14- HUDEYBİYE ANTLAŞMASI VE MEKKE’NİN FETHİ ARASINDA GEÇEN OLAYLAR.. 3

A- Zâtü’l Kared Ğazvesi 5

İmâni Dersler ve Ölçüler: 7

B- Hayber’in Fethi 8

Hayber Gazvesi Olayları: 10

1- Cafer b. Ebi Talip Ve Arkadaşları İle Ebû Musâ el-Eşarî Ve Arkadaşlarının Gelişleri: 10

2- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’i Zehirleme Girişimi: 11

3- Eşek Etinin ve Mut’a Nikahının Yasaklanması: 12

İmâni Dersler ve Ölçüler: 12

c- Umretu’l-Kadâ. 14

İmâni Dersler ve Ölçüler: 15

d- Mûte Ğazvesi 17

İmâni Dersler ve Ölçüler: 18

15. MEKKE’NİN FETHİ 21

İmâni Dersler ve Ölçüler. 27

16- HUNEYN ĞAZVESİ VE TAİF KUŞATMASI 29

A- HUNEYN ĞAZVESİ 31

İmâni Dersler ve Ölçüler: 34

B- TAİF ĞAZVESİ 36

İmanî Dersler ve Ölçüler: 37

17- TEBUK ĞAZVESİ VE GERİDE KALAN ÜÇ KİŞİNİN HİKÂYESİ 40

TEBUK ĞAZVESİ 42

İmâni Dersler ve Ölçüler: 46

Ka’b b. Mâlik ve İki Arkadaşının Tevbe Hikayeleri: 47

İmâni Dersler ve Ölçüler: 50

18- HEYETLER YILI 53

HEYETLER YILI 55

1- Abdu’l Kays Heyeti: 55

2- Aralarında Müseylemetü’l Kezzâb’ın da bulunduğu Benî Hanîfe Heyeti: 56

3- Eş’ariyyun ve Yemen heyetinin Gelişi: 56

4- Beni Sa’d b. Bekr Heyetinin Gelişi 57



14- HUDEYBİYE ANTLAŞMASI VE MEKKE’NİN FETHİ ARASINDA GEÇEN OLAYLAR

 

Zâtü’l Kared Ğazvesi

Hayber Ğazvesi

Kaza Umresi

Mûte Ğazvesi



 

 

A- Zâtü’l Kared Ğazvesi

 

Buharî şöyle dedi: Bu hayberden üç gün önce Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in sağmal ve doğrumları yaklaşmış develerine saldırmaları sonucu yaşanan ğazvedir.[1]

İbn Kayyım şöyle dedi: Bu ğazve Hudeybiye’den sonra vuku bulmuştur. Fakat bazı siyerciler yanılgıya kapılarak bunun Hudeybiye’den önce vuku bulduğunu söylemişlerdir. Bizim görüşümüzün doğruluğunun delili İmam Ahmed ve Hasan b. Süfyan’ın Ebu Bekir b. Ebu Şeybe’den yaptıkları şu rivayettir. O şöyle dedi: “Bize Hişam b. Kasım anlattı ve dedi: Bize İkrime b. Ammar anlattı ve dedi bana İyas b. Seleme babasından anlatarak şöyle dedi. Hudeybiye zamanı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber Medine’ye geldim. Ben ve Rabah, Talha’ya ait bir at ile yola çıktık. Ğils mevkiinde Abdurrahman b. Uyeyne peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in develerine saldırdı ve çobanını katletti.” Ve Müslim’in tamamına yer verdiği bu kıssayı anlattı.[2]

Aynı kıssa’yı Buhârî ve Müslim muhtasar olarak zikrettiler. Müslim ayrıca Hudeybiye, Hayber ve bu ğazveyi konu alan kıssayı tek bir haber olarak tam ve uzun şekliyle de zikretti. Kıssanın muhtasar şekli şöyledir. Yezid b. Ebu Ubeyd’den. O şöyle dedi. Seleme b. Ekva’nın şöyle dediğini işittim:

“Bir gün sabah ezanı okunmadan önce yola çıktım. O günlerde Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in sağmal develeri Zû Kared’de otluyordu.

Giderken yolda Abdurrahman b. Avf’ın bir hizmetçisi bana rastladı ve “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in develerini çalmışlar.”

“Kim çaldı?” Diye sordu.

“Gatafan kabilesi” dedi.

Medine’nin iki taşlık yakasının duyacağı bir sesle üç kere: “İmdat yetişin, ne kötü bir sabah!” diye bağırdım. Sonra hızla ileriye doğru süratle koşmaya başladım. Onlara Zû kared mevkiinde develere su içirmeye hazırlanırken yetiştim. İyi bir okçu ve nişancı olduğum için durmadan onlara ok atıyordum. Bir yandan da şöyle diyordum:

“Ben el-Ekva’nın oğluyum helak günüdür”

Böyle kısa vezinli şiirler terennüm edip durdum. Nihayet Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in sağmal develerini onların elinden kurtardım, üstelik otuz tane de elbise ele geçirdim.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem insanlarla beraber gelince ben, ona şöyle dedim.

“Ey Allah’ın Nebisi! Ben düşmanı susuz oldukları halde su içmelerine fırsat vermeden kaçırdım. Hemen onların peşine adam gönder!” Şöyle buyurdu:

“Ey Ekva’nın oğlu, istediğini elde etmişsin. Böyle yüzden artık merhametli davran!”

Sonra beni devesinin terkisine alarak hep birlikte Medine’ye döndük.”[3]

Uzun rivayet ise İyas b. Seleme’nin babasından Hudeybiye, Zatü Kared ve Hayber’i kapsayan rivayetidir. Biz bu rivayetin sadece Zatü Kared ile ilgili kısmını nakledeceğiz.

“Sonra Medine’ye geldik, Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem binek ve yük develerini kölesi Rabah’la birlikte otlağa gönderdi. Ben de onunla beraberdim. Yanımda Talha b. Ubeydullah’ın atı ile çıkmıştım.

Sabah olunca, Abdurrahman el-Fezarî, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in binek ve yük develerine hücum etti, hepsini aldı götürdü. Üstelik çobanını da öldürdü. Dedim ki:

“Ey Rabah, bu atı al, Talha’ya ulaştır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e de durumu bildir.

Sonra bir tepeye çıkıp Medine’ye dönerek üç kere “Ne kötü bir sabah!” diye seslendim.

Sonra düşmanın izini takip ederek süratle yola düştüm. Onlara ok atıyor bir yandan da şunları terennüm ediyordum:

“Ben el-Ekva’nın oğluyum!

Bugün alçakların helak gönüdür.”

Sonra onlardan bir adama yetiştim ve bineğine doğru bir ok attım. Okun demiri omuzuna erişti. Ve şöyle dedim:

“Al sana! Ben el-Ekva’nın oğluyum.

Bugün alçakların helak günüdür.”

Vallahi onları devamlı olarak ok yağmuruna tutuyor ve yararlıyordum.

Bana bir süvari yöneldiği zaman bir ağacın dibine oturup siper alıyor, hayvanını vuruyordum. Nihayet dağ daraldı onlar da dağın dar boğazına girdiler. Onlara ok atmak mümkün olmayınca dağın üzerine çıkarak üzerlerine taş yağdırmaya başladım. Onları böyle devamlı olarak takip ettim. Artık Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in devesi dahil ne kadar deve elime geçirdimse arkama almaya başlamıştım. Gene okumu atmaya devam ettim. Yüklerini hafifletmek için belki otuzdan fazla kaftan ve otuz mızrak bıraktılar. Ne attılarsa onlara bir işaret koyuyordum ki Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’ile ashabına bir işaret olsun.

Bir tepede sıkışınca, onların yanına Bedr el-Fezarî’’nin oğlu geldi. Kuşluk kahvaltısı yapmak için oturdular, konuşuyorlardı. Ben de bir höyüğün tepesine oturmuştum. el-Ferazî dedi ki: “Nedir şu benim gördüklerim?” “Bununla başımız belada. Sabahın erken saatinden beri durmadan bize ok atıyor. Neyimiz varsa hepsini elimizden aldı.” dediler. o da şöyle dedi: “Haydi içinizden dört kişi onun yanına çıksın” Hemen çıkıp yanıma geldiler ve bana kendileriyle konuşabileceğim kadar yaklaşınca şöyle dedim:

– Beni tanıyor musunuz?

– Hayır sen kimsin?”

– Ben Seleme b. el-Ekva’yım. Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem’in yüzünü şerefli kılan Allah’a yemin ederim ki, sizden kimi istersem ve kimin ardından düşersem onu mutlaka yakalarım. Sizden beni kimse yakalayamaz, dedim. Onlardan biri şöyle dedi:

– Ben bunu biliyorum.”

Sonra dönüp gittiler. Daha henüz yerimden ayrılmadan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in süvarilerinin ağaç aralarından geldiklerini gördüm. Onlardan ilk gelen el-Ahram el-Esedî’ idi. Sonra onu Ebu Katade ile el-Mikdâd b. el-Esved takip ettiler. Sonra el-Ahram’ın dizgininden tuttum. Bu sırada kafirler arkalarını dönüp kaçtılar. Dedim ki:

– Ey Ahram, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ashabı buraya yetişinceye dek onlardan (kafirlerden) uzak dur, yolunu kesmesinler”

Şu cevabı verdi:

– Ey Seleme! Allah’a ve ahiret gününe inanıyor, cennetin ve cehennemin hak olduğunu iyi biliyorsan ne olur beni şehitlikten alıkoyma!” Bunun üzerine onu bıraktım. Abdurrahman el-Fezarî ile karşı karşıya geldiler. Abdurrahman’ın atını öldürdü. Fakat Abdurrahman ona bir darbe indirip, öldürdü. Ve tekrar Ahram’ın atına bindi. Kaçarken, Ebu Katade ile Rasûlullah’ın diğer süverileri yetişip onu mızraklayarak öldürdüler.

Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem’in yüzünü mükerrem kılan Allah’a yemin ederim ki, yaya olarak koşup onların peşine düştüm. O kadar hızlı gidiyordum ki arkadan ne Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in ashabını, ne de kaldırdıkları tozu görebiliyordum.

Nihayet güneş batmandan su içmek için içinde su bulunan “Zü Kared” adındaki bir vadiye indiler. Çok susamışlardı. Peşlerinden koştuğumu görünce, bir damla bile içmeden gittiler ve sarp bir tepeye çıkmaya çalıştılar. Bu arada onlardan birine yetiştim, bir ok attım onu kürek kemiğinin kıkırdaklı oynak yerinden vurdum ve şöyle dedim:

“Al sana! Ben Ekva’nın oğluyum.

Bugün alçakların helak günüdür.”

Dedi ki: “Hey anasız kalasıca, Şu sabah ki Ekva’ mı?”

– “Evet ey kendi nefisinin düşmanı, sabah ki Ekva’” dedim.

Patika yoluna iki at bıraktılar. Onları alıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdüm. Amcam Amir bana yetişti. İçinde sulandırılmış süt bulunan bir tulum ile, içinde su bulunan bir tulum getirdi. Abdest aldım, içtim. Sonra onları kovmuş olduğum suyun başında oturan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e geldim. Baktım ki o, deveyi, müşriklerin ellerinden kurtardığım her şeyi her mızrak ve elbiseyi almış toplamış.

Baktım, Bilal o develerden bir tanesini kesmiş, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e onun ciğer ve hörgücünü kızartıyordu.

Dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, bırak beni kavimden yüz kişi seçeyim, düşmanın ardına düşüp, onlardan öldürmedik hiçbir haberci bırakmayayım.”

Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem gündüzün parlaklığında yan dişleri meydana çıkıncaya kadar güldü ve şöyle buyurdu:

“Ne dersin, sen bunu yapabilir misin?”

– “Evet, seni mükerrem kılan Allah’a yemin olsun ki yaparım”, dedim.

– “Şüphesiz şimdi onlara Gatafan topraklarında ziyafet verilmektedir”, buyurdu.

Daha sonra Gatafan’dan bir adam geldi. Onlara (müşriklere) falan kişi bir deve kesmişti, derisini yüzer yüzmez bir toz bulutu gördüler ve hemen “düşman gelmiş” diyerek bırakıp kaçtılar” dedi. Sabah olunca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Bugün süvarilerinizin en iyisi Ebu Katede, piyadelerinizin en iyisi de Seleme’dir.” Sonra Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bana bir piyade, öbürü süvari hissesi olarak iki hisse verdi. Sonra devesi el-‘Adba’nın üstünde beni terkisine alıp Medine’ye dönmek üzere yola koyulduk.

Biz Medine’ye doğru yürürken Ensar’dan -yaya yarışta geçilemeyen- bir adam:

“Var mıdır koşu yapacak? Var mıdır Medine’ye kadar koşu yapacak? diyordu. Bunu birkaç kez tekrarlayınca, dedim ki:

“Sen hiç bir iyiye ikram etmez, hiçbir şerefliyi saymaz mısın?” Şu cevabı verdi: Allah Resulü hariç, ne bir iyiye kıymet veririm, ne de şerfiliyi sayarım.”

Dedim ki:

“Ey Allah’ın Resulü, bana müsade et de şu adamla bir yarış yapayım.”

“İstersen yap” buyurdu.

Adama:

“Geliyorum” dedim. Ayağımı ayarlayarak bir sıçradım, bir koştum. nefesim tükenmesin diye bir ya da iki yokuşta kendimi tuttum. Sonra yine onun peşinden koştum. Yine bir iki yokuşta dinlendim. Nihayet ona yetişmek ve omuzları arasına dokunmak için tabanları kaldırdım ve :

– “Seni geçtim, Vallahi” dedim

– “Biliyorum,” dedi. Hülasa Medine’ye ondan önce vardım. Vallahi, orada ancak üç gün kaldık, ondan sonra Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile Hayber’e gittik.[4]

 

İmâni Dersler ve Ölçüler:

 

1– Hafız şöyle dedi: Hadiste, savaşta şiddetli düşmanlık göstermenin, yüksek sesle haykırmanın ve kişi şayet cengâver ise düşmanları korkutmak için kendisini tanıtmasının, cesur ve faziletli kimseleri övmenin cevazı vardır. Bu cesur ve faziletli kimselerin fitneye düşme ihtimalleri yoksa, onları teşvik için bu hasletlerinden bahsedilebilir. Yine ayrıca koşu yarışının caiz olduğunu görüyoruz. Fakat bu yarışın bir bedel verilmeden olması gerekir. Bedel durumunda sahih olan bunun caiz olmayacağıdır.[5]

2– Nevevî şöyle dedi: “Sonra Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bana biri piyade, öbürü süvari hissesi olmak üzere iki hisse verdi.” Bu, hisselerden birinin nafile olduğuna hamledilir. Zira o, ğazvede gösterdiği cesaret ve ferağatten dolayı buna layık idi.[6]

3– Bu kıssa, sahabenin cesaretini gösterir. Bu nedenle Allah onları yalandan korudu. Onlardan hiçbirinin Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ve hatta insanlar hakkında yalan konuştuklarına rastlanmamıştır. İnsanı yalana korkaklık ve korku iter. Onların bundan korunduklarına dair birçok delil vardır. Tek bir sahabi, mütecaviz bir düşman birliğine karşı çarpışıyor, onları kaçırıyor ve onlardan, çaldıkları malları fazlasıyla geri alıyor. Allah onların hepsinden razı olsun ve bizi de cennette onlara katsın!

 


B- Hayber’in Fethi

 

İbn İshâk şöyle dedi: Zührî bana Urve’den o’da Mervan b. Hakim ve Misver b. Mahrame’den şöyle rivayet etti: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber yılı dönüş yolunda iken Mekke ve Medine arasında Fetih Suresi indi ve Allahu Teala bu surede ona Hayber’i verdi: “Allah size, elde edeceğiniz bir çok ganimetler vadetmiştir. Bunu size hemen verdi.” (Feth, 48/20) (Yani, Hayber.) Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye Zilhicce ayında vardı ve Muharrem ayında Hayber seferine çıkıncaya kadar burada kaldı.[7] Hayber Seferin’de Hayber ve Gatafan arasında bir vadi olan Recii’de konakladı. Burada Gatafan’ın bir saldırısından çekindiği için sabahlar sabahlamaz. Hayber yolculuğuna devam etti.[8] Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Hayber’e gece vardı. Bir yere gece vardığı zaman sabah vakti girmeden savaşa başlamazdı. Yahudiler sabah erkenden zirai aletleri ellerinde tarlalarına giderken karşılarında İslam ordusunu görünce şok oldular. “Muhammed ve ordusu” diyerek kalelerine kaçıştılar. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onların elinde yıkım ve tarım araçlarını görünce, bunu Hayber’in yıkımına yorarak sevindi.

Enes -Radıyallahu anh-’den: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber’e gece vardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bir kavme gece vardığı zaman onlara sabah olmadan yaklaşmazdı. Sabah olunca Yahudiler, ekin aletleri, zenbilleri, kovaları ile tarlalarına gidiyorlardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’i görünce “Muhammed ve ordusu” deyip kaçıştılar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Hayber harab oldu! Biz düşman bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi uyarılmış olan o kafirlerin hali yaman olur!” buyurdu.[9] Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem İbn İshâk’ın dediği gibi onları on küsür gün kuşattı, kuşatmanın daha fazla sürdüğünü söyleyenler de olmuştur. Kuşatma günlerinden hava çok sıcak idi. Kuşatma uzadıkça müslümanlar bitkin düşüyorlardı. Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Ben yarın sancağı öyle bir adama vereceğim ki, Allah, Hayber’i bize onun eliyle vercektir.” Bütün büyük sahabiler bu şerefe kendilerinin nail olmasını ümit ediyorlardı. Ertesi gün olunca Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem sancağı Haydar: Aslan Ali b. Ebî Tâlib’e verdi. Ali, Yahudilerin komutanlarını öldürdü ve Hayber’in fethi onun elleriyle gerçekleşti.

Süheyl b. Sa’d -Radıyallahu anh-’dan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber günü şöyle dedi:

“Ben yarın sancağı öyle bir adama vereceğim ki Allah ve Rasulü tarafından pek sevilir. O da Allah ve Rasulünü çok sever.” İnsanlar, gecelerini yarın sancak kime verilecek diye düşünerek geçirdiler. Sabah olur olmaz her bir sahabi sancağın kendisine verilmesi ümidiyle erkenden Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına koşuştular. Resulallah Sallallahu aleyhi vesellem onlara:

‘Ebû Tâlib’in oğlu Ali nerede?’ diye sordu. Onlar:

‘Ya Rasulallah, o gözünün ağrıdığından şikayet ediyordu,” dediler. Râvi der ki: Gidip Ali’yi çağırdılar. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem tükrüğünden bir parça onun gözüne sürdü ve dua etti. Ali’nin gözü, hiç ağrısı yokmuş gibi tamamen iyileşti Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem sancağı ona verdi. Ali:

“Ya Rasulallah, onlar bizim gibi Müslüman oluncaya kadar kendileriyle çarpışacağım”, dedi.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Onların kalelerine girinceye, meydanlarına varıncaya kadar vakar ve (onları telaşa vermeyecek bir) sukûnetle ilerle! Sonra da onları İslam’a davet et. Müslüman olurlarsa, Allah’ın haklarından olup yerine getirmekle mükellef bulundukları şeyleri kendilerine haber ver. Vallahi, senin sayende, Allah’ın onlardan bir tek kişiyi doğru yola hidayet etmesi, senin birçok kızıl develere sahip olup onları Allah yolunda infak etmenden hayırlıdır.” buyurdu.[10]

Müslim’de Seleme’nin hadisinin devamında şöyle rivayet etti.”...Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile Hayber’e gittik. Amcam (Amir) hareket halindeki askerler içinde şu kısa vezinli şiirleri okudu:

“Allah olmasaydı, ne hidayete ererdik, ne zekat verirdik ve ne de namaz kılabilirdik.

Biz senin fazlından müstağni değiliz.

Düşmanla karşılaştığımız zaman ayağımızı kaydırma, sabır ver, üzerimize sekinet indir!”

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Bu kimdir?” diye sordu.

“Ben Amir’im” dedi

“Rabbin seni bağışlasın!” buyurdu.

Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem kimin için özel mağfiret dilediyse o mutlaka şehid düşmüştür.

Bu nedenle Ömer:

“Ey Allah’ın Resulü, Amir’le bizi faydalandırsaydın” diye seslendi.

Hayber’e varınca Yahudilerin kralları Merhab çıkıp kılıcını çekti ve şu recezleri söyledi:

“Hayber benim kim olduğumu bilir. Ben ki Merhab’ım

Harb başladığında, ben silahı tamam, deneyimli bir kahraman oluveririm”

Ona karşı hemen amcam Amir çıktı ve şöyle nara attı:

“Hayber beni de tanır; ben Amir’im.

Silahı tamam, yiğit kahramanım.”

Derken karşılıklı birer darbe indirdiler. Merhab’ın kılıcı Amir’in kalkanının içine isabet etti. Amir kılıcıyla onu alttan vurmaya çalışırken  kılıcı kayıp kendi kolunun orta damarına isabet etti ve cansız olarak yere düşüp şehid oldu.

Birara çıkıp baktım, ashabtan birtakım insanların şöyle dediğini duydum.

“Amir’in ameli boşa gitti, çünkü kendi kendisini öldürdü.” Bunu duyunca ağlayarak Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’e koştum:

“İnsanlar Amir’in ameli batıl oldu, çünkü o kendisini öldürdü, diyorlar”, dedim.

– “Kim dedi bunu?” diye sordu.

– “Ashabından birtakım insanlar” dedim

- “Bunu söyleyen yalan söylemiştir. Tam aksine, onun için iki ecir vardır” Buyurdu.

Sonra beni gözleri ağrıyan Ali’ye gönderdi. Ve “Ben, yarın sancağı öyle bir adama vereceğim ki, o, Allah’ı ve Rasulünü sever, Allah ve Rasulü de onu severler” buyurmuştu. Hemen Ali’ye geldim. Onu alıp Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’e getirdim. Onun gözüne mubarek tükürüğünü sürerek okudu, hemen iyileşti, hiçbir ağrısı kalmadı.

Merhab, yine mübareze maksadıyla çıkıp şöyle bir nara attı:

“Ben Merhab’ım

Hayber benim kim olduğumu bilir.

Harb başladığında, ben silahı tamam, deneyimli bir kahraman oluveririm.”

Ali de karşısına çıkıp şöyle nara attı:

“Ben o kimseyim ki annem bana Haydar (Arslan) ismini koymuştur.

Ormandaki korku saçan arslan gibiyim. Düşmanı küçük ölçekle Sendere Kilesi ile ölçerim”[11]

Bunu der demez hemen Merhab’ın başına öyle bir darbe vurdu ki onu cansız yere serdi. Böylece Hayber’in fethi onun eliyle gerçekleşti.”[12] Bazıları Merhab’ın, Muhammed b. Mesleme tarafından katledildiğini söylemişlerdir. Fakat doğrusu sahih hadiste ifadesi edildiği gibi onu katleden Ali’dir. Hâkim, Ali’nin katlettiğine dair rivayetler çokluk bakımından tevatir derecesine ulaşmıştır demiştir.[13]

İbn Kayyim -Rahmetullahi aleyh- şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber’i her biri yüz paydan müteşekkil otuzaltı paya böldü ki bunun toplamı üç bin altıyüz pay eder. Sonra bunun yarısını yani binsekizyüz payını tüm müslümanlara paylaştı ve kendisi de bundan herhangi bir müslümanın payı kadar pay aldı. Diğer binsekizyüz hisseyi ise müslümanların işlerinde kullanmak üzere devlet hazinesine tahsis etti.[14] Beyhâkî şöyle dedi: Bunun nedeni, Hayber’in yarısının savaş, yarısının da barış yoluyla feth edilmesidir.

İbn Kayyim -Rahmetullahi aleyh- şöyle dedi: “Beyhâkî’nin bu kavli, Şâfiî” -Rahmetullahi aleyh-’in zorla fethedilen ülkelerin, diğer ganimetler gibi taksim edileceği görüşüne müstenittir. Fakat, Hayber’in hisselerinin yarısının dağıtılmadığını görünce bu sefer, oranın barış yoluyla alındığını söyledi. Siyer ve Meğazi olaylarını dikkatli bir şekilde inceleyen kimse, Hayber’in tamamının güç kullanılarak fethedildiğini görür. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber topraklarını güç ve kılıç ile ele geçirmiştir. Eğer barış ile ele geçirilseydi Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Yahudileri oradan sürmeye kalkmazdı. Onları Hayber’den çıkarmak istediği zaman Yahudiler: “Biz tarım işlerini sizden daha iyi biliriz. Bizi buradan çıkarmayın, sizin için çalışalım ve elde ettiğimiz mahsülün yarısını size verelim” teklifinde bulundular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onların bu tekliflerini kabul ederek, yerlerinde kalmalarına izin verdi. Bu, Hayberin kesinlikle kılıçla feth edildiğini gösterir...

Hayber’in kılıçla feth edildiğinde bir kuşku yoktur. Devlet başkanı güç ile alınan yerlerin taksimi konusunda muhayyerdir.

– Onun tamamını paylaştırabilir.

– Tamamını vakfedebilir.

– Ve bir kısmını paylaştırabilir.

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu üçünü de yapmıştır.

Kureyzâ ve Nadîr arazilerinin tamamını taksim etmiş, Mekke’yi hiç taksim etmemiş, Hayber’in ise yarısını taksim etmiştir.

Taksim yaparken süvarilere üç, piyadelere bir hisse ayırmıştır. İslam ordusu bindörtyüz kişiden oluşmaktaydı ve bunların ikiyüzü süvari idi. Bu konuda şüpheye yer olmayan doğru budur.

Hayber kalesinin düşmesinden sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e Hayber’in bu savaşta katledilen liderlerinden Huyey b. Ahtab’ın kızı Safiyye’den bahsedildi. Kocası da öldürülmüştü. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onu görür görmez beğendi ve ona İslam’ı anlattı. Safiyye müslüman olunca Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onunla evlendi.

Onun mihri, özgürlüğünü alması olmuştur. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onunla Hayber ve Medine arasında, dönüş yolunda evlenmiştir.

Enes b. Mâlik -Radıyallahu anh-’den: “Haybere geldik. Allahu Teala, Resulüne Hayber kalesi’nin fethini müyesser kılınca, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e, kocası öldürülmüş olan Huyey b. Ahtab’ın kızının güzelliği zikredildi. Yeni evlenmişti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ganimet payı olarak onu kendisi için seçti. Onunla beraber yola koyuldu. Seddü’s-Sahba’ya varınca onunla zifafa girdi. Sonra küçük bir yaygı içerisinde hurma ve keş karışımı bir yemek hazırladı ve bana:

“Etrafındakileri çağır” buyurdu. İşte bu yemek Safiyye için düğün yemeği oldu. Sonra Medine’ye doğru hareket ettik. onun için bineğinin terkisine bir örtü seriyordu. Devesinin yanında oturup dizini koyuyor, Safiyye de onun dizine basıp onun devesine öyle biniyordu.”[15]

 

Hayber Gazvesi Olayları:

 

1- Cafer b. Ebi Talip Ve Arkadaşları İle Ebû Musâ el-Eşarî Ve Arkadaşlarının Gelişleri:

 

Bürde, Ebu Musa -Radıyallahu anh’dan şöyle rivayet etti:

“Biz Yemen’de iken Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in ortaya çıkış haberi bize erişmişti.

Bunun üzerine, biz, ben ve iki kardeşim- ki onların biri Ebu Bürde, diğeri Ebu Rühm olup ben onların en küçüğü idim- kavmimizden elli üç veya elli iki kişi ile birlikte Rasûlullah’ın yanına muhacir olarak yola çıktık. Bir gemiye bindik.

Gemici bizi, havanın uygunsuzluğu yüzünden Habeş Necaşîsi’nin ülkesine bıraktı.

Cafer b. Ebî Tâlib ve arkadaşları, Necaşi’nin ülkesinde idiler. Orada onlarla buluştuk.

Cafer: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bizi buraya yolladı ve bize bir süre burada oturmamızı emretti, siz de bizimle kalın” dedi.

Bunun üzerine biz de onlarla beraber kaldık. Sonra Medine’ye hep beraber döndük. Hayberi feth ettiği sırada, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e kavuştuk.

Hayber fethine katılan mücahid Muhacirlerden bazıları, bizlere yani gemi halkına “Biz hicrette sizi geçtik” diye takılıyorlardı.

(Cafer b. Ebî Tâlib’in hanımı) Esma binti Umeys- ki bizimle gelenlerdendi- vaktiyle Necaşî’nin ülkesine hicret etmiş olan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in hanımı Hafsa binti Ömer’i ziyarete gitmişti. O sırada, Ömer b. Hattab, Esma’yı orada görünce, Hafsa’ya

 “Bu kim” diye sordu. Hafsa da:

“Esma binti Umeys’dir, dedi. Ömer de:

“Hâ! Şu habeş ülkesinde oturan, gemiyle gelen mi?” dedi. Hafsa:

“Evet”, deyince, Ömer:

“Bizler, hicretde sizleri geçtik. Bizler, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e sizlerden daha layığız”, dedi.

Esma binti Umeys kızdı:

“Hayır, iş öyle değildir. Vallahi sizler Rasullullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanında bulunuyordunuz da, Rasûlullah sizin açlarınızı doyuruyor, cahillerinize vaazlar ve öğütlerde bulunuyordu.

Bizler ise, din yolunda uğradığımız düşmanlıklar yüzünden Habeş ülkelerine, uzak diyarlara düşmüştük.

Bu da ancak, Allah ve Resulü yolunda, Allah’ın ve Rasûlünün hoşnutluğunu kazanmak yolunda göze alınmıştır.

Allah’a yemin olsun ki senin bu sözünü Rasûlullah’a iletmedikçe ne yemek yiyeceğim, ne de su içeceğim.

Bizler bu yolda nice sıkıntılar çekmiş, korkular geçirmişizdir. Bu sözü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e nakledecek ve doğruluğunu ona soracağım. Vallahi bu hususta ne yalan söylerim, ne de aldığım cevaba birşey katarım” dedi.

O sırada Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, geldi.

Esma:

“Ey Allah’ın Nebisi, Ömer, şöyle şöyle dedi.”

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Esma’ya

“Sen ne cevap verdim?” diye sordu.

Esma’da

“Şöyle şöyle dedim,” dedi.

Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, Esma’ya

“Bu hususta bana, sizlerden daha layık yoktur. Ömer ve arkadaşlarına bir hicret sevabı vardır. Siz gemi halkına ise, iki hicret sevabı vardır. Sizin hicretiniz, iki keredir: Siz, hem Necaşî’nin ülkesine hicret ettiniz, hem de, benim yanıma hicret ettiniz” buyurdu. Esma şöyle dedi:

“Ebû Musa ve gemi yolcuları bu hadisi sormak için bölük bölük yanıma geliyorlardı. Dünyada hiçbir şey, onları Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in bu sözünden daha çok sevindirmemiştir.”[16]

 

2- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’i Zehirleme Girişimi:

 

Ebu Hureyre’den: Hayber fetih edildikten sonra, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e yemesi için içinde zehir bulunan davar eti hediye edildi. Etin zehirli olduğunun anlaşılması üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

– “Şurda bulunanları bana toplayın” buyurdu. Yahudiler toplanınca, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onlara:

“Ben sizden birşeyler soracağım. Bana doğru cevap verecek misiniz?” Dedi. Yahudiler:

“Evet, Ey Ebu’l Kasım! Doğru cevap vereceğiz”, dediler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Sizin babanız kimdir?” diye sordu. Yahudiler:

“Babamız filandır,” dediler

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Yalan söylediniz, sizin babanız filandır,” dedi. Yahudiler:

“Doğru söyledin” dediler.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem

“Ben sizden bir şey daha soracağım. Bana, doğru cevap verecek misiniz?” diye sordu.

Yahudiler:

“Evet, ey Eba’l-Kasım! Doğru cevap vereceğiz. Biz sana yalan söylesek bile, sen babamızın kim olduğunu bildiğin gibi, yalan söylediğimizi de bilirsin”, dediler.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem; onlara:

“Cehennemlikler kimlerdir?” diye sordu. Yahudiler:

“Bizler cehenneme kısa bir süre için gireceğiz. Sonra biz oradan çıkacağız, cehenneme bizim yerimize sizler gireceksiniz,” dediler.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem

“Haydi oradan! Vallahi biz hiç bir zaman cehennemde size halef olacak değiliz”, buyurdu.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onlara:

“Sizden bir şey daha soracağım. Bana doğru cevap verecek misiniz?” diye sordu.

Yahudiler:

“Evet, ey Eba’l-Kasım! Doğru cevap vereceğiz”, dediler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Sizler şu davar kebabını zehirlediniz mi?” diye sordu. Yahudiler:

“Evet, zehirledik” dediler. Peygamberler Sallallahu aleyhi vesellem:

“Bunu yapmaya sizi ne sürekledi?” diye sordu. Yahudiler:

“Eğer sen bir yalancı isen zehirli kebabı yer, ölürsün. Biz de senden kurtulur, rahata kavuşuruz. Yok eğer gerçekten Peygambersen, zehir sana bir zarar vermez! diye düşündük”, dediler.”[17]

Buhâri Mağazi’de Ebû Hureyre’den kısaca şöyle rivayet etti, “Hayber fetih edildikten sonra, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e yemesi için içinde zehir bulunan davar eti hediye edildi.”[18]

İbn İshâk’ın rivâyetine göre zehirli eti getiren Selâm b. Mişkem’in karısı, Zeyneb binti Hâris idi.

Zeyneb önce:

“Muhammed, davar etinin neresini yemeyi daha çok sever” diye sormuş. Ona:

“Kol, kürek etini yemeyi sever” denilmiştir.

Zeyneb, bir davar kızartıp, özellikle kol, kürek kısmı olmak üzere etin tamamını zehirledi. Sonra onu alıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e getirdi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem eti ağzına alır almaz, zehirli olduğunu anlayıp, onu yutmadı. Fakat sahabelerden Bişr. b. Berâe b. Marur ağzına aldığı eti yuttu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Şu kürek eti, zehirlenmiş olduğunu bana haber verdi”, buyurdu ve sahabelere de ondan el çekmelerini emretti. Sonra Yahudi Zeyneb sorgulandı ve eti zehirlediğini itiraf etti. Denildiğine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, kendi nefsi için kimseden intikam almadığı için, onu affetti. Fakat Bişr yediği zehirli lokmanın etkisiyle ölünce, ona kısas uygulayarak katletti.

Bu ağzına aldığı zehirli lokmanın Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in vefatına neden olan hastalığın nedeni olduğu da söylenmiştir.

Aişe -Radıyallahu anha-’dan: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem vefat ettiği hastalığına yakalandığı zaman şöyle diyordu: “Ey Aişe, Hayber’de yediğim yemeğin acısını şu ana kadar hep duymaktayım.”[19]

Zehirlenme girişimi hadisesiyle ilgili olarak Hafız şöyle dedi: “Bu hadiste Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in gaybten haber vermesi, cansızların onunla konuşması ve Yahudilerin, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in babalarının isimlerini ve zehirli eti onlarla haber vermesine rağmen, onu tastik etmemekte inat etmeleri hususları vardır. Yahudiler, O’nun nübüvvetine delalet eden tüm mucizelere rağmen inat ve yalanlamalarını sürdürmüşlerdir. Yine bu hadiste zehirleyerek adam öldüremenin kısas gerektirdiği anlaşılmaktadır. Hanefîler, kısas değil diyet gerekir. dediyseler de, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in Bişr b. Berâe’nin vefatı üzerine Yahudi kadına kısas uygulaması, kısasa delildir. Allah daha iyi bilir. Ayrıca zehirli ve benzeri şeyler kendiliklerinden değil, ancak Allah’ın izniyle zarar verirler. Bişr, Allah izin verdiği için zehirlendi, onun zehirlenip hemen öldüğü söyleyenler olduğu gibi,[20] zehirlendikten çok sonra öldüğünü söyleyenler de olmuştur.

 

3- Eşek Etinin ve Mut’a Nikahının Yasaklanması:

 

Ali b. Ebî Talib -Radıyallahu anh-’den: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber’de kadınların Mut‘a edilmesini ve ehli eşeklerin etinin yenmesini yasak etti.”[21] İbn Abbas -Radıyallahu anh-’dan: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber zamanı, Mut‘a nikahını ve ehli eşeklerin etinin yenmesini yasakladı.[22]

Hafız şöyle dedi: Mâverdi “el-Havi’de şöyle dedi:

Mut‘a’nın nerede yasaklandığı hususunda iki görüş vardır.

Birincisi: Bu işin haram olduğu, herkes tarafından bilinip, duyulması için birkaç yerde ilan edildi. Çünkü bir yerde hazır olmayan, diğer bir yerde hazır olabilir.

İkincisi: Bu iş, birkaç kez helal kılındı. Bu nedenle son kez haram kılındığı zaman “Kıyamet gününe kadar” Şimdiki ve nihayi haram kılmanın, geçmiş haram kılmaların aksine, artık, haramı serbest bırakmanın takip etmeyeceğine işarettir. Artık bu kez haramlık ebediyete kadardır. Tercih edilen görüş de, bu ikinci görüştür. Nevevî de şöyle dedi: Doğrusu şudur ki. Mut‘a’nın haram kılınması ve sonra serbest bırakılması iki kere tekrarlanmıştır. Hayber’den önce serbest iken, sonra Hayber’de yasaklanmıştır. Sonra Feth yılında yani Evtas ğazvesinde serbest iken, sonra ebeddiyyen haram kılınmıştır. Mübahın tekrarlanmasına bir engel yoktur.[23] Ehli eşeklerin haram kılınışına gelince, bunun nedeni onların pislik yemesidir denildiği gibi, insanları ve yüklerini taşımakta kullanıldığı içindir de denilmiştir.

