Ebu Züeyb Hüveylîd B. Halid El-Hüzelî 1

Ebu Ruhm Sebre B. Abdiluzza El-Kureşî 1

Ebu Zübeyd Et-Taî 1

Ebu Sebre B. Ebî Ruhm Eı^Amîrî 2

Ebu Lübabe B. Abdîlmünzir. 2

Ebu Haşîm B. Utbe. 2

Ebu Talib Oğlu Ali'nin Halifeliği 2

Hz. Alite Yapılan Halifelik Bey'atı 6

Hicretin Otuzaltıncı Senesi 9

Cemel Vak'ası'nın Başlangıcı 10

Hz. Ali'nin Şam Yerine Basra'ya Gidişi 15

Fasıl 32

Talha B. Ubeydullah. 32

Zübeyr B. Avvam.. 34

Hicri Otuzaltıncı Senede Cereyan Eden Diğer Hadiseler. 36

Sıffîn Savaşı 39

Hicretin Otuzyedinci Senesi 45

 

Ebu Züeyb Hüveylîd B. Halid El-Hüzelî

 

Şairdir. Cahiliye döneminde yaşamış, Peygamber (s.a.v.)'in vefatın­dan sonra Müslüman olmuş, Beni Sakife yurdunda Hz. Ebu Bekir'e ya­pılan bey*ata katılmış ve Peygamber (s.a.v.)'in cenaze namazım kılmış­tır. Hüzeyl kabilesinin en şair adamıydı. Hüzeyl kabilesi de Arapların en şairleridirler. O, şöyle bir şiir söylemiştir:

"Ölüm pençesini insana geçirdiği zaman muskaların fayda verme­diğini görürsün.

Görmekte olduğum iki bene karşı sabırlı ve dayanıklı ol.

Ben, zamanın musebitlerine karşı zaaf göstermem.

"Bu zat, Hz. Osman'ın halifeliği zamanında Afrika'da gaza yapar- = ken vefat etmiştir. [1]

 

Ebu Ruhm Sebre B. Abdiluzza El-Kureşî

 

Şairdir. Bu zatın adını bu bölümde Muhammed. Sa'd anmıştır. Baş­kaları anmamıştır. [2]

 

Ebu Zübeyd Et-Taî

 

Şairdir. Asıl adı Harmele b. Münzir'dir. Hristiyandı. Veîid b. Ukbe ile arkadaşlık ederdi. Velid, onu Hz. Osman'ın yanına götürdü. Hz. Os­man ondan, yazdığı şiirlerden birini okumasını istedi. O da aslan hak­kında muazzam bir kasidesini okudu. Hz. Osman da ona şöyle dedi: "Hayatta olduğun sürece hep aslandan mı bahsedip duracaksın? Ben seni korkak bir Hnstiyan sanıyorum." [3]

 

Ebu Sebre B. Ebî Ruhm Eı^Amîrî

 

Ebu Seleme b. Abdilesed'in kardeşidir. Anneleri Berre binti Abdül-muttalib'di. Habeşistan'a hicret etti. Bedir gazvesine ve müteakip gaz­velere katıldı. Zübeyr dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'den sonra Mekke'de ikamet eden bir kimse bilmiyoruz."

Kendisi Mekke'de ikamet etmekteyken ailesi Bedirde ikamet edi­yordu. [4]

 

Ebu Lübabe B. Abdîlmünzir

 

Akabe bey'atımn yapıldığı gecede Medinelilerin temsilcilerinden biriydi. Hz. Ali'nin halifeliği zamanında vefat ettiği söylenmiştir. Doğ­rusunu Allah bilir.[5]

 

Ebu Haşîm B. Utbe

 

Bu zatın hicri yirmibirinci senede vefat ettiği önceki sayfalarda söy­lenmiştir. Hz. Osman'ın halifeliği zamanında vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [6]

 

Ebu Talib Oğlu Ali'nin Halifeliği

 

Mü'minlerin emiridir. Ebu Talib oğlu Ali'dir. Babası Ebu Talib'in asıl adı, Abdumenaf b. Âbdülmuttalib'tir. Abdülmuttalib'in asıl adı ise, Şeybe b. Haşim'dir. Haşim'in asıl adı, Amr b. Abdumenaf tır. Abdume-nafın asıl adı Muğire b. Kusa/dır. Kusay'ın asıl adı, Zeyd b. Kilab b. Mürre b. KaT? b. Lüey b. Galib b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinane b. Hü-zeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Maad b. Adnan'dır. Ha­san ile Hüseyn'in babasıdır. Ebu Türab künyesi ile çağrılırdı. Ebul-Ka-sem el-Haşimi künyesiyle de çağrıldığı vakidir. Rasûlullah (s.a.v.)'in amcasının oğlu ve damadıdır. Kızı Fatimatü'z-Zehra ile evlenmiştir. Anasının adı, Fatıma binti Esed b. Haşim b. Abdumenaf b. Kusay idi. Anlatıldığına göre anası Fatıma, Haşimi sülalesinden doğan ilk Haşimi kadındır. Hz. Ali'nin Talib, Ukayl, Cafer adında üç erkek kardeşi vardı ki, bunlar yaşça kendisinden daha büyük idiler. Bu kardeşlerden her bi­ri arasında on senelik yaş farkı vardı. Hz. Ali'nin, Ümmü Hani ve Cüma-ne adında iki kızkardeşi de vardı ki, bütün kardeşlerinin anneleri, Fatı­ma binti Esed idi. Fatıma, Müslüman olmuş, hicret etmişti.

Hz. Ali, Cennet'le müjdelenen on sahabeden ve Hz. Ömer'in vefatım müteakip halife seçimi için teşkil edilen altı kişilik şura meclisi üyele­rinden biri idi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın kendilerinden razı olarak vefat etti­ği kimselerden ve dört halifeden biridir. Esmer tenli, iri gözlü, göbekli ve saçları dökük bir kimseydi. Boyu kısaydı. Sakalı gürdü. Sakalı, göğsünü ve omuzlarının arasını doldurmuştu. Beyazdı. Göğsünde ve omuzların­da çok kıl vardı. Güzel yüzlüydü. Güler yüzlü olduğu için dişleri hep gö­rünürdü. Yürürken hafif bir yürüyüşü vardı. Müslümanlığın doğuşu­nun ilk günlerinde İslâm'a girdi. Yedi yaşındaydı. Sekiz, dokuz, on, on-bir, oniki, onüç, ondört, onbeş, onaltı yaşlarında iken Müslüman oldu­ğuna dair muhtelif rivayetler vardır. Onun ilk Müslüman kişi olduğu söylenir. Ama sahih kavle göre o, çocuklardan İslâm'a ilk girendir. Nite­kim Hz. Hatice de İslâm'a giren kadınların ilkidir. Zeyd b. Harise ise kö­lelerden İslâm'a ilk giren kişidir. Ebu Bekir es-Sıddık da hür erkekler­den İslama giren ilk kişidir. Hz. Ali'nin İslâm'a giriş sebebi şöyledir:

O, küçük yaşlarda Rasûlullah (s.a.v.)'ın velayeti altında idi. Rasûlullah onu beslerdi. Kıtlığa maruz kalmışlardı. Açlıkla yüz yüze idiler. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v.), onu babasından almış, yanma götürüp beslemeye başlamıştı. Cenâb-ı Allah, Rasûlullah'ı hak peygam­ber olarak gönderince Hz. Hatice ve aile efradı ona iman ettiler. Bunlar arasında Ali de Rasûlullah'a iman etmişti. îmanı kendisine fayda veren, başkalarına da yarar sağlayan iman, Ebu Bekir es-Sıddık'm imanıydı. Allah ondan razı olsun.

Hz. Ali'den gelen bir rivayete göre güya kendisi ilk Müslüman olan kişidir. Ama bu rivayetin senedi sahih yollarla Hz. Ali'ye ulaşmamakta­dır. Muhammed b. Ka'b el-Kurazî dedi ki: "Kadınlardan ilk iman eden, Hatice'dir. Erkeklerden de ilk iman edenler, Ebu Bekir ile Ali'dir. Ancak Ebu Bekir imanını açığa vuruyordu. Ali ise gizliyordu. Yani Ali, baba­sından korktuğu için imanım gizliyordu. Sonra babası, amcası oğluna yani Rasûlullah'a uymasını ve ona yardımcı olmasını emretti. Ali, Rasûlullah (s.a.v.)'m Mekke'den çıkışından sonra hicret etti. Rasûlullah (s.a.v.), ona, Mekke'de kalıp borçlarını ödemesini, yanında­ki emanetleri sahiplerine iade etmesini, sonra arkadan gelip kendisine yetişmesini emretmiş, o da Rasûlullah'ın bu emrini yerine getirdikten sonra hicret etmişti.

