CİNLER
VE KÖTÜLÜKLERİNDEN KORUNMA YOLLARI
Cinlerin
Varlığına İman Etmenin Hükmü
Cinlerin
İnsanlara Rahatsızlık Vermeleri Ve Bunun Nasıl Olduğu
Cin
Şeytanlarının Şerrinden Korunma Yolları
Abdulhamid b. Abdurrahman es-Suheybânî
Çeviren
M.Beşir
Eryarsoy
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Allah'ın
salât ve selâmı, yarattıklarının en şereflisi, Rasûllerinin en faziletlisi
Abdullah oğlu Muhammed'e, onun aile halkına ve bütün ashabına. İmdi:
Şüphesiz müslümanın açık ve net bir şekilde
bilmesi gereken en önemli konulardan birisi de insanın zıttı bir yaratık olan
ve “cin” diye bilinen varlıklara dair bilgidir. Bu hayret verici varlık hakkında
Kur'ân-ı Kerim'de pekçok âyet-i kerimeler olduğu gibi, sünnet-i seniyye
kitapları da onlara dair bilgilerle dolup taşmaktadır. İslâmın önder ilim
adamları da pek çok eserlerinde onları sözkonusu etmişlerdir.
Cinler konusunun Kitap ve Sünnette ve İslâmın
pekçok kaynaklarında işgal ettiği bu geniş yer dolayısıyla onları tanıtacak,
niteliklerini belirtecek, hayır ve şerlerini açıklayacak, kötülüklerinden sakınmaya
yardımcı olacak araçları sözkonusu edecek özlü, ayrı bir eser kaleme almanın
oldukça önemli olduğunu gördüm. Özellikle cahilliğin yaygınlaştığı, sapmak ve
saptırmak için cinlerin kâfirlerinden birtakım bilgiler alan büyücü ve
kâhinlerle ilişkinin çoğaldığı böyle bir zamanda bunun önemi daha da artmaktadır.
Aynı şekilde onların sözkonusu edilmesi,
günümüzde kâfir cinlerin sar'a türü birtakım tasallutları musibeti ile karşı
karşıya kalanlara bir irşad ve bir uyarı da bulunmaktadır. Böylelikle bu
musibete düçar olanlar, bunun bir deneme ve sınama olduğunu, böyle bir musibete
uğrayıp sabreden kimsenin mükafâtının cennet olduğunu bilmiş olacaklar. Nitekim
bu husus (Peygamber döneminde) sar'aya düşen kadın ile ilgili kıssada böylece
vârid olmuştur.
Konunun çeşitli kitaplarda dağınık bir şekilde
bulunan pekçok incelikleri ve gizli noktası vardır. Bunlar ancak uzun boylu
inceleme ve tetkik yoluyla bilinebilir. Ben gücüm yettiği kadarıyla bunları bu
küçük eserde ortaya koymaya çalıştım. Konuyu dört temel başlık altında ele aldım.
Bu temel başlıkların herbirisinin altında İslâm alimlerinin çeşitli eserlerinde
dağınık bir şekilde bulunan ulaşabildiğim bilgileri kaydettim. Sözkonusu temel
başlıklar şunlardır:
1. Belli bir açıklama ile
birlikte cinlerin tanımı
2. Niteliklerinin
sözkonusu edilmesi
3. Cinlerin insanlara
eziyet vermeleri ve bunun keyfiyeti
4. Kötülüklerinden korunma
yolları
Bu hususta sahip olabildiğim gücümü ve vaktimi
harcadım. Yüce Allah'tan kıyamet gününde bunu iyiliklerimle birlikte tartmasını,
bununla bütün müslümanlara fayda sağlamasını niyaz ederim. Başarım ancak
Allah'tandır. Ona tevekkül eder, Ondan yardım dilerim. Allah, emin ve kerim
peygamberine, bütün ashab ve tabiîne, kıyamet gününe kadar onlara uyacak
olanlar, salât ve selâm eylesin.
Abdu'l-Hamid b. Abdu'r-Rahman es-Suheybânî
28/8/1420 H.
Sözlükte cin çoğul bir cins isimdir, tekili
"cinnî" diye gelir. Bu (gizlenmek) demek olan “el-ictinân” kökünden
gelmektedir ki; bu da örtü ile örtülmek, gizlenip saklanmak demektir. Onlara bu
ismin veriliş sebebi insanlara karşı örtülü olmaları ve görünmeyişleridir.[1]
Çoğulu "cennân" diye geldiği gibi; çoğul olarak onlardan "el-cinne"
diye de sözedilir.[2]
Kendimizi kendisi ile koruduğumuz ve onunla
örtündüğümüz herbir şey “cünne (kalkan)”dır. Buhârî'nin oruç bahsinde rivayet
ettiği Nebi Sallallahu aleyhi vesellem’in
"oruç bir cünnedir (kalkandır)"
yani bir koruyucudur, hadisinde de bu lafız kullanılmıştır. Çünkü oruç kişiyi
masiyetlerden korur.
"Cenin"e bu ismin veriliş sebebi
annesinin karnında gizli ve örtülü oluşundan dolayıdır. Yüce Allah'ın: "Ve analarınızın karnında ceninler
halinde iken." (en-Necm, 53/32) buyruğunda da bu lafız kullanılmıştır.[3]
"Cennet"e bu adın veriliş sebebi ise,
bir kısmı diğerini örtecek şekilde ağaçlarının çok oluşundan dolayıdır.[4]
Terim olarak "cinn"e gelince: Onlar
insanların mükellefiyetlerine benzer şekilde mükellef kılınmış, irade ve akıl
sahibi, maddeden soyutlanmış, duyu organlarından saklanıp perdelenmiş, gerçek
tabiat ve suretlerinde görülmeyen yiyip içen, evlenen, zürriyetleri bulunan ve
âhirette amellerinden sorumlu tutulacak olan ruhlardan bir çeşittirler.[5]
Bir kimse: Cin ile şeytanlar arasındaki fark
nedir, diye sorarsa, cevap şudur:
Şeytanlar cinlerin azgınlarıdır. Yüce Allah'ın şu
buyruğu bunu anlatmaktadır:
"(Yahudiler)
şeytanların Süleyman'ın mülkü (nübuvvet ve hükümdarlığı) aleyhine uydurdukları şeylere
uydular. Halbuki Süleyman (büyü yaparak) kâfir olmadı... Fakat o şeytanlar
kâfir oldular. İnsanlara büyüyü ve Bâbil'deki iki meleğe Harut ve Marut'a
indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek: 'Biz ancak imtihan
(için)iz. Sakın (büyü yapıp da) küfre girme' demedikçe kimseye büyü öğretmezlerdi..." (el-Bakara, 2/102)
Çoğul olan (ve şeytanlar demek olan): "Şeyâtîn"in
tekili "şeytân"dır. Bu da uzak oldu anlamında "şetana"den
alınmıştır. Ancak bu lafız sadece cinlerin azgın olanları hakkında kullanılmakla
kalmayıp, aynı şekilde cin ve insanlardan taşkınlık yapan ve eziyet veren
herbir varlık hakkında da kullanılabilir. Nitekim yüce Allah: "İnsan ve cin şeytanları..." (el-En'âm,
6/112) diye buyurmaktadır. Münafıklar hakkında da: "Ama kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında: 'Biz sizinle
beraberiz...' derler." (el-Bakara, 2/14) diye buyurulmaktadır ki,
onların cin ve insanlardan olan arkadaşları kastedilmektedir.[6]
Cinlerin varlığına inanmanın ve varlıklarını
kabul etmenin hükmü nedir? Onların varlıklarını kabul etmeyen için günah
sözkonusu mudur? diye sorulursa şöyle cevap verilir:
Kitab-ı aziz ve pâk sünnet -ileride geleceği
üzere- varlıklarına delil teşkil etmekte olduğu gibi, icmâ’ da onların varlıklarına
delâlet etmektedir. Buna göre herhangi bir kimsenin varlıklarını inkâr etmesi
caiz olamaz. İbn Hazm'ın "el-Fısal fi'l-Mileli ve'l-Ahvâi ve'n-Nihal"
adlı eserinde şöyle denilmektedir:[7]
"Bütün müslümanlar bu hususu icmâ’ ile kabul etmişlerdir. -Yani
cinlerin varlığını ve onların Allah tarafından yaratılmış olduklarını ittifakla
kabul etmişlerdir.- Hatta hristiyanlar, mecusiler, sabiîler ve -yalnızca
Samiralılar müstesnâ- yahudilerin çoğunluğu da var olduklarını ittifakla kabul
etmişlerdir. Dolayısıyla bir kimse cinleri inkâr etse yahutta onlar hakkında bu
açık hüküm ve ifadenin dışına çıkaracak şekilde bir tevilde bulunsa kanı ve malı
helâl kafir bir müşriktir."
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye de şöyle demektedir:
"Cinlerin varlığı hususunda müslüman mezheplere mensup hiçbir kimsenin
muhalefeti yoktur. Yüce Allah'ın onlara Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'i peygamber olarak gönderdiğinde de.
Kâfirlerin çeşitli fırkalarının büyük çoğunluğu da cinleri kabul eder. Kitap
ehli olan yahudilerle hristiyanlar da müslümanların kabul ettikleri gibi
cinleri kabul ederler. Bazı müslüman taifeleri arasında -Cehmiye ve Mutezile
gibi- bunu inkâr edenler bulunduğu gibi; kitap ehli mensupları arasında da
inkâr eden küçük bir kesim bulunmuştur. Bununla birlikte bu taifelerin de çoğunluğu
ve önderleri bunu kabul etmektedirler. Çünkü cinlerin varlığı ile ilgili
peygamberlerin bildirdikleri haberler kesin bir bilgi ifade edecek şekilde
tevâtür ile gelmiştir. Yine kesin olarak bilinen şu ki, onlar diri, akıllı,
irade ile iş yapan varlıklardır. Hatta onlara emirler ve yasaklar dahi verilmiştir.
Cinler bazı inkârcıların ileri sürdükleri gibi, varlıkları insana yahut başka
varlıklara bağlı sıfat ve araz türünden değildir. Cinlerin varlıkları
peygamberlerden açık ve kesin bir tevâtür ile gelmiş olduğuna göre, avam ve
havas da bunu bu şekilde bildiği için, peygamberlere iman eden taifelerden
büyük sayılabilecek herhangi bir taife için onları inkâr etmeye imkân yoktur. Tıpkı
peygamberlere iman eden taifelerden büyük herhangi bir taifenin melekleri,
bedenlerin ölümden sonra dirilişini, bir, tek ve ortaksız olarak sadece Allah'a
ibadeti, yüce Allah'ın insanlardan yarattıklarına bir rasûlü peygamber olarak
gönderdiğini ve buna benzer peygamberlerden tevatür yoluyla gelen avamın da,
havasın da bildiği bütün haberleri inkâr etmeye imkan bulunmadığı gibi ve tıpkı
avamın da, havasın da tevatür yoluyla bildiği Musa Aleyhisselam'ın Firavun'a
peygamber olarak geldiği, Firavun'un suda boğulduğu, Mesih Aleyhisselam'ın
yahudilere geldiği, onların ona düşmanlık ettikleri, Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'in Mekke'de
peygamber olarak ortaya çıkıp, Medine'ye hicret ettiği, Kur'ân'ı ve apaçık şer'î
hükümleri getirdiği, az miktardaki yemeği ve içeceği arttırmak, ancak yüce
Allah'ın bildirmesiyle müstesna hiçbir insanın bilmesine imkân bulunmayan geçmiş
ve gelecek gaybe haber vermesine dair bilgilerin ve başkalarının tevatür
yoluyla ulaştığı gibi.[8]
Pek büyük cin âlemine bakan bir kimse, Kitab-ı
Aziz'de ve sahih sünnette vârid olmuş bulunan niteliklerini incelemeden onları
iyi bir şekilde tanımasına imkân yoktur. Bundan dolayı onların niteliklerini açık
bir şekilde sözkonusu etmek gerekir. Ben bu hususları aşağıdaki şekilde açıklamak
isterim:
1. Cinler ateşten yaratılmışlardır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Cinleri
de daha önceden (deri gözeneklerinden) içeriye giren yakıcı ateşten yarattık." (el-Hicr, 15/27)
Yine yüce Allah bir başka yerde şöyle
buyurmaktadır:
"Cinni
de dumansız ateşten yarattık." (er-Rahmân, 55/15)[9]
Muslim, Sahih'inde Zühd bahsinde, Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir:
"Melekler
nurdan yaratıldı. Cinler de dumansız ateşten yaratıldı. Âdem de size anlatılan şeyden
yaratıldı."
2. Cinler insanlardan daha
önce yaratılmışlardır. Alusî, Ruhu'l-Meân’i adlı tefsirinde[10]
yüce Allah'ın: "Andolsun ki biz
cehennem için cin ve insanlardan çok kimseler yaratmışızdır." (el-A’raf,
7/179) buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir: "Cinlerin önce
sözkonusu edilmesi, insanlara göre daha çok tanınmaları, sayıca daha çok
olmaları ve yaratılışları itibariyle daha önceden yaratılmış olmaları dolayısıyladır."
3. Cinler yerler, içerler.
Buna delil de Muslim'in Sahih'inde Eşribe (içecekler) bölümünde İbn Ömer Radıyallahu anh'ın rivayet ettiği
hadistir. Buna göre Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurur:
"Sizden
herhangi bir kimse yediğinde sağ eliyle yesin, içtiğinde de sağ eliyle içsin.
Çünkü şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer."
Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Tahare bölümünde İbn
Mesud Radıyallahu anh'dan şöyle dediği
rivayet edilmektedir: "Cinlerden bir heyet Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in yanına gelerek şöyle dediler:
“Ey Muhammed! Sen ümmetine kemik, tezek yahutta
kömür ile istincâ yapmalarını (pisliklerini temizlemelerini) yasakla! Çünkü
yüce Allah onlarda bizim için bir rızık var etmiştir.” Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu işi
yasakladı.
Cinlerin iman edenlerinin yiyeceklerinin
üzerinde Allah'ın adı anılan şeyler olduğu, kâfir olanlarının, üzerinde Allah
adı anılmayan şeyler olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı İmadu'd-Din el-Âmirî
"Behcetu'l-Mehâfil" adlı eserinde yapmıştır.
Cinlerin yiyeceklerinin kemik ve tezek,
içeceklerinin ise köpük olduğuna dair sünnette sözkonusu edilen malumat ile
ilgili olarak İbn Abdi'l-Berr şunları söylemektedir: "Bu gibi şeyler akıl
ile idrâk edilemeyen ve herhangi bir esasa göre kıyası yapılamayan şeylerdir.
Bunlarda yüce Allah'ın bize vermediği bilgileri kendisine verdiği
peygamberimize teslimiyet sözkonusudur."
Yine İbn Abdi'l-Berr şunları söylemektedir:
"Cinlerin hepsinin yemek yiyen ve içen varlıklar olma ihtimali olduğu
gibi, bazılarının böyle olmama ihtimali de vardır."[11]
ez-Zerkânî'nin (Muvatta) Şerhinde şu ifadeler
yer almaktadır: İbnu'l-Arabi dedi ki: "Cinlerin yemek yemediklerini,
içmediklerini söyleyen bir kimse, inkârcılığın tuzağına ve doğru olmayan bir
yola düşmüş olur. Hatta bütün şeytanlar ve bütün cinler yerler, içerler,
evlenirler ve çocukları olur, ölürler. Bu aklen mümkün olabilen bir şeydir. Ayrıca
bu hususta şer'i deliller de vârid olmuş, haberler birbirlerini pekiştirir
durumdadır. Dolayısıyla bu muhtevanın dışına ancak akılsızlar çıkar. Onların
yemeklerinin koklamak olduğunu söyleyen bir kimse, ilmin kokusunu dahi almamıştır.
Âkâmu'l-Mercan adlı eserin müellifi de şöyle demektedir: "Genel deliller
bütün cin türlerinin yediklerini, içtiklerini ortaya koymaktadır."
4. Cinler evlenirler,
nesilleri çoğalır, zürriyetleri vardır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Onlar
sizin düşmanınızken, siz beni bırakıp da onu ve onun soyunu veliler (dostlar)
mi ediniyorsunuz?" (el-Kehf, 18/50)
İmam İbn Cerir et-Taberî -Allah'ın rahmeti
üzerine olsun- diyor ki: "İblisin zürriyeti (soyu), Âdemoğullarına hücum
eden şeytanlardır."[12]
Ayrıca senedini zikrederek Mücahid'den: "Onu ve soyunu veliler mi
ediniyorsunuz?" (el-Kehf, 18/50)
buyruğu hakkında onun zürriyetini demek olup, onlar da şeytanlardır dediğini
rivayet etmektedir.[13]
Cinlerin evlendiklerine ve soylarının olduğuna
delil olarak gösterilen hususlardan birisi de Buhârî, Muslim, Tirmizî, Nesâî, İbn
Mâce, Darîmî ve Ebû Dâvûd'da sabit olan Enes b. Malik Radıyallahu anh'ın şöyle dediğine dair nakledilen rivayettir:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
helaya girdiği vakit: "Allah'ım
hubsdan ve habâisden sana sığınırım" derdi.
Avnu'l-Ma’bud Şerhu Sünen-i Ebi Davud'da[14]
şunları söylemektedir: "Hattabi dedi ki: Hubs, şeytanlar ve onların dişileridir.
Hubs habisin çoğuludur. Habâis ise habise’nin çoğuludur. Bununla şeytanların
erkeklerini ve dişilerini kastetmektedir."
İnsanlarla cinler arasında evlilik mümkün müdür?
diye sorulursa şöyle denilir: Bu sorunun cevabını Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye şöylece
vermektedir: "İnsanlarla cinler birbirleriyle evlenebilirler. Onlardan
çocuk da dünyaya gelebilir. Bu çok rastlanan ve bilinen bir husustur."[15]
Buna yüce Allah'ın huriler hakkındaki şu buyruğu
da delil gösterilebilir:
"O
ikisinde de bunlardan evvel ne bir insanın, ne bir cinnin asla dokunmadığı,
gözlerini yalnız eşlerine dikmiş (huri)ler vardır." (er-Rahman, 55/56)
İbnu'l-Cevzi, Zadu'l-Mesîr adlı eserinde[16]
şunları söylemektedir: "Bu ayet-i kerime'de cinden olan bir erkeğin tıpkı
insan erkeği gibi, kadın ile ilişki kurduğuna delil vardır."
5. Cinler birbirlerine karşı
merhametlidirler.
Buna delil Muslim'in Sahih'inde tevbe bölümünde
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in
şöyle buyurduğuna dair naklettiği rivayettir:
"Şüphesiz
Allah'ın yüz rahmeti vardır. Bundan bir tek rahmeti cinler, insanlar, hayvanlar
ve haşerelere indirdi. Bununla birbirlerine bağlanır, birbirlerine merhamet
ederler ve bununla yırtıcı hayvanlar yavrularına şefkat gösterirler. Allah
doksandokuz rahmetini ertelemiştir. Bunlarla kıyamet gününde kullarına merhamet
buyuracaktır."
6. Cinler mükelleftirler
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ben
cinleri de, insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan
bir rızık da istemiyorum. Bana yemek yedirmelerini de istemiyorum. Çünkü şüphesiz
ki Allah'tır, hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi
olan."
(ez-Zariyat, 51/56-58)
İbn Kayyim -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-
diyor ki: "Yüce Allah onları ibadet etmek için yarattığını bildirmektedir.
Aynı şekilde kendisine ibadet etsinler diye onlara rasûller göndermiş ve bu
peygamberlere kitaplarını indirmiştir. O halde ibadet onların kendisi için
yaratıldıkları yaratılış amaçlarıdır. Onlar terkedilip bırakılsınlar diye yaratılmadılar.
Çünkü böyle bir iş, yokluk ile alakalı bir durumdur, yokluk mükemmelliğin
sözkonusu olmadığı bir haldir. Oysa emrolunana uymak bundan farklıdır. Çünkü bu
varlık ile alakalı bir durumdur ve varolması istenen bir iştir."[17]
Tirmizî’nin, Sünen'inde, Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan sabit olan rivayete
göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem
şöyle buyurmuştur:
"Ben
diğer peygamberlere altı özellikle üstün kılındım..." Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bunlar arasında:
"Ve ben bütün yaratılmışlara
peygamber olarak gönderildim" diye buyurmuştur. Tirmizî dedi ki: Bu
hasen, sahih bir hadistir.
Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem’in: "Ve ben
bütün yaratılmışlara peygamber olarak gönderildim" buyruğundan kasıt,
onların cinlerine de, insanlarına da peygamber gönderildiğidir. Nitekim buna
tanıklık etmek üzere Darimî Sünen'inin mukaddimesinde İbn Abbas Radıyallahu anh'dan şunu rivayet
etmektedir: Ona: Onun -yani Peygamberimizin- diğer peygamberlere üstünlüğü
nerededir, diye soruldu. İbn Abbas dedi ki: Yüce Allah: "Biz gönderdiğimiz her peygamberi -kendilerine apaçık anlatsın
diye- ancak kendi kavminin dili ile gönderdik." (İbrahim, 14/4) diye
buyurmaktadır. Yine yüce Allah Muhammed Sallallahu
aleyhi vesellem'e: "Biz seni
ancak bütün insanlar için gönderdik." (Sebe’, 34/28) diye buyurmaktadır.
Böylelikle onu hem cinlere, hem insanlara peygamber olarak göndermiştir.
