Amr b. Âs'ın Umman Hükümdarı Ceyfer ile Kardeşi
Abd b. Cülendâ'ya Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Amr b. Âs ile Ebu Zeyd'in Umman'da Yapacağı İşler
Alâ' b. Hadramî'nin Münzir b. Sâvâ'ya Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Münzir b. Sâvâ'nın Peygamberimiz Aleyhisselamın
Mektubuna Cevap Yazışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Münzir b. Sâvâ'ya
Cevabı
Bahreyn Hecer Halkından Müslüman Olmayanlarla
Anlaşma Yapılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bahreyn Hecer Halkına
Uyarı Mektubu
Bahreyn'den Medine'ye Gönderilen Malların
Müslümanlara Dağıtılışı
Şair Ka'b b. Züheyr'in Müslüman Oluşu
Ka'b b. Züheyr'in Kimliği ve Kişiliği
Hırka-i Şerîfin Tarihçesi ve Tavsifi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Oğlu Hz. İbrahim'in
Doğuşu
Mescid-i Nebevî Minberinin Tarihçesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Namazı Nasıl
Kıldığını Ashaba Öğretmek İçin Minber Üzerinde
Peygamberimiz Aleyhisselamın Cuma ve Bayram
Hutbelerini Minber Üzerinde İrad Buyuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Minberinin Yerinden
Sökülüp Şam'a Götürülmeye Kalkışılması
Halife Mehdi'nin Minberi İlk Haline Koymak
İsteyişi
Yanan Minberin Yerine Kurulan Minberler
Müslüman Kabilelere Valiler ve Zekat Tahsil
Memurları Gönderilişi
Gönderilenlerden Bazılarının Kimler Olduğu ve
Nerelere Gönderildikleri
Benî Esed b. Huzeymelerin Müslüman Oluşu
Benî Esed Heyetinin Peygamberimizden Iyafet ve
Kehanetin Hükmünü Sormaları
Benî Esed Heyetine Kur'ân-ı Kerîm Öğretilişi
Urve b. Mes'ud'un Müslüman Olup Taiflileri
Müslümanlığa Davet Edişi ve Şehit Edilişi
Kur'ân-ı Kerîm'in Yâsîn Sahibi Hakkındaki
Açıklaması
Benî Uzre Heyetinin Medine'ye Gelmeleri ve
Müslüman Olmaları
Benî Uzrelerden Cemre b. Numan'ın Zekat
Memurluğuna Atanışı ve Kendisine Arazi de Verilişi
Benî Uzrelerden Zeml b. Amr'ın Müslüman Oluşu ve
Kendisine Sancak ve Yazı Verilişi
Dahhâk b. Süfyan'ın Kurataları Te'dibe Gönderilişi
Alkame b. Mücezziz'in İskelede Oturan Bir Cemaate
Gönderilişi
Yerine Getirilmesi Günah Olan Emirlerin Yerine
Getirilmemesi Gerektiği
Hz. Ali'nin Füls Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Füls Putunun Yıkılışı ve Tahrip Edilişi
Adiyy b. Hâtim'in Şam'a Kaçışı ve Yanına Gelen
Kızkardeşiyle Görüşüp Müslüman Olmaya
Niyetlenişi
Amr b. Âs'ın Umman'a
gönderilişi, Hicretin 8. yılında, Zilkade ayında idi.[1]
Umman;
Yemen-Hind denizi sahilinde, Basra körfezinin darlaştığı yerdeki Arap
şehirlerinin büyüklerinden olup, Hecer'in doğusundadır.[2]
Amr b. Âs'ın Umman kralı
Ceyfer'le kardeşi Abd'e gönderilişinin sebebi, onlan İslâmiyete davet etmekti.[3]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Kur'ân-ı Kerîm'i en iyi okuyan EbuZeyd el-EnsârPyi de, Amrb.
Âs'la birlikte gönderdi.[4]
Kral Ceyfer ile kardeşi için[5]
Übeyy b. Ka'b'a yazdırdığı[6]
bir mektubu da ellerine verdi. [7]
Mektupta şöyle buyurdu:
"B ismi İlâhirrahm
ânirrahfm
Allah'ın Resûlü[8]
Muhammed b. Abdullah'tan, Cülendâ'nın oğulları Ceyfer ve Abd'e!
Hidayete uyanlara, doğru yolu
tutanlara selam olsun!
Bundan sonra, derim ki:
Ben sizin her
ikinizi İslâm davetiyle Müslümanlığa
davet ediyorum: Müslüman olunuz da selamete eriniz!
Ben, sağ olanlan
ahiret azabıyla korkutayım, kâfirler hakkında da Allah'ın emirlerini
uygulayayım diye Allah'ın bütün insanlara gönderdiği peygamberiyim.
Eğer siz İslâmiyeti kabul ve
ikrar ederseniz, sizi yine hükümdar yapanm!
Eğer İslâmiyet] kabul etmekten
kaçınırsanız, muhakkak, hükümdarlığınız elinizden gidecek, süvariler
meydanlarınızı çiğneyecek ve peygamberliğim mülk ve saltanatınıza galebe
çalacaktır!" [9]
Umman halkı
kelime-i şehadet getirmeyi kabul ederek Allah'a ve Resûlüne boyun eğecek olurlarsa,
Amrb.Âs orada yönetim işleriyle uğraşacak;[10]
Yani Müslüman zenginlerden
sadaka ve zekatlarını toplayacak, onların yoksullarına dağıtacak,
Mecusilerden (ateşe
tapanlardan) cizye alacak, [11]
Müslümanlar arasındaki
dâvaları da halledecekti.
Ebu Zeyd ise;
namaz kıldıracak, halka İslâmiyet] anlatacak, Kur'ân-ı Kerîm'i ve sünnetleri
öğretecekti.
Amr b. Âs ile Ebu Zeyd,
Umman'a gittiler.
Ceyfer ile kardeşi Abd'i,
deniz sahilindeki Suhar panayırında buldular. [12]
Suhar; Umman'ın heryıl Recep
ayının başında açılıp beş gece süren panayırı idi. [13]
Amr b. Âs der ki:
"Umman'a vardığım zaman,
önce Abd b. Cülendâ ile buluşmak istedim.
Çünkü, o, iki adamdan en
uslusu idi. [14]
Ona:
'Ben sana ve senin kardeşine
Resûlullah Aleyhisselamın gönderdiği elçisiyim!' dedim.
Abd:
'Kardeşim yaşça
ve saltanatça benden önce gelir. Ben seni onunla görüştüreyim. Mektubunu o
okusun!1 dedi. [15]
Sonra da:
'Sen nelere davet ediyorsun?1
diye sordu.
'Ben seni Bir
olan, eşi ortağı olmayan Allah'a iman ve ibadet etmeye, O'ndan başkasına
tapmayı bırakmaya, Muhammed'in de O'nun kulu ve Resûlü olduğuna şehadet
getirmeye davet ediyorum!' dedim.
Abd b. Cülendâ:
'Ey Amr! Sen kavminin ulu
kişisi olan bir kişinin oğlusun.
Senin baban bu hususta nasıl
davrandı, ne yaptı?
Şüphe yok ki; o bize bu yolda
bir misal, bir ömek olabilir!' dedi.
'O, Muhammed Aleyhisselama
iman etmeden ölüp gitti.
Ben onun da Müslüman olmasını
ve Muhammed Aleyhisselamı doğrulamasını çok arzu ederdim!
Ben de önceleri onun
görüşünde idim.
Nihayet, Allah beni
İslâmiyete hidayet etti1 dedim.
Abd:
'Sen ona ne zaman tâbi
oldun?' diye sordu.
'Necaşî'nin yanında!' dedim
ve Necaşî'nin ne zaman Müslüman olduğunu haber verdim.
Abd:
'Necaşî'nin kavmi, onun
hükümdarlığı hakkında ne yaptı?' diye sordu.
'Hükümdarlığında bıraktılar
ve ona tâbi oldular!' dedim.
'Uskuflar* ve ruhbanlar da
ona tâbi oldular mı?' diye sordu.
'Evet!' dedim.
Abd:
'Ey Amr!
Söylediğin şeye dikkat et! Adam için, yalan söylemekten daha ayıp, daha kötü
bir huy yoktur!' dedi.
'Ben ne yalan söylerim, ne de
dinimizde yalanı helâl sayarız!' dedim.
Abd:
'Herakliyus, Necaşî'nin
Müslüman olduğunu öğrenebilmiş mi idi?' diye sordu.
'Evet!' dedim.
Abd:
'Bu, nasıl ve hangi şeyle
öğrenilebilmiş?' dedi.
'Necaşî,
Herakliyus'a haraç gönderirmiş. Müslüman olduğu, Muhammed Aleyhisselamın peygamberliğini
doğruladığı zaman:
'Hayır! Vallahi, benden bir
tek dirhem bile istemiş olsa, ona vermem!' demiş.
Herakliyus onun bu sözünü
haber alınca, kardeşinin oğlu Yennak:
'Senin dinine aykırı,
sonradan ortaya çıkan bir dini din edinen kulunun yaptıklarını yanına bırakacak
mısın?!' demiş.
Herakliyus da:
'Adam kendisi için bir din
seçmişse, ben ona ne diyebilirim?
Vallahi, ben de,
esirgeyip cimrilik etmeseydim, muhakkak onun yaptığı gibi yapardım!' demiş'
dedim.
Abd:
'Ey Amr! Neler söylediğine
dikkat et!' dedi.
'Vallahi, sana doğru
söylüyorum!' dedim.
Abd:
'Peygamberiniz neleri
emrediyor? Nelerden de sakındırıyor? Onları da bana haber ver?' dedi.
'Yüce Allah'ın
buyruklarına boyun eğmeyi emrediyor. Ona asi olmaktan, karşı koymaktan
sakındırıyor. İyiliği, akraba haklarını gözetmeyi emrediyor. Zulümden,
haksızlıktan, zinadan, içkiden, taşlara, putlara, salibe tapmaktan
sakındırıyor' dedim.
Abd:
'Onun davet etmiş olduğu bu
şeyler ne kadar güzeldir!
Kardeşim beni
dinlese, bana uysa da, gidip Muhammed'e iman ve onun getirdiklerini doğrulasak
ne iyi olurdu.
Fakat, kardeşim saltanata
düşkün ve onu elden bırakmakta cimridir!' dedi.
'Eğer o Müslüman
olursa, Resûlullah Aleyhisselam yine onu kavmine hükümdar yapar. Zenginlerinden
sadakalarını alır, fakirlerine, yoksul olanlarına verir' dedim.
Abd:
'Hiç şüphesiz, bu da güzel
ahlâktır!1 dedi ve 'Sadaka dediğin nedir?' diye sordu.
Mallar hakkında
farz ki İman zekat ve sadakanın nev' ve miktarlarını ona haber vere vere
develerin zekatına geldiğim zaman, Abd, bana:
'Ey Amr! Ağaçlardan,
otlardan yayılan ve sulanmak için su başlarına sürülen yaylım hayvanlarımızdan
da mı zekat ve sadaka alacaksın?1 diye sordu.
'Evet!' dedim.
Abd:
'Vallahi,
yurtlan uzak, sayıları da pek çok olan kavmimin bunu benimseyeceklerini pek
sanmıyorum!' dedi. [16]
Kapısında günlerce bekledim. [17]
Abd, kendisine verdiğim
haberlerin hepsini kardeşine ulaştırdı. [18]
Sonra, bir gün, Ceyfer beni
çağırdı. Yanına girdim. [19]
Ceyfer'in adamları, hemen
kollarımı tuttular.
Ceyfer:
'Bırakınız onu!' deyince,
bıraktılar.
Oturmak için ileri vardım.
Beni oturtmadılar.
Ceyfer'e baktım.
Bana:
'Dileğini getir!' dedi. [20]
Mühürlü mektubu kendisine
sundum.
Açıp sonuna kadar okuduktan
sonra, kardeşine verdi.
O da, Ceyfer gibi okudu.
Kendisini, kardeşi Ceyfer'den
daha uslu ve mülayim gördüm. [21]
Ceyfer:
'Bana haber ver: Kureyşîler
bu hususta ne yaptılar? Nasıl davrandılar?' diye sordu.
'İslâmiyeti benimseyerek de,
kılıç korkusu ile de tâbi oldular!1 dedim.
Ceyfer:
'Onun yanında bulunanlar
kimlerdir?' diye sordu.
'Allah'ın
hidayetiyle akılları başlarına gelip dalâlet içinde bulunduklarını anlamış,
İslâmiyete can atmış ve Resûlullahı başka herşeye tercih etmiş, üstün tutmuş
olanlardır.
Şu çıkış yeri bulunmayan vadilerde senden başkasının kaldığını
bilmiyorum!
Sen bugün
Müslüman olmaz, Resûlullaha uymazsan, süvarilere çiğnenirsin. Cemaatin de
perişan ve darmadağın olur.
Müslüman ol, selamete er!
Yine, kavminin üzerine hükümdar olursun!
Senin üzerine ne süvariler,
ne de piyadeler gelir!1 dedim. [22]
Ceyfer:
'Sen bugün beni kendi halime
bırak da, yarın yanıma dön!' dedi. [23]
Ceyfer'in kardeşinin yanına
döndüm. Bana
'Ey Amr! Eğer saltanatı
esirgemez, cimriliği tutmazsa, kendisinin Müslüman olacağını umanm' dedi.
Ertesi gün olunca, tekrar
Ceyfer'e gittim.
Ceyfer, içeri girmeme izin
vermeye yanaşmadı.
Ceyfer'in kardeşi Abd'in
yanına döndüm. Ceyfer'le buluşamadığımı ona haber verdim.
Bunun üzerine, beni götürüp
Ceyfer'le buluşturdu. [24]
Ceyfer:
'Ben senin davet ettiğin şey
üzerinde düşündüm:
Eğer ben
elimdeki saltanatımı başka bir adama bırakırsam, Arapların en zayıfı ve düşkünü
durumuna düşerim! [25]
Onun süvarileri, buralara
kadar gelip ulaşamazlar.
Eğer gelir, ulaşırlarsa,
ortada kimi bulup da savaşacaklar?1 dedi. [26]
'Öyleyse, ben yarın çıkıp
gideceğim!' dedim.
Ceyfer benim gideceğime
kanaat getirince, [27] kardeşi
onunla gizlice konuştu:
'Biz bu hususta ona üstün
gelemeyiz!
Kendilerine haber saldığı her
hükümdar, davetine icabet etti!' dedi. [28]
Ceyfer, ertesi günü,
sabahleyin, bana haber saldı.
Huzuruna varınca, [29]
kendisine:
'Ey Cülendâ! Sen her ne kadar
bizden uzakta bulunuyorsan da, Allah'tan uzakta değilsindir.
Seni tek başına
yaratmış olan Allah, ibadeti yalnız Kendisine tahsis etmene ve O'nun seni
yaratırken işe karıştırmadığını senin de ibadette O'na ortak tutmamana
lâyıktır.
İyi bil ki; sen ölü bir halde
iken, O seni diri kıldı.
Seni yine eski haline
çevirecek, öldürecek, sonra da diriltecektir.
Bak! Şu ümmî peygamber sana
dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayacak bir din getirmiştir.
Ahiretecirve mükâfatını
isteyen, ondan yararlanır.
Nefsine uyan ise, onu
bırakır.
Sonra bak! İyi düşün ki; o,
insanların getirdiği şeylere hiç benziyor mu?
Eğerbenzemiş olsaydı, belli
olur, açıkça görülürdü.
Sen bu haber üzerinde
muhayyersin:
Bu, kullarınkine
benzemiyorsa, Allah tarafından olduğunu ve söylenen şeyi kabul et!
Eğer işe önem vermez, aldırış
etmezsen, va'd edilen şey başına gelir!' dedim. [30]
Ceyfer:
'Vallahi, sen
beni o ümmî peygambere kılavuzladın ki, onun hayır ve iyilik adıyla emredeceği
şeyleri tutacak, yerine getirecek olanların ilki ben olacağım!
Onun kötülük adıyla yasaklayacağı
şeyleri bırakacak olanların ilki de ben olacağım!
Yenince sevinme ve
kibirlenme, yenilince de üzülme ve daralma olmayacak!
Verilen söz üzerinde
durulacak, verilen söz yerine getirilecek!
Vâkıf olunan sırda da, sır sahibiyle bir olunmaktan geri durulmayacak!
Ben şehadet ederim ki; o,
peygamberdir!1 dedi. [31]
Ceyfer de,
kardeşi de, böylece İslâmiyeti kabul ve Muhammed Aleyhisselamın peygamberliğini
tasdik ettiler. [32]
O bölgede bulunan bütün
Arapları da Müslümanlığa davet ettiler.
Onlarda, davete icabet edip
Müslüman oldular. [33]
Zekat ve sadakaları toplamak,
aralarında hüküm vermek vazifeleriyle beni başbaşa bıraktılar.
Bana aykırı davrananlara
karşı da, bana yardımcı oldular. [34]
Zenginlerden zekat ve
sadakalarını alıp yoksullarına dağıttım . [35]
Resûlullah
Aleyhisselamın vefatı haberi bize ulaşıncaya kadar, Ummanlıların yanında
oturmaktan ayrılmadım." [36]
Ceyfer'in de, söylediği bir
şiirde:
Amr b. Âs'ın
gelip hakkı bildirdiğini, öğüt]ediğini, kendisinin de Allah için Müslüman
olduğunu, bunu bağıra bağıra açıkladığını ifade ettiği görülür.[37]
Yüce Allah hepsinden razı
olsun![38]
Alâ1
b. Hadramî'nin Bahreyn'de Münzir b. Sâvâ'ya gönderilişi, Hicretin 8. yılında,
Zilkade ayının sonuna, Ci'râne'den sonraki günlere rastlar.[39]
Bahreyn; Hindistan'la Basra
ve Umman arasında, deniz sahilindeki memleketlerin hepsinin adıdır.
Bol kaynakları, akarsulan
bulunan geniş bir ülkedir. [40]
Her yıl
Cumâde'l-âhire ayının başında açılıp
ay sonuna kadar süren Müşakkar panayırı Hecer'de kurulurdu. [41]
Bahreyn, Fars
memleketlerinden olup, Arapların Abdulkays, Bekr b. Vâil ve Temim
kabilelerinden birçok halk, Bahreyn kırlarında oturmakta idiler.
Münzir b. Sâvâ, Farslar
tarafından Bahreyn'deki Araplar üzerine tayin edilmişti.
Münzir; Hecer veya Esbez
köyünden ve Abdullah b. Zeydü'l-Esbezî oğullarındandı.
Esbezîler, atlara taparlardı.
Bahreyn halkından kimi
Mecusî, kimi Yahudi, kimisi de Hıristiyan di. [42]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Alâ1 b. Hadramî'yi, Bahreyn hükümdarı Münzir b.
Sâvâ'yı İslâmiyete davet etmek üzere gönderdi.
[43]
Alâ1 b.
Hadramî'nin yanına Ebu Hureyre'yi de kattı.
Kendilerine hayır
tavsiyesinde bulundu.
Alâ1
b. Hadramî için, deve, sığır, davar, meyve ve sair malların zekatları hakkında
bir yazı da yazdırdı.
Alâ1 b. Hadramî bu
yazıyı Müslüman olan halka okuyacak ve zekatlarını ona göre toplayacaktı. [44]
Alâ1
b. Hadramî, Bahreyn halkını İslâmiyete davet edecek, yanaşmadıkları takdirde
cizye (vergi) ödemelerini kendilerine teklif edecekti.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Münzir b. Sâvâ'ya ve Hecer'in Mecusî din başkanı Sîbuht'a birer mektup
göndererek, İslâmiyeti kabule yanaşmadıkları takdirde cizye (vergi) ödemeye
kendilerini davet etti . [45]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
mektubunda şöyle buyurdu:
"B ismi İlâhirrahm
ânirrahîm
Muhammed Resûlullah'tan
Münzir b. Sâvâ'ya!
Hidayete uyanlara selam
olsun!
Bundan sonra, derim ki:
Ben seni İslâmiyete davet
ediyorum. Müslüman ol, selamete er!
Allah senin iki elinin
altındaki şeyi (hükümdarlığını) yine sende bırakır.
Şunu da iyi bil
ki; benim dinim, develerin ve atların gidebilecekleri yerlere kadar uzanacak,
hakim olacaktır!" [46]
Alâ1 b. H adramî,
Münzir b. Sâvâ'nın yanına vardı ve ona:
"Ey Münzir!
Şüphe yok ki, sen dünya işlerinde büyük bir akla sahipsin! Onu ahiret işlerinde
küçültme!
Şu Mecusîlik (ateşe
tapıcılık) kötü bir dindir.
Onda, ne Arapların, ne de
Ehl-i Kitab bilginlerinin iyi göreceği birşey yoktur!
Onda, evlenilmelerinden
utanılanlaria (kendileriyle evlenilmemesi gerekenlerle) evlenirler!
Yenilmesi uygun olmayanları
yerler!
Kıyamet günü kendilerini
yiyecek, yakacak olan ateşe dünyada tapar dururlar!
Sen ne aklı kıt, ne de
görüşsüz bir kimsesin!
Bak! İyi düşün!
Hiç yalan
söylemeyen bir kimseyi doğrulamaman, hiç hıyanet etmeyen bir kimseye
gücenmemen, verdiği sözden hiç caymayan bir kimseye itimad etmemen, inanmaman
sana yakışır mı?!
İşte, böyle olan
o ümmî peygamberdir ki, vallahi, aklı başında olan kimse, hiçbir zaman onun
emrettiği şeyin yasaklanması veya onun yasakladığı şeyin emredilmesi
gerekeceğini söyleyemeyeceği gibi, onun affederken affını biraz arttırması veya
cezalandırırken cezasını biraz kısması gerekeceğini de söyleyemez!
Akıl, fikir ve basiret
sahiplerince, bu böyledir!" dedi.
Münzir b. Sâvâ:
"Elimdeki, önümdeki şu
saltanatıma baktım; onu ahiret dışında ve yalnız dünyaya elverişli buldum!
Sizin dininize baktım, onu
hem ahirete, hem dünyaya elverişli buldum!
Kendisinde
yaşama ve öldükten sonra yaşamaya dönüş umudu bulunan bir dini kabul etmeme ne
engel var?" dedi. [47]
Münzir b. Sâvâ da, Mecusî din
başkanı Sîbuht da Müslüman oldu. [48]
Münzir b. Sâvâ, İslâm ibadet
ve amelleriyle Müslümanlığını güzelleştirdi. [49]
Yüce Allah onlardan razı
olsun![50]
Münzir b. Sâvâ, Peygamberimiz
Aleyhisselamın mektubuna yazdığı karşılıkta, Müslüman olduğunu ve Peygamberimiz
Aleyhisselamın peygamberliğini doğruladığını bildirdikten sonra,[51]
şöyle dedi:
"Bundan sonra, arzolunur
ki:
Yâ Rasûlallah! [52]
Mektubunu[53]
Bahreyn, [54]
Hecerhalkına okudum. [55]
Onlardan, İslâmiyetten hoşlanıp
Müslüman olmak isteyenler, İslâmiyete girdiler.
Bazıları ise, Müslüman olmak
istemediler.
Ülkemde, kendi dinlerinde
kalan Mecusîler ve Yahudiler de vardır. Bu hususta ne yapacağımı da bana
bildir!" [56]
"Muhammed Resûlullah'tan
Münzir b. Sâvâ'ya!
Allahın selamı üzerine olsun!
Ben, sana olan
hidayet nimetinden dolayı hamd ederim O Allah'a ki, Kendisinden başka hiçbir
ilah yoktur![57]
Ben, Allahtan
başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna
şehadet ederim[58]
İmdi, mektubun bana geldi. [59]
Okutup içindekileri dinledim. [60]
Ben sana Yüce Allah'ı ve
O'nun buyruklarına göre hareket etmeni hatırlatırım!
Muhakkak ki, öğüt veren kişi,
onunla kendisi de öğütlenmiş, sevabından yararlanmış olur.
Elçilerime itaat
eden ve onların buyruklarına uyan kişi, bana uymuş ve itaat etmiş olur. Onların
öğütlerini dinleyen, beni dinlemiş olur.
Elçilerim seni bana övdüler
ve hayırla andılar.
Senin kavmin hakkındaki
iltimasını, şefaatini kabul ettim.
Onlardan, Müslüman olanları,
Müslüman oldukları şeylere bırak!
Günahkâr olanların geçmişteki
suçlarından, geç. Onları geçmişlerinden suçlu tutma!
İyi bil ki; sen iyi
davrandıkça, seni işinden uzaklaştırmayız, sen vekilimiz olarak orada kalırsın! [61]
Her kim bizim
namazımızı kılar, bizim Kıblemize yönelir, bizim kestiklerimizi yerse, o
Müslümandır. [62] Ona
Allah'ın ve Resûlünün himayesi vardır. [63]
Kendisi, Müslümanların sahip oldukları haklara sahip ve onların mükellef
bulundukları vazifelerle mükellef olur.
Bunu yapmayan kimsenin,
Maâfirî elbisesi kıymetine göre cizye olarak bir dinar ödemesi gerekir.
Selam ve Allah'ın rahmeti
senin üzerine olsun. Allah seni yariıgasın!" [64]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Münzir b. Sâvâ'ya Hecerliler hakkındaki mektuplarında da şöyle
buyurdu:
"İslâm'ı onlara arz ve
teklif et! [65]
Kendilerini İslâmiyete davet et!
Eğer Müslüman
olurlarsa, bizim sahip olduğumuz haklara onlarda sahip ve bizim mükellef bulunduğumuz
vazifelerle onlar da mükellef oluriar. [66]
Eğer Müslüman olmaktan
kaçınırlarsa, kendilerinden cizye (vergi) alınır.
Onların ne kestikleri yenir,
ne de kendileriyle evlenilir." [67]
"Müslüman olmayanlardan,
arazi sahibi olmayan herkesi, dört dirhem ile bir aba ödemekle mükellef kıl!"
[68]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Münzir b. Sâvâ'ya gönderdiği başka mektuplarında, şöyle buyurdu: "Allah'a
hamd ü senadan sonra, derim ki: Elçilerimseni bana övdüler.
Hiç şüphesiz, sen böyle iyi
oldukça, ben de sana iyi davranacak ve işine göre, seni mükâfatlandıracağım!
Allah'a
ve Resûlüne bağlılıkta devam et! Selam olsun sana!"
"Allah'a hamd ü senadan
sonra, derim ki:
Ben sana Kudâme (b. Maz'un)
ile Ebu Hureyre'yi gönderdim.
Ülkene ait cizye
(vergi)lerden, yanına toplamış olduklarını, bunlara teslim et! Vesselam!" [69]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Bahreyn halkı için yazdırdığı mektupta da şöyle buyurdu:
"Allah'a hamd ü senada
bulunduktan sonra, derim ki:
Siz namazınızı
kılar, zekatınızı verir, Allah'a ve Resûlüne iman ve itaat eder, meyve
mahsullerinden uşr, hububatınızdan yarım uşr verir, çocuklarınızı Mecusîleştirmez
iseniz, Müslüman olurken sahip bulunduğunuz size kalacak, ateşgede malları
Allah'a ve Resûlüne ait olarak bunun dışında tutulacaktır.
Eğer buna yanaşmazsanız, size
cizye (vergi) salınacaktır." [70]
Münzir b. Sâvâ, Peygamberimiz
Aleyhisselamın mektubunu H ecer halkına okudu.
Onlardan bir kısmı Müslüman
oldular.[71]
Gerek Münzir b.
Sâvâ'nın ve gerek Mecusî din başkanı Sîbuht'un yanlarında bulunan Araplarla o
bölgedeki bütün Araplardan ve Arap olmayanlardan da bazı kimseler Müslüman
oldular.
Mecusî, Yahudi
ve Hıristiyan halkı ise, Müslüman olmak istemediler. Cizye ödemeye razı
oldular. Alâ1 b. Hadramî ile anlaşma yaptılar. Alâ' b. Hadramî
aralarında bir de anlaşma yazısı yazdı.
Yazılan yazıda şöyle denildi:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu, Alâ' b. Hadram?nin
Bahreyn halkıyla üzerinde anlaşma yaptığı hususun belgesidir.
Alâ' b. Hadramî,
bizi işe el sürdürmeyecekler ve hurma mahsulünü bizimle bölüşecekler, diye
onlarla muahede yapmıştır.
Kim buna riayet etmezse,
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!
Amma cizyeye gelince; o,
erginlik çağına basan, ustura tutmaya başlayan her erkek başına bir dinar, [72]
yahut her yıl 24 dirhem alınır. [73]
Çocuktan, kadından, [74]
âmâdan, son derece yaşlanmıştan, bunaktan, oturak olandan alınmaz. [75]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Alâ' b. Hadramîye gönderdiği mektupta şöyle buyurdu:
"Allah'a hamd ü senadan
sonra, derim ki:
Münzir b.
Sâvâ'ya iki kişi gönderdim. Onlar, Münzir'in yanına toplamış olduğu cizyeleri
kendisinden teslim alacaklardır.
Sen bu işi çabuklaştır.
Zekat ve aşardan senin yanına
topladıklarını da onlarla birlikte gönder, vesselam!" [76]
Alâ1
b. Hadramî, Bahreynlilerin Müslüman olanlarından uşr (aşar), müşrik
olanlarından da cizye almakta, toplamakta idi.
[77]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Umman
Hükümdarlarından Olup Bahreyn'de Oturan İki Zât ile
Onlardan Olanlara Mektubu
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Umman hükümdarlarından olup Bahreyn'de oturan Esbezli Abdullah adındaki iki
zâtla onlardan olanlara da bir mektup göndermiş ve mektubunda şöyle buyurmuştu:
"Allah'ın Resûlü
Muhammed Peygamberden Umman hükümdarları Esbezli Abdullah'lar ile, onlardan
Bahreyn'de bulunanlara:
Onlar; iman ederler, namazı
kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve Resûlüne itaat ederler, Peygamberin
hakkını verirler, mü'minlerin yaptıkları gibi, kurbanlarını keserler ise, hiç
şüphesiz mü'mindirler. Müslüman olurken sahip bulundukları şeyler, kendilerine
kalacaktır.
Beytü'n-nar=ateşgede malları,
Allah'a ve Resûlüne ait olarak, bunun dışında tutulacaktır.
Hurmadan uşr, hububattan
yarım uşr zekat olarak alınacaktır.
Müslümanlar onlara yardım
etmek ve öğüt vermekle mükellef bulundukları gibi, onlar da Müslümanlara böyle
yapmakla mükelleftirler.
Onların değirmenleri
kendilerine ait olup, onlar oralarda unlarını istedikleri gibi
öğüteceklerdir."[78]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sîbuht b.
Abdullah'ın Mektubuna Cevabı
Peygamberimiz Aleyhisselam
Sîbuht b. Abdullah'ın mektubuna verdiği cevapta şöyle buyurdu:
"Akra1
mektubunu bana getirdi. Kavmin hakkındaki şefaat dileğini de bildirdi.
Şefaatini kabul ettim.
Kavmin hakkında Akra'm
söylediklerini doğru buldum.
İstediğini benden istemene,
memnun oldum.
Fakat, ben onu iyice tanımamı
ve senin benimle görüşmeni uygun gördüm.
Eğer yanımıza gelirsen, sana
ikramda bulunurum.
Gelemez, bulunduğun yerde
oturursan, yine de, sana ikram ederim.
Sonra, derim ki: Ben hiç
kimseden armağan istemem. Fakat, bana sen armağan verirsen, kabul ederim.