Rasûlullah (s.a.v.), onu Sehl b. Hanif ile kardeş ilan etmişti. îbn İs-hak ile diğer siyer ve megazi âlimlerinin ifadelerine göre Rasûlullah (s.a.v.), onu kendisiyle kardeş ilan etmiştir. Bu hususta birçok hadis nakledilmiştir ki, senedleri zayıf olduğundan sahih sayılmamaktadır. Bazılarının metinlerinde karışıklık ve rekaket vardır. Bu hadislerden birinde şöyle denmektedir: "Ey Ali! Sen benim kardeşim, mirasçım ve halifemsin. Benden sonra emredenlerin de en hayırlısısm." Bu, uydur­ma bir hadistir. Buharî ve Müslim'in sahihleri ile diğer hadis kitapla­rındaki ifadelere muhaliftir. Doğrusunu Allah bilir.

Hz. Ali, Bedir gazvesine katılmış, bu savaşta çok yararlılıkları gö­rülmüştür. Bu savaşta düşmanla tek tek mübareze, yani düello yapmış, onları yenmiş, gücünü ortaya koymuştur. Şu aşağıda nakledeceğimiz ayet-i kerime, Hz. Ali, amcası Hz. Hamza, amcası oğlu Ubeyde b. Haris ve bunların hasımları olan Utbe Şeybe ve Velid hakkında nazil olmuş­tur.

"İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf..." (el-Hacc, 19.)

Hakem ve diğerleri, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

"Peygamber (s.a.v.), Bedir gününde bayrağı yirmi yaşındaki Ali'ye teslim etti."

Hasen b. Arefe, Ebu Cafer Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Bedir savaşı yapıldığında semadan bir ses geldi. Bu sesin sahibine Rıdvan deniyordu. Rıdvan şöyls seslendi: Zülfikardan başka kılıç, Ali'den başka bahadır yoktur."

İbn Asakir, bunun mürsel bir rivayet olduğunu söylemiştir. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), Bedir gününde kılıcı zülfikarı Ali'ye emanet olarak vermiş, daha sonra bu kılıcını ona hibe etmiştir.

Yunus b. Bükeyr, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bedir gününde bana ve Ebu Bekir'e denildi ki: Birinizin yanında Cebrail, diğerinizin yanında da Mikail vardır. İsrafil, büyük bir melek­tir. Savaşlara katılır. Savaşmaz ama saf arasında durur."

Hz. Ali, Uhud gazvesine katıldı. Sağ cenahta savaştı. Mus'ab b. Umeyr şehid edildikten sonra bayrağı o aldı. Sol cenahta da Münzir b. Amr el-Ensarî vardı. Ordunun merkezinde de Abdülmuttalib oğlu Hamza vardı. Piyadelerin başında Zübeyr b. Avvam vardı. Piyadelerin başında Mikdad b. Esved'in komutan olarak bulunduğunu söyleyenler de vardır. Hz. Ali, Uhud savaşında şiddetlice savaştı. Müşriklerden çok adam öldürdü. Hz. Peygamber'in yüzü yaralanıp dişi kırıldığı zaman, kanayan mübarek yüzünü Ali yıkadı.

Ali, Hendek savaşına da katıldı. O savaşta Arapların meşhur ve namlı yiğitlerinden Amr b. Abdud el-Amirî'yi öldürdü.

O, Hudeybiye ve Rıdvan bey'atlarına katıldı. Hayber savaşında da çarpıştı. Bu savaşta büyük yararlılıkları görüldü. Öyle ki, bir gün Rasûlullah (s.a.v.), şöyle dedi: 'Yarın bayrağı Allah ve Rasûlün kendisi­ne sevdikleri ve kendisinin de Allah ve Rasûlünü sevdiği bir adama ve­receğim." Rasûlullah böyle dedikten sonra insanlar geceleyin konuşma­ya başladılar. Bayrağın yarın kime verileceğini kendi aralarında tartış­tılar. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.v.), gözleri ağrımakta olan Ali'yi çağır­dı. Ona dua etti. Gözlerine üfledi ve gözleri iyileşti, artık hiç ağrımadı. Bayrağı ona teslim etti. Cenâb-ı Allah da bayrak onun elindeyken fethi müyesser kıldı. Hz. Ali, Yahudi komutan Merhab'ı öldürdü.

Muhammed b. îshak'm, Ebu Rafi'den yaptığı rivayete göre bir Ya­hudi, Hz. Ali'ye bir darbe vurmuş ve elindeki kalkanı fırlatmıştı. Bunun üzerine Hz. Ali, kalenin kapısını sökmüş, onu kalkan olarak kullanma­ya başlamıştı. Onun vasıtasıyla Cenâb-ı Allah, fethi nasib edinceye ka­dar bu kapı Hz. Ali'nin elinde kalkan olarak kalmış, fetihten sonra kapı­yı yere atmıştı. Ebu Rafi dedi ki: Ben ve yedi kişi birlikte bu kapıyı ters çevirmeye çalıştık, ama bir türlü kımıldatamadık.

Leys, Ebu Cafer tarikiyle Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ali, Hayber'deki kapıyı alıp sırtına koydu. Müslümanlar da bu ka­pıyı bir köprü olarak kullandılar. Kaleye geçip fethettiler. Bu kapıyı an­cak kırk kişi taşıyabilirdi."

Hz. Ali'nin Hayber savaşında gösterdiği üstün kahramanlıklardan biri de şudur: O, Yahudilerin namlı yiğidi ve kahramanlarının komuta­nı Merhab'ı öldürmüştü.

Hz. Ali Umretü'1-Kaza da da hazır bulundu. Bu umre esnasında Peygamber (s.a.v.), ona şöyle demişti: "Sen bendensin, ben de sendenim." Cühfe'ye yakın bir kuyu olan Zatü'1-Alem kuyusunda Hz. Ali'nin cinlerle savaştığına dair kıssacılann anlattıkları hikayelere gelince, bunun aslı yoktur. Ve bu, bazı cahil hağercilerûı uydurmasıdır. Buna al­danmamak gerekir.

O, Mekke fethinde, Hüneyn ve Taif gazvelerinde de hazır bulundu. Bu savaşlarda çokça çarpışıp yararlılıklar gösterdi.

Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Cirâne umresini de yaptı. Rasûlullah (s.a.v.), Tebük gazvesine giderken yerine Medine'de vekil olarak onu bı­raktı. Hz. Ali, ona:

- Ya Rasûlullah, beni burada kadınlar ve çocuklarla beraber mi bı­rakıyorsun? deyince Rasûlullah (s.a.v.), ona şu karşılığı verdi:

- Sen, benim nazarımda Harun'un Musa nezdindeki mevkiine sa­hipsin. Ancak benden sonra peygamber yoktur."

Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'yi Yemen'e vali ve hakim olarak gönder­di. Yanma Halid b. Velid'i de kattı. Hz. Ali, Veda haccı zamanında gelir­ken kurbanlık hayvanlarını da önüne katıp getirmiş, Peygamber (s.a.v.) gibi ihrama girmiş ve onun kurbanına ortak olmuştu. Onunla birlikte ihramlık halini devam ettirmiş, ikisi de ibadetlerini tamamladıktan sonra kurbanlarını kesmişlerdi. Nitekim bunu önceki kısımlarda da an­latmıştık. Rasûlullah (s.a.v.), hastalandığı zaman Hz. Abbas, Hz. Ali'ye dedi ki:

- Rasûlullah (s.a.v.)'a sor bakalım, kendisinden sonra yönetim ki­min elinde olacak?

Bu sorusu üzerine Hz. Ali, Hz. Abbas'a şöyle cevap verdi:

- Vallahi ben bunu Rasûlullah'a sormam. Eğer o yönetimi bize ver­mezse ondan sonra artık, insanlar yönetimi ebediyyen bize vermezler. Sahih ve sarih hadisler, Rasûlullah (s.a.v.)'ın ne Hz. Ali'ye ne de başka­larına halifeliği vasiyet etmediğini ispatlamaktadırlar. Yalnız Hz. Ebu Bekir'den bahsederek halifeliğin ona verilmesi yolunda bir işarette bu­lunmuştur. Nitekim bunu da önceki sayfalarda anlatmıştık. Allah'a hamd olsun.