İbn Hacer der ki: "Cinlerin mükellef
oldukları ortaya çıktığına göre, onlar tevhidi kabul etmekle ve İslâmın
rükünlerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Bunların dışında kalan diğer fer'î
hükümlere gelince, bu hususta görüş ayrılığı vardır. Çünkü tezek ve kemik
kullanımının nehyedildiğine ve bunların cinlerin azıkları olduğuna dair sabit
olan rivayetler vardır."[18]
7. Cinlerin müslümanı,
kafiri, salih olanı, olmayanı vardır.
Yüce Allah cinlerin şöyle dediklerini haber
vermektedir:
"Gerçekten
biz kimimiz salih kimseleriz, kimimiz bundan aşağıdadır. Biz çeşit çeşit
yollara ayrılmışız." (el-Cin, 72/11)
Beğavî, Meâlimu't-Tenzîl adlı tefsirinde şunları
söylemektedir:[19] Yüce Allah'ın:
"Kimimiz bundan aşağıdadır"
buyruğu salihlerden değildir, demektir. "Biz
çeşit çeşit yollara ayrılmışız." Çeşitli cemaatlere, değişik sınıflara
ayrılmışız. Mücahid dedi ki: Müslümanlar ve kâfirler olarak ayrılmışız demek
istemektedirler, diye açıklamıştır.
Farklı hevâ ve mezheplere ayrılmışız, diye de açıklanmıştır.
el-Hasen ve es-Süddi: Cinler de sizin gibidir. Kimileri kaderiyecidir, kimileri
mürcieci, kimisi de rafızidir. İbn Keysan dedi ki: İnsanların hevâları gibi
herbir fırkanın da kendisine göre bir hevâsı bulunan değişik gruplara ayrılmışlardır.
Said b. Cübeyr dedi ki: Çeşitli renklerdeyiz demektir. Ebu Ubeyde: "Çeşitli
sınıflar, demektir” diye açıklamıştır.
Yüce Allah aynı şekilde onlardan şöyle
dediklerini haber vermektedir:
"Gerçekten
kimimiz müslümanlar, kimimiz zalimleriz. Müslüman olmuşlar, işte onlar doğru
yolu aramış olanlardır. Zalim olanlara gelince onlar cehenneme
odundurlar."
(el-Cin, 72/14-15)
"Zalim olanlar" kâfir olanlardır.
Cinler arasında samimi müslümanların varlığına tanıklık eden buyruklardan
birisi de yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Hatırla
ki, cinlerden bir grubu Kur'ân'ı dinlesinler diye sana yöneltmiş idik. Onun
huzuruna geldiklerinde: 'Susup dinleyin' dediler. (Okunması) bitirilince de
kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. Dediler ki: 'Ey kavmimiz, biz Musa'dan
sonra indirilmiş olup, kendinden öncekileri doğrulayan, hakka ve dosdoğru yola
ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul
edin ve ona iman edin, ta ki Allah günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve
sizi acıklı bir azaptan kurtarsın. Kim Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul
etmezse o yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakıcı değildir. Onun ondan başka dost ve
yardımcıları da olmaz. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.'" (el-Ahkaf, 45/29-32)
Bu buyruk cinlerden mü'min olan bu topluluğun,
dinledikleri Kur'ân-ı Kerim'in ne kadar ileri ölçüde büyük etkisi altında kaldıklarına
derin bir işaret taşımakta, kendi kavimlerini imana ve İslâma davet edecek
kimseler olmakla sahip oldukları pek büyük ayırıcı özelliklerini açığa çıkarmaktadır.
Bunlar kalpte huşû’u ve yakîni harekete getiren anlardır. Aynı zamanda Kur'ân-ı
Kerim'den ve imandan yüz çeviren herkesi uyarıp, tehdit etmektedir. Eğer bu
kitabın hitabına boyun eğmez ve onu indirene teslim olmazsa, o kimse için
cehennem ateşinden başka bir karşılık verilmeyecektir. Orası ne kötü bir duraktır:
"Kim
Rabbinin zikrinden yüz çevirirse onu zorlu bir azaba sokar." (el-Cin, 72/17)
Aynı zamanda bu olay, mü'min kimseleri İslâmı
tebliğ etmekte, İslam davetini insanlara ulaştırmakta olanca gayreti ortaya
koymak için de gayrete getirmektedir:
"Allah'a
davet eden, salih amel işleyen ve: 'Şüphesiz ki ben müslümanlardanım' diyen
kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?" (Fussilet, 41/33)
Cinlerden bir kısmının mü'min ve müslüman olduğuna
delil gösterilebilecek rivayetlerden birisi de, Muslim'in Namaz bölümünde
zikrettiği İbn Abbas Radıyallahu anh'ın
şu sözleridir: Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem cinlere ne Kur'ân okudu, ne de onları gördü. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ashabından
bir grup ile birlikte Ukaz panayırına doğru gittiler. O sırada şeytanlar ile
semadan haber almaları arasında bir engel konulmuştu. Onlara gökten alevli ateşler
gönderildi. Şeytanlar kavimlerine geri döndüklerinde:
“Size ne oluyor dediler”, onlar:
“Bizimle semanın haberi arasına engel konuldu ve
üzerimize alevli ateşler gönderildi”, dediler. Öbürleri
“bu ancak meydana gelmiş önemli bir olay
sebebiyle olmuştur. Haydi yeryüzünün doğularına, batılarına gidiniz.” Tihâme
tarafına doğru yola koyulmuş grup, -Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem
Nahle denilen yerde iken. Ukaz'a doğru gidiyorlarken orada ashabına
sabah namazını kıldırdığını gördüler. Kur'ân'ı duyunca ona kulak verdiler ve:
“İşte bizimle semanın haberi arasına engel olan
budur”, dediler. Bunun üzerine kavimlerine geri döndüler ve:
“Ey kavmimiz dediler. Biz hayret veren bir
Kur'ân dinledik. O dosdoğru yola iletiyor. Bu sebeple biz de ona iman ettik,
Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayız.” Bunun üzerine yüce Allah, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in üzerine: "De ki: 'Bana şu vahyolundu: Cinlerden
bir topluluk beni dinlediler...'" (el-Cin, 72/1) buyruklarını indirdi.
Aynı şekilde cinlerden müslüman olanların varlığına
delil gösterilebilecek hususlardan birisi de yine Muslim'in Sahih'inin Tefsir
bölümünde Abdullah (b. Mesud) dan naklettiği şu rivayettir: "Onların o tapındıkları da rablerine
hangisi daha yakın olacak diye yol ararlar" buyruğu hakkında (Abdullah
b. Mesud) dedi ki: “İnsanlar bir topluluk, cinlerden bir topluluğa ibadet ve
dua ediyorlardı. Nihayet cinlerden bir topluluk İslâma girdi, fakat insanlar
onlara ibadete devam etti. İşte bunun üzerine: "Onların o tapındıkları da rablerine hangisi daha yakın olacak
diye yol ararlar." âyeti nâzil oldu.”
Müslüman cinlerin güzel amelleri, iyi fiilleri
vardır. Meselâ, Beyhaki'nin Şuabu'l-İman adlı eserinde nakledildiğine göre
onlar iyiliği emreder, yalan ve kötülükten uzak tutmaya çalışırlar. Yine Taberânî'nin,
el-Mu’cemu'l-Kebir'inde belirtildiği üzere onlardan kimisi kulun dikkatini
tevhide çeker ve onu şirkten sakındırır.[20]
Bezzar'ın Müsned'inde belirtildiğine göre onlardan kimileri namaz kılan
mü'minle birlikte namaz kılarlar, mü'minin Kur'ân okuması ile birlikte Kur'ân
okurlar ve onu dinlerler.[21]
İbn Ebi Şeybe'nin, Musannef'inde[22]
ile el-Hallal'in es-Sünne[23]
adlı eserinde belirtildiği üzere Ömer Radıyallahu
anh'ın öldürülmesi dolayısıyla onların bir kesimi ağlamıştır. Aynı şekilde
yine el-Hallâl'ın es-Sünne[24]
adlı eserinde Osman Radıyallahu anh'ın
öldürülmesi için de ağladıkları gibi, Huseyn Radıyallahu anh'ın öldürülmesi üzerine de ağladıkları zikredilmiştir.[25]
Birisi: Cinler arasında sahabi sayılacak
kimseler var mıdır? diye sorarsa şöyle cevap verilir:
Buhârî'nin sahabiyi: “Müslüman olarak Nebi Sallallahu aleyhi vesellem’le sohbette
bulunan yahut onu gören kimsedir” diye açıklamasını sözkonusu eden İbn Hacer şunları
söylemektedir: "Acaba bu bütün Adem oğullarına mı hastır, yoksa onların dışındaki
diğer akıl sahiplerini de kapsayacak bir genellikte midir? Bu düşünülmesi
gereken bir husustur. Cinleri sözkonusu edecek olursak, tercihe değer husus
onların bu kapsama girdikleridir. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in onlara da peygamber olarak gönderildiği
kesindir. Onlar da mükelleftirler. Aralarında isyankârlar vardır, itaatkârlar
vardır. Aralarından ismi bilinenlerin ashab-ı kiram arasında anılmasında
tereddüt etmemek gerekir. Her ne kadar İbn Kesir bu hususta Ebu Musa'yı[26]
ayıplamakta ise de bu hususta herhangi bir delile dayanmamaktadır."[27]
8- Cinlerin şeytanları
kendilerine itaat eden büyücü ve benzeri insan şeytanlarına yardımcı olmak
üzere semâdan bilgi çalmaya çalışırlar.
Buna Muslim'in Sahih'inde selâm bahsinde rivâyet
ettiği Abdullah b. Abbas Radıyallahu anh'ın
şu sözleridir: Peygamber ashabından ensardan bir adamın bana haber verdiğine
göre, bir gece Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem ile birlikte oturuyorlarken bir yıldız kaydı ve etrafı aydınlattı.
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
onlara şöyle sordu:
"Bunun
gibi bir yıldız kaydığı zaman cahiliye döneminde ne diyordunuz?" Onlar:
“Allah ve Rasûlü daha iyi bilir”, dediler. Biz şöyle
diyorduk:
“Bu gece büyük bir kişi dünyaya geldi, büyük bir
kişi öldü.” Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Bu yıldız
herhangi bir kimsenin ölümü ya da hayatı dolayısıyla kaymaz. Fakat şanı yüce ve
mübarek olan Rabbimiz bir işe hüküm verdiği zaman Arşın taşıyıcıları tesbih
getirirler. Daha sonra onlardan sonraki semada bulunanlar tesbih getirirler.
Nihayet tesbih, bu dünya semasının sakinlerine kadar ulaşır. Daha sonra Arşı taşıyanların
yanındakiler Arşı taşıyanlara: Rabbiniz ne buyurdu? diye sorarlar. Onlar da
ötekilerine ne buyurduğunu haber verirler. (İbn Abbas devamla) dedi ki: Semavattakiler birbirlerine haberin
mahiyetini sorarlar ve nihayet bu haber şu dünya semasındakilere ulaşır. Cinler
bu sözü dinleyerek kapmaya çalışırlar ve bu kaptıklarını dostlarına bırakırlar
ve onu onlara ulaştırırlar. İşte onların olduğu gibi bildirdikleri haktır,
fakat onlar ona başka şeyler katar ve ilave ederler."
Nevevî dedi ki: "Başka şeyler katarlar" ifadesi ona yalan karıştırırlar
demektir. Buna delil de Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem’in “cinler o işittikleri
sözü kaparlar ve bunu dostlarına bırakırlar ve onu atarlar” ifadesidir.
Buna aynı şekilde Muslim'in Sahih'inde Selâm
bölümünde yer alan bir başka rivayet açıklık getirmektedir. Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Bazıları Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'e kâhinler hakkında soru sordular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onlara:
"Onlar
hiçbir şey değildir" diye buyurdu.
“Ey Allah'ın Rasûlü, dediler. Onlar bazan bir şey
anlatıyorlar ve doğru çıkıyor?” Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"O,
cinnin sözlerindendir. Cinni o sözü alır ve bunu kendi dostunun kulağına tıpkı
bir tavuk gibi bırakır, onlar bu söze yüz yalandan daha fazlasını katar karıştırırlar."
Hattabî ve başkaları şöyle demektedir: Yani
cinlere mensup kişi duyduğu sözü kâhin dostuna bırakır. Diğer şeytanlar da bu
sözleri işitirler. Tıpkı tavuğun sesiyle diğer arkadaşlara haber vermesi, onların
da ona karşılık vermeleri gibi.
Bu buyrukta kâhinlik yapmanın haram olduğuna,
kâhinlere gitmenin haram olduğuna ve bu işin yasaklanmasına delil vardır.
Nitekim el-Maverdi, el-Ahkâmu's-Sultaniye'de şöyle demektedir: "Hisbe
görevlisi (emr bi'l-maruf nehy ani'l-münkerle görevli olan kişi) insanların
kehanetle ve oyun ve eğlence ile kazanç sağlamalarını engeller, bu sebeple mal
vereni de, alanı da te’dib eder."
9- Cinlerin şeytanları
arasında pek büyük yalan söyleyenler de vardır. Buna az önce kaydedilen hadis
delil teşkil etmektedir.
10- Cinlerin azgın olanları
Ramazan ayında zincirlerle sıkı sıkıya bağlanırlar. Böylelikle müslümanlara başka
aylarda yapabildikleri zarar kadarını yapma imkânı bulamazlar ve müslümanları
fitneye düşürme imkânına ulaşamazlar. Çünkü mü'minler Ramazan’da her türlü
arzuyu kaldıran oruç ile meşguldürler. Kur'ân ve zikirle uğraşmaktadırlar.[28]
Tirmizî'nin Sünen'inin oruç bahsinde rivayet ettiği Ebu Hureyre Radıyallahu anh'ın şöyle dediğine dair
rivayet te buna tanıklık etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Ramazan ayının ilk
gecesinde şeytanlarla cinlerin azgınları zincirlere vurulurlar, ateşin kapıları
kapatılır, onun hiçbir kapısı açılmaz, cennetin kapıları açılır ve onun hiçbir
kapısı kapalı tutulmaz. Bir münadi şöyle seslenir: Ey hayır arayan (hayra)
yönel ve ey kötülük arayan (kötülükten) vazgeç ve yüce Allah'ın cehennem ateşinden
azad edilecek kulları vardır." Bu Tirmizî'nin lafzıdır. Buna yakın bir şekilde
Buhârî ve Muslim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Tuhfetu'l-Ahvezî[29]
adlı eserde şöyle demektedir: “Bazıları hakkında bundan farklı hususları
gerektiren rivayetlere gelince, bunlar şeytanların kandırmalarının sebep
oldukları birtakım etkilerdir ve bu etkiler bu nefislerin derinliğine kadar işlemiş
ve şeytanlar onların başlarına yumurtalamış bulunmaktadır."
11- Cinler tıpkı diğer varlıklar
gibi gaybı bilmezler.
Yüce Allah Süleyman Aleyhisselam'ın ölümünü
sözkonusu ederken şöyle buyurmaktadır:
"Biz
ölümüne hükmedince asasını yiyen ağaç kurdundan başkası onlara ölümünü
göstermedi. Nihayet yıkılıp yere düşünce açıkça ortaya çıktı ki, eğer cinler
gaybı bilmiş olsaydılar, bu horlayıcı azap içinde devam etmezlerdi." (Sebe’, 34/14)
Kurtubî dedi ki: "Denildiğine göre cinlerin
elebaşıları yedi kişi idi. Bunlar Süleyman Aleyhisselam'ın emrine itaat
ediyorlardı. Davud Aleyhisselam
Beytu'l-Makdis'in temellerini atmıştı. Vefat ettiğinde Süleyman Aleyhisselam'a Beytu'l-Makdis mescidini
tamamlamasını vasiyet etmişti. Süleyman Aleyhisselam
cinlere bu işi emretti. Vefatı yaklaştığında yakınlarına dedi ki: Mescidin inşaatını
tamamlayıncaya kadar ölümümü onlara haber vermeyiniz. Mescidin bitmesine bir yıllık
bir zaman kalmıştı. Haberde belirtildiğine göre ölüm meleği onun arkadaşı idi.
Ölümünün alametinin ne olacağını ona sordu. O da dedi ki:
“Secde ettiğin yerden Harnube (keçi boynuzu) adı
verilen bir ağaç (bitki) çıkacak. Mutlaka her sabah Beytu'l-Makdis'de bir ağaç
biterdi, ona:
“Adın ne” diye sorardı. O ağaç da:
“Adım şu şudur” derdi. Ona:
“Sen ne işe yararsın”, diye sorar, ağaç
“şuna şuna” derdi. Bunun üzerine emir verir, o ağaç
kesilir ve kendisine has bir bahçeye diker ve o ağacın fayda ve zararlarının adının
ve tıpta neye yaradığının yazılmasını emrederdi. Bir gün namaz kılmakta iken
önünde bir ağacın yeşermekte olduğunu gördü. Ona:
“Adın ne” diye sordu, o da:
“Keçiboynuzu” dedi.
“Ne işe yararsın” diye sordu. Ağaç:
“Bu mescidin tahribine”, diye cevap verdi.
Süleyman Aleyhisselam:
“Ben hayatta olduğum sürece Allah onu tahrip
etmeyecektir. Sen, benim ve Beytu'l-Makdis'in helakine sebep olacak ağaçsın.” O
ağacı yerinden kopardı ve bahçesine dikti. Sonra şöyle dedi:
“Allah'ım, ölümümden cinlerin haberdar olmamasını
sağla ki, insanlar da cinlerin gaybı bilmediklerini öğrensinler.
Cinler insanlara gayba dair bazı şeyler
bildiklerini ve yarın neler olacağını bildiklerini haber veriyorlardı. Sonra
kefenini giyindi, hanutlarını süründü, mihrabına girdi. Namaza durdu, tahtı
üzerinde asasına yaslandı. Öldüğü halde, ölümü üzerinden bir sene geçinceye
kadar cinler bunu bilemedi. Bu sırada mescidin inşası da tamamlandı.
Ebu Cafer en-Nehhâs dedi ki: Bu âyet-i kerime
hakkındaki açıklamaların en güzeli budur. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e kadar ulaşan hadis de bu görüşün sıhhatine
delil teşkil eder. İbrahim b. Tahmân, Ata b. es-Sâid'den, o Saib b. Cübeyr'den,
o İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Allah'ın
peygamberi Davud oğlu Süleyman -ikisine de selam olsun- namaz kıldı mı, önünde
yeşeren bir ağaç görürse ona:
“Adın
nedir” diye sorar. Şayet dikilmek için ise, onu diker, bir ilaç için ise bunu
yazardı. Bir gün namaz kılmakta iken yine önünde bir ağaç bitiverdi.
“Adın
nedir diye sordu”, o:
“Keçiboynuzu”
dedi.
“Sen ne işe
yararsın” diye sordu. Ağaç:
“Bu evin
tahribi içinim”, dedi. Süleyman dedi ki:
“Allah'ım,
cinler ölümümü bilemesinler. Böylelikle insanlar cinlerin gaybı bilmediklerini bilmiş
olacaklar.” Süleyman o ağacı bir asa halinde yonttu ve bir sene boyunca ona
yaslandı. Onlar da bunu bilmediler. Derken asa düştü. İnsanlar cinlerin gaybı
bilmediklerini öğrenmiş oldular. Bu halin miktarına baktılar, bir sene olduğunu
tespit ettiler.”
Yine Kurtubî şunları söylemektedir: Sahih
senedlerle tefsir’de belirtildiğine göre İbn Abbas şunları söylemektedir: Davud
oğlu Süleyman -ikisine de salât ve selâm olsun- bir sene boyunca ölümü
bilinmeksizin asası üzerine yaslanmış olarak kaldı. Bu vakitte cinler,
kendilerine vermiş olduğu emirleri yerine getiriyorlardı. Bir sene sonra yere
düştü, yere yıkılınca insanlar, cinler eğer gaybı bilmiş olsalardı, hor ve
hakir kılıcı azapta devam edemeyeceklerini açıkça anlamış oldular.[30]
Hadisi Hakim, Müstedrek'inde rivayet etmiş olup,
bu senedi sahih bir hadis olduğu halde Buhârî ve Muslim tarafından rivayet
edilmemiştir, dedi.
12- Cinlerin görülmeyecek şekilde
olan aslî hilkatlerinden çıkarak şekillenebilmeleri ve görülmeleri mümkündür.
Bu hususta birkaç şekil sözkonusudur:
a. İnsan suretinde
gelmeleri. Buna delil gösterilecek hususlardan birisi de yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Hani
şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve şöyle demişti: 'Bugün insanlardan sizi
yenebilecek yoktur. Ben de muhakkak sizin yardımcınızım.'" (el-Enfâl, 8/48)
Bu Bedir günü şeytan bir adam suretinde
görünerek onlara söylediği sözleri söyleyip, müşrikleri aldattığı zaman
tahakkuk etmişti.
Ebu Hureyre Radıyallahu
anh'ın bir adam suretinde gelen şeytan ile başından geçen olayları anlatan
rivayet te buna delildir. Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem Ebu Hureyre'yi ramazan zekatını korumakla görevlendirmesi
bilinen bir olaydır. Bu Buhârî'nin Sahih'inde Vekâlet bahsinde ve başka
yerlerde sabittir.
b. Siyah köpek suretinde
gelmeleri. Buna da Muslim'in Sahih'inde namaz bahsinde Abdullah b.
es-Sâmit'ten, onun Ebu Zerr Radıyallahu
anh'dan şöyle dediğine dair rivayet delil teşkil etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Sizden
herhangi birisi kalkıp namaz kılacak olursa, eğer önünde deve eğerinin arka
tarafındaki tahta gibi bir şey bulunursa onun için sütre olur. Şayet önünde
deve eğerinin arkasındaki tahta gibi bir şey bulunmayacak olursa eşek, kadın ve
siyah köpek onun namazını keser." Ben (Abdullah b. es-Samit):
“Ey Ebu Zerr dedim. Siyah köpek ile kırmızı
köpek ve sarı köpek arasında nasıl bir fark vardır?” Ebu Zerr dedi ki:
“Kardeşimin oğlu, senin bana sorduğun şekilde
ben de Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem'e sordum. Şöyle buyurdu:
“Siyah
köpek bir şeytandır.”