 

İmâni Dersler ve Ölçüler:

 

1– İbn Kayyım -Rahmetullahi aleyh- özetle dedi: Hayber ğazvesindeki Fıkhi Hükümler Faslı:

– Haram aylarda kafirlerle savaşmak konusu ki, bu aylarda savaşın kafirler tarafından başlatılması durumunda onlarla savaşmanın cevazı hususunda hiçbir ihtilaf yoktur. Görüş ayrılığı, müslümanların bu aylarında savaş başlatmaları hususundadır. Cumhur bunu caiz görür ve bu aylarda savaşmama ilkesinin mensuh olduğuna söylerler. Dört imamın mezhebi de bu konuda aynı görüştedir.

– Ganimet payından süvarilere üç, piyadelere bir hisse verilmesi.

–Savaş esnasında düşmandan yiyecek elde eden bir asker onu paylaştırmadan kendisi yiyebilir.

Hayber savaşında Abdullah b. Muğaffel bir yağ torbası ele geçirdi ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in huzurunda onu kendisine ayırdı.[24]

– Zafer tamamlandıktan sonra yardım için gelen birliklere ganimet malından, ancak orduya danışılıp onların onayı alındıktan sonra pay verilebilir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber seferi sırasında, ancak zafer gerçekleştikten sonra orduya katılabilen Habeşistan muhacirleri Cafer ve arkadaşlarına, tüm sahabelere danışıp, onaylarını aldıktan sonra pay vermiştir.

– Araziden elde edilen üründen pay karşılığı onu ekim biçimi için anlaşma yapılmasının cevazı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber Yahudilerine, elde edilen ürünün yarısını vermeleri koşuluyla, arazileri işletme hakkı vermiştir.

- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber arazilerini Yahudilere kendi mallarıyla işletmeleri için vermiştir. Bu vakıa, bu tür anlaşmalarda tohumun mal sahibi tarafından verilmemesinin daha uygun olacağına delildir.

- Zimmet ehli anlaşma şartlarını ihlal ettikleri takdirde, zimmetleri geçersiz olur, can ve malları müslümanlara helal olur. Zira Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onlarla, hile yapmamaları şartıyla bir zimmet anlaşması yapmıştı. Ne zaman ki bu şartı ihlal ettiler, onların can ve mallarını mübah kıldı.

- Paylaşılmasından önce ganimet malından birşey alan kimse, ona sahip olamaz. Ona ancak kendi payına düşmesi ile sahip olabilir. Bu nedenle ganimet malından bir parça kumaş çalan kimse hakkındaki “O, onun için ateş şulesi olacaktır” ve ganimet malından bir tasma alana da “Cehennemden bir tasma” denilmiştir.[25]

- İmam, silah gücüyle alınan toprakların tamamının veya bir kısmının paylaştırılmasında veya oraya hiç dokunmamak hususunda muhayyerdir.

- Müslümanların maslahatı gerektirdiğinde zimmet ehli İslam topraklarından sürülebilir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onlara “Allah sizi bıraktığı sürece bırakırız” buyurmuştur. Peygamber’in vefatından sonra Ömer onları sürgün etmiştir. Bu, güçlü bir görüştür. Gerektiği zaman uygulanabilir.

- Kişi cariyesini azat edip, onun azadını mihir sayarak ne onun izni ne şahitler ne kendisinden başka veli ne de nikah ve evlilik sözcüklerinin ifade edildiği şekilde olmaksızın da onu kendisine eş olarak kabul edebilir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Safiyye’ye böyle yapmış ve kesinlikle bu bana özel bir durumdur dememiştir. Doğru kıyas bunun cevazını gerektirir. Kişi cariyesinin özgürlük, cinsel ilişki ve hizmet hakkına sahiptir. Özgürlüğünü ona bağışlayarak, diğer haklarını kullanabilir.

- Kafir’den hediye alınabilir.[26]

2- El-Cezâirî “Neticeler ve İbretler” başlığıyla şöyle dedi:

a) Her türlü kötülük ve fuhuştan uzak ve beraberinde çalgı aletleri kullanılmayan şarkı ve marşların caiz olduğu.

b) Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Amir b. Ekva’nın, daha savaşın başlamasından önce şehadetine işaret etmesi ve bu şekilde bir mucize göstermiş olması.

c) Ali b. Ebî Tâlib’in fazileti, O’nun Allah ve Resulüne olan sevgisinin beyanı.

d) Allahu Tealâ’nın önceden haber verdiği Hayber ganimetlerinin elde edilişi.[27]

3- Muhammed Sâid Ramazan şöyle dedi: Bu ğazvede iki önemli hadise meydana gelmiştir ki bunlar Allah’ın Peygamberini teyid ettiği iki önemli harikulade olaydır:

Bir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Ali’nin ağrıyan gözlerine tükrüğünü sürdü ve gözlerin ağrısı, sanki hiç yokmuş gibi anında durdu.

İki: Zehirli eti yemeden önce Allahu Teala’nın, etin zehirli olduğunu haber vermesi.

Bişr b. Berâe, Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem’in etin zehirli olduğunu açıklamasından önce, lokmasını yuttuğundan zehirlenmiş, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ve diğer sahabeler ise, Allah’ın haber vermesiyle onu yemekten kurtulmuşlardır. Bu, Allah’ın o’nu tüm insanlardan koruyacağına dair vaadinin bir tezahürüdür. “Allah seni insanlardan koruyacaktır.”[28]

 

c- Umretu’l-Kadâ

 

Hicri 7. yılı Zilkade ayında vuku bulmuştur. Bu umrenin “kaza” olarak isimlendirilmesinin sebebi hususunda ihtilaf edildi. Bundan maksat Hudeybiye antlaşması gereği ertesi yıl yapılması kararlaştırılan ve yerine getirilen umre denildiği gibi, araya barışın girdiği fasıl demektir de denilmiştir ki bu nedenle “Kadiyye umresi” olarak da anılır.

Süheylî şöyle dedi: Bu umreye “Kadâ” umresi denildiği gibi “Kısas” umresi de denilir. Bu son ismin kullanılması daha evladır. Zira Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Haram aya karşılık, haram aydır. İşlenen suçlara karşılık da kısas vardır.” (Bakara, 2/194)

Bu ayet, mezkur umre konusunda indiği için burada geçen “kısas” kelimesinin bu umreye isim olarak kullanılması daha evladır. Buna “kadiyye” umresi denilmesinin nedeni, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem geçen yıl edasından engellendiği umreyi kaza ettiği için değil, Kureyş ile buna hüküm verdikleri içindir. Zira onun engellenmesi yüzünden eda edemediği umre, fasit olmuş değil, tam ve kabul edilmiş umre sayılmaktadır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in dört umresi vardır: Hudeybiye umresi, Kadâ umresi, Cirâne umresi ve Veda Hacı ile beraber yaptığı umresidir.[29] İbn Ömer Radiyallahu anh’dan: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem umre için çıktı. Kureyş kafirleri onun ile Beyt arasına girdiler. Hudeybiye’de kurbanını kesti ve traş oldu. Kureyş’le gelecek sene umre yapma hususunda bir hükme (Kadiyye) vardılar. Bu hüküm gereğince müslümanlar, umre için geldikleri zaman yanlarına kılıçtan başka silah alamayacaklar ve Mekke’de ancak onların izin verdiği kadar kalabileceklerdi. Ertesi yıl olunca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ve ashabı anlaşma hükmüne uygun olarak umre yapabildiler. Mekke’deki üçüncü günlerinde, müşriklerin arzuları üzerine oradan çıktılar.[30]

Hafız şöyle dedi: el-Hâkim “el-İklil” de şöyle dedi: Tevatür derecesine ulaşan haberlere göre, Zilkade ayı girince, ashabınca kadâ umresine çıkmayı ve Hudeybiye’ye şahit olmuş hiçbir kimsenin bundan geri kalmamasını emretti. Hudeybiye’den sonra şehit düşenler hariç hepsi yola çıktı. Beraberlerinde geçen sene Hudeybiye’de bulunmayan başkaları da vardı. Kadın ve çocuklar hariç, sayıları ikibin idi.[31]

İbn Şihâb’dan: Şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Umretu’l Kadâ’da ashabına şöyle emretti: “Sağ omuzlarınızı açın ve tavafı sert ve koşar adımlarla yapın. Bununla müşriklere karşı güç gösterisi yapıyordu. Mümkün olan her vasıtayla onları etkilemeye çalışıyordu. Onlar Allah’ın evini tavaf ederken, müşrik erkek, kadın ve çocukları şaşkınlık içinde onları izliyorlardı. Müslümanlar tavaf ederken Abdullah b. Revâha elinde kılıcı, RasûlullahSallallahu aleyhi vesellem’in yanı başında müslümanları coşturan, şiirler okuyordu.

“Ey kafirlerin oğulları, onun yolundan çekilin.

“Ben şahidim ki, O, Allah’ın elçisidir.

“Kuran’ın Allah tarafından indirildiğini inkâr ettiğinizde, başları boyun ve gövdelerden ayıran, dosta dostunu unutturan darbeleri size nasıl indirdiysek, onun anlamlarını inkar ettiğiniz zaman da aynı darbeleri indiririz!”

Kureyş’in ileri gelenleri kin, nefret, öfke, kıskançlık ve hasetten dolayı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in umre yapışını görmemek için Mekke’nin dış mahallelerine çıkmışlardı.”[32]

Buharî, İbn Abbas -Radıyallahu anh-’dan şöyle rivayet etti: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ve ashabı geldikleri zaman, müşrikler kendi aralarında şöyle diyorlardı: “Muhammed ve ashabı buraya, Medine’nin hummâsından zayıf düşmüş olarak geleceklerdir. (Onların bu dedikoduları üzerine) Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ashabına ilk üç Şavt’da sert ve koşar adımlarla yürümelerini (remel yapmalarını) ve iki rükün arasında ise adımlarını yavaşlatmalarını emretti. Onlara tüm şavtlarda koşmalarını emretmekten onu, sadece onlara olan şefkati alıkoydu.”[33]

Remel: Koşar adım yürümektir. İbn Düreyd şöyle dedi: O herveleye benzer aslı ise, koşar adımlarla ve omuzu hareket ettirerek yürümektir.

Hafız da şöyle dedi: Bu hadisten kafirlere, onları caydırmak amacıyla, güç gösterisinde bulunmanın cevazı anlaşılır ve bu kötülenmiş riyadan değildir. Bu fiilen gösterilebileceği gibi, söz ile de olur ve fiilen olması daha etkilidir.[34] Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’de üç gün kalmış, sonra müşrikler O’ndan sözünü tutmasını ve Mekke’den çıkmasını isteyince, oradan çıkmıştır.

Berâe Radıyallahu anh’dan: “... Ertesi yıl Mekke’ye girip de söz verdiği süreyi aşınca Ali’ye geldiler ve şöyle dediler:

“Söyle arkadaşına Mekke’den çıksın, süre bitti.”

Ondan sonra oradan çıktı. Çıkarken Hamza’nın kızı:

“Ey amca, ey amca!” diye Allah Resulü’nün peşine düştü. Ali onu aldı ve elinden tutup Fatıma’ya:

“Amca’nın kızını al” dedi. Fatıma da onu sırtladı. (beraberinde Medine’ye) götürdü. Daha sonra onu yanına alma hususunda Ali, Zeyd ve Câfer hak iddia ettiler. Ali şöyle dedi:

“Onu getiren benim, üstelik o benim amcamın kızıdır.”

Cafer şöyle dedi:

“O benim amcamın kızıdır. Teyzesi de benimle evlidir.”

Zeyd ise şöyle dedi:

“O benim (İslam) kardeşimin kızıdır.”

Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, kızın teyzesine verilmesine hükmetti ve şöyle buyurdu:

“Teyze, anne yerindedir.” Ali’ye de şöyle dedi:

“Sen bendensin, ben de sendenim.” Cafer’e de şöyle dedi:

“Huyca ve yaradılışça sen aynen bana benziyorsun.” Zeyd’e ise şöyle hitap etti:

“Sen bizim kardeşimiz ve mevlamızsın.”

Ali:

“Hamza’nın kızıyla evlenmez misin?” diye sordu.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“O benim süt kızkardeşimdir” dedi.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Meymune ile evlendi ve onunla Serf’te gerdeğe girdi.”[35]

İbn Kayyim -Radıyallahu anh- şöyle dedi: İbn Abbas’ın: “Resululllah Sallallahu aleyhi vesellem, Meymune ile ihramlı iken evlendi ve onunla gerdeğe ihramdan çıktıktan sonra girdi” sözü onun vehminden kaynaklanmaktadır. Said b. Müseyyeb şöyle dedi: İbn Abbas burada vehme kapılmıştı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, onun halasıyla ancak ihramdan çıktıktan sonra evlenmiştir. Yezid b. el-Asam, Meymune’den şöyle rivayet etti. “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem benimle Serf’te, ihramdan çıktıktan sonra evlendi.”[36]

Bunu Müslim rivayet etti. Ebû Rafiî şöyle dedi: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Meymune ile ihramdan çıktıktan sonra evlendi ve ihramdan çıktıktan sonra gerdeğe girdi. Ben o ikisinin arasında elçiydim.”[37] Bu onunla sahihtir. “Bu konudaki üç görüş vardır:

Bir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onunla umre’den çıktıktan sonra evlendi ki bu bizzat Meymune’nin sözüdür. Onun ile Rasûlullah arasında elçi olan Ebu Rafi’nin, Said b. Müseyyeb ve bunu nakleden kimselerin cumhurunun sözleri de böyledir.

İki: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onunla ihramlı iken evlendi. Bu İbn Abbas, Küfeliler ve bir grubun sözüdür.

Üç: Onunla ihrama girmeden önce evlendi. İbn Abbas’ın “Onunla muhrim olduğu halde evlendi”’ sözü ihramlı iken değil de, haram ayda evlendi şeklinde yorumlanmıştır.

Kişi ihram bağladığı ve ihramsız dahi olsa haram aya girdiği zaman “Ahreme’r-Racul= “Adam haremlendi” denilir. Şair’in şu sözü buna delildir:

“Halife Osman bin Affân’ı muhrim olduğu halde katlettiler. Onun gibi bir maktul görmedim.”

Halbuki, Osman’ı Medine’de, haram ayda katlettiler, ihramda değil.[38]

 

İmâni Dersler ve Ölçüler:

 

1- Prof. Dr. Ekrem Ziyâ el-Umerî şöyle dedi: Allahu Teala’nın şu kavli Umretu’l- Kadâ’da nazil oldu:

“Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.” (Feth, 48/27).

Bu Umre de açıklığa kavuşan meselelerden birisi de umreye gelip de Beytullah’a girmesi engellenen kimseyle ilgili hükümdür. Cumhur; ona kurban gerekir kaza gerekmez. görüşündedir.[39]

2- İbn Kayyım şöyle dedi: Bu kıssada şu fıkıh vardır: Teyze, anne-babadan sonra çocuğu almaya en çok hak sahibidir.[40]

3- Cezairî şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in en son evlendiği kadın Meymune’dir. Onunla Serf’de gerdeğe girmiştir. Meymune daha sonra gerdeğe girdiği bu yere defnedilmiştir. Allah ondan razı olsun ve makamını cennet kılsın.[41]

 

d- Mûte Ğazvesi

 

İbn Kayyim -Rahimehullah- şöyle dedi: Mûte Şam topraklarında Belka yakınlarındadır. Bu ğazve hicri sekiz, Cemadül ûlâ ayında vuku bulmuştur. Bu ğazvenin nedeni şudur: Rasûlullah Lehb oğullarından el-Haris b. Umeyr el-Ezdî’yi bir mektub ile Rum veya Basra kralına elçi olarak Şam’a gönderdi. Yolda Şurahbil b. Amr el-Gassanî, Rasûlullah’ın elçisini yakalayarak bağladı ve sonra da boynunu vurdurdu. Ondan başka hiç kimse Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in elçilerine dokunmamıştı. Acı haber ulaşınca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem çok üzüldü ve kızdı. Onlara karşı bir ordu hazırladı. Ordunun başına Zeyd b. Hârise’yi geçirdi ve şöyle buyurdu:

“Zeyd öldürülürse, komutan Cafer’dir, Cafer de öldürülürse komutan Abdullah b. Revâha’dır.”[42]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, hicretin sekizinci yılının Cemadü’l ûlâsında Mûte’ye bir ordu gönderdi. Zeyd’i de başlarına kumandan olarak atadı. Ve onlara şöyle dedi:

“Zeyd, şehid olursa, ordunun başına Cafer b. Ebi Tâlib geçsin. Cafer de şehid olursa ordunun başına Abdullah b. Revâha geçsin.”

İnsanlar yola çıkmak üzere hazırlandılar. Üçbin kişi idiler. Çıkacakları zaman Rasûlullah’ın komutanları insanlarla vedalaştılar. Selam verdiler.

Abdullah b. Revâha vedalaşırken ağlamaya başladı.

“Neden ağlıyorsun?” diye sorduklarında şöyle cevap verdi.

“Vallahi bende dünya sevgisi yok. Fakat ben Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in: “Sizden cehenneme uğramıyacak hiç kimse yoktur. Bu Rabbinin üzerine yerine getirilmesi muhakkak olan bir hükümdür” meâlindeki ayeti okurken duydum. “Oraya uğradıktan sonra benim için dönüş nasıl mümkün olur ki” diye düşündüm. Müslümanlar şu cevabı verdiler:

“Allah sizinledir. Sizi korur ve sizi tekrar bize sağ sâlim kavuşturur”. Abdullah b. Revâha da bunun üzerine şöyle dedi:

“Lakin ben Rahman’dan mağfiret dilerim.

Köpükler saçan bir darbeyi de dilerim.

Bağırsakları ve ciğerleri dışarıya döken

Bir mızrak ve şiş atışını da ondan isterim ki,

Mezarıma uğradıklarında

“Allah’ın doğru yolu gösterdiği bir gaziden dolayı ne mutlu sana!” desinler.”

Müslümanlar harekete geçmek üzereyken Abdullah b. Revâha Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e gelerek vedalaştı ve yine şu anlama gelecek beyitler okudu:

“Allah, Musa’ya olduğu gibi, sana olan ihsanlarını da sabit ve devamlı kılsın. Yardım olunan ve zafere kavuşturulanlar gibi, sana da, yardımını ihsan etsin!

Ben, sana Allah tarafından hayır bahşedildiğini hemen anladım. Allah bilir ki ben, keskin görüşlüyümdür? Sen hiç şüphesiz Allah’ın elçisisin!”

Bilahare ordu harekete geçti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem de onları yolculamak için çıktı. Onlarla vedalaşıp dönerken Abdullah b. Revâha Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’i şu beyitle selamladı:

Geride kalan, kendisine hurmalıkta vedâ ettiğim zat’a,

O en hayırlı uğurlayıcıya, en hayırlı dosta selâm olsun!”

Sonra geçip gittiler. Şam topraklarındaki Mahan’da konakladılar. Sonra Hirâkl’in yüzbin Rum, yüzbin de Arab kabileleri olan Luhan, Cuzan, el-Kayn ve Behram’dan müteşekkil bir orduyla geldiğini duydular. Müslümanlar bunu duyunca Mahan’da iki gün beklediler ve dediler ki: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e yazıp onların sayısını bildirelim. Ona göre ya bize yardım gönderir ya da bizim kendi başımıza düşmana saldırmanızı emreder.” Abdullah b. Revâha şöyle diyerek orduya cesaret verdi:

“Ey kavmim, şehadet isteğiyle bu din için yola çıkan siz değil misiniz? Sakın isteksizlik göstermeyin! Sonra şunu da iyi bilin ki, biz insanlarla sayı, kuvvet ve çokluk için savaşmıyoruz, biz ancak Allah’ın bize ikram ettiği dini için savaşıyoruz. Korkacak bir şey yoktur. Yürüyün; iki güzelden birine: Yani ya zafere ya da şehadete kavuşacaksınız.”

İbn İshâk şöyle dedi: Abdullah b. Ebi Bekr bana, Zeyd b. Erkam’ın ona şöyle dediğini anlattı: ben, Abdullah b. Revâha’nın terbiyesi altında bir yetimdim. Kendisi Mûte seferine çıktığında, beni de devesinin terkisine bindirdi. Vallahi, geceleyin biraz geçince, onun şu beyitleri okuduğunu işittim:

“Ey devem! Beni ve yükümü, kumluktaki kuyuya vardıktan sonra, dört konak daha götürürsen, artık seni başka bir sefere çıkarmayacağım, seni serbest bırakacağım.”

Onun bu sözlerini duyunca ağladım. O, bana kamçısıyla dokunarak: Ey yaramaz sana ne oluyor? Allah bana şehidlik nasib ederse, sen de, hayvan üzerinde geri dönüp çeker gidersin!”

Müslüman ordusu yürüdü. Belkâ’ya varınca, Rum ve araplardan teşekkül eden Hirakl’in ordusuyla karşı karşıya geldi. Müslümanlar Mûte köyüne doğru çekildiler ve Uzre oğullarından Kutbe b. Katade’yi sağ taraflarına, Ubade b. Mâlik el-Ensari’yi sol taraflarına aldılar. Sonra düşmanla çarpıştılar.

Zeyd b. Hârise Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in sancağı elinde olduğu halde savaştı, düşmanın mızraklarından aldığı isabetle şehid düştü. Sonra sancağı Cafer aldı.

Cafer düşmanla çarpışmaya devam etti. Çarpışa çarpışa Şakra isimli atıyla düşman saflarının içine kadar girmişti. Şehit düşünceye kadar onlarla çarpıştı. Şehid düşmeden önce düşmanın eline geçmemesi için atının ayak sinirlerini kesti. İslam’da atının ayak sinirlerini kesen ilk kişidir.[43]

Ubâde b. Abdullah b. Zübeyr’den: O şöyle dedi. Bu ğazveye katılan Mürre b. Avn oğullarından birisi olan babam bana şöyle anlattı:

Allah’a yemin edirim ki, Cafer’in kırmızı atından inip, onun sinirlerini kılıcı ile kestiğini sonra da şehid düşünceye kadar düşmanla savaştığını seyrediyor gibiyim. Cafer şehit olunca sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Elinde sancak atının üzerinde bir yandan düşmana doğru ilerlerken, diğer yandan da nefsini boyun eğdirmeye ve tereddütlerini gidermeye uğraşıyor ve şöyle diyordu:

“Ey nefsim, ben seni şehit vereceğim diye yemin ettim.

Sen buna ya kendiliğinden razı olursun veya sana bunu zorla kabul ettiririm.

Müslümanlar toplanmışlar bağırıyor ve içlerinden ağlamaklı sesler yükseliyor.

Görüyorum ki sen cennetten pek hoşlanmıyorsun.

Yıllar uzayıp gittiği halde sen hala itminana kavuşmamışsın.

Sen beden kırbası içinde bir damla sudan başka nesin ki?!”

Abdullah b. Revâha şöyle devam etti: “Ey nefsim, sen şimdi öldürülmesen, ölmeyecek misin?

İşte ölüm sana geldi çattı, dileğine kavuşacaksın. O iki şehid gibi hareket edersen, doğrusunu yapmış olursun!”

Abdullah b. Revâha, çarpıştıktan sonra dönüp atından indiği sırada, amcasının oğlu ona üzeri etli bir kemik getirdi. ve

“Bunu al ye de biraz güçlen, çünkü sen hayatında hiç karşılaşmadığın şeyle bugün karşılaştın” dedi.

Etli kemiği eline aldı ve ondan azıcık ısırmıştı ki, o sırada müslümanların bulunduğu yönde bir bozulma göründü. Abdullah b. Revâha:

“Bu olurken sen hâlâ dünyadasın” diye haykırdı ve kemiği elinden atıp, kılıcına sarıldı ve şehid düşünceye kadar çarpıştı. Sancağı aslan oğullarından Sabit b. Erkam aldı ve

“Ey insanlar aranızdan birini komutan seçin” dedi. İnsanlar:

“seni seçtik” dediler. Sabit

“Ben bu işi yapamam Hâlid b. Velid’i seçin” deyince insanlar, komutan olarak onu seçtiler. Hâlid, düşman saldırısını püskürttükten sonra, orduyu düzenli bir şekilde geri çekti.”[44]

Enes -Radıyallahu anh-’den: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onların ölüm haberlerini vererek şöyle buyurdu:

“Sancağı Zeyd aldı ve şehid düştü, sonra Cafer aldı, o da şehid düştü. Ondan sonra Abdullah b. Ravâha aldı o da şehid düştü” Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in gözlerinden yaşları akıyordu. Ondan sonra sancağı Allah’ın kılıçlarından bir kılıç aldı ve Allah fethi ona müyesser kıldı.”[45]

Halid b. Velid Radıyallahu anh düşman ordusuna önemli zayiatlar verdirdi. Hiç kuşkusuz üçbin kişilik bir ordunun ikiyüzbin kişilik bir orduyla çarpışmalara girmesi ve onlara önemli kayıplar verdirmesi bir zaferdir. Bu nedenle Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu ğazveyi fetih, ve Halid’i de Allah’ın kılıcı olarak nitelemiştir. Allahu Teala, bu ğazveye iştirak etmiş olan sahabelerden razı olsun ve bizi, orada şehadete kavuşarak cennet ve daha fazlasını elde eden şehidlerin yoluna iletsin! Amin.

 

İmâni Dersler ve Ölçüler:

 

1- O kahramanların sergilemiş oldukları bu cesaret ve kahramanlık, İslam’ın eseridir. Müslümanlar bu yakine, cennet ve şehadet özlemi hususunda bu yüce derecelere ne zaman kavuşurlar? Zeyd, Cafer, Abdullah b. Revâha gibi insanlığın övünç kaynağı bu kahramanlar içlerinden ne zaman çıkar? Ümmet, Allah’a ve Resulüne inanıp, kalpleri cennet ve ona kavuşma arzusu ile yandığı gün bu büyük derecelere ulaşır.

Nâfi’den: İbn Ömer ona haber verdiğine göre, o gün Cafer’in cesedi başında durmuş ve vücudunda tam elli yara tespit etmiş, bunların hiçbiri arkasında yani sırtında değildi.[46]

Sahih’deki bir diğer rivâyet de şöyledir. “Abdullah şöyle dedi: Ben de o ğazvede idim. Çarpışmalar kesildikten sonra cesetler arasında dolaşırken Cafer b. Ebi Talib’in cesediyle karşılaştık. Vücudunda doksan küsür ok ve darbe yarası tespit ettik.”[47]

Hafız şöyle dedi: Bu iki rivayet görünüşte birbirine muhaliftir. Fakat anlaşılan burada kaydedilen bizzat tam sayı değil yahut fazlalık ondaki ok yaraları itibariyledir. Bu diğer rivayet de zikredilmemiştir. Veya ellinin dışındaki yaralar, vücudunun diğer bölgelerinde, arkasında olabilir. Bundan onun arkasını döndüğü anlaşılmaz. Zira düşman ona her yandan saldırıyordu.”[48]

Âmir’den: “İbn Ömer, Cafer’in oğlunu selamladığı zaman “Allah’ın selamı sana olsun ey iki kanat sahibinin oğlu” derdi.[49]

Ebû Hâzim’den; O şöyle dedi: Hâlid b. Velid’in şöyle dediğini işittim: Mûte günü elimde dokuz kılıç parçalandı. Elimde geniş yüzlü bir yemen palasından başka silah kalmadı.”[50]

2- Hafız bu ğazvenin faydaları hakkında özetle şöyle dedi: Ölünün, ölüm haberini ilan etmek caizdir ve bu yasaklanan ölüm haberinden değildir. Orduya belli şart ve tertibe göre birden çok komutan tayin edileceği ve nitelikli kimselerin önderliğe seçilmesinin gereği, ayrıca savaşta tayin edilmeyi beklemeden yetenekli kimselerin komutayı almasının caiz olduğu.

Tahavî şöyle dedi: Bu asıldan şu sonuç çıkar: Müslüman imamları, herhangi bir şekilde kayıplara karıştığı zaman, o düşünceye kadar onun yerine bir adamı seçerler. Yine burada Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem sağ iken dahi, ictihadın caiz olduğuna, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in mucizesine, Hâlid b. Velid ve diğer mezkur sahabelerin faziletine işaret edilmektedir.[51]



15. MEKKE’NİN FETHİ

 

1- Ğazve’nin Olayları

2- İmâni Dersler ve Ölçüler.



MEKKE’NİN FETHİ

 

Mekke’nin fethi; Mekke’de, önce üç yıl boyunca gizlice yürüttüğü, daha sonra:

“Ey örtünüp bürünen,

Kalk, uyar

Rabbini tekbir et

Elbiseni temizle

Günahlardan uzak dur

Verdiğini çok bularak başa kalkma

Rabbin için sabret”

(Müddessir: 74/1-7)

Ve, “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr, 15/94) emirleri uyarınca açık davete giriştiği, müşriklerin ilahlarını kötülediği, onlara tapmanın sapıklık olduğunu açıkladığı, sonra arkadaşları ile beraber bu yolda müşriklerin bitip tükenmek bilmez alayları, yalanlamaları, baskıları, işkence ve suikastlerine maruz kaldığı, sonra cahiliyet taasubuna kapılarak ve sahte ilahlalarının intikamını almak için kendisini öldürmek isteyen kavminden kaçıp, “mağara arkadaşı ile beraber” Medine’ye hicret ettiği, burada bir İslam Devleti kurarak, sevgi, kardeşlik, yardımlaşma ve karşılıklı nasihatleşme esası üzerine müslüman bir toplum oluşturduğu, burada yaşayan yahudi ve civar kabilelerle bir ittifak antlaşması yaptığı ve sonra da şu ayeti kerime ile cihad emrini aldığı uzun ve meşakkatli bir davet ve cihad sürecinin meyvesidir. Cihad izni şu ayeti kerîme ile geldi:

“Kendileriyle savaşılan (mümin)lere (karşı koyma) izni verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye kadirdir.

Onlar, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, içlerinde Allah’ın ismi çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kuvvetlidir, gâliptir.” (Hacc, 22/39-40).

Cihad izni vâki olduktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem neredeyse ğazveye çıkmadığı bir ay geçirmemiştir. Bu küçüklü büyüklü ğazve ve seriyye şeklindeki savaşlarda çoğunlukla Bedir’de olduğu gibi Allah’ın izni ile düşmanlarına karşı galip gelmiş, onlardan ganimetler ele geçirerek güçlenmiş, kimi zaman da Uhud’da olduğu gibi bir sınanma, eğitim, Allah’ın bazılarını şehitlikle nasiplendirmesi hikmeti gereği yenilgi görmüştür. Fakat iman kalbe yerleşip, onu kuşattığı, kişi onun tadını aldığı zaman, artık karşısına çıkan zorluk ve engelleri görmez. Müminlerin mutlulukları kalplerindedir. İşte bu zorluklarla dolu uzun yolculuktan sonraki yolculuk boyunca müslümanların safından düşenler düşmüş, daha önce İslam’la savaşan nicelerini Allah İslam’la şereflendirmiş ve onları İslam’ın en samimi askerleri kılmıştır.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu fethe kapı açan ve hatta bizzat fetih olan Hudeybiye antlaşması gereğince Kureyş’le mütareke halindeydi. Bu mütarekeden sonra Bekroğulları Kureyş’in, Hüzâa’ kabilesi ise Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in himayesine girmiştir. Sonra Kureyş’in müttefiği olan Bekroğulları, Kureyş’ten aldıkları silah ve asker desteği ile Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in müttefiği olan Hüzâa’ kabilesine saldırdı ve onlardan bazılarını katletti. Böylece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile yapmış oldukları saldırmazlık anlaşmasını bozmuş oldular. İşte bu büyük fethe, kureyş ve müttefiklerinin bu ihanetleri sebep olmuştur. İbn Kayyım bu büyük fethi şöyle niteler: “Bu en büyük fetihle Allah, dinini, elçisini, ordusunu ve hizbini aziz kıldı. Âlemlere hidâyet kıldığı beldesini ve evini kâfir ve müşriklerin elinden kurtardı. Bu, gök ehlinin sevinç ve müjde duyduğu, insanların bölük bölük Allah’ın dinine giriş kapıları açıldığı, yeryüzünün aydınlık ve sevinçle gülümsediği bir fetihtir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem İslam’ın bölüklerini ve Rahman’ın ordusunu hicri sekizinci yılı Ramazan ayının onuncu günü harekete geçirdi. Medine’ye kendi yerine Ebu Ruhm Külsüm b. Husayn el-Gıffarî’yi bıraktı. Ümmü Mektum’un bırakılmış olduğunu söyledi.[52]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu hareket için civar kabilelerin de iştirakiyle onbin kişi toplamıştı. Yola çıktığı zaman oruçlu idi. Fakat Kedid’e ulaşınca orucunu açtı. Sahabeler de ona uyup oruçlarını açtılar.

İbn Abbas -Radıyallahu anhuma-’dan: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Medine’den, Ramazan’da onbin kişi ile beraber çıktı. Bu Medine’ye gelişinin sekizinci yılı ve Ramazan’ın ortasında idi. O ve diğer müslümanlar Mekke’ye oruçlu olarak hareket ettiler. Kedid’e ulaşınca -Usfan ve Fudeyd arasında bir yer- orucunu açtı, sahabeler de açtılar.”[53] Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem seferinin yönünü gizlemeye çalışarak, Kureyş’in karşısına ansızın çıkarak onlara bir sürpriz yapmak ve teslim olmalarını sağlamak; Mekke’ye savaşsız ve mukâvemetsiz olarak girmek istiyordu. Fakat, -Allah’ın kendilerine güzellik bağışladığı, daha önce Bedr’e iştirak etmiş bulunan- müslümanlardan birisi, bir mektup yazarak durumu Kureyş’e bildirmek istedi. Şimdi burada sözü Buharî’nin Ali -Radıyallahu anh-’den yaptığı rivayete bırakalım: Ali şöyle dedi: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem beni, Zubeyr ve Mikdad’ı gönderip şöyle buyurdu:

“Haydi gidin, Ravdatu Hâh adlı mevkiye vardığınızda bir kadın göreceksiniz. Onda bir mektup var, onu elinden alıp getirin.”

Bu emir üzerine yola revan olduk, atlarımızı koşturarak kadına Ravda’da yetiştik ve dedik ki:

“Haydi mektubu çıkar.”

“Bende mektub falan yoktur” deyince, şöyle dedik:

“Ya mektubu çıkarıp verirsin. Ya da elbiselerini soyup mektubu biz senden zorla alırız.” Bunun üzerine kadın mektubu saç bağından çıkartıp verdi.

Onu hemen alıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdük. İçerisinde şunlar yazılı idi:

“Hâtıb b. Ebî Beltaa’dan Mekke’deki müşriklerden birtakım insanlara:

Bu mektubu Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in savaş hazırlığı ile ilgili bazı işlerini onlara bildiriyordu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Ey Hâtıb, bu nedir?” Cevap verdi:

“Ey Allah’ın Rasulü! Bana kızmakta acele etme, sana anlatayım. Biliyorsunuz ki ben Kureyş arasında akrabası olmayan biriyim. Kendilerinden de değilim, yabancıyım. Seninle bulunan muhacirlerin de orada akrabaları vardır ki onları malları ve ailelerini korurlar. Fakat benim malımı ve ailemi orada koruyacak kimsem yoktur. Onun için onlardan dost edinmek istedim. Yoksa bu işi ben kafir olduğum, ya da dinden döndüğümden, ya da İslam’la müşerref olduktan sonra haşa küfre rıza gösterdiğimden dolayı yapmış değilim. Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmiş değilim.

Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi:

“Bakın bu adam size doğruyu söyledi.” Ömer fırlayıp dedi ki:

“Beni bırak da bu münafığın boynunu vurayım.” Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyudu:

“O, Bedir’de bulunmuştur, ne biliyorsun belki de Allah, Bedir ehline muttali olup da şöyle buyurmuştur: “İstediğinizi yapın, ben sizi bağışladım.” Bunun üzerine Allah şu ayeti inzal buyurdu:

“Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar...” (Mümtehine, 60/1)[54]

Evet, Bedir’e iştirak etmesi nedeniyle bu sahabenin bu günahı affedildi. Muzaffer İslam ordusu, Ümmü’l-Kurâ ve Beytullah’a doğru yola koyuldu. Diğer Arap kabileleri, bu harekete müdahale etmediler ve

“Eğer kavmi onu yenerse, artık bizim onunla savaşmamıza gerek kalmaz, o kavmini yenerse, bu onun doğruluk ve risaletini gösterir.” dediler. Bu nedenle Mekke’nin fethi, fetihlerin en büyüğü idi ve diğer yandan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ecelinin de yaklaşmakta olduğunun bir işaretiydi. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği, ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini överek tesbit et, O’ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeyi kabul edendir.” (Nasr Suresi)

Muzaffer İslam ordusu yürüyüşünü sürdürerek Mekke yakınlarına kadar geldi. Bu sırada Kureyş müşriklerinin liderlerinden Ebu Süfyan, Hakim b. Hizam ve Büdeyl b. Varka, yaklaşan İslam ordusu hakkında haber toplamak için Mekke dışına çıkmışlardı. O civardaki müslüman askerler tarafından esir alındılar. Urve b. Zübeyr bu olayı şöyle anlatır: Hişam b. Urve, babasından şöyle rivayet etti: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Fetih yılında (Mekke’ye doğru) yola çıkışını Kureyş duyunca Ebû Süfyan, Hâkim b. Hizam ve Budeyl b. Verka, haber toplamak üzere yola çıktılar. Merruz’z-Zehran’a vardıklarında, Arafat ateşlerini andıran yakılmış ateşlerle karşılaştılar. Bunun üzerine Ebû Süfyan dedi ki:

“Bu nedir? Sanki Arafat ateşidir.”

Büdeyl ise şöyle dedi:

“Amroğullarının yaktıkları ateşler olmasın?”

