On İkinci Bölüm

1992 yılının son günleriydi. Kış mevsiminin kendisini iyice hissettirdiği bir soğuk hava yaşanıyordu Filistin'de. O gece soğuğa aldırmayan birileri de vardı. Kalpleri katı, elle­ri silahlı işgalci İsrail askerleri...

Gazze dâhil büyük bir operasyon yaşanıyordu o gece­nin ayazında. Başta Abdulaziz Rantisi olmak üzere yüzler­ce insanın evleri basıldı gecenin geç saatlerinde. Evinden alınan herkesin elleri, ayakları ve gözleri bağlıydı. Toplu bir şekilde bilinmeyen bir yere doğru yola çıkarıldılar.

Sarsila sarsıla yol alan araçta Rantisi'nin elleri ve ayak­ları oynatılmayacak kadar sıkıydı. Neler olduğunu düşünü­yordu. Bir yerlere götürülüyorlardi. Ama nereye? Araçta birçok kimsenin varlığını hissediyordu. Ama kimlerdi?

Bir ara yanmdakine fısıldadı. Sert bir şekilde ikazla uyanlınca, şartlan zorlamadı. Eziyet ve meşakkat dolu bir yolculuktan sonra nihayet yolculukları sona erdi.

Askeri araç konvoyu taşlık ve kuru bir arazide durdu. Tüm araçlar, çevrede alınmış olağanüstü güvenlik önlemle­ri altında, tutukluları boş araziye bıraktılar. Gittikçe artan tutuklular yüzerceydi. Herkes neler olduğunu, neden bura­ya getirildiğini, buranın neresi olduğunu büyük bir merak-

la fısüdaşıyor; bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Meraklan; dindiren megafonik bir ses duyuldu:

- Sizler, İsrail Devleti aleyhine yapmış olduğunuz yasa-   , dışı faaliyetlerden dolayı, bir daha ülkeye sokulmamak üzere Güney Lübnan'ın Mercu'z-zuhr denilen bu bölgesine, . 415 kişi olarak sürgün edilmiş bulunuyorsunuz...

Uğultular arttı. Tepkiler çoğaldı. Fakat her yanı saran : eli silahlı askerlere karşı ne yapılabilirdi ki? Askeri konvoy . geri çekilirken yalnızlıklarıyla baş başa kalan 415 kişi şaş­kınlık içerisindeydiler.

Haber kısa süre sonra dünya basınında ilk sıralarda yer aldı. Akın akın haberciler Mercu'z-zuhr'a yığıldı. Dünya ül­kelerinden İsrail'e kınamalar yağmaya başladı. İnsan hakla­rı örgütleri ve yardım kuruluşları harekete geçti. Çadırlar kuruldu. Gıda ve giyim yardımları bu taşlık ve kurak arazi-1 ye yığıldı.

Rantisi araçlardan indirilir indirilmez, hemen bir şeyler yapması gerektiğini anlamıştı. Önce gözleri birilerini aradı, Mahmud Zahar'ı görünce sevindi.

- Sen de ha! dedi garip bir sevinçle. Sarıldı dostuna.      ''

-  Evet ya! dedi Zahar. Kimler yok ki! - İşgalci İsrail'i kastederek- Bunlar ne planlıyor Allah aşkına?

-  Hâlâ anlamadın mı? dedi Rantisi. Bak şu insanlara. Hepsi tahsilli, okumuş insanlar. Birçoğu da üniversite hoca­sı...

- Sanki hepsi bilinçli olarak seçilmiş.

- Aynen öyle. Tüm bu insanlar hareketimizin manevi gücü ve yönlendiricisidirler. İşgalci yönetim böylelikle HA-

MAS'ı zora sokmak istiyor. Ama Allah'ın izniyle HAMAS ve İntifada sekteye uğramayacaktır.

Aradan geçen ilk günün şaşkınlığından sonra diğer gün, Rantisi tüm sürgünleri topladı.

- Arkadaşlar! dedi. Bir imtihan dönemi geçiriyoruz. Siz­lerin de fark etmiş olduğunuz üzere, hepimiz seçilerek bu­raya sürgün edildik, işgalci yönetimin bu hareketten gaye­si; direnişin ve intifadanın gücünü kesintiye uğratmaktır. Zira içimizdeki birçok arkadaşımızı direnişin bel kemiği olarak görüyorum...

Biraz durdu, nefes aldı. Arkadaşlarına göz gezdirdi. Tekrar konuştu.

- Zannedersem ilk şoku hepimiz atlattık. Şimdi toplan­mamızın sebebine gelmek istiyorum: Gördüğünüz gibi bu­raya birçok basın- yayın aracı geliyor. Bunu fırsat bilmeli ve mazlumiyetimizi tüm dünyaya anlatmalıyız. Bu sebeple aramızda koordineli bir çalışma yapıp iş bölümünde bulun­mamız kaçınılmazdır. Yapılan yardımları dağıtmak, sorun­larla ilgilenmek, adımıza demeç vermek gibi... Bunun için öncelikle bir sözcümüzün/temsilcimizin olmasını  teklif ediyorum...

Kalabalık arasında sesler yükseliyordu.

- Haklı, doğru söylüyor.

- Birinin adımıza konuşması gerekiyor.

- Dünyaya derdimizi/İsrail zulmünü anlatmak gerek.