Bu hadisi buna yakın bir şekilde Tirmizî de
Sünen'inin Namaz bahsinde, Nesâî Kıble bahsinde, Ebû Dâvûd Namaz bahsinde, İbn
Mâce Namazın kılınması ve Namazda Sünnet bahsinde, Ahmed, Müsned'inde, Darimî
Sünen'inin Namaz bahsinde ve hepsi de Abdullah b. es-Samit'ten o Ebu Zerr'den
diye rivayet etmişlerdir.
Siyahın cinlere mahsus renk olduğunu gösteren
birtakım deliller de vardır. İmam Ahmed Müsned'inde rivayet ettiğine göre Ebu
Zerr Radıyallahu anh dedi ki:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
buyurdu ki:
"Benden
önce hiçbir peygambere verilmemiş beş şey bana verildi. (Düşmanımın kalbine salınan)
korku ile bana yardım olundu. Bu sebeple düşman bir aylık mesafeden benden
korkar. Yeryüzü benim için hem namaz kılacak yer, hem de temizlenme aracı yer kılındı
ve ganimetler bana helâl kılındı. Benden önce hiç kimseye helâl kılınmadı ve
ben hem kırmızıya, hem siyaha gönderildim. Bana: "İste O sana verilecek”
denildi. Ben isteğimi ümmetime yapacağım şefaat olarak sakladım. O inşaallah
sizden yüce Allah'ın huzuruna ona hiçbir şeyi ortak koşmadan çıkan kimselere
erişecektir."
A’meş -ki burada delilimiz de budur- dedi ki:
Mücahid'in görüşüne göre kırmızıdan kasıt insanlar, siyahdan kasıt cinlerdir.
Mucemu Şuyuhi Ebi Bekr el-İsmailî’deki rivayete
göre Ebu Abdi'r-Rahman es-Sülemî şöyle demiştir: Ali b. Ebi Talib Radıyallahu anh dedi ki: "Cinler
muayyen birtakım köpeklerdir." Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur: "Sizler iki noktası bulunan simsiyah
köpeği öldürünüz. Çünkü o şeytandır."
İbn Abdi'l-Berr dedi ki: "İlim adamlarının
dediklerine göre simsiyah (köpek) şeytandır. Yani böyle bir köpek menfaat sağlamaktan
uzak, zararı ve eziyeti bir ihtimali yakın bir yaratıktır. Bunlar düşünme ile
anlaşılacak konular değildir. Kıyas ile bu neticelere ulaşılamaz. Bu hususlarda
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in
dediği kabul edilir.[31]
İbn Abdi'l-Berr -yüce Allah'ın rahmeti üzerine
olsun- kimseye zarar vermedikleri ve kimseye saldırmadıkları takdirde siyah
köpeklerin dahi öldürülmeyeceği kanaatine yatkındır. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem canlı
herhangi bir varlığın hedef edinilmesini yasaklamıştır. Ayrıca köpeklerin
öldürülmesine dair verilen emir Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in Ebû Dâvûd'un Sünen'indeki şu rivayette olduğu gibi
neshedilmiştir: "Beş haşere vardır ki bunlar Harem hududları içerisinde
de, dışında da öldürülürler. Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem bunlar arasında
saldırgan köpeği de saydı."
Bu hadisiyle Nebi Sallallahu aleyhi vesellem
köpekler arasından sadece saldırgan için özel hüküm vermiştir. Çünkü
mü'mine saldıran, eziyet veren ve mü'min tarafından kendisine güç yetirilen
herbir hayvanın öldürülmesi vaciptir.
(İbn Abdi'l-Berr devamla) dedi ki: Yine bu
husustaki delillerden birisi de şudur: İmam Malik -Allah'ın rahmeti üzerine
olsun-'den sonra dönemlerin değişip durmasına rağmen bütün bölgelerde köpekler
öldürülmemiştir. Bütün bu ülkelerde ise İmam Malik'in de, başkalarının da
mezhebinde olan ilim adamları ve fazilet sahipleri bulunagelmiştir. Herhangi
bir münker ve açık masiyette hiçbir şekilde müsamaha göstermeyen, mutlaka o
münkere karşı tepki gösteren ve onu değiştirmeye kalkışan kimseler de bulunmuştur.
Bu hususta rivayet edilen ve şeytan olduğunu
belirten siyah köpeklerin öldürülmesi kanaatini benimseyenlerin ise buna dair
bir delilleri yoktur. Çünkü yüce Allah kötülüğü ağır basan insanlara ve cinlere
mensup olanlara "insan ve cin şeytanlarını"
(el-En'âm, 6/112) buyruğunda "şeytan" adını vermiş bulunmaktadır ve
bu sebep dolayısıyla da öldürülmesi gerekmemiştir.[32]
c. Evlerde barınan yılanlar
şeklinde gelmeleri. Buna Muslim'in Sahih'inde Selâm bölümünde Ebu Said el-Hudri
Radıyallahu anh'dan şöyle dediğine
dair kaydettiği rivayet delildir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Şüphesiz
Medine'de müslüman olmuş cinlerden bir kesim vardır. Her kim evlerde barınan bu
kesimden bir şeyler görecek olursa üç (gün ya da defa) onlara süre tanısın.
Bundan sonra bir daha ona görünecek olursa onu öldürsün. Çünkü o bir şeytandır."
"Evlerde
barınanlar"dan
kasıt ise evlerde barınan yılanlardır, bunlar çoğunlukla cinlerden olurlar.
Nitekim Ahmed'in Müsned'inde İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadiste şöyle
denilmektedir. Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem buyurdu ki: "Yılanlar
cinlerden mesh olmuşlardır. (Hilkatleri değiştirilmiştir.)"
d. Zararlı haşereler
suretinde görünmeleri. Buna da Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Edeb bölümünde Ebu Said
el-Hudrî Radıyallahu anh'dan şöyle
dediğine dair kaydettiği rivayet delil teşkil etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Şüphesiz cinlerden olan haşerelerden
herhangi birisini evinde kim görecek olursa üç defa ona görünsün. Eğer tekrar
gelecek olursa onu öldürsün, çünkü o bir şeytandır."
13- Cinler hızlı hareket
ederler ve zor işlere güç yetirebilirler.
Şüphesiz ki cinler alemi, hayret verici bir
alemdir. Onların en hayret verici özelliklerinden birisi de yüce Allah'ın şu
buyruğunun tanıklık ettiği gibi bir yerden bir başka yere hızlıca intikal
edebilme güçleridir:
"Cinlerden
bir ifrit dedi ki: 'Ben onu sana sen yerinden kalkmazdan önce getirebilirim ve
muhakkak ben buna gücü yeten ve güvenilir bir kimseyim.'" (en-Neml, 27/39)
Görüldüğü gibi burada cinlerden olan bu ifrit
Sebe Melikesi Belkıs'ın tahtını Süleyman Aleyhisselam
meclisinden kalkmadan önce getirmeyi üstlenmiş bulunmaktadır. Bu ise onların hızlı
bir şekilde hareket edebildiklerine delildir.
Aynı şekilde onların hayret verici
özelliklerinden birisi de; yüce Allah'ın haber verdiği şekilde, ağır ve yorucu
işleri yerine getirebilecek güce sahip olmalarıdır. Buna göre cinler Süleyman Aleyhisselam'a pek büyük köşkler, pek
büyük timsaller ve oldukça geniş, büyük kazanlar ve çok büyük su havuzları yapıyorlardı.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Onlar
kendisine köşklerden, heykellerden, büyük havuzları andıran çanaklardan ve
yerlerinde sabit kazanlardan istediğini yaparlardı. 'Ey Dâvûd hanedanı! Siz de şükrederek
çalışın, kullarımdan şükreden ise azdır.'" (Sebe, 34/13)
Özellikle cinlerin şeytanlarının, yüce Allah’ın
dilemesi halinde insanlar üzerinde bir etkileri vardır. Çünkü aralarından
kimileri insana onu öldürmek yahut bunun neticesinde taun hastalığı ortaya çıksın
diye dürtmekle, onu saraya düşürmek yahut ona nazar değmek yahut onu çalmak ya
da uykusunda iken ona eziyet verip onu korkutmak veya namazını kesmek suretiyle
insanlara zarar verenleri vardır.
Kimileri yardımcıları olan kâhinlere ve
yeryüzünde fesad çıkartıp, asla ıslâh etmeyen hokkabazlara faydalı olmak üzere
hırsızlama dinledikleri sözleri çalarlar.
Aşağıdaki satırlarda bu gibi kimselerin kötülük şekillerinin
bazıları sözkonusu edilecektir:
1. Bir insanı öldürmeleri.
Buna Muslim'in Sahih'inde Selâm bahsinde zikrettiği şu rivayet tanıklık
etmektedir: Ebu Saib, Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu
anh'ın yanına evinde bulunduğu bir sırada girdi. Dedi ki: Onun namaz kılmakta
olduğunu gördüm. Namazını bitirsin diye oturup bekledim. Bu sırada evin bir
tarafındaki (çatıda bulunan) kuru hurma dalları arasında bir hareket duydum.
Dönüp baktığımda bir yılan olduğunu gördüm. Onu öldürmek üzere üzerine atıldım.
Bana: “Otur” diye işaret etti, ben de oturdum. Namazı bitirince evdeki bir
odaya işaret etti ve şöyle dedi: “Şu odayı görüyor musun?” Ben: “Evet” dedim. Şöyle
dedi: “Burada bizden yeni evlenmiş bir genç vardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte
Hendek'e çıktık. Günün ortalarında bu genç Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'den izin alır ve hanımının yanına
giderdi. Bir gün ondan izin istedi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ona:
"Üzerine silahını al. Çünkü ben Kureyzalıların
sana zarar vereceğinden korkarım." diye buyurdu. Adam silahını aldı, sonra
(evine) döndü. Hanımının iki kapı arasında ayakta dikilmekte olduğunu gördü.
Hemen hanımına saplamak üzere mızrağı ile üzerine yürüdü. Çünkü bundan dolayı
hanımını kıskanmıştı. Hanımı ona:
“Mızrağını tut ve benim dışarıya çıkmama neyin
sebep olduğunu görmek için evin içerisine gir”, dedi. Genç içeri girdiğinde
yatak üzerinde katlanıp durmuş büyükçe bir yılan ile karşılaştı. Elindeki mızrakla
üzerine atılıp mızrağını ona sapladı, sonra çıktı. Mızrağını evin ortasına
sapladı ve yılan onun üzerinde bir süre hareket etti. Önce yılan mı öldü yoksa
genç delikanlı mı daha çabuk öldü, bilinmiyor.
(Ebu Said) dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in yanına
gelip ona durumu anlattık; dedik ki:
“Onu bize diriltsin diye Allah'a dua et.”
Peygamber şöyle buyurdu:
"Arkadaşınız
için mağfiret dileyiniz." Sonra şöyle buyurdu: "Şüphesiz Medine'de müslüman olmuş cinler vardır. Onlardan
herhangi birilerini görecek olursanız üç gün süreyle ona izin veriniz (uyarınız).
Eğer bundan sonra bir daha size görünürse onu öldürünüz. Şüphesiz ki o, bir şeytandır."
Bu hadis-i şerif bu gencin, cinlerden birisi
olan o yılan sebebiyle öldürüldüğüne delildir. İleride yüce Allah'ın izniyle
cinlerin şerlerini bertaraf etmekte yardımcı yollar sözkonusu edileceği vakit,
yine bu olaydan daha geniş bir şekilde sözedilecektir.
2- Tâûn hastalığı ortaya çıksın
diye insanı dürtmeleri:
Tâûn: Kanın galeyanından ötürü meydana gelen şişkinlik
yahutta kanın belli bir organ üzerinde fazlaca toplanması ve o organı ifsâd
etmesi demektir.[33] Bu hastalığın
cinlerin dürtmeleri sonucu meydana geldiğinin delili, bu hususta bizlere kadar
ulaşmış hadislerde sabit olan ifadelerdir. Meselâ, İmam Ahmed'in rivayet ettiği
Ebu Musa Radıyallahu anh yoluyla
gelen hadis böyledir. Buna göre Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimin
yok oluşu dürtmekle (silahlarla öldürülmekle) ve tâûn ile olacaktır."
“Ey Allah'ın Rasûlü, dürtmenin ne olduğunu
biliyoruz, peki taun nedir?” diye soruldu. Şöyle buyurdu:
"Cinlerden
düşmanlarınızın dürtmeleridir. Hepsi de şehadete sebeptir."
Yine İmam Ahmed'in ve sahih olduğunu belirterek
Hakim'in, Âsım el-Ahvel'den, onun Kureyb b. el-Haris'den, onun Ebu Musa el-Eş'ari'nin
kardeşi Burde b. Kays'dan kaydettiği şöyle bir rivayet vardır: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Allah'ım,
ümmetimin telef olmasını senin yolunda (silahla) dürtülmek ve taun hastalığı
sonucu ölmek suretinde takdir buyur!"
İbn Hacer dedi ki: Tâûnun cinlerin dürtmesi
neticesinde ortaya çıktığını destekleyen hususlardan birisi de çoğunlukla en
mutedil mevsimlerde ve havası itibariyle en sağlıklı, suyu en güzel bölgelerde
ortaya çıkmasıdır. Ayrıca eğer bu hastalık, havanın kötülüğü sebebiyle ortaya çıkmış
olsaydı, yeryüzünde devam ederdi. Çünkü hava kimi zaman sağlığa aykırı, kimi
zaman sağlığa uygun olur. Kimi zaman bu gider, kimi zaman öteki gelir ve bu
herhangi bir kıyas veya deneye göre olmamaktadır. Kimi zaman böylesi üstüste
birkaç sene gelir, kimi zaman bir kaç sene gecikir. Ve eğer yine böyle (yani
kötü hava şartları dolayısıyla) olsaydı insanları ve hayvanları da kapsaması
gerekirdi. Müşahede ile varlığı tespit edilen ise, onun pekçok kimseye isabet
etmekle birlikte, mizaçları itibariyle onlar gibi olup, o kimselerin yanlarında
bulunanlara isabet etmemesidir. Ayrıca böyle olsaydı bedenin tamamını kapsaması
gerekirdi. Oysa bu hastalık bedende belli bir yerde özellikle olur ve orayı aşmaz.
Diğer taraftan havanın bozukluğu, vücuttaki karışımların değişmesini ve hastalıkların
çoğalmasını gerektirir. Bu ise çoğunlukla hastalık olmadan da ölüme sebeptir. İşte
bu durum, tâûnun cinlerin dürtmesi sonucu ortaya çıktığını
göstermektedir."[34]
İbn Mâce'nin Sünen'inde ve Hakim'in Müstedrek'inde
sabit olduğuna göre Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Herhangi
bir toplum arasında fuhuş açıktan işlenecek olursa, mutlaka onlar arasında tâûn
hastalığı ve daha önce geçip gitmiş olan geçmişlerinde bulunmayan ağrılar başgösterir.”
Yine Hakim'in rivayet ettiğine göre:
"Zina
artarsa öldürmeler de çoğalır ve tâûn başgösterir."
Böylelikle bu iki hadis-i şerifte açıklandığına
göre tâûnun sebepleri arasında toplumda fuhşun ve hayasızca davranışların yaygınlık
kazanmasıdır. Bu da açılıp saçılmanın propagandası yapılarak, fıskın ve fuhşiyatın
sebeplerinin yaygınlaşması, çıplak resimlerin ve hayayı ortadan kaldıran ve sağlıklı
tabiatların nefret ettiği açık saçık dizilerin yayınlanarak, insanları burada
anlatılan kişilerin izinden gitmeye çağrılmaları ve hayasızlıklarında ve fuhşiyatlarında
onların taklidlerinin yapılmasına davet edilmesidir. Bundan dolayı bu tür
toplumların cezası, yüce Allah'ın onlara bedenlerini ölünceye kadar perişan
eden tâûn hastalığını musallat kılmasıdır.
Şeyh el-Münavî az önce geçen: "Zina çoğalırsa öldürme de çoğalır ve
taun başgösterir." hadisiyle ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Bunun böyle olmasının sebebi, zinanın cezasının öldürülmek olmasıdır. Eğer
aralarında bu had uygulanmayacak olursa, yüce Allah onlara cinleri musallat
eder, cinler de onları öldürürler."[35]
Onun bu sözü muhsan zinakâr hakkında özel bir
ifadedir. Çünkü muhsan zinakârın cezası recmdir. Böyle bir açıklama da su
götürür. Çünkü şöyle demek yeterlidir: Tâûn yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de
sözünü ettiği sapık ve fesâd ehli kimselere verdiği cezalar türünden fâsık ve
günahkârlara verdiği bir cezadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Derken
biz herbirini günahı ile yakaladık. Kimilerinin üzerine taş yağdıran kasırga
gönderdik. Kimilerini o çığlık yakaladı. Onlardan kimisini yere geçirdik,
kimilerini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu, fakat onlar kendi
nefislerine zulmediyorlardı." (el-Ankebût, 29/40)
Bu buyruk tâûn neticesinde ölümün şehidlik olduğuna
dair vârid olmuş buyruklarla çelişmemektedir. Nitekim Buhârî Sahih'inin Tıp
bölümünde kaydettiği rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem: "Tâûn
her müslüman için bir şehâdettir." diye buyurmuştur. Aynı şekilde
tâûnun yüce Allah'tan bir rahmet olduğunu belirten rivayetlerle de çatışmaz.
Nitekim böyle bir rivayeti İbn Ebi Şeybe Musannef'inde[36],
Abd b. Humeyd Müsned'inde[37],
Taberanî el-Mucemu'l-Kebir adlı eserinde[38]
kaydetmişlerdir. Lafzı da kısaca şöyledir: el-Hâris b. Umeyra ez-Zebidî dedi
ki: Şam'da tâûn hastalığı ortaya çıktı. Muâz kalkıp, Hıms'da onlara bir hutbe
irad ederek dedi ki: “Şüphesiz bu tâûn Rabbimizin rahmeti, Peygamberimizin duası
ve sizden önceki salihlerin (sebebiyle) ölümüdür...”
İbn Hacer tâûnun bazan masiyet sebebi ile bir
ceza olarak görülebileceğini ifade eder. Bazı hadisleri kaydettikten sonra şunları
söylemektedir: "Bu hadislerde ifade edildiğine göre tâûn bazen masiyet
sebebiyle bir ceza olarak verilebilmektedir. Peki, nasıl şehadet olabilir? Şöyle
denilebilir: Bu hususta varid olmuş haberlerin genel ifadesi dolayısıyla, bu
sebeple ölen bir kimse şehidlik mertebesine ulaşır. Günahlar işlemiş bir
kimsenin şehidlik mertebesine ulaşması, kamil bir mü'min ile aynı mevkide eşit
olmasını gerektirmez. Çünkü şehitlerin mertebeleri de yüce Allah'ın adı en
yüksek olsun diye çarpışırken Allah yolunda geri dönmeksizin ileri atılırken
cihad ederek öldürülen ve birtakım günahları bulunan benzeri şehidler gibi de
dereceleri farklı farklıdır. Yüce Allah'ın Muhammed ümmetinin fertlerine dünya
hayatında günahlarının cezasını vermesi, bu ümmete bir rahmetidir. Yine bu
durum da tâûn hastalığı ile ölen bir kimsenin, şehadet mükâfatını almasına aykırı
değildir ve özellikle onların çoğunluğu bu tür hayasızlıkları işliyorsa bile bu
böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır ya, bu hastalığın onların genelini
kapsamasının sebebi onların münkerlere karşı çıkmamaları ve tepki göstermeyişleridir..."[39]
Peki, tâûn hastalığı her ülkede mi görülür? diye
sorulursa şu cevap verilir:
Hayır. Çünkü Mekke ile Medine'nin istisnâ edildiğine
dair delil vârid olmuştur. Nitekim Ömer b. Şebbe'nin Tarihu Mekke adlı eserinde
sahih bir sened ile[40]
kaydettiğine göre, Ebu Hureyre Radıyallahu
anh Peygamber Sallallahu aleyhi
vesellem’den şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Mekke ve Medine'nin herbir deliği meleklerle doldurulmuştur. O
bakımdan onlara Deccal de, Tâûn da inemez."
Buhârî'de Fiten bahsinde Enes'den gelen
rivayette de şunlar yer almaktadır:
"Böylelikle
meleklerin orayı -yani Medine'yi- koruduğunu görürler. O bakımdan inşaallah
Deccal de, tâûn da ona yaklaşmayacaktır."
Buradaki "inşaallah" ifadesinin
mahiyeti hakkında farklı görüşler vardır. Bunun teberrüken söylendiği
belirtilmiştir. Bu durumda girmeyiş Medine'yi (her zaman ve her durumda)
kapsar. Bunun Allah'ın iradesine bağlı olduğu anlamında olduğu da söylenmiştir.
Buna göre tâûnun Medine'ye girmesi mümkün olabilir.[41]
Az önce kaydettiğimiz Ebu Hureyre'nin hadisi dolayısıyla birinci açıklama daha
uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
3- Bazı cinler bir insanı
saraya düşürebilir ve ona tesir edebilir.
