Ebu
Züeyb Hüveylîd B. Halid El-Hüzelî
Ebu
Ruhm Sebre B. Abdiluzza El-Kureşî
Ebu
Sebre B. Ebî Ruhm Eı^Amîrî
Ebu
Talib Oğlu Ali'nin Halifeliği
Hz.
Alite Yapılan Halifelik Bey'atı
Hz.
Ali'nin Şam Yerine Basra'ya Gidişi
Hicri
Otuzaltıncı Senede Cereyan Eden Diğer Hadiseler
Şairdir. Cahiliye
döneminde yaşamış, Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra Müslüman olmuş, Beni
Sakife yurdunda Hz. Ebu Bekir'e yapılan bey*ata katılmış ve Peygamber
(s.a.v.)'in cenaze namazım kılmıştır. Hüzeyl kabilesinin en şair adamıydı.
Hüzeyl kabilesi de Arapların en şairleridirler. O, şöyle bir şiir söylemiştir:
"Ölüm pençesini
insana geçirdiği zaman muskaların fayda vermediğini görürsün.
Görmekte olduğum iki
bene karşı sabırlı ve dayanıklı ol.
Ben, zamanın
musebitlerine karşı zaaf göstermem.
"Bu zat, Hz.
Osman'ın halifeliği zamanında Afrika'da gaza yapar- = ken vefat etmiştir. [1]
Şairdir. Bu zatın
adını bu bölümde Muhammed. Sa'd anmıştır. Başkaları anmamıştır. [2]
Şairdir. Asıl adı Harmele
b. Münzir'dir. Hristiyandı. Veîid b. Ukbe ile arkadaşlık ederdi. Velid, onu Hz.
Osman'ın yanına götürdü. Hz. Osman ondan, yazdığı şiirlerden birini okumasını
istedi. O da aslan hakkında muazzam bir kasidesini okudu. Hz. Osman da ona
şöyle dedi: "Hayatta olduğun sürece hep aslandan mı bahsedip duracaksın?
Ben seni korkak bir Hnstiyan sanıyorum." [3]
Ebu Seleme b.
Abdilesed'in kardeşidir. Anneleri Berre binti Abdül-muttalib'di. Habeşistan'a
hicret etti. Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katıldı. Zübeyr dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)'den sonra Mekke'de ikamet eden bir kimse bilmiyoruz."
Kendisi Mekke'de
ikamet etmekteyken ailesi Bedirde ikamet ediyordu. [4]
Akabe bey'atımn
yapıldığı gecede Medinelilerin temsilcilerinden biriydi. Hz. Ali'nin halifeliği
zamanında vefat ettiği söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir.[5]
Bu zatın hicri
yirmibirinci senede vefat ettiği önceki sayfalarda söylenmiştir. Hz. Osman'ın
halifeliği zamanında vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Doğrusunu Allah
bilir. [6]
Mü'minlerin emiridir.
Ebu Talib oğlu Ali'dir. Babası Ebu Talib'in asıl adı, Abdumenaf b.
Âbdülmuttalib'tir. Abdülmuttalib'in asıl adı ise, Şeybe b. Haşim'dir. Haşim'in
asıl adı, Amr b. Abdumenaf tır. Abdume-nafın asıl adı Muğire b. Kusa/dır.
Kusay'ın asıl adı, Zeyd b. Kilab b. Mürre b. KaT? b. Lüey b. Galib b. Fihr b.
Malik b. Nadr b. Kinane b. Hü-zeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b.
Maad b. Adnan'dır. Hasan ile Hüseyn'in babasıdır. Ebu Türab künyesi ile
çağrılırdı. Ebul-Ka-sem el-Haşimi künyesiyle de çağrıldığı vakidir. Rasûlullah
(s.a.v.)'in amcasının oğlu ve damadıdır. Kızı Fatimatü'z-Zehra ile evlenmiştir.
Anasının adı, Fatıma binti Esed b. Haşim b. Abdumenaf b. Kusay idi.
Anlatıldığına göre anası Fatıma, Haşimi sülalesinden doğan ilk Haşimi kadındır.
Hz. Ali'nin Talib, Ukayl, Cafer adında üç erkek kardeşi vardı ki, bunlar yaşça
kendisinden daha büyük idiler. Bu kardeşlerden her biri arasında on senelik
yaş farkı vardı. Hz. Ali'nin, Ümmü Hani ve Cüma-ne adında iki kızkardeşi de
vardı ki, bütün kardeşlerinin anneleri, Fatıma binti Esed idi. Fatıma,
Müslüman olmuş, hicret etmişti.
Hz. Ali, Cennet'le
müjdelenen on sahabeden ve Hz. Ömer'in vefatım müteakip halife seçimi için
teşkil edilen altı kişilik şura meclisi üyelerinden biri idi. Rasûlullah
(s.a.v.)'ın kendilerinden razı olarak vefat ettiği kimselerden ve dört
halifeden biridir. Esmer tenli, iri gözlü, göbekli ve saçları dökük bir
kimseydi. Boyu kısaydı. Sakalı gürdü. Sakalı, göğsünü ve omuzlarının arasını
doldurmuştu. Beyazdı. Göğsünde ve omuzlarında çok kıl vardı. Güzel yüzlüydü.
Güler yüzlü olduğu için dişleri hep görünürdü. Yürürken hafif bir yürüyüşü
vardı. Müslümanlığın doğuşunun ilk günlerinde İslâm'a girdi. Yedi yaşındaydı.
Sekiz, dokuz, on, on-bir, oniki, onüç, ondört, onbeş, onaltı yaşlarında iken
Müslüman olduğuna dair muhtelif rivayetler vardır. Onun ilk Müslüman kişi
olduğu söylenir. Ama sahih kavle göre o, çocuklardan İslâm'a ilk girendir. Nitekim
Hz. Hatice de İslâm'a giren kadınların ilkidir. Zeyd b. Harise ise kölelerden
İslâm'a ilk giren kişidir. Ebu Bekir es-Sıddık da hür erkeklerden İslama giren
ilk kişidir. Hz. Ali'nin İslâm'a giriş sebebi şöyledir:
O, küçük yaşlarda Rasûlullah
(s.a.v.)'ın velayeti altında idi. Rasûlullah onu beslerdi. Kıtlığa maruz
kalmışlardı. Açlıkla yüz yüze idiler. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v.), onu
babasından almış, yanma götürüp beslemeye başlamıştı. Cenâb-ı Allah,
Rasûlullah'ı hak peygamber olarak gönderince Hz. Hatice ve aile efradı ona
iman ettiler. Bunlar arasında Ali de Rasûlullah'a iman etmişti. îmanı kendisine
fayda veren, başkalarına da yarar sağlayan iman, Ebu Bekir es-Sıddık'm
imanıydı. Allah ondan razı olsun.
Hz. Ali'den gelen bir
rivayete göre güya kendisi ilk Müslüman olan kişidir. Ama bu rivayetin senedi
sahih yollarla Hz. Ali'ye ulaşmamaktadır. Muhammed b. Ka'b el-Kurazî dedi ki:
"Kadınlardan ilk iman eden, Hatice'dir. Erkeklerden de ilk iman edenler,
Ebu Bekir ile Ali'dir. Ancak Ebu Bekir imanını açığa vuruyordu. Ali ise
gizliyordu. Yani Ali, babasından korktuğu için imanım gizliyordu. Sonra
babası, amcası oğluna yani Rasûlullah'a uymasını ve ona yardımcı olmasını
emretti. Ali, Rasûlullah (s.a.v.)'m Mekke'den çıkışından sonra hicret etti.
Rasûlullah (s.a.v.), ona, Mekke'de kalıp borçlarını ödemesini, yanındaki
emanetleri sahiplerine iade etmesini, sonra arkadan gelip kendisine yetişmesini
emretmiş, o da Rasûlullah'ın bu emrini yerine getirdikten sonra hicret etmişti.
Rasûlullah (s.a.v.),
onu Sehl b. Hanif ile kardeş ilan etmişti. îbn İs-hak ile diğer siyer ve megazi
âlimlerinin ifadelerine göre Rasûlullah (s.a.v.), onu kendisiyle kardeş ilan
etmiştir. Bu hususta birçok hadis nakledilmiştir ki, senedleri zayıf olduğundan
sahih sayılmamaktadır. Bazılarının metinlerinde karışıklık ve rekaket vardır.
Bu hadislerden birinde şöyle denmektedir: "Ey Ali! Sen benim kardeşim,
mirasçım ve halifemsin. Benden sonra emredenlerin de en hayırlısısm." Bu,
uydurma bir hadistir. Buharî ve Müslim'in sahihleri ile diğer hadis kitaplarındaki
ifadelere muhaliftir. Doğrusunu Allah bilir.
Hz. Ali, Bedir
gazvesine katılmış, bu savaşta çok yararlılıkları görülmüştür. Bu savaşta
düşmanla tek tek mübareze, yani düello yapmış, onları yenmiş, gücünü ortaya
koymuştur. Şu aşağıda nakledeceğimiz ayet-i kerime, Hz. Ali, amcası Hz. Hamza,
amcası oğlu Ubeyde b. Haris ve bunların hasımları olan Utbe Şeybe ve Velid
hakkında nazil olmuştur.
"İşte Rableri
hakkında tartışmaya giren iki taraf..." (el-Hacc, 19.)
Hakem ve diğerleri,
İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Peygamber
(s.a.v.), Bedir gününde bayrağı yirmi yaşındaki Ali'ye teslim etti."
Hasen b. Arefe, Ebu
Cafer Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir savaşı
yapıldığında semadan bir ses geldi. Bu sesin sahibine Rıdvan deniyordu. Rıdvan
şöyls seslendi: Zülfikardan başka kılıç, Ali'den başka bahadır yoktur."
İbn Asakir, bunun
mürsel bir rivayet olduğunu söylemiştir. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), Bedir
gününde kılıcı zülfikarı Ali'ye emanet olarak vermiş, daha sonra bu kılıcını
ona hibe etmiştir.
Yunus b. Bükeyr, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir gününde
bana ve Ebu Bekir'e denildi ki: Birinizin yanında Cebrail, diğerinizin yanında
da Mikail vardır. İsrafil, büyük bir melektir. Savaşlara katılır. Savaşmaz ama
saf arasında durur."
Hz. Ali, Uhud
gazvesine katıldı. Sağ cenahta savaştı. Mus'ab b. Umeyr şehid edildikten sonra
bayrağı o aldı. Sol cenahta da Münzir b. Amr el-Ensarî vardı. Ordunun
merkezinde de Abdülmuttalib oğlu Hamza vardı. Piyadelerin başında Zübeyr b.
Avvam vardı. Piyadelerin başında Mikdad b. Esved'in komutan olarak bulunduğunu
söyleyenler de vardır. Hz. Ali, Uhud savaşında şiddetlice savaştı. Müşriklerden
çok adam öldürdü. Hz. Peygamber'in yüzü yaralanıp dişi kırıldığı zaman, kanayan
mübarek yüzünü Ali yıkadı.
Ali, Hendek savaşına
da katıldı. O savaşta Arapların meşhur ve namlı yiğitlerinden Amr b. Abdud
el-Amirî'yi öldürdü.
O, Hudeybiye ve Rıdvan
bey'atlarına katıldı. Hayber savaşında da çarpıştı. Bu savaşta büyük
yararlılıkları görüldü. Öyle ki, bir gün Rasûlullah (s.a.v.), şöyle dedi:
'Yarın bayrağı Allah ve Rasûlün kendisine sevdikleri ve kendisinin de Allah ve
Rasûlünü sevdiği bir adama vereceğim." Rasûlullah böyle dedikten sonra
insanlar geceleyin konuşmaya başladılar. Bayrağın yarın kime verileceğini
kendi aralarında tartıştılar. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.v.), gözleri
ağrımakta olan Ali'yi çağırdı. Ona dua etti. Gözlerine üfledi ve gözleri
iyileşti, artık hiç ağrımadı. Bayrağı ona teslim etti. Cenâb-ı Allah da bayrak
onun elindeyken fethi müyesser kıldı. Hz. Ali, Yahudi komutan Merhab'ı öldürdü.
Muhammed b. îshak'm,
Ebu Rafi'den yaptığı rivayete göre bir Yahudi, Hz. Ali'ye bir darbe vurmuş ve
elindeki kalkanı fırlatmıştı. Bunun üzerine Hz. Ali, kalenin kapısını sökmüş,
onu kalkan olarak kullanmaya başlamıştı. Onun vasıtasıyla Cenâb-ı Allah, fethi
nasib edinceye kadar bu kapı Hz. Ali'nin elinde kalkan olarak kalmış, fetihten
sonra kapıyı yere atmıştı. Ebu Rafi dedi ki: Ben ve yedi kişi birlikte bu kapıyı
ters çevirmeye çalıştık, ama bir türlü kımıldatamadık.
Leys, Ebu Cafer
tarikiyle Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ali, Hayber'deki
kapıyı alıp sırtına koydu. Müslümanlar da bu kapıyı bir köprü olarak
kullandılar. Kaleye geçip fethettiler. Bu kapıyı ancak kırk kişi
taşıyabilirdi."
Hz. Ali'nin Hayber
savaşında gösterdiği üstün kahramanlıklardan biri de şudur: O, Yahudilerin
namlı yiğidi ve kahramanlarının komutanı Merhab'ı öldürmüştü.
Hz. Ali Umretü'1-Kaza
da da hazır bulundu. Bu umre esnasında Peygamber (s.a.v.), ona şöyle demişti:
"Sen bendensin, ben de sendenim." Cühfe'ye yakın bir kuyu olan
Zatü'1-Alem kuyusunda Hz. Ali'nin cinlerle savaştığına dair kıssacılann
anlattıkları hikayelere gelince, bunun aslı yoktur. Ve bu, bazı cahil hağercilerûı
uydurmasıdır. Buna aldanmamak gerekir.
O, Mekke fethinde,
Hüneyn ve Taif gazvelerinde de hazır bulundu. Bu savaşlarda çokça çarpışıp
yararlılıklar gösterdi.
Rasûlullah (s.a.v.)'la
birlikte Cirâne umresini de yaptı. Rasûlullah (s.a.v.), Tebük gazvesine
giderken yerine Medine'de vekil olarak onu bıraktı. Hz. Ali, ona:
- Ya Rasûlullah, beni
burada kadınlar ve çocuklarla beraber mi bırakıyorsun? deyince Rasûlullah
(s.a.v.), ona şu karşılığı verdi:
- Sen, benim nazarımda
Harun'un Musa nezdindeki mevkiine sahipsin. Ancak benden sonra peygamber
yoktur."
Rasûlullah (s.a.v.),
Hz. Ali'yi Yemen'e vali ve hakim olarak gönderdi. Yanma Halid b. Velid'i de
kattı. Hz. Ali, Veda haccı zamanında gelirken kurbanlık hayvanlarını da önüne
katıp getirmiş, Peygamber (s.a.v.) gibi ihrama girmiş ve onun kurbanına ortak
olmuştu. Onunla birlikte ihramlık halini devam ettirmiş, ikisi de ibadetlerini
tamamladıktan sonra kurbanlarını kesmişlerdi. Nitekim bunu önceki kısımlarda da
anlatmıştık. Rasûlullah (s.a.v.), hastalandığı zaman Hz. Abbas, Hz. Ali'ye dedi
ki:
- Rasûlullah
(s.a.v.)'a sor bakalım, kendisinden sonra yönetim kimin elinde olacak?
Bu sorusu üzerine Hz.
Ali, Hz. Abbas'a şöyle cevap verdi:
- Vallahi ben bunu
Rasûlullah'a sormam. Eğer o yönetimi bize vermezse ondan sonra artık, insanlar
yönetimi ebediyyen bize vermezler. Sahih ve sarih hadisler, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın ne Hz. Ali'ye ne de başkalarına halifeliği vasiyet etmediğini
ispatlamaktadırlar. Yalnız Hz. Ebu Bekir'den bahsederek halifeliğin ona
verilmesi yolunda bir işarette bulunmuştur. Nitekim bunu da önceki sayfalarda
anlatmıştık. Allah'a hamd olsun.
Bazı cahil Şiilerin ve
geri zekalı kıssacılann iddialarına göre Peygamber (s.a.v.), güya Hz. Ali'nin
halife olmasını vasiyet etmiştir ki, bu yalandır, iftiradır ve büyük bir hataya
yol açar. Böyle olursa ashab hıyanette bulunmuş ve Hz. Peygamber'in vasiyetini
yerine getirmemiş olup halifeliği onun vasiyet ettiği kimseye değil de
başkasına sebepsiz yere vermiş olurlar ki, bunun aslı yoktur. Allah ve Rasûlüne
iman edip İslâm dininin gerçek ve hak dini olduğuna şahadet eden herkes, bu
iftiranın asılsız birşey olduğunu bilir. Çünkü sahabeler, peygamberlerden sonra
yaratıkların en hayırlısıdırlar. Ve onlar bu ümmetin en hayırlı neslidirler.
Bu ümmet, Kur'ân'da ifade edildiği gibi ümmetlerin en şereflisidir. Selef ve
halef uleması bu hususta icma etmişlerdir. Evet, Muhammed ümmeti, dünyada da
ahirette de diğer ümmetlerin en faziletlisidir. Al-. lah'a hamd olsun.
Avam tabakasından ve
diğerlerinden bazı kıssacılarm pazar yerlerinde, sokaklarda ve diğer
mahallerde anlattıkları bazı asılsız hikayeler vardır. Güya Peygamber
(s.a.v.), davranış, yeme, içme, giyinme gibi hususlarda Hz. Ali'ye şöyle bir
vasiyette bulunmuştur:
"Ey Ali,
otururken başına sarık sarma, ey Ali, ayakta iken şalvarım giyme. Ey Ali, aynı
anda kapının iki tarafım tutma. Ve eşikte oturma, elbisem üzerindeyken
dikme."
Rasûlullah (s.a.v.),
vefat ettiğinde Hz. Ali, onu yıkayıp kefenleyen-lerdeü ve mezara defnedenlerden
biri idi. Nitekim bu hususu da önceki kısımlarda detaylı olarak anlatmıştık.
Hamd ve minnet Allah'adır.
Hz. Ali'nin
faziletleri bahsinde de anlatılacağı gibi Rasûlullah (s.a.v.), Bedir
gazvesinden sonra onu, kızı Fatıma ile evlendirmiş, ve bu evlilikten Hasan,
Hüseyin ve Muhsin adında üç çocukları doğmuştu. Bu hususta sahih olmayan hatta
çoğu Rafizilerle kıssacılar tarafından uydurulan hadisler nakledilmiştir.
Saide oğullan gölgeliğinde konuşulup Mescid-i Nebevî'de Hz. Ebu Bekir'e bey'at
edildiği zaman ona bey'at edenler arasında Hz. Ali de vardı. O da diğer
sahabeler gibi Hz. Ebu Bekir'in huzurunda durup bey'at etmiş, ona itaat
etmenin kendisi için farz olduğunu kabul etmiş ve ona bey'atı çok hoş
karşılamıştı. Zevcesi Hz. Fatıma, bu be/attan altı ay sonra vefat edince Hz.
Ali, Hz. Ebu Bekir'e olan bey'atım yenilemişti. Hz. Fatıma, babasından kalan
mirasa sahip olamadığından Hz. Ebu Bekir'e biraz kırılmıştı. Peygamberlere
mirasçı olunamayacağına dair nassı görememişti. Fakat peygamberlere mirasçı
olunamayacağına dair hadisten haberdar olunca Hz. Ebu Bekir'e müracaatta
bulunarak bu miras değil de sadaka olarak kalan babasının terekesinin
idaresini Ali'ye bırakmasını istemiş, Hz. Ebu Bekir, onun bu isteğini kabul
etmeyince Hz. Fatıma ona biraz darılmıştı. Hz. Ali de durumu idare etme
gereğini duymuştu.
Hz. Fatıma vefat
edince Hz. Ali, Ebu Bekir'e olan bey'atım yenilemişti. Hz. Ebu Bekir vefat
edince Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'in vasiyeti üzerine halifeliği zamanında Hz.
Ali'den kadılık yapmasını istemişti. Ve onu kadı olarak atamıştı. Hz. Ali de
Hz. Ömer'in refakatmdaki diğer önde gelen sahabelerle birlikte Şam'a gelmiş ve
Hz. Ömer'in Cabiye'de irad ettiği hutbeyi dinlemişti. Hz. Ömer vurulduğu zaman
kendisinden sonraki halifenin seçim işini, teşkil ettiği altı kişilik şura
meclisine bırakmıştı. Bu şura meclisinin üyelerinden biri de Ali idi. Sonra bu
altı kişi, yetkilerini Hz. Osman'la Ali'ye bıraktılar ve neticede Hz. Osman,
Hz. Ali'ye tercih edildi. Halife seçildi. Hz. Ali'de ona itaat edip emrini
dinledi. Hicretin otuzbeşinci senesinde zilhicce ayının onsekizinci gününde
cuma günü Hz. Osman öldürülünce insanlar, Hz. Ali'ye gidip bey'at etmek
istediler. Hz. Osman, henüz defn edilmemişti. Bazıları ise onun defh edilmiş
olduğunu söylediler. Ne var ki Hz. Ali, halifeliği kabul etmek istemedi, toplumun
bey'at isteğine icabet etmedi. Önlerinden kaçıp beni Amr b. Mebdul'ün bahçesine
girdi, kapıyı üzerine kilitledi. İnsanlar gelip kapıyı vurdular. Zorla içeri
girdiler. Beraberlerinde Talha ile Zübeyr'i de Hz. Ali'nin yanma getirmişlerdi.
Ona: "Yönetim, halifesiz devam edemez." dediler. Halifeliği kabul
etmesini ısrarla istediler, nihayet o da kabul etti. [7]
Anlatıldığına göre Hz.
Ali'ye ilk bey'at eden kişi Talha oldu. O, sağ eliyle Hz. Ali'ye bey'at etti.
Elinde felçlik vardı. Bu felçlik Uhud savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'ı düşmana
karşı korurken eline isabet etmişti. Felçli eliyle Hz. Ali'ye bey'at ettiği
için bazıları: 'Vallahi bu iş başa çıkmayacaktır." dediler.
Hz. Ali, mescide gidip
minbere çıktı. Üzerinde izan ve sangı vardı. Ayakkabılan da elindeydi. Yayına
yaslandı. Halkın çoğunluğu kendisine bey'at etti.
Bey'at, hicri
otuzbeşinci senin zilhicce ayının ondokuzuncu günü, yani cumartesi gününde
yapıldı. Anlatıldığına göre Talha ile Zübeyr, Hz. Ali'den kendilerini Basra ve
Kûfe'ye vali olarak atamalanm taleb ettikten sonra bey'at etmişler, ancak Hz.
Ali kendilerine: "Hayır siz benim yanımda kal?n, sizinle müşavere yapar
ve yalnızlığımı gideririm." demişti. Bazılannm ifadesine göre Ensâr'dan
bir grub Hz. Ali'ye bey'at etmemiştir. Bey'at etmeyenler arasında Hassan b.
Sabit, Ka'b b. Malik, Mesleme b. Mahled, Ebu Said, Muhammed b. Mesleme, Numan
b. Be-şir, Zeyd b. Sabit, Rafı b. Hudeyc, Fudale b. Ubeyd ve Ka'b b. Ucre
vardı.
Medainî, Zührî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir.
"Bir grub insan,
Ali'ye bey'at etmeksizin Medine'den kaçıp Şam'a gittiler. Kudame b. Maz'un,
Abdullah b. Selam ve Muğire b. Şube, ona bey'at etmemişlerdi."
Ben derim ki: Mervan
b. Hakem, Velid b. Ukbe ve diğer bazı kimseler kaçıp Şam'a gittiler.
Vakidî dedi ki:
İnsanlar, Medine'de Hz. Ali'ye bey'at ettiler. Yedi kişi geri durup ona bey'at
etmediler. Bu yedi kişinin adlan şöyledir: "Ibn Ömer, Sa'd b. Ebi Vakkas,
Üheyb, Zeyd b. Sabit, Muhammed b. Ebi Mesleme, Seleme b. Selame b. Raks ve Üsame
b. Zeyd. Bildiğimize göre Ensâr'dan Hz. Ali'ye bey'at etmeyen hiç kimse yoktur.
Seyf b. Ömer,
üstadlanndan birkaç kişinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Osman'ın
öldürülüşünden sonra Medine beş gün halifesiz kaldi. O sırada Medine yönetimini
Gafiki b. Harb üstlenmiş durumdaydı. Bunlar, yönetimi üzerine alacak ve
halifeliği kabul edecek birini.aradılar. Mısırlılar, Hz. Ali'nin halife
olmasını ısrarla istiyorlardı. Ama kendisi onlardan kaçıp bir bahçeye
gizlendi. Kûfeliler, Zübeyr'in halife olmasını istediler, ama onu bulamadılar.
Basralüar, Talha'nm halife olmasını istediler. Ama o, Basralıların bu isteğini
kabul etmedi.
Asiler kendi
aralarında: "Şu üçünden hiç birini halife yapmayalım" dedikten sonra
Sa'd b. Ebi Vakkas'a gittiler. Ve ona: "Sen şura üyelerin-densin.
Halifeliği kabul et." dediler ama o, asilerin bu isteğini kabul etmeyince
onlar da İbn Ömer'e gidip halifeliği ona teklif ettiler. O da kabul etmeyince
şaşırıp kaldılar. Sonra şöyle dediler: Halife seçmeksizin sadece Osman'ı öldürtmüş
olarak şehirlerimize dönersek insanlar yönetim hususunda anlaşmazlığa
düşerler, biz de beladan kurtulamayız." Böyle dedikten sonra Hz. Ali'nin
yanına döndüler ve halifeliği kabul etmesi için ona ısrar ettiler. Ester de
Hz. Ali'nin elini tutup bey'at etti. Sonra diğer insanlar da ona bey'at
ettiler.
Kûfelilerin
dediklerine göre Hz. Ali'ye ilk bey'at eden kimse, Ester en-Nehaî olmuştur. Bu
bey'at, insanların Hz. Ali'nin yanına dönmelerinden sonra zilhicce ayının
yirmidördüncü gününde perşembe günü yapılmıştı. Zaten hepside halifeliğe Hz.
Ali'den başkasının lay k olmadığını söylemişlerdi. Cuma günü olunca Hz. Ali,
minbere çıktı. Bir gün önce kendisine bey'at etmemiş olanlar da o gün bey'at
ettiler. Ona ilk bey'at eden kişi, Talha oldu. Felçli eliyle ona bey'at
etmişti. Orada bulunanlardan biri: "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona
dönücüleriz" demişti: Sonra Zübeyr, Hz. Ali'ye bey'at etmiş ve şöyle
demişti: "Kılıç boynumun üzerinde durduğu için Ali'ye bey'at ettim
ves-selam." Sonra Mekke'ye gitti. Orada dört ay kaldı. Bu bey'at, zilhicce
ayının bitimine beş gün kala cuma günü olmuştu. Hz. Ali'nin irad ettiği ilk
hutbe şu olmuştu:
"Allah'a hamdü
senada bulunurum. Doğrusu yüce Allah, hidayet edici bir kitap indirmiştir. O
kitapta iyiliği ve kötülüğü açıklamıştır. Siz iyiliği tutun. Kötülüğü bırakın.
Allah'ın size farz kılmış olduğu emirleri yerine getirin ki, onlar sizi
Cennet'e iletsin. Cenâb-ı Allah, sizlere meçhul olmayan bazı şeyleri haram,
kılmıştır. Müslümamn kanının haram kılınmasını da diğer bütün haramlar üzerine
üstün kılmıştır. Müslümanların haklarını da; bir arada kenetlenmek ve
samimiyetle İslâm'a sarılmakla düzenlenmiştir. Müslüman, diğer Müslümanların
elinden ve dilinden salim olduğu kimsedir. Müslümamn kanı gerekli haller dışında
hiçbir şekilde dökülemez. İnsanların hukukuna riayet edin. Özellikle ölümü iyi
hatırlayın. İnsanlar sizin önünüzde duruyorlar. Fakat sizin arkanızda sizi
tehdit eden bir kıyamet saati vardır. Dünya mallarından ne kadar hafif yükler
yüklenirseniz diğerlerine o kadar çabuk ulaşırsınız. İnsanlar, kendilerini
izleyen en sonuncuları bile bekleyip duru-
yorlar. Şu yeryüzünde
Allah'ın kullarının hakları konusunda Allah'tan korkunuz. Her türlü ufak
şeylerde, hayvanlara karşı olan davranışlarınızda bile sorumlu olacaksınız.
Her konuda Allah'a itaat edin ve ona isyan etmeyin. Bir yerde hayır gördüğünüz
zaman onu mutlaka alın. Şer gördüğünüz zaman da ondan uzak olmaya çalışın.
"Yeryüzünde az sayıda olduğunuzu ve zayıf sayıldığınızı hatırlayın."
(el-Enfâl, 26.)
Hz. Ali, hutbesini
tamamladıktan sonra Mısırlılar şöyle dediler:
"Sen bu
söylediklerini kendine al ve tedbirli ol, ey Hasan'm babası. Biz yönetimi,
yuları çeker gibi elimizde tutar ve idare ederiz. Rüzgarı andıran arslanlar
gibi hücum ederiz. Elde kıhçlarla süt kalıntısı gibi oluruz.
Kementlerle yumuşakça
hükümdarı vururuz. Öyle ki, hiç yorulmaksızın hedefe uğrarız."
Hz. Ali de onlara
cevaben şöyle dedi:
"Eğer aciz kain1
ve kendimi savunamazsam. Ondan sonra akıllıca davranır ve tutumumu sürdürürüm.
Yerde sürümekte olduğum eteğimi kaldırır ve dağınık işleri toparlayıp düzeni
sağlarım. Eğer başkanlarınca desteklenmeyen ve tez elden ortaya çıkmayan fitne
beni meşgul etmezse ya da üzerime gelen silahlar karşısında beni savunmasız
bırakmazlarsa, düzeni sağlarım."
