanlara ve Filistin halkına sabır ihsan etme­sini diliyorum."

Şehidin eşi konuşmasına şunları da ekledi; "Eşim, babam ve çocuklarımın suikastına Kassam Birlikleri karşılık verme­yecek. Belki onların intikamını Filistin halkının kendisi ala­caktır"

 

Siyonistler Dr. Rantisi Suikastı Dolayısıyla Eğleniyorlar

 

Olumlu bir cinayet... " Ilyaks Fa'yşman adında bir muhabir Yediot Ahrenot adlı İsrail gazetesine İsrail heli­kopterlerinin şehid Abdülaziz Rantisi'yi katletmesini bu başlıkla aksettiriyor. Bu gazeteciye göre Rantisi'nin ortadan kaldırılması Gazze'deki Hamas hareketinin tutumunda köklü bir değişme meydana getirebilir. Fayşman bu iddiası­nı şu şekilde haklı çıkarmaya çalışıyor: "Rantisi, Gazze'nin kapılarını ardına kadar İran'a açmakla bu cezayı hak etti. Dr. Rantisi kısa süren Hamas liderliği sürecinde İran'ı ve Hizbullah'ı Gazze'ye getirmeyi başardı. Bu şekilde İran ve Hizbullah, Hamas örgütüyle dostane ilişkiler geliştirdi..."

 

İsrail Stratejisi

 

İsrail gazetesine göre Hamas ile savaş her şeyi yapma-11 meşru kılar; suikastlerden tutun mal-mülk gasp etmeye varıncaya kadar...

Yediot Ahrenot'a -gazetenin kullandığı kendi tabirine-göre, Hamas teşkilatının genel müdürü olan Salah Şaha-de'nin katledilmesinden sonra Hamas zayıflamaya başladı. Salah Şahade, yeri doldurulamayacak kadar önemliydi. Rantisi'nin katlinden sonra da gerçek bir boşluğun doğma­sı bekleniyordu. Yakın ve uzak gelecekte etkili olacak du­rum bundan ibarettir. Özellikle Gazze'nin zor ekonomik darboğazdan etkilenmesi de bu konuda belirleyici rol oyna­yacaktır.

İsrail gazetesine göre uluslararası camia, Arap dünyası ve hatta Filistin yönetiminin Rantisi olayına tepkisi zayıf ol­du. Bunun Hamas'a ve İsrail'e verdiği mesaj şudur: Ha-mas'ın bir liderine suikast düzenleyip onu katletmek dünya kamuoyunca olumlu karşılanıyor. Bu durumun Hamas'ta kendisini yanlış hissetme etkisi bırakacağı muhakkaktı.

 

Bir Şair Olarak Rantisi

 

Bayan gazeteci Reşa Ulvan (Afak Arabiyye Gazete­si) Şair Dr. Rantisi hakkında bir makale kaleme aldı. Maka­lede Dr. Rantisi'nin pek bilinmeyen şair yönü; zengin duy­gu dünyası ve kelime birikimi ile derin fikir dünyası ortaya konmuş. Reşa Ulvan şöyle diyor: "Dr. Rantisi, sadece evren­sel İslamî hareketin lider kişiliklerinden biri değildir. O, haddizatında bir hatip, edip ve şairdi. O, şiiri sadece bir ho­bi olarak görmemiştir. Rantisi, ortaya koyduğu şiirleriyle gerçek bir şair olduğunu göstermiş bulunmaktadır. Yazdığı kasidelerin birinde bakın neler diyor:

 

Vatan Uğruna Kalk Ayağa

 

Kalk vatan için... ve kanını onun uğruna akıt!

Tembellik, uyuşukluk sebeplerini çıkar, bir kenara atıver!

Şayet öldürülürsen, sen asla ölü sayılmazsın!

Sonsuz nimetler lütfedilecek sana çünkü

Ölümü tadarsa bir kimse cenk meydanında

Temizlenmez mi bedene bulaşan hastalıktan

Bir hayatı ölü gibi geçiren kimse ki o bela ve acı dolu

Mücadelenin tadına varabilir mi?

 

Haydi, kalk ayağa ve tarih yaz, çünkü

Putların takipçileri kirletmiş bulunmaktadır tarihi

Gayret et engelleri aşmaya

Ta ki yol bulasın zirvelere ulaşmaya

 

Terk et nefsin arzularını ki

Ebediyyen horlanıp alçalmayasm

Gecenin korkunç karanlığını del

Onun libasını çıkar at!

Uyandır artık fecrin mahmur gözlerini

 

Ağlamak mı, onu kadınlara bırak!

Hüzün elbisesi giymek yakışmaz sana

Kirletilen Kudüs'ün fedaisi nerede?

Kim kurtaracak Kudüs'ü,

Candan geçen yiğitler olmazsa

 

Hayber'e haykırınız!

İsteklerin peşine düşerseniz şayet

Ve adetlerini yaşarsanız Yahudi'nin,

Bir zevki olmaz mücadelesiz hayatın

Bu durumda müjdeliyorum

Hz. Ali'nin arkasında saf tutan Fedaileri!..

 

İşte karşıda Ka'ka,

Şehid düşeceği yeri arıyor

Bürünmek için hazırlamış kefenini

Mühendis Yahya atını eğerliyor

Ondan başkası savaş ateşini söndüremez elbette

 

Bir çıkariversin akıncıların aslanı kınından kılıcını

İşte o zaman kurtulur ülkeler, helak olmaktan

Fakat kaçmak, kaytarmak ahlak olursa bizlere

And olsun"Allah'a bir yurdumuz olmayacak asla

İçinde rahat edeceğimiz...

NEFSLE MUHAVERE

 

Nefs:

Bak kendi elinle kendini tehlikeye atıp üzüyorsun

Nimetleri bir tarafa bırakıyor,

Zorlukların peşinden koşuyorsun

Vatansız kalsan da sanki ne olacak

Gençliğini düşünüp yaşamaya bak

 

Nefse cevap:

Ey hakir nefs,

Rabbim ıslah etsin seni, dön bu yoldan

Görmez misin Kudüs yardım bekler,

Kan ağlar kan

Her yanım kurudu, sesim tükendi, haydi dön artık

Şerefle ölmeyi zilletle yaşama tercih et de dön artık

 

Nefs:

Baksana şu prangalı ellerine nedir eline geçecek olan

Yarın toprak altında çürüyüp gideceksin

Peki ya çocukların...

Kime bırakıyorsun onları

Bir düşün eşinin başına neler gelecek

 

Nefse cevap:

Şahittir ellerimdeki prangalar

Davamın haklılığına

Bu uğurda Ölüme şehadet derler,

Sonrası cennet...

Eşim ve çocuklarım benimle beraberler

Allah korudu onları, ben gam yemem

Ağlamak kar etmez,

Sabretmek gerek bela ve musibetlere...

 

Nefs:

Korkarım ki,

Yarın tükenip gideceksin sen

Evin barkın da yıkılacak, yok olacaksın

Bir dost arayacaksın sana yardım edecek

Dertlerini paylaşacak

Bir arkadaş...

 

Nefse cevap:

Sabrın sonu zaferdir ey kör nefis

En güzel sonuçtur cennete kavuşmak

Uzun görünse de hayat, sonu Ölüm değil mi?

Neden meylediyorsun, geçer fani olan

Şehadeti iste, ta ki şerefe nail olasın

 

Nefs:

Anlıyorum ki sen kendini zorluklara adamışsın

Sen zühdü seçmişsin, herkes eğlencede

Bir yoldasın ki sonu kefensiz gömülmek

Allah'tan dileğim doğru yolda olasın

 

Nefse cevap:                                  

Zorluklara pes edip yatmayacağım

Parmağım her daim tetikle arkadaş olacak

Asla korkmam bu yolda canı feda etmekten

Çünkü çok kıymetlidir feda olacağım yol

 

Nefs:

Kılıcın kınına çekilmemesi ya da

Puta kaymaman içinYüce Allah'a dua ediyorum

İstediğin gibi hayatını geçir ve yaşa!

Mızrakların gölgesinde olmayan bir hayata

Asla razı olmayacağım.

Hesapsız yüksekliğe var!

Hesapsız yüksekliğe var!

Hesapsız yüksekliğe var!

Rantisi kendi oğlu (Rami)'nin düğününde, şehitlerin annesi, erlerin eğiticisi savunma hareketi Hamas'a yazdığı ve başlığı da: " Bütün halkın "Rami" (atıcı) olması senin için yeterlidir"   kasidesinde şöyle söylüyordu:

Bir dolunay,

Karanlıkta ve ölüm fırtınasına tutuşan bir gecede

Huld Cennetine yürüdü

Ruhunu Yüce Allah'a teslim etmeye çalışırken,

Onun teneffüslerinde,

Ak bulutların temizliği vardı

Geçip giderken Kudüs,

Onun gözlerinde,

Bir rüya, bir erek idi

Uyuyan herkesin

Gördüğü rüyaların

Tecelli ve tezahürü oluyordu

 

Ey İslam genci!

Senin gibileri aykırılıklara karşı çıkıyor

Ve kötülerin kılıçlarına maruz kalmadan ölüyor

Bir ümmetiz biz,

Düşmanlar ateş edince;

Sen bizim için en hayırlı atıcı idin

 

Ey Kassam'in kızı!

Senin güler yüzlülükle onun çizgisini bırakman,

Yeterli midir?

Onun yüksek derecelerde olması

Ve onun dışındakilerin

Haşir- neşir olması kötülüklerle

Yeterli değil midir?

Veya onun ruhunun

Şehidler ve Sahabe-i Kiram ile beraber olması,

Seni razı etmiyor mu?

Veya ona,

Büyük Peygamberlerin

Makamına benzer bir makamın olması,

Seni razı etmiyor mu?

En hayırlı toprak içinse göçüp gitmek,

O zaman,

Ölüm için üzülmenin,

Ağlamanın ne anlamı var ki?

Onlar ki,

İnsanların en hayırlısıdır,

Hayırla başlamış hayırla bitirmişlerdir

Gözyaşlarını üzüntüyle...

Dökme onun için!..

Halkın tamamının, atıcı /Rami olması

Senin için yeterli gelmektedir

Rantisi, Arap başkanlarına karşı meydan okuyarak şöyle bir kaside yazmıştır:

 

Kalplerinizi, vicdanınızı canlandırınız!

Şayet kalpler kalmadı ise,

Vatanların pazarlığı,

Büyük günahlardan dahi büyüktür...

Bir dönüp bakın!

Gazze çocuklarına

İşiteceksiniz ki,

Karanlığın rahminden sabah doğuyor...

Bir dönüp bakın

Sabahın güzelliğine

O, gecenin karanlığından sıyrılıp

Kefenlere son veriyor,

Haykırıyor...

Onun, durgun ve karanlık gecelerde kendi ah'ları ile

Gündüz ipinden, hançer bıçakları için

İp eğirdiğini görüyoruz...

Bedeni parçalanan yüce Yasin'e dönüp bakın ki,

Onun hamasetiyle

Zulmün etrafına çemberler çevrilmiştir.

Nun'un karnının içinden kızarak çağırıyor:

"Kâfirler Aksa'dan uzaklaşmadıkça

barış yoktur" diyor.

Hansa'ya dönüp bakın ki,

Bütün güçleri sarsmak,

Volkanları temelden kaldırmak için

Kızgınlığını yutuyor...

Yafa, Yebna ve Beysan'a dönüp bir bakın ki,

Onlar kendilerine müjde götürenleri bekliyorlar.

Mahzun savaş ve mücadele yerine bakın ki,

Karanlık gecelerde kısır kalıntılar üzerine

Değerli gözyaşlarını döküyor...

Mağrur dağlarımıza bakın ki,

Başlarını kaldırıp,

Bizim yeşil otlaklar

Ve meralarımızın özgürlüklerini bekliyorlar...

Dönüp bir de

Kuyu ve yeşil ağaçlarımıza bakın ki,

Onlar özgür insanları bekliyorlar...

Aynı şekilde dönüp

Çiçeklerin yeşerdiği yere bakın ki,

İlkelerin gerçekten büyüklüğe gittiğini göresiniz...

 

Ey cüceler topluluğu!

Nasıl bir toprağı halksız görüyorsunuz?

Sefalet ve yokluk olsun size!

Ey işgalciler!

Filistin'in kervansarayları ve tatil yerleri kimindir?

Dahası galibiyet nerede, devrimci nerede?

Bizim yüz binlerce insanımızı etkileyen simgeler

Gerçeği hissetme feyzini zayıflatan şiarlar...

Görüyorsun!

Bizim nice insanlarımızı

Soğuk algınlığı yakalattı.

Ve çok havladığından ötürü

Göğüsleri daraldı...

 

Galibiyet geliyor

Fakat nerdedir?

Göz ise, galibiyeti amaçlamıyor

Keşke o gözler kör olsaydı

Galibiyet fazilet olarak, muttaki insanlara veriliyor

Böylece Yüce Allah,

Galibiyet hörgücünü hiçbir günahkâra vermiyor...

Ey mağlup!

Bize bir vatan teslim edilmedi

Ve emirleri de

Dillerde kalmadı.

Fakat doğruluk ve gerçeklik bana şehadeti veriyor

Ben ümitsizliğe karşı çıkıyorum

Çünkü ümitsizlik,

Kâfirlerin ahlakıdır

Yarın vatanımız bize geri verilecek,

Onun şevk ve aşkı

Bizi saracak

Harmanların gölgesinde öğle istirahatını yapacağız...

 

Kendi kuşluğunda gülen bir nuru gördüm

Onun kıvılcımları, dünyanın karanlığında parlıyordu

Ve en kıymetli bir misk gördüm ki,

Onunla temizleniyordu

Onun kokusundan bazı esintiler

Ona uyum sağlıyordu.

Şefkat çiçeği yanağını açarak

Dudağından bir öpücüğü umut etmektedir

Şayet kayıt ve zincirlerin ağırlığı olmasaydı,

Biz görmek için

Bütün zorlukların en tepesine kadar binerek çıkardık..

 

Hatıralar

 

Bundan sonraki satırlarda Dr. Abdülaziz Rantisi, - özet bir şekildi- doğumu, yaşamı ve cihadından söz etmektedir. Rantisi'nin bu satırlarında yüksek bir idealle sadece tek bir soruna kendisini adadığı gözlenmektedir^ Evet, bu sorun, Filistin'i Yahudi pisliğinden temizleyip onu özgür kılmak sorunudur.

 

1

 

Hayrıyla şerriyle, tatlısıyla acısıyla geçen anılara dönüp baktığımda biz Filistinlilerin hayatına Filistin işgalinin damgasını vurduğunu gördüm. Ve zorunlu olarak kendimi uzak geçmişin derinliklerine dönmek zorunda buluyorum. Bu geçmiş, Müslüman olmanın dışında hiçbir suçu olma­yan Filistin halkının başına gelen felaketin büyüklüğüne ışık tutacaktır. Yahudiler, milletime karşı işledikleri cinayet­leri ırkçı efsanelerle örtmüş ve gizlemişlerdir. Ne var ki ba­zı dert ve ızdıraplar hafızada derin çukurlar oluşturmuştur ve bunların unutulması hiç mümkün olmuyor. İşte bunlar­dan sadece biri...

 

1956 Han Yunus Katliamı

 

1956'da Mısır'a yapılan üçüncü saldırının başlarında Si­yonistler Gazze şeridini işgal ettiler. Adetleri olduğu üzere bu defa da Han Yunus şehrinde iğrenç katliamlar yaptılar. Ben o zaman Hanyunus kampında kalıyordum. Ailem ken­di ikamet ettikleri köyden çıkarılmışlardı. Bu köy "Esdud" ve "Yafa" arasında bir yerdedir. Ve ben henüz altı aylıkken kendimi Filistinli mültecilerin "Han Yunus" kampında bu­luyorum. Katliamda hep Filistinli siviller katledilmiş. Yahu­diler, evlere dalmış ve içerideki bütün erkekleri, onların eş ve çocuklarının gözleri önünde katletmişler. Hanid Rantisi adında bir amcam da bu katliamda Öldürülmüştü. Babamın bu amcam dışında da başka erkek kardeşi yoktu. Amcamın evine girip ona namluyu çevirdiklerinde dokuz yaşındaki oğlu Muvaİfak kendini babasının üzerine atıyor; fakat Ya­hudi katiller bunu hiç dikkate almıyor ve silahlarını ateşli­yorlar. Amcam şehid düşüyor oğlu da kolundan yaralı... Katiller amcamı öldürdükten sonra komşuları "Saduni" ai­lesinin evlerine giriyorlar. Bunlar dört erkek kardeş idiler. Hepsinin yüzlerini duvara döndürüp üzerlerine ateş açı­yorlar. İçlerinden biri (Hamiş Saduni) duvardan atlayıp ka­çıyor. Ayağından yara aldığı halde kurtulmayı başarıyor. Ve Hamiş Saduni o gün işlenen soykırımın bir şahidi olarak hala yaşıyor.

Siyonistler soğukkanlılıkla Han Yunus'ta hepsi sivil ve suçsuz tam 525 canı katlediyorlar. Cesetler şişip kokuyor. Du­rum dayanılacak gibi değildi. Hasbunallah ve ni'mel vekil.

 

İşgalin Cinayetlerinden Biri; Yoksulluk

 

Bizler kendi vatanımızda onurlu ve varlıklı bir hayat yaşıyorduk. Yebna'da bugüne kadar hâlâ duran doğduğum evimiz her taraftan geniş bir bahçenin içindeydi. Ancak yurdumu işgal edip sahiplerini dağıtan Yahudiler bizi fakir­lik kıskacı arasında ezdikçe ezdiler... Karşılaştığımız bu fa­kirlik neticesinde abim, eğitimini otomatikman bıraktı. Bir meslek öğrenip bizi geçindirecekti. Babam 1962'de vefat edince abim ailenin reisi oldu. Abimin bulduğu berberlik mesleğinin geliri pek zayıftı. Bunun üzerine Suudi Arabis­tan'da çalışmak için bir yol bulmaya çalıştı. O zaman abim 20 yaşındaydı. Suudi'de bir iş bulur da bizi fakirlik mikro­bundan kurtarabilir diye umut ediyorduk. Abim, Î964'de yolculuğa çıkmaya karar verdi. O yıl ben liseye devam edi­yordum. Bir sabah namazından sonra onu uğurlamak için evden çıkıp tren istasyonuna yürüdük. Biz yürürken - Allah rahmet eylesin - annem bana dönerek şöyle dedi: "Oğlum, ayakkabılarını çıkar, abine ver ki Suudi'ye kadar yalınayak gitmek zorunda kalmasın. Senin için ise yaklaşan eğitim yı­lma kadar bir çare buluruz." Ayakkabımı çıkarıp abime ver­dim ve eve yalınayak döndüm.