Ebû Sufyan cevap verdi:

“Amr’ınkiler bundan sayıca azdır, olamaz. Derken Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’in muhafızları onları gördüler, yakalayıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdüler. Ebû Süfyan müslüman oldu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Abbas’a dedi ki:

“Bunu şu dağın önünde tut ki müslümanların çokluğunu görsün.”

Abbas onu orada tuttu. Kabileler Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile bölük bölük geçmeye başladılar.

Her kabilenin askeri Ebû Süfyan’ın önünden geçiyordu. Ebu Süfyan da Abbas’a onların kim olduğunu soruyordu. Gifar kabilesi geçti, Abbas’a sordu:

“Bunlar kimdir?”

“Gifar’dır.”

“Gifar’dan bana ne?” dedi

Sonra Cüheyne kabilesi geçti, yine sordu. Yine aynı cevabı aldı. Sonra Sa’d b. Hüzeym geçti. Sonra aynı soru, aynı cevap. Sonra Süleym geçti, aynı soru, aynı cevap.

Ardından misli görülmemiş bir bölük geçince, sordu:

“Ya bunlar kimdir?” Cevap verdi:

“Bunlar Ensardır, başlarında elinde sancağı Sa’d b. Ubade bulunmaktaydı. Sa’d dedi ki:

“Ey Ebû Süfyan! Bugün harb günüdür. Bugün Ka’be helal kılınacaktır.” Ebu Süfyan dedi ki:

“Ey Abbas, Bugün koruma vazifesini yapacağın en iyi fırsat. Görelim seni (Şehrin yağmalanmasına engel ol.)

Sonra Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in de içinde bulunduğu en büyük ve en kalabalık ordu geçti. Sancak ise Zübeyr’in elinde bulunuyordu.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, onun yanından geçerken Ebû Süfyan dedi ki:

“Sa’d b. Ubade’nin ne dediğini bilmiyor musun?”

“Ne dedi” buyurdu.

“Böyle böyle dedi”

“Sa’d yalan söylemiştir. Lakin bugün Allah’ın Kabe’yi yücelteceği, Kabe’nin giydirileceği muazzam bir gündür” buyurdu. Sonra sancağının Hucun dağına dikilmesini emretti.”[55]

Muzaffer ordunun Mekke’ye girişi hususunda da Müslim, Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etti:

“Fetih günü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdik. Mekke’ye gelince ordunun sağ koluna Halid b. Velid’i sol koluna ise Zubeyr’i ve zırhsız askerlerin başına da Ebû Ubeyde’yi komutan tayin ederek gönderdi. Bunlar da vadinin içinde yol aldılar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ise ordunun ortalarında bulunmaktaydı. Bakıp beni görünce

“Ey Ebû Hureyre” diye seslendi.

“Buyur ey Allah’ın Rasulü” dedim.

“Bana Ensar’ı çağır” buyurdu.

Ensar derhal etrafını sardılar.

Kureyş ise Allah’ın Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem ile savaşmak üzere kendine ait muhtelif kabilelerden ve onların tabiilerinden bir ordu toplayıp şöyle dediler:

“Toplanan bu ordumuzu ileriye süreriz. Şayet bunların lehine bir zafer olursa biz de onlarla beraber oluruz. Aksi durumda bunlar bozguna uğrarlarsa o taktirde bizden istenilecek şeyi veririz.”

Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem yanındakilere:

“Kureyş’in cemaatleri ile onlara tabi olanları işte görüyorsunuz” dedi ve sonra da ellerinin birini diğerinin üzerine koyarak “onları biçin” emri verdi.

Sonra şöyle dedi: “Safa’da buluşuruz”

Ravi şöyle der: O gün onlara ulaşmak isteyen herkesi uyuttular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Safa’ya çıktı. Ensar geldi ve Safa’yı sardılar. Sonra Ebû Süfyan geldi ve şöyle dedi:

“Ey Allah’ın Rasulü! Bugün Kureyş topluluğu helak oldu. Artık bugünden sonra Kureyş yoktur.” Ebû Süfyan, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle dediğini söyledi:

Kim Ebû Süfyan’ın evine girerse güvencededir. Kim silahı elinden bırakırsa güvencededir. Kim evine girip kapısını örterse o da güvencededir.”[56]

İbn Kayyım şöyle dedi: Handeme’de müslümanlarla savaşmak üzere İkrime b. Ebi Cehl, Safvan b. Ümeyye ve Süheyl b. ‘Amr ile beraber Kureyş’ten ayak takımı insanlar bir araya toplandılar. Bekr oğullarından Hımas b. Kays, Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye girmeden önce ona karşı kullanılmak üzere silah hazırlıyordu. Karısı ona:

“Bunları niçin hazırlıyorsun?” diye sordu. O:

“Muhammed ve ashabı için”, dedi. Kadın:

“Vallahi, Muhammed ve ashabına hiçbir kimse ve hiçbir şey karşı koyamaz”, dedi. Hımas:

“Vallahi ben onlardan bazılarını esir alıp sana hizmet ettirmeyi dahi umuyorum”, dedi ve sonra şu beyti okudu:

“Onlar bugün gelecek olurlarsa, hasta değilim karşılarına çıkacak güçteyim.

Şu mükemmel silahlar: Uzun demirli mızrakla, iki ağızlı çabukça sıyrılan keskin kılıç da yanımdadır.”

Sonra Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebi Cehl ve Suheyl b. ‘Amr’ın Handeme’de topladığı savaş birliğine katıldı. Müslümanlar onlarla karşılaşınca kısa bir çarpışma oldu ve müslümanlardan Kürz b. Cabir el-Fihrî ve Huneys b. Halid b. Rabia şehid edildi. Bunlar Hâlid b. Velid’in komutası altındaydılar. Onun gittiği yoldan saparak başka bir yola girdiler ve öldürüldüler. Müşrikler de on iki kadar ölü verdikten sonra dağılıp, kaçmaya başladılar. Onlara silah getiren Hımas da kaçıp canını zor kurtardı. Gelip evine gizlendi ve karısına:

“Kapıyı kitle”, dedi. Karısı onunla:

“Hani dediğin nerede?” diye alay edince, şöyle dedi:

“Eğer sen Handeme’de bizim halimizi: Safvan’ın nasıl kaçtığını, İkrime’nin nasıl kaçtığını, Ebu Yezid Süheyl b. ‘Amr’ın nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü, kılıçlarla nasıl karşılanıp vurulduğunu, bacak ve kafa taslarının nasıl biçildiklerini, onların, arkamızdan nasıl haykırdıklarını görmüş olsaydın beni kınayacak en küçük bir söz bile bulamazdın.”[57]

Buharî’nin Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiği gibi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye yukarıdan girdi:

“Fetih günü Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem terkisinde Üsame b. Zeyd ve beraberinde Bilal ve Osman b. Talha olduğu halde devesi üzerinde Mekke’nin üst tarafından Mescide girdi. Mescidin kayyumu olan Osman b. Talha’ya, Kabe’nin anahtarının getirilmesini emretti. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha ile beraber Kabe’nin içine girdi. Orada uzun bir süre geçirdi. Sonra insanların arasına çıktı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem çıktıktan sonra oraya ilk önce giren Abdullah b. Ömer oldu. Bilal’in kapının arkasında ayakta durduğunu gördü. Ona: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem nerede namaz kıldı?” diye sordu. Bilal, ona Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in namaz kıldığı yeri gösterdi.

Abdullah şöyle der: Bilal’e Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kaç rekat kıldığını sormayı unuttum.”[58]

Prof. Dr. Ekrem el-Umerî şöyle dedi:

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem putların yıkılmasını ve Beytullah’ın onlardan temizlenmesini emretti. Kendisi de bizzat bu işe katılarak elindeki yayı ile onları teker teker devirmiştir. Putları devirirken bir yandan da: “Yine de ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur” (İsra, 17/81) ayetini okuyordu.

Kâbe’de bulunan üçyüzaltmış putun tamamı yıkıldı. İbrahim, İsmâil ve İshâk’ı fal oku çeker şekilde gösteren resimler zaferan ile silindi. Bir rivâyete göre Kâbe’nin içinde Meryem’in de resmi vardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu resimler silinmeden Kâbe’ye girmedi. Sonra içeri girdi ve ön iki direk arasında iki rekât namaz kıldı. Kâbe altı direk üzerine bina edilmiştir. Kâbe’nin kapısını arkasına alarak, iki direk solunda, bir direk sağında ve üç direk de arkasında olmak üzere namaz kıldı. Sonra dışarı çıktı ve Kâbe’nin anahtarını tekrar, Osman b. Talha’ya verdi. Kâbe’nin Kayyumluğu cahiliyye döneminde Şeybe oğullarının elindeydi, onların bu konumlarını devam ettirdi. Sonra eliyle Hacerü’l-Esved’i selamlayarak, tekbirler, zikirler ve şükür ifadeleriyle Beyt’i tavaf etti. İhramsız idi ve başında miğfer vardı. Sonra siyah bir sarık sardı. Bu, umre veya hac yapmaya niyeti olmayan kimselerin Mekke’ye ihramsız olarak girebileceklerini göstermektedir.[59]

İbn Kayyım -Rahmetullahi aleyh- şöyle dedi:

“Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Bilâl’e Kâbe’nin üstüne tırmanıp ezan okumasını emretti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem daha sonra Ebû Talib’in kızı Ümmü Hani’nin evine giderek yıkandı ve sekiz rekat namaz kıldı. Vakit kuşluk idi. Bu nedenle, bazıları bunun kuşluk namazı olduğunu sandılar. Fakat bu kuşluk değil, fetih namazıdır. Ümmü Hani Kayın biraderlerinden iki kişiye eman verdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Senin eman verdiğine biz de eman verdik ey Ümmü Hani”[60] Fetih tamamlandıktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem dokuz kişi hariç, tüm Mekke’liler için genel af ilan etti. Bu dokuz azılı İslam düşmanının ise, Kâbe’nin örtüsüne yapışık bulunsalar dahi öldürülmelerini emretti. Bunlar Abdullah b. Sa’d b. Ebu Serh, İkrime b. Ebu Cehl, Abduluzza b. Hatal, el-Haris b. Nüfeyl b. Vehb, Mikyes b. Subaba, Habbâr b. Esved ve İbn Hatal’in Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem hakkında çirkin şarkılar okuyan iki cariyesi ile Abdulmuttalib oğullarından birisine ait bir cariye olan Sâre.

Bunlardan İbn Ebu Serh tekrar İslam’a girdi. Daha önce müslüman olmuş ve Medine’ye hicret etmişti. Fakat bir süre sonra dinden döndü ve Mekke’ye gelerek müşriklere katıldı. Şimdi canı tehlikeye girince tekrar müslüman oldu.

İkrime’ye gelince; hanımı onun için Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den eman aldı. Bunun üzerine geri dönerek müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi.

İbn Hatal, el-Haris, Mikyes ve o iki cariyeden biri öldürüldüler. Habbar b. Esved’e gelince ki Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kızı Zeyneb’e hakaret eden ve vuran o idi - kaçmayı başardı. Sonra müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Sâre ve diğer cariye’ye de insanların talebi üzerine eman verdi. Onlar da müslüman oldular.[61]

Böylece Allah’ın elçisine vaadi gerçekleşti. Zafer ve fetih müyesser kılındı. İnsanlar bölük bölük Allah’ın dinine girdiler. Cahiliyet ve putperestlik yok oldu.

Allah’ın yardım ve zaferi ile müminler feraha kavuştular. Allah, dinini, elçisini ve müminleri izzet ve şerefe kavuşturdu. Fakat tüm bunlar yirmi yıl süren uzun ve meşakkatli bir mücadele, cihad ve sabır maratonundan sonra gerçekleşti. Fakat bu büyük fetihe; mücadeleleri, cihadları, sabırları, davetleri hatta kan ve ruhları ile katkıda bulunan birçok kahraman kimseler, müminlerin bu zafer sevincine ortak olamadılar. Çünkü onlar, dinin zaferi ve Rabbu’l-Aleminin sancağıın yükselmesi için sahip oldukları herşeylerini feda ettikten sonra, Allah yolunda şehid düşmüşlerdi. Mus’ab b. Umeyr, Hamza b. Abdulmuttalib, İbn Revâha, Sa’d b. Muâz, Abdullah b. Haram, Haram b. Milhan ve daha isimlerini sayamayacağımız niceleri. Fakat onlar, zafer mutluluğunu göremeseler de, Allah yolundaki cihadlarının sevabını tam olarak aldılar. Allah ve Resulünün sevgisine mazhar oldular. Her bir mücahidin, hak ile batıl arasındaki mücadelenin nihai sonucunu görmesi gerekmemektedir. Bazılarının eceli, onları bu mücadelenin daha ilk aşamalarında yakalayabilir. Bazen arızi bir yenilgi yaşanır. Çalışmaların tam olarak karşılığı Allahu Teala’nın buyurduğu gibi kıyamet günündedir.

“Yaptıklarınızın karşılığı kıyamet gününde size tastamam verilecektir.” (Al-i İmran, 3/185)

Allah’tan bizi samimiyetle dinine hizmet eden, fetihlere vesile olan kullarından kılmasını diliyoruz.

 

İmâni Dersler ve Ölçüler

 

1. Mekke’nin fethi müslümanlar için çok büyük fetihlerin başlangıcı idi. İnsanlar İslamiyette Kureyş’e tabi oldukları gibi, Cahiliyyede de onlara tabi idiler. Mekke şirk ve putperestliğin başkenti idi. Arab kabileleri, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile Kureyş arasındaki mücadelenin sonucunu bekliyorlardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem galip geldiği takdirde müslüman olacaklar, Kureyş galip gelirse de, artık Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile kendilerinin savaşmalarına gerek kalmamış olacaktı.

Ebu Kılâbe, ‘Amr b. Seleme’den onun şöyle dediğini rivayet etti: Eyyub dedi ki Ebu Kılâbe bana onunla görüşüp sormaz mısın? (Eyyub) dedi ki: Görüştüm ve sordum: Şöyle dedi:

“Biz insanların uğrak yerinde idik. Bize her bir binici uğradığında ona sorardık:

“İnsanların durumu ne, İnsanların durumu ne? Bu adam neci?” Onlar da şöyle derlerdi:

“Allah’ın elçisi olduğunu, kendisine vahyettiğini veya şöyle şöyle vahyettiğini iddia ediyor.!” Ben bunları duyuyor ve sanki bunlar gönlümde yer ediyordu. Araplar onların İslam’ını kınıyordu. Fetih zamanı şöyle dediler:

“Onu kavmiyle başbaşa bırakın. Eğer o kavmini yenerse demek ki gerçek bir peygamberdir.” Ne zaman ki fetih gerçekleşti, her kavim İslam’a koştu...”[62]

2. Muhammed Said Ramazan şöyle dedi:

Bu büyük fethin olaylarını düşündüğünüz zaman, bundan önce vaki olan cihad, şehâdet ve zorlukların kıymetini ve bunlardan hiçbir şeyin boşa gitmediğini görmüş olacaksınız.

Tek bir müslüman kanının damlası dahi heder olmamış, müslümanlar bunca çile ve zorlukları boşuna çekmemişlerdir. Tüm bunlar, bu fetih ve zafer için ödenen bedellerdir. İşte bu Allah’ın kulları arasında cari olan sünnetinin gereğidir. Gerçek İslam olmadan zafer olmazdı, kulluk olmadan da İslam olmazdı. Özveri, Allah yolunda zorluk ve meşakkatlere katlanmadan, cihad etmeden de kulluktan söz edilemezdi.[63]

3. Mekke’nin barış yoluyla mı yoksa zorla mı feth edildiği hususunda alimler ihtilaf ettiler. Şafiî ve Ahmed, sulh yoluyla girildiği, Kureyş’in barış temsilcisinin Ebû Süfyan olduğu ve anlaşmanın şartının, haklarında ölüm fermanları çıkarılanlar hariç evine girip kapısını kapayan veya Ebû Süfyan’ın evine giren herkesin emniyet içinde olmasıdır.

Mâlik ve Ebû Hanife ise Mekke’ye güç kullanılarak girildiğini söylediler ve buna Hâlid b. Velid’in Kureyş’in ayak takımıyla yaptığı çatışmaları delil olarak gösterdiler.

Tüm alimler Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke’den hiçbir şeyi ganimet olarak almadığı, kimseyi köleleştirmediği hususunda müttefiktirler. Mekke’nin barış ile alındığını söyleyenler için bunun sebebi açık. Zorla alındığını söyleyenler ise, ganimet ve köle alınmamasını şöyle yorumladılar: Mekke, Harem bölgesi olması itibariyle Allah’ın kullarına vakfiyesi gibidir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem orayı bu nedenle taksim etmemiştir. Bazı alimler bu görüşü mesned kabul ederek Mekke’nin arazilerinin satılmasını yasaklamışlarsa da, delil bunun hilafınadır. Allah en doğrusunu bilendir.[64]

4. İbn Kayyım: Şu başlık altında özetle şunları kaydetti: “Bu ğazvedeki bazı Fıkhî ve ince meselelere işaret hususunda bir fasl”

- Antlaşmalı bir devlet, İmam’ın riayetinde bulunan bir başka devlete harb ilan etmekle, anlaşmalarını bozmuş ve imam’a harb ilan etmiş sayılırlar. Bu durumda artık aralarında bir antlaşma kalmamıştır. İmam dilediği an onlara karşı taarruza geçebilir.

- Bu durumda onların en sıradan insanlarından en şereflilerine kadar tamamının antlaşmaları geçersiz sayılır.

- Müslümanlar zayıf, düşmanları güçlü olduğu zaman, harb ehliyle barış antlaşması yapılabilir.

- Kafirlerin elçileri öldürülmez.

- Casus idam edilir. Eğer müslüman ise İmam’ın görüşüne başvurulur ve müslümanların çıkarı ne ise ona göre karar verilir.

- Hevâ ve bid’at ehlinin aksine, Allah, Resûlu ve Dini için kızarak, tevil yoluyla bir müslümanı küfür ve nifak ile suçlayan kimse bununla küfre ve hatta günaha girmez. Bilakis niyet ve maksadına göre sevap alır.

- Hâtıb örneğinde olduğu gibi büyük iyilik, şirk dışındaki büyük günaha kefaret olabilir. Hâtıb’ın Bedr’e iştirak etmesi, onun casusluk günahına kefaret olmuştur.

- Mekke’ye meşru bir savaş için ihramsız olarak girilebilir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ve sahabeler fetih günü böyle girmişlerdir. Bunda bir ihtilaf yoktur.

- Bu kıssadan Cumhur’un da dediği gibi Mekke’nin kuvvet zoru ile feth edildiği açıkça görülmüş olur. Bu konu da Cumhura sadece Şafii ve bir kavlinde Ahmed muhalefet etmişlerdir. Fakat bu kıssa cumhurun görüşünü teyid etmektedir.

- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e küfreden, söven kimseler idam ile cezalandırılırlar. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem kendisine söven Mikyas b. Sühabe, İbn Hatel ve kendisine sövgü dolu şarkılar söyleyen iki cariyeye eman vermemiştir. Oysa normal durumda düşman devletin kadın ve cariyeleri öldürülmez.[65]

5- İbn Kayyım -Rahmetullahi aleyh- şöyle devam etti:

Hadiste, Kabe’nin içindeki resimler silinmeden Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in oraya girmediği belirtilmektedir. Bu resimli bir yerde namaz kılmanın kerâhiyetine delildir.

- Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke’ye başında siyah bir sarık ile girdiği rivayeti gereğince ara sıra siyah giysiler giyilmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır.

- Bu ğazvenin başlangıcında mut’a serbest iken, Mekke’den çıkmadan yasaklanmıştır.

- Ümmü Hani’nin yaptığı gibi bir kadının bir veya iki erkeğe eman verebileceği hususu.

- Kötü ve ğaliz bir şekilde dinden dönen kişinin, tevbeye davet edilmeden öldürülmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh, müslüman olmuş ve Medine’ye gelmişti. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in vahiy katipliğini yapıyordu. Sonra dinden döndü ve Mekke’ye gitti. Fetih günü, Osman b. Affan onu biat etmesi için Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına getirdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, o gün uzun süre onun biatını kabul etmedi. Sonra kabul etti ve etrafındaki müslümanlara şöyle çıkıştı:

“Ondan biat kabul etmediğim süre zarfında sizden biriniz çıkıp da onun boynunu vurmalı değil miydi?” Adamın birisi:

“Bana gözünle işaret etseydin ya, ey Allah’ın Resulü”, dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Bir peygamberin gözleriyle ihanet etmesi yakışmaz” buyurdu.[66]


16- HUNEYN ĞAZVESİ VE TAİF KUŞATMASI



 

 

A- HUNEYN ĞAZVESİ

 

Yüce Allah şöyle buyurdu:

“Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn gününde size yadım etmişti, hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmişti, fakat sizden hiçbir şeyi gidermemişti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda gerisin geri kaçmıştınız. Sonra Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini indirdi, sizin görmediğiniz ordular indirdi de kafirlere azap etti. İşte bu, o kafirlerin cezasıdır” (Tevbe: 9/25-26)

Cabir b. Abdillah -Radıyallahu anhuma-’dan: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’nin fethini tamamladıktan sonra Huneyn’e doğru harekete geçti.

Malik b. Avf en-Nasrî, Nasr ve Cüsen kabilelerini, Hilal oğullarını, Amr b. Asım oğullarından bazılarını içine alacak şekilde ve müttefiği kabilelerinden bir ordu oluşturdu. Sonra yanına kendisinin ve kavminin tüm mal ve çoluk-çocuğunu alarak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e doğru harekete geçti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onun bu faaliyetlerini haber alır almaz. Abdurrahman b. Ebî Hadred el-Eslemî’yi bilgi toplamak üzere görevlendirdi ve ona:

“Git aralarına gir ve onlar hakkında bize bilgi topla” buyurdu.

Abdurrahman b. Ebi Hadred gidip onların arasına girdi ve içlerinde bir veya iki gün kaldıktan sonra gelip topladığı istihbaratı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e bildirdi.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Ömer’i yanına çağırarak ona, Abdurrahman b. Ebî Hadred’in getirdiği haberlerini anlattı. Ömer:

“İbn Ebî Hadred yalan söylüyor”, dedi. İbn Ebî Hadred:

“Ey Ömer, sen şimdi beni yalanlıyorsun ama, daha önce benden hayırlı olan zat’ı da yalanlamıştın” dedi. Ömer:

“Ya Rasûlallah İbn Ebî Hadred’in dediğini işitiyor musun?” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Ey Ömer daha önce sapıklıkta idin de Allah seni doğru yola iletti” buyurdu.

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem sonra Safvan b. Umeyye’ye adam göndererek ondan elindeki silahları istedi. Safvan:

“Bunları gasp ederek mi alacaksın ey Muhammed” dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Bilakis, kırılan ve yetirilenleri tazmin etmek üzere emanet olarak istiyorum” buyurdu. Ümeyye ona istediği silahları verdi.

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem daha sonra harekete geçti.”[67]

İbn İshak şöyle dedi: Bana İbn Şihab ez-Zuhrî, Sinan Ebu Sinan ed-Du’lî’den o da, Ebu Vâkid el-Leysi’den el-Haris b. Malik’in şöyle dediğini anlattı: Bizler Cahiliyeden henüz yeni çıkmış kimseler olarak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber Huneyn’e hareket ettik. Kureyş kafirleri ve diğer Arapların “Zatu Envât” dedikleri büyük ve yeşil bir ağaç vardı. Her yıl burayı ziyaret ederek dallarına kılıçlarını asar, gölgesinde kurbanlar keser ve bir gün boyunca ona takdis ederlerdi.

Râvi dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber yürüyüşümüzü devam ettirirken büyük ve yeşil bir ağaç gördük.

Râvi der: Yolun kenarlarında bağırdık:

“Ya Rasulallah onların bir Zatu Envat’ı olduğu gibi bize de bir Zatu Envât yap” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Allahu Ekber! Nefsim elinde olana yemin olsun ki Musa’nın kavminin Musa’ya sözü gibi bir söz söylediniz.” “Onların ilahları olduğu gibi bizim için de bir ilah yap!” dediler. Musa: “Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz” dedi” Bu ümmetlerin adetleridir. Sizlerde öncelkilerin adetlerine uyacaksınız.”[68]

Kurtubî şöyle dedi: “Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmişti...” kavli ilahisinin işaret ettiği çokluk: 12 bin kişi denildiği gibi, 11 bin 500 veya 16 bin kişi de denilmiştir. Bazıları “Bugün artık sayı azlığından yenilmeyiz” demişler ve çokluklarına güvenmişlerdir. Savaşın başlangıcında müslümanlar yenilir ve geri çekilir olmuşlarsa da sonra Seyyîdu’l-Murselîn Sallallahu aleyhi vesellem’in bereketi ile zafer müslümanların olmuştur. Allahu Teala bu ayeti kelimede zaferin, sayı çokluğu ile değil, Allah’ın yardımı ile olduğunu beyan etmiştir. Yüce Allah şöyle buyurdu:

“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiçkimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder?” (Al-i İmran, 3/160)

Müslim, Kesir b. Abbas b. Abdulmuttalib’den rivayet etti. O, Abbas’ın şöyle dediğini söyledi: “Huneyn günü ben Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte harpte bulundum. Müslümanlarla kafirler karşı karşıya gelince, müslümanlar sırtlarını dönüp kaçtılar. Yalnız kalan Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem korkusuzca büyük bir cesaret ve kahramanlıkla katırını düşmana doğru sürdü. Ben hızlanmasını önlemek amacıyla katırın yularından tutuyordum.

Ebu Süfyan b. el-Haris ise onun üzengisinden tutmuş önlemeye çalıyordu. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Ey Abbas, ağaç altında bey’at edenleri; (yani Rıdvan bey’atinde bulunanları kast ediyor) çağır!” Abbas -ki sesi kuvvetli biriydi- dedi ki: Avazımın çıktığınca şöyle bağırdım:

“Semure ashabı nerede?”

Vallahi sesimi duyduklarında onların dönüşleri sığırın yavrularına karşı duydukları sevgi ve şefkati andırıyordu. Bu çağrıya şöyle cevap verdiler:

“Lebbeyk lebbeyk: geldik geldik”

Sonra düşmanların üzerine amansız bir şekilde hücum edip savaştılar. Sonra Ensar’a seslenildi:

“Ey Ensar topluluğu! Ey Ensar topluluğu!” Daha sonra bu çağrı el-Haris b. el-Hazrecoğullarına tahsis edildi.

Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem düşmana saldırmak üzere katırının üstünde şöyle bir baktı ve

“İşte bu, tandırın kızıştığı zamandır” buyurdu.

Sonra bir avuç taş alıp kafirlerin yüzlerine doğru şöyle söyleyerek attı:

“Muhammed’in Rabbine yemin olsun bozguna uğradılar” Gittim baktım, hakikaten harbin durumu aynen onun dediği gibi. Vallahi o, kafirlere taş atmaktan başka bir şey yapmamıştı. Artık onların kuvvetlerinin zayıfladığını ve durumlarının büsbütün bozulduğunu görebiliyordum.”[69]

Aynı şekilde İbn İshak’tan şöyle rivâyet edildi: Adam’ın biri Berâe -Radıyallahu anh-’a gelip:

“Ey Ebu Umara, Huneyn günü hepiniz kaçmış mıydınız?” diye sordu. Berâe cevap verdi:

“Ben, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in kaçmadığına tanıklık ederim. Lakin askerler içinde yükleri hafif olanlar ile zırhsız olanlar Hevazin’in bir kanadına doğru yürüdüler.

Halbuki bu mevkide okçu kimseler vardı. Onları çekirge sürüsü gibi hep birden ok yağmuruna tuttular. Bunun üzerine dağıldılar. Böylece düşman, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e yöneldi. Ebû Süfyan b. el-Haris Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in katırının yularından çekiyordu. Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem indi, dua etti ve Allah’tan yardım istedi. Şöyle diyordu:

“Yalan yok, ben Peygamber’im.

Ben Abdulmuttalib’in oğluyum.

Allah’ım yardımını bize indir.”

Berâe dedi ki: Sonra onları saf yaptı. Vallahi harp kızışıp herhangi bir sıkıntı ile karşı karşıya kaldığımız zaman Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in arkasında durarak kendimizi korumaya çalışırdık. İçimizde hakikaten en cesur ve kahraman olanımız da Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem in hizasında durabilen kimse idi.”[70]

İbn İshak şöyle dedi: Müşrikler bozguna uğrayınca kaçışmaya başladılar. İçlerinde Malik b. Avf’ın da olduğu bir grup Taif’e sığındı. Bazıları Evtas’da toplandı, bir kısmı da Nahle’ye doğru kaçıştılar. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Evtas’ta toplananların üzerine Ebû ‘Amir el-Eşarî komutasında bir ordu gönderdi. Burada çıkan çatışmada Ebû ‘Amir kendisine isabet eden bir ok ile şehid oldu. Ondan sancağı kardeşinin oğlu Ebû Musa el-Eşarî aldı ve kesin galibiyet sağlayıp, amcasının katilini öldürünceye kadar onlarla savaştı ve onları yenilgiye uğrattı.[71]

Ebû Derdâ babasından rivayet etti: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Huneyn’de düşmanı hazimete uğrattıktan sonra kaçan düşman birliklerini takip için Ebû ‘Amir’i bir ordunun başında Evtas’a gönderdi. Ebû ‘Amir orada Dureyd b. Simme komutasındaki müşrik ordusuyla karşılaştı. Dureyd öldürüldü ve ordusu kesin bir yenilgiye uğratıldı. Ebû Musa’yı Ebû ‘Amir ile Berâeber gönderdi. Cüşenoğullarından bir adam attığı ok ile Ebû ‘Amir’i dizinden yaraladı. Yaralandığını görür görmez onun yanına gittim ve

“amcacığım seni kim yaraladı, bana göster”, dedim. Bir adama işaret ederek

“işte beni yaralayan şu adamdır”, dedi. Amcamı yaralayan adamı görür görmez üzerine saldırdım. O, benim kendisine saldırdığımı görünce, arkasını dönüp kaçmaya başladı peşine düştüm, bir yandan da ona şöyle bağırıyordum:

“Kaçmaktan utanmıyor musun? Sen arap değil misin?” Nihayet adam kaçmaktan vaz geçti. Karşılıklı çarpışmaya başladık. Kılıç ile vurup onu öldürdüm. Sonra Ebû ‘Amir’in yanına gitim ve ona

-“Allah seni yaralayan adamı öldürdü”, dedim. Bana

“Şu oku dizimden çek”, dedi. çektim ve yara yerinden su boşalmaya başladı. Bana:

“Ey kardeşimin oğlu, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına git, benden ona selam söyle ve şöyle de:

“Ebû ‘Amir, senden onun için istiğfar etmeni diliyor” Râvi anlatıyor: Ebû ‘Amir beni, ordunun başına geçirdi. Sonra aradan fazla geçmemişti ki aldığı yaranın etkisiyle öldü. Savaştan sonra Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına döndüm ve huzuruna girdim. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem o sırada, hasırdan örülmüş ve üzerine şilte serilmiş bir somya üzerinde yatıyordu. Hasır örgüleri, kendisinin sırtına ve yanlarına iz yapmıştı. Ona savaş ve Ebû ‘Amir’in öldürüldüğü haberini verdim ve:

“Bana, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ’e söyle benim için istiğfar etsin dedi”, dedim. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem su istedi, onunla abdest aldı ve sonra

“Ya Rabbi onu kıyamet gününde birçok kulunun veya insanın üstünde kıl” dedi. Ben:

“Ya Resulallah, benim için de bağışlanma talebinde bulun”, dedim. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Ey Allah’ım Abdullah b. Kays’ı mükerrem bir yere girdir” buyurdu. Ebû Berde şöyle dedi. Bu dualardan biri Ebû Amir, diğeri Ebû Musa içindir.”[72]

İbn Kayyım -Rahimehullah- şöyle dedi: Bu ğazvede 6 bin köle, 24 bin deve, 40 binden fazla koyun, 4 bin ukiye gümüş ganimet elde edilmiş ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem on küsür gece boyunca müslümanlar toplanıncaya kadar onları taksim etmemiştir.

Sonra taksime mallardan başladı. İlk önce kalplerini ısındırmak istediği kimselere pay verdi. Ebû Süfyan b. Harb’e 40 ukiye ve yüz deve verdi. Ebû Süfyan oğlum Yezid’e deyince, 40 ukiye ve yüz deve de ona verildi. Ebû Süfyan: Oğlum Muaviye deyince, yüz deve de ona verildi. Sonra Ebû Süfyan yüz deve daha isteyince, ona yüz deve daha verildi. Nadr b. el-Haris b. Kelde’ye 100 el-’Alâ b. Harise es-Sekafi’ye 50, Abbas b. Mirdas’a 40 deve verdi. Abbas b. Mirdas bu hususta bir şiir okuyunca ona 60 deve daha vererek yüze tamamladı. Sonra Zeyd b. Sabit’e insanlar ve koyunların sayılmasını emretti, sonra bu sayıma göre taksimat yapıldı. Her piyade mücahide 4 deve, 40 koyun, her süvariye ise 12 deve, 120 koyun taksim edildi.[73]

Enes b. Mâlik -Radıyallahu anh-’den O, şöyle dedi: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Kureyş’ten bazı adamlara yüzer deve verince, Ensar’dan birtakım insanlar şöyle dediler: Allah, Resulünü bağışlasın, Kureyş’e veriyor, bizi terkediyor, oysa kılıçlarımızdan hala onların (Kureyş’in) kanları damlıyor.”

Bu söylenti Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e nakledilince, hemen Ensar’a bir haber gönderip onları bir araya topladı ve şöyle buyurdu.

“Sizlerden neler duyuyorum?” Ensarın fakihleri (ince anlayış sahipleri) şöyle dediler:

“Bunu aklı başında olanlarımız söylemedi, genç olan birtakım deneyimsizler söyledi.”

Bunun üzerine şöyle buyurdu:

“Ben ganimeti henüz müslüman olmuşlara veriyorum ki, onların gönüllerini dine daha iyi ısındırayım. İnsanlar dünya malı ile evlerine gitsinler; siz de Allah Resulü ile evlerinize dönün bundan hoşnut değil misiniz? Vallahi sizin kendisiyle döndüğünüz, onların döndükleri şeylerden daha hayırlıdır.”

“Evet ey Allah’ın Resulü, biz hoşnut olduk”, dediler. Sonra şöyle buyurdu:

“Siz benden sonra çok büyük bir zenginlikle karşılaşacaksınız. Allah ve Rasûlüyle Havz’ında buluşuncaya kadar sabredin!” Enes dedi ki: “Ancak biz sabredemedik”[74] Daha sonra Hevazin kabilesi müslüman olmuş olarak geldiler ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den esirlerini ve mallarını geri istediler. Rasûlullah da onları kadın ve çocuklar ile malları arasında muhayyer bıraktı. Kadın ve çocuklarını tercih ettiler.

Urve b. Zübeyr, Mervan ve Misver b. Mahreme’nin kendisine şöyle haber verdiklerini söyledi:

“Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e Hevazin’in müslüman olmuş heyeti gelip harpte kendilerinden ganimet olarak alınan mal ve esirlerini geri istediler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onlara şöyle buyurdu.

“Benim yanımda şu gördüğünüz askerler vardır. (Onlardan hepsinin de bu mallarda hakkı vardır.) Sizlerden en hoşuma gideni doğru olanıdır. Dolayısıyla ya esirlerinizi veya mallarınızı tercih edin. Ben sizi çok beklemiştim.”

Evet gerçekten de Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onları belki müslüman olarak gelirler diye on küsür gece beklemişti.

Kendilerine iki şeyden ancak birisi verileceğini anlayan Hevazin Heyeti “Esirlerimizi seçiyoruz” dediler.

Sonra Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem, müslümanlar içinde ayağa kalkıp Allah’a gereği gibi hamdu sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

“Bu kardeşleriniz bize tevbe etmiş olarak geldiler. Ben esirlerini kendilerine geri vermeyi uygun buldum. Kim karşılıksız olarak bunu yapmayı isterse yapsın” İnsanlar:

“Gönlümüz buna hoş ve razıdır, ey Allah’ın Resulü”, dediler. Onlara şöyle dedi:

“Hanginizin izin verip, hanginizin vermediğini kestiremiyorum. Bu nedenle gidin de işinizi daha iyi bilen bilgeleriniz gelsinler.” Gittiler, kabilelerin bilgeleri, kendi toplulukları ile görüştüler ve gelip:

“Razı olup izin verdiler” dediler. Râvi: İşte, Hevazin esirlerinden bana ulaşan bilgi budur.[75]

 

İmâni Dersler ve Ölçüler:

 

1- İbn Kayyım -Rahimehullah- özetle şöyle diyor:.

Bu ğazvenin kapsadığı bazı fıkhî meseleler ve ince hikmetler:

Allahu Teala Rasulüne Mekke’yi feth ettiği takdirde, insanların bölük bölük onun dinine gireceklerini ve tüm Arapların ona boyun eğeceklerini vaad etti ki o vaadini yerine getirenlerin en sadığıdır. Ne zaman ki büyük fetih tamamlandı, Yüce Allah’ın emrinin yerine gelmesi, Resulünü ve dinini aziz müslümanları muzaffer kılması ve mallarının müslümanlara fetih hediyesi olması hikmetleri gereğince Hevazin kabilesi ve ona tabi olan birtakım kabilelerin kalpleri İslam’a girmekten alıkonuldu. İslam’a karşı savaşmak üzere harekete geçtiler. Allah onların kalplerini müslümanlara karşı savaşmak duygusuna yöneltti ve yine onların kalplerine sahip oldukları tüm mallarını ve çoluk çocuklarını savaş meydanına getirme duygusu attı. Böylece Allah, onların tüm mal ve nimetlerini kendi ordusu ve hizbi için ziyafet ve keramet kıldı. Müşrikler hezimete uğrayarak savaş meydanında kadın, çocuk ve mallarını bırakıp kaçtılar. Müslümanlar onların kadın ve çocuklarına dokunmadılar. Allah da onlara kalplerine müslüman olma duygusu verince müslüman olarak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına geldiler ve İslam olmanın bereketiyle kadın ve çocuklarına yeniden kavuştular. Malları için ise gökten şöyle bir teselli geldi:

“Eğer Allah sizin kalbinizde bir hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir” (Enfal, 8/70).