O esnada Kûfe'de namaz
imamlığını Ebu Musa el-Eşârî, savaş komutanlığım Ka'ka b. Amr, Haraç idaresini
Cabir b. Fulan el-Müzenî yürütüyordu. Basra valiliğini Abdullah b. Amir, Mısır
valiliğini Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh yürütüyordu. Muhammed b. Ebi Hüzeyfe, ona
tarşı ayaklanmıştı. Şam valiliğini Muaviye b. Ebi Süfyan yürütüyordu. Humus
valisi Abdurrahman b. Halid b. Velid, Kinnesrin valisi Habib b. Seleme, Ürdün
valisi Ebü'1-Aver, Filistin valisi Hakim b. Alkame, Azer-beycan valisi Eş'as b.
Kays, Karkisya valisi Cerir b. Abdullah el-Becelî, Hulvan valisi Uteybe b.
Nehhas, Kisariye valisi Malik b. Habib, Heme-dan valisi de Hubeyş idi.
îbn Cerir'in ifadesine
göre bunlar, Hz. Osman'ın vefatı esnasındaki . valilerdir. Beytülmalm idaresini
Ukbe b. Amr, Medine kadılığını da Zeyd b. Sabit yürütüyordu. Hz. Osman
Öldürüldüğü zaman Numan b. Beşir, onun kana bulanmış gömleği ile asilere karşı
onu savunurken karısı Naile'nin koparılmış parmaklarını ortaya çıkardı.
Bunları Şam'da bulunan Muaviye'ye getirdi. Muaviye de halkın görmesi için bu
kanlı gömlekle parmakları minberin üzerine koydu. Parmakları gömleğin yenine
taktı. İnsanlara çağrıda bulunarak bu fecaatin intikamının alınmasını istedi.
Minber çevresindeki cemaat ağlaşmaya başladı. Gömleği bazen kaldırıyorlar, bazen
indiriyorlardı. Bu ağlaşma bir sene sürdü.
Halk, Hz. Osman'ın
öcünün alınması için birbirlerini asilere karşı kışkırtıyordu. Bu senede
insanların çoğu yastan Ötürü karılarından uzak durdular. Muaviye ile
sahabelerden bir topluluk, halk arasında dolaşarak insanları Hz. Osman'ın
intikamını katil asilerden almaya teşvik ediyorlardı. Hz. Muaviye ile birlikte
dolaşan sahabeler şunlardı: Ubade b. Samit, Ebu Derda, Ebu Umare, Amr b.
Anbese. Tabiilerden de şunlar vardı: Şerik b. Hibaşe, Ebu Müslim el-Holanî, Abdurrahman
b. Ganem.
Hz. Ali'ye bey'at işi
tamamlanınca Talha, Zübeyr ve sahabelerin önde gelenleri yanına giderek
hadleri tatbik etmesini, Osman'ın intikamının alınmasını taleb ettiler. Hz.
Ali de asilerin yardımcılarının ve destekçilerinin bulunduğunu söyleyerek bunu
yapamayacağını bildirdi ve onlardan özür diledi. O işi o günde yapamayacağını
ifade etti. Zübeyr, kendisini Küfe valiliğine atamasını Hz. Ali'den istedi ki,
gidip Kûfe'den kendisine yardımcı askerler getirsin. Talha da kendisini Basra
valiliğine atamasını Hz. Ali'den istedi ki, gidip Basra'dan yardımcı askerler
getirsin. Böylece asi ve haricilere karşı güçlensin. Asi ve Haricilerle birlik
olan cahil bedevilere karşı kuvvetlensin. Çünkü bunlar da Hz. Osman'ın
öldürülmesine iştirak etmişlerdi. Hz. Ali, Talha ile Zübeyr'e: "Yavaş olun
hele, ben bu idare işini tamamıyla elime geçireyim, ondan sonra bu işe
bakarım." dedi.
Bundan sonra Muğire b.
Şube gelip Hz. Ali'ye şöyle dedi: "Sen valilerini yerlerinde bırak. Eğer
itaatlanna dair mesajları sana gelirse ondan sonra dilediğin valiyi değiştirir,
dilediğini de yerinde bırakırsın." dedi. Ertesi gün tekrar gelip şöyle
dedi: "Bence valileri görevden azletmelisin ki hangisinin sana itaat
ettiğini, hangisinin asi olduğunu anlayasın." Hz. Ali de Muğire'nin bu
sözlerini İbn Abbas'a nakledip fikrini sordu. İbn Abbas: "Dün sana öğüt
verdi, ama bugün sana hile yaptı." dedi. Muğire, İbn Abbas'ın böyle
dediğini duyunca: "Evet Ali'ye öğüt vermiştim, ama öğüdü ü kabul etmeyince
kendisine hile yaptım." dedi. Ve Medine'den çıkıp Mekke'ye gitti.
Aralarında Talha ile Zübeyr'in de bulunduğu bir topluluk, onun peşine takıldı.
Bunlar, umre yapmak için Hz. Ali'den izin istediler. Hz. Ali de onlara izin
verdi. Sonra İbn Abbas, idare yerleşinceye kadar valileri yerlerinde
bırakmasını, özellikle Muaviye'yi Şam'da bırakmasını Hz. Ali'ye tavsiye etti ve
şöyle dedi:
- Muaviye'yi
valilikten arzledersen korkarım ki, Osman'ın kanını senden taleb eder. Talha ve
Zübeyr'in bu sebeple senin aleyhinde konuşmayacaklarından emin değilim.
- Ben bu görüşte
değilim. Bilakis sen Şam'a git. Ben seni oraya vali tayin ettim.
- Osman sebebiyle
Muaviye'nin beni Öldürmesinden veya sana akraba olduğum için beni
hapsetmesinden korkarını. Ama sen Muaviye'ye hitaben bir mektup yazıp bana ver.
Mektubunda ona vaadlerde bulun
ve ümidlendir.
- Vallahi bu olmayacak
bir şeydir.
- Ey mü'minlerin
emiri, savaş hiledir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.)
da böyle buyurmuştur.
Allah'a yemin ederim ki, eğer sen benim dediğimi yaparsan gitmelerinden sonra
onları tekrar buraya getiririm.
Sonra İbn Abbas, Hz.
Ali'ye kendisini Irak'a göçmeye imrendiren ve Medine'den ayrılmasını teklif
eden kimselere uymamasını tavsiye etti. Ama Hz. Ali, onun bir tavsiyelerine
uymadı. Aksine Medine dışındaki şehirlerden gelen Harici ve asilerin
komutanlarının görüşüne uydu.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede yani hicretin otuzbeşinci senesinde He-rakliyus'un oğlu Kostantin, bir
gemi ile Müslümanların beldelerine hücum etti. Cenâb-ı Allah da üzerlerine bir
kasırga gönderdi. Kendi güç ve kuvvetiyle onu ve beraberindekileri denize
batırdı. Hükümdar ve beraberindeki küçük bir topluluk dışında bütün
Bizanslılar denizde boğuldular. Kostantin, Sicilya adasına girdiğinde onun
için bir hamam yaptılar. Hamama girince onu içerde öldürdüler ve "Adamlarımızı
sen öldürdün dediler. [8]
Bu senenin başında
mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali, hilafet makamına geçti. Şehirlere valiler
atadı. Abdullah b. Abbas'ı Yemen'e, Semüre b. Cündeb'i Basra'ya, Ammare b.
Şihab'ı Kûfe'ye, Kays b. Sa'd b. Ubade'yi Mısır'a, Muaviye'nin yerine Sehl b.
Hanifi Şam'a vali olarak atadı. Sehl b. Hanif, Medine'den yola çıktı. Tebük'e
vardığında Muaviye'nin süvarileri, onun karşısına çıkıp şöyle sordular:
- Sen kimsin?
- Valiyim.
- Nerenin valisi?
- Şam valisi.
- Eğer Osman seni
göndermişse hoş geldin, safa geldin, başkası göndermişse geri dön.
- Olanları duymadınız
mı?
- Duyduk.
Bunun üzerine Sehl b.
Hanif geri dönüp Hz. Ali'nin yanına gitti. Kays b. Sa'd'm valiliğine gelince,
Mısırlıların büyük bir çoğunluğu ona bey'at ettiler. Bir grup ise:
"Osman'ın katillerini Öldürmedikçe buna bey'at etmeyiz." dediler.
Basrıhlar da böyle demişlerdi.
Ummare b. Şihab'a
gelince o, Kûfe'ye vali olarak gönderildi. Ancak Talha b. Hüveylid, Hz.
Osman'ın öldürülmesinden ötürü yönetime karşı kızgınlığından dolayı Ummare'yi
Kûfe'den geri çevirdi. Ummare de Hz. Ali'nin yanına dönüp durumu anlattı.
Böylece fitne yayıldı, iş büyüdü. Ülke birliği bozuldu, her kafadan bir ses
çıkmaya başladı. Ebu Musa, Hz. Ali'ye mektup göndererek az bir grup dışında
Kûfelilerin itaat ettiklerini ve bey'at yaptıklarını bildirdi.
Hz. Ali, Muaviye'ye
çok mektuplar gönderdi ama cevap alamadı. Defalarca mektup gönderdi. Hz.
Osman'ın sefer ayında öldürülmesinden üç ay sonrasına kadar mektuplar gönderdi
ama cevaplan bir türlü alamadı. Sonra Muaviye, birkaç mektup yazıp bir adamla
Hz. Ali'ye gönderdi. Adamı, Hz. Ali'nin yanma vardı. Hz. Ali, ona sordu:
- Ne haber, geride
neler var?
- Öyle bir kavmin
yanından sana geldim ki, onlar kısastan başka bir şey istemiyorlar, hepsi
intikam peşindedirler. Arkada 70.000 ihtiyar adam bıraktım. Tamamı Osman'ın
kanlı gömleğinin altında ağlıyorlar,
onun kanlı gömleği
Şam'daki caminin minberinde dir.
- Allah'ım! Ben
Osman'ın kanından uzak olduğumu, bu işle ilgim olmadığını sana arz ediyorum.
Bundan sonra
Muaviye'nin elçisi Hz. Ali'nin huzurundan çıktı. Hz. Osman'ı öldüren Hariciler
ona saldırıp öldürmek istediler. Büyük bir zorlukla ellerinden kurtuldu.
Hz. Ali, Şamlılarla
savaşmaya karar verdi. Mısır valisi Kâys b. Sa'd'a mektup yazarak Şamlılarla
savaşmaları için halkı silah altına çağırmasını emretti. Küfe valisi Ebu
Musa'ya aynı mealde bir mektup gönderdi. Osman b. Hanif e de böyle bir mektup
gönderdi. İnsanlara hutbe irad edip Şamlılarla savaşmaya onları teşvik etti,
ordu hazırlamaya başladı. Medine'den yola çıktı. Yerine vekil olarak Kuşem b.
Abbas'ı bıraktı. Kendisine itaat edenleri yanına alarak asilere ve emrine
itaat etmeyenlere, diğer kimselerle birlikte kendisine bey'at etmeyenlere
karşı savaşmaya niyetliydi. Oğlu Hasan gelip şöyle dedi:
- Babacığım, şu
savaşmayı bırak, zira savaşta Müslümanların kanı akacaktır. Aralarına
anlaşmazlık girecektir.
Hz. Ali, oğlu Hasan'm
bu teklifine önem vermedi, aksine savaş kararını perçinledi. Orduyu düzene
soktu. Sancağı Muhammed b. Hanefi'ye verdi. İbn Abbas'ı sağ kanada, Amr b. Ebi
Seleme'yi sol kanada komutan yaptı. Sol kanada Amr b. Süfyan b. Abdil Esed'i
komutan yapmış olduğuna dair bir rivayet de vardır. Öncü kuvvetlerin başına Ebu
Ubey-de'nin kardeşinin oğlu Ebu Leyla b. Amr el-Cerrah'ı komutan yaptı. Artık
bütün hazırlıklar tamamlanmış, sıra Medine'den çıkıp Şam yoluna çıkmaya
gelmişti. Ancak bu sırada ileride anlatacağımız bir durum ortaya çıktı ve onu
bu hareketten vazgeçirdi. [9]
Hz. Osman, teşrik
günlerinden sonra öldürüldüğünde Peygamber (s.a.v.)'in zevceleri ve mü'minlerin
anneleri fitneden kaçmak için o sene hacca gitmişlerdi. Hacda iken insanlar,
Hz. Osman'ın öldürüldüğünü duymuşlardı. Bu arada bunlar, Mekke'den çıkıp Medine
yoluna çıkmış oldukları halde tekrar Mekke'ye dönmüşler, orada ikamete başlamış
ve insanların neler yapacağını beklemeye, haberleri araştırmaya başlamışlardı.
Hz. Ali'ye bey'at edilmiş, yönetim onun eline geçmiş, idarede onun görüşü hakim
olmuştu. Fakat insanlar bunu kendi rızalarıyla yapmış, ona bey'atta bulunmuş
değillerdi. Çünkü Hz. Osman'ı övdüren Haricilerin ele başları bu işi bir oldu
bittiye getirmişlerdi. Aslında Hz. Ali de onlardan hoşnut değildi. Fakat
onların başlarına bir felaket gelmesini bekliyordu. İmkan bulduğu takdirde
Allah'ın hakkını onlardan almak istiyordu. Ama durum böyle olup da onlar
müstevli duruma gelerek sahabelerin önde gelen şahsiyetleri ile Hz. Ali'yi
birbirlerinden kopardıklarında Ümeyye oğullarından bir topluluk ile diğer bazı
Müslümanlar Mekke'ye kaçmışlardı. Talha ile Zübeyr de umre yapmak üzere
Mekke'ye gitmek için Hz, Ali'den izin istemişler, Hz. Ali'nin onlara izin
vermesi üzerine bunlar Mekke'ye gitmek üzere yola koyulmuşlardı. Büyük bir
kalabalık da peşlerine takılmıştı. Hz. Ali, Şamlılarla savaşmaya karar verdiği
zaman Medinelilerden kendisiyle birlikte Şam'a gelmelerini istemiş ama onlar
onun bu isteğine muvafakat etmemişlerdi.
Abdullah b. Ömer'den
de kendisiyle birlikte Şam'a gelmesini istemiş, onu bu hususta teşvik etmiş,
ancak o şöyle karşılık vermişti: "Ben de Medinelilerden biriyim. Eğer
onlar seninle birlikte Şam'a gelirse ben de senin bu emrine itaat ederim. Ama
bu sene savaş için Medine'den çıkmayacağım." Böyle dedikten sonra îbn
Ömer hazırlığını yapıp Mekke'ye gitti.
Hz. Osman tarafından
Yemen'e vali olarak tayin edilmiş olan Yala b. Ümeyye de o sene Yemen'den
Mekke'ye gelmiş, beraberinde 600 deve ve 600.000 dirhem para getirmişti.
Abdullah b. Âmir de Basra'dan Mekke'ye gelmişti. O da Hz. Osman'ın Basra valisi
idi. Böylece Mekke'de sahabelerin önde gelen şahsiyetlerinden ve mü'minlerin
annelerinden, yani Rasûlullah (s.a.v.)'ın zevcelerinden oluşan bir topluluk
meydana geldi. Hz. Aişe kalkıp onlara bir konuşma yaptı. Osman'ın intikamım almaları
için onları teşvik etti. Asilerin haram bir beldede ve haram ayda Rasûlullah
(s.a.v.)'m komşuluğunu hiçe sayarak kanlar akıttıklarını, mallar
yağmaladıklarını anlattı. Dinleyiciler onun çağrısına icabet ettiler. Ve
yararlı göreceği bütün kararlarına itaat edeceklerini bey*at ettiler.
"Sen nereye gidersen biz de seninle geliriz" dediler. Kimi Şam'a gidelim,
kimi de oraya gitmeyelim. Muaviye, orada bizim yapmamız gerekeni yapar,
dediler. Eğer Şam'a gitselerdi asilere galip olup bütün yönetimi ellerine
geçirirlerdi. Çünkü sahabelerin önde gelen büyük şahsiyetleri onlarla
beraberdi. Kimi de, Medine'ye gidelim, Ali'den Osman'ın katillerini bize
teslim etmesini isteyelim ki o katiller öldürülsün, dediler. Başkaları da şöyle
dediler: "Hayır, Basra'ya gidelim. Oradaki atlardan ve adamlardan kuvvet
alalım. Önce oradaki asileri ve Osman'ın katillerini öldürmekle işe
başlayalım." Hepsi bu sonuncu görüş üzerinde birleştiler. Peygamber
Efendimiz'in diğer zevceleri, Hz. Aişe'nin Medine'ye gitmek gerektiğine dair
ortaya koyduğu görüşüne muvafakat ettiler.
Ancak insanlar
Basra'ya gitme kararı üzerinde ittifak ettiklerinden Peygamber Efendimiz'in
diğer zevceleri onlarla birlikte yola koyulmaktan vazgeçtiler. Ve:
"Medine'den başka yere gitmeyiz." dediler. Ya'lâ b. Ümeyye, asilerle
savaşacak olan insanların silahâve teçhizatlarını temin etti. Onlara 600 deve
ve 600.000 dirhem sarfetti. îbn Amir de çok mal vererek ihtiyaçlarını
karşıladı. Hz. Ömer'in kızı ve mü'minlerin annesi Hafsa, Basra'ya gitme
hususunda Hz. Aişe'ye muvafakat etti. Kardeşi Abdullah, onu bu kafileye
katılmaktan ve Basra'ya gitmekten menetti. Abdullah da onlarla birlikte
Medine'den başka yere gitmeye yanaşmadı. İnsanlar, Hz. Aişe'nin maiyetinde 1000
binekle yola çıktılar. Başka bir rivayette anlatıldığına göre yola çıkan bu
topluluk, Medine ve Mekkelilerden oluşan 900 süvariden ibaretti. Ancak
başkaları da kendilerine katılınca 3000'i buldular. Mü'minlerin annesi Hz.
Aişe, asker adlı devesinin üzerinde bir mahfe içindeydi. Bu deveyi Ya'lâ b.
Ümeyye, Ureyneli bir adamdan 200 dinara (başka bir rivayette anlatıldığına
göre seksen dinara) satın almıştı.
Peygamber Efendimiz'in
diğer zevceleri de Hz. Aişe ile birlikte zat-ı Irk'a kadar gelmişler, orada
kendisinden ayrılmışlar ve vedalaşıp ağlamaya başlamışlardı. Orada bulunanlar
da ağlaşmaya başlamışlardı. O güne ağlaşma günü denmişti. Artık insanlar, Basra
yoluna çıkmışlar ve yola revan olmuşlardı. Hz. Aişe'nin emri üzerine cemaata
namazlarını Abdullah b. Zübeyr (Hz. Aişe'nin kızkardeşinin oğlu) kıldırıyordu.
Mer-van b. Hakem de namaz vakitlerinde cemaata ezan okuyordu. Yolda giderlerken
geceleyin Hav'eb denen bir suyun yanma varmışlardı. Köpekler ulumaya
başlamışlardı, Hz. Aişe, bu ulumaları duyunca; "Bu yerin adı nedir?"
diye sormuş oradakiler:
- Hav'eb'dir, deyince
ellerini birbirine vurmuş ve şöyle demişti:
- İnnâ lillah ve innâ
ileyhi raciun. Ben mutlaka geri döneceğim.
- Niçin?
- Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'m kadınlarına şöyle dediğini işittim: "Hav'eb köpeklerinin
hanginize uluyacağını keşke bilseydim."
Böyle dedikten sonra
Hz. Aişe, devesinin omuzları arasına vurara-rak ıhdırmış ve:
- Beni geri götürün.
Beni geri götürün. Vallahi ben, Hav'eb suyunun sahibesiyim, demişti."
Biz bu hadisi bu
kitabın peygamberlik delilleri bölümünde çeşitli lafız ve rivayetleriyle
nakletmiştik. İnsanlar da bir gün bir gece Hz. Aişe'nin etrafında develerini
ıhdırarak beklemişler, Abdullah b. Zübeyr de Hz. Aişe'ye şöyle demişti:
"Buranın, Hav'eb
suyu olduğunu sana söyleyen kişi yalan söylemiştir." İnsanlar:
"Kurtuluşa gelin, kurtuluşa gelin, işte Ebu Talib oğlu Ali'nin ordusu
geliyor." dedi. Hepsi Basra'ya doğru yola çıktılar. Basra'ya
yaklaştığında Hz. Aişe, Ahnef b. Kays ile diğer liderlere hitaben bir mektup
göndererek "Ben Basra'ya geliyorum." diye bildirdi.
Osman b. Hanif de
İmran b. Husayn ile Ebu Esved ed-Düerfyi Hz. Aişe'ye göndererek oraya niçin
geldiğini sormalarım istedi. Bunlar, Hz. Aişe'nin yanma geldiklerinde selam
verdiler. Ve kendisine oraya niçin
geldiğini sordular. O
da Osman'ın intikamını almak için geldiğini, onun haram ayda, haram beldede
haksız yere öldürüldüğünü söyledi ve şu ayet-i kerimeyi okudu:
"Ancak sadaka
vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler
müstesna, onların gizli toplantılarının çğunda hayır yoktur. Bunları, Allah'ın
rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz." (en-Nisâ, 114.)
Bunlar, Hz. Aişe'nin
yanından çıkıp Talha'mn yanma giderek ona şöyle sordular:
- Buraya niçin geldin?
- Osman'ın intikamını
almak için.
- Sen Ali'ye bey'at
etmemiş miydin?
- Evet, ama boynumun
üzerinde kılıç vardı. Korktuğum için ona bey'at ettim. Eğer bizimle Osman'ın
katillerinin arasından çıkmaz ve bizi başbaşa bırakmazsa, onun halifeliğini
kabul etmeyeceğim.
Bunlar daha sonra
Zübeyr'in yanına gittiler. Ona da aynı şeyleri sordular. O da aynı cevaplan
verdi.
îmran ile Ebu Esved
ed-Düelî, Osman b. Hanifin yanına döndüler. Ebu Esved, ona şöyle dedi:
"Ey Huneyf in
oğlu, sana gelindi. Sen de savaşa çık. Mızrakla vuruş. Kılıçla savaş ve diren.
Zırhını giyerek, nikahını takarak, paçanı sıvayarak onlara karşı çık."
Bu laflan duyan Osman,
şöyle der: "Innâ lillah ve innâ ileyhi raciun. Kabe'nin Rabbine andolsun
ki, İslâm'ın değirmeni ters dönmeye başlamıştır. Balanız, bundan sonra ne gibi
bozukluklar meydana gelecek, görünüz."
îmran da peygamberin:
"Otuzbeşinci senede İslâm değirmeni ters dönecektir." mealindeki
hadisini kastederek "Vallahi uzun bir savaşa girişeceksiniz" dedi.
Sonra Osman b. Huneyf, İmran b. Husayn'a:
- Bana bir tavsiyede
bulunur musun? diye sorunca Îmran şöyle dedi:
- Bir kenara çekil.
Ben de evimde oturacağım (veya devemin üzerinde duracağını, demiştir."
Inıran böyle dedikten
sonra çekip gitmiş, Osman da: "Hayır, raü'minlerin emiri gelinceye kadar
onlan alıkoyacağım." demiş ve insanlara çağrıda bulunarak silahlannı
kuşanmalanm ve mescitte top-lanmalanm istemişti. Halk mescitte toplanınca
onlara, savaşa hazırlanmalarını emretmişti. Osman, minber üzerindeyken adamın
biri kalkıp şöyle demişti:
- Ey insanlar! Eğer şu
kavim korktuklan için gelmiş iseler bilin M, bunlar kuşlann bile güvende olduğu
bir beldeden gelmektedirler. Eğer Osman'ın intikamını almak için gelmiş iseler
bilin ki, biz onun katilleri değiliz. Bana uyunda şunlan geldikleri yere geri
gönderelim.
Esved b. Seri es-Sadî
kalkıp şöyle dedi:
- Hayır, bunlar bizden
ve başkalarından Osman'ın katillerine karşı yardım istemeye gelmişlerdir. Bu
konuşmayı yapan adamı taşladılar. Osman b. Huneyf de, Hz. Osman'ı öldüren
kimselerin Basra'da da taraf-tarlan bulunduğunu anladı ve bundan rahatsız oldu.
Mü'minlerin annesi Hz.
Aişe ve beraberindekiler gelip Basra'ya yakın bir mevki olan Merbe'de
konakladılar. Onun askerlerinin safında savaşmak isteyen Basrahlar yanma
gittiler. Osman b. Huneyf de askerleriyle birlikte Basra'dan çıkıp Merbed'e
gitti. Orada iki taraf karşı karşıya geldi. Sağ kanatta bulunan Talha konuştu
ve Osman'ın intikamının alınmasını istedi. Zübeyr de peşi sıra konuşmaya
başladı, aynı şeyleri söyledi. Basralılardan ve Osman b. Huneyfin
askerlerinden bazıla-n onlara karşılık verdiler. Mü'minlerin annesi Hz. Aişe
konuştu. Taraf-tarlannı savaşa teşvik etti. Ordunun kenar kesimlerindeki bazı
gruplar birbirlerine sövmeye ve taş atmaya başladılar. Sonra hernes yerine çekildi.
Osman b. Huneyfin askerlerinden bir grup, Hz. Aişe'nin askerlerinin arasına katıldı.
Böylece Hz. Aişe'nin askerleri çoğaldı. Harise b. Kudame es-Sadi gelip ona
şöyle dedi:
"Ey mü'minlerin
annesi! Allah'a yemin ederim ki, senin evinden çıkıp bu deve üzerinde
silahlara hedef olarak buraya gelmen, Osman'ın öldürülmesinden daha önemli ve
büyük bir hadisedir. Eğer sen gönüllü olarak buraya yanımıza gelmişsen tekrar
evine geri dön. Eğer zorlayarak buraya getirilmiş isen evine dönmek için
buradaki halktan yardım iste.
Osman b. Huneyfin
süvarilerinin komutanı olan Hakim b. Cebel'e gelip savaşı başlattı. Hz.
Aişe'nin taraftarlan, ellerini silaha sürmediler. Savaşmak istemediler. Ancak
Hakim, onlara saldırdı. Böylece iki taraf da yol ağzında çarpışmaya başladılar.
Hz. Aişe, askerlerine sağa çekilmelerini, Beni Mazin kabilesinin mezarlığının yanına
varmalannı emretti. Oraya çekildiklerinde gece karanlığı bastırdı. Böylece iki
taraf çarpışmaya son verdi. Ertesi gün tekrar savaşmaya başladılar. Şiddetlice
çarpıştılar. Çarpışma zevale kadar devam etti. Osman b. Huneyfin
taraftarlanndan çok adam Öldürüldü. İki tarafla da aralannda yazışarak banş
çağrısında bulundular. Ve neticede Medine'ye bir elçi göndererek Medine
halkının düşüncesini sormak ve Talha ile Zübeyr'in be/ata zorlandıklannı
Medineliler söylerlerse Osman b. Huneyf Basra'dan çıkacak ve Basra'yı onlara
bırakacaktı. Eğer Talha ile Zübeyr, bey*ata zorlanmamışlarsa Talha ile Zübeyr
Basra'dan çıkıp orayı Osman b. Huneyf e bırakacaklardı. Bu amaçla KsJb b. Sûr
el-Kadî'yi Medine'ye gönderdiler. Ksib, cuma günü Medine'ye vardı. Kalkıp Medinelilere
şöyle sordu:
- Talha ile Zübeyr,
Ali'ye gönüllü olarak mı bey'at ettiler, yoksa tehdit altında kaldıkları için
mi bey'at ettiler?
Herkes sustu. Sadece
Usame b. Zeyd kalkıp: "Tehdit altında kaldıkları için Ali'ye bey'at
ettiler." diye cevap verdi. Bazıları ona hücum ettiler. Onu dövmek
istediler. Ancak Süheyb ile Ebu Eyyüb ve bir topluluk onu müdafaa ettiler ve
saldırganların elinden kurtardılar. Kendisine de: "Sen de bizim gibi
sussaydm olmaz mıydı?" deyince o şöyle karşılık verdi: "Hayır, vallahi
ben durumun bu noktaya geleceğini sanmıyordum." dedi.
Hz. Ali, Osman b.
Huneyf e mektup göndererek Talha ile Zübeyr*i topluluktan ayrılmaya değil,
toplulukla bir arada olmaya ve fazilet hususunda birleşmeye zorlamış
olduklarını bildirdi. Eğer kendisini halifelikten hal etmek istiyorlarsa bu
hususta onların bir gerçekçeleri olmadığım fakat başka bir amaçlan varsa bunu
açıklamalarını, kendisinin de bu hususta düşüneceğini beyan etti.
Ka'b b. Sûr, Hz.
Ali'nin mektubunu Osman b. Huneyf e getirdi. Osman: "Bu, bizim içinde
bulunduğumuz durumu ilgilendirmeyen başka bir şeydir." dedi.
Talha ile Zübeyr,
yanlarına gelmeleri için Osman b. Huneyf e haber gönderdiler. Ancak Osman,
onların bu isteklerini kabul etmedi. Bunun üzerine bu ikisi, karanlık bir
gecede adam toplayarak yatsı vakti büyük camiye gittiler. Ancak Osman, o gece
camiye gelmedi. NamazınAbdur-rahman b. Attab b. Üseyd kıldırdı. Basra'nın ayak
takımı bu gelen ordudaki askerlere sövüp saydılar. Karşılıklı olarak
birbirlerine vurdular. Onlardan kırka yakın adam öldürüldü. Halk da Osman b.
Huneyf in köşküne girdi. Onu, Talha ile Zübeyr'in yanına getirdiler. Yüzünde yolunmadık
bir tüy dahi bırakmadılar. Talha ile Zübeyr, bu büyük hadiseyi Hz. Aişe'ye
bildirdiler. Hz. Aişe de Osman'ın serbest bırakılmasını emredince onu serbest
bıraktılar. Beytülmalm yöneticiliğine Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman'ı
atadılar.
Talha ile Zübeyr,
Beytülmaldakı eşyaları halka taksim etti. îtaat edenleri biraz tercih ettiler.
