Kureyş Müşriklerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla
Çarpışma Hazırlığına Girişmeleri
Ebu Âmir'in Müşriklere Yardım Edişi
Savaş İçin Toplananların Sayıları ve Teçhizatları
Kureyş Askerlerinin Yola Çıkışı
Müşriklerin Tutum ve Davranışlarını Hz. Abbas'ın
Peygamberimiz Aleyhisselama Bildirişi
Kureyş Müşrikleri Medine Yolunda
Evs b. Abdullah'ın, Kureyş Müşriklerinin Medine'ye
Doğru Gelmekte Olduklarını Peygamberimiz
Aleyhisselama Haber Vermek Üzere Kölesi Mes'ud'u
Salışı
Müşriklerin Uhud'daki Karargâhları
Medine'de Bazı Tedbirler Alınışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Gördüğü Rüyayı
Anlatıp Savaş Hakkındaki Görüşünü Açıklayışı
Müslümanların Savaş Hakkındaki Görüşleri
Müslümanların Israrları Üzerine Peygamberimiz
Aleyhisselamın Silahlanışı
Sa'd b. Muaz ile Useyd b. Hudayr'ın Müslümanları
Uyarmaları
Malik b. Amr'ın Cenaze Namazının Kılınışı
Amr b. Cemuh'un Uhud Seferine Katılışı
İbn Ümmi Mektum'un Medine'de İmam Vekili Olarak
Bırakılışı
İslâm Ordusunun Mevcudu, Düzeni ve Uhud'a Hareket
Edişi
Çarpışamayacak Yaşta Olanların Şeyheyn'den Geri
Çevrilişi
Ordudan Geri Çevrilen Gençlerin Medine'de
Görevlendirilmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Gece Bekçisi
Baş Münafık ile Ona Bağlı Kişilerin İslâm
Ordusundan Ayrılıp Geri Dönmeleri
İslâm Ordusundan Ayrılan Münafıklar Hakkında
Âyetler İnişi
Mü'minlerden Başkasından Fayda Olmadığı
Ebu Hayseme'nin Uhud'a Kadar Kılavuzluk Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud'da Karargâhını
Kuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Okçulara Direktifi
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm Mücahidlerini
Savaş Nizamına Koyuşu
İslâm Mücahidlerinin Uhud Savaşındaki Parolaları
İslâm Mücahidlerinden Bazılarının Uhud Savaşındaki
Alâmetleri
Yahudi Alimlerinden Muhayrık'ın Müslüman Olup
Uhud'da Çarpışmaya Gidişi ve Şehit Oluşu
Amr b. Sabit b. Akyeş'in (Vakş'ın) Müslüman Olarak
Uhud'a Gidişi ve Müşriklerle Çarpışarak
Kuzman'ın Uhud'a Gelip Müşriklerle Çarpıştıktan
Sonra Yarasının Ağrısına Dayanamayarak
Hanzale b. Ebu Amir'in Uhud'a Gidişi
Huseyl b. Cabir'le Sabit b. Vakş'ın Uhud'a
Savaşmaya Gidip Şehit Oluşu
Müşriklerin Uhud'daki Karargâhları ve Harp
Düzenleri
Ebu Süfyan'ın Sancaktarlarını Gayrete Getirişi
Ebu Âmir'in Ensarı Ayartmaya ve Savaşı
Kızıştırmaya Çalışması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanları Cihada
Teşvik Edişi
Ebu Süfyan'ın Ensarı Ayartmaya Kalkışması
Müşriklerin Kadınlarının Erkekleri Çarpışmaya
Kışkırtmaları
Müşrik Süvarilerinin Okçular Tepesine Hücuma Kalkmaları
ve Püskürtülmeleri
Hz. Ali'nin Müşriklerin Sancaktarını Öldürüşü
Hz. Hamza'nın Osman b. Ebi Talha'yı Öldürüşü
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Ebu Sa'd b. Ebi Talha'yı
Öldürüşü
Asım b. Sabit'in Müsafi' b. Talha ile Cülas b. Ebi
Talha'yı Öldürüşü
Müşriklerin Sancaktarlarının Ardarda Öldürülüşü
Hz. Ebu Bekir'in Oğlu Abdurrahman'la Çarpışmaya
Kalkışı ve Peygamberimiz Aleyhisselam
Zübeyr b. Avvam'ın Deve Üzerindeki Bir Müşriki
Aşağı Düşürüp Öldürüşü
Halid b. Velid'in Saldırıya Geçtikçe Püskürtülüşü
Zülfikar'ın, Hakkını Yerine Getirmek Üzere Ebu
Dücâne'ye Verilişi
Hz. Ali'nin Müşriklerden İki Topluluğu Bozguna
Uğratışı
Rüşeydü'l-Fârisî İle Sa'd'ın Müşriklerden Uveyf'in
Oğullarını Öldürmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Abdullah b. Cahş'a
Verdiği Hurma Dalının Kılıç Oluşu
Allah Yolunda Şehit Olanın Cennete Gireceği
Müşriklerin Bozguna Uğrayıp Dağılmaya Başlamaları
Hanzale b. Ebu Âmir'in Şehit Oluşu
İslâm Okçular Birliğinin Kazanılan Zaferi
Kaybettirmeleri
Uhud Savaşında Peygamberimiz Aleyhisselamı Canla
Başla Korumaya Çalışan Mücahidler
Dört Azılı Müşrikin Peygamberimiz Aleyhisselamı
Öldürmeye Ant İçmeleri
Müslümanlar Arasındaki Bazı Münafıkların
Müslümanları Çarpışmaktan Vazgeçirmeye ve
Enes b. Nadr'ın Kahramanlıklar Göstererek Şehit
Oluşu
Hz. Ömer ile Kardeşinin Şehitlik İçin Soyunmaları
Uhud Savaşı Günü Peygamberimiz Aleyhisselamın
Başına Gelenler
Ka'b b. Malik'in Peygamberimiz Aleyhisselamı Sağ
Salim Görüp Müslümanlara Seslenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Übeyy b. Halef'i Yaralayışı
ve Öldürüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yüzünün Kanının
Mihras Suyu ile Yıkanışı ve Müşriklerin
Kendilerinden Yukarıya Çıkmalarına Meydan
Vermemesi İçin Allah'a Dua Edişi
Talha b. Ubeydullah'ın Peygamberimiz Aleyhisselamı
Uhud Kayalığına Sırtında Çıkarışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Öğle Namazını
Oturarak Kılışı
Yüce Allah'ın Müslümanları Uyutup Dinlendirişi
Müşriklerin Müslüman Cesetlerine İşkence Yapmaları
Ebu Süfyan'ın Ebu Âmir (Fâsık)'la Harb Meydanında
Dolaşması
Huleys b. Zebban'ın Ebu Süfyan'ı Kınaması
Ebu Süfyan'ın Peygamberimiz Aleyhisselamın Sağ
Olup Olmadığı Hakkında Kuşkuya Düşmesi
Müşriklerin Uhud'dan Ayrıldıktan Sonra Ne
Yapacakları Hakkında Bilgi Edinmek İstenilişi
Müşriklerin Revha'dan Geri Dönüp Peygamberimiz
Aleyhisselamın Sağ Kalan Sahabilerini de
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sa'd b. Rebi'
Hakkında Bilgi İstemesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Hamza'nın Vurulup
Düştüğü Yeri Sorması
Hz. Safiyye'nin Uhud'a Gelip Hz. Hamza'nın
Cesedini Görmek İstemesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Şehit Edildiği
Şâyiası Üzerine Medine'nin Çığlıklarla Sarsılışı ve
Ondört Kadının Uhud'a Koşup Gelişi
Uhud'da Kabirler Kazılıp Şehitlerin Gömülüşü
Bir Kabre İkişer Üçer Gömülen Şehitlerden Bazıları
Uhud Şehitlerinin Şehit Düştükleri Yerde
Gömülmelerinin Emir Buyuruluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud Şehitleri
Hakkındaki Müjdeleri
Uhud Şehitlerinin Ziyaret Edilip Selamlanmasının
Fazileti
Uhud Şehitlerinin İlk Gömüldükleri Kabirlerinden
Kırkaltı Yıl Sonra Çıkarılıp Yeni
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud'dan Ayrılacağı
Sıradaki Duası
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud'dan Medine'ye
Dönüşü, Sevgi ve Saygı Tezahürüyle
Karşılanışı, Hamne Hatunun Kocasının Şehadeti Haberine
Dayanamayarak Feryad Edişi
Sümeyrâ Hatunun Peygamberimiz Aleyhisselamı Sağ
Salim Görünce Kendi Şehitlerine Üzülmeyişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Namazlarını Mescidde
Kılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ali'nin
Kılıçlarının Kanını Hz. Fâtıma'ya Yıkatmaları ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın "Allah Bize
Fethi Nasip Edinceye Kadar, Müşrikler Bir Daha Bizi
Bunun Gibi Bir Musibete Uğratamayacaklardır!"
Buyuruşu
Mücahidlerin Yaralarına Bakmayarak Hamrâü'l-Esed
Seferine Katılmaları
Takip Birliği Hamrâü'l-Esed'de
Ma'bed b. Ebi Ma'bed'in Ebu Süfyan'ı Korkutarak
Medine'ye Dönmek, Baskın Yapmaktan
Vazgeçirip Ona Mekke Yolunu Tutturuşu
Ebu Süfyan'ın Mekke'ye Giderken Peygamberimiz
Aleyhisselama Tehdit Haberi Salışı
Münafıklarla Yahudilerin Nifak ve Fesada
Koyulmaları
Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün Mescidden Kovuluşu
Bir Şehit Yavrusunun Evlat Edinilişi
Uhud Savaşı Durumunun Âl-i İmran Sûresinde
Açıklanışı
İslâmî Hükümlere Göre Yapılan İlk Miras Taksimi
Uhud
savaşı; Buhran seferinden dönüldükten sonra,[1],
Hicretin 3. yılında,[2]
Recep, Şaban ve Ramazan ayları çıktıktan sonra,[3]
Şevval ayında.[4] Cumartesi günü
yapılmıştır.[5]
Uhud;
Medine şehrinin şimalinde, Medine'ye uzaklığı 1 mile yakın, kırmızımsı, mübarek
bir dağdır.[6]
Kureyş
müşriklerinin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan'ın Kureyş müşriklerine ait ticaret
kervanını Bedir'den kaçırıp Mekke'ye ulaştırdığı, Müslümanlarla çarpışmak üzere
Mekke'den gelen müşrik ulularından öldürülenler Bedir kuyusuna atıldıkları,
kaçıp kurtulanlar da Mekke'ye döndükleri zaman,[7]
Kureyş müşriklerinden:
1- Abdullah b. Ebu Rebia,
2- İkrime b. Ebu Cehil,
3- Safvan b. Ümeyye,[8]
4- Esved b. Muttalib,
5- Cübeyr b. Mut'im,
6- Haris b. Hişam,
7- Huvaytıb b. Abduluzzâ,
8- Huceyr b. Ebu İhab[9]
ve
Kureyşlilerden babaları, oğulları ve kardeşleri Bedir'de öldürülmüş bulunan
daha birtakım kişiler, Ebu Süfyan'ın yanına vardılar.
Kureyşlilerin
ticaret kervanına aitolup[10]
Dârü'n-Nedve'de tutulmakta olan[11]
ticaret malları hakkında, Ebu Süfyan'la konuştular:
"Ey
Ebu Süfyan! Senin Şam'dan getirip Dârü'n-N edve'de tuttuğun şu ticaret
kervanındaki mallar, iyi bilirsin ki, Mekkelilerin, Kureyşlilerin ticaret
kervanına aittir.
Onlar
bu ticaret mallanyla Muhammed'e karşı büyük bir ordunun hazırlanmasını candan,
gönülden arzu etmektedirler.
Babalarımızdan,
oğullarımızdan, kabilelerimizden nice kimselerin öldürülmüş olduklarını görmüş
bulunuyorsun" dediler.
Ebu
Süfyan, onlara:
"Kureyşliler
bu fedakârlığı göze alıyorlar mı? Buna gönüllü ve istekliler mi?" diye sordu.
"Evet!"
dediler.[12]
Bunun
üzerine, Ebu Süfyan:
"Zaten
ben bunu özleyenlerin ve kabul edecek olanların ilkiyim!
Abdi
Menaf oğulları da benimle birliktedir. [13]
Vallahi,
asıl mahvolan ve öcü alınacak olan, benim: Oğlum Hanzale ve kabilemin en
şerefli kişileri Bedir'de öldürüldü!" dedi.[14]
Yukarıda
adları anılan Kureyş müşrikleri ticaret kervanında malları bulunan
Kureyşlilerle de konuştular ve:
"Ey
Kureyş topluluğu! Muhammed sizi büyük bir musibete uğratmış, sizin en
hayırlılarınızı öldürmüş bulunmaktadır! Öyle ise, ona karşı yapılacak savaşta
bu mal ile bize yardım ediniz. Umulur ki, bizden öldürdüğü kimselerin
intikamını, ondan böylece alırız!" dediler.
Kureyşliler
de, istenilen yardımı yaptılar.[15]
Ticaret
malları 1000 deve yükü ve 50.000 dinar (altın) sermayeli idi.[16]
Ticaret
malları altın karşılığında satılıp, bir altına bir altın kazanç sağlandı.
Peygamberimiz
Aleyhisselamla yapılacak savaşa sadece kazancın bağışlandığı bildirildiği gibi,
kazançla birlikte sermayenin de bağışlandığı da bildirilmektedir. [17]
Bazı
ilim adamlarına göre bu sebeple nazil olan âyette,[18]
şöyle buyurulmaktadır:
"Şüphe
yok ki, Allah yolundan alıkoymak için mallarını sarfedenler, onu yine de sarfedecekler.
Sonra, bu, onlara yürek acısı olacak! Nihayet, mağlup olacaklar. Küfürlerinde
ısrar edenler, toplanıp Cehenneme sevk edilecek, sürüleceklerdir"![19]
Ebû
Süfyan'ın önderliğindeki Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselamla
yapacakları savaşla ilgili malî gücü ticaret kervanından sağlayınca,
Kinanelerden ve Tihame halkından da askerî destek sağlamak üzere harekete
geçtiler.[20]
Amr
b. Âs ile Hübeyre b. Ebi Vehb'i, Abdullah b. Zibârâyı ve Ebu Azze'yi, çevredeki
Arapları yardıma çağırmaları için görevlendirdiler.[21]
Müsafi1
b. Abdi Menaf da, Benî Malik b. Kinanelere gidip, söylediği şiirlerle onları
Peygamberimiz Aleyhisselamla savaşmaya davet ve teşvik etti.[22]
Ebu
Azze, "Muhammed'in bana Bedir günü iyiliği var. Kendisine karşı hiçbir
zaman düşmanlık yapmamaya yeminliyim" diyerek, bir müddet kaçınıp,
propaganda gezisine çıkmaya yanaşmadı.[23]
Ebu
Azze Bedir'de alınan esirler arasında iken, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Benim
fakir, çoluklu çocuklu, muhtaç olduğumu iyi bilirsin! Lütfet de, benden
kurtulmalık akçesi isteme. Beni serbest bırak" diyerek yalvarmış,
Peygamberimiz Aleyhisselam da onu kurtulmalık akçesi alınmaksızın serbest
bırakmıştı.
Safvan
b. Ümeyye, ona:
"Ey
Ebu Azze! Sen şair bir adamsın! Bizimle birlikte propagandaya çık. Bize dilinle
yardımcı ol" dedi.
Ebu
toe:
"Muhammed'in
bana iyiliği var. Ben onun karşısında görünmek istemem" dedi.
Safvan
b. Ümeyye:
"Peki!
Dilinle yardım etme. Fakat, yanımızda bulun, bize şahsınla, görüntünle yardımcı
ol!
Eğer
bu seferden sağ ve salim dönersem, seni zengin etmeyi, ölürsen senin kızlarını
kendi kızlarımla varlıkta ve bollukta aralarında fark gözetmeden geçindirmeyi,
Allah boynumun borcu kılsın!" dedi.[24]
Ebu
Azze yine yanaşmadı.
Ertesi
günü, Safvan b. Ümeyye, Cübeyrb. Mut'im'le birlikte onun yanına vardılar.
Safvan,
önceki sözünü tekrarladı.
Ebu
Azze yine yanaşmadı.
Cübeyrb.
Mut'im de, gerektiğinde kendisini geçindireceğine söz verince, Ebu Azıe dayanamadı ve
"Çıkıyorum!" dedi.[25]
Tihameye
giderek söylediği şiirlerle Benî Kinaneleri Peygamberimiz Aleyhisselamla
savaşmaya davet ve teşvik etti.[26]
Bunların
davet ve teşvikleri neticesinde Sakîflerden, Kinanelerve daha başkalarından
birçok topluluklar Mekke'de toplandı.[27]
Cübeyr
b. Mut'im; mızrak atmakta ve attığı yerden vurmakta mahir olan kölesi Vahşi'yi
yanına çağırıp, ona:
"Halk
ile birlikte savaşa çık! Muhammed'in amcası Hamza'yı, amcam Tuayme b. Adiyy'in
yerine öldürürsen, sen azadsın" demişti.[28]
Ebu
Süfyan'ın karısı Hind de, Vahşi'ye rastladıkça:
"Ey
Ebu Deşme! Şifa ver, şifalan!" der,[29] Hz.
Hamza'yı öldürmeye teşvik ederdi.[30]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Medine'ye hicret edip geldiği zaman, Dubay'a oğullarından Ebu Âmir
Abdi Amr b. Sayfî kıskançlık ve kızgınlığından dolayı ne yapacağını şaşırmış,
Peygamberimiz Aleyhisselamdan uzak kalmış olmak için, Evs kabilesinden
kendisine uyan elli kişiyle birlikte Mekke'ye çekip gitmiş.[31]
müşriklerle işbirliği yapmaktan geri durmamış, onların yanından ayrılmamıştır.[32]
Müşriklere:
"Ben,
kavmimin [Ensarın] yanına varacak olursam, onlardan iki kişi bile bana aykırı
davranmaz.[33]
İşte
kavmimden şu yanımda bulunan kişiler söylesinler!" der, yanındaki elli
kişi de onun sözünü doğrularlardı.
Bunun
için Kureyşliler Ebu Âmir'in Uhud savaşında kendilerine büyük çapta yardımının
dokunacağı umuduna düşmüşlerdi.[34]
O
da, yanındaki elli kişiyle birlikte Uhud savaşına katıldı.[35]
Savaş
için toplanan müşriklerin sayısı üç bin idi ve daha da çoktu. Bunlardan yüzü
Sakif kabilesin-dendi.
Atların
sayısı ikiyüz idi.
Develerin
sayısı üç bin idi.
Askerlerin
yediyüzü zırhlı idi.[36]
Yanlarında
pek çok silah ve askerî malzeme de mevcuttu.[37]
Kureyş
müşrikleri EbuSüfyan'ın kumandası altıncia,[38]
olanca savaş ve savunma güçleri, hiddet ve şiddetleriyle, kendilerine katılan
Benî Kinanelerve Tihame halkıyla ve onlara tâbi olanlarla beraber yola
çıktılar.
Erkeklerin
savaştan kaçmamaları, onlara cesaret vermeleri için, bazı erkeklerde
kadınlarını kendileriyle birlikte develer üstünde hevdeçler içinde yola
çıkardılar.[39]
Nevfel
b. Muaviye kadınların orduya katılmalarının sakıncalı olacağını ileri sürmüşse
de, kabul edilmeyerek;
1- Ebu Süfyan b. Harb, kansı Hind binti Utbe
ile,
2- İkrime b. Ebu Cehil, kansı Ümmü Hakim
binti Harisle,
3- Haris b. Hişam b. Mugîre, kansı Fâtıma
binti Velid b. Mugîre ile,
4- Salvan b. Ümeyye, karısı Bene binti
Mes'ud ile,
5- Amr b. Âs, karısı Reyta[40]
binti Münebbih ile,
6- Talha b. Ebi Talha, karısı Sülâfe binti
Sa'd ile,
7- Mus'ab b. Umeyr'in annesi Hunas binti
Malik, oğlu Ebu Aziz b. Umeyr ile,
8- Amre binti Alkame, yalnız başına,[41]
9- Haris b. Süfyan, kansı Remle binti
Tarık'la,
10- Kinane b. Ali b. Rebia, karısı Ümmü
Hakim binti Tânk'la,
11- Süfyan b. Uveyf, kansı Kuteyle binti Amr
ile,
12-13- Numan ve Cabir kardeşler, anneleri
Duğunniye ile,
14- Gurab b. Süfyan, kansı Amre binti
Hâris'le[42] daha başkaları da,
kanlarıyla birlikte yola çıktı lar.[43]
Kureyş ordusuna katılan kadınların sayısı onbeş idi.[44]
Kureyş ordusuna katılan bu kadınlar, yanlarına defler de almışlardı.[45]
Onlar
Bedir'de öldürülmüş olanları anacak,[46]
ağlayacak,[47] erkekleri çarpışmaya
kışkırtacaklardı.[48]
Dârü'n-NecVe'de
bağlanan üç sancaktan birincisini Süfyan b. Uveyf,
Birisini
Ehâbişten bir adam[49]
Birisini
de Talha b. Ebi Talha taşımakta idi.[50]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas; Peygamberimiz Aleyhisselamın emriyle Mekke'de
oturmakta, oradaki Müslümanlara kuvvet ve destek olmakta ve Mekke'de olup
bitenleri Medine'ye bildirmekte idi.
Medine'ye
gelmek istediği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen
bulunduğun yerde daha güzel cihad etmektesin. Senin Mekke'de oturman daha
hayırlıdır" diye cevap yazdırmıştı.[51]
Hz.
Abbas, Kureyş müşriklerinin çarpışmak için hazırlanıp Medine'ye yürüyecekleri
sırada, durumu Peygamberimiz Aleyhisselama acele yazarak bildirdi.[52] Hz.
Abbas, yazıp mühürlediği ve üç gün içinde Peygamberimiz Aleyhisselama
yetiştirilmek şartıyla Gıfâr oğullarından kiraladığı bir adama teslim ettiği yazısında
şöyle dedi:
"Kureyşliler
senin üzerine yürümek üzere derlenip toplanmışlardır.[53]
Üzerine yürüdükleri, geldikleri zaman, yapabildiğini, yapabileceğini yap![54]
Hazırlanmakta onlardan öne geç, onlardan önce davran.[55]
Sana
doğru yönelmiş bulunuyorlar. Üç bin kişidirler.
İkiyüz
atlıları,
Yediyüz
zırhlıları,
Üç
bin develeri var.
Bütün
silahlarını yanlarına almışlardır."
Hz.
Abbas'ın gönderdiği adam Peygamberimiz Aleyhisselamı Medine'de bulamayınca,
Küba'ya gidip, Küba mescidinin kapısından
çıktığı ve merkebinin üzerinde bulunduğu sırada, yazıyı Peygamberimiz
Aleyhisselama verdi.
Medineli
Ensardan Übeyy b. Ka'b, yazıyı Peygamberimiz Aleyhisselama okudu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam yazı muhteviyatının gizli tutulmasını, hiç kimseye açıklanmamasını
Übeyy b. Ka'b'a hatırlattıktan sonra, Ensardan Sa'd b. Rebi'in evine gitti ve
ona:
"Evde
yabancı kimse var mı?" diye sordu.
Sa'd
b. Rebi': "Hiç kimse yoktur! İstediğini konuşalım" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam ona Hz. Abbas'ın yazısını haber verdi.
Sa'd
b. Rebi':
"Yâ
Rasûl ali ah! Vallahi, ben bunun hayırlı
olacağını umuyorum!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu haberi gizli tutmasını Sa'd b. Rebi'den de istedi ve acele
Medine'ye döndü.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Sa'd b. Rebi'in evinden dışarı çıkınca, Sa'd b. Rebi'in zevcesi
Amre içeri girdi ve:
"Resûlullah
Aleyhisselam sana ne söyledi?" diye sordu.
Sa'd
b. Rebi':
"Bu
seni ilgilendirecek birşey değil!" dedi.
Kadın:
"Ben
sizin bütün konuştuklarınızı dinledim!" dedi ve işittiklerini anlattı.
Sa'd b. Rebi' "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" âyetini okuyup:
"Ben
senin işini Resûlullah Aleyhisselama söylerim" dedi ve kadını sıkıca tutup
köprüde Peygamberimiz Aleyhisselama kavuştu ve:
"Yâ
Rasûlallah! Karım sordu. Ben senin bana söylediklerini ona söylemedim. Gizli
tuttum. Fakat, o 'Resûlullahın söylediklerini işittim!' diyerek hepsini dile
getirdi.
Yâ
Rasûlallah! Bu yolda senin sımnı ben açığa vurmuş olduğumu sanıyor ve
korkuyorum!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bırak!
Kadın evine gitsin!" buyurdu.[56]
Kureyş
müşriklerinin Medine üzerine yürüdüğü haberi halk arasında birden yayılıverdi.
Medineli
Yahudilerle münafıklar, korkularından titrediler ve sarsıldılar.[57]
"Muhammed'e,
hiç de, istediği, hoşlandığı birşey gelmedi![58]
Mekke'den
gelen şu adam, Muhammed'e hiç de iyi bir haber getirmedi!" dediler.[59]
Kureyş
müşriki erinin konakladıkları her yerde, kadınlar Bedir'de öldürülmüş olanları
anmakta, yanlarındaki deflerle erkekleri çarpışmaya kışkırtmakta idiler. Her
konak yerinde develer boğazlanıyor, yenilip içiliyordu.
Müşriklerin
ordusu Ebvâ köyüne uğradıkları zaman, Kureyş müşrikleri birbirlerine:
"Siz
kadınlarınızı yanınıza alarak çarpışmaya çıkmış bulunuyorsunuz. Biz
kadınlarımızın hasımlarımıza esir düşmelerinden korkuyoruz.
Geliniz!
Muhammed'in annesinin kabrini açıp kemiğini çıkaralım!
Çünkü
kadın, en nazik, en esirgenilen bir varlıktır.
Eğer
kadınlarımızdan herhangi birisi Muhammed'in eline esir düşerse, dersiniz ki:
'Bu, senin annenin çürük kemiğidir.'
Eğer
dediğiniz gibi o annesi için hayırlı ise, size annesinin kemiği karşılığında
kadınlarınızı geri verir.
Sizlerden
birinin kadınını esir etmeye muvaffak olamadığı takdirde, annesine hayırlı,
yararlı ise, annesinin kemiğini kurtarmak için size pek çok mal öder!"
dediler.[60]
Ebu
Süfyan'ın karısı Hind de:
"Eğer
siz Muhammed'in annesinin kabrini açar, araştırır, onun kemiklerinden birer
parça elde edecek olursanız, bunlar, sizlerden esir düşecek her insan için
birer fidye (kurtulmalık akçesi) olur!" dedi.[61]
Ebu
Süfyan, Kureyş müşriklerinin ileri gelenleriyle konuştu.[62]
Onlar:
"Sakın
sen bu kapıyı üzerimize açma![63]
Bundan hiçbir şey almayın! Eğer biz bunu yapacak olursak,[64]
Bekir oğulları ,[65] Huzaalarda[66]
ölülerimizin kabirlerini açarlar!" dediler.[67]
Arc
mevkiinde oturan Evs b. Abdullah el-Eslemî, Kureyş müşriklerinin Medine'ye
doğru gelmekte olduklarını haber vermek üzere, kölesi Mes'ud b. Huneydeyi acele
Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.[68]
Kureyş
müşrikleri, Medine hizasına geldiler. Kanatta Sebha vadisi kenarında, Medine
karşısındaki Ayneyn diye anılan tepenin yanına kondular.[69]
Evs
ve Hazrec kabileleri liderlerinden Sa'd b. Muaz, Useyd b. Hudayr, Sa'd b. Ubâde
ve daha başkaları müşriklerin Medine'ye bir baskın yapmalarından korkarak
silahlandılar, Cuma gecesini Mescidde Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısı önünde
geçirdiler.
Medine'de,
o gece sabaha kadar nöbet tutulup beklendi.[70]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Fadâle'nin oğulları Enesve Mûnis'i ve aynca Hubab b. Münzir'i
gözcü olarak saldı, müşrikler hakkında bilgi edindi.[71]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Cuma gecesinde bir rüya gördü.[72]
Müslümanlara:
"Vallahi
ben hayırlı bir rüya görmüş bulunuyorum: Boğazlanmış bir bakar (öküz) gördüm!
Kılıcımın ağzında bir kırık, gedik gedilmiş olduğunu gördüm. Ben elimi
korunulacak bir zırhın içine soktuğumu da gördüm!" buyurdu.[73]
Başka
bir rivayete göre; Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben
kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm.
Kılıcım
Zülfikar'ın ağzında bir gedik açıldığını gördüm!
Boğazlanmış
bir sığır gördüm!
Arkasından
da bir koç gördüm!" buyurdu.[74]
"Yâ
Rasûlallah! Bunları nasıl yorumladın?" diye sordular.[75]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sağlam
zırh giyinmemi, Medine'ye yordum!" buyurdu.[76]
"Bana
ait bir öküzün boğazlandığını görmekliğim, ashabımdan bazı kişilerin
öldürülmeleridir!
Kılıcımın
ağzında bir gedik açıldığını görmekliğim de Ehl-i Beytimden bir zâtın
öldürülmesidir" buy urdu.[77]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın:
"Rüyada
kılıcımı yere çarptım, ağzı kırıldı.
Bu,
Uhud günü mü'm ini erden bazılarının şehit olacaklarına işarettir!
Kılıcımı
tekrar çarptım, eski düzgün haline döndü.
Bu
da, Allah'tan bir fetih geleceğine, mü'minlerin toplanacağına işarettir!"
buyurduğu da bildirilmektedir.[78]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, gördüğü rüyadan dolayı, Kureyş müşriki eriyle Medine dışında
çarpışmayı uygun görmemekte idi.[79]
"Eğer
müşrikleri kondukları yerde kendi hallerine bırakıp Medine'de müdafaada
kalmanızı uygun görürseniz, onlar orada kalırlarsa, kötü ve zor bir durumda
kalmış olurlar.[80]
Eğer
üzerinize yürür, Medine'ye girerlerse onlarla şehir içinde savaşırız.[81]
Çünkü sokaklarda çarpışma usulünü biz onlardan daha iyi biliriz.[82]
Onlan kalelerin, yüksek köşklerin üzerinden de oka, taşa tutarız!"
buyurdu.[83]
Gerçekten
de, Medine'nin her köşesi, birbirine bitişik sık evlerle, birer kale gibi idi.[84]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Müslümanlardan, müşriklerle savaş hususundaki görüşlerini kendisine
bildirmelerini istedi.[85]
Bedir
savaşına katılma fırsatını kaçırmış olanlardan Uhud'da ve başka savaşlarda Yüce
Allah'ın kendilerini şehitlikle şereflendireceği bazı Müslümanlar
"Yâ
Rasûlallah! Bizi düşmanlarımızın karşısına çıkar! Bizim onlardan korktuğumuzu
ve zayıf olduğumuzu anlamasınlar!" dediler.
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl ise Peygamberimiz Aleyhisselamın görüşünde idi:
"Yâ
Rasûlallah! Medine'de kal! Sakın onlara karşı çıkma!
Çünkü,
vallahi, biz ne zaman Medine'den düşmanımıza karşı çıkmışsak, muhakkak musibete
ve yenilgiye uğramışızdır.
Bilakis,
ne zaman da düşmanımız Medine'ye girip bizimle çarpışmışsa, musibete ve
yenilgiye uğramıştır.
O
halde, yâ Rasûlallah! Sen onları kendi hallerine bırak!
Eğer
üzerimize yürür, şehrimize girerlerse, erkekler onlarla yüzyüze çarpışırlar,
kadınlar ve çocuklar da damlardan onların üzerlerine taş yağdırırlar.
Eğer
Medine'ye saldırmadan dönüp giderlerse, umduklarına eremeden, birşey elde
edemeden, geldikleri gibi dönüp geri gitmiş olurlar" dedi.[86]
Müslümanlardan
bazıları da:
"Yâ
Rasûlallah! Vallahi, onlar (müşrikler), Cahiliye devrinde bile üzerimize yürüyüp
girememişlerdir. İslâmiyet devrinde nasıl girebiliri er?1" dediler.[87]
Muhacir
ve Ensarın yaşlılarından bazıları ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın görüşünde
idiler.
Hz.
Hamza ile Evs ve Hazrec'den Numan b. Malik, Sa'd b. Ubâde ve daha başkaları da,
gençlerin düşmanı Medine dışında karşılama yönündeki görüşlerini benimsediler
ve:
"Yâ
Rasûlallah! Düşmanımızın karşısına çıkmazsak, onlar, bizim kendileriyle
karşılaşmaktan korktuğumuzu sanırlar. Bu da, onlara bize karşı cür'et ve
cesaret kazandırmış olur. Yüce Allah bizi Bedir günü üçyüz küsur kişilik bir
cemaatle onlara muzaffer kıldı. Bugün ise, biz daha çok sayıda kişileriz!"
dediler.
Ebu
Saîd el-Hudrînin babası Malik b. Sinan da:
"Yâ
Rasûlallah! Biz, vallahi, iki iyiliğin arasında bulunuyoruz. Bu iyiliklerden
birisi; Allah, bizi onlara galip ve muzaffer kılarsa-ki, böyle olmasını
dileriz-bu da Bedir vak'ası gibi birvak'a olur, onlardan kaçıp kurtulanlardan
başkası kalmaz.
Yâ
Rasûlallah! Bu iki iyilikten birisi de, Yüce Allah'ın bize şehitlik nasip
etmesidir.
Vallahi,
yâ Rasûlallah! Bence bu ikisinden hangisi olursa olsun, onda hayır vardır"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam sustu, cevap vermedi.
Hz.
Hamza da:
"Sana
Kitabı indirmiş olan Allah'a andolsun ki, şu kılıcımla Medine dışında Kureyş
müşrikleriyle çarpışmadıkça birşey yemeyeceğim!" dedi.
Hz.
Hamza o gün oruçlu bulunuyordu.[88]
Numan
b. Malik de:
"Yâ
Rasûlallah! Ben şehadet ederim ki; rüyada boğazlandığını gördüğün sığırın
temsil ettiği ashabından birisi de benim![89] Beni
Cennetten mahrum etme!
Kendisinden
başka ilah olmayan o Allah'a yemin ederim ki; ben Cennete girsem
gerektir!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ne
ile?" diye sordu.
Numan
b. Malik:
"Çünkü
ben, Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Resûlullah olduğuna şehadet eder,
Allah'ı ve Resûlünü severim! Düşmanla karşılaştığım gün de, yüz çevirip
kaçmam!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Doğru
söyledin!" buyurdu.[90]
İyaz
b. Evs[91] ve
Sa'd'ın babası Hayseme de, müşriklerle şehir dışında çarpışıp şehit olmayı
Peygamberimiz Aleyhisselamdan istedi.
Enes
b. Muaz da:
"Yâ
Rasûlallah! İki iyiliğin biri ister şehitlik olsun, ister zafer ve
ganimet!" dedi.[92]
Kureyş
müşrikleriyle karşılaşıp çarpışmak özlemini taşıyan Müslümanlar, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanından ayrılmıyorlardı. Bunun üzerine, Peygamberimiz
Aleyhisselam evine girdi, zırhını giyindi.[93]
Hz.