İşgal Batı Şeria ve Gazze şeridinde Filistin halkına ait bütün altyapıyı yerle bir etti. Düşman, bütün dikkatini Filis­tin Halkının servetini gasp etmeye, onları ekonomik olarak çökertmeye çevirmişti. Zaten Filistin halkının ekonomik ya­pısı pek zayıftı. Filistinli bir görevlinin maaşı aynı görevde­ki bir Yahudi'nin ancak üçte biri kadar olabiliyordu. Siyo­nist düşman bütün bunlarla beraber Filistinlilere çok ağır vergiler yüklüyordu.

Bu vergilerin başında gelir vergisi bulunuyordu. Aynı şekilde toplamı % 18'e varan ek vergiler. Siyonist düşman

1981'de Filistinli doktorları da -ekonomik açıdan zayıflat­mak için- ek vergiler uygulamasına kattı. Bunun sonucu biz Filistinli Arap Doktorlar Derneği olarak - ki bu dernek dok­torlar sendikası mesabesindeydi - genel grev ilanında bu­lunduk. Çok acil vakalar dışında hasta kabul etmiyorduk. Başlattığımız grev, Avukatlar Barosu, Mühendisler Derneği, Han Yunus ve Gazze belediyelerine de sıçradı. Diğer bele-diye ve cemiyetler de işin içine girince iş büyüdü ve üç haf­ta süren milli tir intifada haline dönüştü. Bu intifadada bir şehid, birkaç tane de yaralı olmuştu. Daha sonra sahil şeri­di boykot ve greve destek verdi ve böylece grevin sahası ge­nişledi. Ancak bizler üç hafta sonra kendi verdiğimiz bir ka­rarla boykotu kaldırdık. Çünkü Filistin halkının sağlık du­rumu acınacak haldeydi. Doktorlar ek vergryi boykot sade­dinde imza toplamayı sürdürdüler. Boykot esnasında Siyo­nistler bana zorunlu ikamet kararı çıkardılar. Bunun sonu­cunda ben birkaç gün Gazze Doktorlar Cemiyetine gideme­miştim. Çünkü Han Yunus'ta ikamet ediyordum.

Yaklaşık bir yıla varan bir zaman sürecinden sonra Si­yonistler ek vergileri bahane ederek hakkımda koğuşturma kararı verdiler. Vergi merkezine beni çağırdılar ve biriken vergilerimi ödememi istediler. Ben bunu reddettim. Bunun üzerine özel kliniğimi bastılar ve oradaki bütün eşyaya el koydular. Ondan sonra vergi ödemem için benimle pazarlık etmeye başladılar. Aksi durumda açık artırma yoluyla tıbbi malzememi satacaklarını söylediler. Klinikteki malzeme ve eşyalar kıymetçe istenen vergiden daha fazlaydı. Ancak ben ilkemden ödün vermemek için vergi ödemeyi reddettim.

Çünkü vergiyi red, işgali red demekti. Şayet Filistin halkı vergi ödememe konusunda ısrarlı olabilseydi iş, sivil bir is­yana bürünecek ve işgalci güç çok zor durumda kalacaktı. Siyonistler bu kez evimdeki işe yarar eşyaları da almak için evime ulaşmaya çabaladılar. Ben özel kliniğimde hiçbir eş­ya olmadığı halde durmaya devam ediyordum.

Bir gün gelip onlarla beraber evime gitmemi istediler. Ben bunu reddettim. Çünkü onlar evimin adresini bilmiyorlardı. Onlara şöyle dedim: "Polisten evi aramaya dair özel bir izin getirmeden sizinle eve gelmeyeceğim." Allah'a hamdolsun ki onlar bunu kabul etmediler.

Asker beni vergi dairesine ait bir arabaya bindirdi. Ken­dileri de askeri bir araçla arkamdan geliyorlardı. Han Yunus'un üst tabakasının bulunduğu mahallede evimi sorma­ya başladılar. Oysa benim kampta çok mütevazı bir evde oturduğumu bilmiyorlardı. Evlerin kapılarını çalıyor ve in­sanlara evimi soruyorlardı. Onlar "Doktorun evi nerede bil­miyoruz" diye cevap veriyorlardı. Siyonistler caddeleri araştırıp dururken yaklaşık olarak 17 yaşlarında komşum olan bir genci durdurup "Dr. Rantisi'nin evi nerede?" siye sordular. Genç bakındı ve benim onlarla olduğumu görün­ce "Evi bilmiyorum" diye cevap verdi. Onlar durumdan şüphelenip çocuğu zorla yakaladılar. Ancak o genç evimi onlara göstermekten kaçındı. İki saat süren aramadan son­ra kavgaya başladık. Sonra beni polise götürdüler. Polis şe­fine " Bu adam görev yapmamızı engelliyor" diye şikâyette bulundular. Ben polis müdürüne dönüp: "Hayır, bu doğru değil. Ben onlardan evimi arama hususunda polisten bir izin belgesi göstermelerini istedim. Onlar da bunu kabul et­medi." Polis müdürü vergiden sorumlu görevliye "Bu adam senden bunu istedi mi?" diye sordu. Sorumlu; "Evet" deyince polis müdürü sorumlunun bu isteği kabul etmemesine kızdı. Biz bu durumdayken Filistinli bir polis kulağıma eğildi ve "Ev temizlendi" diye fısıldadı. İşte o zaman ben polis müdürüne, "Eğer sen onların eve girmelerine izin ve­riyorsan bir sakıncası yok" dedim. Ve bilfiil eve gittik. Tabi ki avuçlarını yalayarak geri döndüler. Sonra klinikteki mal­zemelerim açık arttırmayla satıldı. Allah'ın takdirine bakın ki, eşyaları büyük davetçi el-Hac Sadık el-Müzeyni'nin oğ­lu satın alırrkşti. Eşyaların bana ait olduğunu öğrenince te­lefon açarak eşyaları iade etti. Arttırmada verdiği parayı al­mamak için de çok ağır yeminler etti. Bütün İsrarlarıma rağ­men hiçbir para almadı. Allah ona en hayırlı karşılığını ver­sin inşaallah.

Daha sonra bir de baktım ek vergi ödemekten kaçın­mam sebebiyle askeri mahkemeye çağırılıyorum. Mahkemeye gittim ve işgal güçlerine ek vergi ödemeyeceğimi te'kid ettim. Mahkemenin yasal olmadığını da belirttim. Üç celse sonra hâkim ek vergiyi ödememle birlikte -iki ay zar-fmda ödenmesi gereken bir para cezası ki eğer bunu da ödemezsem -altı ay hapis yatmama hükmetti. Tanınan iki ay süreyi bitirdim ve vergileri ödemedim. Bu esnada beni polis merkezine çağırdılar ve benimle pazarlık ettiler. Tu­tuklanmamam için sembolik bir Ödeme yapmamı istediler.

Tutuklanmamın vergi ödememe konusundaki inadımı attıracağından korktukları için bu yolu deniyorlardı. Onların amaçları bu konudaki irademi velev az bir meblağ öde­me şekliyle de olsa kırmaktı. Ancak ben bunu da reddettim. Düşünmem için iki ek süre daha vermelerine rağmen kara­rımı değiştirmedim ve cezaevine girdim. Cezaevinde İslami Mücadelenin çekirdeğini oluşturan gençlerle tanıştım. B Blok 6. odada Cebi Ammar, Muhammed Nassar gibi müca­hitler ve diğer değerli kardeşlerle karşılaştım. Cezaevine girdikten sonra da Siyonistler defalarca beni kanaatimden vazgeçirip eve göndermeye çalıştılar; ama her defasında is­teklerini reddettim. Tıp Cemiyetinden bir grup doktoru da beni ikna için ziyaretime gönderdiler ancak ben gene kararımdan vazgeçmedim. Hapse girdiğimin dokuzuncu günü birden tahliyem geldi, içeriden çıkınca Tıp Cemiyetinin benden habersiz olarak para cezamı ödediğini ve bu sebep­le tahliye edildiğimi anladım.

 

Siyonist İşgal Ve Hemşirelik Fakültesi

 

Siyonistler, Gazze şeridinde hemşirelik mesleğini boz­mak için çalışıp duruyorlardı. Ahlakı düşük kişiler hemşire­lik bölümüne müdür olarak atanıyorlardı. Bunun üzerine İslam Üniversitesi bünyesinde bir hemşirelik Fakültesi kur­mayı düşündük. Ben ve Dr. "Mahmud Zahhar" bu düşün­cenin arkasında durduk. Ancak hastabakıcılığm ahlaki ola­rak ilerleyip gelişmesini istemeyen Yahudilerle tam 45 gün süren bir mücadelemiz oldu. Siyonist askeri hâkim her biri­mizi ikamet ettiği yerde (ben Han Yunus'ta, Dr. Zahhar da Gazze'de oturuyordu) bürosuna çağırdı ve bu fakülteyi aç­mamamızı talep etti. Bu istek kesin red ile karşılanınca siyonist güç özel bir askeri kuvvet göndererek Han Yunus'daki Özel kliniğimi muhasara altına aldı. Dr. Zahhar'm Gazze'de-ki kliniği de aynı şekilde muhasara altına alındı. Muhasara mesai saatleri boyunca sürüyordu. Bu sürede gelen hastala­rı korkutuyorlar ve kimlik göstermelerini talep ediyorlar; kimlikleri olmayanlar geri gönderiliyorlardı. Ben, çocuk doktoru olduğumdan hastalarla gelen anneleriydi. Çoğu kimlik taşımıyordu. Bir tür bahaneyle çocuklarıyla beraber geri döndürülüyorlardı. Üstelik bu tür kadınlarm çoğu da "Refah" gibi^uzak veya Han Yunus'a göre de uzak düşen köylerden geliyorlardı. Mesai saatinden sonra arabama bi­nip eve döndüğümde asker dolusu bir araç eve kadar pe­şimden geliyordu. Bu durumda ne sıkıntılar çektiğimi bir Allah bilir. Bununla birlikte ben ve Dr. Zahhar pes etmedik. Gün boyu süren baskılardan bir ay sonra askeri hâkim beni çağırdı ve Hemşirelik Fakültesi kapatılmadığı sürece bu baskıların süreceğini söyledi. Ben ona şöyle dedim: "Ben de bu baskıların durmasını istemiyorum. Çünkü insanlar bunu görüyor ve bana dua ediyorlar." Bu sözümden üç gün sonra muhasarayı kaldırdılar. Sanki göğsümden bir kâbus dışarı atılmış gibi rahatladım. Ancak baskı ve muhasaraya ikinci defa tekrar başladılar. Bu ikincili beni daha da sıktı, ama onlar geri adım atana kadar bizler sabrettik. Sonunda o Hemşirelik Fakültesi bugüne kadar gelebildi. Allah'a son­suz şükürler olsun.

Kaderin şaşılacak tecellilerinden biri şöyle gelişti: Han-Yunus'ta çalışan bir Siyonist polis komiserin kız çocuğu has­talanmıştı. İsrail içinde ne yaptıysa hastaya şifa bulamamıştı. Kendisiyle beraber çalışan Filistinli polis komiserleri ona beni tavsiye etmişler. Ve "bunu ondan başkası hal ede­mez" demişler. Bir gün kliniğimin girişine vardığımda tam karşıda kaldırım üstünde bir polis görünce kendi kendime, herhalde Siyonist polis de askerlerin sürdürdüğü muhasara­ya katılacak diye içimden geçirdim. Çünkü tek basma oraya dikilmiş yanında kız çocuğu yoktu. Ancak bir süre sonra İçiş­leri Bakanlığı nüfus dairesinin bir görevlisi içeriye girdi. Bu şahıs Hanyunus'ta tanınmış bir aileden Filistinli bir adamdı. Bana dışarıda Siyonist bir komiserin olduğunu, kız çocuğu­nun siyonist doktorlar tarafından tedavi edilmesine rağmen iyileşmediğini ve çocuğu muayene etmemi istedi. Ben ona; "Askerlerin kliniği nasıl muhasara edip de Müslüman çocuk­ların tedavilerini engellediğini görmüyor musun?" dedim. "Hal böyle iken ben onların çocuklarını nasıl tedavi edebili­rim" diyerek isteğini şiddetle reddettim. Her ne kadar ısrar ettiyse de ben gene reddettim. Adam, dargın bir halde çıkıp gitti. Yarım saat sonra Filistinli bir komiser geldi. Bu komiser halim selim ve namazına devam eden biriydi. Bu da çocuğu muayene etmemi istedi, ama ben gene kabul etmedim. İsra­rına rağmen tavrım değişmedi. Bu defa adam "çocuğu mu­ayene etmezsen dışarı çıkmam" dedi. Bu durumda adamı dı­şarı atacak değildim. Son çare olarak dedim ki "Git çocuğu al getir, ama Siyonist babası kliniğime girmesin." Cenab-ı Hak bu çocuğa 24 saatte şifa verdi. Allah'a hamd olsun. Ve 24 sa­at sonra da askerler ansızın kliniğim etrafındaki muhasarayı kaldırdılar. Azim ve kararlılık, zafer elde etti ve Allah'a şü­kürler olsun ki Hemşirelik Fakültesi yerinde kaldı.

 

2

 

Lokomötif olayı meydana geldiğinde ben Gazze şe­ridindeki İhvan-ı Müslimin Hareketinin 7t yöneticisinden biriydim. Siyonistlerin bir treni Filistinli işçileri taşıyan bir arabaya çarpmış içindekilerin hepsi ölmüştü. Bu olay kas­ten öldürme olarak algılandı ve Filistinlileri sokağa döktü. Hadise tam da Filistinli gençlerin, özellikle de gün boyu iş­gal güçleriyle karşı karşıya olan üniversite öğrencilerinin onurunu hedef olan kışkırtmaların peşinden meydana gel­mişti. İşte kasten gerçekleşen bu trafik olayının hemen ar­dından sokaklar kendiliğinden taştı. Ve öfkeli kalabalık so­kağa döküldü. Meydana gelen olaylarda bir şehid, birkaç tane de yaralı vardı. Bizler, Gazze Şeridindeki İhvan-ı Müs­limin liderleri olarak hemen toplandık. Olayın değerlendir­mesini yaptıktan sonra Siyonist işgale karşı intifada ateşini yakacak olan önemli bir karara vardık. Bu tarihi karar 1987'nin Aralık ayıran dokuzuncu gecesinde tamamlandı.

Ve hemen yürürlüğe girdi. Böylece biz intifada hareketinin adresi sayılacak "Islami Mukavemet Hareketi" ni ilan ettik. HAMAS'm bu ilk açıklaması Allah'ın izniyle Filistin tarihi­nin akışım değiştirecek olan intifada eyleminin başladığım haber veriyordu. İntifadaya camilerden başladık ve insanlar buna hemen katıldılar. Böylece Filistin halkı sürdürdüğü ci­hadının en önemli aşamalarından birine varmış oldu. Bu kararın alındığı vakitte ben Han Yunus kampında ikamet ediyordum.

İntifadanın patlamasından 37 gün sonra (Ocak 1988) bir Cuma gecesi bir de baktım ki, işgal askerlerinden çok büyük bir güç evimi kuşatmış. Bazı askerler bahçe duvarın­dan içeri atlamak için tırmanıyordu. Bu arada kalabalık bir asker grubu da dış kapıyı şiddetle vuruyor ve korkunç ses­ler çıkarıyorlardı. Bu seslerden dolayı yattığım odanın biti­şinde kalmakta olan küçük çocuklar korktu. Ben, hemen ya­taktan fırladım ve yattığım odanın kapısına dayandım. Ni­yetim askerleri içeri sokmamaktı. Askerlerden üç tanesi içe­riye zorla girmeye çalışınca onlara yumruklarla mukave­met ettim. Bunun sonucunda askerlerden biri yaralandı. Bu esnada bir subay sesi duyuldu. Askerlerden oradan uzak­laşmasını ve çatışmayı kesmelerini emrediyordu. Daha son­ra subay benden elbiselerimi giymemi istedi. Ben de elbise­lerimi giydim ve onlarla dışarı çıktım. Gözlerimi bağladılar. Arkadan zincirli ellerim şişti. Uzun süre ellerim tutmaz du­rumda kaldı.

"Ebu Rami" lakaplı bir güvenlik subayı vardı. Tutuk­lanmamdan sonra benim bu Ebu Rami'yi  fena halde dövdüğüm şayiası yayılmış. Ebu Rami silahlı korumalarıyla be­raber caddede yürüyor ve insanlara "İşte bakın, siz dokto­run beni dövdüğünü zannediyorsunuz, nerede yumruk iz­leri?" diyormuş. Doğrusu ben askerlerle kavga ederken o bizden uzak bir mesafedeydi.

 

Cezaevinde Keramet

 

Nakip denilen bir çöl yerinde tutukluyduk. Yıl 1988'in yaz ayı. Sıcaklık pek şiddetliydi. Ramazan'm son gecelerin­den birinde sahur yemeği için kalktık. Bir de baktık ki sı­caklık dayanılacak gibi değil. Zor bir günün eşiğinde oldu­ğumuzu anladık. Sabah namazını eda etmek için saf olduk. İslam Üniversitesi öğrencilerinden biri öne geçip bize na­maz kıldırdı. Allah'u Teala bu kardeşimize Kur'an'ı güzel okuyan bir ses bağışlamıştı. İkinci rekâtın rukuûndan sonra imamımız ellerini açtı ve ağlayarak dua etti. Biz de arkasın­dan âmin diyorduk. Duasında şöyle yakardı: " Ey Rabbim, bize bulut gönder ve yağış yağdır. Bizleri rahmetinden umut kesenlerden kılma.