Bazı cahil Şiilerin ve geri zekalı kıssacılann iddialarına göre Pey­gamber (s.a.v.), güya Hz. Ali'nin halife olmasını vasiyet etmiştir ki, bu yalandır, iftiradır ve büyük bir hataya yol açar. Böyle olursa ashab hıya­nette bulunmuş ve Hz. Peygamber'in vasiyetini yerine getirmemiş olup halifeliği onun vasiyet ettiği kimseye değil de başkasına sebepsiz yere vermiş olurlar ki, bunun aslı yoktur. Allah ve Rasûlüne iman edip İslâm dininin gerçek ve hak dini olduğuna şahadet eden herkes, bu iftiranın asılsız birşey olduğunu bilir. Çünkü sahabeler, peygamberlerden sonra yaratıkların en hayırlısıdırlar. Ve onlar bu ümmetin en hayırlı neslidir­ler. Bu ümmet, Kur'ân'da ifade edildiği gibi ümmetlerin en şereflisidir. Selef ve halef uleması bu hususta icma etmişlerdir. Evet, Muhammed ümmeti, dünyada da ahirette de diğer ümmetlerin en faziletlisidir. Al-. lah'a hamd olsun.

Avam tabakasından ve diğerlerinden bazı kıssacılarm pazar yerle­rinde, sokaklarda ve diğer mahallerde anlattıkları bazı asılsız hikaye­ler vardır. Güya Peygamber (s.a.v.), davranış, yeme, içme, giyinme gibi hususlarda Hz. Ali'ye şöyle bir vasiyette bulunmuştur:

"Ey Ali, otururken başına sarık sarma, ey Ali, ayakta iken şalvarım giyme. Ey Ali, aynı anda kapının iki tarafım tutma. Ve eşikte oturma, elbisem üzerindeyken dikme."

Rasûlullah (s.a.v.), vefat ettiğinde Hz. Ali, onu yıkayıp kefenleyen-lerdeü ve mezara defnedenlerden biri idi. Nitekim bu hususu da önceki kısımlarda detaylı olarak anlatmıştık. Hamd ve minnet Allah'adır.

Hz. Ali'nin faziletleri bahsinde de anlatılacağı gibi Rasûlullah (s.a.v.), Bedir gazvesinden sonra onu, kızı Fatıma ile evlendirmiş, ve bu evlilikten Hasan, Hüseyin ve Muhsin adında üç çocukları doğmuştu. Bu hususta sahih olmayan hatta çoğu Rafizilerle kıssacılar tarafından uy­durulan hadisler nakledilmiştir. Saide oğullan gölgeliğinde konuşulup Mescid-i Nebevî'de Hz. Ebu Bekir'e bey'at edildiği zaman ona bey'at edenler arasında Hz. Ali de vardı. O da diğer sahabeler gibi Hz. Ebu Be­kir'in huzurunda durup bey'at etmiş, ona itaat etmenin kendisi için farz olduğunu kabul etmiş ve ona bey'atı çok hoş karşılamıştı. Zevcesi Hz. Fatıma, bu be/attan altı ay sonra vefat edince Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir'e olan bey'atım yenilemişti. Hz. Fatıma, babasından kalan mirasa sahip olamadığından Hz. Ebu Bekir'e biraz kırılmıştı. Peygamberlere mirasçı olunamayacağına dair nassı görememişti. Fakat peygamberlere miras­çı olunamayacağına dair hadisten haberdar olunca Hz. Ebu Bekir'e mü­racaatta bulunarak bu miras değil de sadaka olarak kalan babasının te­rekesinin idaresini Ali'ye bırakmasını istemiş, Hz. Ebu Bekir, onun bu isteğini kabul etmeyince Hz. Fatıma ona biraz darılmıştı. Hz. Ali de du­rumu idare etme gereğini duymuştu.

Hz. Fatıma vefat edince Hz. Ali, Ebu Bekir'e olan bey'atım yenile­mişti. Hz. Ebu Bekir vefat edince Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'in vasiyeti üzerine halifeliği zamanında Hz. Ali'den kadılık yapmasını istemişti. Ve onu kadı olarak atamıştı. Hz. Ali de Hz. Ömer'in refakatmdaki diğer önde gelen sahabelerle birlikte Şam'a gelmiş ve Hz. Ömer'in Cabiye'de irad ettiği hutbeyi dinlemişti. Hz. Ömer vurulduğu zaman kendisinden sonraki halifenin seçim işini, teşkil ettiği altı kişilik şura meclisine bı­rakmıştı. Bu şura meclisinin üyelerinden biri de Ali idi. Sonra bu altı ki­şi, yetkilerini Hz. Osman'la Ali'ye bıraktılar ve neticede Hz. Osman, Hz. Ali'ye tercih edildi. Halife seçildi. Hz. Ali'de ona itaat edip emrini dinle­di. Hicretin otuzbeşinci senesinde zilhicce ayının onsekizinci gününde cuma günü Hz. Osman öldürülünce insanlar, Hz. Ali'ye gidip bey'at etmek istediler. Hz. Osman, henüz defn edilmemişti. Bazıları ise onun defh edilmiş olduğunu söylediler. Ne var ki Hz. Ali, halifeliği kabul et­mek istemedi, toplumun bey'at isteğine icabet etmedi. Önlerinden kaçıp beni Amr b. Mebdul'ün bahçesine girdi, kapıyı üzerine kilitledi. İnsan­lar gelip kapıyı vurdular. Zorla içeri girdiler. Beraberlerinde Talha ile Zübeyr'i de Hz. Ali'nin yanma getirmişlerdi. Ona: "Yönetim, halifesiz devam edemez." dediler. Halifeliği kabul etmesini ısrarla istediler, ni­hayet o da kabul etti. [7]

 

Hz. Alite Yapılan Halifelik Bey'atı

 

Anlatıldığına göre Hz. Ali'ye ilk bey'at eden kişi Talha oldu. O, sağ eliyle Hz. Ali'ye bey'at etti. Elinde felçlik vardı. Bu felçlik Uhud savaşın­da Rasûlullah (s.a.v.)'ı düşmana karşı korurken eline isabet etmişti. Felçli eliyle Hz. Ali'ye bey'at ettiği için bazıları: 'Vallahi bu iş başa çık­mayacaktır." dediler.

Hz. Ali, mescide gidip minbere çıktı. Üzerinde izan ve sangı vardı. Ayakkabılan da elindeydi. Yayına yaslandı. Halkın çoğunluğu kendisi­ne bey'at etti.

Bey'at, hicri otuzbeşinci senin zilhicce ayının ondokuzuncu günü, yani cumartesi gününde yapıldı. Anlatıldığına göre Talha ile Zübeyr, Hz. Ali'den kendilerini Basra ve Kûfe'ye vali olarak atamalanm taleb ettikten sonra bey'at etmişler, ancak Hz. Ali kendilerine: "Hayır siz be­nim yanımda kal?n, sizinle müşavere yapar ve yalnızlığımı gideririm." demişti. Bazılannm ifadesine göre Ensâr'dan bir grub Hz. Ali'ye bey'at etmemiştir. Bey'at etmeyenler arasında Hassan b. Sabit, Ka'b b. Malik, Mesleme b. Mahled, Ebu Said, Muhammed b. Mesleme, Numan b. Be-şir, Zeyd b. Sabit, Rafı b. Hudeyc, Fudale b. Ubeyd ve Ka'b b. Ucre vardı.

Medainî, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir.

"Bir grub insan, Ali'ye bey'at etmeksizin Medine'den kaçıp Şam'a gittiler. Kudame b. Maz'un, Abdullah b. Selam ve Muğire b. Şube, ona bey'at etmemişlerdi."

Ben derim ki: Mervan b. Hakem, Velid b. Ukbe ve diğer bazı kimse­ler kaçıp Şam'a gittiler.

Vakidî dedi ki: İnsanlar, Medine'de Hz. Ali'ye bey'at ettiler. Yedi ki­şi geri durup ona bey'at etmediler. Bu yedi kişinin adlan şöyledir: "Ibn Ömer, Sa'd b. Ebi Vakkas, Üheyb, Zeyd b. Sabit, Muhammed b. Ebi Mes­leme, Seleme b. Selame b. Raks ve Üsame b. Zeyd. Bildiğimize göre Ensâr'dan Hz. Ali'ye bey'at etmeyen hiç kimse yoktur.

Seyf b. Ömer, üstadlanndan birkaç kişinin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Hz. Osman'ın öldürülüşünden sonra Medine beş gün halifesiz kaldi. O sırada Medine yönetimini Gafiki b. Harb üstlenmiş durumdaydı. Bunlar, yönetimi üzerine alacak ve halifeliği kabul edecek birini.aradı­lar. Mısırlılar, Hz. Ali'nin halife olmasını ısrarla istiyorlardı. Ama ken­disi onlardan kaçıp bir bahçeye gizlendi. Kûfeliler, Zübeyr'in halife ol­masını istediler, ama onu bulamadılar. Basralüar, Talha'nm halife ol­masını istediler. Ama o, Basralıların bu isteğini kabul etmedi.