Ebubekir ile Hz. Ömer de Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte içeri girip,
Peygamberimiz Aleyhisselamın sarığını sarmasına, zırhını giyinmesine yardım
ettiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, zırhını, gömleğinin üzerine giyindi. Beline, kayıştan bir kılıç
kemeri (palaska) bağladı ve boynuna kılıcını astı.[94]
Kalkanını da sırtına yerleştirdi.[95]
Sa'd
b. Muaz ile Useyd b. Hudayr gelip de halkın saf saf dizilerek dikildiklerini ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın çıkmasını beklediklerini görünce, onlara:
"Medine'den
çıkmak istemediği halde, siz çıkması için Resûlullah Aleyhisselama ısrar edip
durdunuz!? Halbuki, ona emir gökten iner!
Siz
bu işi ona bırakın. Onun emrettiği şeyi işleyin! Siz onun hakkında 'O
kendiliğinden birşey söylemez1 [Necm: 3] buyurulduğunu görmediniz
mi?
Siz
onun emrine itaat edin" dediler.[96]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, zırhını giyinmiş, silahlanmış olarak evinden dışarı çıkınca,
Müslümanlar yaptıklarına pişman oldular.[97]
Kendi kendilerine:
"Resûlullah
Aleyhisselama vahiy gelip dururken, biz ona görüşümüzü bildirmekle ne kötü bir
iş yaptık!" dediler.[98]
"Resûlullah
Aleyhisselamın istemediği birşey yaptık. Böyle yapmamız bize yaraşmazdı"
dediler ve Peygamberimiz Aleyhisselama da:
"Yâ
Rasûlallah! Biz senin istemediğin birşeyi yaptık. Bizim sana karşı böyle
davranmamamız gerekirdi. Eğer Medine'de kalmak istiyorsan, Medine'de kal![99] Sen
istediğini yap!" dediler.[100]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Birpeygamberzırhını
giyindikten sonra,[101]
müşriklerle karşılaşmadıkça,[102]
savaşmadıkçal[103] ve Allah onunla
düşmanları arasındaki hükmünü vermedikçe,[104]
zırhını sırtından çıkarıp yere koyması lâyık olmaz![105]
Ben
size ne buyurursam, onu işlemeye bakınız!
Haydi,
Allah'ın ismiyle gidiniz![106] Sabır ve sebat ettiğiniz takdirde,
Allah'ın yardımı sizinledir!" buyurdu.[107]
Peygamberimiz
Aleyhisselam zırhlanmış, silahlanmış olarak evinden dışarı çıktığı zaman,
namazgaha bir cenaze konulmuş bulunuyordu.[108]
Bu,
Neccar oğullarından Malik b. Amfin cenazesi idi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Cuma namazını kıldırdıktan sonra, cenaze namazını da kıldırdı.[109]
Amr
b. Cemuh, çok topal ve aksaktı.
Kendisinin
yetişmiş, arslan gibi dört oğlu olup, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte
savaşlara katılırlardı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Uhud'a çıkacağı sırada Amr b. Cemuh da sefere katılmak istemiş,[110]
oğullarına:
"Beni
de sefere çıkarın!" demişti.
Oğullan
ise:
"Sen
cihadla mükellef değilsin![111]
Yüce Allah seni mazeretli saydı.[112]
Oğulların Peygamber Aleyhisselamla birlikte gidiyorlar işte!" dediler.[113]
Amr
b. Cemuh, oğullarına:
"Siz
benim Bedir savaşına çıkmama engel oldunuz! Uhud'a çıkmama da engel olmayınız![114]
Siz, Bedir günü benim Cennete girmeme engel oldunuz! Vallahi, ben (bugün) sağ
kalsam dahi, muhakkak, (birgün şehit olup) Cennete gireceğim!" dedi.[115]
Sonra,
hanımına da:
"Bak
hele! Cennete gidilirken, ben sizin yanınızda oturup duracağım ha!?"
diyerek, hemen kalkanını aldı ve:
"Ey
Allah'ım! Beni aileme geri çevirme!" diyerek dua ettikten sonra,
Peygamberimiz Aleyhisselam m yanına geldi:
"Oğullarım
beni Medine'de bırakmak istiyorlar, seninle birlikte savaşa çıkmaktan men
ediyorlar!
Vallahi,
ben şu topallığımla Cennete ayak basmayı arzuluyorum!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İyi
ama, Yüce Allah seni mazur görmüştür. Sana cihad farz değildir" buyurdu.[116]
Amr
b. Cemuh:
"Yâ
Rasûlallah! Sen benim Allah yolunda ölünceye kadar savaşarak şehit olup
Cennette şu topal ayağımla yürümemi uygun görmez misin?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet,
uygun görürüm!" buyurdu.[117]
Amr
b. Cemuh'un oğullarına da:
"Sizin
ona engel olmanız gerekmez.
Umulur
ki, Allah onu şehitlikle nasiplendirir!" buyurdu.[118]
Amr
b. Cemuh, kıbleye döndü ve:
"Allah'ım!
Bana şehitlik nasip et![119]
Mahrum veya me'yus olarak ev halkımın yanına döndürme!" diyerek dua etti.[120]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onu Cennette topallayarak yürür
gördüm!" buyurmuştur.[121]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; halka Mescidde namaz kıldırmak üzere, İbn Ümmi Mektium'u yerine
vekil bıraktı.[122]
İslâm
ordusu, Medine'den Uhud'a hareket ettiği zaman, bin kişilikti.[123]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; üç mızrak getirtip onlara üç sancak bağladı.[124]
Evsîlerin
sancağını Useyd b. Hudayfa verdi.
Hazrecîlerin
sancağını Hubab b. Münzir'e veya Sa'd b. Ubâde'ye verdi.
Muhacirlerin
sarıcığını da, Hz. Ali'ye veya Mus'ab b. Umeyr'e verdi.[125]
Bundan
sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, atına bindi. Yayını omuzuna astı, mızrağını
eline aldı.
İslâm
askerleri de silahlandılar.[126]
Zırhları
olanlar zırhlandılar ki, yüz kişi kadar idiler.[127]
İslâm
ordusunda, biri Peygamberimiz Aleyhisselama, diğeri de Ebu Bürde b. Niyar'a ait
olmak üzere, iki de at bulunuyordu.[128]
Abdullah b. Cübeyr, piyadelerin başına geçirilmişti.[129]
Sa'd
b. Muaz ile Sa'd b. Ubâde, zırhlarını giyinmiş olarak önde; diğer Müslümanlar
da, Peygamberimiz Aleyhisselamın sağında ve solunda yer almışlardı.
Bedâyi'-Hasâ
yoluyla Şeyheyn'e kadar ilerlediler.[130]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Şeyheyn'de ordusunu gözden geçirdi.[131]
Savaşa
katılmaya elverişli yaştaki gençlere izin verdi, elverişli olmayanları geri
çevirdi.[132]
Semüre
b. Cündüb ile Rafi b. Hadic, geri çevrilenler arasında idiler.
"Yâ
Rasûlallah! Râfi1 iyi ok atıcıdır!" denilince, Peygamberimiz
Aleyhisselam onun savaşa katılmasına izin verdi.
"Yâ
Rasûlallah! Semüre b. Cündüb, güreşte Râfi'i yıkar!" denildi, onun da
savaşa katılmasına izin verdi.[133]
Peygamberimiz
Aleyhisselamin geri çevirdiği gençler arasında:
1- Üsâme b. Zeyd b. Harise,
2- Abdullah b. Ömer b.Hattab
3- Zeyd b. Sabit,
4- Berâ1 b.Âzib,
5- Amr b. Hazm,
6- Useyd b.Zuheyr,[134]
7- Zeyd b. Erkam,[135]
8- Arabe b. Evs,
9- Ebu Saîd el-Hudrî,[136]
10- Numan b. Beşiri [137] ve
daha bazıları da[138]
bulunuyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hendek savaşında, onbeş yaşında bulunmalarına rağmen, bunların
savaşa katılmalarına izin vermiştir.[139]
Medine'ye
geri çevrilenlerden Ebu Saîd el-Hudrî der ki:
"Uhud
günü Peygamber Aleyhisselama arzolunduğum zaman, onüç yaşında idim.
Babam,
elimden tutup:
'Yâ
Rasûlallah! Bu, bumunun suyu akıyor olsa da, iri kemiklidir. İzin verirsen,
benimle gelsin!' dedi.
Peygamber
Aleyhisselam, beni tepeden tımağa kadar süzdükten sonra,
'Geri
çevir onu!' buyurdu.
Babam
da beni Medine'ye geri çevirdi."[140]
İbn
Asâkir'in Urve b. Zübeyr'den nakline göre; yaşları küçük görülüp Medine'ye geri
çevirilenler, Medine'de çocukları ve kadınları beklemek ve korumakla
görevlendirildiler.[141]
İslâm
ordusu, geceyi Şeyheyn'de geçirdiler.
Peygamberimiz
Aleyhi sselam, orada, Müslümanlara ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kıldırdı.
Muhammed b. Mesleme'yi elli kişilik bir muhafız birliğinin başına geçirip,
onları ordunun çevresinde dönüp dolaşmakla görevlendirdi.
Kureyş
müşrikleri de, Peygamberimiz Aleyhisselamın Şeyheyn'e gelip konduğunu görünce,
süvarilerini topladılar. İkrime b. Ebu Cehil'i süvarilerin başına geçirdiler.
Keşif ve devriye kolu olmak üzere görevlendirdiler.
Müşrik
süvarileri geceyi durup dinlenmeden geçirdiler. Harre'ye kadar sokuldular,
fakat oraya çıkamadılar. Harre mevkiinin sarplığından ve Muhammed b.
Mesleme'den korkup geri döndüler.[142]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Şeyheyn'de yatsı namazını kıldırdığı zaman:
"Bu
gece bizi kim bekler?" diye sordu.
Müslümanlar
arasından bir zât ayağa kalkıp:
"Ben!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
kimsin?" diye sordu.
O
zât:
"Zekvan
b. Abdi Kays'ım!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
otur!" buyurdu.
Biraz
sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, yine:
"Bu
gece bizi kim bekler?" diye sordu.
Yine,
Müslümanlar arasından bir zât ayağa kalkıp:
"Ben!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
kimsin?" diye sordu.
O
zât:
"Ben
Ebu Seb'im!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
otur!" buyurdu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yine:
"Bu
gece bizi kim bekler?" diyerek sorusunu tekrarlayınca, Müslümanlar
arasından bir zât ayağa kalkarak:
"Ben!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
kimsin?" diye sordu.
O
zât:
"Ben
İbn Kays'ım!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
otur!" buyurdu.
Aradan
bir müddet geçtikten sonra:
"Üçünüz
de ayağa kalkınız!" buyurdu.
Yalnız
Zekvan b. Abdi Kays kalkınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Öteki
arkadaşların nerede kaldılar?" diye sordu.
Zekvan
b. Abdi Kays:
"Geceleyin
her üç soruna da cevap veren bendim!" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Git,
sen bizi bekle, koru! Allah da seni korusun!" buyurdu.
Zekvan
b. Abdi Kays, hemen zırhını giyindi, kalkanını aldı. O gece nöbet tuttu,
bekledi.[143]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın, Zekvan b. Abdi Kays hakkında:
"Yarın
sabahleyin Cennetin yeşilliklerine ayak basacak bir kimseye bakmak isteyen,
buna baksın!" buyurduğu da rivayet edilir.[144]
Baş
münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile kendisine bağlı birtakım kimseler, İslâm
ordusuna katılmışlardı.
Abdullah
b. Übeyy'e adamları:
"Sen,
ona (Peygamber Aleyhisselama) şehir dışında savaşmamak hususundaki görüşünü açıkladın.
Bunun, atalarından gelip geçmiş olanların görüşü olduğunu bildirdin. Onun
görüşü de, senin görüşün gibi idi. O, neden ise, bu görüşünden vazgeçip yanında
bulunan şu gençlerin görüşlerine uydu!" dediler.[145]
İslâm
ordusunun içinde devekuşu gibi boynunu uzata uzata gelen Abdullah b. Übeyy b.
Selûl;[146] Peygamberimiz
Aleyhisselamın gençlerin sözünü dinlediğini bahane ederek[147] ve:
"Ey
insanlar! Biz orada [Uhud'da] kendimizi ne için öldürecekmişiz,
bilmiyoruz?!" diyerek, kavminden (Hazrecilerden) münafık olan ve kuşku
içinde bulunan ve kendisine uyan insanlarla birlikte oradan geri döndü.
Benî
Selâmenin kardeşi Abdullah b. Amr b. Haram, onlara:
"Ey
kavmim! Ben size Allah'ı, O'ndan korkmanızı hatırlatırım.
Kavminizi
ve peygamberinizi düşmanlarıyla karşılaştıkları zaman yardımsız bırakmamanız
gerektiğini hatırlatın m.[148]
Size
Allah'ı, dininizi ve peygamberinizi hatırlatırım.
O
peygamberinizi ki, Medine'ye gelip sığındığı zaman, kendinizi, oğullarınızı
koruyup savunduğunuz gibi, onu da koruyacağınız, savunacağınız hakkındaki
şartı size hatırlatırım" dedi.[149]
Onlar:
"Biz
sizin muhakkak çarpışacağınızı bilsek, size tâbi olurduk, sizi bırakmazdık.
Fakat, biz bir çarpışma olacağını sanmıyoruz!" diyerek çekip gittikleri
zaman, Abdullah b. Amr b. Haram, onlara:
"Ey
Allah düşmanları! Allah kahretsin sizi! Allah belanızı versin sizin!
Allah,
peygamberini,[150] mü'minleri ,[151]
sizin yardımınızdan müstağni kılacaktır!" dedi.[152]
Geri
dönenler, İslâm ordusunun üçte biri kadardı.[153]
Üçyüz civarındaydı.[154]
İslâm
ordusunun mevcudu yediyüz kişiye düştü.[155]
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl, böyle, kendisine uyanlarla birlikte İslâm ordusundan ayrılıp geri döndüğü zaman, İslâm ordusundan iki
zümrenin; Haz recilerden Selime oğulları ile Evsîlerden Harise oğullarının
elleri yanlarına düştü, onlar da geri dönmeye meylettiler.[156]
Abdullah b. Amr b. Haram dönüp geldiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam
Müslümanların saflarını düzeltmekte idi.[157]
Münafıkların
İslâm ordusundan ayrılıp Medine'ye dönmeleri üzerine nazil olan âyetlerde[158]
şöyle buyuruIdu:
"İki
ordu karşılaştığı gün size gelen musibetler, Allah'ın emriyle idi. Bu,
mü'minleri ayırd etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi. Berikilere:
'Geliniz! Allah yolunda muharebe ediniz! Yahut, hiç olmazsa, düşmanın kendinize
ve ailelerinize saldırmalarını önleyiniz!' denildi de, 'Biz muharebe olacağını
bilseydik, elbette arkanızdan gelirdik!' dediler.
Onlar,
o gün, imandan ziyade küfre yakın idiler. Ağızlarıyla, kalblerinde olmayanı
söylüyorlardı.
Onlar
ne gizlerlerse, Allah çok iyi bilicidir!"[159]
Münafıklar
İslâm ordusundan ayrılıp Medine'ye döndükleri zaman, Ensar:
"Yâ
Rasulallah! Yahudi müttefiklerimizden yardım istemeyelim mi?" diye
sordular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bizim
onlara ihtiyacımız yok!" buyurdu.[160]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bize
kılavuz olup, müşriklere uğratmadan, yakın bir yoldan onların yanına kadar
götürecek kim var?" diye sordu.
Ebu
Hayseme:
"Ben
varım yâ Rasûlallah!" dedi ve İslâm ordusunu Benî Hârise'nin arazisi
içinden geçirip gözü kör ve kendisi münafık olan Mirba1 b. Kayzî'nin
bahçesine uğratmıştı ki, Mirba1, Peygamberimiz Aleyhisselamla
Müslümanların seslerini işitince, onların yüzlerine toprak atmak üzere kalktı
ve:
"Eğer
sen Resûlullah isen, sana benim bahçeme girmeni helâl etmiyorum!" dedi ve
eline bir avuç toprak alıp:
"Vallahi
ey Muhammedi Bu toprağı, senden başkasına isabet ettirmeyeceğimi bilseydim,
muhakkak senin yüzüne atardım!" dedi.
Bunun
üzerine ashab onu öldürmeye davranınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öldürmeyin
bunu! Bunun gözleri de kördür, kalbi de kördür!" buyurdu.
Fakat,
Sa'd b. Zeyd Peygamberimiz Aleyhisselamın onun öldürülmesini men etmesinden
önce davranarak, yayla vurup Mirba'ın başını yaralamış bulunuyordu.[161]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ebu Hayseme'nin kılavuzluğu ile ilerleyip Uhud boğazına, vadinin
dağa doğru olan yakasına kondu.
Arkasını
Uhud dağına dayadı ve İslâm askerlerine:
"Sizden
hiçbir kimse, biz kendisine çarpışmak için emir vermedikçe, çarpışmasın!"
buyurdu.[162]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Abdullah b. Cübeyfi elli kişilik okçular birliğinin üzerine
kumandan tayin etti ve ona:
"Düşman
atlılarını oklara tutup üzerimizden defet!
Durum
ister lehimizde, ister aleyhimizde gelişsin, sen yerinde sabit kal ki, düşman
atlıları arkamızdan, senin bulunduğun taraftan bize gelemesinler![163]
Eğer
bizim düşmanı yenip ganimet toplamaya koyulduğumuzu görseniz de, sakın bize
katıImayın![164]
Eğer
bizi kuşlar kapar görseniz de, gelmeniz için ben size haber göndermedikçe,
sakın şu yerinizden ayrı İmayın[165]
Bizim
onları bozguna uğratıp tepelediğimizi[166]
görseniz de, ben size haber göndermedikçe, sakın bulunduğunuz yerden
ayrılmayın.[167]
Onların
bizi[168]
yendiklerini,[169] öldürdüklerini görseniz
de, yerinizden ayrılıp bize yardım etmeyin!" buyurdu.[170]
Buna
göre; okçular İslâm ordusunun arkasından hiç kimsenin gelmesine meydan ve imkân
vermeyecek, gelmek isteyenleri oka tutacaklardı.[171]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, okçulara gereken emri verdikten sonra:
"Size
yöneldikçe, düşman süvarilerini oka tutunuz! Çünkü süvariler atlan oklara doğru
gelemezler!
Allah'ım!
Onlara bunları tebliğ ettiğime seni şahit tutuyorum!" dedi.[172]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ordusunu saf nizamına koydu:
"Beri
gel! Geri git!" diyerek safları düzeltti. Omuzlan bir hizaya getirdi.
Müslümanlan oklar gibi dizdi.[173]
Ükkâşe
b. Mıhsan'ı sağ kanada,
Ebu
Seleme b. Abdulesed'i sol kanada,
Ebu
Ubeyde b. Cerrah ile Sa'd b. Ebi Vakkas'ı öne,
Mikdad
b. Amfi gerideki askerlerin başına,[174]
Hz.
Hamza'yı da en öne, zırhsız askerlerin başına geçirdi.[175]
"Müşriklerin
sancağını kim taşıyor?" diye sorup; "Abduddaroğulları!"
denilince:
"Biz
ahde onlardan daha çok bağlıyız! Mus'ab b. Umeyr nerededir?" diye sordu.
Mus'ab
b. Umeyr
"Buradayım!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Al
sancağı!" buyurdu.
Mus'ab
b. Umeyr sancağı alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne geldi.[176]
Uhud
savaşında Müslümanlar arasındaki parolalar: "Emit!=Öldür!
Emit=Öldür!" sözleri idi.[177]
Çarpışmaya
girmeden önce, Hz. Hamza devekuşu kanadından,
Hz.
Ali beyaz yünden,
Zübeyr
b. Avvam sarı bezden,
Ebu
Dücâne kırmızı bezden,
Hubab
b. Münzir yeşil bezden... kendilerine alâmet yapmışlardı.[178]
Muhayrık;
Sa'lebe b. Fıtyevn oğullarından,[179]
Benî Kaynuka veya Benî Nadîr Yahudiler[180]
bilgin-lerindendi.[181]
Peygamberimiz
Aleyhisselamı Tevrat'taki sıfatlarıyla tanırdı.
İlmen
bulduğu şeyi, Uhud savaşına çıkılıncaya kadar, kendi dininin tesiri altında
kalarak, açıklayamadı.[182]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Uhud savaşına çıktığı zaman, Yahudilere:
"Ey
Yahudi topluluğu! Vallahi, siz Muhammed'in[183]
peygamber olduğunu,[184] ona
yardımın üzerinize düşen bir hak olarak gerektiğini pekâlâ biliyorsunuz!"
dedi.
Yahudiler
"Bugün
Cumartesi günüdür, hiçbir şeyle uğraşılmaz!" dediler.
Muhayrık:
"Sizin
için Cumartesi diye birşey yoktur!" dedi.
Kılıcını
ve harçlığını yanına alıp akrabalarından birisine:
"Eğer
bugün öldürülürsem, bütün mallarım Muhammed'indir. O, onlar hakkında, Allah'ın
kendisine gösterdiği şekilde, dilediğini yapar!" diyerek vasiyette
bulundu. Uhud'da savaşmaya gitti ve şehit oldu.[185]
Allah
ondan razı olsun!
Uhud
savaşında şehit olunca, bıraktığı yedi hurma bahçesini Peygamberimiz
Aleyhisselam teslim alıp vakfetti.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Medine'deki vakıfları genellikle Muhayrık'ın mallarındandır.[186]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Muhayrık,
Yahudilerin hayırlısıdır!" buyurmuştur. [187]
Abduleşhel
oğullarının kardeşi Amr b. Sabit b. Vakş[188]
(Akyeş)'in Cahiliye devrinde halk üzerinde alacağı riba (faiz) paralan vardı.
Onları almadıkça Müslüman olmak istemedi.
Uhud
savaşına çıkıldığı gün, gelip amcalarının oğullarını göremeyince:
"Amcamın
oğulları neredeler?" diye sordu.
"Uhud'dadır!"
dediler.
"Filan
kişi nerededir?" diye sordu.
"Uhud'dadır!"
dediler.
"Filan
kişi nerededir?" diye sordu.
"Uhud'dadır!"
dediler.
Bunun
üzerine, Amr b. Sabit, hemen zırhını giyinip atına binerek onlara doğru
yöneldi, gitti.[189]
Amr,
Uhud'da, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vanp:
"Yâ
Rasûlallah! Önce savaşayım mı, yoksa Müslüman mı olayım?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Önce
Müslüman ol, sonra savaş!" buyurdu.
Bunun
üzerine, Amr Müslüman oldu.[190]
Müslümanlar,
onu Uhud'da görünce:
"Sen
bizden uzak dur!" dediler.
Amr
b. Sabit:
"Ben
iman ettim, Müslüman oldum!" dedi ve Müslümanların yanında yaralanıncaya
kadar çarpıştı.
Uhud'dan,
ailesinin yanına ağır yaralı olarak getirildi.
Sa'd
b. Muaz, Amfi ziyarete gelip, onun kızkardeşine:
"Amr'a
bir sor bakalım" dedi ve şunu sormasını istedi:
"Sen
kavmine olan hamiyetinden dolayı mı; yoksa Kureyş müşriklerine kızdığın için
mi; ya da Allah için mi kızarak onlarla çarpıştın?"
Amr:
"Ben
Allah ve Resûlullah için kızarak onlarla çarpıştım!" dedi. Allah'a bir
vakit bile namaz kılamadan vefat etti ve Cennete girdi.[191]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun hakkında:
"Az
amel etti, çok ecre erdi!" buyurmuştur.[192]
Ashabdan
Ebu Hureyre de, bir gün, çevresindeki kişilere:
"Allah'a
bir vakit bile namaz kılmadan, secde etmeden Cennete giren adamı bana haber
veriniz?" deyip herkesin sustuğunu görünce:
"O,
Abduleşhel oğullarının kardeşi Amr b. Sabit b. Vakş'tır!" dedi.[193]
Allah
ondan razı olsun![194]
Zafer
oğulları arasında,[195]
Kuzman adında,[196]
çoluksuz çocuksuz,[197]
garib[198] bir adam vardı ki,
kendisinin kimlerden olduğu bilinmezdi.[199]
Kendisi, savaşlarda gösterdiği kahramanlıkla tanınırdı.[200] Çok
güçlü, kuvvetli idi.[201]
Münafıklardandı.[202]
Peygamberimiz
Aleyhisselama ondan bahsedildikçe, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O,
muhakkak, Cehennemliklerdendir!" buyururdu.[203]
Kuzman,
Uhud savaşına kavmi ile birlikte çıkmaktan kaçınmıştı.
Sabaha
çıkınca, Zafer oğullarının kadınları, ona:
"Ey
Kuzman! Erkekler savaşa gitti, sen geride kaldın ha! Ey Kuzman! Sen şu yaptığın
şeyden utanmıyor musun?
Sen
kadından başka birşey değilsin! Kavminin erkekleri savaşa gittikleri halde, sen
evde kaldın ha? Sen artık ev bekle!" diyerek kınamaya başlayınca, Kuzman
evine girdi. Yayını, ok çantasını ve kılıcını alıp Uhud'a gitti.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Müslümanların saflarını düzelttiği sırada, safların en arkasına
durdu. Yavaş yavaş ilerleyerek ön safa girdi.
Çarpışma
başlayınca, Müslümanlar içinde, ok atanların ilki oldu. Sonra da kılıcını
sıyırdı.[204] Şiddetle çarpıştı.[205]
M
üşri klerden altı veya yedi,[206] yedi veya sekiz,[207]
sekiz veya dokuz[208] ki
siyi öldürdü.[209] Kendi si de ağır şekilde
yaralandı, Zafer oğullarının evlerine getirildi.
Müslümanlardan
bazıları:
"Ey
Kuzman! Sana müjdeler olsun!" dediler.
Kuzman:
"Ben
neden dolayı müjdeleniyorum?" dedi.[210]
"Cennete
gireceğin için!" dediler.[211]
Kuzman:
"Vallahi,
ben ancak kavmimin şerefi için çarpıştım![212]
Eğer anlattığınız şey için olsaydı, çarpışmazdım![213]
Vallahi,
biz ne Cenneti umarak, ne de Cehennemin ateşinden korkarak çarpıştık! Biz ancak
kavmimizin şerefi için çarpıştık!" dedi.[214]
Yarasının
ağrısı şiddetlenince de, kendisini öldürmek için ok çantasından bir ok aldı,
kolunun damarını deldi.[215]
Kılıcını kamına dayayıp onun üzerine yüklenerek intihar etti.
Kuzman'ın
bu hareketi Peygamberimiz Aleyhisselama anılınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O,
Cehennemliklerdendir![216]
Şehadet ederim ki; ben Allah'ın Resûlüyüm!" buyurdu.[217]
Hanzale
b. Ebu Amir, Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün kızı Cemile Hatunla nikahlanmış
bulunuyordu.[218]
Uhud'a
gidileceği sırada, gerdeğe girmek,[219]
geceyi Medine'de, ailesinin yanında geçirmek üzere Peygamberimiz
Aleyhisselamdan izin istedi ve aldı.
Sabah
namazını kıldıktan sonra, Uhud'a gideceği sırada, eşiyle tekrar ilgilenmek
zorunda kaldı ve yıkanamadı.[220]
Sabahleyin,
Cemile Hatun, kabilesinden dört kişi çağırıp, Hanzale ile gerdeğe girdiklerine
onları şahit tuttu.
Kendisine:
"Sen
buna neden lüzum gördün?" diye sordular.
Cemile
Hatun da:
"Bu
gece rüyamda semanın açıldığını ve Hanzale onun içine girdikten sonra
kapandığını gördüm. 'Bu, şehitliktir!' dedim," dedi.[221]
Hanzale,
acele silahlanıp Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanların saflarını
düzelttiği sırada Uhud'a ulaştı.[222]
Peygamberimiz
Aleyhisselam müşriklerle savaşmak için Uhud'a gittiği zaman, çok yaşlı olan
Huseyl b. Cabir ile Sabit b. Vakş, kadınlarve çocuklarla birlikte yüksek
evlerin damına çıktılar.
Biri,
öbürüne:
"Babasız
kalasıca! Muhtaç olmayasıca! Daha ne bekliyorsun?!
Vallahi,
ikimizin önünden, ancak iki yudum su içimlik, pek az bir zaman kalmıştır!
Vallahi, ya bugün, ya da yarın, ölüm kuşu üzerimizde ütecektir! Daha ne diye
kılıçlarımızı alıp Resûlullah Aleyhisselamin yanına varmıyoruz?!
Belki,
Allah Resûlullah Aleyhisselamın yanında bize şehitlik nasip eder!" dedi.
Hemen
kılıçları aldılar, sonra da Uhud'a gittiler. İslâm mücahidlerinin içine
girdiler. Kendilerinin orduya katıldıkları bilinmedi.
Müşrikler,
Sabit b. Vakş'ı şehit ettiler.
Allah
ondan razı olsun!
Huseyl
b. Cabir'i ise, İslâm mücahidleri, bilmeyerek kılıçtan geçirdiler, yere
düşürdüler.[223]
Huzeyfetü'l-Yeman:
"Babam![224]
Babam o!" dedi.[225]
İslâm
mücahidleri:
"Vallahi,
biz onu tanıyamadık!" dediler.
Huzeyfetü'l-Yeman:
"Allah
sizi bağışlasın! O, merhametlilerin en merhametlisidir!" dedi.[226]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Huseyl b. Cabir'in diyetinin ödenmesini istedi ise de, Huzeyfetü'l-Yeman
almayıp onu Müslümanlara bağışladı.[227]
Allah
Ebu Huzeyfe'den de, Huzeyfe'den de razı olsun![228]
Müşrikler
Uhud'a Çarşamba günü gelmişler; Çarşamba, Perşembe ve Cuma gününü orada geçirmişlerdi.[229]
Müşriklerin
ordularında 200 at olup;
Halid
b. Velid sağ kanattaki atlıların başına,
İkrime
b. Ebu Cehil sol kanattaki atlıların başına geçirilmişti.[230]
Müşriklerin
100 okçusu olup;
Okçuların
başına Abdullah b. Ebu Rebia geçirilmişti.
Müşriklerin
sancağı Talha b. Ebi Talha'nın elinde bulunuyordu.[231]
Müşriklerin
Uhud'da parolaları "Yâ le'l-Uzzâ! Yâ âl-i Hübel!" idi.[232]
Ebu
Süfyan, Abduddar oğullarında olan sancaktarları sancak uğrunda çarpışmaya
teşvik için:
"Ey
Abduddar oğulları! Bedir gününde sancağımızı siz üstlenmiştiniz.
Gördüğünüz
gibi, o musibet bize isabet etti.
Milletler
bayraklarıyla yaşarlar. Bayrakları zail olduğu zaman, onlar da zail olurlar.
Ya
sancağımızı siz taşır, onun hakkını yerine getirirsiniz, ya da bizimle onun
arasından çekilirsiniz, onu biz taşırız!" dedi.[233]
Abduddar
oğulları, Ebu Süfyan'ın bu sözüne kızdılar.[234]
"Sancağımızı
sana teslim edeceğiz ha?![235] Bu
hiçbirzaman olmayacaktır!" dediler.
Ebu
Süfyan:
"Öyle
ise, bir sancak daha edinelim?" dedi.
Abduddar
oğulları:
"Olur!
Fakat, onu da ancak Abduddar oğullarından birisi taşıyacaktır! Bundan başkası
hiçbirzaman olamaz ve olmayacaktır! Sancağımızı gereği gibi koruyacağız![236]
Yarın hasımlarımızla karşılaştığımız zaman, ne yapacağımızı[237]
göreceksin!" dediler.[238]
Zaten,
Ebu Süfyan'ın da onlardan istediği bu idi.[239]
Uhud
bahsinin başında da açıklandığı gibi, Medineli Dubay'a oğullarından rahip
taslağı Ebu Amir Abdi Amr b. Sayfî; Peygamberimiz Aleyhisselama kıskançlığından
ve kızgınlığından ne yapacağını şaşırmış, Peygamberimiz Aleyhisselamdan uzak
kalmış olmak için Evs kabilesinden kendisine uyan elli kişi ile birlikte
Mekke'ye çekip gitmiş.[240]
müşriklerle işbirliği yapmaktan geri durmamış, onların yanından ayrılmamıştı.[241]
Müşriklere:
"Ben
kavmimin (Ensarın) yanına varacak olursam, onlardan iki kişi bile bana aykırı
davranmaz[242] İşte, kavmimden şu yanımda bulunan kişiler
söylesinler!" der, yanındaki elli kişi de onun sözünü doğrularlardı.
Bunun
için, Kureyş müşrikleri, Ebu Âmirin Uhud savaşında kendilerine büyük çapta
yardımının dokunacağı umuduna düşmüşlerdi.[243] Ebu
Âmir, Uhud savaşına, yanındaki elli kişi ile birlikte katılmış bulunuyordu.[244]
Ebu
Âmir, Uhud'a geldiği zaman, Müslümanların karargâh kurdukları yerde
savaşırlarken Müslümanları düşürmek için yer yer çukurlar kazmış, kazdırmişti.
Onun bu tuzağından, Müslümanların haberleri yoktu.[245]
Ebu
Âmir, Uhud'daki müşriklerden, Müslümanların karşısına ilk çıkanlar arasında
bulunuyordu.
"Ey
fâsık (haktan sapmış kişi)![246]
Sana merhaba, hoşgeldin demek yok![247]
Allah sana göz nimeti versin (senin gözünü kör etsin)!" dediler.
Bunun
üzerine, Ebu Âmir:
"Benden
sonra, kavmime kötülük isabet etmiş!" dedi.[248]
Maiyetindekilerle
birlikte müşriklerin yanına döndü.[249]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Müslümanlara hitapta bulunarak onları cihada, savaşta sabır ve
sebata teşvik buyurdu.[250]
Müşriklerin
başkumandanı Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Ensara:
"Ey
Evs ve Hazrec topluluğu! Siz, bizimle amcamızın oğlunun arasından çekiliniz
(onu bizimle başbaşa bırakınız) da, biz sizden ayrılalım. Bizim sizinle
çarpışmaya ihtiyacımız yok!" diyerek haber saldı.
Ensar,
onu kendisinin hiç beklemediği, hoşuna gitmeyecek biçimde reddettiIer.[251]
Çarpışmak
için iki taraf birbirlerine iyice yaklaştıkları zaman, Ebu Süfyan'ın karısı
Hind binti Utbe, yanındaki kadınlarla birlikte, neşideler söyleyerek
erkeklerini çarpışmak için kışkırtmaya başladılar.[252]
Müşriklerin
Hevazin süvarileri, İslâm okçularının korudukları okçu tepesindeki geçide
hücuma kalkınca oka tutulup püskürtüldüler, yüzgeri edip dönmek zorunda
kaldılar.[253]
Kureyş
ordusunun sancaktan Talha b. Ebi Talha:
"Benimle
çarpışmak için kim çıkar er meydanına?[254] Ey
Muhammed'in sahabileri! Siz bizi kılıçlarınızla öldürünce Allah'ın bizi hemen
Cehenneme sokacağını, siz bizim kılıçlarımızla öldürülünce de sizi hemen
Cennete koyacağını söylüyorsunuz! Öyle ise, benim kılıcımla öldürülüp hemen
Cennete girecek, yahut kılıcı ile beni öldürüp Cehenneme sokacak yok mu bir
kimse?!" diyerek seslendi.