Duasında çokça yalvardı. Bizden biri kendi kendisine şöyle diyordu: "Bu nakip sahrası gibi bir yerde bulut nereden gelecek?" Peşinden sabah sökün etti ve yer tutuşmaya başladı. Çadırlara girsek tam bir hamam... Çıksak sanki ce­hennem bizi her yandan kuşatmış oluyordu. Güneşin biraz yükselmesinden kısa bir zaman sonra bir de baktık uzaktan bir bulut yavaş yavaş bize doğru geliyor. Ta ki gelip kampı­mızın bir bölümünü gölgeledi. Gözlerimize inanamadık. Sonra bir bulut daha... ve peşinden gelen bulutlar bütün kampı kaplayıp gölgelediler. Biz yerden bulutların sınır çi­zer gibi gölgeledikleri mesafeyi gözlerimizle görüyorduk. O sınırın gerisinde ise yeri kavuran sıcaklık... Sonra yağmur damlaları düşmeye başladı. Yağmur damlalarıyla tutuklu­ların gözyaşları... Herkes bunu Allah'tan bir ayet, bir kera­met olarak gördü. Hemen çadırlardan dışarı çıkıp duaya başladık. Ben dua ettim arkamdakiler "âmin" diyordu. Sonra sırasıyla bütün kardeşler dua ettiler. Hamd ve teş­bihle Allah'ın sabah namazındaki duamızı kabul etmesinin sevincine boğulduk.

 

Tek Kişilik Zindanda Geçen Üç Ay

 

1991 yılında Nakip toplanma kampında bir yıllık idari cezamı yatıyordum. Tutuklular kampın 1988'de açılışından bu yana yakınlarının ziyaretinden mahrum bırakılmışlardı. Tutukluların ısrarları ve sürekli protestoları sonucunda kamp idaresi kamptakilerin akraba ziyaretine yeşil ışık yak­maya başladı. "Şiltail" adında yüksek askeri bir rütbeye sa­hip kamp müdürü, tutuklu temsilcileriyle görüşmek istediği­ni bildirdi.

Değişik grupların temsilcileri kamp çadırlarından birin­de toplandılar. Görüşmeden önce neler yapılacağı kararlaştı­rılacaktı. Tutukluların benim de bunlarla beraber olmamı is­temeleri üzerine ben de onlara katıldım. Çadırdaki buluşma­mız esnasında bazı gençlerin Şütail'den çekindiğini ve abar­tılı bir imaj sonucu ondan korktuklarını gördüm. Anladım ki bu herif bazı gençlerin kalbine korku ve heybet salmış. Bu durum hoşuma gitmedi, ama bir şey de demedim.

Sonra görüşme günü bir otobüs bizi alıp Şiltaü'in divanı­na götürdü. Yolda giderken Şiltail'in gençlerin psikolojisinde-ki heybet ve korkusunu nasıl çıkarıp atacağımı düşünmeye başladım. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. "Ama nasıl" diye kesin bir karara varamadım. Ancak eğer adam uygunsuz bir davranışta bulunacak olsa ona ne cevap vereceğimi biliyor­dum. Otobüs oraya ulaştı. Ve biz Şiltail'in divanına girdik. Oturduğumuz salonca sağımıza düşen, 30 santimetre yüksek­likte bir sehpa ve etrafında birkaç sandalye vardı. Salonda ge­ne birkaç sıra sandalye ki bunlar bizim oturmamız için konul­muştu. Değişik bölümlerin başkanları geldiler. Haddi zatmda bunların hepsi orduda büyük rütbelere sahip şahıslardı. Ara­larında H&ı Yunus'un eski askeri hâkim yardıması da vardı ki bu adam beni tanıyordu ve şimdi Şiltail'in de yardımcısıydı.

Hepsi sehpanın etrafındaki sandalyelere kuruldular. Tu­tukluların temsilcileri de karşıdaki sandalyelerde... Yüz yüze oturduk. Aramızda iki metreden az bir mesafe vardı. Ben ilk divana en yakın ön sıranın ilk sandalyelerinde oturdum. Az bir süre sonra Şiltail içeri girdi. Uzun boylu ve cüsseli bir adamdı. Askeri bir edayla sehpaya bakındı ve elleriyle ayağa kalksınlar diye işaret etti. Onlar hemen işaret ettiler. Sonra bi­ze de aynı şekilde bakınıp eliyle işaret etti. Gençlerin hepsi ayağa kalktı; ben yerimden kalkmadım. Bu, benimle onun ara­sındaki ilk karşılaşma olduğundan beni tanımıyordu. Bana yaklaşarak "Niçin kalkmıyorsun?" dedi. Ona " Ben ancak Al­lah için kıyam edebilirim. Sen tanrı değilsin. Sadece bir insan­sın. Ben bir insan için ayağa kalkmam" diye cevap verdim. O bana "Kalkman gerekir" dedi. Allah'ın adıyla kalkmayaca­ğıma dair yemin ettim.

Adam apıştı kaldı. Ne yapacağını bilmiyordu. Fetih li­derlerinden Albay Sami Ebu Semhedane araya girdi ve benim kararımdan dönmeyeceğimi ona ifade etmeye çalıştıysa da Şiltail onu dinlemedi ve tutumunda ısrar etti. Ben de aya­ğa kalkmayı şiddetle reddettim. Şiltail'in yardımcısı bana "Ey doktor! Burada protokol kuralları geçerlidir. Onlara say­gı duyman gerekir." dedi. Ben "Her şeyden önce dinime say­gı duymak zorundayım. Dinim benim bir yaratık için kıyam etmemi caiz görmüyor." diye cevap verdim. "Peki, çözüm ne?" diye sordu. Dedim ki; "Ben ya oturmaya devam ederim ya da çadırıma dönerim." Şiltail: "Öyleyse çadırına dön git" dedi. Bunun üzerine ben divandan çıktım. Benimle beraber sadece mühendis İbrahim Rıdvan ve Abdulaziz el-Halidi dı­şarı çıktılar. Bu kardeşlerin her ikisi de Hamas'tandılar.

Bu olayın üzerinden bir kaç gün geçmişti ve zaten tah­liyeme de üç ay kalmıştı. Bir de baktık adamlar beni çağırdılar ve eşyamı toplamamı istediler. Cezaevindeki sözlükte bunun anlamı "yolculuk var" demektir. Fakat ne tarafa ola­cağını bilmiyorduk. Beni bir otobüs beklemekteydi. Otobü­se atlar atlamaz benimle dışarıya çıkan iki kardeşi de içeri­de buldum. Onları da yattıkları bölümden alıp getirmişler. Ve anladım ki bu bir cevaptır. Ceza ise zindandan başka bir şey olmaz. Otobüs bizi "Tutukevi 7"ye götürdü. Burada tam elli hücre bulunuyordu. Oraya varır varmaz "Nir" kod adlı zindanlar sorumlusu tarafından teslim alındık. Bu kişi bizim üç ay tek kişilik hücrelerde ceza çekeceğimizi söyle­di. Morali çok bozuk gözüküyordu adamın. Daha sonra moralinin bizim şahsi bir nedenle cezaya çarptırılmamız­dan dolayı bozuk olduğu anlaşıldı. Yani adam Şiltail'in bu şekilde intikam almasına bozulmuştu. Bundan dolayı adamcağız bizi kötü bir tarzda karşılamadı. Belki de yaşı­mız ve eğitim seviyemiz de adamda etki bırakmıştı.

Her birimize ayrılan özel hücrelere alındık. Herkes tek başına bir hücreye konuldu. Cumartesi hariç her gün bir sa­at süreyle dikenli tellerle çevrili bir alana çıkarılıyorduk. Burada tuvalet ve banyo vardı. Hücrelerde tuvalet ve ban­yo mevcut'değildi.' Ve Kur'an'la yola çıktık. Ben 1990'da Kur'an hıfzımı tamamlamıştım. Ama bu defa tekrar ederek pekiştiriyordum. Hıfzımı tamamladığım 1990'da ben ve Şeyh Ahmed Yasin "Kef eryuna" kampında beraber bir hüc­rede kalıyorduk. Mühendis kardeş de Kur'an ezberlemeye başladı. Gerçekten zeki bir insandı ve Ibranice'yi de çok gü­zel konuşuyordu. Allah'a hamd olsun ki üç ay bitmeden Kur'an'ı bütünüyle ezberlemeyi başardı.

 

Duanın Kabulü

 

Siyonistler, çadırlarıyla, zindanlarıyla toplanma kampı­nın her tarafını ses yükselticileriyle donatmışlardı. Bu yük­sek ses verilen hoparlörlerin iyi tarafından biri de haber bül­tenlerini yayınlamaktı. Her ne kadar radyo, haberin bir kıs­mını aktarıyor veya olayı çarpıtan siyonist radyo ise de...

Biz yine de kamp duvarları dışında olup bitenler hak­kında bir malumat ediniyorduk. Hem bizlere yakınlarımı­zın ziyareti de yasak olduğundan dışarıyla hiçbir bağlantı­mız kalmamıştı.

Bu hoparlörlerin kötü tarafı ise sesli müzikle kulakları­mızı tırmalayıp durmasıydı. Kur'an ezberleme veya namaza durma esnasında zindanın duvarlarında da yankılanan ses bir hayli rahatsız ediciydi. Bazen bu yüzden ne Kur'an okuyabilir ne de uyuyabiliyorduk. Böylesi bir işkence karşı­sında duaya sığınmaktan başka bir çaremiz yoktu. "Ey Rab-bimiz bizi bu hoparlörlerin yaydığı sesten sen kurtar" diye yalvanyorduk. Arada birkaç gün geçmişti ki İbrahim'le be­raber hücrelerin dışındaki havalandırmada durup haber bül­teni bekliyorduk.

Bir de baktık kampın bu hoparlörler vesaire bölümü ile ilgilenen müdürü bizi izliyor. Müdür ile "Nir" arasında şöy­le bir konuşma geçmiş: Müdür "Doktor ile Mühendis ne ya­pıyorlar". Nir "Haber bülteni dinliyorlar". Bu cevap onu kız­dırmış olmalı ki "Hoparlörlerin tellerini kes de dinlemesin­ler" diye emir verdi. Bunu yapmakla bizi kızdırmış olacağını zan etmekteydi. Nir de emri yerine getirdi. Bu şekilde Cenab-ı Hak duamızı kabul buyurdu ve bizi o gürültüden kurtardı. Zaten biz haber bültenlerini yakın çevredeki hoparlörlerden de dinleyebiliyorduk.

Günün birinde hücrelerden birinden yankılanıp yükse­len bir imdat çığlığı duyduk. "Sesin kaynağını görebilir miyim" diye hücenin mazgalından baktım. Bir de gördüm ki "Umeyr" adında bir gardiyan hücrelerden birinden çıkıyor ve hücrelerdeki gençlerin nasıl dövüldüğünü temsili olarak Nir'e gösteriyor. Bunu yaparken de kibirli bir halde hava atı­yordu. Dövülen bir genç de "imdat" diye çığlık atıyordu. Biz­ler ise bu manzaradan dolayı gözyaşı dökmekten başka bir şey yapamıyorduk. Bu manzarayı gördükten sonra gidip iki rek'ât namaz kıldım ve peşinden "Ey yüce Allah'ım, Umeyr'e cezasını ver ve ondan intikam al" diye dua ettim.

Bundan sonra aniden Umeyr'in görünmez olduğuna şahit olduk. Birkaç hafta ortalıkta yoktu. Biz onun başka bir yere gönderildiğini zannediyorduk. Ancak bir süre sonra onu tekrar gördük. Topallayarak yürüyordu. Ona "Bacağın­da bir acı mı var?" diye sordum. "Hayır, ama başımda bir şeyler var" dedi. Sonra anlaşıldı ki beyninde habis bir tü­mör oluşmuş. Bunun üzerine duamı kabul eden Yüce Mevla'ya hamd ettim. Böylesi bir duanın kabulünde şaşılacak bir durum da'yok zaten. Çünkü Resulullah (s.a.v) "Mazlu­mun bedduasından sakının; çünkü onunla Allah arasında perde yoktur" buyurmaktadır.

 

Allah'ın Alçalttıklarına Kimse Değer Vermez.                            

 

Üç ay bitmiş ve kamptaki son gecemiz gelip çatmıştı. Benimkinden biraz ileride itirafçıların koğuşu vardı. Tutuk­lular arasında bunların casus oldukları ortaya çıkınca bun­lar kaçıp kamp idaresine kendilerini teslim etmişler. Çıkaca­ğım son gece bir de baktım bulunduğum hücreye Nir geli­verdi. Bana Doktor "Yarın tahliye oluyorsun" dedikten son­ra "Mifuksinler" (bu kamptaki tutukluların casus ve itiraf­çıları kastederek kullandıkları bir tabirdir) kendilerine bir selam vermeni istiyorlar ne diyorsun" dedi. Birazcık dü­şündüm ve kalplerin Allah'ın yed-i tasarrufunda değişebi­leceğini, onlara selam vermenin belki de kalplerinde bir uyanış getirebileceğini umarak, "olur" dedim.

Nir'in yüz rengi değişti ve "Ey doktor; bu herifler iğ­renç insanlar, onlara nasıl selam verirsin" dedi. Ben de "Umulur ki Allah Teala onlara da hidayet bahşeder" dedim. Nir "Buyur" deyip hücrenin kapısını açtı. Çıktık ve takriben benim ve onların hücreleri arasındaki mesafe kırk metre ka­dardı. Mesafenin tam orta yerinde de Nir durdu ve "Ey Doktor, Mifuksin denilen herifler iğrenç adamlardır. Sen na­sıl onlara selam verirsin" dedi. Ancak ben artık karar ver­miştim. Yürümeye devam ettim.Koğuşlarının yanma vardı­ğımda Nir kapının üst tarafındaki küçük mazgalı açtı ve ba­na selam vermeleri için ellerini uzatmalarını istedi. Selam-laştıktan sonra Nir'den beni içeriye bırakmasını istediler. İş­te bu esnada Nir, yüzlerine kapıyı kapattıktan sonra sözlük­te söylenmedik kötü kelime bırakmadan onlara hakaretler yağdırdı. Sonra ben yarın tahliye olayım diye hücreme geri döndüm. Mahkeme edilmeksizin tam bir yıl adı "İdari Tu­tuklama" olan bir ceza çektim.

 

3

 

Bir gün Gazze'nin merkez cezaevindeydim. Rama­zanın son günüydü. Bir rüya ile beraber uyandım. Gördü­ğüm rüyayı B Blok 3. Koğuşta bulunan kardeşlerime anlat­maya başladım. "Kuzeye tarafa giden bir otobüse biniyordum" Henüz ben gördüğüm rüyayı bu şekil anlatıyorken birden şöyle bir anons yapıldı. "Abdulaziz Rantisi eşyaları­nı toplayıp havalandırmaya çıksın." Ben de hemen hazırla­nıp çıktım. Baktım ki "Remle" cezaevine oturuyorlar.

Bir cezaevinden diğerine götürürlerken mahkûmun bekletildiği yerler vardır. Bu bölüm yerin altında uzun sıra hücrelerin bulunduğu bir koridordur. Hücreleri de pek dar­dır. Beni tutup oraya koydular. Ramazan bayramı sabahı kendimi tek başıma bir odada buldum. Bayram için tekbir getirip sonra tek başıma Bayram namazını kıldım. Çok ga­rip duygular yaşadım gerçekten. Bu bayram, tek başıma kıl­dığım bir ilkti. Zindanlarda tekbir getiren diğer kardeşlerin seslerini duyuyor, ama onları göremiyordum. Sonra onları namaz kılmaları için geniş bir alana çıkardılar. Ben ise on­lardan ayrı tek başıma odamda kaldım. İki gün sonra Kefar-yuna cezaevine nakil işlemlerim tamamlandı. Bu cezaevi Beytelid kavşağı üzerine uzanan bir yerdeydi.

Şeyh Yasin de buradaydı. Şeyh Yasin ne bir elini ne de ayağını kıpırdatamıyordu. Elleri ayaklan felçli ve en azın­dan daima iki kişinin yardımına ihtiyaç duyacak bir haldey­di. Tutukluları taşıyan ring arabasına bindiğimde değerli insan Nezzar Avvadallah kardeşle karşılaştım. Kendisi be­nimle beraber Şeyh Yasin'e hizmet için başka bir cezaevin­den buraya getirilmişti.

Kefaryuna cezaevinin karşılama odasında da Yahya Sinvar ve Ruhi Müştehi adında iki sevgili kardeşle karşılaştık. Bunlar bizden önce Şeyh Yasin'e hizmet edenlerdi. Şim­di onlar başka bir yere götürülüyorlardı. İşlemlerin tamam­lanmasından sonra bir gardiyan eşliğinde Şeyh Yasin'in durduğu hücreye çıktık.

Hücrenin kapısına vardığım vakit başımı çarptım. Bu­nunda sebebi şuydu; kapı demir sürgüyle sürgülüydü, bir de sürgünün üstünde üç tane kilit. Gardiyana "Şeyh elini ayağını kıpırdatamıyor. Bu kilitlerin hepsi neyin nesi?" dedim. Gardiyan; "Emir öyle" diye cevapladı. Evet, ahmakça-sına saçma emirler...

Şeyhin yanma girdik. Sahiden çok sıcak ve etkili bir kar­şılamaydı. Ve Şeyh ile beraber yaşamaya başladık Onun banyosu, yemeği, günlük bütün hayatının ihtiyaçları dahil hepsini hatta vücudunu kaşıması gibi tüm ihtiyaçlarını bizim karşılamamız gerekiyordu. Şeyhle beraberliğimiz süre­sinde Kur'anı ezber çalışması üzerinde durduk. Ve çok şü­kür bunu tamamlamaya muvaffak olduk.

Cezaevi idaresi her gün iki saat süreyle "Favra" diye adlandırılan kilitli bir alana çıkmamıza müsaade ediyordu. Şeyh Yasin bu alanm duvarına sırtını dayayarak yerde uza­nıyordu. Ben ve arkadaşım ise voltamızı atıyorduk. Bu alan günün diğer vakitlerinde Filistinli ve Yahudilerden adli tu-tuklularca pullanılıyordu. Bu adli tutuklular temizliğe hiç dikkat etmiyorlardı. Bir süre zarfında baktık ki alan pireler­le dolmuş.      :

Bir gün bitlerin elbiselerimin üstünde sıçradığını gö­rünce, gidip arkadaşıma anlattım. Baktım ki arkadaşım da aynı dertten müzdarip. Anladık ki pireler bizi sarmış.

Şeyh Yasin'e gidip şöyle bir baktım; üzerinde tek bir pi­re bulamadım. Durumu cezaevi idaresine ilettik, ama ilgile­nen olmadı. Bu durum iki haftaya yakın böyle devam etti. Alana yaklaştığımızda pireler üzerimize sıçrıyorlardı. Her gün belki on tanesini öldürüyordum.