Asiler kendi aralarında: "Şu üçünden hiç birini halife yapmayalım" dedikten sonra Sa'd b. Ebi Vakkas'a gittiler. Ve ona: "Sen şura üyelerin-densin. Halifeliği kabul et." dediler ama o, asilerin bu isteğini kabul et­meyince onlar da İbn Ömer'e gidip halifeliği ona teklif ettiler. O da kabul etmeyince şaşırıp kaldılar. Sonra şöyle dediler: Halife seçmeksizin sa­dece Osman'ı öldürtmüş olarak şehirlerimize dönersek insanlar yöne­tim hususunda anlaşmazlığa düşerler, biz de beladan kurtulamayız." Böyle dedikten sonra Hz. Ali'nin yanına döndüler ve halifeliği kabul et­mesi için ona ısrar ettiler. Ester de Hz. Ali'nin elini tutup bey'at etti. Sonra diğer insanlar da ona bey'at ettiler.

Kûfelilerin dediklerine göre Hz. Ali'ye ilk bey'at eden kimse, Ester en-Nehaî olmuştur. Bu bey'at, insanların Hz. Ali'nin yanına dönmele­rinden sonra zilhicce ayının yirmidördüncü gününde perşembe günü yapılmıştı. Zaten hepside halifeliğe Hz. Ali'den başkasının lay k olmadı­ğını söylemişlerdi. Cuma günü olunca Hz. Ali, minbere çıktı. Bir gün ön­ce kendisine bey'at etmemiş olanlar da o gün bey'at ettiler. Ona ilk bey'at eden kişi, Talha oldu. Felçli eliyle ona bey'at etmişti. Orada bulu­nanlardan biri: "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz" demişti: Sonra Zübeyr, Hz. Ali'ye bey'at etmiş ve şöyle demişti: "Kılıç boynumun üzerinde durduğu için Ali'ye bey'at ettim ves-selam." Sonra Mekke'ye gitti. Orada dört ay kaldı. Bu bey'at, zilhicce ayının bitimine beş gün ka­la cuma günü olmuştu. Hz. Ali'nin irad ettiği ilk hutbe şu olmuştu:

"Allah'a hamdü senada bulunurum. Doğrusu yüce Allah, hidayet edici bir kitap indirmiştir. O kitapta iyiliği ve kötülüğü açıklamıştır. Siz iyiliği tutun. Kötülüğü bırakın. Allah'ın size farz kılmış olduğu emirleri yerine getirin ki, onlar sizi Cennet'e iletsin. Cenâb-ı Allah, sizlere meç­hul olmayan bazı şeyleri haram, kılmıştır. Müslümamn kanının haram kılınmasını da diğer bütün haramlar üzerine üstün kılmıştır. Müslü­manların haklarını da; bir arada kenetlenmek ve samimiyetle İslâm'a sarılmakla düzenlenmiştir. Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden salim olduğu kimsedir. Müslümamn kanı gerekli haller dı­şında hiçbir şekilde dökülemez. İnsanların hukukuna riayet edin. Özel­likle ölümü iyi hatırlayın. İnsanlar sizin önünüzde duruyorlar. Fakat si­zin arkanızda sizi tehdit eden bir kıyamet saati vardır. Dünya malların­dan ne kadar hafif yükler yüklenirseniz diğerlerine o kadar çabuk ula­şırsınız. İnsanlar, kendilerini izleyen en sonuncuları bile bekleyip duru-

yorlar. Şu yeryüzünde Allah'ın kullarının hakları konusunda Allah'tan korkunuz. Her türlü ufak şeylerde, hayvanlara karşı olan davranışları­nızda bile sorumlu olacaksınız. Her konuda Allah'a itaat edin ve ona is­yan etmeyin. Bir yerde hayır gördüğünüz zaman onu mutlaka alın. Şer gördüğünüz zaman da ondan uzak olmaya çalışın. "Yeryüzünde az sayı­da olduğunuzu ve zayıf sayıldığınızı hatırlayın." (el-Enfâl, 26.)

Hz. Ali, hutbesini tamamladıktan sonra Mısırlılar şöyle dediler:

"Sen bu söylediklerini kendine al ve tedbirli ol, ey Hasan'm babası. Biz yönetimi, yuları çeker gibi elimizde tutar ve idare ederiz. Rüzgarı andıran arslanlar gibi hücum ederiz. Elde kıhçlarla süt ka­lıntısı gibi oluruz.

Kementlerle yumuşakça hükümdarı vururuz. Öyle ki, hiç yorulmaksızın hedefe uğrarız."

Hz. Ali de onlara cevaben şöyle dedi:

"Eğer aciz kain1 ve kendimi savunamazsam. Ondan sonra akıllıca davranır ve tutumumu sürdürürüm. Yerde sürümekte olduğum eteği­mi kaldırır ve dağınık işleri toparlayıp düzeni sağlarım. Eğer başkanla­rınca desteklenmeyen ve tez elden ortaya çıkmayan fitne beni meşgul etmezse ya da üzerime gelen silahlar karşısında beni savunmasız bırak­mazlarsa, düzeni sağlarım."

O esnada Kûfe'de namaz imamlığını Ebu Musa el-Eşârî, savaş ko­mutanlığım Ka'ka b. Amr, Haraç idaresini Cabir b. Fulan el-Müzenî yü­rütüyordu. Basra valiliğini Abdullah b. Amir, Mısır valiliğini Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh yürütüyordu. Muhammed b. Ebi Hüzeyfe, ona tarşı ayaklanmıştı. Şam valiliğini Muaviye b. Ebi Süfyan yürütüyordu. Hu­mus valisi Abdurrahman b. Halid b. Velid, Kinnesrin valisi Habib b. Se­leme, Ürdün valisi Ebü'1-Aver, Filistin valisi Hakim b. Alkame, Azer-beycan valisi Eş'as b. Kays, Karkisya valisi Cerir b. Abdullah el-Becelî, Hulvan valisi Uteybe b. Nehhas, Kisariye valisi Malik b. Habib, Heme-dan valisi de Hubeyş idi.

îbn Cerir'in ifadesine göre bunlar, Hz. Osman'ın vefatı esnasındaki . valilerdir. Beytülmalm idaresini Ukbe b. Amr, Medine kadılığını da Zeyd b. Sabit yürütüyordu. Hz. Osman Öldürüldüğü zaman Numan b. Beşir, onun kana bulanmış gömleği ile asilere karşı onu savunurken ka­rısı Naile'nin koparılmış parmaklarını ortaya çıkardı. Bunları Şam'da bulunan Muaviye'ye getirdi. Muaviye de halkın görmesi için bu kanlı gömlekle parmakları minberin üzerine koydu. Parmakları gömleğin ye­nine taktı. İnsanlara çağrıda bulunarak bu fecaatin intikamının alın­masını istedi. Minber çevresindeki cemaat ağlaşmaya başladı. Gömleği bazen kaldırıyorlar, bazen indiriyorlardı. Bu ağlaşma bir sene sürdü.

Halk, Hz. Osman'ın öcünün alınması için birbirlerini asilere karşı kış­kırtıyordu. Bu senede insanların çoğu yastan Ötürü karılarından uzak durdular. Muaviye ile sahabelerden bir topluluk, halk arasında dolaşa­rak insanları Hz. Osman'ın intikamını katil asilerden almaya teşvik ediyorlardı. Hz. Muaviye ile birlikte dolaşan sahabeler şunlardı: Ubade b. Samit, Ebu Derda, Ebu Umare, Amr b. Anbese. Tabiilerden de şunlar vardı: Şerik b. Hibaşe, Ebu Müslim el-Holanî, Abdurrahman b. Ganem.

Hz. Ali'ye bey'at işi tamamlanınca Talha, Zübeyr ve sahabelerin ön­de gelenleri yanına giderek hadleri tatbik etmesini, Osman'ın intikamı­nın alınmasını taleb ettiler. Hz. Ali de asilerin yardımcılarının ve des­tekçilerinin bulunduğunu söyleyerek bunu yapamayacağını bildirdi ve onlardan özür diledi. O işi o günde yapamayacağını ifade etti. Zübeyr, kendisini Küfe valiliğine atamasını Hz. Ali'den istedi ki, gidip Kûfe'den kendisine yardımcı askerler getirsin. Talha da kendisini Basra valiliği­ne atamasını Hz. Ali'den istedi ki, gidip Basra'dan yardımcı askerler ge­tirsin. Böylece asi ve haricilere karşı güçlensin. Asi ve Haricilerle birlik olan cahil bedevilere karşı kuvvetlensin. Çünkü bunlar da Hz. Os­man'ın öldürülmesine iştirak etmişlerdi. Hz. Ali, Talha ile Zübeyr'e: "Yavaş olun hele, ben bu idare işini tamamıyla elime geçireyim, ondan sonra bu işe bakarım." dedi.