- Bir temsilcimizin olması şart...

Yapılan teklifler sonunda Abdulaziz Rantisi tüm sür­günlerin temsilcisi olarak kabul edildi. Zira o, bu işe en uy-

gun insandı.

Hemen Mahmud Zaha/Ia birkaç kişilik istişare grubu kurdu. Aralarında iş bölümü yaptı. Zahaf'Ia da her konuda sıkı sıkıya görüşüyordu. Artık sürgün olanlar daha düzenli, daha nizamlı olmuştu.

Bir haber ajansının muhabiri Rantisi'ye soruyordu.

-  Sayın Rantisi! Söyler misiniz, buraya niçin sürgün edildiniz?

- Bizler topraklarımızı işgal eden İsrail askerleri tarafın­dan haksız bir şekilde sürgün edildik. Gece yansı evlerimiz­den apar topar alındık. Ellerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz bağlı bir şekilde buraya sürüldük. Hiçbir sebep ve gerekçe gösterilmedi. Tek suçumuz, işgale direnmek. Bu bizim için şereftir. Şu insanların hepsi okumuş, aydın insanlar, çoğun­lukla üniversitelerde hocalık yapan kimselerdir. Filistin'in işgalini, İsrail bu yollarla gündemde tutmakla aslında pro­pagandamız açısından bize yardımcı olduğunun idrakinde değil.

- Peki, ne yapacaksınız? Bir planınız var mı?

- Filistin'de olduğu gibi burada da direnecek ve toprak­larımıza döneceğiz. Tüm dünyanın Filistin'deki İsrail zul­münü görmesini istiyoruz. İnsanlarımız her gün öldürülü­yor. Plastik mermiler diye gerçek mermilerle çocuklarımız katlediliyor. Hapishanelere yığın yığın insanımız tıkılıyor. Her gün gittikçe artan bir zulüm yaşanıyor Filistin'de.

- Sayın Rantisi! Avrupa ve Arap ülkelerinin bazıların­dan yapılan birtakım açıklamalar var. Sizlere oturma izni verip mülteci olarak kabul edebileceklerini söylüyorlar. Siz

ne düşünüyorsunuz bu açıklamalar karşısında?

- Biz başka ülkeye iltica etmek gibi bir niyette değiliz. Gidebileceğimiz tek yer Filistin'dir. Ya oraya döneriz ya da burada evlerimize donene kadar kalırız. Yıllardır İsrail işgal yönetimi birçok Filistinliyi ferdi olarak veya gruplar şeklin­de sürgüne göndermiştir. Ayrıca Ürdün, Lübnan başta ol­mak üzere dünyanın birçok ülkesinde mülteci olarak bulu­nan milyonlarca insanımız vardır. Bizimle beraber onların da dönmelerine izin verilmelidir. Bu konuda dünyanın tüm ülkeleri İsrail'e baskı uygulamalıdır.

- Burada kalacağız diyorsunuz. Ama burası soğuk ve...

- Olabilir. Kışın soğuğu, yazın sıcağı pahasına vatanı­mıza dönene kadar burada kalacak; başka bir öneriyi hiçbir suretle kabul etmeyeceğiz.

O akşam toplanan istişare grubu, Özellikle bazı Avrupa ülkelerinden ısrarla yapılan çağrıları değerlendiriyordu.

- Fransa, tüm sürgünleri kabul edebileceğini açıklamış, dedi Mahmud Zahar.

- İngiltere ve Almanya'da... dedi bir diğeri.

Rantisi istişare grubunu oluşturanların yüzlerine tek tek baktı.

- Peki siz ne düşünüyorsunuz? Sesler yükseldi:

- Ben derim ki bu, danışıklı bir dövüş olup buradaki be­raberliğimizi bozmaya yönelik bir fitnedir.

-  Bence bu teklifler işgalci gücün ekmeğine yağ sür-mekten başka bir şey değildir.

-  Bu teklifler bizlerin vatanımızdan ve direnişten ebe-

diyyen vazgeçmesi anlamına geliyor.

Memnun ve bir o kadar mutlu bir şekilde gülümsedi Rantisi.

- Kardeşlerim! dedi. Böyle düşündüğünüzü biliyor­dum. Sizlerle aynı kanaatteyim. Bu teklifler bize iyilik değil, kötülüğün ta kendisidir. Bizler intifadasız bir hayat düşüne­meyiz. Buradaki, birlik ve beraberliğimizi bozacak her türlü teklif ve işe karşı yekvücut olmalıyız. Hepimiz Filistin'e dö­nene dek burada kalacağız. Batılı ülkelerin cazip teklifleriy­le davamızı bırakmayacak, onlara intifadanın tasfiyesi ve gücünü kaybetmesi zevkini tattırmayacağız. Emin olun kardeşlerim! Batılılar bizden çok, işgalci İsrail'in zor du­rumda kalmaması için bu teklifleri yapıyorlar...

Mercu'z-zuhr bölgesindeki bu 415 sürgünün hikâyesi dünya basınında gün geçtikçe artan bir ilgiyle izleniyordu. Günlük hayatlarından kesitler, yaşadıkları zorluklar, karar­lılıkla geri dönüş için direnmeleri Filistin davasını gündem­den düşürmüyordu. Tüm dünyada İsrail'e büyük bir tepki doğmuş ve bu tepki gittikçe yayılıyordu.