Valilerim senin tutum ve
davranışından memnundurlar.
Namaz, zekat ve mü'minleri
ağırlamak gibi yapmakta olduğun ibadet ve faziletlere en güzel şekilde devam
etmeni sana tavsiye ederim.
Senin kavmine 'Benî Abdullah'
ismini verdim.
Namaz kılmayı, güzel
amellerin en güzellerini işlemeyi onlara emret!
Seni ahiret mükâfatıyla
müjdelerim!
Sana ve mü'min olan kavmine
selam olsun!"[79]
"Bismiİlâhirrahmânirrahîm
Peygamber Muhammed'den,
Hecerlilere!
Sizler, selamette olasınız!
Sizlere hidayet nasip
ettiğinden dolayı hamd ederim O Allah'a ki, O'ndan başka hiçbir ilahyoktur![80]
İmdi, doğru yola kılavuzlandıktan
sonra sapmamanızı, doğru yola ulaştırıldıktan sonra yoldan çıkmamanızı, Allah
ve öz canlarınız için, sizlere ehemmiyetle tavsiye ederim!
Elçileriniz yanıma geldiler.
Onlar, sizin yanınıza,
sevinçli olmaktan başka bir suretle de gitmediler.
Sizin üzerinizdeki bütün hak
ve yetkilerimi kullanmış olsaydım, sizi Hecer'den sürer çıkarırdım!
Halbuki, sizin burada
bulunmayanlarınız hakkındaki şefaatleri kabul ettim.
Burada bulunanlara da,
câizelerverdim.
O halde, Allah'ın
üzerinizdeki nimetini anınız!
Sonra, iyi biliniz ki; sizin
yaptıklarınızın haberi de bana gelmiş bulunuyor!
İçinizden iyi olanlar kötü
olanların kötülüklerinden sorumlu tutulmayacaktır!
Buyruk sahiplerim size
geldiği zaman, onlara itaat ediniz!
Allah'ın emri üzere, O'nun
yolundaki vazifelerinde kendilerine yardımcı olunuz! İçinizden, iyi ve yararlı
iş yapanın bu hizmeti, ne Allah katında, ne de benim katımda zayi
olacaktır." [81]
Alâ' b. Hadramî'nin
Bahreyn'den Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdiği para 80.000 dirhem idi.
Medine'ye ne bundan önce, ne
de bundan sonra, bu kadar çok para gelmemiştir.[82]
Peygamberimiz Aleyhisselamın
emriyle, onlar Mescidde hasırlar üzerine döküldü.
Namaz için ezan okundu. [83]
Peygamberimiz
Aleyhisselam namaza çıktı. Hasır üzerine dökülen paralara hiç bakmadan, mihraba
geçti.
Namazı kıldırdıktan sonra,
geldi, [84]
paraların başına dikildi.
Müslümanlarda geldiler, hasır
üzerindeki paralan gördüler. [85]
Peygamberimiz Aleyhisselam
oturdu.
Gördüğü herkese[86]
avuçlayıp avuçlayıp[87]
vermeye başladı . [88]
O sırada, Hz. Abbas da geldi
ve:
"Yâ Rasûlalları! Bundan
bana da ver! [89]
Çünkü, ben Bedir günü[90]
hem kendim için, [91] hem de
malsız olan[92]
(yeğenim) Akîl için kurtulmalık vermiştim" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen de al!"
buyurdu.
Hz.
Abbas hemen üzerindeki cübbesini çıkarıp içini malla (para ile) doldurdu.
Gitmek için, sırtına kaldırmaya davrandı, kaldıramadı! [93]
Başını Peygamberimiz
Aleyhisselama çevirdi ve:
"Yâ Rasûl ali ah! Şunu
sırtıma kaldırıver!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
gülerek:
"Malın bir kısmını geri
bırak da, kaldırabileceğin kadarıyla kendin kalk!" buyurdu. [94]
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûl ali ah I Bari
şunlardan birine emret de, bunu sırtma o kaldırsın!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olmaz!" buyurdu.
Hz. Abbas:
"Öyleyse, sen
kaldır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olmaz!" buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Abbas
malın birazını döktükten sonra kaldırmaya davrandı ve kaldıramayınca:
"Yâ Rasûl ali ah I
Birine emret de, bunu sırtıma kaldırsın!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olmaz!" buyurdu.
Hz. Abbas:
"Bari, sırtıma sen
kaldır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olmaz!" buyurdu.
Hz. Abbas onun birazını daha
döktü. Sonra da, kaldırıp sırtına yüklenerek gitti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hz. Abbas'ın mala karşı gösterdiği bu aşın arzusuna şaştı, arkasından
baktı durdu. [95]
Hz. Abbas ise, sırtladığı
malla Mescidden çıkıp giderken:
"Allah, bize yaptığı iki
va'dinden birisini bugün yerine getirdi.
Yani,
'Eğer Allah'ın ezelî ilmine göre yüreklerinizde bir hayır, bir iman ve ihlas
varsa, o Allah, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi yariıgar
da!' [Enfal: 70] buyurmuştu ki, bu aldığım mal, benden alınmış olan (kurtulmalık)dan
daha hayırlıdır.
Amma Allah'ın
yarlıgamak hususundaki va'dine gelince, doğrusu onu ne yapacağını pek bilemiyorum!"
diyordu.[96]
İnşaallah o va'd de yerine
gelmiştir.[97]
Ka'b b. Züheyr,
Müzeynelerdendir.
Ka'b'ın dedesi, Ebu Sülma
Rebia'dır.[98]
Müzeynelerin yurtları,
Gatafanların yurtları içinde idi. [99]
Züheyr'in, Ka'b ve Büceyr
adında iki oğlu vardı . [100]
Ka'b büyük şairdi. Ka'b'ın
babası da, kardeşi de büyük şair idiler.
Ka'b, şairlikte,
kardeşi Büceyr'den üstündü. Babaları Züheyr ise, oğlunun her ikisinden de
üstündü. [101]
Ka'b b. Züheyr;
Peygamberimiz Aleyhisselamı şiirle
hicveden ve Mekke'nin fethi üzerine öldürülmemek için başını alıp
kaçanlardandı. [102]
Büceyr Peygamberimiz Aleyhisselamla
görüşüp Müslüman olduğu zamanl[103]
Ka'b ona çok kızmış, [104]
gönderdiği birşiirde: "Yazıklar olsun sana!
Demek, sen ananda, babanda
görmediğin bir dine girdin hâ?!
Oysa ki, kardeşin de o dinde
değildir!
Demek,
sen Ebu Bekir ve Me'mun'la [Resûlullah Aleyhisselam denilmek isteniliyor]
kandırıcı iki kadeh içtin, kendi dininden vazgeçtin hâ?!
Eğer sen böyle yapmadığını,
dininde sebat ettiğini bize açıklarsan, sana üzülmeyeceğim!" dedi. [105]
Büceyr, Ka'b'ın şiirini
gizlemeyi uygun görmeyerek Peygamberimiz Aleyhisselama okudu. [106]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Ka'b'ın kanının dökülmesini helâl saydı[107] ve:
"Kim rastlarsa, Ka'b'ı
öldürsün!" buyurdu. [108]
Büceyr bunu Ka'b'a yazdı:
"Başının çaresine
bak!" dedi.[109]
Ka'b'ın kendisi hakkında
yazdığı şiire şiirle verdiği cevapta da şöyle dedi:
"Benim şu söylediklerimi
Ka'b'a kim ulaştırır ola?
Ey Ka'b! Bâtıl,
boş diye yerdiğin bu dinden daha gerçeği, daha sağlamı var mı sende? Sen,
kurtulmak istediğin zaman, Uzzâ'ya ve Lâfa değil, Bir olan Allah'a yönel ve
teslim ol ki, kurtulabilesin!
Kıyamet gününde,
kaçılamayacak olan Cehennem ateşinden, Müslüman ve temiz kalbli insanlardan
başkası kurtulamayacaklardır!
Züheyr'in dini-ki, onun dini
hiçbir şey değildir-boştur!
Züheyr'in babası Ebu
Sülma'nın dini de bana haramdır!"[110]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Taif gazasından döndüğü sırada da, Büceyr, kardeşi Ka'b'a
biryazı yazmış ve o yazısında şöyle demişti:
"Resûlullah
Aleyhisselam, kendisini hicvedip yermiş, üzmüş olan Mekkelilerden bazılarını
öldürttü.
Kureyş şairlerinden sağ kalan
İbn Zibârâ ile İbn Ebi Vehb ise başlarını alıp kaçtılar.
Eğer canın sana gerekli ise,
Resûlullah Aleyhisselamın yanına acele gel!
Çünkü, o, yaptığına pişman
olarak yanına gelen kimseyi öldürmez[111]
İyi bil ki; Resûlullah
Aleyhisselamın yanına hiçbir kimse gelmemiştir ki, kendisi Allah'tan başka
hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet etsin de,
Resûlullah onun Müslümanlığını kabul etmiş olmasın!
Bu mektubum sana eriştiği
zaman, Müslüman ol, hemen gel! [112]
Eğersen bu
dediğimi yapmayacak olursan, yeryüzünden, sığınıp kurtulabileceğin yere kadar
başını al, git, kurtul!" [113]
Büceyr'in
mektubu Ka'b b. Züheyr'e ulaşınca, dünya onun başına dar geldi. Hayatından
korkmaya başladı.
Düşmanları da:
"O, artık,
öldürülmüş demektir!" diyerek yaygaraya ve onu büsbütün korkutmaya
koyuldular. Bunun üzerine, Ka'b Medine yolunu tutmaktan, Müslüman olmaktan
başka çare bulamadı.
Medine'de, Cüheynelerden,
aralarında tanışıklık ve dostluk bulunan bir adamın evine indi.
Adam ertesi gün sabah namazı
vaktinde Ka'b'ı Peygamberimiz Aleyhisselama götürdü. [114]
Peygamberimiz
Aleyhisselam o sırada Mescidinde halka halka oturan ashabının arasında bulunuyor,
kâh dönüp o ta rafta ki I eri e, kâh dönüp bu ta rafta ki I eri e konuşuyordu.
Ka'b b. Züheyr devesini
Mescidin kapısında ıhdınp içeri girdi.
Kendisi Peygamberimiz
Aleyhisselamı gıyaben, sıfatlarıyla tanıyordu.
[115]
Müzenî, Peygamberimiz
Aleyhisselama eliyle işaret ederek:
"İşte Resûlullah! Haydi,
yanına var, kendin için eman dile!" dedi.
Ka'b b. Züheyr Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına kadar vardı, önüne oturdu.
Elini Peygamberimiz
Aleyhisselamın elinin üzerine koydu.
Peygamberimiz Aleyhisselam
Ka'b'ı tanımıyordu.
Ka'b:
"Yâ
Rasûlallah! Ka'b b. Züheyr, yaptıklarına pişman ve Müslüman olarak senden eman
dilemeye gelmiş bulunuyor!
Ben onu sana
getirsem, ona eman verir, kendisinin tevbesini ve Müslümanlığını kabul eder
misin?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu. [116]
Ka'b b. Züheyr:
"Şehadet ederim ki;
Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! Sen de, O'nun Resûlüsün!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen kimsin?" diye
sordu.
Ka'b:
"Ben Ka'b b.
Züheyr'im!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Demek şu beyti söyleyen
sensin hâ?!" buyurup Hz. Ebu Bekir'e dönerek:
"Ey Ebu Bekir! Ne
demişti?" diye sordu.
Hz. Ebu Bekir, Ka'b'ın o
beytindeki Me'mun kelimesini Me'mur diye okuyunca, Ka'b b. Züheyr:
"Yâ Rasûlallah! Ben bu
beyti böyle söylememiştim" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Ya sen nasıl
söylemiştin?" diye sordu:
Ka'b b. Züheyr:
"Ben onu ancak şöyle
söylemiştim!" deyip, Memur sözünü Me'mun şeklinde düzelterek okudu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam beyitte kendisinden "Me'mun=Güvenilir kişi" diye
bahsedildiğini görünce:
"Evet! Vallahi,
Me'mundur, Emîn'dir!" buyurdu. [117]
Ka'b b. Züheyr
"Yâ Rasûlallah! Ben Ka'b b. Züheyr'im!" diyerek kendisini tanıttığı
zaman, Ensardan birisi sıçrayıp ayağa kalktı ve:
"Yâ Rasûlallah! Beni
bırak da, şu Allah düşmanının boynunu vurayım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Vazgeç
ondan! O, üzerinde bulunduğu halden pişman ve hakka dönmüş olarak
gelmiştir!" buyurdu.
Ka'b b. Züheyr,
Ensarın sözüne kızdı. Sonra da, "Bânet Suad" diye anılan uzun
kasidesini Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurunda okumaya başladı. Ka'b b.
Züheyr, bu kasidesinde:
Sevgilisi
Suad'ın boyunu boşunu, huyunu suyunu, vefasızlığını, bir sabah uzaklara çekip
gittiğini, giderken de kendisinin kalbini birlikte alıp götürdüğünü... yana
yakıla anlattıktan ve kendisini ona ulaştıracak yürügen devenin üstün
vasıflarını birer birer saydıktan sonra, asıl konuya şöyle giriş yaptı:
"Suad'ın ayrılığı yetmiyormuş
gibi, iki tarafa söz taşıyan rakipler, bana:
'Ey Ebu Sülma'nın oğlu! Sen
artık kendini ölmüş bil, say!' dediler.
Kendilerine güvendiğim ve
başvurduğum her dost da:
'Biz seninle uğraşamayız!
Kendin, başının çaresine bak!' dediler.
Ben de onlara:
Öyleyse, dedim, siz beni
serbest bırakınız!
Rahman olan Allah her neyi
takdir etmişse, o olur!
İnsanoğlu, ne kadar uzun
yaşasa da, günün birinde ölür, teneşir tahtasının üzerine de taşınır.
Resûlullahın beni öldüreceği
bana haber verildi.
Resûlullah katında, bağışlanmak
da umulur.
Ben Allah'ın Resûlüne özür
dileyerek geldim.
Resûlullahın katında
mazeretler kabul olunur.
İlahî hidayetle,
içi öğütler ve en yüce gerçeklerle dolu Kur'ân'ı sana indiren Allah hakkı için
bana eman ver!
Beni rakiplerimin dedikodusu
ile muaheze etme!
Hakkımda pek çok söylentiler
olmuşsa da, ben pek o kadar suçlu değilimdir.
Ben şimdi öyle
bir makamda bulunuyorum ki; burada gördüğüm ve işittiğim şeyleri bir fil görüp
işit-seydi, muhakkak titrerdi!
Burada beni ancak Allah'ın
izniyle Peygamberin affına nail olmaktan başka birşey kurtaramaz!
Ben yüce Peygambere karşı
hiçbir itirazda bulunmadan, sağ elimi onun adaletli eline uzatıyorum.
Şimdi, söz, O'nun sözüdür!
Bence, en
korktuğum şey; kendisiyle konuştuğum zaman, bana 'Sen suçlusun! Sen sorumlusun!'
denilmesidir.
Bu arslan,
arslanlar yurdu Asser ormanında yer yer sıralanan arslan yataklarının iç
kesimindeki haşmetli yurdunda hüküm sürmektedir!
Bu öyle bir
arslandır ki; erkenden ava çıkar, çifte yavrusunu yerlere parça parça serilmiş
insan etleriyle besler!
Kendi akranıyla
boğuştuğu zaman da, hasmını yerlere sermedikçe meydanı terketmeyi nefsine haram
sayar!
Onun heybetinden, çölün
yırtıcı arslanlarının sesleri kısılır!
Onun
dolaştığı yerlerde insanlar dolaşamaz! Onun yaşadığı vadide, gücüne kuvvetine
güvenen nice babayiğitlerin silah ve elbiseleri paralanmış, kendileri kurda
kuşa yem olmuştur!
Şüphe yok ki;
Resûlullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allah'ın
sıyırılmış keskin, yalın kılıçlarından bir kılıçtır!" [118]
Ka'b b. Züheyr
"Bânet Suad" kasidesini sonuna kadar okuyup bitirdiği zaman,
Peygamberimiz Aleyhisselam, sırtındaki bürdesini (hırkasını) çıkanp ona
giydirdi.[119]
Rivayete göne; Muaviye b. Ebu
Süfyan, halifeliği sırasında Ka'b b. Züheyr'e:
"Resûlullah
Aleyhisselamın hırkasını bize sat!" diye haber saldı[120] ve kendisine 10.000 dirhem gönderdi. [121]
Ka'b b. Züheyr:
"Ben Resûlullahın
hırkasını giymek hususunda hiç kimseyi kendime tercih edemem!" diyerek,
Muaviye b. Ebu Süfyan'ın dileğini reddetti.
Ka'b b. Züheyr vefat ettiği
zaman, Muaviye b. Ebu Süfyan, onu Ka'b'ın oğullarından 20.000 dirheme satın aldı. [122]
Bu mübarek hırka, halifeden
halifeye tevarüs edile edile geçti. [123]
Emevî
saltanatının çöküşünden sonra, ilk Abbasî halifesi Seffah Abdullah b. Muhammed
(vefatı: Hicrî 136) tarafından 300 altına satın alındı. [124]
Bayramlarda halifeler
tarafından giyilirdi. [125]
Halife Muktedir öldürüldüğü
zaman, (Hicrî 320) kanı bulaşarak, bu mübarek hırka kiri endi. [126]
Abbasîler, Mısır'a gelirken
onu yanlarında getirdiler.
Yavuz Sultan Selim Mısır'ı
alıp halife olduğu zaman, Mısır'daki mübarek emanetler arasında o da İstanbul'a
getirildi. [127]
İbn Esîr'in (vefatı: Hicrî
630) zamanına kadar halifeler, [128]
Kastalânî'nin (vefatı: Hicrî 923) zamanına kadar da sultanlar nezdinde
bulunagelen[129] ve
bugün İstanbul'da Hırka-i Saadet Dairesinde Müslümanlar tarafından ziyaret
olunan bu mübarek hırka hakkında,
Sağ kolunda da eksiklik
vardır.
Yer yer haraptır.
Uzun yıllardan beri kumaşlar
üzerinde devam eden tedkiklerimiz, bu kumaşın o devre ait olduğu kanaatini
vermektedir.
Hırka-i Saadet; müteaddit
bohçalara sarılmış olduğu halde, 0,57 x 0,45 x 0,21 ebadında üstten açılır çifte kapaklı altın bir çekmece
içindedir.
Bunun üzerinde, Sultan Aziz
tarafından yaptın lan ve şefaat talebini hâvi uzunca bir kitabe de bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müdürü Tahsin
Özbey şöyle der:
"1,24 metre boyunda,
geniş kollu olup, siyah yünlü kumaştan yapılmıştır.
İçi, kaba dokunmuş, krem renk
yünlü kumaş kaplıdır.
Önünde sağ tarafında 0,23 x
0,30 metre ebadında bir parçası noksandır.
İşbu çekmece, aynca bohçalar
içinde olarak büyük bir altın sandukaya konulur ki, bu da Sultan Aziz
tarafından yaptırılmış olup, üzerinde "Lâ ilahe illallahu el melikül
hakkul mübîn muhammedün resûlullah sâdıkul va'dil emîn" yazılıdır.
Dört ayaklı kaidesi de altın
kaplamalıdır.
Not: Hırka-i
Saadetin bu ebadda Sultan III. Murad tarafından yaptırılmış olan altın bir mahfazası daha
mevcuttur.
Bu, sanat itibarıyla
fevkalâde olup, ayrıca zümrütlerle de bezenmiştir.
Fakat, Sultan Aziz yeni
mahfazayı yaptırınca, birinci boş kalmış ve şimdi Hazinenin üçüncü salonunda
teşhirdedir." [130]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Hicretin 8. yılında Ci'râne'den Medine'ye döndükten sonra, Benî Sa'lebelerden
Medine'ye dört kişi gelerek Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Bizler, gerimizdeki
kavmimizin elçileriyiz.
Biz de, kavmimiz de
İslâmiyeti kabul ve ikrar etmiş bulunuyoruz!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bunların ağırlanmalarını em retti.[131]
Elçiler, Remle binti Hâris'in konağına indirildiler.
Bilal-i Habeşî,
onlara süt ve tereyağından yapılmış bir çanak tirit götürdü, yediler. Öğle
namazında Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulundular ve:
"'Hicret etmeyen kimse
için, İslâmiyet de yoktur!' hadisi hakkında ne buyurursunuz?" diye
sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Siz nerede olursanız
olun Allah'tan korktunuz mu, size zarar vermez!" buyurdu. [132]
Benî
Sa'lebelerin temsilcileri, birkaç gün oturduktan sonra, Peygamberimiz
Aleyhisselama veda etmeye geldiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Bilal-i Habeşî'ye:
"Heyetlere caizeler
verdiğimiz gibi, bunlara da caize ver!" buyurdu.
Bilal-i Habeşî, erimiş gümüş
madeninden getirip, her birine beşer ukiyye* gümüş verdi.
O zaman, bunlar, dirhem diye
hiçbir şeye sahip değildiler.
Memnun olarak yurtlarına
döndüler. [133]
Yüce Allah, onlardan ve
kavimlerinden razı olsun.[134]
Benî Suda'ların Medine'ye gelişi, Hicretin 8. yılında Peygamberimiz
Aleyhisselamın Ci'râne'den Medine'ye dönüşünden sonraya rastlar.[135]
Benî Suda'lar büyükçe bir kabile idi. [136]
Küfür ve şirkte devam ediyorlardı. [137]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Yemen'e askerî birlikler gönderirken, hazırladığı bir birliğin başına Kays b.
Sa'd b. Ubâde'yi kumandan tayin edip kendisine beyaz bir sancak bağlamış, ona
ayrıca siyah bir bayrak da vermişti. [138]
Kays b. Sa'd,
Kanat nahiyesinde toplanan 400 kişilik birliğiyle Yemen taraflarına gidip Benî
Suda'ları yola getirecekti.
Ashabdan Ziyad b. Haris
es-Sudâî, bu birliğin nereye gitmeye hazırlandıklarını sorup kendisine Benî
Suda'lar üzerine gidecekleri bildirilince, acele, Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına geldi ve:
"Yâ Rasûlallah! Kavmimin
üzerine asker salmak istediğini öğrendim. Ben gerimdeki kavmimin elçisi olmak
üzere sana geldim. Askerleri geri çevir. Ben kavmimi senin yanına getirmeye söz
veriyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Suda'lardan olan
kardeş! Sen kavminin içinde sözü dinlenir bir kimse misin?" diye sordu.
Ziyad b. Haris:
"Allah ve Resûlü
sayesinde, evet!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kays b. Sa'd'ı ve birliğini Kanattan geri çevirdi. [139]
Ziyad b. Haris de, hemen,
kavmi olan Benî Suda'lara gitti. [140]
Onbeş gün sonra, [141]
onbeş kişilik bir heyetle Medine'ye geldi. [142]
Sa'd b. Ubâde:
"Yâ Rasûlallah! Bırak
da, onlar benim evime insinler, konuğum olsunlar!" dedi.
Benî Suda' heyeti, Sa'd b.
Ubâde'nin evine indiler.
Sa'd b. Ubâde onlarla dost
oldu. Kendilerine elbise giydirdi, ikramda bulundu.
Bundan sonra, Benî Suda'
heyeti, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler. [143]
"Biz, gerimizdeki
kavmimiz adına da sana bey'at ediyoruz!" dediler.
Hem kendileri, hem kavimleri
adına Peygamberimiz Aleyhisselama bey'at edip Müslüman oldular.
Dönüp yurtlarına gittiler.
İslâmiyet, böylece, Benî Suda'lar arasında da yayıldı.[144]
Yüce Allah onlardan razı
olsun![145]
1- Bâhile elçisi Mutarrif'in
Medine'ye gelişi; Mekke'nin fethinden sonra idi.[146]
Bâhileler, Bîşe vadisinde otururlardı. [147]
Bîşe; Yemen tarafındadır. [148]
Bâhilelerden
Mutarrif b. Kâhin, kavmi adına elçi olarak Medine'ye geldi, Müslüman oldu ve
kavmi için de Peygamberimiz Aleyhisselamdan bir emannâme aldı . [149]
"Yâ Rasûlallan! Biz
Müslüman olup selâmete erdik.
İslâmiyetin Allah'ın semavî
dini olduğuna, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadet ettik.
Bizim için bir yazı
yaz!" dedi. [150]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, Mutarrif ve onun kavminden Müslüman olanlar için, malların
zekat] hakkında bir yazı yazdırdı. [151]
Yazdırdığı yazıda şöyle
buyurdu:
"Bu,
Muhammed Resûlullah tarafından, Mutarrif b. Kâhinü'l-Bâhilî ile Bîşe'de oturan
Bâhilîler için yazılan yazıdır.
Kim üzerinde develerin
çöktüğü, gecelediği ölü bir araziyi* ihya ve imar ederse, orası onun olur.
Bâhilîler;
Her 30 sığırda yetişmiş 1
dana,
Her40 davarda 1 davar,
Her 5 devede yaşlı 1 davar
zekat olarak vermekle mükelleftirler.
Zekat tahsildarları, bu
zekatları ancak onların yaylım yerlerinde teslim alacaklardır.
Bâhileler, Allah'ın emanıyla
emniyet ve selamettedirler." [152]
Mutarrif
söylediği bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamı övmüş, bununla da Bâhilîlerin
imanlarını güçlendirmiştir. [153]
Allah ondan razı olsun!
2- Mutarrif'ten sonra, Bâhilelerden, Nehşel b. Malikü'l-Vâilî de,
kavminin elçisi, temsilcisi olarak
Peygamberimiz Aleyhisselama
geldi. Müslüman oldu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Osman'a, Nehşel ve kavminden Müslüman olanlar için, içinde
şeriat hükümlerinden bazıları bildirilen bir yazı yazdırdı. [154]
Yazdırdığı yazıda şöyle
buyurdu:
"Allah'ım! Senin isminle
başlarım!
Bu, Muhammed
Resûlullah'ın Benî Vâillerden Müslüman olup namazı kılan, zekatı veren, Allah
ve Resûlüne itaat eden, ganimetlerden Allah'ın ve Resûlünün (beşte bir)
hissesini veren, Müslümanlığına şehadet getiren ve müşriklerden ayrılan
kimseler için yazdırdığı yazıdır.
Onlar, Allah'ın emanıyla
emniyet ve selamettedirler.
Muhammed, onlara kıymaktan
tamamıyla uzaktır.
Onlar için ne toplanma, ne de
kendilerinden uşr alınma vardır.
Onların âmilleri, zekat
tahsildarları da kendilerinden olacaktır." [155]
Benî Sümâlelerle
Benî Huddanların temsilcilerinin Medine'ye gelişi Hicretin 8. yılında,
Mekke'nin fethinden sonra idi. [156]
Benî Sümâlelerle Benî
Huddanlar, Ezd-i Şenûelerden iki küçük kabiledir. [157]
Benî Sümâle ve
Huddan kabilelerinden Abdullah b. Alesü's-Sümâlî ile Müsliye b.
Hizzanü'l-Huddânî, kavimlerinden bir heyet içinde gelerek Müslüman oldular ve
kavimleri adına da bey'at yaptılar.
Allah onlardan razı olsun!
Peygamberimiz
Aleyhisselam; bunların mallarından ödemeleri gereken zekat miktarları hakkında
da, Sabit b. Kays b. Şemmas'a bir yazı yazdırdı.
Sa'd b. Ubâde ile Muhammed b.
Mesleme de, şahit oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
yazdırdığı yazıda şöyle buyurdu:
"Bu,
Muhammed Resûlullah tarafından deniz sahillerindeki kırlarda ve kırların
hizasındaki vahalarda oturanlara verilen yazıdır:
Onlara, hurma mahsulleri için
ne ağaç üzerinde tahminleme, ne de ayarlı bez ölçekle ölçme vardır.
Onlar, hurmalar
kurutma yerine konulduğunda, her on veskte bir veskini zekat olarak vermekle
mükelleftirler." [158]
Hicazlılara
göre; 1 vesk 60 sa'dır. Bu da, 320 ntl, Iraklılara göre ise 430 ntl tutar. [159]
1 ntl da 12 ukiyyedir. 1 ukiyye de 40 dirhemdir. [160]
Hz. İbrahim, Hicretin 8.
yılında Zilhicce ayında Hz. Mâhye'den doğdu.[161]
Hz. Mâriye; Mısırlılar
katında yüksek mevkili bir aileye mensuptu. [162]
İskenderiye
kralı Mukavkıs tarafından Peygamberimiz Aleyhisselama hediye edilmiş, Peygamberimiz Aleyhisselam da onu
kendisi için örtündümnüstü. [163]
Hz. Mâriye'ye;
Medine'nin Avâlf diye anılan yukarı kısımlarında, Benî Nadfr Yahudilerinden,
Müslüman olan ve Uhud'da şehit düşen Muhaynk'ın Peygamberimiz Aleyhisselama
teslim edilmesini vasiyet ettiği yedi hurma bahçesinden Meşrebe adındaki hurma
bahçesi tahsis edilmişti.
Hz. Mâriye bu hurma
bahçesinde oturur, hurma mahsulü ile ilgilenirdi. [164]
Hz. İbrahim bu bahçede
dünyaya geldi. [165]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Hz. İbrahim'in doğduğuna çok sevindi. [166]
Hz. İbrahim'in
doğum ebeliğini yapan, [167]
Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlılarından Ebu Râfi'in zevcesi Selma Hatun da,
Hz. Mâhye'den Peygamberimiz Aleyhisselamın bir oğlan çocuğu doğduğunu Ebu Râfi'e
haber verdiği, o da gidip bunu Peygamberimiz Aleyhisselama müjdelediği zaman,
Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir köle bağışladı. [168]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu gece benim bir oğlum
doğdu. Ona atam İbrahim'in ismini koydum!" buyurdu. [169]
Hz. İbrahim doğduğu zaman,
Cebrail Aleyhisselam gelip:
"Esselâmü aleyke yâ Ebâ
İbrahim !=Selam olsun sana ey İbrahim'in babası!" diyerek selamladı. [170]
Emzikli Ensar
kadınları, Peygamberimiz Aleyhisselama olan sevgi ve saygılarından dolayı, Hz.
İbrahim'i Hz. Mâhye'den alıp emzirmek için yarışıyorlardı. [171]
Ümmü Eiürde
Havle binti Münzir gelip, Hz. İbrahim'i Benî Mazin b. Neccarlar içinde kendi
çocuğunun sütü ile emzirip annesine geri verme hususunu Peygamberimiz
Aleyhisselamla konuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Hz. İbrahim'e sütannelik edecek olan Ümmü Bürde Hatuna da bir hurmalık tahsis
etti. [172]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Kuf mevkiinde yayılan bir miktar davarıyla Zülcedr otlağında
yayılan sağmal develeri olup, her gece onlardan sağılan sütler Medine'ye
getirilirdi.
Getirilen sütlerden
Peygamberimiz Aleyhisselam içer, hem de Hz. İbrahim'e gönderip içirirdi. [173]
Hz. İbrahim, vefatına kadar,
sütannesi Ümmü Bürde Hatunun yanında kal di. [174]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Hz. İbrahim'in doğumunun yedinci günü, doğum kurbanı olarak bir koç kestirdi.
Hz. İbrahim'in başının saçını
kazıttırıp saçının ağırlığınca gümüşü yoksullara dağıttırdı.