Bundan sonra Muğire b. Şube gelip Hz. Ali'ye şöyle dedi: "Sen valile­rini yerlerinde bırak. Eğer itaatlanna dair mesajları sana gelirse ondan sonra dilediğin valiyi değiştirir, dilediğini de yerinde bırakırsın." dedi. Ertesi gün tekrar gelip şöyle dedi: "Bence valileri görevden azletmelisin ki hangisinin sana itaat ettiğini, hangisinin asi olduğunu anlayasın." Hz. Ali de Muğire'nin bu sözlerini İbn Abbas'a nakledip fikrini sordu. İbn Abbas: "Dün sana öğüt verdi, ama bugün sana hile yaptı." dedi. Mu­ğire, İbn Abbas'ın böyle dediğini duyunca: "Evet Ali'ye öğüt vermiştim, ama öğüdü ü kabul etmeyince kendisine hile yaptım." dedi. Ve Medi­ne'den çıkıp Mekke'ye gitti. Aralarında Talha ile Zübeyr'in de bulundu­ğu bir topluluk, onun peşine takıldı. Bunlar, umre yapmak için Hz. Ali'den izin istediler. Hz. Ali de onlara izin verdi. Sonra İbn Abbas, idare yerleşinceye kadar valileri yerlerinde bırakmasını, özellikle Muaviye'yi Şam'da bırakmasını Hz. Ali'ye tavsiye etti ve şöyle dedi:

- Muaviye'yi valilikten arzledersen korkarım ki, Osman'ın kanını senden taleb eder. Talha ve Zübeyr'in bu sebeple senin aleyhinde konuş­mayacaklarından emin değilim.

- Ben bu görüşte değilim. Bilakis sen Şam'a git. Ben seni oraya vali tayin ettim.

- Osman sebebiyle Muaviye'nin beni Öldürmesinden veya sana ak­raba olduğum için beni hapsetmesinden korkarını. Ama sen Muaviye'ye hitaben bir mektup yazıp bana ver. Mektubunda ona vaadlerde bulun

ve ümidlendir.

- Vallahi bu olmayacak bir şeydir.

- Ey mü'minlerin emiri, savaş hiledir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.)

da böyle buyurmuştur. Allah'a yemin ederim ki, eğer sen benim dediği­mi yaparsan gitmelerinden sonra onları tekrar buraya getiririm.

Sonra İbn Abbas, Hz. Ali'ye kendisini Irak'a göçmeye imrendiren ve Medine'den ayrılmasını teklif eden kimselere uymamasını tavsiye etti. Ama Hz. Ali, onun bir tavsiyelerine uymadı. Aksine Medine dışındaki şehirlerden gelen Harici ve asilerin komutanlarının görüşüne uydu.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede yani hicretin otuzbeşinci senesinde He-rakliyus'un oğlu Kostantin, bir gemi ile Müslümanların beldelerine hü­cum etti. Cenâb-ı Allah da üzerlerine bir kasırga gönderdi. Kendi güç ve kuvvetiyle onu ve beraberindekileri denize batırdı. Hükümdar ve bera­berindeki küçük bir topluluk dışında bütün Bizanslılar denizde boğul­dular. Kostantin, Sicilya adasına girdiğinde onun için bir hamam yaptı­lar. Hamama girince onu içerde öldürdüler ve "Adamlarımızı sen öldür­dün dediler. [8]

 

Hicretin Otuzaltıncı Senesi

 

Bu senenin başında mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali, hilafet makamına geçti. Şehirlere valiler atadı. Abdullah b. Abbas'ı Yemen'e, Semüre b. Cündeb'i Basra'ya, Ammare b. Şihab'ı Kûfe'ye, Kays b. Sa'd b. Ubade'yi Mısır'a, Muaviye'nin yerine Sehl b. Hanifi Şam'a vali olarak atadı. Sehl b. Hanif, Medine'den yola çıktı. Tebük'e vardığında Muavi­ye'nin süvarileri, onun karşısına çıkıp şöyle sordular:

- Sen kimsin?

- Valiyim.

- Nerenin valisi?

- Şam valisi.

- Eğer Osman seni göndermişse hoş geldin, safa geldin, başkası göndermişse geri dön.

- Olanları duymadınız mı?

- Duyduk.

Bunun üzerine Sehl b. Hanif geri dönüp Hz. Ali'nin yanına gitti. Kays b. Sa'd'm valiliğine gelince, Mısırlıların büyük bir çoğunluğu ona bey'at ettiler. Bir grup ise: "Osman'ın katillerini Öldürmedikçe buna bey'at etmeyiz." dediler. Basrıhlar da böyle demişlerdi.

Ummare b. Şihab'a gelince o, Kûfe'ye vali olarak gönderildi. Ancak Talha b. Hüveylid, Hz. Osman'ın öldürülmesinden ötürü yönetime kar­şı kızgınlığından dolayı Ummare'yi Kûfe'den geri çevirdi. Ummare de Hz. Ali'nin yanına dönüp durumu anlattı. Böylece fitne yayıldı, iş büyü­dü. Ülke birliği bozuldu, her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Ebu Mu­sa, Hz. Ali'ye mektup göndererek az bir grup dışında Kûfelilerin itaat et­tiklerini ve bey'at yaptıklarını bildirdi.

Hz. Ali, Muaviye'ye çok mektuplar gönderdi ama cevap alamadı. Defalarca mektup gönderdi. Hz. Osman'ın sefer ayında öldürülmesin­den üç ay sonrasına kadar mektuplar gönderdi ama cevaplan bir türlü alamadı. Sonra Muaviye, birkaç mektup yazıp bir adamla Hz. Ali'ye gönderdi. Adamı, Hz. Ali'nin yanma vardı. Hz. Ali, ona sordu:

- Ne haber, geride neler var?

- Öyle bir kavmin yanından sana geldim ki, onlar kısastan başka bir şey istemiyorlar, hepsi intikam peşindedirler. Arkada 70.000 ihtiyar adam bıraktım. Tamamı Osman'ın kanlı gömleğinin altında ağlıyorlar,

onun kanlı gömleği Şam'daki caminin minberinde dir.

- Allah'ım! Ben Osman'ın kanından uzak olduğumu, bu işle ilgim olmadığını sana arz ediyorum.

Bundan sonra Muaviye'nin elçisi Hz. Ali'nin huzurundan çıktı. Hz. Osman'ı öldüren Hariciler ona saldırıp öldürmek istediler. Büyük bir zorlukla ellerinden kurtuldu.

Hz. Ali, Şamlılarla savaşmaya karar verdi. Mısır valisi Kâys b. Sa'd'a mektup yazarak Şamlılarla savaşmaları için halkı silah altına ça­ğırmasını emretti. Küfe valisi Ebu Musa'ya aynı mealde bir mektup gönderdi. Osman b. Hanif e de böyle bir mektup gönderdi. İnsanlara hutbe irad edip Şamlılarla savaşmaya onları teşvik etti, ordu hazırla­maya başladı. Medine'den yola çıktı. Yerine vekil olarak Kuşem b. Ab­bas'ı bıraktı. Kendisine itaat edenleri yanına alarak asilere ve emrine itaat etmeyenlere, diğer kimselerle birlikte kendisine bey'at etmeyenle­re karşı savaşmaya niyetliydi. Oğlu Hasan gelip şöyle dedi:

- Babacığım, şu savaşmayı bırak, zira savaşta Müslümanların ka­nı akacaktır. Aralarına anlaşmazlık girecektir.

Hz. Ali, oğlu Hasan'm bu teklifine önem vermedi, aksine savaş ka­rarını perçinledi. Orduyu düzene soktu. Sancağı Muhammed b. Hane­fi'ye verdi. İbn Abbas'ı sağ kanada, Amr b. Ebi Seleme'yi sol kanada ko­mutan yaptı. Sol kanada Amr b. Süfyan b. Abdil Esed'i komutan yapmış olduğuna dair bir rivayet de vardır. Öncü kuvvetlerin başına Ebu Ubey-de'nin kardeşinin oğlu Ebu Leyla b. Amr el-Cerrah'ı komutan yaptı. Ar­tık bütün hazırlıklar tamamlanmış, sıra Medine'den çıkıp Şam yoluna çıkmaya gelmişti. Ancak bu sırada ileride anlatacağımız bir durum or­taya çıktı ve onu bu hareketten vazgeçirdi. [9]

 

Cemel Vak'ası'nın Başlangıcı

 