Artan uluslararası baskılara Birleşmiş Milletlerin de nispeten katkısı oldu. Gündeme çeşitli Arap ülkelerince ge­tirilen soruna, çözüm bulunmalıydı. Neticede Birleşmiş Milletler Kurulunca 799 sayılı bir karar alındı. Buna göre; Güney Lübnan'ın Mercu'z-zuhr bölgesine sürülen sürgün­lerin vatanlarına dönmelerine imkân sağlanması İsrail'den istenmişti.

Havalar nispeten ısınmış, kış bitmeye yüz tutmuştu. Yapılan baskılar sonucu İsrail'in bazı açıklamaları, ortalığa

yayıldı. Hile ve tuzak kokan bu açıklamalar, Yahudi hinliği­ni bir kez daha belgeliyordu.

O gün bir araya gelen istişare heyeti toplantısında, İsra­il'in teklifi gündemdeydi.

- Kardeşlerim! dedi Rantisi. İşgalci yönetim bazılarımı­za kapıları açabileceğini açıklıyor. Ne dersiniz?

- Biz, dedi Mahmud Zahar. Seni kendimize temsilci seç­tik. Bizi en iyi şekilde temsil edeceğine inanıyoruz. Ne dü­şündüğünü öğrenmek istiyoruz.

Diğer üyelerden de sesler yükseldi:

- Evet, evet! Sen bizim temsilcimizsin. Bu konuda nasıl davranmamız gerektiğini biliyorsun. Düşüncelerini öğren­mek istiyoruz.

-  Mademki, dedi Rantisi; fikrimi öğrenmek istiyorsu­nuz, açıklayayım: Bu teklif Yahudi'nin oyunlarından bir oyundur. Şurada kenetlenmiş olan birliğimizi bozmaya yö­neliktir. İçimize fitne ve ayrılık tohumlan atmaktır. Yoksa bize acınmış da yapılmış bir teklif değildir.

- Öyleyse ne düşünüyorsunuz? dedi bir ses.

- Öncelikle Allah'a hamdetmek gerek. Çünkü batılı ülke­lerin tekliflerine ve bu kış boyu çektiğimiz sıkıntılara rağ­men, toprağımıza geri dönmeye yönelik direnişimiz meyve­lerini vermeye başladı. Kanaatimce işgal yönetiminin bu tek­lifi onun acziyetini ve sıkıntıda olduğunu gösteren bir ala­mettir. Tüm sürgünlere kapı açılmadıkça böyle bir teklifi ka­bul etmeyeceğimizi deklare etmeliyiz. Bu uğurda büyük bir sabır, fedakârlık ve dayanışma örneği sergilemeliyiz.

Yüzlerde memnun bakışlar vardı. Gözler gibi yürekler

de aynı duygular için atıyor, aynı fikirler için çırpınıyordu. Azimle direnilecek, kararlılık içinde Mercu'z-zuhr'dan bir tek fert ayrılmayacaktı.

Aynı dönemde gündemde İsrail ve FKÖ lideri Yaser Arafat arasında bir müddettir devam eden barış görüşmele­ri vardı. İşçi Partisi Genel Başkanı İzak Rabin, iktidara gel­diği andan beri görünüşte barışçı bir tavır sergiliyor, Filistin sorununu halledeceğine dair İsrail ve dünya kamuoyuna mesajlar vererek buna zemin hazırlıyordu. Likud Partisi ise "Ulusal Birlik Hükümeti" adı altında kurdukları koalis­yon hükümeti olarak, bu meselede el ele verdiler. Arafat ile yapılan perde arkası görüşmelerde Başbakan Rabin ve ko­alisyon ortağı, uyumlu bir ikiliydi.

Kapalı kapılar arkasında Amerika ve İsrail'in önde ge­len temsilcileri aralarında bu konuyu görüşüyordu:

- 1987'den bu yana gittikçe artan intifadadan dolayı hu­zur görmedik, dedi İsrail temsilcisi. Her gün gelişen İslami Hareket karşısında kalıcı tedbirlerin alınması gerekli... Fi­listin coğrafyasında direnişçi örgütler içerisinde İslami Ci-had ve HAMAS gibi radikal örgütler kontrole gelmeyen ör­gütlerdir. Geri kalanlar içerisinde de FKÖ, tezimize en uy­gun örgüttü. Zira görünüşte de olsa tavsiyeleriniz üzere kontrollerine vereceğimiz bazı bölgelerdeki sözde özerklik, bizim de lehimize olacaktır. Hem böylelikle siyasi arenada dediğiniz gibi FKÖ'yü muhatap almakla radikalleri ve di­ğerlerini devre dışı bırakmak gibi bir yararımızı da elbette unutmuyoruz.

- Tamamen doğru değerlendirmeler bunlar, dedi Ame­rikalı temsilci. Zaten biz de artan uluslararası baskı karşı­sında söz konusu bu faydalardan dolayı size bu tavsiyeler­de bulunuyoruz. Hem FKÖ'yii de siyasi arenaya çekmekle silahlı direnişten kopararak uysallaştırmış olursunuz. Hatta belki de ilerde ağzına bir parça bal çalmakla radikallerle bi­le birbirine düşürebilir yahut onlar vasıtasıyla radikalleri kontrol altına alabilirsiniz. Dostum! Biraz uzun vadeli dü­şünmek gerek. Hele bir de önümüzdeki Eylül ayında baş­kan Clinton huzurunda varılan "Prensipler Deklarasyonu" imzalanırsa gelecek yıl Rabin ve Arafat Nobel Barış Ödü-lü'ne aday bile olabilirler.