- Yüce Allah bu savaş ile, zafer ve büyük ganimetlerle Mekkelilerin gönlünü okşamış ve fetih nedeniyle duydukları kırgınlığı gidermiş, onları sevince boğmuştur.

- Devlet Başkanı, düşmanlarla savaş için, müşriklerden silah ve karşı gereçleri alabilir.

- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Safvan’dan harp malzemelerini ve “kırılan ve yitirilenleri tazmin” şartıyla aldı. Bunun emanet meselesinde iki şer’î kural mı yoksa, aynısıyla tazmini haber vermek mi olduğu hususunda alimler ihtilaf etmişlerdir.

Düşmanın gücünü kırmak veya etkisiz hale getirmek için kişi tarafından atının veya bineğinin ayağı kesilebilir. Bu, hayvanlara eziyet yasağı dairesine girmez. Ali -Radıyallahu anh- düşman sancaktarını öldürebilmek için onun devesinin ayağını kesmiştir.

Yine bu ğazvelerde birçok nebevî mucizeler ve risâlet ayetleri gerçekleşmiştir. Bunlardan biri de herkesin kaçtığı savaş meydanından Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ‘in tek başına sebat edişidir.

- Diğer bazı mucizeleri ise Allah’ın onun attığı bir avuç dolusu kumu tüm düşmanlarının gözüne isabet ettirmesi ve Allah’ın bu savaşta müminlere destek olarak, onlarla beraber çarpışan melekler göndermesi. Öyle ki müşrikler ve bazı müminler bu melekleri gözleriyle görmüşlerdir.

- İmam’ın elde edilen ganimetleri hemen dağıtmayıp, kafirlerin müslüman olmalarını beklemesi ve müslüman olduktan sonra, onlardan alınan mal ve esirleri, onlara geri iade etmesi caizdir. Bu, ganimet sadece elde edilmekle değil, ancak taksim edildikten sonra mülk edinilebilir görüşündeki fıkıhçılara delildir.

- Bu ğazvede Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Kim bir düşmanı öldürdüğünü ispat ederse, onun üzerindekileri alabilir”[76]

Bundan önceki başka bir savaşta da böyle buyurmuştu. Alimler, bu hakkın şer’an mı yoksa şartlı olarak mı tahkik ettiği hususunda ihtilaf etiler. Ahmed’den her iki görüş te rivâyet edildi.[77]

2- Kâsimî Rahmetulllahi aleyh “Hani Huneyn günü çokluğunuz size kendinizi beğendirmişti...” ayeti hakkında şöyle dedi: Bazıları şöyle dediler: Ayet, sadece Allah’a güvenip dayanmak gerektiğini gösterir. Ayrıca bu kıssa, müminlere hoş ve latifeli davranmanın, savaşta kafirlere çakıl savurmanın ve onları korkutacak çığlıklar atmanın cevazını gösterir.

- “Yevme Huneyn” “Nasarakum”a matuf muzmar ile mensup olduğu söylenmiştir. Yani Nasarakum Yevme Huneyn: size Huneyn günü yardım etti.”

Şihâb şöyle dedi: “Yevme Huneyn” atfı “Melâiketuhu ve Cibril” minvalinde olur. Sanki şöyle denilmektedir: Nasarakumullahu fi Evkatin Kesiratin ve fi Vakti İ‘cabikum Bi Kesratikum” Allah size birçok yerde ve kendinizi beğendiğiniz zaman da size yardım etti.”[78]

3- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, İslam’a yeni girmiş olan veya henüz girmeyen Kureyş liderlerine, elde ettiği ganimet mallarından bol bol vererek onların kalplerini İslam’a ısındırmıştır. Zira onların kalpleri dünya malı ile dolu idi ve onlara sevdiği şeylerden bol bol verildi. Ensar ve Muhacir’in kalpleri ise Allah ve Resulunün sevgisi ile ve savap arzusuyla doluydu. Bu nedenle onlara da sevdiği şeyleri verdi. Bu hikmeti anlayamayan bazı Ensar gençleri “Allah, Rasûlullah’ı bağışlasın kendi kavmini kayırıyor” anlamına gelebilecek sözler söylediler. Durum onlara anlatılınca, kendi paylarına razı ve hoşnut oldular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in atalarının yurdunu terkedip onlarla Medine’ye dönmesi pay, şan ve şeref olarak onlara yetti.

“Müellefetu Kulubihim” denilen, İslam’a kazandırılmak istenen kişiler, kendilerine yapılan bu ikram ve ihsanlardan oldukça etkilendiler. Hatta Safvan b. Umeyye şöyle demiştir:

“Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, benim için insanların en nefret edileni olduğu halde, Huneyn ganimetlerinden bana vermeye devam etti. Hatta öyle ki, bana, ondan daha sevimli bir Allah’ın kulu kalmadı.”[79]

4- Prof. Dr. Ekrem Ziyâ el-Umerî, Huneyn ğazvesinden istinbat edilen hükümler hususunda şöyle dedi: “Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar(la evlenmeniz) de size haram kılındı.” (Nisa, 4/24) ayeti kerimesi evli esir kadınlarla ilgili hükmü beyan için Evtas Harbinde nazil oldu. Esir alınan evli erkek ve kadınlar birbirlerinden ayrıldı. Ayet iddetlerini tamamlamaları halinde, bu köle kadınlarla ilişkiye girmenin caiz olduğunu açıkladı. Zira, onlar ile kâfir kocaları arasında, köle alınmaları anından itibaren ayrılık vuku bulmaktadır. İddetleri ise hamile olanların doğurmaları, hamile olmayanların ise hayız görmeleri ile olur.


 

 

B- TAİF ĞAZVESİ

 

Prof. Dr. Ekrem Ziya el-Umerî şöyle dedi:

Müslümanlar Hevazin’i dağıttıktan Nahle ve Evtas’ta peşlerine düşüp onları yenilgilere uğrattıktan sonra, canlarını kurtarabilenler liderleri Malik b. Avf Nasrî ile beraber Sakif kabilesinin ikamet ettiği Tâif kentine sığındılar. Tâif, dağlık bir mevkide idi ve şehir güçlü surları ve kalesi ile ünlüydü. Sakif kabilesinin, kendilerine bir yıl yetecek erzak depoladıktan sonra kapattıkları kapılardan başka, kente giriş yoktu. Sakif erzak depolamış ve savunma için gerekli tedbirleri almıştı. Böylece bir yıl sürebilecek bir kuşatmaya dahi dayanabilecek durumdaydılar. İslam ordusu Taif’e, Şevval’in yirmilerinde, Şevval’in onunda başlayan ve bir haftadan daha çok süren Huneyn, Nahle ve Evtasi savaşlarının yorgunluğundan sonra fazla dinlenmeden ulaştılar.

Müslümanlar, Urve b. Zübeyr ve Musa b. Ukbe’nin rivayetlerine göre on küsür gün Tâif’i muhasara ettiler. Urve’den gelen bir rivayette kuşatmanın tam olarak yarım ay sürdüğü belirtilmektedir. Bu şekildeki Mürsel rivayetler, hüccet teşkil etmese de Urve ve Musa’nın rivayetleri, meğazi kitapları için çok önemli olup o ikisi rivayetler yönünden en güvenilir ve sağlam kimselerdir. Onların rivayetleri, tarihi olaylara uygundur.[80]

Abdullah b. ‘Amr’dan: Rasûlullah Tâif ehlini kuşatıp, onlardan birşey elde edemediği zaman:

“İnşaallah biz yarın yola çıkacağız” buyurdu. Bu onların ağrına gitmiş olacak ki şöyle dediler:

“Fethetmeden mi gideceğiz?”

Bunun üzerine sabahleyin “saldırın” buyurdu. Hücum ettiler, birçokları yaralandı. Yine “İnşaallah yarın gideceğiz” dedi. Bu söz onların çok hoşlarına gitti. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’de onların bu haline güldü.”[81]

Nevevî şöyle dedi: Bu hadiste, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in amacı, Taif kalesinin ve savunmasının güçlü olması nedeniyle, fethinin zor olduğunu görerek, kuşatmayı kaldırarak ashabını türlü eziyetlerden kurtararak, onlara olan merhametini göstermesidir Bununla beraber Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem buranın, daha sonra, meşakkatsizce fethinin müyesser kılınacağını biliyor veya tahmin ediyordu. Ashabının cihad ve kuşatmayı sürdürme arzusunu görünce, kalmaya ve savaşmaya karar verdi. Fakat onların yaralanmaları üzerine onlara olan şefkatinden, tekrar dönmeye karar verdi. Sahabeler de, fethin zorluğunu iyice anladıklarından Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in bu geri dönüş kararından mutlu oldular. Onlar Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in görüşünün, kendi görüşlerinden daha doğru, uygun ve yararlı olduğunu görüp, geri dönme kararına sevindiler. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem de onların böyle süratle karar değiştirmelerine şaşırıp gülmüş olabilir. Yüce Allah en doğrusunu bilendir.[82]

Hafız da şöyle dedi: İbn Ebî Şeybe’nin yanındaki İbn Zübeyr’in mürselinde şöyle dedi: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Tâif’i muhasara ettiği zaman ashabı şöyle dedi:

“Ya Rasulallah, Tâif’in okları bizi yakmakta, Allah’a onların aleyhine dua et” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Allahım, Sakif’e hidayet et” buyurdu.”[83]

Tarihçiler’in dediğine göre, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Taiflilerin kendilerine bir yıl yetecek azık depo edip, savunma tedbirlerini almaları ve müslümanlara mancınıklarla kızgın demir parçaları atarak birçoklarını yaralamaları üzerine, fethin gerçekleşmesinin zor olduğunu görüp Nevfel b. Muâviye ed-Deyli ile istişarede bulundu. Nevfel şöyle dedi: Onlar deliklere saklanan tilki gibidirler. Başlarında beklerseniz ele geçirirsiniz, kendi halerine bıraktığınız takdirde de size zarar veremezler. Bundan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem kuşatmayı kaldırıp, dönmeye karar verdi. Enes’in Müslim’de rivayet edilen hadisine göre kuşatma 40 gün sürmüştür. Fakat siyer alimleri bu hususta ihtilaflıdırlar. Kuşatmanın 20, 10 küsür, 18, 15 gün sürdüğünü söyleyenler olmuştur.[84]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Tâif’de bulunan kölelere, kaleden çıkıp müslümanlara katılan herkesin özgür olacağını ilan etti. Aralarında Ebû Bekre es-Sekafî’nin de bulunduğu, 23 köle kaleden gizlice kaçıp müslüman oldular ve özgürlüklerine kavuştular.[85]

İbn Kayyım şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in Tâif seferine bir cemaat de katıldı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem daha sonra Tâif’den Cirane’ye giderek Umreye niyet etti ve Mekke’ye ihramlı girdi. Umre yaptıktan sonra Medine’ye döndü.[86]

 

İmanî Dersler ve Ölçüler:

 

1- İbn Kayyım -Rahimehullah- şöyle dedi: Erkeğin, ailesi ile beraber savaşa gitmesi caizdir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu ğazvede hanımları Ummü Seleme ve Zeyneb’i de yanında götürmüştür.

- Düşmana karşı, savaşçı olmayan kadın ve çocukların ölümüne neden olsa da, mancınık gibi silahları kullanmak caizdir.

- Bir köle müşriklerden kaçıp, müslümanlara sığındığı zaman hür olur. Şâbî, Sakif’ten bir adamdan şöyle rivayet etti: “Sakif kuşatmasında, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den kölemiz olan Ebû Bekre’yi bize geri iade etmesini istedik. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onu bize iade etmeyi reddetti ve şöyle buyurdu: “O, önce Allah’ın sonra Rasulünün azatlısıdır”.[87]

İbn Münzir şöyle dedi: “Ondan ilim alan tüm alimlerin görüşü bu istikamettedir.

İmam, bir kaleyi kuşatıp, oranın fethi müyesser olmadığı takdirde, şayet müslümanların çıkarı kuşatmayı sona erdirmeyi gerektiriyorsa, sona erdirebilir. Zorluğa sabretmeyi terk etmek, faydanın zarara daha tercih edilir pozisyonda, maslahat olduğu durumlarda sözkonusudur.

- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye girerken Cirane’de ihrama girerek Umre yapmıştır. Tâif ve o istikametten gelenler için, sünnet olan ihram yeri burasıdır. Ancak, günümüzde ilimden nasibi olmayan bazı kimselerin Mekke’den çıkıp, yeniden ihram giymek için Cirâne’ye giderek orada tekrar Umre ihramına girmelerinin aslı esası yoktur. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem böyle yapmamış ve hiçbir alim de buna cevaz vermemiştir.

- Allah, Resulü’nün Sakif için yaptığı duayı kabul ederek onları İslam’la şereflendirdi. Sakif’in İslam’a ve müslümanlara karşı savaşmasına rağmen Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Allah’ın kullarına olan merhameti nedeniyle onların aleyhine değil, hidayet bulmaları için dua etmiştir.[88]

2- Tâif Ğazvesinde, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem muhanneslerin  (kadına benzeyen erkeklerin) yabancı kadınların yanına girmesini yasakladı. Bu yasağa, Buharî’nin Ümmü Seleme’den rivayet ettiği şu olay neden olmuştur: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Ümmü Seleme’nin yanındaydı. Evde muhannes vardı. O muhannes, Ümmü Seleme’nin kardeşi Abdullah’tır. Ebû Übeyy’e dedi ki:

“Ey Abdullah, Allah yarın Taif’in fethini müyesser kılarsa, sana Gaylan’ın kızını almaya bak!. O, dört bükümle karşılar, sekiz büklüm ile arkaya gider” Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Bunlar sizin yanınıza girmesin.”[89]

Hafız şöyle dedi: Zührî’nin Urve’den, onun da Aişe’den yaptığı Müslim’in rivâyetinde başlangıcı şöyledir:

“Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in hanımlarının yanına bir muhannes girmekteydi. Onlar onu, kadınların avretlerine ilgisiz adamlardan sayıyorlardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bir gün hanımlarından bazılarının yanına girdiğinde, o muhannes, kadın tavsifi yapıyordu...”

Muhannes, söz ve davranışlarında kadınlara benzeyen erkeklerdir. Eğer bu durum onun yaratılışından kaynaklanıyorsa, bundan dolayı onu kınamaya mahal yoktur. Bu durumunu düzeltmek için çalışması gerekir. Eğer bunu kasten yapıyorsa, kınanır. Fuhuş yapsın veya yapmasın bu kimselere muhannes denilir. İbn Habib şöyle dedi: Muhannes, fuhuş yaptığı bilinmese de kadınlara benzeyen erkeklere denilir.[90]

3- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in emrine teslimiyetin bereketi. Kulun; Allah’ın ve Resulü’nün seçimine aykırı seçimde bulunmaması, imanın gereğindendir:

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 33/36).

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Tâif kuşatmasının kaldırılmasını emrederek

“İnşaallah yarın döneceğiz” dediği zaman, ashabı

“Onu fethetmeden mi döneceğiz” dediler. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onlara, uygulamalı bir eğitim dersi vermek için:

“O halde sabah erkenden saldırın” buyurdu; Sabah erkenden saldırdılar ve birçokları yaralandı. Sahabeler hemen, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in emrine yapışmanın bereketini anlayarak ertesi gün “Yarın döneceğiz” buyurduğu zaman, bu onların hoşlarına gitti. Bu tabloda, kendi akıl, görüş ve arzularını, üstadlarının görüşlerini Rasûlullah’ın emrine tercih edenler, davet maslahatını O’nun emirlerine muhalefette arayanlar için ibretler vardır. Bu, Hudeybiye Sulhu’nda da böyle olmuştur. Bazı sahabeler maslahatın, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yaptığı anlaşmanın hilafında olduğunu zannetmişler, fakat daha sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in, o’nun söz ve eylemlerinin bereketi açığa çıkmıştır. Bir konudaki görüşün zirvesi akıl ve bakış yönünden iyi olmasıdır. Akıl eksik, Şeriat ise kâmil olduğuna göre sürekli töhmet altında olanın akıl olması gerekir. Zira nakıs, kâmil için hükümde bulunamaz. İşte Selef yöntemi ile, heva ve bidat ehlinin yöntemi arasındaki en özlü fark bu husustur.

Aynı şekilde akledildiği öne sürülenler nakledilenlere, akli bakış açısını, şerî nassa tercih edenlerin yollarının en azından Allah’a ve Resulune karşı çirkin bir davranış içinde olduğu aşikardır. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler, Allah’ın ve Resulünün huzurunda öne geçmeyin. Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Hucurat: 49/1)



17- TEBUK ĞAZVESİ VE GERİDE KALAN ÜÇ KİŞİNİN HİKÂYESİ

 

a) Tebuk Ğazvesi

İmanî dersler ve ölçüler

b) Geride kalan üç kişinin hikâyesi

İmâni dersler ve ölçüler



 

 

TEBUK ĞAZVESİ

 

İbn Kesir -Rahimehullah- şöyle dedi: “Kendilerine Kitab verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini, din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 9/29) ayeti kerimesi nazil olunca, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem cihada teşvik etti ve onları Rumlarla savaşmaya yöneltti. Bu, hicri dokuz yılı Receb ayında idi.[91]

Ka’b b. Malik’in, Allah’ın onun tevbesini kabulü hikayesinden: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, bir savaşa niyet ettiği zaman kapalı ifadeler kullanarak asıl hedefini belli etmezdi. Fakat bu savaşta öyle yapmadı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem sıcak bir mevsimde, uzak bir yerde, kalabalık bir ordu ile karşılaşmak için savaşa çıkacaktı.

Bu durumu müslümanlara açıkladı ve tam manasıyla savaş için hazırlanmalarını emretti. Herkes elinden geldiğince hazırlandı...”[92]

Bu ğazve zor şartlarda yapılması nedeniyle “Usre: Zorluk Ğazvesi” olarak da anılır. Bu ğazveye, son derece şiddeti sıcaklar ve Medine’de hüküm süren kıtlık sıkıntısı altında çıkıldı. Uzun bir sefer idi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem insanları ordunun techizi için teşvik etti. Şöyle buyurdu: “Kim, zorluk ordusunu techiz ederse, ona cennet vardır”. Osman b. Affan -Radıyallahu anh- bin dinar getirerek, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in odasına saçtı. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “İbn Affan bundan sonra ne yaparsa yapsın, ona bir zararı olmaz”[93]

Fakir müslümanlar dahi, az da olsa, sahip oldukları şeyleri infak etmeye başladılar. Onların bu hallerini gören münafıklar, zengin müslümanları gösteriş yapmak, yoksul müslümanları da, Allah’ın onların bu basit sadakalarına ihtiyacı olmadığını söyleyerek, onları alaya aldılar. Fakat Allahu Teala, müminlerin savunmasını yaparak, münafıkların söz, davranış ve ayetlerindeki rezilliği ortaya koymuştur. Bu nedenle Tevbe Suresi “Fatiha Suresi” olarak da isimlendirilir. Yüce Allah şöyle buyurdu:

“Sadaka hususunda müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için acıklı azap vardır.” (Tevbe, 9/79)[94]

İşte, doğruların doğruluğu, müminlerin imanı ve münafıkların nifakı, bu zor şartlarda açığa çıkar. Tıpkı Uhud ve Hendek savaşlarında olduğu gibi. Çoğu ayetler’de olduğu gibi bu ğazveyi konu edinen bu surenin sonunda da Yüce Allah müminleri şöyle övdü:

“Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tutuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” (Tevbe, 9/117).

Yüce Allah, ayrıca münafık olmadıkları halde geride kalan üç müslümanı da bağışladı. Onlar, Allah’a ve Rasulüne geri kalmalarını gerektirecek bir özürleri olmadığı hususunda doğru söylediler. İşte, onları kurtaran, bu doğru sözlülükleri ve samimi tevbeleri olmuştur. Bu üç kişi Ka’b b. Malik, Murare b. Rebî el-Emrî ve Hilâl b. Ümeyye el-Vâkifî’dir. Münafıklar ise türlü türlü yollarda yürüdüler. Bunlardan bir kısmı daha henüz ordu yola çıkmadan, batıl nedenler öne sürerek izin talep ettiler:

“Onlardan öylesi de var ki, ‘bana izin ver, beni fitneye düşürme’ der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Çünkü cehennem, kafirleri mutlaka kuşatacaktır.” (Tevbe, 9/49)

İçlerinde gizlediklerinin hilafı olan şeyleri izhar ediyorlardı. Yüce Allah onların içlerinde gizledikleri maskaralıklarını açığa vurdu:

“Allah’ın Rasulüne muhalefet etmek için geri kalanlar oturmaları ile sevindiler. Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler ve “bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. De ki: Cehennem ateşi daha sıcaktır. Keşke anlasalardı!” (Tevbe, 9/81).

Onları savaştan geri bırakan hakiki sebep, Allah yolunda fedakârlık yapmak istememeleri, gerçek imandan yoksun olmaları ve Allah katındaki büyük sevaplar ve makamı arzu etmemeleridir. Fedakârlık ve cihada ileten hakiki sebep iman ve ihtisabdır. Allahu Teala şöyle buyurdu:

“Gerçek müminler ancak Allah’a ve Rasulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat, 49/15)

Bunlardan sefere katılanlar dahi, sefer boyunca Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ve ashabıyla alay etmekten, eziyet vermekten geri durmadılar. Allahu Teala şöyle buyurdu:

“Eğer onlara sorarsan elbette: ‘Biz elbette lafa dalmış şakalaşıyorduk.’ derler. De ki: Allah ile, O’nun ayetleriyle ve O’nun Peygamberi ile mi alay ediyorsunuz?

(Boşuna) Özür dilemeyin, çünkü siz iman ettikten sonra (tekrar) kâfir oldunuz. Sizden bir gurubu bağışlasak bile bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.” (Tevbe, 9/65-66)

İbn Kesir şöyle dedi: Ebû Ma’şer el-Medenî, Muhammed b. Ka’b el-Karzî ve başkalarından şöyle rivayet etti: “Münafıklardan biri şöyle dedi: Şu kurralarımız (Kuran okuyucularımız) gibisini görmedim. Onlar, karınlarına en düşkün olanlarımız, dilleri en yalan söyleyenlerimiz, düşmanla karşılaşınca da en korkaklarımızdır.” Onun bu sözü Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem’e haber verilince:

“Ya Resulallah, biz sadece yolun sıkıntısını gidermek için aramızda öylesine konuşup şakalaşıyoruz”, dediler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Allah ile, O’nun ayetleriyle ve O’nun Peygamberleri ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin, çünkü siz iman ettikten sonra kâfir oldunuz. Sizden bir gurubu bağışlasak bile bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.”[95]

Münafıklardan bir gurup, seferde Resullah Sallallahu aleyhi vesellem’e suikast yapmaya niyet ettiler ve hakkında ihanete varan sözler sarfettiler:

“Söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye (Peygambere suikast yapmaya) da yeltendiler. Ve sırf Allah ve Rasulü kendi lutuflarından onları zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar. Eğer tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acıklı bir azaba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne dostu ne de yardımcısı vardır.” (Tevbe, 9/74)

Ahmed “Müsned”inde Ebû Tafîl’den rivayet etti: O şöyle dedi: “Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem Tebuk ğazvesinden dönerken, bir nidacıya “dar geçitten Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem geçecektir, kimse oradan geçmesin” diye bağrılması emredildi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in bineğinin yularından Ammar çekiyor ve Huzeyfe sürüyordu. Binekleri üzerinde, yüzleri örtülü bir gurup gelip sarınca, Ammar, dönüp onların hayvanlarının yüzlerine değneklerle vurdu. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Huzeyfe’ye deveyi durdurmasını emretti. Devesinden indi. Ammar dönünce ona:

“Ey Ammar, bunların kim olduklarını tespit edebildin mi?” diye sordu. Ammar:

“Bineklerin kime ait olduklarını tespit ettim, ancak binicileri yüzlerini örtmüşlerdi”, dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Onların ne yapmak istediklerini biliyor musun?” diye sordu. O,

“Allah ve Resulü daha iyi bilir”, dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Onlar, devesini ürkütüp Rasûlullah’ı düşürmek istiyorlardı”, buyurdu. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e tuzak kuran bu gurupta 12 münafık vardı.

Ebû’l Velid ve Ebû Tufeyl, bu ğazvede, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e suyun az olduğu söylenince, o da, insanlara “hiç kimse suyun başına Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den önce gitmesin” diye nida ettirdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem suyun başına gittiğinde, bir gurubun oraya kendisinden önce vardıklarını gördü. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem o gün onları lanetledi.”[96]

Bu münafıkların yanısıra, aynı şekilde doğruların doğruluğu ve müminlerin imanları da tezahür etmiştir. Cihada ve insanların efendisinin yol arkadaşlığına iştiyak duyan, fakat yoksulluklarından dolayı, savaşa gitmek için techizat ve binek bulamayan bu kimseler, sözkonusu ihtiyaçlarının temini için Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e başvurdular. Fakat Rasûlullah’ın bildirmesi üzerine Yüce Allah’ın en güzel şekilde aşağıda tasvir ettiği bir halde mahzun ve boynu bükük olarak döndüler:

“Allah ve Rasulü için nasihatte bulundukları takdirde, zayıflara, hastalara ve harcayacak bir şey bulamayanlara (savaşa katılmamalarından ötürü) bir günah yoktur. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.

Kendilerini bindirip sevk etmen için sana geldiklerinde, “Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum” deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş dökerek dönen kimselere de (sorumluluk yoktur).” (Tevbe: 9/91-92).

Kâsimi şöyle dedi: el-Avfî, İbn Abbas’dan, bu ayetle ilgili şunu rivayet etti: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem insanlara, kendisiyle beraber ğazveye katılmaları için emredince aralarında Abdullah b. Miğfel b. Mukarrin el-Müzenî’nin de bulunduğu ashabından bir gurup gerek:

“Ya Rasûlallah bize binecek temin et” dediler. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Vallâhi, sizi bindirecek birşey bulamıyorum”, deyince, onlar Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanından ağlayarak geri döndüler. Nafaka ve binek bulamamaktan dolayı cihada katılmamaları onları derinden yaralamış ve çok üzmüştü. Allahu Teala onların bu içtenliklerini görünce haklarında “Allah ve Resulü için nasihatte bulundukları takdirde...” ayetini inzal buyurarak onların mazeretlerini geçerli kabul etti.[97]

Hiç kuşkusuz bu kimseler Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in Tebuk Seferinden Medine’ye dönerken haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

“Medine’de öyle adamlar bıraktınız ki, sizlerin geçtiğiniz her bir vadi ve yoldan aldığınız sevapta onlar size ortak olmuşlardır. Onlar kendilerini hastalığın engellediği kimselerdir”[98]

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu ğazveye çıkmadan önce Medine’ye sorumlu olarak Ali b. Ebî Talib’i bıraktı. Çocuklar ve kadınlarla beraber geride kalmak bu Kureyş yiğidinin ağrına gitti. Buhâri, Musab b. Sa’d’dan O’da babasından şöyle rivayet etti: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Tebuk’e çıkarken yerine Ali’yi bıraktı. Ali:

“Beni çocuklar ve kadınlarla beraber mi bırakıyorsun? dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Benim katımda, Harun’un Musa’nın nezdindeki yeri gibi bir mevkide olmaya razı değil misin? Ancak şu var ki benden sonra Peygamber gelmeyecektir.”[99]

Ordunun sayısına gelince, Ka’b b. Mâlik şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber, kayıdı tutulamayacak kadar çok müslüman vardı.”[100] Sahih-i Müslim’de de şöyle geçmektedir: “On binden fazla idiler” İbn İshâk ise asker sayısının “otuz binden fazla” olduğunu kesin bir dille iddia etmektedir.

Ebû Humeyd es-Saidi -Radıyallahu anh-’den: O şöyle dedi: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber çıktık ve Vadi’l-Kurâ’da bir kadının bağına vardık. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem

“Şu ağaçlardaki hurma mahsulünün ne kadar çıkacağını tahmin edin”, buyurdu. Ashab, tahmin etti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem kadına,

“Bu ağaçtan ne kadar hurma çıktığını say ve saydığını biz inşallah yanına dönünceye kadar aklında tut”, buyudu.

Sefere devam ettik ve Tebuk’e ulaştık. Resullullah Sallallahu aleyhi vesellem “bu gece şiddetli bir fırtına olacak, tedbirinizi alın ve herkes bineğini bağlasın” buyurdu. Gece, gerçekten şiddetli bir fırtına çıktı ve ayağa kalkan bir adamı Tay Dağına fırlattı. Sabah Eyle kralının elçisi, bir mektup ile Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına geldi ve Allah Resulüne beyaz bir katır hediye etti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ona cevabı mektub ve bir hırka gönderdi. Sonra dönüş yolunda tekrar Vadi’l-Kura’dan geçerken Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem o kadına bahçesinden ne kadar hurma çıktığını sordu. Kadın “on vesk” dedi.

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Ben Medine’ye hızlı hareket edeceğim, isteyen benimle beraber gelsin, isteyen de burada durup dinlensin” buyurdu. Yola koyulduk, uzaktan Medine’nin dış mahalleleri görünmeye başlayınca Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Şu Tâbe, şu da Uhud, O, bizi seven ve bizim de o’nu sevdiğimiz bir dağdır” Sonra da:

“Ensar evlerinin en hayırlısı Neccar oğullarının evleri, sonra Abduleşhel oğullarının evleri, sonra Abdulharis b. Hazrec oğullarının evleri sonra da Saide oğullarının evleridir. Ve her ensar evinde hayır vardır” buyurdu. Medine’ye varınca Sa’d b. Ubade ile karşılaştık, Ebû Useyd ona şöyle dedi:

“Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ensar’ın evlerini hayırla yad edip, en son bizi andığını bilmiyor musun?” Sa’d, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gitti ve

“Ey Allah’ın Rasulu, Ensar’ın evlerini hayırlı yad edip, bizi en son mu andın?!” dedi. Resullullah Sallallahu aleyhi vesellem ona:

“Hayırlılardan olmak size yetmez mi?!” diye cevap verdi.[101]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Semud kavminin diyarı Hicr’den geçti ve ashabına, kesinlikle onların evlerine girmemelerini, oradan hızla ve ağlayarak geçmelerini ve suyundan almamalarını emretti. Abdullah b. Ömer -Radıyallahu anh-’den: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hicr’den geçerken şöyle buyurdu:

“Kendilerine zulmedenlerin evlerine girmeyin ki onlara isabet eden size de isabet etmesin. Buradan ancak ağlayarak geçin. Sonra başını eğdi ve vadiyi geçene kadar hızla hareket etti.”[102]

Yine aynı sahabiden: “İnsanlar, Resullullah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber, Semud kavminin yeri olan Hicr’e indiler. Oradaki kuyulardan su çekmeye ve hamur yoğurmaya başladılar. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem çekilen suların dökülmesini ve hamurların develere alaf olarak verilmesi ve onlara develerini suladıkları kuyudan su çekmelerini emretti.”[103]

İbn Abbas’dan, O şöyle dedi: “Ömer b. Hattab’a

“Bize ‘Usre ordusunun durumunu anlat”, denildi. Ömer anlatmaya başladı:

“Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber Tebuk’a çok şiddetli sıcakların hüküm sürdüğü bir günde çıktık. Bir konaklama yerinde susuzluktan bitap düşmüş olarak konakladık. Şiddetli bir susuzluk çekiyorduk. Hatta öyle ki bazılarımız develerini kesiyor ve onda biriken suyu içiyorlardı. Ebû Bekr-i Sıddık, Rasûlullah’a vararak:

“Ya Rasulallah, Allah senin duana hayır verir, dua et” dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Bunu yapmamı istiyor musun ey Ebû Bekir?” dedi. Ebû Bekir:

“Evet”, deyince, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ellerini kaldırdı. Gökte bir bulut belirip, yağmur yağmaya başlamadan da ellerini indirmedi. Öyle yağmur yağdı ki herkes yanlarındaki su kaplarını doldurdular. Sonra tekrar yola koyulunca gördük ki yağmur, sadece bizim kamp bölgemize yağmış orayı aşmamış.”[104]

Muâz b. Cebel’den: O şöyle dedi: Tebuk ğazvesi yılı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber çıktık. Namazları birleştiriyordu. Öğle ile ikindiyi; akşam ile de yatsıyı birleştirerek kıldı. Diğer günde namazı geciktirdi ve öğleyle ikindiyi cem yaparak kıldı. Sonra girdi ve sonra çıkıp akşam ve yatsıyı cem yaparak kıldı. Sonra şöyle buyurdu:

“İnşaallah sizler yarın Tebuk pınarına ulaşacaksınız. Kuşluk vakti olmadan oraya varmayın. Sizlerden onun yanına ulaşan ben gelmeden, suyuna dokunmasın.” Suyun yanına vardığımızda iki adamın bizden önce geldiklerini gördük. Pınarda çok az su vardı. Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem o iki adama suya dokunup dokunmadıklarını sordu. Onlar dokunduklarını söyleyince Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem onlara ağır sözlerle kızdı ve Allah’ın dilediği kadar konuşup sonra ellerini pınara daldırdı, içinde biraz su birikti. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem içinden su alıp ellerini ve yüzünü yıkadı, akan suları tekrar pınara döktü. Derken pınarda öylesine su birikti ki herkes rahatça içti ve kandı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Ey Muâz! Yaşarsan buradaki suyun bahçeler dolduracağını görürsün.”[105]

İbn Kayyım -Rahmetullahi aleyh- şöyle dedi: Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem Tebuk’a varınca, Eyle Meliki onun yanına gelerek, barış anlaşması yaptı ve cizye verdi. Ecerba Ezruh halkları da gelerek cizye verdiler.[106]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Tebuk’ta 20 gece kalmıştır.[107] İbn İshâk şöyle dedi: “Sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Hâlid b. Velid’i çağırdı ve onu Dumetu’l-Cendel’de bulunan Ukeydir’e gönderdi. Ukeydir b. Abdulmelik, Kinane’den bir hristiyan idi ve oranın kralı idi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hâlid’e şöyle dedi:

“Sen onu yabani sığır avlarken bulacaksın.” Hâlid, Dumetu’l-Cendel’e doğru harekete geçti. Mehtaplı bir yaz gecesinde Ukeydir’in kalesine, gözle görülebilcek yere kadar yaklaştı. O sırada Ukeydir, kalesinin üzerinde karısı da yanında bulunuyordu. Derken, yabani bir sığır gelip kale kapısının önüne yattı. Karısı Ukeydir’e

“Sen hiç böyle bir sığır gördün mü?” diye sordu. Ukeydir:

“Vallahi, böylesini görmedim”, dedi. Karısı:

“Bunu görüp de, kendi haline bırakabilecek bir kimse var mıdır?” dedi: Ukeydir:

“Hayır, onu hiç kimse bırakmaz” dedi. Ve kalenin üzerinden indi, atının getirilmesini emretti. Onunla beraber aralarında Hassan isimli kardeşinin de olduğu bazı akrabaları da atlarına binerek avlanmaya çıktılar. Müslüman atlılar, onları sessizce beklediler. Kaleden biraz uzaklaşınca üzerlerine saldırarak Ukeydir’i esir aldılar, direnen kardeşini de öldürdüler. Öldürülen kişinin üzerinde altın işlemeli atlas bir kaftan vardı. Hâlid b. Velid onu alarak, kendisinden önce bir kişiyle, onu Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e gönderdi.

İbn İshak şöyle dedi: Âsım b. Amr b. Katade, Enes b. Mâlik’den bana şöyle anlattı: Ukeydir’in kaftanı Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e getirildiği zaman gördüm. Müslümanlar elleriyle ona dokunuyor ve yumuşaklığına şaşırıyorlardı. Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Buna şaşırıyor musunuz? Canım elinde olana yemin ederim ki Sa’d b. Muâz’ın cennetteki mendilleri bundan çok daha güzeldir.”[108]

İbn İshâk şöyle devam etti: “Sonra Hâlid Ukeydir’i alarak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına getirdi. Ukeydir cizye vermeyi kabul edince, canını kurtardı ve kavminin yanına geri döndü. Tay kabilesinde Buceyr b. Bucerre, denilen adam, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Hâlid’e “Onu yaban sığırı avlarken bulacaksın” diye haber verdiğini ve bu mucizenin gerçekleştiğini hatırlatarak şöyle dedi:

“Sığırları sevkeden o Allah ne yücedir. Gördüm ki Allah bulmak isteyen herkese hidayet veriyor.”

Sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem orada on küsür gün daha kaldıktan sonra Medine’ye hareket etti.[109]

Bu ğazvede herhangi bir çarpışma yaşanmadı. Müslümanlar Tebuk’da uzun süre beklemelerine rağmen Rumlar ve Hristiyan arap kabileleri onlarla karşılaşmaktan kaçındılar. Yöre kabileleri cizye vererek müslümanların himayesine girmeyi kabul ettiler. Dönüş yolunda, yukarıda da değindiğimiz gibi Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem Semud kavminin diyarı Hicr’den geçti.

Dönüş yolunda Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e Mescid-i Dırar’ın kuruluş amacını bildiren semavi haber geldi. Bu mescidi kuranlar, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den gelip orada namaz kılmasını talep etmiş, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’de “olur” demişti: Tevbe suresinin şu ayetleri nazil olarak durumu açıklığa kavuşturdu:

“(Seferden geri kalanlar arasında) Zarar vermek nankörlük etmek, müminlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Resulüyle savaşmış olan (adamın gelmesini) gözetlemek için bir mescid yapanlar da var. ‘İyilikten başka bir niyetimiz yoktu’ diye de yemin edecekler. Oysa Allah onların yalan söylediklerine şahittir.