Bunun üzerine halk, akın akın gelip erzaklarını almaya başladılar. Neticede
Beytühnala bekçiler yerleştirip tedbir aldılar. Basra yönetimini diktatörce
yürüttüler. Hz. Osman'ın katillerinden bir grup ile bunların yardımcıları,
buna karşı kızıp gayrete geldiler. 300'e yakın asker topladılar. Bu askerlerin
başına Hakim b. Cebe-le'yi komutan yaptılar. Hakim, Hz. Osman'ı öldürenlerden
biriydi. Bunlar ortaya çıkıp savaşmaya başladılar. Adamın biri Hakim b.
Cebele'nin ayağına vurarak ayağını kopardı. Bu da ayağım sürüyerek koştu ve
ayağım kesen adama ayağıyla vurdu ve öldürdü. Sonra ayağına yaslanarak şöyle
dedi:
"Ey bacak, seni
pek önemsemiyorum. Senen yerine kolum vardır.
Onunla parçamı himaye
ederim. Ölmek benim için utanç değildir. Halk arasında utanç cepheden
kaçmaktır. Harab olup ölmek, şerefi rezil etmez
Hakim b. Cebele,
başını kendisini Öldüren adamın üzerine yaslayıp uzanmış vaziyette iken adamın
biri kendisine uğrayıp:
- Seni kim öldürdü?
diye sormuş, o da:
- Şu yastığım beni
öldürdü, diye cevap vermişti.
Sonra Hakim ve Hz.
Osman'ın katilleriyle taraftarlarından olan yetmiş kadar Medineli öldürüldüler.
Böylece Talha ve Zübeyr'e muhalefet eden Basralıların moralleri çöktü.
Maneviyatları gevşedi. Anlatıldığına göre o sırada Basralılar, Talha ile
Zübeyr'e bey'at etmişlerdi. Zübeyr de kendisiyle birlikte yola koyularak
gelmesinden önce Hz. Ali'yi karşılamaya gitmeleri için 1000 kadar süvariye
çağrıda bulunmuş, ancak hiç kimse onun bu çağrısına icabet etmemişti. Bu
durumu bir mektup yazarak Şamlılara müjdelemişlerdi. Bu hadise, hicretin
otuzaltmcı senesinin rebiyülevvel ayının bitimine beş gece kala vuku bulmuştu.
Hz. Aişe de Zeyd b. Sohan'a mektup yazarak kendisine yardım etmesini ve
kendisiyle birlikte hareket etmesini, şayet yardıma gelmese de bir şeye
karışmamasını, evinde oturmasını, ne lehinde ne de aleyhinde bulunmasını taleb
etmiş, Zeyd de ona şu cevabı vermişti:
"Sen, kendi
evinde oturduğun sürece sana yardımcı olurum.
Ancak savaş hususunda
Hz. Aişe'ye itaat etmemişti ve şöyle demişti: Allah, mü'minlerin annesi
Aişe'ye rahmet etsin. Allah ona kendi evinde oturmasını, bize de savaşmamızı
emretmiştir. Ama o, kendi evinden dışarı çıkıp savaşmaya girişti. Bize de
evlerimize kapanmamızı emretti ki, savaşmak aslında bizim hakkımızdır."
Hz. Aişe, Yemamelî-lerle Kûfelilere de aynı mealde mektuplar gönderdi. [10]
Önceki sayfalarda da
anlattığımız gibi Hz. Ali, Şam'a gitmek için hazırlandıktan sonra Talha ile
Zübeyr'in Basra'ya yöneldikleri haberini alınca insanlara hutbe irad etti.
Onları Basra'ya doğru hareket etmeye teşvik etti ki, Basra'ya gitsinler ve
Talha ile Zübeyr'in oraya girmelerine engel olsunlar. Ya da girmişlerse oradan
onları kovsunlar. Fakat Medine halkının çoğunluğu, Hz. Ali'nin bu çağrısına
icabet etmekte ağır davrandı! Bazıları onun bu davetine icabet ettiler. Şabfnin
ifadesine göre onun bu çağrısına Bedir savaşma katılmış olanlardan sadece altı
kişi icabet etti ki, bunların yedincisi yoktu. Başkalarının ifade ettiklerine
göre Hz. Ali'nin bu çağrısına Ebu Heysem b. Teyyihan, Ebu Katade el-Ensârî,
Ziyad b. Hanzale ve Huzeyme b. Sabit gibi bazı büyük sahabeler icabet
etmişlerdi.
Hz. Ali, önceki
kısımlarda da anlattığımız şekildeki tabiyesiyle Basra'ya doğru hareket etti.
Medine'de yerine vekil olarak Temmam b. Ab-bas'ı, Mekke'de Kuşem b. Abbas'ı bıraktı.
Bu hareketleri hicretin otu-zaltıncı senesinin rebiyülahır ayının sonlarına
denk geliyordu. Hz. Ali, 900 kadar savaşçıyla Medine'den yola çıktı. Rabaza'ya
geldiklerinde Abdullah b. Selam gelip Hz. Ali'nin atının yularını tutarak şöyle
dedi:
"Ey mü'minlerin
emiri! Buradan çıkıp gitme. Allah'a yemin ederim ki, sen Medine'den çıkıp
gidersen artık Müslümanların otoritesi Medine'de ebediyete kadar yerleşemez.
Böyle demesi üzerine
bazıları ona sövdüler. Hz. Ali ise, şöyle dedi: "Ona ilişmeyin. Doğrusu o,
Peygamber (s.a.v.)'in sahabelerinden olup iyi bir kimsedir."
Hasan da yolda gelip
babası Ali'ye şöyle dedi:
- Ben, seni Medine'den
çıkmaktan men etmiştim ama sen beni dinlemedin. Yarın boş yere öldürüleceksin.
Kimse de sana yardım etmeyecektir.
- Sen, cariyenin
inleyişi gibi bana inleyip şefkat gösteriyorsun. Sen beni neden men ettin de
ben seni dinlemedim?
- Osman'ın
öldürülmesinden önce Medine'den çıkıp gitmeni sana söylememiş miydim ki, Osman
öldürülürken sen Medine'de olmayay-dın. Ve bu hususta hiç kimse senin aleyhinde
dedikodu yapmasaydı. Osman'ın öldürülmesinden sonra bütün Mısır halkı, sana
be/atlarını göndermedikçe kimseyle bey'atlaşmamam sana söylememiş miydim? Şu
kadın (Hz. Aişe) ve şu iki adam (Talha ile Zübeyr) Medine'den çıktıkları zaman sana
evinde oturmanı söylememiş miydim? Ki bunlar gidip kendi aralarında sulh
yapsınlar. Ama bütün bu söylediklerimi dinlemedin. Öyle değil mi?
- Osman'ın
öldürülmesinden önce Medine'den çıkmamı söylemiştin, ama olaylar bizi bu
maceraya sürükledi. Yapabileceğimiz birşey kalmadı. Mısır halkının bey'atımn
bana gelmesinden Önce kimseden be/at kabul etmememi söylemiştin. Fakat ben
idarenin başsız kalmasını hoş karşılamadığını için beratı kabul ettim. Aişe,
Talha ve Zübeyr'in Medine'den çıkmalarından sonra evimde oturmamı bana
söylemiştin. Sen, benim çevresi kuşatılan sırtlan gibi olmamı istiyorsun ki,
topuğun-daki kaim siniri yarılıncaya kadar burada değildir denilsin, siniri
yarıldıktan sonra dışarı çıksın, (yani yapabilecek birşey kalmayıncaya kadar
evimde oturmamı istiyorsun). Beni ilgilendiren bu işe ben bakmazsam kim bakar?
Ey oğulcuğum, yolumdan çekil.
Basra'daki halkın
yaptıklarını haber aldıktan sonra Hz. Ali, Mu-hammed b. Ebi Bekir ve Muhammed
b. Cafer'le birlikte Kûfelilere şu mealde bir mektup gönderdi:
"Ben sizi diğer
şehirlerin halkına tercih ettim. Size rağbet ettim.
Olan hadiselerin
dışında kalıp feragat gösterdim. Siz, Allah'ın dinine yardımcı ve destekçi
kimseler olun. Bize katılın, bize yardım edin. Biz, barış ve ıslahatı istiyoruz
ki, bu ümmet yine eskisi gibi kardeşler haline gelsin."
Muhammed b. Ebi Bekir
ve Muhammed b. Cafer, bu mektubu alıp Kûfelilere götürdüler. Medine'ye de haber
gönderdi. İstediği silah ve binekleri aldı. Sonra kalkıp insanlara şöyle bir
hutbe irad etti:
"Doğrusu Allah,
bizi İslâmiyet'le aziz kıldı. O sayede bizi yüceltti. Bizi İslâm bağı ile
kardeş kıldı. Daha önce biz zelil idik. Az idik. Birbirimize düşmandık. Aramız
açıktı. Ama İslâmiyet'i din olarak kabul etmelerinden, hak da aralarında
uygulandıktan, kitap onlara rehber olduktan sonra insanlar bu şekilde kardeş
olarak yücelmiş halde bir süre hayatlarını sürdürdüler. Nihayet şu adam (Hz.
Osman), Şeytan tarafiri-dan aldatılan ve ifsad edilen kimseler tarafından
vuruldu. Bu ümmeti birbirine düşürmek için Şeytan o asileri yoldan çıkarmıştı.
Dikkat edin, daha önceki ümmetler nasıl birbirlerinden koptularsa bu ümmet de
birbirinden kopacaktır. Olacak şeylerin şerrinden Allah'a sığınırız."
Hz. Ali, tekrar dönüp
cemaata şöyle dedi: "Olacak olan şeyler mutlaka olacaktır. Dikkat edin,
bu ünmet yetmişüç fırkaya bölünecektir. Bu fırkaların en kötüsü, beni seven ama
benim amelimle amel etmeyendir. Siz bu zamana ulaştınız ve gördünüz. Dininize
sanlın. Benim yolumdan gidin. Çünkü benim takib ettiğim yol, peygamberinizin yoludur.
Onun sünnetine tabi olun. Karşılaştığınız problemlerin çözümünü, Allah'ın
kitabına havale edin. Kur'ân'm tarif ettiği yola sarılın. Onun hoş karşılamadığı
şeyi reddedin. Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, peygamber olarak
Muhammed'i, hakem ve önder olarak Kur'ân'ı benimseyin."
Hz. Ali, Rabaza'dan
ayrılmaya karar verip harekete geçeceği esnada İbn Ebi Rufaa b. Rafi kalkıp
yanına gitti ve şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, ne yapmak istiyorsun? Bizi nereye götüreceksin?
- Yapmak istediğimiz
ve gerçekleştirmeye niyetlendiğimiz şey, ıslahattır. Eğer bunu kabul eder ve
çağrımıza icabet ederlerse, ıslahat yapmak istiyoruz. Durumu düzeltmeye
niyetliyiz.
- Ya sizin bu
isteğinize uymazlar ve çağrınıza icabet etmezlerse ne yaparsın?
- Onlan hainlikleriyle
başbaşa bırakır ve onlara hakkı verip sabrederiz.
- Ya buna da razı
olmazlarsa ne yaparsın?
- Bize ilişmedikleri
sürece biz de onlara ilişmeyiz.
- Ya bizi rahat
bırakmazlarsa ne yaparsın?
- Kendimizi onlara
karşı koruruz.
- Öyleyse yapmak
istediğin şey güzel bir şeydir di:
O esnada Haccac b.
Gaziyye el-Ensârî de kalkıp Hz. Ali'ye şöyle de-
- Sözle beni memnun
ettiğin gibi ben de fiil ile seni memnun edeceğim. Allah bimi nasıl ki Ensâr
(yardımcılar) olarak adlandırmışsa, Allah bana yardım da edecektir."
Hz. Ali, Rabaza'da
iken Tay kabilesinden bir topluluk oraya geldi. Hz. Ali'ye dediler ki: "Bu
topluluk, Tay kabilesinden gelmektedir. Bunların bir kısmı seninle birlikte
yola çıkmak istiyorlar, bir kısmı da sadece sana selam vermek
istiyorlar."
Hz. Ali de şöyle dedi:
Allah hepsine hayır mükafat versin. "Allah, mal ve canlarıyla cihad
edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. (en-Nisâ, 95.)
Anlatıldığına göre Hz.
Ali, Rabaza'dan kızıl tüylü dişi bir deveye binmiş ve peşinden de doru bir atı
çekerek hareket etti. Yefi'd'e geldiğinde Esed ve Tay kabilelerinden bir
topluluk yanına uğradı. Onunla beraber olma teklifinde bulunduklarında Hz.
Ali: "Beraberimde yeteri kadar adam var." dedi. Kûfelilerden Amir b.
Matar eş-Şeybanî de yanına geldi. Hz. Ali, ona: "Arkanda ne haberler
var?" diye sorunca adam olup bitenleri anlattı. Hz. Ali, ona Ebu Musa'yı
sordu. Adam da şu cevabı verdi:
- Eğer sen barış
istiyorsan Ebu Musa barıştan yanadır. Eğer savaşmak istiyorsan o, savaşmaya
taraftar değildir.
- Vallahi ben barıştan
başka birşey istemiyorum. Bize karşı isyan edenlerle barış istiyorum. Böyle
dedikten sonra Hz. Ali, yoluna devam etti. Kûfe'ye yaklaştığında Kûfelüerin
başlarına gelen şeyler, öldürmeler ve Osman b. Hanifin Basra'dan çıkarılıp
kovulması, beytülmahn yağmalanması ona anlatıldı. O da: "Allah'ım! Talha
ve Zübeyr'i mübtela kıldığın şeyden beni uzak tut." dedi. Zikar beldesine
vardığında Osman b. Hanif, yüzü yolunmuş, yüzünde tek tüy kalmamış olarak
yanına gelip şöyle dedi:
- Ey müzminlerin emiri!
Sen, beni sakallı olarak Basra'ya gönderdin. Şimdi de tüysüz olarak senin
yanma geldim.
- Hayır ve sevap
kazandın.
Hz. Ali, böyle
dedikten sonra Talha ile Zübeyr hakkında da şöyle dedi: "Allah'ım,
bunların düğümlediğini çöz ve kendi nefislerinde hükmettikleri şeyi başa
çıkarma. Yaptıkları şu kötü işin fenalığını da kendilerine göster." Hz.
Ali, Zikar beldesinde ikamete başladı. Muhammed b. Ebi Bekir ve Muhammed b.
Cafer'le gönderdiği mektubun cevabını beklemeye başladı. Onlar daHz. Ali'nin
mektubunu Ebu Musa'ya götürdüler. Yaptırmak istediği duyuruyu halka duyurdular.
Ancak isteklerine uyan ve çağrılarına icabet eden olmadı. Akşam olunca akıllı
birkaç kişi Ebu. "Musa'nın yânına giderek Hz. Ali'ye itaat etmesini
söylediler. Ebu Musada: "Bu, dün olan bir şeydir. Zamanı geçmiştir."
dedi. Bunun üzerine Muhammed b. Ebi Bekir ile Muhammed b. Cafer Öfkelenerek
Ebu Musa'ya ağır sözler sarf ettiler. O da onlara şu karşılığı verdi:
"Vallahi Osman'a yapılan be/at, hem benim boynumda, hem de sizin arkadaşınız
Ali'nin boynundadır. Eğer mutlaka: savaşılacaksa biz, her nerede olurlarsa
olsunlar ve her kim olurlarsa olsunlar Osman'ın katilleriyle olan davamızı
sonuçlandırmadıkça hiç kimseyle savaşmayacağız."
Bunun üzerine Muhammed
b. Ebi Bekir ile Muhammed b. Cafer dönüp Hz. Ali'nin yanma vardılar. Durumu
ona anlattılar. Zikar beldesinde bulunan Hz. Ali, Eşter'e şöyle dedi:"Sen
Ebu Musa'nın arkadaşısın. Her hususta ona itirazda bulunabilirsin. İbn Abbasla
birlikte ona gidin, bozduğu şeyi düzelt." Ester ile İbn Abbas yola
çıktılar. Kûfe'ye gelip Ebu Musa ile konuştular. Kûfeli birkaç kişiyi de
yanlarına alarak onlardan Ebu Musa'ya karşı yardım istediler. Ebu Musa da
kalkıp cemaata hitaben şöyle dedi:
- Ey insanlar!
Muhammed'e arkadaşlık eden sahabeler, Allah ve Rasûlüne sahabe olmayanlara
nisbetle daha iyi bilirler. Sizin bizim üzerimizde haklarınız vardır. Ben size
bir öğüt vereceğim. Uygun görüş odur ki, Allah'ın otoritesini hafife
almayasınız ve O'nun emrine karşı cüretkarlık yapmayasmız. İşte fitne
kopmuştur. Bu fitne esnasında uyuyan kimse, uyanık olandan daha hayırlıdır.
Uyanık olan da oturandan daha hayırlıdır. Oturan da ayakta durandan daha
hayırlıdır. Ayakta duran da süvariden daha hayırlıdır. Süvari olan ise
bineğini koşuşturandan daha hayırlıdır. Kılıçlarınızı kınlarına sokun.
Mızraklarınızın başını ve yaylarınızın krişini koparın. Bu iş yatışmcaya kadar
haksızlığa uğrayanları ve mazlumları barındırın ki, bu fitne ortadan yok olup
gitsin.
Ebu Musa'nın bu
konuşmasını yapmasından sonra İbn Abbas ve Ester, dönüp Hz. Ali'nin yanma
gittiler. Durumu ona anlattılar. Sonra Hz. AU, Hasan ile Ammar b. Yasir'i
Kûfe'ye gönderdi. Ammar'a: "Git ve bozduğunu düzelt" dedi. Ammar'la
Hasan yola çıktılar. Kûfe'ye varıp mescide girdiler. Kendilerine ilk selam
veren kişi, Mesruk b. Ecda oldu. Mesruk, Ammar'a şöyle sordu:
- Osman'ı niçin
öldürdünüz?
- Irzımıza sövüldüğü,
canlarımıza vurulduğu için.
- Vallahi size
davranıldığı gibi davranmadınız. Eğer sabretseydiniz, bu sabır sizin için daha
hayırlı olurdu.
Bu konuşmadan sonra
Ebu Musa çıktı. Gelip Hz. Ali'nin oğlu Ha-san'ı yanma aldı. Ammar'a şöyle dedi:
- Ey Ebu Yakzan,
mü'minlerin emiri Osman'a hücum ettin ve onu öldürdün mü?
- Bunu niçin yapmış
olalım? Ama onun öldürülmesi ağrıma gitmedi ve beni üzmedi de.
Hz. Ali'nin oğlu
Hasan, konuşmalarını kesip araya girdi ve Ebu Musa'ya şöyle dedi:
- Halkın bize
yönelmesine niçin engel oluyorsun?
- Allah'a yemin ederim
ki biz, durumu düzeltmekten ve barıştan başka birşey istemiyoruz. Mü'minlerin
emiri Ali gibi kötülükten ve fesattan korkan başka biri yoktur.
- Doğru söyledin, anam
babam sana feda olsun. Ama kendisine danışılan kişi güvenlidir. Ben Peygamber
(s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Bir fitne ortaya çıkacaktır. O
fitne zamanında oturan kişi ayakta durandan daha hayırlı olacaktır. Ayakta
duran kişi yürüyenden daha hayırlı olacaktır. Yürüyen kişi süvari olandan daha
hayırlı olacaktır. Cenâb-ı Allah, bizi kardeş kıldı. Kanlarımızı ve mallarımızı
birbirimize haram kıldı.
Ammar, Ebu Musa'nın bu
konuşmasına kızdı ve Ebu Musa'ya sövdü. Sonra da şöyle dedi:
- Ey insanlar, o kendi
kendini vasfetmektedir. Sen bu fitnede oturuyorsun, ancak ayakta duran senden
daha hayırlıdır.
Sonra Beni Temim
kabilesinden bir adam, Ebu Musa tarafını tutarak Ammar'a kızıp sövdü.
Başkaları da ayaklandılar. Ebu Musa, insanları kavgadan men ediyordu.
Bağrışmalar çoğaldı. Gürültü oldu ve sesler yükseldi. Ebu Musa da şöyle dedi:
- Ey İnsanlar, bana
itaat edin. Arap milletlerinin en hayırlısı olun ki, onlara mazlum kimseler
sığınır. Korkuda olan kimseler, onların arasında güven duyar. Fitne geldiği
zaman işler karışır. Fitne çıkıp gittiği zaman fitne olduğu anlaşılır. Bundan
sonra Ebu Musa, insanları birbirlerine el uzatmaktan menetti ve evlerine
kapanmaîarim buyurdu.
Zeyd b. Sohan kalkıp
şöyle dedi:
- Ey insanlar,
mü'minlerin emirinin yanma gidin. Müslümanlarm efendisinin yanma gidin. Topluca
ona varın. Ka'ka' b. Anar da kalkıp şöyle dedi:
- Mü'minlerin emirinin
söyledikleri doğrudur. Ama insanlar arasında zalimi zulmünden meneden,
mazlumun hakkını koruyan bîr emi rin bulunması gerekir ki, onun vasıtasıyla
düzen sağlansın, insanların dağınık işleri toparlansın. Mü'minlerin emiri Ali,
kendisine yüklenilen görevin hakkını vermiştir. Çağrısında insaflı
davranmıştır. O sadece ıslahatı istiyor. Barıştan yanadır. Hep birlikte ona
gidin.
Abdi Hayr ise şöyle
dedi:
- Şu anda insanlar
(yani Müslümanlar) dört nrkaya ayrılmışlardır. Ali, Kûfe'nin yakınında
taraftarlarıyla birlikte bulunuyor. Talha ve Zübeyr Basra'da bulunuyorlar.
Muaviye ise, Şam'da bulunuyor. Diğer taraftan Hicaz'da kendilerinden
vazgeçilmeyen ve bir tarafa itilemeyen ancak hiç kimseye karşı çarpışmak
istemeyen Hicaz ehli bulunmaktadır. Ebu Musa, sözün burasında şöyle demişti:
- İşte Hicaz'da
bulunanlar en hayırlı fırkadır. İşte fitne kopmuştur.
Bundan sonra orada
bulunanlar karşılıklı laf atmaya başladılar. Sonra Ammar ile Hz. Ali'nin oğlu
Hasan minbere çıkıp insanlara, mü'minlerin emiri Ali'nin yanma gitmeleri
çağrısında bulundular. Onun, halk arasında barış istediğini ifade ettiler. Ammar
da Hz. Aişe'ye küfreden bir adamı işitince ona şöyle dedi:
- Sus, horlanası adam,
köpekler sana havlasın! Vallahi Aişe, Rasûlullah (s.a.v.)'ın dünyada ve
ahiretteki zevcesidir. Ama Cenâb-ı Allah, sizi onun vasıtasıyla imtihan etti
ki kendisine mi yoksa Aişe'ye mi itaat ettiğinizi bilsin.
Hicr b. Adiy de kalkıp
şöyle dedi:
- Her kişinin ayağa
kalkıp konuştuğu ve insanları Hz. Ali'nin safları araşma katılmaya teşvik
ettiği zaman Ebu Musa, onları Hz. Ali'nin yanma gitmekten men ediyordu.
Minberin üzerinde Ammar ve Nasan'la birlikte duruyordu. Nihayet Hz. Ali'nin
oğlu Hasan, ona:
- Yazıklar olsun sana,
anası ölesice, yanımızdan uzaklaş ve minberimizi terket, dedi.
Anlatıldığına göre Hz.
Ali, Eşter'i Kûfe'ye göndermiş, o da Ebu Musa'yı Küfe valiliğinden azlederek
aynı gecede vali konağından ihraç etmişti. Ondan sonra Kûfeliler, Hz. Ali'nin
safları araşma katılma çağrısına icabet etmişler ve Hz. Hasanla birlikte
karadan ve Dicle nehrinden gitmek üzere 9000 kişi Hz. Ali'nin yanma
varmışlardı. Başka bir rivayete göre ise Hz. Hasan'la birlikte 12000 kişi, Hz.
Ali'nin yanma gitmiş. Hz. Ali de bir cemaatla Zikar'da yol üzerinde onları
karşılamıştı. Karşılayan cemaat arasında İbn Abbas da vardı. Hz. Ali, hepsine;
"Hoş geldiniz diyerek şöyle hitap etmişti:"
- Ey Küfe halkı, siz
Acem hükümdarlarıyla karşılaştınız, onların topluluklarını dağıttınız. Basralı
kardeşlerimizin yanma bizimle beraber gelmeniz için sizi çağırdım. Eğer geri
dönerlerse ki, istediğimiz budur ne âlâ. Eğer İsrar ederlerse onlara yumuşakça
muamele ederiz. Neticede onlar bize haksızlık yaparak zulüm başlatırlarsa, o
zaman gereğini yaparız. İçinde barış bulunan bütün çarelere baş vurunuz.
Islahatı fesada tercih ederiz. İnşülah bunu yaparız.
Hz. Ali'nin etrafında
Zikar beldesinde toplandılar. Hz. Ali'ye katılan birliklerin tanınmış
reislerinin adları şöyleydi: Ka'ka' b. Amr, Sa'd b. Malik, Hind b. Amr, Heysem
b. Şihab, Zeyd b. Sohan, Ester, Adiy b. Hatim, Müseyyeb b. Neciyye, Yezid b.
Kays ve Hicr b. Adiy.
Abdü'1-Kays kabilesi,
bütünüyle Hz. Ali'nin bulunduğu Zikar ile Basra arasında durup onun gelmesini
bekliyorlardı. Binlerce kişidiler. Hz. Ali, Basra'da bulunan Talha ve Zübeyr'e
elçi olarak Ka*ka'ı gönderdi ki, onları kendi safları arasına katılmaya ve
dostluk bağları tesis etmeye davet etsin. Ayrılık ve ihtilafın büyük bir günah
olduğunu anlatsın. Ka'ka, Basra'ya gitti. Önce mü'minlerin annesi Hz. Aişe ile
görüşüp ona şöyle dedi:
- Anacığım, bu beldeye
seni getiren sebep nedir?
- Ey oğulcağızım,
insanların arasını düzeltmek için geldim.
- Talha ve Zübeyr'e
haber gönder de senin yamna gelsinler. Onlarla da senin huzurunda konuşalım.
Haber gönderildi.
Talha ve Zübeyr, Hz. Aişe'nin bulunduğu yere geldiler. Ka'ka', onlara şöyle
dedi:
- Ben, mü'minlerin
annesi Aişe'ye buraya niçin geldiğini sordum, insanların arasını bulmak ve
fesadı yok etmek için geldiğini söyledi.
- Biz de bunun için
geldik.
- Bu düzeltmenin ve
ara bulmanın yolu nedir? Bunu bana söyleyin. Bu düzeltme ne şekilde
yapılacaktır? Allah'a yemin ederim ki, eğer yolunu bilirsek düzeltmeyi yapar,
fesadı ortadan kaldırırdık. Eğer bilemezsek bunu yapamayız.
- Osman'ın katillerini
istiyoruz. Eğer o katiller kendi hallerine bırakılırlar ve onlara
ilişmezlerse, bu Kur'an-ı terk etmek demektir.
- Siz, Basra halkından
Osman'ın katilleri olan birçok kimseyi öldürdünüz. Bu gün doğruluğa herkesten
önce sizin yönelmeniz gerekir. 600 adam öldürdünüz. 6000 kişi size karşı çıktı.
Sizi terkedip gittiler, yanınızdan
ayrıldılar. Harkus b. Züheyr'i öldürmek istediniz. Onu, 6000 kişi size
karşı korudu. Eğer onları kendi hallerine terkederseniz bu söylediklerinizi de
terk etmiş olursunuz. Eğer onlarla çarpışacak ve sizden ayrılan adamlara karşı
koyacak olursanız, hoş karşılamadığımız bu olaylardan daha büyüğü ile
karşılaşır ve nefret duyarsınız, (yani amacınız Osman'ın katillerini öldürmekse
ve bunda bir maslahat gör-mekteyseniz bilesiniz M, onları öldürdüğünüz takdirde
daha büyük bir fesat çıkacaktır.) 6000 kişi kendisini koruduğu için Harkus b.
Zü-heyr'den, Hz. Osman'ın öcünü almaktan aciz kaldığınız gibi ben de Osman'm
katillerini şimdilik öldürmemekte mazurum. O katilleri öldürme işini,onları
yakalama fırsatını elde edinceye kadar erteliyorum. Çünkü her şehirdeki
ahalinin görüşü farklıdır. Halk, ihtilaf halindedir.
Sonra şunu da
biliyorum ki, Rebia ve Mudar kabilesinden bir topluluk, meydana gelen bu hadise
yüzünden Osman'ın katilleriyle savaşmak için bir araya gelmişlerdir.
Bunun üzerine Hz.
Aişe, Kaka'ya:
- Peki sen ne dersin?
diye sorar, o da şöyle cevap verir:
- Ben derim ki:
Meydana gelen bu olayların ilacı, hadiseleri ve insanları sakinleştirmektir.
Eğer bu durum teskin edilirse, insanların heyecanlan söner ve iş sona erer.
Bize bey'at ederseniz bu, hayra bir alamettir. Rahmet ve iyiliğe doğru giden
bir yolun müjdesidir. Fakat buna yanaşmaz da işi daha da büyüterek yan
çizerseniz,durum, şerre ve kötülüğe doğru kayıp gider ki bu, hakimiyetin ve
mülkün yok olması demektir. Afiyeti, sağlık ve selameti isteyin ki, yüce
Allah, onu size ihsan etsin. Siz daha önce İslâm'ın başlangıcında olduğu gibi
hayra ve iyiliğe anahtar olunuz. Ne olur, belaya ve musibete baş vurup da onu
başımıza ve kendi başınıza s ar dır m ayın. Vallahi benim söyleyeceklerim
bundan ibarettir. Sizi bu sözlere uymaya ve hayra davet ediyorum. Bu musibetlerin
sonunda yüce Allah'ın, bizi daha büyük bir musibete uğratacağından korkuyorum.
Başınıza gelen bu felaketler, gerçekten daha önce düşünülen ve tasarlanan
şeyler değildir. Bu işler, bir adamın bir başkasını öldürmesi veya ondan nefret
etmesi, ya da bir kabilenin başka bir kabileyi öldürüp de ondan nefret
etmesine benzemez.