Neticede Arafat ve Rabin arasında uzun süren görüş­meler sonunda 13 Eylül 1993'te Beyaz Saray'da Başkan Clinton'un huzurunda, planlandığı gibi el sıkışma gerçek­leşti.

Yaser Arafat'ın yüzü gülüyordu. Rabin ise asık suratlı ve tereddütlü görünüyordu. Bu durum Amerika'nın baskı­sı sonucu imzaladığı bu anlaşmayı dahi içine zor sindirdiği­nin göstergesiydi. Ayrıca aşırı sağcı Yahudilerden vatan ha­inliği yaftası yemek de vardı. Nitekim yıllarca terörist naza­rıyla bakılan Arafat'la aynı masayı barış anlaşması adına paylaşmak ve el sıkışmak, birçok aşırı sağcı Yahudi'nin düş­manlığını kazanmak demekti.

İmzalanan Prensipler Deklarasyonuna göre, FKÖ'ye Gazze ve Batı Şeria'daki bazı bölgelerde özerklik verilme­si ve Filistin Özerk Yönetiminin kurulması gibi sözde haklar     öngörülüyordu.  Özerklik  tanınan  bölgelerde

Özerk Yönetimin polis gücü görev yapacak, asayişi sağlayaçaktı.

Artık bu yönde FKÖ ve İsrail arasında bazı çalışmalar devam etti. İlerde Arafat, Ramallah'ta bürosunu kurup bir meclis çalışması yapacak ve seçilen milletvekilleriyle kendi başkanlığında Özerk Yönetim'in devletleşmeye giden kad­rolarını oluşturacaktı. Başta asayiş birimleri olmak üzere hızlı bir yapılanmaya gidildi. Arafat, Arap ülkeleri, Ameri­ka, çeşitli uluslararası kuruluşlar ve Birleşmiş Milletler'den gelen parasal ve siyasal destekle hızlı bir yapılanma çaba-sındaydı.

Remle zindanında akşam vaktiydi. Filistinlilerle ilgili siyasi gelişmeler karşısında tüm kulaklar haberlere kilitlen­mişti. Ama Mercu'z-zuhr sürgünleri de unutulmamıştı.

O geceki sohbet halkasında Şeyh Yasin'le konuşanlar önce Mercu'z-zuhr'la başlamıştı:

- Efendim, dedi bir mahkûm. Sürgünlerimiz hakkında bir gelişme var mı? Dualarımızda hep onlar var.

- Elhamdülillah, dedi Şeyh Yasin. Sabır ve sebatla dire­niyorlar. Birlik ve beraberliklerini korudukları müddetçe hiç kimse onlara bir şey yapamaz.

- Efendim, Abdülaziz Rantisi'nin televizyonlara verdiği demeçler çok güzeldi.

- Evet doğru! Rantisi, ne yapacağım çok iyi bilen bir kar­deşimiz. Rabbimiz onların basiret ve ferasetlerini artırsın. Her türlü oyun, hile ve tuzağa karşı onları muhafaza etsin,,

- Âmin.

- Âmin.

- Sizce dönme imkânları var mı efendim?

-  Umutsuzluğa düşmeyelim kardeşlerim. Rabbimiz, inancımızı koruduğumuz müddetçe üstün olduğumuzu müjdelemiştir. İnancımızı kaybetmeyelim. Ayrıca Yüce Al­lah ''Ey iman edenler! Direnin ve kazanın. Mevzilerinizi kaybetmeyin. Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincin­de olun ki, başarıya ulaşasınız" diye buyurmuş ve birçok ayetinde de "Sabredenleri müjdele" şeklinde bizleri muş-tularmştır. Hak olan bir davayı savunmanın ve haktan yana olmanın elbet bir bedeli olmalıdır. Bu bedeli en çok tevhid mücadelesinde peygamberler vermiştir. Kufan bize bu ko­nuda birçok haberi, birçok kıssayla mesajlar vererek anlat­mıyor mu? Öyleyse düşmanımızın çokluğu ve üstün dona­mı bizi ümitsizliğe sevk etmemelidir. Zira çokluk ve mad­di üstünlük, doğruluğun yahut haklılığın delili olamaz. Hak olduğunu bildiğimiz bu yolda sabırla, sebatla, ümidi­mizi yitirmeden yürümeliyiz. Bilin ki sabır, direnmektir, di­reniştir.

Gelişmeleri ferasetle değerlendiren endişeli sorular da vardı.

- Efendim! İşgal yönetiminin Arafat'ı muhatap alıp ba­rış görüşmeleri yapması, intifadaya zarar vermez mi? Filis­tin davası darbe almış olmaz mı?