Şöyle ki; kâfir cinlerden bazıları insanın aklına
ve bedenine musallat olarak musibetzedenin hareketlerini ve tasarruflarını karıştırır.
Kimi zaman cinni sadece insanın bedenine zarar verir, aklına vermez. Bütün
bunlar yüce Allah'ın kullarını bir sınamasıdır. Nitekim yüce Allah: "O hanginizin daha güzel amelde
bulunacağını denemek üzere..." (el-Mülk, 67/1) diye buyurmaktadır.
Cinlerden olan bir kimse neden bir insanı saraya
düşürür sorusunun cevabına gelince:
Bu ya aşık olmaları, arzulamaları ve şehvetleri
dolayısıyla olabilir yahut kimi insanların onlara eziyet vermesine bir ceza ve
nefret sonucu olabilir yahut onların birilerinin üzerine küçük abdest bozmak, sıcak
su dökmek, birilerini öldürmek gibi, bir insanın kendilerine kasten eziyet
vermek istediğini sanmaları sebebiyle olabilir. İsterse insan bunu bilmesin.
Cinler arasında ise cahillik ve zulüm vardır. Bundan dolayı insana hakettiğinden
daha fazla ceza verebilirler. Bazen bu onların insanların sefihleri türünden
kimselere yaptıkları bir kötülük ve bir abes iş de olabilir. Sözü geçen bu iki
husus ile ilgili olarak, cinlerin yaptıklarının bir dereceye kadar onlara açıklanması
gerekir. Şöyle ki birinci türden olan işler haram olan hayasızlıklar
türündendir. Bu husus cinne bildirilir. Ayrıca onlar hakkında Allah'ın bütün
cinlere ve insanlara peygamber olarak gönderdiği Rasûlünün hükmüyle hüküm
verileceği onlara bildirilir.
İkinci türden olanlara gelince; eğer insan bu
hususu biliyor ise, cine bu işin bilinmeyen bir husus olduğunu söyler. Kasten eziyete
kalkışmayan bir kimsenin ise cezalandırılmayı haketmesi sözkonusu değildir ve eğer
bu işi kendi evinde ve mülkünde yapmış ise, bu evin o insanın mülkü olduğu ve
mülkünde caiz olan şekilde tasarruf hakkına sahip olduğu onlara bildirilir ve
yine onlara izinlerini almaksızın insanların mülkünde kalma haklarının bulunmadığı
söylenir. Bunun yerine onlar, insanların mesken olarak kullanmadıkları harabe
yerleri, boşlukları mesken olarak kullanabilirler. Bundan ötürü cinler çoğunlukla
harabelerde ve boş yerlerde bulunurlar. Aynı şekilde hamam, bostan, çöplük ve
kabristan gibi yerlerde bulunurlar. Şeytanların beraberlerinde bulundukları ve
halleri rahmanî olmaktan çok şeytanî olan sapık tasavvuf şeyhleri de şeytanların
dağıldıkları yerler olan bu gibi mekânlara çokça giderler.[42]
Acaba sara kötü olan ve olmayan ruhların
etkisiyle ortaya çıkar mı, sorusuna şöyle cevap verilmiştir:
İbn Hacer bu hususa şu sözleriyle cevap vermiştir:
"Sara cinnin etkisiyle olabilir. Fakat ancak cinlerin kötü ruhlu olanlarından
meydana gelir..." Daha sonra da az önce geçen ifadelere yakın bir şekilde
saranın sebebini sözkonusu etmektedir.[43]
Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed et-Tayyib b. Ebi'l-Eş'as
(vefatı 360 h.)'ın saraya dair bir kitabı da vardır ki, bunu Keşfu'z-Zunun
sözkonusu etmektedir.[44]
4- Cinlerden kimilerinin
nazarı insanlara değer. Buhârî'nin Tıp bahsinde Um Seleme Radıyallahu anhâ'dan rivayet ettiğine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onun odasında
yüzünde nisbeten değişik renkte bir bölgenin de bulunduğu bir küçük kız görür.
Peygamber efendimiz: "Siz bu kıza
okutunuz. Çünkü buna nazar değmiştir" diye buyurdu. Hadis ile ilgili
olarak İbn Hacer şunları demektedir: "Buradaki "nazar değmiştir"
ifadesi ile kastedilenin ne olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Bunun
cinlerin bakışından bir göz değmesi olduğu söylendiği gibi, insanların bakışından
bir göz değmesi olduğu da söylenmiştir. Fakat kabul edilmeye daha değer olan,
ifadenin bunlardan daha kapsamlı olduğudur."[45]
5- Kimi cinler bir insanı
alıp kaçırabilir. Buna delil Malik'in Muvatta'ında, Şafii, Abdu'r-Rezzak, Ebu
Ubeyd, Beyhaki ve İbn Ebi Şeybe[46]
ile İbn Ebi'd-Dünya'nın rivayet ettiği şu lafızdaki rivayettir: Abdu'r-Rahman
b. Ebi Leyla'dan rivayet edildiğine göre, onun kavminden bir adam yatsı namazını
arkadaşlarıyla birlikte kılmak üzere evinden çıktı, fakat bulunamadı. Hanımı
Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'a
gitti ve ona durumu anlattı. Ömer Radıyallahu
anh bu hususu kadının yakınlarına sordu. Onlar da onun dediklerini doğruladılar.
Ömer Radıyallahu anh ona dört yıl beklemesini
emretti. Dört yıl bekledikten sonra Ömer Radıyallahu
anh'ın yanına geldi ve ona durumu haber verdi. Bu hali yakınlarına sordu,
onlar da onun doğru söylediğini belirttiler. Ömer Radıyallahu anh kadına evlenmesini emretti. Daha sonra onun ilk kocası
geldi. Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'ın
huzurunda davalaştılar. Ömer dedi ki:
“Sizden herhangi bir kimse uzun bir süre
kaybolur da ailesi onun hayatta olup olmadığını bilmezse (ne yapsın)” dedi.
Adam:
“Ama benim mazeretim vardı”, deyince,
“mazeretin nedir” diye sordu. Adam dedi ki:
“Ben kavmimle birlikte yatsı namazını kılmak
üzere çıktım. Cinler beni esir aldı -ya da bana cinler isabet etti, dedi- uzun
bir süre aralarında kaldım. Bunlara mü'min olan cinler gaza etti. Onlarla savaştılar
ve onlara karşı zafer kazandılar. Onlardan esir aldılar. Aldıkları esirler arasında
ben de vardım. Bana:
“Dinin ne” dediler.
“Ben müslümanım”, dedim. Onlar:
“Sen bizim dinimiz üzeresin, seni esir almamız
bize helal olmaz”, dediler. Sonra da beni aralarında kalmak ya da gitmek arasında
serbest bıraktılar. Ben de gitmeyi tercih ettim. Geceleyin beni alıp
götürdüler. Geceleyin benimle yol yürüyorlardı, gündüzün de fırtınalı bir
rüzgarın arkasından gidiyordum. (Ömer):
“Peki ne yiyordun” diye sordu. Adam:
“Bakla ve üzerinde Allah'ın adı anılmadık şeyler”,
dedi.
“Ne içiyordun” diye sorunca,
“üstü örtülmemiş şeyler” diye cevap verdi.
Katade dedi ki: (Buradaki) el-cedef: üstü örtülmemiş içecekler demektir. (İbn
Ebi Leylâ) dedi ki:
“Ömer adamı hanımını almak ile ona verdiği mehri
geri almak arasında muhayyer bıraktı.”
İbn Abdi'l-Berr -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-
et-Temhid lima fi'l-Muvattai mine'l-Meânî ve'l-Esânîd adlı eserinde bu rivayet
ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Bu, Iraklıların rivayeti olarak sahih
bir haberdir. Mekkelilerin de meşhur bir rivayetidir..."[47]
6- Müslümana uykuda iken
eziyet vermeye gayret etmeleri ve onu korkutmaya çalışmaları. İbn Ebi Şeybe
Musannef'inde[48] Kişi
geceleyin kalkacak olursa nasıl dua eder? (bahsinde) şu rivayeti zikretmektedir:
Bize Abdullah b. Numeyr, Zekeriya b. Ebi Zaide'den anlattı. O Mus'ab b. Yahya
b. Ca’de'den dedi ki: Halid b. el-Velid geceleyin korkardı. O kadar ki,
beraberinde kılıcı olmadan dışarı çıkmazdı. Bu sebeple herhangi bir kimseye bir
zarar vereceğinden korktu. Bu husustan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e şikâyetçi olunca şöyle buyurdu:
“Cebrail’in
bana dediğine göre, cinlerden bir ifrit sana kötülük ediyor. Bunun için sen de
de ki:
“İyi bir
kimsenin de günahkârın da aşamadığı Allah'ın eksiksiz kelimeleri ile semadan
inenin ve oraya yükselenin kötülüklerinden, yeryüzünde yayılanların ve oradan çıkanların
kötülüklerinden, gece ve gündüzün fitnelerinden, hayır ile gelen müstesnâ,
geceleyin gelen herbir şeyin şerrinden sana sığınırım ey Rahmân" diye buyurdu. Halid bu
sözleri söyledi ve o korkusu gitti.
7- Müslümanın namazını
kesmek gayretleri: Buhârî'nin Sahih'inde Ehadiysu'l-Enbiyâ bölümünde Ebu
Hureyre Radıyallahu anh'ın rivayetine
göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem
şöyle buyurmuştur:
"Cinlerden
bir ifrit kurtularak benim namazımı kesmek istedi. Allah da ona karşı bana yardımcı
oldu, ben de onu alıp yakaladım. Hepinizin onu görmeniz için mescidin
direklerinden birisine onu bağlamak istedim. Kardeşim Süleyman'ın: "Rabbim, bana mağfiret buyur ve benden sonra hiç kimseye nasip
olmayacak bir mülk ver bana!" (Sâd, 38/35) şeklindeki duasını hatırladım ve onu hor ve hakir olarak geri
çevirdim."
Peygamber efendimizin: "Cinlerden bir ifrit" buyruğundaki ifrit azgın ve kötü
kimse demektir.[49]
8- Kâhinlere ve
madrabazlara faydalı olmak amacı ile söz hırsızlama gayretleri: Bunun delili
daha önce geçmiş bulunmaktadır. İbn Hacer dedi ki: "Hattabî dedi ki: Bu
kâhinler, sınamaların da tanıklık ettiği ve bilindiği üzere zihinleri keskin,
nefisleri şerli, tabiatları ateş tabiatında olan bir topluluktur. Bunlar çeşitli
meselelerini cinlere götürürler ve çeşitli olaylar hakkında onların görüşlerini
sorarlar. Cinler de onlara birtakım kelimeleri telkin ederler."[50]
Yine İbn Hacer diyor ki: "Hattabî dedi ki:
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in
açıkladığına göre kâhinin bazan isabet etmesi, ancak cinninin ona meleklerden hırsızlama
yoluyla dinlediği kelimeyi ona bırakmasının bir sonucudur. O da bu doğru
kelimeye duyduklarına kıyas ederek birtakım yalanlar ilave eder. Nadir olarak
bazan isabet edebilir, hatalı olduğu ise daha çok görülen bir husustur.[51]
9- Kafir cinnin herbir
insan ile birlikte bulunması ondan ayrılmayarak, ona her türlü kötülüğü
emretmesi: Bunun delili Muslim'in Kıyamet Gününün Nitelikleri bahsinde kaydettiği
Abdullah b. Mesud Radıyallahu anh'ın şöyle
dediğine dair rivayettir: Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Aranızdan
cinlerden onunla birlikte bulunanın kendisi için görevli kılınmadığı hiçbir
kimse yoktur.”
“Sen de mi ey Allah'ın Rasûlü?” diye sordular. Şöyle
buyurdu:
“Evet ben
de. Şu kadar var ki, Allah ona karşı bana yardımcı oldu ve bunun üzerine o da İslâma
girdi. O bakımdan bana sadece hayır emreder."
İmam Ahmed'in Müsned'inde yine İbn Mesud'un
rivayetine göre:
"Cinden
onunla birlikte bulunacak olan kimse ile onunla beraber meleklerden olacak
kimsenin görevli kılınmadığı hiçbir kimse yoktur.”
“Sen de mi ey Allah'ın Rasûlü”, dediler.
Peygamber şöyle buyurdu:
"Ben
de. Şu kadar var ki Allah ona karşı bana yardımcı olmuştur. Bu sebeple bana
ancak hakkı emreder."
Darimî'nin Sünen'inde Rikak bahsinde Abdullah b.
Mesud'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Sizden
kendisiyle birlikte bulunan cinlerden ve yine kendisiyle birlikte bulunan
meleklerden birisinin beraberinde bulunmadığı hiçbir kimse yoktur.”
“Sen de mi” dediler, Peygamber:
“Evet ben
de”,
dedi.
“Şu kadar
var ki, Allah ona karşı bana yardım etti, bunun için ben de selâmete eriyorum.
(Onun şerrinden kurtuluyorum.)”
Ebu Muhammed dedi ki: İnsanlardan kimisi burada
"selamete eriyorum" lafzına esenliğe kavuşuyorum, şerrinden
korunuyorum diye anlam vermişlerdir ki, bu da o zelil oldu, demektir.
Hadisi aynı şekilde İbn Huzeyme,[52]
İbn Hibban,[53]
Müsned'inde eş-Şâşî,[54]
es-Sünne adlı eserinde el-Hallal[55]
ve başkaları[56] rivayet
etmişlerdir.
İslâm dinini ayrıcalıklı kılan ve onu güçlü ve
üstün hale getiren özelliklerinden birisi de; yüce Allah'ın izniyle zorluk ve
mihnetlere karşı durabilme gücü, müslümana rahat ve huzur ortamlarında,
huzursuzluk ve tedirginlikten uzak bir şekilde yaşamasına yardımcı olacak
yolları ve yöntemleri vermiş olmasıdır. Bunlar arasında sünnet-i seniye'de açıklanmış
bulunan ve müslümanın yüce Allah'ın izniyle tabi olup bağlandıkları takdirde,
cin şeytanlarının kötülüklerini defedebileceği yolları ve yöntemleri açıklaması
da vardır. Cinlerin şeytanları, hiç şüphesiz ellerindeki bütün imkan ve
yollarla insanlara zarar vermeye çalışırlar. Pak sünnet müslümanın cin şeytanlarının
bütün alanlarda kendisine vereceği zararları önlemekte kendisine yardımcı
olacak bütün yolları açıklamış bulunmaktadır. Aşağıda buna dair etraflı açıklamalar
görülecektir:
1. Kur'an-ı Kerim okumak:
Bunun pekçok delilleri vardır. Bunlardan birisi de İbn Mâce'nin Tıp bahsinde İbn
Ebi Leylâ'dan, onun babası Ebû Leylâ'dan şöyle dediğine dair naklettiği
rivayettir. Ben Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in yanında oturuyorken bedevi bir arap onun yanına geldi
ve:
“Benim, ağrıları bulunan bir kardeşim vardır”
dedi. Peygamber:
“Kardeşinin
ağrıları nedir”,
diye sordu. O,
“onda bir parça delilik vardır” dedi. Peygamber:
“Git onu bana getir”, dedi. (Ebâ Leylâ) dedi ki:
“Bedevi arap gitti, kardeşini getirdi. Peygamber
Sallallahu aleyhi vesellem’in önünde
oturttu. Peygamber Sallallahu aleyhi
vesellem’in ona Fatiha'yı, Bakara suresinden ilk dört âyeti, ortasından "ilâhınız tek bir ilahtır" (el-Bakara,
2/163) ve Ayetü'l-Kürsî ile birlikte iki âyeti, sonundan da üç âyeti okudu.
Al-i İmran suresinden de bir âyet okudu. Zannederim: "Allah kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını... açıkladı."
(Al-i İmran, 3/18) ayetini okudu. el-A’raf suresinden de: "Şüphesiz Rabbiniz o Allah'tır ki... yarattı." (7/54)
âyetini, Mü'minûn suresinden bir âyeti: "Kim
buna dair hiçbir delili bulunmaksızın Allah ile birlikte başka bir ilâha ibadet
ederse..." (el-Mu'minûn, 23/117) âyetini, el-Cin suresinden de bir
âyeti: "Doğrusu Rabbimizin şanı çok
yücedir. O ne bir zevce edinmiştir, ne de bir evlat." (el-Cin, 72/3) âyetini,
Saffat suresinin başından on âyet-i kerime, Haşr suresinden üç ayet-i kerime; "De ki: O Allah'tır, bir ve
tektir" (İhlas, 112/1) suresini ve Muavizeteyn (Felak ve Nas)
surelerini okudu. (Hasta olan) bedevi arap en ufak bir rahatsızlığı olmaksızın
iyileşmiş olarak kalktı.
Darimî'nin, Sünen'inde Fedâilu'l-Kur'ân bahsinde
Abdullah b. Mesud Radıyallahu anh'dan
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in ashabından bir adam, cinlerden bir
adam ile karşılaştı. Onunla güreşti ve insandan olan adam cinni yere yıktı.
Ashabdan olan adam ona: Gördüğüm kadarıyla sen çok zayıfsın, çok cılızsın.
Sanki senin iki kolcağızın köpek kolu gibidir. Siz cinler topluluğu böyle
misiniz, yoksa aralarından sadece sen mi böylesin? Cinlerden olan:
“Hayır, Allah'a yemin ederim ki ben, onlar arasında
iri yapılı birisi sayılırım fakat benimle ikinci defa güreş”, dedi. Eğer beni
yenersen sana faydalı olacak bir şey öğretirim. “Evet” deyip (onunla güreşti ve
onu yenince ona): "Allah odur ki
ondan başka hiçbir ilah yoktur. Diridir, Kayyûmdur..." (el-Bakara,
2/255) âyetini okumasını biliyor
musun? dedi. İnsanlardan olan: “Evet” deyince, cin ona dedi ki: “Sen bu ayeti
bir evde okuduğun takdirde, mutlaka şeytan oradan eşek kokusunu andıran bir
koku çıkartarak çıkar gider. Sonra da sabah oluncaya kadar bir daha oraya
girmez.
2- Kızgınlık anında şeytandan
Allah'a sığınmak ve abdest almaya özen göstermek. Buna delil Muslim'in el-Birr
ve’s-Sıla bölümünde rivayet ettiği Süleyman b. Surad'ın şöyle dediğine dair hadistir:
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in
yanında iki adam birbirlerine ağır sözler söyledi. Birisinin gözleri kızarmaya,
damarları şişmeye başladı. Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Ben
bir söz biliyorum, eğer onu söylese bütün bu hissettikleri ondan gider. (Bu
söz) eûzu billahi mineşşeytanirracim (kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım)
sözüdür."
Bu sefer adam:
“Sen bende bir delilik mi görüyorsun?” dedi.
(Hadisin ravilerinden) Ebu'l-Alâ: "Bende...
görüyor musun" dedi; fakat "adam" lafzını zikretmedi.
İşte bu, kızgınlık halinde şeytandan Allah'a sığınmanın
delilidir. Abdest almanın deliline gelince, Ebû Dâvûd Edeb bahsinde Ebû Vail
el-Kas'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bizler Urve b. Muhammed
es-Sa’dî'nin yanına girdik. Bir adam onunla konuştu ve onu kızdırdı. Kalktı,
abdest aldı. Sonra abdest almış olarak geri döndü ve şöyle dedi: Bana babam,
dedem Atiye'den naklen anlattı, dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Şüphesiz
ki kızgınlık şeytandandır ve şüphesiz şeytan ateşten yaratılmıştır. Ateş ise su
ile söndürülür. Buna göre sizden herhangi bir kimse öfkelenecek olursa abdest
alsın."
3- Deve almak sırasında da
aynı şekilde şeytandan Allah'a sığınmak: Buna delil Malik'in Muvatta adlı
eserinde Nikâh bahsinde zikrettiği Zeyd b. Eslem'den rivâyet edilen Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle
buyurduğuna dair hadis-i şeriftir:
"Sizden
herhangi bir kimse bir kadın ile evlenir yahut bir cariye satın alırsa, alnından
yakalasın ve bereketli olması için dua etsin ve sizden herhangi bir kimse bir
deve satın aldığı vakit onun omuzu üzerine elini koysun ve şeytandan Allah'a sığınsın."
Feyzu'l-Kadîr bu hadis-i şerifte deve satın alındığı
vakit şeytandan Allah'a sığınmanın teşvik edildiğini sözkonusu ettikten sonra şunları
söylemektedir: "Çünkü develer şeytanın bineklerindendir. O istiâzede
bulunulduğunu duydu mu hemen kaçar... İstiâze (Allah'a sığınma) emrinin
develerdeki güç, övünme ve büyüklenmeden ötürü verilmiş olma ihtimali de vardır.
İleride yüce Allah'ın izniyle geleceği gibi. O takdirde böyle bir istiâze şeytanın
sevdiği, emrettiği ve teşvik ettiği böyle bir şerden, Allah'a sığınmak demek
olur."[57]
4- Şeytanın namazda
vesvese vermesi halinde Allah'a sığınmak ve sol tarafa tükürür gibi yapmak.
Buna delil Muslim'in Sahih'inde Selâm bahsinde Ebu'l-Ala'dan kaydettiği şu
rivayettir: Osman b. Ebi'l-Âs, Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'e gelerek dedi ki:
“Ey Allah'ın Rasûlü, şeytan benimle namazım ve
Kur'ân okumam arasına giriyor ve benim namazımı karıştırıyor.” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu:
"O,
Hanzeb adı verilen bir şeytandır. Onu hissettiğin vakit ondan Allah'a sığın ve
sol tarafına üç defa tükürür gibi yap." (Osman b. Ebi'l-Âs) dedi ki: “Ben onu
yaptım ve Allah onu benden giderdi.”