Bunun
üzerine, Hz. Ali:
"Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; ben de, seni kılıcımla Cehenneme
göndermedikçe, yahut senin kılıcınla Cennete girmedikçe senden
ayrılmayacağım!" dedi.[255]
Hemen karşısına vardı ve kılıcını onun başına hiddet ve şiddetle indirdi, başı
çenesine kadaryarılıp ikiye ayrıldı. Talha yere yıkılınca, Peygamberimiz
Aleyhisselam ve Müslümanlar tekbir getirdiler.[256]
Müşriklerin
sancaktarı Talha'dan sonra, sancağı kardeşi Osman b. Ebi Talha aldı. Hz. Hamza
da ona kılıçla vurup kolunu yere düşürdü, böğründen ciğeri göründü! Hz. Hamza:
"Ben hacıları sulayan'ın oğluyum!" diyerek geri döndü.[257]
Müşriklerin
yere düşen sancağını Ebu Sa'd b. Ebi Talha aldı. Sa'd b. Ebi Vakkas bir okla
boğazından vurunca, onun dili ağzından dışarı sarktı.[258]
Sa'd b. Ebi Vakkas kılıçla vurup sağ elini kesti. Ebu Sa'd b. Ebi Talha sancağı
sol eline aldı.
Sa'd
b. Ebi Vakkas onun sol elini de vurup kesince, Ebu Sa'd b. Ebi Talha, sancağı
iki kollarıyla göğsüne bastı. Sonra da, sırtının üzerine düştü.
Sa'd
b. Ebi Vakkas varıp onun başını kesip gövdesinden ayırdı.[259]
Müşriklerin
yere düşen sancağını Müsafi1 b. Talha eline almıştı.
İslâm
mücahidlerinden Asım b. Sabit, onu da, ondan sonra, onun kardeşi Cülas b.
Talha'yı da: "Al bunu da, benden! Ben Ebu Aklah'ın oğluyum!" diyerek
birer okla vurunca, bunlar anneleri Sülâfe'nin yanına götürüldü, o da onların
başını dizine koydu:
"Oğulcuğum!
Sana kim vurdu?" diye sordu, onlar da birisinin kendilerini okla vurduğu
zaman: "Al bunu da, benden! Ben Ebu Aklah'ın oğluyum!" dediğini
işittiklerini söylediler.[260]
Bunun üzerine, Sülâfe:
"Aklahî
ha?! Vallahi, benim akrabamdan, bizden o ha!" dedi[261] ve
onun başını eline geçirme fırsatını bulursa kafatasını kadeh gibi kullanarak
içki içmeye yemin etti.[262]
Sülâfe,
Asım b. Sabit'in başını kesip kendisine getirecek olana da yüz deve vermeyi
va'd etti.[263] Asım b. Sabit ise, daha
önce, hiçbir müşrike el sürmemek üzere Allah'a söz vermiş, onların da kendisine
el sürmesine meydan vermemesini Allahtan dilemiş bulunuyordu.[264]
Müşriklerin
sancağını Kilab b. Ebi Talha almıştı.
Onu,
Zübeyr b. Avvam öldürdü.
Ondan
sonra sancağı Ertatb. Şurahbil aldı.
Onu
da, Hz. Ali öldürdü.
Ertat'tan
sonra, sancağı Şurayh b. Karlı aldı.
O
da öldürüldü. Fakat, kendisinin kim tarafından öldürüldüğü kesin olarak
bilinemedi.
Müşriklerin
sancağını Şurayh'dan sonra, Abduddar oğullarının Habeşli kölesi Suvab aldı.
Kuzman
vurup onun sağ elini kesti.
Suv'ab
sancağı sol eline aldı.
Kuzman
vurup onun sol elini de kesti.
Bunun
üzerine, Suvab, sancağı kol ve pazulanyla tutmaya çalıştı, sonra da arkasına
yıkıldı.[265] Ölürken de:
"Ey
Abduddar oğulları! Ben artık mazur sayılır mıyım?" dedi.[266]
Müşriklerin
sancaktarları birer birer öldürülünce, yerde kalan sancağın yanına kimse
yanaşamaz oldu.[267]
Hz.
Ebu Bekir'in müşrikler arasında bulunan oğlu Abdurrahman, at üzerinde meydana
çıkarak, kendisiyle çarpışacak er dilemişti. Tepeden tımağa kadar zırha
bürünmüş olup, kendisinin gözlerinden başka biryeri görünmemekte idi.
Hz.
Ebu Bekir onunla çarpışmak için davranınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sok kılıcını kınına, dön yerine! Biz senin kendinden
yararlanmaktayız!" buyurdu.[268]
Bir
müşrik deve üzerinde meydana çıkıp çarpışmak için er diledi. Herkesin
kendisinden çekindiğini, geri durduğunu görünce, dileğini üç kere tekrarladı.
Bunun üzerine, Zübeyr b. Avvam ona doğru vardı. Devenin üzerine sıçrayıp adamın
boğazına sarıldı. Devenin üzerinde boğuşmaya başladılar. Peygamberimiz
Aleyhisselam: "Onu yere, aşağı doğru düşür!" buyurdu. Müşrik yere
düşünce, Zübeyr b. Avvam onun üzerine çöküp başını gövdesinden ayırdı.[269]
Halid
b. Velid'in İslâm karargâhına sol yandan yaptığı hücum İslâm mücahidleri
tarafından püskürtüldüğü gibi, okçular tepesine yaptığı her hücum da, okçuların
püskürttükleri oklarla, boşa giderilmişti.[270]
İki
taraf arasında çarpışma başladığı ve kızıştığı sırada idi ki,[271]
Peygamberimiz Aleyhisselam, elinde tuttuğu kılıç hakkında "Bu kılıcı kim
alır?" diye sorunca, sahabiler almak için ona doğru baktılar[272] ve:
"Ben!
Ben!" diyerek onu almak üzere ellerini açtılar.[273]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu
kılıcı, hakkını yerine getirmek üzere kim alır?" diye sorunca, onu
almaktan çekindiler, geri durdular.[274]
Zübeyr
b. Avvam, ayağa kalkıp:
"Ben
alırım yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam ona vermeye yanaşmadı ve sorusunu tekrarladı.
Zübeyr
b. Avvam, yine ayağa kalkıp:
"Ben
alırım yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yine ona vermeye yanaşmadı ve sorusunu tekrarladı.[275]
Bunun
üzerine, Ensardan Ebu Dücâne Simâk b. Hareşe, ayağa kalkıp:
"Ben
alırım yâ Rasûlallah!" dedi ve:
"Onun
hakkı nedir?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onun
hakkı; eğilip bükülünceye kadar, düşmana onunla vurmandır![276]
Onunla
Müslüman öldürmemen, kâfirin önünden kaçmamandır![277]
Allah
sana onunla zafer veya şehitlik nasip edinceye kadar Allah yolunda
çarpışmandır!" buyurdu.[278]
Ebu
Dücâne:
"Ben
onu, hakkını yerine getirmek üzere alıyorum yâ Rasûlallah!" dedi.[279]
Ebu
Dücâne, çok cesaretli, savaşta gururlu ve onurlu bir zât idi.
Başına
kırmızı sarığını sardığı zaman, halk onun çarpışacağını anlardı.
Ebu
Dücâne, Peygamberimiz Aleyhisselamın kılıcını aldığı zaman da, kırmızı sarığını
çıkarıp başına sardı ve İslâm saflarıyla müşriklerin safları arasında, kurula
kurula, çalımlı çalımlı yürümeye başladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun böyle yürüdüğünü görünce:
"Bu
bir yürüyüştür ki, Allah onu bu yerden başkasında sevmez!" buyurdu.[280]
Zübeyr
b. Avvam derki:
"Resûlullah
Aleyhisselamdan kılıcı daha önce almak istediğim halde bana vermeye yanaşmayıp
Ebu Dücâne'ye verince, içimde bir burukluk duydum.
Kendi
kendime:
"Ben
onun halası Safiyye'nin oğluyum, Kureyştenim de!
Oysa
ki, ben kalkıp Ebu Dücâne'den önce kılıcı kendisinden istemiştim.
O
ise, beni bırakıp kılıcı ona verdi!?
Vallahi,
Ebu Dücâne'nin ne yapacağını göreceğim!" dedim, arkasından gittim.
Ebu
Dücâne, kırmızı sarığını çıkarıp başına sardı. Ensar:
'Ebu
Dücâne, ölüm sarığını başına sardı!1 dediler.
O
sarığını başına sardığı zaman, böyle derlerdi.[281]
Ebu
Dücâne, kırmızı sarığını başına sarınca:
'Ben
o er kişiyim ki; dağın eteğindeki hurmalıkta dostumla bulunduğum sırada, hiçbir
zaman savaş saflarının gerisinde kalmamak üzere sözleşmişimdir!
Ben
(vurduğuma) Allah'ın ve Resûlünün kılıcı ile vururum!' recezini okumaya[282] ve
karşısına çıkan herkesi kılıçtan geçirmeye başladı!
Müşriklerin
içinde bir adam vardı ki, yaralananlarımızdan hiçbir kimseyi sağ bırakmıyor,
öldürüyordu.
O
ve Ebu Dücâne, birbirlerine yaklaştılar. Allah'tan, ikisinin arasını
birleştirmesini diledim. Nihayet, ikisi karşılaştılar ve birbirlerine
vuruştular.
Ebu
Dücâne, müşrikin kılıç darbesinden, öküz gönünden yapılmış kalkanıyla korundu.
Vuruş
sırası Ebu Dücâneye gelince, onu vurup öldürdü![283]
Ebu
Dücâne'nin, kılıcını Ebu Süfyan'ın eşi Hind binti Uttıe'nin başına dayadıktan
sonra geri çektiğini de gördüm.[284]
Kendisine:
'Ben
senin her yaptığını gördüm. Kadına kılıcı kaldırıp vurmaktan vazgeçtiğini de
gördüm!' dedim.[285]
Ebu
Dücâne:
'Kılıcımı
başına dayadığım zaman feryada başlayınca, kendisinin bir kadın olduğunu
gördüm.[286] Vallahi,[287]
Resûlullah Aleyhisselamın kılıcını bir kadına vurmaktan, bir kadını onunla
öldürmekten esirgedim!' dedi.[288]
Bunun
üzerine, kendi kendime:
'Allah
ve Resûlü, ne yapacağını herkesten daha iyi bilendir!' dedim ."[289]
Müşriklerin
sancaktarları öldürüldükten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, müşriklerden bir
topluluk görüp, Hz. Ali'ye:
"Hücum
et onlara!" buyurdu.
Hz.
Ali hemen hücum edip onları dağıttı ve Abdullah b. Amr el-Cumah?yi öldürdü.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bir topluluk daha gördü ve Hz. Ali'ye:
"Hücum
et onlara!" buyurdu.
Hz.
Ali hemen hücum edip onları dağıttı ve Benî Amir b. Lüeyylerden Şeybe b.
Malik'i öldürdü.
Cebrail
Aleyhisselam:
"Yâ
Rasûlallah! İşte, bu müvâsat (dostluk ve yardımcılıktır" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"O
bendendir, ben de ondanım!" buyurdu.
Cebrail
Aleyhisselam da:
"Ben
de sizdenim!" dedi.[290]
O
sırada, şöyle bir ses işittiler:
"Zülfikar'dan
başka kılıç yok! Ali'den başka yiğit yok!"[291]
Muaviye
oğullarının azadlı kölesi Ebu Ukbe Rüşeyciü'l-Fârisî; tepeden tımağına kadar
silahlanmış, zırhlı, miğferli bir müşrikle karşılaştı ki, o:
"Ben
İbn Uveyf'im!" diyerek haykırıyordu.
O
sırada, Hâtıb'ın azadlı kölesi Sa'd, İbn Uveyf'e, onu ikiye bölen bir darbe
indirdi.
Rüşeyd
de:
"Al
bunu da, ben Fârisî köleden!" diyerek kılıçla vurup, omuzunu zırhıyla
birlikte ikiye ayırdı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onların yaptıklarını görüyor, söylediklerini işitiyordu.
Rüşeyd'e:
"Sen
'Fârisî'den' demesen de, 'Ensarî'den' desen olmaz mı?" diye sordu.
O
sırada İbn Uveyf'in kardeşi de:
"Ben
İbn Uveyf'im!" diyerek gelip yetişti.
Rüşeyd,
hemen:
"Al
bunu, ben Ensarî köleden!" diyerek onun başına bir darbe indirdi. İbn
Uveyf'in başını zırhıyla birlikte ikiye ayırdı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, gülümsedi.[292]
Zübeyr
b. Bekkâr'dan (172-256) rivayet edildiğine göre; Uhud günü savaşırken Abdullah
b. Cahş'ın kılıcı kırılmıştı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam ona bir urcun (hurma dalı) verdi.
Hurma
dalı, Abdullah b. Cahş'ın elinde bir kılıç oluverdi.
Abdullah
b. Cahş, şehit oluncaya kadar, bu kılıcı kullandı.[293]
Urcun
kılıcı diye anılan bu kılıç, Abdullah b. Cahş'ın varislerinin elinde bulunmakta
iken, onu Türk beylerinden birisi ikiyüz dinara (altına) satın aldı. Bu Türk
beyi, Halife Mu'tasım billah'ın Bağdat'taki kumandanlarındandı.[294]
Cabir
b. Abdullah der ki:
"Uhud
günü, Resûlullah Aleyhisselama, bir adam:
'Ben
Allah yolunda savaşırken ölürsem, nereye giderim?1 diye sordu.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Cennete!'
buyurunca, adam elindeki hurmaları atarak çarpışmaya girişti ve şehit
oldu."[295]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Uhud günü:
"Gökler
ve yer genişliğindeki Cennete kavuşmaya hazır olunuz!" buyurduğu zaman,
Ensardan Ebu Amr:
"Ne
iyi! Ne iyi!" dedi.
Kardeşi,
ona:
"Ey
Ebu Amr! Satış kârlı çıktı! Kabe'nin Rabbine andolsun ki, Cennet Uhud'un
eteğindedir" diyerek seslendi.
Ebu
Amr orada müşriklerle karşılaştı, çarpıştı, şehit oldu.[296]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Kalkınız!
Müttakîler için hazırlanmış olan Cennete giriniz!" buyurduğu zaman, Amr b.
Cemuh da, topal olduğu halde, hemen ayağa kalktı ve:
"Vallahi,
biz Cennette mahzun olmayız!" dedi.
Müşriklerle
çarpıştı ve şehit oldu.[297]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onu Cennette topal haliyle
görmüşümdür!" buyurmuştur.[298]
Allah
ondan razı olsun.[299]
Hz.
Hamza iki elinde iki kılıç tutuyor,[300]
Peygam berim iz Aleyhisselaımın önünde:
"Ben
Allah'ın arslanıyım!" diyerek, önüne arkasına döne döne, müşriklere kılıç
vuruyordu.[301]
İki
taraf şiddetle çarpışmaya giriştiler.
Hz.
Hamza, Hz. Ali, Ebu Dücâne ve mücahidler, kılıçlarını sıyırıp müşriklerin
saflarına daldılar.[302]
Hz.
Hamza, Vahşi'nin dediği üzere, boz puğur deve gibi, karşılaştığı herkesi
tepeliyor, kılıçtan geçiriyor, dokunduğu hiçbir şeyi sağ bırakmıyordu.[303]
Yüce
Allah, Müslümanlara yardımını indirdi ve onlara olan zafer va'dini yerine
getirdi.
Müslümanlar,
müşrikleri kılıçtan geçirdiler, karargâhlarından ayırdılar.
Müşrikler,
kesin olarak yenilgiye uğramış bulunuyorlardı.[304]
Zübeyr
b. Avvam'ın dediği gibi, müşriklerin başkumandanı Ebu Süfyan'ın karısı Hind
binti Utbe ve hizmetçileri ve diğer müşrik karılan, yanlarına alabildikleri
şeyleri alarak kaçışmaya başlamışlardı.[305]
Berâ1
b.Âzib de:
"Vallahi,
ben o sırada gördüm ki; müşrik kadınları elbiselerini toplamışlar,
bacaklarındaki halhalları, baldırları görünerek sür'atle koşuşuyorlardı!"
der.[306]
Mikdad
b. Amr da, sancaktarları öldürülünce müşriklerin bozulduklarını, Müslümanların
onların karargâhlarına kadar girip ganimet toplamaya koyulduklarını bildirir.[307]
Hz.
Hamza; müşriklerden Siba' b. Ümmü Enmar'ın:
"Var
mı benimle çarpışacak bir er?!" diyerek Müslümanlara meydan okuduğunu[308]
görünce:[309]
"Ey
Siba'! Ey kadın sünnetçisi olan Ümmü Enmar'ın oğlu! Allah'a ve Resûlüne meydan
mı okuyorsun?![310]
Ey
kadın sünnetçisi olan kadının oğlu! Gel bana doğru!" diyerek[311]
üzerine yürüyüp[312] ona
kılıçla öyle bir vuruş vurdu ki,[313]
Siba', sanki dünkü gün gibi, bir anda yok olup gitti![314]
Cübeyr
b. Mut'im'in kölesi Vahşi b. Harb; Hz.Hamzayı vurmak için bir taşın arkasına
sinmişti.
Hz.
Hamza, Siba'ın işini bitirdikten sonra, Vahşi b. Harb'e doğru gelirken, sel
suları arkında ayağı kaydı,[315]
arkasının üzerine yıkıldı ve gömleğinin önünden, kamı açıldı.[316]
Vahşi
b. Harb, hemen harbesini (kısa mızrağını), Hz. Hamza'nın kasığına ok gibi atip
sapladı. Mızrağın ucu Hz. Hamza'nın iki uyluk üstünün arasından dışarı çıktı,
mızrak Hz. Hamza'yı çökertti, şehit etti.[317]
Hz.
Hamza, savaş arslanlarının başında gelen bir kahramandı. [318]
Şehitlerin de ulusu idi.[319]
Allah
ondan razı olsun.[320]
Müşriklerin
Uhud'da bozulup dağıldıkları sırada,[321]
Hanzale b. Ebu Amir müşriklerin başkumandanı Ebu Süfyan'la karşılaştı.[322]
Onun atının bacaklarına kılıçla vurdu. At kuyruğunu iki bacağının arasına sokup
arkasına çökünce, Ebu Süfyan yere düştü.[323]
Hanzale,
Ebu Süfyan'ın başını kesmek için, üzerine çıktı.[324]
Ebu
Süfyan:
"Ey
Kureyş cemaatı! Hanzale beni kılıçla boğazlamak istiyor!" diyerek
bağırmaya başladı ise de, birçok kimseler feryadını işittikleri halde, onunla
ilgilenmediler.[325]
Müşriklerden
Esved b. Ebi Esved b. Şeub,[326]
Hanzaleyi Ebu Süfyan'ın üzerine çıkmış görünce, vurup şehit etti.[327]
Ebu
Süfyan, öldürülmekten kurtulunca, yaya olarak kaçıp müşriklerden bir topluluğa
katıldı.[328]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hanzale hakkında:
"Meleklerarkadaşınızı
yıkıyorlar!" buyurdu.
Uhud'dan
Medine'ye dönülünce, Hanzale'nin durumu ailesinden soruldu.
O
da, savaş çağrısını işitince Hanzale'nin yi kanamadan acele yola çıktığını
bildirdi.[329]
Bu,
Hanzale'nin Yüce Allah katındaki şeref ve mevkiini göstermeye kâfidir.[330]
Allah
ondan razı olsun![331]
Ashabdan
Berâ' b. Azib der ki:
"Peygamber
Aleyhisselam, Uhud günü, piyade okçuların üzerine-ki, onlar elli kişi
idiler-Abdullah b. Cübeyr'i kumandan tayin etmiş, onlara:
'Şu
yerinizden sakın ayrılmayınız! Bizi kuşların kapıştığını görseniz de, bizim
düşmanları bozup hezimete uğrattığımızı görseniz de, size haber göndermedikçe
sakın yerinizden ayrılmayınız!" diyerek kesin emirvermişti.
Nihayet,
harp başladı, kızıştı.
Müslümanlar
müşrikleri bozguna uğrattılar.
Vallahi,
ben o sırada gördüm ki; müşrik kadınları elbiselerini toplamışlar,
bacaklarındaki halhalları görünerek sür'atle koşuyorlardı.
Bunun
üzerine, Abdullah b. Cübeyr'in kumandası altındaki arkadaşları, birbirlerine:
'Ganimet!
Ey kavim, ganimet! Kardeşleriniz işte düşmanı yendi. Siz burada daha ne
bekliyorsunuz?!1 dediler.
Kumandanları
Abdullah b. Cübeyr, onlara:
'Resûlullah
Aleyhisselam in size söylediğini unuttunuz mu?!1 dedi.
Onlar:
'Vallahi,
düşmanı yenenlerin yanına biz de gideceğiz ve ganimetten nasibimizi alacağız!'
dedil-er."[332]
Kumandan
Abdullah b. Cübeyr, okçuların bu tutumunu görünce, Allah'a ve Resûlüne itaat
etmelerini onlara emir ve tavsiye etti ise de, dinlemediler, gittiler.
Abdullah
b. Cübeyr'in yanında ancak on kadar okçu kaldı.
Geride
kalanlar arasında bulunan Haris b. Enes, giden okçulara:
"Ey
kavmim! Peygamberinizin sözünü size hatırlatırım! EmîYinize, kumandanınıza
itaat edin!" dedi ise de, yanaşmadılar, tepe geçidini açık bırakarak
müşriklerin ordugâhlarına dalıp ganimet toplamaya koyuldular.[333]
Müşriklerin
süvari birliği kumandanı Halid b. Velid, İslâm okçularının azaldığını, tepenin
ten-halaştığını, Müslümanların ganimet toplamakla uğraştıklarını, İslâm
ordugâhının arkasının açıldığını görünce, süvarilerine seslendi ve hemen geri
döndü.
İkrime
b. Ebu Cehil ve diğerleri de onu takip ettiler.
Tepede
kalan okçulara saldırdılar.[334]
Bozguna
uğrayan müşrikler süvarilerinin geri dönüp saldırıya geçtiklerini görünce,
onlar da geri döndüler ve Müslümanlara saldırmaya başladılar.[335]
Müşriklerin
süvarileri geldikleri zaman, okçular birliği kumandanı Abdullah b. Cübeyr,
yanında kalan okçu arkadaşlarına:
"Hemen
açılın ve yayılın!" dedi.
Okçular,
önleri düşmana ve güneşe karşı olmak üzere, saf halinde dizildiler. Müşrikleri
oka tuttular.
Abdullah
b. Cübeyr'in oku tükenince, mızrağıyla vuruşmaya ve onları yaralamaya başladı.
Mızrağı
kırılınca, kılıcını sıyırdı, onunla çarpışmaya devam etti. En sonunda, şehit
oldu.[336] Müşriklerin süvari
birlikleri, Abdullah b. Cübeyr'in yanından ayrılmayan ve onunla birlikte
savaşan İslâm okçularını da şehit ettiler.[337]
Önlerinden
ve arkalarından müşriklerin saldırısına uğrayan Müslümanlar, bozuldular,
dağıldılar. Dost, düşman belirsiz oldu. Acele ve dehşetten, bilmeyerek,
birbirlerini yaralar, öldürür oldular.[338]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanında sebat eden, yedisi Muhacirlerden, yedisi de Ensardan
olmak üzere, ondört kişi kalmıştı.[339]
Muhacirlerden olanlar:
1- Hz. Ebu Bekir,
2- Abdurrahman b. Avf,
3- Hz. Ali,
4- Sa'd b. Ebi Vakkas,
5- Talha b. Ubeydullah,
6- Ebu Ubeyde b. Cerrah,
7- Zübeyr b. Avvam.
Ensardan olanlar:
1- Hubab b. Münzir,
2- Ebu Dücâne,
3- Asım b. Sabit,
4- Haris b. Sımme,
5- Sehl b. Huneyf,
6- Useyd b. Hudayr,
7- Sa'd b. Muaz.
Sa'd
b. Ubâde ile Muhammed b. Mesleme'nin de sebat edenler arasında olduğu rivayet
edilir.[340] Uhud günü, üçü
Muhacirlerden, beşi de Ensardan olmak üzere sekiz sahabi de, Peygamberimiz
Aleyhisselamın önünde ölmek üzere bey'at etti.
1- Hz. Ali,
2- Zübeyr b. Avvam,
3- Talha b. Ubeydullah idi.
Ensardan olanlar:
1- Ebu Dücâne,
2- Haris b. Sımme,
3- Asım b. Sabit,
4- Sehl b. Huneyf,
5- Hubab b. Münzir idi.
Bunlardan
hiçbiri Uhud'da şehit olmadı.[341]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, dağılan Müslümanlara:
"Allah'ın
kulları! Bana doğru geliniz! Allah'ın kulları! Bana doğru geliniz!"
diyerek seslendiği zaman,[342]
toplanan otuz kişi:
"Senin
yanından hiç ayrılmamak üzere, yüzüm yüzünün önünde siper ve kalkandır! Vücudum
senin vücuduna fedadır! Allah'ın selamı senin üzerine olsun!" diyerek,
sonuna kadar harp meydanından ayrılmadılar.[343]
Kureyş
müşriklerinin, Peygamberimiz Aleyhisselamın etrafını sardığı ve Peygamberimiz
Aleyhisselamın da:
"Kim
bizim için Allah yolunda canını satar, feda eder?" diye sorduğu zaman,
Ziyad b. Seken, Ensardan beş kişi ile birlikte ayağa kalktı.
Birer
birer savaştılar ve şehit oldular.
Onlardan
en son savaşan da, Ziyad (Zeyd) b. Seken idi ve ağır bir şekilde yaralanmıştı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onu
bana yaklaştırınız!" buyurdu.
Yaklaştırdılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam ayağını onun başına yastık yaptı.
İbn
Seken, yanağı Peygamberimiz Aleyhisselamın ayağı üzerinde olduğu halde can
verdi ve yanağı Peygamberimiz Aleyhisselamın ayağında iz bıraktı.[344]
Cabirb.
Abdullah derki:
"Uhud
günü, Müslümanlar bozguna uğrayıp dağıldıkları sırada, Resûlullah Aleyhisselam
bir köşede Ensardan oniki kişi ile sıkışıp kalmıştı.
Bu
oniki kişi arasında, Muhacirlerden Talha b. Ubeydullah da bulunuyordu.
Müşriklerden
bir grup gelip çatınca, Resûlullah Aleyhisselam:
'Şu
müşriklere kim karşı koyar?' diye sordu.
Talha
b. Ubeydullah:
'Ben!'
dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sen
yerinde dur!' buyurdu.
Ensardan
bir zât kalkarak:
'Ben,
yâ Rasûlallah!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Peki,
sen karşı koy!' buyurdu.
Ensarî,
şehit oluncaya kadar, müşriklerle çarpıştı.
Resûlullah
Aleyhisselam, müşriklerin yine saldırıya geçtiğini görünce:
'Şunlara
kim karşı çıkar?' diye sordu.
Talha
b. Ubeydullah:
'Ben!'
dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sen
yerinde dur!' buyurdu.
Ensardan
bir zât:
'Ben
çıkarım!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Peki,
sen çık!1 buyurdu.
O
zât çıktı ve şehit oluncaya kadar savaştı.
Resûlullah
Aleyhisselam, müşriklerin yine saldırıya geçtiklerini görünce:
'Şunlara
kim karşı çıkar?' diye sordu.
Talha
b. Ubeydullah:
'Ben!'
dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sen
yerinde dur!' buyurdu.
Ensardan
bir zât:
'Ben
çıkarım!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Peki,
sen çık!1 buyurdu.
O
zât çıktı ve şehit oluncaya kadar savaştı.
Bu,
böylece devam etti.
Her
defasında, Resûlullah Aleyhisselam aynı şekilde soruyor, Ensardan biri çıkıp
çarpışıyor, savaşıyor, şehit oluyordu.
Nihayet,
Resûlullah Aleyhisselamın yanında Talha b. Ubeydullah kaldı.
Resûlullah
Aleyhisselam, saldırıya geçen müşrikleri önlemek için:
'Şu
müşriklere kim karşı koyar?' diye sorunca, Talha b. Ubeydullah:
'Ben!'
dedi ve kendisinden önceki onbir kişi gibi çarpıştı, elinden yaralanıp
parmaklan kesilince, ağrısına dayanamayıp 'Ayy!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Eğer
Bismillah deseydin, melekler seni halkın gözü önünde göğe çıkarırlardı, sonra
da Allah müşrikleri mağlup ederdi!' buyurdu."[345]
Enes
b. Malik'in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Uhud savaşı günü,
Ensardan yedi, Kureyşlilerden de iki kişinin içinde yalnız kalmıştı.
Müşrikler
Peygamberimiz Aleyhisselamı kuşatınca, Peygamberimiz Aleyhisselam,
yanındakilere:
"Şu
müşrikleri bizden kim defeder ki, Cennet onun ola, yahut Cennette o benim
refikim ola?" buyurdu.
Ensardan
birisi ilerleyerek onlarla çarpıştı ve şehit oldu.
Müşrikler
Peygamberimiz Aleyhisselamı tekrar kuşattılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yine:
"Şu
müşrikleri bizden kim defeder ki, Cennet onun ola, yahut Cennette o benim
refikim ola?" buyurdu.
Yine,
Ensardan bir zât, ilerleyerek onlarla çarpıştı ve şehit oldu.
Yedi
kişinin hepsi de, böylece ilerleyip müşriklerle çarpışarak şehit oldukları
zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, herhalde, kendilerini düşmanla başbaşa
bırakarak dağılanlar için olmalı ki;*
"Sahabilerimiz bize karşı hiç de insaflı davranmadılar!" buyurdu.[346]
Talha
b. Ubeydullah der ki:
"Gördüm
ki, Resûlullah Aleyhisselamın ashabı bozuldular, müşrikler saldırıya geçtiler
ve Resûlullah Aleyhisselamı her yandan kuşattılar.
Kendisini;
önünden mi, arkasından mı, sağından mı,yoksa solundan mı gelen saldırılara
karşı koyacağımı bilmiyordum.
Kılıcımı
sıyırıp bir kere önünden, bir kere de arkasından gelenleri uzaklaştırdı m,
nihayet dağıldılar."[347]
Sa'd
b. Ebi Vakkas da şöyle der:
"Talha,
Uhud günü, Resûlullah Aleyhisselama karşı bizim en cömert, en fedakâr
davrananımızdı. Biz Resûlullah Aleyhisselamın başından oraya buraya dağılıp
ayrıldığımız halde, o Resûlullah Aleyhisselamın yanından hiç ayrılmamıştı.
Resûlullah
Aleyhisselamın yanına döndükçe, Talha'nın, hep onun çevresinde dönüp dolaşarak
kendisini ona siperve kalkan yaptığını görmüşümdür.
Müşriklerin
attığı yerden vuran keskin nişancı okçularından Malik b. Züheyr, nişan alarak
Resûlullah Aleyhisselama bir ok atmıştı.
Talha
b. Ubeydullah, okun Resûlullah Aleyhisselama isabet edeceğini anlayınca,
Resûlullah Aleyhisselamı korumak için elini oka karşı tuttu. Ok parmağına değip
elini çolak yapt ."[348]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Yeryüzünde
gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talha b. Ubeydullah'a baksın!"
buyurmuştur.[349]
Hz.
Ali derki:
"Resûlullah
Aleyhisselamı kılıçların bürüdüğü, okların her yandan hedef aldığı bir sırada,
yalnız Talha'nın onun önünde kendisini siperve kalkan yaptığını görmüşümdür.
O
zaman, ben bir tarafta müşriklerin bir biti iğini üzerimizden atmaya uğraşıyordum.
Ebu
Dücâne, başka bir tarafta müşriklerden bir birlikle uğraşıyordu.
Sa'd
b. Ebi Vakkas da, onlardan, başka bir birlikle çarpışıyordu.
Müşriklerden
bir birlik görmüştüm ki, içlerinde İkrime b. Ebu Cehil bulunuyordu.
Kılıcımı
sıyırıp aralarına daldım. Çevremi sardılar. Onların sonuncusuna kadar hepsini
kılıçtan geçirdim.
Sonra,
içlerine ikinci bir dalış daha yaptım. Ecel gelmediği için, vardığım gibi
sapasağlam geri döndüm.
Allah,
mukadder işi yerine getirir.[350]
Resûlullah
Aleyhisselamın yanından Müslümanlar uzaklaşınca, onu göremedim. Kendi kendime:
'Vallahi,
onu göremiyorum. O, savaştan kaçacak bir zât değildir. Ölenler arasında da yok!
O halde, Yüce Allah ona karşı yaptığımız uygunsuz hareketten dolayı bize gazab
ederek peygamberini insanlar arasından kaldırmış! Benim için, çarpışa çarpışa
ölmekten daha hayırlısı olamaz!' dedim.
Kılıcımın
kınını kırdım. Kılıcımı çekip müşriklerin üzerine yürüdüm ve onları dağıttım.
Dağıtınca,
Resûlullah Aleyhisselamın onların aralarında kalmış olduğunu gördüm.[351]
Zekvan
b. Abdi Kays'ın ardından atlı bir adam koşuyorve:
'Sen
kurtulursan ben kurtulmam!' diyordu.
Hemen
ona yetişip atını onun üzerine sürdü ve:
'Al
bunu benden! Ben, llac'ın oğluyum!1 diyerek Zekvan'ı öldürdü.
Ona
doğru koştum. Ben de onun bacağına kılıçla vurup uyluğunun yarısını kestim.
Sonra, onu atından düşürerek üzerine çöküp öldürdüm.
O,
Ebu'l-Hakem b. Ahnes b. Şerik b. İlacü's-Sakaff idi."[352]
Şemmas
b. Osman da, Peygamberimiz Aleyhisselamın yoluna baş koyan, yanından ayrılmayan
mücahidlerdendi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, sağına ve soluna dönüp baktıkça, Şemmas'ın hep kılıcıyla onu korumaya
çalıştığını görmekte idi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam müşrikler tarafından kuşatıldığı zaman, Şemmas vücudunu
Peygamberimiz Aleyhisselama kalkan yaptı ve Peygamberimizin önünde vurulup yere
düştü.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun hakkında:
"Şemmas'ı
kendime siper ve kalkan gibi buldum" buyurmuştur.[353]
Allah
ondan razı olsun.
Ensardan
Ebu Talha da, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde kalkanlı olarak durup onu
siperlemekte idi. Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne ok çantasını serip kâh ok
atmakta, kâh haykırmakta idi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da:
"Ebu
Talha'nın sesi orduda kırk kişiden hayırlı ve yararlıdır" buyurmakta idi.
Ebu
Talha'nın Peygamberimizin önüne serdiği ok çantasında elli ok vardı.
Ebu
Talha:
"Ya
Rasûlallah! Vücudum senin vücudunun önünde sana fedadır!" diyordu.
Elli
oku birer birer atarak tüketti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun arkasından ve onun başıyla omuzları arasından başını yükseltip
okların düştükleri yerlere bakıyordu.
Ebu
Talha son oku attığı zaman:
"Bizi
işlet! Ok atmaktan durdurma! Allah beni sana feda etsin!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yerden bir ağaç dalı alıp:
"Ey
Ebu Talha! Bunu da iyi bir ok olarak at!" buyurdu.[354]
Ebu
Talha ok yayını çok sert çeken bir okçu idi. Uhud günü iki-üç yay kırmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yanından ok dolu çanta ile kimin geçtiğini görse, ona:
"Ok
çantanı Ebu Talha'ya boşalt!" buyurmakta idi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun arkasından müşriklere bakmak için yükselip başını
kaldırdıkça, Ebu Talha:
"Ya
Rasûlallah! Babam anam sana feda olsun! Yükselme! Belki sana müşriklerin
oklarından birisi değer. Benim göğsüm senin göğsüne siper olsun. Sana değecek,
bana değsin!" derdi.[355]
Sa'd
b. Ebi Vakkas derki:
"Resûlullah
Aleyhisselam, beni önüne oturttu. Ok atmaya başladım. Her atışta: 'Allah'ım!