Kesilen saçların yere
gömülmesini de emretti. [175]
Hz. İbrahim'in başının saçını
Ebu Hind kazıdı. [176]
Enes b. Malik der ki:
"Ben ev halkına
Resûlullah Aleyhisselamdan daha şefkatli olan bir kimse görmedim.
İbrahim, Medine'nin
Avâlî'sinde, sütannenin yanında bulunuyordu.
Resûlullah Aleyhisselam
çocuğunu görmeye giderken, biz de yanında giderdik.
İbrahim'in sütbabası bir
demirci idi.
Onun evi
dumanlandırılmış bir halde iken, Resûlullah Aleyhisselam içeri dalar, oğlunu
alır, öper, sonra dönerdi. [177]
Yine, bir gün,
Resûlullah Aleyhisselam, oğlunun yanına gitmek için yola çıkmıştı. Ben de
kendisinin arkasından gittim.
Ebu Seyf'in
evine varıp kavuştuğumuz zaman, o, körüğüne asılıp
duruyor, evin içi de dumana boğulmuş bulunuyordu.
Ben hemen Resûlullah
Aleyhisselamın önünden hızla ilerleyip Ebu Seyf'in yanına vardım ve ona:
'Ey Ebu Seyf! Körüğünü tut,
durdur! Resûlullah Aleyhisselam geldi!' dedim.
Durdurdu.
Resûlullah Aleyhisselam
çocuğu getirtti, bağrına bastı." [178]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Mescidde hutbe irad edeceği zaman, hutbesini ayakta irad eder ve ayakta
dikilişinin uzaması da kendisine zahmet verirdi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz
Aleyhisselamın dayanması için bir hurma kütüğü getirilip, bir ucu yere gömülmek
suretiyle dikilmişti.[179]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Cuma günleri veya herhangi bir gün mühim bir hadise üzerine halka hitap ederken
arkasını Mesciddeki bu kütüğe dayar, [180]
elindeki asasına da dayanırdı. [181]
Bu kütük, gölgelik olarak[182]
Mescidin duvarında dikili olup[183]
iki yerinden çatlaktı [184]
ve Kıble tarafında idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam
namazını da onu doğru kılardı. [185]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Cuma günü hutbesini ayakta dikilerek irad buyururken:
"Ayakta dikilmek bana
zahmet veriyor!" buyurunca,[186]
ashabdan birisi:
"Yâ Rasûlallah! Sana
Cuma günü üzerine dikileceğin, halkın seni görebileceği ve hutbelerini işitebileceği
birşey yapsak olmaz mı?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur!" buyurdu. [187]
Ensar kadınlarından birisi
de:
"Yâ Rasûlallah!
Benim marangoz kölem var.
Ona senin için üzerinde
oturacağın birşey yaptırsam olur mu?" diye sormuş, Peygamberimiz
Aleyhisselam da:
"Yaptırmak istiyorsan,
yaptır!" buyurmuştu. [188]
Bunun üzerine, Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu kadına haber salarak:
"Benim için marangoz
kölene emret de, halka hitap ederken üzerine oturabileceğim, tahtadan birşey
yapsın!" buyurdu. [189]
Sehl b. Sa'd; Peygamberimiz
Aleyhisselamın haber saldığı, filanca dediği kadının ismini de açıklamıştır. [190]
Temim ed-Dârî de:
"Yâ
Rasûlallah! Senin için, gövdeni üzerinde taşıyacak bir minber sağlasam, [191]
Şam'dayapıldığını gördüğüm gibi, sana bir minber yapsam olmaz mı?" diye
sormuş; [192]
Peygamberimiz Aleyhisselam
da:
"Olur!" buyurmuş[193]
ve minber edinme hususunu Müslümanlara danışmış, [194]
onlar da bunu uygun ve yerinde görmüşlerdi. [195]
Hz. Abbas:
"Benim kölem Kilab, halkın,
bunu en iyi yapıcısı dır" demiş,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse, bunu yapmasını
ona emret!" buyurmuştur. [196]
Medine'ye gidergelir bir adam
da, Peygamberimiz Aleyhisselamın ayakta dikilerek yanındaki hurma kütüğüne
dayandığını görünce, yanında bulunan kişilerden birisine:
"Muhammed
(Aleyhisselam)ın memnun kalacağını bilsem, kendisi için, üzerine oturmak
istedikçe oturmasına, ayakta durmak istedikçe ayakta durmasına elverişli bir
oturma yeri yapardım" demişti. [197]
Medine'de bir tek marangozdan
başka marangoz yoktu. [198]
Peygamberimiz Aleyhisselamın
Mescidine minber Hicretin 8. yılında yapılmıştır.[199]
İslâm'da ilk yapı lan minber
budur. [200]
Ensar kadını, marangoz
kölesine emir verdi. [201]
Sehl b. Sa'd,
marangozla birlikte, Medine'nin doğusunu, batısını dolaştılar. [202]
Gâbe mevkiine kadar gittiler. [203]
Gâbe; Şam tarafından
Medine'ye 12 millik uzaklıkta ağaçlık bir yer olup, orada Medinelilerin birçok
malları vardı. [204]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın minberinin tahtasını Gâbe'deki esi, [205]
tarîa' ağacından kestiler, yonttu I ar. [206]
Esi, dört çeşidi bulunan sert
ılgın ağacı olup, bunun bodur olanına tarîa' denir. [207]
Marangoz; minberi, Gâbe'nin
tarîa' ağacından, üç basamaklı olarak yaptı. [208]
Minberin üçüncü basamağı
oturma yeri idi. [209]
Minber yapılıp bitirildiği
zaman Ensârî hatun Peygamberimiz Aleyhisselama haber salınca, Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onu bana gönder!"
buyurdu.
Minber
getirildiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam onu götürüp halen minberin
bulunduğu yere koydu. [210]
Minberin
yüksekliği iki zira (arşın), genişliği bir zira kadar olup, dört köşesi
birbirine eşitti. Peygamberimiz Aleyhisselamın oturacağı yer, iki karış dört
parmak kadardı. Basamakların genişliği iki karış, yüksekliği bir karıştı. Arka
yandan uzunluğu iki karıştan biraz fazla idi.
Minberin
"Müsterah" denilen kürsüsünün arkasında, ağaçtan, dayanılacak üç
sütun vardı. Hicretin 198. yılında, sütunlardan birisi kırıldı. Kınlan sütun,
Sultan Davud b. İsa'nın emriyle yenilendi.[211]
Seleme b. Ekvâ'nın
bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın minberi ile Kıble (mihrab)
arasındaki açıklık, bir koyunun geçebileceği kadardı.[212]
Minber yapılıp
yerine konulduğu gün, Peygamberimiz Aleyhisselam minberin üzerine çıkıp ayakta
durdu ve:
"Evimle minberimin arası,
Cennet bahçelerinden bir bahçedir![213]
Şu minberim,
Havuzumun[214] ve
Cennet kapılarından bir kapının üzerinde bulunuyordur!" buyur-du. [215]
Kul hakları hakkında
yapılacak yeminlerin minber yanında yapılmasını sünnet kıldı. [216]
"Kim bu minberimin
yanında yalan yere yemin ederek Müslüman bir kimsenin malını helâlleştirmek
isterse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!
Allah, onun ne tevbesini, ne de fidyesini kabul eder!" buyurdu.[217]
Minber yapılıp yerine
konulduğu zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam onun üzerine çıktı. Kıbleye dönmüş
olarak iftitah (namaza giriş) tekbirini aldı.
Cemaat da, tekbir alıp,
Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasında namaza durdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Kur'ân-ı Kerîm okuyup rükû yaptı.
Cemaat da, arkasında rükû
yaptılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam
rükûdan başını kaldırıp doğruldu.
Yüzünü Kıbleden ayırmaksızın
gerisin geri gerileyip minberden indi, yerde secde yaptı.
Sonra, yine minbere çıktı.
Kur'ârvı Kerîm okuyup rükû
yaptıktan ve doğrulduktan sonra, önceki gibi geriledi ve yerde secde yaptı.
Namazdan çıkınca, halka döndü
ve:
"Ey Müslümanlar! Bu
gördüğünüz şeyleri, bana uyasınız ve benim namazımı öğrenesiniz diye yaptı
m!" buyurdu. [218]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidde Dayandığı
Kütüğün Ağlayışı
Peygamberimiz
Aleyhisselam yapılan minberin üzerine çıkıp
hutbesini irada başlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın evvelce hutbe
sırasında dayanmış olduğu hurma kütüğünden, gebe veya yavrusundan ayrılan
devenin inlemesine benzer sesler gelmeye başladı!
Peygamberimiz Aleyhisselam
minberden inip elini kütüğün üzerine koydu.[219]
Cemaat kütüğün başına
üşüştüler, inlemesinden rikkate gelip ağlaştılar. [220]
Kütük, çatlayıp
parçalanıncaya kadar inledi! [221]
Kütüğün öküz gibi
böğürmesinden, Mescid çalkandı. [222]
Cemaatin kalbine korku düştü. [223]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
yanına varıp kütüğü kucakladı . [224]
Ona:
"Nedir
senin bu halin? İstersen Yüce Allah'a dua edeyim. [225]
Seni eskiden bittiğin yere geri çevireyim. [226]
Seni oraya dikeyim de,[227]
sen orada yeniden köklenip yeşer, yapraklan ve meyve ver! [228]
İstersen seni Cennete dikeyim
de, [229] Cennet
ırmaklarından ve kaynaklarından sulan, orada güzelce yetiş, [230]
meyve ver de, Allah'ın sevgili kulları senin meyvenden, hurmandan temelli
yesinler dursunlar! [231]
Sen nasıl istersen öyle
yapayım?" buyurdu. [232] Sonra,
ona doğru eğildi.
Kendisinin:
"Beni Cennete dik de,
orada Allah'ın sevgili kulları benden yesinler!" dediğini işitti. [233]
Bunun üzerine, Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Olur! Öyle yapayı m ! [234]
Olur! Öyle yapayım!" buyurdu. [235]
Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanında bulunanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın:
"Olur! Öyle
yapayım!" buyurduğunu işitince, [236]
niçin böyle buyurduğunu sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam
da:
"Cennete
dikmemi seçti. [237]
Temelli yurt olan ahireti, gelip geçici yurt olan dünyaya tercih etti!"
buyurdu. [238]
Kütük, bir çocuk gibi,
hıçkıra hıçkıra sustu, sesini kesti. [239]
O günden sonra, kütüğün bir
daha iniltisi duyulmadı. [240]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu kütük, yanında
yapılan zikrullahı dinlemekten uzak kaldığı için ağlamıştı. [241]
Muhammed'in
varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; [242]
eğer kucaklayıp sustur-masaydım, muhakkak, o Kıyamet gününe kadar böyle inler
dururdu!" buyurdu. [243]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
bir çukur kazılıp kütüğün oraya gömülmesini emretti. [244]
Minberin altına gömüldü. [245]
Kütük,
Peygamberimiz Aleyhisselamın zamanından Hz. Ömer'in devrinde kadar, minberin
altında kaldı.
Mescid Hz.
Osman'ın devrinde yeniden yapılmak üzere[246]
yıkılıp temizlendiği sırada, kütüğü Übeyy b. Ka'b aldı. Güvelenip ufalanıncaya,
toz toprak haline gelinceye kadar, onun yanında, evinde kaldı. [247]
Kuru kütüğün bu ağlaması,
inlemesi hadisesi, Mescidde bulunan bütün cemaatin gözleri önünde cereyan etmiş
bir hadise olup, Sahîh sahipleri bu husustaki meşhur, münteşir ve mütevatir
haberleri, aralarında Übeyy b. Ka'b, Cabir b. Abdullah, Enes b. Malik, Abdullah
b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Sehl b. Sa'd, Ebu Safd el-Hudrî, Büreyde b. Husayb,
Muttalib b. EbiVedâa ile Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerinden Hz. Ümmü
Seleme'nin de bulunduğu ondokuza yakın sahabiden aynı mânâda rivayet
etmişlerdir. [248]
Hasan-ı Basrî, bu kütüğün
ağlaması hadisini rivayet ettikçe ağlar ve:
"Ey
Allah'ın kullan! Duygu ve saygı sahibi olmayan kuru bir kütük Resûlullah
Aleyhisselamın bulunduğu yere yakın olmak, uzak kalmamak özlemiyle
inlemektedir!
Siz ise, ona kavuşma özlemine
daha lâyıksınız! [249]
Vallahi, kuru kütük
inlemişti!
Sübhânallah!
İşitip durdukları halde, milletin kalbleri, acaba ne diye yarılmaz, parçalanmaz
ki?!" derdi.[250]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Cuma ve Bayram günlerinde altı arşın uzunluğundaki Yemen
kumaşından, üç arşın bir karısıyla belinden yukarısını bürür, dört arşın bir
karış uzunluğundaki Umman dokuması kumaşından iki arşın bir kanşı ile de,
belinden aşağısını sarar, namazı kıldırdıktan sonra, bunları dürer,
kaldırırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Cuma günü, Minbere çıkınca, cemaate selam verirdi.
Oturduğu zaman, müezzin ezan
okurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam
minber üzerinde iki hutbe irad buyururdu.
Halka hitab ederken, asaya
dayanır, şehadet parmağıyla işaretler yapar, halkın göz kulak kesilmelerini
sağlardı.[251]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
hutbesini ayakta irad buyurduktan sonra, otururdu.
Sonra, kalkıp ayakta ikinci
hutbesini irad buyururdu.
Hutbesinde Kufârvı Kerîm
okur, halka Allah'ı hatırlatırdı. [252]
Minber yapıldıktan sonra,
Peygamberimiz Aleyhisselam ra hatla şm işti. [253]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, minberin üçüncü basamağına kadar çıkar, oraya oturur, ayaklarını
ikinci basamağa koyardı.
Hz. Ebu Bekir,
halifeliği sırasında, minberde ikinci basamakta oturur, ayaklarını birinci
basamağa koyardı.
Hz. Ömer, birinci basamağa oturur,
ayaklarını yere koyardı.
Hz. Osman da, altı yıl, Hz.
Ömer gibi yaptı.
Sonra,
Peygamberimiz Aleyhisselam in oturduğu üçüncü basamağa çıkıp oturmaya başladı. [254]
Kendisi, son zamanlarında, yaşlılık
dolayısıyla titremeye tutu I muştu. [255]
1- Muaviye b. Ebu Süfyan, halifeliği sırasında, Medine'de bulunan
Metvan b. Haketn'e adatın saldı.Ona:
"Resûlullah
Aleyhisselamın minberini bana gönder!" diye yazı yazdı. Minberin sökülüp
kendisine gönderilmesini emretti.
Mervan Mescide gidip minberi
yerinden sökünce, Medine'ye birden karanlık çöktü ve şiddetli bir fırtına
koptu! Güpegündüz gökte yıldızlar görünmeye başladı! Göz gözü görmez, adam
adamı tanıyamaz oldu!
Bunun üzerine, Mervan, halkın
yanına vanp:
"Ey
Medineliler! Siz, mü'minler emîrinin Resûlullah Aleyhisselamın minberinin
sökülüp kendisine gönderilmesi için adam ve haber saldığını sanıyorsunuz ve
söylüyorsunuz!
Halbuki,
mü'minler emîri Resûlullah Aleyhisselamın minberinin konulduğu yerden
değiştirilemeyeceğini daha iyi bilir.
O bana ancak minberi yerden
yükseltmemi ve onun şerefini gözetmemi emretmişti.
Mescidin cemaati çoğaldığı
için, minberin basamaklarını arttırıp onu yükselttim!" dedi.
Marangozları
çağırıp, minbere alt tarafından altı basamak daha ekleyerek basamakları dokuza
çıkarttı .[256]
Başka rivayete göre; Muaviye
b. Ebu Süfyan, Hicretin 50. yılında hacca gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın
minberini söktürüp[257]
Medine'den Şam'a nakletmek istedi ve:
"O,
Peygamber Aleyhisselamın asası, Medine'de bırakılamaz! Medineliler Osman'ın
katilleridir!" dedi.
Sa'd'ü'l-Kuraz'ın yanında
bulunan asayı istetti. [258]
Minber söktürülünce, güneş
tutulup gökte yıldızlar görünmeye başladı ! [259]
Medineliler bundan son
derecede telaşa düştüler.
Cabir b. Abdullah ile Ebu
Hureyre, Muaviye b. Ebu Süfyan'a gidip:
"Ey
mü'minler emiYi! Resûlullah Aleyhisselamın minberinin konulmuş olduğu yerden
sökülüp götürülmesi de, asasının Şam'a nakledilmesi de doğru olmaz!"
dediler. [260]
Bunun üzerine, Muaviye minberi
götürmekten vazgeçip yerinde bıraktı[261]
ve:
"Ben ona
güve düşmüş olmasından korkmuştum da, söktürüp altına bakmak istemiştim!"
diyerek, [262]
yaptığı şeyden dolayı[263]
Medinelilerden özür diledi. [264]
2- Emevî halifelerinden Abdulmelik b. Mervan da, Peygamberimiz
Aleyhisselamın minberini yerinden söküp götürmeye kalkışmıştı. [265]
Kabîsa b.Züeyb, ona:
"Yapacağın işten dolayı,
sana Allah'ı hatırlatırım!
Muaviye onu yerinden
kaldırınca, güneş tutuldu!
Resûlullah Aleyhisselam:
'Minberimin
üzerinde günahkâr olarak yemin eden kişi, Cehennemdeki yerine hazırlansın! O,
Medine'de, Medinelilerin yanında hukuku kesip atmıştır!' buyurdu" deyince,
Abdulmelik minberi yerinde bıraktı.
3- Abdulmelik'in oğlu Velid de, hacca geldiği zaman bunu yapmaya
kalkışınca, Saîd b. Müseyyeb, Ömer b. Abdulaziz'e:
"Adamınla
konuş! Ne Mescide, ne de Allah'a saldırmasın! Yoksa gazaba uğrar!" diye
haber gönderdi.
Ömer b. Abdulaziz gidip
onunla konuşunca, Velid minberi yerinde bıraktı.
4- Süleyman b. Abdulmelik hacca geldiği zaman ise, Ömer b. Abdulaziz
Velid'in minber hususunda yapmak istediği şeyi söz arasında ona anlatmıştı.
Süleyman:
"Ben bunun ne mü'minler
emîri Abdulmelik, ne de Velid hakkında anılmasını arzu edici değilim!
Onlara ait şey bizi ne
ilgilendirir?!
Biz dünyayı yakaladık! İşte,
o elimizde ve önümüzdedir!
Bir de, kalkıp İslâm'ın
alâmetlerinden bir alâmeti heyet salarak nakletmeyi mi isteyelim?!
Hayır! Vallahi ben böyle
birşey yapmam!
Hem bu hiç de doğru birşey
olmaz!" dedi. [266]
Minber Üzerinde Yapılan
Değişiklikler
Mervan b. Hakem, Muaviye b.
Ebu Süfyan'ın emriyle Peygamberimiz Aleyhisselamın minberinin basamaklarına alt
tarafından altı basamak daha eklemiş, ondan önce veya sonra, hiç kimse bunu arttırmam ıştır.
Basamak tahtalarının
oynamaması için, minberin çevresine de, Mervan tarafından on direk yaptırılmıştı.[267]
Peygamberimiz Aleyhisselamın
minberinin birinci ve ikinci basamakları dört tarafından ince abanus tahtasıyla
kaplanmış, üçüncü basamağa da, kimsenin oturmaması için, abanustan bir levha
geçirilip üzerine bir de kubbe yapılmıştı.
Halk, minbere ellerini sokup
sürerler, onunla teberrük ederlerdi.
Minber, bu şekilde uzun zaman
devam etti.
Bazı Abbasî halifeleri
zamanında minberin eskiyip yenilenen direklerinin enkazından, teberrüken
taraklar yapıl irdi. [268]
Halife Mehdî, Hicretin 161.
yılında Medine'ye geldiği zaman, Malik b. Enes'e:
"Ben Peygamber
Aleyhisselamın minberini eski haline çevirmek (yani Mervan'ın yaptırdığı ek
basamakları sökmek) istiyorum!" demişti.
Malik b. Enes:
"Bu, tarfa'dan, ılgın
ağacından yapılmış ve şu sakız ağacından direklere çakılıp
sağlamlaştırılmıştır.
Sen ne zaman onu çakıldığı
direklerden söküp ayırırsan, korkarım ki, birbiri ardınca harap olur gider!
Ben onda değişiklik yapmayı
uygun göremiyorum!" deyince, Mehdi minber üzerinde değişiklik yapma
kararından vazgeçmiştir.[269]
Minberin Son Şekli ve Bunun da Vuku Bulan
Yangında Yanıp Kül Oluşu
Fakih Muhammed
b. Cübeyfin Hicrî 573 yılında bizzat görüp anlattığına göre; o zaman, minberin
yerden yüksekliği bir adam boyu kadardı veya bundan biraz fazla idi. Genişliği
beş karıştı. Basamaklarının sayısı sekizdi.
Minberin kapısının uzunluğu
dörtbuçuk karış olup; kilitlenir, Cuma günü açılırdı.
Hicretin 654.
yılında Mescid yanıp bu minber de yanınca, halk, onun bereketinden de mahrum ve
uzak kaldı.[270]
Bu yangın, 654 yılı
Ramazan'ının başında, [271] Cuma
gecesi ve gecenin ilk sıralarında, [272]
halk uykuya dalmadan önce vuku bulmuştu. [273]
Mescidin kayyımlarından Ebu
Bekir b. Evhad, minarelerin kandillerine yağ ve fitillerini çıkarmak üzere,
Mescidin eşya deposuna inmişti. Elinde, kandil kafeslerinden, içinde keten
bulunan bir kafes vardı.
Kayyımın meşgul ve gafil
bulunduğu sırada, kafesin içindeki ateş parladı.
Kayyım onu söndüremedi.
Mahzendeki
sergiler, kafesler, kirişler tutuştu! [274]
Alevler Mescidin tavanını sardı. [275]
Direklerden bazıları yıkıldı. Kurşunlar eridi!
Yangın, Mesciddeki hücrelerin
tavanına da yayıldı. Hücrelerden bazıları yi kıldı. [276]
Halk yangını söndürmekten
âciz kaldı.
Mescidin ahşap
olan herşeyi, minberi, kapılan, mahzenleri, şebekeleri, maksureleri,
sandukaları ve içlerindeki kitaplar, onbir hücre yanıp kül oldu![277]
Minber yandıktan sonra, Yemen
hükümdarı Muzaffer, Hicretin 656. yılında, sandal ağacından bir minber yaptırıp
gönderdi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın minberinin yerine dikildi.
On yıl, bu minberin üzerinde
hutbe okundu.
Hicretin 666. yılında Mısır hükümdarı Zahir Rüknüddin Baybars,
yeni bir minber gönderdi.
Yemen hükümdarının minberi
söktürülüp Mescidin mahzenine kaldırıldı. Onun yerine, yeni minber dikildi.
Yeni minberin yüksekliği dört arşın, başından eşiğe kadar uzunluğu da yedi
arşından biraz fazla idi.
Oturma yeri ile birlikte
basamakları dokuzdu.
Minberin iki kanatlı bir
kapısı ve kapının her kanadında gümüşten birer rummânesi (topu) vardı.
Sol kanadının topunda
'Yapıcısı E bu Bekir Yusuf Neccar" yazılı idi.
Kendisi, salih ve hayırlı
mü'minlerin büyüklerindendi.
Minberi kendisi
getirip, sanat ve maharetini gösteren en güzel bir şekilde yerine yerleştirmiş
ve kendisi de Medine'de kalmıştı.
Zahir Baybars'ın minberi
üzerinde, Hicretin 666. yılından 797. yılına kadar hutbe okundu.
Bu minberi de
güveler yemeye başlayınca, Mısır
hükümdarı Zahir Berkuk, Hicretin 797. yılının sonunda yeni bir minber yaptırıp
gönderdi.
Zahir Baybars'ın minberi
sökülüp, yerine yeni gelen minber dikildi.
Mısır
hükümdarı Müeyyid Şah, Hicretin 820. veya 822. yılında yeni bir minber yaptırıp
gönderince, eski minberin yerine yeni minber konuldu.
Bu minber de, Hicretin 886.
yılı Ramazan'ında Mescidin ikinci kez yanışında yandı.
Bunun üzerine, halk, minberin
yerini temizleyip, kerpiçten bir minber yaparak onu alçı ile sıvadılar.
Hicretin 888. yılı Recep
ayına kadar, bu minber üzerinde hutbe okundu.
Recep ayının
dördünde, ak taştan, mermerden bir minberyapılmak üzere kerpiç minber yıkılıp
yeri adam boyuna yakın derinlikte kazı İdi.[278]
Mescidin ikinci
yanışı da, Hicretin 886. yılı Ramazan ayının onüçüncü gecesi ve gecenin üçte
ikisi geçtikten sonra vuku bulmuştu:
Mescidin
başmüezzin ve başmüderrisi Şemsüddin Muhammed b. Hatfb kalkıp tevhid okumak
üzere Mescidin doğusunda ve sağ tarafında bulunan minareye, öteki müezzinler de
diğer minarelere çıkmışlardı.
Gök, bulutla
kaplı idi. Derken, gök gürlemeye başlamış, şiddetli gök gürlemeleri
uykudakileri uyandırmıştı.
O sırada, düşen
yıldırımlardan bazısı minarenin hilaline isabet etti. Minarenin tepesi yarıldı.
Başmüezzin, olduğu yere cansız düştü, sesi çıkmadı!
Öteki minarelerde bulunan
müezzinler, kendisine seslendilerse de, cevap alamadılar.
Bunun üzerine, bazıları onun
yanına çıktılar, kendisini ölmüş buldular.
Mescid tavanının
tepesiyle baş minare arasında ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Ravza'sının
kubbesine düşen yıldırımdan, kalkan gibi bir ateş parlamıştı.
Mescid hademesi, mutad açılış ve kandil yakılış vaktinden önce,
Mescidin kapılarını açtılar.
Mescidde yangın çıktığı ilan
edildi.
Medine valisi, halk, Mescidde
toplandılar.
İçlerinden,
cesaretli ve becerikli kişiler, yangını söndürmek için, yanlarına aldıkları
sularla Mescidin damına çıktılar.
Alevler iki tavan üzerinde
hızlandı. Şimal ve garp taraflarını sardı.
Yangını söndürmekten âciz
kaldılar.
Alınan her
tedbir, yangını arttırmaktan ve daha çok alevlendirmekten başka bir işe
yaramıyordu. Mescid bir ateş ve alev denizi gibi dalgalanıyordu!
Onu önleyip
durdurmak için, Mescidin ön kısmının tavanlarından bazısını yıkmayı düşündüler
ve bunu acele yapmaya giriştiler.
Mescid, dumanla dolmuştu.
Mescidin içine girmiş
olanlar, içeride duramadılar.
Mescidin damında
bulunanlar da, şimal taraflarına doğru kaçarak, yanlarındaki su kovalarının
ipleriyle sarkıp Mescid dışındaki büyük kovalar ve evler üzerine inmeye
başladılar.
İçlerinden
bazıları düşüp öldüler. Bazıları da Mescide merdivenle indiler. İnenlerden
bazısı yandı, kalanlar ise, Mescidin sahanlığına sığındılar.
Ateş onlarla Mescidin kapılan
arasına gerilmişti.
Ûfî diye tanınan Şeyh
Şemsüddin Muhammed b. Miskin, dumandan boğularak öldü.
Mescid
hadimlerinden, yangın ve yıkıntı altında kalan fakirlerden can verenler,
ondokuz kadardı. [279]
Hicretin 888.
yılında Mısır sultanı Kayıtbay'ın gönderdiği minber, yıkılan kerpiç minberin
yerine dikildi.
Hicretin 998. yılında Sultan
Murad tarafından İstanbul'da mermerden oniki basamaklı bir minber yaptırılıp
Medine'ye gönderildi.
Mısır sultanının minberi de, Küba
Mescidine nakledildi.
Bugün,
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidindeki yepyeni minber, işte o zaman Sultan
Murad'ın İstanbul'dan göndermiş olduğu minberdir.Zeminden kapısına üç basamakla
çıkılan dokuz basamaklı bu minberin külahı yaldızlı ve alemi gümüşten olduğu
gibi, örtüsü kırmızı çuhadan, kapısının perdesi de yeşil atlastandı. [280]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Ci'râne'cien Medine'ye döndükten ve Zilkade ayının kalan son gün-leriyle
Zilhicce ayını da geçindikten sonra,[281]
Hicretin 9. yılı[282]
Muharrem ayının hilalini görünce, [283]
İslâm beldelerinden bazılarına valiler[284]
ve zekat tahsil memurları gönderdi . [285]
1. Muhacir b. Ebu Ümeyye b. Muğîre, San'a'ya,
2. Ensardan Benî Beyâzaların kardeşi Ziyad b. Lebid Hadramevt'e,[286]
3. Büreyde b. Husayb veya Ka'b b. Malik Eslem ve Gıfârlara,
4. Abbâd b. Bişr el-Eşhelî Süleymlerie Müzeynelere,
5. Râfi1 b. Mekîs Cüheynelere,
6. Dahhâk b. Süfyanü'l-Ka'bî Benî Kilablara,
7. Büsr b. Süfyanü'l-Ka'bî Benî Ka'blara,
8. İbn Lübiyyetü'l-Ezdî Benî Zübyanlara,
9. Sa'd b. Hüzeymlerden birzât Sa'd b. Hüzeymlere,[287]
10. Malik b. Nüveyre Benî Hanzalelere,[288]
11. Amr b. Âs Fezârelere gönderildi.[289]
Dahhâk b. Süfyan; Benî Kilabların
içlerinde dolaşarak, kendilerini Allah'a ve Allah'ın Resûlüne imana davet etti.
Allah'ın Kitabını ve Resûlullahm sünnetini anlatıp kendilerinin bunlara
bağlanmalarını sağladı. Zenginlerinden zekatlarını toplayıp fakirlerine
dağıttı.[290]
Uyeyne b. Hısn'ın Büsr b. Süfyan'a Engel Olan
Benî Temimleri Takibe Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Büsr b. Süfyanü'I-Ka'bî'yi, zekat tahsili
için Huzâalardan Benî Ka'blara göndermişti.
Gönderirken de;
halkın kusurları hakkında müsamahakâr davranılmasını ve zekat olarak malların
en iyilerini seçip almaktan da sakınılmasın! emir ve tavsiye buyurmuştu.
Benî Tem imlerden BenîCehm ve
BenîAmrb. Cündüb b. Uteyrler, Zâtü'l-Eştat'a konup orada Benî Ka'blara ait
sudan birlikte yararlanmakta idiler.
Nuaym b.
Abdullah en-Nahhâmü'l-Adevî; Huzâalan Zâtü'l-Eştat'ta veya Usfan üzerinde
buldu. Zekatları teslim alınmak üzere davar, sığır, deve gibi hayvanların
toplanmasını onlara emretti.
Huzâaların zekatları
toplandı.
Benî Temimler bundan
hoşlanmadılar ve:
"Bu nasıl iş?! Mallarınız boş yere elinizden
alınıyor?![291] Ne
diye mallarınızı onlara veriyorsunuz?!" dediler. [292]
Savaşmak için toplandılar,
yaylarını boyunlarına astılar, kılıçlarını sıyırdılar! [293]
Büsrb. Süfyan'ı zekat
mallarını toplamaktan men ettiler. [294]
Huzâalar.
"Biz İslâm dinine girmiş Müslüman bir cemaatiz.