Bu sözler üzerine
onlar da Ka'ka'ya şöyle dediler:
- Doğru ve isabetli
söyledin. Kalk, şimdi Ali'ye git.Eğer Ali de bu görüşlerine aynen uyar ve bu
görüşlerle bize yaklaşırsa, o zaman bu iş barışla sonuçlandı, demektir.
Ka'ka', Hz. Ali'ye
dönüp durumu anlattı. O da son derece sevindi. Her iki taraf barışa yöneldi.
Ancak bu barışı hoş karşılamayanlar da vardı.
Hz. Aişe de oraya
barış amacıyla geldiğini bir haberciyle Hz. Ali'ye bildirdi. îki taraf
sevindiler, bunun üzerine Hz. Ali kalkıp bir hutbe okumuş, Allah'a hamdü
senada bulunduktan sonra cahiliye döneminin bahtsızlığından ve mutsuzluğundan,
İslâm'ın gelişiyle erişilen mutluluktan, Allah'ın, bu ümmete verdiği
nimetlerinden, Rasûlullah (sa.v.) dan sonra hilafet ve cemaatla nasıl bir
nimete erdiklerinden Rasûlullah'tan sonra gelen her iki halifenin döneminde de
aynı mutluluğun sürdüğünden, fakat Cenâb-ı Allah'ın insanlara ihsan ettiği bu
üstünlükleri kıskanan ve dünyayı taleb eden şerli bir grubun çıkıp bu olaya
sebebiyet verdiğinden söz etmiş ve bunların İslâmiyet'i tekrar gerisin geriye
çevirmek istediklerini anlatmış, sonra sözlerini şöyle bitirmiş: "Allah,
mutlaka arzu ettiğini ortaya koyar ve dilediğini yapar, haberiniz olsun ki,
ben yarın çıkıp gidiyorum. Siz de bana uyup çıkıp buradan gidin. Hz. Osman'ın
öldürülmesine yardımcı olanlar yola çıkmasınlar.»
Hz. Ali, bu
konuşmasını yaptıktan sonra, Hz. Osman'ın öldürülmesinde elebaşlık yapan Ester
en-Nehaî, Şûreyh b. Evfa, îbn Sevda lakabıyla bilinen Abdullah b. Sebe', Salim
b. Salebe ve Gulab b. Heysem gibi tanınmış liderler başkanlığında 2500 kişi bir
araya gelip toplandı. Bunların aralarında bir tek sahabe yoktu, bunlar dediler
ki: «Bu da ne! Aslında görüş şudur: Ali, Allah'ın kitabını en iyi kavrayan ve
en iyi bilen bir kimse olduğu için Osman'ın katillerini er-geç yakalayıp
Allah'ın emrini yerine getirecek ve bu konuda titiz davranacak ilk insandır.
Onun söylediklerini işittiniz, yarın insanları size karşı toplayacaktır.
Aslında. bütün kavım sizi ele geçirmek istiyor. Sayınız az, onlarınki ise
çoktur, ne yapacaksınız?
Ester dedi ki: Talha
ile Zübeyr'in bizim hakkımızda neler düşündüklerini biliyoruz. Ali'nin ise
bizim hakkımızdaki düşündüklerini bugüne kadar bilmiyoruz. Eğer onlarla
antlaşmışsa demek ki, bizi öldürmek için antlaşmışlardır. Eğer durum bu
merkezde ise, Ali'yi de Osman'ın peşine takar (ve onu öldürürüz). O zaman
millet de susarak bizim yaptıklarımıza razı olur.
îbn sevda (Abdullah
b.Sebe) ise, şöyle dedi:
- Senin görüşün ne kadar
kötü! Eğer Ali'yi öldürürsek bizi de öldürürler. Ey Osman'ın katilleri olan
bizler! Biz 2500 kişilik bir grubuz.Tal-ha ile Zübeyr ve taraftarlarına gelince
5000 kişidirler, onlara güç yetire-meyiz, onlar bizi ele geçirmek istiyorlar.
Gulab b.Heysem ise,
şöyle dedi:
- Gelin, onları kendi
hallerine bırakıp gidelim, başka şehirlere yerleşelim, orada kendimizi
koruyalım.
İbn Sevda (Abdullah b.
Sebe'), şöyle dedi: Ne kadar kötü bir görüş! Vallahi herkes sizin ayrı bir grup
olup gitmenizden dolayı sevinir. Eğer siz, bu iyi ve her türlü kötülükten uzak
olan insanlarla bir arada olursanız, mesele yok. Eğer ayrılıp ta kendi
başınıza bir grup olursanız nerede bulunursanız bulunun, vallahi insanlar sizi
öldürürler. Sizin üstün olmanız ve bu işten sıyrılmanız, her iki grubun
çarpışmasıyla mümkündür. Eğer onlar yarın birbirlerine düşerlerse, siz
aralarından yavaşça çekilip çıkınız ve onlara herhangi bir şekilde yardım
konusunda da söz vermeyiniz. Siz, kimin yanında olursanız onun savaştan
vazgeçmesi kaçınılmazdır. Burada yapılacak tek şey, Ali'yi Talha ve Zübeyr ile
çarpıştırıp onları birbirine düşürmektir. Bu görüşümü dikkate alın.
Böyle dedikten sonra
ayrıldılar. Sabahleyin de Ali yola çıktı. Abdül-Kays kabilesinin adamlarının
bulunduğu yere vardı. Onlar da kendesi-ne katılıp yola çıktılar. Nihayet
Zaviye'ye vardılar. Hz. Ali, oradan Basra'ya doğru hareket etti. Talha ve
Zübeyr ile beraberindekiler de Hz. Ali'yi karşılamak için yola çıktılar.
Ubeydullah b. Ziyad'ın köşkününün yanında toplandılar. Her iki taraf ayrı ayrı
yerlerde konakladılar. Hz. Ali, askerlerini biraz öne aldı, diğerleri gelip ona
katıldılar. Üç gün orada durdular. îki taraf arasında haberleşme ve yazışma
devam etti. Bu durum hicri otuzaltmcı sene cemaziyelahir ayının ortalarında
cerayan etmişti. Bazı kimseler, Talha ve Zübeyr'in firsatı değerlendirerek Osman'ın
katillerini ele geçirmelerini teklif etmişler, onlar da şöyle demişlerdi:
«Ali, bu işin teskin
edilmesini tavsiye etti. Biz de bu hususta barışmak üzere ona haber
göndermişiz.»
Hz. Ali de kalkıp
taraftarlarına bir hutbe irad etti. Aver b.Neyyar el-Mankarî kalkıp ona
Basra'ya niçin geldiğini sordu.O da şöyle cevap verdi:
- Durumu düzeltmek,
fesadı yok etmek, intikam ateşini söndürmek, insanları hayır üzerinde toplamak
ve ümmetin bu galeyanını yatıştırmak için geldim.
- Ya senin bu çağrına
icabet etmezlerse ne yaparsın?
- Onlar, bize
ilişmedikleri sürece biz de onlara ilişmeyiz.
- Ya onlar, bizi rahat
bırakmazlarsa ne yaprsın?
- Kendimizi onlar
karşı savunuruz.
- Onlar da senin gibi
düşünayorlar mı?
- Evet.
Ebu Selam ed-Dalanî
kalkıp Hz. Ali'ye şöyle bir soru sordu:
- Eğer bu adamlar,
Osman'ın kanını istemekte gerçekten samimi iseler, bu hususta delilleri var
mıdır?
- Evet, vardır.
- Peki bu kam aramakta
gecikme konusunda senin bir delilin var-mıdır?
- Evet, vardır.
- Eğer biz ve onlar,
yarın karşı karşıya gelip çarpışırsak kıyametteki durumumuz ne olacaktır?
- Bizden ve onlardan
kalbi Allah'a bağlı olan bir kimse öldürülürse mutlaka Cenâb-ı Allah'ın onu
Cennet'e koyacağını ümid ederim.
Hz. Ali, orada
bulunanlara bir konuşma yaparak şöyle buyurdu: «Ey Müslümanlar, karşımızda
bulunan bu Müslümanlar için dillerinizi ve ellerinizi tutun. Sakın bu konuda
bizden ileri gitmeyin.Çünkü yarın kıyamet gününde bu gün düşmanlığı başlatanlar
dava edilecektir.»
O esnada Ahnef b.
Kays, bir toplulukla gelip Hz. Ali'ye katıldı. Ah-nef, Harkus b. Züheyr'i,
Talha ve Zübeyr'e karşı korumuştu. Medine'de Hz. Ali'ye bey'at etmişti. Zira o,
Hz. Osman, Medine'de kuşatma altına ahndığı zaman oraya gelmiş; Aişe, Talha ve
Zübeyr'e şöyle bir soru yöneltmişti:
- Eğer Osman
öldürülürse kime bey'at edeyim?
- Ali'ye bey'at et.
Osman öldürülünce Hz.
Ali'ye bey'at etmişti. Sonra Ahnef, şöyle demiştir: «Ali'ye bey'at ettikten
sonra kavmime döndüm. Ama daha feci bir halle karşılaştım. Nihayet insanlar,
Hz. Osman'ın intikamını almak amacıyla Hz. Aişe'nin buraya geldiğini
söylediler. Ben de kime uyacağını hususunda şaştım. Ebu Bekir'den duyduğum bir
hadis vasıtasıyla Cenâb-ı Allah, beni korudu. Zira bu hadiste Rasulullah
(s.a.v.), başlarına Kisra'nın kızını geçiren Farslılann durumunu duyunca şöyle
buyurmuştu: «Yönetimlerinin başına bir kadını geçiren bir millet, felah bulmayacaktır.»
Kısaca demek
istediğimiz şudur ki, Ahnef, 6000 okçusuyla birlikte Hz, Ali'nin saflarına
katıldığında Hz. Ali'ye şöyle dedi:
-İstersen seninle omuz
omuza savaşırım. İstersen de 10 000 kılıçlı adamı savaş alanından
uzaklaştırırım.
- Sen on bin kılıçlı
adamı savaş alanından uzaklatır, bize ilişmesinler.
Bundan sonra Hz. Ali, Talha
ile Zübeyr'e şu mealde bir mektup gönderdi: «Ka'ka' b. Amr'a verdiğiniz söze
bağlıysanız bize ilişmeyin. Oturalım bu işi görüşelim.» Onlar da Hz. Ali'nin,
bu mektubuna karşı şu cevabî mektubu gönderdiler: «Biz, insanlar arasında barış
tesis etmek maksadıyla Ka'ka b. Amr'a verdiğimiz söze bağlıyız.» Böylece
herkesin kalbi rahatladı. Sükuna erdiler. İki ordudaki askerler, arkadaşlarıyla
görüşüp konuştular. Akşam olunca Hz. Ali, Abdullah b. Abbas'ı karşı tarafa
gönderdi. Onlar da Muhammed b. Tuleyha es-Seccad'ı Hz. Ali tarafına
gönderdiler. Böylece iki taraf da rahat bir gece geçirdiler. Ancak Hz. Osman'ın
katilleri, en kötü geceyi geçirdiler. Onlar geceleyin bir araya gelip müşavere
yaptılar. Ve fecir doğar doğmaz savaşı başlatmak-kararım aldılar. Fecrin
doğuşundan Önce ayaklandılar. 2000'e yakın kişiydiler. Her grup kendi
yakınındaki tarafa hücum etti. Kılıçla saldırdılar. İki taraf da kendilerini
korumak için silahlarını ele alıp savaşmaya baş-ladıl G. İnsanlar, uykudan
uyandılar. "Kûfeliler, geceleyin bize hücum ettiler, bize ihanet
ettiler." dediler.
Bunun, Hz. Ali
taraftarlarından gelen bir hücum olduğunu zannettiler. Durum, Hz. Ali'ye
bildirilince o:
- Şu insanlara ne
oluyor? diye sorunca:
- Basralılar gece bize
baskın yaptılar, diye karşılık verdiler.
Her taraf, kendi
silahını koşup aldı, zırhım giydi, atlarına bindi. Aslında ne yapıldığını hiç
kimse bilmiyordu. Bu, Allah'ın takdir etmiş olduğu bir kaderiydi. Savaş iyiden
iyiye kızıştı. Kahramanlar mübareze yaptılar. Bahadırlar, savaş meydanında tur
attılar. İki ordu karşı karşıya geldi. Hz. Ali'nin etrafında 20 000 asker; Hz.
Aişe ile adamlarının etrafında da 30 000 asker toplandı. İnnâlillah ve innâ
ileyhi raciun.
Abdullah b. Sebe
taraftarları -Allah onları kahretsin- çarpışmaya ara vermiyorlardı. Fütursuzca
savaşıyorlardı. Hz. Ali'nin münadisi de: «Savaşmaya son verin,savaşmaya son
verin!» diye sesleniyor, ama kulak veren kimse olmuyordu. Basra kadısı Ka*b b.
Süvvar gelip şöyle dedi: «Ey mü'minlerin annesi! İnsanlara yetiş. Belki
Cenâb-ı Allah, senin vasıtanla insanları barıştırır. Hz. Aişe, devesinin
üzerindeki mahfesine oturdu. Onun mahfesini zırhlarla kapattılar. Gelip
insanların savaştıkları yerde durdu. Ama onlar birbirlerine saldırıyor, savaş
meydanında tur atıyorlardı. Savaş alanında çarpışanlar arasında Zübeyr ve Ammar
da vardı. Ammar, mızrağını Zübeyr'e fırlatacaktı. Ama Zübeyr, kendini bir
tarafa çekiyor ve ona şöyle diyordu:
- Ey Ebu Yakzan, beni
öldürecek misin?
- Hayır, ey
Abdullah'ın babası.
Zübeyr, Rasulullah
(s.a.v.)'m «Ey Ammar! Seni asi bir grup Öldürecektir.» hadisini hatırladığı
için Ammar'ı öldürmekten vazgeçti. Yoksa Zübeyr, ondan daha güçlüydü. Bu
sebeple onu öldürmedi. Zaten bu savaşta iki taraf da yaralıları öldürmemeye,
kaçanı kovalamamaya söz ve-mişlerdi. Buna rağmen çok sayıda adam öldürüldü.
Nihayet Hz. Ali, oğlu Hasan'a şöyle dedi:
- Ey Hasan, keşke
baban bundan yirmi sene önce Ölmüş olsaydı.
- Babacığım, ben seni
bu işten vazgeçirmeye çalışmıştım. Sen beni dinlemedin.
Said b. Ebi Ucre, Kays
b. Ubade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cemel savaşında Hz. Ali,
oğlu Hasan'a şöyle dedi:
- Ey Hasan, keşke
baban bundan yirmi sene önce ölmüş olsaydı. —Babacığım, ben seni bu işten
vazgeçirmeye çalışmıştım. Ama beni
dinlemedin.
- Ben işin bu noktaya
varacağını düşünememiştim.»
Mübarek b. Fudale,
Hasan b. Ebi Bekre'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Cemel gününde savaş
şiddetlenince Hz. Ali, kellelerin koptuğunu
ve yere düştüğünü
gördüğü zaman oğlu Hasan'ı tutup bağrına bastı,
sonra şöyle dedi:
- Ey Hasan, doğrusu
biz Allah'a aidiz ama bu durumdan sonra artık ne hayır umulur?»
İki ordu karşı karşıya
gelip saf halinde dizildikten sonra Hz. Ali, kendileriyle konuşmak için Talha
ve Zübeyr'e haber gönderdi. Bunlar, atlarının boyunları birbirine girinceye
kadar yaklaştılar. Konuşmaya başladılar. Hz. Ali, onlara şöyle dedi:
- Görüyorum ki atlar,
adamlar ve teçhizatlar toplamışsınız. Ama kıyamet gününde kendinizi savunacak
bir mazeretinizi hazırladınız mı? Allah'a karşı gelmekten sakının ve örgüsünü
sağlam Ördükten sonra bozan kadın gibi olmayın. Ben sizin kanınızı korumak
için hakim olmadım mı? Siz benim kanımı koruyacaksınız, ben de sizinkini
koruyacağım. Kanımı helal kılmanızı gerektirecek bir hadis mi var?
Talha dedi ki:
- Sen, halkı Osman'a
karşı kışkırttın.
- O gün, Allah onlara
kesinleşmiş cezalarını verecektir.» (en-Nur, 25.) Allah, Osman'ın katillerine
lanet etsin.
- Ey Talha, sen kendi
zevceni evinde gizlerken Rasûlullah'm zevcesini buraya getirdin. Onu vesile
edinerek savaşıyorsun* Öyle mi? Sen bana bey'at etmedin mi?
- Sana bey'at ettim
ama o zaman boynumun üzerinde kılıç duruyordu, korktuğum için bey'at ettim.
- Ey Zübeyr! Sen niçin
buraya geldin?
- Senin yüzünden
geldim ve halifeliğe benden daha layık olmadığını düşündüğüm için geldim
- Hatırlıyor musun,
bir gün Rasûlullah (sa.v.) la birlikte bir yerde yürüyordum da Ben-i Ganem den
geçtiğimiz sırada Rasûlullah (s.a.v.) bana bakıp tebessüm etti ve ben de ona
bakıp tebessüm ettim.Sen o anda Rasûlullah'a: "Ebu Talib'in oğlu niye bu
kibrini bırakmıyor?" dediğin zaman Rasûlullah (s.a.v.), sana şöyle demedi
mi: «Ebu Talib'in oğlunda kibir yoktur ve bir gün sen onunla haksız yere
çarpışacaksın.»
- Vallahi dediğin
doğrudur. Şu anda Rasûlullah'm dediklerini hatırladım, eğer bunları daha önce
hatırlamış olsaydım kesinlikle buraya gelmezdim. Bundan sonra da ebediyyen sana
karşı savaşacak değilim.»
Beyhakî, Harb b. Ebi
Esved ed-Düelfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ali ve adamları,
Talha ile Zübeyr'e yaklaştıklarında, saflar karşı karşıya geldiklerinde
Rasûlullah (s.a.v.)'ın katırına binmiş olan Hz. Ali, öne çıktı ve şöyle
seslendi: «Ben Ali'yim. Bana Zübeyr b. Avvam'ı çağırın.»
Zübeyr'e seslenildi, O
da geldi. Birbirlerine yaklaştılar, öyle ki, ikisinin bineklerinin boyunları
birbirine değdi. Hz. Ali, ona şöyle dedi:
- Ey Zübeyr! Allah
aşkına söyle. Hani bir gün falan yerde iken Rasûlullah (s.a.v.) sana uğradı ye
şöyle sordu: Ey Zübeyr, sen Ali'yi sev-mezmisin? Sen de demiştin ki: «Dayım
oğlunu, amcam oğlunu ve dindaşımı nasıl sevmem?»
Yine Rasûlullah, sana
şöyle demişti: «Ey Zübeyr! Ama vallahi sen kendisine haksızlık ederek Ali ile
savaşacaksın.» Zübeyr dedi ki:
- Evet, vallahi ben bu
hadisi unutmuştum. Rasûlullah (s.a.v.) dan duyduğumdan beri hatırlamıyordum.
Şimdi hatırladım. Vallahi artık ebediyyen seninle savaşmayacağım.
Böyle dedikten sonra
Zübeyr, bineğinin üzerinde safları yara yara geri dönüp gitti. Abdullah b.
Zübeyr, karşısına çıkıp ona şöyle sordu:
- Neyin var? Sana ne
oldu?
- Ali, Rasûlullah'tan
duyduğum şu hadisi bana hatırlattı: "Sen, kendisine haksızlık ederek Ali
ile savaşacaksın.»
- Sen savaşmak için mi
buraya geldin? Oysa sen, insanların arasını bulmak ve sulh yapmak için buraya
geldin. Allah, bu işi senin vasıtanla düzeltecek ve böylece barış
yapılacaktır.
- Ben, kendisiyle
savaşmamak için Ali'ye yemin ettim.
- Yemin keffareti
olarak kölen Serkis'i azad et ve inhanlarm arasını buluncaya kadar burada dur.
Zübeyr, kölesini azad
etti ve orada durdu. İnsanların işi karışıp aralarında ihtilaf vuku bulunca
atının üzerinde çekip gitti. Hz. Aişe'nin yanma vardı. Ali ile savaşmayacağına
yemin ettiğini ona da anlattı. Oğlu Abdullah, kendisine dedi ki: "Sen
insanları topladın, karşı tarafla savaşmak üzere karşı karşıya geldiklerinde
ise aralarından çıktın. Sen, Ali'ye yaptığın yeminin keffaretini öde ve burada
bekle."
O da kölesini azad
etti. Azad ettiği kölenin Serkis adında bir köle olduğu söylenir. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre Zübeyr, Ammar ile Ali'yi bir arada görünce savaş
alanından dönüp gitmiştir. Çünkü o, Rasûlullah (s.a.v.)'m, Ammar'a: «Seni asi
bir topluluk öldürecektir.» dediğini işitmişti ve Ammar'ın o günde
öldürülmesini istememişti.» Naklettiğimiz bu hadis sahih ise, demek ki Zübeyr,
bu hadis sebebiyle savaş alanından dönüp gitmişti. Ve Hz. Ali'ye yaptığı
yeminin keffaretini ödedikten sonra tekrar onunla savaşmak için savaş alanında
beklemiş olduğu akla uymayan uzak bir ihtimaldir. Doğrusunu Allah bilir.
Kısaca demek
istediğimiz şudur ki, Cemel savaşında Zübeyr, savaş alanından döndükten sonra
Vadi's-Siba' denen bir yerde mola vermiş, o esnada Amr b. Cermuz adında biri
onu takip etmişti. Zübeyr, uyumakta iken Amr b. Cermuz gelip ansızın onu
öldünnüştü.Bununla ilgili detaylı açıklamayı ileride vereceğiz.
Talha'ya gelince,
savaş alanında hedefini şaşırmış serseri bir ok ona isabet etmişti. Bu oku
Mervan b. Hakem ona fırlatmıştı. Doğrusunu Allah bilir, Talha, yaralanan
ayağını atının bedenine yapıştırıp yoluna devam etmeye çalışmış, ancak atı ona
serkeşlik yapınca: «Bana gelin ey Allah'ın kulları, bana gelin ey Allah'ın
kullan!» diye ünlemiş, peşine takılıp kendisini tutan bir kölesine: «Yazıklar
olsun sana! Beni evlere götür.» demişti. Ayağı kanadığı için ayakkabısı kanla
dolmuştu. Kölesine: «Terkime bin» demişti. Kan kaybettiği için gücünü
yitirmişti. Kölesi terkisine binerek onu binek üstünde tutmuş ve Basra'daki
bir eve götürüp bırakmıştı. Kendisi de orada vefat etmişti. Allah ondan razı
olsun.
Hz. Aişe, mahfesinin
üzerinde savaş alanında ilerledi. Savaş kızışıp çarpışma şiddetlenince Zübeyr
geri dönmüş, Talha'da öldürülmüştü. O esnada Basra kadısı Ka'b b. Süvvar, bir
mushafi eline almış, Hz. Aişe de ona: «Çarpışanları bu mushafa davet et.» diye
emretmişti. Ka'b b. Süvvar, mushafi eline alıp savaş alamnda ilerleyince Küfe
ordusunun öncüleri onu karşılamışlardı. Abdullah b. Sebe' ve taraftarları,
askerlerin önünde bulunup ele geçirdikleri Basrahları Öldürüyorlardı. Fırsatım
buldukça hiçbir kimseyi öldürmekten geri durmuyorlardı. Ka'b b. Süv-var'ın
mushafi eline alıp yüksekte tuttuğunu görünce onu ok yağmuruna tutarak öldürdüler.
Okları mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin mahfesine de ulaşıyordu. Bunun üzerine
Hz. Aişe:
- Allah Allah! Ey
oğullarım, hesap gününü hatırlayın! diye bağır-dı.Ellerini kaldırıp Hz.
Osman'ın katilleri olan o saldırganlara beddua etmeye başladı. Orada bulunan
kirmmeler de onunla birlikte yüksek sesle beddua etmeye başladılar. Bu
gürültüler, Hz. Ali'nin kulağına varınca; «Bu gürültü de ne?» diye sordu.
Orada bulunanlar:«Mü'minlerin annesi,Hz. Osman'ın katillerine ve bu katillerin
taraftarlarına beddua ediyor» dediler.
Hz. Ali de: «Allah'ım,
Osman'ın katillerine lanet et.» dedi.Abdullah b. Sebe' ve adamları, Hz.
Aişe'nin mahfesine ok atmaya devam ettiler. Öyle ki, atılan okların saplanması
neticesinde mahfesi kirpiyi andırdı. Hz. Aişe de yanında bulunanları, bu
saldırganları durdurmaya teşvik etti. Yanındaki koruyucuları, onlara karşı
saldırıya geçirdi. Onlar da saldırganlara hücum ettiler ve bu hücum, Hz.
Ali'nin bulunduğu yere kadar uzandı. Hz. Ali de oğlu Muhammed b. Hanefiyye'ye:
- Yazıklar olsun sana!
Bayrağı al ve ilerle! diye emir verdi. Ancak Muhammed b, Hanefîyye, bu emri
yerine getirmeyince Hz.
Ali, onun elinden
bayrağı alıp ilerledi. Savaş dolabı bir bu yana, bir o yana dönüyordu. Bazen
Basralılarm lehine, bazen de Kufelilerin lehine cereyan ediyordu. Çok sayıda
adam ve büyük bir topluluk öldürüldü. Bu savaştaki kadar çok el ve ayağın
kesildiği başka bir savaş görülmedi. Hz. Aişe de insanları, Hz. Osman'ın
katillerine karşı kışkıştıyordu. Sağma bakıp: «Bunlar kimlerdir? diye sorunca
onlar:«Biz, Bekir b. Vail kabilesin deniz.» dediler. Hz. Aişe de: «Adamın
birisi, sizin hakkınızda şöyle demişti, dedi. Demirle bize geldiler. Onlar
himmet sahibi eşraftırlar. Bekir b. Vail kabile si diri er.»
Sonra Beni Naciye
kabilesi, ardından da Beni Dabbe kabilesi Hz. Aişe'ye sığındılar. Onun safları
arasına katıldılar. Bu savaşta onlardan da çok sayıda adam öldürüldü.
Anlatıldığına göre bu
savaşta Hz. Aişe, devesinin yularını tutmuş olarak duruyordu. O esnada yetmiş
erkeğin eli kesilmişti. Savaş şiddetlenip taraftarlarının beli kırıldığı zaman
Beni Adiy b. Menaf kabilesi ilerledi ve şiddetli bir şekilde çarpıştı. Hz
Aişe'nin devesinin başım yükselttiler. Karşı taraftakiler ise bu deveyi
öldürmeyi amaçlayarak şöyle demişlerdi: "Bu deve durdukça savaş da sürecektir."
Devenin yuları Amre b.
Yesribî'nin elinde bulunuyordu. Başka bir rivayete göre ise Amr b. Yesribî'nin
elinde bulunuyordu ki bu adam, Am-re'nin kardeşidir. Daha sonra Alba b. Heysem
adındaki namlı yiğit, bu devenin bulunduğu tarafa saldırdı. İbn Yesribî, onu
öldürdü. Amr el-Cemelî de saldırıya geçince İbn Yesribî onu da öldürdü. Bu
arada Zeyd b. Sahan ile Ernes Sa'saa b. Sohan da öldürüldüler. Sonra Ammar b.
Yasir, îbn Yesribfye seslenerek saf arasında çarpışmaya başladılar. Ammar b.
Yasir, doksan yaşındaydı. Üzerinde bir kürk vardı. Belini hurma lifiyle
bağlamıştı. Orada bulunanlar: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun.İşte şimdi
Ammar da öldürülüp giden arkadaşlarının peşi sıra ahirete göçe-cektir.»
dediler. İbn Yesribî, ona bir kılıç darbesi vurdu. Ammar, bu darbeyi kalkamyla
önledi. İbn Yesribf nin kılıcı kalkana gömüldü. Bu defa Ammar, ona darbesini
vurup ayaklarını kesti. Onu esir alıp Hz. Ali'nin huzuruna götürdü. îbn
Yesribî, Hz. Ali'ye:
- ar müminlerin emiri!
Canımı bağışla, deyince Hz. Ali ona:
- Üç kişiyi
öldürdükten sonra mı canını bağışlayacağım? diyerek istediğini reddetti. Sonra
emir verip onu öldürttü. Daha sonra Hz. Aişe'nin devesinin yularını,
öldürülmeden önce İbn Yesribf nin kendi yerine vekil bıraktığı Beni Adiy
kabilesinden bir adam eline aldı. Rebia el-Ukaylî de bu adamla çarpıştı.
Bunların ikisi de birbirlerini öldürdüler. Yuları, bu defa Haris ed-Dabbî eline
aldı. Haris kadar güçlü bir adam görülmüş değildi. Yuları eline alınca şöyle
dedi:
«Biz, deveyi koruyan
Dabbe oğullarıyız.
Beyler karışımızda
yere yıkılınca, bir başka beyle mübareze yaparız.
Osman'ın etrafım
kollayan adamlarız.
Ölüm bize baldan
tatlıdır.
Cesil'de ihtiyarımızı
bize geri verin.»
Bu beyitlerin Vesim b.
Amr ed-Dabbfye ait olduğu söylenmiştir.
Bu şekilde kırk kişi
öldürülene kadar devenin yuları bırakılma-dı.Hz. Aişe, bu konuda şöyle demişti:
«Dabbe kabilesi evlatlarının sesleri kesilinceye kadar bu öldürmeler devam
etmişti. Ve devem dimdik yerinde durmuştu.» Sonra devenin yularını Kureyş'ten
yetmiş kişi sırasıyla tuttular. Ve bunlar da peş peşe öldürüldüler. Bunlardan
biri Sec-cad lakabıyla tanınan Muhammed b. Talha idi. Bu, Hz. Aişe'ye:
- Anacığım, bana ne
emrin varsa buyur söyle, demiş. Hz. Aişe de ona:
- Sana, Adem
oğullarının en hayırlısı olmanı emrederim, deyince o da oradan ayrılmaktan
vazgeçmiş ve yerinde sebat edip: «Ha mim, karşıtlarımız zafer
bulmayacaklardır.» demişti. Bir grup düşman, ona saldırmışlar, her birinin onu
öldürdüğü iddia edilmiştir. Bunlardan biri, mızrağını ona saplayıp şöyle
demişti:
«Rabbinin ayetlerini
dimdik tutan Eş'as, az eziyet verir. Gördüğüm kadarıyla zararsızdır.