Atacağım ok, senin okundur. Onu düşmanına eriştir!1 diyordum.
Resûlullah Aleyhisselam da: 'Allah'ım! Dua ettiği zaman, Sad'ın duasını kabul
et! Allah'ım! Sad'ın atışını, okunu doğrult!
Ey
Sa'd! Babam anam sana feda olsun! Durma at!' buyuruyordu. Hiçbir ok atmadım ki,
Resûlullah Aleyhisselam: 'Allah'ım! Onun atışını doğrult! Duasını kabul et! Ey
Sa'd! Durma, at!1 buyurmamış olsun.
Ok
çantam boşalınca, Resûlullah Aleyhisselam kendi çantasındaki okları da birer
bireryayıma yerleştirip attırdı.
Okları
yaya yerleştirmekte, o herkesten daha çabuk ve g ay netliydi.[356] O
bana okları veriyor ve: 'At! Babam anam sana feda olsun!' diyordu. Nihayet,
bana kanatsız bir oku verdi ve: 'At bunu da!' buyurdu."[357]
Sehl
b. Huneyf, müşriklere yağdırdığı oklarla Peygamberimiz Aleyhisselamı korumaya
çalışmakta, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Süheyl'e
ok yetiştiriniz! Çünkü, ok ona kolaylaştırılmıştır" buyurmakta idi.[358]
Ebu
Dücâne, atılan oklara karşı Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine eğilip
kendisini ona kalkan yapmakta, Ebu Dücâne'nin sırtına düşen oklar sırtında
toplanmakta, Peygamberimiz Aleyhisselama değmemekte idi.[359]
Ka'b
b. Malik, Uhud'da Ebu Dücâne hakkındaki bir müşahedesini şöyle anlatır
"...Müşriklerin,
Müslüman cesetlerinin uzuvlarını kesip biçtiklerini görünce, yakınlarına doğru
vardım.
Müşriklerden
zırh gömlekli bir adam Müslümanların önünü kesiyor, onlara:
'Boğazlanacak
davarların toplandıkları gibi biraraya toplanın bakayım!' diyordu.
Müslümanlardan,
üzerinde zırh gömlek bulunan bir adam da onu gözetliyordu.
Müslümanın
arkasından ilerleyip, Müslümanı, kâfiri gözlerimle görebilecek derecede
yanlarına yaklaşmıştım.
Onların
gerek şekil gerek silah bakımından üstün olanı, kâfir olanıydı.
Birbirlerine
gelip kavuşuncaya kadar, gözümü onlardan ayırmadım.
Birbirlerine
kavuşur kavuşmaz, Müslüman kişi kâfirin omuzu ile boyun kökü arasına kılıçla
öyle bir darbe indirdi ki, uyluk başına kadar gövdesini ikiye ayırdı!
Sonra
da bana:
'Ey
Ka'b! Nasıl gördün, nasıl buldun? Ben Ebu Dücâne!' diyerek kendisini
tanıttı."[360]
Katâde
b. Numan da, Peygamberimiz Aleyhisselamı korumak için Peygamberimiz Aleyhisselamın
önüne
dikilerek,
ok yayının başı eğilip bükülünceye kadar müşriklere ok attı.[361]
En
sonunda kendisi de bir okla gözünden vuruldu. Gözbebeği yanaklarının üzerine
aktı.[362] Katâdeyi böyle görünce,
Peygamberimiz Aleyhisselamın gözleri yaşardı.[363]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Katâde'nin gözünü eliyle aldı, yerine koydu. O göz,
iki gözünden en güzeli ve en keskin göreni oldu.[364]
Vehb
b. Kâbus,yanında kardeşinin oğlu Haris b. Ukbe olduğu halde, Müzeyne dağından
Medine'ye gelmişlerdi.
Onlar
Medine'nin boşaldığını gördükleri zaman:
"Halk
nereye gitti?" diye sordular.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Kureyş müşrikleriyle çarpışmak üzere Uhud'a gittiğini öğrenince,[365]
hemen Uhud yolunu tutup Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.[366]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, müşriklerden hücuma hazırlanan bir topluluk hakkında:
"Şu
topluluğu kim defeder?" diye sordu.
Vehb
b. Kâbus:
"Ben,
yâ Rasûlallah!" dedi. Hemen kalkıp onları oka tuttu, yüzgeri etti ve
döndü.
Müşriklerden
hücuma hazırlanan ikinci bir topluluk için de, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şu
topluluğu kim defeder?" diye sordu.
Yine
Vehb b. Kâbus:
"Ben,
yâ Rasûlallah!" dedi. Kılıcını sıyırıp onları yüzgeri edinceye kadar
çarpıştı ve geri döndü.
Bundan
sonra bir topluluk daha hücuma hazırlanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şu
topluluğu defetmeye kim kalkar?" diye sordu.
Vehb
b. Kâbus:
"Ben,
yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Kalk,
karşıla onları! Seni Cennetle müjdelerim" buyurdu.
Vehb
b. Kâbus, sevinerek kalktı, kılıcını sıyırıp onların içlerine daldı. Peygamberimiz
Aleyhisselam ve Müslümanlar, ona bakıyorlardı. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ım!
Ona rahmet et!" diye dua etti.
Müşrikler,
mızraklarını ve kılıçlarını onun üzerine çevirdiler ve en sonunda onu şehit
ettiler.
Vehb
b. Kâbus'un cesedinin yirmi yerinde mızrak yarası vardı.
Vehb
b. Kâbus'un kardeşinin oğlu da kalkıp aynı şekilde müşriklerle çarpıştı ve
şehit oldu.
Allah
ikisinden de razı olsun!
Hz.
Ömer, Müzeynelinin öldüğü gibi ölmeyi özlerdi.[367]
Müslümanlar
bozulup dağılmaya başladıkları zaman, müşriklerden dört azılı müşrik:
1- Abdullah b. Şihabuz-Zührî,
2- Utbe b. Ebi Vakkas,
3- Abdullah b. Kamia,
4- Übeyyb.Halef
Peygamberimiz
Aleyhisselamın hayatına son vermek üzere sözleştiler ve Peygamberimiz
Aleyhisselamı görecek olurlarsa ya öldürmek ya da onun yakınında öldürülmek
üzere ant içtiler.[368]
İbn
Şihab:
"Muhammed'i
gösteriniz bana! O kurtulursa, ben kurtulmam!" diye haykırıyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam ise, onun hemen yanıbaşında bulunuyordu.
Kendisinin
yanında da ashabından hiçbirisi yoktu.
İbn
Şihab oradan geçip gitti.
Safvan
b. Ümeyyeye rastlayınca, Safvan:
"Allah
sana Muhammed'e vurmak fırsatını vermişken, ne diye onun yanından
uzaklaştın?" dedi.
İbn
Şihab:
"Sen
onu gördün mü?" diye sorunca, Safvan:
"Evet,
sen hemen onun yanında idin" dedi.
İbn
Şihab:
"Biz
dört kişi, onu öldürmek için aramızda sözleşmiş, antlaşmış durumdayız. Artık, o
bizim elimizden kurtulacak değildir!" dedi.[369]
Ümmü
Umare binti Ka'b'ın kocası ve iki oğlu* Uhud savaşına katılmışlardı.[370]
Ümmü
Umare der ki:
"Halk
ne yapıyor bir bakayım deyip, gündüzün başlangıcında Uhud'a gittim. Yanımda,
içinde su bulunan bir su kırbası vardı.
O
sırada, Resûlullah Aleyhisselam bazı sahabileri arasında bulunuyordu. Zafer ve
galebe, Müslümanlarda idi.
Müslümanlar
bozulunca, Resûlullah Aleyhisselamın yanına varıp düşmanı ondan kılıçla ve okla
defetmeye çalıştım, yaralandım.[371]
Müslümanlar,
Resûlullah Aleyhisselamın yanından uzaklaşmışlar, yanında on kişi bile
kalmamıştı.
Benimle
kocam ve iki oğlum Resûlullah Aleyhisselamın önünde çarpışıyor, müşrikleri
ondan uzaklaştırmaya çalışıyorduk.
Resûlullah
Aleyhisselam, benim yanımda kalkan bulunmadığını gördü. Yanında kalkan bulunan
birisine:
"Ey
kalkan sahibi! Kalkanını çarpışana bırak!" buyurdu. Bırakınca onu
Resûlullah Aleyhisselam aldı, ben de ondan alıp kalkanla korundum.
Bize
ancak süvariler yapacaklarını yaptılar!
At
üzerinde bir adam gelip bana bir kılıç darbesi indirdi.
Ben
de onun atinin ayaklarına kılıçla vurunca, at arkasının üzerine yıkıldı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
'(Ey
Ümmü) Umare'nin oğlu! Annene, annene yardım et!1 diyerek oğluma
seslendi.
Oğlum
bana yardım edince, müşriki öldürdüm.[372]
Müslümanlar
Resûlullah Aleyhisselamın yanından uzaklaştıkları zaman, İbn Kamia:
'Bana
Muhammed'i gösteriniz! Eğer o kurtulursa, ben kurtulmam!1 diyordu.
Bunun
üzerine, ben, sancaktar Mus'ab b. U meyrve Resûlullah Aleyhisselamın yanında
sebat eden bazı sahabiler, Resûlullah Aleyhisselamın önüne gerildik.
İşte
o zaman, İbn Kamia kılıçla vurup beni de ağır şekilde yaraladı.
Ben
de ona kılıçla darbeler indirdim. Fakat, Allah düşmanının üzerinde iki kat zırh
gömlek bulunuyordu."[373]
Ümmü
Umare H atunun oniki-onüç yerinde yarası vardı. En büyüğü ve ağırı ise İbn
Kamia'dan aldığı omuz yarası olup, bir yıl onun tedavisi ile uğraştı.[374]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun omuzundan aldığı yarayı görünce, oğlu Abdullah'a:
"Annenin
yarasını sar. Ev halkınızı Allah mübarek kılsın!
Senin
annenin makamı, filan ve filanların makamından hayırlıdır. Senin makamın da
filan ve filanların makamından hayırlıdır.
Allah
sizin ev halkınıza rahmet etsin!" buyurdu.
Ümmü
Umare Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Allah'a
dua et de, Cennette sana komşu olalım" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah'ım!
Bunları bana Cennette komşu ve arkadaş et!" diyerek dua etti.
Bunun
üzerine Ümmü Umare Hatun:
"Eh,
bu yeter bana. Dünyada ne musibet gelirse gelsin artık!" dedi.[375]
İslâm
sancaktan Mus'ab b. Umeyr, Müslümanların bozulup dağıldıkları sırada,
Peygamberimiz Aleyhisselamı müşriklerden korumak için onun önünde çarpışanlar
arasında bulunuyordu.
Atlı
müşriklerden İbn Kamia, Mus'ab b. Umeyr'e kılıçla vurup sağ elini kesti.
Mus'ab
b. Umeyr sancağı sol eline aldı.
İbni
Kamia vurup onun sol elini de kesince, Mus'ab b. Umeyr sancağı kollarıyla tutup
göğsüne bastırdı.
İbni
Kamia onu mızraklayarakyere düşürdü, şehit etti.[376]
İbni
Kamia, şehit ettiği Mus'ab b. Umeyr'in Peygamberimiz Aleyhisselam olduğunu
sanarak müşriklerin yanına döndüğü zaman:
"Ben
Muhammed'i öldürdüm!" dedi.[377]
Bir
bağına da:
"Muhammed
öldürüldü!" diye bağırdı.[378]
İslâm
mücahidleri arasında bulunan münafıklar, "Muhammed, öldürüldü!"
diyerek yaygaraya başladılar.[379]
Onlardan,
"Keşke Abdullah b. Übeyy'e gidecek bir adamımız olsa da, o bize Ebu
Süfyan'dan bir eman alıverse!" diyenler olduğu gibi;
"Ey
Müslümanlar! Muhammed öldürüldü artık! Ebu Süfyan gelip sizi öldürmeden önce,
kavminizin yanına (Medine'ye) dönün!" diyenler,[380]
Hatta,
müşriklerle savaşan mücahidleri birer birer dolaşarak onları savaşmaktan
vazgeçirmeye çalışanlar da vardı.
Nitekim,
Malik b. Duhşum böyle yapmış; çalı çırpı üzerine oturup dinlendiği ve onüç
yerinden yaralanmış bulunduğu bir sırada Hârice b. Zeyd'in yanına varıp:
"Muhammed'in
öldürüldüğünü bilmiyor musun?" demişti.
Hârice
b. Zeyd:
"Muhammed
öldürülmüşse, hiç şüphesiz, Allah, Hayy ve Lâyemût'tur, ölümsüzdür! Muhammed,
Rabbinin elçilik vazifesini yerine getirmiştir. Yapılması gereken tebliğleri yapmıştır.
Senin dininin uğrunda da çarpışmıştır!" dedi.
Malik
b. Duhşum kalkıp Sa'd b. Rebi'in yanına vardı. O da, oniki yerinden yaralanmış
bulunuyordu. Ona da:
"Muhammed'in
öldürüldüğünü biliyor musun?" dedi.
Sa'd
b. Rebi':
"Ben
Muhammed'in Rabbi tarafından verilen elçilik ve tebliğ vazifesini yerine
getirdiğine ve senin dinin uğrunda da çarpıştığına şehadet ederim.
Şayet
Muhammed öldürülmüşse, hiç şüphesiz, Allah Hayy ve Lâyemût'tur,
ölümsüzdür" dedi.
Mâlik
b. Duhşum:
"Resûlullahın
öldürüldüğü muhakkaktır. Artık sizler de, daha önce dönenler gibi, kavminizin
yanına dönün! Şimdi onlar evlerine sağ salim girmiş bulunuyorlar" dedi.[381]
Kahraman
mücahidi erden Enes b. Nadr, gerek bozulup dağılan Müslümanların ve gerek
Müslümanlar arasındaki münafıkların uygunsuz tutum ve davranışlarından büyük
üzüntü duymakta ve:
"Ey
Müslümanlar! Eğer Muhammed öldürülmüşse, Muhammed'in Rabbi de öldürülmedi ya!
Muhammed'in
çarpıştığı dâva uğrunda siz de çarpışınız![382]
Allah'ım!
Şu Müslümanların yapmış oldukları şeylerden dolayı Senden af ve özür dilerim!
Şu
müşriklerin Resûlullah Aleyhisselama karşı işledikleri cinayetlerden beni uzak
tutman için de, Sana sığınırım!" diyerek kılıcını sıyırıp çarpışmaya
gitti.[383]
Giderken,
Sa'd b. Muaz'la karşılaştı ve ona:
"Ey
Ebu Amr! Sen nereye gidiyorsun? Haydi, gel benimle!
Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben Cennetin kokusunu Uhud'da
alıyor ve buluyorum!" dedi.[384]
Sa'd
b. Muaz:
"Ben
de senin yanındayım!" deyince, Enes:
"Ey
Sa'd b. Muaz! İşte Cennet! Nadr'ın Rabbine yemin ederim ki; ben Cennetin
kokusunu Uhud'da alıyor, buluyorum!" dedi.[385]
Enes
b. Nadr, Muhacir ve Ensardan bazılarıyla birlikte bulunan Hz. Ömer ve Talha b.
Ubeydullah'ın da yanına vardı. Baku ki, ellerini savaştan çekmişlerdi. Onlara:
"Sizi
böyle oturtan nedir?" diye sordu.
"Resûlullah
Aleyhisselam şehit edilmiş!" dediler.[386]
Enes
b. Nadr:
"Resûlullah
Aleyhisselam şehit edildiyse, hiç şüphesiz Allah Hayy'dır.[387]
Resûlullah
Aleyhisselamdan sonra siz sağ kalıp da ne yapacaksınız? Kalkın! Siz de
Resûlullah Aleyhisselamın can verdiği dava uğrunda can verin!" dedi.
Müşriklerle
çarpışa çarpışa şehit oldu.[388]
Allah
ondan razı olsun!
Enes
b. Nadr'ın cesedinde seksenden fazla kılıç, mızrak ve ok yarası vardı.[389]
Müşrikler
onun bumunu, kulaklarını ve sair uzuvlarını keserek cesedinden öç almak
istemişler, onu tanınmaz hale getirmişlerdi.[390]
Hz.
Ömer, Enes b. Nadr hakkında:
"Ben
Allah'ın Kıyamet günü onu tek başına bir ümmet olarak ba's edeceğini
umarım" demiştir.[391]
Hz.
Ömer, kardeşi Zeyd b. Hattab'a:
"Al
şu zırhımı! Zırhımı senin giymen için yemin ettim" dedi.
Zeyd
b. Hattab, onu giyinip Hz. Ömer'in yeminini yerine getirdikten sonra, zırhı
sırtından çıkardı.
Hz.
Ömer ona:
"Ne
için çıkardın?" diye sordu.
Zeyd:
"Senin
kendin için istediğin şeyi, şehitliği, ben de kendim için istiyorum!"
dedi.
İkisi
de şehitlik için soyundular.[392]
İbn İshak'la İtin Hişam'ın
bildirdiklerine göre; Uhud günü Müslümanlar bozulup dağılınca, düşmanlar
Müslümanları musibete uğrattılar. O gün, onlara ibtilâ ve imtihan günü oldu.
Allah onunla o gün Müslümanlara şehitlik ikram ve ihsan etti.
Hatta,
düşmanlar Resûlullah Aleyhisselama kadar yaklaşmaya yol buldular ve attıkları
okları, taşları rebaiye dişine isabet ettirdiler.[393]
Peygamberimiz Aleyhisselamın rebaiye dişi kırıldı, dudağı ve yüzü yaralanıp
kanadı. Kan yüzüne akmaya başladı!
Peygamberimiz
Aleyhisselamın alt dudağını yaralayan, rebaiye dişini, yani ön dişleriyle azı
dişi arasındaki dişini kıran da, Utbe b. Ebi Vakkas idi.
Abdullah
b. Şihâbu'z-Zührîise Peygamberimiz Aleyhisselamın alnını, İbn Kamia da
yanağının üst tarafını yaraladı.
Miğferin
halkalarından iki halka Peygamberimiz Aleyhisselamın yanağının üst tarafına
girdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Ebu Âmir Fâsık'ın Uhud'da Müslümanları düşürmek için kazdığı,
kazdırdığı çukurlardan birinin içine düştü.
Hz.
Ali Peygamberimiz Aleyhisselamın elinden tuttu, Talha b. Ubeydullah da ayağa
kaldırıp çukurdan çıkardı.[394]
Ebu
Ubeyde b. Cerrah, Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne batan miğfer
halkalarından birisini dişiyle çekip çıkardı, kendisinin ön dişi de çıktı.
Öteki halkayı çıkarırken de bir dişi daha çıktı. Bunun için kendisinin ön
dişlerinden ikisi eksikti.[395]
Hz.
Ebu Bekir der ki:
"Uhud
günü halk Resûlullah Aleyhisselamın yanından dağılıp uzaklaştıkları zaman, ben
onun yanına yetişenlerden ilki idim.
Arkamdan
kuş gibi birisinin de Resûlullah Aleyhisselamın yanına erişmek istediğini
gördüm.
O,
Ebu Ubeyde b. Cerrah'ti.
Resûlullah
Aleyhisselamın miğferinin halkalarından ikisinin iki şakağına battığını
görünce, Ebu Ubeyde bana:
'Senden
dilerim Allah aşkına! Benimle Resûlullah Aleyhisselamın arasından sen çekil!
Beni bırak da, Resûlullah Aleyhisselamın şakağından halkayı ben çıkarayım!1
dedi.
Halkalardan
birisini ön dişlerinden birisiyle çekip çıkarırken, bir dişi çıktı. Sonra
Resûlullah Aleyhisselamın öteki yanağına baktı. Yine, bana:
'Allah
aşkına! Benimle Resûlullah Aleyhisselamın arasından sen çekil!' dedi.
Halkalardan
ikincisini de ön dişlerinden ikincisiyle çekip çıkarırken, ikinci dişi çıktı.
Bunun için Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın iki dişi eksikti."[396]
Peygamberimiz
Aleyhisselam yüzünün kanını silerken:
"Kendilerini
Rablerine imana davet ederken peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir kavim
nasıl felah bulur?" diyerek şikayetlenince, Yüce Allah, indirdiği
âyetlerde:
"Ey
Resûlüm! Kulların işinden hiçbir şey sana ait değildir. Allah ya onların
tevbelerini kabul eder, ya da onları-zalim oldukları için-azaplandırır.
Göklerde
ne var, yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır. O kimi dilerse yarlıgar, kimi
dilerse azaplandırır. Allah çokyarlıgayıcı ve esirgeyicidir" (Âl-i İmran:
128-129) buyurdu.[397]
Uhud
savaşında Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne kılıçla yetmiş defa vurulmuş,
hepsinde Yüce Allah onun zararından Peygamberimiz Aleyhisselamı korumuştur.[398]
Uhud
günü Peygamberimiz Aleyhisselamın dişi kırıldığı ve yüzü yaralandığı zaman, bu
Ashab-ı Kiramın son derecede ağırına gitti ve onlar:
"Kureyş
müşriklerine beddua etsen, ilensen!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben
lânetleyici olarak gönderilmedim. Fakat, doğru yola davet edici ve rahmet
olarak gönderildim.
Allah'ım!
Kavmime doğru yolu göster! Çünkü onlar bilmiyorlar!" diyerek dua etti.[399]
Abdullah
b. Mes'ud der ki:
"Peygamber
Aleyhisselamı o halde görünce, kendisinin vaktiyle anlatmış olduğu
peygamberlerden bir peygamberi; kavmi tarafından vurulup kan içinde bırakılan,
öyle iken de hem yüzünü eliyle silen, hem de 'Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü
onlar bilmiyorlar!' diyen peygamberi gözümle görür gibi oldum ."[400]
Sehl
b. Sa'd da:
"Peygamber
Aleyhisselam, 'Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar!' diyerek dua
etti" demiştir.[401]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah'ın
gazabı, Allah'ın Peygamberinin yüzünü yaralayan kavim hakkında
şiddetlendi!" buyurduğu zaman.[402]
Sa'd b. Ebi Vakkas:
"Vallahi,
kardeşim Utbe b. Ebi Vakkas'ı öldürmek için gösterdiğim hırs kadar, hiçbir
kimseyi öldürmeye hırs göstermedim!" demiştir.[403]
"Muhammed
öldürüldü!" şayiası üzerine Müslümanlar bozguna uğradıktan sonra[404]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ olduğunu ilk gören kişi Ka'b b. Malik olup,
demiştir ki:
"Onun
miğferinin altından gözlerinin parıldadığını görünce hemen tanıdım ve en yüksek
sesimle,[405] 'Ey Müslümanlar
topluluğu![406] Ey Ensar topluluğu![407]
5evininiz![408] İşte, Resûlullah
Aleyhisselâm![409] Sağdır ve
öldürülmemiştir[410]
diyerek seslendiğimde, o bana 'Sus!1 diye işaret verdi."[411]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yanında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah,
Zübeyr b. Avvam, Haris b. Sımme ve Müslümanlardan bir toplulukla birlikte Uhud
dağı eteğine yürüyerek gittiği sırada idi ki,[412]
Übeyy b. Halef:
"Ey
Muhammedi Sen kurtulursan, ben kurtulmam!" diyerek seslendi.
Müslümanlar
"Ya
Rasûlallah! Şunun üzerine bizden birisi atılsın mı?" diye sordular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bırakın,
gelsin o!" buyurdu.
Übeyy
b. Halef yaklaştığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Haris b. Sımme'den
kargısını alıp, puğur devenin silkinmesi gibi silkindi ve onları devenin
silkinip sırtından sinekleri uçurttuğu gibi başından dağıttı.[413]
Peygamberimiz
Aleyhisselam davranınca, Übeyy b. Halef dönüp kaçmaya başladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam ona:
"Eyyalancı!
Nereye kaçıyorsun!?" buyurdu.[414]
Ve
onu boynundan, miğferle zırh gömleğinin yakası arasındaki yerinden mızrakla
vurup hafifçe yaraladı.
Übeyy
b. Halef, öküz böğürür gibi böğürerek atından yere düştü, yuvarlandı.[415]
Kendisinin kaburga kemiklerinden bazısı da kırıldı.[416]
Übeyy
b. Halef müşriklerin yanına döndüğü zaman:
"Vallahi,
Muhammed beni öldürdü!" dedi.
Müşrikler:
"Vallahi,
senin korkudan yüreğin gitmiş![417]
Sendeki yaranın hiç önemi yok![418]
Eğer sendeki yaranın aynısı herhangi birimizde olsaydı, bize
hiçbirzararvermezdi, biz ona hiç aldırış etmezdik!" dediler.[419]
Fakat
Übeyy b. Halef:
"Vallahi,
o benim üzerime tükürse bile yine beni öldürür![420] Lât
ve Uzzâya yemin ederim ki; eğer bende olan bu yara Zülmecaz Panayırı halkında
olsaydı, hepsi de çoktan ölüp giderierdi.[421]
Hatta
bütün Rebia ve Mudar kabileleri halkı da olsa, hepsini öldürürdü bu![422]
O;
'Seni ben öldüreceğim!1 dememiş miydi?" dedi.[423]
Übeyy
b. Halef Mekke'de Peygamberimiz Aleyhisselamla karşılaştıkça:
"Ey
Muhammed? Benim öyle bir atım var ki, ona her gün onaltı ölçek darı yemi
yediriyorum. Bir gün o ata biner, seni öldürürüm!" derdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da:
"Hayır!
Belki, inşaallah ben seni öldürürüm!" buyururdu.[424]
Übeyy
b. Halef kurtulmalık akçesini öderken de bu sözünü aynen tekrarladığı gibi,
Peygamberimiz Aleyhisselam da Mekke'de ona söylediğini aynen tekrarlamıştır.[425]
Übeyy
b. Halef Uhud'da Peygamberimiz Aleyhisselamın hayatına son vermek için and içen
müşrikler arasında idi.[426]
Allah
düşmanı Übeyy b. Halef, Kureyş müşrikleriyle Mekke'ye dönerken, Mekke'ye altı
mil uzaklıktaki Şerifte öldü.[427]
Peygamberimiz
Aleyhisselam sahabileriyle bitlikte Uhud boğazında bulundukları sırada, Hz. Ali
kalkanına Mihras suyundan doldurup Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi.[428]
Peygamberimiz
Aleyhisselam o suyun rengi ve tadı bozuk olduğu,[429]
onda bir koku da hissettiği için, ondan içmedi. Yüzünün kanı onunla yıkandı ve
başına da o sudan döküldü.[430]
O
sırada, Kureyş müşriklerinden Halid b. Velid'in kumandası altındaki atlı[431] bir
topluluk Uhud kayalıklarına doğru çıkmaya başlayınca,[432]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ım!
Onları üstümüzde bulundurma!" diyerek, onlara bu imkânı vermemesini
Allah'tan diledi.[433]
Hz.
Ömer ile bazı Müslümanları onlara doğru dönderdi.[434]
Onlar,
attıkları taşlaria,[435]
oklarla müşrikleri geri çevirdiler.[436]
Dağdan indirdiler.[437]
Rivayete göre; müşrikler dağa çıkmaya başlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam
Sa'd b. Ebi Vakkas'a:
"Geri
çevir şunları!" buyurmuştu.
Sa'd
b. Ebi Vakkas:
"Yanımda
bir tek okum var. Onları bir tek okumla nasıl gerileteyim?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam emrini üç kere tekrarlayınca, Sa'd b. Ebi Vakkas ok çantasındaki
bir tek oku alıp müşriklere attı ve onlardan birisini öldürdü.
Sa'd
b. Ebi Vakkas derki:
"Sonra
ok çantama elimi sokup bir ok aldım ki, onun atmış olduğum ok olduğunu tanıdım.
Onu attım, bir adam daha öldürdüm!
Sonra
bir ok daha aldım ki, onun da atmış olduğum ok olduğunu tanıdım. Onu da atıp
bir adam daha öldürdüm.
Bunun
üzerine müşrikler oldukları yerlerinden aşağı inmek zorunda kaldılar.
Kendi
kendime:
'Bu,
mübarek bir oktur!' dedim. Onu hep ok çantamda bulundurdum."
Bu
ok, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın vefatına kadar kendisinin yanında, vefatından sonra
da oğullarının yanında kaldı.[438]
Müşrikleri
dağdan indiren Müslümanlar arasında Ebu'd-Derdâ da gösterdiği yararlılıkla
Peygamberimiz Aleyhisselamın hoşnutluğunu kazanmış bulunuyordu.[439]
Zübeyr
b. Avvatm'cian rivayet edildiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud
kayalığındaki bir kayanın üzerine çıkmak için ayağa kalkmak istedi ise de,
yaralarından dolayı dermansız kaldığı, sırtında da iki kat zırh gömleği
bulunduğu için, kalkmaya güç yetiremedi. Ancak Talha b. Ubeydullah'ın sırtında
kayanın üstüne çıkıp oturdu.
Talha
b. Ubeydullah yapması gereken şeyi yaptığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Talha
Cenneti hak etti!" buyurdu.[440]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, aldığı yaralardan dolayı, öğle namazını ancak oturarak kıldı.[441]
Müslümanlarda, namazlarını Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasında oturarak kıldılar.[442]
Zübeyr
b. Avvam derki:
"Uhud'da
korkunun üzerimize en çok çöktüğü bir sırada, ben Resûlullah Aleyhisselamın
yanında idim.
Derken,
Allah bize bir uyku verdi.
Mü'minlerden
bir kimse yoktu ki, çenesi uykudan göğsüne eğilmiş, düşmüş olmasın!
Ben
uyuklarken, rüya görür gibi, Muattib b. Uşeyr'in:
'Peygamberin
va'dettiği ilahî yardım ve zaferden bize bir nasip verilseydi, biz şuracıkta
öldürülmezdik!1 dediğini de işitmiş, ezberlemişimdir."[443]
Ebu
Talha da Uhud günü kendilerini uyku saranlar arasında olup, uyurken iki-üç kere
kılıcı yere düşmüş:[444]
"Başımı
kaldırıp baktığım zaman, hiçbir kimse görmedim ki, kalkanının altında uzanıp
uykuya dalmış olmasın!" demiştir.[445]
Bu
uyku ancak mü'minleri sarmıştı. Münafıkların ve şüphecilerin ise gözlerine uyku
girmemişti. Onlar o sırada hep düşünüyor, müşriklerin gelip kendilerini
öldürmelerinden korkuyorlardı.[446]
Ebu
Süfyan'ın zevcesi Hinci binti Utbe ve yanındaki kadınlar, Müslüman cesetlerinin
kulaklarını ve burunlarını kestiler. Hatta, Hind binti Utbe şehitlerin kesilen
kulaklarından ve burunlarından halhallar, gerdanlıklar ve küpeler yaptı.
Ayrıca,
Hz. Hamza'nın çıkanları ciğerinden dişleriyle kopardığı bir parçayı çiğneyip
yutmaya çalıştıysa da, yutamadı, ağzından dışarı attı.[447]
Ebu
Süfyan:
"Ey
Kureyş topluluğu! Muhammedi öldüren hanginizdi?" diyerek sormuş, İbn Kamia
da:
"Onu
ben öldürdüm!" deyince, Ebu Süfyan:
"Senin
koluna, Acemlerin (İranlıların) kahramanlarına yaptıkları gibi pazuband
takacağız!" demişti.
Ebu
Süfyan Ebu Âmirle birlikte harp meydanında ölüler arasında "Muhammed'in
cesedini görebilir miyiz?" diye dolaşırken, Hârice b. Zeyd'in cesedine
rastladılar.
Ebu
Amir
"Ey
Ebu Süfyan! Bu ölüyü biliyor musun, kimdir?" diye sordu.
Ebu
Süfyan:
"Hayır!
Bilmiyorum" dedi.
Ebu
Âmir
"Bu,
Hârice b. Zeyd'dir. Hazrecîlerin seyyidi ve ulu kişisidir" dedi.
Hârice
b. Zeyd'in cesedinin yanında Abbas b. Ubâde'nin cesedine rastladılar.
Ebu
Âmir
"Bu
da, İbn Kavkal'dır. Eşraftandır" dedi.
Sonra
Zekvan b. Abdi Kays'a rastladılar.
Ebu
Âmir
"Bu
da, onların seyyidlerinden, ulu kişilerindendir" dedi.
Ebu
Âmir oğlu Hanzale'nin cesedine rastlayınca, Ebu Süfyan Ebu Âmir'e:
"Kimdir
bu, Ebu Âmir?" diye sordu.
Ebu
Âmir
"Bu,
bence, buradakilerin en şerefli olanıdır. Bu, Ebu Âmirin oğlu Hanzale'dir"
dedi.[448]
Ebu
Âmir Hanzale'nin göğsünü ayağıyla teperek, "Sen iki dine [ikinci dine]
girmekle felâkete uğradın.
Ben
senin vurulup düştüğün bu yere kadar gelmiş bulunuyorum, ey şeref kirletici
oğul! Eğer sen evlatlık vazifesini yapmış, babanın sözünü dinlemiş olsaydın,
hiç şüphesiz, Allah seni yaşatır, öldürmezdi" dedi.[449]
Ebu
Âmir, Hz. Hamza ile Abdullah b. Cahş'ın cesetlerine yapılanları gördükten sonra
Hanzale'nin cesedinin başında durdu ve Peygamberimiz Aleyhisselamı kastederek:
"Eğer
seni şu adamdan alıkoyabilseydim, şu vurulup düşmekten tutmuş, alıkoymuş
olurdum.
Vallahi,
sen sağlığında en iyi huylu idin. Ölün de, arkadaşlarının ve onların en
şereflilerinin yanında bulunmuştur.
Eğer
Allah şu ölüyü [Hz. Hamza'yı] yahut Muhammed'in ashabından herhangi birisini
hayırla mükâfatlandı rırsa, seni de hayırla mükâfatlandırsın!
Ey
Kureyş toplulukları! Sakın Hanzale'nin uzuvlarını kesmeyin. Siz bana aykırı
davranırsanız, ben de size aykırı davranırım" dedi.
Diğer
Müslüman şehitlerin kulak ve burunları kesilirken Hanzale bırakıldı, onun kulak
ve bumu kesilmedi.[450]
Ebu
Süfyan Hz. Hamza'nın cesedine rastlayıp avurduna kargısının dipçiğiyle vurarak:
"Ey
azgın! Çek azgınlığının cezasını!" dediği sırada, Ehâbiş'in lideri Huleys
b. Zebban gördü ve:
"Ey
Kinane oğulları! Şu Kureyş lideri-gördüğünüz gibi-kendisini savunmaya güç
yetiremeyecek et
yığını
halindeki amcasının oğluna bakın ne yapıyor?!" diyerek seslendi. Bunun
üzerine, Ebu Süfyan: "Yazıklar olsun sana! Benden gördüğün şu davranışı
aman gizli tut! Bu, bir sürçme ve yanılgıdır,
oldu
bir defa" dedi.[451]
Ebu
Süfyan:
"Muhammed'in
vurulup düştüğü yeri göremedik! Eğer o öldürülmüş olsaydı, görürdük! Demek ki,
İtin Kamia yalan söylemiş!" dedi.
Ebu
Süfyan Halid b. Velid'e rastlayınca:
"Senin
kanaatince, Muhammed öldürülmüş müdür?" diye sordu.