Hz. Osman, teşrik günlerinden sonra öldürüldüğünde Peygamber (s.a.v.)'in zevceleri ve mü'minlerin anneleri fitneden kaçmak için o sene hacca gitmişlerdi. Hacda iken insanlar, Hz. Osman'ın öldürüldüğünü duymuşlardı. Bu arada bunlar, Mekke'den çıkıp Medine yoluna çıkmış oldukları halde tekrar Mekke'ye dönmüşler, orada ikamete başlamış ve insanların neler yapacağını beklemeye, haberleri araştırmaya başla­mışlardı. Hz. Ali'ye bey'at edilmiş, yönetim onun eline geçmiş, idarede onun görüşü hakim olmuştu. Fakat insanlar bunu kendi rızalarıyla yapmış, ona bey'atta bulunmuş değillerdi. Çünkü Hz. Osman'ı övdüren Haricilerin ele başları bu işi bir oldu bittiye getirmişlerdi. Aslında Hz. Ali de onlardan hoşnut değildi. Fakat onların başlarına bir felaket gel­mesini bekliyordu. İmkan bulduğu takdirde Allah'ın hakkını onlardan almak istiyordu. Ama durum böyle olup da onlar müstevli duruma gelerek sahabelerin önde gelen şahsiyetleri ile Hz. Ali'yi birbirlerinden ko­pardıklarında Ümeyye oğullarından bir topluluk ile diğer bazı Müslü­manlar Mekke'ye kaçmışlardı. Talha ile Zübeyr de umre yapmak üzere Mekke'ye gitmek için Hz, Ali'den izin istemişler, Hz. Ali'nin onlara izin vermesi üzerine bunlar Mekke'ye gitmek üzere yola koyulmuşlardı. Bü­yük bir kalabalık da peşlerine takılmıştı. Hz. Ali, Şamlılarla savaşmaya karar verdiği zaman Medinelilerden kendisiyle birlikte Şam'a gelmele­rini istemiş ama onlar onun bu isteğine muvafakat etmemişlerdi.

Abdullah b. Ömer'den de kendisiyle birlikte Şam'a gelmesini iste­miş, onu bu hususta teşvik etmiş, ancak o şöyle karşılık vermişti: "Ben de Medinelilerden biriyim. Eğer onlar seninle birlikte Şam'a gelirse ben de senin bu emrine itaat ederim. Ama bu sene savaş için Medine'den çık­mayacağım." Böyle dedikten sonra îbn Ömer hazırlığını yapıp Mek­ke'ye gitti.

Hz. Osman tarafından Yemen'e vali olarak tayin edilmiş olan Yala b. Ümeyye de o sene Yemen'den Mekke'ye gelmiş, beraberinde 600 deve ve 600.000 dirhem para getirmişti. Abdullah b. Âmir de Basra'dan Mek­ke'ye gelmişti. O da Hz. Osman'ın Basra valisi idi. Böylece Mekke'de sa­habelerin önde gelen şahsiyetlerinden ve mü'minlerin annelerinden, yani Rasûlullah (s.a.v.)'ın zevcelerinden oluşan bir topluluk meydana geldi. Hz. Aişe kalkıp onlara bir konuşma yaptı. Osman'ın intikamım al­maları için onları teşvik etti. Asilerin haram bir beldede ve haram ayda Rasûlullah (s.a.v.)'m komşuluğunu hiçe sayarak kanlar akıttıklarını, mallar yağmaladıklarını anlattı. Dinleyiciler onun çağrısına icabet etti­ler. Ve yararlı göreceği bütün kararlarına itaat edeceklerini bey*at etti­ler. "Sen nereye gidersen biz de seninle geliriz" dediler. Kimi Şam'a gide­lim, kimi de oraya gitmeyelim. Muaviye, orada bizim yapmamız gereke­ni yapar, dediler. Eğer Şam'a gitselerdi asilere galip olup bütün yöneti­mi ellerine geçirirlerdi. Çünkü sahabelerin önde gelen büyük şahsiyet­leri onlarla beraberdi. Kimi de, Medine'ye gidelim, Ali'den Osman'ın ka­tillerini bize teslim etmesini isteyelim ki o katiller öldürülsün, dediler. Başkaları da şöyle dediler: "Hayır, Basra'ya gidelim. Oradaki atlardan ve adamlardan kuvvet alalım. Önce oradaki asileri ve Osman'ın katille­rini öldürmekle işe başlayalım." Hepsi bu sonuncu görüş üzerinde bir­leştiler. Peygamber Efendimiz'in diğer zevceleri, Hz. Aişe'nin Medi­ne'ye gitmek gerektiğine dair ortaya koyduğu görüşüne muvafakat etti­ler.

Ancak insanlar Basra'ya gitme kararı üzerinde ittifak ettiklerin­den Peygamber Efendimiz'in diğer zevceleri onlarla birlikte yola koyul­maktan vazgeçtiler. Ve: "Medine'den başka yere gitmeyiz." dediler. Ya'lâ b. Ümeyye, asilerle savaşacak olan insanların silahâve teçhizatla­rını temin etti. Onlara 600 deve ve 600.000 dirhem sarfetti. îbn Amir de çok mal vererek ihtiyaçlarını karşıladı. Hz. Ömer'in kızı ve mü'minlerin annesi Hafsa, Basra'ya gitme hususunda Hz. Aişe'ye muvafakat etti. Kardeşi Abdullah, onu bu kafileye katılmaktan ve Basra'ya gitmekten menetti. Abdullah da onlarla birlikte Medine'den başka yere gitmeye yanaşmadı. İnsanlar, Hz. Aişe'nin maiyetinde 1000 binekle yola çıktı­lar. Başka bir rivayette anlatıldığına göre yola çıkan bu topluluk, Medi­ne ve Mekkelilerden oluşan 900 süvariden ibaretti. Ancak başkaları da kendilerine katılınca 3000'i buldular. Mü'minlerin annesi Hz. Aişe, as­ker adlı devesinin üzerinde bir mahfe içindeydi. Bu deveyi Ya'lâ b. Ümeyye, Ureyneli bir adamdan 200 dinara (başka bir rivayette anlatıl­dığına göre seksen dinara) satın almıştı.

Peygamber Efendimiz'in diğer zevceleri de Hz. Aişe ile birlikte zat-ı Irk'a kadar gelmişler, orada kendisinden ayrılmışlar ve vedalaşıp ağla­maya başlamışlardı. Orada bulunanlar da ağlaşmaya başlamışlardı. O güne ağlaşma günü denmişti. Artık insanlar, Basra yoluna çıkmışlar ve yola revan olmuşlardı. Hz. Aişe'nin emri üzerine cemaata namazlarını Abdullah b. Zübeyr (Hz. Aişe'nin kızkardeşinin oğlu) kıldırıyordu. Mer-van b. Hakem de namaz vakitlerinde cemaata ezan okuyordu. Yolda gi­derlerken geceleyin Hav'eb denen bir suyun yanma varmışlardı. Köpek­ler ulumaya başlamışlardı, Hz. Aişe, bu ulumaları duyunca; "Bu yerin adı nedir?" diye sormuş oradakiler:

- Hav'eb'dir, deyince ellerini birbirine vurmuş ve şöyle demişti:

- İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun. Ben mutlaka geri döneceğim.

- Niçin?

- Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m kadınlarına şöyle dediğini işittim: "Hav'eb köpeklerinin hanginize uluyacağını keşke bilseydim."

Böyle dedikten sonra Hz. Aişe, devesinin omuzları arasına vurara-rak ıhdırmış ve:

- Beni geri götürün. Beni geri götürün. Vallahi ben, Hav'eb suyu­nun sahibesiyim, demişti."

Biz bu hadisi bu kitabın peygamberlik delilleri bölümünde çeşitli la­fız ve rivayetleriyle nakletmiştik. İnsanlar da bir gün bir gece Hz. Ai­şe'nin etrafında develerini ıhdırarak beklemişler, Abdullah b. Zübeyr de Hz. Aişe'ye şöyle demişti:

"Buranın, Hav'eb suyu olduğunu sana söyleyen kişi yalan söylemiş­tir." İnsanlar: "Kurtuluşa gelin, kurtuluşa gelin, işte Ebu Talib oğlu Ali'nin ordusu geliyor." dedi. Hepsi Basra'ya doğru yola çıktılar. Bas­ra'ya yaklaştığında Hz. Aişe, Ahnef b. Kays ile diğer liderlere hitaben bir mektup göndererek "Ben Basra'ya geliyorum." diye bildirdi.

Osman b. Hanif de İmran b. Husayn ile Ebu Esved ed-Düerfyi Hz. Aişe'ye göndererek oraya niçin geldiğini sormalarım istedi. Bunlar, Hz. Aişe'nin yanma geldiklerinde selam verdiler. Ve kendisine oraya niçin

geldiğini sordular. O da Osman'ın intikamını almak için geldiğini, onun haram ayda, haram beldede haksız yere öldürüldüğünü söyledi ve şu ayet-i kerimeyi okudu:

"Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantılarının çğunda hayır yoktur. Bunları, Allah'ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz." (en-Nisâ, 114.)

Bunlar, Hz. Aişe'nin yanından çıkıp Talha'mn yanma giderek ona şöyle sordular:

- Buraya niçin geldin?

- Osman'ın intikamını almak için.

- Sen Ali'ye bey'at etmemiş miydin?