Orada asla namaza durma, tâ ilk günden takva üzere kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da temizlenenleri sever...” (Tevbe: 9/107-110)

İbn Kayyım -Rahimehullah- şöye dedi: “Rasûlullah Zü Evan’da iken, gökten ona Mescid-i Dırar’ın haberi geldi. Malik b. Duhşen ve Muîn b. Adiy’e emretti, orayı yakıp, yıktılar. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye yaklaştığı zaman kadın, erkek, çocuk tüm Medineliler onu neşideler söyleyerek karşıladılar:

“Vedâ tepelerinden üzerimize ay doğdu. O elçi Allah için davet yaptıkça, bizlere şükretmek gerekir.”

Bazı râviler bu neşidenin Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke’den Medine’ye ilk gelişinde söylendiğini zannetmişlerdir. Bu açık bir vehimdir. Zira Vedâ Tepeleri Şam istikâmetindedir. Mekke’den Medine’ye gelen kimseler tepeleri göremezler. Sadece Şam’a gidenler buradan geçer. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye gelince: “Bu Tâbe, bu da Uhud’dur. Uhud bizi sever, biz de onu severiz”, buyurdu.”[110]

 

İmâni Dersler ve Ölçüler:

 

1. İbn Kayyım -Rahimehullah- şu başlık altında özetle şunları söyledi: Bu Ğazvenin kapsadığı bazı fıkhi hükümler ve faideler hususunda bir fasıl:

- İmam gerek gördüğü durumlarda, meseleyi topluma olduğu gibi açıklayarak, onların üzerilerine düşen hazırlık ve tedbirleri almasını sağlar. Fakat bazen de maslahat gereği açıklanmaması gereken meseleleri açıklamayabilir.

-İmam, müslümanları askere çağırdığı zaman, her müslümanın bu davete icabet etmesi ve izni olmadan geri kalmaması gerekir.

-Can ile Cihad farz olduğu gibi, mal ile cihad da farzdır. İmam Ahmed’den gelen iki kavilden biri de bu istikamettedir. Bu görüşün doğruluğundan hiç kuşku yoktur.

- Cihada iştirak etme imkânı bulamayanlar, bu imkânsızlıklarını gidermek için her yola başvurduktan sonra mazur olurlar.

Yüce Allah bu ğazveye iştirak etme imkanı bulamayan yoksullardan sorumluluğu, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e gelip kendilerine binek temin etmesini istedikten ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in de “Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum” demesinden sonra mazur görmüştür.

- İmam sefere çıktığı zaman yerine halktan birini vekil tayin eder.

- Ağaç dallarındaki hurmanın ne kadar geleceğini tahminlemenin cevazı ve bu tahmini yapanın sözüne göre amel.

-Helâk olunan kavimlerden birisinin yurduna giren kimse, onların evlerine girmez, orada kalmaz ve orayı ağlayarak hızla terkeder.

- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Tebuk’da kaldığı 20 gün boyunca namazını kasrederek (kısaltarak) kıldı ve ümmetine bundan daha fazla kalındığı takdirde namazın kasredilmeyeceği hususunda herhangi bir şey söylemedi.

- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem kendisine küfür sözleri ulaşmasına rağmen münafıkları öldürtmemiştir. Bu, zındık, tevbe izhar ettiği zaman öldürülmez diyenler için bir delildir. Zira onlar ve küfür sözü söylemediklerine yemin ettiler. Bu inkâr değilse, tevbe ve pişmanlıktır.

- İmam, küffar üzerine askeri bir birlik gönderdiği zaman, elde edilen ganimet, esir veya feth edilen kale, beşte biri ayrıldıktan sonra, o birlik arasında paylaştırılır. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Ukeydir’den anlaşma karşılığı alınan malları Dumetu’l-Cendel’e gönderdiği Hâlid b. Velid komutasındaki 420 kişilik süvari birliği arasında paylaştırdı. Hâlid’in birliği 1000 deve ve 800 at ganimet aldılar. Bu ganimetin beşte biri çıkarıldıktan sonra, geriye kalan beşte dört sadece Hâlid’in süvari birliği arasında paylaştırıldı. Fakat şayet savaş anında ordudan bir birlik ayrılıp, ganimet elde ederse, elde edilen bu ganimet sadece o askeri birlik arasında değil, tüm orduya paylaştırılır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in uygulamaları bu doğrultuda idi.

- “Medine’de öyle kimseler var ki her bir vadi ve yol aştığınızda, onlar da sizinle beraberdir”[111] hadisinde işaret edilen beraberlik; kalp ve niyet ile beraberliktir. Bu, kalb ile cihaddır ve cihadın dört mertebesinden biridir. Bunlar: Kalp, lisan, mal ve bedendir. Bir hadiste “Müşriklerle dillerinizle, kalplerinizle ve mallarınızla cihad edin”[112] buyrulmuştur.

- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in, müslümanlara zarar ve nifâk amacıyla kurulan Dırar Mescidini yaktırması gibi, Allah’a ve Rasulune isyan odağı olan yapıların yakılması gerekir. Bu kabilden olarak içinde putlar bulunan şirk mekanlarının, fuhuşhane ve kumarhanelerin yakılması öncelikle gerekli ve meşrudur.

- Takva ve hayr esasları üzerine mebni olmayan vakıflar geçersizdir. Bu kabilden olarak kabirler üzerine bina edilen mescid ve türbeler, aynen mescid’e gömülü cesedin oradan çıkarılması gibi, kabirler üzerine inşa edilen bu tür yapılar da yıkılır.[113]

2. Dr. Mustafa Sibaî özetle şöyle dedi:

Sahabelerin özveri ve infakta yarışmaları, imanın insanları nasıl etkileyip, onları birbirleriyle hayırda yarışmaya ve nefsin arzularına mukâvemet etmeye sevk ettiğine delildir. Düşmanlarına karşı zafer kazanmak isteyen her millet bu ruha muhtaçtır. İslah ve diriliş liderlerinin insanlara yapacakları en hayırlı hizmet dini onların kalaplerine güzel bir şekilde ekmektir.[114]

3. Dr. Muhammed es-Seyyid el-Vekil de özetle şunları söyledi:

Bu ğazve, yarımada halkını etkileme bakımından, Mekke’nin Fethi, Arab halklarını akıllarındaki kayıp hakikate, yani Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem’in gönderilmiş bir elçi olduğu hakikatine uyandırdığı gibi, Tebuk ğazvesi de, onları artık süratle bu hakikati benimseme gereğine uyandırmıştır.

Müslümanların, 10 bini süvari olmak üzere 30 bin kişilik bir ordu ile çıkmaları, daha önce Arapların bu ülkede görmedikleri birşeydi. Müslümanların ona uygunsuz şartlarda dahi böylesine büyük bir ordu toplamaları, bu orduyu yaklaşık 600 mil mesafedeki Medine ile Tebuk arasında düzenli ve disiplinli bir şekilde harekete geçirmeleri, komuta kademesinin başarısına, askeri ve savaş tecrübesinin büyüklüğüne delil olduğu gibi, askerin de eğitim, disiplin ve itaatine delâlet eder.

Rumların kendi topraklarına kadar gelen müslümanlarla çarpışmaktan kaçınmaları, kalelerine saklanmaları, hiç kimsenin karşısına çıkmaya cesaret edemediği müslümanların güçlerine en büyük delildir. İslam ordusunun karşısına çıkmaktan çekinen bu Rum ordusu, Fars devletini yenilgiye uğratan, onları yarımadanın güneyinden çıkaran ve mukaddes haç’ı onların elinden geri alıp büyük bir törenle Küdüs’e geri götüren ordunun ta kendisiydi. Bu, müslümanların kendilerine tehlike teşkil edecek tüm düşmanlarına karşı koyabileceğinin ve onları caydırabileceğini bir göstergesiydi. İşte bu hususun anlaşılması Arap yarımadası halklarının dikkatlerini İslam’a çekmiş ve bölük bölük İslam’a girmeye başlamışlardır.[115]

 

Ka’b b. Mâlik ve İki Arkadaşının Tevbe Hikayeleri:

 

Ka’b b. Mâlik -Radıyallahu anh-’den: “Tebuk ğazvesi hariç, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in çıktığı savaşların hiç birinden geri kalmadım. Gerçi Bedir harbinde de bulunmadım. Ancak Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem Bedir’de bulunmayanların hiçbirini kınamadı. Zira o, savaşmak için değil Kureyş kervanının yolunu kesmek için çıkmıştı. Nihayet Allah onlarla düşmanlarını beklenmedik bir anda karşı karşıya getirivermişti.

İslam üzere antlaştığımızda Akabe gecesinde onunla beraberdim. Halk Bedir savaşını Akabe biatından çok anmakta ise de ben Akabe’de hazır bulunmayı, Bedir’de hazır bulunmaya değişmem. Tebuk’da bulunmamamın sebebi ise yoksulluğum değildir. Ben hiçbir zaman o günkü kadar güçlü ve zengin olmamıştım. Vallahi Tebuk seferinden önce hiçbir vakit yanımda iki deve birden olmamıştı.

Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem bir savaşa niyet ettiği zaman kapalı ifadeler kullanarak asıl hedefini belli etmezdi. Fakat bu savaşta öyle yapmadı. Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem, sıcak bir mevsimde, uzak bir yerde, kalabalık bir ordu ile karşılaşmak için savaşa çıkacaktı.

Bu durumu müslümanlara açıkladı ve tam manasıyla savaş için hazırlanmalarını emretti. Herkes elinden geldiğince hazırlandı. Müslümanlar Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in etrafında bayağı bir kalabalık ordu haline gelmişti. Askerlerin künyelerini kayıt defteri almıyordu. Hiç kimse de gizlenmek istemiyordu. Ancak Allah azze ve celle tarafından vahiy nazil olmadıkça Rasûlullah’a gizli kalacağını sanan kimseler saklanmışlardı. Tam meyvelerin olduğu, gölgelerin çoğaldığı bir mevsime rastlamıştı o savaş. Ben de meyvelere ve gölgelere vurgundum. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem müslümanlarla beraber yola hazırlanırken, ben de yanlarına varıyordum, fakat hiçbir hazırlık yapmadan geri dönüyordum.

İçimden “Ben de bu harbe ne zaman istersem katılabilirim” diyordum. Fakat bir türlü karar veremiyordum. Böyle kararsızlık içinde kıvranıp dururken iş, ciddiye bindi, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem yanındaki müslümanlarla beraber tam olarak hazırlandı. Ben daha hiç bir şey yapmamış, en ufak bir hazırlıkta bulunmamıştım.

O hal içinde düşünüp dururken, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem beraberindekilerle yola çıktı. Varıp onlara yetişmek istedim fakat heyhat! Keşke gidip yetişebilseydim! Ne yazık ki bu, bana mukadder ve müyesser olmadı.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in harbe çıkışından sonra, geride kalan münafık damgalı, ya da harpten affedilen mazur kimselerle durmanın, onları görmenin cidden beni hüzne ve kedere gark ediyordu.

Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem Tebuk’e varıncaya kadar beni anmamış. Tebuk’de halkın arasında otururken, demiş ki:

“Hani Ka’b b. Malik ne yaptı?” Seleme oğullarından bir adam şöyle demiş:

“Ey Allah’ın Resulü! Onu galiba iki hırkası ile ve o iki çalımlı bakışı alıkoymuştur” Ona Muâz b. Cebel şöyle müdahale etmiş:

“Ne kötü konuştun! Ey Allah’ın Resulü, vallahi biz Ka’b b. Malik hakında hayırdan başka birşey bilmiyoruz”. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem sükut buyurmuş. Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem böyle dururken aniden uzakta üstü başı bembeyaz olmuş bir adam görünmüş ve ona:

“Sen Ebû Hayseme ol!” buyurmuş. Evet hakikaten de o, Ebû Hayseme el-Ensarî imiş. Münafıkların dil ile sataştıkları, sefer hazırlığı sırasında bir sa’ hurmayı tasadduk eden kişi olan Ebû Hayseme.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Tebuk’den dönüşünü duyunca, beni bir hüzün aldı.

Onun öfkesinden kurtulmak için ne yalan uydurayım diye düşünüp durdum. Ailemden aklı erenlere danışmak istedim. Rasûlullah’ın Medine’ye gelmesi yaklaştı denilince bu batıl ve yalan düşünceler benden zâil oldu. Fakat ne yaparsam onun elinden kurtulamayacağımı, yalanlarımın bir fayda vermeyeceğini anlayınca, böyle bir düşünceden vazgeçtim. Doğrusunu söylemeye karar verdim.

Nihayet Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in geldiğini haber aldım. O Sallallahu aleyhi vesellem seferinden döndüğü zaman önce Mescid’e girip iki rekat namaz kılardı. Sonra oturup insanlarla konuşurdu. Nitekim bu defa da öyle yaptı, insanlarla konuşurken, harbe katılmayanlar gelip binbir yeminle ondan özür dilemeye başladılar. Bunlar seksen küsür kişi idiler. Onların özürlerini kabul etti, biatlarını aldı ve onlar için Allah’tan bağışlanma diledi. İçyüzlerini de Allah’a havale etti. Ben gelip selam verdim, selâmımı kızmış bir halde tebessüm ederek aldı. Sonra “Gel yanıma!” dedi; yürüyerek varıp önünde oturdum.

Sordu:

“Neden geride kaldın? Sen (Akabe’de) biat ederek itaat etmeyi yüklenmiş değil miydin?” Cevap verdim:

“Ey Allah’ın Resulü! Eğer ben senden başkasının önünde otursaydım, ona karşı söyleyeceğim bir özür ile muhakkak onun gazabından kurtulacağımı sanırım. Çünkü ben kendisine güzel konuşma kabiliyeti verilmiş bir kişiyim. Ben iyice anladım ki eğer sana bugün yalan söylersem, mutlaka Allah sana, bana gazap edeceği bir şey bildirecektir. Eğer huzurunda seni hakkımda gazablandıracak doğru söz söylersem herhalde ben bu hususta kusuruma karşılık Allah’ın affını umarım. Hayır ya Rasûlallah vallahi benim seferden geri kalışım hakkında arzedecek hiçbir özrüm yoktur. Harbe katılmadığım zaman durumun çok iyi idi, hatta ondan önce durumum o kadar iyi değildi. Fakat o gün imkanlarım ve halim vaktim gayet yerindeydi.” Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“İşte bu, doğru söyledi. Haydi kalk, Allah hakkında hüküm verinceye kadar bekle!”

Selemeoğullarından bazıları yerlerinden fırlayıp başıma üşüştüler ve dediler ki:

“Vallahi bugüne kadar hiç suç işlediğini bilmedik ve görmedik. Diğerleri gibi bir özür beyan edemez miydin? Onlar gibi konuşmaktan aciz miydin? Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in senin için istiğfarda bulunması günahının affına yeterdi.”

Benimle o kadar ısrarlı konuştular ki, nerdeyse geri dönüp Resullah Sallallahu aleyhi vesellem’e yalan söyleyecektim. Sonra onlara şöyle dedim:

“Benim halime düşen başka kimse var mı?”

“Evet, iki adamın başına aynı şey geldi. Onlar da senin dediğin gibi dediler. Onlara da sana söylenildiği gibi söylenildi.”

“Peki kimdir onlar?”

“Mürare b. er-Rebî ile Hilâl b. Ümeyye el-Vâkıfi” deyip bana Bedir savaşına iştirak etmiş olan iki salih kişiyi zikrettiler.[116] Onlar örnek insanlardı. Onların isimlerini duyunca geri dönüp özür beyan etmekten vazgeçtim. Derken Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem, kendisiyle savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşmaktan insanları menetti. Herkes bizden uzaklaştı. Kimseden bir güleryüz görmedik. Yeryüzü bana dar gelmeye başladı, nereye gideceğimi, kime başvuracağımı bilemez hale geldim. Tam elli gün böyle kaldık. O iki arkadaşım evden dışarı çıkmadılar, devamlı olarak ağladılar. Ben ise onların en genç ve en güçlüsü idim, dışarıya çıkıyor, insanlarla buluşuyor, namazlara katılıyor, sokaklarda dolaşıyordum, lakin kimse benimle konuşmuyordu.

Namazdan sonra yerinde oturmakta olan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e varıp selâm veriyordum. İçimden: “Selâmımı alarak dudaklarını kıpırdatacak mı?” diyordum.

Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’in yakınında namaz kılıyordum, bana bakıp bakmayacak mı diye onu gözlüyordum, namaza durduğum zaman bana bakıyordu. Yüz yüze geldiğimizde benden yüz çeviriyordu. İnsanların ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in bu tavrı bana çok ağır gelmiş, artık dayanamaz olmuştum. Nihayet gidip çok sevdiğim amcazadem Ebû Katade’nin bostanına girip selam verdim, vallahi selamımı almadı. Ona şöyle dedim:

“Ey Ebû Katede! Allah aşkına söyle, Allah’ı ve Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’i sevdiğimi biliyorsun değil mi?” dedim, fakat sustu cevap vermedi. Tekrar ona and verdim, gene sustu. Döndüm, yine and verdim. Bu defa şöyle dedi:

“Allah ve Resulü bilir” Bunu duyunca gözlerim dolu dolu oldu. Dönüp duvarı tırmanarak dışarı çıktım. Bir gün Medine pazarında öyle üzgün üzgün dolaşırken, Medine’ye yiyecek satmaya gelmiş Şam ahalisinden bir Nebati adam:

“Bana Ka’b b. Malik’i gösterecek kimse yok mudur?” diye seslenmiş, halk da beni göstermiş, adam gelip bana Gassan Kralından bir mektup getirip verdi.

Açıp mektubu okudum, mektup aynen şöyleydi:

“Duyduğuma göre arkadaşın sana cefa ediyormuş Allah ise seni hakaret evinde ve hakkın zayi olacak bir makamda yaratmamıştır, sığınacak yer mi yok, kalk bana gel! Ülkemde kal, rahat edersin.” Bunu duyunca dert ve belam bir kat daha arttı. Hemen o mektubu fırına atıp yaktım. Aradan tam kırk gün geçmiş ve ben hakkımda vahyin geleceğini bekliyordum. Baktım ki Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in gönderdiği bir adam bana geliyor. Dedi ki:

“Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem karını uzaklaştırmanı sana emrediyor” dedim ki:

“Boşayayım mı? Ne yapayım?”

“Boşama, sadece ondan uzak dur!” dedi. O iki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş.

Bunun üzerine hanımıma:

“Haydi babanın evine git, Allah bu hususta hükmünü verinceye kadar orada kal!” dedim. Derken Hilâl’in karısı Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e gelip dedi ki:

“Hilâl perişan bir durumdadır, hizmetçisi de yoktur, benim ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün?

“Hayır, lakin sana yaklaşmasın” buyurdu.

“Vallahi onun yaklaşacak bir durumu yok, çok bitkin bir halde, Vallahi bu hadise başına geldiği günden beri ağlıyor.” Ailemden biri bana dedi ki:

“Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’den hanımına, sana hizmet etmesi için izin vermesini isteyebilirsin. Zira Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Hilal’in hanımına, ona hizmet etmesi için izin vermiştir.” Ben de şöyle dedim: “Bu hususta Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den izin isteyemem, izin istediğim zaman ne diyeceğimi de bilemem, sonra ben gencim, kendi işimi kendim görürüm. On gün daha aradan geçti, böylece bize konuşuma yasağı konulmasından bu yana tam elli gün tamamlanmış oldu. Ellinci günün sabahında, sabah namazını evlerimizin birinin üstünde kıldım.

Allah’ın da hakkımızda zikrettiği gibi yeryüzü bize dar gelmiş bir hal üzere otururken, avazının çıktığı kadar yüksek sesle bağıran Sela’ dağı üzerine birinin çıkmış şöyle dediğini duydum. “Ey Ka’b b. Mâlik, Müjde!”

Hemen şükür secdesine kapandım. Bu sıkıntıdan artık kurtulduğumu anlamıştım Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem sabah namazını kıldırdığında Allah’ın bizi affettiğini halka ilan etmiştir. Herkes bize müjde vermek için koşuşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bana Eslem’li birisi atını dörtnala koşturup gelerek ve dağın tepesinden, attan daha hızlı giden bir sesle

“Müjde ey Ka’b b. Malik!” diye bağıran bir adam gelmiş. Bana bu müjdeyi veren kişi gelince, sevinçten elbiselerimi çıkarıp müjde olarak ona verdim. Vallahi o gün bundan başka elbisem yoktu. Kendime başka bir yerden ödünç elbise alıp giydim. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’i ziyaret etmek amacıyla yola koyuldum. Yolda insanlar beni fevc fevc karşıladılar. Hepsi beni kutladı.

“Ne mutlu sana, Allah senin tevbeni kabul edip bağışladı” dediler. Nihayet Mescid’e girdik. Baktım Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in etrafını halk çevrimiş. Hemen Talha b. Ubeydullah yerinden fırladı, gelip benimle müsafaha edip, beni tebrik etti. Vallahi muhacirlerden, ondan başka hiç kimse benim için ayağa kalkmadı.

Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’e selam verdiğimde yüzü sevinçten parlıyordu. Şöyle buyurdu: “Annen seni doğurduğu günden bugüne kadar karşılaşmadığın bir haberi sana müjdeliyorum.” dedim ki:

“Bu Allah’tan mı, yoksa senden mi ey Allah’ın Rasulü?”

“Allah’tan” dedi.

Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem bir şeye sevnidiği zaman, mübarek yüzü ay parçası gibi parıldardı. Biz sevincini bundan anlardık. Önünde oturunca, dedim ki:

Ya Rasûlallah! Tevbenin kabulü gereği olarak malımın hepsini Allah ve Rasulü için sadakadır”

“Bir kısmını yanında alıkoy. Bu senin için daha iyi olur” buyurdu. Dedim ki:

“Öyleyse Hayber’de elde ettiğim malımı tutayım.” Sonra şöyle dedim:

“Ey Allah’ın Rasulü! Allah beni doğru söylediğim için kurtardı. Öyleyse sağ olduğum sürece doğruluktan ayrılmayacağıma Allah’a söz veriyorum. Doğru sözlerinden dolayı Allah’ın hiç kimseyi benim kadar ödüllendirdiğini bilmiyorum. Vallahi, Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’e söylediğim günden bu yana hiçbir yalana tevessül etmedim. Çok ama çok mutluyum. Bugünden sonra da Allah’ın beni ölünceye dek yalandan korumasını dilerim.”

Bunun üzerine Allah şu ayeti inzal buyurdu:

“And olsun ki Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzereyken, Peygamber’e uyan muhacirlerle Ensar’ın ve Peygamber’in tevbelerini kabul etti. Tevbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir.

Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek, nefesleri kendilerini sıkıştırıp, Allah’tan başka sığınacak kimsenin olmadığını anlayan, geri kalmış üç kişinin de tevbesini kabul etti. Allah, tevbe ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir Çünkü O tevbeleri kabul eden ve merhametli olandır.

Ey insanlar, Allah’tan sakının ve doğrularla beraber olun!” (Tevbe, 9/117-119)

Allah’ın beni İslam’a hidayet ettiği günden beri bu kadar büyük bir nimete ve mutluluğa nail olmamıştım. Hele Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’e doğru davranmamın semeresini elde etmem yok mu, bana bambaşka mutluluk vermiştir. Çünkü ben de ötekiler gibi yalan söyleseydim onların akibetine uğrayacaktım, onlar gibi helak olup gidecektim. Zira Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

“Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için Allah’a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye size and verirler. Siz onlardan hoşnut olasınız bile Allah, yolundan çıkmış kimselerden razı olmaz.” (Tevbe, 9/95-96)

İşte biz üç kişi yemin ettiklerinde Allah Rasulünün yeminlerini kabul ettiği kişilerden değildik. Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem de onların biatlerini kabul edip onlar için istiğfar etti. Fakat bizim işimizi Allah’a havale etti. Allah’ın hükmüne bıraktı. Allah da “geri kalmış üç kişi” kavlinde belirttiği gibi bizi affetti. Bizi yalan yere yemin edenlerden ayırdı, bizim harpten geri kalmamızdan söz etmedi. Buna karşılık peygamberimizin bizi o yemin edenlerden, özürlerini kabul ettiği kimselerden ayırıp geri ertelemesi ve Allah’ın hükmünü hakkımızda beklemesinden söz etti.”[117]

 

İmâni Dersler ve Ölçüler:

 

1- Nevevi -Rahimehullah- şöyle dedi:

Biliniz ki Ka’b’ın bu hadisinden çıkartılabilecek birçok ibretli sonuç vardır:

1- Bu ümmet için ganimetin mübah olması, zira hadiste: Kureyş Kervanını ele geçirmek için çıktılar, denilmektedir

2- Bedir ve Akabe’ye katılanların fazileti.

3- Hakim’in karşısında dava dışında yemin talep edilmeden yemin etmenin cevazı.

4- Ordu komutanının casuslara ulaşmaması için sefer düzenleyeceği yeri belli etmemesi gerekir. Ancak bu yer çok uzak ise, ona göre hazırlıkların yapılmasını sağlamak için, uzaklığını bildirmelidir.

5- Kaçırılan bir iyiliğe üzülmek ve onu yapmış olmayı temenni etmek. Zira Ka’b: “Keşke yapmış olsaydım” demiştir.

6- Müslüman’ın gıybetinin edilmesine karşı çıkmak. Muâz: “Ne kötü dedin” demiştir.

7- Zor ve meşakkatli de olsa doğruluğun fazileti ve doğruluktan ayrılmamak. Doğruluğun sonu hayırlıdır. Sahih rivâyette geçtiği gibi Doğruluk iyiliğe, iyilik te cennete ulaştırır.

8- Seferden dönen kişinin her şeyden önce mahallesinin mescidinde iki rekat namaz kılmasının müstehab olması.

9- Seferden dönen kişinin, insanlar arasında meşhur birisi ise, insanların kendisini rahatça görüp hoşgeldin diyebilecekleri bir yerde oturup onlarla görüşmesinin müstehab olması.

10- Zahir ile hüküm verilir, gizlilikleri ise Allah’a havale edilir. Bir zarara yol açmadığı takdirde münafıkların özürleri kabul edilir.

11- Bid’at ve açıktan günah işleyenleri, tahkir ve cezalandırmak amacıyla, onlardan selam ve ilgiyi kesmenin gereği.

12- Günah işleyen kimsenin günahına ağlamasının müstehab olması.

13- Başkasına bakmak ve bakışlarını gezdirmek namazı bozmaz.

14- Selâm, kelam olarak da isimlendirilir. Bir insanla konuşmayacağına yemin eden kimse onunla selamlaşırsa, yeminini bozmuş olur.

15- Allah’a ve Resulüne itaati, akraba ve arkadaş sevgisine tercih etmek. Ebû Katade, Ka’b kendisine selam verdiği halde onunla konuşmayı reddetmiştir.

16- Bir insanla konuşmamaya yeminli olan kimse, onunla konuşma kastı olmadan bir söz söyler ve o sözü konuşmadığı insan duyarsa, yeminini bozmuş sayılmaz. Aynen Ebû Katade’nin “Allah bilir” sözünde olduğu gibi.

17- Maslahat gereği üzerine Allah’ın isminin yazılı olduğu kağıdı yırtmanın cevazı. Osman ve diğer sahabelerin, üzerinde icmaa olan mushaf dışındaki mushafları ve Ka’b’ın, içinde Allah’ın ismi geçen mektubu yakmaları gereği. Onlar bunu maslahat gereği olarak yapmışlardır.

18- Açıklanmasından zarar ve ziyan korkusu olan şeylerin gizlenmesi.

19- Kab’ca hanımına “Ailenin evine git” sözü talakı gerektirmez. Niyet olmadıkca bu tür sözlerle talak olmaz.

20- Kadının kendi isteğiyle kocasına hizmet etmesinin cevazı. Bu, icma ile her ikisi için de caizdir. Fakat, adamın karısını hizmete zorlama hakkı yoktur.

21- Kadınlarla cinsel ilişkiyi, başka lafızlarla kinaye etmenin müstehab oluşu,

22- Yasaklanan şeyi irtikab etmekten sakınma hususunda vera ve ihtiyat üzere olmanın gereği. Zira Ka’b, karısını kendisine hizmet için yanında alıkoyma iznini, genç olduğu ve ona yaklaşmaktan- ki karısına yaklaşmaktan men edilmişti- emin olamayacağı için, talep etmemiştir.

23- Bir nimetin yenilenmesi veya bir beladan kurtulunması durumlarında şükür secdesinin müstehab olması. Şafi ve bazı fukahanın mezhebleri bu istikametledir. Ebû Hanife ve bazı fakihler ise bunun meşru olmadığını ileri sürmüşlerdir.

24- Hayr ile müjdelenmenin müstehaplığı

25- Allah’ın hayır ile rızıklandırdığı veya kendisini bir şerden kurtardığı kimseyi kutlamanın müstehaplığı

26- Müjdeleyici ödüllendirmenin hoş bir davranış olduğu.

27- Yemini niyet ile tahsis caizdir. Örneğin, malı olmadığına dair yemin eden kişi, bununla malın bir çeşidini kast ediyorsa, kast ettiği o çeşidin dışında bulunan malından dolayı günaha girmez. Yemeyeceğine dair yemin eden ve bununla ekmeği niyet eden kişi, ekmek dışında et, hurma ve sair yiyecekleri yediği takdirde günahkar olmaz. Ancak ekmek yediği takdirde günahkar olur. Aynı şekilde filan kimseyle konuşmayacağını yemin eden kimse bununla sadece belli konuları niyet ediyorsa, o konular dışında kalan konuşmalar günah değildir. Tüm bunlar bizim arkadaşlarımızın üzerinde ittifak ettikleri hususlardır ve delili bu hadistir: Önce “iki elbiseden başka malım yok, demesi, sonra da Hayber dışında kalan tüm mallarımı infak ediyorum” demesi buna delildir.

28- Ariyet almak caizdir.

29- Giymek için ödünç elbise almanın cevazı.

30- İnsanların sevinçli günlerde ve istişare amacıyla büyüklerinin ve yöneticilerinin yanında toplanmasının güzelliği.

31- Meclise gelen faziletli kişilerin ayağına kalkmanın müstehab olması. Bunun caiz olmadığını sananların aksine, bu konuda varid olan hadisleri müstakil bir cüzde derledim,.

32- Görüşme ve karşılaşma halinde musafahanın sünnet olması, bu kesin bir sünnettir.

33- İmamın ve toplum önderlerinin halkın ve kendilerine tabi olanların sevinçlerini paylaşmalarının güzelliği

34- Bir nimete kavuşan veya bir belâdan kurtulan kimsenin, Allah’a şükür ifadesi olarak malından sadaka vermesi ve şükür secdesinde bulunması müstehabdır. Her iki husus da bu hadiste mevcuttur.

35- Meşakkate ve geçim darlığına sabredememekten çekinen kimselerin mallarının tamamını tasadduk etmeleri doğru değildir, bu onlar için mekruhtur.

36- Malının tamamını tasadduk etmeye hazırlanan bir kimseyi gören kişi, onun darlığına sabredemeyeceğinden korkması halinde, onu bu konuda uyarmalı ve malının ancak bir kısmını tasadduk etmesini tavsiye etmelidir.

37- Bir sebeble tevbe eden kişinin, o sebebi koruması gerekir. Bu, Allah’an yasaklarına uymada en güzel yoldur. Ka’b da ömrü boyunca kendisini kurtaran “doğruluğu” korumuştur. En iyisini Allah bilir.[118]

2- “Üç kişi”nin hikayesinin kapsadığı hüküm ve faidelerle ilgili olarak İbn Kayyım -Rahimehullah- özetle şöyle dedi:

- İnsanın sahip olduğu hayırlardan ötürü, gurur ve kibre kaçmadan, kendisini övmesinin cevazı,

- Kişi sevap fırsatı bulduğu zaman, hiç vakit kaybetmeden o fırsatı değerledirmeye koşmalıdır. Özellikle de onu yakalamada başka başka fırsatlar bulmaktan korkuyorsa! Zira, azimet ve gayret duygusu kişide çabuk kaybolur, süreklilik göstermez. Allahu Teala, kendisine hayır kapısı açıldığı halde, onu değerlendirmeyen kimseyi, kalbi ile iradesi arasına girerek, onu cezalandırır. Allah ve Rasulü çağırdığı zaman, bu çağrıya icabet etmeyen kimsenin, kendisi ile kalbi ve iradesi arasına girilir de o kimsenin artık bu çağrıya icabet etme imkanı kalmaz Allahu Teala şöyle buyurdu:

“Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve mutlaka O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal, 8/24)

Bu husus, bir başka ayette şöyle açıklandı:

“Onların kalblerini ve gözlerini ters çeviririz de, ilkin O’na inanmadıkları gibi (mucize geldikten sonra da) inanmazlar” (Enam, 6/110)

- İmamın ve yöneticilerin, kendilerine yakın olan kimseleri gerektiğinde azarlaması ve kızması. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, diğerlerini değil de, sadece kendisine yakın olan o üç kişiyi azarlamıştır. İnsanlar, sevgilinin sevgiyi azarlamasını öven birçok sözler sarfetmişlerdir.

- Yüce Allah’ın Ka’b ve arkadaşlarını, yalan söyleyerek, bugünlerini kurtarıp, ahiretlerini yıkmaktan koruyarak, onları doğruluğa muvaffak kılması. Doğrular, başlangıçta türlü sıkıntılarla karşılaşsalar da sonuçta gülen taraf oldular. Dünya ve ahiret bu esas üzerine kuruludur. Başlangıçta zor olan şeylerin sonu tatlı, başlangıcı tatlı olan şeylerin de sonu acı olur.

- Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in savaşa katılmayanlardan sadece o üç kişiye boykot ilanı, onların doğruluklarına delildir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem böylece kişiyi bu günahları nedeniyle te’dib etmiştir. Diğerlerine gelince, onların günahları böyle bir boykot ile tedib edilecek cinsten değil de, onların hastalıkları nifak idi ve bu ilacın onların hastalıklarına bir yararı olamazdı. Yüce Allah da, günah işleyen kullarını, şeriatı ile belirlediği cezalar ile te’dib eder. Sevdiği mü’min kullarını te’dib eder ve onları rızasını tahsile sevkeder. Fakat gözünden düşen kimseler ile de günahlar arasından çekilir. Günah işledikçe ona daha çok verir. Gafil kimse bunu kendi hayrına sanıyorsa da, bu onun için benzersiz şiddette bir azabın ta kendisidir.

- Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem’in o üç kişiye ambargo koymasından 40 gün sonra, karılarından ayrılmalarını emretmesi iki bakımdan, onlar için müjdeli haberin başlangıcıdır:

1) Onlarla ne bizzat kendisi ne de elçileri vasıtasıyla konuşmadığı halde, bu emir ile vasıtalı olarak onlarla konuşmuş olması.

2) Onları bir müddet hanımlarından dolayısıyla zevk ve eğlenceden bir süre uzaklaştırarak, ibadet ve tevbelerini daha çok artırmalarını sağlamak. Bu da tünelin ucuna yaklaşılmakta olduğunun bir işaretidir.

Bu kıssadan alınacak fıkıh: İhram, itikaf, oruç gibi ibadet zamanlarında kadınlardan kaçınmak gerekir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem daha cezalarının başlangıcında, onlara olan merhametinden dolayı, hemen kadınlarından ayırmamıştır.

-Yine bundan kulların günlerinin en hayırlısının tevbe ettiği ve Allah’ın onun tevbesini kabul ettiği gün olduğunu anlıyoruz. Zira Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Ka’b’a şöyle demiştir:

“Annen seni doğurduğu günden bugüne kadar karşılaşmadığın bir haberi sana müdeleyeyim mi?”[119]

3- Hafız -Rahimehullah- da şöyle dedi:

Bu kıssadan günahın ne kadar önemli ve tehlikeli olduğunu anlıyoruz İbn Ebî Hatim’in rivâyetinde Hasan el-Basri bu hususa şöyle dikkat çekti: Subhanallah! O üç kişi ne haram bir mal yediler, ne kıyılmaması gereken bir cana kıydılar, ne de yeryüzünde bir bozgunculuk çıkardılar. Buna rağmen, yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmeye başladı. Ya bunca büyük fuhuşlar ve günahların hali nicedir?!”

- Hadisten, dini güçlü olanların, zayıf olanlardan daha şiddetli bir azarlamaya maruz kaldıklarını görüyoruz.

- Yine hadisten, günah işleyenden selamı kesmenin, üç günden daha fazla küs durmanın caiz olduğunu anlıyoruz. Üç günden fazla küs durmama emri ise, küskünlüğün şer’i bir gerekçeye dayanmaması hallerinde geçerlidir.[120]

4- Dr. Mustafa es-Sıbaî’de özetle şöyle dedi:

Sadık müminler olmalarına rağmen, rahatı yorgunluğa, gölgeyi sıcağa, ikâmeti sefere tercih ederek cihaddan geri kalan üç müslümanın hikayesinde önemli içtimaî dersler vardır: Bu üç kişi, aradan fazla geçmeden, geride kalmakla büyük hata işlediklerinin farkına varmışlardır. Bu nedenle duydukları üzüntü, pişmanlık ve tevbeleri zirveye ulaşınca, Allah onların günahlarını bağışladı. Bağışlanma müjdesini aldıkları zaman, hayatlarının en büyük sevincini yaşadılar. Sevinçlerinden, Allah’a bir şükran ifadesi olarak tüm elbise ve mallarını infak etmek isteyenler oldu. Bu gibi dersler, imanında sadık olan kimseleri, üzerlerine düşen görevlerini ihmal etmekten veya insanlar ibadet ederken, rahatı tercih etmekten onu men eder. İşte bu, seni cemaatten bir fert, bütünden bir parça ve onları rahatsız eden şeyden senin de rahatsız olma bilincini aşılayan bir imani şuurdur. Toplum için faydalı olan sizin için de faydalıdır. Toplum türlü elemler ile dert çekerken, sizin mutlu olmanızın bir anlamı yoktur. İnsanlar bitkin haldelerken, sizin rahatlıktan tat almanız mümkün değildir. Görevi ihmal, imanda bir noksanlık, dinde zayıflık ve mutlaka tevbe ve inabeti gerektiren büyük bir günahtır.[121]


18- HEYETLER YILI

 

- Abdu’l-Kays Heyetinin Gelişi.