Halid
b. Velid:
"Ben
onu ashabının bazıları arasında dağa çıkarlarken gördüm!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Gerçek
olan budur! İbn Kamia'nın onu öldürdüğünü söylemesi yalandır!" dedi.[452]
Ebu
Süfyan Uhud'dan ayrılıp gitmek istediği ve Müslümanlarda Uhud dağının göğsünde
bulunduğu sırada, kızıl, karamtırak bir kısrak üzerinde olduğu halde
Müslümanların yakınına doğru geldi.[453]
Üç
kere:
"Topluluğunuzun
içinde Muhammed var mı?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Cevap
vermeyiniz ona!" buyurdu.
Ebu
Süfyan, yine üç kere:
"Topluluğunuzun
içinde Ebu Kuhâfe'nin oğlu var mı?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Cevap
vermeyiniz ona!" buyurdu.
Ebu
Süfyan yine üç kere:
"Topluluğunuzun
içinde Hattatı'in oğlu Ömer var mı?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Cevap
vermeyiniz ona!" buyurdu.
Bunun
üzerine Ebu Süfyan, arkadaşlarına dönerek:
"Herhalde
bunların hepsi de öldürülmüş! Eğer sağ olsalardı, cevap verirlerdi!" dedi.
Hz.
Ömer, dayanamayarak:
"Ey
Allah düşmanı! Vallahi sen yalan söylüyorsun! İsimlerini saydığın kişilerin
hepsi de sağdırlar! Bir gün senin hakkından gelecek gücümüz bakidir" dedi.[454]
Ebu
Süfyan:
"Ey
Ömer! Sen biraz bana doğru gelsen a!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ömer'e:
"Git,
gör nedir onun derdi?" buyurdu.
Hz.
Ömer ona doğru varınca, Ebu Süfyan:
"Ey
Ömer! Sana Allah adına and veriyorum: Biz Muhammedi öldürdük mü?" diye
sordu.
Hz.
Ömer:
"Vallahi,
hayır! Öldürmediniz! Şimdi o senin söylediklerini dinliyor![455]
İşte
Resûlullah Aleyhisselam! İşte Ebu Bekir! İşte Ömer! Hepimiz sağız!" dedi.[456]
Ebu
Süfyan:
"Sen
bence İbn Kamia'dan daha doğru sözlü ve daha iyisindir![457]
Siz
öldürülmüş olanlarınızın içinde burunları ve kulakları kesilmiş bazı kimseler
bulacaksınız![458]
Ben
bunu emretmedim. Bununla birlikte, bu bana, bize fena da görünmedi.[459]
Vallahi,
ben buna ne razı oldum, ne de kızdım. Ben bunu ne emrettim, ne de nehyettim.[460]
Bu,
bizim ileri gelenlerimizin reyleriyle olmamıştır.[461]
Bunun Cahiliye gayretinden ileri gelen birşey olduğunu anladık, öyle olunca da,
onu pek de fena görmedik![462]
Harp
talihi sıra iledir Kuyunun iki kovası gibi, biri iner, biri çıkar!
Bu
Uhud günü de o günün [Bedir gününün] karşı lığıdir![463]
Yüce
ol Hübel! Yüce ol Hübel!" dedi.[464]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ashabına:
"Ona
cevap vermeyecek misiniz?" buyurdu.
"Yâ
Rasûlallah! Ne şekilde cevap verelim?" diye sordular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"'Allah
en Yücedir! Allah en Yücedir!' deyiniz" buyurdu.[465]
Hz.
Ömer:
"Biz
sizinle bir değiliz: Bizim ölenlerimiz Cennette, sizin ölenleriniz
Cehennemdedir!" dedi.[466]
Ebu
Süfyan:
"Bu,
sizin sözünüzdür![467]
Bizim Uzzâ'mız var, sizin Uzzâ'nız yoktur!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ona
cevap vermeyecek misiniz?" buyurdu.
"Yâ
Rasûlallah! Ne şekilde cevap verelim?" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"'Allah
bizim Mevlâmızdır! Sizin Mevlânız yoktur!' deyiniz" buyurdu.[468]
Ebu
Süfyan ve yanındakiler, Uhud'dan ayrılır, uzaklaşırken:
"Gelecek
yıl buluşup çarpışma yerimiz Bedir'dir" diyerek seslendiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam ashabından birisine (Hz. Ömer'e):
"'Olur!
Gelecek yıl Bedir bizim ve sizin buluşma ve çarpışma yerimizdir' de!"
buyurdu.[469]
Müşrikler
Uhud'dan ayrılıp gitmiş iseler de, Peygamberimiz Aleyhisselam onların geri
dönmeyeceklerinden emin değil, endişede idi.[470] Bunun
için, Hz. Ali'ye:
"Git!
Müşrikleri takip et. Bak bakalım: Onlar ne yapmak istiyorlar?
Eğer
onlar develerine biniyor ve atlan yedeklerine alıyorlarsa, Mekke'ye dönmek
istiyorlardır.
Eğer
atlara biniyorve develeri önlerinde sürüp götürüyor!arsa, onlar Medine üzerine
yürümek istiyorlardı r.
Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Medine üzerine yürüyecek
olurlarsa, ben de arkalarından varır, kendilerini cezalandırırım" buyurdu.
Hz.
Ali derki:
"Ne
yapıyorlar bir bakayım diye müşrikleri izledim. Onlar atlan yanlarına aldılar
ve develeri binek edindiler. Mekke'ye doğru yönelip gittiler."[471]
Ebu
Süfyan ordusuyla birlikte Mekke'ye gitmek üzere Uhud'dan ayrıldığı ve Revha'da
konakladığı sırada, Medine'ye dönmeye kalkıştılar ve kendi kendilerine:
"Muhammed'in
sahabilerini, en şerefli ve yiğit adamlarını öldürdüğümüz halde, onların
tamamıyla köklerini kurutmadan Mekke'ye dönüp gideceğiz ha?!
Andolsun
ki, geri dönüp onlardan kalanlarının da üzerine saldıracak, kendilerinden
kurtulacağız!" dediler.[472]
Safvan
b. Ümeyye b. Halef
"Sakın
ha, bunu yapmayın! Çünkü, onlar bize çok kızgındırlar. Korkarız ki, hiç
çarpışmadıkları bir çarpışmayla çarpışırlar!" dedi.[473]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Safvan b. Ümeyye'nin bu sözünü işittiği zaman:
"Salvan,
reşîd olmadığı halde, onları irşad etmiştir!" buyurdu.[474]
O
zaman müşrikler arasında bulunan Amr b. Âs'a göre, müşriklerden bazıları:
"Mekke'ye
dönüp gidersek, zafer ve galebe bizde olur" dediler.
Evs
ve H azrec halkından olan, Müslümanların üçte biri kadar bir topluluğun,
Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile birlikte Medine'ye geri gittikten sonra,
gittiklerine pişman olup geri dönerek kendilerine saldırmayacaklarından da
emin değillerdi.
Aralarında
bir hayli yaralılar da vardı. Umumiyetle süvariler ve süvari atları da, atlan
oklarla yaralanmış bulunuyordu.[475]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sa'd
b. Rebi'in ne yaptığına, onun canlılar arasında mı, yoksa ölüler arasında mı
bulunduğuna, benim için kim gidip bakar?[476] Kim
bana ondan bir haber getirir?" diye sordu.[477]
Ensardan
bir zât:
"Yâ
Rasûlallan! Sa'd'ın ne yaptığına, senin için ben gider bakarım!" dedi ve
gitti.
Onun
ölülerin arasında, yaralı ve ölmek üzere bulunduğunu gördü.
Kendisine:
"Resûlullah
Aleyhisselam senin diriler içinde mi, yoksa ölüler içinde mi bulunduğuna bakıp
kendisine haber götürmemi bana emir buyurdu" dedi.
Sa'db.Rebi1:
"Ben
artık ölüler arasındayım! Resûlullah Aleyhisselama selamımı ilet! Ve kendisine:
Sa'd
b. Rebi', Allah seni bizden dolayı, ümmetini doğru yola kılavuzlayan bir
peygamber olarak en hayırlı, en üstün bir mükâfatla mükâfatlandırsın!1
diyor, de.[478]
Kavmine
(Ensara) de, selamımı ilet[479]
Onlara da:
Sa'd
b. Rebi', size, 'Allah! Allah! Siz Akabe gecesinde Resûlullah Aleyhisselamı
korumak üzere muahede yapmadınız mı?![480]
Gözleriniz kımıldarken Peygamberiniz Aleyhisselama düşmanlar tarafından zarar
vermeye yol bulunursa, Allah katında sizin için ileri sürülebilecek hiçbir
mazeret bulunmaz!' diyor, de!" dedi.
Aramaya
gidip gelen zât Sa'd b. Rebi'in söyleyeceklerini söyledikten sonra dünyaya
gözlerini kapadığını haber verdi.[481]
Zeyd
b. Sabit'e göre; Sa'd b. Rebi1, Peygamberimiz Aleyhisselama "Yâ
Rasûlallah! Ben artık Cennetin kokusunu almaya, bulmaya başladım!"
dediğinin de haber verilmesini istemiştir.[482]
Peygamberimiz
Aleyhisselam kıbleye döndü ve:
"Allah'ım!
Ondan razı ol!" diye dua etti[483] ve:
"Allah
Sa'd'a rahmet etsin! O, diri olarak da, ölü olarak da Allah ve Resûlü için
halkı öğütleyici olmuştur" buyurdu.[484]
Müşrikler
Uhud'dan çekilip gittikten sonra, başta Peygamberimiz Aleyhisselam olmak üzere,
Müslümanlar şehitlerin yanına vandılar.[485]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hamza'nın
şehit düştüğü yeri göreniniz var mı?" diye sordu.
Birzât
"Halkın
bozulup çarpışmaktan yüz çevirdikleri sırada, şu ağaçların yanında, Hamzayı:
'Ben
Allah'ın ve Resûlünün arslanıyım!
Allah'ım!
Şu Ebu Süfyan'la arkadaşlarının başa getirdikleri kötülüklerden uzak durur,
Sana sığınırım!
Şu
Müslümanların yaptıkları bozgunculuklardan dolayı da Senden özür ve af dilerim'
derken gördüm" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hz. Hamza'nın cesedine doğru ilerledi. Yanına varıp da cesedinin
kesilip biçildiğini görünce dayanamadı, hıçkırarak ağladı.[486]
Hz.
Hamza'nın cesedi, karnı yarılıp ciğeri çıkarılmış,[487]
burnu ve kulakları kesilmişti.[488]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hz. Hamza'nın cesedinin başında durunca:
"Hiçbir
zaman, bir daha seninki gibi bir musibete uğranmayacaktır. Hiçbir yer de, şu
durduğum yer kadar beni kızdırıcı olmamıştır.
Cebrail
bana geldi de, 'Hamza b. Abdulmuttalib yedi kat gökler halkı içinde Allah'ın ve
Resûlünün arslanıdır, diye yazılıdır' dedi.
Andolsun
ki, Allah Kureyşîlere karşı beni muzaffer kılacak olursa, ben de onlardan otuz
ölüye böyle yapacağım![489]
Eğer
benim gördüğüm şeyleri görünce Safiyye binti Abdulmuttalib'i üzmek ve benden
sonra da bir sünnet ve âdet olmak korkusu olmasaydı, Hamza'nın cesedini gömmez,
yırtıcı hayvanların karınlarına ve kuşların kursaklarına girsin diye olduğu
gibi bırakırdım.[490]
Eğer
Safiyye içinde bir üzüntü hissetmeyecek olsaydı, Hamzayı kurtlar kuşlar yesin
de Kıyamet günü onların karınlarından haşredilsin diye, defnetmez, olduğu gibi
bırakırdım!" buyurdu.[491]
Müslümanlar
da, Peygamberimiz Aleyhisselamın amcasına yapılanlara son derece üzüldüğünü ve
müşriklere kızdığını gördükleri zaman:
"Vallahi,
eğer Allah bizi herhangi bir zamanda onlara galip kılarsa, Araplardan hiçbir
kimseye yapılmadık bir şekilde onların burun ve kulaklarını keseceğiz!"
dediler.[492]
Hz.
Safiyye, Hz. Hamza'ya ne yapıldığını görmek için Uhud'a gelmişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Zübeyr b. Avvam'a:
"Ananı
karşıla ve geri çevir, kardeşine yapılan şeyi görmesin!" buyurdu.
Zübeyr
b. Avvam:
"Ey
anacığım! Resûlullah Aleyhisselam seni geri çevirmemi bana emir buyurdu"
dedi.
Hz.
Safiyye:
"Ne
için geri çevrileceğim? Ben zaten kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini
işitmişimdir.
Bu,
ona Allah yolunda yapılmış birşeydir. Biz buna razıyız.
Bunun
mükâfatını Allah'tan bekleyeceğim ve inşaallah sabredeceğim!" dedi.
Zübeyr
b. Avvam, dönüp annesinin söylediklerini haber verince, Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Öyleyse,
serbest bırak onu!" buyurdu.
Hz.
Safiyye gidip Hz. Hamza'nın cesedine bakti ve:
"İnnâ
lillâhi ve innâ ileyhi râciûn [Biz Allah'ın kuluyuz ve O'na dönücüleriz]"
dedi.
Hz.
Hamza için Allahtan rahmet ve mağfiret diledi.[493]
Enes
b. Malik'in bildirdiğine göre; Uhud günü "Muhammed Aleyhisselam şehit
oldu!" haberi Medine'de duyulduğu zaman, Medine'nin her tarafı koparılan
çığlıklarla çalkalandı.
Müslümanların
bozguna uğradığı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın şehit edildiği haberi
Medine'ye eriştiği zaman, ondört kadın da Uhud'a koşup gelmişti.[494]
Enes
b. Malik der ki:
"Uhud
savaşında halk bozulup dağıldıkları zaman, Âişe binti Ebu Bekir ile Ümmü Süleym
binti Milhan'ı gördüm. Arkalarında su kırbalarıyla çabuk çabuk su taşıyorlar,
yaralıların ağızlarına su boşaltıyorlardı.
Kırbaları
boşaldıkça hemen geri dönüp geliyorlar, kırbalarını doldurduktan sonra acele
gidip yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı."[495]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Uhud şehitlerinin, üzerlerindeki demirden ve deriden olan
şeylerin soyularak kanlan ve elbiseleriyle gömülmelerini emir buyurdu.[496]
Uhud
şehitlerinin sayısı çok, üzerlerindeki elbiselerinin üzerine sarılacak elbise
azdı.[497]
Zübeyr
b. Avvam derki:
"Annem,
yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp, 'Bunları kardeşim Hamza'ya kefen olarak
sarasınız diye getirdim1 dedi. Onları alıp Hamza'ya kefen olarak
sarmak üzere, yanına gittik.
Hamza'nın
yanında Ensardan birisinin de şehit olduğunu görünce, Hamzaya iki hırkayı sarıp
Ensarîyi kefensiz bırakmaktan utandık. 'Hırkanın birisi Hamza'ya, öbürü de
Ensarîye kefen olsun' dedik.
Hırkanın
birisi büyük, diğeri küçüktü. Bunun için de, aralarında kura çektik."[498]
Hz.
Hamzaya sarılan büyük hırka Hz. Hamza'ya kısa geldiğinden, baş taraflna
çekilince ayakları açıldı, ayaklarına çekilince de baş tarafı açıldı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam hırkanın baş tarafına çekilmesini, ayaklarının ızhır otuyla kapanmasını
emir buyurdu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, başını kaldırınca, ashabın ağladıklarını gördü. Ve onlara:
"Ne
için ağlıyorsunuz?" diye sordu.
"Yâ
Rasûlallah! Amcanı saracak geniş bir kefen bulamadığımız için!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Halkın
kasaba, köy ve çiftliklere gidecekleri, oralarda bol refah içinde yaşayacakları
ve ev halklarına da:
'Siz
de bizim yanımıza geliniz! Siz ne diye çekirgelik, ağaçsız yerde duruyorsunuz?1
diye yazı yazacakları, haber salacakları bir zaman da gelecektir!
Bilseler,
onlar için Medine daha hayırlı idi" buyurdu.[499]
Uhud
savaşında, Müslümanlardan şehit olanlar da,[500]
yaralananlar da çok sayıdaydı.[501]
Yaralıların
yaralarının ağrıları şiddetlenince,[502]
Peygamberimiz Aleyhisselama şikâyet yollu:
"Yâ
Rasûlallah! Şehit olan her insan için çukur ve (kabir) kazmak çok zor olacak![503]
Onların gömülmeleri hususunda ne buyurursun?" dediler.[504]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Çukur
(kabir) kazınız ve genişçe kazınız.
Şehitlerden
ikisini veya üçünü bir kabre yanyana koyunuz" buyurdu.
"Yâ
Rasûlallah! Bir kabre konulacaklardan, hangisini önce koyalım?" diye
sordular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Kur'ân'ı
daha çok bilenleri daha önce koyunuz" buyurdu.[505]
Böylece,
şehitlerden Kufân-ı Kerîm'i daha çok bilenler kabre önce indirilmek suretiyle,
ikisi, üçü yan yana konuldular.[506]
Hz.
Hamza'yı kabre Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvam indirdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, kabrin başında oturdu.[507]
Abdullah
b. Cahş da, Hz. Hamza'nın yanına konuldu.
Hz.
Hamza, Abdullah b. Cahş'ın dayısı idi.[508]
Allah
onlardan razı olsun![509]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, şehitlerin gömülmesini emrettiği zaman, Amr b. Cemuh ile Abdullah
b. Amr b. Haram hakkında:
"Onlar
dünyada bir safta omuz omuza idiler.[510]
Birbirlerini severlerdi.[511]
Onların ikisini yanyana bir kabre koyunuz!" buyurdu.[512]
Allah
onlardan razı olsun!
Hârice
b. Zeyd ile Sa'd b. Rebi1 bir kabre birlikte gömüldüler.[513]
Allah onlardan razı olsun!
Mücezzer
b. Ziyad ile Numan b. Malik ve Abde b. Hashas, bir kabre birlikte konuldular.[514]
Allah onlardan razı olsun!
Vehb
b. Kâbusu'l-Müzenî'nin cesedinin üzerine örtülen örtü, uzunlamasına onun başına
doğru çekilince, bacaklarının yarısına ulaştı. Biraz üzerlik otu toplattırılarak
ayaklarının üzerine konuldu. Peygamberimiz Aleyhisselam, Vehb b. Kâbus'un ayak
ucuna dikildi ve: "Allah senden razı olsun! Ben de senden razıyım!"
buyurdu.[515] Allah ve Resûlullah
ondan razı olsun!
Habbab
b. Eret derki:
"Mus'ab
b. Umeyr Uhud günü şehit olunca, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka
birşey bulunmadı.
Hırkayı
baş tarafına çektik, ayakları açıldı.
Ayaklarına
doğru çektik, baş tarafl açıldı.
Resûlullah
Aleyhisselam, bize:
'Hırkayı
baş tarafına çekiniz, ayaklarını ızhır otu ile kapatınız!1
buyurduktan sonra, kardeşi Ebu'r-Rum b. Umeyr ile Âmir b. Rebia ve Suvayt b.
Harmele’nin Musab b. Umeyri kabre indirmelerini emir buyurdu.[516]
Allah
ondan razı olsun![517]
Müslümanlardan
bazıları şehitlerini Medine'ye taşıyıp Medine'de gömmüşlerdi. Peygamberimiz
Aleyhisselam, Müslümanları böyle yapmaktan men etti ve: "Onları vurulup
düştükleri yerde gömünüz!" buyurdu.[518]
Ensardan
Übeyy b. Kab’ a göre;
Uhud günü Ensardan
64 kişi , Muhacirlerden de içlerinde Hz.
Hamza olmak üzere, 6 kişi şehit olmuştur.[519]
Diğer
rivayetlere göre;
Muhacir
ve Ensardan şehit olanların sayısı 65 idi.[520]
70 veya 74 idi.[521]
70’i Ensardandı.[522]
Belazuri’
ye göre;
Ensar
ve Muhacirlerden70 veya 73-74 kişi idi.[523]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Uhud şehitlerinin Allah yolunda can verdiklerine Kıyamet günü
tanıklık edeceğini[524] ve
onların Allah yolunda aldıkları yaraların kanlarının kan renginde, kokularının
ise misk kokusunda olarak Mahşere geleceklerini müjdeledi.[525]
Şehitlerin
kanlı elbiseleriyle sarılıp gömülmelerini de emir buyurdu.[526]
İbn
Abbas tarafından rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde de, Peygamberimiz
Aleyhisselam, şöyle buyurmuşlardır
"Uhud'da
kardeşlerimiz şehit oldukları zaman, Yüce Allah onların ruhlarını yeşil
kuşların içlerine koydu. Onlar, Cennetin ırmaklarından sulanır, meyvelerinden
yer, Arşın gölgesinde asılı altın kandillere gidip yuvalanır, tünerler. Onlar,
böyle, yiyecek ve içeceklerinin hoşluğunu, güzelliğini görünce:
Keşke
Allah'ın bize neler ikram ettiğini kardeşlerimiz bilselerdi de, cihad etmekten
çekinmeseler, çarpışmaktan kaçınmasalardı!1 dediler.
Yüce
Allah:
'Tarafınızdan,
Ben onlara bu söylediklerinizi tebliğ eder, ulaştırırım!' buyurup, indirdiği
âyetlerde şöyle buyurdu:
'Allah
yolunda öldürülenleri, sakın öldüler sanma! Bilakis, onlar Rableri katında
diridirler.
Öyle
ki, Allah'ın lütuf ve inayetinden kendilerine verdiği şehitlik mertebesiyle
hepsi de sevinerek Cennet nimetleriyle nzıklanıriar. Arkalarından şehitlikle
henüz kendilerine katılamayanlar hakkında da: Onlara hiçbir korku yoktur, onlar
mahzun da olacak değiller, diye müjde vermek isterler.
Onlar
Allah'tan gelen bir nimetle, hatta daha fazlasıyla ve Allah'ın mü'minlere olan
mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler."1 (Âl-i
İmran: 169-171)[527]
Abdullah
b. Mes'ud'un Peygamberimiz Aleyhisselamdan rivayetine göre de:
"Yüce
Allah Uhud şehitlerine görünüp:
'Ey
kullarım! Canınız neyi çekiyorsa söyleyiniz! Size onu ziyadesiyle tattırayım!'
buyurdu.
Onlar:
'Ey
Rabbimiz! Bize verdiğin nimetlere üstün bir nimet yok ki, isteyelim! Biz,
Cennette istediğimiz şeylerden yiyip duruyoruz ya!' dediler.
Sonra,
Yüce Allah, onlara tekrar göründü ve:
'Ey
kullarım! Canınız neyi çekiyorsa söyleyiniz! Size onu ziyadesiyle tattırayım!'
buyurdu.
Onlar,
yine:
'Ey
Rabbimiz! Senin bize verdiğin nimetlere üstün bir nimet yok ki, isteyelim! Biz,
Cennette istediğimiz şeylerden yiyip duruyoruz ya!' dediler.
Sonra,
Yüce Allah onlara tekrar görünüp:
'Ey
kullarım! Canınız neyi çekiyorsa söyleyiniz! Size onu ziyadesiyle tattırayım!'
buyurdu.
Onlar,
yine:
'Ey
Rabbimiz! Senin bize verdiğin nimetlere üstün bir nimet yok ki, isteyelim! Biz,
Cennette istediğimiz şeylerden yiyip duruyoruz ya!
Biz,
istesek istesek, dünyaya döndürülmemizi ve Senin yolunda çarpışarak tekrar
öldürülmemizi isteriz!' dediler."[528]
Câbirb.
Abdullah derki:
"Resûlullah
Aleyhisselam, bana:
'Ey
Câbir! Seni müjdeleyeyim mi?' diye sordu.
Ben:
'Evet!
Müjdele, ey Allah'ın peygamberi!1 dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam dedi ki:
'Baban
Uhud'da şehit olunca, Yüce Allah babanı diriltti. Sonra, ona:
'Ey
Abdullah b. Amr b. Haram! Sana ne yapmamı arzu edersin?1 diye sordu.
O
da:
'Ey
Rabbim! Beni tekrar dünyaya göndermeni ve Senin yolunda çarpışarak bir kez daha
öldürülmemi dilerim!' dedi.[529]
Yüce
Allah:
'Ben,
şehitler geri dönmeyecekler, diye hükmettim!1 buyurdu.[530]
Abdullah
b. Amr b. Haram:
'Öyle
ise yâ Rab! Geride kalanlara bunu ulaştır' dedi.'"
İbn
Abdilberr'e göre, Âl-i İmran sûresinin 169-171. âyetleri bunun üzerine nazil
oldu.[531]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Varlığım
Kudret Elinde olan Allah'a yemin ederim ki, hiçbir mü'min yoktur ki, dünyadan
ayrılsın da, bütün dünya ve içindekileri karşısında gündüzden bir saat bile ona
dönmeyi arzu etsin! Ancak şehit, dünyaya geri gelip Allah yolunda bir kez daha
öldürülmeyi ister" buyurmuştur.[532]
Uhud
şehitleri anıldığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Vallahi,
ashabımla birlikte ben de şehit olup Uhud dağının dibinde gecelemeyi ne kadar
isterdim!" buyururdu.[533]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bir hadis-i şeriflerinde de:
"Varlığım
Kudret Elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben Allah yolunda öldürülüp sonra
diriltilineyi, sonra öldürülüp sonra diri İtilmeyi, sonra öldürülüp sonra diriltilmeyi,
sonra öldürülmeyi pek arzu ederdim!" buyurmuştur.[534]
Attaf
b. Halid'in sahih bir senedle Peygamberimiz Aleyhisselamdan rivayetine göre;
Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud meşhedini ziyaret edip:
"Allah'ım!
Bu kulun ve resûlün bunların şehit olduklarına ve Kıyamet gününe kadar
kendilerini ziyaret eden ve selamlayanların selamlarına mukabelede
bulunacaklarına şehadet eder!" buyurmuştur.[535]
Peygamberimiz
Aleyhisselam her yıl Uhud şehitlerini ziyaret ederdi. Oraya vardığı zaman,
yüksek sesle:
"Sabrettiğiniz
için, selam olsun size! Ahiret saadeti ne güzeldir!" (Ra'd: 24) mealli
âyeti okurdu.
Hz.
Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman da böyle yapardı .[536]
Hz.
Fâtıma'nın da iki günde, üç günde bir amcası Hz. Hamza'nın kabrini ziyaret
ederek orada ağladığı ve dua ettiği,[537] ve
kabri düzelttiği de rivayet edilir.[538]
Attaf
b. Halid'in halası der ki:
"Hamza'nın
kabri yanında hayvanımdan indim. Orada, Allah'ın benim için dilediği kadar
namaz kıldım.
Vadide,
hayvanımın başını tutup duran uşağımdan başka, ne bir seslenici, ne de ona
cevap verici kimse vardı.
Namazımı
bitirince, elimle şöylece kabre işaret ederek; 'Esselâmu aleyküm!1
dedim.
Yerin
altından gelen bir sesin selamıma karşılık verdiğini işittim!
Yüce
Allah'ın beni yarattığını, geceyi gündüzü nasıl şüphesiz biliyorsam, bunu da
öylece biliyorum!
Selamıma
karşılık verildiği zaman, tüylerim ürperdi!"[539]
Yine
Attaf b. Halid'in, halasından işittiğine göre; halası Uhud şehitliğini ziyaret
ettiği ve yanında da binek hayvanının başını tutan iki çocuktan başka kimse
bulunmadığı halde Uhud şehitlerini selamladığı sırada, selamına karşılık
verildikten sonra:
"Vallahi,
biz, birbirimizi tanıdığımız gibi, sizi de tanıyoruz" dediklerini
işitince, vücudunun tüyleri ürpermiş ve hemen "Ey çocuk! Katırımı yaklaştır!"
deyip katırına binerek meşhedden ayrılmıştır.[540]
Cabir
b. Abdullah der ki:
"Muaviye
b. Ebu Süfyan Uhud'da su çıkarmak istediği zaman,[541]
ona:
'Uhud'da,
şehit kabirlerinden başka yerden su çıkarmaya güç yetiremeyeceğiz!1
diye cevap yazdılar. Bunun üzerine, Muaviye b. Ebu Süfyan:
'Şehitlerin
kabirlerini açıp, kemiklerini başka bir yere naklediniz!1 diye yazı
yazdı.[542] Nihayet, Uhud'da
şehitleri gömülü olanların orada hazır bulunmaları Medine'de ilan ettirildi.[543] Amr
b. Cemuh ile Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud'da bir kabirde gömülü idiler. Kabir
açılınca, sanki daha akşam vefat etmiş gibi, cesetlerinin hiç bozul madiği,[544]
uyur gibi oldukları görüldü![545]
Onlardan
birisi,[546] Abdullah b. Amr b.
Haram, Uhud savaşında yüzünden yaralanmış ve o zaman, elini yarasının üzerine
koymuş olduğu halde gömülmüştü.[547]
Kendisi
yeni kazılan kabre konulurken eli yarasının üzerinden ayrılıp yanına uzatılmak
istenilince, yara kanamaya başladı!
Eli
eski yerine, yarasının üzerine tekrar konulduğu zaman, kanama dindi, kesildi.[548]
Şehitlerin ilk gömüldükleri kabirleri kırkaltı yıl sonra yeni kabirlerine
taşınmak üzere açıldığı zaman, misk kokusu gibi bir koku yayıldı.[549]
Uhud
şehitleri, sanki uyuyoriarmış gibi, omuzlara alınarak yeni kabirlerine
taşındılar.[550] Hatta, taşınırken, Hz.
Hamza'nın bir ayağına demir küreğin ucu değmiş ve ayağı kanamıştı ."[551]
Cabir b. Abdullah'ın bildirdiğine göre; babasının kabri açılınca, aradan
kırkaltı yıl geçmiş olduğu halde, ne yüzüne örtülen örtüde, ne de ayaklarına
örtülen üzerlik otunda hiçbir değişiklik olmadığını, aynen eski hallerinde
bulunduklarını görmüştür![552]
Müşrikler
Uhud'dan çekilip gittikten[553] ve
Uhud şehitlerinin gömülme işleri tamamlandıktan sonra, Peygamberimiz
Aleyhisselam atına bindi[554] ve;
"Diziliniz
ki, Azîz ve Celîl olan Rabbime hamd ü sena ve dua edeceğim" buyurdu.[555]
Bunun
üzerine, sahabiler, Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasında saf oldular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, şöyle dua etti:
"Allah'ım!
Bütün hamdler Sana mahsustur.
Allah'ım!
Senin genişlettiğini daraltacak yoktur!
Senin
uzaklaştırdığını yaklaştıracak yoktur!
Senin
yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yoktur!
Senin
vermediğini verecek yoktur!
Senin
verdiğini de engelleyecek yoktur!
Senin
doğrulttuğunu saptıracak yoktur!
Senin
saptırdığını da doğrultacak yoktur!
Allah'ım!
Bereketlerini, rahmetini, fazlını ve rızkını yay üstümüze!
Allah'ım!
Değişmeyen ve kaybolmayan, tükenmez Cennet nimetlerini Senden isterim!
Allah'ım!
İhtiyaç gününde Senden nimet, korku gününde de Senden emniyet isterim!
Allah'ım!
Bize verdiğin şeyin şerrinden de, vermediğin şeyin şerrinden de Sana sığınırım!
Allah'ım!
Bize imanı sevdir ve onu kalbimizde süsle!
Küfrü,
fışkı ve isyanı da bize hoş gösterme, sevimsiz göster!
Bizi
doğru yola gidenlerden eyle!
Allah'ım!
Bizi Müslümanlar olarak öldür!
Bizi
Müslümanlar olarak da dirilt ve perişanlıkla fitneye düşmeksizin bizi salih
kimselere kavuştur!
Allah'ım!
Senin yolundan yüz çeviren ve Peygamberini inkâr eden kâfirleri öldür! Onlara
musibet ve azabını ver!
Allah'ım!
Kendilerine Kitab verilen ve İslâm'ı kabul etmeyen kâfirleri de öldür! Ey Gerçek İlah!"[556]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Medine'ye gitmek üzere, Uhud'dan ayrıldı.[557]
Ensar
kadınları; Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ salim geldiğini görmek için yollara
dökülmüşler, bakışıyorlardı.[558]
Mus'ab
b. Umeyr'in zevcesi Hamne binti Cahş, Peygamberimiz Aleyhisselamla mücahidleri
karşılayan kadınlar arasında bulunuyordu.
Kendisine;
kardeşi Abdullah b. Cahş'ın şehit olduğu haberi verildi.
Hamne
Hatun:
"İnnâ
lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz, Allah'ın kullarıyız ve O'na döneceğiz!"
dedi, Abdullah b. Cahş için Allah'tan mağfiret diledi.
Bundan
sonra, Hamne Hatuna, dayısı Hz. Hamza'nın şehit olduğu haberi verildi.
Hamne
Hatun, yine:
"İnnâ
lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz, Allah'ın kullarıyız ve O'na döneceğiz!"
dedi ve Hz. Hamza için Allah'tan mağfiret diledi.
Hamne
Hatuna eşi Mus'ab b. Umeyrln şehit olduğu haberi verildiği zaman dayanamayıp
feryad edince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kadın
için, kocası bir yana, herşey biryanadır![559]
Hamne
kardeşinin ve dayısının ölüm haberine dayandı; kocasının ölüm haberine gelince,
feryad etti!" buyurdu.[560]
Dinar
oğulları kadınlarından[561]
Sümeyrâ Hatunun iki oğlu Numan b. Abdi Amrve Süleym b. Haris ile,[562]
kocası, kardeşi ve babası Uhud'da şehit olmuşlardı.[563]
Bunların
şehit oldukları kendisine haber verildiği zaman, Sümeyrâ Hatun:
"Resûlullah
Aleyhisselam ne yapıyor? Nasıldır?" diye sormuştu.
Ona:
"Ey
filanın anası! O iyidir, Allah'a hamd olsun, senin istediğin gibidir!"
dediler.
Sümeyrâ
Hatun:
"Onu
bana gösteriniz de, ona bir bakayım?" dedi.
Sümeyrâ
Hatuna, Peygamberimiz Aleyhisselamı işaretle gösterdiler. Sümeyrâ Hatun,
Peygamberimiz Aleyhisselamı görünce:
"Senden
(sen sağ olduktan) sonra, her musibet bizim için hiçtir, önemsizdir!"
dedi.[564]
Peygamberimiz
Aleyhisselam kapısının önüne kadar at üzerinde geldi.
Yardım
edilmedikçe, attan inemedi.
İki
dizinin arızalanmış, tutulmuş olduğu görüldü.
Sa'd
b. Muaz ile Sa'd b. Ubâde'ye dayanarak evine girdi.
Güneş
batınca, Bilal-i H abeşî ezan okudu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yine Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubâde'ye dayanarak Mescide çıktı.
Akşam
namazını kıldıktan sonra evine döndü.
Yatsı
namazını da Mescidde kıldı.
Hazrec
ve Evs kabilelerinin ileri gelenleri, Mescidde Peygamberimiz Aleyhisselamın
kapısında, Kureyş müşriklerinden herhangi bir birliğin baskın yapması
ihtimaline karşı, Peygamberimiz Aleyhisselamı beklediler.
Sa'db.Ubâde,
Sa'd
b. Muaz,
Hubab
b. Münzir,
Evs
b. Havlî,
Katâde
b. Numan,
Abd
b. Evs... bekleyenler arasında idi.[565]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Fâtımaya:
"Ey
kızcağızım! Bunun kanını yıka!
Vallahi,
bu kılıcım bugün bana sadakat gösterdi, görevini yerine getirdi!" buyurdu.
Hz.
Ali de, kılıcını Hz. Fâtimaya uzatıp:
"Bunun
da kanını yıka!