5- Mescide girildiği vakit
şeytandan Allah'a sığınmak. Buna delil Ebû Dâvûd'un, Sünen'inin Namaz bahsinde
kaydettiği Hayve b. Şureyh'in şöyle dediğine dair rivayettir. Ukbe b. Muslim
ile karşılaştım. Ona: Bana ulaştığına göre sen Abdullah b. Amr b. el-As'dan, o
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den
mescide girdiği vakit:
“Koğulmuş
olan şeytandan pek büyük Allah'a, onun kerim zatına ve kadim sultanına sığınırım." dediğini rivayet etmişsin.
(Abdullah b. Amr b. el-Âs) dedi ki:
“Bu kadar mı” diye sordu. Ben:
“Evet” dedim. O dedi ki:
“Kişi bunu söyledi mi şeytan: Bu günün diğer
bölümlerinde de benim şerrimden korunmuş oldu, der.”
6- Helâya girildiği vakit
erkek ve dişi şeytanlardan Allah'a sığınmak: Buna delil Ebû Dâvûd'un Taharet
bahsinde sahih bir senedle kaydettiği hadisi şeriftir. Buna göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem helaya girdiği
vakit:
“Allah'ım,
ben sana erkek ve dişi şeytanlardan sığınırım." derdi. Burada sözü
geçen hubs ve habâis, Avnu'l-Ma’bud müellifinin belirttiği gibi şeytanların
erkekleri ve dişileridir.
7- Yemek esnasında besmele
çekmek: Buna delil Muslim'in Sahih'inin eşribe (içecekler) bahsinde naklettiği
Huzeyfe Radıyallahu anh'ın şöyle dediğine
dair rivayetidir: Bizler Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem ile birlikte bir yemekte bulunduğumuz takdirde, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem başlayıp da
elini yemeğe uzatmadıkça, biz ellerimizi uzatmazdık. Bir seferinde onunla
birlikte bir yemekte bulunduk. Adeta itilircesine küçük bir kız geldi. Elini
yemeğe uzatmak istedi. Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem onun elini tuttu. Daha sonra yine itilircesine bedevi bir
arap geldi, onun da elini tuttu. Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Şüphesiz
şeytan üzerinde Allah'ın adı anılmayan yemeği kendisi için helâl beller. Bu
cariyeyi onun vasıtasıyla yemek kendisine helal olsun diye getirdi. Ben onun
elini tuttum. Daha sonra bu vasıta ile yemek kendisine helâl olsun diye bu
bedevî arabı getirdi, onun da elini yakaladım. Nefsim elinde olana yemin ederim
ki, onun eli bu cariyenin eliyle birlikte benim elimin içindedir."
8- Cima halinde besmele
çekmek ve Allah'ı zikretmek. Buna Muslim'in Nikâh bahsinde rivayet ettiği İbn
Abbas Radıyallahu anh'ın şöyle dediğine
dair kaydettiği hadis, delil teşkil etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Onlardan
herhangi bir kimse hanımına yaklaşmak istediği vakit:
“Allah'ın
adıyla, Allah'ım şeytanı bizden uzaklaştır ve şeytanı bize ihsan ettiğin rızıktan
uzaklaştır" diyecek olur da bu (yaklaşma) sebeb(iy)le onlardan bir çocuk
takdir edilir ise, şeytan ebediyyen ona zarar vermez."
9- Eve girildiği vakit
yüce Allah'ı anmak: Buna delil Muslim'in Sahih'inde Eşribe (içecekler) bahsinde
zikrettiği Câbir b. Abdullah yoluyla gelen hadistir. O Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle
buyururken dinlemiştir:
"Adam
evine girip te evine girdiğinde ve yemek yediğinde Allah'ın adını anacak olursa
şeytan: Sizin ne geceleyecek yeriniz vardır, ne de yiyecek yemeğiniz, der. Ve eğer
adam eve girerken Allah'ın adını anmazsa şeytan: Gece kalacağınız yeri
buldunuz, der. Eğer yemek yediği vakit Allah'ın adını anmazsa: Hem gece kalacağınız
yeri hem akşam yemeğini sağladınız, der."
Ebû Dâvûd'un Sünen'inde eve girildiği vakit
okunacak dua kaydedilmiştir. O bu duayı Edeb bahsinde Ebu Malik el-Eş’arî'nin
rivayet ettiği bir hadis olarak kaydetmektedir. Ebu Malik dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
“Adam
evine girdiği vakit şöyle desin:
“Allah'ım,
ben senden hayırlı girişi ve hayırlı çıkışı dilerim. Allah'ın adıyla içeri
girdik, Allah'ın adıyla dışarı çıktık ve Rabbimize tevekkül ettik." Sonra
da aile halkına selâm versin.”
10- Binek ve başkalarının
tökezlemesi sırasında besmele çekmek: Nitekim Ebû Dâvûd'un Sünen'inin Edeb
bahsinde rivayet ettiğine göre Ebu'l-Melih bir adamdan şöyle dediğini
nakletmektedir: Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in terkisinde binek üzerindeydim. Bir binek tökezledi. Ben:
“Körolasıca şeytan”, dedim. Peygamber şöyle
buyurdu:
"Körolasıca
şeytan deme! Çünkü böyle bir şey söylediğin vakit o bir ev kadar olana kadar
kendisini büyük görür ve benim gücümle oldu, der. Fakat bunun yerine bismillah
de. Bu şekilde söylediğin takdirde ise şeytan sinek gibi oluncaya kadar
küçülür.”
11- Evden çıkınca Allah'ı
zikretmek. Buna delil Tirmizî'nin Deavât bahsinde rivayet ettiği Enes b.
Malik'in şu sözleridir: Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Her
kim evinden çıktığı vakit: “Bismillah tevekkeltu alallah la havle ve lâ kuvvete
illâ billah: Allah'ın adı ile Allah'a güvenip dayandım. Allah ile olmadıkça
hiçbir şeye takat getirilemez, güç getirilemez” derse ona: Bu sana yeter ve sen
korundun denilir ve şeytan ondan uzaklaşır, gider."
Ebu İsa (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, sahih,
garîb bir hadistir. Onu ancak bu yolla biliyoruz.
12- Uyku sırasında Allah'ı
zikretmeye gayret göstermek ve aksinden sakınmak. Buna delil Tirmizî'nin Deavât
bahsinde kaydettiği Abdullah b. Amr Radıyallahu
anh'ın şöyle dediğine dair hadistir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"İki
haslet vardır ki; müslüman bir kimse bunları yerine getirecek olursa mutlaka
cennete girer. Haberiniz olsun, bu ikisi de kolay şeylerdir. Ama bunlarla amel
edenler azdır: Her namazın sonunda on defa subhanallah der, on defa Allah'a
hamdeder, on defa da Allah'ı tekbir eder.”
(Abdullah b. Amr) dedi ki: Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i bunları
eliyle sayarken gördüm. (Peygamber) buyurdu ki:
“İşte
bunlar dil ile söylenecek yüzelli sözdür. (Beş vakit namazın toplamında)
Mizanda ise bunlar binbeşyüzdür ve eğer sen yatağına çekilecek olursan yüz defa
Allah'ı tesbih, tekbir eder ve ona hamdedersin. İşte bunlar dil ile yüz defa
söylenen sözlerdir. Mizanda ise bunlar bin değerindedir. Sizden kim bir gün ve bir gecede ikibinbeşyüz günah
işler?”
Ashab:
“Nasıl olabilir? Bu kadar yapamayız ki.”
Peygamber şöyle buyurdu:
"Şeytan
birinize namazda iken gelir, ona şunları şunları hatırla der ki, başka bir yere
yönelmesini sağlamak ister. Belki onun bu isteğini yapmaz. Bu sefer o yatağında
iken ona gelir ve o uykusunda dalıp gidinceye kadar onu uyutmaya devam
eder."
Ebu İsa (Tirmizî): Bu hasen, sahih bir hadistir,
demiştir.
Hadisi aynı şekilde Taberî, el-Müzzemmil
suresinin tefsirinde, İbn Hibban Sahih'inde[58],
İbn Mâce Sünen'inde[59]
hepsi de Abdullah b. Amr Radıyallahu
anh'dan diye rivâyet etmişlerdir.
1- Ezana özen göstermek:
Buna Muslim'in namaz bahsinde kaydettiği Cabir Radıyallahu anh'ın şöyle dediğine dair hadis tanıklık etmektedir:
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i
şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz
şeytan namaza çağırmak için okunan ezanı işitecek olursa, er-Ravhâ denilen yere
kadar kaçar." Süleyman (el-A’meş) dedi ki: Ben ona (hadisi Cabir'den
rivayet eden Ebu Süfyan'a) er-Ravhâ'yı sordum da şöyle dedi: Orası Medine'den
otuzaltı mil uzaklıktadır.
Yine Muslim aynı bahiste Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem buyurdu ki: “Şeytan
namaz için okunan ezanı işitti mi ezan sesini duymasın diye yüksek sesle
yellenir. Ezan kesildi mi geri döner ve vesvese vermeye başlar. Kameti işitti
mi yine sesini duymayacağı yere kadar gider. Kamet sustu mu geri döner, vesvese
verir.”
Zerkanî şerhinde[60]
şöyle demektedir: "Şeytandan kasıt zahirinden anlaşıldığı üzere İblistir...
Cins olarak şeytanın kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Bu da cinlerden yahut
insanlardan haddi aşan herbir azgın hakkında kullanılan bir isimdir. Fakat
burada özel olarak cin şeytanı kastedilmektedir. "Yüksek sesle
yellenerek" buyruğu zamir ile irtibat bulunduğundan dolayı vav’sız olarak
hal konumunda bir isim cümlesidir. Buhârî'nin kaydettiği rivayet te vav’lıdır.
Iyad dedi ki: İfadenin zahirine hamledilmesi mümkündür. Çünkü şeytan gıdalanan
bir cisimdir. Ondan yelin çıkması mümkündür. Ayrıca bunun onun aşırı derecedeki
nefret ve kaçışından sözeden bir tabir olma ihtimali de vardır. Muslim'deki şu
rivayet te buna yakındır: "Onun husası olduğu halde... " Esmai ve başkaları
bunu aşırı derecede koşmak diye açıklamışlardır. et-Tîbî der ki: Şeytanın ezanı
duymamak için kendisini meşgul etmesi kulakları dolduran ve kişiyi başka bir şey
duymaktan engelleyen sese benzetmiştir. Daha sonra buna "yüksek sesle
yellenmek" adını vermiştir. Bunu da ezanı duymasın diye yapar... Şöyle de
açıklanmıştır: İfadenin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla o bu işi kasti olarak
yapmaya çalışır. Bunu da ya çıkaracağı bu ses, kendisini müezzini dinlemekten
meşgul etsin diye yapar, yahutta bunu beyinsizlerin yaptıkları gibi, hafife
almak için yapar ya da namaza uygun düşen hadesten taheretin zıttı abdestsizlik
ile karşılık vermek için yapar. Bunu kasten yapmama ihtimali de vardır. Aksine
o ezanı duyunca o kadar şiddetli derecede korkar ki, bu korkusu sebebiyle bu
sesi çıkartır. Hadiste yüksek sesle ezan okumanın müstehab olduğuna delil vardır.
Çünkü ezan sebebiyle şeytanın sesi duymayacağı bir yere kadar uzaklaşacağı açıkça
ifade edilmektedir. Az önce kaydedilen diğer hadiste Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in kullandığı:
"Taki er-Ravhâ denilen yere varıncaya kadar..." sözü nereye kadar
gideceğini açıklamaktadır.”
2- Uykudan uyandığı vakit
üç defa burnunu temizlemek: Buna Muslim'in Sahih'inde Taharet bahsinde kaydettiği
rivayet delil teşkil etmektedir. Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivayet edildiğine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Sizden herhangi bir kimse uykudan
uyandığı vakit üç defa burnunu temizlesin. Çünkü şeytan onun burun delikleri
üzerinde geceler."
3- Cemaat ile birlikte
namaz kılmaya özen göstermek: Buna Nesâî'nin Sünen'inin İmamet bahsinde
kaydettiği Ma’dân b. Ebi Talha el-Ya'murî'nin şöyle dediğine dair rivayeti tanıklık
etmektedir: Ebu'd-Derdâ bana:
“Nerede kalıyorsun” diye sordu. Ben
“Hımsa yakın bir kasabada” dedim. Ebu'd-Derda Radıyallahu anh dedi ki:
Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim:
"Bir
kasabada ya da bir göçebe yerinde üç kişi bulunur da aralarında namaz için
(cemaatle kılmak üzere) kamet getirilmeyecek olursa, mutlaka şeytan onlara
musallat olur. Onun için cemaatle birlikte olmaya bakınız. Çünkü kurt sürüden
uzak kalanı yer."
es-Sâib dedi ki: Cemaatten kastı namazın
cemaatle kılınmasıdır.
İmam Ahmed'in Müsned'in Ubade b. Nisiy'den şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Şam'da Madan[61]
diye bilinen ve Ebu'd-Derdâ'nın kendisine Kur'ân okuttuğu birisi vardı.
Ebu'd-Derdâ bir gün onu göremedi. Bir gün o Dabık'da[62]
iken onunla karşılaştı. Ebu'd-Derdâ:
“Ey Madan öğrendiğin Kur'ân ne alemde? Bugün
senin Kur'ânla aran nasıl”, diye sordu. (Madan):
“Allah da bilir ki daha iyi”, dedi.
(Ebu'd-Derdâ) ona:
“Ey Madan, sen bugün bir şehirde mi yaşıyorsun,
yoksa bir köyde mi?” Madan:
“Hayır şehre yakın bir köyde”, dedi.
Ebu'd-Derda:
“Yavaş ol, yazık sana ey Madan, dedi. Çünkü ben
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
şöyle buyururken dinledim:
"Beş
aile halkı bulunup da namaz için aralarında ezan okunup, namazlar için kamet
getirilmeyecek olursa mutlaka şeytan onlara musallat olur ve şüphesiz kurt ayrılanı
yakalar. Onun için yazık sana ey Madan: Sen şehirlerde kalmaya bak!"
Suyutî dedi ki: "Şeytan onlara musallat
olur; şeytan onları kuşatır ve kendisine doğru onları yönlendirir, demektir. Bu
sebeple siz cemaate sıkı sıkıya bağlanınız. Şüphesiz kurt (sürüden) uzak olanı
yer. en-Nihâye adlı eserde şöyle denilmektedir: Burada (uzak anlamı verilen
el-Kasiye) kelimesi ile sürüden ayrı, sürüden uzakta duran, tek başına kalan
kastedilmektedir. Demek istiyor ki, şeytan ehl-i sünnet ve'l-cemaatin dışına çıkan
kimselere musallat olur."[63]
4- Namazda safları düzgün
tutmaya dikkat etmek: Buna Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Namaz bahsinde zikrettiği
Enes b. Malik'ten, Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğuna dair rivayeti delil teşkil etmektedir:
"Saflarınızı
sıkı tutunuz ve safları birbirine yakın yapınız. Boyunları aynı hizaya
getiriniz. Nefsim elinde olana yemin ederim ki, ben şeytanı safın arasındaki boşluklardan
sanki kuzu imiş gibi girdiğini görüyorum."
Ebu Abdullah Muhammed b. Abdu'l-Vâhid
el-Makdisî: "Bu hadisin isnadı sahihtir" demiştir.[64]
Hadisin manası şudur: "Omuzlarınızı
birbirine kavuşturmak suretiyle, saflarınızı da bitişik tutunuz. Safları da
birbirine yakın yapınız. Öyle ki her iki saf arasında bir başka saf sığmasın ve
şeytan da önünüzden geçemesin. Sizin bedenlerinizin birbirine yakınlığı, ruhlarınızın
da birbirleriyle dayanışmasına sebep olsun. Herbirinizin boynu diğerinin boynu
hizasında olacak şekilde boyunlar da aynı hizada olsun. Bu da biriniz diğerinizden
yüksekte olmasın, demektir. Yoksa bizzat boyunların kendisine itibar edilsin,
demek değildir. Çünkü uzun boylu olan bir kimsenin boynunu yanındaki kısa
birisinin boynu ile aynı hizada olsun diye eğilmek gibi bir yükümlülüğü de, bir
hakkı da yoktur."[65]
5- Namaz kılarken sütre
edinmek ve sütreye yakın durmak: Buna da Nesâî'nin Kıble bahsinde zikrettiği
Sehl b. Ebi Hasme'nin rivayet ettiği Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in şu buyruğu delildir: "Sizden herhangi bir kimse sütreye karşı
namaz kıldığı takdirde ona yaklaşsın ki, şeytan onun aleyhine namazını
kesmesin." Nesâî'nin lafzı bu şekildedir.
İbn Abdi'l-Berr dedi ki: "Bu senedinde
ihtilaf bulunan bir hadis olmakla birlikte, hasen bir hadistir."[66]
Bu hadisi aynı şekilde Şafii de
es-Sünenu'l-Me'sûre'de[67];
İbn Ebi Şeybe Musannef'inde[68],
Tahavi Şerhu Meani’l-Âsâr'da[69],
Taberânî el-Mu’cemu'l-Kebir'de[70],
Ebu'l-Hüseyn Abdu'l-Baki b. Kaani de Mucemu's-Sahabe[71]
adlı eserlerinde zikretmiş bulunmaktadırlar.
6- Namaza yönelmek ve güç
yettiği kadarıyla namazın dışındaki hususları düşünmekten sakınmak: Nesâî'nin
Sünen'inde Sehv bahsinde, şeytanın müslümanın ecrini azaltmak için namazın dışındaki
hususlar üzerinde düşündürmek amacıyla bütün çabasını ortaya koyduğunu ifade
eden bir hadis zikretmektedir. Buna göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Şeytan
sizden herhangi birinize -o namazda iken- gelir ve ona: "Şunu hatırla,
bunu hatırla... der, durur."
Tirmizî'nin Sünen'inde Deavât bahsinde de şöyle
buyurulmaktadır: "Şeytan herhangi
birinize o namaz kılmakta iken gelir ve ona namazını bitirinceye kadar şunu hatırla,
bunu hatırla der, durur..." Ebu İsa (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, sahih
bir hadistir.
7- Namazda başka yere
yönelmekten sakınmak: Tirmizî'nin Sünen'inde cuma bahsinde kaydettiği rivayete
göre Aişe Radıyallahu anhâ şöyle demiştir:
Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e
namazda bakınmaya dair soru sordum, şöyle buyurdu: "O şeytanın kişinin namazından çaldığı bir haldir.” Ebu İsa (Tirmizî)
dedi ki: "Bu hasen, garîb bir hadistir."
Hadisi aynı şekilde Buhârî Ezan bahsinde, Ebû
Dâvûd Namaz, Nesâî Sehv bahsinde rivayet etmiştir. Şevkânî hadis hakkında şunları
söylemektedir: "(Hadisteki) ihtilâs (çalmak) bir şeyi hızlıca almak
demektir. Bir şeyi aldığı vakit, o şeyi ihtilâs etti denilir. en-Nihaye adlı
eserde şöyle denilmektedir: İhtilâs selb yoluyla alınan şeydir. Bir açıklamaya
göre ihtilâs yapan kişi herhangi bir şeyi zor ve güç kullanmaksızın hızlıca alıp
kaçan kimsenin yaptığıdır. Bu fiilin şeytana nisbet edilmesi, vesvesesi ile
buna sebep teşkil ettiğinden dolayıdır. İhtilâs adının bu şekilde başka bir
tarafa iltifat etmeye, dönmeye isim olarak verilmesi ise, bir mübalağalı anlatımdır.
Bundan nefret ettirip, uzaklaştırmaktaki hikmet ise
namazdaki huşû’u azaltması, yüce Allah'tan yüz çevirmeye sebep teşkil etmesi ve
şeytanın verdiği vesveseye muhalefette kararlılık bulunmamasından dolayıdır.[72]
8- Namazda şüphe halinde
sehv secdesi yapmaya dikkat etmek: Buna delil Muslim'in Sahih'inde Mesâcid
bahsinde, Nesâî'nin Sehv bahsinde, Ahmed'in Müsned'inde, Darimî'nin Sünen'inin
Namaz bahsinde kaydettikleri, Ebu Said el-Hudri Radıyallahu anh'ın rivayet ettiği şu hadistir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse namazında üç
mü, dört mü kaç rekât kıldığını bilmeyecek kadar şüphe ederse, şüpheli kısmı
bir kenara atsın ve kesin olarak kıldığından emin olduğu rekatleri esas alsın.
Sonra da selam vermeden önce iki secde yapsın. Eğer beş rekat kılmış ise bu iki
rekat onun namazını çifte çıkarmış olur ve eğer dörde tamamlamak için kılmış
ise kıldığı bu iki rekatte şeytana rağmen olur." Muslim'in lafzı ile
hadis böyledir.
9- Namaz kılan bir ses
duymadıkça yahut bir koku almadıkça şeytanın vesvesesi halinde namazdan çıkmamak:
Buna delil İmam Ahmed'in Müsned'inde kaydettiği Ebu Hureyre yoluyla gelen şu
hadisi şeriftir: Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Sizden
herhangi bir kimse namazda iken ona şeytan gelir de bir kimsenin bineğini
dürtüklemesi gibi kendisini dürtükleyecek olur da bu sebeple teskin olur
(dikkat kesilir) ise, onu namazında uzaklaştırmak maksadıyla kaba etleri arasında
yellenir. Bu sebeple sizden herhangi bir kimse bu kabilden bir şey hissedecek
olursa, şüphe etmeyeceği şekilde bir ses duymadıkça yahut bir koku almadıkça
namazını bırakmasın."