- Evet, ama boynumun üzerinde kılıç vardı. Korktuğum için ona bey'at ettim. Eğer bizimle Osman'ın katillerinin arasından çıkmaz ve bizi başbaşa bırakmazsa, onun halifeliğini kabul etmeyeceğim.

Bunlar daha sonra Zübeyr'in yanına gittiler. Ona da aynı şeyleri sordular. O da aynı cevaplan verdi.

îmran ile Ebu Esved ed-Düelî, Osman b. Hanifin yanına döndüler. Ebu Esved, ona şöyle dedi:

"Ey Huneyf in oğlu, sana gelindi. Sen de savaşa çık. Mızrakla vuruş. Kılıçla savaş ve diren. Zırhını giyerek, nikahını takarak, paçanı sıvaya­rak onlara karşı çık."

Bu laflan duyan Osman, şöyle der: "Innâ lillah ve innâ ileyhi raciun. Kabe'nin Rabbine andolsun ki, İslâm'ın değirmeni ters dönmeye başla­mıştır. Balanız, bundan sonra ne gibi bozukluklar meydana gelecek, gö­rünüz."

îmran da peygamberin: "Otuzbeşinci senede İslâm değirmeni ters dönecektir." mealindeki hadisini kastederek "Vallahi uzun bir savaşa girişeceksiniz" dedi. Sonra Osman b. Huneyf, İmran b. Husayn'a:

- Bana bir tavsiyede bulunur musun? diye sorunca Îmran şöyle de­di:

- Bir kenara çekil. Ben de evimde oturacağım (veya devemin üze­rinde duracağını, demiştir."

Inıran böyle dedikten sonra çekip gitmiş, Osman da: "Hayır, raü'minlerin emiri gelinceye kadar onlan alıkoyacağım." demiş ve in­sanlara çağrıda bulunarak silahlannı kuşanmalanm ve mescitte top-lanmalanm istemişti. Halk mescitte toplanınca onlara, savaşa hazır­lanmalarını emretmişti. Osman, minber üzerindeyken adamın biri kal­kıp şöyle demişti:

- Ey insanlar! Eğer şu kavim korktuklan için gelmiş iseler bilin M, bunlar kuşlann bile güvende olduğu bir beldeden gelmektedirler. Eğer Osman'ın intikamını almak için gelmiş iseler bilin ki, biz onun katilleri değiliz. Bana uyunda şunlan geldikleri yere geri gönderelim.

Esved b. Seri es-Sadî kalkıp şöyle dedi:

- Hayır, bunlar bizden ve başkalarından Osman'ın katillerine kar­şı yardım istemeye gelmişlerdir. Bu konuşmayı yapan adamı taşladılar. Osman b. Huneyf de, Hz. Osman'ı öldüren kimselerin Basra'da da taraf-tarlan bulunduğunu anladı ve bundan rahatsız oldu.

Mü'minlerin annesi Hz. Aişe ve beraberindekiler gelip Basra'ya ya­kın bir mevki olan Merbe'de konakladılar. Onun askerlerinin safında savaşmak isteyen Basrahlar yanma gittiler. Osman b. Huneyf de asker­leriyle birlikte Basra'dan çıkıp Merbed'e gitti. Orada iki taraf karşı kar­şıya geldi. Sağ kanatta bulunan Talha konuştu ve Osman'ın intikamı­nın alınmasını istedi. Zübeyr de peşi sıra konuşmaya başladı, aynı şey­leri söyledi. Basralılardan ve Osman b. Huneyfin askerlerinden bazıla-n onlara karşılık verdiler. Mü'minlerin annesi Hz. Aişe konuştu. Taraf-tarlannı savaşa teşvik etti. Ordunun kenar kesimlerindeki bazı gruplar birbirlerine sövmeye ve taş atmaya başladılar. Sonra hernes yerine çe­kildi. Osman b. Huneyfin askerlerinden bir grup, Hz. Aişe'nin askerle­rinin arasına katıldı. Böylece Hz. Aişe'nin askerleri çoğaldı. Harise b. Kudame es-Sadi gelip ona şöyle dedi:

"Ey mü'minlerin annesi! Allah'a yemin ederim ki, senin evinden çı­kıp bu deve üzerinde silahlara hedef olarak buraya gelmen, Osman'ın öldürülmesinden daha önemli ve büyük bir hadisedir. Eğer sen gönüllü olarak buraya yanımıza gelmişsen tekrar evine geri dön. Eğer zorlaya­rak buraya getirilmiş isen evine dönmek için buradaki halktan yardım iste.

Osman b. Huneyfin süvarilerinin komutanı olan Hakim b. Cebel'e gelip savaşı başlattı. Hz. Aişe'nin taraftarlan, ellerini silaha sürmedi­ler. Savaşmak istemediler. Ancak Hakim, onlara saldırdı. Böylece iki taraf da yol ağzında çarpışmaya başladılar. Hz. Aişe, askerlerine sağa çekilmelerini, Beni Mazin kabilesinin mezarlığının yanına varmalannı emretti. Oraya çekildiklerinde gece karanlığı bastırdı. Böylece iki taraf çarpışmaya son verdi. Ertesi gün tekrar savaşmaya başladılar. Şiddet­lice çarpıştılar. Çarpışma zevale kadar devam etti. Osman b. Huneyfin taraftarlanndan çok adam Öldürüldü. İki tarafla da aralannda yazışa­rak banş çağrısında bulundular. Ve neticede Medine'ye bir elçi göndere­rek Medine halkının düşüncesini sormak ve Talha ile Zübeyr'in be/ata zorlandıklannı Medineliler söylerlerse Osman b. Huneyf Basra'dan çı­kacak ve Basra'yı onlara bırakacaktı. Eğer Talha ile Zübeyr, bey*ata zorlanmamışlarsa Talha ile Zübeyr Basra'dan çıkıp orayı Osman b. Hu­neyf e bırakacaklardı. Bu amaçla KsJb b. Sûr el-Kadî'yi Medine'ye gön­derdiler. Ksib, cuma günü Medine'ye vardı. Kalkıp Medinelilere şöyle sordu:

- Talha ile Zübeyr, Ali'ye gönüllü olarak mı bey'at ettiler, yoksa tehdit altında kaldıkları için mi bey'at ettiler?

Herkes sustu. Sadece Usame b. Zeyd kalkıp: "Tehdit altında kaldık­ları için Ali'ye bey'at ettiler." diye cevap verdi. Bazıları ona hücum etti­ler. Onu dövmek istediler. Ancak Süheyb ile Ebu Eyyüb ve bir topluluk onu müdafaa ettiler ve saldırganların elinden kurtardılar. Kendisine de: "Sen de bizim gibi sussaydm olmaz mıydı?" deyince o şöyle karşılık verdi: "Hayır, vallahi ben durumun bu noktaya geleceğini sanmıyor­dum." dedi.

Hz. Ali, Osman b. Huneyf e mektup göndererek Talha ile Zübeyr*i topluluktan ayrılmaya değil, toplulukla bir arada olmaya ve fazilet hu­susunda birleşmeye zorlamış olduklarını bildirdi. Eğer kendisini hali­felikten hal etmek istiyorlarsa bu hususta onların bir gerçekçeleri olma­dığım fakat başka bir amaçlan varsa bunu açıklamalarını, kendisinin de bu hususta düşüneceğini beyan etti.

Ka'b b. Sûr, Hz. Ali'nin mektubunu Osman b. Huneyf e getirdi. Os­man: "Bu, bizim içinde bulunduğumuz durumu ilgilendirmeyen başka bir şeydir." dedi.

Talha ile Zübeyr, yanlarına gelmeleri için Osman b. Huneyf e haber gönderdiler. Ancak Osman, onların bu isteklerini kabul etmedi. Bunun üzerine bu ikisi, karanlık bir gecede adam toplayarak yatsı vakti büyük camiye gittiler. Ancak Osman, o gece camiye gelmedi. NamazınAbdur-rahman b. Attab b. Üseyd kıldırdı. Basra'nın ayak takımı bu gelen ordu­daki askerlere sövüp saydılar. Karşılıklı olarak birbirlerine vurdular. Onlardan kırka yakın adam öldürüldü. Halk da Osman b. Huneyf in köşküne girdi. Onu, Talha ile Zübeyr'in yanına getirdiler. Yüzünde yo­lunmadık bir tüy dahi bırakmadılar. Talha ile Zübeyr, bu büyük hadise­yi Hz. Aişe'ye bildirdiler. Hz. Aişe de Osman'ın serbest bırakılmasını emredince onu serbest bıraktılar. Beytülmalm yöneticiliğine Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman'ı atadılar.