- Müseylemetü’l-Kezzâb’ın da içinde olduğu Hanife oğulları Heyetinin Gelişi.

- Eş’ariyyun ve Yemen Heyetinin Gelişi.

- Beni Sa’d b. Bekre Heyetinin Gelişi.

- Mezine Heyetinin Gelişi.

- Necran Heyetinin Gelişi.



HEYETLER YILI

 

Arap yarımadasının kuzeyinde bulunan Rumların İslam ordusuyla karşılaşmaktan çekinip, yenilgiyi peşinen kabullenmesi ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in sayısının otuzbin olduğu söylenen bu büyük ordu ile Arap kabileleri arasında güç gösterisinde bulunup, Arapların böylesine güçlü, savaş yeteneği yüksek, sayıca az bir birliği dahi, kendisinden kat kat daha fazla olan orduları yenen bu muhteşem ordunun karşısında tutunamayacaklarını anlamalarından sonra hicri 9 yılında Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in şehrine ardarda heyetler gelmeye başladı. Gelen heyetlerin çokluğundan bu yıl, heyetler yılı olarak anılır.

Prof. Dr. Ekrem el-Umerî şöyle dedi:

Kaynaklar çoğunlukla senet zikretmeksizin bu heyetlerle ilgili haberlerle doludur. Bu konuda tafsilatlı olarak ilk konuşan İbn İshâk’tır. O, bilgi kaynaklarını ve zikrettiği rivayetlerin senetlerini nadiren zikreder. İşte bu nadir rivayetler Zühri, Abdullah b. Ebî Bekr ve Hasan el-Basrî’nin mürsel rivâyetleridir.

Fakat sadece Dımam b. Sa’lebe’nin geliş haberi istisnadır, onu İbn Abbâs’a isnat etmiştir. Bu isnatta da Muhammed b. El-Velid b. Nüveyfa vardır ki tabi olmamıştır. Bu rivâyet de ondan ötürü zayıftır. İbn İshâk’ın haberini zikrettiği heyetler şunlardır. Temim Heyeti, Benî Amir heyeti, Benî Sa’d b. Bekr Heyeti, Abdu’l Kays heyeti, Benî Hanife heyeti, Tay heyeti, Benî Zebid heyeti, Kinde heyeti, Himyer Kralları heyetî, Benî el-Haris b. Ka’b heyeti, Hemdan heyeti, Adiy b. Hatim heyeti, Ferve b. Mesik el-Muradî heyeti, Sard b. Abdullah el-Ezd-î heyeti, Ferve b. Amr el-Cüzamî heyeti.[122]

Heyetler yılı olarak anılan hicri 9. yılı, İslam’ın büyük bir hızla yayılıp, güçlendiği bir yıldır. Şimdi bu heyetlerden geldikleri sabit olan heyetleri hakkında bilgi verelim:

 

1- Abdu’l Kays Heyeti:

 

Ebû Cemre’den, şöyle dedi: İbn Abbas ile beraberdim, beni kendi sedirine oturtturdu. Bana

“Yanımda kal da sana malımdan bir pay vereyim” dedi. İki ay yanında kaldım ve sonra şöyle dedi:

“Abdu’l Kays heyeti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e geldikleri zaman,

“Kavim veya heyet kimdir?” dedi.

“Rebia”, dediler.

“Utanma ve pişmanlık olmaksızın kavme veya heyete merhaba” buyurdu. Heyet:

“Ya Resulallah, biz senin yanına ancak Haram ayda gelebiliyoruz. Seninle bizim aramızda Mudar kafirlerinden şu mahalle var. Bize öyle şeyler emret ki geri dönüp kavmimize haber verelim ve o amelleri işleyerek cennete girelim.” Ve ayrıca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’den içecekler hakkında da soru sordular.

Onlara tek olan Allah’a iman etmelerini emretti ve sordu:

“Tek olan Allah’a iman ne demektir, biliyor musnuz?” Onlar:

“Allah ve Resulü daha iyi bilir”, dediler.

“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna tanıklık etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, ramazan orucu tutmak ve ganimetten beşte birini vermeniz” buyurdu.

Ve onları şu dört şeyden men etti: “Hanzal (Ebu Cehil) bitkisi kabı, hurma çekirdeğinden oyularak yapılan kap, kabak kabı siyah çam sakızı. (veya zift ile kaplanan kap). “Bunları ezberleyin ve geri döndüğünüz de kavminize haber verin”, buyurdu.[123]

İbn Kayyım -Rahimehullah- özetle şöyle dedi: “Bu kıssadan Allah’a imanın, söz ve amel olarak tüm bu hasletlerin toplamı olduğunu görürüz. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ashabı, tabiin ve onlara tabi olanlar bu özelliğe sahip idiler.

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in bu hasletlerin içinde haccı saymamış olması, o zaman yani heyetin geldiği hicri, 9. yılda farz kılınmış olmadığının delaletlerinden biridir. Hac, hicri on yılında farz kılınmıştır.

Bazılarının hilafına Ramazan ayına sadece “Ramazan” demek mekruh değildir.

Bu kaplarda üzüm şırası yapmanın haram kılınışı baki midir, mensuh mudur? Bu konuda iki rivâyet vardır ve Ahmed’den her iki görüş de rivâyet edilmiştir. Çoğunluk bunun, Müslim’in rivâyet ettiği şu hadisle nesh edildiği görüşündedir.

“Sizi bazı kablarda şıra yapmaktan men ettim. Hoşunuza gittiği gibi şıra yapın fakat sarhoşluk vereci şeylerden içmeyin” yasak hadislerin muhkemliğini ve bu hadisin mensuh olmadığını söyleyenler şöyle dediler: Bu konudaki hadisler sayı ve geliş yolu itibariyle tevatüre ulaşan hadislerdir. Mübah bırakan hadis ise, bir tektir, onlara mukavemet edecek düzeyde değildir.[124]

 

2- Aralarında Müseylemetü’l Kezzâb’ın da bulunduğu Benî Hanîfe Heyeti:

 

İbn Abbas -Radıyallahu anhuma-’dan; şöyle dedi: “Müseylemetü’l Kezzâb, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem zamanında geldi ve şöyle demeye başladı:

“Muhammed kendisinden sonra yerine beni geçirirse ona tabi olurum.” Kavminden birçok kimseyle beraber Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına geldi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem yanında Sabit b. Kays olduğu halde elinde bir çubuk parçası vardı. Heyet içindeki Müseylemetü’l Kezzâb’ın karşısına geçti ve şöyle buyurdu:

“Eğer benden şu çöpü dahi isteyecek olsan, onu sana vermem. Allah’ın senin hakkındaki emrini aşamazsın. Gerisin geriye dönersen. Allah mutlaka seni perişan edecektir. Ben senin halini gördüm. İşte bu Sabittir, benden taraf sana cevap verecektir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu sözlerini söyledikten sonra onların yanından ayrıldı.[125]

İbn Abbas şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in “Ben senin halini gördüm” sözünün anlamını sordum Ebû Hureyre, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle dediğini rivâyet etti:

“Uykuda iken elimde iki altın bilezik gördüm bu bilezikleri düşünürken, uykuda bana bunları üflemem vahyedildi. Üfürdüğüm anda ikisi de uçtu. Bu rüyayı benden sonra çıkacak iki yalancıya tevil etim. Bunlardan birisi el-Ansi, diğeri de Müseyleme’dir.”[126]

Hafız şöyle dedi: Bu kıssadan, kendisiyle görüşmek için gelen kâfir heyetlerle, müslümanların maslahatına uygun ise imamın bizzat kendisi görüşür. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem “İşte bu Sabit’tir, benden taraf sana cevap verecek” buyurmasının nedeni, O Ensar’ın hatibi olduğu içindir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in, en güzel ve özlü kelimelerle meramını anlatabilme özelliği vardı. Müseyleme’ye demek istediklerini söyledikten sonra, eğer hitabet yarışmasına girmek istiyorsa bunu Sabit ile yapmasını işaret etmiştir. Demek ki imam inatçı kafirlere karşı, belagat ehli kimselerden yardım talep edebilir.[127]

İbn Kayyım -Rahimehullah- bu kıssanın fıkhı ile ilgili özetle şöyle dedi:

Bu hadis, Ebû Bekr’in en büyük faziletlerinden biridir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem o iki bileziği, onun ruhu ile üfleyip uçurdu. Müseyleme’ye üfleyip onu uçuran ruh Sıddık’ın ruhu idi. Buradan hareketle erkeklerin rüyalarında zinet takınmalarının hayra alamet olmadığı anlaşılır. Şihabu’l Abir olarak tanınan Ebu’l Abbas Ahmed b. Abdurrahman b. Abdülmün’im b. Nimet b. Sürûr el-Makdisi bana şöyle haber verdi: Adam’ın biri bana rüyasında ayağında halhal gördüğünü söyledi. Ben ona “ayağını acı sarmıştır” dedim. Gerçekten de öyleydi.

Bir diğer adam da bana burnunda altın bir halka grdüğünü ve içinde kırmızı bir tane olduğunu söyledi. Ona “burnundan şiddetli bir kan akacağını” söyledim ve gerçekten de dediğim çıktı.

Bir değeri “dudaklarına asılı bir kerpeten gördüm” dedi, ona “dudaklarından kan alınması gereken bir hastalıkla karşılaşacağını” söyledim.”[128]

 

3- Eş’ariyyun ve Yemen heyetinin Gelişi:

 

Enes’ten rivayetle Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem dedi ki:

“Kalbler senden de yufka bir kavim geliyor” Ve Eş’ariyyun şiir beyitleri terennüm ederek geldiler.

“Yarın sevdiklerimiz buluşacağız.

Muhammed ve taraftarlarıyla...”[129]

Ebu Hureyre de: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellemin şöyle dediğini işittim:

“Yemen ehli geldi, onlar insanların en duyguluları ve kalplileridir. İman ve hikmet Yemen’dendir. Sekinet de bu koyun besleyen kimselerin hasletlerindendir. Övünmek ve büyüklenmek ise gün doğumu tarafındaki Veber halkından Faddadların huyudur.”[130]

Ebu ‘Amr -Rahimehullah- bu hadisi çeşitli şekillerde tevil ederek, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in, Medine’ye göre Yemen cihetinde olması hasebiyle Mekke halkını kastettiğini veya Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Tebuk’de idi ve Medine de Tebuk’a göre Yemen cihetinde kaldığından Medine halkını kastetmiştir diyenlerin sözlerini tahlil ettikten sonra şöyle dedi.

Hadisi zahirine göre anlamamıza ve burada kastedilen halkın hakikaten Yemen halkı olduğuna hükmetmemize bir mani yoktur. Birşey ile muttasıf olan, gerçekten bu şey ile tebarüz etmiş ise, o şey ona nisbet edilir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in hayatında ve Onun ölümünden sonra, iman bakımından ve gelen heyetlerin durumu bakımından, Yemen halkının bu özelliği gayet açık idi. Uveys el-Karanî, Ebû Müslim el-Hûlâni ve daha başka nice Yemenliler sadık imanları ile tebarüz ettiler. İmanın onlara nisbet edlimesi, başkalarının imanını nefyetmeden, onların imanının kemaline işarettir. Bu hadisle, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem “İman, Hicaz ehlindedir” hadisi arasında bir çelişki yoktur. Sonra hadisten murad, o zamanki Yemenlilerdir. Yoksa her zamanda ki tüm Yemenliler değildir. Hadisin lafzı bunu gerektirmez. İşte bu hususta hak olan görüş budur. Allah’a bizi kendisine hidayet ettiği için şükrederiz, O daha iyi bilir. Burada zikredilen fıkıh ve hikmete gelince; fıkıh burada dinde anlayış anlamındadır. Fakat daha Sonra fıkıhçılar ve usulcüler fıkıh terimini, ameli hükümler için kullandılar. Hikmete gelince, bu konuda birbirleriyle çelişen birçok sözler edilmiş ve herkes hikmeti sadece belli bir açıdan ele almıştır. Fakat tüm bunları inceledikten sonra bizim nazarımızda hikmet, Ma’rifetullah bilgisini içeren hükümleri bilmekle bareber, basiret açıklığı, nefis temizliği, hakkı gerçekleştirmek ve onunla amel ile batıl ve hevaya uymaktan uzaklaşmaktır. İşte bu hasletlere sahip olan kişi “Hakîm=Hikmetli” olarak anılır.

Ebû Bekir b. Düreyd de şöyle dedi: Sana öğüt veren ve sakındıran veya seni iyiliğe çağıran veya seni kötülükten men eden her kelime hikmettir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in şu sözü de bu kabildendir. “Bazı şiirler hikmettir” Bazı rivayetlerde de hüküm olarak geçmektedir. Allah daha iyi bilir.”[131]

Sahih-i Buhari’de şöyle geçmektedir: Temim oğullarından bazı kimseler Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına geldiler. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onlara

“Müjdelenin ey Temim oğulları” dedi. Onlar:

“Bizi müjdeledin, bize atiyye ver” deyince Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in yüzü değişti. Sonra Yemenlilerden bazı kimseler geldi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onlara

“Temim oğullarının kabul etmediği müjdeyi siz kabul edin”

“Ey Allah’ın elçisi, bizler dinde fıkıh (anlayış) sahibi olmak ve sana işin başlangıcını sormak için geldik” dediler. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem

“Başlangıçta Allah var idi. Ve onunla beraber hiçbir şey yoktu, kürsüsü suyun üzerinde idi ve zikirde her şeyi yazdı.” buyurdu”.[132]

 

4- Beni Sa’d b. Bekr Heyetinin Gelişi

 

Enes b. Malik’den; O şöyle dedi: Bizler mescidde Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile oturuyorken, adamın birisi devesiyle geldi, onu mescidde çöktürdü sonra bağladı ve sonra onlara şöyle dedi:

“Muhammed hanginizdir?” -Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem o sırada ashabının arasında bir yere dayanmış oturuyordu- Bizler:

“İşte şu yaslanıp duran beyaz adam” dedik. Adam:

“Abdulmuttalib’in oğlu mu?” dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Sana cevap verdim” buyurdu. Adam Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem

“Ben sana birşeyler soracağım ve sorularımda ısrarcı olacağım. Sakın bana darılmayasın” dedi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem

“Ne istersen sor” buyurdu. Adam:

“Senin ve senden öncekilerin Rabbinin adıyla sana soruyorum: Sana, Senenin bu ayında oruç tutmamızı Allah mı emretti?” Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Evet, Allah emretti”, buyurdu. Adam:

“Allah için söyle, sana, bu sadakayı zenginlerimizden alıp, fakirlerimize dağıtmayı Allah mı emretti?”” Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

“Evet, andolsun ki Allah emretti” buyudu. Adam:

“Senin getirdiklerine iman ettim. Ben geride kalan kavmimin sana elçisiyim. Ben Benî Sa’d b. Bekir’den Dımam b. Sa’lebe’yim.”[133]

Hafız şöyle dedi:

“Bu hadiste yukarıda zikredilenler dışında birçok fayda vardır: Tek kişinin haberi ile amel etmenin sıhhati. Zira Dımam, kavmini temsilen tek başına gelmiş ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile tek başına bir görüşme yapmıştır. Geriye dönmüş ve görüşmesini kavmine anlatmış onlar da onu doğrulayarak iman etmişlerdir. Yine hadisten kişinin dedesi babasından daha çok tanınıyor ise, ona nisbet edebileceğini anlıyoruz. Huneyn savaşında da Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem: “Ben Abdulmuttalib’in oğluyum” demişti. Yine hadisten, önemli bir meseleyi tekid amacıyla yemin verdirilmesini anlıyoruz. Ve yine bu hadiste akranların rivâyetini görmekteyiz. Zira Saîd ve Şerîk aynı dereceden iki Tabii’dir ve her ikisi de Medinelidir.”[134]

Nevevî şöyle dedi: Bu hadiste yukarıda zikredilenler dışında daha başka ilim ifade eden hususlar vardır: Bunlardan biri: Beş vakit namaz hergün ve gecede tekrarlanır. “Gündüzümüzde ve gecemizde” ifadesinin anlamı budur. Ramazan ayının orucu da her yıl farzdır. Şeyh Ebû ‘Amr İbn es-Salâh şöyle dedi:

“Bu hadiste, alimlerin imamlarının, halk tabakasından mukallitlerin imanının sahih olduğuna dair görüşlerine delil vardır. Mutezile’nin aksi iddiasına karşı, onların şüpheye düşmeden kesin bir şekilde hak itikadı benimsemeleri, onlar için yeterlidir. Zira Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Dımam’ın sadece kendisinin ona verdiği bazı haberleri doğrulayıp, inanması ve onları kavmine tebliğ ederek, onların da aynı şekilde inanmalarını geçersiz görüp reddetmedi ve “senin tüm bunlara, mucizelerine bakarak ve kat’i delilerden istidlal yaparak inanman gerekir” diye de birşey söylemedi.[135]

Hâkim ve başkalarının İbn Abbas’tan yaptıkları rivayet şöyle devam etmektedir: Dımam sonra devesine yönelerek döndü. O döndüğü zaman Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“İki saç örgüsü sahibi doğru söylüyorsa cennete girer”. Dimam devesine binip kavmine doğru yola koyuldu. Gelince, insanlar etrafında toplandılar. Dimam’ın ilk sözü Lat ve Uzza’ya sövmek oldu. Kavmi:

“Yavaş ol ey Dımam, abraş, cüzzam ve cinnet hastalığından sakın!” Dımam:

“Size yazıklar olsun. Vallahi o iki put ne zarar ne de fayda verir. Allah bir elçi gönderdi ve onunla beraber bir kitap indirdi. Sizi toplamakta olduklarınız putlardan kurtarıyor. Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed onun kulu ve elçisidir. Ben onun yanından size, emrettiği ve yasakladığı şeylerle geldim. Allah’a yemin olsun ki o günün sonunda, onun kavminden müslüman olmayan tek bir kadın veya erkek kalmadı.” İbn Abbas Radıyallahu anhuma şöyle dedi:

“Dımam b. Sa’lebe -Radıyallahu anh-’den daha iyi başka bir kavim temsilcisi işitmedik”[136]

 

5- Müzine Heyetinin Gelişi:

 

Numan b. Mukrin’den o şöyle dedi: Muzine’den 400 kişi olarak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına geldik. Memleketimize dönmek istediğimiz zaman Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Ey Ömer şu kavme azık temin et” buyurdu. Ömer:

“Bendeki hurma sanırım bunları bir konak yerine dahi yetirmez”, dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem

“Git ve onlara azık temin et” buyurdu. Ömer onları aldı ve evine götürdü. Sonra onları yüksek bir yere çıkardı. Orada deve yığını gibi hurma vardı. İnsanlar oradan ihtiyaçlarını aldılar. Onlar içinden en son ben çıktım. O kadar hurma alınmasına rağmen hurma yığınından hiçbirşey eksilmediğini görüyordum.”[137]

 

6- Necran Heyetinin Gelişi:

 

Huzeyfe’den, şöyle dedi: “Necran’ın iki lideri Akib ve Seyyid mülâene yamak üzere Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e geldiler. Bunlardan biri diğerine

“Yapma, Vallahi eğer o bir Peygamber ise ve bize lanet ederse ne biz ne de bizden sonra gelen neslimiz bir daha da felah bulamaz” Bunun üzerine gelip Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e bizden istediğini sana vereceğiz, bizimle beraber emin bir adam gönder, bizimle ancak emin birisini gönder, dediler. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Sizinle beraber, hakikaten emin olan bir adam göndereceğim. Allah elçisinin tüm arkadaşları bu şerefe nail olmayı ümit ederken O:

“Kalk ey Ebû Ubeyde b. Cerrah” dedi, kalkınca,

“Bu, şu ümmetin eminidir” buyurdu.”[138]

Hafız özetle şöyle dedi: “Necran, Mekke’den Yemen ciheti istikametinde 7 merhale uzaklığında yetmişüç köyden müteşekkil, bir atlının hızlı adımlarla bir günde kat edebileceği mesafede, büyük bir bölgenin adıdır. “Onunla mülâene yapmak istiyorlardı” ifadesi şu ayete işarettir.

“Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah’dan yalancılar üzerine lanet dileyelim, de”

 

Necranlılar Kıssasındaki Bazı Faideler:

 

Bir kafirin Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Peygamberliğini kabul etmesi, İslam ahkamına sarılmadığı sürece, onu İslama dahil etmez.

Ehli kitapla mücadelenin caiz, maslahat durumunda da vacip olduğu anlaşılmaktadır.

Tüm delillerin sunulmasından sonra küfürde inad edenlere karşı mülâenenin caiz ve meşru olması İbn Abbas ve sonra da el-Evzaî buna çağırmışlardır. Bazı alimler de bunu yapmışlar ve onlarla mülâene yapan batıl ehli en fazla bir yıl içinde helak olmuşlardır. Aynı şey benim de başıma geldi ve ısrarla bazı dinsizler lehine taasup gösteren bir adam iki ay geçmeden helak oldu.

İmam’ın uygun görmesi üzerine zimmet ehli ile barış yapılabilir ve bu onlar için cizye yerine geçer. Her halükarda önemli olan kafirlerin aşağılanmış olarak her yıl müslümanlara belli miktarda bir mal ödemeleridir.

Bir diğer fayda ise antlaşmalı toplumlara emin bir görevli gönderilmesi İslam’ın maslahatınadır. Yine bu hadiste, Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın açık bir menkıbesi vardır.[139]


19- VEDA HACCI



 

 

VEDA HACCI

 

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in haccını beyan eden birçok hadis vardır. Bunlardan Müslim’in Câbir’den rivâyet ettiği şu hadisi aktaralım:

“Allah RasulüSallallahu aleyhi vesellem dokuz sene bekledi. Bu müddet zarfında haccetmedi. Onuncu yılda hacca gideceğini halka ilan etti. Bunun üzerine Medine’ye ülkenin her yanından dalga dalga insanlar akın eti. Hepsi Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’e uymak, onun hac ibadetlerini nasıl yaptığını takip etmek ve tıpkı onun gibi yapmak istiyorlardı.

Onunla beraber yola çıktı, Zü’l Huleyfe’ye gelince, Esma binti Umeys, Muhammed b. Ebi Bekr’i doğurdu. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e haber gönderip ne yapacağı hakkında bilgi istedi. Rasûlullah ona “Yıkan, pamuk bağla ve sıkı sar, sonra da ihram giy!” diye haber gönderdi. Sonra Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem oradaki mescidde namaz kıldırdı. Sonra devesi Kusva’ya bindi, onunla Beyda’ya çıkınca, bir baktım ki önü, arkası, sağı ve solu insanlarla doluydu. Kimisi süvari idi, kimisi de yaya yürüyordu.

Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem aramızda gidiyor, zaman zaman ona Kur’an indiriliyor O da onun te’vilini biliyordu. O, onunla amel ederdi, biz de ona uyup amel ederdik. Hacca niyet edip Allah’ın birliğini zikrettikten sonra şöyle telbiye getirdi:

“Lebbeyk Allahümme lebbeyk! Lebbeyke, lâ şerike leke lebbeyk. İnne’l hamde ve’n nimete leke ve’l mülk. Lâ şerike lek. (= Tekrar icabet sana Allahım, tekrar icabet sana, Tekrar icabet sana, senin hiç ortağın yoktur. Tekrar icabet sana Hamd ve nimet sana mahsustur. Mülk te senindir. Hiçbir ortağın yoktur.)”

Onun ardından bütün insanlar da aynı şeyi söylediler. Telbiyede bulundular. Onların bu durumuna hiçbir itirazda bulunmadı. Bu sırada o kendi telbiyesine devam etti. Biz hacdan başka bir şeye niyet etmiyorduk. Çünkü hac aylarında hacla birlikte umre yapmayı tanımıyorduk. Onunla birlikte Beyt-i Şerif’e geldiğimizde Rükn’ü (Haceru’l Esved’i) istilam etti. Üç kere hızlı yürüyüşle, dört kere de normal yürüyüşle tavaf yaptı. Sonra Makam-ı İbrahim’e gidip “Ve’ttehizû min makami İbrahime musalla” ayetini okudu. Makam’ı, Kabe ile kendisi arasına aldı.  Makamda kıldığı her iki rekatta da Kul huvallahu ehad” ile Kul yâ Eyyuhe’l Kâfirun surelerini okudu. Sonra tekrar Rükn’e gidip istilam etti. Sonra Safa kapısından çıkıp doğru Safa’ya gitti. Safa’da “inne’s safâ ve’l mervete min şeâirillah” ayetini okuyarak “Allah’ın başladığı şeyle başlıyorum” diyerek Safa’dan başladı. Ta beytullahı görünceye kadar safa üzerinde yükseldi. Kıbleye yönelip Allah’ı birledi ve O’nu yüceltip, tekbir getirerek şöyle dedi: “La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh lehu’l mulku ve lehu’l hamdu ve huve ala kulli şey’in kadir= Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. birdir, şeriki yoktur. Mülk onundur. Hamd O’na mahsustur. O her şeye gücü yetendir)”.

La ilahe illallahu vahdehu. Ve enceze va’dehu. Ve nasare abdeh. Ve hezemel ahzâbe vahdeh. (= Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Birdir. Vaadini yerine getirmiş. Kuluna yardım etmiştir. Orduları tek başına yenmiştir.) Sonra bunun arasında dua etti. Bunu tam üç kere söyledi. Sonra inip Merve’ye yöneldi, iki ayağı vadinin orta kısmında, hızlandı. Orayı geçince normal olarak yürüdü. Merve’ye gelince, Safâ’da yaptığı gibi yaptı. Tavafın (Say’ın) sonunu Merve’de bitirdi. Şöyle dedi:

“Daha önce bu düşüncede olsaydım, kurban getirmezdim de bunu (haccı) umre yapardım. Kimin yanında kurban yoksa hemen ihramdan çıksın ve bunu umre yapsın”.

Süreka b. Malik b. Cü’şum kalkıp şöyle dedi:

“Ey Allah’ın Resulü, bu sadece bu yıla mı mahsustur, yoksa her zaman için mi?”

Allah ResulüSallallahu aleyhi vesellem, parmaklarını birbirine geçirdi ve iki kere

“İşte umre, hac ile böyle birleşmiştir. Bu yıla mahsus değil, her zaman bu böyledir.” buyurdu.

Ali, Yemen’den Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem için develer getirdi. Fatıma’yı ihramdan çıkanlar ve renkli elbiseler giyip sürmelenenler arasında buldu. Bu halini hoş karşılamayınca Fatıma şöyle cevap verdi:

“Bunu bana babam emretti”

Ali, Irak’tayken şöyle derdi: Bunun üzerine hemen Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’e gittim ve dedim ki:

“Fatıma’yı ihramdan çıkmış olarak gördüm, renkli elbise giymiş, üstelik gözlerine de sürme çekmiş. Neden böyle yatığını sorunca “Bunu bana babam emretti” dedi. Gerçekten ey Allah’ın Rasulü bunu ona sen mi emrettin?”

“O doğru söyledi, doğru! Peki sen hacca niyetlenirken ne dedin?” buyurdu.

Şöyle dedim:

“Allah’ım, ben Allah Resulünün niyeti gibi niyet ediyorum, onun gibi ihrama girip telbiye getiriyorum.” Dedi ki:

“Benim beraberimde kurban var, sen de ihramdan çıkma!”.

Gerek peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in getirdiği gerekse Ali’nin Yemen’den getirdiği kurbanların yekünü yüz tane idi.

İnsanların hepsi, ihramdan çıktılar ve traş oldular. Ancak Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile beraberinde kurbanlar olanlar ihramdan çıkmadılar ve traş da olmadılar. Terviye günü olunca, hacca niyetle ihrama girip telbiye okuyarak Mina’ya yöneldiler. Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem devesine binip hareket etti. Mina’da öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabahı kıldı. Güneş doğuncaya kadar biraz bekledi. Emretti, kıldan olan çadırı Nemira denilen yere kuruldu.

Sonra yoluna devam eti. Kureyş kendilerinin Cahiliyet devrinde yaptıkları gibi onun da Müzdelife’de Meşar’i Haram’da vakfe yapacağından şüphe etmiyorlardı. Halbuki o, oradan geçip gitti. Arafat’a vardı. Çadırın Nemira’da kurulduğunu gördü. Oraya inip konakladı. Güneş tepeden batıya meyledince emretti, Kasva’sı hazırlandı. Ona binip doğru vadinin ortasına geldi ve insanlara şöyle hitap etti:

“Kanlarınız ve mallarınız birbirlerinize, bu gününüz haram olduğu gibi, bu ayınız haram olduğu gibi, bu beldeniz haram olduğu gibi haramdır.

Cahiliyetten kalma her türlü adet ve gelenekler ayağımın altındadır, kaldırılmıştır. Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da kaldırılmıştır.

Kan davalarından ilk kaldırdığım kan, İbn Rebîa b. el-Haris’in kanıdır. O Sa’d oğullarında çocuğu için süt annesi ararken. Hüzeyl kabilesi onu öldürmüştü.

Cahiliyetten kalma faiz de kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım faiz, el-Abbas b. Abdilmuttalib’in faizidir. Onun hepsi kaldırılmıştır.

Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz onları Allah’ın emanı ile aldınız, ferclerini Allah’ın kelimesiyle helal saydınız.

Sizin onlar üzerindeki haklarınız; onların evlerinize hoşlanmadığınız kimselerden hiçbirini almamalarıdır. Bunu yaparlarsa onları, zarar vermeyecek şekilde dövün!

Onların sizin üzerinizde olan hakları; örfe göre yemek, içmek ve giyimleridir.

Size bir şey bırakıyorum, ona sarılırsanız asla sapıtmazsınız; o Allah’ın Kitabıdır. Size benden soracaklar, ya siz ne diyeceksiniz?”

Şöyle dediler: “Biz şehadet ediyoruz ki, sen tebliğ ettin, görevini yerine getirdin, öğüt verdin.” Bunun üzerine şehadet parmağını göğe kaldırıp “Ya Rab şahit ol! Ya Rab şahit ol!” dedi.

Ondan sonra Bilâl ezan okudu, kâmet getirdi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem öğle namazını kıldırdı. Sonra hemen peşine yine kâmet getirtdi, İkindi namazını kıldırdı. Bu iki namaz arasında hiçbir şey kılmadı. Sonra Kasva’ya binip vakfe yerine geldi. Devesinin karnı kayalara değinceye kadar tepenin eteğine yaklaştı, yayalar topluluğunu önüne alıp kıbleye karşı durarak dua etti. Bu Vakfesi güneş batıncaya kadar devam etti. Ondan sonra Usame’yi terkisine alarak devesini mahmuzladı. Dizginini sıkı tutup hızlandırdı. Hatta yularını o kadar kasmıştı ki neredeyse devenin başı semerinin altındaki deriye çarpıyordu. Bir yandan da insanlara eliyle “Sukûneti muhafaza edin, sukûneti muhafaza edin” diye işaret ediyordu. Kum tepeciklerinden herhangi birine geldiğinde düze çıkıncaya kadar dizgini biraz gevşetiyordu. Nihayet Müzdelife’ye geldi. Orada bir ezan, iki kametle cem-i te’hir olarak akşamla yatsıyı bir arada kıldırdı. Aralarında hiçbir şey kılmadı. Tan yeri ağarıncaya kadar uzanıp yattı. Sabah olunca bir ezan, bir kâmetle sabah namazını kıldırdı. Sonra Kasva’ya binip Meş’ar-i Haram’a vardı. Üstüne çıktı, kıbleye karşı durup Allah’a hamd etti, tekbir ve tehlil getirdi. Güneş doğmadan hava iyice aydınlanıncaya dek vakfeye durdu. Güneş doğmadan Fadl b. Abbas’ı da terkisine alarak devesine bindi. Fadl saçı güzel, beyaz tenli ve yakışıklı idi. Rasûlullah deve üzerinde giderken kendisine binekli kadın hacılar rastladılar. Fadl onlara bakmaya başladı. Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem yüzünü eliyle çevirince, bu defa Fadl öbür tarafa çevirip yine bakmaya başladı. Rasûlullah da onun yüzünü diğer tarafa çevirdi. Nihayet Batn-ı Muhassir’e vardılar. Devesini biraz hareketlendirip Cemretü’l Kübra’ya çıkan orta yola girdi. Rasûlullah onun yüzünü tekrar çevirdi. Nihayet ağacın yanında bulunan Cemre’ye geldi, ona yedi taş attı ve her atışında tekbir getirdi. Onları vadinin içinden attı. Sonra kurban kesilen yere gitti, altmışüç deve kesti.

Sonra bıçağı Ali’ye verdi, onları da o kesti. Ali’yi kurbana ortak etmişti. Sonra her deveden bir parça et alınıp tencereye kondu ve pişirildi, sonra beraber yediler. Çorbasından da içtiler.

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem sonra devesine binip Mekke’ye geldi ve Beyti ifaza tavafı yaptı. Mekke’de öğle namazını kıldırdı. Abdulmuttalib oğulları zemzemden su çekip içiyorlardı. Onların yanına varıp şöyle dedi:

“Ey Abdulmuttalib oğulları, su çekin. Eğer insanlar yanınızda kalabalık yapmalarından korkmasaydım ben de sizinle beraber su çekerdim.” dedi. Ona kovayı uzatıp verdiler, doya doya zemzemden içti.”[140]

Bu konuda, veda haccı rivâyetini nakletmekle yetineceğiz. Bunun açıklaması oldukça çok yer kaplayacaktır. İsteyen okuyucularımız bu konuda ayrıntılı bilgi için fıkıh ve hac konusunda yazılmış kitaplara müracaat edebilirler. Sadece bu kıssayı nakletmemin nedeni, bunun, temel konularını zikrettiğimiz siyer konusunda olması nedeniyledir.

Yüce Allah, bizi ve kardeşlerimizi sevdiği ve razı olduğu şeylere iletsin.



20- PEYGAMBER (Sallallahu aleyhi vesellem)’İN VEFATI

 

- Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ’in ecelinin yaklaştığına dair işaretler vermesi

- Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ’in şikayetinin başlangıcı

- Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ’in vefat hastalığında yaptığı tavsiyeler

- Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ’in hayatının son saatleri.

- Sahabelerin tepkileri ve cesedi şerif’in defninden önce halifenin seçilmesi.

- Cesed-i Şerif’in techiz ve defni.



 

 

PEYGAMBER -Sallallahu aleyhi vesellem-’İN VEFATI

 

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ’in Ecelinin Yaklaştığına Dair İşaretler Vermesi

 

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellemin vefatının yaklaştığına işaret eden birçok önemli hadiseler ve işaretler görülmüştür. Ummu’l Kurâ olan Mekke’nin fethi, mübarek hicretin sekizinci yılı tamamlanmış, hicri dokuzuncu yılda ise ya müslüman olmak veya alçaltılmış olarak cizye vermek için Medine’ye akın akın heyetler gelmiştir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in hazırlamış olduğu “zorluk ordusu” Rumlara gözdağı vermiş ve onları müslümanlarla karşılaşmaktan kaçırmıştır. Arap Yarımadası bütünüyle İslam’a boyun eğdi. Tüm bunlar Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ve sahabesinin 10 yıl boyunca aralıksız sürdürdükleri cihadın birer meyveleridir. Artık tüm belirtiler Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in görevinin son bulduğuna işaret ediyordu. O, risaletini tebliğ etti, emaneti yerine getirdi, ümmetine tavsiyelerde bulundu, putları dağıttı ve ümmeti gecesi gündüz gibi olan aydınlık bir yola iletti. O, yoldan ancak kendisini yıkıma sürükleyenler kayarlar.

PeygamberSallallahu aleyhi vesellem ecelinin yaklaştığına işaret ediyordu:

* Bu işaretlerden biri Ahmed’in Muâz’dan yaptığı şu rivâyettir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onu Yemen’e gönderdiği zaman, yolculamak ve tavsiyede bulunmak üzere onunla beraber çıktı. Muâz, bineği üzerinde, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ise yaya yürüyordu. Tavsiyelerini bitirdikten sonra şöyle dedi:

“Ey Muâz, olabilir ki sen bu yıldan sonra beni göremezsin veya: Sen benim şu mescidim ve kabrime uğrarsın.” Muâz, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den ayrıldığı için hüngür hüngür ağladı. Sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem yüzünü Medine’ye döndü ve şöyle buyurdu:

“İnsanlardan bana en layık olanlar kim olurlarsa olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar müttakilerdir.”[141]

* Bir başka işaret: O, her yıl Ramazan’da on gün itikafa çekilirdi. Son yılında ise yirmi gün itikaf yaptı. Cebrail her sene Kur’an’ı Ramazan’da bir kere arz ederken, son yıl iki kere arz etti.

* Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onuncu yılda hacca çıktı ve şöyle buyurdu:

“Haccınızı nasıl yapacağınızı benden alın. Olabilir ki ben bu yıldan sonra bir daha sizinle görüşemem. İnsanlarla vedalaşmaya başladı.”[142]

* Arafat’da şu ayeti kerime indi:

“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve din olarak sizin için İslam’ı seçtim.” (Maide, 5/3)

* Teşrik günlerinden ikinci günde şu kavli ilahi nazil oldu:

“Allah’ın yardım ve fethi geldiği, Ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini överek tesbih et, O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeyi kabul edendir.”