Şaşırdığım durum şuydu ki iki haftaya yakın devam eden bu bit belasından Şeyh Yasin etkilenmedi. Bitler Şeyh Yasine yaklaşamıyorlardı. Şaka yollu Şeyhe " Nedir bunu hikmeti?" diye sorunca Şeyh, "Yahu kardeşim pireler sizin gibi kiloluları arayıp buluyorlar; benim gibi zayıfları ne ya­pacaklar." Bu cevaba güldüm, şöyle dedim; "Hayır böyle değil. Yüce Allah senin tenini kaşıyamayacağmı bildiği için onları senden uzak tutuyor." Bunun üzerine Şeyh Yasinle beraber biz de güldük.

 

Kabul Edilen Dua

 

Dört buçuk ay devam eden bu sürenin şaşılacak hatıra­larımdan biri de şöyle oldu: Cuma günü ailelerimizle görüş günüydü. Kızılhaç özel arabasıyla onları getiriyordu. Cuma günlerinden birinde gene ziyaret için çağırıldık. Ziyaret ala­nında beklemediğim bir şeyle karşılaştım. Şeyh Yasin ve Nasr kardeşin aileleri gelmiş, ama benimkiler yoktu. Yarım saat süren ziyaret saati bana o kadar uzun geldi ki... Şeyhin ve arkadaşlarımın ziyaretçileri her ne kadar beni teselli et­meye çalıştılarsa da moralim bir türlü düzelmedi. Kendi kendime neden gelmediklerini inceden inceye düşünmeye başladım. Üzerime bir sıkıntı çöktü. Ziyaretten dönüp ko­ğuş havalandırmasına geldik. Orada Şeyh Yasin bana; "Ne­den sıkıntılısın?" dedi. Ben; "Ailemin gelmeme nedenini bilmiyorum. Bundan önce böyle bir şey yaşamamıştık"de­dim. Şeyh; "Bu durum üzülmeye değer mi?" dedi. Ben; "Neden değmesin?" Şeyh "Sen say ki öldüler." Ben; "Şey­him senin güç getirebildiğine ben güç getirip sabredemem" dedim. Havalandırmanın bir köşesine ayrıldım ve "Ey Al­lah'ım, eğer Şeyh Yasin'e hizmetimden razıysan beni ailem konusundaki bu sıkıntıdan kurtar." Emin olun ki dua için açtığım ellerimi daha indirmemişken baktım ki bir gardiyan, "Ailen gelmiş, haydi ziyarete" diye beni çağırı­yor. Hayretimi bir kat daha artıran şey de şuydu. Ben, bu gardiyanı daha önce hiç görmemiştim. Ben ve bu polis be­raber ziyaret yerine gidiyorken bana "Şeyhe iyi bak" dedi. Cenabı Hak ona bunu dedirtti ki benim bu ziyaretimin ya­pılan duamın kabulünden olduğunu anlayayım.

Bu dönemde karşılaştığım ve unutulmaz olaylardan biri de şudur: Biz Şeyh Yasin'i havalandırmaya çıkarırken Ya­hudi adli bir suçluyla yüz yüze karşılaştık. Refakatinde bir gardiyan vardı; bir de baktım bu adli suçlu Şeyh Yasin'in elini alıp öptü. Sonra da bana; "Bunu sadece gardiyanı kız­dırmak için yaptım" dedi. Gardiyan de bunu duyuyordu. Bu tip mahkûmlar Yahudi de olsalar cezaevi idaresine karşı kinleri vardı. Bundan dolayı bizi seviyorlardı. Çünkü her ikimizin de düşmanı birdi: Cezaevi İdaresi...

Ben Şeyh .Yasin'in bulunduğu bu cezaevine geldikten iki gün sonraydı. Yine Yahudi adli tutuklulardan biri, İngi­lizce olarak bana şöyle demişti: "Dikkatli ol, seni ancak din­lesinler diyç Şeyhin yanma koydular. Bunun için konuşul­maması gereken şeyleri konuşmayınız. Olabilir ki siz hava­landırmaya çıkarken onlar odanıza dinleme/nhazı koymuş­lardır." Bundan dolayı kendisine teşekkür ettim.

Bu dönemde unutulmayan bir olay da şudur: Yahudi bir gardiyan elimde Kur'an'ı gördü. Ben Kur'an sayfalarını karıştırıyordum, gardiyan: "Doktor, sizin kitabınızda neler var?" diye sordu. Ben; "Çok şey var" diye cevap verdim. Gardiyan; "Biz Yahudilere nasıl davranacağınız konusunda ne diyor?"deyince; ben de "Siz bizim ülkemizde toplandık­tan sonra bizim sizi keseceğimizi söylüyor" dedim. Gardiyan, "Bu ne zaman olacak?" diye sordu. "Kesin bilmi­yorum; ama kırk yıl zarfında olabilir", dedim. O zaman se­ne 1990'dı.

Başladı bir hesap yapmaya ve sonunda şöyle mırıldan­dı; "Hiç mühim değil. O zaman zaten ölü olacağım." Bu de­fa ben ona; "Tevrat bu konuda ne diyor" diye sordum.

Gardiyan; "O da aynı şeyi söylüyor." diye cevap verdi. Böy­lece bir noktada buluştuk. Ancak gardiyan şöyle bir istisna koydu: " Fesat yaparsak bu böyle olacak" Ben de; "Maşaal-lah" dedim, "sanki henüz fesat yapmamış gibisiniz"

Gene bu dönemdeki tatlı hatıralardan biri de şudur: Bi­zi sürekli ziyaret eden bir avukat vardı. Avukatlar için hazırlanmış odada bizimle baş başa otururdu. Günün birinde; Coca cola tipi meşrubatları almanıza müsaade ediyorlar mı? diye sordu. Ben; "Yok", dedim. Avukat, "Öyleyse gele­cek ziyarette size üç şişe coca cola getireyim" dedi. Hakika­ten de bundan sonraki ziyaretinde çantasında üç şişe colayı getirdi. Çantayı açıp "İşte colaları getirdim" dedi. Ben de: "Müsaadenizle şimdi burada içelim" dedim. Avukat; "Kor­karım ki gardiyan sizi görsün. Öyleyse koğuşa götürelim" dedim. Bu defa da; "Dönüşte sizi arayacaklar" dedi. Ben; "Şeyh Yasin'in arabasına koruz. Onlar arabayı aramıyorlar" dedim. Bu kez; "Korkarım ki onlar boş şişeleri çöpte göre­cekler" dedi. "Öyleyse gardiyandan izin alalım" dedim. Avukat; "Öyle de yaparsanız bir sonraki ziyaretlerde benim için zorluk çıkarmalarından endişe ediyorum" dedi. İşin so­nunda getirdiği colalarmi kendisine bırakıp gittik. Bu avukat mahkûmlara en çok hizmeti olanlardan biriydi. Şurada adını yazmak hoş olmaz.

Dört buçuk aydan sonra Şeyh Yasin'e veda ettim. Naklim Remle cezaevine, oradan da Mecdel cezaevine yapıldı. Bura­da mahkûmiyetimin son günlerini geçiriyordum. Çekeceğim ceza iki buçuk yıl olacaktı. Cezanın son on dokuz gününü sevgili Şehid Dr. İbrahim Mukadime ile beraber geçirdim.

 

Lübnan'a Sürülme

 

1992'nin Aralık ayının on dördüncü gecesiydi. Gecenin geç saatlerinde işgal güçlerinin askerleri Han Yunus'taki evimi kuşattılar. Kendileriyle beraber çıkmamı istediler. Ev­den çıktım. Askeri bir araç bizi Han Yunus'taki istihbarat bürolarının bulunduğu idare merkezine götürdü. "Az bir süre bekleyip sonra Gazze'ye gideceğiz" dedi. Ben ona; "Rabin bu yaptığına pişman olacak!" diye öfkeyle bağır­dım. Subay herhangi bir karşılık vermedi. Beni tek bir ma-sanm içinde olduğu bir odaya aldılar. Bizi Gazze'ye taşıya­cak araba gelene kadar orada beklememi söylediler. Az bir süre sonra oçlanın kapısı açıldı ve ben dışarı çıktım. Bir de baktım Dr. Halil' Ebu Leyla da yakındaki başka bir odadan çıkıyor. Ona selam verdim. Sonra bileklerimizi kelepçeleyip gözlerimizi bağladılar. Gazze'ye doğru yola çıktık. Gazze merkez cezaevine vardık ve içeriye alındık.

Mahkûmların "Terhil" adını verdikleri bir numaralı odaya bizi koydular. Burası tahkik bölümüyle ilgili bir odaydı. Cezaevlerinin muhtelif bölümlerine dağıtım bura­dan yapılır. Oysa bize kimse bir şey sormamış durumumuz araştırılmadan bu odaya konmuştuk. Bu durum bizi kuşku­landırdı. Gene bizim elbiselerimiz de değiştirilmedi. Oysa mahkûmlar tahkik esnasında elbiselerini indirip cezaevi kı­yafetini giyerlerdi. Bu odaya bizden önce alınmış olanlar da biz de, şaşkın şaşkm düşünmeye başladık; ama bir sonuca ulaşamadık. Birkaç saat sonra kapıyı açtılar ve dışarı çıkma­mızı istediler. Bizi 'tahkik' kısmının dışında cezaevi hava­landırmasına aldılar. Burada diğer cezaevlerinden mahkeme için getirilen tutukluların kaldığı bir bekleme odası var­dı. Mahkeme Gazze şehrinde İdi. Biz on bir kişi kendimizi bu odada bulduk. Aramızda Hamas'm kurucularından dört kişi vardı. Artık bunun bir sürgün operasyonu olacağını sezmiştik. Daha önce sürgüne gönderilenler Siyonist düş­manın yüksek mahkemesinde verilen hükmü temyiz yolu­na gitmişlerdi. Bu durumda sürgün operasyonunun gecik­mesi gerekirdi. Siyonist yüksek mahkemesi bu gibi durum­larda tamamen siyasi iradenin emirleri doğrultusunda ka­rar veriyordu. Dolayısıyla temyiz işi biçimsel bir tiyatro oyunu gibi kalıyordu. Bunu bildiğimden dolayı kararı tem­yiz etmemeyi arkadaşlara önerdim. Arkadaşlar, "Niçin tem­yize başvurmayalım?" deyince ben; davamızın siyasi oldu­ğunu ve kanuni bir soruna dönüşemeyeceğini, dolayısıyla bizim işgal edilen Müslüman topraklar üzerinde kurulan Siyonist bir mahkemenin meşruiyetini tanımamamız gerek­tiğini, temyize başvurmamız durumunda yasal olmayan sürgün kararı ile ilgili olarak mahkemenin lehimize veya aleyhimize vereceği hükmü kabul etmiş olacağımızı ve za­ten bizden önce bu yola başvuranların da bir şey tutturama-dığını izah ettim. Bunun üzerine bütün arkadaşlar temyize başvurmama hususunda görüş birliğine vardılar.

 

İşkence Yolculuğu

 

Siyonistler Önceki uygulamalarının tersine bize temyiz fırsatı bile vermediler. Gazze'de iki gün beklemeden sonra ellerimiz arkadan kelepçeli, gözlerimiz bağlı olduğu halde otobüslere konduk. Ancak nereye götürülüğümüzü bilmiyorduk. Daha önce sürgüne yollananlara tatbik edilen uy­gulamalardan geçmediğimiz için Nakip cezaevine götürül­düğümüzü sanıyorduk. Önceki sürgün operasyonundaki rutin işlemlerin kaldırılmış olması zihinlerimizdeki sürgün ihtimalini zayıflatmıştı. Otobüsler bazen durarak bazen de ağır ağır yürüyerek yol alıyorlardı. Hâlâ ellerimiz bağlı, gözlerimiz kapalıydı. Zaman çok yavaş ilerliyordu. Uzun süren yolculuk ile ellerimiz ve gözlerimizin bağlı olması bi­zi epeyce yormuş, bitkin halde bırakmıştı. Ne rahatça otu­rabiliyor ne 'de uyuyabiliyorduk. Üstelik hiçbir şey yediği­miz ve içtiğimiz de yoktu. Hatta def-i hacet etmemiz bile yasaklanmıştı. Namazları ne abdest ne de teyemmüm ol­maksızın ima île kılabiliyorduk. Secdesiz, rükûsuz bir na­maz... Kıbleyi de tayin etmek imkânsızdı. Otobüslerin bizi hangi yöne doğru götürdüklerini bilmiyorduk. Tam otuz al­tı saat biz bu halde kaldık. Otobüsler toplam yirmi dört sa­at durmaksızın yol almışardı. Tüm bunlarla beraber bu Si­yonistlerin bizi nereye götürdüklerini de bilmiyorduk. Ar­tık son dakikalarda her birimizin cebine bir zarf koydular. Bazı arkadaşlar bunun 50 dolar olduğunu görmüşler. İşte tam bu sırada sürgün cezasına çarptırıldığımız anlaşıldı. La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.

 

Zamriya Sınır Kapısı

 

Siyonistler otobüsün kapısını birden açtılar. Peşi sıra in­meye başladık. Otobüs kapısında iken ellerimizi açıp gözle-rimizdeki bandı kaldırdılar. İner inmez önümdeki alanda duran bir sürü kamyonla irkildim. İçleri tıklım tıklım insanla doluydu. Ben bu sayıda insan olacağını hiç tahmin etme­miştim. Yaşadığımız dramın dehşetini ve büyüklüğünü da­ha yeni yeni hissetmeye başlıyordum. Batı Şeria ve Gazze şeridinden getirilen bu kardeşler kamyonların içinde tekbir getirerek seslerini yükseltiyorlardı. Vakit gece yarısı ve ha­va pek soğuktu. Böylesi bir soğuk hiç görülmemişti. Yor­gunluk ve açlık bizi bitkin bırakmıştı. Kamyonlar altı taney­di. Her birinde yetmişten fazla insan vardı. Yağmur üstü­müze yağıyordu ve kamyonların üstü de açıktı. Bir kamyo­na çıktım ayakta durabilmek için elimi kasasına koydum. Sanki bıçak elimi kesmiş gibi bir soğuk hissettim. Hemen elimi çektim. Sonra etrafımdakilerden söyle dizlerimin üze­rine çökmek için bir fırsat tanımalarım rica ettim. Şiddetli kalabalığa rağmen bir yerde çökebildim. Bu halde birkaç sa­niye uyuklamaya çalıştım. Çok kısa bir andı, ama biraz can­lanmıştım. Kamyonlar bizi Lübnan'ın kuzey sınırında işbir­likçi Ontuvan Luhut'un egemenliğindeki noktayı temsil eden Zambriya kapısından uzakta bir yere bırakıp gittiler

 

4

 

10 km'lik bir mesafeyi kat ettikten sonra "Mercü'z-zuhr" adı verilen Lübnan ordusuna ait ilk noktaya vardık. Kamyonlar burada durdu. Lübnanlı bir askerin tehdit ede­rek şöyle dediğini duydum: "Kamyonlardan inene ateş aça­cağız. Lübnan sınırını geçmek yasaktır." Biz ona şöyle dedik; "Biz de sının geçip Lübnan'a girmek istemiyoruz." İşin bu­rasında kamyonlar bizi yeniden Zambriya geçidine geri döndürmeye başladı. Bu durumda Zambriya geçidinden buraya kadar gelip tekrar döndüğümüz alanın hiç kimsenin egemenliğinde olmayan tampon bir bölge olduğunu anla­maya başladık. Geçide varır varmaz işgalci Siyonist askerler bizi kamyonlardan indirip havaya ateş açmaya başladılar Kurşunlar üstümüzden geçiyordu. Biz geçitten uzaklaştık ve nereye gideceğimizi bilmeden boş bölgedeki bir yola gi­rip yürüdük. Ben önde yürüyenler arasındaydım. Bir de baktım bir genç "Dr. Abdülaziz nerede?" diye bağırıyordu

"Buradayım," dedim. "Geride gelenler yürüyüş işini dü­zenlenmek için seninle beraber başka 5 kişiyi daha seçtiler" dedi. Bu beş kişilik grup arasında Şehid Cemal Mansur'u hatırlıyorum. Bu esnada baktım ki Lübnanlı bir subay sivil bir arabayla geldi ve gençlere bağırmaya başladı. Subaya yaklaştım ve "Sakin ol, biz Lübnan'a asla girmeyeceğiz" de­dim. Subay; "Öyleyse burada durun," dedi. Ben de herke­sin sabaha dek burda durmasını istedim. Etrafımızı bazı Lübnanlı gazeteciler sarmıştı. Yağmur devam ediyor, hava pek soğuk, yerler de bataklık ve çamurluydu.

 

Sürgünde İlk Cuma Hutbesi

 

"Mercuz-zuhr" bölgesinde sabahın ilk aydınlığı parla­dı. Tarih 18.12.1992, günlerden cumaydı. Kendimizi çadırla­rın kurulabileceği bir yerde bulduk. Daha önce burası ordu birliklerinin durduğu yermiş. Zaten bunun dışında boş böl­gede çadırların kurulmasına uygun bir yer de yoktu. Birkaç metre ötede bir derenin birine akan bir şelale vardı, ama su­yu pek muteber değildi. Vatanlarından uzaklaştırılan mü'minler abdest alıp Cuma namazına hazırlanıyorlardı. Beni de bu sürgün yolculuğundaki ilk hatip olarak seçtiler. Ancak namazı nasıl kılacağımız konusunda değişik görüş­ler belirdi. Normal bir namaz mı, yoksa ima ile mi kılınma­lıydı. Bunun nedeni yerlerin çamur olmasıydı. Fakat ben ruhsat olmasına rağmen normal bir namaz kılınmasını, ya­ni rükû ve secdelerin yerine getirilmesini önerdim. Çünkü etrafımızda bizi izleyen bir kameralardı. İma ile namaz kıl­mamızı çarpıtarak aleyhimize bir haber çıkarabilirdi. Bizleri tanımayan insanlara bizi istedikleri gibi gösterebilirlerdi. Önerim kabul edildi. Hutbemde ilk Önce, vatanlarından uzaklaştırılan bizlere kapılarını kapayan Lübnan'ın konu­mundan dolayı Lübnan hükümetine teşekkür ettim. Sürgün edilenler olarak Lübnan'a asla girmeyeceğimizi ve Filistin'e dönene kadar burada kalacağımızı ilan ettim. Arap devlet­lerinin de bizim bu kararımızı desteklemelerini ve bizi yal­nız bırakmamalarını istedim. Siyonist işgal güçlerini küçük düşüren ifadelerden sonra Arap devletlerini İsrail ile görüş­meleri kesmeye davet ettim.