Bu zekat dinimizin esaslarındandır. [295]
Dinimize göre, mallarımızın zekatını vermek gerekmektedir" dediler.
Benî Temimler ise:
"Vallahi, biz, bir tek
devenin bile yanımızdan ayı rıh p götürülmesine meydan vermeyeceğiz ! [296]
Vallahi, zekat memuru hiçbir
zaman zekat almak için develerin yanına yanaşamayacaktır!" dediler.
Zekat tahsil
memuru, Benî Temimlerin bu tutum ve davranışlarını görünce, onlardan korkarak
geri döndü.
O zaman, İslâmiyet Araplar
arasında tamamıyla yayılmamış bulunuyordu.
Araplardan, henüz Müslüman
olmayan kabileler vardı.
Bununla
birlikte, onlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke ve Huneyn'de yaptığına
bakarak, kılıçtan geçirilmekten korkuyorlardı.
Zekat tahsil memuru Büsr,
Medine'ye dönüp durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti ve:
"Yâ Rasûlalları! Ben üç
kişinin başında bulunuyordum.
Huzâalar, Benî Temimlerin
üzerine yürüdüler ve:
'Eğer akrabamız olmasaydınız,
kolay kolay yurdunuza dönemezdiniz, kavuşamazdınız!
Siz,
Resûlullahın mallarımızın zekatlarını alacak memuruna engel olmaya kalkışmakla
Muhammed Aleyhisselamın düşmanlığını hem bizim üzerimize, hem kendi üzerinize
çekeceksiniz!1 diyerek onları kendi yurtlarından çıkardılar.
Bunun üzerine, Benî Temimler
dönüp kendi yurtlarına gittiler" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yapılmayacak
birşeyi yapan şu kavmin hakkından kim gelir?" buyurdu ve ilk görüştüğü
kişi Uyeyne b. Hısn oldu.
Uyeyne b. Hısn:
"Vallahi, ben onlara
yeterim!
Hemen onların arkalarına
düşer, (Yebrin'e) ulaşsalar bile, inşaallah onları bulur, sana getiririm!
Sen de, ya haklarında
dilediğini işlersin, ya da onlar Müslüman olur, kurtulurlar!" dedi. [297]
Bunun üzerine,
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu Hicretin 9. yılında, Muharrem ayında elli
süvarinin başına geçirip Benî Temimleri takibe gönderdi. [298]
Gönderilen süvariler arasında
ne bir Muhacir, ne de bir Ensarî vardı.
Uyeyne b. Hısn; yanındaki
süvarilerle geceleri gidiyor, gündüzleri gizleniyordu. [299]
Rekûbeye ve oradan da Arc'a
varıp ulaştı. [300]
Yebrin; Benî Sa'd yurtlarının
en yukarılarıdır. [301]
Rekûbe de; Mekke ile Medine
arasında bir yokuş olup, Arc'ın yanındadır. [302]
Uyeyne b. Hısn,
Arc'da Benî Temimlerin Süleym oğulları toprağına geçtiklerini haber alınca,
arkalarından gitti, onları Süleym oğulları yurdunda buldu.
BenîTemimleryüklerini
çözmüşler, hayvanlarını salmışlardı.
Çadırlar bozuk düzendi.
Çadırların içlerinde kadın ve çocuklardan başka kimse yoktu. [303]
O sırada, Benî Temimlerden
bir cemaat gördüler. [304]
Hemen onlara saldırdılar. [305]
Onbir kişi yakaladılar.
Orada onbir kadınla otuz
çocuk da bulup esir aldılar ve
Medine'ye döndüler.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
esirlerin Remle binti Hâris'in konağında tutulmalarını emretti. [306]
Esir alınan kadınlar
arasında:
1. Esma binti Malik,
2. Ke's binti Eriyy,
3. Necve binti Nehd,
4. Cümey'a binti Kays,
5. Amre binti Matar bulunuyordu.[307]
Uyeyne b. Hısn'ın te'dib
baskını yapıp onlardan aldığı esirlerle Medine'ye dönüşünden sonra, Benî
Temimlerden doksan veya seksen kişilik bir heyet Medine'ye geldi.[308]
Çok kalabalık
olan Benî Temim heyetinin içinde eşraf ve liderleri de bulunuyordu. [309]
BenîTemim heyetinden bazı kişilerin isimleri:
1. Utarid b. Hâcib b. Zürâre,
2. Akra1 b. Habis,
3. Zibrikan b. Bedir,
4. Amr b. Ehtem. [310]
5. Habbab (Hutat) b. Yezid, [311]
6. Nuaym b. Yezid (Sa'd),
7. Kays b. Haris,
8. Kays b. Âsım, [312]
9. Riyah b. Haris b. Mücaşi', [313]
10.
Rebia b. Ruf ey1,
11.
Sebre b. Amr,
12.
Ka'ka' b. Ma'bed,
13.
Verden b. Muhriz,
14.
Malik b. Amr,
15.
Firas b. Habis... [314]
Benî Temim heyeti, öğleden
önce gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine girdiler.
Mescide girince, esirlerin
durumunu sordular. Kendilerine haber verildi. Götürülüp esirler gösterildi.
Kadınlar ve çocuklar, onları
görünce, ağlamaya başladılar.
Benî Temim heyeti, tekrar
Mescide döndü.
O sırada, Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz.Âişe'nin odasında bulunuyordu. [315]
Bilal-i Habeşî,
öğle ezanını okudu. Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescide gelmesini
bekliyorlardı. [316]
Heyet,
Peygamberimiz Aleyhisselamın gecikmesinden, sabırsızlanmakta idiler[317]
ve Peygamberimiz Aleyhisselamın odalarının arkasından: [318]
"Ey Muhammedi Çık artık
yanımıza!" diyerek bağırdılar. [319]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
onların bu bağırıp çağırmalarından rahatsız oldu. [320]
Bunun üzerine, inen âyette
şöyle buyuruldu:
"Hücrelerin arkasından
sana bağıranlar ki, muhakkak, onların çoğu aklı ermeyenlerdir." [321]
Bilal-i Habeşî, onların
yanına vardı ve:
"Resûlullah Aleyhisselam
şimdi çıkacaktır!" dedi.
Benî Temim heyeti seslerini
yükseltmeye, ellerini birbirine çarpmaya başladılar. [322]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
heyetin yanına çıktı. [323]
Bilal-i Habeşî, hemen kamet
getirmeye başladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, heyetin yanında ayakta durup, Bilal-i Habeşî kameti bitirince
namaza yöneldi.
Beni Temim heyeti:
"Bizi dinleyesin diye,
sana hatibimizi ve şairimizi getirmiştik!?" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam gülümsedi. Müslümanlara öğle namazının farzını kıldırıp hücresine
döndü. [324]
Akra' b. Habis:
"Yâ Muhammedi Yâ
Rasûlallah!" diye bağırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam
cevap vermedi.
Akra' b. Habis:
"Yâ Rasûlallah! Haberin
olsun ki, benim övüşüm süsler, yerişim de kusurlar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Böyle olan, ancak Yüce
Allah'tır! Onun övdüğü aziz, yerdiği de zelil olur!" buyurdu. [325]
İki rekat namaz kıldıktan
sonra, çıkıp Mescidin avlusunda oturdu. [326]
Benî Temim heyetine:
"Siz ne
istiyorsunuz?" diye sordu.
H eyet:
"Biz Temim
halkındanız! Seninle şiir ve övünme yarışı yapalım diye şairimizi ve hatibimizi
getirdik!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Biz ne şiirle
gönderildik, ne de övünmekle emrolunduk!
Fakat, haydi, neyiniz varsa
getirin de görelim?" buyurdu. [327]
Benî Temim heyeti:
"Yâ
Muhammedi Biz seninle övünme yansı yapmak üzere geldiğimize göre, şairimize ve
hatibimize izin ver!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hatibinize izin verdim,
konuşsun bakalım!" buyurdu.
Bunun üzerine, Utarid b.
Hâcib ayağa kalktı ve:
"Üzerimizde fazi u
keremi bulunan Allah'a haımd olsun; ki, O buna layı kür.
O bizi hükümdar yapmış, bize
pek çok mal ve servet bağışlamıştır.
Biz onlarla iyi işler
yapıyoruzdur.
O, bizi doğu
halkının en güçlüsü, sayıca en çoğu, savaşa da en kolay, en çabuk hazırlananı kılmıştır.
Halk içinde, bizim gibi kim
var?
Halkın reisleri ve
faziletlileri biz değil miyiz?
Bizimle fazilet yarışına
çıkacak kim ise, saydıklarımızın bir benzerini saysın döksün bakayım?
Biz, isteseydik, sözümüzü
daha da uzatabilirdik.
Fakat, biz, bize verilenler
üzerinde sözü uzatmaktan utanırız!
Ben bu sözü
sözümüz gibi bir söz, işimizden daha üstün bir iş varsa, getirin de görelim
diye söylüyorum!" dedikten sonra, oturdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Ensardan Sabit b. Kays b. Şemmas'a:
"Kalk da, şunun
hutbesine karşılık ver!" buyurdu. [328]
Sabit b. Kays, Benî Temim
hatibine karşı ne söyleyeceğini bilmiyordu.
Söyleyeceği şey hakkında,
önceden hiçbir hazırlığı yoktu. [329]
Hemen ayağa kalktı ve:
"Hamd Allah'a yaraşır.
Ben O'na hamd eder ve O'ndan
yardım dilerim. Ona inanır ve güvenirim.
Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına ve O'nun Bir olup, eşi ortağı olmadığına şehadet ederim.
Muhammed'in O'nun kulu ve
resûlü olduğuna da şehadet ederim! [330]
Hamd olsun O Allah'a ki,
gökleri ve yeri yaratan, göklerde ve yerde hükmünü yürüten O'dur!
O'nun kürsiyy-i ilmi herşeyi
kuşatmıştır.
Hiçbir şey yoktur ki, O'nun
fazi u kereminin eseri olmasın!
Bizim hakim oluşumuz da,
O'nun kudreti eseridir.
O,
yarattıklarının en hayırlısını seçerek peygamber göndermiştir ki, o Peygamber,
baba soyu yönünden insanların en şereflisi, söz yönünden en doğru sözlüsü, ana
soyu yönünden de en üstünüdür!
Allah ona
Kitabını indirmiş, onu kullarının emîni ve güvencesi, cihanın da güzidesi ve
seçkini kılmıştır!
Sonra, o Peygamber, insanları
Allah'a imana davet etmiştir.
Allah'ın
Resûlüne, ilk önce, kavminden ve akrabasından, soy sopça insanların en
şereflisi, şekil ve suretçe en güzeli, iş ve gidişatça insanların en hayırlısı, [331]akılca
da insanların en büyüğü ve üstünü olan[332]
Muhacirler iman etmişlerdir.
Bundan sonra,
Resûlullah Aleyhisselamın davet ettiği ve davetine icabet eden insanların ilki
de biz olmuşuzdur.
Biz, Allah'ın yardımcıları ve
Resûlünün vezirleriyizdir! [333]
Hamd olsun
Allah'a ki, bizleri Kendisinin yardımcıları, Resûlünün vezirleri, dininin de
yayılma ve yerleşme vasıtası kılmıştır! [334]
Biz, Allah'a iman
ettirinceye, 'Lâ ilahe illallah!' dedirtinceye kadar, insanlarla çarpışacağız!
Allah'a ve Resûlüne iman eden,
malını ve canını bizden korumuş olur!
Kâfirlik yolunu tutanlar ile
ise, bu yolda, Allah yolunda sonuna kadar savaşacağız!
Öylelerini öldürmek, bize
göre, kolaydır!
Ben bu sözü söyler, Allah'tan
kendim ve bütün erkek kadın mü'minler için yarlıganmak dilerim! [335]
Selam olsun size!" dedi. [336]
Benî Temim heyeti:
"Yâ Muhammedi Şairimize
de izin ver, şiirini okusun!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam
izin verdi. [337]
Zibrikan b. Bedir, ayağa
kalkıp sekiz beyitiik şiirini okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Hassan b. Sabit'e:
"Kalkyâ Hassan! Şu
adamın şiirine karşılıkver! [338]
Yüce Allah, Resûlünü
savunurken, Hassân'ı muhakkak destekler!" buyurdu. [339]
Hassan b. Sabit ayağa kalkıp
aynı vezin ve kafiyede söylediği uzunca bir şiirle Zibrikan'a karşılık verdi. [340]
Sabit b. Kays'ın
Benî Temimlerin hatibini bastıracak derecede hutbe irad ve Hassan b. Sabit'in
de Benî Temimlerin şairini bastıracak derecede şiir inşad etmesi, Peygamberimiz Aleyhisselamı ve Müslümanları
sevindirdi. [341]
Hassan b. Sabit
şiirini okuyup bitirdiği zaman, Akra' b. Habis, Peygamberimiz Aleyhisselam
hakkında:
"Bu zât, muhakkak,
muvaffak olacaktır! [342]
Vallahi, o, Allah tarafından
da destekleniyordur! [343]
Onun hatibi, bizim
hatibimizden daha iyi hatibdir.
Onun şairi, bizim şairimizden
daha iyi şairdir! [344]
Onlarınkinin sesleri,
bizimkilerin seslerinden daha yüksek, daha gürdür! [345]
Bizim hatibimiz konuştu.
Onların hatibi, daha gür ve yüksek sesli idi.
Bizim şairimiz, şiirini inşad
etti. Onların şairi, daha gür ve yüksek sesli ve daha güzel sözlü idi.
Ben bu işin ne olduğunu
anlayamadım!" dedi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına yaklaştı ve:
"Şehadet ederim ki;
Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! Sen de Allah'ın Resûlüsün!" diyerek
Müslüman oldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bundan önceki tutum ve
davranışın sana zarar vermez!" buyurdu. [346]
Benî Temim heyetinin hepsi
Müslüman oldular. [347]
Yüce Allah onlardan razı
olsun![348]
Benî Temim Heyetine Bahşiş Verilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Benî Temim heyetinin bahşişlerinin verilmesini emretti.
Her biri, Bilal-i Habeşî'den
caizelerini (bahşişlerini) aldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizden, caizesini
vermediğimiz bir kimse kaldı mı?" diye sordu.
"Ağırlıkların yanında
bir genç kaldı" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu da gönderiniz,
caizesini alsın!" buyurdu.[349]
Kays b. Âsim:
"Yâ Rasûlallah! O,
ağırlıklarımızın yanında kalan bir çocuktur. [350]
Şeref ve mevki sahibi değildir!" dedi. [351]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olsun! O, heyet ile
gelmiştir. Bahşiş almaya hakkı vardır!" buyurdu. [352]
Bu genç, Amr b. Ehtem idi. [353]
Amr b. Ehtem;
söylediği bir şiirde, Kays b. Âsım'ı kendisi hakkındaki sözü ve davranışından
dolayı kınamış ve yermiştir. [354]
Benî Neccar kadınlarından
birisi:
"O gün, Bilal-i
Habeşî'den onikişer buçuk ukiyye caizelerini alırlarken, Benî Temim heyetine
bakıyordum.
Onların en küçüğü olan bir
gence de, o zaman, beş ukiyye verildiğini gördüm" demiştir. [355]
Hz. Ebu Bekir ile Hz.
Ömer'in Allah Tarafından Uyarılışı
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Bunlara Ka'ka1
b. Zürâreyi vali ve kumandan tayin buyursan?" dedi.
Hz. Ömer, Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Hayır! Sen onlara Akra1
b. Hâbis'i vali ve kumandan tayin buyur!" dedi.
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'e:
"Sen bana ancak
muhalefet etmek istiyorsun" deyince, Hz. Ömer:
"Hayır! Ben sana
muhalefet etmek istemiyorum" dedi ve birbirleriyle tartışmaya başladılar
ve hatta, sesleri yükseldi.
Az kalsın, ikisi de helak
olacaklardı.[356]
Haklarında inen âyetlerde
şöyle buyuruldu:
"Ey iman edenler!
Allah'ın ve Resûlünün huzurunda, sözde ve işte öne geçmeyiniz! Allah'tan
korkunuz!
Çünkü, Allah, herşeyi
hakkıyla işiten ve bilendir.
Ey mü'minler! Seslerinizi
Peygamberin sesinden üstün çıkarmayınız! Birbirinize bağırdığınız gibi, ona
sözle bağırmayınız!
Yoksa, haberiniz olmadan,
amelleriniz boşa gider!"[357]
Bu hadiseden sonra, Hz. Ömer,
Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurunda konuştuğu zaman sesini o kadar kısardı
ki, Peygamberimiz Aleyhisselam onun sözünü işitemez, ne söylediğini kendisine
sorardı.[358]
Hâris b. Dırâr el-Huzâî'nin Medine'ye Gelişi,
Müslüman Oluşu ve Benî Mustalıkların da
Müslüman Olmalarını Sağlayışı
Haris b.
Dırâru'l-Huzâî, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelmiş, Peygamberimiz
Aleyhisselam kendisini İslâmiyete davet edince Müslüman olmuş ve:
"Yâ
Rasûlallah! Beni kavmimin yanına geri çevir de, onları İslâmiyete davet edeyim
ve Müslüman olanların zekatlarını toplayıp filan zaman sana göndereyim!"
demişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, onu, zekatlarını toplamak üzere Benî Mustalıklara göndermişti.[359]
Benî M ustalıklar,
Huzâalardan bir oymak olup, Ezdîve Kahtânî idiler. [360]
Benî Mustalıklar Müslüman
oldular, meydanlarında mescidleryaptılar. [361]
Yüce Allah hepsinden razı
olsun!
Haris b. Dırâr, Benî
Mustalıklardan, mallarının zekatlarını topladı.
Gönderme zamanı
geldiği halde Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisinin gelmediğini görünce, bu
hususta Allah ve Resûlünü kızdıracak bir hadise çıktı sandı.
Kavminin ileri gelenlerini
toplayıp, onlara:
"Resûlullah
Aleyhisselam bana bir vakit tayin etmiş ve o zaman elçisini gönderip yanımdaki
zekatı aldıracağını söylemişti.
O vakit gelmiş olduğu halde,
Resûlullah Aleyhisselamın elçisi gelmemiştir.
Resûlullah Aleyhisselam
sözünden döner değildir.
Kendisinin, elçisini yanında
tutup salmayacağını da sanmıyorum.
Herhalde, bu iş yüzünden bir
kızma vardır.
Geliniz, Resûlullah
Aleyhisselamın yanına gidelim" dedi.
O sırada, Peygamberimiz
Aleyhisselam, Velid b. Ukbe b. Muayt'ı Haris b. Dırâr'ın yanındaki zekat
mallarını teslim almak üzere, Benî Mustalıklara göndermişti. [362]
Ki, bu, Hicretin 9. yılında idi. [363]
Benî Mustalıklar, Velid b.
Ukbe'nin geldiğini işitince, sevindiler.
İçlerinden yirmi kişi, onu
develer ve davarlarla karşılamaya çıkülar. [364]
Fakat, ne deve, ne de davar teslim edilecek bir kimse göremediler! [365]
Velid b. Ukbe,
Benî M ustalıkların irtidad ettiklerini, Müslümanlıktan döndüklerini ve zekat
vermekten kaçındıklarını haber almış, onların kendisini silahlı olarak
karşılamaya çıktıklarını görünce de, korkmuştu. [366]
Şeytan, kalbine, Benî Mustalıkların kendisini öldürmek istedikleri şüphesini,
korkusunu da düşürmüştü. [367]
Benî
Mustalıkların karşılayıcılarını uzaktan görür görmez, daha yanlarına varmadan,
izi sıra geri döndü.
Benî
Mustalıkların silahlandıklarını ve kendisinin zekatı toplamasına engel
olduklarını Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi. [368]
"Yâ Rasûlallah! Haris
beni zekat toplamaktan men etti ve öldürmek istedi. [369]
Benî Mustalıklar seninle
çarpışmak için toplanmışlar!" dedi. [370]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Beni Mustalıklara göndermek üzere askerî bir birlik hazırladı. [371]
Benî Mustalıklar
bunu haber alınca, Velid b. Ukbe'yi karşılamış olan heyet acele Medine'ye
geldi. [372]
Medine'de, kendilerine
gönderilmek üzere bulunan İslâm birliğiyle karşılaştılar.
İslâm birliği, Haris b. Dırâr'ı
görünce:
İşte, Haris!" dediler.
Haris b. Dırâr, onlara:
"Sizler kimlerin üzerine
gönderiliyorsunuz?" diye sordu.
"Senin üzerine!"
dediler.
Haris b. Dırâr
"Ne için benim üzerime
gönderiliyorsunuz?" diye sordu.
"Resûlullah Aleyhisselam
sana Velid b. Ukbeyi göndermişti.
Onun söylediğine göre; sen
onun zekatı toplamasına engel olmuş ve kendisini de öldürmek istemişsin!"
dediler.
Haris b. Dırâr
"Hayır!
Muhammed'i hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; ben
kat'iyyen ne onu (Velid b. Ukbe'yi) gömnüşümdür, ne de o benim yanıma
uğramıştır!" dedi.
Haris b. Dırâr
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam,
ona:
"Sen zekatın
toplanmasına engel olmuşsun, elçimi de öldürmek istemişsin, öyle mi?" diye
sordu.
Haris b. Dırâr
"Hayır!
Seni hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; ben ne
elçini gör-müşümdür, ne de o benim yanıma uğramıştır! Benim şimdi gelişim,
ancak, Resûlullahın elçisinin bize gönderilmeyişinden ve bunun da Yüce Allah ve
Resûlünün gazabından ileri gelmiş olmasından korktuğum içindir!" dedi. [373]
Benî Mustalık heyeti de:
"Yâ Rasûlallah! Sor o
elçine! Bakalım bizimle hiç konuşmuş mudur?" dediler.
Benî Mustalık heyetiyle
konuştuğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamı vahiy hali bürüdü!
Hucurat sûresinin inen 6.
âyetinde şöyle buyuruldu:
"Ey mü'minler! Eğer bir
fâsık size bir haber getirirse, onu tahkik ediniz!
Yoksa, bilmeyerek bir kavme
sataşırsınız da, yaptığınıza pişman olursunuz!"
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Benî Mustalık heyetine:
"Sizin yanınıza kimi
göndermemi istersiniz?" diye sordu.
Benî Mustalık heyeti:
"Abbâd b. Bişr'i
gönder!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Abbâd!
Onlarla birlikte git! Onlardan, mallarının zekatlarını al! Mallarının en
iyilerini seçip almaktan sakın!" buyurdu.
Abbâd b. Bişr,
Benî Mustalıkların yanında on gün kaldı. Onlara Kufân-ı Kerîm okuttu. İslâm şeriatlarını öğretti.
Ne hakkı zayi ettirdi, ne de
onların hakkına tecavüz etti.
Sonra, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına döndü. [374]
Benî Esedler
Huzeyme b. Müdrikelerden birçok oymakları bulunan büyük bir kabile olup,
yurtları Necd bölgesinde Kerec'e doğru uzanmakta idi.
Tayyi1 kabilesine
komşu idiler.[375]
Benî Esed b.
Huzeymeler toplanıp Peygamberimiz Aleyhisselama bir heyet göndermeyi kararlaştı rdılar. [376]
Hicretin 9.
yılının başında (Muharrem ayında) Benî Esedlerden on kişilik bir heyet
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi. [377]
İçlerinde:
1. Hadramî b. Âmir,
2. Dırâr b. Ezver,
3. Vâbısa b. Ma'bed,
4. Katâde b. Kâif,
5. Seleme b. Hubeyş,
6. Tulayha b. Huveylid,
7. Nekâde b. Abdulmelik b.
Halef, [378]
8. Ebu Muk'ıd[379]
ile BenîZeyne (Benî Maliklerden de bazı kimseler bulunuyordu. [380]
Hadramî
b. Âmir, Benî Zeynel erdendi. [381]
Kavminin
ulusu, lideri, [382] Benî
Esed heyetinin de başkanı idi. [383]
Kendisi şairdi. [384]
Dırâr b. Ezver
de, Benî Zeynelerdendi. [385]
Tanınmış süvarilerden, babayiğitlerden ve şairlerdendi. Yayılır 1.000 devesi
vardı . [386]
Vâbısa b. Ma'bed, yufka
yürekli, gözü yaşlı bir adamdı. Çok ağlar, gözünün yaşını tutamazdı. [387]
Tulayha b.
Huveylid, Benî Esedlerin namlı süvarilerinden, babayiğitlerinden idi. Benî
Esedler, onun başında toplanırlardı. [388]
Katâde b. Kâif bâdiyede
oturur, Hicaz halkından sayılırdı. [389]
Benî Esed heyeti
Medine'ye geldiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam Mescidde ashabıyla birlikte
oturuyordu. [390]
Peygamberimiz Aleyhisselama
selam verdiler[391]
ve:
"Yâ
Rasûlallah! Biz, Allah'ın Bir olduğuna, eşi ortağı olmadığına, senin de O'nun
kulu ve resûlü olduğuna şehadet ediyoruz!" dediler. [392]
Hadramî b. Âmir:
"Yâ
Muhammed! [393] Yâ
Rasûlallah! [394] Sen
bize hiçbir elçi, hiçbir askerî birlik salmam işken, biz şu kıtlık yılında,
karanlık gecelerde yolculuk ederek kendiliğimizden sana geldik! [395]
Yâ Rasûlallah! Başka Araplar
seninle çarpıştılar, biz çarpışmadık! [396]
Biz, gerimizdekilerin de
temsilcileriyiz! [397]
Biz Huzeymeler, senin için
toplanmışızdır ve sendenizdir.
Bizim koruyuşumuz, çok
koruyucudur.
Bizim kadınlarımız, kocalarına
sevgi gösterirler.
Oğullarımız da, çok iyi
binici ve çok babayiğit ve kahramandırlar" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Benî Esed heyetini İslâmiyete davet etti.
Benî Esed heyeti:
"Mallarımızın zekat ve
sadakalarını kendi fakirlerimize vermek, yurtlarımızda kuraklık ve kıtlık
olduğuna göre, başka yerlere göçmek üzere Müslüman oluyoruz!" dediler,
Müslüman oldular, Peygamberimiz Aleyhisselama bey'at ettiler.[398]
Dırâr b. Ezver, Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Uzat elini de, sana
İslâmiyet üzerine bey'at edeyim!" dedi . [399]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, heyet içinde Benî Zeynelerden olanlara, "Sizler
kimsiniz?" diye sordu.
Onlar:
"Biz, Zeyne (At Çulları)
oğullarıyız!" dediler. [400]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
onların isimlerini değiştirmek istedi. [401]
"Siz, Rişde oğullarısınız!"
buyurdu.
Zeyne oğulları:
"Biz, babamızın ismini
bırakmayız! Benî Muhavvele gibi olmak istemeyiz!" dediler. [402]
Akıllarının kısalığı
yüzünden, Peygamberimiz Aleyhisselamın teklifine yanaşmadılar. [403]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Benî Abduluzzâ b. Gatafanların ismini Benî Abdullah b. Gatafanlar olarak
değiştirdiği zaman, Zeyne oğulları:
"Onlar, Muhavvele
oğulları!" diyerek ayıplamış ve kınamışlardı. [404]
Benî Esed
heyeti; lyafet, kehanet ve taşlan işaretleyip onları avuçlarında sallayarak
mânâlar çıkarmak... gibi şeyler hakkında ne Duyurulduğunu Peygamberimiz
Aleyhisselamdan sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
onları bütün bunlardan nehiy ve men etti.[405]
lyafet; kuşları
"Kışt!" diye azarlayarak kişleyip, onların isimlerinden, seslerinden,
iniş ve geçişlerinden uğurlulukveya uğursuzluk çıkarmaya çalışmak demektir ki,
bu, Arapların çokça yapageldikleri âdetlerindendi. [406]
Kehanet; gaybdan haber
vermek, falcılık ve bakıcılık yapmak; [407]
Kâhin de; gelecek zamanda
olacak şeylerden haber veren ve kâinatın sırlarına, gayb ilmine vâkıf olduğunu
iddia eden kimse demektir. [408]
Kâhinler;
kendilerinin cinlerden tabileri bulunduğunu, onların görünüp kendilerine
haberler getirdiklerini söylerlerdi. [409]
Benî Esed heyeti:
"Biz, Cahiliye devrinde
bütün bu işleri yapardık! Geri kalan şey hakkında ne buyurursun?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir o geri kalan
şey?" diye sordu.
Benî Esed heyeti:
"Hat (remil atma)
ilmi!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu,
peygamberlerden bir peygamber çizerdi. Kimin çizgisi onunkine uyarsa, isabet
edebilir" buyurdu. [410]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Benî Esed heyetine Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenmelerini emretti. Onlarda, Kur'ân'ı,[411]
farzları[412]
öğrenmek için, günlerce oturdular. [413]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Hadramî b. Âmir'e Abese ve A'lâ sûrelerini kendisi öğretti. [414]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Benî Esed heyetinden Nekâde b. Abdullah'a:
"Ey Nekâde! Kendim için,
binmeye elverişli, sütlü, yanında yavrusu bulunmayan bir deve istiyorum" buyurmuştu.
Nekâde, kendi develeri
arasında böylesini araştırdı, bulamadı. Amcasının oğlu Sinan'ın yanında buldu.
Sürüp Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
devenin memesini eliyle sığadı ve Nekâde'yi çağırdı, deveyi sağmasını ona
emretti.
Nekâde deveyi memesinde biraz
süt kalıncaya kadar sağdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Nekâde! Bırak,
hepsini sağma! Biraz kalsın ki, o, arkada kalan sütün inmesini sağlar!"
buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
sağılan sütten içti. Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabı da içtiler. Artanını
da Nekâde içti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Allah'ım! Develer
içinde bu deveyi ve onu bağışlayanı mübarek kıl!" diyerek dua edince,
Nekâde:
"Ey Allah'ın Peygamberi!
Onu getireni de duana kat!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu getireni de mübarek
kıl!" duasını da duasına ekledi.[415]
Benî Esed heyetinden bazılarının kendiliklerinden gelip savaşsız
Müslüman olduklarını Peygamberimiz Aleyhisselamın başına kakmaları Yüce Allah
tarafından hoş karşılanmamış, kendileri şöyle
uyarılmışlardır:
"Onlar, İslâm'a girdiklerini
senin başına kakıyorlar!
Onlara de ki:
'Müslümanlığınızı benim başıma kakmayınız! Bilakis, sizi imana muvaffak kıldığı
için, Allah sizi minnet altında bırakır; eğer siz 'İnandık!' demenizde sadık
kişiler iseniz!"[416]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kudâî b. Amr'ı Benî
Esedlere Vali Tayin Edişi ve Benî Esedler
İçin Bir Yazı Yazdırışı
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Benî Uzrelerden olan Kudâî b. Amr'ı Benî Esedlere vali tayin etti.
Benî Esedler için de bir yazı
yazdırdı ve o yazıda şöyle buyurdu:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Muhammed Peygamberden Benî
Esedlere!
S elam ün aleyküm.
Size olan nimetinden dolayı
Allah'a hamd ederim ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur.
Bundan sonra, derim ki:
Siz, Tayyi' kabilesinin
sularına ve topraklarına yaklaşmayacaksınız! Çünkü, onların sularına ve
topraklarına girmeniz size helâl değildir. Ancak, kendilerinin içeri alacakları
kimseler, bundan müstesnadır.
Muhammed'in emrini dinlemeyen
kimseler, onun himayesinden uzak kalırlar.
Benî Esedlerin işlerine Kudâî
b. Amr baksın!