Ben ona mızrağımı
fırlatarak gömleğinin yakasını yırttım. O da elleri ve ağzı üzerine düşüp yere
kapandı. O, Ha mim diyerek bana sesleniyordu, ama mızrağım ona saplanmıştı.
Öne geçmeden Önce
saldırsaydı ya. Yegane suçu Ali'ye tabi olmamaktı. Hakka tabi olmayan kimse ise
pişman olur.»
Bundan sonra Hz.
Aişe'nin devesinin yularını, Amr b. Eşref eline aldı. Her kim o deveye
yaklaşırsa mutlaka kılıcını ona vururdu. Haris b. Züheyr el-Ezdî de şöyle
diyerek ona yöneldi:
«Ey annemiz! Ey
bildiğimiz en hayırlı kadın! Görmez inisin ki, nice yiğitler yaralanıyor.
Başları ve bilekleri gövdelerinden koparılıyor.»
Amr b. Eşrefle Haris
b. Züheyr, karşılıklı vuruştular. İkisi de birbirlerini öldürdüler.
Bayrağı ve devenin
yularını, tanınmış yiğitlerden başkası eline almıyordu. Bunlar da kendilerine
saldıranları öldürüyorlar, sonra kendileri de ölüyorlardı. Adamın birisi, bu
savaşta Adiy b. Hatim'in gözünü çıkarmıştı. Sonra Abdullah b. Zübeyr ilerleyip
devenin yularını tuttu, ama konuşmuyordu. Hz. Aişe'ye: «Devenin yularını
kızkardeşinin oğlu eline aldı.» dediklerinde Hz, Aişe, Abdullah b. Zübeyr'in
annesi Esma'yi kastederek: «Vah Esma da ağlayacak,» demişti. Malik b. Haris,
devenin yularını tutmuş vaziyette iken Ester en-Nehaî gelip ona saldırdı, ikisi
çarpıştılar. Ester, Malik'in başını ağır yaraladı. Bunlar çarpışırlarken
Abdullah b. Zübeyr, Eşter'i hafif yaraladı. Sonra Esterle Abdullah çarpışırken
yere düştüler. O esnada Abdullah b. Zübeyr, şöyle diyordu:
«Beni ve Malik'i
öldürün. Malik'i benimle beraber öldürün.»
Orada bulunanlar,
Malik'in kim oludğunu bilmiyorlardı. O, Ester lakabıyla tanınmıştı. Çarpışmanın
bu şekilde devam ettiğini gören Hz. Ali taraftarlarıyla Hz. Aişe'nin
taraftarları koşup her iki hasmı birbirinden çekip ayırmışlardı. Abdullah b.
Zübeyr'in aldığı bu son yarasıyla birlikte Cemel savaşında vücudunda meydana
gelen yaraların sayısı yetmişüçü bulmuştu.
Mervan b. Hakem de
yaralanmıştı. Sonra bir adam gelip devenin ayaklarına vurdu. Onu yaraladı yere
düşen deve şiddetli bir şekilde hırıltı çıkarıp böğürdü. Devenin yularını en
son elinde tutan kişi, Züfer b. Haris olmuştu. Yular onun elindeyken deve
vurulmuştu. Başka bir rivayette anlatıldığına göre devenin yularını Züfer b.
Harisle Büceyr b. Dül-ce ellerinde tutmakta iken deve vurulmuştur. Yine
denildiğine göre Hz. Ali'nin tavsiyesi üzerine deve vurulmuştur. Başka bîr
rivayette anlatıldığına göre ise Ka'ka b. Amr'm tavsiyesi üzerine vurulmuştur.
Maksat-da mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin deve üzerinde iken atılan oklarla
isabet almasını önlemekti. Çünkü o, deve üzerinde iken okçuların hedefi haline
gelmişti. Yuları tutanlar da kargılara ve mızraklara hedef olmuşlardı. Ayrıca
insanların uğruna canlarını feda etmek istedikleri Hz. Aişe ve devesinin savaş
ortamından çıkarılması gerekiyordu. Deve vurulup yere düşünce çevresindeki
insanlar âdeta yenilgiye uğramışçasına dağılıp kaçtılar. Hz. Aişe'nin mahfesi
de atılan okların saplanması neticesinde âdeta bir kirpiyi andıracak hale
gelmişti. O esnada Hz. Ali'nin ünleyicisi insanlara şu duyuruda bulundu:
"Kaçan kimseyi kovalamayın. Yar aliyi öldürmeyin, evlere sakın
girmeyin."
Hz. Ali, adamlarından
bir kaçma, bu mahfeyi ölülerin bulunduğu yerden alıp getirmelerini emretti.Hz.
Ebu Bekir'in oğlu Muhammedle Ammar b. Yasir'e de bu mahfeyi bir yere gömüp
üzerine kubbe yapmalarını emretti.
Sonra kardeşi
Muhammed, Hz. Aişe'ye gelip sordu:
- Vücudunda yara var
mı?
- Hayır, sana ne,
yaramaz adam.
O esnada Ammar b.
Yasir de gelip Hz. Aişe'ye şöyle bir soru sormuştu:
- Nasılsın anacığım?
- Ben, senin anan
değilim.
- Hoşuna gitmese de
sen benim anamsm.
Hz. Ali de gelip Hz.
Aişe'ye selam vermiş, hal hatır sormuş ve şöyle sormuştu:
- Nasılsın anacığım?
- İyiyim.
- Allah seni affetsin.
Komutanlar, önde gelen
şahsiyetler ve Müslümanların eşrafı gelip Hz. Aişe'ye selam verdiler. Allah
ondan razı olsun.
Anlatıldığına göre
A'yun b. Dübe/a b. A'yun el-Mücaşî, Hz. Aişe'nin yanma gelerek başını
mahfesinin içine sokar ve onu görür. Hz. Aişe, ona: «Allah'ın laneti senin
üzerine olsun. Behey adam!» diye beddua eder. Adam da: «Ben burada Hümeyradan
başka kimseyi görmüyorum.» şeklinde karşılık verir. Hz. Aişe: «Allah, senin
sırrını açığa "vursun hey eli kesilesice adam, avretlerini de insanların
gözü Önüne sersin.» diyerek tekrar bedduada bulunur. Gerçekten bu adam, daha
sonra Basra'da öldürülmüş, elbiseleri üzerinden alınmış, eli kesilmiş ve çırılçıplak
bir vaziyette Ezd kabilesinin harabe evlerinden birisine atılıp bırakılmıştı.
O gün akşam olunca Hz.
Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Hz. Aişe'yi alarak Basra'ya götürmüş ve Abdullah b.
Halef el-Huzafnin evinde misafir etmişti. Burada Haris b. Ebi Talha'nm kızı
Safiye bulunuyordu. Ebu Talha'nm babası Abdüluzza, onun da babası Osman, onun
da babası Abdüddar idi. Safiye, Abdullah b. Halefin kızı olup, "Talha'lar
Tal-ha'smın anası" diye biliniyordu. Diğer taraftan yaralanan kimseler,
ölüler arasından çıkarılarak Basra'ya götürülmüştü. Bu arada Hz. Ali, ölülerin
bulunduğu yerde dolaşmış ve tanıdığı her bir maktulün yanına gelince ona rahmet
okuyarak: «Kureyşlilerin öldürülmüş olarak yerde yattıklarını görmek çok ağrıma
gidiyor.» demişti. Anlatıldığına göre Talha b. Ubeydullah'm cesedinin yanma
geldiğinde de şöyle demiş-ti:«Ey Muhammed'in babası! Sana üzülüyorum,
müteessirim, doğrusu bizler Allah'a aidiz ve yine biz O'na dönücüleriz. Vallahi
sen şairin dediği gibi oldun:
«Öyle bir delikanlı
ki, zengin olduğu zaman zenginliği onu arkadaşına ve dostuna yaklaştırıyordu.
Fakirlik kendisinden
uzaklaşıp, zengin olduğunda işte böyle yapıyordu.»
Hz. Ali, Basra dışında
üç gün kaldı. Sonra iki taraftan da öldürülenlerin cenaze namazını kıldı. Bu
ölüler arasında özellikle Kureyşlilerin namazlarım önce kıldı. Sonra savaş
alanında bulunan Hz. Aişe taraftarlarından olan maktullerin üzerlerindeki
eşyaları toplatıp Basra mescidine gönderdi. Adamlarına, bu eşyalar arasında
kendilerine ait olan eşyalar varsa almalarına müsade etti. Yalnız hazineye ait
olup üzerinde sultan damgası bulunan silahlara el sürmemelerini tembihledi.
Cemel savaşında her
iki taraftan 5000'er kişi olmak üzere toplam 10000 kişi öldürülmüştü. Allah,
onlara rahmet etsin. Öldürülen sahabelerinden de razı olsun.
Hz. Ali'nin bazı
taraftarları, Talha ve Zübeyr'in adamlarının mallarının kendilerine taksim
edilmesi talebinde bulundular ama Hz. Ali, onların bu taleblerini kabul
etmeyince İbn Sebe taraftarları, Hz. Ali'nin bu tutumunu eleştirip şöyle de
diler :«Nasıl olur da Talha ve Zübeyr'in adamlarının kanlarım aktımak bize
helal oluyor ama malları bize helal olmuyor? «Hz. Ali, onların bu
eleştirilerini duyunca şöyle dedi:
- Hanginiz payına
mü'minlerin annesi Aişe'nin düşmesini ister?
Hz. Ali'nin bu
çıkışması üzerine orada bulunanlar sustular. Bu se-
beple Basra'ya
girildiğinde Hz. Ali, beytü'1-malm kapışım açtı, adamlarından her biri oradan
500 dirhem aldı. Onlara: «Şam'a vardığımızda da sizlere bu kadar vereceğim.»
dedi. Ancak îbn Sebe' taraftarları, onun bu hareketini de eleştirip arkada
dedikodu yapmaya başladılar.
Cemel vak'asmm sona
ermesinden sonra Ahnef b. Kays, Sa'd oğullarıyla birlikte Hz. Ali'nin yanma
geldi. O, bu olayın dışında kalmış, bir kenara çekilip durmuştu. Yanma
vardığında Hz. Ali, ona:
- Sonucun meydana
çıkmasını mı bekledin? diye sormuş.
Ahnef de:
- Ben, davranışın
isabetli ve daha iyi olduğunu görüyorum ey mü'minlerin emiri! Senin emrinle
olan olmuştur. Ve ben, yine senin emrindeyim. Senin şu anda koyulduğun yol,
hayli uzun bir yoldur. Ve ben senin dününden ziyade yarınına muhtacım. Ben
yapacağım iyiliği biliyor ve yarın için de bağlılık ve sevgimi saklı
tutuyorum. Sakın bana bu söylediğin sözler gibi serzenişte bulunma. Ben, senin
yanındayım ve senin yardımcılarından olurum, diyerek karşılık vermişti.
Hz. Ali, daha sonra
bir pazartesi günü Basra'ya girmiş, Basralılar, ona bey'at ettikleri gibi
savaşta yaralanlar ve kendilerine eman verilenler de gelip bey'at etmişlerdi.
Abdurrahman b. Ebi Bekre de kendilerine eman verilen kişilerle birlikte gelmiş
ve Hz. Aİl'ye beyat etmişti. Hz. Ali - babasını kastederek- Abdurrahman' a
- Hasta nasıl? diye
sormuş, o da:
- Ey mü'minlerin
emiri, vallahi o hastadır. Ve seninle dost olmaya tutkun bir kimsedir, deyince
Hz. Ali, Abdurrahman'a:
- Düş önüme bakalım,
diye seslenmiş; ikisi birlikte babasına gitmişlerdi. Hz. Ali, Ebu Bekre'yi
ziyaret etmiş, ancak Ebu Bekre, ona mazeretini bildirince Hz. Ali de
mazeretini kabul etmişti. Basra valiliğini Ebu Bekre'ye teklif etmiş, ancak o
bu teklifi kabul etmeyip:
- Hayır, senin
adamlarından veya akrabalarından birisi olsun. Halk, sizden birinin valiliğine
daha sıcak bakar, demişti.
Hz. Ali ile Ebu Bekre,
Basra valiliğine îbn Abbas'ın getirilmesi konusunda anlaşarak ayrılmışlardı.
Diğer taraftan Hz. Ali, Basra'nın haracına ve beytül-mahn başkanlığına Ziyad
b. Ebihi'yi tayin etmişti. îbn Abbas'a da Ziyad'a itaat etmesini ve sözünü
dinlemesini emretmişti. Zi-yad'da bu savaşta kenara çekilenlerdendi. Hz. Ali;
daha sonra mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin bulunduğu eve gelmiş, kapıda durup
içeri girmek üzere izin istemiş, izin verilince de içeri girip Hz. Aişe'ye
selam vermiş, o da selamını alıp ona, "Hoş geldin" demişti. Hz. Ali,
Beni Halefin evinde kadınların savaşta öldürülenler için ağlamakta olduklarım
gördü. Halefin oğulları Abdullah ile Osman, Cemel savaşında öldürülenlerdendi.
Abdullah, Hz. Aişe'nin tarafında çarpışırken öldürülmüş, Osman da Hz. Ali'nin
tarafında çarpışırken öldürülmüştü. Hz. Ali, içeri girdiğinde Abdullah'ın
karısı ve "Talha'lar Talha'sının annesi" Safiye, ona şöyle dedi:
- Sen nasü benim
çocuklarımı öksüz bıraktınsa, Allah da senin çocuklarını öksüz bıraksın!
Hz. Ali, ona karşılık
vermedi. Odadan dışarı çıkarken Safîye, ona aynı şeyi takrar söyleyince adamın
birisi, Hz. Ali'ye şöyle dedi.
- Ey mü'minlerin
emiri, söylediklerim işittiğin halde bu kadına cevap vermiyorsun. Susuyorsun,
niçin böyle yapıyorsun? Kendisine böyle diyen adama Hz. Ali, şu cevabı verdi:
- Yazıklar olsun sana,
müşrik oldukları halde kadınlara ilişmememiz bize emredilmişti. Şimdi onlar
Müslümanken onlara nasıl ilişeceğiz?
Adamın birisi, kapıda
İM kişinin durup Hz. Aişe'ye hakaret ettiklerini söyleyince Hz. Ali, Ka'ka b.
Amr'a emir verip o hakaret eden iki kişinin elbiselerinin soyularak yüzer
kırbaçla cezalandırılmalarım istedi. Hz. Aişe, kendisiyle birlikte savaşıp
Öldürülen Müslümanların ve bu sa-_ vaşta Hz. Ali'nin safında savaşıp öldürülen
askerlerin adlarını sordu. Bunlardan her birinin adı anıldığında Hz. Aişe, ona
rahmet okuyup dua ediyordu.
Mü'minlerin annesi Hz.
Aişe, Basra'dan çıkmak istediği zaman Hz. Ali, ona yol boyunca gerekli binek,
azık ve eşyalarla diğer ihtiyaç maddelerini temin edip gönderdi. Onunla
birlikte gelen askerlerin -Basra'da kalmak isteyenler dışında- tamamının
dönmesine izin verdi. Basra'nın tanınmış kadınlarından kırkını seçerek Hz.
Aişe'nin refakatine verdi. Yine onunla birlikte kardeşi Ebu Bekir oğlu
Muhammed'i de yola çıkardı. Basra'dan ayrılacakları gün Hz. Ali gelip Hz.
Aişe'nin kapısında durdu. İnsanlar toplanmışlardı. Hz. Aişe, devesinin
üzerindeki mahfesi içinde evden çıktı.İnsanlarla vedalaştı. Onlara dua edip
şöyle dedi:
- Ey oğullarım! Hiç
biriniz diğer bir kardeşine bizden ötürü asla serzenişte bulunmasın. Vallahi
daha önce benimle Ali arasında meydana gelen olay, her ailede bir kadın ile
kayınları arasında meydana gelen dedikodulardan başka birşey değildi. Hz. Ali de
şöyle dedi:
- Evet, doğru söyledi.
Benimle onun arasında bundan başka hiçbir çekişme söz konusu değildi. Ve şunu
çok iyi biliniz ki, o sizin Peygamberiniz (s.a.v.)'in dünyada ve ahirette
zevcesidir.
Hz. Ali, böyle
dedikten sonra birkaç mil ötesine kadar Hz. Aişe'nin refakatinde yürümüş, onu
uğurlamıştı. Hz. Aişe, Basra'dan hicretin otuzaltmcı senesinin receb ayı
başında ayrılmıştı. Mekke'ye doğru yola çıkmıştı. O sene hac edinceye kadar
Mekke'de ikamet etti.
Haccmı ifa ettikten
sonra Medine'ye döndü. Allah, ondan razı olsun.
Mervan b. Hakem'e
gelince o, Malik b. Mesma'nın himayesine sığınmış, Malik de onu koruma altına
almış, vefakarca davranmıştı. Bu sebeple Mervan oğulları, Malik'e ikramda
bulunur, ona tazimde kusur etmezlerdi.
Başka bir rivayette anlatıldığına
göre Mervan, Hz. Aişe'yle birlikte Beni Halefin evine konuk olmuş, Hz. Aişe,
oradan çıkınca o da Hz. Aişe'yle birlikte oradan ayrılmıştı. Hz. Aişe,
Mekke'ye giderken o Medine-ye gitmişti. Cemel savaşı cereyan ederken Mekke,
Medine ve Basra arasındaki her yerde insanlar, kartalların koparıp
kaçırdıkları el ve ayak parçalarının yerlere düştüğünü gördükleri için savaşın
cereyan etmekte olduğunu anlamışlardı. Hatta Medineliler, Cemel savaşının
yapıldığı günde güneş batmadan önce bu durumu anlamışlardı. Çünkü o gün bir
kartal, Medine üzerinden uçarken ağzından birşey düşürmüştü. Gidip
baktıklarında yere düşen şeyin bir el olduğunu, elin parmaklarından birinde
bir yüzük bulunduğunu, yüzüğün kaşında da Abdurrah-man b. Attab adının yazılı
olduğunu görmüşlerdi. [11]
Cemel savaşında her
iki taraftan öldürülen önde gelen şahsiyet sahibi asaletli sahabelerin ve
diğerlerinin adlarını bu bölümde sıralayacağız. Önceki sayfalarda da
söylediğimiz gibi bu savaşta 10 000 kadar adam öldürülmüştü. Yaralıların sayısı
ise, sayılamıyacak kadar çoktu. Şimdi, busavaşta öldürülen seçkin şahsiyetlerin
isimlerini sıralamaya başlıyoruz: [12]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Talha b. Ubeydullah b. Osman b. Amr b. Ka*b b. Sa'd b. Teym b. Mürre
b. Ka"b b.Lüey b. Galib b. Fihr b. Malik b. Nadr b.Kinane Ebu Muhammed
el-Kureşi et-Teymî. Cömert ve kerem sahibi bir kimse olduğu için Talhatü'1-Hayr
ve Talhatü'l-Feyyaz adlarıyla da tanınırdı. İslâmiyet'in ilk günlerinde Hz.
Ebu Bekir vasıtasıyla Müslüman oldu. Nevfel b. Hüveylid b. Adeviye, Hz. Ebu
Bekir'le Talha b. Ubeydullah'ı bir ipe sıkıca bağlardı. Beni Temim kabilesi, bu
iki Müs-lümanı Nevfel'den kurtaramıyorlardı. Bu sebeple Talha ve Ebu Bekir'e
iki yakın arkadaş anlamına gelen "karinan" deniliyordu. Rasûlullah
(s.a.v.), Talha'yı Ebu Eyyüb el-Ensârî ile kardeş kıldı. Talha, Bedir savaşı
dışında bütün gazalara Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında katıldı. Ticaret ya da
elçilik amacıyla Şam'da bulunduğu için Bedir savaşma katılmamıştı. Bu sebeple
Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşında elde edilen ganimetlerden ona da pay
vermiş ve onun da bu savaşa katılmış gibi sevap kazandığını ifade buyurmuştu.
Uhud savaşında Talha,
büyük yararlılık göstermişti. O gün eli felç olmuştu. Bu eliyle Rasûlullah
(s.a.v.)'ı korumuş ve ölünceye kadar elindeki felçlik devam etmişti. Hz. Ebu
Bekir es-Sıddık, onun Uhud savaşındaki yararlıklarından bahsederken "Uhud
savaşındaki bütün başarı, Talha'ya aittir.» derdi.
Uhud savaşı esnasında
Rasûlullah (s.a.v.): «Talha Cennet'i kendine vacib kıldı.» demiştir. Çünkü Uhud
savaşında Rasûlullah (s.a.v.), üst üste iki zırh giyinişti. Bu zırhlar
üzerindeyken bir dağa tırmanmaya çalışmış, ama becemeyince Talha başını eğmiş,
Rasûlullah da onun sırtına basarak dağa tırmanabilmişti. Bunun için: «Talha,
Cennet'i kendine vacib laldı.» demişti. Talha, Cennet'le müjdelenen on
sahabeden biridir. Hz. Ömer'in şahadeti neticesinde halife seçmek için teşkil
edilen altı kişilik şura meclisi üyelerinden biridir. Rasûlullah (s.a.v.) le
arkadaşlık etmiş, onun sahabesi olmuştur. Onunla olan arkadaşlığını güzelce
devam ettirmiş, öyle ki, Rasûlullah (s.a.v.), vefat ederken ondan hoşnut
olarak vefat etmişti. Ebu Bekir'le Ömer de ondan hoşnut olarak vefat
etmişlerdi.
Hz. Osman gailesi baş
gösterince o, bir kenara çekilmiş, hatta bazı kimseler, onun Hz. Osman'a karşı
düzenlenenen komplo içinde yer aldığını iddia etmişlerdi. Bu yüzden Cemel
savaşında hazır bulunup Hz. Ali ile başbaşa kaldığında Hz. Ali, ona öğüt
vermiş, o da geri çekilip arka sıralarda durmaya başlamış, o esnada serseri
bir ok gelip dizine (başka bir rivayete göre boynuna) isabet etmişti.Ama dizine
isabet ettiğine dair nakledilen rivayet daha meşhurdur. Ayağına isabet eden ok,
onun ayağını atın böğrüne yapıştırmış, isabet alan atı da serkeşlik yaparak
onu yere fırlatığında o: «Ey Allah'ın kulları, bana gelin.» diye feryad etmiş,
kölesi gelip terkisine binerek onu at üzerinde tutmuş ve böylece onu Basra'ya
götürmüştü. O da Basra'daki bir evde vefat etmişti. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Talha, savaş alanında vefat etmiştir.
Hz. Ali, savaş
sonucunda ölülerin teftişini yaparken onu da ölüler arasında görünce yüzündeki
toprağı silip şöyle demişti: «Allah, sana rahmet etsin ey Muhammed'in babası!
Seni semadaki yıldızların altında ölmüş olarak uzandığım görmek çok gücüme
gidiyor. Ayıp ve hüzünlerini Allah'a arzedip şikayette bulunuyorum. Allah'a
yemin ederim ki, ben bundan yirmi sene önce ölmüş olmayı çok isterdim.»
Bir rivayette
anlatıldığına göre Talha'ya ok atıp Öldüren kişi, Mer-van b. Hakem'dir. Mervan,
onu vurunca Hz. Osman'ın oğlu Eban'a:«Se-ni Osman'ın katillerinden olan bazı
kimselere karşı korumuş ve seni onlardan kurtarmış oldum.» demiştir. Başka
rivayetlerde anlatıldığına göre Talha'yı Mervan'dan başkası vurmuştur. Her ne
kadar önceki rivayet meşhursa da bana göre bu rivayet doğruya daha yakındır.
Doğrusunu Allah bilir.
Talha, hicretin
otuzaltıncı senesinin cemaziyelahir ayının onuncu günü (perşembe günü)
Öldürüldü. Kel'e mıntıkasının yanma defnedildi. Öldürülürken altmış yaşındaydı.
Altmış küsur yaşında olduğuna dair rivayetler de vardır. Esmer tenliydi. Beyaz
tenli olduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Yüzü güzeldi. Saçı gürdü, boyu
kısaya daha yakındı. Günlük geliri 1000 dirhemdi.
Hammad b. Seleme, Zeyd
b. Cüd'an'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Adamın birisi,
rüyasında Talha'yı gördü. Talha, ona şöyle diyormuş: «Beni bu mezardan çıkarıp
başka bir yere gömün. Çünkü bu mezardaki su, beni rahatsız ediyor.» Adam, bu
rüyayı peşpeşe gördükten sonra Basra valisi İbn Abbas'a gidip rüyasını
anlatmış, îbn Abbas ve adamları da Basra'da Talha için 10 000 dirheme bir ev
satın almışlar, onu mezarından çıkararak getirip o eve defhetmişlerdi.Cesedini
mezardan çıkardıklarında suyun isabet ettiği tarafinının yeşermiş olduğunu ve
öldürüldüğü gündeki gibi vücudunun taptaze olduğunu görmüşlerdi."
Talha'ya dair birçok
faziletler ve menkıbeler nakledilmiştir. Mesela, Ebu Bekir b. Ebi Asım, Musa
b, Talha'dan rivayet etti ki, Talha şöyle demiştir:
«Uhud savaşında
Rasûlullah, bana Talhatü'1-Hayr (Hayır ve iyilik Talha'sı) adını verdi. Zorluk
ordusunu teçhiz ederken (Tebük'e gidecek ordunun teçhizatını hazırlarken) bana
Talhatü'l-Feyyaz ( eli bol Talha) adım verdi. Hüneyn savaşında da bana
Talhatü'1-Cûd (cömert Talha) adını verdi.»
Ebu Ya'lâ el-Musilî,
Talha'nın oğulları Musa ve İsa'dan rivayet etti ki, Talha şöyle demiştir:
Rasûlullah'm ashabından birkaç kişi,
«Kimi, bu uğurda
canını vermiştir.» (el-Ahzab, 23.) ayetinin manasım soran bir bedeviye dediler
ki: «Sen bu âyetin manasım Rasûlullah (s.a.v.)'a sor.» Bedevi de gelip mescidde
bu ayetin manasım Rasûlullah (sa.v.)'a sordu. Rasûlullah (s.a.v.), ona aldırış
etmedi. Yine sordu, yine aldırış etmedi. O esnada ben, üzerimde yeşil bir
elbise olarak mescidin kapısından içeri girdim. Rasûlullah (sa.v.) da:
- O soruyu soran
nerede? diye sorunca bedevi:
- işte ben buradayım,
dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da beni göstererek:
- İşte bu, bu uğurda
canını verenlerden (olacak)dır.» Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Cabir b. Abdullah'tan
rivayet etti ki,
Rasûlullah (s.a.v.), şöyle
buyurmuştur:
«Ayakları üzerinde
yürüyen bir şehide bakmak isteyen kimse, Talha b. Ubeydullah'a baksın.»
Tirmizî, Ebu Talib
oğlu Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Şu kulaklarım, Rasûlullah
(s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işitmiştir: «Talha ile Zübeyr, benim Cennet'teki
komşularım dır.» Birkaç yoldan rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, şöyle demiştir:
«Ben, Talha, Zübeyr ve Osman'ın, Cenâb-ı Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu
kimselerden olacağımızı ümid ediyorum: Biz, onların gönüllerinde olan kini
çıkardık, artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı oturan kardeşlerdir.»
(ei-Hicr, 47.) Hammad b. Seleme, Saidb.Müseyyeb'inşöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Adamın birisi, Talha, Zübeyr, Osman ve Ali aleyhinde konuştu.
Sa'd, o adamı aleyhte konuşmaktan menedip şöyle dedi: "Kardeşlerimin
aleyhinde konuşma.» Ama o adam bu ikaza aldırış etmedi. Bundan sonra Sa'd,
kalkıp iki rekat namaz kıldıktan sonra şöyle dua etti:«Allah'ım! Eğer bu adamın
söylediği sözlerde, senin gazabına sebep olacak ifadeler varsa, bunu bugün bana
bir alamet olarak göster ve onu insanlara ibret dersi kıl.» Aleyhte konuşan
adam, oradan çıkıp giderken bir devenin halkın arasından çıkarak gelip o adamı
yakalayıp yere çaldığını ve göğsüyle üzerine çökerek ezdiğini ve nihayet
Öldürdüğünü gördük. Orada bulunan Müslümanların da gelip Sa'd'a «Seni tebrik
ederiz ey Ebu Ishak, duan müstecab oldu.» dediklerini gördüm." [13]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Zübeyr b. Avvam b. Hüveylid b. Esed b.Abdiluzza b. Kusay b. Kilab
b.Mürre b. Ka*b b. Lüey b. Galib b. Fihr b.f Malik b. Nadr b. Kinane Ebu
Abdillah el-Kureşi el-Esedî.
Annesi, Safiye binti
AbdülmuttaliVtîr. Bu kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'ın halasıdır. Zübeyr b. Avvam,
onbeş yaşındayken İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman oldu. Daha küçük yaşta
veya daha büyük yaşta Müslüman olduğuna dair çeşitli rivayetler de vardır. Önce
Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etti. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Seleme
b. Vakş'ı kardeş ilan etti. Bu zat, bütün gazvelere katıldı. Hendek savaşı
gününde Rasûlullah (s.a.v.):
- Kavmin (düşmanların) haberini bize kim
getirecek? diye sorduğunda Zübeyr:
- Ben getiririm, diye cevap vermişti.
Rasûlullah (s.a.v.),
bu çağrışım tekrarladığında yine Zübeyr icabet etmiş, üçüncü kez
tekrarladığında Zübeyr yine icabet etmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)
da şöyle buyurmuştu:
- "Her
peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de Zü-beyr'dir.»