 

Verdiğimiz Karar Doğrultusunda Konumumuzda Sebat Edip Durduk

 

Çoğu gazeteciler bizim ilan ettiğimiz- konumda dura­mayacağımıza, söylenenlerin içi boş abartılı sözler olduğu­na, bizim bir-iki gün sonra konum ve tavrımızı değiştirece­ğimize inanmışlardı. Biz onlara; "Gelecek günler bizim alı­şa gördüğünüz tipteki insanlardan farklı olduğumuzu gös­terecektir. Biz başka bir şey için değil, Allah'ın bizimle oldu­ğuna bu yolculuklara katlanmanın Allah yolunda cihad ol­duğuna ve çektiğimiz çilelerin boşa gitmeyeceğine inanıyo­ruz. Ve gene inanıyoruz ki vatanımıza dönüşümüzün tek garantisi burada sebat etmektir" diyorduk. Değilse, sonuç tam bir felaket olacaktı. Aralarında iki yüz cami imamı, üni­versite hocası, doktor, mühendis, eczacı, öğretmenler ve öğ­rencilerin bulunduğu dört yüz on altı kişinin sürgün edil­mesi gerçekten felaket olacaktı. Şayet Yahudiler bizi sürgü­ne muvaffak olsalardı geride kalan ailelerimiz de bize katılmak zorunda kalacak ve böylece sürgün yoluyla Filis­tin'den uzaklaştırılanların sayısı binlere varacaktı. Bu şekil­de sürgün kapısı açık kalmış olacak ve Filistin gerçek sahip­lerinden alınıp boşaltılacaktı. Hal böyle olunca içimizden bir yaşlı Üstad Abdulfettah Duhan'ın söylediği şu sözlere şaşmamak lazım: " Hepimiz ya burada bir taşa yapışarak ölecek ya da vatanımıza döneceğiz. Başka bir şeyi kabul et­mememiz gerekir."

Biz hemen değişik komisyonlar kurduk ve değişik coğ­rafi yerlerden olan arkadaşları temsil eden kadroyu seçtik. Basın komisyonu beni sürgündekilerin basın sözcüsü olarak seçti. Kültür, mimari, tıbbi, davet, arşiv vb. alanlarda komis­yonlar teşkil edildi. "İbn-i Teymiyye" adım taşıyan bir üni­versite kurduk. Bu üniversitede öğrenciler okuyorlardı. Gü­venlik ve nöbet komisyonlarını da kurduk. Aynı şekilde tek­nik vb konularda da komisyonlarımız oluşturuldu. Böylece düzenli bir hayata kavuştuk. İlk günden beri çadırlar kur­maya başladık. Bir mescit kurduk. Bize ilk çadır yardımı ya­pan Lübnan Hizbullah Cemaati oldu. Bundan sonra Kızıl­haç da bize çok sayıda çadır verdi. Artık durumumuz iyileş­ti. İran İslam Cumhuriyeti karşılaştığımız zorlukları bertaraf eden birçok araç-gereç yardımı yaptı. Çadırlara ilave olarak çadırların içerisini ve aradaki yolları aydmlatan bir jeneratör ve bunun aracılığı ile kullanacağımız bir televizyon verdiler. İslam Cumhuriyeti, ayrıca erzak taşımamamız için iki araba ile ihtiyacımız olan erzakları verdi, Lübnan'daki hastaneleri de hastalarımıza açtı. Yine İran İslam Cumhuriyeti bir telsiz vermişti. Bunun aracılığı ile Filistin'deki yakınlarımızla görüşme yapabiliyorduk. Filistinli gruplar da bize yardım elle­rini uzattılar. Aynı şekilde Lübnanlı zengin Müslümanlar­dan Nezih Bakai bizi birçok kez ziyaret edip çok miktarda sebze ve meyve getirdi. Biz bu halde kendimizi ailemiz için­de hissediyorduk. Filistinli bütün gruplardan heyetler de bizleri ziyaret ediyordu. Aynı şekilde başta Hizbullah olmak üzere Lübnanlı gruplar da bizi ziyaret ediyordu. Lübnan Müftüsü gibi birçok şahsiyetler de bizi ziyaret ediyordu. Yi­ne Üstad Fethi Yeken ve Şeyh Faysal Mevlevi de bizi ziyaret edenler arasındaydı. Üstad İbrahim El-Mısri de bizi en çok ziyaret edenlerdendi. Yine Hacı Muhammed Said Salih bizi ziyarete gelenlerdendi. Arap devletlerinden bizi ziyaret eden en tanınmış simalardan biri de Sayın Dr. Ahmed El-Mülti ve Dr. İsam El-Uryan idi. Şehid İmamın oğlu Seyfulis-lam Hasan El-Benna ve Sudan İslam Cemaati Genel Sekreteri İmam Şeyh Yasin ile Şeyh Dr. Hasan Turabi de bizleri zi­yaret ettiler. Yine Mısır'dan Mühendisler Barosundan bir he­yet ile Ürdünlü gazetelerden bir grup bizleri ziyaret edenler­den idi. Ayrıca Hamas Siyasi Bürosundaki kardeşlerimiz bizleri sık sık ziyaret ediyorlardı. İslami Cihad Hareketi Ge­nel Sekreteri Şehid Fethi Şikaki de bizi ziyaret etti. Ürdün İh-van-i Müslimin Cemaatinden de bir heyet bizi ziyarete ge­lenler arasındaydı. Arap Birliği Devletleri Genel Sekreteri Dr. İsmet Abdülmecid bizi ziyarete gelecekti; ama Amerika­nın müdahalesi sonucu bu ziyaret gerçekleşmedi.

 

Mercü'z-Zuhr Köyünün Muhtarı

 

Bu mevkide yerleşip kalmaya başladıktan sonra çevredekiler gizliden gizliye bizden huylanmaya başladılar. Bu konuda da bir sürü bahanelerin arkasına sığmıyorlardı. Geçmişte kötü bir Filistinli imajı çizmiş olan bazı Filistinli­lerin olumsuz davranışlarına tanık olmuşlardı. Mercuz-zu-hr köyüne doğru bir yürüyüş gerçekleştirdik. Bu köy Lüb­nan sınırının hemen yanındaydı. Hedefimiz sınıra kadar yürüyüp Arap Devletleri liderlerine mesajlar yollamaktı. Köye daha yaklaşmadan köy muhtarı Ahmed Abdullatif Bey bizi çok kötü bir şekilde karşıladı. Kulakları duymayan, kalın bıyıklı ihtiyar bir adamdı. Bana gazetecilerin önünde "Geldiğiniz yere hemen dönünüz. Size vereceğimiz ekme­ğimiz yok." dedi. Durumu kendisine anlatmaya köye gir­meyeceğimizi ifade etmeye çalıştimsa da başarılı olama­dım. Çok sinirli ve kızgın bir haldeydi. Kendisiyle bir diya­log kuramadık. Durumu fark edince hemen elimdeki yazılı mesajı kendisine verdim ve gazetecilerden güzel Lübnan'ın gerçek resmini çizmeyen bu olumsuz tabloyu yayınlama­malarını rica ettim.

Aradan günler geçmişti. Ben çadırda oturuyordum bir de baktım yol kesen eşkıyalar tipinde yüzünü bir bezle ka­patmış eşeğinin üstünde bir adam... Selam verdikten sonra bana; "Kim olduğumu bildin mi?" diye sordu. Ben; "Hayır, bilmiyorum." dedim. Sargılı yüzünü açınca bir de baktım bizim muhtar. Özür dilemek için gelmiş. Yanında da biraz incir getirmiş. Benle beraber oturdu. Yüzü gülüyor ve mut­lu görünüyordu. Çok özür diledi ve kendisini af etmemizi istedi. Dönüşümüz gerçekleştiği gün veda için bu muhtarın yanma vardım. Beni görünce üzüntülü bir şekilde ağladı ve şöyle dedi: "Siz hastalarımızı tedavi ettiniz. (10 doktoru­muz çevre köylerden hastalara gidiyor. Onları bedava mu­ayene edip ilaçlarını da bedava veriyorlardı.) Gerçekten şe­refli insanlardınız siz; bize yardım ettiniz. Namusumuzu korudunuz."

Gençlerimiz köylüler için zeytin topluyor, buğday biçi­yorlardı. Bunları da sadece Allah rızası için yapıyorduk.

Onlara yardım için gittiğimizde bayanların eve dönmeleri­ni şart koşuyorduk ki kamptaki gençlerle karışmasınlar. Muhtar devamla şöyle dedi: "Bize dinimizi de öğrettiniz (âlimlerimiz köy camilerine gidip va'z ediyorlardı). Hayatı­mızı korudunuz (geçmişte bazı Filistinliler haksız yere bazı kişileri öldürmüşler)." Muhtar ağlamaya başladı ye "Sizi asla unutmayız zihinlerimize kazınmış olumsuz Filistinli imajını değiştirdiniz" dedi. Üzülerek muhtara veda ettik. Mercü'z-zuhr köyü etrafımızda bulunan tek Sünni köydü. Ancak bizim ilişkilerimiz bir Şii ve diğeri Dürzî bir köye ka­dar uzanmıştı.

 

Tarihi Anlaşma

 

Bize yakın bir yerde el-Mezra'a diye adlandırılan küçük bir Şii köyü vardı. Bu köyde Ebu Ali adında yaşlı bir adam vardı. Ebu Ali'nin kızı Filistin Halk Cephesinde subay ola­rak çalışan biriyle evlenmişti. Evliliğin üstünden on üç yıl geçmiş, ama Ebu Ali kızını ve damadını hala eve kabul et­memişti. Ne kızı, ne damadı, ne de torunlarını görmemişti. Ebu Ali, kızı ve damadının evine gelip kendisiyle görüşme­lerine şiddetle karşı çıkıyormuş. İçimizden Hamza Kenfüş kardeşimiz bu adamın hikâyesini cezaevindeki bazı arka­daşları yolu ile tanıştığı Yemenli Subaydan öğrenmişti. Ye­menli Subay kendisi ve ailesinin derdini anlatmış eşinin anne-babasını ve kardeşlerini görmek istediğini ifade et­mişti. Daha önce Filistin Direniş Öncülerinden saygın kişi­ler işi halletmek için Ebu Ali'nin yanma gitmiş olmalarına rağmen bir sonuç alınamamış.

Hamza kardeşimiz gidip Ebu Ali ile tanışır ve dostluk kurar. Bir süre sonra meseleyi açtığında Ebu Ali kızar, köpü-rür ve çok ağır yeminler ederek onlarla ilelebed barışmaya­cağını söyler. Hamza kardeşimiz ona, bu konuyu Dr. Abdü-laziz'e (bana) haber vereceğini, sorunu çözmesi için sana onu göndereceğim der, ama ihtiyar adam bunu da reddeder.

Ancak Hamza işin hikâyesini bana anlatınca adamın evine doğru yola çıktım. Anladım ki annesi, kızı ve torunla­rını görmeyi arzuluyor. Konuyu ihtiyar Ebu Ali ile konuş­tum, ancak sert bir şekilde bunu reddetti. Adama dönüp şöyle dedim; "Bir hafta sonra kızın, çocukları ve eşiyle be­raber evinize geleceğiz, istersen bizi eve alma"

Ve bir hafta sonra ben, Yemenli subay, eşi ve çocukları hep beraber Ebu Ali'nin evine doğru yola çıktık. Subaya de­dim ki "Ebu Ali sövse bile sesini çıkarma ve sabırlı ol". O da bunu güzel karşıladı ve dediğim gibi davranacağına söz verdi. Gerçekten Yemenli subay iyi, halim-selim yapılı bir insandı. Yanımızda Hamza da vardı.

Ebu Ali evine ulaşmamızla şaşkına uğradı. Daha içeri­ye girmeden akrabalarından bazı köylüler bizi karşıladılar. Bu planı Hamza kardeşimiz kurmuştu. İhtiyar adam ister şehid dr. abdülaziz rantisi

istemez bizi içeri kabul etti. Ona, "Kızın, eşi ve çocuklarına hoş geldiniz de ve onları öp" dedim. Bizim ihtiyar telaşlan­dı, kızdı ve kızı ile damadına sövmeye başladı. Hoş geldin deyip ellerini tutmaktan kaçındı. Buna rağmen biz misafir odasına girdik. Ve onunla damadı arasına oturdum. Bu ara­da kızı annesinin yanma vardı. Annesi kızı ve çocukları ile buluştuğundan dolayı gayet memnun ve sevinçli görünü­yordu. Konuşmaya başladık. Fakat ihtiyar arada bir parlı­yor, adeta çılgına dönüyordu. Akşam yemeği hazırlanana kadar durum bu halde devam etti.

Yemek ortaya konunca ben, "Yemeği yemiyorum" de­dim. Oradaki köylülere "Ben kızarak dışarı çıkacağım, ama siz beni durdurursunuz" dedim; ve aniden ayağa kalkıp ih­tiyara; "Ben kampıma gidiyorum. Ve bizi iyi karşılamandan dolayı teşekkür ederim" deyip çıktım. Köylüler peşimden beni döndürmek için çıktılar. İhtiyara da ayıplayan sözler söylüyor, "Sen nasıl doktoru kızdırırsın?" diye çıkışıyorlar­dı. Bunun üzerine içeriye geri dönmemi rica etti. Ama bu defa ben yanaşmadım. Bana; "Ne istiyorsun?" diye sorunca ben de; "Onları öpeceksin" dedim. Kabul etmedi, ama "Sa­dece ellerini tutup hoş geldiniz diyeceğim" dedi. Ben he­men "olur", deyip geri içeriye girdim. Artık tokalaşma işi tamamlandı. Baktım ihtiyar biraz sakinleşmiş. Akşam yedi­ğimiz esnada bir baktım sofrada pişmemiş bir et var. Aynı şekilde ateş yüzü görmemiş bir ciğer.... "Bunlar niçin böyle?" diye sorduğumda; tuzla beraber çiğ etin çok lezzetli ol­duğunu söylediler. Fakat ben yemedim. Pişirilmiş olan et­ten yedim. Daha sonra anladık ki Lübnanlılar çiğ et de yiyorlarmış. Akşam yemeğinden sonra daha bir rahatlama gördüm. Bunun üzerine ihtiyardan damadım öpmesini rica ettim. Adam bizi kırmadı ve damadı, kızı ve torunlarını öp­tü. Ben evden çıkarken Yemenli subaya; "istersen eşin ve çocuklarını burada bırakır sen kendi işine dönebilirsin" de­dim. İhtiyar da buna karşı çıkmadı. Fakat kızı kocasının kendisiyle kalmasını, yoksa onun ayrılmasından sonra ba­basının kendisini dövmesinden korktuğunu kulağıma fısıl­dadı. Bunun üzerine ben subaya; "Sen izinli misin?" diye sordum. "Evet" deyince "Öyleyse eşinle beraber kal" de­dim. İhtiyar buna da sesini çıkarmadı.

Sabahleyin bir de baktım ihtiyar ve damadı bizim kamptalar. Her ikisi de gayet iyi ve mutlu görünüyorlardı. Yüzlerinde tebessüm vardı. Onlara; "Geceyi nasıl geçirdi­niz?" diye sordum. İhtiyar sevinçli bir şekilde "Eğlendik" diye cevap verdi, ihtiyar adam geçirdiği gecenin hayatının en mutlu gecesi olduğunu bana söyledi. Basın bu olaya epeyce yer vermişti. Hatta Filistin dahilindeki gazeteler de bu konuyu yazmışlardı.

 

Garip Amerikan Toplumu

 

Bizi kampta ziyaret eden gazetecilerden biri de ABD vatandaşı Hindistanlı genç bir Müslüman olan Yasir'di. Yasir, idealist bir gazeteciydi. Kendisi İhvan-ı Müslimin Ce­maatine mensuptu. Onun bu durumu aramızda bir muhab­bet meydana getirdi. Lübnan'a gelmeden önce bir Ameri­kan radyosuna Bosna'daki haberleri iletiyormuş. Bizi ziya­rete geldiğinde yanlış hatırlamıyorsam 100 doları aşkın bir parayı "Bu Bosnalı Çocukların size sunduğu hediyedir" di­yerek verdi. Biz de hemen Bosnalı çocuklar için yardım top­lamaya başladık. Sürgündekilerin her biri İslamî Hareket­ten kendilerine gönderilen aylıklarından kısarak bir şeyler topladılar. Şimdi paranın rakamını hatırlamıyorum. Ama binleri bulan bir rakamdı bu.

Çok sevdiğimiz bu gazeteci çadırıma oturdu ve benim­le bir röportaj gerçekleştirdi. İşin sonuna geldiğimizde bana "Sen bir peygamber misin?" diye sordu. Gerçekten bu soru beni hayrette bırakmıştı. "Yok" dedim. Devamla "Gökten sana bir vahiy haberi geliyor mu?" Buna da "Hayır" dedim. Sonra röportajı bitirdi. Görüşmemiz bittikten sonra kendisi­ne dönüp "Bana neden böylesi acayip sorular sordun?" de­dim. Şöyle dedi: "Ben Amerikan toplumuyla muhatap olu­yorum. O toplumda acayip ruhi bir boşluk var. Amerikalı­ların çoğu sizin bu kayalıklar ve kar-buz arasında sebatını­zın ancak bir vahiy ile olabileceğini ve senin de yeni bir peygamber olduğuna inanıyorlar. Bundan dolayı onlara işin gerçeğini açıklamak istedim." Bana "Eğer ben senin bir peygamber olduğunu yazsaydım bu yeni dine birçok Ame­rikalının girdiğini görecektin" dedi. Bu Müslüman genç ga­zeteci bizimle birkaç gün geçirdikten sonra Bosna'ya gitti. Biz daha Mercü'z-zuhr'dayken kendisinin Bosna'da şehid düştüğünü öğrendik. Allah gani gani rahmet eylesin.