-  Doğrusu dedi Şeyh Yasin, Filistin liderliğindeki bö­lünmüşlük, Filistin'in menfaatlerine zarar verir. Bu, işgalci İsrail'in de işine gelir. Zaten bu anlaşmadan muratları da budur. Fakat biz oyuna gelmeyeceğiz. Direnişimiz bugüne

kadar tüm gruplarla ortak bir noktada birlik ve beraberlik içinde devam etti. Aynı şekilde de devam edecektir İnşa-allah.

Bugüne dek Filistin davası için dayanışma gösterdik. Bundan böyle de aynı tavrımızı hem FKÖ, hem diğer grup­lar, hem de Arap ülkeleriyle iyi ilişkilerde bulunarak devam ettireceğiz. Yalnız bu tavır barış anlaşmasını tasvip ettiği­miz anlamına gelmez. Zira barış yolu ile söylenen şey ger­çek barış değildir. Bu, direnişin ve cihadın yerini alamaz.

Remle zindanında birçok gece sürüp gidiyordu böylesi sohbetler. Aralarında Şeyh Yasin'in olmasını kendileri için bir nimet kabul eden mahpuslar, durumdan azami derece­de faydalanıyorlardı. Yalnız Şeyh Yasin'in zaman zaman ra­hatsızlanması, yürekleri hüzne boğuyordu. O çok çekmiş, çok işkence görmüştü. Felçli bedeniyle takatini aşan bir so­rumluluk yüklenmişti. Beyni adeta her uzvunun vazifesini görüyordu.

Ertesi gün Şeyh Yasin, yine Cezaevi müdürünün oda­sındaydı. Müdür çıkarken, odada kalan iki şahıstan birini tanıdığını hatırladı. Birkaç ay Önce kendisine İsrail yönetimi adına bazı tekliflerde bulunan iki ajandan biriydi. Mesele­nin nereye uzanacağını şimdiden kestirmişti.

- Hoş geldiniz Şeyh Yasin! dedi eski ajan yapmacık bir tebessümle. Nasılsınız?

- Allah'a hamd olsun, iyiyim.

- Umarım sizi rahatsız etmemişizdir. Biraz konuşalım, istedik.

- Seçme hakkım var mıydı?

Sırıtarak gülümsedi.

- Neyse!.. Geçen görüşmemizde bazı tekliflerimiz ol­muştu hatırlarsanız. Düşünmeniz için de aradan epey bir zaman geçti. Şayet olumlu bir cevap alırsak, kendini­zi hemen özgür sayabilirsiniz. Hükümetim adına söz ve­riyorum.

İster istemez gülümsedi Şeyh Yasin.

-  Doğrusu tekliflerinizi hiç düşünmedim, dedi perva­sızca. Zira cevabımı o zaman vermiştim. İsterseniz tekrarla­yayım. Hiçbir zaman ve asla ne yönetiminizi tanırım ne de intifadayı tenkit ederim.

Ajanlar, böyle kestirip atan bir cevap beklemiyorlardı. Anlaşılan bundan sonrası da pek ümit verici olmayacaktı. Yine de son kozlarını oynamalıydılar.

-  Doğrusu biz de sizi anlamıyoruz, dedi iri yarı ajan. Muhtaçsınız ve hapishane sizin gibi biri için pek iyi bir yer değil. Bu sebeple size son bir şans tanımak istiyoruz. Bili­yorsunuz ki Başkanımız İzak Rabin FKÖ ile bir barış anlaş­ması imzaladı. Arafat başkanlığında bir Filistin Özerk Yö­netimi oluşturuldu. Düşünüyorum da Arafat'tansa neden muhatabımız siz olmayasımz. Yani İsrail'i tanımanız, intifa-dayı eleştirmeniz gibi tekliflerden haydi vazgeçelim. Sizin de faydanıza olan özerklik anlaşmasını kabul etmenizi dek­lare etmeniz karşılığında serbest kalabilirsiniz. Böylece di-renişinizdeki gaye gerçekleşmiş olur.

Acı acı güldü Şeyh Yasin:

- Direniş ve intifada satılık değil, dedi sertçe. Barış yolu diye söylenen şey ise gerçek barış değildir. Bu, direnişin ve

cihadın yerini alamaz. Daha acık söyleyeyim: Hiçbir teklifi­nizi kabul etmediğim gibi, serbest bırakılmam karşılığında dahi olsa, en basit teklifinizi/şartınızı bile kabul etmeyece­ğimi bilmenizi istiyorum. İşgalci yönetiminizi de muhatap kabul etmiyorum. Tek isteğimiz işgal ettiğiniz topraklarımı­zı kurtarmak ve hakkımızı geri almaktır. Bu hedef er ya da geç gerçekleşecektir.

Yüz hatlarından için için öfkelendiği belli olan ajan, ne­ticede diş göstermeye başladı.

- Bak ihtiyar! dedi öfkeyle. Ayağına geldik, onca teklif­lerde bulunduk. Hepsini reddettin. Sabrımızı zorluyorsun. Unutma! Burada yüz yıl kalacak ve bir daha gün yüzü gör­meyip çürüyeceksin. Anladın mı?

Onurlu ve kararlı bir ses dalgalandı Remle'de;

- Benim için hapiste yüz yıl kalmak, karşılığında bir ta­kım tavizler vererek çıkmaktan daha iyidir.

Her iki ajan, bu izzetli tavrm karşısında öfkelerinden çatlayacak kadar kızmış, rezil olmuşlardı. Sakat ve felçli olan bir adam Ölümü göze alıyor, fakat davasının şerefine leke sürmüyordu.