Bu hadisi buna yakın ifadelerle Muslim, Hayz
bahsinde, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce -hepsi de- Sünenlerinin Taharet
bahislerinde rivayet ettikleri gibi aynı şekilde Darimî de Taharet bahsinde
rivayet etmiştir.
Yine İmam Ahmed, Ebu Hureyre'den şöyle bir hadis
rivayet etmektedir: Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Sizden
herhangi bir kimse mescidde bulunur da şeytan ona gelir, bir adamın bineğini
dürtüklemesi gibi onu dürtüklerse ve bu sebeple de o kişi ona boyun eğerse şeytan
ona gem takar yahut yular takar."
Ebu Hureyre dedi ki: Siz bunu görüyorsunuz.
Kendisine gem takılan kişinin şöylece yan yatmış olduğunu görürsün, Allah'ı pek
anmaz. Yular takılmış kimsenin de ağzını açık tuttuğunu ve Allah'ı
zikretmemekte olduğunu görürsünüz.
Taberânî el-Mu’cemu'l-Kebir'de, el-Bezzar sahih
bir sened ile[73] İbn
Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e namazda iken kendisi abdestini bozacak
bir iş yapmadığı halde, abdesti bozulduğu hissi kendisinde uyanan adam hakkında
soru soruldu da Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Sizden
herhangi bir kimse namazda iken şeytan ona gelip, onun makadını açar, kişi
abdestini bozacak bir iş yapmadığı halde ona abdestini bozduğu intibaını verir.
Sizden herhangi bir kimse böyle bir hal ile karşılaşırsa bunun sesini kulağıyla
duymadıkça yahut burnu ile kokusunu almadıkça namazı bırakmasın."
10- Namaz kılarken çakıl taşlarını
ve benzeri şeyleri hareket ettirmekten sakınmak: Çünkü Nesâî, Sünen'inin Tatbik
bahsinde Abdullah b. Ömer'den şunu rivayet etmektedir: O, namazda iken eliyle
çakıl taşlarını hareket ettiren bir adam gördü. Namazını bitirince Abdullah ona
şöyle dedi:
"Sen namazda iken çakıl taşları ile oynama.
Çünkü bu şeytandandır. Bunun yerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in yaptığı gibi yap!” Adam:
“O nasıl yapardı”, diye sordu. Abdullah b. Ömer şöyle
dedi:
“Sağ elini, sağ uyluğu üzerine koydu ve başparmağa
bitişik olan parmağı (şehadet parmağı) ile kıbleye işaret etti. Gözü ile de ona
yahut onun bulunduğu tarafa baktı. Sonra da: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i böyle yaparken gördüm, dedi."
Hadisi aynı şekilde İmam İbn Hibban Sahih'inde[74],
İbn Ebi Şeybe Musannef'inde[75],
Abdu'r-Rezzak da aynı şekilde Musannef'inde[76]
buna yakın ifadelerle rivayet ettikleri gibi, başkaları da rivayet etmiştir.
11- Deve ağıllarında namaz
kılmaktan sakınmak: Buna İbn Mâce'nin Sünen'inde Mesacid ve cemaatler bahsinde,
İmam Ahmed'in de Müsned'inde rivayet ettiği Abdullah b. Muğaffel el-Müzenî'nin
rivayet ettiği şu hadis delildir: Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Sizler
koyun ağıllarında namaz kılabilirsiniz. Fakat deve ağıllarında namaz kılmayınız.
Çünkü onlar şeytanlardan yaratılmışlardır."
İmam Şafiî Müsned'inde[77]
yine Abdullah b. Muğaffel'den, o Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Sizler
koyun ağıllarında iken namaz vakti girerse orada namaz kılınız. Çünkü onlar
(koyunlar) huzur ve berekettirler. Fakat deve ağıllarında iken namaz vakti
girerse oradan dışarı çıkınız ve (öyle) namaz kılınız. Çünkü onlar (develer)
cindir, cinlerden yaratılmışlardır. Sizler onların ürküp kaçtıkları vakit nasıl
burunlarını yukarıya doğru kaldırdıklarını görmüyor musunuz?"
Deve ağıllarında namaz kılmanın yasaklanış
illeti (gerekçesi) hususunda görüş ayrılığı vardır. Bu hususta en uygun açıklama
develerin ağıllarında hemen hemen hiç sükûnet bulmamaları ve rahat olmamalarıdır.
Aksine hep galeyan halindedirler. Bu bakımdan kimi hallerde namaz kılanın namazını
keserler.[78] Bu açıklamaya
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye'nin sözünü ettiği şu husus da eklenebilir:
"Sahih olan ise hamamda, deve ağıllarında ve benzeri yerlerde (namazın
yasaklanış) illeti, buraların şeytanların barınakları oluşlarından dolayı olduğudur.”[79]
Bu açıklama her iki hususu da bir arada ifade etmektedir. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır.
12- Gece namaz kılmak:
Muslim'in Salâtu'l-müsafirin bahsinde rivayet ettiği üzere, Ebu Hureyre Radıyallahu anh, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle
buyurduğunu zikretmektedir:
"Şeytan
sizden herhangi bir kimsenin uykuya daldığı vakit kulakları arkasına üç tane düğüm
bağlar. Herbir düğümü vurarak önünde uzun bir gece var, diye vurur. Kişi uyanıp,
Allah'ı anarsa bir düğüm çözülür. Abdest alırsa iki düğüm çözülür. Namaz kılarsa
düğümlerin üçü de çözülür ve böylelikle sabahleyin hoş ve çalışkan uyanır. Aksi
takdirde kötü ve tembel uyanır."
Yine Muslim'in Sahih'inde Salâtu'l-müsafirîn
bahsinde Ebu Vâil'den, o Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini nakletmektedir:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in
huzurunda bir gece sabaha kadar uyuyan bir adamdan sözedildi. Peygamber şöyle
buyurdu:
“Bu şeytanın
iki kulağına -yahut bir kulağına, dedi- işediği bir adamdır.”
İbn Abdi'l-Berr birinci hadisin anlamı ile
ilgili olarak şunları söyler: "Şeytan kişiyi uyutur, çabalarıyla, ona
verilmiş olan vesvese verme gücü ile azdırma ve saptırma kudreti, batılı
süsleme ve batıl üzere yardımcı olma gücü ile tembelliğini ve ağırlığını arttırır.
Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları ise bundan müstesnâdır. Hadis-i şerifte yüce
Allah'ı anmanın şeytanı kovup uzaklaştırdığına delil olduğu gibi, abdest ve
namaz kılmanın da böyle olduğu görülmektedir. Zikr’in abdest ve namaz olma
ihtimali de vardır. Çünkü her ikisinde de Allah'ı zikretmek manası vardır. Bu
fazileti dolayısıyla özellikle şeytanı kovaladığı belirtilmektedir. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır ya, diğer hayırlı amellerin de böyle olma ihtimali vardır.
Buna göre geceleyin kalkıp namaz kılan bir kimsenin üzerinden şeytanın bütün düğümleri
çözülür. Eğer bunu yapmayacak olursa Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in dediği şekilde sabahı eder. Şu kadar
var ki farz için aldığı abdest ve kıldığı farz namazı ile onun da düğümleri
çözülür. -Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- Şeytanın Kur'ân okumak, Allah'ı
anmak ve ezan okumak ile kovulacağı hususu üzerinde ise icma vardır ve bu husus
ilgili rivayetler de meşhurdur...”
İbn Abdi'l-Berr dedi ki: "Bu hadiste gece
namazı kılmak teşvik edilmektedir. Çünkü bu sayede kişi abdest ve namaz ile
zikirden sonra çalışkan ve nefsi hoş bir şekilde sabahı eder."[80]
Nevevî, Sahih-i Muslim Şerhinde şunları
söylemektedir: "Nefsi hoş ve çalışkan olarak sabahı eder" ifadesi şu
demektir: Keremi bol yüce Allah ona bu şekilde itaati ihsan ettiğinden ve buna
karşılık ona vaad ettiği sevaplardan dolayı sevinir. Bununla birlikte yüce
Allah nefsinde herbir işindeki tasarrufunda ona bereket ihsan eder. Ayrıca şeytanın
düğümleri ve onu itaatten uzaklaştırma çabaları da ondan uzaklaşmış olur."[81]
13- Oruç tutmaya dikkat
etmek: İmam Ahmed, Müsned'inde Ebu Zerr Radıyallahu
anh'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim:
"Sabır
ayını (ramazanı) ve her aydan üç günü oruçla geçirmek bütün seneyi oruçla
geçirmek demektir. Ayrıca bu kalbteki aldatmaları da giderir." Ebu Zerr dedi ki:
“Kalbteki aldatmalar ne demek oluyor”, diye
sordum, Peygamber:
"Şeytanın
pislikleri"
diye buyurdu.
Hadisi Tayalisi, Müsned'inde[82],
Beyhaki Şuabu'l-İman'da[83]
her ikisi de Ebu Zerr'den diye rivayet etmişlerdir.
14- Hac etmeye ve Arafe
gününde bulunmaya dikkat etmek: Buna Malik'in Muvatta adlı eserinde hac
bahsinde zikrettiği Talha b. Ubeydullah b. Kerîz'in rivayet ettiği şu hadistir:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
buyurdu ki:
"Şeytan
Arafe gününde görüldüğü kadar küçük, koğulmuş, hakir ve öfkeli hiçbir günde
görülmemiştir. Bunun tek sebebi ise, onun inen rahmeti görmesi ve Allah'ın pek
büyük günahları affettiğini müşahede etmesidir. Bundan tek istisna Bedir günü
gördükleridir."
“Ey Allah'ın Rasûlü peki Bedir gününde ne gördü”
diye sorulunca şöyle buyurdu:
"O
Cebrail'i, melekleri saf düzenine sokarken gördü."
İbn Abdi'l-Berr dedi ki: "Bu, böyle mübarek
bir yerde bulunmanın faziletine dair hasen bir hadistir. Haccın teşvik edildiğine
dair delil de ihtiva etmektedir... Yine bu hadis İblis’in kıskançlığını ve düşmanlık
derecesini de haber vermektedir..."[84]
Derim ki: Bu hadisi aynı şekilde Taberî,
Tefsir’inde, Abdu'r-Rezzak Musannef'inde, Beyhakî, Şuabu'l-İman'da, Deylemî
el-Firdevs'de ve el-Fâkihî Ahbaru Mekke'de rivayet etmiştir.
Müslüman bir kimsenin başkaları ile ilişkilerinde
şeytanın şerlerinden esenliğe kavuşmasını sağlayabilecek yolların bir kısmı da
aşağıda gösterilmiştir:
1- Müslümanlar arasında candan
sevgiye dikkat etmek, karşılıklı nefretten ve uzaklaşmaktan sakınmak: Buna
delil Muslim'in Sahih'inde Kıyametin, cennet ve cehennemin sıfatları bahsinde
rivayet ettiği Câbir Radıyallahu anh'dan
gelen şu hadis-i şeriftir: Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim:
"Şüphesiz
ki şeytan arap yarımadasında namaz kılanların kendisine ibadet edeceklerinden
ümidini kesmiştir. Fakat aralarını bozmakla (da yetinir)."
Hadisi aynı şekilde hadis imamlarından bir
topluluk rivayet etmiştir. Sünen'inde Tirmizî, Bir ve sıla bahsinde, Ahmed,
Müsned'inin değişik yerlerinde Ebu Ya'lâ da Müsned'inde rivayet etmiştir.
Feyzu'l-Kadîr'de şunları söylemektedir:
"Maksat arap yarımadasında mü'minlerden herhangi bir kimsenin puta ibadete
geri döneceğinden, tekrar şirke girip irtidad edeceğinden şeytanın ümidini
kesmiş olduğudur. Bazı arapların irtidad etmesi onun ümit kesmiş olmasına aykırı
değildir ve bu çürütücü bir delil olarak ileri sürülemez. Yahutta onlar puta
ibadet etmedikleri için onların irtidadları bu buyruğa aykırı değildir ya da
namaz kılanlar namaz kılmak ile şeytana ibadeti birarada yapmayacaklardır,
demektir. "Fakat aralarını bozmak (da ona yeterlidir)." Yani kışkırtmak
için çalışır yahutta birbirlerine karşı onları kışkırtır ve onları fitnelere,
savaşlara ve kin duymaya iter. Kadı dedi ki: Tahrîş (kışkırtmak) bir şeye karşı
bir tür aldatmak ile birlikte teşvik etmek demektir. Şeytanın ancak marifet-i
ilâhiye konusunda basiret sahibi kimselerin anlayabilecekleri ince vesveseleri
vardır. İmamlardan birisi şöyle demiştir: Özellikle arap yarımadasını sözkonusu
etmesi oranın vahyin indiği yer oluşundan dolayıdır..."[85]
2- Cemaale birliktelik:
Tirmizî'nin Sünen'inde Fiten bahsinde İbn Ömer'den naklettiği şu rivayet buna
delildir: Ömer bize Câbiye'de bir hutbe irad edip dedi ki: Ey insanlar! Ben
vaktiyle Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem'in önümüzde ayakta durduğu gibi sizin önünüzde duruyorum. O bize şöyle
demişti:
“Sizlere
ashabımı tavsiye ederim, sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra
gelenleri. Daha sonra yalan yayılacak. Öyle ki, kişiden yemin istenmeden o
yemin edecek, şahit şahitlik etmesi istenmeden şehadette bulunacak. Dikkat
edin! Eğer bir erkek, bir kadın ile tenhada başbaşa kalacak olursa mutlaka
onların üçüncüleri şeytan olur. Sizlere cemaate bağlanmanızı tavsiye ederim.
Tefrikadan çok sakının. Şüphesiz şeytan tek kimseyle birliktedir. İki kişiden
ise daha uzaktır. Her kim cennetin geniş yerini arzu ederse, o cemaatten ayrılmasın.
Her kimin işlediği güzel iş onu sevindirir, işlediği kötülük onu rahatsız
ederse işte o kimse, mü'min demektir."
Ebu İsa (Tirmizî) dedi ki: Bu hadis bu cihetiyle
sahih ve garîb bir hadistir.
Bu hadisi buna yakın ifadelerle Beyhâkî,
es-Sünenu'l-Kübrâ'da, İbn Ebi Ebi Asım, es-Sünne'de, Nesâî, Sünen'inin
Tahrimü'd-dem bahsinde Arfece b. Şureyh el-Eşcaî'den diye rivayet etmişlerdir.
Arfece dedi ki: Ben minber üzerinde Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i insanlara hutbe irad ederken gördüm,
dedi ki:
"Benden
sonra şunlar şunlar olacaktır. Her kimin cemaatten ayrıldığını, yahutta
Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem ümmetini bölmek istediğini görürseniz kim
olursa olsun onu öldürünüz. Şüphesiz Allah'ın eli cemaat üzerindedir ve şüphesiz
şeytan cemaatten ayrılan kimse ile birlikte koşar."
3- Gereksiz yere tartışmadan
ve atışmadan çekinmek: Buna Darimî'nin Sünen'inin Mukaddimesinde zikrettiği
Muhammed b. Vasi'in şöyle dediğine dair rivayet tanıklık etmektedir: Muslim b.
Yesâr şöyle derdi:
"Tartışmadan uzak durunuz. Çünkü o alimin
bilgisizlik anıdır ve bu sayede şeytan onun yanılmasını sağlamaya çalışır."
Hadisi bu şekilde Ebu Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ adlı
eserinde[86], İbn Sa’d
da et-Tabakatu'l-Kübrâ'da[87]
rivayet etmişlerdir.
4- Övgüde aşırıya
kaçmamak: Buna Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Edeb bahsinde rivayet ettiği Ebu Nadra'nın
Mutarrif'den şöyle dediğine dair nakli tanıklık etmektedir: Babam dedi ki:
“Ben Âmir oğulları heyeti ile birlikte
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in
yanına gittim.
“Sen bizim seyyidimizsin”, dedik, o:
“Seyyid
yüce ve mübarek olan Allah'tır” dedi. Bu sefer:
“Sen fazilet itibariyle bizim en üstünümüz,
cömertlik itibariyle bizim en büyüğümüzsün”, dediler. Peygamber:
“Kendi
aranızdaki sözler gibisini ya da sözünüzün bir kısmını söyleyin, sakın şeytan
sizleri aşırılığa sürüklemesin." diye buyurdu.
İmam Ahmed, Müsned'inde, Enes Radıyallahu anh'dan rivayet ettiğine
göre bir adam:
“Ey Muhammed, ey bizim en hayırlımız, ey en hayırlımızın
oğlu, ey seyyidimiz (efendimiz) ve ey efendimizin oğlu”, diye hitap etti.
Peygamber şöyle buyurdu:
"Siz
kendi aranızdaki söz gibi söyleyiniz. Şeytan -ya da, şeytanlar- sizleri aşırıya sürüklemesin. -Bu iki ifadeden birisini kullandı.- Ben Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed'im, ben
Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed'im. Yüce Allah'ın beni getirdiği konumun daha
yukarısı bir konuma yükseltmenizi sevmiyorum."
5- Hakim adaletli olmaya
dikkat edecek, zulümden sakınacak. Buna Tirmizî'nin Sünen'inde Ahkâm bahsinde
sabit olan Abdullah b. Ebi Evfa'nın şöyle dediğini belirten rîvâyet tanıklık
etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "Şüphesiz Allah haksızlık yapmadıkça hakim ile
birliktedir. Haksızlık yaptı mı onu kendi haline bırakır ve bu sefer şeytan
ondan ayrılmaz."
Hadisi böylece Beyhâkî de es-Sünenu'l-Kübrâ[88]'sında
şu lafızla rivayet etmiştir:
"Şüphesiz
aziz ve celil olan Allah zalimlik yapmadığı sürece hakim ile birliktedir. Eğer
haksızlık yaparsa Allah ondan uzaklaşır ve şeytan onun yakasını bırakmaz."
Aynı şekilde Deylemî de bu hadisi el-Firdevs bi
Me'suri'l-Hitab adlı eserinde[89]
şu lafızla rivayet etmektedir: “Şüphesiz
aziz ve celil olan Allah, hainlik etmediği sürece hakim ile birliktedir. Şayet
hainlik ederse Allah ondan uzak kalır ve şeytan onun yanından ayrılmaz."
Feyzu'l-Kadîr'de[90]
hadisi açıklarken şunları söylemektedir: "Allah yardımı, irşadı
desteklemesi ile hakim ile birliktedir. Verdiği hükümde haksızlık etmedikçe ona
yardımcı olur. Verdiği hükümde kasten zulme sapmağı sürece böyledir, demektir.
Verdiği hükümde zulme sapacak olursa Allah onu kendi haline bırakır yani onu doğrultmayı,
ona başarı ihsan etmeyi terkeder. Şeytan onun yakasına yapışır, onu aldatır,
saptırır. Yaptığı zulüm, işlediği batıl, bezendiği kötü nitelikler ve çirkin
bayağılıklar sebebiyle yarın onu rezil ve zelil kılmak için çalışırr."
6- Şaka yollu dahi olsa
müslümana silahla işaret etmemek: Nitekim Muslim'in Sahih'inde el-Birr ve's-Sıla
bahsinde ve başkalarının Ebu Hureyre Radıyallahu
anh'dan rivayet ettikleri hadis bunu göstermektedir. Ebu Hureyre birtakım
hadisleri nakledip, aralarında şunu da zikretmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem yine buyurdu
ki:
"Sizden
herhangi bir kimse silahla kardeşine işaret etmesin. Çünkü sizden herhangi bir
kimse farkında olmaksızın belki şeytan onun eliyle atış yaptırır ve böylelikle
o da ateşin bir çukuruna düşer."
Nevevî dedi ki: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in: "Kimse
silâhla kardeşine işaret etmesin. Çünkü belki de o bilmeksizin şeytan herhangi
birinizin elinden atış yaptırır." Hadisi bütün nushalarda bu şekilde şın
harfinden sonra ye harfi ile "lâ yuşîru: işaret etmesin" şeklindedir
ve sahih olan şekil de budur. Çünkü bu yüce Allah'ın: "Hiçbir anneye zarar verilmez." (el-Bakara, 2/233) buyruğunda
olduğu gibi haber lafzında gelmiş bir nehiydir. Daha önce bir kaç defa da işaret
ettiğimiz gibi bu bizzat nehy lafzından daha beliğdir. "Belki şeytan atış yapar." ifadesini biz de noktasız
ayn ile (yenziu şeklinde) yazdık. Kadı da Muslim'in bütün rivayetlerinden
böylece nakletmiştir. Bizim bölgemizin nüshalarında da hep bu şekildedir. Manası
da şudur: Onun elinden atar ve onun atışını gerçekleştirir. Muslim'in dışındaki
rivayetlerde noktalı gayn ile rivayet edilmiştir. Bu da teşvik anlamını verir.
Yani o silahla vurmayı gerçekleştirmeye onu iter ve bu işi ona süslü
gösterir."[91]
1- Uyku vakti kapıları
kilitlemek; su kaplarının ağzını bağlamak, kapları örtmek ve kandilleri
söndürmek. Muslim'in Sahih'inde Eşribe bahsinde Câbir Radıyallahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Kapları
örtünüz. Su kaplarının (kırbaların) ağzını bağlayınız. Kapıyı kilitleyiniz,
kandili söndürünüz. Şüphesiz şeytan bir su kabının ağzını çözmez, kapıyı
açamaz, örtülü bir kabı açamaz. Eğer sizden herhangi bir kimse ancak kabın
üzerine enine bir çubuk yatırıp Allah'ın adını anmaktan başka bir şey yapamazsa
onu dahi yapsın. Çünkü fasıkcık (fare) aile halkının üzerine evlerini ateşe
verebilir."