 

Dr. Rantisî'nin Katli Dolayısıyla İhvan-I Müslimin Cemaatinden Yapılan Açıklama

 

Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir. Kimi de (şehid olmayı) beklemekte­dir. Onlar hiç bir şekilde (sözlerim) değiştirmemişlerdir." (Ahzab:23) Mücrim Siyonistlerin işgal altındaki toprağımız Filistin'de işledikleri cinayetler halkasına İslami Direniş Ha­reketi (HAMAS) lideri Dr. Abdülaziz Rantisi ve iki arkada­şının katledilmesi de eklenmiş bulunmaktadır. Bütün İslam ümmetinin bu ve benzeri olaylar karşısında tarihi ve dini sorumluluğunu idrak etmesi gerektiğine inanıyoruz. De­ğerli kardeşimiz Rantisi'nin İslam ümmetinin Siyonistler ve onları destekleyen güçlerle karşılaşmasının önemli bir mer­halesinde Allah yolundaki bu şehadetini kutluyoruz. Zaten kendisi şehadeti arıyor ve istiyordu. "Allah yolunda öldü­rülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler; Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinç­li bir halde Rableri yanında nzıklara mazhar olmaktadır­lar." (Al-i İmran: 169)

İhvan-ı Müslimin, kardeşleri Dr. Abdülaziz Rantisi ve şehid arkadaşları ile kendilerinden önce şehadet yolunda can verenleri Allah katında gerçek şehitler olarak görmekte ve bütün ümmet huzurunda şu hususları ilan etmektedir:

1- Şehid Dr.Rantisi'nin katli Allah'ın rızasını gayeleri ve onun yolunda Ölümü en yüce arzuları gören mücahitlerin güçlerini kıramayacaktır. Şehidimizin kanı bütün Müslü­manları Rantisi'nin uğruna can verdiği dava için canlarım vermeye çağırmaktadır.

2- Siyonist çeteler işledikleri cinayetlerin faturasını mu­hakkak ödeyeceklerdir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olma­sın. Şehadet için yanıp tutuşan mücahitler kafilesi Allah'ın iz­niyle en uygun cevabı vereceklerdir. Allah kendi uğrunda sa­vaşanlarla beraberdir. Ve onların amellerini boşa çıkarmaz.

3- Siyonistlerin peş peşe işledikleri cinayetler ile Dr. Ran­tisi ve arkadaşlarını - Şeyh Ahmed Yasin'in katlinden bir ay­dan az bir süre sonra- katletmeleri Müslüman idareciler ile onlara uyanların barış temennilerinin kendilerini aldatmak­tan başka bir şey olmadığı ve halklarının karşısında kendi onurlarının tükenmesinden başka bir şey getirmeyeceği yö­nünde süregelen kanaatimizi pekiştirmiş bulunmaktadır.

4- Bütün İslam Ümmeti -geçen günlerden daha fazla- ci­hada çağrıdan başka bir yol görmemektedir. Bu bizim kaçı­namayacağımız tek kaderimizdir. Ve Filistin mücahidleri sa­dece kendi vatanlarıiçin değil, bilakis ümmetin şerefi w dini için savaşmaktadırlar. Şayet bu vahşi düşmanımız Siyo­nizm, tek bir gün rahat bulduğu takdirde bilin ki şu an işgal ettiği topraklarımızla yetinmeyecek daha fazlasını isteyecek­tir.

5- Artık Filistin'deki savaşın İslam'a karşı bir savaş ol­duğu ortaya çıkmıştır. Zaten düşman da bunu gizlememek-tedir. Öyleyse hiçbir Müslüman'ın; canını, vatanını ve dini­ni savunması konusunda yan gelip yatmasını haklı çıkara­cak hiçbir özrü bulunamaz.

6- Bu çirkin cinayet her ne kadar Siyonistlerin elleri ile işlendiyse de; birinci derecede suçlu ve katil Amerika ve onun Müslümanlar aleyhine cinayetler işlemekten usanma­yan ırkçı, kibirli yönetimidir. Amerika, Siyonistleri daima silahlandıran, işledikleri cinayetler için de onları ödüllendi­ren büyük şeytandır. Bunun son Örneği de, katil Şaron'un ırkçı yerleşim politikalarının devamı, Filistinli Mültecilerin memleketlerine dönme haklarının reddi ile Kudüs'ün Siyo­nist düşmanın ebedi başkenti (!!) olması yönündeki önerile­rine onay vermesidir.

Ey İslam Ümmeti! Allah Resulünün çağrısına koşun ve onun tebliğ ettiği gerçeklere iman edin. "Üstün durumday­ken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizlerle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecek tir." (Muhammedi 35)

İHVAN-I MÜSLİMİN Kahire 28 Sefer 1425 / 18 Nisan 2004

 

Filistin İhvan-ı Müslimin Cemaatinin Açıklaması

 

Fvântisi'nin kanı ümmetin boynunda bir emanettir. Ey İslam ümmeti; İhvan-ı Müslimin Cemaati, direniş ve ci­hadın rumuzu, zor günlerin adamı, Filistin ve dünyadaki İhvan Cemaatinin seçkin bir lideri olan Rantisi'nin şehade-tiyle İslam Ümmetine isabet eden büyük bir faciayı göğüs-lemiş bulunmaktadır.

Rantisi ile beraber şehid olan iki arkadaşı:

Şehid Ekrem Menşei Nessar

Şehid Ahmed Abdullah al-Gurre İhvan-ı Müslimin Cemaati seçkin önderlerinden biri olan Dr. Rantisi'nin şehadet düğünü münasebetiyle aşağı­daki hususları te'kid etmektedir.

1- İlkin kendimizle beraber İslami Direniş Hareketi (HAMAS)'ndeki kardeşlerimizi büyük lider Dr. Abdülaziz şehid dr. abdülaziz rantisi

Rantisi'nin şehadeti dolayısıyla tebrik ediyoruz. CenabHakk'tan şehidimizin yerini doldurmasını niyaz ediyoruz.

2- İslam Ümmetinin Filistin, Irak ve tüm İslam vatanın­da işgalin sonra ermesi için direnişle beraber olmasını ve onu her imkân ve vasıtalarla desteklemesini bekliyoruz.

3- İslam Ümmetini siyonist, Amerikan ve müttefikleri­nin işgaline karşı cihad seçeneği etrafında kümelenmeye davet ediyoruz.

4- Filistin'de devam eden soykırımların esas ortakların­dan birini de Amerika olarak görüyoruz. Şeyh Ahmed Yasin ve Dr. Abdülaziz Rantisi suikastleri bu soykırımların sonu olmayacak, bu caniler işledikleri cinayetlere yenilerini ekle­yeceklerdir.

"O zalimler pek yakında nasıl bir inkılâpla alaşağı edi­leceklerini göreceklerdir" (Şuara sûresi:222)

FİLİSTİN İHVAN-I MÜSLİMİN CEMAATİ

Sefer 28 1425/18.04.2004

 

Şehid Rantisi'nin Yazdığı Son Makalesi

 

Felluce Amerikan Canavarlarını Toz-Duman İçinde Bıraktı. Şerefli İn­sanlar Kıyam Etmeli Değil Mi?:

Geçen makalelerde Irak'ın pek yakında Amerikan şeyta­nına galip geleceğini yazmıştık. Bizim dışımızda da bu görü­şü ifade edenler olabilir. Böylesi bir görüş ve kanaat kuvvetler dengesindeki maddi hesaplara göre yapılmamıştır. Şayet bu Ölçülere göre bir hesap yapılsaydı hiç kimse Irak'ın galip ola­cağını söyleyemezdi. Irak'ın galip geleceğini tahmin etmek; ancak ilahi kanunları anlama ve ona göre hükmetme ile mümkün olabilir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Hâlbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyor­lar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Al­lah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın" (Fatır: 43). Ancak Amerika'nın bütün hesap ve hayallerini alt üst eden bir tarzda zelil olacağını kimse düşünemiyordu. Oysa Amerika'nın bu kaderi de Allah'ın yasalarından biriydi. "De ki mülkün gerçek sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verir­sin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, di­lediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçek­ten senin her şeye gücün yeter." (Al-i İmran: 26). Amerika heybetini kaybetti ve artık dünya milletlerinin servetlerini gasp etme ve onlara terör uygulama gücünü devam ettireme­yecektir. Ö haj.de Irak'ta olup biten olay tahminlerden öteye çok daha büyük ve önemlidir.

Irak'taki Amerikan yönetimi bugün tam manasıyla aciz ve bütünüyle felç olmuş bir durumdadır. Savaşı idare et­mekte çok hızlı bir başarısızlığa uğradı. Beyaz Saray kaygılı görünüyor ve saplandığı bataklıktan bir çıkış arıyor. Uğradığı manevi çöküntüyü tedavi edecek ucuz yalanlara sığmıyor. Ürettikleri bu yalanlar ise kendilerini daha da rezil-rüsvay ediyor. Kasten ve tasarlayarak Irak'ta çocuk, bayan, genç, ih­tiyar demeden on binlerce masumu öldürmede uzmanlaşan Amerikan zihniyeti yalanlarını örtbas etme konusunda tama­men aciz duruma düşmüştür. Gerçekleri gizleme çabasındaki Amerika, güvenilirliğini de kaybetmiş durumdadır. Artık hiç­bir insan Irak işgalinin bahanesi olarak Amerika'nın dile getir­diği insani hedefler vb. sözlere inanmamaktadır. En gelişmiş modern uçaklarla dünyanın gözü önünde Felluce'deki evleri bombalayan Amerika'ya artık kim güvenecek?

Amerika'nın kendi kayıpları hakkında verdiği rakamlara da kimse güvenmiyor artık. Dünya medyası verdiği gerçek rakamlarla Amerika'nın yalanlarını ortaya sermektedir.

Amerika'nın başına gelen daha kötü durum ise ne yapa­cağını bilemez duruma düşmesidir. Kendisi Irakta duramaz. Amerikan askerleri moral olarak tamamıyla çökmüş durum­dadır. Askerlerin kimi yatıştırıcı haplar ile ayakta kalabiliyor, kimi de intihar etmeyi en çıkar yol görüyor. Amerika Irak'ı terk edemiyor. Çünkü hedefine varmadan Irak'tan çıkıp git­mek demek en azından süper güç olmayı kaybetmek demek­tir. İşte bu çıkmaza giren Amerika'nın durumu günbegün da­ha da kötüleşmektedir. Bugün Amerikan şeytanından daha muzdarip ve sıkıntılı biri var mıdır? "Ayrılın bir tarafa bu gün, ey günahkârlar!" (Yasin: 59). Ufacık Felluce'nin kapıla­rında Amerika'nın nasıl bir hezimete uğradığını görmüyor muyuz?

Amerika'nın Bu Denli Zelil Hale Düşmesi Müslümanların Yararına Değerlendirilebi­lecek Önemli Gelişmelerin Yolunu Açacaktır:

Siyonist Yahudiler, Amerika'nın Irak'ta perişan düşme­sinden ilk zarar görecek olanlardır. Bunun birkaç nedeni vardır. Her şeyden önce Amerika'nın burnunu Irak işine so­kan Siyonistlerdir. Az bir zaman sonra Amerika uyanacak ve Siyonistlere kol-kanat geren politikasının kucağında yılan beslemek olduğunu anlayacaktır. İş, bu noktadan daha da ileri gidecektir. Artık Amerika'nın Siyonistlerin Amerikan devletinin geleceği için bir tehlike olduğunu hissetmeye baş­ladığı görülüyor.

Yine Siyonist çetelerin en büyük müttefiki olan Ameri­ka'nın Irak'ta hezimete uğraması Siyonist teröre sürdürdüğü desteği zayıflatacaktır. (Aynı şekilde Amerika'nın Irak'taki ye­nilgi ve bozgunu Siyonistlerin Nil'den Fırat'a kadar hayalleri­ni kurup Irak'ın işgaliyle de bunun zamanının geldiğine inan­dıkları Büyük İsrail rüyasını da sona erdirecektir.)

Yine Siyonistlerin Amerika'yı kendi emelleri için kullan­ma ve Amerika'nın bölgedeki varlığım, İslam Ümmeti üzerin­deki nüfuzlarını genişletmek için bir fırsat olarak değerlendir­me konularındaki emelleri de buharlaşıp gitti. Hassaten Arap ve İslam alemindeki, özellikle de Filistin'deki İslami Hareketi vurmak için Siyonistler Amerikan kılıcını kullanıyorlardı. Amerika'nın Irakta hezimete uğraması Siyonistleri bu imti­yazlarından da mahrum bırakacaktır.

Amerika'nın Irak'taki hezimetinden zarar gören diğer bir kesim de her fırsatta Amerika'nın güçlü olduğu ve realiteyi görmemiz, fırtınaya karşı eğilip oturmamız gerektiğini söyle­yenlerdir. Onlara göre Amerika yenilmezdi. Bu tür adamlar gerçekte Amerika'yı Allah'ın dışında rab edinmişlerdir. Bu­gün böyleleri rablerinin Irak'ta mücahidler karşısında zelil düştüğünü görünce şaşırıp kalıyorlar. Böylesi tipler bundan böyle artık Müslümanlar arasında umutsuzluk yayacaklar­dır.

Irak'taki Amerikan bozgunundan zarar gören diğer bir kesim de onun batılı müttefikleridir. Batılı devletlerin bazısı Amerika'nın Irak'a karşı açtığı savaşa alelacele katılmış ve onunla beraber Fırat'ın derin sularına dalmıştır. Bunlardan ki­mi tehlikeyi hissetmeye başladı. İngiltere, İspanya, İtalya ve Japonya halkı yöneticilere öfke ve lanet yağdırıyor. Batılıların bazı devletleri de beklemekte; ancak tehlikenin eninde sonun­da kendilerini de saracağını anlamış durumdadırlar.

Amerika'nın Irak yenilgisinden zararda olan bir kısım da kendilerini, milletlerinin şeref ve çıkarlarını Amerikan şeyta­nına satan yöneticilerdir. Bunlar halklarıyla düşmanlık içinde­ler. İktidarda kalmaları Amerika'nın desteğine bağlıdır. İşte böyleleri de bugün korkmaktadırlar. Amerika'nın yardım ve himayesinin sürdürülebilmesi konusunda ciddi korkular ya­şamaktadırlar.

Tüm bu sayılanlar bu ümmetin şerefli evlatlarına hareket etmek için büyük bir hrsat veriyor. Geçmişine, bugününe ve geleceğine güven duyan bu şerefli insanlar, hiçbir kmayıcmm kınamasından korkmamalılar ki, bugün ümmetin yaşamakta olduğu kırılma halini kaldırıp yerine yeni bir gerçeklik koya­bilsinler.

Mevcut yenilginin kayıtlarını çözmek için gerekli her ça­bayı göstermenin zamanı gelmiştir artık. İslam ümmetini la­yık olduğu dereceye yükseltip oturtmak için ihlâsla çalışma­nın zamanı gelmiştir. Ve bu ümmetin çocukları, gençleri ka­dınları ve ihtiyarları için güven ve istikrar dolu bir hayat ha­zırlamanın da zamanı gelmiştir. İslam ümmetine layık bir ge­lecek inşa etmenin, Müslümanların sırtından ar, zillet, ve ye­nilgi tozunu temizleyip onların gasp edilmiş şereflerini geri almanın zamanı gelmiştir.

Onurlu insanlar tüm bunları gerçekleştirmek için ya­kında harekete geçecekler mi? Allah'tan böyle olmasını dili­yorum.

 

Röportajlarından Seçmeler

 

Dr. Abdülaziz Rantisi, Hamas hareketinin - hem Fi­listin'de hem de dışında - önemli bir lideri olarak biliniyor­du. Dolayısıyla Hamas'm sözcülüğünü de o yapıyordu. Kendisiyle gerçekleştirilmiş çok sayıda röportajlar, basın-yayın görüşmeleri bulunmaktadır. Dr. Rantisi daima açık ve net konuşmalarıyla Hamas hareketinin stratejisi ve hedefle­rini açıklardı.

Aşağıdaki satırlarda kendisine yöneltilmiş bazı sorula­ra verdiği cevapları bulacaksınız. Bu cevaplarda Hamas'm sağlam İslami esaslara dayalı riyaseti net bir şekilde görül­mektedir.

Soru: Siz 14 Aralık 1987'de oluşturulan Hamas'm ku­rucularından biriydiniz. Hamas'm 16. kuruluş yıl dönü­münde acısıyla tatlısıyla geçen bu yıllan nasıl değerlendiri­yorsunuz?

Cevap: Diyebilirim ki, Hamas 16 yılda ilerleme yö­nünde birçok değerli adımlar atmıştır. Hamas, 1987'de sa­dece mahalli bir hareket olarak başladı. Hatta sadece Gazze Şeridine münhasır bir hareketti. Şimdi ise Hamas, etkisi mahalli ölçülerin dışına taşan evrensel bir hareket haline gelmiştir. Hamas, kendi kitlesi içinde bile mahalli bir ko­numda bulunuyordu ilk önceleri. Fakat şimdi destekleyen­leri ve yardımcıları artmış ve bunlar sadece Filistin içinde değil, bütün dünyaya yayılmış bulunmaktadır. Hamas, as­keri mücadele seviyesinde de çok güzel gelişmeler elde et­miştir. İlk doğduğu vakit silahı "taş"dı. Sonra kurşun ve pe­şinden Siyonist devleti sarsan şehadet eylemleri... îstişhadi eylemler, Siyonistlerin Filistin ve Araplar aleyhine düşün­düğü planları suya düşürdü. Ve hatta bu eylemler İsrail'in varlığını sürdürme konusundaki umutlarını bile yok etti.

Soru: Sözlerinizden Hamas'm direnişçi bir sahadan siyasi bir harekete dönüştüğünü anlayabilir miyiz? Yani Hamas'm hedefleri değişti mi?

Cevap: Hayır. Hamas intifada ve cihad cenahıdır. Çünkü İhvan-ı Müslimin bir ıslah hareketidir. Hamas ise kitlesel bir harekettir ve üyeleri arasında İhvan-ı Müsli-min'e bağlı bulunmayanlar da vardır. Yani Hamas işgale karşı duran yumruktur.

Soru: Şimdi İhvan-ı Müslimin ile ilişkileriniz ne du­rumda?

Cevap: Hamas önderliği İhvan-ı Müslimin hareketi­nin faal şeklidir. Dolayısıyla da biz Filistin'de İhvan-ı Müs-Hmin'i temsil ediyoruz.

Soru: Hamas Filistin sahasında direniş gösteren son yapılanma sayılıyor. Bu kısa zamanda ikinci büyük güç ha­line gelmeyi ve hatta birinci güç konumundaki FKÖ ile ya­rışabilmeyi nasıl başardınız?