Bu yazıyı Hal id b. Saîd
yazdı ."[417]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Taiflileri kuşattığı sırada, Urve b. Mes'ud ile Gaylan b. Seleme, Taif
savunması için debbâbe, mancınık vesaire yapma sanatını öğrenmek üzere Cüreş'te
bulunuyordu.[418]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Taif'ten ayrıldıktan sonra Urve b. Mes'ud Taife dönmüş; bir müddet, debbâbe,
büyük küçük mancınıklar yapmakla uğraşmış; [419]
nihayet, Yüce Allah onun kalbine İslâmiyet sevgisi düşürmüştü. [420]
Urve b. Mes'ud,
Hicretin 9. yılı Rebiülevvel ayında Medine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına gel di . [421]
Müslüman oldu. [422]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
onun Müslüman oluşuna çok sevindi.
Urve b. Mes'ud, Medine'de Hz.
Ebu Bekir'in evine inmişti.
Muğîre b. Şube, amcasını,
kendi evine götürülünceye kadar, bırakmadı. [423]
Muğîre b. Şube, Urve b.
Mes'ud'un yeğeni idi. [424]
Urve b. Mes'ud:
"Yâ Rasûlalları! Bana
izin ver de, kavmimin yanına gidip onları İslâmiyete davet edeyim.
Vallahi, ben
gelip geçmiş dinler içinde bunun gibisini görmedim! Ben ashab ve kavmimin
yanına öyle hayırlı bir varışla varacağım ki, hiçbir kimse hiçbir zaman kavmine
benim varışım gibi varmayacaktır!" dedi.
[425]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Taif halkının öteden beri onurlanıp büyüklenip Müslümanlıktan
kaçındıklarını bildiği için: [426]
"Onlar seni
öldürürler!" buyurdu. [427]
Urve b. Mes'ud:
"Yâ Rasûl ali ah! Ben
onlara öz evlatlarından daha sevgiliyimdir!" dedi. [428]
Gerçekten de, Urve b. Mes'ud,
Taif halkı içinde sevilir, sayılır, sözü dinlenir bir zât idi. [429]
Onu Kureyş müşrikleri de
böyle kabul ederlerdi.
Kur'ân-ı Kerîm'de
açıklandığına göre, Kureyş müşrikleri:
"Şu Kur'an
(indirilecekse) iki memleketin birinden, büyük bir adama indirilmeli değil
miydi?" demişlerdi. [430]
İki memleketin biri Mekke,
diğeri Taif'ti.
Kureyş
müşriklerinin büyük adamlardan maksatları da, Mekke'deki Velid b. Muğîre ile
Taifteki Urve b. Mes'ud gibi kişilerdi. [431]
Urve b. Mesud, simaca, İsa Aleyhisselamı andırırdı. [432]
Urve b. Mes'ud, Taiflileri
İslâmiyete davet için izin verilmesi hakkındaki dileğini tekrarladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam
da, yine:
"Onlar seni öldürürier! [433]
Onlar seni öldürürler diye korkuyorum!" buyurdu. [434]
Urve b. Mes'ud:
"Yâ
Rasûlallah! Onlar, beni uykuda bulsalar uyandırmaz, uyandırmaya
kıyamazlar!" dedi. [435]
Onların yanlarına gitmek üzere üç kez için istedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Eh, gitmek istiyorsan,
git!" buyurdu. [436]
Urve b. Mes'ud,
aralarındaki mevkii sebebiyle Taiflilerin kendisine aykırı davranmayacaklarını,
karşı koymayacaklarını umuyordu. [437]
Urve b. Mes'ud
kalkıp Taife doğru yola çıktı. Beş gün gittikten sonra akşamleyin kavmine
ulaştı, hemen evine girdi. [438]
Taifliler,
Urve'nin Rabbe putuna uğramadan, onu ziyaret etmeden evine girişinden
hoşlanmadılar, ondan kuşkulandılar.
Sonra da, kendi kendilerine:
"Yolculuk hali onu
bundan alıkoymuş olabilir!" dediler. [439]
Sakîf kavmi Urve'nin evine
geldiler, onu Cahiliye ve müşriklik devrinin selamıyla selamladılar. [440]
Urve b. Mes'ud, onlara karşı
müşriklik selamını tanımayan, ondan hoşlanmayanların ilki oldu[441]
ve:
"Bana
'Esselâmü aleyküm!' diyerek, [442]
Cennetliklerin selamıyla selam vermenizi size tavsiye ederim" dedi. [443]
Sonra da, onları Müslümanlığa
davet etti:
"Ey kavmim! Siz beni
herhangi bir kötülükle suçlayabilir misiniz?
Siz, benim soy
sopça en seçkininiz, servetçe en zengininiz, cemaatçe de en güçlünüz olduğumu
biliyor değil misiniz?
Beni, İslâmiyete
girmeye sevkeden, ancak, başkalarının göremediği şeyi benim onda görmüş olmamdır!
Gelin, öğüdümü dinleyin! Bana
aykırı davranmayın!
Vallahi, benim
size getirip sunduğum şeyden daha üstününü, hiçbir elçi kavmine getirip sunmam
ıştır!" dedi.
Fakat, Sakîfler ona hakaret
ettiler.
Onun çevresini sardılar ve:
"Lâfa
andolsun ki; zaten senin Rabbe'ye yaklaşmadığın ve onun yanında saçını kazıtmadığın
zaman, dininden ayrılmış olduğun bizim içimize doğmuştu!" dediler. [444]
Urve b. Mes'ud onlara karşı
çok yumuşak davrandı.
Taifliler ise, toplanıp onun
hakkında yapacakları şeyi kararlaştırmak üzere yanından ayrıldılar.
Urve b. Mes'ud, tanyeri
ağarmaya başladığı zaman, [445]
köşkünün üzerine çıktı. [446]
Namaz için ezan okudu. [447]
Allah'tan başka
hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna[448]
şehadet etti. [449]
Kendisinin Müslüman olduğunu
açıkladı ve Taif halkı olan Sakîfleri İslâmiyete davet etti. [450]
Taifliler, her köşeden, ona
doğru vardılar. [451] Her
taraftan, onu oka tuttular. [452]
Benî Maliklerden Benî Salim
b. Malik'in kardeşi Evs b. Avfın attığı ok, Urveye isabet etti.
Oku Ahlâftan
Benî Attâb b. Maliklerden Vehb b. Cabir adındaki kişinin attığı da sanılmıştir. [453]
Urve b. Mes'ud da Ahlâftan (yani Sakîflerin başka kabilesinden) idi. [454]
Atılan ok U rve b. Mes'ud'un
bilek damarını kesti. Kan dindirilemedi.
Okun Evs b. Avf
tarafından atıldığı gerçekleştiği için; [455]
Gaylan b. Seleme, Kinane b. Abdi Yal il, Hakem b. Amr ve Ahlâfın diğer ileri
gelenleri silahlandılar, çarpışmak için yığınak yaptılar ve:
"Ya Benî
Maliklerin başkanlarından on kişi öldürüp Urve'nin öcünü alacağız,ya da en son
fendimize kadar öleceğiz!" dediler. [456]
Urve b. Mes'ud'un Kanını Bağışlayıp Kabile
Arasındaki Kan Dâvâsını Önleyişi ve Yakınlarına Vasiyeti
Urve b. Mes'ud'a:
"Kanın hakkında ne
yapılmasını uygun görürsün?" diye soruldu.[457]
Urve b. Mes'ud, iki tarafın
yapmaya kalkıştıkları şeyi görünce, kendi kavim ve kabilesine:
"Sakın benim yüzümden
çarpışmaya kalkmayınız!
Çünkü, ben bu hususta aranız
düzelsin diye kanımı bağışlamış bulunuyorum. [458]
Bu bir şereftir ki; Allah
beni bununla şereflendirmiştir!
Bu bir şehitliktir ki, bunu
bana Allah göndermiştir. [459]
Ben şehadet ederim ki; Muhammed,
Allah'ın Resûlüdür!
O, sizin beni öldüreceğinizi
de bana önceden haber vermişti!" dedi. Sonra da, yakınları olan cemaate: [460]
"Resûlullah
Aleyhisselamın yanında şehit olup, yanınızdan ayrılmadan önce Taif dışına
gömülmüş bulunan şehitlerin yanına beni de gömmenizden başka, hakkımda
yapacağınız birşey yoktur!" dedi. [461]
Urve b. Mesud'u, vasiyeti
üzerine, Taif şehitlerinin yanına gömdüler.
Yüce Allah ondan razı olsun!
Urve b. Mes'ud'un şehit
edildiği haberi erişince, [462]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun kavmi ile olan
hali, Yâsîn sahibinin kavmi arasında olan haline benzer! [463]
Yâsîn sahibi kavmini Yüce
Allah'a imana davet etmişti de, kavmi onu öldürmüşlerdi. [464]
Hamd olsun o Allah'a ki,
ümmetim içinde Yâsîn sahibi gibi birini bulundurdu!" buyurdu. [465]
Yasin sahibi, Antakya
halkından Habib b. Müreyy idi. Kendisi, yular yapma işiyle uğraşırdı.
Hastalıklı bir
zâttı. Cüzzam, miskîn hastalığına tutulmuştu.
Kendisinin evi, şehir
kapılarının yanında, şehirden uzakça bir yerde idi.
Kendisi, mü'min, eli hayra
açık bir zâttı. Kazancını akşamleyin biraraya toplar, ikiye böler, kazancının
yansıyla çoluk çocuklarını geçindirir, yarısını da yoksullara tasadduk eder,
dağıtırdı.
Hastalığı, zayıflığı ve işi
kendisini ibadetten alıkoymaz, minarede Allah'a gizlice ibadet ederdi.
Habib, kavmi olan Antakya
halkının kendilerine gönderilmiş elçileri öldürmeye söz birliği ettiklerini
haber aldığı zaman koşup yanlarına varmış, onlara Allah'ı hatırlatmış,
kendilerini öğüüemiş, elçilere uymaya davet etmişti.
Antakya halkı ise, onu taşa
tutmuşlar, ayaklarının altına alıp çiğnemişler, ve kendisi:
"Ey Allah'ım! Kavmime
doğru yolu göster!
Ey Allah'ım! Kavmime doğru
yolu göster!
Ey Allah'ım! Kavmime doğru
yolu göster!" diyerek dua ede ede can vermişti . [466]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Antakya halkı, Cebrail
Aleyhisselamın bir bağırışıyla yok olmuştur.
Antakya şehrinin putperest
halkına gönderilen elçiler ise İsa
Aleyhisselamın üç havarisi olup, birisi Şem'un idi.
Bunlar, ilk önce, Habib'e
rastlamışlardı.
Habib, onların kim
olduklarını ve ne için geldiklerini sorup öğrendikten ve kerametlerini
gördükten sonra, onlara hemen iman etmişti. [467]
Yasin sahibi hakkında Kufân-ı
Kerîtn'de şöyle Duyurulur:
"Onlara, o şehir
(Antakya) yaranını misal getir!
Hani, oraya elçiler gelmişti.
Biz, ozaman, kendilerine iki elçi göndermiştik de, onları yalanlamışlardı. Biz
de, bir üçüncü ile bunları desteklemiştik.
'Biz size gönderilmiş hak
elçileriz!1 demişlerdi.
Onlar (Antakya halkı):
'Siz bizim gibi insandan
başka kimseler değilsiniz!
Hem, Rahman hiçbir şey (ne
vahiy, ne risalet) indirmemiştir.
Siz ancak yalan söyler
adamlarsınız!' dediler.
Elçiler de:
'Rabbimiz biliyor ki; biz
gerçekten size gönderilmiş elçileriz!
Bizim üzerimize düşen vazife,
açıkça tebliğden başka birşey değildir1 dediler.
Şehir halkı ise
'Doğrusu, biz sizin
yüzünüzden uğursuzlandık. Eğer vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi mutlaka
taşlarız! Bizden size muhakkak acıklı bir işkence de dokunur!' dediler.
Elçiler de:
'Sizin uğursuzluğunuz
kendinizdedir. Size öğüt verilirse mi uğursuzluk olur?!
Hayır! Siz haddi aşanlar
güruhusunuzdur!' dediler.
O şehrin en ucundan koşarak
bir adam (Habib) geldi de:
'Ey kavmim! Uyunuz o
gönderilmiş olanlara!
Uyunuz sizden hiçbir ücret
istemeyen o kimselere ki, onlar hidayete ermiş zâtlardır!' dedi *
'Ben, beni Yaratana ne diye
kulluk etin eyecekm işim?
Siz, hepiniz, O'na
döndürüleceksiniz!
Ben O'ndan başka ilahlar
edinir miyim hiç?!
Eğer O çok esirgeyici Allah
bana bir zarar yapmak isterse, iddia ettiğiniz şeylerin hiçbiri bana fayda
vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar.
Şüphesiz ki, ben o takdirde
muhakkak apaçık bir sapkınlık içindeyim demektir.
Gerçek, ben Rabbinize iman
ettim! İşte, bunu benden duyunuz!' dedi**
Ona (Habib'e), 'Gir Cennete!'
denildi.
O da:
'Ne olurdu, kavmim, Rabbimin
beni Cennetle ikram edilenlerden kıldığını bilselerdi!' dedi.
Ondan sonra, onun kavminin
üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indiriciler de değildik.
Onların (Antakya halkının)
akıbeti, bir tek sayhadan (Cebrail'in bağırışından) başka birşey değildi.
Artık, hemen sönüp
gidiverdiler!"[468]
Urve b. Mes'ud'un Oğlu ile Yeğeninin Medine'ye
Gelip Müslüman Olmaları
Urve b. Mes'ud şehit
edilince, oğlu Ebu Müleyh ile kardeşinin oğlu Karib b. Esved b. Mes'ud, Taif halkına:
"Siz Urveyi
öldürdünüz! Artık biz sizinle hiçbir zaman hiçbir şey üzerinde söz ve iş
birliği yapmayacağız!" diyerek Taiften ayrıldılar. Medine'ye geldiler.[469]
Muğîre b. Şûbe'nin evine indiler. [470]
Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına vanp Müslüman oldular.
Yüce Allah onlardan razı
olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam,
onlara:
"Kimi isterseniz,
kendinize müttefik ve yardımcı edininiz!" buyurdu.
Onlar:
"Biz Allah'ı ve Allah'ın
Resûlünü velî edindik!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ebu Süfyan b. Harb
dayınızdır. Onunla müttefik olunuz!" buyurdu. [471]
Onlar:
"Evet! Ebu Süfyan b.
Harb dayımızdır!" dediler. [472]
Onun müttefiki
oldular.[473]
Hicretin 9. yılı Ramazan'ında Sakıt" heyeti Medine'ye gelinceye kadar,
Medine'de oturdular. [474]
Benî Uz re b. Sa'd b.
Hüzeymler, Kudâalardan olup,[475]
Yemen kabilelerindendi. [476]
Hicretin 9. yılında Safer ayında Benî Uzrelenden oniki kişilik bir heyet,
Medine'ye gelip, [477] Remle
binti Hâris'in konağına indiler. [478]
1.
Cemre b. Numan
2.
Süleym b. Malik,
3.
Sa'd b. Malik,
4.
Malik b. Ebi Riyah, gelen
heyet içinde bulunuyordu. [479]
Cemre
b. Numan, Benî Uzrelerin ulusu ve lideri idi. [480]
Benî Uzre heyeti,
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince, Peygamberimiz Aleyhisselama
Cahiliye devri selamıyla selam verdiler. [481]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
onlara:
"Siz, kimlersiniz?"
diye sordu. [482]
Benî Uzre heyetinin
konuşmacısı:
"Biz, bilmediğin
kimseler değilizI[483]
Biz, Kusayy'ın anne bir
kardeşi[484] ve
yardımcısı olan Uzre'nin oğullarındanız! [485]
Biz, Huzâalarla Benî Bekrleri
Mekke vadisinden uzaklaştırmıştık.
Aramızda akrabalık ve
hısımlık vardır" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
onlara:
"Hoşgeldiniz!
Safa geldiniz!" buyurduktan sonra, [486]
onlara:
"Siz beni tanımadınız
mı? Bana İslâm selamıyla selam
vermekten sizi ne alıkoydu?" diye sordu. [487]
Benî Uzre heyeti:
"Yâ Muhammedi Biz henüz
atalarımızın üzerinde bulundukları şey üzerinde bulunuyoruz.
Kendimiz[488]
ve kavmimiz adına birtakım isteklerin dile getiricisi olarak yanına
geldik!" dediler. [489]
"Sen nelere davet
ediyorsun?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben bütün insanları Bir
olan, Kendisinin hiçbir eşi, ortağı olmayan Allah'a ibadet ve benim de O'nun
resûlü olduğuma şehadet etmeye davet ediyorum!" buyurdu.
Benî Uzre heyetinin
konuşmacısı:
"Bunun arkasından,
yapılacak ne var?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Abdestlerini güzelce
alıp vakitleri içinde kılacağınız beş vakit namaz vardır! Çünkü, bu,
ibadetlerin üstünüdür" buyurdu ve kendilerine oruç, zekat ve hac gibi
farzların geri kalanını da anlatıp sözünü bitirdi. [490]
Benî Uzre heyeti, Peygamberimiz
Aleyhisselamdan, dinî birçok şeyler sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam
onların sorularını cevaplandırdı . [491]
Benî Uzre heyeti Müslüman
oldu. [492]
Yüce Allah onlardan razı
olsun!
Benî Uzre heyeti:
"Yâ Rasûlallah! Aramızda
kâhin bir kadın var.
Kureyşîler ve başka Araplar
onun yanına varıp muhakeme olunur, yargılanırlar.
İçinden çıkamadığımız
işlerimizi ondan soralım mı?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ondan birşey
sormayınız!" buyurdu. [493]
Onları kâhin kadına birşey sormaktan, [494]
putlar adına[495]
kestikleri hayvanların etlerini yemekten men etti. [496]
Ancak, Allah'ın
ismini anarak kesecekleri hayvanların etlerini yemenin kendilerine haram
olmadığını haber verdi. [497]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Şam'ın fethedileceğini ve Herakliyus'un ülkesinden çıkıp korunabileceği bir
yere kaçacağını da Benî Uzre heyetine müjdeledi. [498]
Benî Uzre heyeti, Remle binti
Hâris'in konağında iki gün oturdu. [499]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
başka heyetlere verildiği gibi, Benî Uzre heyetine de bahşişlerinin verilmesini
emretti. [500]
Bahşişleri verildi. [501]
Heyetten her birine, birer bürüd, elbise de verildi. [502]
Benî Uzre heyeti, ev
halklarının yanına, [503]
yurtlarına döndüler. [504]
Benî Uzre heyetinden
Cemre b. Numan, Hicaz halkından, Benî Uzrelerin zekat ve sadakalarını toplayıp
Peygamberimiz Aleyhisselama getiren ilk kişi idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
ona, Vâdi'l-kurâ'da, enine boyuna atının koşup yorulduğu yerden attığı
kamçısının ulaştığı yeri yurt olarak sınırladı ve verdi.[505]
Cemre b. Numan, oraya konup,
vefatına kadar orada oturdu. [506]
Benî Uzrelerden
Zem I b. Amr'ı tapmakta olduğu putun içinden işittiği bir ses uyarmış, gelip
bunu Peygamberimiz Aleyhisselama haber vermişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O, cinlerden bir
mü'mindir!" buyurdu.[507]
Zeml, Müslüman oldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
bir sancak bağlayıp, onu kavminin sancaktan yaptı. [508]
Zeml için bir de yazı
yazdırdı. [509]
Yazdırdığı yazıda şöyle buyurdu:
"B ismi İlâhirrahm
ânirrahfm
Allah'ın Resûlü Muhammed
tarafından Zeml b. Amr'a ve yanında bulunan Müslüman kişilere hususî olarak
yazılmıştır
Ben onu bütün kavmine
gönderdim.
Müslüman olan,
Allah cemaatine dahil olmuş bulunur; Müslümanlıktan kaçınanlara ise, iki ay
eman verilmiştir.
Buna, Ali b. Ebu Talib ve
Muhammed b. Meslemetü'l-Ensarî şahittir."
[510]
Kutbe b. Âmir'in Has'amlara Gönderilişi
Has'amlar, Enmar b. Nizar b.
Maadd b. Adnan'ın oğlu Akyel (Has'am)'ın soyundan olup, birçok oymaklara aynim
ıslardı.[511]
Has'amların
kardeşleri Becîlelerle birlikte yurtlan, Yemen ve Hicaz'ın hac yollarından
Tebâle'ye kadar uzanmakta idi. [512]
Tebâle; Yemen yolunda ve
Tihâme toprağındadır. [513]
Has'amların Türebe
yakınındaki Bîşe nahiyesinde bulunduklan rivayet edilir. [514]
Türebe; Serat'tan başlayan,
Necran'da biten bir vadidir. [515]
Has'amlar,
İslâm'ın fetih günleri sırasında etrafa dağılmışlar, kendilerinin bellibaşlı
bir yurtları kalmamış, Bîşe ile Türebe arasına gelip konmuşlardı. [516]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Hicretin 9. yılında Saferayında[517]
Kutbe b. Âmir'i yirmi kişilik askerî bir birliğin başına geçirip, Has'amlardan,
Tebâle nahiyesinde bulunan bir kabileye gönderdi. [518]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
birlik kumandanı Kutbe b. Âmir'e gündüzleri gizlenip geceleri gitmelerini,
yemeklerini de yürürken yemelerini, [519]
Has'amlara baskın yapacakları zaman, birliğini her taraftan saldıracak biçimde
ayırmasını emretti.
Mücahidler, binmek üzere
yanlarına on deve alıp yola çıktılar. [520]
Silahlarını gizlediler.
Yollarına devam ederek
Fetak'ı (Fütuk'u) tuttular. Mesha1 vadisine ulaştılar. [521]
Fetak, Fütuk; Taifin bir
karyesidir. [522]
Mesha' da; Mekke ile Medine
arasında, Taifin veya Mekke'nin büyük kasabalarındandır. [523]
Mücahidler
Mesha'da bir adam yakalayıp kendisini sorguya çekmek istedi iseler de, adam
hiçbir şey söylemez, susarken, su başlarında konaklamış bulunan halka bağırmaya
başlayınca, [524] kendisinin boynunu
vurdular.
Su başındaki cemaatin
uyumalarını beklediler.
Has'amlar uykuya daldıkları
zaman, mücahidler birliklerini ayırdılar.
Her taraftan birden baskın
yaptılar.
İki taraf arasında şiddetli
çarpışma başladı.
Kutbe b. Âmir ve
arkadaşları, kendileriyle çarpışan Has'am erkeklerinden öldürebildiklerini
öldürdüler, kadınlan esir aldılar. İğtinam ettikleri deve ve davarları
Medine'ye doğru sürdüler. [525]
Has'amlar hemen derlenip
toparlandılar, hayvanlarına atlayıp mücahidi erin ardlarına düştüler.
O sırada, Yüce Allah büyük
bir sel gönderdi. [526]
Gelen sel, Has'amlarla
Müslümanların arasına gerildi. [527]
Has'amlar Müslümanlara
yetişmeye yol bulamadılar. [528]
Seli bir türlü geçemediler. Mücahidler deve, davarı sürüp aldıkları esirlerle
birlikte giderlerken, arkalarından bakakaldılar. [529]
Ganimet mallarının beşte biri
çıkarıldıktan sonra, kalanı mücahidler arasında bölüştürüldü.
Her birinin hissesine dörder
deve düştü. Bir deve, on davara denk sayıldı. [530]
Bunun üzerine, Has'amlardan,
içlerinde As'as b. Zahr ve Enes b. Müdrik'in de bulunduğu bir heyet gelip:
"Biz, Allah'a ve
Allah'ın Resûlüne ve Allah'tan gelenlere iman ettik.
Sen bize bir
yazı yaz da, o yazıda olanlara tâbi olalım!"
diyerek Müslüman olduklarını açık-ladılar. [531]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, Has'amlardan, Bîşe çölünde oturanlardan isteyerek yahut istemeyerek
Müslüman olanlar hakkında yazdırdığı yazıda, kendilerinin Cahiliye devrinde
işlemiş oldukları cinayetlerin kaldırıldığını, her yıl ne gibi mahsullerden ne
nisbette zekat ödenmesi gerektiğini bildirdi. [532]
Abdullah b. Avsece'nin Hârise b. Amr b. Kurayt
Oğullarına Gönderilişi
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Hicretin 9. yılında, Saferveya Rebiülevvel hilali görününce,
ashab-dan Abdullah b. Avsecetü'l-Becelî'yi, Harise b. Amr b. Kurayt oğullarına
gönderdi.[533]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; orada, Sim'an b. Amr b. Kurayt b. Ubeyd b. Ebu Bekir b. Kilab'a[534]
veya Ri'yetü's-Suhaymîye verilmek üzere, [535]
kırmızı deri üzerine[536]
bir yazı yazdırdı.
Yazısında, onları İslâmiyete
davet etti. [537]
Harise
b. Amr b. Kurayt oğulları, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu aldılar.
İslâmiyete girmeyi kabul etmediler. Mektubun yazısını yıkadılar.
Yazının
derisiyle de, kovalarının yırtılan dibini yamadılar! [538]
Bunun için, kendilerine
"Benu'r-Râkı -Yamacı Oğullan" denildi. [539]
Onlar, bu kötü
tutum ve davranışlarıyla, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu önemsemediklerini
göstermiş, tahkir etmiş oluyorlardı. [540]
Sim'an'ın[541]
veya Rıyetü's-Sühaymî'nin[542]
kızı:
"Sanıyorum ki; senin
başına çok büyük bir musibetten başka birşey gelmeyecek!
Sana Arapların efendisi ve
ulusunun mektubu geldi.
Sen de tuttun, onu kovana
yama yaptın hâl?" dedi. [543]
Rı'yetü's-Sühaymî'nin
kızı Benî Hilallerden birisiyle evli olup, kendisi de, kocası da Müslüman
olmuştu. [544]
Âmir b. Halid b. Amr b.
Kurayt'ın kızı Ümmü Habib de, söylediği kısa bir şiirde:
"Kendilerine
Muhammed'den bir âyet, alâmet geldiği zaman, onlar onu kuyu suyu ile yıkayıp
yok ettiler!
Halbuki, o,
kendileri için bir güç ve sığınak idi!" diyerek, kavminin kötü tutum ve
davranışlarını kınamaktan kendisini alamamıştı.
Benî Kilablar
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna yapılmayacak şeyi yaptıkları zaman, [545]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir bunların hali?!
Allah onların akıllarını mı gidermiş? Gidersin!" buyurmuştu.
Onlar, vücutları titrer,
acele acele konuşur, sözlerini birbirine kanştırır, ne dedikleri anlaşılmaz bir
kavim oldular! [546]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Hicretin 9. yılında Rebiülevvel ayınc!a[547]
Kuratalar üzerine askerî bir birlik saldı.
Dahhâk b. Süfyanü'l-Kilabîyi
de, bu askerî birliğe kumandan tayin etti. [548]
Dahhâk b. Süfyan, Arapların
bahadırlarından, babayiğitlerinden idi. Kendisi, yüz süvariye denk sayılırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselamin
başucunda-kendiliğinden-yalın kılıç dikilir, nöbet tutardı. [549]
Mücahidler Kuratalara, Lâve
Züccü'nde rastladılar. [550]
Önce, onları İslâmiyete davet
ettiler.
İslâmiyeti kabule
yanaşmayınca, onlarla çarpışmaya tutuştular, onları bozguna uğrattılar.
Mücahidler
arasında bulunan Asyad b. Seleme, babası Seleme b. Kurt'a, Zücc'de bir su
çukurunun üzerinde yetişti.
Seleme at üzerinde
bulunuyordu.
Asyad babasını İslâmiyete
davet etti ve kendisine eman verdi.
Seleme ise, oğluna ve
İslâmiyete sövdü.
Bunun üzerine Asyad,
babasının atının iki bacağına kılıçla vurdu.
At arkası
üzerine çöktüğü ve Seleme su çukurunun içine düştüğü zaman, onu mücahidlerden
birisi gelip öldürünceye kadar, suyun içinde mızrağıyla tuttu, bırakmadı. [551]
Babasını, edebinden ötürü, [552]
kendisi öldürmedi.[553]
Mücahidler, Kurataların ele
geçirebildikleri mallarını iğtinam ettiler. [554]
Peygamberimiz Aleyhisselamın
kırmızı deri üzerine yazdırıp Abdullah b. Avsece ile gönderdiği mektubunu alıp
kovasına yama yapmış olan Rı'yetü's-Sühaymî'nin dinlenen, yayılan
hayvanlarından, ev halkından ve mallarından hiçbir şey bırakmaksızın hepsini
ele geçirdiler.
Rı'yetü's-Sühaymî ise çırılçıplak atına atlayıp kaçtı!
Benî Hilallerden birisi ile evli
bulunan kızının evine ulaştı.
Rı'yenin kızı da, kızının
kocası da Müslüman olmuşlardı.
Benî Hilallerin oturma
yerleri, Rıye'nin kızının evinin yanında idi.
Rı'ye, kızının evine arka
taraftan girdi.
Kızı, onu çırılçıplak görünce, giymesi için üzerine bir
elbise attı ve:
"Ne oldu sana?!"
dedi.
Rı'ye:
"Daha ne olacak? Babanın
başına her kötülük geldi!
Kendisine ne
dinlenen, ne yayılan bir hayvan, ne ev halkı, ne de bir mal bırakıldı! Hepsi
elinden alındı!" dedi.
Kızı:
"Sen İslâmiyete davet
edilmiştin. Ne diye Müslüman olmadın?" dedi.
Rı'ye:
"Kocan nerede?"
diye sordu.
Kızı:
"Develerin
yanındadır!" dedi.
Develerin
yanından gelen damadı, Rı'yeye:
"Sana ne oldu?"
diye sordu.
Rı'ye:
"Daha
ne olacak? Başa her kötülük geldi!
Kendisine ne
dinlenen, ne yayılan bir hayvan, ne ev halkı, ne de bir mal bırakıldı! Hepsi
elinden alındı.
Ev halkım ve
mallar askerler arasında bölüşülmeden önce, Muhammed'in yanına yetişmek istiyorum!"
dedi.
Damadı:
"Binek hayvanımı al, ona
binip git!" dedi.
Rı'ye:
"Senin binek hayvanın
bana gerekmez!" dedi.
Yaylım develerinden iki
yaşında bir deve tuttu. Yolculuk için gereken azığı ve suyu aldı.
Yüzünü
üzerindeki elbisesiyle bürüdüğü zaman, arkası açıldı.
Arkasını bürüdüğü zaman da, yüzü açıldı.
Tanınmak istemiyordu.
Rı'ye Medine'ye geldi. Devesinin
dizini bağladı.
Sabah namazını
kıldırdığı sırada Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına doğru vardı, hizasında
durdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam
namazı kıldırınca, Rı'ye:
"Yâ Rasûlalları!
Ellerini uzat da, sana bey'at edeyim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam
elini ona doğru uzattı.
Rı'ye, elini
Peygamberimiz Aleyhisselamın eline koyup bey'at etmek istediği zaman, elini
geri çekti ve bunu üç kere yaptı.
Üçüncüsünde, Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen kimsin?" diye
sordu.
Rı'ye:
"Rı'yetü's-Sühaymî'yim!"
dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz
Aleyhisselam hemen onun kolunu tutup yukarı kaldırdıktan sonra:
"Ey
Müslümanlar cemaati! Bu, kendisine yazı yazmış olduğum Rı'yetü's-Sühaymî'dir
ki, yazımı alıp kovasına yamamıştı!