Hadisi aynı şekilde Ebu Avane, Müsned'inde[92],
Beyhâkî es-Sünenu'l-Kübrâ'da[93],
İbn Mâce Sünen'inde ve başkaları da rivayet etmiştir.
Feyzu'l-Kadîr'de şöyle demektedir: "Kabı
örtünüz" yani üstünü kapatınız. Çünkü örtmek setretmek demektir. Buradaki
emir bilhassa gece için mendubluk ifade eder. Burada bundan önceki halde ve
bundan sonraki diğer hallerde, Allah'ın adının anılması ile birlikte su kabının
ağzının bağlanmasına gelince, yüce Allah'ın adı uzun ve enli bir surdur. Her
türlü kötülükten koruyan kalın perdedir."[94]
İbn Hacer dedi ki: "İbn Dakikı'l-İd dedi
ki: Kapıların kapatılması emrinde dini ve dünyevi maslahatlar arasında canların,
malların boş işlerle uğraşanlardan, fesatçılardan korunması bilhassa şeytanlara
karşı muhafaza edilmesi sözkonusudur. Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'in "şüphesiz ki şeytan kapalı bir kapıyı açamaz"
buyruğu kapıyı kapatma emrinin, şeytanın insan ile karışmaktan uzaklaştırılması
maslahatına işaret edilmektedir. Özellikle şeytanın bu halinin gerekçe olarak
zikredilmesi, ancak Peygamberlik tarafından bilinebilecek gizli bir hususa
dikkat çekmek içindir. "Şeytan" kelimesinin başındaki elif lam cins
içindir. Çünkü muayyen bir fert kastedilmemektedir."[95]
Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in kandilin söndürülmesi emrine gelince; Ebû Dâvûd'un
rivayet ettiğine göre bu hususta Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'den bir haber gelmiş bulunmaktadır. İbn Hibban ve Hakim
sahih olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre İkrime, İbn Abbas Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir: "Bir fare geldi ve yanan fitili çekti, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in önünde
üzerinde oturmakta olduğu seccadenin üzerine bıraktı. Bu seccadenin dirhem kadar
bir yerini yaktı. Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Uyuduğunuz
zaman kandilinizi söndürünüz. Şüphesiz şeytan bunun gibi birisine böyle bir işi
yapmaya yol gösterir ve sonra sizi yakar."
İbn Hacer dedi ki: "Bu hadiste de yine bu
emrin sebebi açıklanmakta ve fasıkcık denilen fareyi bu fitili çekmeye iten
sebep açıklanmaktadır ki; o da şeytandır. İnsanın düşmanı olan şeytan bir başka
düşman ile dayanışmaktadır. Diğer düşman ise ateştir. Yüce Allah, lütf-u
keremiyle düşmanların tuzaklarından bizleri korusun. Şüphesiz ki O, çok şefkatli,
çok merhametlidir."[96]
Kimi ilim ehlinin naklettiklerine göre zararlı
hale gelmeyeceklerinden emin olunan şeyler, bunun kapsamına girmemektedir.[97]
2- Evlerdeki yılanların üç
gün tehdit edilmedikçe öldürülmemeleri: Bundan tehditsiz olarak öldürülebilen
iki tür yılan istisnâ edilir. Çünkü cinler bunların suretlerine girmez. Nitekim
Muslim, Selâm bahsinde Ömer b. Nâfi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Abdullah b. Ömer Radıyallahu anh bir
gün kendisine ait yıkık bir evin yanında bulunuyordu. Bir yılan parıltısını
gördü. Bu yılanı takip edin ve onu öldürün, dedi. Ebu Lübabe el-Ensarî Radıyallahu anh dedi ki: “Ben Rasûlullah
Sallallahu aleyhi vesellem'i
kuyruksuz olan ile sırtında iki beyaz çizgi bulunan dışında, yılanların
öldürülmesini nehyettiğini dinledim. Çünkü bu iki yılan çeşidi gözleri kör eder
ve kadınların karınlarındakini düşürürler."
Böylece Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem evlerde bulunan yılanların bu iki tür dışında
tehdit edilmeden öldürülmesini yasaklamış bulunmaktadır. Bu iki türün biri
kuyruğu kısa olandır. Nadr b. Şumeyl dedi ki: Bu, yılanlardan kuyruğu kesik,
mavimsi bir çeşittir. Hamile bir kadın bu yılana bakacak olursa mutlaka karnındakini
düşürür. İki çizgi ise yılanın sırtında bulunan iki beyaz çizgidir.
Üç gün tehdit edilmedikçe evlerde bulunan yılanların
öldürülmeyeceğinin delili ise, yine Muslim'in Selâm bahsinde kaydettiği Ebu
Said el-Hudri Radıyallahu anh'dan şöyle
dediğine dair rivayet ettiği hadistir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Şüphesiz
Medine'de müslüman olmuş cinlerden bir kesim vardır. Her kim bunlardan evlerde
kalan kimseyi görürse üç gün süreyle onu uyarsın. Eğer bundan sonra yine ona
görünürse onu öldürsün. Çünkü o bir şeytandır."
Yine bu hususa daha önce kaydettiğimiz ensardan
olan genç ile ilgili olay da delil teşkil etmektedir. O evinde gördüğü büyükçe
bir yılanı öldürmüş, daha sonra da kendisi ölmüştü. Bu hususu Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e anlattıklarında
şöyle buyurmuştu:
"Arkadaşınız
için mağfiret dileyiniz." Daha sonra da şunları söylemişti:
"Şüphesiz
Medine'de İslama girmiş cinler vardır. Onlardan herhangi bir şey görecek
olursanız üç gün süreyle onu uyarınız. Eğer bundan sonra bir daha size
görünürse onu öldürünüz. Çünkü o ancak bir şeytandır."
ez-Zerkanî dedi ki: "Bu hadisten gencin
öldürdüğü cinnin müslüman olduğu ve cinlerin onu kısas olmak üzere öldürdükleri
anlaşılmaz. Çünkü kısas her ne kadar insanlarla cinler arasında meşru ise de,
bunun kasten yapılması şartı vardır. Genç ise müslüman bir canı öldürmeyi
kastetmemişti. O türü itibariyle şer'an öldürülmesi caiz olan eziyet verici bir
varlığı katletmişti. O bakımdan bu, hata yoluyla öldürme kabilindendir. Bu
sebeple daha uygun olan şöyle söylemektir: Cinlerin fasıkları haddi aşarak
arkadaşları karşılığında onu öldürdüler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz Medine'de İslama girmiş cinler
vardır. Böylelikle aralarından müslüman olmuş kimseleri öldürmekten sakınılabilecek
ve onlardan kâfir olanların öldürülmesine fırsat tanıyacak bir yol açıklamış
olmaktadır."[98]
Peki, uyarmak nasıl yapılacaktır? sorusuna şu şekilde
cevap verilir:
Buna dair cevap Tirmizî'nin hasen olduğunu
belirterek kaydettiği Ebu Leylâ'nın şöyle dediğine dair rivayettir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Yılan
meskende görünecek olursa ona Nuh'un ahdi, Davud oğlu Süleyman'ın ahdi ile sana
bize eziyet vermemeni söylüyoruz. Eğer tekrar geri gelirse onu öldürünüz."
Malik dedi ki: “Allah için ve size âhiret gününü
hatırlatarak bize görünmeyiniz ve bize eziyet etmeyiniz”, demesi yeterlidir.
Kadı Iyad dedi ki: Zannederim bunu Muslim'in Ebu Said'den naklettiği bir
rivayetten almıştır. Bu rivayette Ebu Said şöyle demektedir:
"Şüphesiz bu evlerde kalanlar vardır. Onlardan
herhangi birisini görecek olursanız üç defa onları uyarınız."[99]
Yılanların öldürülme yasağı Medine'deki evlere
özel midir, yoksa genel midir? Bu hususta ilim adamlarının iki görüşü vardır.
Hadisin zahiri uyarılmadan önce bütün evlerde yılanların öldürülmesinin
nehyedildiğidir. Düzlüklerde, çöllerde ise uyarmadan öldürülürler. İbn
Abdi'l-Berr bunun Medine evlerine has olduğu görüşünü tercih etmiştir.[100]
Ancak doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya, daha güçlü görünen birinci görüştür.[101]
3- Akşam vakti girdiğinde
çocukları dışarıya bırakmamak: Buna delil Muslim'in Sahih'inde Eşribe bahsinde
kaydettiği Câbir b. Abdullah'tan gelen hadistir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Gece
bastırdı mı yahut akşamı ettiniz mi çocuklarınızı (evde) alıkoyunuz. Şüphesiz şeytanlar
o vakit etrafa yayılır. Gecenin bir bölümü geçti mi o takdirde onları bırakabilirsiniz..."
Feyzu'l-Kadîr'de dedi ki: "Gecenin bir
bölümü yani karanlığı bastırdı mı, demektir. et-Tıybî dedi ki: Gecenin bir
bölümünün bastırması onun bir bölümünün girmesi demektir. Burada ise akşam
karanlığının uzamasının gerçekleştiği gecenin ilk saatleridir. Çocuklarınızı alıkoyunuz,
buyruğu, onları yanınızda tutunuz ve dışarıya çıkmalarını engelleyiniz,
demektir. Bu hususta bir teşvik (mendubluk) sözkonusudur... Zahiriler ise bunun
vücub ifade ettiğini kabul ederler.
"Çünkü şeytan" ile kastedilen
cinlerdir. Bir rivayette ise "şeytanın yayılması..." şeklindedir. Başındaki
lam cins ifade etmek içindir. "O vakit yayılırlar" gece karardığı
vakit yayılırlar, demektir. Çünkü onların geceleyin hareket etmeleri gündüze
göre daha rahattır. Zira karanlık, şeytanın gücünü daha bir pekiştirir. Onların
yayılmalarının başladığı vakit ise yapışabilmeleri mümkün olan herbir şeye yapışırlar.
Bu sebeple onların çocuklara eziyet vermesinden korkulmuştur."
"Gecenin bir bölümü geçti mi" Bir başka
rivayette "akşamın bir bölümü geçti mi" onları serbest bırakın, şeklindedir.
"Onları serbest bırakın" ifadesi Buhârî'nin Sahih'inde ha harfi
noktasızdır. (Onları çözün anlamına gelir.) Yine bir başka rivayette ise fethalı
ve noktalı hı iledir. (Onları serbest bırakın, demek olur.) Ötreli de
nakledilmiştir. Yani onları çıkıp girmekten engellemeyiniz, demek olur."[102]
Burada terekleri kesilmiş güvercinler edinmeyi
teşvik etmeye dair uydurulmuş bir rivayete dikkat çekmek güzel olabilir. Buna
göre bu güvercinler cinleri oyalayarak çocuklara zarar vermelerini önler.
Sözkonusu bu rivayet İbn Abbas'tan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e isnad edilerek şöyledir:
"Terekleri kesilmiş güvercinler edininiz. Çünkü onlar cinleri oyalayarak
çocuklarınıza ilişmelerini önlerler."
Bu rivayetin uydurma ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e isnad
edilen bir yalan olma sebebine gelince, Muhammed b. Ziyad el-Yeşkuri el-Meymuni
et-Tahhan’ın rivayeti oluşudur. Bu kişi hakkında Ehl-i hadisin imamı Ahmed b.
Hanbel tek gözü kör bir yalancıdır, hadis uydurur, demiştir. İbn Maîn çok
yalancıdır, İbnu'l-Medinî ben ondan ne kadar hadis yazdımsa hepsini attım, demiş
ve oldukça zayıf olduğunu belirtmiştir. Ebu Zür'a o yalan söylerdi, demiştir.
Darakutnî ise o çok yalancı birisidir, demiştir.[103]
Ebu Hatim el-Bustî dedi ki: "O sika
ravilere hadis uyduran kimselerdendi. Sağlam ravilerden mudal rivayetler
naklederdi. Onun ancak tenkid maksadıyla kitaplarda anılması helâl olabilir.
Ancak bu sanat erbabı nezdinde itibar yolu ile ondan rivayet nakledilebilir.
Özellikle böyle olmayanlar nezdinde nakledilemez." Daha sonra ondan gelmiş
çeşitli rivayetleri kaydeder ki, bunlardan birisi de az önce zikrettiğimiz
"terekleri kesilmiş güvercinler edininiz..." rivayetidir.[104]
4- Müzik ve çalgı
aletlerinden yüz çevirmek: Kurtubî İsra suresinde yer alan yüce Allah’ın: "Onlardan gücünün yettiği kimseleri
sesinle yerinden oynat. Onlara karşı atlılarınla, piyadelerinle gürültü çıkararak
baskın düzenle, mallarına evlatlarına ortak ol, onlara batıl vaadlerde bulun.
Fakat şeytan onlara bir aldatıştan başka ne vaadeder?" (el-İsra,
17/64) buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir: "Âyet-i kerimede çalgı
aletlerinin şarkı ve boş oyalayıcı işlerin haram kılındığına delâlet eden
ifadeler vardır. Çünkü yüce Allah: "Onlardan
gücünün yettiği kimseleri sesinle yerinden oynat." buyruğu bir görüşe
göre bu demektir. Mücahid dedi ki: "Şeytanın sesi yahut fiili ve onun
güzel gördüğü işlerden olan herbir şeyden sakınmak icab eder."[105]
Beyhâkî, es-Sünenu'l-Kübrâ'da[106]
Abdullah b. Dinar'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: İbn Ömer şarkı
söyleyen bir küçük kızın yanından geçti. Şöyle dedi: Eğer şeytan (kötülüğe
sürüklemeksizin) kimsenin yakasını bırakacak olsaydı bunu bırakırdı.
İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhâkî, Şuabu'l-İman'da İbn
Mesud Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedirler: Kişi bineğine binip de Allah'ın adını anmazsa bir şeytan
onunla birlikte terkisine biner ve ona haydi şarkı söyle, der. Eğer güzel şarkı
söyleyemiyor ise ona: Temennide bulun, der.[107]
Yine İbn Ebi'd-Dünya'nın naklettiğine göre Ömer
b. Abdu'l-Aziz -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- oğlunun mürebbisine şunu yazmıştır:
"Onların senin tedibin neticesinde kanaat sahibi olacakları ilk husus başlangıcı
şeytan, âkıbeti Rahmanın gazabı olan lehviyâta buğzetmek olsun. Çünkü ilim
bellemiş güvenilir kimselerden bana ulaştığına göre çalgı aletlerinin çalındığı
yerde bulunmak ve şarkıları dinlemek ve bunları dillendirmek, suyun otu yeşerttiği
gibi kalpte münafıklığı yeşertir."[108]
5- Düşen lokma üzerindeki
rahatsız edici şeyleri giderdikten sonra yemek: Buna delil Muslim'in Sahih'inde
Eşribe bahsinde Cabir Radıyallahu anh'dan
şöyle dediğine dair naklettiği rivayettir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim:
"Sizden
herhangi bir kimsenin herbir hali sırasında yanında şeytan bulunur. Öyle ki
yemek yerken dahi onun yanında olur. Buna göre sizden herhangi birinizden bir
lokma (yere) düşecek olursa, onun üzerindeki rahatsızlık verici şeyleri
gidersin, sonra onu yesin ve o lokmayı şeytana terketmesin. Yemeğini bitirdiği
vakit de parmaklarını yalasın. Çünkü o, bereketin yemeğinin neresinde olduğunu
bilemez."
Hadisi aynı şekilde İbn Hibban, Sahih'inde[109],
Beyhâkî, es-Sünenu'l-Kübrâ'da[110],
Ahmed Müsned'in birkaç yerinde, Abd b. Humeyd, el-Müntehâ'da[111],
Taberânî el-Mucemu'l-Kebir'de[112],
Ebu'ş-Şeyh Tabakatu'l-Muhaddisin bi Asbahan adlı eserinde ve başkaları rivayet
etmişlerdir.
Burada "şeytan"dan kasıt cinsidir. Şeytanlardan
herhangi birisine mahsus bir şey değildir. Ebu Zür'a[113]
Şerh-u Sünen-i İbn Mâce[114]'de
şunları söylemektedir: "Onu şeytana bırakmasın." Sözü geçen lokmanın şeytana
terkedilmesi, yüce Allah'ın nimetinin bir bakıma kaybedilmesi dolayısıyladır...
Diğer taraftan bu, mütekebbirlerin huylarındandır. Çoğunlukla böyle bir lokmayı
almayı engelleyen kibirdir. Bu da şeytanın amelindendir."
6- Esnemeyi tutmak ve ses
çıkarmamak: Buna delil Muslim'in Zühd ve rekâik bahsinde Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan naklettiği şu
rivayettir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem buyurdu ki:
"Esnemek
şeytandandır. Buna göre sizden herhangi bir kimse esnediği takdirde gücü yettiğince
kendisini tutsun."
Yine aynı bahiste Süheyl b. Ebi Salih'den şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Ebu Said el-Hudri'nin bir oğlunu babama babasından
hadis naklederek şöyle dediğini dinledim: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse esnediği vakit elini ağzının üzerinde
tutsun. Çünkü şeytan girer."
Tirmizî de Sünen'inin Edeb bahsinde Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivayet ettiğine
göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem şöyle buyurmuştur:
"Hapşırmak
Allah'tandır. Esnemek şeytandandır. Sizden herhangi bir kimse esneyecek olursa
elini ağzının üzerine koysun. Eğer ah ah diyecek olursa, şüphesiz şeytan onun
karnının içinden gülüyor demektir ve şüphesiz Allah hapşırmayı sever, fakat
esnemekten hoşlanmaz."
Yine Tirmizî'nin Sünen'inde Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivayete göre
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle
buyurmuştur:
"Namazda
esnemek şeytandandır. Herhangi bir kimse esnediği takdirde gücü yettiğince
esnemesini tutsun."
Ebu İsa (Tirmizî) dedi ki: Ebu Hureyre'nin
hadisi hasen, sahih bir hadistir.
İbn Hacer dedi ki: "İbn Battal dedi ki:
Esnemenin şeytana izafe edilmesi, razı oluş ve isteyiş anlamında bir izafettir.
Yani şeytan insanı esnerken görmekten hoşlanır. Çünkü bu insanın suretinin değişikliğe
uğradığı bir haldir ve bundan dolayı o da güler. Yoksa bu esnemeyi şeytan yapmıştır,
demek istemiyor. İbnu'l-Arabî dedi ki: Şâri’in şeytana nispet ettiği hoş
olmayan herbir işin, şeytanın o işe vasıta oluşundan dolayı nispet edildiğini
ve şâri’in meleğe nispet ettiği herbir güzel fiilin, meleğin onun vasıtası
olması dolayısıyla ona nispet edildiğini açıklamış bulunuyoruz. (İbnu'l-Arabi
devamla) dedi ki: Esnemek karnın dolu olmasındandır. Tembellikten neş'et eder.
Bu ise şeytan vasıtasıyla olur. Hapşırmak ise gıdanın azaltılmasındandır. Bu
ise insanı çalışkanlığa götürür ve bu meleğin vasıtası ile olur. Kimi ilim adamı
şöyle demiştir: Esnemenin şeytana nispet edilmesi onun şehvet ve arzulara çağırmasındandır.
Çünkü bu bedenin ağırlığından, gevşemesinden ve tokluktan ortaya çıkar. Maksat
ise böyle bir davranışı doğuran sebebten sakındırmaktır ki, bu da alabildiğine
yemek demektir."[115]
7- Yabancı kadınla başbaşa
(halvette) kalmamak: Buna Tirmizî'nin Radâ’ (süt emmek) bahsinde naklettiği
Ukbe b. Âmir Radıyallahu anh'ın
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in
şöyle buyurduğuna dair rivayeti delildir:
"Sakın
kadınların yanına girmeyiniz.” Ensardan bir adam:
“Ey Allah'ın Rasûlü kayın hakkında ne dersin”,
diye sordu. Peygamber:
"Kayın
ölümdür"
diye buyurdu.
(Tirmizî) dedi ki: Bu konu hakkında Ömer, Câbir
ve Amr b. el-Âs'dan gelmiş rivayetler vardır. Ebu İsa (Tirmizî) dedi ki: Ukbe
b. Âmir'in rivayet ettiği hadis hasen, sahih bir hadistir. Kadınların (yalnızken)
yanlarına girmenin hoş olmayışı, anlam itibariyle Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’den rivayet
edilen şu buyruğa benzemektedir:
"Bir
erkek, bir kadınla halvette (başbaşa) kalırlarsa, mutlaka üçüncüleri şeytan
olur."
Feyzu'l-Kadîr'de dedi ki: "Mutlaka üçüncüleri şeytan olur." Vesvese ile şehveti
galeyana getirmekle, hayayı kaldırmakla, masiyeti güzel göstermekle üçüncüleri
olur. Ta ki cima ile onları bir araya getirinceye yahutta bundan daha aşağı
cimaya düşürmeye yakın cima mukaddimelerini işletinceye kadar. Buradaki yasak,
haramlık bildirmek içindir. İbn Cerir de es-Sevri gibi, erkeğin hanımına ait
cariyenin hanımı yokken kendisine hizmet etme hali gibi kaçınılmaz durumları
istisna etmiştir."[116]
Şevkânî dedi ki: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in "bir
erkek, bir kadınla başbaşa kalırsa mutlaka üçüncüleri şeytandır" buyruğunda
belirtilen durumun sebebi şudur: Erkek kadına karşı istek duyar. Buna sebep de
onun fıtratındaki kadına meyletme arzusudur. Çünkü onun yapısında kadınla
birlikte olma isteği vardır. Aynı şekilde kadın da erkeğe istek duyar...