Cevap: Başarımızda rol alan en önemli faktör; bizim Müslüman milletle uyumlu olmayı sağlayan İslami ve inançlı bir hareket olmamızdır. Hamas'm istediği şey mille­timizin inandığı şeydir. Biz tarihin derinliklerine kök salan bir hareketin parçalarıyız. Hamas, İhvan-ı Müslimin'in bir uzantısıdır. İhvan'm ise güçlü ve sağlam kökleri mevcuttur. Buna ilaveten cihad akidemiz kitleler nezdindeki sadakat ölçümüzdür. Bizim söylediklerimizle yaptıklarımız arasın­da bir çelişki yoktur. Bu, hareketimizin yüce bir ölçüsüdür ki, bu sebeple insanların bize olan güveni ajtarak devam et­mektedir.

Soru: Hamas'ın diğer direniş hareketleri üzerinde bı­raktığı ne gibi etkiler var? Örneğin İslami köklere sahip bir Fetih Hareketi var. Bu ve diğer İslami yapılanmalar üzerin­de Hamas'ın bıraktığı etkiler nelerdir?

Cevap: Fetih hareketinin laik bir hareket olduğu inkâr edilemez. Sadece askeri eylemler üzerine dayalı bir yapısı vardı. Siyasi bir harekete dönüştüğünde dini ve akaidi pu­sulayı kaybetti. İşte bu durum İhvan hareketine yaradı. Biz, İslam'ı bütün kapsamıyla alıyoruz; siyaset, düşünce, davet ve ibadet olarak. Bazı İslami hareketler İslam'ın bir parçası­nı alıp diğer parçasını bırakıyor. Hatta bazı İslami hareket­ler cihad fikrini desteklemiyor. Kimi de hem siyaset hem de cihadı terk etmiş. Davet yönünü bir tarafa bırakmış hareketler de var. Bize gelince; biz, İslam'ı bir bütün olarak almaya çalışıyoruz.

Soru: Hamas niçin FKÖ ile müşterek bir çalışma yap­mıyor?

Cevap: Çünkü FKÖ Hamas ile beraber çalışmak iste­miyor. FKÖ Hamas'ı kendi abası altına almak ve Hamas'm Siyasi Programını lehlerinde olarak kendi siyasi programla­rı içine almak istiyorlar. Şayet FKÖ, Hamas'ı kendine has varlığıyla kabul edip katılımcı bir sisteme dayalı bir ortak­lık isteseydi biz buna katılırdık. Ancak FKÖ'nün bunu ka­bul etmesi mümkün görünmüyor. Çünkü böylesi bir şey onların siyasi programlarının aleyhine işleyecektir. FKÖ, ancak bu hatalı siyasetin gölgesinde varlığını sürdürebilir.

Soru: Geçen 16 yıldan sonra birçok gelişmeler oldu. Hamas programının içerdiği yemine uygun olarak işleri na­sıl yürütebiliyor?

Cevap: Unutmamamız gereken bir şey var ki biz siya­si programımızın çizdiği çerçeveden dışarı çıkmayız. Bu çerçeve de İslam'dır. Hamas, Filistin halkına kendi toprak­larında devletini kurma hakkını ve bundan taviz verileme­yeceğini ifade eden İslami çerçeveyle daima uyumlu olarak faaliyet yürütmüştür. İslami mukaddesatı geri almak için iş­gale direniş göstermek yasal bir hakkımızdır.

Soru: Hamas'da kararlar nasıl alınır?

Cevap: Biz İslami bir hareketiz. Aldığımız her karar şura iledir. Şura bağlayıcıdır. Çoğunluğun görüşü kabul edilir. Biz kendi aramızda görüşür ve içeride yahut dışarı­daki herhangi bir olayı tartışır ve çoğunluk hangi yönde görüş belirtirse o görüşü alıp uygularız. Çoğunlukla alman görüşe herkes katılır.

Soru: Hamas kuruluşundan şimdiye kadar birçok darbeler yedi. Bu darbelerde nasıl kurtulup yoluna devam edebilir?

Cevap: Hamas, her sahada çok sayıda güçlü darbeler aldı. Suikastler, altyapının yok edilmesi, sürgün ve tutukla­malar bunlardan bazılarıdır. Buna r-ağmen yediği her darbe­den sonra öricekinden daha güçlü olarak ortaya çıktı. Bu Hamas'ın milletin gonlündekini yansıtmış olmasından baş­ka bir şey değildir. Hamas düşmanla yüzyüze olduğu za­man kitlelert daha çok onun arkasında saf tutuyor. Bizi ne kadar çok vurdıilarsa halk da etrafımızda o kadar çoğalma­ya ve kenetlenmeye başladı.                      ^

Soru: Hamas Şeyh Salah Şahade, Dr.İbrahim el- Mu­kaddime, Mühendis İsmail Ebu Şeneb ve Cemal Mensur gi­bi seçkin önderleri kaybetti. İntifadanm gerçekleştirdiği şey bu zararını giderebilecek mi?

Cevap: Hamas gibi İslami bir hareket ile Siyonist düş­man arasında geçen mücadelede şehidleri zarar hanesine yazmak mümkün değildir. Biz, Filistin'in kurtuluş mücade­lesi için büyük bir proje ve hedef üzerindeyiz. Başta Filistin halkının bağımsızlığı bu projenin ilk adımıdır. Bu büyük hedeflerin gerçekleşmesi için önemli bazı şahsiyetlerin şe­hid düşmesini zarar saymak mümkün değildir. Büyük he­defler büyük kurbanlara muhtaçtırlar.

Soru:Hamas safında mücadele eden şimdiki kuşağın hedeflerine ulaşacağına inanıyor musunuz?

Cevap: Hakikat şu ki ben, Allah'ın izniyle bu kuşağın hedeflerine ulaşacağına dair bir güven taşıyorum. Şimdiki olumsuz realite hedeflere ulaşmada bazı geciktirecek sebep olabilir. Direnişin ihtilalci Siyonistleri zorda bırakıp çıkma­za koyduğu her defasında Filistin yerel yönetiminin izledi­ği politika işi bozuyor. Filistin sultası yanlış bir algılama so­nucu bizim sultayı yok edeceğimizi kazanımlarına konaca­ğımızı veya onlara alternatif olacağımız şeklinde hatalı bir düşünceye sahip. Biz, onlara bu konularla ilgili düşün­celerinden dolayı rahat olmaları gerektiğini ifade ettik. Ve ifade edilen şeylerin hiç birini yapmayacağımız bildirdik. Bakıyorsunuz ki işgalci güç bir çıkmaza girince Filistin sul­tası hemen cömertçe girişimlerde bulunuyor. Bu durum haliyle bizi zora sokuyor. Bu olumsuzluklarla beraber ben, bu neslin hedeflerini gerçekleştireceğini ve zafer elde edeceğini söyleyebilirim. Şundan da eminim ki Siyonist düşman bu millete karşı duramayacaktır.

Soru: Direnişi sürdüren gruplar ile Filistin yönetimi arasında intifada konusunda niçin tek bir siyasi ve askeri plan göremiyoruz?

Cevap: Gerçekten üzücü olan bir durumdur bu. Fark­lı direniş gruplarının değişik hederleri mevcuttur. Bazı grupların belli bir merhale için çözüm olarak gördüğü şeyi diğer biri nihai çözüm olarak görüyor. Bazı grupların strate­jik bir hedef olarak gördüğü şeyi başka gruplar taktik bir hedef olarak görebiliyor. Hedefler ve onlara ulaştıran vesilelerde bu şekilde farklılıklar devam ettiği sürece bu gurupların tek bir siyasi ve askeri program üzerinde birleşmeleri zor görünüyor. Kimi Filistin'den Ödün vermenin mümkün olduğunu söylerken, kimi de bunun İslam şeriatına aykırı olduğu görüşünde.

Soru: Hamas neden hareketin sabitelerini koruyup uluslararası güç dengesi ile de uyumlu bir esneklik sağ­layan siyasi bir plan Önermiyor?

Cevap: Biz işgal altında ezilen bir ulusuz. Hal böyle olunca bizim tek çaremiz işgali 'kovmaktır. Tek planımız budur ancak.'Bu da direnişle mümkün olabilir sadece. Biz, hakkımızın bütününden bir kısmının verilmesini kabul edemeyiz. Biz boşlukta yaşayamayız. Uluslararası güç den­gelerinin varlığını biz de biliyoruz; ama vatanımızda bağımsız yaşama hakkımızın varlığını ve bunu elde etmek için de ruhlarımızı feda etmemiz gerektiğini de biliyoruz.

Uluslararası güç dengeleri realitesi bizim haklarımız­dan ödün vermemizi gerektirmez. Çünkü haklarımızdan ödün vermek, şerefimizden ödün vermek demektir. Ulus­lararası güç dengeleri ile uyumlu ve esnek plan denilen şey; Filistin halkının meşru devletlerini kurması konusundaki bütün haklarından vazgeçmesi demektir. Bu seviyeye var­mayan her esneklik ve yumuşaklık dünya şer güçleri tarafından kabul edilmeyecektir. Gündemdeki Arafat ne yumuşaklıklar gösterdi. Daha Filistin halkı için hiçbir şey sağlamamışken Filistin topraklarının % 78'inden vazgeçti. Sonra Batı Şeria ve Gazze Şeridi bölgelerindeki bazı toprak­lar üzerinde tartışma başladı ve son olarak Arafat barış önünde bir engel olmakla itham edildi.

Oysa Arafat'ın kendisine Nobel Barış Ödülü vermişlerdi. Biz Arafat'ın verdiği tavizleri kabul etmiyoruz. Şer güç­leri ikna edecek taviz ve yumuşaklıkları tanımıyoruz. Bizim tek çıkar yolumuz bir tek karış toprağımızdan ödün ver-memeksizin işgale karşı direnişi sürdürmektir. Şer güçleri ikna, ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Soru: Uluslararası değişen dengelerin gölgesinde in­tifada nereye doğru yol alıyor.

Cevap: İntifada milli bir karakterdedir. O, Filistin hal­kının meşru mücadele hakkıdır. İntifada'nm uluslararası değişen durumlardan etkileneceğine inanmıyorum. Dahası ilerde daha da yükselerek devam edecektir. Biz Siyonist düşmanın milletimize yaptığı zulme karşı duruyoruz. Ve bu duruşun bize pahalıya mal olacağım da biliyoruz. Zulüm katmerleşip yardımcıları da çoğaldı diye direnişimizi bırakacak, vatanımız ve mukaddesatımızdan ödün verecek değiliz. Bizim lisan-ı halimiz şu ayeti okuyor; "De ki; siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemek­tesiniz. Biz de, Allah'ın ya kendi katında veya bizim elimiz­le size azap vermesini bekliyoruz. Haydi, bekleyin; şüp­hesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz/'

Soru: Amerika, İsrail ve Avrupa'nın Hamas aleyhine başlattıkları hamlenin gölgesinde Hamas'm geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Cevap: Hamas kitlesel bir cihad hareketidir. Amerika, İsrail ve Avrupa'nın aleyhimize başlattığı hamle bizi daha da güçlendirecek ve halkın etrafımızda kenetlenmesini sağ­layacaktır. Halk kitlelerinin bize olan geçmiş güvenleri kat­lanarak devam edecek. Çünkü bu halk Hamas'ın kendi sesleri olduğunu ve milletimize yapılan zulmü defetmek yolunda mücadele ettiğimizi imanı gibi idrak etmiş bulun­maktadır.

Hamas'm ne Avrupa ne de Amerika'da mal varlığı mevcut değil. Dolayısıyla Allah'ın düşmanları Hamas'a bir zarar veremezler. Bizim en büyük mal ve sermayemiz bize her türlü desteği sağlayan Arap ve Müslüman kitlelerdir.

Soru:Ateşkes'e' hazır mısınız? Ateşkes için her halükarda istediğiniz karşılık nedir?

Cevaprkerkes biliyor ki biz 50 günden fazla bir süre ateşkes kararını uyguladık. Ancak Siyonist düşman buna uymadı. Ve. Filistin evlatlarını katletmeyi, Filistin halkının şehirlerini yok edip alt yapısını çökertmeyi ve îslami mukaddesata hakaret etme eylemelerini sürdürdü. Siyonistler, başta Mescid-i Aksa'ya saygısızlık ettiler. Yine Siyonist zindanlarda onlarca yıldır tutsak tutulan tutuk­lular bırakılmadı. Tam tersi Siyonist terörün Genelkurmay Başkanı Yelun, mevcut sükûnetin Filistinlilerin yenilgisi ol­duğunu kasıla kasıla ifade etti. Zaten biz, iki şey için sükûnet fırsatı verdiğimizi söylemiştik. Birincisi; ulusal bir­lik kararma uymaktır. İkincisi; direniş seçeneğini elde tut­maktır. Geçen zaman bizim haklı olduğumuzu gösterdi. Bugün topyekün bir savaş ve yıkımla karşı karşıya kalmış durumdayız. Ateşkes kararma uymamız bizim için hezimet ve yenilgi; Cani Şaron ve terör örgütü MOSSAD için büyük bir zafer olarak algılanıyor.

Soru: Filistin sahasında gücü giderek artan Hamas'm gelecekteki stratejisinden bahseder misiniz?

Cevap: Hamas'ın dayandığı strateji sınırlı bazı konu­lar üzerine yoğunlaşır. Bu konular şunlardır.

1- Gaspedilmiş topraklarımızın tek bir karışından Ödün vermeyiz.

2- Kuvvetler dengesinde Siyonist düşman lehinde açık bir dengesizlik bulunmaktadır. Biz onların sahip olduğu as­keri teçhizata sahip değiliz.

3- Biz öyle bir inanca sahibiz ki, bu inançtan doğan irade, düşman karşısında gerileme veya hedeften vazgeçme diye bir şey tanımaz. Bu böyle bir inançtır ki, onun göl­gesinde akide ve vatan hariç her şey kurban edilir.

4- Araplar ve İslam ümmeti zayıf, gevşek bir haldedir. Bu halleriyle Filistin halkına yardım takatleri kalmamış. Uluslararası camia ise Filistin halkının arzu ve emellerine ters bir istikamette durmakta ve Siyonist terörü destek­lemektedirler. Bu durum karşısında Hamas'ın Stratejisi iki sabit çizgide belirginleşiyor. Birincisi; işgale karşı direniş ve Siyonist düşmanın saldırılarını püskürtmektir.  İkincisi; Filistin sahasında birliği korumak ve Filistin safını iç çatış­ma tehlikesinden korumak.  Bundan  dolayı bizim için direniş tek seçenek ve arzulanan hedeflere ulaştıracak tek stratejidir.

Soru: Hamas hareketi Siyonistlerin Gazze şeridinden çekilecekleri yönündeki fikirlere nasıl bakıyor. Sizce Şaron bu konuda Samimi bir niyet taşıyor olabilir mi?

Cevap: Siyonist düşman Gazze'de kalmayı düşün­müyor. Ancak Gazze'den çıkmasına bedel olarak alacağı şeyleri düşünüyor.  Gazze'de  uzun süre kalmanın hem güvenlik, hem ekonomik, hem de manevi olarak gerçekten yüksek faturası oldu. Artık Siyonistler ciddi olarak Gazze cehenneminden çıkmayı düşünüyorlar. Ancak Şaron buna karşılık olarak Batı Şeria'dan bir şeyler elde etmeye çalışıyor. Yahudi yerleşim alanlarını buralara taşımak ve Batı Şeria'nm %60 civarında toprağını içine alan duvar için destek bulmak arayışları bunlardan bazılarıdır. Eğer bu konularda başarılı 'olamazsa bu hedefleri gerçekleştirmek için batının desteğini almaya çalışacaktır.

Soru: Gözlemcilerin çoğu Hamasi Filistin halkının idaresini ele almaya ve Filistin yönetimine alternatif olmaya çalışmakla itham ediyorlar. Sizin yorumunuz nedir?

Cevap: Realite şu ki, Filistin Yerel Yönetimi intifadaya alternatif olarak icad edilmiştir. Hamas,,,daha önce dediği gibi şimdi de şunu söylüyor: Biz Milli Mücadele mer-halesindeyiz ve henüz bir Filistin yönetiminin oluşabilmesi için vakit erken görünüyor. Çünkü ihtilalin gölgesinde kurulacak bir yönetim zaten işgalci Siyonistlerin varmak is­tediği hedeflerden biridir. Bunu biz Afganistan, Çeçenistan ve Irak'ta da görmekteyiz. FKÖ'nün düştüğü en büyük yan­lış işgalin gölgesinde bir yönetimin kurulmasını kabul et­mesidir. Bugün bu yönetimin içinde yer almış birçok kişinin yerel yönetimin kaldırılmasını istedikleri zira bunun işgalin yararına olduğunu söylediklerini görüyor ve duyuyoruz. Yine kamuoyu araştırmaları da Filistin halkının bugün üçte ikisinin yerel yönetimin kaldırılmasını istediğini ortaya koymaktadır. Bütün bunlar Hamas'ın takip ettiği siyasetin Filistin gerçeğine ne kadar uyumlu olduğunu göstermektedir. Hamas'ı Filistin halkının yönetimine el koymak ve Filis­tin yönetimine alternatif olmaya çalışmakla itham eden ki­şiler bu varsayımlarını doğrulayacak tek bir delil bile goste-remiyorlar. Bu gibi varsayımlar İslami Direniş Hareketi HAMAS'i Filistin sahasında destekleyen geniş kitleleri olumsuz yönde etkilemek amacını taşımaktadır. Ancak bu gibi spekülasyonlar halkımızı HAMAS'dan koparamaya-caktır.

Soru: Filistin yönetimi içinde baş gösteren tartışmaları nasıl yorumluyorsunuz? Muhtemel bir istikrarsız halinde HAMAS'm rolü ne olur?

Cevap: Baş gösteren tartışmalar için yapılacak tek yorum bunun bir "koltuk" meselesi olduğudur. Herkes yürütmenin sadece kendi elinde olmasını istiyor. Muhak­kak ki bu tartışmaların her grup ve her şey üzerinde olum­suz bir etkisi olacaktır. Böylesi bir durumda HAMAS mey­dana gelen olumsuzluğu tamir için her çabayı harcayacak­tır. Biz istikrarın sürmesini istiyoruz. Çünkü istikrarsızlık hali ancak işgalci Siyonistlerin işine yarayacaktır.

Soru: Siz, Hamas'ın sınırlar konusundaki stratejisini terk edip 67 sınırı üzerinde bir devlet kurulması ve İsrail'in tanınması şeklinde fikirler taşımakla itham ediliyorsunuz. Tabir caizse bu varsayımlara nasıl cevap verebilirsiniz?