Şimdi ise,
kendisi, Müslüman olmaya ve kendisinden alınmış bulunanları dilemeye
gelmiştir!" buyurdu.
Rı'ye:
"Yâ Rasûlallah! [555]
Ailem, malım ve çocuklarım baskına uğratılmıştır" dedi. [556]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Malın
bölüştürülmüş bulunuyor. [557] Eğer
malların Müslümanlar arasında bölüştürülmeden önce gelip yetişmiş olsaydın,
yetiştiğin malı geri almaya lâyık ve müstahak idin. [558]
Ev halkına gelince; onlardan
kimi bulursan, al, götür!" buyurdu.
Rı'ye, hemen gitti.
Rı'ye'nin oğlu, babasının
bindiği hayvanı tanımış, onun yanında dikilip duruyordu.
Rı'ye, acele, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına döndü ve:
"İşte, şu, benim
oğlumdur!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Bilal-i Habeşî'ye:
"Ey Bilal! Onunla
birlikte git!
Oğlana:
'Bu, senin baban mıdır?' diye
sor!
Eğer 'Evet!' derse, onu
Rıye'ye teslim et!" buyurdu.
Bilal-i Habeşî oğlanın yanına
vardı.
Ona:
"Bu, senin baban
mıdır?" diye sordu.
Oğlan "Evet!"
deyince, onu babasına teslim edip Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
"Yâ Rasûl alları! Ben
efendisi için gözyaşı döken bir kimse görmemişimdir!" dedi. [559]
Beliyy Heyetinin Medine'ye Gelişi ve Müslüman
Oluşu
Rüveyfi' b.
Sabitü'l-Belevfnin bildirdiğine göre; Hicretin 9. yılında, Rebiülevvel ayında,
Medine'ye Beliyylerden bir heyet gel di.[560]
Geldiklerini haber alınca,
Rüveyfi1 onları Benî Cedîle mahallesindeki evine indirdi.
Sabahleyin de, [561]
Peygamberim iz Aleyhisselamın yanına götürdü. [562]
O sırada Peygamberimiz Aleyhisselam evinde ashabıyla birlikte oturuyordu. [563]
Rüveyfi1 b. Sabit,
Beliyy heyetini Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Bunlar
benim kavmim dendir" diyerek takdim etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen de, kavmin de
hoşgeldiniz!" buyurdu. [564]
Heyetin yaşlısı ve büyüğü
olan Ebu'd-Dıbab* varıp Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne oturdu ve konuştu. [565]
Beliyy heyetinin hepsi
Müslüman oldular. [566]
Yüce Allah onlardan razı
olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hamd olsun o Allah'a
ki, sizi İslâmiyete hidayet etti.
İslâmiyetten başka dinde ölen
herkes Cehennemdedir!" buyurdu. [567]
Heyetin büyüğü ve yaşlısı
olan zât:
"Yâ Rasûlallah!
Ben konuklan ağırlamaya
düşkün bir adamım.
Bundan dolayı bana ahirette
bir ecir ve sevab var mıdır?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Zengine veya
fakire yapacağın her iyilik sadakadır, hasenedir!" buyurdu. [568]
Heyet başkanı:
"Yâ Rasûlallah!
Konukluğun müddeti ne kadardır?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Üç gündür! Yanında üç
günden fazla oturmak, konuklar için helâl olmaz-çıkıp gidinceye kadar!"
buyurdu.
"Yâ Rasûlallah!
Yeryüzünün kırlarında bulduğum davarlar hakkında ne buyurursun?" diye
sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O ya senindir, ya
kardeşinindir, ya da kurdundur!" buyurdu.
[569]
Abdullah b. Amr da:
"Yâ Rasûlallah! Yitik
davar hakkında ne buyurursun?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O ya senindir, ya
kardeşinindir, ya da kurdundur!
Yitiği kardeşin için
tut!" buyurdu. [570]
Heyet başkanı:
"Ya o deve olursa, ne
Duyurulur?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O ne senindir, ne de
kardeşinindir! Sahibini buluncaya kadar, bırak onu, gitsin!" buyurdu. [571]
Beliyy heyeti, dinleri
hakkında daha başka sorular da sordular ve cevaplarını aldılar. [572]
Sonra kalktılar, Rüveyfi'in
evine döndüler. [573]
Beliyy heyeti
Rüveyfi'in evine döneceği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam getirdiği hurmayı
Rüveyfi'e verip:
"Konukları ağırlarken,
bu hurmadan da yararlan!" buyurdu.
Beliyy heyeti de, başkaları
da bu hurmadan yediler durdular.
Beliyy heyeti Medine'de üç
gün oturdu. [574]
Üç günden sonra, vedalaşmak
üzere, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler. Peygamberimiz
Aleyhisselam, daha önceki heyetlere bahşişler verildiği gibi, bunlara da
bahşişler verilmesini emretti. [575]
Verildi. [576]
Yurtlarına döndüler. [577]
Hicretin 9.
yılında, Rebiülevvel ayında,[578]
Numan b. Ebi'l-Cevn b. Esvedü'l-Kindî Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
Müslüman olarak gelmişti. Kendisi Necd'de otururdu. [579]
Numan b. Ebi'l-Cevn, kral
hanedanındandı. [580]
Numan b. Ebi'l-Cevn:
"Yâ
Rasûlallah! Amcasının oğlu ile evli iken onun ölümü ile dul kalıp sana varmayı
arzu eden, Araplar içinde en güzel bir dulu sana nikahlayayım mı?"
diyerek, kızını Peygamberimiz Aleyhisselama zevce olarak vermeyi teklif etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam
da, onunla evlenmek için, oniki buçuk ukiyye mehir verdi.
Numan b. Ebi'l-Cevn:
"Yâ Rasûlallah! Esma
(Ümeyme)'nin mehrini kısma!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben ne kadınlarımdan
hiçbirine bundan üstün mehir verdim, ne de kızlarımdan hiçbirine hiçbir kimse
bundan üstün mehir verdi" buyurdu.
Numan b. Ebi'l-Cevn:
"Yâ
Rasûlallah! Aileni yanına getirmek üzere bir adam gönder! Ben de göndereceğin
adamla birlikte gideyim. Aileni sana onun yanında göndereyim" dedi. [581]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ashabından Ebu Useydü's-Sâidî'yi Numan b. Ebi'l-Cevn'le birlikte
gönderdi.
Numan b. Ebi'l-Cevn kızı Esma
(Ümeyme) Hatunun yurduna vardığı zaman, o, evinde oturuyordu.
Yanına girmesi için, Ebu
Useyd'e izin verildi.
Ebu Useyd:
"Resûlullah
Aleyhisselamın kadınlarını, erkeklerden hiçbir erkek göremez. [582]
Senin mahremin olmayan
erkekler, seninle ancak perde arkasından konuşabilirler!" dedi.
Esma (Ümeyme) Hatun öyle
yaptı.
Ebu Useyd, orada üç gün kalıp
dinlendikten sonra. [583] Esma
binti Numan'ı deve üzerinde, hevdeç içinde, [584]
ebesi olan dadısı da yanında olduğu halde[585]
oradan alıp Medine'ye getirdi ve Benî Sâidelerin köşküne indirdi.
Bu köşk, Zübab dağının
arkasındaki Şavtta, [586] Şavt
diye anılan hurma bahçesinin içinde idi. [587]
Benî Sâide kadınları, Esma
(Ümeyme) binti Numan Hatunun yanına girerek:
"Hoşgeldin!"
dediler.
Esma Hatunun yanından
çıkanlar, hep, onun güzelliğinden bahsediyorlardı. [588]
Ebu
Useydü's-Sâidî, Esma (Ümeyme) Hatunu getirdiğini, o sırada Benî Amr b. Avfların
yanında bulunan Peygamberimiz Aleyhisselama gidip haber verdi. [589]
Hz. Ömer'in kızı ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi olan Hz. Hafsâ, Hz. Âişe'ye:
"Sen onu kınala! Ben de
onun saçını tarayayım!" demiş ve böyle yapmışlardı.
Sonra, bunlardan birisi Esma
Hatunun yüzünün ve vücudunun güzelliğini kıskanarak, ona:
"Peygamber Aleyhisselam,
yanına girdiği kadının:
'Senden Allah'a sığınırım!1
demesinden hoşlanır! [590]
Sen kral hanedanındansın.
Resûlullah Aleyhisselam senin
yanına girip senden hazlanmak isteyince, ondan Allah'a sığın!
O zaman sen kendisinin hoşuna
gidersin, makbulü olursun!" diyerek telkinde bulundu. [591]
Peygamberimiz
Aleyhisselam ashabıyla birlikte Şavt bahçesine kadar yürüyerek gittiler.
Oradaki iki bahçenin yanına eriştikleri zaman, ikisinin arasında oturdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam,
onlara:
"Siz şurada
oturunuz!" buyurduktan sonra, kendisi, kendisi için getirilmiş olan Esma
(Ümeyme) Hatunun Şavt'ta konuklandığı eve gitti.
O sırada Esma (Ümeyme)
Hatunun dadısı da yanında bulunuyordu. [592]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Esma Hatunun yanına girdi. [593]
Kapıyı kapattı. [594]
Esma Hatuna:
"Kendini bana
bağışla!" buyurdu.
Esma Hatun:
"Bir kraliçe, kendisini,
uydusunu hiç bağışlar mı?!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun hırçınlığını yatıştırmak için, elini onun üzerine koymak
istedi. [595]
Esma Hatun, hoşlanmıyomnuş
gibi davranarak: [596]
"Senden Allah'a
sığınırım!" dedi. [597]
Yüzünü elleriyle kapatü. [598]
Gömleğini yüzüne çekti. Peygamberimiz Aleyhisselamdan gizlendi. [599]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Demek sen benden
Allah'a sığınıyorsun hâ?!" buyurdu.
Esma Hatun sığınma sözünü üç
kere tekrarladı. [600]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen pek Büyük bir
Makama sığındın! [601]
Sen pek Büyük bir Makama
sığındın! [602]
Sen pek Büyük bir Makama
sığındın! [603]
Allah'a sığınan emîn olur! [604]
Git, ev halkına kavuş!"
buyurdu. [605]
Hemen ondan yüzünü çevirdi. [606]
Sahabilerinin yanına vardı
ve:
"Ey Ebu
Useyd! Râzife denilen beyaz keten kumaşından yapılmış iki elbise giydirip, onu
ev halkına götür, kavuştur!" buyurdu. [607]
Ebu Useyd, Peygamberimiz
Aleyhisselamın emrini yerine getirdi . [608]
Esma Hatun dönüp yanlarına
vardığı zaman, kavmi bağrıştılar
"Sende muhakkak bir yaramazlık
var! [609]
Senin başına ne felaket
geldi?" dediler.
Esma Hatun:
"Aldatıldım!
(Tuzağa düşürüldüm!) [610] Bana
şöyle şöyle denildi" diyerek kendisine söylenilenleri birer birer
anlatınca, [611] ev
halkı Esma Hatuna:
"Sen bizi Araplar içinde
teşhir ettin, dillere düşürdün!" dediler.
Esma Hatun, Ebu
Useydü's-Sâidî'ye:
"Olan oldu artık! Ben
şimdi ne yapayım? Sen bana onu söyle?" dedi.
Ebu Useydü's-Sâidî:
"Sen evinde otur! Mahrem
olmayana örtülü bulun!
Resûlullah Aleyhisselamdan
sonra, hiçbir talip de seninle evlenmeyi umamaz!
Çünkü, sen Resûlullah
Aleyhisselamın kadınlarından, mü'minlerin analarındansındır!" dedi.
Hz. Esma; Necd'deki ev
halkının yanında, Hz. Osman'ın halifeliği zamanında vefat edinceye kadar
oturdu.
Hiçbir yabancıya görünmedi.
Hiçbir talip de, kendisiyle
evlenme talebinde bulunamadı . [612]
Hz. Esma;
Peygamberimiz Aleyhisselama karşı-aldatılarak-yapmış olduğu çirkin hareketinden
dolayı:
"Beni 'Sakıyye=bedbaht
kadın!' diyerek çağırınız!" derdi. [613]
Yüce Allah ona rahmet ve
mağfiret ihsan buyursun![614]
Hicretin 9. yılında,
Rebiülâhir ayıncia[615]
Cüdde (Cidde) [616] Şuaybe
iskelesi halkının[617]
Habeşlerden bir cemaatin[618]
gemiler içinde[619]
Mekke yakınlarına kadar[620]
geldiklerini gördükleri haberi alınınca, Alkame b. Mücezzizü'l-Müdlicî 300
kişilik askerî bir birlikle yola çıkarıldı.
Mücahidler, denizdeki adaya
kadar ilerlediler. [621]
Adada Habeşliler
eğleşirlerdi. [622]
Mücahidler adaya çıkmak ve
adalılarla karşılaşmak istedikleri sırada[623]
çıkan rüzgâr denizi dalgalandırmaya ve kabaran dalgalar kendilerine doğru
gelmeye başlayınca, geri dönüp dalgalardan kaçtılar, adaya çıkmaktan
vazgeçtiler. [624]
Alkame ve arkadaşları, hiçbir
düşmanla karşılaşıp çarpışmadılar. [625]
Medine'ye doğru dönüldüğü ve
bazı konak yerlerinde bulunulduğu sırada, mücahidlerden bazıları, ailelerinin
yanına daha çabuk dönmek için Alkame'den izin istediler.
Alkame de, onlara izin verdi. [626]
Abdullah b. Huzâfe, dönmekte
acele edenler arasında idi. [627]
Alkame onu evlerine çabucak
dönmek isteyenlere kumandan tayin etti.
Abdullah b. Huzâfe şakacı bir
zâttı.
Abdullah b. Huzâfe'nin
arkadaşları, yolun bir kesiminde bulundukları sırada, ateş yakmışlardı. [628]
Onunla hem ısınıyorlar, hem de üzerinde yemek pişiriyorlardı. [629]
Abdullah b. Huzâfe,
arkadaşlarına:
"Beni dinlemek, bana
itaat etmek, size düşen bir vazife değil midir?" diye sordu.
"Evet! Seni dinlemek ve
sana itaat etmek bizim vazifemizdir!" dediler.
Abdullah b. Huzâfe:
"Ben size neyi
emredersem, onu muhakkak yapar mısınız?" diye sordu.
"Evet! Yaparız!"
dediler. [630]
Abdullah b. Huzâfe:
"Öyleyse, ben şu
yaktığınız ateşin içine sıçrayıp girmenizi, size kesin bir emirle
emrediyorum!" dedi.
Bazıları, arkadaşlarının
kendilerini ateşin içine atacaklarını sanarak onları elbiselerinden tutup geri
çekmek, kendilerinin ateşe girmelerine engel olmak için ayağa kalktılar.
Bunun üzerine,
Abdullah b. Huzâfe:
"Oturun! Ben size şaka
yapmıştım!" dedi.[631]
Medine'ye gelinip Abdullah b.
Huzâfe'nin işi anlatılınca, Peygamberimiz
Aleyhisselam: "Kim size bir masiyet, günah olan birşey emrederse, onun bu husustaki
emrini dinlemeyiniz! [Yerine getimneyiniz 1) [632]
Eğer ateşe
girmiş olsaydınız, Kıyamet gününe kadar onun içinden çıkamazdınız[633] Allah'a masiyet teşkil eden emirler hakkında,
amire itaat etmek yoktur. [634] Amire
itaat, ancak meşru olan emirler hakkındadır!" buyurdu.[635]
Hz. Mâriye Hakkındaki Dedikodunun Yersizliğinin
Hz. Ali'nin Müşahedesiyle Sabit Oluşu
Hz. Aişe'nin bildirdiğine
göre; Mâliye Hatun Medine'ye geldiği zaman, Harise binti Numan'ın konağında
konuklan m işti.
Kendisi, Peygamberimiz
Aleyhisselamın kadınlarını kıskandıracak derecede güzeldi. Peygamberimiz
Aleyhisselam sık sık onun yanına uğrardı.
Mâriye Hatun, Âliye
mevkiindeki Meşrebe'ye taşındığı zaman Peygamberimiz Aleyhisselam oraya da
gidip gelmeye başlamış; bu, Peygamberimiz Aleyhisselamın kadınlarının canını
sıkmıştı.
Hz. İbrahim'in Mâriye
Hatundan doğuşu ise, üzerindeki kıskançlığı büsbütün arttırmıştı.[636]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
halkın "Onun yanına bir yabancı girip çıkıyor?!" diyerek dedikoduya
başladıklarını işitince, Hz. Ali'yi oraya gönderdi.
Hz. Ali, Meşrebe'de tatlı su
kuyusunun başında dedikodusu yapılan Kıbtîye (Mısırlı köleye) rastlayıp
kılıcını sıyırarak üzerine doğru varınca, Kıbtî elindeki su kırbasını atarak
hurma ağacına tırmandı. Korkusundan, üzerindeki atkısı yere düştü. Kendisinin
erkeklik uzvunun bulunmadığı, hadım olduğu görüldü!
Hz. Ali hemen kılıcını kınına
sokup, Mısırlı uşakta gördüğü şeyi Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Gittiğine isabet ettin.
Şahit, gaibin göremediğini görür!" buyurdu. [637]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Hicretin 9. yılında Rebiülâhir ayında Hz. Ali'yi Ensarın ileri gelenlerinden
150 kişilik askerî bir birlikle Tayyi1 kabilesinin putu olan Füls'ü
yıkmaya gönderdi.
Mücahidlerin ellisi atlı,
yüzü develi idi. Yanlarında siyah bir bayrakla beyaz bir sancak da bulunuyordu.[638]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
bayrağı Sehl b. Huneyf'e, sancağı da Cebbar b. Sahrü's-Sülemî'ye verdi. [639]
Baskın yapılacağı zaman,
birliğin dağılıp, her taraftan birdenbire baskın yapılmasını emretti. [640]
Füls; Tayyi1
kabilesiyle Tayyi'e bağlı olup Selma ve Eca1 dağlarında oturanların
putu idi. [641]
Necd'de, Feyd yakınında bulunuyordu. [642]
Eca1 dağının göğsünde, tıpkı insan şeklinde olan Füls'e tapılır,
hediyeler sunulur, kurbanlar kesilirdi.
Kovulanlar, kovalananlar,
onun yanına sığınınca, bırakılırlardı.
Korkanlar, onun yanında
emniyet ve selamete kavuşmuş sayılırdı.
Füls'ün bakıcıları, Selvan
oğulları idi.
Belvan, Füls'e tapmayı
başlatan ilk kişi idi.
Füls'ün en son bakıcısı da,
Belvan oğullarından Sayfî adında birisi idi.
Tayyi1; Kehlânî ve
Kahtanîl erden gelme kabilelerden olup, cömertliği dillere destan olan
Hâtemü't-Tâî Tayyi1 kabilesinden idi.
Tayyi1 kabilesinin
yurtları Yemen'de idi.
Tayyi'ler,
Ezdilerin ardından Hicaz'a gelip Sümeyr'e ve Feyd'e konmuşlar, Eca1
ve Selma dağlarını ele geçirmişlerdi.
Hicaz'da, Şam'da ve Irak'ta,
ovaları ve dağlan dolduran cemaatler haline gelmişlerdi. [643]
Sümeyr, bir dağ; [644]
Feyd de Mekke yolunda bir yer olup, Eca1 ve Selma dağlarına
yakındır.
Feyd ile Vâdi'l-kurâ arası
altı geceliktir. [645]
Atlar yanlara, yedeklere
alınıp develere binildi.
Benî Esedlerden Hureys
isminde bir zâtın kılavuzluğuyla yola çıkıldı.
Kılavuz, Feyd yolunu
tutturdu. Bir müddet ilerledikten sonra:
"Karşılaşmak
istediğiniz o kavim ile aranızda tam bir günlük yol vardır. Sizi onlara gündüz
götürürsem, onlardan bir cemaati ve çobanlarını baskına uğratabiliriz, ama
kabile halkına haber verirler, onlar da etrafa dağılır giderler. Onlardan,
istediklerinizi ele geçirmek mümkün olmaz.
Fakat, biz bu
günümüzde burada akşama kadar oturalım. Sonra, geceleyin, atlarımızın
sırtlarında gidelim.
Sabah karanlığında, onlara
birden baskın yapalım" dedi.
Mücahidler:
"Yerinde ve uygun görüş
budur!" dediler.
Orada karargâh kurdular;
develeri yayılmaya saldılar, yemeklerini pişirdiler.
Çevrelerinde
dönüp dolaşmak, çevreyi gözetlemek üzere, Ebu Katâde, Hubab b. Münzirve Ebu
Nâile'yi vazifelendirdiler.
Bunlar, atlarının üzerinde
karargâhın çevresini dolaşmaya başladılar.
Eşlem adında kara bir uşak
yakaladılar.
Ona:
"Sen burada ne
yapıyorsun?" diye sordular.
Eşlem:
"Yitiğimi
arıyorum!" dedi.
Kendisini Hz. Ali'nin yanına
getirdiler.
Hz. Ali, ona:
"Sen necisin?" diye
sordu.
Eşlem:
"Yitik arayıcı siyi
m!" dedi.
Mücahidler üzerine yürüyünce,
Eşlem korkup:
"Ben Tayyi1
kabilesinden Benî Nebhanlardan bir adamın uşağıyım! Onlar benim bu yerde
durmamı bana emrettiler ve:
'Muhammed'in süvarilerini görürsen,
acele yanımıza gel, bize haber ver!1 dediler.
Ben yakalanıp esir olacağımı
bilemedim.
Sizi gördüğüm zaman, onların
yanına gitmek istedim. Sonra, kendi kendime:
'Acele etmeyeyim
de, adamlarıma sizin sayınızı, süvarilerinizin ve yayalarınızın sayısını açıkça
bildiren haberi götüreyim, başıma gelecek musibetten korkmayayım1
dedim.
Meğer, ben senin için
bağlanmış kalmışım.
Nihayet, gözcüleriniz beni
yakaladı!" dedi.
Hz. Ali:
"Arkanda ne varsa,
haydi, bize dosdoğru haber ver?" dedi.
Eşlem:
"Tayyi1 kabilesinin
öncülerine, uzun bir gece gidilince erişilebilir!
Sizin süvarileriniz onlara
ancak yarın sabah kavuşabilir ve baskın yapabilir!" dedi.
Hz. Ali, arkadaşlarına:
"Siz bu hususta ne
görüştesiniz? Ne düşünüyorsunuz?" diye sordu.
Cebbar b. Sahr:
"Bizim görüşümüz;
bütün gece atlarımızın sırtında gitmemiz, yurtlarında o kavimle sabahlayıp,
kendilerini gafil iken baskına uğratınamizdir!
Biz geceleyin bu
kara uşakla gider, Hureys'i askerle gerimizde bırakırız. İnşaallah, onlar da
arkamızdan gelir, kavuşurlar" dedi.
Hz. Ali:
"Yerinde görüş
budur" dedi.
Eşlemle birlikte gittiler.
Uşak, bağlı
olarak sıra ile süvarilerin terkisinde gidiyor, birinin terkisinden inip
diğerinin terkisine biniyordu.
Gündüze erişilip Eslem'in
gece yalan söylediği meydana çıkınca, Eşlem:
"Ben yolu şaşırdım!
Onları arkamda bıraküm!" dedi.
Hz. Ali:
"Nerede yanılmaya
başladınsa, dön oraya!" dedi.
Eşlem, bir mil veya bir
milden fazla geri döndükten sonra:
"Ben yanlış
yoldayım!" dedi.
Hz. Ali:
"Biz seni hep hile ve
aldatma üzerinde buluyoruz.
Sen ancak Tayyi' kabilesinden
bizi uzaklaştırmak istiyorsun!
Getirin şunu! Sen ya bize
doğruyu söylersin, ya da senin boynunu vuracağız!" dedi.
Eşlem getirilip başının
üzerinde kılıç sıyırıldı!
Eşlem işin sıkı tutulduğunu,
kellesinin uçurulacağını görünce:
"Eğer size doğruyu
söylersem bana yararı dokunur mu dersiniz?" diye sordu.
"Evet!" dediler.
Eşlem:
"Benim size
gördüğünüz şeyi yapmam, Tayyi1 halkının bana rastlayacak
olanlarından utandığımdan ileri geliyordu.
Kendi kendime:
'Şu kavmi
karşılayıp iman edeyim de, sıkılmaksızın ve haksız olmaksızın Tayyi' kabilesi
halkının bulundukları yeri kendilerine göstereyim!1 demiştim.
Bağlanmam gibi,
sizden görmem ekliğim gereken şeyi görünce, beni öldüreceksiniz diye korktum.
İşte, benim için olan özür, mazeret, bundan ibaret! Artık ben sizi yola
çıkarayım!" dedi.
Mücahidler:
"Bize doğru söyle!"
dediler.
Eşlem:
"Tayyi1
kabilesi hemen yakınınızdadır" dedi ve Mücahidlerle birlikte gitti.
Tayyi1
kabilesine o kadar yaklaştılar ki; köpeklerin ürümelerini, ağıllarda develerin,
davarların kımıldanışlarının seslerini bile işittiler.
Eşlem:
"Tayyi' cemaati bir
fersah uzaklıktadır" dedi.
Mücahidler, birbirlerine
baktılar ve Eslem'e:
"Hatim hanedanı
nerede?" diye sordular.
Eşlem:
"Onlar cemaatin
ortasındadırlar!" dedi.
Mücahidler, birbirlerine:
"Eğer biz
bu kavmi bağırıp korkutursak, onlar da bağrışırlar, birbiri erini korkuturlar,
gecenin karanlığı içinde cemaatlerini kaybeder, bizden uzaklaşırlar.
Fakat, biz tanyeri ağarıncaya
kadar bekleyelim.
Tanyeri
ağaracağı sırada, onlara birden baskın yapalım.
O zaman, birbirlerini
haberdar etseler bile, nereyi tutup gittikleri bizden gizli kalmaz.
Bu kavimde, üzerlerine
atlayıp kaçacakları atlar yoktur.
Biz ise, atlarımızın üzerinde
bulunur, onları takip ederiz!" dediler.
"Yerinde olan görüş, bu
işaret edilen görüştür!" diyerek bu şekilde hareket etmeyi benimsediler.[646]
Mücahidler,
tanyeri ağarırken, birliklerini her taraftan saldıracak şekilde dağıtıp Hatim
ailesinin konak yerine birden baskın yaptılar.
[647]
Öldürülenler öldürüldü, esir edilenler de esir edildiler.
Mücahidlere, Tayyi'lerden
hiçbiri gizli kalmadı. [648]
Adiyy b.
Hâtim'in Medine'de bulunan casusu Hz. Ali'nin Tayyi'lere doğru çıkıp gittiğini
bildirince, [649] Adiyy
b. Hatim Şam'a kaçmış bulunuyordu. [650]
Tayyi'
kabilesinden alınan esirler, içlerinde Adiyy b. Hâtim'in kızkardeşi Seffâne de
bulunduğu halde, bir köşeye ayrıldı.
İğtinam edilen deve ve
davarlar da biraraya toplandı.
Esirlerin üzerine Ebu Katâde,
ganimet hayvanları vesaire üzerine de Abdullah b. Atîku's-Sülemî memur edildi.[651]
Hz. Ali ve arkadaşları, Füls
putunun yanına vanp onu yıktılar ve tahrip ettiler. Füls'ün deposunda; Rebu,
Mıhzem ve Yemânî adlarında üç kılıçla üç zırh gömlek bulundu.[652]
Kılıçlardan ilk ikisi Haris b. Ebi Şimr el-Gassânî tarafından Füls putuna
hediye edilmiş, [653]
Füls'ün üzerine asılmıştı. [654]
Mücahidler, Tayyi'lerin
yurdundan ayrılarak, Rekek'te konakladılar. [655]
Rekek; Tayyi'lerin iki dağından birisi olan Selma dağının bir mahaliidi r. [656]
Hz. Ali orada kılıçları geleneğe göre Safiyy (başkumandan hakkı) olarak
Peygamberimiz Aleyhisselama ayırdıktan ve ganimetlerin beşte birini de
çıkardıktan sonra-Hâtim ailesini taksim dışında tutup-ganimet malları ve
esirlerin beşte dördünü mücahidler arasında bölüştürdü. Medine'ye geldiler. [657]
Adiyy b. Hatim der ki:
"Araplar arasında,
Resûlullah Aleyhisselamın ismini eşitliği zaman, benim hoşlanmadığım kadar
hoşlanmayan bir kimse yoktu.
Ama, ben şerefli
bir kimse idim. Hıristiyandım. Kavmimin içinde, ganimetlerin dörtte birini
alırdım. İçimden, Hıristiyanlık dinine bağlı bulunuyordum. Kavmimin kralı idim.
Krallara yapılan şey, bana da yapılırdı.
Resûlullah Aleyhisselamın
zuhur ettiğini işitince, hoşlanmadım.
Benim Araplardan bir uşağım
vardı, develerimi yayardı.
Ona:
'Sen develerimden semiz ve
uysal olanlarını hazırla, benim yanımda tut!
Muhammed'in askerlerinin bu
beldelere ayak bastığını işitir işitmez, bana haber ver!1 dedim.
Öyle yaptı. Bir sabah yanıma
geldi ve:
'Ey Adiyy!
Muhammed'in süvarileri seni sardığı zaman ne yapacak idiysen, şimdi onu hiç
durmadan yap!
Çünkü, ben bayraklar görüp
onların kimler olduğunu sordum.
'Bu, Muhammed'in
askerleridir, dediler' dedi.
Ona:
'Develerimi hemen yanıma
getir!' dedim.
Yanıma getirince, onlara
ailemi ve oğlumu bindirdim.
Kendi kendime:
'Şam'daki dindaşlarımın
yanına varır, kavuşurum!' dedim.
Cevşiye'ye doğru çıkıp
gittim.
Hâtim'in kızını
(kızkardeşimi) arkamda, kabilemin yanında bıraktım.
Şam'a vanp orada oturdum.
Benden sonra, Resûlullah
Aleyhisselamın süvarileri gelip baskın yapmışlar, esir ettikleri kimseler
arasında, Hâtim'in kızını (kızkardeşimi) da esir etmişlerdi.
O, Tayyi1 kabilesi
esirleriyle birlikte, Resûlullah Aleyhisselama götürülmüştü.
Resûlullah Aleyhisselam,
benim Şam'a kaçtığımı işitmişti."[658]
Hâtim'in kızı
Seffâne, Mescidin kapısında bir odaya* konulmuştu. [659]
Kendisi vakarlı, onurlu ve akıllı bir kadındı.
Resûlullah Aleyhisselam onun
yanına uğradı.
Seffâne ayağa kalktı ve:
"Yâ
Rasûlallah! Baba öldü. Ziyaretçi ortadan kayboldu. Sen beni bağışlayıp serbest
bırak! Allah da seni bağışlasın!" dedi.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
"Senin ziyaretçin
kim?" diye sordu.
Seffâne:
"Adiyy b.
Hatim!" dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
"Demek, o Allah ve
Resûlünden kaçtı!" buyurduktan sonra gitti ve Seffâne'yi kendi haline
bıraktı.
Ertesi gün, Seffâne'nin
yanına tekrar uğradı.
Seffâne, Resûlullah
Aleyhisselama önce söylemiş olduğu sözü tekrarladı.
Resûlullah Aleyhisselam,
üçüncü gün, Seffâne'nin yanına yine uğradı.