Rantisi'nin çadırına giren Mahmud Zahar, selam ver­dikten sonra oturdu. Biraz düşünceli görünüyordu.

-  Hayırdır, dedi Rantisi. Seni rahatsız eden bir şey mi var?

- Hayır, yok! dedi. Sadece düşünüyorum.

- Hangi konuda?

- Arafat'ın yaptıklarını tefekkür ediyorum. Direnişten siyasi arenaya geçişi bir kazanım olarak yormak, ne derece

doğrudur? Düşün ki ellerini, ayaklarını bağlamışlar; ama başkalarının yardımıyla ihtiyaçlarını görüyorsun. Hem iste­seler, ihtiyaçlarını karşılamayabilirler yahut kısabilirler. Bu ne kadar doğru ve tasvip edilir bir Özgürlüktür. Anlamıyo­rum doğrusu. Birçokları gibi anlamıyorum.

- Haklısın Zahar. Doğru denen olgu vahyin süzgecin­den geçmezse, beşer aklına göre ancak bu kadar olur. Tes­limiyetçi bir tavırla özgür Filistin'e sahip olunmaz. Ama şu da bir gerçektir ki tarih boyunca makam ve mevki he­vesi; sahibini, akim ve hakikatin gereğini idrakten yoksun bırakmış.

- Basın- yayın bunu bir zafer gibi gösteriyor.

- Onların işi bu... Hepsi Yahudi tekelinde... Birçok ka­lem sahibinin aklı, Yahudilerin cebinde...

- Şeyhimizin tavnnı bu yüzden eleştiriyorlar ya!

- Biz Arafat gibi elbette bu sahte barışı kabul etmiyoruz. Fakat Arafat'la çatışmayacağız da. Zira işgalci İsrail yöneti­minin bizi çekmek istediği tuzak bu... Fakat Şeyhimizin de dediği gibi tavrımız işgalci yönetime muhalif olmak, bun­dan böyle istişhadi eylemlerle İsrail'i yola getirmektir. İz-zeddin Kassam Tugaylarımıza ve Yahya Ayyaş'a çok iş dü­şüyor. Allah yardımcıları olsun.

Mahmud Zahar konuyu değiştirdi. Alçak bir sesle:

- Havalar yine soğudu, dedi. Yaklaşık bir yıla yakın ol­du buradayız.

- Evet, bir yıla yakın oldu, dedi Rantİsi. Elbet Rabbim bîr çıkar yol gösterecektir. "Bizim uğrumuzda cihad eden-leri biz, elbette yollarımıza iletiriz..."   demiyor mu Yüce Allah? Sabredecek, direnecek ve inşaallah kazanacağız.

- Biliyor musun? Bu gece bir rüya gördüm.

- Allah hayretsin. Hayrından bizi de faydalandırsın.

- Hepimiz uçuyorduk. Neşeli ve sevinçliydik. Sonra sen başta olmak üzere bazılarımız düştü, korkuyla uyandım.

- İnşaallah hayırdır. Umarım Rabbimiz bizi en kısa za­manda vatanımıza döndürecektir.

Rantisi aklına gelmiş gibi aniden durdu. Arkadaşı Za-har'ın yüzüne baktı.

- Sahi, dedi. Kampımızda bir sorun yok, değil mi? Kar­deşlerimizin kararlılığında bir gevşeklik var mı?

- Hayır, yok! Allah'a hamdolsun. Birlik ve beraberliği­mizi bozacak her türlü fitne ve teklife karşı herkes yekvücut gibi.

- Buna sevindim. Bazı maddi zorluklar yaşasak da istik­rarımız, dayanağımizdır.                                                 ]

- Birleşmiş Milletlerin bizim hakkımızda aldığı 799 sa-; yılı kararı işgalci yönetim umursamıyor bile.

Güldü Abdülaziz Rantisi:

-  Dostum, dedi Zahar'a. Birleşmiş Milletler hep karar alır. İsrail ise kaale almaz bu kararlan. Hiç Birleşmiş Millet­lerin lehimize aldığı bu kararın peşine düşüp İsrail'e baskı yaptığını duydun mu? Yahut İsrail'e yaptırımda bulundu­ğunu? Yapamaz! Neden? Çünkü İsrail'in hamisi Amerika, İsrail lehindeki her türlü kararı veto eder de ondan.

- Ne yazık ki öyle...                                                  ', Mahmud Zahar konuşmasına devam edecekti ki, tam o

anda çadıra doğru koşarak gelen bir ayak sesi, ikisinin de bakışlarını kapıya yöneltti. Gelenin içeri girmesine fırsat kalmadan, tekbir sesleri duyuldu her taraftan. Her ikisi de

ayağa kalktı. Çadırın kapışma çıktılar. Bir yandan nefes ne­fese kalana bakarken, bir yandan da soruyorlardı:

- Neler oluyor? Nedir bu tekbirler

-  Hocam!.. Hocam, dedi adam Rantisi'ye- Haberleri dinlemediniz mi?

- Haberleri mi? dedi saatine bakarak. Hayır! Kaçırmış olmalıyız.