Vallahi,
bu da bana sadakat gösterdi, görevini yerine getirdi!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Aliye:
"Sen
çarpışmakta nasıl sadakat gösterdinse, andolsun ki, Sehl b. Huneyf de, Ebu
Dücâne de, seninle birlikte hakkıyla çarpışmışlardır!
Allah
bize fetih nasip edinceye kadar,
artık müşrikler bir daha bizi bunun gibi bir musibete
uğrata-mayacaklardır!" buyurdu.[566]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Cumartesi günü Uhud'dan Medine'ye döndükten, Pazar günü sabah
namazını Mescidde kıldırdıktan sonra, müezzinine (Bilal-i Habeşiye):[567]
"Resûlullah
Aleyhisseiam düşmanınızı takip etmenizi size emrediyor! Dün Uhud'da bizimle
birlikte çarpışmada bulunmayanlar gelmeyecek! Ancak çarpışmada bulunanlar
gelecekler!" diye seslenerek duyurmasını emir buyurdu.[568]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın bu tedbire başvurması, müşriklere Müslümanların hâlâ güçlü olduklarını
hissettirmek, yenilgiye uğramış olmalarının kendilerini korkutmadığını gösterip
onları korkutmak için idi.[569]
Müşrikler
her ne kadar Mekke'ye dönmek üzere Uhud'dan ayrılmış iseler de, onların geri
dönüp Medine üzerine yürüyebileceklerinden endişelenilmekte idi. Bunun için:
"Düşmanların
ardısıra kim gidip onları takip eder?" buyurulunca, bu davete İslâm
mücahidlerinden yetmiş kişi hemen icabet etti.[570]
Sa'd
b. Muaz, kabilesi olan Abduleşhel oğullarının yanlarına varıp:
"Resûlullah
Aleyhisseiam düşmanınızı takip etmenizi size emir buyuruyor" dedi.[571]
Abduleşhel
oğullarından[572] Abdullah b. Sehl ile
Râfi' b. Sehl[573] Peygamberimiz
Aleyhisselamla
birlikte
savaşmışlar ve yaralı olarak da Medine'ye dönmüşlerdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın düşmanı takip için Müslümanları davet ettirdiğini işittikleri
zaman: "Resûlullah Aleyhisselamla birlikte olan bir savaşı kaçırır mıyız
hiç? Vallahi, bizim için bir binit de
yok!
Hem yaralıyız da!?" dedilerse de, yarası diğerine nazaran hafif olan ağır
olanı gâh yürüttü, gâh
sırtında
taşıdı, düşmanı takip seferinden geri kalmadılar.[574]
Useyd
b. Hudayr, yaralarının tedavisiyle uğraşmayı bırakarak:
"Ben
Allah'ın ve Resûlünün davetini işittim ve ona boyun eğdim!" dedi ve hemen
silahlanıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Sa'd
b. Ubâde de, acele hazırlanıp hareket etmelerini Benî Sâidelere emretti. Onlar
da, hemen silahlarını kuşanıp geldiler.
Ebu
Katâde de, Hurbâ halkına:
"Şu
seslenen kişi düşmanınızı takibe çıkmanızı Resûlullah Aleyhisselamın size
emrettiğini bildiriyor!" deyince, onlar da yaralarının tedavisini
bırakarak silaha sanldılar.[575]
Düşmanı
takip için Hamrâül-Esed seferine çıkanların hemen hepsi yaralı idiler
Bu
cümleden olarak:
Peygamberimiz
Aleyhisselamın rebaiye dişi kırılmıştı. Dudağı, yüzü ve alnı yaralı idi.[576]
Abdurrahman
b. Avf, yirmi yerinden,[577]
Talha
b. Ubeydullah, yirmidört yerinden,[578]
Hıraş
b. Sımme, on yerinden,[579]
Useyd
b. Hudayr, ondokuz yerinden,
Kâ'b
b. Malik, ondokuz yerinden,
Kutbe
b. Âmir, dokuz yerinden,
Tufeyl
b. Nûman, onüç yerinden,[580]
Ebu
Dücâne, birçok yerlerinden,[581]
Ümmü
Umâre Nuseybe Hatun onüç yerinden yaralı idi.[582]
Benî
Selimelerden dörtyüz ağır yaralı vardı.
Peygamberimiz
Aleyhisseiam, onları görünce:
"Allah'ım!
Selime oğullarına rahmet et!" diyerek dua etti.[583]
Sa'd
b. Muaz'ın mensup olduğu Abduleşhel oğullarından sağ kalanların hemen hepsi,[584]
otuzu yaralı idi.[585]
Bu
yaralı mücahidler de, hazırlanıp Ebu İnebe kuyusunun yanında Peygamberimiz
Aleyhisselamın safına katıldılar.[586]
Peygamberimiz
Aleyhisseiam; düşmanı takibe çıkmalarını mücahidlere emrettiği zaman, baş
münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl de:
"Ben
de hayvanıma binip seninle birlikte takibe çıkayım mı?" diye sormuştu.
Peygamberimiz Aleyhisseiam, ona: "Hayır!" buyurdu.[587]
Peygamberimiz
Aleyhisseiam, Mescide girip iki rekat sefer namazı kıldı Mücahidler, Mescidin
çevresinde toplanmış bulunuyorlardı.
Takip
birliğinin erzakı, Sa'd b. Ubâde tarafından bağışlanan üç deve yükü hurma ile,
et ihtiyaçları için yanlarına aldıkları boğazlanacak birkaç deveden ibaretti.[588]
Peygamberimiz
Aleyhisseiam, bağlanmış sancağını getirtip Hz. Ali'ye verdi. Sancağını Hz. Ebu
Bekir'e verdiği de rivayet edilir.[589]
Peygamberimiz
Aleyhisseiam, Medine'de yerine yine İbn Ümmi Mekbum'u vekil bıraktı.[590]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; gündüzün odun toplamalarını, gece olunca da herkesin birer ateş
yakmalarını emir buyurdu.[591]
Bunun
üzerine herkes birer ateş yakınca, beşyüz ateş yandı.
Yanan
ateşlerin ışıkları en uzak yerlerden görünür, düşmanları korkutur oldu.[592]
Müşrikler
Hamrâü'l-Esed'e gecenin ilk saatlerinde inmişler, sonra da oradan kalkıp
gitmişlerdi.
Müşriklerin
şairlerinden Ebu Azıe ise, güneş
yükselinceye kadar, orada uyuyakalmıştı.
İslâm
mücahidleri Hamrâü'l-Esed'e geldikleri zaman uyanıp sağına soluna bakmaya
başlamış, Asım b. Sabit onu yakalamıştı.[593]
Ebu
Azze:
"Yâ
Muhammedi Ben Uhud seferine zorlanarak çıktım. Bakıma muhtaç kızlarım var!
Lütfet, beni serbest bırak!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Senin
bana evvelce vermiş olduğun kesin söz nerede kaldı?[594]
Vallahi,
bundan sonra sen bir daha ellerini yanaklarına süremeyecek ve İki kere
Muhammed'i aldattım ve onunla eğlendim1 diyemeyeceksin.[595]
Mü'min
bir yılanın deliğinden iki kere sokulmaz, ısırılmaz![596]
Vur
boynunu şunun ey Zübeyr!" buyurdu.[597]
Ebu
Azze'nin boynunun Asım b. Sabit tarafından vurulduğu da rivayet edilir.[598]
Huzâa
kabilesinin Müslümanları ve müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın Tihame
bölgesindeki sırdaşları idiler.
Olan
biten hiçbir şeyi Peygamberimiz Aleyhisselamdan gizlemezlerdi.
Ma'bed,
o zaman, müşrikti.
Uhud
musibetinden dolayı, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey
Muhammedi Vallahi, senin ve ashabının musibete uğramanız bizim çok ağırımıza,
gücümüze gitti.
Biz,
onların içinde, sana Allahtan afiyet dilerdik?" dedi ve Hamrâü'l-Esed'den
ayrılıp yoluna devam etti.
Ma'bed;
Revha'da Ebu Süfyan b. Harb ve onunla birlikte olanlara rastladı ki, onlar geri
dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabına tekrar saldırmaya azmetmiş
bulunuyorlardı.
Ebu
Süfyan, Ma'bed b. Ebi Ma'bed'i görünce, ona:
"Ey
Mâbed! Arkandakilerden, gerindekilerden ne haber var?" diye sordu.
Ma'bed:
"Muhammed
ashabıyla birlikte çıkmış, öyle bir toplulukla sizi arıyor ki, ben şimdiye
kadar bunun bir benzerini daha görmemişimdir!
Onlar
size karşı öyle kızgınlık ateşiyle yanıyor, diş biliyorlar ki, sorma!
Sizin
çarpışma gününüzde ondan geri kalan kimseler de, yaptıklarına pişman olarak
toplanmışlar!
Kendilerinde,
size karşı, bir benzerini daha görmediğim bir kızgınlık var!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Yazıklar
olsun sana! Ne söylüyorsun sen?!" dedi.
Ma'bed:
"Vallahi,
sen buradan daha ayrılmadan, onların atlarının alınlarını göreceksin!"
dedi.
Ebu
Süfyan:
"Vallahi,
biz onların arkada kalanlarının da köklerini kazımak üzere saldırmaya karar
vermiştik!" dedi.
Ma'bed:
"Ben
seni bundan men ederim.
Vallahi,
gördüğüm şey üzerine, onlar hakkında birkaç beyit söylemekten kendimi
alamadım!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Söylediğin
beyitlerde neler söyledin bakalım?" diye sordu.
Ma'bed:
"Şöyle
söyledim!" diyerek okuduğu beyitlerde şöyle dedi:
"Askerlerinin
çokluğundan ve gürültülerinin dehşetinden, hayvanım az kalsın yere çökecekti!
Sanki
yeryüzünde at ve insan seli akıyor!
Yanlarında,
mızrak ve kalkanları bulunmayan, silahsız, bodur ve şanlı arsi anlar koşuyorlardı!
Onların
ağırlıklarından yeryüzü ağdıracak sandım!
Acele,
yanlarından uzaklaştım.
Onlar,
yalnız ve yardımsız bulunmayan liderleriyle yükselmişler!
Onlar,
sizinle karşılaşınca, Batha vadisi ve sakinleri ırgalanıp sallanacak!
Yazık
oldu, dedim, Harb'in oğlu Ebu Süfyan'a!
Ben
güneş altında kavrulan Mekkeliler ve onlardan her düşünen kişi için, sonucun
dehşetini haber veren bir uyarıcıyım!
Anlatmaya
çalıştığım ordu Ahmed'in ordusudur ki, o düşük ve bayağı insanlardan derlenmem
iştir.
Benim
tavsiflerim ve uyarılarım boş laflardan ibaret değildir!"
Ebu
Süfyan ve yanındakiler, Ma'bed'in şiirini beğendiler ve övdüler.[599]
Ebu
Süfyan'la arkadaşlarının kalblerine korku düştü.
Medine'ye
dönmekten vazgeçip acele Mekke yolunu tuttular.
Ma'bed
b. Ebi Ma'bed, Peygamberimiz Aleyhisselama Huzâalı bir adam göndererek durumu
haber verdi.[600]
Mekke'ye
yöneldiği sırada, Ebu Süfyan'a Abdulkays oğullarından bir kafile rastladı.
Ebu
Süfyan, onlara:
"Nereye
gitmek istiyorsunuz!" diye sordu.
Abdulkays
oğulları:
"Medine'ye
gitmek istiyoruz!" dediler.
Ebu
Süfyan:
"Ne
için gidiyorsunuz?" diye sordu.
Abdulkays
oğulları:
"Yiyecek
almak için gidiyoruz!" dediler.
Ebu
Süfyan:
"Sizi,
benim tarafımdan söylenecek sözleri Muhammed'e söylemek üzere elçi olarak
göndersem, bu vazifeyi yerine getirince de yarınUkaz panayırında develerinize
kuru üzüm yüklesem olur mu?" dedi.
Abdulkays
oğulları "Olur!" dediler.
Ebu
Süfyan:
"Ona,
kavuştuğunuzda haber veriniz ki; biz onun ve ashabının üzerine yürümeye ve
köklerini kazımaya karar verdik!" dedi.
Abdulkays
oğulları Peygamberimiz Aleyhisselama Hamrâü'l-Esed'de rastlayıp, Ebu Süfyan'ın
söylediği sözleri bildirdiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hasbünallah
ve ni'mel vekîl=Allah bize yeter! O ne güzel VekîTdir![601]
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onlar (dediklerini
yapmaya kalkacak olurlarsa) Allah tarafından azab alâmeti olarak hazırlanacak
taşlara tutulurlar, orada kalıp sabahlarlarsa, geçmiş gün gibi silinir giderlerdi!"
buyurdu.[602]
*
* *
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hamrâü'l-Esed'de üç gün oturduktan sonra, Medine'ye döndü.[603]
Uhud
savaşı bir belâ, bir imtihan, herkesin içindekini dışına vurma günü olmuş;
mü'mini, münafıkı ayini etmişti.[604]
Münafıklar;
Müslümanların şehitlerine ağlayıp sızlamalarını Müslümanları Peygamberimiz
Aleyhisselamdan ayırmak için bir fırsat saydılar.
Yahudilerin
hıyanet ve yaramazlıkları da açığa çıktı.
Medine'de
nifak ve fesad kazanı kaynamaya başladı.
Yahudiler,
Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
"Eğer
gerçekten peygamber olsaydı, Kureyş müşriklerini yener, onlara yenilmezdi!
Kendisinin hükümdarlıktan, saltanattan başka bir maksadı yoktur!"
diyorlardı.
Münafıklarda
aynı şeyi söylüyor, yaralı Müslümanlara:
"Bize
itaat etmiş olsaydınız, uğradığınız musibete uğramazdınız!" diyorlardı.[605]
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl ve onunla birlikte olan münafıklar, Peygamberimiz
Aleyhisselamla saha-bilerinin yaralanmış olmalarına seviniyorlar, çirkin sözler
söylüyorlar, yaygara koparmaktan geri durmuyorlardı.
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl, Uhud'da yaralanmış olan oğluna:
"Sen
benim görüşümü dinlemeyen, gençlerin görüşüne uyan Muhammed'le Uhud'a
gitmeşeydin, bu musibete uğramazdın! Vallahi, ben işin bu sonuca varacağını
görür gibiydim!" diyor, oğlu Abdullah ise:
"Allah'ın
Resûlüne ve Müslümanlara yapmış olduğu şeyde, muhakkak, hayır ve hikmet
vardır!" diyerek cevap veriyordu.[606]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Medine'ye hicret edip geldikten ve Mescid yapıldıktan sonra,
Abdullah b. Übeyy b. Selûl her Cuma günü Mescide gelir, daima Mescidin belli
bir yerinde oturur, hiç kimse ona itiraz etmez, kendisinin mevkiine ve kavmine
hürmeten, bu hareketi hoş görülürdü.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Cuma günü Mescidde Müslümanlara hutbe irad edip oturunca, Abdullah
b. Übeyy b. Selûl ayağa kalkar ve:
"Ey
insanlar! Allah'ın aranızda bulundurup sizi onunla galip ve üstün kıldığı,
şereflendirdiği bu Resûlüne yardım ediniz ve saygı gösteriniz! Onun sözlerini
dinleyiniz ve kendisine itaat ediniz!" der, otururdu.
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl, Uhud günü, yapılmayacak şeyi yaptığı, kendisine uyan halk
ile geri döndüğü zamana kadar, hep böyle yapardı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hamrâü'l-Esed seferinden döndükten sonra, Cuma günü, Abdullah b.
Übeyy b. Selûl yine öteden beri yapmakta olduğunu yapmak için ayağa kalkınca,
Müslümanlar elbisesinin eteklerinden çekerek, ona:
"Otur
ey Allah düşmanı! Sen buraya lâyık değilsin! Sen yapacağın kötülüğü
yaptın!" dediler.[607]
Ebu
Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî ile Ubâde b. Sâmit, orada bulunanların, Abdullah
b. Übeyy b. Selûl'e en sert ve katı davrananı idiler.
Muhacirlerden,
ona müdahale eden olmadı.
Ebu
Eyyub İbn Übeyy'in sakalından tuttu, Ubâde b. Sâmitde boynundan itti ve:
"Sen
buraya lâyık değilsin!" dediler.[608]
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl, ne yapacağını şaşırdı, dışan çıktı.
"Sanki
ben büyük bir kabahat işlemişim, kötü bir söz söylemişim?! Vallahi ben onun
işini pekiştirmek için ayağa kalkmıştım!" diyerek dert yanmaya başladı.[609]
Mescidin
kapısında bir adamla, Muavviz b. Afra ile karşılaştı.
Muavviz,
ona:
"Yazıklar
olsun sana! Ne oldu sana?" diye sordu.
İbn
Übeyy:
"Onun
işini pekiştirmek için ayağa kalkmıştım. Sanki büyük bir kabahat işlemişim,
kötü bir söz söylemişim gibi, onun ashabından birtakım adamlar yerlerinden
fırlayıp üzerime yürüdüler, beni çekmeye, itmeye, suçlamaya, azarlamaya
başladılar. Halbuki, ben onun işini pekiştirmek için kalkmıştım!" dedi.
Muavviz:
"Yazıklar
olsun sana! Dön de, Resûlullah Aleyhisselam senin için Allah'tan af ve mağfiret
dilesin!" dedi.
İbn
Übeyy:
"Vallahi
onun benim için af ve mağfiret dilemesini istemiyorum!" dedi.[610]
Mescidde
Müslümanlarla birlikte oturduğunu gördüğü[611]
oğluna da:
"Muhammed
beni Sehl ve Süheyl'in hurma kurutma yeri olan(!) Mescidden çıkardı!"
dedi.[612]
Beşir
(Bişr) b. Akrebe der ki:
"Babam
Akrebe, Peygamber Aleyhisselamın yanında bazı gazalarda,[613]
Uhud'da[614] şehit olup da ağladığım
bir sırada, Peygamber Aleyhisselam yanıma uğradı[615] ve
bana:
'Ey
sevgilicik! Ağlama![616]
Sus![617] Ben
senin baban olursam, Âişe de annen olursa, razı olmaz mısın?1
buyurdu.[618]
'Babam,
anam sana feda olsun yâ Rasûlallah![619]
Evet! Razı olurum!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam, başımı sığadı.
Başımın
saçları ağardığı halde, Resûlullah Aleyhisselamın elinin değdiği yerlerin
saçları siyah kaldı, hiç ağarmadı.
Dilimde
de pelteklik vardı.
Resûlullah
Aleyhisselam ağzıma püskürünce, peltekliğim de geçti.[620]
Resûlullah
Aleyhisselam, bana:
'Senin
adın ne?1 diye sordu.
'Bişr!'
dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Hayır!
Sen, Beşir'sin!1 buyurdu."[621]
Yüce
Allah'ın Peygamberimiz Aleyhisselama indirdiği Al-i İmran sûresinin altmış
âyeti, Uhuc! savaşı durumu ile ilgili idi.[622]
Misver
b. Mahreme Uhud savaşı haberini sorduğu zaman, Abdurrahman b. Avf:
"Âl-i
İmran sûresinin 120. âyetinden sonrasını oku! Bizimle Uhud'da bulunmuş gibi
olursun!" demiştir.[623]
Âl-i
İmran sûresinde, bu hususta şöyle buyurulur
"Hani,
sen mü'minleri muharebeye elverişli yerlerde yerleştirmek üzere, erkenden
ailenden ayrılmıştın.
Allah,
herşeyi işiten ve bilendi."
"O
zaman, içinizden iki zümre (ordunun iki kanadını teşkil eden Hazrecîlerden
Selime oğulları ile Evsîlerden H ârise oğulları) zaaf göstermek istemişti.
Halbuki,
onların yardımcısı Allah'tı.
Mü'minler,
ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır."
"Andolsun
ki; siz sayıca çok az, kuvvetçe çok zayıf iken, Allah size Bedir'de yardım
etmişti.
(Allah'ın
buyruklarını yerine getirmek, yasakladıklarından geri durmak suretiyle)
Allah'tan sakının ki, şükretmiş olasınız!"
"O
vakit, sen, mü'minlere:
İndirilen
üç bin melekle, Rabbinizin size imdad etmesi yetmez mi?' diyordun."
"Evet!
Siz sabır ve sebat eder ve itaatsizlikten sakınırsanız, şunlar da ansızın
üzerinize geliverirlerse, Rabbiniz size belirli alâmetleri olan beş bin
melekle imdad edecektir."
"Allah,
bu imdadı, size zaferin bir müjdesi olsun, kalbleriniz onunla yatışsın diye
yaptı.
Yoksa,
yardım ve zafer, ancak yegâne galib ve yegâne hikmet sahibi olan Allah
tarafındandır."
(Bir
de, Allah'ın bu imdadı) küfredenlerden ileri gelenlerin bir kısmını bölmek,
öldürmek veya esir etmek veya onları perişan ve helak etmek ve böylece
maksatlarına eremeden elleri boş döndürmek içindi."
"(Ey
Resûlüm! Kulların) iş(lerin)den hiçbir şey sana ait değildir.*
(Allah)
ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları zalim oldukları için azaba
uğratır?"
"Göklerde
ne var, yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır.
O,
kimi dilerse yarlıgar, kimi dilerse azaba uğratır.
Allah
çokyariıgayıcıdır, çok esirgeyicidir."
"Allah'a
ve Resûle itaat ediniz ki, rahmete kavuşturmasınız."
"Rabbinizin
mağfiretine, ve takva sahipleri için hazırlanmış olan, göklerle yer enindeki
Cennete koşuşunuz!"
"Onlar
(o takva sahipleri) ki, bollukta ve darlıkta infak edenler, kızdıkları zaman
öfkelerini yutan (yenen)ler, insanların kusurlarını affedip geçenlerdir.
Allah
iyilik edenleri sever."
"Onlar
ki, bir kabahat yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak
hemen günahlarının
bağışlanmasını
isteyenlerdir.
Günahları,
Allah'tan başka kim bağışlayabilir?
Hem
onlar ki, işledikleri günah üzerinde, bilip dururlarken, ısrar da
etmeyenlerdir."
"İşte
onlar ki, kendilerinin mükâfatı, Rablerinden gelecek bir bağışlama ve altından
ırmaklar akan Cennetlerdir ki, orada temelli kalıcıdırlar.
Böyle
yapanların mükâfatı ne güzeldir!"
"Sizden
önce, birçok vak'alar, şeriatlar gelmiş geçmiştir.
Onun
için, yeryüzünde gezin, dolaşın da (Âd, Semûd, Lût, Medyen kavmi gibi şirke
sapmış), peygamberleri yalanlamış olanların akıbetleri ne olmuş bir
görün!"
"Bu,
bütün insanlara bir beyan, Allah'ın buyruklarını yerine getirenler,
yasakladıklarından da geri duranlar için bir hidayet ve bir öğüttür!"
"Ey
mü'minler! (Uğradığınız musibetlerden dolayı) gevşemeyiniz! Ümitsizliğe
düşmeyiniz! Mahzun da olmayınız!
Sizler
(Peygamberimi ve onun Benim tarafımdan size getirip tebliğ ettiğini doğrulayan)
mü'minler iseniz, (düşmanlarınıza) üstünsünüzdür!"
"Eğer
size (Uhud'da bir yara değmiş bulunuyorsa, Bedir savaşında) o kavme
(müşriklere) de o kadar yara değmiştir.
O
günler (öyle günlerdir) ki, biz onları insanlar arasında (gâh lehlerinde, gâh
aleyhlerinde olmak üzere) döndürür dururuz.
Bu
da, Allah'ın Ezeldeki ilmini iman edenlere açıklaması, içinizden şehitler
edinmesi, mü'minleri tertemiz yapması, kâfirleri de murdar ölümle helak etmesi
içindir.
Allah
zalimleri sevmez."
"Yoksa,
siz Allah içinizden savaşanları (savaşmayanları) belli etmeden, sebat edenleri
(sebat etmeyenleri) belli etmeden, Cennete girivereceğinizi mi sandınız?"
"Andolsun
ki; siz, ölümle karşılaşmadan önce, onu arzulamıştınız.
İşte,
onu gördünüz de!
Fakat,
siz (seyirciler gibi) bakıyordunuz!"
"'Muhammed
öldürüldü!' şayiası üzerine bozguna uğrayıp düşmanlarınızdan kaçtınız!)
Muhammed,
bir resûlden başka (birşey) değildir.
Ondan
önce de, nice resûller gelmiş geçmiştir.
Şimdi,
o ölür ya da öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz?!
Kim
böyle iki ökçesi üzerinde ardına dönerse, elbette, Allah'a hiçbir şeyle zarar
vermiş olmaz!
Allah
şükür ve sebat edenlere mükâfat verecektir."
"Allah'ın
izni olmadıkça, hiçbir kimseye ölme yoktur!
O,
kararlaştırılmış bir yazıdır.
Kim
(ahiret sevabını istemez) dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz.
(Onun ahiret nasibi olmaz!)
Kim
de ahiret sevabını isterse, (dünyadaki rızkıyla birlikte) ona da ondan veririz.
Biz
şükredenleri (Allah'ın buyruklarını yerine getirenleri, yasakladıklarından da
sakınanları) mükâfatlandıracağız."
"Nice
peygamberler geldi geçti ki) onların yanlarında Allah adamlarından birçokları
bulunup savaştılar da, Allah yolunda başlarına gelen (belâ)dan dolayı ne
gevşeklik, ne de zaaf gösterdiler.
Onlar
düşmana boyun da eğmediler.
Hiç
şüphesiz, Allah sabır ve sebat edenleri sever.
İşte,
onların sözleri de:
'Ey
Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla! Cihad
meydanında ayaklarımızı sabit kıl! Kâfirler cemaatına karşı bize yardım et!'
demelerinden başka birşey değildi.
(Peygamberleri
şehit edildiği halde, onlar, sizin yaptığınız gibi yapmadılar.)"
"Nihayet,
Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel (istihkaklarından
fazla olan) sevabını verdi.
Allah
iyi hareket edenleri sever."
"Ey
iman edenler! Eğer siz küfür ve inkâr edenlere itaat edecek olursanız, sizi
ökçelerinizin üstünde (gerisin geri küfre) çevirirlerde, (dünyada da, ahirette
de) büyük zarara uğrayanların haline dönersiniz!"
"Hayır!
Sizin Mevlânız, yardımcınız Allahtır!
O,
yardım edenlerin, edeceklerin en hayırlı sı dır."
"Hakkında
Allah'ın hiçbir hüccet (delil) indirmediği şeyleri ona eş tanıdıklarından
dolayı küfredenlerin kalbine şiddetli bir korku salacağız.
Onların
yurtlan ateştir!
Zalimlerin
dönüp varacağı yer, ne kötüdür!"
"Andolsun
ki; Allah'ın size olan va'di-O'nun izniyle onları (düşmanlan) kolayca
öldüregeldiğiniz, hatta sevmekte olduğunuz (zaferi) de size gösterdiği zamana
kadar-yerine gelmişti.
Sonra,
siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz!
İçinizden
kimi dünyayı istiyor, kimi ahireti diliyordu.
Sonra,
Allah size ibtilâ vermek için, onları (düşmanlan) geri çevirdi.
(Bununla
beraber), sizi muhakkak bağışladı da.
Zaten,
Allah mü'minler hakkında bol lütuf ve inayet sahibidir."
"O
zaman, siz (harp meydanından) boyuna uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz!
Resûlullah
ise, arkanızdan sizi çağırıp duruyordu!
Bunun
üzerine, Allah sizi keder üzerine kederle cezalandırdı ki, ne elinizden giden
(zafer)e, ne de başınıza gelen musibete mahzun olmayasınız.
Allah
bütün yaptıklarınızdan, yapacaklarınızdan haberdardır."
"Sonra
(Allah) o kaderin arkasından üzerinize öyle bir uyku indirdi ki, o, içinizden
birzümreyi örtüp buruyordu.
Bir
zümre de canlarının sevdasına düşmüştü. Allah'a karşı, haksız yere, Cahiliye
zannı gibi kötü zanlarda bulunuyor ve 'Bu işten bize ne var?' diyorlardı.
De
ki: 'Bütün iş, Allah'ındır!'
Onlar,
sana açmayacaklarını içlerinde saklıyorlar, 'Bize o va'dolunan işten bir pay
olsaydı, burada öldürülmezdik!' diyorlardı.
Onlara
şöyle de: 'Siz Uhud'a çıkmayıp da evlerinizde oturmuş olsaydınız bile,
öldürülmeleri üzerlerine yazılmış, takdir edilmiş olanlar, yine muhakkak
vurulup düşecekleri yerlere çıkıp gidecekti (öldürüleceklerdi).'
Allah
bunu göğüslerinizdekini yoklamak ve kalblerinizdekini temizlemek için yaptı.
Allah
sinelerde saklanan herşeyi bilendir."
"Şüphe
yok ki, iki ordu karşılaştığı gün, içinizden geri dönenler var ya, onları
irtikap ettikleri bazı şeyler yüzünden ancak şeytan kaydırmak istedi.
Andolsun
ki; Allah, yine, onları affetti.
Çünkü
Allah çok yarlıgayıcıdır, cezalandırmakta acele edici değildir."
"Ey
iman edenler! Siz o küfredip de yeryüzünde seyahat ve seferde yahut gazada
bulundukları zaman ölen kardeşleri hakkında 'Bizim yanımızda olsalardı,
ölmezler, öldürülmezlerdü' diyenler gibi olmayınız!
Allah
bunu onların yüreklerinde bir hasret kalması için yaptı.
Allah
hem diriltir, hem öldürür.
Allah
ne yaparsanız hakkıyla görendir."
"Andolsun
ki; eğer Allah yolunda ölür veya öldürülürseniz, Allah'ın bir yariıgaması ve
esirgemesi, onların toplayacakları bütün şeylerden (dünyalıklardan) muhakkak
daha hayırlıdır."
"Andolsun
ki; ölseniz de, öldürülseniz de, muhakkak hepiniz Allah'ın huzurunda
toplanacaksınız!"
"(Müslümanlar,
başından dağıldıktan sonra dönüp yanına geldikleri zaman) sen Allah'tan gelen
bir esirgeme sayesindedir ki, onlara yumuşak davrandın,
Eğer
kaba, kat yürekli olsaydın, onlar etrafından herhalde dağılır giderlerdi.
Artık
sen onlan bağışla. Allah'tan da, günahlarının bağışlanmasını iste.
İş
hususunda da onlarla müşavere et!
Bir
kere de azmettin mi, artık Allah dayan!
Çünkü
Allah kendisine dayananlan sever."
"Allah
size yardım ederse, artık sizi yenecek yoktur!
Şayet
sizi yardımsız bırakırsa, O'ndan sonra, size yardım edebilecek kim var?
Mü'minler
ancak Allah'a güvensin, dayansınlar?"
"Allah'ın
rızasını tâbi olan kimse, Allah'ın hışmına uğrayan ve durağı Cehennem olan adam
gibi midir?
O,
ne kötü dönüş yeridir!"
"Onlar
(Allah'ın rızasına tâbi olanlar) ise, Allah katında derece derecedir.
Allah,
(kim) ne yaparlarsa, hakkıyla görendir."
"Andolsun
ki; mü'minler daha önce apaçık ve kesin bir sapkınlık içinde bulunuyoriarken,
Allah, içlerinden ve kendilerinden, onlara âyetlerini okur, onlan tertemiz
yapar, onlara Kitab ve hikmeti öğretir bir resûl göndermiş olduğu için, büyük
bir lutufta bulunmuştur."
"Sizin
(Bedir'de) iki katini onların başlarına getirdiğiniz bir bela (Uhud'da)
kendinize çatmış olduğu için mi 'Bu nereden geldi?' dediniz!
De
ki: 'O, kendi katınızdandır!'
Şüphesiz
ki, Allah herşeye hakkıyla kadirdir."
"İki
ordunun karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah'ın emriyle idi.
Bu
da, Allah'ın mü'minleri, ayırd etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi.
Berikilere:
'Geliniz, Allah yolunda muharebe ediniz! Yahut, hiç olmazsa, düşmanın kendinize
ve ailelerinize saldırmasını önleyiniz!' denildi de:
'Biz
muharebe etmeyi bilseydik, elbette ki arkanızdan gelirdik!' dediler.
Onlar,
o gün, imandan ziyade küfre yakındılar.
Kalblerinde
olmayanı, ağızlarıyla söylüyorlardı.
Onlar
ne gizlerlerse, Allah çok iyi bilendir."
"Kendileri
(evlerinde) oturarak, kardeşleri için 'Eğer bizi dinleselerdi, ölmeyeceklerdi!'
diyen o adamlara de ki:
'Öyleyse,
kendi nefislerinizden ölümü geri çeviriniz! Eğer doğru söyleyici (kimse)ler
iseniz?'
"Allah
yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanma!
Bilakis,
onlar Rableri katında diridirler!"
"(Öyle
ki, Allah'ın) lütuf ve inayetinden kendilerine verdiği şeylerle hepsi de şâd
olarak (Cennet nimetleriyle) nzıklanıriar!
Arkalarından
henüz onlara katılamayanlar hakkında da:
'Onlara
hiçbir korku yoktur! Onlar mahzun da olacak değillerdir!' diye müjde vermek
isterler."
"Onlar,
Allahtan (gelen) bir nimetle, (hatta) daha fazlasıyla ve Allah'ın mü'minlere
olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler."
"Kendilerine
yara isabet ettikten sonra, yine Allah'ın ve Resûlünün davetine icabet edenler,
hele içlerinden iyilik yapanlar ve fenalıktan sakınanlar için, pek büyük
mükâfat vardır."
"Onlar
öyle kimselerdir ki, halk kendilerine '(Düşmanınız olan) insanlar size karşı
ordu hazırladılar! O halde onlardan korkun!' dedi de, bu söz onların imanını
arttırdı ve 'Allah bize yeter! O ne güzel Vekîl'dir!' dediler."
"Bunun
üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allahtan bir nimet ve fazi ile
(Hamrâü'l-Esed'den) geri dönüp (Medine'ye) geldiler.
Bu
suretle, Allah'ın nzasına da uymuş bulundular.
Allah
çok büyük lütuf ve inayet sahibidir."
"(Size
o haberi getiren adam) mutlaka (sizi) kendi dostlarından korkutmakta olan o
şeytandır.
Öyleyse,
siz onlardan korkmayın, Benden korkun-eğer mü'minler iseniz!"
"O
küfre koşuşanlar seni tasalandırmasın! Çünkü onlar Allah'a hiçbir şeyle zarar
veremezler.
Allah
onlara ahirette hiçbir nasip vermemeyi irade eder. Onlar için pek büyük bir
azap vardır."
"İmanı
bırakıp küfrü satın alan onlar, Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onlar
için pek acıklı bir azap vardır."
"O
küfredenler, kendilerine zaman (ve meydan) vermemizi nefisleri için asla
hayırlı sanmasın!
Onlara
fırsat verişimiz ancak günahlarını arttırmaları içindir!
Onlara
hor ve hakîr edici bir azap vardır."
"Allah
halis mü'minleri üzerinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir.
Nihayet,
m urdan temizden ayıracaktır.
Bununla
birlikte, Allah size gaybı da bildirecek değildir.
Fakat,
Allah resûllerinden kimi dilerse, seçer. (Gaybı ona bildirir.)
Onun
için, siz, Allah'a ve resûllerine iman ediniz!
Eğer
iman eder ve günahlarınızdan sakınırsanız, size de pek büyük mükâfat
vardır."[624]
Cabir
b. Abdullah derki:
"Sa'd
b. Rebi1, Uhud'da şehit oldu.