Seffâne,
Resûlullah Aleyhisselamın kendisini serbest bırakacağından umudunu kesmiş bir
halde, oturup duruyordu.
Ali b. Ebu Talib de,
Resûlullah Aleyhisselamın arkasında idi.
Seffâne'ye:
"Kalk da, Resûlullah
Aleyhisselamla konuş!" diye işaret edince, Seffâne ayağa kalktı ve:
"Yâ Rasûlallah! Baba
öldü! Ziyaretçi de ortadan kayboldu!
Sen beni bağışlayıp serbest
bırak! Allah da seni bağışlasın! [660]
Yâ Muhammedi Beni serbest
bırakmayı uygun görmez misin?
Benim Arap kabileleri içinde
kavmimin seyyidinin kızı olduğumu bilmiyor musun?!
Benim babam
aileleri korur, esirlerin esaret bağlarını çözer, açları doyurur, çıplakları
giydirir, konukları ağırlar, yemekler yedirir, selamlaşmayı yayar,
dileyicilerin dileklerini reddetmezdi.
İşte, ben o Hâtimü't-Tâî'nin
kızıyım!" dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
"Ey kadın! Bunlar,
gerçekten mü'minlerin sıfatlandır.
Keşke baban Müslüman olsaydı
da, onu rahmetle ansaydık! [661]
Ben senin istediğin şeyi
yapacağım! Sen gitmek için acele etme!
Kavminden seni
yurduna ulaştıracak, senin için güvenilir kişiler buluncaya kadar, bekle!
Bulduğun zaman, bana haber ver!" buyurdu.
[662]
Seffâne Müslüman
oldu. Müslümanlığını İslâm amelleriyle güzelleştirdi. [663]
Seffâne; Beliyy veya Kudâalardan bir bölük süvari gelinceye kadar, Medine'de
oturdu.
Şam'a gidip kardeşi Adiyy b.
Hâtim'i getirmek istiyordu.
Resûlullah Aleyhisselamın
yanına geldi ve:
"Yâ
Rasûlallah! Kavmimden bazı kişiler gelmişlerdir. Kendileri, benim için,
güvenilir ve beni yurduma ulaştırır kişilerdir" dedi.
Resûlullah Aleyhisselam,
Seffâneye giyimlik, binit ve yol azığı verdi.
Seffâne adamlarıyla birlikte
yola çıktı ve Şam'a vardı.
Adiyy b. Hatim der ki:
"Vallahi, ben ailemin
içinde oturuyordum.
Bir de ne göreyim?! Deve
üzerinde, hevdeç içinde bir kadın, bana doğru yönelmiş, geliyordu!
Kendi kendime:
'Bu, Hâtim'in kızı olmasın?!
Odur! Odur!1 dedim.
Gelip yanımda durunca, bana:
'Ey kardeşlik bağını koparan
zâlim!
Sen karını ve
oğlunu bindirip gittin de, babandan kalan bir haremini geride bıraktın değil
mi?!' diyerek çıkıştı.
Kendisine:
'Ey kızkardeşim! Sen bana iyi
sözlerden başkasını söyleme!
Vallahi, benim
sana karşı ileri sürebileceğim bir sözüm yok!
Ne yazık ki, ben dediğin şeyi
yapmışım dır!' dedim.
Sonra, deveden indi ve
yanımda kaldı.
Kendisi, akıllı bir kadındı.
Ona:
'Şu zât (Muhammad Aleyhisselam)
hakkındaki görüşün nedir?' diye sordum. [664]
'Vallahi, hemen onun yanına
varmanı uygun görürüm!
Eğer kendisi
gerçekten peygamberse, ona tâbi olmakta başkalarını geçmen, senin için bir
fazilet ve üstünlük olur!
Eğer bir
hükümdarsa, onun sayesinde, Yem en'deki saltanatını kaybetmez, hor ve hakîr bir
duruma düşmezsin!
Artık, kararvermek sana
aittir, sana!' dedi.
Kendisine:
'Vallahi, yerinde olan görüş
budur!1 dedim." [665]
Habeş Necaşî'si Ashama'nın Vefat Edişi ve Kendisi
İçin Gıyâbî Olarak Medine'de Cenaze Namazı Kılınışı
Habeş Necaşî'si Ashaıma;
Hicretin 9. yılında, Recep ayında vefat etti.[666]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
arada acısu denizi bulunduğu ve karadan da günlerce gidilecek yerde olduğu
halde, [667]
Necaşî'nin vefatını, vefat ettiği gün ashabına haber verdi, duyurdu[668]
ve:
"Arzınızın dışında vefat
eden kardeşinizin cenaze namazını kılınız!" buyurdu.
Sahabiler.
"Yâ Rasûlallah! Kimdir
o?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Necaşî
Ashama'dır! [669] Bugün,
Allah'ın salih kulu Ashama vefat etti! [670]
Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyiniz!" buyurdu. [671]
Ashabıyla birlikte namazgâha[672]
veya Bakiyy kabristanına gitti. [673]
Ashaba:
"Geliniz! Arkamda saf
olunuz!" buyurdu. [674]
Ashab, Peygamberimiz
Aleyhisselamın arkasında saf oldular. [675]
Necaşî'nin Habeş
ülkesindeki tabutu, Peygamberimiz Aleyhisselama görününceye kadar, yukarı
kalktı. [676]
Rivayete göre; aradaki
engeller kalkarak, sahabiler de onun tabutunu gördüler. [677]
Peygamberimiz
Aleyhisselam ileri doğru vardı. [678]
Cenaze üzerine kıldığı namaz gibi, [679]
Necaşî'nin namazını da dört tekbirle kıldırdı . [680]
Onun için Allah'tan mağfiret diledi. [681]
Sonradan gelen
haberler, Necaşî'nin cenaze namazı kılındığı gün vefat etmiş olduğunu doğrulamıştır. [682]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Necaşî'den başka hiç kimse için, gıyabî olarak cenaze namazı
kiIdirinamıştır.
Sanıldığına
göre, bu, Necaşî'nin Hıristiyanlar arasında vefat etmiş, yanında da kendisi
için cenaze namazı kılacak bir kimse bulunmamış olmasından ileri gelmişti. [683]
Peygamberimiz Aleyhisselam
Necaşî için cenaze namazı kılınmasını emrettiği zaman, münafıklar:
"Şu bir
yabancı olan Necaşî'ye mi cenaze namazı kılmamızı emrediyor?!" diyerek,
nifaklarını belli ettiler. [684]
Necaşî'nin Kabrinde Bir Nurun Görünüşü
Rivayete göre; Necaşî vefat
edip gömüldüğü zaman, kabrinin üzerinde bir nur görünmüş durmuştur![685]
Habeş Necaşî'si Ashama'nın Ülkesine Sığınan
Müslümanları Barındırışı, Koruyuşu ve Müslüman Oluşu
Habeş Necaşî'si Ashama;
ülkesine sığınan Muhacirler arasında bulunan Hz. Cafer'le görüştükten ve ondan
İslâmiyet ve Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında bilgi aldıktan sonra:
"Ben şehadet ederim ki;
o, kendisini İncil'de yazılı bulduğumuz Resûlullahtır.
O, geleceğini İsa b. Meryem'in müjdelediği resûldür!
Siz, ülkemde nereyi
isterseniz, orada konaklayınız!
Vallahi, ben onunla aynı
ülkede olsaydım, yanına gider, onun ayakkabılarını taşır, ayaklarını
yıkardım!" diyerek Hıristiyanlığı bırakıp Müslüman olmuş ve fakat kavminin
tepkisinden çekindiği için bunu gizli tutmuş, açıklamamıştı.[686]
Necaşî; Mekkeli müşriklerin
işkencelerine dayanamayarak Habeş ülkesine sığınan Muhacirlerin cezalandırılmak
üzere geri çevrilmeleri için yapılan istekleri ve verilen rüşvetleri reddedip
onları Hicretin 7. yılına kadar ülkesinde barındıran, ağırlayan ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın isteği üzerine gemilere bindirip Medine'ye
yollayan, adaletli, hamiyetli bir kraldı. [687]
Kendisi, Müslümanlığını gizli
tutan ve hicret etmeyen sahabilerden sayıldığı gibi; Peygamberimiz
Aleyhisselamla bizzat görüşem ediği ne göre de, Tabiînden sayılmıştır. [688]
Yüce Allah ondan razı olsun![689]
[1] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 262,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 116.
[2] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 150.
[3] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254 İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 262, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1.S.92.
[4] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1 , s. 92.
[5] İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 1, s. 262.
[6] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 267, İbn Kayyım
, Zâdu'l-m ead, c. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 294.
[7] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 262, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân,
c. 1, s. 92.
[8] Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 294.
[9] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 267, İbn Kayyım, Zâd,
c. 2, s. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 294, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 301, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 352-353.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/133-134.
[10] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 92.
[11] Taberî, Târih, c. 3, s. 139, İbn Esîr, Kâmil, c.
2, s. 272.
[12] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 92.
[13] İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 265.
[14] İbnSa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c.1, s. 262, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.2,s. 267-268, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s.
294.
[15] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 262, İbn Cevzf, Vefa,
c. 2, s. 741 , İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 267-268, İbn Kayyım, Zâd,c.3,s.73,
Kastalânf, M evâhib, c. 1, s. 29 4.
* Hıristiyan din bilgini ve başkanı (İbn Esir, Nihâye, c. 2, s. 379).
[16] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 267-268, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 73-74, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s.
294-295, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 301-302, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3,
s. 353-354.
[17] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 263, İbn
Seyyid, Uyun, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, Zâd, c. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhib,
c. 1, s. 295.
[18] İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74,
Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 302, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s.
354.
[19] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,s.263, İbn Seyyid, c. 2,
s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 295.
[20] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 268, İbn Kayyım , c. 3,
s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 302.
[21] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2,
s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 302.
[22] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 628.
[23] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1.S.263, İbn Cevzf,
Vefa, c. 2, s. 741, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, Zâd, c. 3, s. 74,
Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 925, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 303.
[24] İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74,
Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[25] İbn Sa'd, c. 1, s. 263, İbn Cevzf, Vefa, c. 2, s.
741-742, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım , c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1
,s. 295, Halebî, c. 3,5.303.
[26] İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74,
Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[27] İbn Sa'd, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 268,
İbn Kayy,m, c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[28] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 268, İbn Kayyım , c. 3,
s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[29] İbn Sa'd, c. 1, s. 263, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf,
Vefa, c. 2, s. 742, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74
Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[30] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 521.
[31] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 521, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 1, s. 262.
[32] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.1, s. 263,
Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, Vefa, c. 2, s. 742, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 268, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 74, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s.
295, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 303.
[33] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 92.
[34] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2,
s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 203.
[35] İbn Sa'd, c. 1, s. 263, Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 742.
[36] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 263.
[37] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 262.
[38] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/134-141.
[39] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 263.
[40] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 1, s. 346-347.
[41] İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 265.
[42] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 95.
[43] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 254, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1,s.263.
[44] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 263.
[45] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 95, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 1, s. 348, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 215.
[46] İbn Tolon'dan naklen M. Hamidullah, el-Vesâik, s.
79-80.
[47] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 519-520, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 300-301 , Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3,
s.351-352.
[48] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 95, Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 1, s. 348.
[49] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 222, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 267, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 300.
[50] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/141-143.
[51] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 263.
[52] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 267, İbn Kayyım
, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 293,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 301.
[53] İbn Sa'd, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 267,
İbn Kayyım, c. 3, s. 73.
[54] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 267, Kastalânf,
Mevâhib, c. 1, s. 293, Halebî, c. 3, s. 301.
[55] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 263.
[56] İbn Sa'd, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 267,
İbn Kayyım, c. 3, s. 73, Kastalânf, c. 1, s. 293-294, Halebî, c. 3, s. 301 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/144.
[57] Ebu Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 131 , Ebu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 30, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 98, Taberî, Târîh,
c. 3, s. 1 02, İbn Seyyid, c. 2, s. 267, İ bn Kayyım, c. 3, s. 73, Kastalânf,
c. 1 , s. 294.
[58] İbn Seyyid, c. 2, s. 267, İbn Kayyım, c. 3, s. 73,
Kastalânf, c. 1, s. 294,Halebî, c. 3, s. 300.
[59] Belâzurî, Fütûh, c. 1, s. 98, Taberî, c. 3, s.
102.
[60] Musa b. Ukbe'den naklen Belâzurî, Fütûh, c. 1, s.
98.
[61] İbn Seyyid, c. 2, s. 267, İbn Kayy,m, c. 3, s. 73,
Kastalânf, c. 1, s. 294,Halebî, c. 3, s. 300.
[62] Ebu Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 131 , Ebu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 30, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 98, Taberî, Târîh,
c. 3, s. 102.
[63] Ebu Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 131, Ebu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 30.
[64] Ebu Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 131.
[65] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 263.
[66] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 97.
[67] İbn Sa'd, c. 1, s. 263, Abdurrezzak, Musannef, c.
1, s. 326, Ebu Ubeyd, s. 44, Belâzurî, Fütûh, c. 1, s. 97, Taberî, c. 3, s.
102-103.
[68] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 460, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 352.
[69] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 276.
[70] Belâzurî, Fütûhu'l buldân, c. 1, s. 95-96
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/144-147.
[71] Ibn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 275.
[72] Belâzurî, Fütûhu'l-taüldân, c. 1, s. Yâküt,
Mu'cemu'l-büldân, c. 1 , s. 348.
[73] Abdurrezzak, Musannef, c. 6, s. 71 .
[74] Abdurrezzak, Musannef, c. 10, s. 329.
[75] Serahsî,
Mebsût, c. 10, s. 79.
[76] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 276
[77] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 96.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/147-148.
[78] Ebu Ubeyd, Kitâbu'l -emval, s. 30.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/148.
[79] İbn Sa'd. Tabakâtü'l-kübrâ. c. 1 . s. 275.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/149.
[80] Belâzun, Fütûhu'l-taüldân, c. 1, s. 96.
[81] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 276, E bu
Ubevti, Kitâtau'l-emvâl, s. 286-287, Belâaırf, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 96-97,
Yâkubî, Târih, c. 2, s. 82.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/149-150.
[82] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 15, Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 92.
[83] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 15-18.
[84] Buhân, Sahih, t 1 ,s.1O8.
[85] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 16.
[86] Buhân, Sahih, c. 1,s.1Ü8.
[87] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 16.
[88] Buhân, Sahih, c. 1, s. 108.
[89] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 16, Buhân, Sahih, c.
1, s. 108.
[90] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 16.
[91] İbn Sa'd, c. 4, s. 16, Buhârî, c. 1, s. 108.
[92] İbn Sa'd, c. 4, s. 16.
[93] İbn Sa'd, c. 4, s. 16, Buhârî, c. 1, s. 108.
[94] İbn Sa'd, c. 4, s. 16.
[95] Buhân, Sahih, c. 1,s.1O8.
[96] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 16.
[97] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/150-152.
[98] İbn Hazm, Cemher, s. 201.
[99] İbn Abdilberr, İ stiâb, c. 3, s. 1313.
[100] İbn Hazm, Cemhere, s. 201.
[101] İbn Abdilberr, İ stiâb, c. 3, s. 1313-1315.
[102] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 121, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 233.
[103] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579, İbn ^bdilberr, c.
3, s. 1314, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 207-208, İbn Esîr, Kâmil, c.
2, s. 274, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 510,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 368-369.
[104] Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 238.
[105] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 144-145,
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579-583, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 207-208, İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 274, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 208, Zehebî, Megâzî, s.
510, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 368-369.
[106] İbn İshak. İbn Hişam, c. 4, s. 145, İbn Seyyid, c.
2, s. 208, Zehebî, s. 511, Ebu'l-Fidâ, c. 4, .369.
[107] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579, Beyhakî, Delâil,
c. 5, s. 208, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 475.
[108] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579, Beyhakî, Delâil,
c. 5, s. 208, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 372, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1,
s. 221, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 121.
[109] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579.
[110] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 145-146,
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 582-583, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 208-209,
Zehebî, Megâzî, s. 511 , Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 369.
[111] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 144, Hâkim, c. 3,
s. 583, İbn Seyyid, c. 2, s. 208, Zehebî, s. 510, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 368,
Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 392.
[112] H âk im, c. 3, s. 579, Beyhak f, D el âil
ü'n-nübüwe, c. 5, s. 208, İ bn E sfr, U sdu'l -gâbe, c. 4, s. 476, Zeh ebf, s.
512.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 144, Hâkim, c. 3,
s. 583, İbn Seyyid, c. 2, s. 208, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 368, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 392-393.
[114] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 1 46, Hâkim , c. 3,
s. 583-584, İbn Seyyid, c. 2, s. 209, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 369, Heysemî, c. 9,
s. 392-393.
[115] Hâkim, c. 3, s. 579-580, Beyhakî, c. 5, s. 208,
İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 476, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 372.
[116] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 146, Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 584, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 209, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 369, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 392-393.
[117] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 580, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 476, Zehebî, Megâzî, s. 512.
[118] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 146-156,
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 580-582, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s.
209-211 , İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 209-212, Zehebî, Megâzî, s.
512-515, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 370-372, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 394.
[119] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/152-158.
[120] İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 276.
[121] Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 222,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 121, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 240,
Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 60.
[122] İbn Esîr, c. 2, s. 276, Kastalânf, c. 1, s. 222,
Diyarbekrî, c. 2, s. 121, Halebî, c. 3, s. 240, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3,
s. 60.
[123] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 49.
[124] Ebu'l-Fidâ'dan naklen Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3,
s. 240.
[125] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 296.
[126] Ebu'l-Fidâ'dan naklen Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3,
s. 240.
[127] Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Târihi, Türkçe
terceme, c. 1, s. 110.
[128] İbnEsîr,Kâmilıc.2ıs.276.
[129] Kastalâni, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 222.
[130] Tahsin Öz, Hırka-i Seâdet Dairesi Emânât-ı
Mukaddese, s. 23-24.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/158-160.
[131] |bn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 298.
[132] İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 248. * Bir
ukiyye kırk dirhemdir (İbn Esîr, Nihâye, c. 5, s. 56).
[133] İbn Sa'd. Tabakâtü'l-kübrâ. c. 1. s. 298.
[134] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/160.
[135] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 326, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 254-255, İbn Kayvım , Zâdu'l-mead, c. 3, s. 60.
[136] İbn Hazm, Cemhere, s. 413.
[137] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 168-169.
[138] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 255, İbn Kayyım, Zad,
c. 3, s. 60.
[139] İbn Sa'd, c. 1, s. 326-327, İbn Seyyid, c. 2, s.
255, İbn Kayyım, c. 3, s. 60.
[140] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 255, İbn Kayyım, Zad,
c. 3, s. 60.
[141] Kastalânf, M evâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 217.
[142] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s.326, İbn Seyyid, c. 2,
s. 255, İbn Kayyım , c. 3, s. 60.
[143] İbn Seyyid, c. 2, s. 255, İbn Kayyım, c. 3, s.
60.7
[144] İbn Sa'd, c. 1, s. 326, İbn Seyyid, c. 2, s. 255,
İbn Kayyım , c. 3, s. 60.
[145] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/161-162.
[146] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 307, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 423.
[147] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 284.
[148] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 1, s. 529.
[149] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 307.
[150] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 423.
[151] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 307.
* İmam Ebu Yusufa göre; ölü arazi, üzerinde bina, ziraat eseri,
kabristan, odunluk, hayvan otlağı, hayvan ağılı bulunmayan, hiç kimsenin malı
olmadığı gibi, kimsenin elinin altında da tutmadığı, boş, boz, otsuz arazi
demektir (Ebu Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 63).
[152] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 284, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 3, s. 423.
[153] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 423.
[154] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 307.
[155] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 284.
[156] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 353.
[157] Kalkasandı, Nihâyetü'l-ereb, s. 199-228.
[158] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 353-354.
[159] İbn Esîr, Nihâye, c. 5, s. 189 .
[160] Ffruzâbâdi, Kâmûsu'l-muhft, c. 3, s. 396.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/162-165.
[161] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1,s.13S, c. 8, s.
12, Taberî, Târih, c. 3,s.139,İbn Abdilberr,
İstiâb, d, s. 56.
[162] İbn Sa'd, c. 1, s. 260, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 266, İbn Kaybın, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 72, İbn Hacer, el-İsâbe, c.3,
s. 531, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 293, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 37, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 297, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 350.
[163] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s, s. 212-214, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 449.
[164] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,3.134.
[165] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 1, s. 54, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 49.
[166] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 49.
[167] İbn Sa'd, c. 1, s. 135, c. 8, s. 21 2, İbn
Atodiltaerr, c. 1, s. 54, c. 4, s. 1862, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1,3.49, c.
7, s. 147.
[168] İbn Sa'd, c. 1, s. 135, İbn Abdilberr, c.1 , s.
54, İbn Esîr, c. 1, s. 49.
[169] İbn Sa'd, c. 1, s. 135-136, Ahmed b. Hanbel, M
üsned, c. 3, s. 194, Müslim , Sahih, c. 4, s. 1807, İbn Abdilberr, c. 1 , s.
55, İbn Esîr, c. 1, s. 49.
[170] İbn Sa'd, c. 1, s. 135, c. 8, s. 21 4.
[171] İbn Sa'd, c. 1, s. 136, c. 8, s. 21 2.
[172] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 1, s. 55-56, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 49-50.
[173] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 55.
[174] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 56.
[175] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 ,s.135, İbn
Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 54, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 49.
[176] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 54, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 291.
[177] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 136-137, Müslim,
Sahih, c. 4, s. 1808.
[178] İbn Sa'd. Tabakât. c. 1 .s. 136. Ahmed b. Hanbel.
Müsned. c. 4. s. 194. Müslim . Sahîh. c. 4. s. 1 807.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/165-167.
[179] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ,
c. 2, s. 389.
[180] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 109.
[181] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 1 85.
[182] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1,s.252, Ahmed b.
Hanbel, c. 5,s.137,İbn Mâce, Sünen,
c. 1, s. 454.
[183] Abdurrezzak t
Musannef, c. 3, s. 1 86, Ahmed b. Hanbel, c. 295.
[184] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 250.
[185] İbn Sa'd. c. 1.S.252.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/167-168.
[186] İbn Sa'd, c. 1, s. 249-250.
[187] İbn Sa'd, c. 1, s. 252, Ahmedb. Hanbel, c. 5, s. 1
37, İbn Mâce.c.1, s. 454.
[188] Ahmedb. Hanbel, c. 3, s. 300, Buhârî, Sahih, c. 1,
s. 116.
[189] İbnSa'd,c.
1, s. 252, Ahmedb. Hanbel, c. 5, s. 339, Buhârî, c. 1, s. 115,116,120, Müslim,
Sahih, c. 1,s.386, EbuDâvud, Sünen, c.1, s. 283.
[190] İbn Sa'd, c. 1, s. 252, Buhârî, c. 1, s. 220,
Müslim, c. 1, s. 386, E bu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 283.
[191] EbuDâvud, Sünen, c, c.1, s. 284.
[192] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 250.
[193] İbn Sa'd, c. 1,s.250,Ebu Dâvud, c.1, s. 284.
[194] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 1 86, İbn Sa'd, c.
1, s. 250.
[195] Abduırezzak, c. 3, s. 186.
[196] İbn Sa'd, c. 1,s.25O.
[197] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ,
c. 2, s. 389.
[198] İbn Sa'd. c. 1. s. 251 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/168-169.
[199] İbn Ear, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 30, B. Avnf,
Umdetu'l-kârf, c. 6, s. 215, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 2, s. 330, Semhüdf,
Verâ, c. 2, s. 397-398.
[200] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 30.
[201] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 339, Buhârî,
Sahih, c. 1,s.220,Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 283.
[202] İbn Sa'd, c. 1, s. 251 .
[203] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 330.
[204] Yâküt, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 182.
[205] İbn Sa'd, c. 1, s. 251 , İbn Mâce, Sünen, c. 1, s.
455.
[206] İbn Sa'd, c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s.
339, Buhârî, c. 1, s. 220, Müslim, c. 1, s. 300, EbuDâvud, c. 1, s. 203.
[207] Firuzâbâdf, Kâmûs, Türkçe terceme, c. 3, s. 657.
[208] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 183, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 339, Buhârî,
Sahîh, c. 1, s. 220, Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 386, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s.
283.
[209] İbn Sa'd, c. 1, s. 250, Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 403.
[210] Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 1 29, Semhûdf,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 392.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/169-170.
[211] Semhûdı, Vtetâu'l-vela, c. 2, s. 400-402.
[212] İbn Sa'd, c. 4, s. 307, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s.
54, Ebu Dâvud, c. 1, s. 284.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/170-171.
[213] Mâlik, Muvatta1, c. 1, s. 197, ^bdurrezzak,
c. 3, s. 182, 183, Ibn Sa'd, c. 1, s. 250-253, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 236,
Buhârî, c. 2, s. 57, Müslim, c. 2, s. 1 011.
[214] Mâlik, c. 1, s. 197, İbn Sa'd, c. 1, s. 250-253,
Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 236, 360, c. 3, s. 389, c. 5, s. 335, Buharı, c. 2,
s. 57, Müdim, c. 2, s. 1011.
[215] İbn Sa'd, c. 1, s. 250, 253, Ahmed b. Hanbel, c.
2, s. 260, c. 5, s. 335, c. 3, s. 389.
[216] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 250.
[217] NesâPden naklen Semhüdf, Vefâu'l-vefa, c. 2, s.
427.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/171.
[218] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 252-253,
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 339, Buhârî, Sahih, c. 1 , s. 99-100,220.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/171-172.
[219] Ibn Sa'd, c. 1, s. 188, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s.
137, Buhârî, c. 1 ,s.22O, Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 379, Ibn Mâce, Sünen, c. 1,
s. 454, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23-24.
[220] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 251 .
[221] İbn Sa'd, c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s.
1 37, İbn Mâce.c.1, s. 454, Dârimî, c. 1, s. 24.
[222] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 24.
[223] Abdurreizak, Musannef, c. 3, s. 1 86, Semhûdf,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 393.
[224] Abdurreizak, c. 3, s. 186, İbn Sa'd, c. 1, s. 252,
Ahm ed b. Hanbel, c. 2, s. 109, Tirmizî, c. 2, s. 379, Dârimî, c. 1, s. 24-25,
Nesâf, Sünen, c. 3, s. 1 02.
[225] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 400.
[226] Kadı lyaz, eş-Şifâ,c.1, s. 254, Semhûdf, c. 2, s.
390, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1,s.478.
[227] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23, Semhüdf, c. 2, s. 390.
[228] Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 254, Semhüdf, c. 2, s.
390.
[229] Dârimî, c. 1, s. 23, Kadı lyaz, c. 1 , s. 254,
Semhüdf, c. 2, s. 390, Kastalânf, c. 1, s. 478.
[230] Darimf, Sünen, c. 1, s. 23, Semhüdf, Vefâu'l-vefâ,
c. 2, s. 389.
[231] Dârimî, c. 1, s. 23, Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s.
254, Semhüdf, c. 2, s. 389.
[232] Dârimî, c. 1, s. 23, Sem hûdf, c. 2, s. 389.
[233] Kadı lyaz, c. 1, s. 254, Semhüdf, c. 2, s. 390,
Kastalânf, Merâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 478.
[234] Dârimî, c. 1, s. 23, Kadı lyaz, c. 1 , s. 255,
Semhüdf, c. 2, s. 389, Kastalânf, c. 1 , s. 478.
[235] Dârimî, c. 1, s. 23, Sem hûdf, c. 2, s. 309.
[236] Kadı lyaz, c. 1, s. 255, Semhüdf, c. 2, s. 390,
Kastalânf, c. 1, s. 478.
[237] Dârimî, c. 1, s. 23, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve,
c. 2, s. 401, Semhüdf, c. 2, s. 389.
[238] Kadı lyaz, c. 1, s. 255, Semhüdf, c. 2, s. 390,
Aliyyü'l-Kârf, Şifâ Şerhi, c. 1, s. 351.
[239] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 300, Semhüdf, c.
2, s. 388.
[240] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 251, Semhüdf,
c. 2, s. 393.
[241] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 300, Buhârî, Sahîh, c.
4, s. 173, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 400, Zehebî, Târîhu'l-islâm , s. 354.
[242] Dârimî, c. 1, s. 26, Ebu Nuaym, c. 2, s. 401.
[243] İbn Sa'd, c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s.
306, Dârimî, c. 1, s. 26, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 455.
[244] Dârimî, c. 1, s. 24, Sem hûdf, c. 2, s. 390.
[245] İbn Sa'd, c. 1, s. 251 , Sem hûdf, c. 2, s. 391.
[246] Semhüdf, Vefâu'l-vıefâ, c. 2, s. 393.
[247] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,c. 1, s. 252, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 1 37,138, Dârimî, Sünen, c. 1, s.24, İbn Mâce, Sünen,
c. 1, s. 454, Semhüdf, Vefâu'l-vefa, c. 2, s. 393.
[248] Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 253.
[249] Kadı lyaz, c. 1, s. 255, Semhüdf, c. 2, s. 390,
Aliyyü'l-Kârf, Şifâ Şerhi, c. 1, s. 301.
[250] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 25.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/172-175.
[251] İbn Sa'd. Tabakât. c. 1. s. 250.
[252] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 187, Müslim ,
Sahih, c. 2, s. 589 Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 286, İbn Mâce, Sünen, c. 1 , s.
351, Nesâf, Sünen, c. 4, s. 110.
[253] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23, Semhûdf, c. 2, s. 389.
[254] Semhûdi, Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 398.
[255] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 1 88-1 89.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/175-176.
[256] Semhûdı, Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 399-400.
[257] Şemhûclf, Vefa, c. 2, s. 398, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 68-69.
[258] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 463464.
[259] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 464, Semhûdf,
Vefâu'l-vıefâ, c. 2, s. 398.
[260] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 464.
[261] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 464, Semhûdf,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 399.
[262] Semhûdf, c. 2, s. 398, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 68.
[263] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 464.
[264] İbn Esîr, c. 3, s. 464, Semhûdf, c. 2, s. 398.
[265] İbn Esîr, c. 3, s. 464, Semhûdf, c. 2, s. 399,
Diyarbekrî, c. 2, s. 69.
[266] İbn Esîr, c. 3, s. 464, Semhûdf, c. 2, s. 399.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/176-178.
[267] Semhûdı, Vetâu'l-vetâ, c. 2, s. 398-401.
[268] Semhûdı, Veta, c. 2, s. 405406.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/178-179.
[269] Semhûdf. Vefa. c. 2. s. 400.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/179.
[270] Semhûdf, Vefa, c. 2, s. 405.
[271] Zehebî, el-İber, c. 5, s. 216, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 375.
[272] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 375.
[273] Zehebî, el-İber, c. 5, s. 216.
[274] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 375.
[275] Zehebî, el-İber, c. 5, s. 216, Diyarbekrî, c. 2,
s. 375.
[276] Zehebî, el-İber, c. 5, s. 216.
[277] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 375.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/179-180.
[278] Semhûdı, Vefau'l-vefa, c. 2, s. 407, 408, 411 .
[279] Diyarbekrî, Târıhu'l-hamîs, c. 2, s. 375-376.
[280] Eyyub Sabri Paşa, Mir'at-ı Medfne, c. 2, s.
422-424.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/180-183.
[281] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 973.
[282] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 160, İbn
Ka^ım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 224.
[283] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 973, İbn Sa'd, c. 2, s. 1
60, İbn Kayvım , c. 2, s. 224.
[284] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 246.
[285] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 246.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/183.