Adam sevinçliydi. Kesik kesik konuştu;

- Az önce işgal yönetimi... açıklama yaptı,.. Biz sürgün­lerin hepsine... 17 Aralık 93 tarihi itibariyle,., kapıları aça­cakmış... Vatanımıza dönüyoruz!

- Allah'u Ekber, dedi Rantisi Zahar'a bakarak. Sana şü­kürler olsun Allah'ım! Onlara geri adım attırdığın için sana şükürler olsun!

Hemen secdeye kapandı. Soğuk toprak alnından öper­ken kamptaki diğer sürgünler yavaş yavaş çevresinde top­lanıyordu. Yüzlerde sevinç, yüzlerde mutluluk vardı. Göz­ler ışıl ışıl parlıyordu.

415 sürgün, Filistin'e neşe içinde işgalci İsrail'e karşı ka­zanılmış bir zaferle dönüyordu. Konvoyun geleceğini bilen­ler yakınlarını karşılamak için Gazze sokaklarını doldur­muştu.

Evlerine mutlulukla dönenler içinde ne yazık ki Dr. Ab-dulaziz Rantisi yoktu. Gözleri açıldığında kendini tek kişilik bir hücrede buldu. Elleri ve ayakları bağlıydı.

- Ne oluyor? dedi. Nerdeyim?

Ses-seda yoktu gözlerinin bağını açanda.

- Burası neresi?

- Burası, dedi başına dikilen izbandut gibi adam. Bi'ru's-sebu Hapishanesi!

- Bi'ruVsebu mu?..

Daha Önce burası hakkında hiçte iyi şeyler duymamıştı. Metanetini koruyarak;

-  Sorumlu biri yok mu? diye çıkıştı. Görüşmek istiyo­rum. Niçin tutuklandığımı bilmek istiyorum.

Başına dikilen adam.

- Sabret, dedi boğuk sesiyle. İşte geliyor.                         f Kapıdaki ayak seslerinden gelenlerin olduğunu anladı.

Düzgün giyimli biri kapıda belirdi. Arkasında da iki kişi vardı.

Izbandut gibi adama bakarak;

- Ne o? dedi. Bir durum mu var?

- Sorumlu biriyle görüşmek istiyormuş efendim! Adam Rantisi'ye dönerek;

- Ben, dedi. Buranın müdürüyüm. Ne istiyorsun?

- Neden tutuklandım? Niçin kimse bir açıklama yapmı­yor? Ayrıca bu küçük hücrede hem ellerim, hem ayaklarım neden bağlı?

- Sakin ol! Tutuklanmanın sebebini birazdan öğrenirsin. Niçin ellerin ve ayaklarının bağlı olduğuna gelince; ona ce­zaevi yönetimi olarak biz karar verdik. Ayrıca burada kaldı­ğın müddetçe bazı şeyleri bilmende fayda var: Günde sade­ce bir saat hücre dışına çıkabilirsin. Tabii ki dışarı çıkarken zincirlerle bağlanmış bir şekilde çıkarılacaksın. Ailenle de

görüşmene imkan olmadığını bil.

- Ama bu resmen zulüm...

Müdür alayvari bir şekilde;

- Biz böyle uygun gördük, dedi.

- Zaten size de bu yakışır.

Öfkelendi; ama sesini çıkarmadı müdür. Yanındakilere dönerek:

- Gidelim, dedi.

Kapı üzerine sertçe kapandı. Gittikçe uzaklaşan ayak sesleri, kesildi. Elleri ve ayakları bağlı bir şekilde sessizlik içinde düşünedururken müdürün "Tutuklanmanın sebebini birazdan öğrenirsin" sözünü hatırladı. Demek ki az sonra zi­yaretçileri olacaktı.

Nitekim bir saat kadar sonra tahmin ettiği gibi hücresi­nin kapısı açıldı. İçeriye giren üç kişiden biri, biraz daha öne çıkıp hece hece hitap etti:

- Ran-ti-si!.. Demek meşhur Lübnan sürgünlerinin söz­cülüğünü yapan Doktor Abdülaziz Rantisi sensin ha! Neden burda olduğunu biliyor musun?

- Doğrusu ben de bunu öğrenmek istiyorum. Neden tu­tuklandığımı bilmek hakkına sahibim herhalde?

- Yaa! dedi adam istihzai bir dille. Başka ne hakların var­mış.

Aniden sertleşti. Elleri ve ayakları bağlı bulunan Ranti­si'ye bir tekme savurdu.

- Al sana hak! dedi gözleri dönmüş bir şekilde. Acıyla yerde kıvrılan Rantisi'ye diğer ikisi de yüklendi­ler. Neresine rastgeldiyse gelişigüzel vurdular.

- Yeter! Bırakın!

Komutanları olan adamın seslenmesi üzerine iki adam hemen geri çekildi. Acılar ve sızılar her tarafını sarmıştı

Rantisi'nin. Kulakları uğulduyor, başı dönüyordu.

İşkencecilerin başı olan komutan bir müddet sessizce Rantisi'yi seyretti. Kendine geldiğine karar verdiğinde ko­nuştu:

-  Bu sana ufak bir dersti. Soruları biz sorarız burada. Sen, cevaplayacaksın sadece. Mercu'z-zuhr'da bulunduğun­da ajanslara verdiğin demeçleri hatırlıyorsun umarım. Bu­günleri düşünmüyordun değil mi? Sana mı kalmıştı o sür­günleri örgütlemek ha? Nereye giderlerse gitsinler. Avru­pa'ya, Amerika'ya, Arap ülkelerine... Şimdi neden burada olduğunu anladın mı?