Resûlullah
Aleyhisselam Medine'ye döndü, sonra Hamrâü'l-Esed'e gitti.[625]
O
sırada, Sa'd b. Rebi'in kardeşi gelip Sa'd'ın mirasını aldı.
Sa'd
b. Rebi'in iki kız çocuğu vardı. Zevcesi*
de, hamile idi.
Müslümanlar,
Cahiliye devrinde olduğu şekilde, birbirlerinden miras alırlardı.
Sa'd
b. Rebi' şehit olduğu zaman, miras âyeti daha inmemişti.[626]
Sa'd
b. Rebi'in zevcesi, iki kızı ile birlikte Peygamber Aleyhisselamın yanına geldi
ve:
'Yâ
Rasûlallah! Şuncağızlar, Sa'd b. Rebi'in kızlarıdır. Babalan senin yanında Uhud
günü çarpışırken şehit oldu.
Kızların
amcası gelip bütün mallarını aldı, şuncağızlara hiçbir mal bırakmadı. Bilirsin
ki, malları olmadıkça, hiçbir zaman evlenemezler!' dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
'Her
halde, Allah bu hususta hükmünü verir' buyurdu.
Bunun
üzerine, Yüce Allah, Peygamber Aleyhisselama miras âyetini indirdi[627] ve
orada şöyle buyurdu:
"Allah
size miras hükümlerini şöyle tavsiye ve emr eder:
Çocuklarınız
hakkındaki hüküm:
Çocuklardan
erkeğe, iki dişi payı kadar vardır.
Eğer
çocuklar, hepsi dişi olmak üzere ikiden çok iseler, ölünün bıraktığı malın üçte
ikisi onlarındır.
Dişi
tek ise, o zaman, malın yansı onundur.
Ölünün
bir tek çocuğu varsa, ölünün ana ve babasından her birine terikenin altıda biri
verilir.
Fakat,
çocuğu yoksa, ölüye yalnız ana ve babası varis oluyorsa, terikenin üçte biri
anasınındır, geri kalan da babasının hakkıdır.
Eğer
ölenin erkek, dişi kardeşleri varsa, annesinin hissesi altıda birdir.
Bu
hükümler, ölünün borcu ödendikten ve yaptığı vasiyeti yerine getirildikten
sonradır.
Siz,
babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın
olduğunu bilmezsiniz.
Bu
hükümler, bu hisseler, Allah'tan birer farîzadır. Şüphesiz ki, Allah herşeyi
bilen ve yerli yerince hükmedendir.[628]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa'd b. Rebi'in zevcesini ve Sa'd b.
Rebi'in kardeşini çağırttı.[629]
Sa'd
b. Rebi'in kardeşi Belharis b. Hazrecler arasında bulunuyordu.
Kendisi,
çok yorgun bir halde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.[630]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sa'd'ın
iki kızına malın üçte ikisini, kızların annesine de sekizde birini ver!
Geri
kalanı da senindir!" buyurdu.[631]
Amre
Hatun kendisini tutamadı, yüksek sesle "Allahuekber!" diyerek tekbir
getirdi.
Mescidde
bulunanlar, onun tekbirini işittiler.[632]
İslâm'da
ilahî hükümlere göre ilk miras taksimi, Sa'd b. Rebi'in veresesi arasında
böylece yapılmıştır.[633]
[1]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 63.
[2]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 63, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s.
311, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 3, Ebu'l-Fidâ,el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
4, s. 9, İ bn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 23, Kastalânî, Mevâhibü'l
ledünniye, c. 1, s. 119.
[3]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 63.
[4]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 63, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 199, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 36, Belâzurî, Ensâb, c. 1 ,s. 311, Taberî, Târîh, c.
3, s. 11, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 204, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s.
2, Zehebî, Megâzî, s. 1 32, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 9, İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 148.
[5]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 199, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 36, Belâzurî, c. 1,
s. 311, Taberî, c. 3, s. 11, Beyhakî, c.3, s. 201 ,İbn Seyyid, c. 2, s. 2,
Zehebî, s. 132, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 9, Kastalânî, c. 1, s. 199.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/107.
[6]
Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 1, s. 108.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/107.
[7]
İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 64, Taberî, c. 3, s. 9-10, Beyhakî, c. 3, s.
201, İbn Seyyid, c. 2, s. 2, Zehebî, s. 134, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 10,
Kastalâni, c. 1, s. 199.
[8]
İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 64, Vâkıdî, c. 1, s. 1 99, Belâzurî, c. 1, s.
312, Taberî, c. 3, s. 10, Beyhakî, c. 3, s. 224, İbn Esîr, c. 2, s. 148, İbn
Seyyid, c. 2, s. 2, Zehebî, s. 134, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 1 0.
[9]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 199, Belâzurî, Ensâb, c.1 , s. 312.
[10]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 64, Taberî, Târîh, c. 3, s. 10, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 148, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.2, s. 2, Zehebî, Megâzî, s.
134, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 10, Kastalânî,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 119,Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 41 9.
[11]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 199, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 419.
[12]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 199-200.
[13]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 200, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 37.
[14]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 200.
[15]
İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 64, Taberî, c. 3, s. 10, Beyhakî, c. 3, s. 224,
İbn Seyyid, c. 2, s. 2, Zehebî, s. 134-135, Ebu'l-Fidâ, c. 4,s.1O.
[16]
Vâkıdî, c. 1 ,s.200, İbn Sa'd, c. 2, s. 37, İbn Seyyid, c. 2, s. 2, Kastalânî,
c. 1, s. 120, Diyarbekrî, c. 1 , s. 419.
[17]
Vâkıdî, c. 1,s.200, İbn Sa'd, c. 2, s. 37, Belâzurî, c. 1, s. 312, İbn Seyyid,
t 2, s. 2, Diyarbekrî, c. 1,s. 419.
[18]
İbn İshak, c.3, s. 64, Vâkıdî, c.1, s. 200, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2,
s. 37, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 225,İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 2, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 10, Kastalânî,
Mevâhibül'-ledünniye, c. 1, s. 120,Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 41 9.
[19]
Enfâl: 36.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/107-109.
[20]
İbn İshak, İbn Hişam,c.3, s. 64, Taberî, Târîh, c. 3, s. 10, Beyhakî, c. 3, s.
225, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 149, İbn Seyyid, c.2,s.2, Zehebî, Megâzî, s.
135, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 10, Diyarbekrî, c. 1.S.419.
[21]
Vâki cif, Megâzî, c.1, s. 201, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 312, İbn
Esîr, c. 2, s. 149.
[22]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 65, Taberî, c. 3, s. 10, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
10.
[23]
Vâki di, Megâzî, c. 1, s. 201.
[24]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 65, Taberî, Târîh, c. 3, s. 10, İbn
Seyyid, Uyun, c. 2, s. 3, Zehebî, Megâzî, s. 1 35, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 10.
[25]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 201.
[26]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 65, Taberî, c. 3, s. 10, Zehebî, s. 135,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 10.
[27]
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 312.
[28]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 65, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 149, İbn Seyyid,
c. 2, s. 3, Zehebî, s. 135, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâyeve'n-nihâye, c. 4, s. 11.
[29]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 66, Taberî, c. 3, s. 10, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 11 .
[30]
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 11.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/110-111.
[31]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 71, Vâkıdî, c. 1, s. 205-206, Belâzurî, c. 1, s.
282, 313, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 2-3, İbn EaY, c. 2, s. 149, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 16.
[32]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 205, Belâzurî, c. 1, s. 31 3.
[33]
İbn İsfıak.İbnHişam, c. 3, s. 71, Vâkıdî, c.11 , s. 206, İbn Esîr , c. 2, s.
149, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 16.
[34]
Vâkıdı, Megâzı.c. 1,s.2O6.
[35]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 37.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/111-112.
[36]
Vâkıdî, c. 1, s. 203, İbn Sa'd, c. 2, s. 37, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s.
3, s. 313, Taberî, Târih, c. 3, s. 12, İbn Esîr, Kâmil,c. 2, s. 151, İbn
Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 24, Kastalânî, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 1
21, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1,
s.422.
[37]
Vâkidi, c. 1, s. 203-204.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/112.
[38]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 66, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 47, İbn Esîr, c. 2,
s. 149, Zehebî, Megâzî, s. 136, İbn Haldun, c. 2, ks.2,s. 24.
[39]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 66, Taberî, c. 3, s. 10, Zehebî, s. 135-136,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 11 , Diyarbekrî, c. 1 , s. 419.
[40]
Vâkidi, c. 1, s. 203.
[41]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 66, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 202-2,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 312-313, Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 0, İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 49, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 11.
[42]
Vâkıdî, c. 1, s. 202-203.
[43]
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 11.
[44]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 37, Taberî, c. 3, s. 1 2, İbn Haldun,
Târîh, c. 2, ks. 2, s. 24, Kastalânî, Mevâhibü'l-ledün-niye, c. 1, s. 121,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 422.
[45]
Vâkıdî, c. 1,s.2O6, Belâzurî, c. 1 , s. 323, İbn Esîr, c. 2, s. 149, İbn Haldun,
c. 2,ks. 2, s. 24, Diyarbekrî, c. 1, s. 420.
[46]
Vâkıdî, c. 1,s.2O2, İbn Sa'd, c. 2, s. 37, Belâzurî, c. 1, s. 313, İbn Esîr, c.
2, s. 149, Diyarbekrî, c. 1, s. 420.
[47]
Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 313, İbn Esîr, c. 2, s. 149, İbn Haldun, c. 2, s. 24.
[48]
Vâkıdî, c. 1,s.2O2, İbn Sa'd, c. 2, s. 37, Belâzurî, c. 1, s. 313, İbn Esîr, c.
2, s. 149, Diyarbekrî, c. 1, s. 420.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/112-114.
[49]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 203.
[50]
İbn İshak, İbnHişam, c. 3, s. 134, Vâkıdî, c. 1, s. 203, İbn Sa'd, c. 2, s. 40,
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 226, Ebu Fidâ. c. 4. s. 12.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/114.
[51]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 31, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 812,
Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 72.
[52]
İbn Sa'd, c. 2, s. 37, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 2-3.
[53]
Vâkidî, Megâzî, c. 1, s. 203-204.
[54]
Vâkidi, c. 1, s. 204, Belâzurı, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 31 3.
[55]
Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 313-314.
[56]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 204, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 31 4,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1 , s.
420, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 489.
[57]
Vâkıdî, c. 1, s. 204, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 37.
[58]
Aynı kaynaklar.
[59]
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 420.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/114-116.
[60]
Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 206.
[61]
Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 272, Halebî, İnsanu'l-uyûn, c. 2, s. 490.
[62]
Vâkıdî, c. 1,s.2O6.
[63]
Ezrakî, c. 2, s. 273, Halebî, c. 2, s. 490.
[64]
Vâkıdî, c. 1 ,s.2O6.
[65]
Vâkidi, t 1, s. 206, Ezrakî, c. 2, s. 272.
[66]
Vâkıdî, c. 1,s.2O6.
[67]
Vâkıdî, c. 2, s. 206, Ezrakî, c. 2, s. 273, Halebî, c. 2, s. 490.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/116-117.
[68]
İbn Esîr.Usdu'l-gâbe, c. 1.S.173.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/117.
[69]
İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 3, s. 67, Taberî, Târih, c. 3, s. 1 O, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 225, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 150, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 3, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4,10.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/117-118.
[70]
Vâkıdî, c. 1 ,s.2O8, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 37, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf,
c. 1,s.314.
[71]
Vâkıdî, c. 1, s. 206-207, Diyarbekrî, Târıhul-Hamîs, c. 1, s. 421.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/118.
[72]
Vâkıdî, c. 1,5.208, İbn Sa'd, c. 2, s. 37-38.
[73]
İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 66-67, Vâki di, 11, s. 208-209, İbn Sa'd, c.2,
s. 38, Belâzurî, c. 1, s. 314, Taben, Târih, c. 3, s. 11, Beyhakî, c. 3, s.
225-226, İbn Esîr , c. 2, s. 150, İbn Seyyid, c. 2, s. 3, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
11.
[74]
Vâkıdî, c. 1.S.209, İbn Sa'd, c. 2, s. 37-38, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s.
271, Belâzurî, c. 1.S.314.
[75]
Vâkıdî, c. 1.S.209, İbn Sa'd, c. 2, s. 38, Belâzurî, c. 1, s. 314.
[76]
İmam Zührî, Megâzî, s. 76, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 209, Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 363, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 38, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s.
27.
[77]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 67, Vâkıdî, c. 1, s. 209, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 3.
[78]
Buhâri, Sahîh, c. 5, s. 39, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 54-55.
[79]
İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 67, Vâkıdî, c.1, s. 209, İbn Sa'd, c. 2, s. 38,
Taberî, c. 3, s. 11.
[80]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 67, Taberî, c. 3, s. 11, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 226, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 150, İbn Seyyid,
c.2, s. 3.
[81]
İbn İshak, İbn Hişâm , c. 3, s. 67, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 55, Taberî, c. 3,
s. 11, Beyhakî, c. 3, s. 26, İbn Esîr, c. 2, s. 150, İbn Seyyid, c.2, s. 3.
[82]
Vâkıdî, c. 1.S.210.
[83]
Vâkıdî, c. 1,5.210, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 12.
[84]
Vâkıdî. c. 1. s. 210. Abdurrezzak. c. 5. s. 363. Ebu'l-Fidâ. c. 4. s. 12.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/118-119.
[85]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 209.
[86]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 67, Taberî, Târih, c. 3, s. 11.
[87]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 45, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 351,
Dârimî, Sünen, c. 2, s. 55.
[88]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 210.
[89]
Vâkıdî, c. 1, s. 211, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 315, Taberî, Târîh, c.
3, s. 11, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.12.
[90]
Vâkıdî, c. 1 ,s.211 , İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1504-1505, Taberî, t 3,
s. 11, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 12.
[91]
Vâkıdî, c. 1, s. 211-212, Belâzurî, c. 1,s.315.
[92]
Vâkıdî, c. 1,s.213.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/120-122.
[93]
İbn İshak. İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 67.
[94]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 213, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 38, İbn
Sevvid, U\ûnu'l-eser, c. 2, s. 8.
[95]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 38.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/122.
[96]
Vâkıdî, c. 1, s. 213, 214, İbn Sa'd, c. 2, s. 38.
[97]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 67-68, Taberî, Târih, c. 3, s. 11, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 226.
[98]
Taberî, Tânh, c. 3, s. 11.
[99]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Taberî, c. 3, s. 11 , Beyhakî, c. 3, s. 226,
İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 150, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâyeve'n-nihâye, c. 4, s. 13.
[100]
Taberî, Târîh, c. 3, s. 11, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 10.
[101]
Zührî, Megâzî, s. 77, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 67-68, Vâkıdî,
Megâzî, c. 1, s. 214, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 355, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 38, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 55, Taberî, Târih, c. 3,
s. 12, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 226, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 150,
Zehebî, Megâzî, s. 1 33, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 13.
[102]
Zührî, Megâzî, s. 77, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 365.
[103]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 55, Taberî, c. 3, s.
12, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 226, İbn Esîr, c. 2, s. 1 50, Ebu'l-Fidâ, c. 4,
s. 13, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 24, Kastalânî, Mevâhibü'l-ledünniye,
c. 1 , s. 120.
[104]
Vâkıdî, c. 1, s. 214, İbn Sa'd, c. 2, s. 38, Zehebî, s. 133, Kastalânî, c. 1,
s. 120.
[105]
Zührî, s. 77, İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Vâkıdî, c. 1 , s. 214,
Abdurrezzak, c. 5, s. 365, İ bn Sa'd, c. 2, s. 38, Dârim f, 2. 2, s 55, Taberî, c. 3, s. 12,
Beyhakî, c. 3, s. 226, İbn Esîr, c. 2, s. 150, Zehebî, s. 133, Ebu'l-Fidâ, c.
4, s. 13, İbn Haldun, c. 2, ks.2, s. 24.
[106]
Vâkıdî, c. 1, s. 214, İbn Sa'd, c. 2, s. 68.
[107]
Vâkıdî, c. 1, s. 214, İbn Sa'd, c.
2, s. 38, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, t 1, s. 315.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/122-124.
[108]
Vâkıdî, c. 1, s. 214, İbn Seyyid.Uyûnu'l-eser.c. 2, s. 4, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
37.
[109]
İbn İshak.İbnHişam, c. 3, s. 67, Beyhakî, c. 3, s. 226, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
13.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/124.
[110]
İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 96,
Vâkıdî, c. 1 , s. 264, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 24.
[111]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1 ,s.264.
[112]
İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 96, Vâkıdî, c. 1 , s. 264, İbn Esîr ,
Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 28, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 37.
[113]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 264.
[114]
İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 208.
[115]
Zehebî, Megâzî, s. 176.
[116]
İbn İshak, İbn Hişam ,Sîre,c.3,s. 96, Vâki d f, Megâzî, c.1, s. 264, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ,c.9,s. 24, Delâilü'n-nübüvvie, c. 3, s. 246, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 176, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 37.
[117]
İbn Hacer, el-İsâtbe, c. 2, s. 530.
[118]
İbn İshak, İbn Hişam. c. 3 ,s.96, Vâkıdî, c.1 , s. 264, Beyhakî, c. 9, s. 24,
c.3, s. 246, İbn Esîr, c. 4, s. 208, Zehebî, s. 176, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 37.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/124-125.
[119]
İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1168, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 208.
[120]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 264, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1168, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 208.
[121]
İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1169, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 208.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/125-126.
[122]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 68, Vâkidî, Megâzî, c. 1, s. 199, İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 39, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 150, İbn Seyyid,
Uvûnu'l-eser, c. 2, s. 4, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 13, İbn
Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 24, Kastalânî, Mevâhib, c. 1, s. 121.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/126.
[123]
İbn İshak, İbn Hişam, c.3, s. 68, İbn Sa'd, c. 2, s. 39, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 316, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 47, Taberî, Târih, c. 3,
s. 1 2, Beyhakî, Delâil ü'n-nübü vve,
c. 3, s. 208, 221, 226, Zehebî, Megâzî, s. 133, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 13.
[124]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 215, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 38.
[125]
Vâkıdî, c. 1, s. 215, İbn Sa'd, c. 2, s. 38-39, İbn Seyvid, c. 2, s. 8, Zehebî,
s. 137, Semhûdî, Vetâu'l-Vefâ, c. 1, s. 283, Kastalânî, c. 1, s. 121-122.
[126]
Vâkidi, c. 1, s. 215, İbn Sa'd, c. 2, s. 39.
[127]
Vâkıdî, c. 1.S.215, İbn Sa'd, c. 2, s. 39, Belâzurî, c. 1, s. 316, Taberî, c.3,
s. 12.
[128]
Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 316, Taberî, Târîh, c. 3, s. 12, İbn Seyyid, Uyûn,c.
2, s. 7.
[129]
Buhâri, Târîhu'l-kebir, c. 3, Ks. 1, s. 34.
[130]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 215, Semhûdî , Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 283.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/126-127.
[131]
Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 216, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 39.
[132]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 39, Taberî, Târih, c. 3, s. 12-13.
[133]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 70, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 216,
Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 31 6, Taberî, Târih, c. 3, s. 12-13, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 15.
[134]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 70, Vâkıdî, c. 1 , s. 216, Belâzurî, Ensâb, c. 1
, s. 316, Taberî, c. 3, s. 12, İbn Haldun, Târîh, c.2,ks. 2,s.25.
[135]
Vâkıdî, c. 1, s. 216, Belâzurî, c. 1, s. 316, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 25.
[136]
Vâkıdî, c. 1.S.216, Belâzurî, c. 1,s.316, Taberî, c. 3, s. 12, İbn Haldun, c.
2, ks. 2, s. 25.
[137]
Vâkıdî, c. 1.S.216.
[138]
İbn Seyyid-Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 7.
[139]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 70.
[140]
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 563.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/127-128.
[141]
Alaüddin Ali, Müsned haşiyesi Kenzu'l-ummâl, c. 4, s. 117.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/128.
[142]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/128-129.
[143]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 216, 21 7, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s.
475476.
[144]
İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 482.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/129-130.
[145]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 219.
[146]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 219, İbn Sa'd, c. 2, s. 39, Belâzurî, c. 1, s. 315.
[147]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 219.
[148]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 68, Taberî, Târîh, c. 3, s. 12, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 4, Zehebî, Megâzî, s. 136, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 14.
[149]
Vâkidi, Megâzî, c.1, s. 219.
[150]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 68, Vâkıdî, c. 1, s. 219, Belâzurî, Ensâb,
c. 1, s. 315, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 4, Zehebî, Megâzî, s. 136, Ebu'l
-Fidâ, c. 4, s. 14, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 494.
[151]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 219.
[152]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Vâkıdî, c.1, s. 219, İbn Seyyid, c. 2, s. 4,
Zehebî, s. 136, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 14.
[153]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 365,
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 220, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 150, İbn
Seyyid, c. 2, s. 4, Zehebî, s. 136, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 24,
Semhûdi, Vefâu'l-vefa, c. 1, s. 284.
[154]
İbn Sa'd, c. 2, s. 39, Belâzurî, c. 1, s. 315, Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 2,
Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 31, Delâil, c. 3, s. 221.
[155]
İbn Sa'd.c. 2, s. 39, Taberî, Tefsir, c. 4, s. 73, Beyhakî, Delâil, c. 3, s.
221, İbn Esîr, c. 2, s. 151, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 13, Semhûdî , c.1, s. 284.
[156]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 112, Taberî, Tefsîr , c. 4, s. 73, Beyhakî,
Delâil, c. 3, s. 221, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 4, Zehebî, Megâzî, s. 133.
[157]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 219, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 4, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 14.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/130-132.
[158]
İbn İshak. İbnHişam, Sîre.c.3, s. 125, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 167-168,
Taberî, Tefsir, c. 4, s. 167-168.
[159]
Ali İmran: 166-167.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/132.
[160]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 4-5, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4. s. 14.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/132.
[161]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 69, Taberî, Târih, c. 3, s. 13, İbn Esîr ,
Kâmil, c. 2, s. 151, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 14.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/133.
[162]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/133.
[163]
İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 69-70, Taberî, Târîh, c. 3, s. 13, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 227, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 52, İbn Seyyid,
Uyünu'l-eser, c. 2, s. 5, Zehebî, Megâzî, s. 136, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 14-15.
[164]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 40, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 288,
Hâkim , Müstedrek, c. 2, s. 296.
[165]
İbn Sa'd, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahîh, c.
4, s. 26, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 51.
[166]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 224, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 40.
[167]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahili, c. 4, s. 26, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 51-52.
[168]
Vâkidi, c. 1, s. 224, İbn Sa'd, c. 2, s. 40, Buhârî, c. 5, s. 29.
[169]
Buhâri,Sahih,c.5, s. 29.
[170]
Vâkıdî, c. 1.S.224, İbn Sa'd, c. 2, s. 40, Buhârî, c. 5, s. 29, Taberî, c. 3,
s. 14.
[171]
İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 158, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 24-25.
[172]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 224.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/133-134.
[173]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 221.
[174]
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 423.
[175]
Taberî, Târih, c. 3, s. 14.
[176]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 225, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 40.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/135.
[177]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 234,
Belâzurî, Ensâbu'l-eş'âf, c. 1 , s. 317, İbn Hazım, Cevâmiu's-sîre, s. 160.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/135.
[178]
Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 259.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/135-136.
[179]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 94, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s.
325, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, Zehebî, Megâzî, s. 167.
[180]
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 325.
[181]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 164, Vâkıdî, Megâzî, t 1, s. 262, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 325.
[182]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 165, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 1 , s.
78, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 208.
[183]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 165, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 263, Belâzurî,
Ensâb, c. 1, s. 325, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 78, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 167.
[184]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 325.
[185]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 165, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263, Belâzurî,
Ensâb, c. 1, s. 325, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1,s. 78, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s.
208, Zehebî, Megâzî, s. 167, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 36.
[186]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s.1 65, Vâkıdî, Megâzî, c. I ,s. 263, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 501, Ebu Nuaym, Delâil, c.1,s.79,İbn Seyyid, Uyun,
c. 1, s. 208, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 37.
[187]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 94, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 502, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 79, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 167, E bu'l-Fidâ, c. 4, s.36.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/136-137.
[188]
İbn İshak. İbnHişam, Sîre.c.3, s. 129, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 262.
[189]
Ebu Dâvud, Sünen, c.3,s. 20, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s.1 67,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s.247-248, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 193.
[190]
Buhari Sahih. C 3, s. 206.
[191]
Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 20, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 1 67, Delâilü'n-nübüvve,
c. 3, s. 247-248, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 193.
[192]
Buhârî,Sahih,c.3, s. 206.
[193]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 262.
[194]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/137-138.
[195]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 263.
[196]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.3, s. 93, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263.
[197]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1,s. 263.
[198]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 93.
[199]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 93, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263.
[200]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263.
[201]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 93, Zehebî, Megâzî, s. 1 66.
[202]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 223.
[203]
İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 93, Vâkıdî, c.1, s. 224,İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 163, Zehebî, Megâzî, s. 166.
[204]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 223-224.
[205]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 93, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263, İbn Esîr ,
Kâmil, c. 2, s. 162.
[206]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 263.
[207]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93, Zehebî, Megâzî, s. 1 66.
[208]
Taberî, Târîh, c. 3, s. 26, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 162.
[209]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 93, Vâkıdî, c.1, s. 263, İbn Esîr, c. 2, s. 162.
[210]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 93, İbn Esîr , c. 2, s. 162, Zehebî, Megâzî, s.
166.
[211]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263.
[212]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 93, Vâkıdî, c.1, s. 263, İbn Esîr, c. 2, s. 162.
[213]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93-94, Zehebî, Megâzî, s. 166.
[214]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 264.
[215]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 94, Taberî, Târih, c. 3, s. 26.
[216]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 264.
[217]
İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 162.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/138-140.
[218]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüwe, c. 2, s. 485,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 427.
[219]
Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 5, s. 463.
[220]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 204, Ebu Muaym , Delâilü'n-nübüvve,
c. 2, s. 485.
[221]
Vâkıdî, c. 1, s. 273, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 485, Diyarbekrî,
c. 1, s. 427-428.
[222]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Diyarbekrî, c. 1, s. 428.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/140-141.
[223]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93, Vâkidî, Megâzî, c. 1, s. 233,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 322, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 16, Zehebî,
Megâzî, s. 166.
[224]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93, Vâkidî, Megâzî, d, s. 233, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 322, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 16.
[225]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 233, Belâzurî, Ensâb u'l-eş râf, c. 1, s. 322, İbn
Esîr, Usdu'l -gâb e,c.2,s.17, İbn Seyyid, Uyûnu11-eser, c. 2, s. 16.
[226]
Vâkıdî, Megâzi, c. 1, s. 233-234.
[227]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 233-234,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 322, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 16-17, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 16.
[228]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/141-142.
[229]
Taberî, Târih, c. 3, s. 11.
[230]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 70, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 220, İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 40, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 316,
Taberî, Târih, c. 3, s. 13, Beyhakî, Delâilü'n-nübüwe, c. 3, s. 220, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 151-152, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 7, Zehebî, Megâzî,
s. 136, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 25.
[231]
Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 239, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 40,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 316-317.
[232]
Vâkıdı, Megâzı, c. 1, s. 239, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 42.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/142-143.
[233]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9.
[234]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 221.
[235]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 221, Taberî,
Târih, c. 3, s. 16, İbn Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9.
[236]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 221.
[237]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9.
[238]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9.
[239]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/143.
[240]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 205-206,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 282, 313, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 2-3, İbn
Esîr , Kâmil, c. 2, s. 149, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 11.
[241]
Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 205, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 313.
[242]
İbn İshak, İbn Hişam, Sıre, c. 3, s. 73, Vâkıdı, Megâzî, c. 1, s. 206, İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 149, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 16.
[243]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 206.
[244]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 37.
[245]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 244, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 12.
[246]
İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 71, Vâkıdî, c. 1, s. 223, İbn Sa'd, c. 2, s. 48,
Belâzurî, c. 1, s. 320, Taberî, Târîh, c. 3, s. 16, İbn Seyyid, c. 2, s. 9,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 16.
[247]
Vâkıdî, c. 1, s. 223, İbn Sa'd, c. 2, s. 40, Belâzurî, c. 1, s. 320.
[248]
İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 71, Vâkıdî, c. 1, s. 223, İbn Sa'd, c. 2, s. 40,
Taberî, c. 3, s. 16, İbn Seyyid, c. 2, s. 9, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 16.
[249]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 40.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/144-145.
[250]
Vâkidi, Megâzı, c. 1, s. 221-223, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 316,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 495-496.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/145.
[251]
Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 151.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/145.
[252]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 225, İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 40, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/145.
[253]
İbn Sa'd. Tabakât. c. 2. s. 40.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/145-146.
[254]
Vâkıdî, t 1, s. 225, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 41.
[255]
Taberî, Târıh,c.3, s. 15.
[256]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 226, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 41.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/146.
[257]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/146.
[258]
Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 227, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 41.
[259]
Vâkıdî, Megâzî.c. 1,s. 227.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/146-147.
[260]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79.
[261]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228.
[262]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228.
[263]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 462.
[264]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/147.
[265]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228.
[266]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 55, Taberî, Târih, c. 3, s. 17.
[267]
İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 154,İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, t 2, s. 11.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/148.
[268]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 257, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 321, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 499
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/148.
[269]
Beyhaki, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 227, Zehebî, Megâzî, c. 138.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/149.
[270]
Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 229.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/149.
[271]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9, Zehebî, Megâzî, s. 138.
[272]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 556, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s.
123.
[273]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 556, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1917.
[274]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 556, Ahımed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 123.
[275]
Taberî, Târih, c. 3, s. 15, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 230, Beyhakî, Delâil, c.
3, s. 233, Zehebî, Megâzî, s. 137.
[276]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 71, Taberî, Târih, c. 3, s. 15, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 96, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 15.
[277]
Taberî, Târih, c. 3, s. 15, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 230, Beyhakî, Delâil, c.
3, s. 233, Zehebî, Megâzî, s. 137.
[278]
Zehebî, Siyem a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 1 76.
[279]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 71, İbn Sa'd, c. 3, s. 556, Ahmed b. Hanbel, c.
3, s. 1 23, Taberî, c. 3, s. 15, Hâkim, c. 3, s. 230, Beyhakî, c. 3, s. 233,
İbn Esîr, c. 6, s. 96, İbn Seyyid, c. 2, s. 9, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ,
c. 1, s. 1 76.
[280]
İbn İ shak, İ bn H i şam, Sîre, c. 3, s. 71, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 25 9,
Taberî , Târih, c. 3, s. 16, Beyhakî, Delâi lü'n-nübüvve, c. 3, s. 234, İbn
Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 96, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9, Zehebî,
Megâzî, s. 137, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 15.
[281]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, 73, Taberî, Târih, c. 3, s. 15-16,
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 230-231, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 233, İbn Seyyid,
Uyun, c. 2, s. 9-1 0, Zehebî, Megâzî, s. 137-138, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 16-17.
[282]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 73s. 557, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 9, Zehebî,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 176-177, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
4, s. 16.
[283]
İbn İshak, İbn Hişam, s. 3, s. 73, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 16-17.
[284]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 73, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 0.
[285]
Taberî, Târih, c. 3, s. 15, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 231.
[286]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 73.
[287]
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 231, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 233.
[288]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 73, Taberî, Târih, c. 3, s. 15, Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 231 , Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 233, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 0, Zehebî, Megâzî, s. 137, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 1 7.
[289]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 73, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
4, s. 17.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/149-152.
[290]
Taberî, Târîh, c. 3, s. 17, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 154, Muhibbül-Taberî,
Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 227, Taberâniden naklen Alâüddin Ali, Keniu'l-umm âl,
c. 13, s. 143-144.
[291]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 106, Taberî, Târih, c. 3, s. 17, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 154, Muhibbü't-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ. c. 2. s. 227.
Keniu'l-umm âl. c. 1 3. s. 143-144.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/152-153.
[292]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 261, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 496, İbn Esîr ,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 222.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/153-154.
[293]
İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 879, Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 45, İbn
Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 195, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 20, Zehebî,
Megâzî, s. 149, E bu'l-Fidâ, el-Bidâ ye ve'n-nihâye, c. 44, s. 42, Kastalânî,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 125.
[294]
Kastalâni, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 125, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c.
1, s. 433.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/154.
[295]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 308, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 30, Nesâf,
Sünen, c. 6, s. 33, Bevtıakf, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 43, Delâilü'n-nübüvve,
c. 3, s. 243.
[296]
İbn Esîr. Usdu'l-aâbe. c. 6. s. 226.
[297]
Zehebî, Siyeru a’lami’n-nübela, c. 1, s.183.
[298]
İbn Abdilberr, İstiâb, c.3, s.1169, İbn Esîr. Usdu'l-gâbe. c. 4, s.208.
[299]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/154-155.
[300]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 12, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s.
243, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 373, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 53,
Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 131.
[301]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 12, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 243.
[302]
Taberî, Târih, c. 3, s. 16, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 227, İbn Esir, Kâmil, c.
2, s. 153, Zehebî, Megâzî, s. 138.
[303]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 74, 76, Taberî, Târîh, c. 3, s. 18.
[304]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.3,s. 82,Taberî, Târih, c. 3, s. 16, Beyhakî,
Delâil, c. 3, s. 227, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 11, E bu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 22, Kastalânî, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s.
122.
[305]
İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 3, s. 82, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 229, Taben,
Târih, c. 3, s. 16-1 7, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 228, İbn Seyyid, Uyun, c. 2,
s. 11, Zehebî, Megâzî, s:. 144, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 22.
[306]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293,
Buhârî, Sahih, c. 4, s. 26.
[307]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 239.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/155-156.
[308]
Buhârî, Sahih, c. 5, s. 36, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 242, Zehebî,
Megâzî, s. 146.
[309]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 76, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1,
s. 129, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 18.
[310]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 501, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 37, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 242, Zehebî, Megâzî, s. 1 46.
[311]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 76, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 285, Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 501, Belâzurî,Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 322, Taberî,
Târih, c. 3, s.1 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 156, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.
2, s. 10, Zehebî, Siyerua'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 129, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 19.
[312]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 501, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 37, Beyhakî,
Delâil, c. 3, s. 242, Zehebî, Megâzî , s. 146, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 19.
[313]
İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 76, Taberî, c. 3, s. 1 8, İbn Esîr, Kâmil, c.
2, s. 156, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 10, Zehebî,Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1,
s. 129, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 18.
[314]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 501, Buhârî, c. 5, s. 37, Beyhakî, c. 3, s.
242.
[315]
Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 285.
[316]
Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 243, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1 , s.373, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 53, Zehebî, Megâzî, s. 146.
[317]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 76, Vâkıdî, c. 1 , s. 285, 286, 287, Buhârî,
c.5,s. 37, Taberî, c. 3, s. 18, Beyhakî, c. 3, s. 242, İbn Esîr, c. 2, s. 156,
İbn Seyyid, c. 2, s. 1 0, Zehebî, s. 146-147.
[318]
Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 1 27.
[319]
İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 372, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s.
127.
[320]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/156-157.
[321]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 273.
[322]
İ bn İ shak, İbn Hi şam, Sîre, c. 3, s. 79, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 27 3,
Taberî , Târih, c. 3, s. 21, Beyhakî, D e lâi lü'n-nübüvve, c. 3, s. 246.
[323]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 88.
[324]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79, Vâkıdi, Megâzi, c. 1, s. 27 3, Taberi, Târih, c. 3, s. 21, Beyhakî, De
lâi lü'n-nübüvve, c. 3, s. 246, Sünen, c. 9, s. 88.