Bununla birlikte şeytan her birinin diğerine karşı isteğini galeyana getirme
yolunu bulur ve neticede masiyet ortaya çıkar."[117]
Selef -yüce Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun-
böyle bir halvetin tehlikesini idrâk ettiklerinden ötürü, bu işten oldukça sakınırlardı.
Nitekim Ata b. Ebi Rebah -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir:
"Eğer beytu'l-mal bana emanet edilse gerçekten emin olduğumu ortaya koyarım,
fakat çok çirkin bir cariyeye karşı dahi kendimden emin değilim."
Zehebî bu sözle ilgili olarak şunları
söylemektedir: "Derim ki -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- gerçekten doğru
söylemiştir. Çünkü hadiste şöyle buyurulmuştur: "Dikkat edin! Sakın bir erkek, bir kadınla başbaşa kalmasın. Çünkü
şüphesiz onların üçüncüleri şeytandır."[118]
Hadisi Ahmed, Tirmizî Fiten bahsinde ve Hâkim rivayet etmiş olup, Hakim sahih
olduğunu belirtmiş, bu hususta Zehebi de ona muvafakat etmiştir.
8- Kadının oldukça zaruri
bir hal olmadıkça evinden çıkmaması: Tirmizî'nin Sünen'inde Redâ’ bahsinde
Abdullah b. Mesud'dan rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kadın avrettir. O dışarı çıkacak olursa şeytan da ona baktırır."
Ebu İsa (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, garip bir
hadistir. Elbânî -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- hadisin sahih olduğunu
söylemiştir.
İbn Huzeyme Sahih'inde[119]
geçen hadisi rivayet etmiş ve sonunda şunu da eklemiştir: "Kadının
Rabbinin rızasına en yakın olacağı hal, o evinin içinde ikenki halidir."
Yine bu fazlalığı buna yakın ifadelerle İbn Hibban da[120]
rivayet etmiştir. Taberânî, el-Mu’cemu'l-Kebir'de[121]
rivâyeti şöylece zikretmektedir: "Şüphesiz
kadın avrettir ve o evinden dışarı çıktı mı şeytan ona baktırır. Kadın da: Beni
kim gördüyse beni beğendi, der. Kadının yüce Allah'a en yakın olduğu hali
evinin içinde olduğu haldir."
Feyzu'l-Kadîr'de dedi ki: "Şeytan ona baktırır."
Yani onu saptırmak yahut onun vasıtasıyla başkalarını saptırmak için ona bakılmasını
sağlar. Böylelikle onlardan birini ya da ikisini fitneye düşürür... Tıybî dedi
ki: Hatıra gelen mana şudur: O evinde bulunduğu sürece şeytanın onu günaha
sokma yahut insanları günaha sürükleme ümidi yoktur. Dışarı çıktı mı kadın hakkında
da, başkaları hakkında da bu ümide kapılır. Çünkü kadın onun ağlarıdır ve ağlarının
en büyüğüdür."
En ufak bir tereddüdün bulunmadığı hak şu ki; İslâm
müslüman kadını evinde oturmaya çağırmıştır. Çünkü bu yolla kadının iffeti
korunur, hayası muhafaza edilir. Onun sebep olacağı fitneler ve onun fitneye
maruz kalması önlenir. Bundan dolayı selef, kadının evinde kalmasını teşvik
etmiştir. Onun evinde namazı kılmasının mescidde namaz kılmasından hayırlı olduğunu
belirtmişlerdir. Sevrî dedi ki: "Yaşlı dahi olsa kadın için evinden hayırlısı
yoktur."[122]
Aynı şekilde: "Ben bugün kadınların
bayramlara çıkmalarını dahi hoş görmüyorum" demiştir.[123]
İbnu'l-Mübarek dedi ki: "Ben bugün kadınların
bayramlara çıkmalarını hoş görmüyorum. Şayet kadın mutlaka çıkmak isterse kocası
ona temizlik hallerinde çıkmasına izin versin ve süslenmesin. Eğer ancak böyle
çıkmakta direnirse bu sefer kocanın onu bu işten alıkoyma hakkı vardır."[124]
Ebu Hanife dedi ki: "Bayramlarda dışarı çıkmaları
için kadınlara ruhsat verilirdi. Bugün ise ben bunu hoş görmüyorum. Onların
cuma namazlarında bulunmalarını da, farz namazları cemaatle kılmalarını da hoş
görmüyorum. Yaşlanmış kadının yatsı ve sabah namazlarında bulunmalarına ruhsat
veriyorum. Bunun dışındakilerinde ise hayır."[125]
Bu sözleri bu imamlar kendi dönemleri hakkında
söylemektedirler. Ya bizim bu zamanımızı, zamanımızdaki kadın fitnesini,
müslüman ülkelere fâsıkların kadınlar sebebiyle türlü fitnelere düşüren yolları
celbettiklerini görselerdi ne derlerdi? Allah yardımcımız olsun.
1- Ticaret yapanların
sadaka vermeye dikkat etmeleri: Buna delil Tirmizî'nin Sünen'inde Buyü (alış-veriş)
bahsinde Kays b. Ebi Gareze'nin şöyle dediğine dair kaydettiği rivayettir:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
bizim yanımıza çıkıp geldi. O sırada bizler "simsarlar" diye adlandırılırdık.
Şöyle buyurdu:
“Ey tüccar
topluluğu, şüphesiz şeytan ve günah alışverişte hazır bulunurlar. O bakımdan alışverişinide(n
ayrıca) sadaka veriniz.”
Ebu İsa (Tirmizî) dedi ki: Kays b. Ebi
Gareze'nin hadisi hasen, sahih bir hadistir. Bunu Mansur, el-A'meş, Habib b.
Ebi Sabit ve birden çok kişi Ebu Vâil'den, o Kays b. Ebi Gareze'den diye
rivayet etmişlerdir. Kays'ın, Peygamberden, diye bunun dışında yaptığı bir
rivayeti olduğunu bilmiyorum.
"Semâsire: Simsarlar"ın tekili
"simsar" lafzıdır ki; bu da belli bir karşılık ile başkasının malını
satan kimse demektir.
2- Kişi önemli bir ihtiyaç
olmaksızın çarşı-pazara gidip gelmekten sakınmalıdır. Çarşıya gidecek olursa
ihtiyacını görür görmez hızlıca çıkmalıdır. Muslim, Sahih'inde Fedailu's-Sahabe
bahsinde rivayet ettiğine göre Mu’temir b. Süleyman dedi ki: Babamı bize şöyle
derken dinledim: Bize Ebu Osman, Selman'dan naklen dedi ki: “Eğer gücün yeterse
sakın pazara ilk giren ve oradan en son çıkan kişi sen olma. Çünkü orası şeytanın
savaştığı yerdir ve bayrağını oraya diker...”
Nevevî der ki: "Pazar hakkında: "Orası
şeytanın savaş alanıdır" demesi ile ilgili olarak dilbilginleri şöyle demişlerdir:
"Ma’reke: savaş alanı" kahramanların birbirleri ile döğüşmeleri dolayısıyla
savaş yerinin adıdır. Pazar ve şeytanın pazardakilere yaptıkları ve onlara
verdiği zarar savaşa benzetilmiştir. Buna sebep ise çarşı-pazarlarda kandırmak,
hile yapmak, yalan yeminler, fâsid akitler, kardeşinin yaptığı alışveriş üstüne
alışveriş yapmalar, onun pazarlık yaptığı bir şeyi pazarlık etme, ölçü ve tartıların
hileli ve eksik yapılması çokça görüldüğünden ötürüdür. "Şeytan oraya
sancağını diker" ifadesi de onun orada kalıcı olduğuna ve yardımcılarının
insanları birbirlerine karşı kışkırtmak ve sözü geçen bu kötülüklerle benzerlerini
işlemeye itmek için toplandıklarına işarettir. O halde çarşı-pazar hem onun,
hem de onun yardımcılarının yeridir."[126]
Kurtubî dedi ki: Bu hadis özellikle erkeklerin
kadınlar ile birlikte karıştıkları bu dönemlerde[127]
pazarlara girmenin mekruh olduğuna delildir. Alimlerimiz de böyle demişlerdir.
Çarşı-pazarlarda batıl çoğalıp, oralarda münkerler ortaya çıkınca dinde fazilet
sahibi ve kendilerine uyulan kimselerin oralara girmeleri mekruhtur. Bu onların
Allah'a isyan olunan yerlerde bulunmaktan uzak bir şekilde temiz kalmaları
içindir. Dolayısıyla yüce Allah'ın çarşı-pazarda bulunmak ile müptela kıldığı
kimselerin hatırına şeytanın ve askerlerinin bulunduğu bir yere girdiğini hatırlaması
ve eğer orada kalacak olursa helak olacağını unutmaması gerekir. Kimin durumu
böyle olursa kendisi için zaruri olan miktar kadarıyla orada bulunur, böylece
bunun kötü akıbetinden ve onun belasından korunmaya çalışır."[128]
1- Yolculuk yapanın
yolculukta beraberinde iki ve daha çok kimse bulunmasına özen göstermelidir.
Çünkü İbn Huzeyme, Hakim, Tirmizî, es-Sünenü'l-Kübrâ'da Beyhakî, Ebû Dâvûd,
Muvatta'da Malik, Müsned'de Ahmed'in rivayet ettiğine göre Amr b. Şuayb babasından,
o dedesinden; Peygamber Sallallahu aleyhi
vesellem şöyle buyurmuştur:
"Bir
binici şeytadır. İki binici iki şeytandır. Üçü ise kafiledir."
Ahmed'in lafzı bu şekildedir.
el-Fethu'r-Rabbânî'de hadisin hasen olduğunu belirtmektedir.[129]
İbn Kuteybe hadisin manası hakkında şunları
söylemektedir: "Nasıl ki bir hırsız ve yırtıcı hayvan bir kişiyi gözleri
kesiyorsa, şeytanın da gözü bir kişiyi keser. Bu sebeple tek başına yola çıkarsa
belâya maruz kalacağından bir şeytan demektir. İki binici ise iki şeytandır.
Çünkü herbirisi böyle bir şeye maruzdur. Çünkü bunların herbirisi yolculukta
tek başına kalmayı seçtiğinden ötürü şeytanın yolunu izlemiş olur."[130]
Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in: "Üç kişi ise
bir kafiledir" diye buyurması bu şekilde yalnızlığın ortadan kalkması,
ünsiyetin meydana gelmesi ve başkalarının onlara zarar verme ümitlerinin kesilmesinden
ötürüdür.
Bu Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in Ebu Bekr Radıyallahu
anh ile beraber iki muhacir olarak çıkmaları ile çelişmemektedir. Buna
sebep ise, müşriklerin kendilerine zarar vereceklerinden korkmaları yahutta
yolculukta tek başına yolculuk yapmasının mekruh olmayışı, onun özelliklerinden
olmasıdır. Çünkü bu o başkasından farklı olarak şeytanın şerrinden emniyet altında
idi. Nitekim Hafız el-Irakî de böyle demiştir.
Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in haberciyi tek başına göndermesi ise, onunla gönderilen
haberin ulaştırılmasında süratin gerekli oluşundan dolayıdır. Bununla birlikte
ona yolda göreceği arkadaşlarla birlikte yol almasını da emrederdi. Buna göre
çelişki olduğu iddiasında bulunan birtakım sapıkların iddiaları da çürütülmüş
olmaktadır.[131]
2- Yolculuk ve benzeri
hallerde herhangi bir yerde konaklama esnasında vadilere ve yollara dağılmayı
terketmek ve birarada bulunmaya dikkat etmek:
Ebû Dâvûd, Sünen'inin Cihad bahsinde rivayet
ettiğine göre Ebu Salebe el-Huşeni Radıyallahu
anh dedi ki: İnsanlar bir yerde konakladıkları vakit vadilere ve dağ yollarına
dağılırlardı. Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Sizin
bu dağ yollarına ve vadilerine dağılma haliniz var ya; şüphesiz bu haliniz şeytandandır."
(Ebu
Salebe) dedi ki: “Artık bundan sonra bir yerde konakladılar mı mutlaka
birbirlerine yakın olurlardı. Öyle ki üzerlerine bir örtü bırakılacak olursa
hepsini kapatabilirdi.”
Hadisi aynı şekilde İbn Hibban Sahih'inde[132],
Hakim de sahih olduğunu belirterek[133]
ve Beyhâkî es-Sünenü'l-Kübra'da[134]
rivayet etmişlerdir. Avnu'l-Mabud'da "sizin bu dağılmanız şeytandandır"
lafzının manası "Allah'ın dostlarını korkutmak ve düşmanlarını harekete
geçirmek için..." diye açıklamıştır.
[1] Cinler, ileride tanımları yapılırken görüleceği üzere
gerçek suretleri ve tabiatları üzere görülemezler. Böylelikle bu görüş ile
onların insan, yılan, köpek ve başka şekillerde şekillenebileceklerine dair
gelmiş rivayetler arasında bir çelişki olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu yolla da
İmam Şafiî'nin: "Her kim cinleri gördüğünü iddia ediyorsa biz onun
şehadetini kabul etmeyiz" sözü de doğru bir şekilde anlaşılabilmektedir.
Bunu Ebu Nuaym, el-Hilye (IX, 141)'de zikretmiş bulunmaktadır ki, onların
gerçek suret ve tabiatlarında görülmeleri iddiasını kastetmektedir.
[2] Bk. el-Kamusu'l-Muhît, s. 1532, c.n.n maddesi;
Lisânu'l-Arab, XIII, 95
[3] Bk. Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 98
[4] Bk. el-Ezheri, Tehzibu'l-Luga, X, 499
[5] Bk. İbn Hazm, el-Fısal fi'l-Mileli ve'l-Ahvai
ve'n-Nihal, V, 12; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, VI, 344; el-Münavi, Feyzu'l-Kadir,
I, 113
[6] Râğıb, el-Müfredât; Ayrıca bk. Fethu'l-Bari, VI, 344
[7] V, 12
[8] Mecmûu'l-Fetâvâ, XVIIII, 10-11
[9] Bk. İbn Hazm, el-İhkâm, II, 166
[10] IX, 119
[11] İbn Abdi'l-Berr, et-Temhîd,
XI, 116
[12] Câmiu'l-Beyân,
VIII, 237
[13] Câmiu'l-Beyân,
VIII, 237
[14] el-Azimâbâdî, Avnu'l-Mabud,
I, 12; Ayrıca bk. el-Münavî, Feyzu'l-Kadir,
I, 99
[15] Mecmûu'l-Fetavâ,
XVIIII, 39; Ayrıca bk. İbnu'l-Kayyim'in Haşiyesi, XIV, 8
[16] VII, 315
[17] İbnu'l-Kayyim, Bedâiu't-Tefsir, IV, 248
[18] Fethu'l-Bârî, VIII, 240
[19] Meâlimu't-Tenzil, VI, 345; Ayrıca bk. İbn Abdi'l-Berr,
et-Temhid, XI, 117
[20] Bk. Taberânî, el-Mu’cemu'l-Kebir, IV, 214
[21] Bk. el-Bezzar,
Müsned, VII, 97, rivayet no: 2655; Ayrıca bk. Hilyetu'l-Enbiya, VI, 245;
Ebu Ya'la, el-İrşad, II, 187
[22] VI, 357
[23] II, 316
[24] II, 339
[25] Mecmâu'z-Zevâid, IX, 199'da şunları söylemektedir:
"Hadisi Taberânî rivayet etmiş olup, ravileri arasında tanımadığım
kimseler vardır." Ayrıca bk. Fethu'l-Kadir, I, 205
[26] Bunun nerede geçtiğini tespit edemedim.
[27] Fethu'l-Bârî, VII, 4; Ayrıca bk. Lisânu'l-Mizân, VII,
301
[28] Bk. Fethu'l-Bârî, IV, 114; Ayrıca el-Mübarek Fûri,
Tuhfetu'l-Ahvezî, III, 291
[29] III, 291
[30] el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, XIV, 179-180
[31] et-Temhid, XIV, 229
[32] et-Temhid, XIV, 233-234
[33] Fethu'l-Bârî, X, 180
[34] Fethu'l-Bârî, X, 181
[35] Feyzu'l-Kadîr, I, 266
[36] VI, 161
[37] I, 74
[38] XX, 116
[39] Fethu'l-Bârî, X, 193
[40] Bk. ez-Zürkanî şerhi, IV, 299
[41] ez-Zürkanî şerhi, IV, 299
[42] Mecmuu'l-Fetava, XIX, 39-41
[43] Bk. Fethu'l-Bârî, X, 114
[44] Bk. Keşfu'z-Zunun, II, 1422
[45] Fethu'l-Bârî, X, 202
[46] Bk. Telhisu'l-Habir, III, 235
[47] et-Temhid, XII, 184; Ayrıca bk. ed-Diraye fi Tahrici
Ehadisi'l-Hidaye, II, 142
[48] VI, 80
[49] Fethu'l-Bârî, VI, 460
[50] Fethu'l-Bârî, VI, 219
[51] Fethu'l-Bârî, VI, 220
[52] Bk. İbn Huzeyme, es-Sahih, I, 330
[53] Bk. İbn Hibban, es-Sahih, IV, 327
[54] Bk. eş-Şaşi, Müsned, II, 251
[55] Bk. el-Hallal, es-Sünne, I, 191
[56] Bk. Ebu'l-Mehasin el-Hanefî, Mutasaru'l-Muhtasar, II,
245; Taberânî, el-Mucemu'l-Evsat, III, 93; Deylemî, el-Firdevs, IV, 37;
Darakutnî, İlel, V, 342
[57] Feyzu'l-Kadîr, I, 282
[58] V, 307
[59] I, 299
[60] I, 209
[61] Bu bundan önceki hadiste geçen Madan b. Ebi Talha
el-Yamuri'dir.
[62] Dabık: Fars diyarının uzak yerlerinde bilinen bir
şehirdir. Bk. Mu’cemu Mesta'cem, II, 531
[63] Şerhu's-Suyuti, II, 98
[64] el-Ehadîsu'l-Muhtare, VII, 42
[65] Feyzu'l-Kadir, IV, 5
[66] et-Temhid, IV, 194
[67] I, 242
[68] I, 250
[69] I, 458
[70] VI, 98
[71] I, 369
[72] Neylu'l-Evtar, II, 379
[73] Bk. Mecmâu'z-Zevâid, II, 242
[74] IV, 603
[75] I, 337
[76] I, 409
[77] I, 21
[78] Bk. İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, XXII, 333; ez-Zerkanî
şerhi, I, 486; Tevilu Muhtelifi'l-Hadis, I, 132; Avnu'l-Mabud, II, 113; Nesâî,
Sünen'inde Sindi haşiyesi, II, 56
[79] Bk. Mecmûu'l-Fetava, XIX, 41
[80] Temhid, XIX, 45-47
[81] Nevevi Şerhi, VI, 66
[82] s. 65
[83] III, 391
[84] Temhid, I, 116
[85] Feyzu'l-Kadîr, II, 356; Ayrıca bk. Tuhfetu'l-Ahvezî,
VI, 57
[86] II, 294
[87] VII, 187
[88] X, 88
[89] I, 168
[90] II, 99
[91] Nevevi Şerhi, XVI, 170-171
[92] V, 145
[93] I, 256
[94] Feyzu'l-Kadîr, IV, 404
[95] Fethu'l-Bârî, XI, 86
[96] Fethu'l-Bârî, XI, 87
[97] Fethu'l-Bârî, XI, 87
[98] Şerhu'z-Zerkani, IV, 497
[99] Şerhu'z-Zerkani, IV, 497
[100] Temhid, XVI, 25
[101] Bk. Şerhu'z-Zerkani, IV, 494
[102] Feyzu'l-Kadîr, I, 423
[103] Zehebi, Mizanu'l-İtidal, III, 552-553
[104] el-Mecuhi, II, 250; Ayrıca bk. İbn Adi, el-Kâmil fi
Duafai'r-Rical, VI, 130; Hatib Bağdadi, Tarihu Bağdad, V, 279; ez-Zürai,
Nakdu'l-Menkul, s. 94
[105] el-Cami li Ahkâmi'l-Kur'ân, X, 290
[106] X, 223
[107] ed-Durru'l-Mensur, V, 308
[108] ed-Durru'l-Mensur, V, 308
[109] XII, 54
[110] VII, 278
[111] s. 324
[112] III, 88
[113] Feyzu'l-Kadir, II, 350
[114] s. 236
[115] Fethu'l-Bârî, X, 613; Ayrıca bk. Suyuti, ed-Dibac ala
Sahih-i Muslim, VI, 298; Suyuti, Şerhu Sünen-i İbn Mâce, s. 68; İbnu'l-Esir,
en-Nihaye fi Garibi'l-Hadis, I, 204
[116] Feyzu'l-Kadîr, III, 78
[117] Neylu'l-Evtar, VI, 231
[118] Siyeru A’lâmi'n-Nübelâ, V, 88
[119] İbn Huzeyme, Sahih, III, 93
[120] İbn Hibban, Sahih, XII, 413
[121] Taberânî, el-Mu’cemu'l-Kebir, IX, 295
[122] Temhid, XXIII, 402
[123] Temhid, XXIII, 402
[124] Temhid, XXIII, 402
[125] Temhid, XXIII, 402
[126] Nevevî, XVI, 7
[127] Bu sözleri Kurtubi kendi zamanı hakkında
söylemektedir. Ya bizim zamanımızı görseydi neler söylerdi?
[128] el-Cami li Ahkami'l-Kur'an, XIII, 16
[129] VI, 53
[130] Şerhu'z-Zerkânî, IV, 500
[131] Feyzu'l-Kadir, IV, 44
[132] VI, 408
[133] II, 126
[134] VII, 210