Bir rivayete göre
Zübeyr şöyle demiştir: «Rasûlullah, Beni Kurayza gününde kendisi için anasını
ve babasını bir araya getirdi.» Yine rivayet olunduğuna göre Zübeyr, Allah
yolunda kılıç çeken ilk kişidir. Mekke'de iken Rasûlullah (s.a.v.)'ın
Öldürüldüğüne dair bir haber sahabelere ulaştığında Zübeyr, kılıcını çekmiş
olarak geldi. Rasûlullah (s.a.v.)'ı sağ görünce kılıcını tekrar kınına soktu.
O, Cennetle müjdelenen on kişiden ve Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken
kendilerinden razı olduğu altı kişiden biridir. Hz. Ebu Bekir'le arkadaşlık
etmiş ve bu arkadaşlığını güzelce devam ettirmişti. Onun kızı Esma ile
evlenerek damadı olmuştu. Zübeyr'in oğlu Abdullah, Esma'dan doğmuştur.
Abdullah, hicretten sonra Müslümanların doğan ilk çocuğudur. Zübeyr b. Avvam,
cihad için Müslümanlarla birlikte Şam'a gitmiş, Yermük savaşma katılmıştı.
Müslümanlar, onun bu savaşa katılmasıyla şereflenmişlerdi. Bu savaşta onun
büyük yararlılığı ve yüksek himmeti görülmüştü. Bizans ordusunun saflarım
baştan sona iki kez varmıştı. Hz. Osman, asiler tarafından kuşatma altına
alındığında onu bu asilere karşı savunmuştu. Cemel savaşında da Hz. Ali, ona
bazı durumları hatırlatınca savaştan çekilmiş ve Medine'ye geri dönmüştü. Dönüş
yolunda Ahnef b. Kays'a uğramıştı. Bunlar, hem Hz. Ali, hem de Hz. Aişe'den
uzak durmuşlar, tarafsızlıklarını korumuşlardı,
Zübeyr b.Awam, evine
dönerken adamın biri: «Şu adama ne oluyor? insanları karşı karşıya getirdi. Tam
savaşacakları esnada evine geri döndü. Bunun ne yaptığını kim araştırıp bize
bildirecek?» diye sordu.Bunun üzerine Amr b. Cermuz, Abdullah b. Fudale b.
Habis ve Nü-fey, bir grub Beni Temim kabilesinin asileriyle birlikte Zübeyr'i
takibe başladılar. Onu yakalayınca el birliğiyle öldürdüler. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre Amr b. Cermuz, Zübeyr'i yakalamış ve ona şöyle demiştir:
- Seninle görülecek
bir işim var.
- Yaklaş bakalım.
(Zübeyr'in azadlısı Atiye'nin anlattığına göre Amr'm yanında bir silah varmış.
Zübeyr'in yanına yaklaşmış, onunla konuşmaya başlamıştı. Namaz vakti olunca
Zübeyr, ona şöyle demişti:)
- Haydi namaz kılalım.
- Evet kılalım .
- Zübeyr, imamlık
yapmak için öne geçince Amr b. Cermuz arkadan vurup onu öldürdü.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Amr b. Cermuz, Zübeyr'i Va-di's-Siba' denen yerde öğle
sıcağında uyumakta iken yakalamış, üzerine hücum ederek Öldürmüştü. Bu, meşhur
bir rivayettir. Karısı Atike binti Zeyd'in bir şiirinde de ifade ettiğine göre
Cermuz oğlu Amr, onu Vadi's-Siba'da öldürmüştür. Bu kadın, daha önce Hz.
Ömer'in nikahlısı idi. Hz. Ömer öldürülünce Ebu Bekir'in oğlu Abdullah onunla
evlenmişti. O da öldürülünce Zübeyr, onunla evlenmişti. Zübeyr öldürüldüğünde karısı
Atike, manası muhkem bir kaside ile ona ağıt yakarak şöyle demişti:
«Cermuz'un oğlu
himmetli bir kahramana ihanet etti. O kahraman, savaş esnasında gayretli,
saldırgan ve cesaretli idi.
Ey Cermuz'un oğlu Amr!
Eğer ben Zübeyr'i uykusundan uyandırmış olsaydım, sen onun korkak ve
becereksiz olmadığını görecektin.
Anan seni kaybetsin ey
Cermuz'un oğlu! Sen onun gibisini öldürdükten sonra sabah akşam savaşlara
girişen başka birini görebilir misin?
O, nice zorlu
savaşlara dalış yaptı.
Senin saldırın, onu
savaştan geri caydıramazdı ey alçağın oğlu!
Allah benim Rabbimdir.
Sen bir Müslümanı Öldürürsen, kasıtlı olarak adam öldürmenin vebaline
uğrarsın.»
Amr b. Cermuz,
Zübeyr'i öldürüp başını koparmış ve Hz. Ali'nin yanına götürmüştü. Böyle
yapmakla Hz.Aii nezdinde itibar kazanacağını sanmıştı. Hz. Ali'nin yanına
girmek için izin istediğinde Hz. Ali: «Onun yanıma gelmesine izin vermeyin ve
onu Cehennemle müjdeleyin.» demişti.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Hz. Ali, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
buyurduğunu işittim: «Safiye'nin oğlunu (yani Zübeyr'i) Öldüren kimseyi
Cehennem'le müjdele.» Amr b. Cermuz, öldürdüğü Zübeyr'in kılıcıyla birlikte Hz.
Ali'nin yanına girmiş, Hz. Ali ise ona şöyle demişti:«Şu Zübeyr'in kılıcı,
Rasûlullah'a gelen sıkıntıları uzun süre giderip onu rahatlığa kavuşturmuştu.»
Anlatıldığına göre Amr
b.Cermuz, Hz. Ali'nin böyle dediğini işitince intihar etmişti. Başka bir
rivayete göre ise Zübeyr'in oğlu Mus'ab'ın Irak'a vali oluşuna kadar
yaşamıştır. Mus'ab, Irak valisi olunca Amr b. Cermuz ondan gizlenmişti. Bunun
üzerine Mus'ab'a dediler ki:
- Amr b. Cermuz,
buralardadır.Senden saklanıyor. İstersen onu getirelim de öldür.
- Hayır, ona söyleyin
de ortaya çıksın, ona dokunmayacağım. O güvendedir. Allah'a yemin ederim ki
ben, babam Zübeyr'in öcünü ondan almayacağım. Ve ona kısas tatbik etmeyeceğim.
Çünkü o, kendisini Zü-beyr'e denk tutamıyacağım kadar basit ve alçak biridir.
Zübeyr zengindi. Bolca
verdiği sadakaları vardı.Cemel savaşı esnasında vasiyetini oğlu Abdullah'a
yaptı. Öldürüldüğü zaman 2.000.200.000 dirhem borçlu olduğunu gördüler. Bu
borçlarını ödedikten sonra terekesi mirasçılarına taksim edildi. Dört
zevcesinden her birine 1.200.000'er dirhem pay düştü. Buna göre. mirasçılarına
taksim edilen malının toplamı 38.400.000 dirhem oldu. Vasiyet ettiği malının
üçte biri ise, 9.200.000 dirhem oldu. Toplam malı ise, 75.600.000 dirhem
tutarında idi. Daha önce borçlarına ödenen kısım ise, 1.200.000 dirhemdi. Şu
halde borçlarının, vasiyet ettiği meblağın ve mirasçılarına taksim edilen
terekesinin toplamı 59.800.000 dirhem oldu.
O, bütün bu malını
cihad ve anasına düşen humus payından, bir de güzel ticaret yollarından, helal
kazaçlardan elde etmişti. Rivayete göre onun 1000 kölesi varmış. Bu köleleri
kendisine haraç öderlermiş, çoğu kez kölelerinin ödedikleri bu haracı Allah
yoluna sadaka olarak dağıtır-mış. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın.
O, hicretin otuzaltmcı
senisinin cemaziyelahir ayının onuncu gününde perşemde günü öldürüldü.
Öldürülürken altmışaltı veya altmış-yedi yaşındaydı. Esmer tenli, orta boylu,
normal etli ve hafif sakallıydı. Allah, ondan razı olsun. [14]
Bu senede Hz. Ali,
Mısır valiliğine Kays b. Sa'd b. Ubadey'i atadı. Daha önce Hz. Osman'ın
hilafeti zamanında Mısır valiliğini Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh yürütüyordu.
Asi gruplar Mısır'dan
çıkıp Hz. Osman'a hücuma yöneldiklerinde onları, Abdullah b. Sebe ile birlikte
techizatlandıran kişi, Muhammed b.Ebi Hüzeyfe b. Utbe olmuştu. Ebu Hüzeyfe b.
Utbe, Yemame'de öldürüldüğünde oğlu Muhammed'i Hz. Osman'a vasiyet etmişti.
Hz. Osman da Muhammed'i himayesine almış, yanında terbiye etmiş, ona çok ihsanlarda
bulunmuştu. Gerçekten de Muhammed, ibadet ve zühd içinde yaşamıştı. Hz.
Osman'dan kendisine bir yöneticilik vermesini taleb etmiş, Hz. osman da ona:
"Ne zaman bu göreve layık olursan, o zaman seni tayin ederim.» deyince
Muhammed, içten içe Hz. Osman'a öfkelenmişti. Gazaya gitmek için izin isteyince
Hz. Osman, ona bu izni vermişti. O da Mısır diyarına yönelmişti. Mısır'a
gittikten sonra vali Abdullah b. Sa'd b.Ebi Serh'le birlikte Savari gazvesine
katılmıştı. Hz. Osman'ın aleyhinde konuşmalara başlamış, onu eleştirmişti.
Muhammed b. Ebi Bekir de bu hususta ona destek olmuştu. Durum böyle olunca
Abdullah b. Sa'd b.Ebi Şerh, bu ikisinin ahvalini bildiren bir mektubu Hz.
Osman'a göndererek şikayet etmişti. Ne var ki Hz. Osman, bunlara aldırış etmemişti.
Muhammed b. Ebi
Hüzeyfe, aleyhteki davranışlarını sürdürmüştü. Asilerin Medine'ye giderek Hz. Osman'ı
kuşatma altına aldıklarını duyunca kendisi de Mısır'da ayaklanarak vali
Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i oradan kovmuştu. Kendisi Mısır'da halka namaz
kıldırmaya başlamıştı. Mısır'dan kovulan vali Abdullah b. Sa'd b. Ebi Sem yolda
iken Hz. Osman'ın öldürüldüğünü duyunca: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun»
demişti. Aynca Hz. Ali'nin de Mısır valiliğine Kays b. Sa'd b. Ubade'yi gönderdiğini
haber aldı ve Muhammed b.Ebi Hüzeyfe'ye valilik verilmediğine sevindi. Çünkü o,
Mısır diyarını bir sene dahi koruyanıamışti.
Abdullah b.Sa'd, Şam'a
Muaviye'nin yanma giderek Mısır diyarında cereyan eden hadiseleri ona anlattı.
Muhammed b. Ebi Hüzeyfe'nin orayı istila ettiğini haber verdi. Bunun üzerine
Muaviye ve Amr b. As, Muhammed b. Ebi Hüzeyfe'yi Mısır'dan kovmak için oraya
doğru harekete geçtiler. Çünkü Muhammed b. Ebi Hüzeyfe, Hz. Osman'ın öldürülmesine
en büyük katkıyı sağlayanlardandı. Oysa Hz. Osman, onu kefaletine alıp himaye
etmiş, büyütmüş ve ona iyilikte bulunmuştu. Muaviye ile Amr b. As, Mısır'a
girmenin yollarım araştırdılar. Ne var ki, bunu beceremediler. Bunun üzerine
Muhammed b. Ebi Hüzeyfe'ye tuzak hazırladılar. Onu aldattılar. Nihayet o da
Mısır'dan çıkıp 1000 kişiyle birlikte Ariş'e geldi ve orada bir kaleye
sağındı. Amr b. As da gelip onun üzerine mancınıklarla taşlar arttı. Nihayet o
da otuz arkadaşıyla birlikte kaleden inmek mecburiyetinde kaldı. Kaleden inince
Amr b. As'm adamları, onları öldürdüler.
Kays b. Sa'd b. Ubade,
daha sonra Hz. Ali tarafından atanmış bir vali olarak Mısır'a geldi. Yedi arkadaşla
birlikte Mısır'a girip mescide gitti. Minbere çıkıp onlara mü'minlerin emin
Ali'nin mektubunu okudu. Mektupta şunlar yazılıydı:
«Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla! Allah'ın kulu ve mü'minlerin emin Ali'den. Bu mektubu duyan
ve dinleyen bütün mü'nıinlere ve Müslümanlara.
"Size selam
olsun. Ben, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a çokça hamd ederim.
Allah, güzel işi ve güzel takdiri ile tedbirinin bir gereği olarak İslâmiyet'i
hem kendi nefsi, hem melekleri, hem de peygamberleri için bir din olarak seçti.
Bu dinle birlikte peygamberlerini kullarına gönderdi. Bu dini, yaratıklanndan
seçtiği kimselere özel olarak ihsan etti. Cenâb-ı Allah'ın bu din ile
kendilerine ikramda bulunduğu insanlardan bir kısmı, şu Muhammed ümmetidir. Bu
ümmete özel lütfunun gereği olarak Muhammed (s.a.v.)i peygamber olarak gönderdi
ki, bu ümmete kitabı, hikmeti, farz ve sünnetleri öğretsin. Onlar, doğru yola
varsınlar. Muhammed (s.a.v.), dağılmasınlar diye bu ümmeti toparladı.
Temizlensinler, diye bu ümmeti arındırdı. Haksızlık etmesinler, diye bu ümmete
muvaffakiyet verdi. Bu görevini ifa ettikten sonra Cenâb-ı Allah, onun ruhunu
teslim alarak yanma aldı. Allah'ın salatü selamı, bereketleri, rahmeti onun
üzerine olsun.
Müslümanlar, Muhammed
(s.a.v.)'in irtihalinden sonra iki salih kimseyi emir ve halife olarak
seçtiler. Bu iki halife, kitaba göre hareket ettiler. Güzel bir gidişat
sergilediler. Sünnetin dışına çıkmadılar. Sonra Allah, bunlann da hayatlarını
noktaladı, vefat ettirdi. Allah, bu ikisine rahmet etsin. Bunlardan sonra bazı
hadiseler meydana getiren bir kimse halife seçildi. Muhammed ümmeti, onun
aleyhinde söylenecek şeyler gördü. Sonra da ondan intikam aldılar. Saldırganlık
gösterdiler. Onu öldürdükten sonra bana gelip bey'at ettiler. Ben de Allah'tan
dilerim ki, beni kendi yoluna iletsin, bana hidayet versin. Allah'tan, Beni
kendisine karşı gelmekten sakındırması için yardım diliyorum. Dikkat edin,
Allah'ın kitabı ve Rasûlünün sünnetine göre amel etmemiz, sizin bizden
isteyeceğiniz bir hakkınızdır. Sizin gıyabınızda da olsa Allah'ın kitabı ve
Rasûlünün sünnetine göre hakkınızda hüküm vermemiz ve size öğüt vermemiz icab
etmektedir. Kendisinden yardım dilenilen sadece, Allah'tır. O, bize yeter, O,
ne güzel vekildir.
Ben, size Kays b. Sa'd
b. Ubade'yi vali olarak gönderdim. Ona destek olun. Ona yaklaşın. Hak hususunda
ona yardımcı olun. Ben de kendisine iyilikte bulunmasını emrettim. Ben de size
iyilik yapanm. Sizi kuşkuya düşürenlere karşı katıyım. Genel veya özel olarak
tamamınıza merhamet ve şefkatle muamele ederim. Kays b.Sa'd, gidişatından
memnun olduğum bir kimsedir. Salih bir kimse olacağını ve size nasi-hatta
bulunacağım ümit ederim. Allah'tan bize ve size temiz ameller yapmamızı nasip
etmesini, bol sevaplar ve geniş rahmetler ihsan etmesini diliyorum. Allah'ın
selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.»
Hicretin otuzaltmcı
senesinin safer ayında Abdullah b. Ebi Rafı, bir mektup yazdı. Sonra Kays b.
Sa'd, kalkıp insanlara bir nutuk irad etti ve onlan Hz. Ali'ye bey'at etmeye
çağırdı. İnsanlar da kalkıp onunla bey'atlastılar. Böylece Harbeta kasabası
dışında bütün Mısır halkı, Hz. Ali'ye bey'at etmiş ve onun itaati altına girmiş
oldu. Harbeta kasabasında Hz. Osman'ın öldürülmesini hazmedemeyen insanlar
vardı. Bunlar, önde gelen şahsiyetlerdi. 10.000 kişi civannda idiler. Başlannda
da Ye-zid b. Haris el-Müdlicî adında biri vardı. Bunlar, Kays b. Sa'd'a haber
gönderdiler. İtaat etmeyeceklerini ve bey'atlaşmıyacaklannı bildirdiler. Kays
b. Sa'd, onlara ilişmedi.
Mesleme b. Müdlic
el-Ensârî de bey'attan geri durmuştu. Kays b. Sa'd, ona da ilişmedi. Sonra
Muaviye b. Ebi Süfyan, bütün Şam bölgesinin itaaini sağladı. Hakimiyeti Bizans
sınınna, deniz kıyısına ve Kıbns adasına kadar uzandı. Cezire beldelerinin,
Harran, Urfa, Karkisya gibi yerlerin de hakimiyeti onun eline geçmişti. Ceme!
savaşında cepheden kaçan ve Hz. Osman taraftan olan bazı kimseler de
Muaviye'nin saflan-na katıldılar. Ester, bu beldeleri Muaviye'nin adına hüküm
süren valilerin ellerinden çıkarmak istedi. Muaviye, Abdurrahman b. Halid b.
Ve-lid'i Eşter'in üzerine gönderdi. Ester, ondan kaçtı. Böylece Muaviye'nin
hakimiyeti bu beldeler de yerleşti.
Muaviye, Kays b.
Sa'd'a bir mektup göndererek Hz. Osman'ın intikamının alınmasına katkıda
bulunmasını ve bu hususta kendisine destek olmasını taleb etti. Bunu yaptığı
takdirde kendi hakimiyetini tamamen sağladıktan sonra onu Irakeyn üzerine vali
olarak atayacağını vaad etti. Akıllı bir adam olan Kays, bu mektubu alınca
Muaviye'ye ne muhalefet etti, ne de muvafakat etti. Aksine onu nezaketle
geçiştirmeye çalıştı. Durumu idare etmek istedi. Çünkü o, Hz.-Ali'den
uzaktaydı. Şam beldelerine ve Muaviye'nin askerlerine yakındı. Bu sebeple Muaviye'nin
talebine ne olumlu, ne de olumsuz bir cevap vermedi. Bunun üzerine Muaviye,
ona şöyle bir mektup gönderdi: «Beni atlatamazsm. Aldatamazsın, mutlaka senin
dost ya da düşman olduğunu öğrenmem gerekiyor.» Bunun üzerine Kays, hangi
doğrultuda olduğunu şu mektupla Muaviye'ye bildirdi» «Ben, Ali'nin yanındayım.
Çünkü o, yönetime senden daha layıktır.»
Muaviye, bu mektubu
alınca Kays'tan ümidini kesti. Sonra bazı Şamlılar, Kays b.Sa'd'm gizlice
kendilerine mektuplar yazdığına ve kendilerini Iraklılara karşı kışkırttığına
dair bir şayia yaydılar. Yalan haberler uydurdular. İbn Cerir'in rivayetine
göre Kays b. Sa'd'm Muaviye'ye bey'at ettiğine dair asılsız ve uydurma bir
mektup, Kays tarafin-dan Muaviye'ye gönderilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Hz. Ali, bu mektuptan
haberdar olunca Kays'ı Muaviye taraftarh-ğıyla itham etti.Ve ona, bey'ata
katılmayan Harbeta halkıyla savaşmasını emreden bir mektup gönderdi. Kays da
Harbeta halkının önde gelen kimseler olduklarını ve sayılarının çok olduğunu
bildirerek bu savaşı yapamayacağına dair bir mazeret ileri sürdü. Mektubunda,
Hz. Ali'ye hitaben şöyle dedi:
«Sen, beni denemek
için bu emri bana veriyorsun. Çünkü beni, Muaviye taraftarlığıyla suçluyorsun.
Öyleyse Mısır'a benden başka bir gönder.» Bunun üzerine Hz. Ali, Ester
en-Nehafyi Mısır'a vali olarak gönderdi. Ester, Kalzum'a varınca orada bir
yudum bal yedi ve bu baldan zehirlenip öldü. Şamlılar, bunu duyunca: «Allah'ın
baldan askerleri vardır.» dediler. Eşter'in ölüm haberini duyan Hz. Ali,
Mısır'a Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i vali olarak gönderdi. Sahih rivayete
göre Hz. Ali, Kays b. Sa'd'dan sonra Mısır'a vali olarak Hz. Ebu Bekir'in oğlu
Muhammed'i göndermiştir. Bu olaydan sonra Kays, Medine'ye doğru hareket etti.
Sehl b. Hanif le birlikte Hz. Ali'nin yanına vardı. Kays, mazeretini anlattı.
Ali de onu kınadı. Ancak sonra onun mazeretini kabul etti. Kays'la Sehl b.
Hanif ilerde de anlatacağımız gibi Hz. Ali ile birlikte Sıfîîn savaşma katıldı.
Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Sıffin savaşı yapılıncaya kadar Mısır'da
heybetli ve otoriter bir vali olarak görev yaptı. Muaviye ve taraftarlarının
Iraklılarla savaşmaya karar Verdiklerini ve hakemlere baş vurmak istediklerini
duyan Mısırlılar, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'e karşı ayaklandılar. Açıkça
ona düşmanlık gösterisinde bulundular.
Hz. Osman'ın öcünün
alınması hususunda Amr b. As, Muaviye'ye bey'at etti. Hz. Osman'ın kendisini
Mısır valiliğinden azledip yerine Abdullah b.Sa'd b.Ebi Serh'i ataması yüzünden
Hz. Osman'a kızgın olduğu halde asiler tarafından kuşatılması esnasında ölümünü
görmemek için Medine'den çıkmıştı. Öfkeli bir halde Medine'den ayrılmış, Ürdün
yakınlarında bir yere konaklamıştı. Hz. Osman öldürüldükten sonra Muaviye'nin
yanına gitmiş ve yukarıdaki satırlarda da dediğimiz gibi ona bey'at etmişti. [15]
Bu savaş, Iraklılarla
Şamlılar arasında cereyan etmiştir. îmam Ah-med b.Hanbel, Muhammed b.Sirin'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Fitne koptu. Fitne koparken Rasûlullan
(s.a.v.)'ın 10 OOO'lerce sahabesi vardık Bunlardan yüz kadarı, hatta belki
otuzu dışında kimse bu olaylara karışmadı.»
îmam Ahmed b. Hanbel,
Hakem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Sıffîn savaşma Bedir ehlinden yetmiş
kişi katıldı.» Hakem'in bu sözüne karşı Abdurrahman b. Ebi Leyla şöyle
demiştir: «Ebu Şeybe (yani Hakem), yalan söylemiştir. Biz bu hususu kendisiyle
tartıştık. SıfBn savaşına Hüzeyme b. Sabit dışında Bedir ehli bir kimsenin
katıldığını görmedik. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Sıfîîn savaşma
Bedir ehlinden sadece Sehl b. Hanif ile Ebu Eyyüb el-Ensârî katılmışlardır.»
"Er-Reddu
Ala'r-Ra'fiza" adlı eserde hocamız Allame îbn Teymiye, Bükeyr b. Eşec'in
şöyle dediğini rivayet etmişti: «Osman'ın Öldürülmesinden sonra Bedir ehli
kimseler evlerine kapandılar. Dışarı çıkmadı-lar. Ancak öldüklerinde
mezarlarına götürüldüler.»
Hz. Ali, Cemel
savaşının bitiminden sonra Basra'ya gitti. Mü'minle-rin annesi Hz.Aişe'nin
Mekke'ye gitmek istediğini öğrenince onu Mekke'ye uğurladı. Sonra Basra'dan
Kûfe'ye gitti. Ebu'l-Kenud Abdurrahman b. Ubeyd'in ifadesine göre Hz.Ali,
meretin otuzaltmcı senesinin re-ceb ayının onikincisi olan pazartesi günü
Kûfe'ye girmiş, kendisine: «Beyaz köşkte konakla.» dediklerinde o: «Hayır.
Çünkü Hattab oğlu Ömer de beyaz köşkte konaklamaktan hoşlanmazdı. Ben de bu
köşkte konaklamaktan hoşlanmıyorum» demiş ve büyük caminin yanındaki meydanlığa
konaklamıştı. Sonra camiye giderek iki rekaat namaz kılmış, halka bir hutbe
irad ederek onları iyiliğe teşvik edip kötülükten sa-kmdırmıştı. Bu hutbesinde
Küfe halkını da övmüştü. Sonra Hz. Osman zamanından beri Hemedan valiliğini
yapmakta olan Cerir b. Abdullah'a ve yine Hz. Osman zamanından beri Azerbeycan
valiliğini yapmakta olan Eşa's b. Kays'a haber göndererek oradaki halkın
bey'atını almalarım, sonra da yanma gelmelerini emretti. Onlar da bu emri yerine
getirdiler. Sonra Hz. Ali, gelip kendisine bey'at etmesi için Muaviye'ye haber
göndermek istediğinde Cerir b. Abdullah, şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri! Muaviye'nin yanına ben gideyim.Çünkü benimle onun arasında dostluk var.
Senin namına ondan ben bey'at alayım.
Ester dedi ki:
- Hayır ey mü'minlerin
emiri. Cerir'i Muaviye'ye gönderme. Korkarım ki, bu da onunla aynı görüşte
olur.
Hz. Ali:
- Bırak da gitsin,
dedi.
Hz. Ali,Cerir'i Şam'a
Muaviye'nin yanına gönderdi. Onunla birlikte bir de mektup göndermişti.
Mektubunda Muhacirlerle Ensâr'm kendisine bey'atlarının sağlanması emrini
veriyordu. Ayrıca Cemel savaşında cereyan eden hadiseleri ona bildiriyor ve
insanların girdiği yola kendisinin de girmesini istiyordu.
Cerir b. Abdullah,
Muaviye'nin yanına varınca Hz. Ali'nin mektubunu ona verdi. Muaviye de Amr
b.Asla Şamlıların reislerini toplantıya çağırdı. Onlara danıştı. Onlar,
Osman'ın katilleri öldürülmedikçe veya bu katiller Hz. Ali tarafından
kendilerine teslim edilmedikçe bey'at etmeyeceklerini söylediler. Şayet Hz.
Ali, bu katilleri öldürmez veya kendilerine teslim etmezse kendisiyle
savaşacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine Cerir, geri dönüp Şamlıların
söylediklerim Hz. Ali'ye bildirdi. Ester, şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, sana Cerir'i göndermemeni söylememiş miydim? Eğer beni göndermiş
olsaydın, Muaviye hangi kapıyı açarsa o kapıyı mutlaka kapatacaktım.
Cerir:
—Eğer sen elçi olarak
Muaviye'nin yanma gitmiş olsaydın, Osman'ın kanına bedel olarak seni
öldürürlerdi, deyince Ester, şu karşılığı verdi:
- Vallahi eğer ben
onlara gitmiş olsaydım,bana verecekleri cevap ve gösterecekleri tavır beni
ilgilendirmezdi. Muaviye'yi öyle bir noktaya getirirdim ki, bir an önce karar
vermeye mecbur kalırdı.Eğer mü'minlerin emiri bu konuda benim tavsiyelerime
uyacak olursa, durumlar dü-zelinceye ve şüpheler kalkıncaya kadar seni ve senin
gibileri hapsetmesi çok iyi olacaktır.
Bunun üzerine Cerir
öfkelenerek kalktı.Gidip Karkisya'ya yerleşti. Hz. Ali'ye söylediklerini ve
onların kendisine söylediklerini bir mektupla Muaviye'ye bildirdi. Muaviye de
yanına gelmesi için Cerir'e bir mektup gönderdi.
Hz. Ali, Şam'a gitme
kararıyla Kûfe'den yola çıktı. Nahile'de ordugah kurdu. Kûfe'de kendi yerine
Ebu Mesud Ukbe b. Amir el-Bedri el-Ensârfyi vekil bıraktı. Bazıları, Hz.Ali'nin
Kûfe'de kalmasını, Şam'a ordu göndermesini tavsiye ettilerse de başkaları
bizzat kendisinin de bu orduyla Şam'a gitmesini teklif ettiler. Hz. Ali'nin
bizzat ordunun başında Şam'a doğru gelmekte olduğu haberini alan Muaviye, Amr
b. As'a danıştı, Amr da ona:
- Sen de bizzat
ordunun başında yola çık, dedi.
Amr b. As, kalkıp
halka hitaben şöyle dedi: «Küfe ve Basraîılarm önde gelen şahsiyetleri Cemel
savaşında ölmüşlerdir. Ali'nin yanında az sayıda insan kalmıştır. İşte
mü'minlerin emiri Osman b. Affan öldürülmüştür. Sakın sakın hakkınızı zayi
etmeyin ve öcünüzü almakta gecikmeyin."
Muaviye, Şam ordulanna
mektup yazıp savaşa gelmelerini emretmiş, onlar da gelmişlerdi. Bayraklar ve
sancaklar hazırlanıp komutanlara teslim edildi. Şamlılar, savaşa
hazırlandılar. Bunlar da Sının tarafında Hz. Ali'nin geleceği yönde Fırat
kenarında durdular. Hz. Ali, beraberindeki askerlerle birlikte Nahile'den
hareket edip Şam'a yöneldi.
Ebu İsrail, Hakem b.
Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hz. Ali'nin ordusunda
Bedir savaşına katılmış seksen sahabe ile Rıdvan ağacının altında Rasûlullah'la
bey'atlaşmış olan 150 sahabe
vardı.»
Hz. Ali, Rakka'ya
bağlı Belih mıntıkasına varıp konakladığında -ki burası Fırat da bir yerdi- bir
rahip, manastırından inip yanına geldi. Ona şöyle dedi: «Atadan ataya intikal
ederek elime ulaşan bir kitap var. Bu kitabı Meryem oğlu İsa peygamberin
arkadaşları yazmıştır. Bu kitabı sana arzedeyim mi?
- Göster bakalım hele.