[325]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273-274, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 88.
[326]
İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 3, s. 79, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Taberî,
Târîh, c. 3, s. 21, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 88.
[327]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79, Vâkidi, M e gâzi, c. 1 , s. 273-274,
Ta ben, Târih, c. 3, s. 21 , Beyhaki, Sünenü'l-k übrâ, c. 9, s. 88, Zehebî,
Megâzî, s. 152, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 21.
[328]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 274, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 88.
[329]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 79, Taberî, Târîh, c. 3, s. 21, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c.3, s. 246, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 381, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 66, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 11, Zehebî,
Megâzî, s. 152, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 21.
[330]
İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 66.
[331]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/157-158.
[332]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293,
Buhârî, Sahih, c. 4, s. 26, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 25.
[333]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 229-230, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 475-76.
[334]
Vâkidi, c. 1, s. 229-230, İbn Sa'd, c. 2, s. 41-42, c. 3, s. 475-476, Taben, c.
3, s. 15.
[335]
Taberı, Târih, c. 3, s. 15.
[336]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 232.
[337]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 232, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 476.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/159-160.
[338]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 42.
[339]
Vâkidî, c. 1, s. 240, İbn Sa'd, c. 2, s. 42, İbn Seyyid, t 2, s. 12.
[340]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 240, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl (Müsned haşiyesinde),
c. 4, s. 114-115.
[341]
Vâkıdı, Megâzî, c. 1, s. 240, Belâzurî, Ensâbu'l-esrâf, c. 1 , s. 318.
[342]
Taberî, Târih, c. 3, s. 20, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 23.
[343]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 240, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 46, Taberî,
Târfi-ı, c. 3, s. 20, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 23.
[344]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 86, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 241,Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 234, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 13, Zehebî,
Megâzî, s. 140.
[345]
Nesâi, Sünen, c. 6, s. 29-30, Zehebî, Siyeru a'lâm i'n-nübelâ, c. 1, s. 16-17.
* İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 106.
[346]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 286, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 141 5, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 234-235, Zehebî, Megâzî, s. 140.
[347]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 254, İbn Asâkfr, Târîh, c. 7, s. 78.
[348]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 254, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 217, İbn Esîr, Kâmil,
c. 2, s. 1 58.
[349]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 85, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 254-255,
Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 644, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 376.
[350]
Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 256.
[351]
İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 98, Heysemî, Mean au'z-zevâid, c. 6, s. 11 2,
Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl (Müsned haşiyesi), c. 4, s. 111-112.
[352]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 283.
[353]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 257, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 245-246.
[354]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 243.
[355]
Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 33, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1443, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 246, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 20,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 27.
[356]
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 26.
[357]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 87, Taberî, TârıVı, c. 3, s. 1 8, Beyhakî,
Delâil, c. 3, s. 239, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 66-67, E
bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 27.
[358]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 253, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 471, Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 49, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s.662-663, Zehebî, Siyeru
a'lâm i'n-nübelâ, c. 1, s. 37.
[359]
İbn İshak, Sîre, c. 3, s. 87, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 34,
Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 113.
[360]
Vâkıdî, c. 1, s. 260, 261, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 17.
[361]
Ebu Muaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 484, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s.
113.
[362]
İbn İshak, c. 3, s. 87, Vâkıdî, c. 1, s. 242, İbn Sa'd, c. 3, s. 453, Taberî,
Târîh, c. 3, s. 18, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 3, s.
251-252, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1275.
[363]
Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 484, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 113.
[364]
İbn İshak, c. 3, s. 87, Vâkıdî, c.1, s. 242, İbn Sa'd, c. 3, s. 453, Taberî, c.
3, s. 18, Ebu Nuaym, c. 2, s. 484, Beyhakî, c.3, s. 251, İbn Abdilberr, c. 3,
s. 1275, Zehebî, Megâzî, s. 156.
[365]
Vâkıdî, c. 1, s. 274-275, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 326, İbn Abdilberr, c. 1,
s. 297, c. 4, s. 1562, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 462.
[366]
İbn Abdilberr, c. 1, s. 297, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1 , s. 406, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 1, s. 284.
[367]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 275, Belâzurî, Ensâbu'l-esrâf, c. 1 , s. 326, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 284.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/160-172.
[368]
Vâkıdî, c. 1, s. 243-244, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 4, s. 125, Belâzurî,
c. 1, s. 319, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 154-155.
[369]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 238, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 109,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 30.
[370]
Vâkıdî, c. 1, s. 268, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 412, Belâzurî, c. 1, s. 325,
İbn Abdilberr, c. 4, s. 1948, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 371 , Zehebî,
Siyer, c. 2, s. 202.
[371]
İbn İshak, c. 3, s. 86-87, Vâkıdî, c. 1, s. 268-269, İbn Sa'd, c. 8, s. 413,
İbnSeyyid, Uyun, c. 2, s. 13, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 34.
[372]
Vâkıdî, c. 1, s. 270, İbn Sa'd, c. 8, s. 413-414, Zehebî, c. 2, s. 202.
[373]
İbn İshak, c. 3, s. 87, Vâkidf, c. 1, s. 269, İbn Sa'd.c. 8, s. 41 3, İbn
Seyyid, c. 2, s. 13-1 4, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 34.
[374]
Vâkıdı, c. 1, s. 270, İbn Sa'd, c. 8, s. 413.
[375]
Vâkıdî, c. 1, s. 269, İbn Sa'd, c. 8, s. 413-415.
[376]
İbn Sa'd, Tab akâtü 'l-kübrâ, c. 3, s. 120, D iyarb ekrf, T ârfhu'l -ha m fs,
c. 1, s. 426, H aleb f, İ nsânu'l -uyun, c. 2, s. 544.
[377]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 77, Taberî, Târih, c. 3, s. 18, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 238, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 155, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 1 03.
[378]
Taberî, Târîh, c. 3, s. 17, Zehebî, Megâzî, s. 143.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/172-175.
[379]
Yâkubî, Târih, c. 2, s. 27.
[380]
Taberî, c. 3, s. 20, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 56.
[381]
Vâkidi, Megâzı, c. 1, s. 280, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 326-327.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/175-176.
[382]
Taberî, TâriTı, c. 3, s. 20, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 157.
[383]
Ahmed b. Hanbel, Müsnecl, c. 3, s. 201, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 205, Taberî, c.
3, s. 20, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 44, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s.
108, İbn Esîr, c. 2, s. 1 57, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 23, Zehebî,
Megâzî, s. 148, Ebu'l-Fidâ,el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 31.
[384]
Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 253, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1512, Beyhakî, c. 9, s.
44, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 31.
[385]
Buhârî, t 3, s. 205, İbn Abdilberr, c. 1 ,s.1O9, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1 ,
s. 155, Zehebî, s. 148.
[386]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 88, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s.
245.
[387]
Ebu Yûsuf, Kitâbu'l-harac, s. 43.
[388]
İbn İshak, c. 3, s. 88, Taberî, c. 3, s. 19, Zehebî, s. 152.
[389]
Ahmedb. Hanbel, c. 3, s. 253, Beyhakî, c. 9, s. 44, İbn Esîr, c. 1 , s. 155.
[390]
Buhârî, c. 3, s. 205, İbn Abdilberr, c. 1, s. 109, Beyhakî, c. 3, s. 245, İbn
Esîr, c. 1, s. 1 55, İbn Seyyid, c. 2, s. 23.
[391]
Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 280.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/176-178.
[392]
İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 3, s. 378, İbn Abdilberr, c. 2, s. 550, İbn Esir, c. 2, s. 286, İbn Seyyid, c. 2,
s.
24, Zehebî,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 216.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/178.
[393]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 84-85, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvıe, c. 3,
s. 274, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 12-13, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 22-23.
[394]
İbn İshak, c. 3, s. 85, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 243-245, İbn Seyyid, c. 2, s.
12-13, Zehebî, Megâzî, s. 155,156, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 23-24.
[395]
İbn İshak, c. 3, s. 85, Vâkidf, c. 1, s. 243-244, Belâzurî, Ensâbu'l-eşraf,c.1,
s. 319-321, İbn Seyyid, c. 2, s. 13.
[396]
Vâkıdî, c. 1, s. 246-247, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 410, Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 27, Beyhakî, c. 3, s. 263.
[397]
İbn İshak, c. 3, s. 85, Vâkıdî, c. 1, s. 245, İbn Sa'd, c. 2, s. 45, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 201, İmam Muhammed, Şiyeru'l-kebfr, c. 1, s. 127,
Buhârî, Sahih, c. 5, s. 35, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1336, Belâzurî, c. 1, s.
320-321 , Beyhakî, c. 3, s. 262, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 155, İbn Seyyid, c.
2, s. 12, Zehebî, s. 152, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 24-29.
[398]
İmam Zührî, Megâzî, s. 78, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 367.
[399]
Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 78-79.
[400]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 441, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 151 .
[401]
Musa b. Ukbe'den naklen İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 24, Taberânfden
sahih bir senedle naklen Heysemî,
M ecm au'z-zevâid, c. 6, s. 117.
[402]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 91, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 288,
Buhârî, c. 5, s. 37-38, Taberî, Târih, c. 3, s. 20, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c.
1, s. 269.
[403]
İbn İshak, c. 3, s. 91, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 245, Taberî, Târih, c. 3, s.
20, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 265, İbn Seyyid, c. 2, s. 15, Zehebî, s. 155,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 30.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/178-181.
[404]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 88.
[405]
Zührî, Megâzî, s.77, İbn İshak, c. 3, s. 88, Abdurrezzak, c. 5, s. 365, İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 46, Taberî, c.3, s. 19, İbnEsîr, Kâmil, t 2,
s. 157, İbn Seyyid, c. 2, s. 14, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 35.
[406]
İbn İshak, c. 3, s. 88, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr, c. 2, s. 157, İbn Se^id,
c. 2, s. 14, Zehebî, s. 147, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 35.
[407]
Vâkidî, Megâzî, c. 1,s. 236.
[408]
İbn İshak, c.3, s. 88, Vâkıdî, c.1, s. 236, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esir, c.
2, s. 157.
[409]
Zührî, s. 77, İbn İshak, c. 3, s. 88, Vâkidî, c. 1, s. 236, Abdurrezzak, c. 5,
s. 365, İbn Sa'd, c. 2, s. 46, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr, c. 2, s. 1 57,
İbn Seyyid, c. 2, s. 14, Zehebî, s. 147, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 35.
[410]
İbn Esîr, c. 2, s. 157.
[411]
Zührî, s. 77, İbn İshak, c.3, s. 88, Vâkıdî, c. 1, s. 236, Abdurrezzak,
Musannef, c. 5, s. 365, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 46, Taberî, c. 3, s. 19,
İbnEsîr, c. 2, s. 157, İbn Seyyid, c. 2, s. 14, Zehebî, s. 147, Ebu'l-Fidâ, c.
4, s. 35.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/181-182.
[412]
İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 89, Taberî, Târih, c. 3, s. 19, Beyhakî,
Delâil, c. 3, s. 237, İbn Esîr , Kâmil, c. 2, s. 157.
[413]
İbn İshak, c. 3, s. 89, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s 251, Taberı, c. 3, s. 19,
Beyhakî, c. 3, s. 237-238, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 32.
[414]
Taberî, c. 3, s. 20.
[415]
İbn İshak, c. 3, s. 89, Vâkidi, c. 1, s. 251, Taberî, c. 3, s. 20, Hâkim,
Müstedrek, c. 2, s. 327, Beyhakî, c. 3, s. 237-238.
[416]
Vâkıdî, c. 1,s.25O, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 46, Hâkim, c. 2, s. 327, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 15.
[417]
İbn İshak, c. 3, s. 89, Taben, c. 3, s. 19, İbn Seyyid, c. 2, s. 16.
[418]
İbn İshak, c. 3, s. 89, Vâki cif, c. 1, s. 251, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr,
c. 2, s. 157.
[419]
Vâkıdî, c. 1,s.251.
[420]
İbn İshak, c. 3, s. 89, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr, c. 2, s. 157, İbn
Seyyid, c. 2, s. 15, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 35.
[421]
Vâkıdî, c. 1, s. 252, Hâkim, c. 2, s. 327, Beyhakî, c. 3, s. 259, Zehebî, s. 1
44, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 32.
[422]
Taberî, c. 3, s. 20.
[423]
Vâkıdî, c. 1, s. 252, İbn Sa'd, c. 2, s. 46.
[424]
İbn İshak, c. 3, s. 89, Taberî, c. 3, s. 20, İbn Esîr, c. 2, s. 157, İbn
Seyyid, c. 2, s. 15.
[425]
Vâkıdî, c. 1,5.251, İbn Sa'd, c. 2, s. 46, Zehebî, s. 144.
[426]
Vâkıdî, c. 1, s. 243-244, İbn Sa'd, c. 4, s. 125, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c.
1, s. 31 9.
[427]
İbn İshak, c. 3, s. 89, Vâkıdî, c. 1, s. 252, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr, c.
2, s. 15, İbn Seyyid, c. 2, s. 15, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 35.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/182-184.
[428]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 90-91, Vâkıcif, Megâzi, c. 1, s. 249, İ b
n S a'd, Tabakâtü "l-kübrâ, c. 2, s. 48, Taberî, T ârîh, c. 2, s. 20, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvvıe, c. 3, s. 215, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 157, İbn Seyyid,
Uyünu'l-eser, c. 2, s. 15, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 4, s. 35-36.
[429]
Vâkıdî, c.1, s. 249.
[430]
İbn İshak, c. 3, s. 90-91, Taberî, c. 3, s. 20, Beyhakî, c. 3, s. 215, İbn
Seyyid, c. 2, s. 15, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 35-36.
[431]
İbn İshak, c. 3, s. 91, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 36.
[432]
İbn İshak, c. 3, s. 91, Taberî, c. 3, s. 21, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 36.
[433]
İbn İshak, c. 3, s. 91, Vâkıdî, 11 , s. 295, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s.
88, Taberî, c. 3, s. 21, Beyhakî, c. 3, s. 238, İbn Esîr, c. 2, s. 1 59, İbn
Seyyid, c. 2, s. 15, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 244, Ebu'l-Fidâ,
c. 4, s. 36.
[434]
İbn İshak, c. 3, s. 91, Taberî, c. 3, s. 21.
[435]
Taberî, c. 3, s. 21.
[436]
İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 06.
[437]
İbn İshak, c. 3, s. 91, Taberî, c. 3, s. 21.
[438]
İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 106.
[439]
Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 244.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/184-185.
[440]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 91 -92, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s.
365, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 643-644, Taberî, Târih, c. 3, s. 21, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 238, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 158, İbn Seyyid,
Uyünu'l-eser, c. 2, s. 15, Zehebî, Megâzî, s. 1 48, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 36.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/185-186.
[441]
İbnİshak,c.3,s.92, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 294, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2,
s. 104, İbn Seyyid, c. 2, s. 16, Ebu'l-Fidâ, c. 4,s.36.
[442]
İbn İshak,c.3,s. 92, İbn Seyyid, c. 2, s. 16, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 36.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/186.
[443]
Vâkıdî, c. 1, s. 295, Beyhakî, c. 3, s. 273.
[444]
Buhâri , Sahıh, c. 5, s. 34.
[445]
Belâzuri, Ensâb, c. 1, s. 327, Beyhakî, c. 3, s. 272, Zehebî, Megâzî, s. 158.
[446]
İbn İshak, c. 3, s. 122, Vâkıdı, c. 1, s. 296.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/186-187.
[447]
İbnİshak,İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 96-97, İbn EsTr,Kâmil,c. 2,s. 159,
İbnSeyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 18, Zehebî, Megâzî, s. 167, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâve, c. 4, s. 37.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/187.
[448]
Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 236-237.
[449]
Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 1 32.
[450]
Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 274, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 329-330.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/187-189.
[451]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 99, Taberî, TârıVı, c. 3, s. 24, İbn Esîr
, Kâmil, c. 2, s. 160, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n- c. 4, s. 38.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/189.
[452]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 236-237.
[453]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 296, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 327.
[454]
İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s.
293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvvıe, c. 3, s. 268, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 160, Zehebî,
Megâzî, s. 139.
[455]
İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 99, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 297, Taberî,
Târih, c. 3, s. 24, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 160, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.
2, s. 18.
[456]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 288, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 327, Hâkim, M
üstedrek, c. 2, s. 297, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 3, s. 270-271, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 111.
[457]
İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 99, Vâkıdî, c.1, s. 297, Taberî, c. 3, s. 24,
İbnEsîr, c. 2, s. 160, İbn Seyyid, c. 2, s. 18.
[458]
Zührî, Megâzî, s. 77, İbn Sa'd, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s.
293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, Taben, c. 3, s. 24, Beyhakî, c. 3, s. 268,
Zehebî, Megâzî, s. 139.
[459]
İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s.
293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvvıe, c. 3, s. 268, Zehebî, Megâzî, s. 139.
[460]
İbn İshak, İbn Hisam.Sîre, c. 3, s. 99, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 297, Taberî,
c. 3, s. 24, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 160, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
18.
[461]
Zühri, Megâzî, s. 77-78, Vâkıdî, c. 1, s. 297, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 288,
Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 297, Beyhakî, c. 3, s. 271, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 111.
[462]
Vâkıdî, c. 1,s.297, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 288, Hâkim, c. 2, s. 297,
Beyhakî, c. 3, 271, Heysemî, c. 6, s. 111.
[463]
İbn İshak, c. 3, s. 99, Vâkıdî, c. 1, s. 296-297, İbn Sa'd, c. 2, s. 47,
Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, Taberî, c. 3, s. 24, Hâkim,
Müstedrek, c. 2, s. 297, Beyhakî, c. 3, s. 271, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 160,
İbn Seyyid, c. 2, s. 15, Zehebî, s. 139, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 38, Heysemî, c.
6, s. 111.
[464]
İbn Sa'd, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 293, Buhârî, c. 4, s. 27,
Taberî, c. 3, s. 24, Beyhakî, c. 3, s. 268, İbn Esîr, c. 2, s. 160.
[465]
İbn Sa'd, c. 2, s. 48, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 293, Buhârî, c. 4, s. 27,
Taberî, c. 3, s. 24, Beyhakî, c. 3, s. 268, İbn Esîr, c. 2, s. 160, Zehebî, s.
139.
[466]
İbn İshak, c. 3, s. 99, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 288, Hâkim, c. 2, s. 297.
[467]
Vâkıdî, c. 1, s. 297, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 288.
[468]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 48, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî,
Sahih, c. 4, s. 27, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 268,
İbn Esîr, c. 2, s. 160, Zehebî, Megâzî, s. 139, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 40.
[469]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 100, Vâkidi, Megâzi, c. 1, s. 297, İ bn
Sa'd, Tabak âtü'l -k übrâ, c. 2, s. 59, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 19, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 38.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/189-192.
[470]
Buhâri , Sahih, c. 5, s. 38.
[471]
İbn İshak,c.3,s. 100, Taberî, c. 3, s. 24, İbn Esîr , c. 2, s. 160-161, İbn
Se^id, c. 2, s. 19, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 38.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/193.
[472]
İbn İshak, c. 3, s. 108-110, Taberî, c. 3, s. 28, Beyhakî, t 3, s. 315, İbn
Esîr, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c. 2, s. 37, Zehebî, s. 182, Ebu'l-Fidâ, c. 4,
s. 51.
[473]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 110, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
4, s. 51.
[474]
Vâkıdı,Megâzı,c.1,s. 339.
[475]
Vâkıdı, Megâzî, c. 1, s. 299.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/193-194.
[476]
İbn İshak, c. 3, s. 1 00, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 285, İbn Esir, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 349, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 9, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s.
230, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 39.
[477]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 523, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 590.
[478]
İbn İshak, c. 3, s. 100, Taberî, c. 3, s. 24, Beyhakî, c. 3, s. 285, İbn
Esir.c. 2, s. 249.
[479]
İbn İshak, c. 3, s. 100, Vâkıdî, c. 1, s. 293, İbn Abdilberr, c. 2, s. 590,
Beyhakî, c. 3, s. 285, İbn Esîr, c. 2, s. 349, İbn Seyyid, c. 2, s. 19, Zehebî,
Siyeru a'lâm i'n-nübelâ, c. 1, s. 230, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 39.
[480]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 293, İbn Abdilberr, c. 2, s. 590, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 349.
[481]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 100-101, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 293,
Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Hâkim, M üstedrek, c. 3, s. 201, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 285, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 590, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 249, İbn Seyyid,Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 19, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 230, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 39.
[482]
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 201, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1 , s. 231.
[483]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 293.
[484]
İbn Abdilberr, c. 2, s. 590, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 349.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/194-195.
[485]
Vâkıdî, Megâzî.c. 1,s. 309.
[486]
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 199, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 134.
[487]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 286, Taberî, Tarih, c. 3, s. 25, İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 1 , s. 373, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 285, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,c.2, s. 53,
İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 19, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 39.
[488]
İbn İshak, c.3, s. 101, Taberî, c. 3, s. 25, İbn Abdilberr, c. 1, s. 373,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 39.
[489]
İbnİshak,c. 3, s. 101, Vâkıdî, c. 1, s. 290, Taben, c.3, s. 25, Beyhakî, c. 3,
s. 286, İbn Abdilberr, c.1, s. 373, Zehebî, Siyer, t 1, s. 132, Ebu'l-Fidâ, c.
4, s. 39.
[490]
İbn İshak, c. 3, s. 101, Teberi, c. 3, s. 25, Beyhakî, c. 3, s. 386, İbn Esîr ,
Kâmil, c. 2, s. 161, Zehebî, Megâzî, s. 166, Ebu'l-Fidâ, c. 4,s.39.
[491]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 14, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 128,
Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 336.
[492]
İbn İshak, c.3, s. 101-102, Taberî,c.3, s. 25, Beyhakî, c.3, s. 286, İbn Esîr,
c. 2, s. 1 61, Zehebî, s. 166, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 39.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/196-197.
[493]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 103, Taberî, TârıVı, c. 3, s. 25, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 286, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 161-1 62, Zehebî,
Megâzî, s. 169-170.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/197-198.
[494]
EbuNuaym,Hilyetü'l-evliyâ, c. 2, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 1,5.249.
[495]
Buhârî , Sahih, c. 3, s. 221 -222.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/198.
[496]
Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 195, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 485-488.
[497]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 14, Ahmed b. Hanbel, Müsned,c.3, s. 128,
Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 195.
[498]
Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 165.
[499]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 311, İbn Sa'd, c. 3, s. 14-16, Heysem t,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 119.
[500]
Nesâf, Sünen, c. 4, s. 81.
[501]
Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 19, Nesâf, Sünen, c. 4, s. 81.
[502]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 19, Nesâf, c. 4, s. 83, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 4, s. 34.
[503]
Nesâi, Sünen, c. 4, s. 81, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 4, s. 34.
[504]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 20, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 336.
[505]
Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 19, Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 336, Nesâf, c. 4, s.
83, Beyhakî, c. 4, s. 34.
[506]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 104, Belâzurî, c. 1, s. 336.
[507]
İbn S’ad Tabakat, c.3, s.10, Belâzurî, c.1, s. 336.
[508]
İbn İshak, c. 3, s.103, İbn S’ad c.3,s.10.
[509]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/198-200.
[510]
İbn İshak, c. 3, s.104, İbn S’ad, c.3, s.562 ,Taberi, Tarih, c.3, s.26-27.
[511]
İbn Sa'd, c. 3, s. 562.
[512]
İbn İshak, c. 3, s. 104, İbn Sa'd, c. 3, s. 562, Taberî, c. 3, s. 26.
[513]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 44, İbn Seyyid, Uvûnu'l-eser, c. 2, s.
20-21.
[514]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 553, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 21.
[515]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 277.
[516]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 121-122.
[517]
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/200-202.
[518]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 103, Taberî, TârıVı, c. 3, s. 26,
Bevfıakf, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 290, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 162,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 43.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/202.
[519]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s.135, Tirmizi Sünen, c.5, s.299.
[520]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 133.
[521]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 300.
[522]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 43.
[523]
Belâzuri, Ensâbu’l-eşraf, c.1, s.328.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/202.
[524]
İbn İshak.c. 3, s. 103-104, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 431 .Buhârî, Sahîh, c. 2,
s. 94, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 196, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 485, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 4, s. 11 , İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 21,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 42.
[525]
İbnİshak, c. 3, s. 104, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 309, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s.
431, Nesâf, c. 4, s. 78, Beyhakî, c. 4, s. 11 , İbn Seyyid, c. 2, s. 21,
Zehebî, Megâzî, s. 151 , Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 42.
[526]
Vâki dr, c. 1, s. 309, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 431 , Nesâf, c. 4, s. 78,
Beyhakî, c. 4, s. 11 , İbn Seyyid, c. 2, s. 21, Zehebî, c. 151, Ebu'l-Fidâ, c.
4, s. 42.
[527]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 126, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 325-326,
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 265-266, Ebu Dâ'vud, Sünen, c. 3, s. 15,
Taberî, Tefsîr , c. 4, s. 1 70-1 71, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 88, 297-298.
[528]
İbn İshak, c. 3, s. 127, Vâkıdî, c. 1, s. 326, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 1
502-1503, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 231, Taberî, c. 4, s. 171, Beyhakî, c. 9, s.
163.
[529]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 127.
[530]
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 120, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1 , s. 237.
[531]
İbn Abdilberr, İsti âb, c. 3, s. 955-956, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1,
s. 237.
[532]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 127-128.
[533]
Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 313, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 375, Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 28, Zehebî, c. 1, s. 237, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 44.
[534]
Mâlik,Muvatta1, c. 2, s. 460, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 203, Müslim,
Sahîh, c. 3, s. 1497.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/203-206.
[535]
Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 29.
[536]
Vâkıdî, c. 1.s.313, Taberî, Tefar, c. 13, s. 142, Ebu'l -Fidâ, c. 4, s. 35.
[537]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 313, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 45.
[538]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 19.
[539]
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye vıe'n-nihâye, c. 4, s. 45.
[540]
Hâkim. Müstednek. c. 3. s. 29.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/206-207.
[541]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 267, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 563, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 291, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 22, Zehebî,
Siyer, c. 1, s. 236.
[542]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 11 , Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 1, s. 1443.
[543]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 267, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 294, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 22, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s.
236, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 43, Semhûdî , Vefâu'l-vefâ, c.
3, s. 937-939.
[544]
Mâlik, Muvatta', c. 2, s. 470, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 267, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 562, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 398, Beyhakî,
Delâil, c. 3, s. 293.
[545]
Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 267, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 562, Beyhakî,
Delâil, c. 3, s. 293, Zehebî, Siyer, c. 1, s. 236, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 43,
Semhûdî , Vefâu'l-vefâ, c. 3, s. 938.
[546]
Mâlik, Muvatta', c. 2, s. 470.
[547]
Mâlik, Muvatta', c. 2, s. 470, Vâkıdî, c. 1, s. 267, İbn Sa'd, c. 3, s. 562,
İbn Seyyid, c. 2, s. 22, Zehebî, c. 1, s. 236, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 43, Semhûdî
, c. 3, s. 938.
[548]
Mâlik, c. 2, s. 470, Vâkıdî, c. 1, s. 267, İbn Sa'd, c. 3, s. 562, Beyhakî, c.
3, s. 293, İbn Seyyid, c. 2, s. 22, Zehebî, c. 1 ,s. 236.
[549]
Vâkıdî, c. 1, s. 268, Beyhakî, c. 3, s. 294, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 43, Semhûdî
, c. 3, s. 939.
[550]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 11 , Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 443.
[551]
İbn Sa'd, c. 3, s. 11, Beyhakî, c. 3, s. 291, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s.
55, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 43.
[552]
Vâkıdî, c. 1.S.267, İbn Sa'd, c. 3, s. 562-563, Beyhakî, c. 3, s. 293, İbn
Kayy,m, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 09.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/207-208.
[553]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 424, Buhârî, Edebül'-müfred, s. 181, Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 23, Zehebî, Megâzî,s. 160, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 38.
[554]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 314.
[555]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 424, Buhârî, Edebül'-müfred, s. 181, Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 23, Zehebî, Megâzî, s. 160, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 38.
[556]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 315, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 424, Buhârî,
Edebül'-müfred, s. 181, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 23, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 38, Heysem f, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 121-122.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/208-209.
[557]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 104, Taberî, Târîh, c. 3, s. 27, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvvıe, c. 3, s. 301, İbn Esir, Kâmil,c. 2, s. 163, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 46.
[558]
Vâkıdî, Megâzî.c.1, s. 315.
[559]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 104, Tabeıî, c. 3, s. 27, Beyhakî, c. 3, s. 301,
İbn Esîr, c. 2, s. 163, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 46.
[560]
İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 104, Taberî, c. 3, s. 27, Beyhakî, c. 3, s. 301,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 47.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/210.
[561]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 105, Taberî, c. 3, s. 27, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 23, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 47.
[562]
Vâkıdî, c. 1, s. 292, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 520-521, c. 8, s. 428,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 334.
[563]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 105, Taberî, c. 3, s. 27, İbn Seyyid, c. 2, s.
23, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 47.
[564]
İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 3, s. 105, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 292, Taberî,
Târih, c. 3, s. 27, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvıe,c. 3, s. 302, İbn Esîr, Kâmil,
c. 2, s. 1 63, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 23, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 47.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/211.
[565]
Vâkıdî.Megâzî.d.s. 334.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/211-212.
[566]
İbnİshak, İbn Hişam.Sîre.c. 3, s. 106, Taberî, Târih, c. 3, s. 27, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser,c. 2, s. 24, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 47.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/212.
[567]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 334, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 49.
[568]
İbn İshak.İbn Hişam, c.3, s. 107, Vâkıdî, c. 1,s.334, İbn Sa'd, c. 2, s. 49,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 338, Taberî,c.3, s. 28, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüwe, c. 3, s. 314, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c.
2, s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 181 ,Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 49.
[569]
İbn İshak, İbn Hişam, c.3, s. 107, Taberî, c.3, s. 28, Beyhakî, c. 3, s. 314,
İbn Seyyid, c. 2, s. 37, Zehebî, s. 181, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 49.
[570]
Buhari, Sahîh, c. 5, s. 38.
[571]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 334.
[572]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 107, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 ,s.335.
[573]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 335.
[574]
İbn İshak, İbn Hişam, c.3, s. 107, Vâkıdî, c.1, s. 335-336, Taberî, T ârfh, c.
3, s. 28, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvıe, c. 3, s. 314-315, Zehebî, Megâzî, s.
181-182, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 49.
[575]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 334-335.
[576]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 84-85, Vâkıdî, c. 1, s. 243, 244, 247, İbn
Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 2, Zehebî, s. 155, 156, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
23-24.
[577]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 88.
[578]
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 217.
[579]
Vâkıdî, c. 1, s. 335, İbn Sa'd, c. 3, s. 564.
[580]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 334-335.
[581]
Vâkidi, Megâzî, c.1, s. 241.
[582]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 269.
[583]
Vâkidt, Megâzî, c. 1, s. 334-335.
[584]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 335.
[585]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 316.
[586]
Vâkidt, Megâzî, c. 1, s. 334-335.
[587]
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 217, Zehebî, Megâzî, s. 181, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 49.
[588]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 336, 338.
[589]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 336, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 49, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 38.
[590]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.3, s. 108, Taberî, T ârfh, c.3, s. 28, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 37.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/213-216.
[591]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 338.
[592]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 338, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 49, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 38.
[593]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 309, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 335-336.
[594]
Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 65.
[595]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 110, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 309, İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 49, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 335, Beyhakî,
Sünen, c. 9, s. 65, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 51.
[596]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 111, Vâkıdî, c. 1, s. 309, İbn Sa'd, c. 2, s.
43, Belâzurî, c. 1, s. 335, Beyhakî, c. 9, s. 65, İbnEsir, Kâmil, c. 2, s. 165,
E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 51.
[597]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 11 0, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 51.
[598]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 111, Vâkıdî, c. 1, s. 309, İbn Sa'd, c. 2, s.
43, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 335, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 65, E
bu'l-Fidâ, c. 4, s. 51.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/216-217.
[599]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 108-109, VâkidP, Megâzî, c. 1, s. 338-339,
Taberî, Târih, c. 3, s. 28-29, Beyhakî,Delâilü'n-nübüwe, c. 3, s. 315-316,
Zehebî, Megâzî , s. 182-183, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 49-50.
[600]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 340.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/217-219.
[601]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 109, Vâkıdî, c.1 , s. 339-340, Taberî, c. 3, s.
29, Beyhakî, c. 3, s. 316-31 7, İbn Esîr, Kâmil,c.2,s.164-165,Zehebî, Megâzî,
s. 182,184, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 49-50.
[602]
İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 11 0, Vâkıdî, c. 1, s. 339, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 38, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 51.
[603]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 108, Taberî, Târih, c. 3, s. 28, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 315, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 37.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/219-220.
[604]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 112.
[605]
Beyhaki, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 216-217, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
vıe'n-nihâye, c. 4, s. 48.
[606]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 317.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/220-221.
[607]
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 111, Beyhakî, Delâilü'n-nübüwe, c. 3, s.
318, Zehebî, Megâzî, s. 184, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 51.
[608]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 318, Zehebî, Megâzî, s. 1 84, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 51.
[609]
İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 3, s. 111, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 318, Zehebî,
Megâzî, s. 184, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 51.
[610]
İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 111, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 318-319,
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 318, Zehebî, Megâzi, s. 1 84, E bu'l-F
idâ, el-Bi dâye ve 'n-n ihâye, c. 4, s. 51 -52.
[611]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 319. Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 319.
[612]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 319, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 489.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/221-223.
[613]
Buhârî, Târîhu'l-kebfr, c. 1, ks. 2, s. 78, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 153.
[614]
İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 176, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 62.
[615]
Buhârî, Târih, c. 1,ks. 2, s. 78, İbn Abdilberr, İstiâb, d, s. 1 76, İbn
Asâkfr, Târih, t 3, s. 269, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 153.
[616]
İbn Asâkir, Târih, c. 3, s. 269.
[617]
Buhâri, Tâıîh.d.ks. 2, s. 78, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 153.
[618]
Buharı, c.1, ks.2, s. 78, İbn Abdilberr, c. 1, s. 176, İbn Esir, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 62, İbn Asâkfr, c. 3, s. 269, İbn Hacer, c.1,s.153.
[619]
Buhâri , Târîhu'l-kebir, c. 1, ks. 2, s. 78.
[620]
Buhâri, Târîh, c. 1, ks. 2, s. 78, İbn Hacer, c. 1,s.153.
[621]
İbn Asâkir. Târih. c. 3. s. 269.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/223-224.
[622]
İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s.
274-275, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 27, Zehebî, Megâzî, s. 159.
[623]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 327, Belâzurî, Ensâbu'l-eşr af, c. 1, s. 327.
* Al-i İmran: 121-179,
İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 3, s. 112-1 28, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 319-340.
[624]
Al-i İmran: 121-179, İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 3, s. 112-1 28, Vâkıdî,
Megâzî, c.1, s. 319-340.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/224-231.
[625]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 329.
* Amre binti Haim (İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 8, s. 359).
[626]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 329, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 338.
[627]
İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 524, Ahmed b. Hanbel, Müsned,c.3, s. 352, EbuDâvud,
Sünen, c. 3, s. 121, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 41 4, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s.
909.
[628]
Nisa: 11.
[629]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 331, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3,s.524,Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 121.
[630]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 331.
[631]
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 331, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 524, Ebu
Dâvud, Sünen, c. 3, s. 121, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 414, İbn Mâce, Sünen, c.
2, s. 909.
[632]
Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 331.
[633]
Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 3. s. 375.
M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/232-233.