Tek kişilik hücresinde işkence dolu günler geçiren Ran-tisi, büyük bir tevekkül ve teslimiyet göstererek Allah'a sı­ğınmıştı: "Ya Rabbi! Ey kimsesizlerin kimsesi! Her tarafım sızlıyor. Bu karanlık hücrede halimi sana arz ediyorum. Nusretini istiyorum. Ancak sana ibadet eder, ancak senden-yardım dilerim."

Bir mazlumun yüreğinden yükselen feryatlardı bu söz­ler. Zindanın bağrından semaya perdesiz çıkan bir yakarış... Geçici olanı değil, daha hayırlı ve devamlı olanı isteyen bir nida, bir dua...

Aradan uzun bir zaman geçti.Bir kaç ay sonraydı. Bir gün aniden hücresinin kapısı açıldı. Elleri, ayakları çözüldü. İçeri giren gardiyan:

- Üstünü başını düzelt! dedi. Konuşmasına fırsat verme­den ekledi: Avukatın gelmiş.

Uyuşmuş kolları ve ayaklarını ovdu. Bileklerindeki zin­cir izleri nakış nakıştı. Elbiselerini düzeltip gardiyanın ardı-sıra yürüdü.                                                              

Bir sandalye ve masanın olduğu avukat odasına alındı. Müvekkilini gören avukatın yüzüne bir tebessüm yayıldı.

- Seni görüştüren Allah'a hamdolsun, dedi. Nihayet...

- Seni gördüğüme sevindim, dedi Rantisi.

- Çok uğraştık; ama ancak oldu.

- Tahmin ediyorum.

- Nasılsın?

- Allah'a hamd ediyorum. Yaşadığım her an, ona layık bir kul olmak dışında bir derdim yok.

Rantisi, günde bir saat hücresinden çıkarıldığını, elleri ve ayaklarının bağlı tutulduğunu, ailesiyle görüşüne izin ve­rilmediğini avukatıyla kısaca konuştu. Zira her an görüş bi­tebilirdi.

Rantisi ailesinden bahsederken avukatın aklına işgal as­kerlerinin tutuklanmasından bu yana ailesine yaptığı baskı ve hakaretler geldi. "Söylersem üzülür" dedi kendi kendine. Rantisi'nin sorunlarını not aldı.

- Şartlarının düzeltilmesi için girişimlerde bulunacağım, dedi. Gerekirse uluslararası hukuk kuruluşları ve insan hak­ları örgütlerine de bildireceğim. Ümitsizim; ama yine de de­nemekte fayda var.

Rantisi, bir başka konuyu sordu:

- Mahkemeye uzun zaman oldu çıkartılmayan.

- Ben de onun için gelmiştim. Yakında mahkemen başla­yacak. Dosyana bakma fırsatım oldu. Aslında seni zindanda tutmalarını haklı gösterecek hiçbir gerekçeleri yok. Anladı­ğım kadarıyla haksız yere mağdur edilen sürgünlerin sözcü­lüğünü yapmaktan dolayı buradasın. Fakat seni ümütsiz kıl­mak gibi olmasın, mahkemeye çıkarıp karar vermeden erte-

leyecekler. Tıpkı 88'deki tutuklanmada sana çektirilen yarg işkencesi gibi. Hazırlıklı olmalısın. Gülümsedi Rantisi:

- Herhalde unuttun, dedi. O zamanda ümidimi Al lah'tan yana yitirmedim. Şimdi de yitirmeyeceğim. Bu ba; bu yola fedadır. Yalnız sağlığımda gittikçe bir kötüleşme his sediyorum. Doktorluk nişlerim şekerimin azdığını söylüyoı

- Tedavi edilmen için hastaneye yatırılmanı iste. Ben di dışardan girişimlerde bulunayım.

Ümitsizdi Rantisi.

- Bu teklif aklına yattı mı? dedi.

- Büyük ihtimalle bırakmazlar. Ama denemekte faydt var.

Rantisi aklına gelmiş gibi sordu:

- Sahi! El-Halil olayı nasıl olmuş? Çok, çok üzüldüm. İs rail devlet terörü, Yahudi halkını da cesaretlendiriyor.

- Geçen Şubat'in galiba 25'indeydi, dedi avukat. El-Ha-lil'deki Hz. İbrahim Camii'ne sabah namazı kılmak için gi­den cemaatın üzerine, namaz esnasında mesleği doktor olar bir sivil yerleşimci tarafından birkaç şarşör mermi boşaltıldı 67 müslümanin şehadeti ve bir o kadarının da yaralanmasıy­la neticelendi. Üstelik bu yerleşimci koskocaman silahıyk namaz vaktinde işgalci askerlerin yardımıyla camiye girmiş

-  Allah'ın laneti üzerlerine olsun. Şehitlerimize Allar rahmet etsin. Bu dava böyle avukat. Kimimiz şehadete ere­rek, kimimiz zindanlara girerek, kimimiz de senin gibi biz­leri savunarak katkıda bulunuyoruz. Allah'ın dini ve izzet: için mücadele edenlere ne mutlu.