Cevap: Reuter (royter) ajansının yayınladığı bu asılsız haberi hemen yalanladık ve kamuoyu önünde gerçeği açık­ladık. Her kim HAMAS'ın bu konudaki sabit konumunu bilmek istiyorsa misakına (tüzüğüne) baksın. Reuter ajan­sına da söylediğim şey buydu. Ancak Reuter, sözlerimi bilerek saptırdı. Biz işgalci Siyonist bir devletin kabulünü İs­lam şeriatına aykırı buluyoruz. Bu nokta bizim ile Filistin Yönetimi arasındaki önemli görüş ayrılıklarınd andır, islam Şeraitine göre vatanın tek bir karışından vazgeçmek caiz değildir.

Soru: Filistin Yönetiminin Amerika ve Siyonistlerin taleplerim boyun eğerek Hamas üyeleri ve Kassam Birlik­lerini takip ve kovuşturma artma alırsa İslami Direniş hareketinin tavn ne olur?

Cevap: Filistin Yönetiminin 96'da düştüğü acı tec­rübeden sonra bu tehlikeli ve yararsız teşebbüse bir daha dönmesinin kendisine bir yarar sağlamayacağına inanıyorum. Diğer yandan biz bugün 96'da bulunduğumuz konumdan tamamen farklı bir konumda.bulunuyoruz. Ar­tık bugün Filistin halkı siyasi çözüm denilen oyuna inan­mıyor. Dolayısıyla Filistin halkının tek seçeneği ancak direniştir. Filistin yönetimini kuran siyasi projenin de geçen zaman içinde başarısız ve yıkıcı bir proje olduğu ortaya çık­mıştır. Filistin Yönetiminin önünde Filistin halkının direnişine katılmaktan başka bir seçeneğinin olmadığını görüyorum.

Soru: Size göre ırkçı, ayırımcı duvarın inşası şehadet eylemcilerinin operasyonlarını durdurabilecek mi?

Cevap: Şimdiye kadar hedefleri vurmada üstün bir başarı kaydeden Filistin direnişi bu engeli de aşmaya kadir­dir. Gelecek günler gösterecek ki Siyonist düşman bu duvarın inşasına harcadığı servetten dolayı bin pişman olacaktır. Bu korkak düşman pek yakında direnişin darbelerinden kaçmanın imkânsız olduğunu anlayacaktır. İs-lami direniş, duvara rağmen işgal altındaki Filistin toprak­larında istişhadi eylemleri başarıyla tamamlayacaktır in­şa allah.

Soru: Hamas'ın siyasi önderliği ile askeri cenahı teşkil eden Kassam Birlikleri arasındaki ilişki ve sistem nasıldır?

Cevap: Gerçek şu ki Hamas'm siyasi önderliği hareketin genel siyasetini çizen yetkili organdır. Askeri cenah sayılan İzzeddin el-Kassam Birlikleri ise siyasi önder­likten ayrı tam bir serbestlikle çalışır. Ancak faaliyetlerini genel siyasete uygun olarak yürür. Örneğin siyasi önderlik iç çatışmaları yasakladıysa haliyle Filistinli bir vatandaşa kurşun sıkmak yasak olur. Böylesi bir durumda askeri cenah siyasi önderliğin siyasetine sıkı sıkı bağlı kalır ve o çerçeveden asla çıkmaz.

Soru: Hayati kararların alımında karan kimler alır? Bu kararlan sadece Filistin'in içindeki liderler mi alır yoksa dışındakiler de buna katılır mı?

Cevap: Islami Direniş Hareketinin hayati kararları alan bu hareketin siyasi önderliğidir. Siyasi önderlikte de değişik yerlerden insanlar olur. Gazze Şeridi, Batı Şeria, tutukevleri ve dışarıdakiler bu kararlan şura sistemi esasına göre alırlar. Bizde şura kararları bağlayıcıdır.

Soru: Günbegün ağır bir hal alan Siyonist işgalci gücün elindeki esirler ile tutukevlerindeki tutuklular konusunda Hamas'ın stratejisi nedir?

Cevap: Esir ve tutukluların serbest kalmasını sağ­lamak milli ve ahlaki bir ödev olmaktan önce dini bir vecibedir. Bu amaçla geçen zaman zarfında Hamas, işgal güçlerinden çok sayıda askeri tutukladı. Bundan da amacımız düşmanın elindeki kahraman esirlerimizi değişim yoluyla kurtarmaktı. Hareket bu türden tam on iki operasyon gerçekleştirmiş bulunmaktadır, Hamas esirler konusunu öncelikli gündemine almaya da devam etmek­tedir. Ve biz bu esirlerimizi kurtarmanın tek çaresinin düş­man askerlerini tutuklamak olacakını anlamış bulunmak­tayız. Ortada başka bir seçeneğimiz bulunmamaktadır. Gelecekte de bu konu hakkındaki stratejimiz eskisinden farklı olmayacaktır. Biz Allah'ın izniyle esirlerimizi kur­taracağımıza dair tam bir güven içindeyiz.

Soru: Hamas işgale karşı niçin yeni yöntemler uy­gulamıyor. Örneğin Filistin dışında rehin ve kaçırmalar ve bunlar üzerinden yapılacak görüşme ve pazarlıkla esirleri kurtarmak gibi?

Cevap: Hamas'ın siyaseti çalışma sahasını genişlet­meme temeline dayanır. Dışarıdaki bir kaçırma olayı durumunda hareket olayın geçtiği ülke ile de bir çatışma kapısı açmış olur. Hamas'm çatışmayı Filistin topraklan çer­çevesinde tutma siyaseti bundan böyle de devam edecektir. Çünkü çatışma sahasını genişletmek ne Hamas'a ne Filistin halkına ne de Filistin sorununa bir fayda sağlamaz.

 

Dr. Rantisi’nin Eşiyle Bîr Röportaj

 

Gazeteci Esma Enver Şuhate, Şehid Rantisi'nin eşiyle bir röportaj gerçekleştirdi. Bu röportaj "Afak Arabiy-ye" gazetesinde yayınlanmıştı. Aşağıdaki satırlarda bu röportajı okuyacaksınız.

*Şehid Rantisi ile ilk tanışmanız nasıl olmuştu?

**Liseyi bitirmiş bir genç kızdım o dönemde İslami hareketle bir ilişkim yoktu, ama ayaklarım yere basıyordu, yani genç kızlar gibi aşk vb. ilişkilere kulak aşmazdım. Üniversite öğrenimini tamamlamak için büyük bir arzu taşıyordum. Ancak babam bunu kabul etmedi. Çünkü üniversiteyi okumak demek Mısır'a gitmek demek... Ebu Muhammed ( Dr. Rantisi) beni istediğinde, gördüm ki bir genç kızın isteyebileceği bütün özellikler onda mevcut. Özellikle de doktor olması... Çok düzenli, disiplinli bir hayat sürmesine  rağmen tek bir gün ne bir söz ne de bir hareketle beni incitmediğine şahitlik ederim.

*Şehid Rantisi'nin karşılaştığı zorluklar sîzi nasıl et­kiledi?

**Hem birinci hem de ikinci intifada dönemindeki tutuklanması zamanında psikolojik olarak hazırlıklı durumdaydık. Hakikaten ilk günlerde bu durum bana zor gelmişti. Ancak' Allah'ın bunu bizim için bir kader olarak yazdığına imanın ve -eşimin yokluğunda onun bizleri koruyacağına plan güvenim, benim güçlü olarak ayakta kalmamı sağlamıştır. Hepimizin bilmesi gerekir ki, Ebu Muhammed'in Allah'ın rızasını talep için otuz yıla aşkın bir süre yürüdüğü cihad yolu hakiki saadete ulaştıran doğru yoldur. Cihad yolu güllerle değil engellerle doludur. Bu yolda fedakârlık göstermek gerekir. Ancak bu yolun sonun­daki hedeflere ulaşma umudum, yoldaki zorluklan tatlılaş-tırıyor. İlahi yolun kanunu budur, Hz. Adem ( a.s) babamızdan günümüze dek bu kanun geçerli ola gelmiştir.

* Dr. RANTİSİ çocuklarının eğitim ve terbiyesi konusunda nasıl biriydi?

** Dr. Rantisi işlerinin en yoğun olduğu anlarda bile gergin değildi. Ev gazetecilerle tıklım tıklım dolu bile olsa o herhangi bir odaya gider bir şey alır torunları, kayınvalidesi veya kızlarından birini görünce hemen gülümseyiverir ve hal hatırlarını sorardı. Akrabalarla ilişkileri sürdürme konusunda pek hırslıydı. Bir telefonla da olsa bu ilişkiyi devam ettirirdi. Çocukları ise çok severdi, özellikle sayıları 14'e ulaşmış torunlarını... Babasının suikastinde yaralanan Ahmet ( 21), ona hem ahlaken hem de şeklen benzeyen oğludur. Dileğim o ki Ahmed de babasının yolunda yürüsün. Rantisi vakit bulduğu zamanlar arkadaşlarıyla evde tenis oynardı. Gençleri de öz güven ve tevazu aşılamak mak­sadıyla kendisiyle tenis oynamaya teşvik ederdi.

*  Rantisi, Şeyh Yasin'in Şehadet haberini nasıl kar­şılamıştı?

** Dr. Rantisi kendi komutanı Şeyh Yasin'in şehadetin-den fazlasıyla etkilendi. Bu durum Şeyh'in taziye günlerin­de belirgin bir şekilde görülüyordu. Şeyh Yasin'i anmak için düzenlenen programda onu gördüğümde Şeyh Yasin adını telaffuz eder etmez ağladı. Şeyh'in bıraktığı emaneti yük­lenmeden dolayı iki büklüm olmuş gibiydi. Ancak bu durum onun Şeyh Yasin ve şehid arkadaşlarının yolunda koşar adım yürümesine engel olmadı.

*  Gitmeden önce Dr. Rantisi'nin size vasiyeti ne ol­du?

**Dr. Rantisi otuz yıl süren cihad hayatında Allah için cihad eden bir erdi. Hayatının ahlak, siyaset ve ibadet vb. bütün alanlarında Allah'ın yolunda yürüdü. Bu haliyle ör­nek bir şahsiyetti. İşte onun bize en büyük vasiyeti budur. Ve inşaallah biz onun yolunda yürüyeceğiz.

*  Dr. Abdülaziz Rantisi'nin şehadet haberini nasıl karşıladınız?

**Kocasını kaybeden her bayanın hissettiklerini ben de hissettim. Ancak dengemi bozmadım. Allah'a olan iman ve güvenim kaybolmadı. Bu da Allah'ın bir nimeti ve fazlıdır elbette. Evden çıktıktan birkaç dakika sonraydı ki patlama sesini duydum. Hedefin eşim olduğuna kaniydim. Hemen Aksa'nın Sesi Radyosuna koştum. Artık yatsı ezanı okunuyordu. Namazdan sonra Rantisi'nin arabasına hedef alan bir saldırının olduğu ve bir arkadaşının şehid olduğu kendisinin de yoğun bakımda olduğu haberi yayınlandı. Dilim "Elhamdülillah" zikrini tekrarlayıp duruyordu. Son­ra abdest alıp yatsıyı kıldım ve bana çocuklarıma sabır ver­sin diye yüce Allah'a dua ettim.

*  Dr. Rantisi şehadetinin yakın olduğunu hissetmiş miydi?

* *Bize hiçbir gün böyle bir şey söylemedi Fakat o her saniye her dakika, her saat ve hayatının her gününde buna hazırlıklı gözüküyordu. O, bu konuda Resulullah'ı ve onun ashabını örnek almıştı. Yaptığı amellerin başında takva, ihlâs ve vakti değerlendirmek yer alıyordu. İslam'ı olanca kapsamıyla uygulamaya, her hak sahibinin hakkını ver­meye çalışıyordu.

*  Bütün şehidlerin kerametleri olur. Dr. Rantisi'nîn kerameti neydi?

** Vücudundan akan kan şehadetinden sonra 20 saat süreyle akmaya devam etti. Naaşmm çevresinden yayılan misk kokusu, ben ve çocuklarımdaki sabır ve sebat... Son olarak ön dişleri üzerinde yükselen tebessüm... Bana göre bunlar Dr. Rantisi'nin kerametleridir.

*  Bir Mücahit, eş, baba ve dede olarak Rantisi nasıl bir insandı.

** Dr. Rantisi kâmil bir İslami şahsiyet sahibiydi. Onun hayatına şu ayet bütünüyle yansımıştı; "Ben cinleri ve insan­ları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" (Zariyat: 56).

Rantisi ahlakında, cihadında, sosyal ve ailevi ilişkilerinde Resulullah'i örnek almıştı. O, annesine iyilikte bulunmayı, eşine güzel davranmayı, kız kardeşlerine güzel davran­mayı, kendi kızlarına ikramda bulunmayı ve torunlarıyla oynamayı bir ibadet sayar ve bu konudaki ilişkilerine pek önem verirdi. Allah'ın düşmanları olan kâfirlere ise pek şid­detliydi. Kendisiyle beraber çalışan herkese karşı pek müte­vazı idi.

*  Dr. Rantisi'yle beraber geçirdiğiniz ve asla unuta­mayacağınız bir sahne anlatır mısınız?

** Rantisi'nin bütün hayatı unutulmayacak sahnelerdi. Ancak hiç unutamayacağım bir sahne var. Bunu bütün er­kek eşlere ithaf ediyorum. Bir gün evi temizliyordum. Televizyon ekranı üzerine yere düştü. Ve tamamen bozuldu. Buna çok üzüldüm. Çünkü Rantisi henüz cezaevinden çık­mış ve maddi durumu, çok zor vaziyetteydi. Hemen başka bir cihaz alabilecek durumumuz yoktu. Rantisi eve geldi ve üzüntümün sebebini sordu. Durumu anlattıktan sonra gülümseyerek şöyle dedi; "Eşyaların da ecelleri vardır. Al­lah'ın takdir ettiği şey olacak. Akacak kan damarda durmaz"

* Dr. Rantisi'nin Sizinle son anları nasıl geçti? Söy­lediği son sözler nelerdi. Şehid olacağı gün psikolojisi nasıldı?

** Bizimle geçirdiği son anları normal hayatından fark­lı değildi. Bütün meşgalelerine rağmen her hak sahibine hakkını verirdi. Biz bütün ailevi işlerimiz hakkında konuşurduk. Zaten kısa bir ziyaret amacıyla eve gelmişti. Konuştuğumuz anda konu, kendisine karşı düzenlenen bir suikast girişiminde yaralanmış oğlumuz Ahmed'in evlen-mesiydi. Gelinin seçimi, evin hazırlanması vb. bütün konu­ları konuştuk. Gerçekten mutluydu. Her zamanki gibi morali yerindeydi. Bizimle kaldığı bu son demlerinde söy­lediği en son kelimesi şuydu;

"Koysun cennetine Rabbitn,

Budur benim son dileğim7'

* Dr. Rantisi'nin idealleri nelerdi?

** Onun tak ideali Allah yolunda şehid olmaktı. Başka bir şey değil...

*   Şeyh   Ahmed  Yasin'in  şehad etlerin den   sonraki dönemde Dr.'Rantisi'nin hayatı nasıl geçiyordu?

** Hayatında bir değişiklik olduğunu sanmıyorum. Kendisi hedefte olduğunu zaten daha önceleri de biliyordu. Evet, şehadet yolun sonudur.

*  Eşinin, babasının ve oğlunun şehadeti ile rollerini belirlemekte olan Filistinli bayanlara neler söylemek is­tersiniz.

** Müslüman bayanın rolü yakınlarının şehadetinden sonra başlamaz. Onlar eşleriyle beraberken de rollerini oy­narlar. Çünkü Resul-i Ekrem (sav) şöyle buyuruyor; "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Kadın, eşinin evinde çobandır ve güttüğün­den sorumludur." Müslüman kadın her alanda parlak ör­nekler sergilemiştir. Eşinin veya oğlunun şehadetinden son­ra senin rolün onların hayattayken yaptığı şeyleri tamam­lamaya çalışmandır. Ey yakınlarını şehid veren bacılar, Al­lah sizlere sabır, sebat ve muvaffakiyetleler ihsan buyursun, günahlarınızı bağışlasın ve cennetinde sevdiklerinizle beraber bir araya getirsin.

* Arap devletleri yöneticileri ile Filistin ve diğer Arap halklarına iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

** Arap yöneticilerine şu ayeti hatırlatırım: " Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratilmayacağı bir gün­den sakının" (Bakara; 281)

Arap halkına ise şöyle demek istiyorum: İzzet ve şere­finizin kaynağı olan İslam'a dönünüz ve Allah'ın kitabı olan Kur'anAzimi kendinize hayat yolu edininiz.

 

Allah'a Emanet Ol Ey Rantisi!

 

Hayırlı ve kıymetli kimselerle ol

Hepimiz sana feda oluruz

Ey Rantisi!

Sen çok güzeldin

Yaşam, ölüm ve dostluk açısından.

Ey şehit!

Bütün nefisler hazırdır

Senin yerine

Bayrağı sen yücelttin

Yasin'den sonra

Öyle bir azimle aldın ki,

İnmesine mani oldun.

Sanki ben"Mute" savaşmdayım

Parçalanmış bir şekilde görülen

Ve sanki ben

Ateşin içinde görüyorum "Cafer"i.

Bizden ölümle aynlmışsan da,

Aslında sen

Güneşler gibi yükseldin

Sen Yasin'e yetiştin

Cennetü'l-Huld'de.

Yasin, en güzel arkadaşın oldu.

Nimetler ve bakire huriler içinde

Ve Kucldus olan Yüce Rabb'in rızasını buldun.

Şeref ve ebediyet sizin için olsun

Dejenere olanlar içinse

Kötü^hayat, mutsuzluk ve başarısızlık olsun...

Sadece Yüce Allah'tır gayeniz         

Onun nimetleri içinde yaşadınız siz

"Ya Rabb... Rabb... sürekli çağrınız Takvası büyük, Düsturu nurlarla tecelli eden Kur'an olan

Allah Resulü, önderiniz

Siz savaştınız, cihad ettiniz.

Mübarek etsin

Devaml] kılsın Kuddus olan Allah.

Taşlığı ve Aksa'sıyla baş eğmesin.

Atıcı değilsiniz sizler.

Ancak Yüce Allah'tır, atıcı olan.