* İbn Abbas’dan şöyle dedi: “Ömer beni, Bedir’e katılmış olan ashabla (istişare) meclisine alırdı. Birileri bundan alınmış olacak ki şöyle dedi. “Bunun aramızda ne işi var. Bizim de onun gibi çocuklarımız vardır.”

Ömer şöyle dedi: Sen onu hangi sebepten aldığımı biliyorsun.” Bir gün onları davet ettiğinde ona (İbn Abbas’a) yanına girmesi için izin verdi. “Galiba beni onlara göstermek için içeriye aldı” dedim. Sonra onlara: “İzâ câe nasrullahi vel-feth” hakkında ne dersiniz?” diye sordu.

Onlardan bir kısmı şöyle cevap verdi. “Bize fetih müyesser olup da zafere ulaştığımızda Allah’a hamdedip günahlarımızın affını dilemekle emrolunduk. “ Diğerleri hiç ses çıkarmayıp, bir şey demediler. Sonra bana dönüp dedi ki:

“Ey Abbas’ın oğlu sen de mi böyle dersin?”

“Hayır” dedim.

“Peki ne dersin?”

Cevap verdim:

“Bu sure, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ecelidir. Allah ona ecelinin geldiğini bildirmiştir. Ve şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman...” Bu, senin (O’nun) ecelinin yaklaştığının belirtisidir. Öyle ise: “Rabbini överek tesbih et! O’ndan mağfiret dile! Çünkü O, tevbeyi kabul edendir.”

Bunun üzerine Ömer. “Ben de bunu senin gibi anlıyor ve senin gibi biliyorum” dedi.”[143]

Taberânî, Ummu Seleme’den rivâyet etti. Ummu Seleme şöyle dedi: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem vefatından önce sık sık şöyle demeye başladı: “Subhaneke’llahümme ve bi hamdik. Estağfiruke ve Etûbu İleyk” Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem: “Bu bana emredildi”, buyurdu ve “İzâ câe nasrullahi ve’l feth”’i okudu.”[144]

* Bu işaretlerden bir diğeri de Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e sık sık vahiy gelmesidir. Enes b. Malik Radıyallahu anh’den: “Allahu Teala, vefatından önce Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e sık sık vahiy indirdi. Vefat ettiğinde vahiy oldukça çoğalmıştı.”[145]

Hafız şöyle dedi: “Bunun nedeni Mekke’nin fethinden sonra, gelen heyetlerin artması ve ahkâm meselelerinde soruların çoğalmasıdır. Vahiy, bu nedenle daha sık olarak inmeye başladı.[146]

* Bu alametlerden bir diğeri de, bundan mahrum olmadan önce insanları kendisini görmeye ve meclisinde bulunmaya teşvik etmesidir. Ebû Hureyre Radıyallahu anh’den: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Muhammed’in nefsi elinde bulunana yemin olsun ki, sizden birinizin beni göremeyeceği bir gün gelecek, beni görmek onun için tüm ailesi ve mallardan daha sevimli olacaktır.” İnsanlar onun bu sözünü, vefatından sonra, onun zamanındaki bereketten dolayı, onu görmeyi temenni edecekleri şeklinde anladılar.[147]

Nevevî şöyle dedi: Onun bu sözü: “Öyle bir gün gelecek ki sizden birinizin artık beni bir daha görmesi mümkün olmadığından, bir an dahi görmüş olması dahi onun için tüm malı ve ailesinden daha sevimli olacaktır” anlamındadır. Hadisin maksadı, kendi edebiyle edeblendirmek, başkalarına da ulaştırmaları için şeriati öğrenmeleri için onları kendi meclisine devam etmeye sevketmek ve onları kendisini niçin daha çok görmedikleri ve meclisine daha çok devam etmedikleri hususunda duyacakları pişmanlığı bildirmektir.”[148]

* Bu alâmetlerden bir diğeri de Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in Uhud’a gitmesi ve orada yatan şehitler içni namaz kılmasıdır. Böylece hem ölülere, de dirilere vedâ ediyordu. Sonra minbere çıktı ve şöyle dedi:

“Ben sizden önce gideceğim ve sizlere tanıklık edeceğim. Vallahi ben şu an Havz’ıma bakıp durmaktayım. Bana yeryüzünün hazinelerinin anahtarları verilmiştir. (veya yeryüzünün anahtarları) Vallahi ben, benden sonra şirk koşmanızdan korkmuyorum, fakat dünya için birbirinizle yarışmanızdan korkuyorum.”[149]

* Bu güçlü işaretlerden bir diğeri de Ebû Said el-Hudrî’nin şu rivâyetidir: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem “Allah, bir kulunu dünya ile kendi nezdinde bulunanlar arasında muhayyer bıraktı da, o kul Allah katında olanı seçti.” dedi. Bu sözleri duyan Ebû Bekir ağlamaya başladı. Bizler muhayyer bırakılan bir kuldan dolayı Ebû Bekrin ağlamasına şaşırdık. O muhayyer bırakılan kul Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem idi ve Ebû Bekir bunu bizden önce anlamıştı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“İnsanlar içinde bana arkadaşlığı ve malı ile en çok hizmet eden Ebû Bekir’dir. Rabbimden başka bir dost edinseydim, Ebû Bekri dost edinirdim. Fakat, İslam kardeşliği ve sevgisi buna kâfidir. Ebû Bekr’in kapısı dışında, Mescide bakan tüm kapılar kapatılsın.”[150]

 

Resulullah -Sallallahu Aleyhi Vesellem-’in Şikayetinin Başlangıcı:

 

Aişe’den Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bir gün Bâki mezarlığından, gömdükleri bir cenazeden bana döndü.

Beni rahatsız buldu. Çünkü başım ağrıyor, “vay başım, vay başım!” diyordum. Şöyle buyurdu.

“Ey Aişe, asıl ben “Vay başım” demeliyim. Benden önce sen ölürsen ne zararın olur ki, ben seni yıkarım, kefenlerim, namazını kılıp defnederim.” Dedim ki:

“Ben şimdi seninle beraberim, sen öyle yaparsan, sonra benim evime döner, orada hanımlarından biriyle gerdeğe girersin.” Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem tebessüm etti. Sonra bu tebessümü öldüğünde de mübarek yüzünde görüldü.”[151]

Esmâ bt. Umeys’den, şöyle dedi: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ilk rahatsızlığı Meymune’nin evinde başladı. Hastalığı o kadar şiddetlendi ki, acısından baygınlık geçirdi. Hanımları, ağzının bir yanından ilaç verme hussunda aralarında görüştüler ve ağzının bir yanından ilaç akıttılar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem uyandığı zaman

“Bu da nedir.” diye sordu. Bizler

“Habeşistan’a işaret ederek, oradan getirdiğimiz kadınların uyguladığı bir tür tedavi şeklidir”, dedik. Esma bt. Umeys Habeşistan da kalmıştı...”[152]

Hafız İbn Receb -Rahimehullah- şöyle dedi: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’ın hastalığı sefer ayının sonunda başlamış ve meşhur olan kavle göre 13 gün sürmüştür. 14 gün, 12 gün ve 10 gün de sürdüğünü söyleyenler olmuşsa da bu en son zikredilen sayı gariptir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in hastalığının başlangıcında irad ettiği hutbesi Ebû Said’in hutbesinde zikredilmiştir. Müsned ve İbn Hibban’ın sahihinde, Ebû Said el-Hudri’den şöyle rivâyet edildi: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem vefat ettiği hastalığında, başı sargılı olduğu halde minbere çıkarak: “Allah bir kulunu dünya ile kendi nezdinde bulunanlar arasında muhayyer bıraktı...” hadisi.[153]

Hafız b. Hacer -Rahimehullah- şöyle dedi: Hattabî, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in hastalığının pazertesi günü başladığını zikretti, Cumartesi başladı diyenler de vardır. Hâkim Ebû Ahmed, Çarşamba günü, dedi. Hastalığının kaç gün sürdüğü hususunda da görüş ayrılığına düşülmüştür. Çoğunluk onüç gün derken, bundan bir gün fazla veya az sürdüğünü diyenler de olmuştur. Süleyman et-Teymi ise “Gazveler” kitabında ısrarla ongün sürdüğünü söylemiştir. Beyhâkî sahih isnad ile tahric eti. Vefatının Rebiu’l Evvel ayının pazartesi günü olduğu hususu kesindir. Bu hususta neredeyse icma vardır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem vefat ettiği zaman altmışüç yaşında idi.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem vefat etmeden beş gün önce, perşembe günü hastalığı şidetlendi. Yanında bulunanlardan, kendisinden sonra ihtilafa düşmemeleri için vasiyetini yazacağı yazı edevatı istedi. Orada bulunanlardan bazıları Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’ın kendisinde olmadığını ve Allah’ın kitabının yeterli olduğunu söyleyerek, O’nun bu isteğini yerine getirmediler. Aralarında tartışma çıktı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onlardan, yanından çıkmalarını istedi.[154]

İbn Abbas, dedi ki:

“Ah o Perşembe günü, ne acı Perşembe günü!” Sonra gözünden akan yaşlar taşa damlayıncaya kadar ağladı. Dedim ki:

“Ey İbn Abbas, Perşembe günü nedir?” Şöyle dedi.

“Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ağırlaşmış, sancısı artmıştı. O esnada buyurdu ki:

“Bir koyun küreği getirin de, benden sonra sapmamanızı temin edecek olan bir yazı yazdırayım.” aralarında çekişmeye, tartışmaya başladılar. Oysa bir Peygamberin huzurunda tartışmak yakışık almaz. Bazı kimseler:

“Peygamber’in durumu nedir, sayıkladı mı. Kendisinden bu yazıyı yazdırmak istediğini iyice sorup anlayın” dediler. Bunun üzerine sözünü tekrar ettirmeye giriştiler. Buna karşılık Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:

“Bırakın beni, bırakın beni! Benim içinde bulunduğum durum, beni çağırdığınız şeyden daha hayırlıdır.”

Ondan sonra onlara üç şey vasiyyet etti:

“Müşrikleri arap yarımadasından çıkartın, benim kabul ettiğim heyetlere siz de izin verin ve onları kabul edin”

(İbn Abbas) dedi ki: Üçüncüsünü söylemedi veya ben unuttum.”[155]

Bu konuda İbn Abbas’dan gelen bir diğer rivâyet ise şöyledir: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, ölüm döşeğindeyken birtakım insanlar onun evinde bulunmaktaydılar. İçlerinde Ömer de vardı. Şöyle buyurdu:

“Gelin size bir vasiyet yazdırayım da bundan sonra katiyyen sapmazsınız.” Hemen Ömer atıldı ve şöyle dedi:

“Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellemin sancısı şiddetlendi. Yanınızda Kur’an vardır, size Allah’ın kitabı yeter.” Ondan sonra evde bulunanlar ihtilafa düştüler, kimi getirin yazdırsın, derken, bazıları da Ömer’in görüşünü paylaştılar. Aralarındaki söz düellosu çoğalıp sesler karışıp ihtilaf büyüyünce, şöyle buyurdu:

“Haydi yanımdan kalkıp uzaklaşın!”

Ondan sonra İbn Abbas şöyle dedi: Aralarındaki ihtilaf ve gürültülerle, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in o yazıyı yazdırmasına engel olmak, bundan daha büyük bir musibettir.”[156]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu günün akşam namazını insanlara kıldırdı ve Mürselat Suresini okudu. Ummu Fadl binti Hâris’den: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in akşam namazında Mürselat suresini işittim. Sonra vefatına kadar bir daha da bize namaz kıldırmadı.”

Yatsı vaktinde hastalığı şiddetlendi ve namaz için çıkamadı. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, hanımlarından hastalığında Aişe’nin odasında bakılması için izin istemiş, onlar da izin vermişlerdi. Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe’den, Aişe şöyle dedi: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, hastalığı ağırlaşıp sancısı artınca, hanımlarından benim evimde bakılması için izin istedi. İzin verdiler. İki ayağını yerde sürükleyerek Abbas ile bir başka adamın iki kolu arasında çıktı. İbn Abbas dedi ki: “Öbür adam Ali idi”. Evime girdiğinde rahatsızlığı daha da arttı. “Üzerime ağzı açılmamış yedi kırbadan üzerine su dökün, belki insanlara çıkıp vasiyette bulunurum” buyurdu. Onu, Hafsa’nın leğenine oturttuk, o kırbalardan üzerine su dökmeye başladık. Sonra eliyle (tamam kesin) diye işaret etti.

Sonra cemaate çıkıp namaz kıldırdı ve onlara hitab etti.”[157]

Hafız şöyle dedi: İbn Abbas’ın kendisinde, Ebû Bekir’in faziletine işaret edildi ve bu hadiste “Eğer bir dost edinecek olsaydım, Ebû Bekir’i dost edinirdim.” buyurdu. Bu hadisin “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in ashab ile beraber oturduğu son meclisi olduğu zikredildi. Müslim’in Cündub hadisinde geçtiğine göre bu meclis, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından beşgün önce idi. O halde bu gün, Perşembe günü idi ve ashabın peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in yanında tartıştıkları olaydan sonra idi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem belki de üzerinde bir hafiflik hissetmiş ve ashabının yanına çıkmış olabilir.”[158]

 

Rasulullah -Sallallahu Aleyhi Vesellem-’in Vefat Hastalığında Yaptığı Tavsiyeler:

 

* Daha önce de geçtiği gibi, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, Arap yarımadasından müşriklerin çıkarılmasını, dışarıdan gelen heyetlere kendi zamanında olduğu gibi, izin verilmesini ve ikramda bulunulmasını tavsiye etti. Üçüncü tavsiye Râvi tarafından unutulmuştur. Alimler bu tavsiyenin “Usame’nin ordusunun techiz ve gönderilmesi” olabilir, demişlerdir.

* Ebû Bekir’in kapısı dışında mescid’e açılan tüm kapıların kapatılmasını vasiyet ederek şöyle buyurdu: “Mescidde açılan kapılar içinde Ebû Bekir’in kapısından başka hiçbir kapı kalmasın.”[159] Bu, onun halifeliğine dair işaretlerden biridir. Bu işaretlerden bir diğeri de Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ısrarla insanlara Ebû Bekir’in namaz kıldırmasını emretmesidir. Aişe -Radıyallahu anha-’dan, şöyle dedi: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem hastalandığında şöyle buyurdu:

“Söyleyin Ebû Bekir’e de cemaate namaz kıldırsın.” Dedim ki:

“Ebu Bekir senin makamında durduğu zaman ağlamaktan sesini insanlara duyuramaz. İyisimi Ömer’e emret de cemaate namazı o kıldırsın.” Hemen Hafsa bu teklifi kabul etti. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

“Şüphesiz sizler, Yusuf’un karşılaştığı kadınlarsınız. Söyleyin Ebû Bekir’e de cemaate namaz kıldırsın.” Bunun üzerine Hafsa, Aişe’ye:

“Senden bir iyilik görecek değilim”, dedi.[160]

* Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Ensar’a iyi davranılmasını vasiyet etti:

Enes’den: “Ebu Bekr ve Abbas, Ensar’ın toplantı yerlerinden birine uğradılar ve onların ağladıklarını gördüler. Abbas:

“Niçin ağlıyorsunuz?” diye sordu. Onlar:

“Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in bizimle beraberliklerini hatırladık da,” dediler. Abbas, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellemin yanına girdi ve durumu ona bildirdi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem başı sarılı olduğu halde mescide girdi, minbere çıktı

-Bu onun minbere son çıkışıdır- ve Allah’a hamdu senadan sonra şöyle buyurdu:

“Sizlere Ensar’ı, onlara iyi muamele etmeyi tavsiye ederim. Onlar benim cemaatim, sırdaşlarım ve eminlerimdir. Üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yapmışlardır. Hizmetlerinin karşılığı ise onlara tam olarak verilmemiştir. Bu nedenle onların iyilerinin iyiliklerini kabul edin, kötülerin de suçlarından geçiverin.”[161]

Ve yine Yüce Allah’ın rükuda tazim edilmesini, secdede çokça dua edilmesini ve namaza dikkat edilmesini de tavsiye etti.

* İbn Abbas Radıyallahu anh şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem perdeyi açtı ve insanların Ebû Bekir’in arkasında saf bağladıklarını gördü. Şöyle buyurdu.

“Ey insanlar, nübüvvet belirtilerinden sadece müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen salih rüya kalmıştır. Biliniz ki ben rukû veya secde ederken Kur’an okumaktan men edildim. Rukû’da Rabb (azze ve celle)’yi yüceltin, secdede ise duaya çalışın, bu dualar kabule daha layıktır.”[162]

Ummu Seleme -Radıyallahu anha-, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in vefat ettiği bu hastalığında sürekli olarak “Namaza ve elleriniz altında bulunan kölelerin haklarına riayet edin”, diye tekrarlayıp duruyordu” demiştir.”[163]

* Son tavsiyelerinden bir diğeri de kabirler üzerine mescid yapılmasını yasaklamalasıdır. Aişe ve İbn Abbas’dan: “Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem bir daha kalkmadığı hastalığında şöyle buyurdu:

“Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lanet etsin Peygamberlerin kabirlerini mescidler edindiler.” Aişe şöyle dedi: “Onların yaptıkları gibi yapmaktan sakındırıyor.”[164]

Hafız şöyle dedi: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu hastalıktan kalkamayacağını sezmiş ve geçmişte yapıldığı gibi kabrinin yüceltilmesinden korkmuştur. Yahudi ve Hristiyanların lanetlenmesi, onların bu fiillerini işleyenleri de aynı kapsama sokar.”[165]

* Bir diğeri, Osman’a, uğrayacağı belâlara sabır göstermesini ve Hilâfet’ten vazgeçmemesini tavsiye etmesidir.

Aişe’den şöyle dedi:

“Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem hastalığında ashabımdan bazılarının yanımda olmasını isterdim” dedi. Bizler:

“Sana Ebû Bekir’i çağıralım mı ey Allah’ın Rasulü”, dedik, Sukût etti, “Ömer’i çağıralım mı” dedik, sukût etti. “Osman’ı çağıralım mı”, dedik, “evet” buyurdu. Osman gelince onunla kimsenin duyamayacağı şekilde gizli konuşmaya başladı. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem konuştukça Osman’ın yüzü değişiyordu.

Kays şöyle dedi: Bana Osman’ın kölesi Ebû Sehle şöyle anlattı, Osman b Affan, kuşatma günü şöyle dedi: “Ben, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in benden aldığı ahde bağlıyım.” Ali de hadisinde “Ben ona sabrediciyim” dedi. Kays: “Bunu o gün olarak görüyorlardı, dedi”[166]

 

Rasulullah -Sallallahu Aleyhi Vesellem-’in Hayatından Son Saatler:

 

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in hastalığı ve acıları şiddetlendi. Bu sevabının daha artması ve derecelerinin yükselmesi için idi. İbn Mesud Radıyallahu anh’dan: “Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’e vardım, baktım ki hummanın etkisiyle ateşler içinde sarsılıyor. Elimle tuttum ve dedim ki:

“Sen şiddetli bir humma sebebiyle sarsılmaktasın” Bunun üzerine:

“Evet, ben sizlerden iki kişinin yandığı kadar yanmaktayım”, buyurdu.

“Öyleyse karşılığında iki ecir alacaksın” dedim.

“Evet, çünkü herhangi bir müslümana, hastalık veya başka bir eza isabet ederse, Allah onunla ağacın yapraklarını dökmesi gibi, kötülükleri ve günahları döker.”[167]

Aişe’den: “Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem’in çektiği acı kadar kimsenin acı çektiğini görmedim.”[168]

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem vefat ettiği günün sabahı, biraz hafiflik hissederek yatağından kalktı ve uzun cihad ve sabrının meyveleri olan ashabına veda bakışları ile baktı. Sahabeler onun iyileştiğini zannederek sevinçten deliye dönecek gibi oldular. Onun kendilerine, bir daha Havz ve Cennette buluşmak üzere veda bakışlarıyla baktığını anlayamadılar, yoksa üzüntüden kahrolurlardı.

Enes b. Malik Radıyallahu anh’den Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in vefat hastalığında insanlara namazı Ebû Bekir kıldırıyordu. Pazartesi günü sahabeler safa durmuş namaz kılarlarken, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, odanın perdesini kaldırdı, ayakta idi ve yüzü mushaf kağıdı gibiydi. Sonra tebessüm ederek güldü. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’i gördüğümüz için sevinçten namazı bozacak gibi olduk. Ebû Bekir, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in namaza çıktığını zannederek, gerisin geri dönüp safa katılmak istedi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bizlere namazımızı tamamlamamızı işaret etti ve perdeyi kapattı. O gün de vefat etti”[169]. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem üzerine başka bir namaz vakti gelmeden vefat etti.

Aişe -Radıyallahu anha-’dan: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’i göğsüme yasladığım sırada, kardeşim Abdurrahman bir misvakla eve girdi. Resulallah Sallallahu aleyhi vesellem ona ve elindekine baktı. Misvakı istediğini anladım.

“Ya Rasûlullah, bu misvakı senin için alıp, sana vermemi ister misin?” diye sordum. Başıyla “evet” diye işaret etti. Hemen alıp kendisine verdim. Fakat misvak sert idi.

“Onu senin için biraz yumuşatayım mı?” diye sordum. Başıyla “evet “ diye işaret etti. Ben de misvakı yumuşatıp kendisine verdim. Elinin içinde su bulunan bir kaba sokuyor ve yüzüne sürüyordu. Bu arada “Rafik-i A’la’ya” diyordu. Bu hali ruhu kabzedilip, elleri yana düşünceye kadar devam etti.”[170]

Bir diğer rivâyette Aişe şöyle demiştir: “Rasûlullah, dizlerim ve göğsüm üzerinde vefat etti. Onun ölüm acısını gördükten sonra, artık kimsenin ölüm acısı beni üzemez.”[171]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in son sözü “Allahumme, er-Rafiku’l A’lâ” olmuştur.

Aişe’den: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem sağlığında iken şöyle derdi: “Hiçbir peygamberin ruhu cennetteki durağını görmedikçe kabzolunmaz, sonra durağına gitmek onun arzusuna bırakılır ya da geçme konusunda serbest kılınır.” Şiddetli hastalanıp ruhu teslime hazırlanınca, başı dizimdeydi, kendinden geçti, sonra birden gözü evin tavanına doğru açıldı ve sonra:

“Allahümme er-Rafiku’l A’lâ” (Allahım, Refik-i Alâ’da olmayı arzuluyorum)” dedi. (içimden) Dedim ki: Şu halde o bizi artık tercih etmiyor. Onun bu temennisinin, sıhhatli zamanında vaktiyle bize söylediği bir haberin tezahürü olduğunu anladım.”[172]

Enes Radıyallahu anh’den: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in hastalığı ağırlaşınca sancı ve sıkıntısı daha da arttı. Fâtıma:

“Vah babacığım! Ne ızdırap çekiyor!” diye ağlayınca, ona şöyle dedi:

“Artık son, bugünden sonra baban hiçbir sıkıntı ve acı görmeyecektir, merak etme!” Ölünce bu defa Fatıma şöyle feryat etti:

“Babacığım, kendini çağıran Rabbine icabet etti. Babacığımın son durağı Firdevs Cenneti oldu. Babacığım! Cibril’e bu acıyı biz duyurduk.”

Defnedilince Enes’e hitaben şöyle dedi: “Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’i toprağa gömüp üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu?”[173]

Onlar bu musibetten daha büyük bir musibet tatmamışlardır.

Dağlar, taşlar, ağaçlar Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in firakına yanarken, müminlerin kalpleri yanmaz mı? Üzerinde hutbe okuduğu kötüğün üzerine çıkmayı terkettiği zaman, kütük onun firakından inlemişti. Onun için Hasan şöyle derdi: “Bir kütük dahi Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ayrılığına dayanamayıp inliyorken, sizlerin ona iştiyak duyması daha layık ve uygundur!”

O, musibete uğrayanları teselli ederken şöyle dedi: “Din’de yaşanan musibetlerin en büyüğü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in vefatıdır. Zira O’nun vefatı ile gökten gelen vahiy kıyamet gününe kadar kesilmiş ve peygamberlik son bulmuştur. Onun vefatı, dinde açılan ilk şer ve fitne kapısı olmuş ve araplardan bir kısmı dinden dönmeye başlamışlardır. Din’de açılan ilk gedikler ve bid’atler onun vefatından sonra başlamıştır.”

Şair Ebû Atâhiyye, Muhammed isminde çocuğu ölen arkadaşını şöyle teselli etmiştir:

“Her musibete sabret ve güçlü ol

Bil ki kişiler ölümsüz değildir.

Veya musibetlerin çok olduğunu görmüyorsan

Ölümün kulları gözetleyip durduğunu görüyorsundur.

Gördüklerinden musibete uğramayan kimse

Bu öyle bir yoldur ki sen bu yolda tek başına değilsin.

Muhammed ve musibetini hatırladığın zaman,

Peygamber Muhammed ile başına gelen musibeti an!”[174]

Enes -Radıyallahu anh-’den: “RasûlullahSallallahu aleyhi vesellem’ın, Medine’ye gelip girdiği gün, Medine’nin her şeyi aydınlanmış, vefat ettiği gün de, her şeyi kapkaranlık olmuştur. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’i ellerimizle yeni defnetmiştik ki kalplerimiz değişmeye başladı.[175]

“Biz Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’i gömdükten sonra (toprağından) ellerimizi silkeler silkelemez kendi kalplerimizi tanımaz olduk” ifadesi, “ashabın hali ve ruhi bakımdan yükselişleri, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in onların başında  bulunması ile yorumlanamaz” iddiasında bulunanların görüşünü red etmektedir. Bu, bu çağda ortaya atılan bir görüşdür. Bu görüşü çürütmek için yüce Allah’ın Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem hakkındaki “ve o, onları temizler” buyruğu yeterlidir. Nitekim, hadisi şerif’ten de anlaşıldığı gibi, ruhi yükseliş, hak ehli ile birlikte bulunmaya bağlıdır. Buradan hareketle, ilmiyle amel eden, Rabbânî ve ihlâs sahibi alimlere bağlanmaya, onlardan birşeyler alıp öğrenmeye, Allah’ın salih kullarıyla oturup kalkmaya dikkat çekiyoruz.

Hafız İbn Receb -Rahimehullah- da şöyle dedi: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in vefatı müslümanlar üzerinde şok etkisi yaptı. Bazıları oturdular ve kendilerinde bir daha kalkmaya takat bulamadılar, bazılarıın dili tutuldu konuşamaz oldular, bazıları da onun ölmesini tamamen inkar ederek, Rabbine yükseltildiğini söylediler.[176]

Üstad Münir Muhammed el-Gadban da şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in vefatı konusunda anlamamız ve izlememiz gereken bazı manalar üzerinde duralım:

- Vefat olayı ve bunun müslümanlar üzerindeki vicdani ve şuur etkileri bizzat başlı başına müthiş bir hadisedir. İnsanların en mükemmelinin, en büyüğünün dünyadan ayrılması, beşeriyetin onun şahsında, onun ayrılışı ile kaybettikleri, büyük bir olaydır ki buna denk hiçbir musibet olamaz. Bu dünyadan Adem oğullarının efendisi, komutanların en büyüğü, eğitimcilerin en büyüğü, davetçilerin en büyüğü, ahlakçıların en büyüğü, hakimlerin en büyüğü, düşünürlerin en büyüğü, insanların en büyüğü, peygamberlerin sonuncusu ve Alemlerin Rabbinin elçisi ayrılmıştır.

- İnsanlık tarihindeki bu sınırlı yıllar, insanlık tarihinin en büyük, en önemli yıllarıdır. Bu sınırlı yıllarda varlık alemindeki en büyük nesil yetişmiştir. Her bakımdan yeryüzünün en güzel ve bereketli yılları bu yıllardır.

Müslüman davetçinin daima bu manaları hissetmesi ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’ in ayrılışı ile musibete uğratılmasına denk bir musibet olmadığını bilmesi gerekir.[177]

Şeyh Muhammed el-Gazalî’de şöyle dedi:

Acı haber, hüzün evinden çıkıp süratle insanların kulaklarına ulaştı ve onları büyük bir şoka soktu. Müminler, Medine’nin ufuklarının karardığını hissettiler. Acı haber onları ne yaptıklarını bilmeyecek kadar büyük bir şaşkınlığa sevk etti.[178]

 

Sahabenin Tavırları Ve Cesed-i Şerif’in Defninden Önce Halifenin Seçilmesi

 

Aişe -Radıyallahu anha-’dan: “Ebu Bekr Sunh denilen yerde iken Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem vefât etti. Bu sırada Ömer ayağa kalkıp:

“Vallahi Allah’ın Rasulü ölmedi” diyordu. (Ömer) Dedi ki: “İçimden öyle geçiyor ki Allah, onu mutlaka tekrar gönderip, kendisine öldü diyen insanların ellerini, ayaklarını kesecektir.” Sonra Ebû Bekr geldi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in yüzünü açtı, onu öptü ve şöyle dedi.

“Babam anam sana feda olsun! Yaşarken de güzeldin. Öldüğünde de güzelsin. Nefsim elinde olana yemin ederim ki, Allah sana bundan başka ölüm tattırmayacaktır.” Sonra odadan dışarıya çıktı ve:

“Ey (onun ölmediğine dair) yemin eden kişi yavaş ol, acele etme!” dedi.

Ebû Bekir konuşmaya başlayınca Ömer oturdu. Ebû Bekir Allah’a hamdu senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

“Dikkat edin, iyi dinleyin! Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki Allah diridir, asla ölmez. Onun hakkında Allah şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecektir.” (Zümer, 39/30)

Yine şöyle buyurmuştur:

“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip geçmiştir. Şayet o ölürse ya da öldürülürse siz gerisin geri mi döneceksiniz. Kim gerisin geri dönerse, Allah’a asla hiç bir şekilde zarar veremez. Allah şükredenleri öldüllendirecektir.” (Âl-i İmrân, 3/114)

İnsanlar hüngür hüngür ağlıyorlardı. Ensar Saide oğulları sakifesinde Sa’d b. Ubade’nin yanında toplandılar. Bizden ve sizden birer emir olsun diyorlardı. Ebû Bekir, Ömer b. Hattab ve Ebû Ubeyde b. Cerrah onların yanına vardılar. Ömer konuşmaya başladı. Fakat Ebû Bekir onu susturdu. Ömer şöyle dedi:

“Ben evvelce Ebû Bekir’in önünde takdim ederek konuşmak istediğim güzel bir hitabe hazırlamış idim. Ebû Bekir’in bu şekilde konuşamayacağından korkuyordum. Fakat sonra Ebû Bekir, çok güzel bir konuşma yaptı konuşması arasında şunları da söyledi:

 “Bizler Umera (emir sahipleri), sizler ise vezirlersiniz.” Habbab b. el-Manzur itiraz ederek:

“Bizden bir emir, sizden de bir emir olsun!” dedi. Ebû Bekir:

“Hayır, fakat bizler emir, sizler de vezirlersiniz”, dedi.

“Kureyş, yurt olarak arapların ortasında ve nesep olarak da onların en şereflisidir. Ömer veya Ebû Ubeyde’ye biat edin”, dedi. Ömer:

“Bilakis sana biat ediyoruz, Sen bizim efendimiz en hayırlımız ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e en sevimli olanımızsın”, dedi ve Ebû Bekr’in elinden tutup ona biat etti. Diğer insanlar da Ebû Bekr’e biat ettiler. Adamın biri

“Sa’d b. Ubeyde’yi öldürdünüz” dedi. Ömer:

“Onu Allah öldürsün!” şeklinde cevap verdi.[179]

 

Cesed-i Şerif’in Techizi

 

Aişe -Radıyallahu anha-dan :

“Onlar, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’i yıkamak istediklerinde şöyle dediler:

“Ölülerimizi soyduğumuz gibi onu da soyup elbisesini çıkaralım mı, yoksa elbisesi üstündeyken mi yıkayalım, bilemiyoruz.” Onlar böyle ihtilafa düşedursunlar, Allah onlara bir uyku verdi, hepsinin çenesi göğsüne düştü. Evin bir kenarından tanımadıkları biri onlara hitap ederek şöyle seslendi:

“Onu üzerindeki elbiseyle yıkayın!” Bunun üzerine üzerinde gömleği bulunduğu halde yıkadılar. Gömleğin üzerine suyu döküp elleriyle ovaladılar.

Aişe şöyle diyordu: “Geçmiş olaylar tekrar yaşanacak olsaydı O’nu sadece hanımları yıkardı.”[180] Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem üç parça beyaz Sahuliyye denilen Yemen bezi içinde kefenlendi.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Yemen’de Sahul köyüne nisbet edilen gömlek ve başlık türü olmayan, üç parça pamuk bez ile kefenlendi.[181]

Yine Aişe -Radıyallahu anha-’dan :

“Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem, Abdullah b. Ebû Bekr’e ait olan Yemen malı bir elbisenin içine kondu. Sonra bu giysi, ondan çıkarıldı ve nihayet sahuliyye denilen üç parça beyaz Yemen bezi içinde kefenlendi. Bu kefen parçalarının içinde ne gömlek, ne de başlık vardı. Sonra Abdullah elbiseyi kaldırıp: “O halde bunun içinde ben kefenlenirim” dedi. Daha sonra ise. “Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem onun içinde kefenlenmedi ki ben kefenleneyim” diyerek onu tasadduk etti”[182]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem için kabir kazıldı, kerpiç ve kırmızı kadife bitkisi konuldu. Kabre Abbas, Ali ve Fadl girdiler. Kabrinin, Bedir şehitlerinin kabirlerini düzelten Ensar’dan bir adam düzeltti. Bu hicri 11 yıl, Rebiul Evvel ayının onikisi, çarşamba gecesi idi. Fatıma-Radıyallahu anha- şöyle demiştir: “Ey Enes! Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’i toprağa gömüp üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu.”[183]

Hafız şöyle dedi: Fatıma -Radıyallahu anha-’nın onları bu nedenle kınaması, onların Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’i ne kadar çok sevdiklerini, bildiği içindir. Enes, onun duygularını göstererek cevap vermiş ve sanki sukûtuyla lisani haliyle şöyle demek istemiştir: Onu toprağa koyup, üzerine toprak atmak bizim de çok ağrımıza gitmiştir ancak biz bunu onun emirlerini yerine getirmek mecburiyeti ile, gönüllerimiz ağlaya ağlaya yaptık.

Bu mevzuya şair Ebu’l Atahiyye’nin şu mısraları ile son verelim:

Ağlayan kişi, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e koş!

Medine’de düzlenen kabri unutma.

Allah, bizden taraf Muhammed’e hayırlı karşılıklar versin.

O, hidayet önderi ve rehberi idi.

Allah’ın Resulü, sevinç ve merhamet idi.

Allah’tan gelen bir nur ve burhan idi.

Allah’ın Resulü, iyilikleri emredici,

Kötülüklerden ve çirkinliklerden men edici idi.

Allah’ın Resulü, adalet ile kâim

Ve adaleti gözetici, uygulayıcı idi.

Allah’ın resulü hidâyete çağrıcı

Ve insanları Allah’a çağıran bir davetçi idi.

İnsanların en iyisi ve ev, kabile ve yurt olarak en şereflisi olan unutulur mu?

Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem’in ayrılık ve uzaklığı ile, saf olan her şey bulandı.

Ondan sonra insanlar dünyaya meyledip, ona tamah ettiler.

Bize açıkladığı nice nurlar ve nice bilgiler ondan sonra karardı, soldu.

Kişi takvadan bir elbise giymez ise giysili de olsa, çırılçıplaktır.

Kişinin en önemli hasleti Rabbine itaatidir.

Allah’a isyan eden kimsede ise hayır yoktur.

İlim ehli, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in 63 yaşında vefat ettiği, ömrünün kırk yılını Peygamberlikten önce, onüç yılını peygamberlikten sonra Mekke’de, son on yılını ise hicretten sonra Medine de geçirdiği hususunda hemfikirdirler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Hicretin 11. yılında Rebiulevvel ayında vefat etti.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem geride ne bir dinar, ne bir dirhem, ne de bir köle miras bırakmamıştır. Silahı, bineği ve yolculara ve yolda kalmışlara sadaka olarak bıraktığı bir parça araziden başka bir mal bırakmamıştır.

Allah’ın salât ve selâmı ona ve ailesinin üzerine olsun

 

İmâni Dersler ve Ölçüler:

 

1- Üstad Said Hava “Onuncu ve onbirinci yılın olaylarına bakış” başlığı altında özetle şöyle dedi:

- Bu son iki yılda ümmet olgunluk merhalesine ulaştı. Bu, son rütuşları gerektirmekteydi. Olgunluk belirtilerinden biri de, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ümmete, meselelerini şura ile çözme olanağı sağlamasıdır. Olgunluk merhalesinin gerektirdiği en önemli rütuşlardan biri, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kendisinden sonra gelecek olan ehil adama işaret ederek, bozguncuların amaçlarına engel olması ve Usame ordusunu hazırlayarak dış çalışmayı başlatmış olmasıdır.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu son iki yılda, kabul ettiği heyetler ve hac yolculuğu vasıtasıyla, insanlarla direk görüşme dairesini genişletmiştir. Böylece, direk kendisinden ilim alarak, davasını yüklenmeye ehil geniş bir kesim oluşturmuştur. İşte İslam’ın yayılması ve ebediyete kadar sürmesi bu sayede mümkün olmuştur.

- Doğru davetlerin başarısından sonra hemen yanında yalan davetler de belirir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in ömrünün son dönemlerine doğru davetinin başarılı olmasından sonra Yemâme’de Müseylemetü’l-Kezzab, Yemen’de de el-Esved el-Ansî’nin yalancı davetleri baş gösterdi.

- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in Allah’ın fazlı ile kalplerde İslam’ı diriltmesi mukabilinde kalplerde İslam’ı öldürme fırsatı kollayan başkaları -riddet akımları- bulunmaktaydı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından hemen sonra bu akım ortaya çıkma fırsatı buldu ve kalplerini İslam’a teslim etmemiş, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in duruşu karşısında müslüman olmaktan başka çare görmeyen insanlar, küfürlerini ilan etmeye başladılar. Böylece iki akım arasında Yeni bir mücadele başladı. Doğru iman akımı ile yanlış cehalet akımı. Ve sonuçta iman akımının kesin galip gelmesi, onun temellerinin ne kadar sağlam olduğunun ve Yüce Allah’ın elçisine verdiği bereketler ve hayırların bir delilidir.

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, davet, eğitim, kültür, ilim ve cihad gibi İslami hareket alanlarından her bir alanda hareket öncülerini yetiştirmeden vefat etmemiştir. Onun yetiştirdiği öğrencileri bu alanların her birinde en büyük fedakarlıkları yapmışlar ve büyük hizmetler görmüşlerdir. Sahabeler dünyanın her yanında hayata ve dünyaya İslam’ın damgasını vurmuşlardır.[184]

2- Üstad Muhammed Said Ramazan da özetle şöyle dedi:

Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem’in hayat hikayesinin son bölümünde geçen olaylar, şu varlık alemindeki büyük hakikate işaret etmektedir ki bu hakikat karşısında zorbaların zorbalıkları, inkarcıların inadı, tağut ve sahte ilahların tuğyanları sakıt olmaktadır.

Allahu Teala dileseydi, RasuluSallallahu aleyhi vesellem’in mertebesini ölüm seviyesinin üstünde tutabilir ve ona ölüm ve ölüm acısını tattırmazdı. Fakat ilahi hikmet, Allah’ın bu konudaki kazasının umumi olmasını ve istisnasız her canlının ölüm ve ölüm acısını tatmasını gerektirmiştir. Böylece insanların tevhid ve hakikatinin manasını yaşamaları ve Allah’ın en sevgili kulu dahi onun hükmüne boyun eğme konumunda olduğuna göre, yer ve göklerde bulunan tüm canlıların onun hükmüne boyun eğmek zorunda oldukları ve kimsenin kendisini yükselterek kulluktan azad edemeyeceğinin bilinmesi murad edilmiştir. Allah’ın Halili dahi tattıktan sonra kimse, ölümü ve ölümün sekeratını anmaksızın yapamaz.

“Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer, 39/30)

“Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedi mi kalacaklar?! Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”[185] (Enbiya, 21/34-35)

Allah’a hamd olsun ki bir araya getirip tertib etmeye gücümüzün yettiği kadarıyla derlediğimiz kitabımız burada sona ermektedir Yüce Allah’dan, bu kitabın okuyucuların kabulüne mazhar olmasını ve bizim sevap hanemize bir hayır olarak yazılmasını dilerim. O, kendisinden istenileceklerin en hayırlısıdır! Allah’ın salat ve selam’ı Rasûlullah’ın, temiz ve pak ailesinin, ve güzide ashabının üzerine olsun. Alemlerin Rabbine hamd olsun. Kitabın bitiş tarihi Hicrî 21 Muharrem 1413 

 



[1] Fethu’l-Bâri. (7/526) el-Meğazî, Babu Gazvetü Zatü’l Kared.

[2] Zâdü’l Meâd: (3/278-279) İbn Kayyım -Radıyallahu anh- Hudeybiye’den önce olduğunu tercih etmesine rağmen, Hudeybiye’den sonra zikretti ve bu gazveyi “Gazvetü’l-Ğâbe” olarak adlandırdı.

[3] Buhârî (7/526) el-Meğazî, Müslim (12/173-174) el-Cihad ve’s Siyer el-Kared: Medine’ye bir Beridlik (yani on iki mil uzaklıktadır). Gatafan yolu üzerinde bir günlük mesafedir. Diyenler de vardır.

[4] Müslim (12/177-183) el-Cihad ve’s Siyer. Şerhu’n Nevevi alâ Sahih-i Müslim (12/182-183).

[5] Fethu’l-Bâri (7/529) el-Meğazî

[6] Şerhu’n-Nevevi ala Sahih-i Müslim: (12/182-183).

[7] Yani hicri yedinci yılda ki cumhurun kavli de böyledir ve doğrusu da budur.

[8] Zâdü’l-Meâd’dan naklen (3/317) muhakkik bu rivayetin ricalinin sikat olduğunu söyledi.

[9] Buhârî (7/534) el-Meğazî, Müslim (12/165) el-Cihad ve’s Siyer.

[10] Buhârî (7/544) el-Meğazî, Sancak, savaş bayrağıdır. Ordunun yerinin bilinmesi için kullanılır. Ordu komutanı tarafından taşınacağı gibi, ordu içindeki kahraman askerlere de taşıttırılır. Bazı lugatçılar livâ ve râye’nin aynı anlamda olduğunu söylediler. Fakat Ahmet ve Tirmizî, İbn Abbas’ın hadisinde Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-’in râyesinin siyah, livasının ise beyaz olduğunu rivayet ettiler. (Fethu’l-Bârî: (7/545).

[11] Yani düşmanı sanıldığından daha kolay şekilde teperim.

[12] Müslim (12/183-186) el-Cihad ve’s Siyer.

[13] Hakim’in Müstedrek’i. (3/437).

[14] Ebû Dâvud (294-295) el-Harac Babu mâ câe fi hükmi ardi’l-Hayber, Elbani bu hadisi sahihledi (2605).

[15] Buhârî (7/547) el-Meğazî, Ebû Dâvud (2979) el-Harac ve’l-İmâra ve’l-Fey.

[16] Buhârî (7/553-554) el-Meğazî, Müslim (16/64-65) Fadâilu’s-Sahâbe. Hafız şöyle dedi: Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem- Hayber ganimetlerinden, savaşa bizzat katılmadıkları halde kendisine dönüş yolunda kavuşan Habeşistan muhacirleri Cafer ve arkadaşlarına da vermiştir.

[17] Buhârî (10/225) et-Tıbb. Ebu Hureyre’den ayrıca Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud, Enes b. Malik’den rivayet ettiler.

[18] Buhârî (7/568) el-Meğazî

[19] Buhârî, Yunus’dan, O da Zührî’den, O’da Urve’den ta’lîken rivayet etti. (7/737) el-Meğazî. Hafız şöyle dedi: Bezzar, Hakim ve İsmailî, bu isnad ile Anbese b. Halid’den Yusuf tarikiyle bunu vaslettiler. el-Feth (7/737).

[20] el-Feth’den ihtisar edilerek: (7/257-258).

[21] Buhârî (7/550) el-Meğazî.

[22] Buhârî (9/71) en-Nikah.

[23] el-Fetih’ten muhtasar olarak. (9/75). Mut’a nikahı, kişinin bir kadınla belli bir süre için evlenmesidir. Cihad vesilesiyle uzun süre kadınlardan uzak kalınması nedeniyle mübah kılınmış, sonra kesin olarak kıyamet gününe kadar haram kılınmıştır. Şia ise, Mut’a’nın haram olduğunu ortaya koyan sahih ve açık-seçik delilleri görmezden gelerek onu mübah sayarlar. Çirkinliklerinden, Allah başkalarını uzak etsin.

[24] Buhârî (7/549) el-Meğazî

[25] Buharî (7/558) el-Megazî, Müslim (2/29) el-İman, Malik Muvatta’da (2/459) el-Cihad, Ebû Dâvud (2694) el-Cihad, Nesâî (2/24) el-İman ve’n Nuzur.

[26] Zâdü’l-Meâd. (3/339-354) Muhtasar olarak.

[27] Hâzâ’l-Habibu Ya Muhibb (262-263).

[28] Fıkhu’s-Sîre (Butî) 262-263.

[29] İbn Hişam’ın Sîresi ile beraber Ravdu’l- Unuf 4/76-77)’den muhtasar olarak. Buharî, Kitabu’l-Muhsar’ında “kuşatılmış kimseye bedel yoktur diyenler konusunda bir bab” başlığı ile zikretti ve şöyle dedi: “Ruh, Şibil’den, o da İbn Ebu Necih’den o da Mücahid’den, o da, İbn Abbas Radıyallahu anhuma’dan şöyle rivayet edip dedi: “Bedel, telezzüz ile nakıd olan için geçerlidir. Fakat özür ve benzeri nedenlerle engellenen kimse ihramdan çıkar, dönmesi gerekmez. Kuşatıldığı halde beraberinde kurban varsa, onu gönderemiyorsa bulunduğu yerde keser. Şayet gönderebiliyorsa kurban mahalline ulaşmadan ihramdan çıkmaz. Malik ve başkaları da şöyle dediler: Kurbanını keser ve istediği yerde tıraş olur ve ona kaza gerekmez. Zira Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- ve sahabesi Hudeybiye’de tavaf edemeden ve kurbanları mahalline ulaşmadan ihramdan çıktılar. Bilindiği gibi Hudeybiyye Harem sınırları dışındadır. Buna rağmen Rasulullah -Sallallahu aleyhi vesellem- kimseye bu umrelerini kaza etmeyi emretmemiştir. Fethu’l Bârî (4/14) Kitabu’l-Muhsir.

[30] Buharî (7/072)

[31] Fethu’l-Barî (7/573)

[32] el-Heysemî “Mecma”da dedi: Bunu Taberânî rivayet etti ve ricali, sahih ricaldir. (6/146-147)

[33] Buhârî (3/548-549) el-Hacc.

[34] Fethu’l Bari (3/549)

[35] Buharî: (7/571) el-Meğazî.

[36] Müslim (9/197) en-Nikah, Ebû Dâvud (1826) el-Menâsik, Tirmizî (4/72) el-Hacc, Ahmed, Müsned’de (6/333), İbn Mace (1964).

[37] Tirmizî (4/71) Ebvabu’l-Hacc, Ebu İsa, “Bu hadis hasendir, dedi.”

Ahmed (6/392-393) Albani bunu zayıf kabul etti ve el-Camii’de “bunun senedinde Matar b. Tehman Ebu Reca el-Verak es-Sülemî vardır ki o da Hafız’ın “Takrib” de dediği gibi Saduk ve çok hatalıdır. Fakat bundan sonraki diğer iki hadis, bu hadisi teyid etmektedir. Bkz. Camiu’l-Usûl (3/52) Sahih-i Tirmizî (1/253).

[38] Zâdü’l-Meâd: 3/373-374.

[39] Müctemau’l-Medenî fi ahdi’n-Nübüvve: el-Cihadu Dıdle’l-Müşrikin (162).

[40] Zâdü’l Meâd: 3/375). 

[41] Hâzâl-Habibu Ya Muhib.

[42] Zâdü’l-Meâd: (3/381) Hadisî Buharî rivâyet etti (7/583) el-Meğazî.

[43] el-Heysemî şöyle dedi: Taberânî rivâyet etti ve Urve’ye kadar ricali sikattir. Mecmau’z-Zevâid (6/107-109). İbn İshâk şöyle dedi: Bana Yahyâ b. Ubad, Abdullah b. Zübeyr’den O da babası Ubâd’den anlattı ve şöyle dedi. Bu gazveye katılan Mürre b. Avn oğullarından birisi olan babam bana şöyle anlattı: Vallahi, Cafer’in kırmızı atından inip, onun sinirlerini kılıcı ile kestiğini sonra da şehid düşünceye kadar düşmanla çarpıştığını seyrediyor gibiyim. Şehid olmadan önce şöyle dedi:

“Cennet de, ona yaklaşmak da ne güzeldir.

Onun şerbetleri tatlı ve soğuktur

Rumlara gelince, Rumların akibetleri yakındır.

Onlar, kafir ve uzak soydandır.

Bana düşen onlardan karşılaştığıma kılıç vurmaktır!”

İbn Hişam şöyle dedi: İlim ehlinden güvendiğim kimseler bana şöyle anlattılar: Cafer, sancağı sağ eline aldı. Sağ eli kesilince sol eline aldı. Sol eli kesilince kucağına aldı ve bu şekilde şehid düştü. Şehid olduğu zaman daha 33 yaşındaydı. Allah ona kesilen iki kolu karşılığında, cennette iki kanat verdi. Orada dilediği gibi uçar. Onun, o çarpışmada bir rum tarafından vurularak ikiye bölündüğü söylenir. Sîretu İbn Hişam Ravdu’l-Unuf ile beraber (4/72)

[44] Heysemi Şöyle dedi: Taberânî rivayet etti ve ricali sikattır. (6/159-160) Mecmau’z-Zevâid.

[45] Buharî (7/585) el-Meğazî.

[46] Buharî (7/583) el-Meğazi

[47] Buharî (7/583) el-Meğazi

[48] Fethu’l-Barî (7/585)

[49] Buharî (7/588) el-Meğazî

[50] Buharî (7/588) el-Meğazi

[51] Feth’den muhtasar olarak (7/586).

[52] Zâdü’l-Meâd: (3/394)

[53] Buharî (7/595) el-Meğazî.

[54] Buharî (7/592) el-Meğazî.

[55] Buharî (7/597-598) el-Meğazî.

[56] Müslim (12/131-133) el-Cihad ve’s-Siyer.

[57] Zâdü’l-Meâd: (3/404-405).

[58] Buharî (7/611) el-Megazî.

[59] el-Müctemau’l-Medenî fi ahdi’n Nübüvve (el-Cihad Fi’sebilillah) (181-182).

[60] Malik (1/152) Kasru’s-Salat. Buhârî (1/152) Kasru’s-Salat. Buhârî (1/559) es-Salat. Müslim (5/222) Salatü’l-Müsafirin.

[61] Zâdü’l-Meâd (3/411)

[62] Buharî (7/616) el-Meğazî

[63] Fıkhu’s-Sîre (Butî) (282)

[64] Bkz. Maverdî’nin Ahkamu’s-Sultaniye’si (164) ve İbn Kayyım’ın Zâdü’l-Meâd’ı (429-440).

[65] Zâdu’l-Meâd, ihtisar edilerek (3/420-441)

[66] Zâdü’l-Meâd, ihtisar edilerek (3/458-464), Hadisi rivâyet edenler: Ebû Davud: (2666) el-Cihad, (4337) el-Hudud, Nesâî: (7/105-106) Tahrimu’d-Dem, Hakim (3/40) el-Meğazî. Hâkim, Zehebi ve Albani sahihledi. Hattabî tefsirinde şöyle dedi.

“Göz hainliği” kalbinde insanlara izhar ettiği şeyin aksini gizlemektir. Dilini tutup, bunu gözüyle işaret ederse ihanet etmiş olur. Bu ihanetin zuhur mahalli göz olduğu için göz ihaneti denilmiştir.

[67] el-Hâkim (3/48) İsnadı sahihtir, dedi. Beyhakî (6/89) Ebû Dâvud’un tahriç ettiği bir başka yolu daha vardır (5453) el-İcare. Ahmed (6/465) el-Hakim. (2/47) el-Albani sahihledi, Zâdül-Meâd’ın muhakkiki ise hasendir dedi.

[68] el-Camiu Li Ahkamil-Kuran. (2939) Rivâyet edenler: Tirmizî (9/27-28) el-Fiten, Ahmed (5/218) İbn Ebî Asım, Kitabu’s-Sünnet (76). Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. el-Albani İsnadı hasen, ricali sikat ve Yakub b. Humeyd hariç Buhârî ve Müslim’in ricalidir. Yakub’da az bir zaaf vardır dedi.

[69] Müslim (12/113-117) el-Cihad ve’s Siyer.

[70] Müslim (12/120-121) Nevevi şöyle dedi: “Tandırın kızışmasından” maksat savaşın şiddet ve sıcaklığı anlamından kinayedir.

[71] Sîretu İbni Hişam Ravdül-Unuf ile beraber (4/128-129).

[72] Müslim (16/59-60) Fadailu’s-Sahabe, Buharî (7/637) el-Meğazî ve muhtasar olarak (6/94-95) el-Cihad.

[73] Zâdü’l-Meâd’dan özetle Hâfız şöyle dedi: Bu ihsan ve ikram ile ilgili olarak Abbas b. Mirdas es-Selmi, Ahmed, Müslim, ve Beyhaki “ed-Delail”de Ubabe b. Rüfaa b. Rafi b. Hadic, dedesi Rafi b. Hadic yoluyla şöyle rivayet etti: Resulullah -Sallallahu aleyhi vesellem- Huneyn ganimetlerinden, kalplerini ısındırmak istediği kişilere yüzer deve verdi. Ebu Süfyan b. Harb, Safvan b. Umeyye, Uyeyne b. Hısn, Malik b Avf, Akra b. Habis, Alkame b. Ulase’ye yüzer deve verdi. Abbas b. Mirdas’a yüz deveden az verince şu şiiri okudu ve ona da verilen devlerin sayısı yüze tamamlandı:

“Bana Uyeyne ve Akra’dan daha az veriyorsun. Benden fazla verdiğin Hısn ve Mirdas da benden üstün değillerdir. Ben onlardan daha değersiz biri değilim. Senin bugün alçaltığın kişi bir daha da hiç yükselmez!” Fethûl-Barî (7/652).

[74] Buharî (7/649-650) el-Meğazi.

[75] Buhârî, (7/627-628) el-Meğazî, Ebû Dâvud (2676) el-Cihad.

[76] Buhârî (7/631-632) el-Meğazî, Müslim (12/50) el-Cihad. Ebû Dâvud (2700) el-Cihad. Mâlik, Muvata: (2/454, 445)

[77] Zadu’l-Meâd: Özetle (3/477-494

[78] Mehâsinu’t-Tevil. (8/160)

[79] el-Müctemau’l-Medenî fi Ahdi’n-Nübüvve. (224) ve Bkz. Tefsiru İbn Kesir (1/473)

[80] el-Müctemau’l-Medeni (309-310)

[81] Müslim, (12/122-123) el-Cihad ve ‘Siyer, Buharî (7/640) el-Meğazî.

[82] Nevevî’nin Sahih-i Müslim Şerhi. ((12/124)

[83] Ahmed (3/343), Tirmizi (13/293) el-Menakib, Tirmizî: Bu hadis hasen, sahih ve garib’tir, dedi. Camiu’l Usul’un tahkikinde de bu hadiste Ebu Zübeyr’in anane’si vardır, dedi. el-Albani, muhtemelen bu illet nedeniyle, bu hadisi Tirmizî’nin sahihleri arasında zikretmedi.

[84] Fethu’l-Barî (17/641).

[85] el-Müctemau’l-Medeni fi Ahdi’n-Nübüvve (212). Bu sayı sahih rivayetlerle sabittir. Ebu Aliye veya Ebu Osman el-Hindhi’den: Şöyle dedi: “Sad ve Ebu Bekre’nin Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-’den rivayet ettiklerini işittim Asım şöyle dedi: Senin yanında, sana yetecek iki adam şehadet etti, Evet, dedi. Bunlardan ilki, Allah yolunda ilk ok atandı; diğeri ise Tâif’de Resulullah -Sallallahu aleyhi vesellem-’in yanına inen 23 kişiden birisidir.” Buharî (7/642) el-Megazi.

[86] Zâdul-Meâd (3/498)

[87] Ahmed (6/168-310) Zâdu’l-Meâd muhakkiki, bu hadisin ricali Sikattir, demiştir.

[88] Zâdu’l-Meâd’dan kısaltılarak (3/503-505)

[89] Buharî (7/649) el-Meğazî (9/245) en-Nikah.

[90] Fethu’l-Barî (9/246).

[91] el-Fusûl Fi İhtisari Sîretu’r-Rasul. -Sallallahu aleyhi vesellem-, İbn Kesir (187)

[92] Bu hadisin tamamı ve tahrici ileride gelecektir.

[93] Buhârî, muhtasar olarak (5/477) el-Vasâya, Tirimzî (13/153) el-Menâkıb.

[94] İbn Mesud’dan O şöyle dedi: Sadaka ile emrolunduk. Hamallık yapıyorduk. Ebu Ukeyl, yarım sâ tasadduk etti. Diğer bir insan ondan daha fazla bir şey getirdi. Münafıklar, Allah şunun sadakasından ganîdir, şu ise riyâ için veriyor, dediler. Bunun üzerine: “Sadakalar hususunda müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla olay edenler var ya...” ayeti nazil oldu. Müslim (7/105) ez-Zekât.

“Hamallık yapıyorduk” sözü hakkında Nevevî şöyle dedi: “Ücret ile hamamlık yapıyorlar ve kazandıkları ücretin bir kısımını veya tamamını Allah yolunda tasadduk ediyorlardı. Bu, onların infâka ne denli önem verdiklerini gösterir.

[95] Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm (2/367). Daru’l-Marife, Beyrut.

[96] Ahmed, Heysemi, ricali sahihtir, dedi Mecmau’z-Zevâid (5/195).

[97] Mehasinu’t-Te’vil: (8/294).

[98] Ahmed (3/30), Müslim (13/57) el-İmare Nevevî şöyle dedi: Bu hadiste hayra niyetin fazileti anlatılmaktadır. Cihad ve benzeri farzları yapmaya niyet edip de, başına gelen bir özür nedeniyle bu niyetlerini gerçekleştiremeyen kimseler, niyetlerinin sevaplarını alırlar. Cihad meydanında bulunma arzu ve iştiyakları arttıkça, -Allah en iyisini bilir- sevapları da artır. Sahih-i Müslim Şerhi, Nevevî (13/57).

[99] Buhârî (7/716) el-Meğazî, Müslim (15/184) Fedailu’s-Sahabe, Ahmed (1/185) Tirmizî (3/175) el-Menakib, muhtasar olarak.

[100] Bu hadisin tahrici ileride gelecektir.

[101] Buhârî (3/402-403) ez-Zekât Babu Harsu’t-Temr, Müslim (lafız ona aittir). (15/41-43) el-Fedâil, Babu Mu’cizâtü’n-Nebiyy -Sallallahu aleyhi vesellem-.

[102] Buharî (6/535) el-Enbiya, Müslim (18/110-111) ez-Zühd.

[103] Müslim (18/111) ez-Zühd. Nevevî şöyle dedi: Bu hadisten birçok faydalar mevcuttur. Bunlardan biri de Hicr’de deve kuyusu hariç diğer kuyularına kullanılması mekruhtur. Ayrıca orada yoğrulan hamurlar yenmeyip, develere yedirilir. İnsanların yemesinin yasak olduğu bazı şeylerin develere alaf olarak verilmesinin cevazı ve zalimlerin kuyularının terki, bunun yerine salihlerin kuyularından istifade edilmesinin daha hayırlı olduğunun anlaşılması.

[104] Bezzâr ve Taberânî Evsat’da: Heysemî şöyle dedi: “Bezzar’ın ricâli sikattır.” Mecmau’z-Zevaid (6/194).

[105] Müslim (15/40-41). el-Fedâil, Babu Mu’cizatu’n-Nebiy-Sallallahu aleyhi vesellem-.

[106] Zâdü’l-Meâd. (3/537)

[107] Mevaridu’z-Zem’an ilâ Zevâidi İbn Hibban (145) Sahih isnadla.

[108] Berâe b. Azib’den: Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-’e ipek bir giysi hediye edildi. Müslümanlar bu giysinin yumşaklığına şaşırdılar: Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-: “Buna mı şaşırıyorsunuz? Sa’d b. Muâz’ın cennetteki mendilleri bundan daha iyidir” buyurdu. Buhârî (6/319) Bediu’l Halk.

[109] Sîretu İbn Hişam, er-Ravdu’l-Unuf ile (5/178) Özet.

[110] Zâdü’l-Meâd, özetle (3/549-55) Hadisi Buhârî (7/731) el-Meğazi, Müslim (9/139) el-Hacc’da rivâyet etti. Bu görüşün doğruluğunu teyid eden bir diğer hadis Buhârî’nin Saib b. Yezid’den yaptığı şu rivayettir. “Tebuk gazvesinden dönen Resulullah -Sallallahu aleyhi vesellem-’i karşılamak üzere çocuklarla beraber Vedâ tepelerine çıktığını hatırlıyorum.” Buhârî (7/733) el-Meğazî.

[111] Bu hadisin tahrici daha önce geçti.

[112] Ebû Dâvud (2487) el-Cihad, ed-Dârimi (2/213), Ahmed (3/124-153), en-Nesâî (6/7), İbn Hibbân (8161) Mevârid, Hakim (2/81) el-Cihad, Hakim, bu rivayeti Müslim’in şartı üzerine sahihledi ve Zehebi ona muvafakat etti. “Kalplerinizle” lafzına bu kaynaklardan hiçbirinde ulaşamadım. İbn Kayyım, bu hadisi manası ile zikretmiş olabilir. Ebû Dâvud’un lafzı “Müşriklerle mallarınız, canlarınız ve dillerinizle cihad edin” dir.

[113] Zâdü’l-Meâd’dan özetle (3/558-573)

[114] Sîretu’n-Nebeviyye: Durus ve İber (161)

[115] Teemmülat fi’s-Sîreti’n-Nebeviyye (28) Daru’l Müctema.

[116] Hafız şöyle dedi: Bu iki sahabenin Bedir’e katıldığını kesin bir dille Ebu Bekr el-Esrem iddia etmiştir. İbn Cevzi onun bu iddiasını tenkid ederek yanlışlığını beyan etmiştir. Bu iki sahabenin Bedir’e katılmadığı hususunda, sonraki alimler Hatıb Kıssasında, Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-’in Hatıb’a casusluk yapmasına rağmen, tecrid etmediği ve cezalandırmadığı ve hata onu öldürmek isteyen Ömer’e “Nereden biliyorsun, belki de Allah, Bedir ehline baktı ve onlara: dilediğinizi yapın, siz kesinlikle bağışlandınız, demedi mi” buyurmasını delil olarak aldılar ve cihaddan geride kalma günahı, casusluk günahının yanında nedir ki? diye sormuşlardır

Ben derim ki Hatıb kıssası bu konuda delil teşkil etmez. Çünkü bu casusluktan daha büyük değildir diye, birtakım günahları cezasız bırakmayı gerektirir. İşte Ömer, Hatıb kıssasında muhatab o olduğu halde, içki içmesi nedeniyle Kudame b. Mazun’u kırbaçlamıştır. Resulullah -Sallallahu aleyhi vesellem-, Hatıb’ı, özrünü kabul etmesinden ötürü, cezalandırmamıştır. O, çoluk çocuğu ve malını Kureyş’ten korumak içni, onlar adına casusluk yapmaya teşebbüs etmiştir. Oysa Ka’b ve diğer iki arkadaşının cihaddan geri kalmalarını gerektirecek herhangi bir özürleri yoktu. Allah en iyisini bilendir. Fethu’l-Barî (7/224-225)

[117] Buhârî (7/717-719) el-Meğazî, Müslim (17/87-98) ez-Zikr ve’d-Dua ve’t-Tevbe ve’l-İstiğfar.

[118] Nevevi’nin Sahihi Müslim Şerhi (17/100-102)

[119] Zâdü’l-Meâd’den özetle (3/573-592).

[120] Fethu’l-Barî’den özetle (7/729-790)

[121] es-Sîretü’n-Nebeviyye, (162-163)

[122] el-Müctemau’l-Medeni (249-250)

[123] Buhârî (1/157) İman, Müslim (1/181-183) el-İman billahi Teala ve Resûlîhi Hızlı alkol yapışı özelliği kazanması nedeniyle bu kablarla şıra yapmak yasak idi. Sonra bu hüküm  nesh edildi ve sarhoşluk veren her maddenin ve çoğu sarhoşluk veren her şeyin azının da haram olduğu genel kaidesi baki kaldı.

[124] Zadu’l-Meâd. (3/607-608).

[125] Buhârî (7/690) el-Meğazî.

[126] Buhârî (690, 691) el-Meğazî.

[127] Fethu’l-Bârî’den kısaltılarak (7/691, 692).

[128] Zâdu’l-Meâd’dan özetle (3/613-614) Müellifin “Rüya Tabirleri” kitabına da bakınız.

[129] Ahmed (3/182), İbn Hibban (7192) el-İhsan, İbn Ebî Şeybe (12/122), Beyhâki “ed-Delail”de (5/351)

[130] Buhârî (7/701) el-Meğazî, Müslim (2/31) el-İman.

[131] Nevevî’nin Müslim Şerhi (2/33) el-İman, Buhârî (10/554) el-Edeb, Ebû Dâvud (4990) el-Edeb.

[132] Buharî (1/330) Bed’u’l-Halk.

[133] Buharî (1/179) el-İlm, Müslim (1/169-170) el-Îman.

[134] Fethu’l-Bâri (1/183)

[135] Nevevî’nin Sahih-i Müslim Şerhi (1/171)

[136] Hâkim (3/54-55) el-Meğazî’de sahih olduğunu belirtirken, Zehebî de bu hususta ona ve muvafakat etti. Dr. Ekrem el-Umerî ise şöyle dedi: Bu rivayet sadece hasendir. Çünkü İbn İshak yoluyladır ve senedindeki Muhammed b. el-Velid b. Nüveyfa el-Esedî makbuldür. Ebû Dâvud’un Seleme b. Küheyl cihetinden rivayetinede tabi olundu ve o, sikadır.

[137] Ahmed (5/445) Zâdu’l-Meâd’ın muhakkiki, bu rivayetin ricalinin sikat, senedinin hasen olduğunu söyledi. Ve bakınız İbn Sa’d (1/291)

[138] Buhârî (7/695) el-Meğazî.

[139] Fethu’I-Bârî’den özetle (7/696, 697).

[140] Müslim, (86172-194) el-Hacc.

[141] Ahmed (5/235). Heysemi şöyle dedi. Ahmed iki isnad ile rivâyet etti. Ve her iki isnadın ricali, -Raşid b. Sa’d ve Asım b. Humeyd- dışında, sahih’in ravilerindendir. Bu ikisi de sikadırlar. Mecmeu’z-Zevâid  (9/22)

[142] Tahrici Câbir’in uzun hadisinde geçti.

[143] Buhârî (10/606-607) et-Tefsir.

[144] Heysemi, Mecma’da zikretti. (9/23) ve Taberanî “Sağir” de rivayet etmiştir, ricali sahihtir. dedi.

[145] Buhârî (8/618) Fadâilu’l-Kur’an, Müslim (18/102) et-Tefsir.

[146] Fethu’l-Barî (8/623).

[147] Müslim (15/118) el-Fadail.

[148] Nevevî’nin Sahih-i Müslim Şerhi.

[149] Ebû Dâvud (3207; 3208) el-Cenaiz, Muhtasar olarak en-Nesâî (4/61-62) el-Cenaiz, Albani, Sahih-i Nesâî’de bu hadisi sahihledi. /1846)

[150] Ahmed (3/18), İbn Ebî Şeybe (12/6), İbn Ebu Asım “Sünne”de: (1227), İbn Sad, ve Sahihayn’de başka bir yol ile.

[151] Darimî (1/37) el-Mukaddime, İbn Mâce (1465) el-Cenaiz’de muhtasar olarak rivayet etti. Ve el-Albani hasenledi, Sahihu İbn Mâce (1197)

[152] Ahmed (6/438) Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid’de ricali sikattır. dedi. (9/33) Mecmeu’z-Zevâid

[153] Letâifu’l Meârif (105, 106) Hadisin tahrici daha önce geçti.

[154] Fethu’l-Bârî (7/736).

[155] Buhârî (7/738) el-Meğazî, Müslim (11/89-90) el-Vasiyye.

[156] Buharî (7/738, 739) el-Meğazî, Müslim (11/95) el-Vasiyye, Ahmed (1/336), İbn Hibban no(6597) el-İhsan.

[157] Buhârî (2/203İ) el-Ezan, Müslim (4/135-137) es-Salat.

[158] Fethu’l-Barî (7/348).

[159] Buharî (7/15) Fadailu’s-Sahabe,  Müslim (15/151) el-Fedâil.

[160] Buharî (2/192, 193) el-Ezan, Malik Muvatta (1/170) Kasru’s Salat fi’s Sefer (sefer de namazı kasaltmak)

[161] Buhârî (7/151) Menakibu’l-Ensar, Müslim /16/68) el-Fadail,

[162] Müslim (4/196) es-Salat, Bkz. Nevevi’nin Sahih-i Müslim Şerhi (4/197-198).

[163] Ahmed (3/117), İbn Mâce (2697) el-Vasâya, Hâkim (3/57) el-Meğâzî. Hâkim bunun Buhârî ve Müslim tarafından kaydedildiğini söylemiş ise de, bu böyle olmadığından ez-Zehebi neden böyle dediğini sormuş, Albani, netice olarak bütün bunlarla birlikte Buharî ve Müslim tarafından ne ittifakla ne de tek başına birinde kaydedilmediğini belirtmiştir. Albâni İrvâu’l-Ğalil’de, bunun ne sahihayn’da ne de ikisinden birinde yer almadığına, ancak hadisinin Ebû Davud’ta ve Beyhaki’de şu şekilde bir şahidinin olduğuna dikkat çekmiştir. “Rasulullah Sallallahu vesellem’in son sözü şunlar idi: “Namaz, namaz! Ellerinizin altındakiler (köleler) hususunda Allah’tan korkun” İrvâu’l-Ğalîl (2178)

[164] Buhârî (7/747) el-Meğazî, Müslim (5/12-13) el-Mesacid.

[165] Fethu’l-Barî (1/634).

[166] İbn Mace (113) el-Mukaddime, İbn Ebi Asım “es-Sünne” (1175), İbn Sa’d (3/66) Elbanî şöyle dedi “İsnadı sahih, ricali sikat ve Osman’ın kölesi Ebu Sehl’in dışındaki ricali Buhârî ve Müslim’in ricalidir. Ebu Sehl ise İbn Hibban, el-Acluni ve el-Askalani’nin dedikleri gibi sika’dır. Bkz. Zılalu’l Cenne fi Tahrici’s Sünne (2/560).

[167] Buhârî (10/116) el-Marad, Müslim (16/126) el-Birru ve’s-Silatu: Babu Sevab.

[168] Buhârî (10/115) el-Marad, Müslim (16/126) el-Birru ve’s-Silatu: Babu Sevab.

[169] Buhârî (2/192) el-Ezan, Müslim (1/315) es-Salat.

[170] Buhârî (7/745) el-Meğazî

[171] Buhârî (7/747) el-Meğazî

[172] Buhârî (7/756-757) el-Meğazî

[173] Buhârî (7/753) el-Meğazî, Ahmed (3/204) özetle, Dârimi (1/40, 41), İbn Mâce (1630) el-Cenâiz.

[174] Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed el-Münbecî el-Hanbelî’nin “Tesliyeti Ehlü’l-mesaib” isimli kitabından sayfa: /17-18) mektebetü’l Furkan 1403.

[175] Tirmizî (13/104-105) el-Menakib. Bu hadis garib, sahih’tir” dedi. İbn Mace (1630) el-Cenaiz, Hakim, muhtasar olarak (3/57) Hakim sahihtir, tahric etmemiştir. Zehebi de onun kavlini onayladı. Albani ise muhtasaru’ş Şemail ve sahihu İbn Mace’de sahihledi.

[176] Lataifu’l-Mearif (113, 114) özetle.

[177] Muhammed Gadbân’ın “Fıkhu’s Sîre”sinden özetle (726) Camiatu Ummu’l-Kurâ, Mekke el-Mükerreme, baskısı .

[178] El-Gazzali’nin “Fikhu’s-Sîre’si.(490)

[179] Buhârî (7/23, 24). Fadâilu’s Sahâbe. “Sa’d b. Ubade yi öldürdünüz” sözü yani Ebu Bekir’e biat etmek için hücum ederek, hasta olan Sa’d’ı çiğnediniz anlamındadır. Ömer’in “Onu Allah öldürsün” sözü, Ebu Bekir’e biat etmeyi reddettiği içindir. Sa’d, hilafetin kendi hakkı olduğunu düşündüğünden Ebu Bekir’e biat etmedi. Ebu Bekir’in seçilmesinden sonra Şam’a gitti ve orada vefat etti. (Allah ondan razı olsun)

[180] Ebû Dâvud (4215) el-Cenaiz, İbn Hibban (14/596) no: 6628. el-İhsan, Ahmed /6/267) Beyhâki “Sünen” (3/387) ve “Delail” (7/242), İbn Mace, muhtasaran (1464). Süddi şöyle dedi: Muhammed İbn İshâk’ın bu hadisinin isnadı sahih ricali sikattır. El-İhsan’ın muhakkiki “Takribi Sahih-i İbn Hibban” da, isnadı kavidir, dedi.

[181] Buhârî (3/167) el-Cenaiz, Müslim (7/7,8) el-Cenaiz, Malik Muvatta da. (1/223) el-Cenaiz, Nesâî (4/35) el-Cenaiz.

[182] Müslim (7/9) el-Cenaiz- İbn Hibban (14) 598) no: 6629 el-İhsan, Nevevi şöyle dedi: Bu, kefen de sünnetin üç parça bez olduğuna işarettir, Bizim ve cumhurun mezhebi de böyledir. Farz haddi ise tek parçadır. Kadınlarda müstehap beş parça bezdir. Bu hadis Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-’in yıkandığı gömleğin daha sonra üzerinden çıkarıldığını bildirmektedir ki doğru olan da budur. Şayet çıkarılmasaydı kefenler ıslanarak rutubetten çürürdü”. Ebu Berde b. Ebu Musa el-Eşari Radıyallahu anh’ın hadisi de bunu teyid eder: Aişe Radıyallahu anha., bize keçe bir elbise ve kaba bir icar çıkardı ve “Resulullah -Sallallahu aleyhi vesellem- şu iki parça elbise içinde vefat etti” dedi.” Müslim (14/57) el-Libas.

[183] Bu hadisin tahrici daha önce geçti.

[184] El-Esas fi’s-Sünne (2/1054), 1055) özetle.

[185] el-Butî’nin Fıkhu’s-Sîre’si (354, 355)