[286] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 246-247, İbn
Kayyım, c. 2, s. 224.
[287] Vâkıdı, c. 3, s. 973, İbn Sa'd, c. 2, s. 160, İbn
Kayyım, c. 2, s. 224.
[288] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 247, İbn Kayyım, c.
2, s. 224.
[289] Vâkıdî, c. 3, s. 973, İbn Sa'd, c. 2, s. 160.
[290] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 300.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/183-184.
[291] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 973-974.
[292] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 118, Halebî,
İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 216.
[293] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 974.
[294] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 118, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 216.
[295] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 974.
[296] Diyarbekrî, c. 2, s. 118, Halebî, c. 3, s. 216.
[297] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 973-975.
[298] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 382.
[299] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 975, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 160-161.
[300] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975.
[301] Yâ küt, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 427.
[302] Yâ küt, Mu'cemu'l-büldân, c. 3, s. 64.
[303] Vâkidi, Megâzî, c.3, s. 975.
[304] Vâki dr, Megâzî, c. 3, s. 975, İbn Sa'd, Tabakât,
c. 2, s. 1 61.
[305] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 161.
[306] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975, İbn Sa'd, Tabakât,
c. 2, s. 1 61.
[307] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 270, Taberî,
Târîh, c.3, s. 173.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/184-187.
[308] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 293-294.
[309] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 206.
[310] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 206, Vâkıdî, c.3,
s. 975, İbn Sa'd.c.1, s. 294, c. 2, s. 161, Taberî, c. 3, s. 150.
[311] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 206-207, Tabeıî, c.
3, s. 150.
[312] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 206-207, Vâkıdî,
c. 3, s. 975, İbn Sa'd, c.1, s. 294, c. 2, s. 161.
[313] Vâkıdî, c. 3, s. 975, İbn Sa'd, c. 1, s. 294, c.
2, s. 161.
[314] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 207, Taberî, c. 3,
s. 173.
[315] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975.
[316] Vâkıdî,
Megâzî, c. 3, s. 975, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 294.
[317] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975, İbn Sa'd, Tabakât,
c. 2, s. 161.
[318] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 207, Taberî,
Târîh, c. 3, s. 150.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 207, Vâkıdî, c. 3,
s. 975, İbn Sa'd, c. 1, s. 294, c. 2, s. 161, Taberî, c.3, s. 150, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 287.
[320] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 207, Taberî, c. 3,
s. 150, İbn esfr, c. 2, s. 287.
[321] Hucurât: 4.
[322] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975-976.
[323] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 207, Vâkıdî, c. 3,
s. 976, İbn Sa'd, c. 1, s. 294, c. 2, s. 161, Taberî, c. 3, s. 150.
[324] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 976.
[325] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 488.
[326] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 976.
[327] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 128.
[328] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 207, Vâkıdî,
Megâzî, c. 3, s. 976, Taberî, Târîh, c. 3, s. 150-151, İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 287-288.
[329] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 976.
[330] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 128.
[331] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 208, Vâkıdî,
Megâzî, c. 3, s. 976, Taberî, Târîh, c. 3, s. 151 , İtan Esîr, Kâmil, c.2, s.
2888.
[332] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 128.
[333] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 208, Vâkıdî, c. 3,
s. 976, Taberî, c. 3, s. 151, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 288.
[334] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 288.
[335] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 208, Vâkıdî, c. 3,
s. 976-977, Taberî, c. 3, s. 151.
[336] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 208, Taberî, c. 3,
s. 151 .
[337] Vâkıdî, c. 3, s. 977, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 1, s. 294, Taberî, c. 3, s. 151.
[338] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 208-209,
Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 977, Taberî, c. 3, s. 151, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s.
288.
[339] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979.
[340] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 309-312, Vâkıdî, c.
3, s. 977-978, Taberî, Târîh, c. 3, s. 151-152.
[341] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 979.
[342] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 212, Taberî, c. 3,
s. 152.
[343] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979.
[344] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 212, Vâkıdî, c. 3,
s. 979, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 294, Taberî, c. 3, s. 153.
[345] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 212, Taberî, c. 3,
s. 152.
[346] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 130.
[347] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 212, Taberî, c. 3,
s. 152.
[348] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/187-193.
[349] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979.
[350] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 282-283.
[351] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 213, Vâkıdî,
Megâzî, c. 3, s. 979. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 213, Vâkıdî, Megâzî, c. 3,
s. 979.
[352] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979.
[353] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 213, Vâkıdî, c. 3,
s. 975, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 294.
[354] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 213, Vâkıdî, c. 3,
s. 979-980.
[355] Vâkıdî, c. 3, s. 980, İbn Sa'd, c. 1, s. 294
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/193-194.
[356] Vâkidi , c. 3, s. 979, İbn Sa'd, c. 1, s. 294.
[357] Hucurât: 1-2.
[358] Ahmet Hanbel, Müsned, c. 4, s. 6, Buhârî, SahıVı,
c. 5, s. 116, c. 6, s. 4647.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/194.
[359] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 279, Züritânf,
Mevâhibü'l-ledünnive Şerhi, c. 3, s. 47.
[360] Kalkaşandf, Nihâyetü'l-ereb, s. 72.
[361] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 980, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 161 .
[362] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 279, Zürkânf, Mevâhib
Şerhi, c. 3, s. 47.
[363] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 119.
[364] Vâki dr, c. 3, s. 980, İbn Sa'd, c. 2, s. 161.
[365] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 980.
[366] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1553.
[367] Taberî, Tefsir, c. 26, s. 123, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 218.
[368] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 980, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 161 .
[369] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 279, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 47.
[370] Taberî, Tefsfr, c. 26, s. 124.
[371] Vâkıdî, c. 3, s. 980, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 61,
Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 279.
[372] Vâkıdî, c. 3, s. 980, İbn Sa'd, c. 2, s. 161.
[373] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 279.
[374] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 980-981, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 161-162, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 279.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/194-198.
[375] Kalkaşandf, Nihâyetü'l-ereb, s. 37-38.
İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 428.
[376] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[377] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 292.
[378] İbn Sa'd, c. 1, s. 292, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2,
s. 234.
[379] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[380] İbn Sa'd, c. 1, s. 292, İbn Ear, Usdu'l-gâbe, c.
2, s. 31.
[381] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[382] İbn Hazm, Cemhere, s. 1 93.
[383] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye vıe'n-nihâye, c. 5, s. 88.
[384] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[385] İbn Hazm, Cemhere, s. 1 93, .
[386] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 52.
[387] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s.428.
[388] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 773.
[389] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 572.
[390] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 250, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 271.
[391] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 95, İbn Seyyid,
Uyun, c. 2, s. 250.
[392] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 95, İbn Seyyid,
Uyun, c. 2, zs.250, İbn Kayyım, Zâd, c. 3, s. 56.
[393] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31.
[394] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 250.
[395] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 292, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31.
[396] Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 219-220, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 271.
[397] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 95, İbn Seyyid, c.
2, s. 250, İbn Kayyım, c. 3, s. 56.
[398] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31.
[399] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 79.
[400] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31 , İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 1, s. 341.
[401] İbn Hazm, Cemhere, s. 1 93.
[402] İbn Sa'd, c. 1, s. 292, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c.
2, s. 31, İbn Hacer, c. 1, s. 341.
[403] İbn Hazm, Cemhere, s. 1 93.
[404] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/198-200.
[405] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 250, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 3, s. 56.
[406] İbn Esîr, Nihâye, c. 3, s. 330, Ffruzâbâdf,
Kâmûsu'l-muhft, c. 3, s. 185.
[407] Ffruzâbâdf, Kâmûsu'l-muhft, c. 3, s. 185.
[408] İbn Esîr, Nihâye, c. 4, s. 214, Seyyid, Ta'rifât,
s. 122.
[409] İbn Esîr, Nihâye, c. 4, s. 214.
[410] İbn Seyyid, c. 2, s. 250-251, İbn Kayyım, c. 3, s.
56, Halebî, c. 3, s. 272.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/200-201.
[411] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[412] Halebî, İnsânu'l-uvûn, c. 3, s. 272.
[413] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 31 , Halebî, c. 3,
s. 272.
[414] İbn Hacer. el-İsâbe. c. 1 . s. 341.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/201-202.
[415] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 293,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 5, s. 88.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/202.
[416] Hucurât: 17,İbnSa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 1, s.
292, Taberî.Tefsir, c. 26, s. 145, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 287, Usdu'l-gâbe,
c. 3, s. 95, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 250, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 5, s. 88.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/202-203.
[417] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 269-270
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/203.
[418] İbn İshak,
İbnHişam, Sîre,c.4,s. 121, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 924.
[419] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 960.
[420] Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 5, s. 503.
[421] İbn Sa'd, Tabakât, c. 5, s. 503.
[422] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 128, Vâkıdî, c. 3,
s. 960, İbn Sa'd, c. 5, s. 503.
[423] İbn Sa'd, Tabakât, c. 5, s. 503.
[424] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 615.
[425] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 960.
[426] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Taberî, Târih,
c. 3, s. 140.
[427] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3,
s. 960, İbn Sa'd, c. 5, s. 503.
[428] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3,
s. 960, İbn Sa'd, c. 5, s. 503, Taberî, c. 3, s. 140.
[429] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Taberî, c. 3,
s. 140.
[430] Zuhruf 31 .
[431] Taberî, Tefsir, c. 5, s. 65-66, İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 3, s. 1067.
[432] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 41, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 528, Müslim, Sahih, c. 1 , s. 153.
[433] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 960.
[434] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 615-616, Heysemî,
Meonau'z-zevâid, c. 9, s. 386, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 477.
[435] Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 5, s. 503, Hâkim , c. 3, s. 616, Heysemî, c. 9, s. 386, İbn Hacer, c. 3, s.
477.
[436] Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa'd, c. 1, s. 312.
[437] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Taberî, Târih,
t 3, s. 140, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1066.
[438] Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa'd, c. 1, s. 312.
[439] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 960.
[440] Vâkıdî, c. 3, s. 960-961, İbn Sa'd, c. 5, s. 503.
Vâkıdî, c. 3, s. 960-961, İbn Sa'd, c. 5, s. 503.
[441] Vâkıdî, c. 3, s. 961.
[442] İbn Sa'd, c. 5, s. 504.
[443] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa'd, c. 1, s. 312, c.
5, s. 504.
[444] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 961.
[445] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ,
c. 5, s. 504.
[446] İbn İshak, İbn Hişam Sîre, c. 4, s. 182, Vâkıdî,
c. 3, s. 961, İbn Sa'd, c. 5, s. 504.
[447] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa'd, c. 5, s. 504,
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 616.
[448] Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 386.
[449] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 616, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 386.
[450] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Taberî, c. 3,
s. 140, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 283.
[451] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 5, s. 504.
[452] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, İbn Sa'd, c.
1,s.312, Taberî, c. 3, s. 140, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1 066.
[453] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3,
s. 961, Taberî, c. 3, s. 140.
[454] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 961.
[455] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa'd, c. 5, s. 504.
[456] İbn Sa'd, Tabakât, c. 5, s. 504.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/203-207.
[457] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 182, Taberî, Târih,
t 3,s.140,İbn Abdilberr, c. 3, s.
1066, İbn E ar, c. 2, s. 283.
[458] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 961, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 312, c. 5, s. 504.
[459] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3,
s. 961, İbn Sa'd, c.1, s. 312, c. 5, s. 504, Taberî, c. 3, s. 140.
[460] Vâkıdî, c. 3, s. 961 İbn Sa'd, c. 5, s. 504.
[461] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3,
s. 961, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1066, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 283.
[462] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa'd, c. 5, s. 504.
[463] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3,
s. 961, İbn Sa'd, c.5,s. 504, Taberi, c.3, s. 140, İbn Abdilberr, c. 3, s.
1067, İbn Esir, c. 2, s:. 283.
[464] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa'd, c. 5, s. 504,
Taberi, c. 3, s. 140, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1067, İbnEaV, c. 2, s. 83.
[465] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa'd, c. 1, s. 312, c.
5, s. 504, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 616, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s.
386.
[466] Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 386.
[467] Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 317, Kurtubf, Tefar,
c. 15, s. 18.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/207-209.
[468] * Antakya halkı, Habfc'e, "Demek sen de onların
dinindesin ha?!" dediler (Kurtubf, Tefsir, c. 15, s. 18). ** Antakya'nın
müşrik halkı onu öldürdüler (Taberî, Tefsir, c. 22, s. 158-161). 461. Yâ an:
13-29.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/209-211.
[469] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 186-187, Vâki d
f, M egâzf, c. 3, s. 962, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 5, s. 504.
[470] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 962, İbn Sa'd, Tabakât,
c. 5, s. 504.
[471] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 186-187, Vâkıdî, c.
3, s. 962, İbn Sa'd, c. 5, s. 504.
[472] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 187.
[473] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s. 962.
[474] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s. 962, İbn Sa'd, Tabakât,
c. 5, s. 504-505.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/211.
[475] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 366, Kalkaşandf,
Nihâyetü'l-ereb, s. 359.
[476] Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 272.
[477] İbn Sa'd, Tabak ât, c. 1, s. 331, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 251, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 56, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 2, s. 33, Halebî, c. 3, s. 272.
[478] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 331 .
[479] İbn Sa'd, c. 1, s. 331 , İbn Hacer, el-İsâbe, c.
2, s. 33.
[480] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 349, İbn Hacer, c.
1, s. 243.
[481] İbn Sa'd, c. 1, s. 331 , Halebî, İnsânu'l-uyûn, c.
3, s. 272.
[482] İbn Seyyid.c. 2, s. 251-252, İbn Kayyım, c. 3, s.
56, Halebî, c. 3, s. 272.
[483] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 56.
[484] İbn Sa'd, c. 1, s. 331 , İbn Seyyid, c. 2, s. 252,
İbn Kayyım , c. 3, s. 56-57, Halebî, c. 3, s. 272.
[485] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57
Halebî, c. 3, s. 272.
[486] İbn Sa'd, c. 1, s. 331 , İbn Seyyid, c. 2, s. 252,
İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
[487] İbn Sa'd, c. 1, s. 331 , İbn Seyyid, c. 2, s. 252,
İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
[488] Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 272.
[489] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 331.
[490] Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 272.
[491] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 331.
[492] İbn Sa'd, c. 1, s. 331 , İbn Seyyid, c. 2, s. 252,
İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 3, s. 57, Halebî, c. 3, s. 272.
[493] Halebî, İnsânu'l-uyÛn, c. 3, s. 272-273.
[494] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 252, İbn
Kayyım, c. 3, s. 57, Halebî, c. 3, s. 273.
[495] Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 272.
[496] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57,
Halebî, c. 3, s. 273.
[497] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[498] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57,
Halebî, c. 3, s. 272.
[499] İbn Sa'd, c. 1, s. 332, İbn Seyyid, c. 2, s. 252,
İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
[500] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 332.
[501] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[502] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 332, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 273.
[503] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 332.
[504] İbn Sa'd, c. 1, s. 332, İbn Seyyid, c. 2, s. 252,
Halebî, c. 3, s. 273.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/212-214.
[505] İbrı Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 349, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 1, s. 243.
[506] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 243.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/214.
[507] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 332.
[508] İbn Sa'd, c. 1, s. 332, İbn Abdilberr, c. 2, s.
564, İbn E ar, c. 2, s. 260.
[509] İbn Adilberr, c. 2, s. 564, İbn E ar, c. 2, s.
260.
[510] M. Hamidullah, el-Vesâiku's-ayâsiyye, no: 79.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/215.
[511] İbn Hazm, Cemhere, s. 390-391.
[512] Kalkaşandf, Nihâyetü'l-eneb, s. 172.
[513] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 9.
[514] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 162,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 120.
[515]Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 21.
[516] Yâkût, c. 2, s. 21, Kalkaşandî, s. 1 72.
[517] İbn Sa'd, c. 2, s. 162, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf,
c. 1, s. 380, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 21 8.
[518] Vâkıdî.Megâzî, c.3,s. 981, İbn Sa'd, c. 2, s. 162,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 226.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 981.
[520] Vâkıdî, c. 3, s. 981, İbn Sad, t 2, s. 162, İbn
Seyyid, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, c. 2, s. 226.
[521] Vâkidi, Megâzı,c.3,s. 981.
[522] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 235.
[523] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 125.
[524] Vâkıdî, c. 3, s. 981, İbn Sa'd, c. 2, s. 162, İbn
Seyyid, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, c. 2, s. 226.
[525] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 162, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 226,
Kastalânf, M e vahi bü'l -I edünni ye, c. 1, s. 218-219, D iyarbekrf, T ârfhu'l
-h am fs, c. 2, s. 120.
[526] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, Zâd,
c. 2, s. 226.
[527] İbn Sa'd, c. 2, s. 162, Belâzuıî, Ensâbu'l-eşrâf,
c. 1, s. 380, İbn Seyyid, c. 2, s. 206.
[528] İbn Sa'd, c. 2, s. 162, İbn Seyyid, c. 2, s. 206,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 221.
[529] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 226.
[530] İbn Sa'd, c. 2, s. 162, İbn Seyyid, c. 2, s. 206,
Kastal ânf, c. 1 , s. 219, Diyarbekrı, c. 2, s. 120.
[531] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 348.
[532] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 286.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/215-217.
[533] Vâkıdî,Megâzî, c.3, s. 983, İbn E sfr,
Usdu'l-gâbe, c.3, s.358,İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 355, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs,c. 2, s. 120, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 48.
[534] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 280.
[535] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 285, İbn E sfr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 223.
[536] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 285.
[537] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn E sfr, c. 3, s. 358, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 255, Diyarbekıî, c. 2, s. 120, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 48.
[538] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn Sa'd, c. 1, s. 280, İbn
E sfr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 358, İbn Hacer, c. 2, s. 355, Diyarbekrî, c. 2, s.
120, Zürkânf, c.3, s. 48.
[539] İbn Sa'd, c. 1.S.280.
[540] Zürkâni, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 48.
[541] İbn Sa'd, c. 1, s. 281 .
[542] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 285, İbn
Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 507, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 223.
[543] İbn Sa'd, c. 1, s. 281 , İbn Esîr, c. 2, s. 223.
[544] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 285, İbn Abdilberr, c.
2, s. 507, İbn Esîr, c. 2, s. 223.
[545] Vâkıdî, Megâif, c. 3, s. 982-983.
[546] Vâkıdî, c. 3, s. 983, İbn Esfr, c. 3, s. 358, İbn
Hacer, c. 2, s. 355, Diyarbekrî, c. 2, s. 120, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s.
48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/218-219.
[547] Vâkıdı, Megâzı, c. 3, s. 982, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 162, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 382.
[548] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn Sa'd, c. 2, s. 162-163,
İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 227.
[549] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 743, İ bn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 47.
[550] Vâkıdı, c. 3, s. 982, İbn Sa'd, c. 2, s. 163,
Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 3, s. 133, İbn Kayyım, c. 2, s. 227.
[551] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn Sa'd, c. 2, s. 163, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 206-207, İbn Kayyım, c. 3, s. 227, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 222.
[552] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 53.
[553] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn Sa'd, c. 2, s. 163, İbn
Seyyid, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, c. 2, s. 227, İbn Hacer, c. 1,s.53.
[554] Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 219,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 120, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi,
c. 3, s.49.
[555] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 285-286.
[556] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 507, İ bn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 223.
[557] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 286, İbn Abdilberr, c.
2, s. 507, İbn Esîr, c. 2, s. 223.
[558] İbn Sa'd, c. 1, s. 281 , İbn Abdilberr, c. 2, s.
507, İbn Esîr, c. 2, s. 223.
[559] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 286.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/219-222.
[560] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 330, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 252, İbn Kaybın, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 57, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 111.
[561] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 330.
[562] İbn Sa'd, c. 1, s. 330, İbn Seyyid,c.2, s. 252,
İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[563] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 330.
[564] İbn Seyyid,c.2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
* Veya Ebu'd-Dâbis (İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 111).
[565] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 330.
[566] İbn Sa'd, c. 1, s. 330, İbn Seyyid, c. 2, s. 252,
İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
[567] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[568] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57,
İbn Hacer, c. 4, s. 111.
[569] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 252, İ bn Kayyım,
Zâdu'l-m ead, c. 3, s. 57.
[570] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 58.
[571] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, Zâd, t
3, s. 57.
[572] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 330.
[573] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[574] İbn Sa'd, c. 1, s. 330, İbn Seyyid, c. 2, s. 252,
İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[575] İbn Sa'd, c. 1, s. 330.
[576] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[577] İbn Sa'd, c. 1, s. 330, İbn Seyyid, c. 2, s. 252,
İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/223-225.
[578] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 145,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 457, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2,
s. 185, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[579] İbn Sa'd, Tab akât, c. 8, s. 143, Zehebî, Siyeru
a'l âm i 'n-n übelâ, c. 2, s. 184.
[580] İbn Sa'd, c. 8, s. 144, Ahm ed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 498, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 1664.
[581] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 143.
[582] İbn Sa'd, c. 8, s. 143-144, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 184.
[583] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 144.
[584] İbn Sa'd, c. 8, s. 144, Zehebî, c. 2, s. 185.
[585] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 498, Buhârî, c.
6, s. 164, Bedrüddin Aynf, Um detü'l-kârf, c. 20, s. 231.
[586] Aynı kaynaklar.
[587] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 488, Buhârî,
Sahih, c. 6, s. 163.
[588] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 144, Zehebî,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 185.
[589] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 144.
[590] İbn Sa'd, c. 8, s. 144-146, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 457, Zehebî, c. 2, s. 185.
[591] İbn Sa'd, c. 8, s. 144-146, Belâzurî, c. 1, s.
457, Zehebî, c. 2,5.185, İbn Hacer, c. 4, s. 234.
[592] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s.
163-164, Bedrüddin Aynf, c. 20, s. 231.
[593] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 146, Ahmed b. Hanbel,
c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 164.
[594] İbn Sa'd, c. 4, s. 146, İbn Hacer, c. 4, s. 234.
[595] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 1
64, İbn Hacer, c. 4, s. 234.
[596] Buhârî, Sahih, c. 6, s. 1 64, Bedrüddin Aynf,
Umdetu'l-kârf, c. 20, s. 232.
[597] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 146, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 164, Belâzurî, Ensâbu'l- eşrâf,
c. 1, s. 456, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 86.
[598] Belâzurî, c. 1, s. 458, Yâkubî, c. 2, s. 86.
[599] İbn Sa'd, c. 8, s. 146, Belâzurî, c. 1, s. 458
Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 185, B. Aynf, c. 20, s. 232, İbn
Hacer, Fethu'l-bârf, c. 9, s. 313.
[600] Belâzurî, c. 1, s. 458, Yâkubî, c. 2, s. 86, B.
Aynf, c. 20, s. 232.
[601] İbn Sa'd, c. 8, s. 146, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s.
498, Buhârî, c. 6, s. 164, Belâzurî, c. 1.S.458.
[602] İbn Sa'd, c. 8, s. 146, Belâzurî, c. 1, s. 458,
Bedrüddin Aynf, c. 20, s. 232, İbn Hacer, c. 9, s. 313.
[603] Belâzurî, c. 1, s. 458, İbn Abdilberr, İstiâb, c.
4, s. 1786, İbnEsîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 17, Bedrüddin Aynf, Umde, c. 20, s.
232.
[604] İbn Sa'd, c. 8, s. 145, Belâzurî, c. 1, s. 456.
[605] İbn Sa'd, c. 8, s. 145, Belâzurî, c. 1, s.
456-458, İbn Abdilberr, c. 4, s. 1786.
[606] Belâzurî, c. 1, s. 456457, İbn Abdilberr, c. 4, s.
1786.
[607] İbn Sa'd, c. 8, s. 146, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s.
498, Buhârî, c. 6, s. 164, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[608] İbn Sa'd, c. 8, s. 146.
[609] İbn Sa'd, c. 8, s. 146, Belâzurî, c. 1, s. 457,
İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[610] İbn Sa'd, c. 8, s. 146, İbn Hacer, c. 4, s. 234.
[611] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 146.
[612] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s, s. 146, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[613] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 146, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 185, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[614] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/225-229.
[615] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 7, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 163, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 382.
[616] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 163.
[617] Vâkidi, Megâzı,c.3,s. 983.
[618] Vâkıdî, c.3, s. 983, İbn Sa'd, c. 2, s. 163,
Halebı, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 222, Zürkânı, Merâhibü'l-ledünniye Şerhi, c.
3,s. 49.
[619] Vâkıdî, c. 3, s. 983, Belâzurî, c. 1, s. 382.
[620] Belâzuıî, c. 1,5.382.
[621] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 983, İbn Sa'd, c. 2, s.
163, İbn Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s.
227.
[622] Diyarbekrî, Târıîıu'l-hamfs, c. 2, s. 1 20.
[623] Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 50.
[624] Vâkıdî, c. 3, s. 983, İbn Sa'd, c. 2, s. 163, İbn
Seyyid, c. 2, s. 207, İbn Kayy,m, c. 2, s. 227.
[625] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 289, Vâkıdî, c.
3, s. 983, Belâzurî, c. 1, s. 382, Diyarbekrî, c. 2, s. 120.
[626] Vâkıdî, c. 3, s. 983, İbn Sa'd, c. 2, s. 163.
[627] İbn Şa'd, c. 2, s. 163, İbn Seyyid, c. 2, s. 207,
İbn Kayyım, c. 2,3.221
[628] İbn İshak.İbnHişam, c. 4, s. 289, Vâkıdî, c.3, s.
983, İbn Sa'd, c. 2, s. 163, İbn Kayyım, c. 2, s. 227.
[629] Vâkidf, c. 3, s. 983, İbn Sa'd, c. 2, s. 163, İbn
Seyyid, c. 2, s. 207.
[630] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 289.
[631] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/229-231.
[632] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 4, s. 289, Vâkıdî,
Megâzî, c. 3, s. 983-984, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 163, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 227.
[633] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 82, Müslim,
Sahih, c. 3, s. 1469.
[634] Buhârî,Sahıh,c.8, s. 1 35, Müslim, Sahih, c. 3, s.
1469, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 227.
[635] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 82, Buhârî, c. 8,
s. 135, Müslim, c. 3, s. 1469, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 120.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/231.
[636] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 12-13.
[637] İbn Sa'd. Tabakâtü'l-kübrâ. c. 8. s. 214-215.
* F, L, S bu üç harfli sözün üç türlü okunuşu vardır
1- Füls (İbn Esîr, Nihâye, c. 3, s. 470).
2- Fils (Ffruzâbâdf, Kâm ûsu'l-muhit, c. 2, s. 246).
3- Fels (Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 273).
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/231-232.
[638] Vâkıdı, c. 3, s. 984, İbn Sa'd, c. 2, s. 164, İbn
Seyyid, c. 2, s. 207.
[639] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 985.
[640] Vâkıdî, c. 3, s. 984, İbn Sa'd, c. 2, s. 164, İbn
Sevyid, c. 2, s. 207, İbn Kayy,m, c. 2, s. 227.
[641] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 89.
[642] İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 316, İbn Hazm,
Cemhere, s. 493.
[643] Ebu'l-Münzir Hişam, s. 59-60, Yâküt,
Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 273.
[644] Yâ küt, Mu'cemu'l-büldân, c. 3, s. 257.
[645] Yâ küt, Mu'cemu'l-büldân, c. 282.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/232-233.
[646] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 984-987.
[647] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 164, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 207, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 227.
[648] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 987.
[649] Vakıdî, Megâzî, c. 3, s. 988.
[650] İbn Sa'd, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c. 2, s. 207,
İbn Kayyım , c. 2, s. 227.
[651] Vâkıdî, c. 3, s. 987-988, İbn Sa'd, c. 2, s. 164,
İbn Seyyid, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, c. 2, s. 227-228.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/233-237.
[652] Vâkıdî, c. 3, s. 988, İbn Sa'd, c. 2, s. 164, İbn
Seyyid, c. 2, s. 207.
[653] Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnam, s. 61-62,
Taberî, Târih, c. 3, s. 148.
[654] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 285.
[655] Vâkıdî, c. 3, s. 988, İbn Sa'd, c. 2, s. 164, İbn
Seyyid, c. 2, s. 207.
[656] Yâ küt, Mu'cemu'l-büldân, c. 3, s. 64.
[657] Vâkıdî, c. 3, s. 988, İbn Sa'd, c. 2,164, İbn
Seyyid, t 2, s. 207-208, İbn Kayyım, c. 2, s. 227-228.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/237-238.
[658] İbnİshak,İbnHişam, Sîre, c. 4, s. 225, Taberî,
Târih, c. 3, s. 237, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 5, s. 63-64, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 237, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 228. *
Veya Remle binti Hâricin konağına (Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 988).
[659] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 226, Taberî,
c. 3, s. 149.
[660] İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 4, s. 226, Vâkıdî,
Megâzî, c. 3, s. 989, Taberî, TâriTı, c. 3, s. 149, İbn Seyyid, UyÛnu'l-eser,
c. 2, s. 237-238, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 5, s. 64, İbn Kayyım ,
Zâdu'l-m ead, c. 2, s. 228.
[661] Halebî, İnsânu'l-uyÛn, c. 3, s. 224.
[662] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 226, Taberî, Târih,
c. 3, s. 149.
[663] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 143.
[664] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s:. 225-226,
Taberî, Târih, c. 3, s:. 149.
[665] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 226-227,
Taberî, Târih, c. 3, s. 149, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 285-286, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye vE'n-nihâye, c. 5, s:. 64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/238-241.
[666] Taberî, Târîh, c. 3, s. 154, Süheyli,
Ravdu'l-ünüf, c. 3, s. 262, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 318, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 109, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 139.
[667] İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 11.
[668] Mâlik, Muvatta', c. 1, s. 226, Abdurrezzak,
Musannef, c. 3, s. 479, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 71, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre,s.
30, Süheyli, Ravd, c. 3, s. 262.
[669] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 400, c. 4, s. 7.
[670] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 319, Buhârî, c. 4, s.
246, Müslim, c. 2, s. 657.
[671] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 363, Buhârî, c. 4, s.
246, Müslim, c. 2, s. 657.
[672] Mâlik, c. 1, s. 226, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s.
438-439, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 21 2.
[673] İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 490, İbn Hazm, s. 30.
[674] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 295.
[675] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 295, İbn Mâce, Sünen, c.
1 , s. 490.
[676] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 3, s. 262.
[677] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 1 39.
[678] İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 490.
[679] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 529.
[680] Mâlik, c. 1, s. 226-227, Abdurrezzak, Musannef, c.
3, s. 479, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 289, 438439, Buhârî, c. 2, s. 71 , Müslim,
c. 2, s. 657, E bu Dâvud, c. 3, s. 212.
[681] İbn İshak, İbn Hisam, c. 1, s. 365, Zehebî, c. 1 ,
s. 316, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 77.
[682] İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 11.
[683] Zehebî, c. 1, s. 306, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 78.
[684] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 3, s. 262, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 1 , s. 109.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/241-243.
[685] İbn İshak, İbn Hişam Sîre.c. 1, s. 364,
Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s. 736, İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s.82,Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 308,
315, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 77, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 1, s. 209.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/243.
[686] İbn Hazm, Cevâmiu's-aYe, s. 30, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 69.
[687] İbnİshak, İbn Hişam, Sine, c. 1, s. 344-362, İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 203-204,207, İbn Esn-, Kâmil, c. 2, 76-81 ,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 115-120, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 67-77.
[688] Zehebî, Siyem a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 306.
[689] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/243-244.