Rahip, kitabı okumaya
başladı:
«Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
O Allah ki, hükmettiği
şeyi hükmetti .Yazdığını da yazdı. Yazdığı şeyler arasında şunu anlatır ki: O,
ümmilere kendi aralarından bir peygamber gönderecektir. O peygamber, ümmetine
kitabı,hikmeti öğretecek; onları arındıracak ve onları Allah yoluna
iletecektir. Kaba ve haşin değildir. Sokaklarda bağırıp çağırmaz. Kötülüğe
kötülükle karşılık vermez. Aksine affedip bağışlar. Onun ümmeti, her yüksek
tepede,her çıkışta ve inişte Allah'a hamdeden kimselerdir. Dilleri devamlı
surette tehlil ve tekbir getirerek çalışır.O peygamber, kendisine düşmanlık
edenlere karşı Allah'tan yardım görür. Allah, onu vefat ettirdiği zaman ümmeti
ihtilafa düşecek, sonra bir araya gelip ittifak edecekler ve bu ittifakları
Allah'ın dilediği bir zamana kadar devam edecektir. Sonra yine ihtilafa
düşeceklerdir. Bu ihtilaftan sonra o peygamberin ümmetinden bir adam, bu Fırat
kenarından geçecek, insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracak, hak ile
hükmedecek ve hükmünden geri dönmeyecektir. Dünya, onun nazarında fırtınalı
bir günde savrulan topraktan veya külden daha önemsizdir. Ölüm, ona bir yudum
su içmekten daha kolaydır. Gizlilikte Allah'tan korkar, aşikar ve açık hallerde
ümmete nasihat verir. Allah'ın emrini yerine getirme hususunda kınayıcılann
kınamalarından çekinmez. Beldelerin halkından her kim o peygamberin zamanına ulaşıp
da ona iman ederse, onun mükafatı, benim hoşnutluğum ve Cennet'tir. Ve her kim
de o peygamberin ümmetinden olup da bu ümmeti toparlamaya çalışan o salih kula
yetişirse ona yardım etsin. Çünkü onun saflarında bulunup karşıtlarına karşı
savaşırken Öldürülmek şehidliktir.»
Rahip, elindeki
kitabın bu kısmını okuduktan sonra hz. Ali'ye şöyle dedi:
- Ben artık senin
arkadaşımm.Senin başına gelenler, benim de başıma gelinceye kadar yanından
ayrılmayacağım.
Rahibin böyle demesi
üzerine Hz. Ali ağladı, sonra şöyle dedi: "Beni kendi nezdinde unutulmuş
kılmayan Allah'a hamdolsun. Beni kendi katında iyi kimselerin kitabında anan
Allah'a hamd olsun.»
Bu rahip, Hz. Ali ile
birlikte yola çıktı. Müslüman oldu ve savaşta öl-dürülünceye kadar yanından
ayrılmadı. Savaş sona erdiğinde insanlar, ölüleri araştırmaya başladıklarında
Hz. Ali:
- Rahibi arayın, dedi.
Aradılar, onun da öldürülmüş olduğunu gördüler. Cenazesini bulduklarında Hz.
Ali, onun namazını kıldı, onu defnetti ve onun için mağfiret diledi.
Hz. Ali, Ziyad b. Nadr
el-Harisf yi ve Şureyh b. Hanf yi 12 000 askerle öncü kuvvet olarak gönderdi.
Bunlar, Hz. Ali'den önce yola çıkıp gittiler. Ancak onun gideceği yoldan ayrı
bir yol takip ettiler. Hz. Ali de gidip Menbiç'teki köprüden Dicle nehrini kat
etti. Karşı tarafa geçti, iki öncü kuvvet de yoluna devam etmişti. Bunlar,
Muaviye'nin Şamlılarla birlikte Hz. Ali'ye karşı gelmekte olduğunu duydular.
Onu karşılamaya niyetlendiler, ama sayılarının azlığından korkuya kapılarak
başka bir yol takip ettiler. Anet'ten geçmek istediklerinde oranın halkı onlara
engel oldular. Bunun üzerine onlar da gidip Heyt'ten geçtiler ve Hz. Ali'ye
ulaştılar. Hz. Ali, onlardan Önce Heyt'e varmıştı.
Öncü kuvvetlerin
arkadan gelip kendisine ulaştıklarını gören Hz. Ali: "Öncü kuvvetlerim
arkamdan geliyorlar, bu ne iştir?" deyince onlar da başlarından geçen
hadiseleri anlatarak mazeretlerini beyan ettiler. Hz. Ali de mazeretlerini
kabul etti. Fırat'ı geçtikten sonra onları Muaviye'nin karşısına çıkmak üzere
ileriye gönderdi. Bu öncü kuvvetleri, . Şamlıların öncü kuvvetlerinin başındaki
Ebu Aver Amr b. Süfyan es-Sülemî karşıladı. İki taraf birbirlerine
saldırmaksızm beklemeye başladılar. Iraklıların öncü kuvvetlerinin komutanı
Ziyad b. Nadr, Ebu Aver ile Şamlıları bey'ata davet etti. Ancak onlar, Ziyad'm
bu davetine icabet etmediler. Ziyad da bu durumu bir mektupla kendisine
bildirince Hz. Ali, onlara Ester en-Nehaî'yi komutan olarak gönderdi. Eşter'in
komuta ettiği askeri birliğin sağ cenahına Ziyad, sol cenahına da Şureyh komuta
edecekti.
Hz. Ali, Eşter'e,
Şamlılar kendilerine karşı saldırıya geçmedikçe kendilerinin savaşı önceden
başlatmamalarını emretti. Onları peş peşe defalarca bey'ata davet etmesini
söyledi. Bey'ata yanaşmadıkları takdirde onlar saldırıyı başlatmadıkça,
kendisinin onlara yanaşmamasını ve onlarla çarpışmamasını, korkaklar gibi de
onlardan uzakta durmamasını, aksine kendisi oraya varıncaya kadar sabırla
beklemesini ten-bihledi. İnşaallah kendisinin de arkadan oraya geleceğini
bildirdi. Iraklıların öncü kuvvetleriyle Şamlıların öncü kuvvetleri
karşılaştıkları gün birbirlerine saldırmadılar. İlk günlerini öylece
geçirdiler. Vakit akşama erdiğinde Şamlıların öncü kuvvetlerinin komutanı Ebu
Aver es-Sülemî, Haris b. Cehman el-Cufî ile Iraklıların öncü kuvvetlerinin komutanına
emirlik mektubunu gönderdi.
Ester en-Nehaî,
Iraklıların öncü kuvvelerinin başına komutan olarak geldiğinde Hz. Ali'nin
verdiği emre itaat etti. Savaşa girişmedi. Şamlıların öncü kuvvetlerinin
başındaki komutan Ebu Aver es-Sülemî de Iraklılara saldırmadı. İki taraf,
yerlerinde sabırla beklediler. Şamlıların öncü kuvvetleri akşama doğru
cepheden geri çekildiler. Ertesi gün yine sabırla beklediler. Ancak Ester,
bilahare saldırıya geçince Şamlıların bahadır ve yiğitlerinden Abdullah b.
Münzir et-Tenuhî'yi Iraklı askerlerden biri Öldürdü. Öldürenin adı, Zibyan b.
Ammare et-Temimî idi. Bu hadise üzerine Şamlıların öncü kuvvetlerinin komutam
Ebu Aver de beraberindeki adamlarıyla Iraklılara karşı saldırıya geçti. İki
taraf karşı karşıya geldiğinde Ester, Ebu Aver'den kendisiyle mübareze yapmak
üzere ortaya çıkmasını istedi. Ancak Ebu Aver, onun bu isteğine muvafakat
etmedi. Güya Eşter'i kendine denk görmemişti. Doğrusunu Allah bilir.
İkinci günün akşam
vaktinde iki taraf saldırılarına son verdiler. Üçüncü günün sabahında Hz. Ali,
askerleriyle birlikte oraya geldi. Mu-aviye de askerleriyle oraya vardı. İki
ordu karşı karşıya geldi. Yardımına baş vurulacak olan zat, yüce Allah'tır.
İki taraf uzun süre beklediler. Beklemekte oldukları o yerin adı Sıfîîn idi.
Vakit de zilhicce ayının ilk günleriydi.Sonra Hz. Ali, oradan ayrılıp kendi
askerleri için bir konaklama yeri aramaya başladı. Muaviye, ordusuyla birlikte
ondan önce oraya gelmiş ve su başlarını çok rahat ve geniş bir yerde tutmuştu.
Hz. Ali, oraya geldiğinde sudan uzak bir yere konaklamıştı. Iraklılar, su
başına gelmek istediklerinde Şamlılar, onlara engel olmuşlardı. Bu yüzden
aralarında çarpışma meydana gelmişti.
Muaviye ve Ebu Aver
es-Sülemî, su başını tutmuşlardı. Orada yanı SıfSn'de onların işgalinde bulunan
sudan başka bir su yoktu. Hz. Ali'nin adamları şiddetli bir susuzluğa maruz
kaldılar. Hz. Ali, Eş'as b. Kays el Rindf yi bir toplulukla birlikte suya
gönderdi, ancak Şamlılar onlara su vermeyip: «Nasıl ki Osman'ı susuz
bıraktımzsa siz de susuzluktan ölün.» dediler. Bir saat kadar karşılıklı olarak
birbirlerine ok attılar, sonra da mızrak ve kargılarla birbirlerine giriştiler.
Bundan sonra birbirlerine kılıçlarla giriştiler. Her iki taraf kendi adamına
destek verdi. Sonra Iraklılar tarafindan Ester en-Nehaî, Şamlılar tarafindan da
Amr b. As oraya geldi. İki taraf arasındaki savaş daha da şiddetlendi. Iraklılardan
Abdullah b. Avf b. Ahmer el-Ezdî savaşırken şöyle diyordu:
«Fırat'ın akmakta olan
suyunu bize vermemezlik etmeyin. Aradan çıkın, ya da büyük bir orduyla sebat
edin.
Haretekli, mızrağıyla
vuran ve saldıran her liderin, her beyin, içeceği bir su yeri vardır.
O bey ki, darbe vurur.
Düşmanın kafalarına darbesini isabet ettirir.»
Sonra Iraklılar,
Şamlıları su başından uzaklaştırmaya devam ettiler. Nihayet onları su başından
tamamen uzaklaştırdılar. Büahere iki taraf da su kaynağından yararlanma
hususunda anlaştılar. Aynı su kaynağının başına geliyorlar, taraftarlardan
hiçbiri diğerleriyle konuşmuyor, kimse kimseye eziyette bulunmuyordu.
Bir rivayete göre
Muaviye, Ebu Aver'e su kaynağını koruması için emir verdiğinde Ebu Aver, orada
kınından çekilmiş kılıçlar, dimdik tutulmuş kargı ve mızraklarla nöbet tutmaya
başladı. Hz. Ali'nin adamları gelip durumu Hz. Ali'ye şikayet ettiklerinde o,
Sa'sa'a b. Sohan'ı Mua-viye'ye gönderdi ki, Muaviye'ye şöyle desin:«Biz buraya
size karşı delillerimizi ibraz etmek için geldik. Sizinle savaşmaya niyetimiz
yoktu. Ama sen öncü kuvvetlerini üzerimize gönderdin. Biz saldırıya geçmeden
onlar bize saldırdılar. Şimdi de sudan yararlanmamıza engel oluyorsun.»
Sa'sa'a b. Sohan, bu sözleri aktardığı zaman Muaviye yanındakilere: «Şunlar ne
istiyorlar? diye sorunca Amr b. As, şöyle dedi: «Sudan yararlanmalarına engel
olma. Çünkü onlar, susuz iken bizim kana kana su içmemiz insaflı bir davranış
olmaz.»
Velid ise, şöyle dedi:
«Bırak da müminlerin
emiri Osman'ı kendi evinde kuşatma altında tuttukları zaman onu susuz
bıraktıkları ve kırk gün süreyle onu su ve yiyeceklerin lezzetinden mahrum
bıraktıkları gibi kendileri de susuzluk acısını tatsınlar.»
Abdullah b. Sa'd b.
Ebi Şerh de şöyle dedi: «Geceye kadar onları susuz bırak. Belki memleketlerine
dönerler.»
Bu sözler karşısında
Muaviye susunca Sa'sa'a b. Sohan ona:
- Cevabın nedir? diye
sordu. Muaviye de:
- Görüşümü büahere
size bildireceğim, diye cevap verdi.
Sa'sa'a, Hz. Ali'nin
yanına dönüp durumu anlatınca Hz. Ali'nin süvari ve piyadeleri harekete geçti.
Şamlıları zorlayarak su başından uzaklaştırdılar. Sonra da su hususunda
aralarında anlaştılar ki, kimse kimseye engel olmayacaktı. İki gün süreyle
orada kaldılar. Ne Muaviye Hz. Ali'ye bir yazı yazıyor, ne de Hz. Ali ona bir
yazı yazıyordu. Sonra Hz. AK, Beşir b. Amr el-Ensârî, Said b. Kays el-Hemedanî
ve Şebis b. Ri-bi es-Sehmî'yi yanına çağırarak onlara şöyle dedi:
- Şu adamın
(Muaviye'nin) yanına gidin. Onu itaata ve cemaata katılmaya davet edin. Ve
size söyleceklerini aklınızda tutun. Gelip bana anlatın.
Bunlar, Muaviye'nin
yanma gittiklerinde Beşir b. Amr, ona şöyle
dedi:
- Ey Muaviye, bir gün
bu dünyayı bırakıp gidecek ve ahirete göçeceksin. Yaptıklarının hesabım Allah
sana soracaktır. Bu dünyada işlediğin amellerin karşılığını sana verecektir.
Allah aşkına bu ümmeti birbirinden .koparıp dağıtma, aralarında kan
akıtılmasına sebebiyet verme.
- Bu tavsiyeyi
kendi" adamlarınıza (Hz. Ali'ye) yapsaydınız ya? —Benim adamım (Hz. Ali),
bu mahlukat içinde fazileti, dindarlığı,
İslâm'a senden önce
girmiş olması ve Rasûlullah'a yakınlığı sebebiyle halifeliğe senden daha
layıktır. O, seni kendisine bey "at etmeye davet ediyor.Böyle yapman,
dünyada selamette kalman için daha uygundur. Ahirette de senin hayrına
olacaktır.
- Osman'ın kam heder
mi olsun? Hayır, vallahi ben bunu asla yapmayacağım.
Sonra Said b. Kays
el-Hemedanî konuşmak istedi. Ancak Şebis b. Ribî ondan önce söze başlayarak
Muaviye hakkında kaba ve nahoş sözler söyledi. Muaviye de onu, kendisinden
daha şerefli bir kimseye karşı yakışıksız söz sarf etmekten ve bilmediği
şeyleri söylemekten menedip, azarladı. Sonra yanından çıkıp gitmeleri için
Muaviye, onlara emir verdi. Haksız yere öldürülen Hz. Osman'ın intikamım
almaya kesin karar verdi. Tam o sırada iki taraf arasında savaş başladı. Hz.
Ali, öncü kuvvetlerine ve komutanlara savaşa girişmeleri için emir verdi. Hz.
Ali, kendi taraftarlarından her kavmin başına savaşta kendi adamlarından birini
komutan olarak tayin ediyordu. Hz. Ali'nin savaş komutanlarından bazılarının
adları şöyledir:E ster en-Nehaî, Hicr b. Adiy, Şebis b. Ri-bi, Halid b.
Mutemer, Ziyad b. Nadr, Ziyad b. Hafsa, Said b. İs, Makil b. Kays ve Kays b.
Sa'd.
Muaviye de savaşı
idare etmesi için her gün bir komutan tayin ediyordu. Komutanlarından
bazılarının adları şöyledir: Abdurrahman b.Halid b. Velid, Ebu Aver es-Sülemî,
Habib b. Müslim, Zülkila el-Himyerî, Ubeydullah b. Ömer b. Hattab, Şurahbil b.
Semt, Hamza b.Malik el-Hemedani. Taraflar bazen günde iki defa savaşıyorlardı.
Sıffîn savaşı, zilhicce ayı boyunca devam etmişti.
Bu senede yani
hicretin otuzaltmcı senesinde Müslümanlara Abdullah b. Abbas, Hz. Ali'nin emri
üzerine hacettirdi. Zilhicce ayı sona erince muharrem ayı başladığında Cenâb-ı
Allah, aralarına barışı hakim kılar umuduyla taraflar karşılıklı ateşkes
çağrısında bulundular. [16]
Bu senenin başında
mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali ile Ebu Süfyan oğlu Muaviye ateşkes yapmış
vaziyette beklemekteydiler. Bunlardan her biri, kendi askerleriyle birlikte
Şam bölgesinin doğusunda Fırat yakınındaki Sıfîîn denen yerde beklemekteydiler.
Bunlar, zilhicce ayı boyunca her gün çarpışıyorlardı. Hatta bazı günlerde bu
çarpışma iki kez tekrarlanıyordu. Aralarında öyle çarpışmalar cereyan etmişti
ki, bu çarpışmaların safahatım anlatmak burada geniş yer işgal edecektir.
Kısaca demek
istediğimiz şudur ki, muharrem ayı girdiğinde aralarında barış antlaşmasıyla
sona erecek bir ateşkes umuduyla iki taraf birbirleriyle çarpışmaya son
verdiler.
îbn Cerir'in
rivayetine göre Hz. Ali, Adiy b. Hatim, Yezid b. Kays el-Erhabî, Şebis b. Ribî
ve Ziyad b. Hafsa'yı Muaviye'nin yanma gönderdi. Bunlar, Muaviye'nin yanma
vardıklarında Amr b. As da Muaviye'nin yaranda oturmaktaydı. Adiy, Allah'a
hamdü senada bulunduktan sonra Muaviye'ye hitaben şöyle dedi:
- Ey Muaviye! Biz sana
geldik ki, seni Allah'ın emrine davet edelim. Allah'ın emri birlik olmamızdır.
Sözümüzün ve fikrimizin aynı olmasıdır. Aramızda barışın hakim olmasıdır.
Amcan oğlu (Ali), Müslümanların efendisidir. İslâm'a ilk girenlerden faziletli
bir kimsedir. İslâmiyet döneminde güzel bir hayat tarzı sergilemiştir. İnsanlar
onun etrafında toplanmışlardır. Onlar, Hz. Ali'de gördükleri şeyle doğru yolu
bulmuşlardır. Senden ve senin beraberindeki taraftarlarından başka Ali'ye
bey'at etmeyen kimse kalmamıştır. Ey Muaviye, bu yaptıklarına son ver ki, Cemeî
savaşında senin ve adamlarının basma gelen musibet tekrarlanın asm.
Muaviye, Adiy'e şu
karşılığı verdi:.
- Ey Adiy! Sen sanki
banş için değil, tehditte bulunmak için gelmişsin. Heyhat Allah'a yemin ederim
ki ey Adiy, ben senin bu isteklerine asla muvafakat etmeyeceğim. Ben, savaşın
oğluyum. Asılsız şeyler beni ürkütmez. Zamanın musibetlerine karşı da boyun
eğmem. Sana gelince vallahi sen Osman'ın etrafında gürültü patırtı
çıkaranlardan ve onu öldürenlerdensin. Ümid ederim ki, Osman'ın intikamı uğruna
sende Allah tarafından öldürülecek olanlardan biri olursun. Şebis b. Ribi ile
Ziyad b. Hafsa da konuştular. Hz. Ali'nin fazilet ve üstünlüklerini anlatarak
şöyle dediler:
- Ey Muaviye,
Allah'tan kork ve sakın muhalefet etme. Vallahi biz dünya hayatında Ali'den
daha ileri derecede takva sahibi, zühde sarılmış ve her türlü hayır ile güzel
vasıfları kendisinde bulunduran başka bir adama rastlamadık.
Muaviye de Allah'a
hamdü senada bulunduktan sonra sözüne şöyle başladı:
- Siz, beni cemaata ve
itaata davet ediyorsunuz. Cemaat diyorsanız, cemaat bizim yanımızdadır. îtaata
gelince ben, Osman'ın öldürülmesine yardımcı olan bir adama nasıl itaat
ederim? Ama o, Osman'ı kendisinin öldürmemiş olduğunu iddia ediyor. Biz, onun
bu iddiasını reddetmiyoruz. Onu, Osman'ı öldürmekle itham etmiyoruz. Ancak o,
Osman'ın katillerini barındırmıştır. Katilleri bize versin ki öldürelim. Sonra
sizin bu itaat ve cemaata katılma çağrınıza icabet edelim.
Şebis b. Rib'i ise
şöyle dedi:
- Allah aşkına söyle
bakalım ey Muaviye, eğer Ammar b. Yasir'i ele geçirecek olsaydın, Osman'ın
kanma karşılık onu Öldürür muydun?
- Eğer onu ele
geçirseydim, Osman'ın kanına karşılık olarak değil de Osman'ın kölesinin kanma
karşılık olarak onu öldürürdüm.
- Yerin ve göğün
ilahına yemin ederim ki, kelleler omuzlardan düşmedikçe ve yerin olanca
genişliği daralmadıkça sen Ammar b. Yasir'i ele geçiremiyeceksin.
- Böyle olsaydı
yeryüzü sana daha dar gelecekti.
Bu konuşmalardan sonra
heyet, Muaviye'nin yanından çıkıp Hz. Ali'nin yanma döndü. Karşılıklı
konuşmaları ve cereyan eden hadiseleri ona anlattılar. Muaviye de, Habib b.
Mesleme el-Fihrî, Şurahbil b. Semt ve Maan b. Yezid b. Ahnes'i Hz. Ali'nin
yanına gönderdi. Bunlar, Hz. Ali'nin yanma vardıklarında Habib, Allah'a hamdü
senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
- Osman b. Affan,
hidayet yolundaki bir halifeydi. Allah'ın kitabıyla amel etti. Allah'ın emrine
bağlı kaldı. Siz onun hayatım uzamış gördünüz. Vefatının geciktiğini
düşündünüz. Ona saldırıp öldürdünüz. Eğer onu öldürmediğini iddia ediyorsan
katillerini bize teslim et. Sonra insanlar, savaştan çekilip yöneticilerini
şura ile seçsinler. Etrafında toplanacakları birini halife yapsınlar.
- Anan seni vitirsin
ey Adam! Şu halife seçimi ve halifenin azli sana mı düştü. Sus, sen bu işe
layık biri değilsin. Bundan söz etmeye hakkın yok,
- Öyleyse Allah'a
yemin ederim ki, sen beni, hoşlanmadığın bir şekilde karşında bulacaksın.
- Süvari ve
piyadalerinle karşıma çıkacak olsan bile bu işi beceremezsin. Hayatta kalacak
olsan bile Allah, seni hayatta bırakmasın. Haydi çek git buradan. EliriÜen
geleni arkana koyma.
Siyer âlimlerinin anlattığına
göre bu heyetle Hz. Ali arasında uzun uzadıya konuşmalar cereyan etmiştir.
Ancak bu konuşmaların sihhati hakkında ihtilaf vardır. Bu konuşmalar arasında
Hz. Ali'nin, Muavi-ye'yi ve babasını eleştirdiğine dair sözler de vardır. Güya
Hz. Ali, Muavi-ye ile babasının İslâm'a girdikten sonra İslâmiyet hususunda ve
diğer konularda tereddüt ettiklerini ve bu tereddüdlerini sürdürdüklerini ifade
etmiş, sözleri arasında şu cümleleri de sarfetmiştir: «Ben, Osman'ın mazlum ya
da zalim olarak öldürülmüş olduğunu söylemiyorum.» Heyettekiler de:«Osman'ın
haksız yere öldürüldüğünü söyleme-yen kimselerden ilişkimizi koparmışız.
BÖylelerinden uzaktayız.» demişler ve Hz. Ali'nin yanından çıkıp gitmişlerdi.
Hz. Ali de şu ayet-i kerimeyi okumuştu:
«Sen, ölülere şüphesiz
ki işttiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Körleri
sapıklıklarından vazgeçilip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize
inananlara sen duyurabilirsin.» (en-
Neml, 80-81.)
Bu ayeti okuduktan
sonra Hz. Ali, dönüp kendi adamlarına şöyle dedi: «Bunlar, sizin haklı
olduğunuz davada ve Rabbinize yaptığınız ita-atta kendi sapıklıkları yolunda
sizden daha gayretkeş olmasınlar.» Bana göre Hz. Ali, böyle bir şey söylemiş
değildir. Allah, ondan razı olsun.
İbn Dizü'in rivayetine
göre Iraklıların kurralarıyla Şamlıların kur-raları 30 000'e yakın kişi olup
bir tarafta ordugah kurmuşlardı. Irak kurralarından; aralarında Ubeyde
es-Selmanî, Alkame b. Kays, Amir b. Abdi Kays, Abdullah b. Utbe b.Mesud ile
diğerlerinin bulunduğu bir grup, Muaviye'nin yanma giderek ona şöyle
demişlerdi:
- Sen ne istiyorsun?
- Osman'ın intikamını
almak istiyorum.
- Sen bu intikamı
kimden almak istiyorsun.
- Ali'den almak
istiyorum.
- Osman'ı Ali mi
öldürdü?
- Evet, o Öldürdü ve
katillerini barındırdı.
Heyet, Muaviye'nin
yanından ayrılıp Ali'nin yanma gitti ve Muaviye'nin söylediklerini ona
aktardılar. Hz. Ali de şu cevabı verdi:
«Yalan söylüyor.
Osman'ı ben öldümedim.Onu öldürmediğimi siz de biliyorsunuz.»
Bunun üzerine heyet,
Muaviye'nin yanına dönüp durumu kendisine anlatır. Muaviyede:
«Eğer Osman'ı o
öldürmemişse de bazılarına emir vererek öldürtmüştür.» dedi. Bunlar, tekrar
kalkıp Hz. Ali'nin yanına döndüler. Hz. Ali, onlara:
«Allah'a yemin ederim
ki Osman'ı ben öldürmedim. Öldürülmesini de emretmedim. Başkalarını da ona
karşı kışkırtmadım." diye cevap verdi. Bunlar tekrar kalkıp Muaviye'nin
yanına döndüler. Durumu ona anlattıklarında Muaviye, şöyle dedi:
«Ali doğru söylüyorsa,
Osman'ın katillerinden bizim için intikam alsın. Onlara kısas tatbik etsin.
Çünkü Osman'ın katilleri, Ali'nin askerleri arasındadırlar.»
Heyet tekrar kalkıp
Hz. Ali'nin yanma vardı.Durumu ona anlattıklarında Hz. Ali, şöyle dedi:
«Asiler, fitne
konusunda Kur'ân'ı Osman'a karşı tevil ettiler. Bu yüzden bölünme ve parçalanma
meydana geldi. O, halife iken ve hakimiyeti elinde tutmakta iken onu
öldürdüler. Benim onlara karşı yapabileceğim bir şey yoktur.»
Heyet kalkıp
Muaviye'nin yanma döndü. Hz. Ali'nin söylediklerini ona aktardılar. Muaviye de
şöyle dedi:
«Eğer durum Ali'nin
dediği gibiyse ona ne olmuş? Yönetim bizim dışımızda, şura yapılmaksızın ne
bizden ne de burada bulunanlardan herhangi birine verilmiş değildir. Yönetimi
o eline geçirmiştir. Bu niye böyle olsun?»
Heyet tekrar kalkıp
Hz. Ali'nin yanma döndü. Ali de onlara şöyle dedi:
«İnsanlar, Muhacir ve
Ensâr'la birliktedir. Bunlar, insanların yönetim hususunda ve din işlerinde
önde gelen şahsiyetleridir. Bunlar, benden hoşnud olmuş ve bana bey'at
etmişlerdir. Ben, Muaviye gibi bu ümmete tahakküm eden, birliği bozan bir
kimseye halifeliği devretmeyi helal saymam.»
Heyet, kalkıp
Muaviye'nin yanma döndü. Muaviye, onlara şöyle dedi:
«Buradaki Muhacir ve
Ensârî niye karıştınyar bu işe? Onlar, bu işe dahil olmamışlardır.»
Heyet kalkıp
Hz.Ali'nin yanma döndü. Hz. Ali, onlara şöyle dedi:
«Bu iş, Bedir savaşma
katılan kimselerin yetkisindedir. Başkalarının yetkesinde değildir. Yeryüzünde
Bedir savaşma katılmış ne kadar adam varsa hepsi de benimle beraberdir. Bunlar
bana bey'at etmişler ve benden hoşnut olmuşlardır. Dininiz ve nefisleriniz
hususunda kimse sizi aldatmasın.»
Rebiyülahır,
cemaziyelevvvel ve cemaziyelahir ayları boyunca iki taraf arasında karşılıklı
haberleşme devam etti. Bu esnada peşpeşe kuralar çekildi. İki taraf birbirine
saldırmaya teşebbüs ediyorsa da kurra-lar aralarına girip savaşı önlemeye
çalışıyorlardı.
Böylece savaş cereyan
etmedi. Bu üç ay zarfinda seksenbeş defa kuetti. Sancağı Abdurrahman b. Halid
b.Velid'e verdi. Sağ cenaha Habib b. Mesleme'yi, piyadelerin başına Yezid b.
Zahr el-Enesî'yi, sol cenaha Abdullah b. Amr b. As'ı, piyadelerin başına Habis
b.Sa'd et-Taf yi Şamh süvarilerin başına Dahhak b. Kays'ı, Şamlı piyadelerin
başına Yezid b. Lebid b. Kürz el-Becelî'yi, Humuslu askerlerin başına
Zilkila'yı, Filistinli askerlerin başına Mesleme b. Mahled'i komutan olarak
tayin etti. Muaviye'nin kendisi de kalkıp askerlerine bir nutuk irad etti.
Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi: «Ey insanlar! Allah'a yemin
ederim ki, ben Şam'ı ancak itaatla ele geçirdim. Iraklılara karşı yaptığım
savaşı da ancak sabırla kazandım. Hicaz halkana karşı lütuna muamele ettim. Siz
şimdi savaşa hazırlandınız. Harekete geçtiniz ki, Şam'ı koruyup Irak'ı ele
geçiresiniz. Karşı tarafta Irak'ı korumak ve Şam'ı ele geçirmek için harekete
geçmiştir. Hayatıma yemin ederim ki, Iraklı adamlar, ne Şam'ı ne de Samdaki
malları ele geçiremiyecektir. Şamlıların tecrübe ve basireti Iraklılarda
yoktur. Karşı tarafın askerleri kendi ülkelerinden ve teçhizatlarından
uzaktadırlar. Sizinse sizden başka takviyeniz yoktur. Askerleriniz hep buradadır.
Karşı tarafı mağ-lub edecek olursanız ancak dostluk ve yumuşak huylulukla
mağlup edersiniz. Onlar, sizi mağlub edecek olurlarsa son nefesinize kadar hepinizi
öldürdükten sonra mağlub edebilirler. Bunlar, Iraklıların hile ve tuzaklanyla
karşınıza çıkacaklardır. Yemenlilerin yumuşak huylulu-ğu, Hicazlıların basireti
ve Mısırlıların katılığı ile karşınıza çıkacaklardır. Bugün muzaffer olan
yarın da muzaffer olacaktır. «Musa, milletine: Allah'tan yardım dileyin ve
sabredin, dedi.»
Hz. Ali de Muaviye'nin
bu konuşmasını duyduğunda kalkıp taraftarlarına bir nutuk irad etti, onları
cihada teşvik etti. Şamlılara nisbetle kendilerinin daha sabırlı ve cesaretli
olduklarını söyleyerek onları methetti.
Cabir el-Cufî, Cafer
el-Bakır ile Zeyd b. Enes ve diğerlerinin şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
Ali, 150.000 Iraklı ile ilerledi. Muaviye de bir o kadar Şamlı ile ilerledi.
Ibn Dizil'in kendi
kitabında anlattığına göre Hz. Ali, 100.000 veya daha fazla sayıda Irak
askerleriyle birlikte ilerledi.Muaviye ise, 130.000 Şamlı askerler ile
ilerledi. Şamlılardan bir grup asker, cepheden firar etmek üzere sözleştiler.
Sarıklarla birbirlerine bağlandılar. Bunlar beş saftılar. Beraberinde altı saf
daha vardı. Iraklılarda bu sekide on bir saf oluşturdular. Safer ayının ilk
günü olan çarşamba gününde bu şekilde birbirlerine bağlı olarak karşı karşıya
geldiler. O gün Iraklıların savaş komutam Ester en-Nehaî, Şamlıların savaş
komutanı ise Habib b. Mesleme idi. O günde şiddetli bir şekilde çarpıştılar.
Sonra akşama doğru geri döndüler. İki taraf birbirlerine denk kuvvetlerle
çarpıştığı için berabere kalmışlardı.
Ertesi gün yani
perşembe günü sabahladıklarında Iraklıların savaş komutanı Haşim b.Utbe,
Şamlıların savaş komutanı ise Ebu Aver es-Sülemî idi. Bunlar, şiddetli bir
şekilde çarpışmaya başladılar. Atlar atların üzerine, adamlar adamların
üzerine, süvariler de süvarilerin üzerine saldırdılar. Sonra akşama doğru geri
döndüler. Yine iki taraftan biri diğerini mağlub edememiş, berabere
kalmışlardı.
Üçüncü günü yani cuma
gününde Ammar b. Yasir, Iraklıların, Amr b. As da Şamlılar'm komutanlarıydı.
Her iki tarafta şiddetli bir şekilde çarpışmaya başladılar. Ammar, Amr b.As'a
karşı hücuma geçerek onu bulunduğu yerden gerilemek mecburiyetinde bıraktı.
Ziyad b. Nadr el-Harisî ortaya çıktı. Ammar ile anne bir kardeştiler.
Birbirlerini tanıyınca her biri kendi tarafına geri döndü. Akşama doğru iki
taraf da silahlarını bıraktılar. Berabere kalmışlardı.
Savaşın dördüncü günü
yani cumartesi gününde Muhammed b. Ali (İbn Hanefi'ye) büyük bir toplulukla
ortaya çıktı. Karşısına Şamlılardan Ubeydullah b. Ömer çıktı. İki tarf
şiddetli bir şekilde çarpışmaya başladılar. Ubeydullah b.Ömer, mübareze için
ortaya çıktı. İbn Hanefi-ye'nin kendisiyle mübareze yapmak üzere ortaya
çıkmasını istedi. Birbirlerine yaklaştıklarında Hz. Ali: «Mübareze yapacak
olan kimdir? diye sorunca: «Oğlun Muhammed ile Ubeydullah mübareze
yapacaklar.» dediler. Bunun üzeine Hz. Ali, bineğini harekete geçirdi ve oğlu
Mu-hammed'e geri durmasını emretti. Kendisi, Ubeydullah'm karşısına çıkıp
şöyle dedi:
- Bana doğru yaklaş.
- Seninle mübareze
yapmaya ihtiyacım yok.
- Hayır ihtiyacın
vardır
- Hayır.
Bunun üzerine Hz. Ali,
geri çekildi. İki tarafta o gün birbirlerine ilişmediler.
Beşinci günde yani
pazar gününde Iraklıların komutanı Abdullah b. Abbas'tı. Ebu Mihnef in
anlatıldığına göre Şamlıların komutanı olan Velid, îbn Abbas'a laf atarak şöyle
diyordu:
- Halifenizi
öldürdünüz, ama maksadınıza eremediniz. Yemin ederim ki, size karşı Allah bizim
yardımcımızdır.
- Yüreğin yetiyorsa
karşıma çık da seninle başbaşa vuruşalım. Velid, İbn Abbas'm karşısına
çıkmadı. Anlatıldığına göre İbn Abbas, o gün bizzat şiddetli bir şekilde
savaşmıştır.
Altıncı günde yani
pazartesi gününde Iraklıların komutanı Kays b. Sa'd, Şamlıların komutanı da İbn
Zilkila' olarak iki taraf karşı karşıya geldiler. Şiddetice savaştılar.
Birbirlerine denk kuvvetlerle savaştıkları için berabere kaldılar, sonra geri
döndüler.
Yedinci günde yani
salı gününde Iraklıların komutanı Ester en-Nehaî, Şamlıların komutanı da Habib
b.Mesleme olarak iki taraf karşı karşıya geldiler. Yine şiddetlice çarpışmaya
başladılar. Ancak bütün bu günler boyunca iki tarftan biri, diğerini yenemedi.
Ebu mihnef in
rivayetine göre o gün Hz. Ali: «Bunlara topluca hücum etmekiçinne zamana kadar
bekleyeceğiz?» demiş ve çarşamba günü akşamı ikindiden sonra kalkıp
askerlerine hitaben şöyle bir konuşma yapmıştı:
«İstemediği bir iş
yapılamayan, verdiği hüküm bozulamayan Allah'a hamd olsun. Allah dileseydi,
mahlukatmdan iki kişi arasında bile anlaşmazlık çıkmaz, ümmet arasında ihtilaf
olmaz, faziletleri az olanlar, kendilerinden daha faziletlilerin faziletini
inkar etmezdi. Mukadderat bizi de bunları da bu işe sürüklemiş bulunuyor.
Rabbimiz, bizi hem görüyor hem işitiyor. Dilerse intikamım çabuklaştırır,
zalimin yalanını ortaya koyar, hak da nereye varacağını bilirdi. Ancak O,
dünyayı amel yurdu, ahireti de ebedi kalınacak bir yer kılmıştır: «O, kötülük
edenleri yaptıklarıyla cezalandırsın. Güzel davrananları da güzellikle
mükafatlandırsın.» (en-Necm, 3i.)
Bilesiniz ki, siz
yarın en güçlü bir kavim olacaksınız. Bu geceyi namaz kılarak, Kur'ân okuyarak
ve Allah'tan yardım ve sabır ihsan etmesini dileyerek geçirin. Yarın onları
ciddiyetle karşılayın. Bu amellerinizde de sadık ve samimi olun.»
Bunun üzerine Hz.
Ali'nin askerleri, kılıçlarına, oklarına ve mızraklarına bakıyor ve şöyle
diyorlardı:
«Ümmet acaip ve büyük
bir işle sabahı karşılayacak. Yarın yönetim ve hükümranlık, galip gelenin eline
geçecek. Ben gerçekten yalan olmayan doğru sözler söyledim. Yarın Arapların
ileri gelenleri helak olacak.»
Sabah olunca Hz. Ali,
askerlerini kendi uygun gördüğü şekilde tabiye etti. Muaviye de askerlerini
dilediği şekilde mevzilendirdi. Hz. Ali, Iraklı her kabilenin, Şam'daki
akrabası bulunan kabilelere karşı durmalarını, onlarla savaşmalarını emretti.
Böylece iki taraf şiddetlice savaşmaya başladılar. Kimse kimseden kaçmıyor ama
kimse de kimseyi mağlub edemiyordu. Akşama doğru iki taraf silahlan bırakarak
geri çekildiler. Sabahleyin Hz. Ali, fecir namazını şafakın ilk anında kıldı
ve erkenden savaş başladı. Sonra Şamlılar da ona karşı çıkıp savaşmaya
başladılar. îbn Mihnef in, Zeyd b. Vehb'den yaptığı rivayete göre Hz. Ali, o
esnada şöyle dua etmiştir:
«Ey korunmuş ve
muhafaza edilmiş olan tavanın (semanın) Rabbi olan Allah'ım! Sen, semayı gündüz
ve gece için bir tavan kıldın. Ve bu semada güneşin, ayın yörüngelerini
yarattın. Yıldızların menzillerini var ettin ve semada bir melekler topluluğu
yarattın ki, onlar ibadet etmekten usanmazlar. Ey mahlukat için, insanlar,
haşereler ve hayvanlar için karargah kılman yerin Rabbi Allah'ım! Sen yeryüzünü
gördüğümüz ve görmediğimiz, sayılamayacak derecedeki büyük yaratıkların için
yerleşme zemini kıldın. Ey denizlerde insanların yararına olarak akıp giden
gemilerin Rabbi olan Allah'ım! İnsanların emrine verilen sema ile yer
arasındaki bulutların Rabbi olan Allah'ım! Dünyayı kuşatan kaynamış denizlerin
Rabbi, yeryüzü için çivi, mahlukat için de yararlanılacak birşey olarak
yarattığın dağların Rabbi olan Allah'ım!
Eğer bizi
düşmanlarımıza karşı galip kılarsan, bizi taşkınlıktan, bozgunculuktan
uzaklaştır ve hakka yönelt. Eğer düşmanlarımızı bize galib kılarsan şehidliği
bana nasib et. Kalan arkadaşlarımı da fitneden uzak tut.»
Hz. Ali, bu duasından
sonra ilerledi. Kendisi ordunun merkezindey-di. Medineliler arasındaydı. Sağ
cenahta o gün Abdullah b. Büdeyl, sol cenahta Abdullah b. Abbas, kurralar
üzerinde Ammar b.Yasir ile Kays b. Sa'd komutan olarak bulunuyorlardı. Her
kabile, kendi bayrağınının altında ilerliyordu. Hz. Ali, bunları düşmana karşı
ileri sürdü.
Muaviye de ilerledi.
Şamlılar kendisine ölüm üzerine bey'at etmişlerdi. İki taraf korkunç bir
ortamda ve büyük bir hadisede karşı karşıya gelmişlerdi. Hz. Ali, ordusunun sağ
cenah komutanı Abdullah b. Büdeyl, Şamlıların Habib b.Mesleme komutasındaki
sol cenahlarına saldırdı. Onu zor durumda bıraktı. Nihayet o da merkeze doğru
geriledi. Merkezde Muaviye bulunuyordu. Abdullah b.Büdeyl, dikilip askerlerine
bir nutuk irad etti. Onları çarpışmaya, sabır ve cihada teşvik etti.
Mü'minlerin emiri Hz. Ali de askerlerini sabır, sebat ve cihada rağbet ettirip
Şamlılarla savaşmaya teşvik etti. Her komutan kendi adamlarına nutuk irad
ederek onları savaşa teşvik ediyor, Kur'ân-ı Kerim'in müteferrik yerlerinden savaş
ayetlerini okuyorlardı. Bu ayetlerden biri de şuydu:
«Doğrusu Allah, kendi
uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi, sıra halinde savaşanları sever.»(es-Saff,
4.)
Ayrıca Hz.Ali, kendi
taraftarlarına şu öğüdü vermişti:
«Aranızda
zırhlı.olanları öne geçirin. Zırhsız ve miğfersiz olanları da arkaya çekin.
Çarpışmalarda dişlerinizi sıkın. Böylece kılıç darbelerinin tepenize inmesini
önlersiniz. Sağa sola yayılın. Böylece kendinizi mızraklardan daha iyi
korursunuz. Savaşırken önünüze bakın. Çünkü böyle yapmak, kalplerin sükun
bulması ve sebatı için daha etkilidir. Sakın bağırıp çağırmayasınız.
Seslerinizi kesin. Çünkü bu, yenilgiyi daha çabuk uzaklaştırır. Böyle yapmak,
inşam daha. ağır başlı kılar. Sancaklarınıza dikkat edin. Onları yana
yatırmayın. Sakın elinizden bırakmayın ve yalnız cesur olanlarınızın eline
verin.»
Tarih âlimlerinin ve
diğerlerinin anlattıklarına göre Sıffîn savaşındâ Hz.Ali, bizzat savaş alanında
çarpışmış, çok sayıda adam öldürmüştür. Bazılarının naklettiklerine göre o, bu
savaşta 500 kişi öldürmüştü. Öldürdüğü adamlardan biri de Küreyb b.Sabbah'tı.
Bu adam, Iraklılardan dört kişiyi öldürmüş, bunların cesetlerini ayaklarının
altına aldıktan sonra: «Benimle vuruşacak kimse yok mu?» diye seslenmiş. Hz.
Ali, onun karşısına çıkmış, ikisi bir saat savaş alanında vuruştuktan sonra Hz.
Ali, ona bir darbe vurarak öldürmüş, sonra Hz. Ali: «Benimle vuruşacak kimse
yok mu?» diye seslenmiş, karşısına Haris b. Vedaa el-Himyerî çıkmış. Hz. Ali,
onu da öldürmüş, sonra Rüvvad b. Haris el-Kilaî onun karşısına çıkmış. Hz. Ali,
onu da öldürmüştü. Bu defa karşısına Muta' b. Muttalib el-Kaysî çıkmış, Hz.
Ali, onu da öldürdükten sonra şu ayet-i kerimeyi okumuştu: «Hürmetler
karşılıklıdır.» (ei-Bakara, 194.)
Ruvvad'ı da
öldürdükten sonra Hz. Ali, şöyle seslenmişti: «Ey Mua-viye, sen karşıma çık,
Araplar benimle senin aranda yok olup gitmesinler, telef olmasınlar.» Hz.
Ali'nin bu çağrısı üzerine Amr b. As, Muavi-ye'ye: «Haydi fırsatı değerlendir.
Şu dört adamı öldürdüğü için Ali artık yorulmuştur.» deyince Muaviye, ona şu
karşılığı verdi:
«Vallahi biliyorsun ki
Ali, asla yenilmez. Sen benden sonra halifeliği ele geçirmek amacıyla
öldürülmemi istiyorsun. Haydi çek git buradan. Benim gibi birini hiç kimse
aldatamaz ve tuzağa düşüremez.» Anlatıldığına göre Sıffîn savaşı esnasında
günlerden bir gün Hz. Ali, Amr b. As'a bir mızrak fırlatarak onu yere düşürmüş,
Amr'm arkası açılınca Hz.Ali, onu bırakıp geri dönmüştü. Arkadaşları kendisine
şöyle sormuşlardı:
- Ey müminlerin emin!
Sana en oldu ki Amr'ı bırakıp geri döndün?
- Neler olduğunu
biliyor musunuz?
- Hayır.
- Amr b.As, arkasını
bana döndü. Arka tarafı açıldı ve akraba olduğumuzu, kendisine acımamı
söyledi. Ben de kendisini bırakıp geri döndüm.»
Öte yandan Amr b.As,
Muaviye'nin yanma döndüğünde Muaviye, ona şöyle dedi:
- Allah'a ve arkana
dua et ki kurtuldun.
İbrahim b. Hüseyin b.
Dizil, Nümeyr el-Ensârf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Allah'a yemin
ederim ki, Sıöîn savaşında Ali'nin kendi arkadaşlarına şöyle dediğini işittim:
«Allah'ın gazabından
korkmuyor musunuz? Bu savaş ne zamana kadar sürecek?» Böyle dedikten sonra
kıbleye dönüp dua etmeye başla-dı.Allah'a yemin ederim ki, Sıffîn savaşındaki
kadar Hz. Ali gibi bir başka komutanın savaştığını işitmedik.
İstatistikçilerin
anlattıklarına göre bu savaşta Hz. Ali, 500'den fazla adam öldürmüştür. Savaş
alanına çıkıp savaşıyor, kılıçla adam öldürüyor ve kılıcı eğrilinceye kadar
çarpışmaya devam ediyordu. Sonra gelip: «Allah'tan ve sizden özür diliyorum.
Ben eğilen bu kılıcımı atmak istedim. Ancak Rasûlullah (s.a.v.)'ın:
«Zülfıkardan başka kılıç yoktur. Ali'den başka yiğit yoktur." dediğini
işittiğim için bu kılıcı atamadım.» diyor ve kılıcını alıp düzelttikten sonra
tekrar savaş alanına dönüyordu. Bu rivayetin senedi zayıftır ve burada anlatılanlar
münkerdir. İbn Lüheya, Rebia b. Lakit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Sıffîn savaşında Ali ve Muaviye ile beraberdik. Semadan üzerimize taze kan
yağdı. Öyle ki insanlar bu kam kaplara doldurdular. Kaplar dolup taştı. Biz de
döküyorduk.»
Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi Abdullah b. Büdeyl, Habib b. Mesleme komutasındaki Şam
ordusunun sol cehanını dağıttı. Bu kısımdaki askerler, ordu merkezine doğru
geri çekilmeye başladılar. Muaviye de bahadır ve kahramanlarına saldırı için
Habib'e yardımcı olmalarını emr etti. Habib'e de haber göndererek Abdullah b.
Büdeyl'e saldırması için emir verdi. Bunun üzerine Habib, beraberindeki
yiğitlerle Irak ordusunun sağ cenahına saldırdı. Onları bulundukları yerden
geri çekilmek mecburiyetinde bıraktı. Bu saldırı üzerine Iraklı askerler, emirlerinin
etrafından çekilip uzaklaşmışlar ve emirlerinin yanında ancak 300 kadar asker
kalmıştı. Diğer Iraklılar geri dönmüşlerdi. Hz. Ali'nin yanında bu kabilelerden
sadece Mekkeliler kalmıştı M, onların başında da Sehl b. Hanif komutan olarak
bulunuyordu. Rebia, Hz. Ali'nin yanında durup sebat etmişti.
Şamlılar Hz. Ali'ye
yaklaşmışlar, öyleki okları ona yetişiyordu. Emevilerin kölelerinden biri, Hz.
Ali'ye hücum ederek yaklaştı. Hz. Ali'nin kölelerinden biri ona karşı taarruza
geçti. Ancak Emevilerin kölesi, Hz. Ali'nin kölesini öldürdü ve Hz. Ali'ye
doğru ilerlemeye başladı. Onu öldürmek istiyordu. Yanına ulaşan köleyi Hz. Ali,
eliyle tutup havaya kaldırdı, sonra yere fırlattı ve omuzu ile pazusunu kırdı.
Sonra da Hz. Ali'nin oğulları Hüseyn ile Muhammed, kılıçlarını çekip bu köleyi
öldürdüler. Hz. Ali, yambaşmda duran oğlu Hasan'a şöyle dedi:
- Sen de şu
kardeşlerin gibi saldırsaydm ya.
- Ey mü'minlerin emin,
onlar benim görevimi yaptılar. Benim saldırmama gerek kalmadı.
Şamlılar, Hz.AH'ye
doğru hızla geliyorlardı. Hz. Ali ise, onlardan uzaklaşıyordu. Kaçmıyor, ama
normal bir yürüyüşle gidiyordu. Oğlu Hasan, ona şöyle dedi:
- Babacığım, bir az
daha hızlı yürüyemez misin?
- Ey oğulcuğum, senin
babanın belli bir eceli vardır. O ecelin ötesine gidemez ve ecelinden önce de
ölmez. Koşup gitmekle ecelimi erteleye-mem. Ağır yürümekle de ecelimi
çabuklaştıramam. Yemin ederim ki baban, ölümün üzerine de düşse veya ölüm
kendisinin üzerine düşse hiç önemsemez.
Sonra Hz.Ali, kendi askerlerinden
kaçanları yakalayıp geri getirmesi için Ester en-Nehafye emir verdi.O da
harekete geçti, hızla ilerleyip firar eden askerleri yakaladı.Onları azarlayıp
kınadı. Kabileleri ve bahadır askerleri, Şamlıların üzerine hücum etmek için
teşvik etti. Bir grup ona tabi oluyor, başka bir grup ise kaçmalarına devam
ediyorlardı. Kaçan askerleri takibe ve onları savaşa teşvik etmeye devam etti.
Nihayet etrafında büyük bir topluluk meydana geldi. Ester, hangi kabileyle
karşılaşıyorsa mutlaka onu keşfediyor, hangi kaçan toplulukla karşılaşıyorsa
onu tekrar cepheye geri çağırıyordu. Nihayet sağ cenah komutanı Abdullah
b.BüdeyPin yanına vardı. Abdullah'ın çevresinde 300 kadar yerlerinde sebat
etmiş asker vardı. Bunlar, emirü'1-mü'minin Ali'nin durumunu sordular ve dönüp
etrafında toplandılar. Böylece Hz. Ali, onları cepheye sürdü. Vakit ikindiyle
akşam arası idi.
Abdullah b. Büdeyl,
Şamlılara karşı hücuma geçmek istedi. Ester, yerinde durmasını, yerinde durup
sebat etmesinin daha hayırlı olacağını söyledi. Ancak Abdullah b. Büdeyl, onun
bu tavsiyesine uymadı. Mu-aviye tarafina saldırdı. Muaviye'ye yaklaşınca onun,
elinde iki kılıç olarak arkadaşlarının önünde durmakta olduğunu gördü.
Etrafında da dağlar misali birlikler vardı. Abdullah b.Büdeyl, Muaviye'ye
yaklaşınca Şamlılardan bir grup ona doğru ilerlediler. Yakalayıp öldürdüler.
Abdullah'ın arkadaşları da yenik düşmüş ve çokları da yaralanmış olarak kaçıp
geri döndüler. Abdullah'ın arkadaşları hezimete uğrayıp geri kaçınca Muaviye,
kendi adamlarma:«Hele şunların komutanlarına bakın.» dedi. Onlar da gidip
baktılar. Ancak Abdullah b. Büdeyl'i tanıyamadılar. Muaviye, oraya vardığında
onun Abdullah b. Büdeyl olduğunu anlayınca şöyle dedi:
«Vallahi bu durum,
tıpkı şair Hatem et-Taf nin anlattığına benziyor:
«Ey savaşın kardeşi!
Eğer savaş onu ısınrsa o da savaşı ısırır.
Eğer savaş, bir gün
ona karşı paçaları sıvarsa o da paçalarını sıvar.
Ölümle karşılaştığı
zaman gayrete gelir.
Yavrulu aslan da başa
geçtiğinde yavrularını korur.
Tıpkı Hezber aslanı
gibi, o, ırzını korur.
Ölüm ona mızrağını
fırlattı ve vücudundan kan damladı.»
Sonra Ester en-Nehaî,
yanındaki firarilerle birlikte Şamlıların üzerine saldırdı. Kuvvetli bir
saldırıda bulunarak cepheden asla kaçmama-ya söz vermiş olan Şamlı askerlerin
beş safini yararak Muaviye'nin yanında duran beşinci safa ulaştı. Ester, o
esnada korkunç bir manzara gördüğünü ve hemen hemen kaçmak üzere olduğunu,
fakat cahiliye devri şairlerinden ve Ensar kabilesinden olan İbn Etnabe'nin şu
sözü yüzünden yerinde sebat ettiğini ifade etmiştir:
«İffetim, belam,
gayretli ve ciddiyetli yiğide karşı hücuma geçişim, malımı zorluklara karşı
sarfedişim, kerem sahibi kişinin kafasına vuruşum ve yüreğim hopladığmda
kendisinin de yüreği hopladığında benim şu sözüm cepheden kaçmama engel oldu:
«Yerinde dur. Ya
övülürsün ya da (ölerek) rahatım bulursun.» İşte bu söz, o esnada cepheden
kaçmama engel oldu. Orada sebat etmeme vesile oldu.
İbn Dizü'in kitabında
rivayet ettiğine göre Iraklılar, hep birlikte aynı anda saldırıya geçmişler ve
Şamlıların bir tek safını dahi ortada bırakmamışlardır. Nihayet Muaviye'ye
yaklaşmışlardı ki, o da kaçıp kurtulmak için atının getirilmesini istemiştir.
O esnadaki durumunu Muaviye, şöyle dile getirmiştir:
«Ayağımı atımın
üzengisine koyduğum ve kaçmaya hazırlandığım esnada Amr b. Atnabe'nin şu
beyitleri gözlerimin önüne geldi:
«İffetim, belam, bol
paralar vererek Hanne'yi ele geçirişim, zorluklara karşı malımı verişim,
gayretli ve tedbirli yiğidin başını vuruşum ve yüreğim her hopladığında şu
sözüm bana engel oldu:«Yerinde dur. Ya övülürsün ya da (ölerek) rahatını
bulursun.»
Muaviye, yerinde sebat
etti ve Amr b. As'a bakıp şöyle dedi:
- Bu gün sabır, yarın
da övünç vardır.
- Doğru söyledin.
- Ben, ahiretin hayır
ve iyiliğini elde edeceğimi umuyordum. Ama dünyanın hayır ve iyiliğini elde
ettim.
Muaviye, Hz. Ali'nin
süvari komutanı Halid b. Mutemer'e:«Başmda bulunduğun birliğinle bana katıl.
Sana Irak valiliğini vereyim.» şeklinde haber gönderdi. Halid, Irak valiliğine
tamahlanarak Muaviye'ye tabi oldu. Muaviye, yönetimi ele geçirdiğinde Halid'i
Irak'a vali olarak atadı. Ancak Halid, oraya ulaşamadı. Allah ona rahmet etsin.
Sonra Hz. Ali, sağ
cenahtaki askerlerin toplandıklarını görünce diğerlerine dönerek bir kısmını
kınadı, sonra da askerleri savaşa teşvik edip sebat etmelerini söyledi.
Iraklılar daha sonra ricat ettiler, toparlandılar, tekrar savaşa başladılar.
Şamlılara saldırdılar. Safları arasında saldırıya geçip vuruştular. Bahadır ve
yiğitler karşı karşıya gelip vuruştular, îki tarafın da önde elen
şahsiyetlerinden çok sayıda insan öldürüldü. İnnâ lillah ve innâ ileyhi
raciun.
O gün Şamlılar
tarafında bulunup da öldürülenler arasında Hz.Ömer'in oğlu Ubeydullah da vardı.
Onu Iraklılardan kimin öldürdüğü hususunda ihtilaf edilmiştir. Katili belli değildir.
İbrahim b. Hüseyin b.
Dizil'in anlattığına göre Ubeydullah, o günde savaş komutanı olarak meydana
çıktığında zevceleri Esma binti Utarit b. Hacib b. et-Temimî ile Bahriye binti
Hani b.Kabise eş-Şeybanî'yi de beraberinde getirmişti. Bunlar develeri üzerinde
onun arkasında durmuşlar, onun kahramanlığım ve nasıl savaştığını görmek
istemişlerdi.
Irak ordusundan Kûfeli
Ziyad b. Hafsa et-Temimî komutasındaki Rebia kabilesi, hep birlikte ona
saldırdılar. Adamları etrafından kaçtıktan sonra onu öldürdüler. Onu öldüren
Rebia kabiseninin adamları da oraya inip komutanları Ziyad için çadır
kurdular. İpin ucunu, öldürdükleri Ubeydullah'm ayağına bağladılar. Sonra
Ubeydullah'm zevceleri gelip feryadü figan ettiler. Üzerinde durup ağladılar.
Zevcelerinden Bahriye, komutan Ziyad'a gidip ricada bulundu. O da Ubeydullah'm
zevcelerinin hatırına ölüyü kendilerine teslim etti. Ubeydullah'm cenazesini
alıp mahfelerine koyarak beraberinde götürdüler. O gün Ubeydullahla birlikte
Zülkila da öldürülmüştü.
Şa'bî dedi ki: Hz.
Ömer'in oğlu Ubeydullah'm öldürülmesiyle ilgili olarak Ka'b b. Ca'l et-Tağlibî
şu şiiri söylemiştir:
«Bilesiniz ki gözler,
Sıffîn savaşında kendisi dururken atı kaçıp giden bir süvariye ağlarlar.
Vail kabilesi,
kılıçlarının adlarını değiştiriyor.
Eğer ölüm ona isabet
etmeseydi o, namlı bir bahadır olacaktı.
Ölüm yere yatırdığı
Ubeydullah'a meyletti.
Böylece onun kanı
aktı, damarları kan fışkırttı.
Kan cereyanı ve
fışkırması onun üzerine çöktü ve onu kapladı, her tarafı kan içinde kaldı.
Gömleğin yakasının
sivri uçları gibi kanlar parlıyordu.
Muhammed'in amcası
oğlunun etrafında Ölüm esnasında şerefli ve menkıbe sahibi kimseler
sabrettiler.
Onun yanından
ayrılmadılar. Nihayet Allah, onların sabrını gördü. Neticede eller üzerinde
mushaflan görüldü. »
Başka birisi, bu şiire
şu beyti eklemiştir:
«Ey Muaviye!
Gerekçesiz olarak ayaklanma ve hücuma geçme. Bu günden sonra sen alçaklıkla
tanınacaksın.» [17]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/358.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/358.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/358-359.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/359.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/359.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/359.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/360-365.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/365-369.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/370-371.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/371-377.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/377-397.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/399.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/399-402.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/402-405.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/405-409.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/409-416.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/416-430.