Talha ile Zübeyr, Beytülmaldakı eşyaları halka taksim etti. îtaat edenleri biraz tercih ettiler. Bunun üzerine halk, akın akın gelip erzak­larını almaya başladılar. Neticede Beytühnala bekçiler yerleştirip ted­bir aldılar. Basra yönetimini diktatörce yürüttüler. Hz. Osman'ın katil­lerinden bir grup ile bunların yardımcıları, buna karşı kızıp gayrete gel­diler. 300'e yakın asker topladılar. Bu askerlerin başına Hakim b. Cebe-le'yi komutan yaptılar. Hakim, Hz. Osman'ı öldürenlerden biriydi. Bun­lar ortaya çıkıp savaşmaya başladılar. Adamın biri Hakim b. Cebele'nin ayağına vurarak ayağını kopardı. Bu da ayağım sürüyerek koştu ve ayağım kesen adama ayağıyla vurdu ve öldürdü. Sonra ayağına yasla­narak şöyle dedi:

"Ey bacak, seni pek önemsemiyorum. Senen yerine kolum vardır.

Onunla parçamı himaye ederim. Ölmek benim için utanç değildir. Halk arasında utanç cepheden kaçmaktır. Harab olup ölmek, şerefi rezil etmez

Hakim b. Cebele, başını kendisini Öldüren adamın üzerine yaslayıp uzanmış vaziyette iken adamın biri kendisine uğrayıp:

- Seni kim öldürdü? diye sormuş, o da:

- Şu yastığım beni öldürdü, diye cevap vermişti.

Sonra Hakim ve Hz. Osman'ın katilleriyle taraftarlarından olan yetmiş kadar Medineli öldürüldüler. Böylece Talha ve Zübeyr'e muhale­fet eden Basralıların moralleri çöktü. Maneviyatları gevşedi. Anlatıldı­ğına göre o sırada Basralılar, Talha ile Zübeyr'e bey'at etmişlerdi. Zü­beyr de kendisiyle birlikte yola koyularak gelmesinden önce Hz. Ali'yi karşılamaya gitmeleri için 1000 kadar süvariye çağrıda bulunmuş, an­cak hiç kimse onun bu çağrısına icabet etmemişti. Bu durumu bir mek­tup yazarak Şamlılara müjdelemişlerdi. Bu hadise, hicretin otuzaltmcı senesinin rebiyülevvel ayının bitimine beş gece kala vuku bulmuştu. Hz. Aişe de Zeyd b. Sohan'a mektup yazarak kendisine yardım etmesini ve kendisiyle birlikte hareket etmesini, şayet yardıma gelmese de bir şe­ye karışmamasını, evinde oturmasını, ne lehinde ne de aleyhinde bu­lunmasını taleb etmiş, Zeyd de ona şu cevabı vermişti:

"Sen, kendi evinde oturduğun sürece sana yardımcı olurum.

Ancak savaş hususunda Hz. Aişe'ye itaat etmemişti ve şöyle demiş­ti: Allah, mü'minlerin annesi Aişe'ye rahmet etsin. Allah ona kendi evinde oturmasını, bize de savaşmamızı emretmiştir. Ama o, kendi evinden dışarı çıkıp savaşmaya girişti. Bize de evlerimize kapanmamızı emretti ki, savaşmak aslında bizim hakkımızdır." Hz. Aişe, Yemamelî-lerle Kûfelilere de aynı mealde mektuplar gönderdi. [10]

 

Hz. Ali'nin Şam Yerine Basra'ya Gidişi

 

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Hz. Ali, Şam'a gitmek için hazırlandıktan sonra Talha ile Zübeyr'in Basra'ya yöneldikleri haberi­ni alınca insanlara hutbe irad etti. Onları Basra'ya doğru hareket etme­ye teşvik etti ki, Basra'ya gitsinler ve Talha ile Zübeyr'in oraya girmele­rine engel olsunlar. Ya da girmişlerse oradan onları kovsunlar. Fakat Medine halkının çoğunluğu, Hz. Ali'nin bu çağrısına icabet etmekte ağır davrandı! Bazıları onun bu davetine icabet ettiler. Şabfnin ifadesine gö­re onun bu çağrısına Bedir savaşma katılmış olanlardan sadece altı kişi icabet etti ki, bunların yedincisi yoktu. Başkalarının ifade ettiklerine göre Hz. Ali'nin bu çağrısına Ebu Heysem b. Teyyihan, Ebu Katade el-Ensârî, Ziyad b. Hanzale ve Huzeyme b. Sabit gibi bazı büyük sahabeler icabet etmişlerdi.

Hz. Ali, önceki kısımlarda da anlattığımız şekildeki tabiyesiyle Bas­ra'ya doğru hareket etti. Medine'de yerine vekil olarak Temmam b. Ab-bas'ı, Mekke'de Kuşem b. Abbas'ı bıraktı. Bu hareketleri hicretin otu-zaltıncı senesinin rebiyülahır ayının sonlarına denk geliyordu. Hz. Ali, 900 kadar savaşçıyla Medine'den yola çıktı. Rabaza'ya geldiklerinde Abdullah b. Selam gelip Hz. Ali'nin atının yularını tutarak şöyle dedi:

"Ey mü'minlerin emiri! Buradan çıkıp gitme. Allah'a yemin ederim ki, sen Medine'den çıkıp gidersen artık Müslümanların otoritesi Medi­ne'de ebediyete kadar yerleşemez.

Böyle demesi üzerine bazıları ona sövdüler. Hz. Ali ise, şöyle dedi: "Ona ilişmeyin. Doğrusu o, Peygamber (s.a.v.)'in sahabelerinden olup iyi bir kimsedir."

Hasan da yolda gelip babası Ali'ye şöyle dedi:

- Ben, seni Medine'den çıkmaktan men etmiştim ama sen beni din­lemedin. Yarın boş yere öldürüleceksin. Kimse de sana yardım etmeye­cektir.

- Sen, cariyenin inleyişi gibi bana inleyip şefkat gösteriyorsun. Sen beni neden men ettin de ben seni dinlemedim?

- Osman'ın öldürülmesinden önce Medine'den çıkıp gitmeni sana söylememiş miydim ki, Osman öldürülürken sen Medine'de olmayay-dın. Ve bu hususta hiç kimse senin aleyhinde dedikodu yapmasaydı. Os­man'ın öldürülmesinden sonra bütün Mısır halkı, sana be/atlarını gön­dermedikçe kimseyle bey'atlaşmamam sana söylememiş miydim? Şu kadın (Hz. Aişe) ve şu iki adam (Talha ile Zübeyr) Medine'den çıktıkları zaman sana evinde oturmanı söylememiş miydim? Ki bunlar gidip ken­di aralarında sulh yapsınlar. Ama bütün bu söylediklerimi dinlemedin. Öyle değil mi?

- Osman'ın öldürülmesinden önce Medine'den çıkmamı söylemiş­tin, ama olaylar bizi bu maceraya sürükledi. Yapabileceğimiz birşey kalmadı. Mısır halkının bey'atımn bana gelmesinden Önce kimseden be/at kabul etmememi söylemiştin. Fakat ben idarenin başsız kalması­nı hoş karşılamadığını için beratı kabul ettim. Aişe, Talha ve Zübeyr'in Medine'den çıkmalarından sonra evimde oturmamı bana söylemiştin. Sen, benim çevresi kuşatılan sırtlan gibi olmamı istiyorsun ki, topuğun-daki kaim siniri yarılıncaya kadar burada değildir denilsin, siniri yarıl­dıktan sonra dışarı çıksın, (yani yapabilecek birşey kalmayıncaya ka­dar evimde oturmamı istiyorsun). Beni ilgilendiren bu işe ben bakmaz­sam kim bakar? Ey oğulcuğum, yolumdan çekil.

Basra'daki halkın yaptıklarını haber aldıktan sonra Hz. Ali, Mu-hammed b. Ebi Bekir ve Muhammed b. Cafer'le birlikte Kûfelilere şu mealde bir mektup gönderdi:

"Ben sizi diğer şehirlerin halkına tercih ettim. Size rağbet ettim.

Olan hadiselerin dışında kalıp feragat gösterdim. Siz, Allah'ın dinine yardımcı ve destekçi kimseler olun. Bize katılın, bize yardım edin. Biz, barış ve ıslahatı istiyoruz ki, bu ümmet yine eskisi gibi kardeşler haline gelsin."

Muhammed b. Ebi Bekir ve Muhammed b. Cafer, bu mektubu alıp Kûfelilere götürdüler. Medine'ye de haber gönderdi. İstediği silah ve bi­nekleri aldı. Sonra kalkıp insanlara şöyle bir hutbe irad etti:

"Doğrusu Allah, bizi İslâmiyet'le aziz kıldı. O sayede bizi yüceltti. Bizi İslâm bağı ile kardeş kıldı. Daha önce biz zelil idik. Az idik. Birbiri­mize düşmandık. Aramız açıktı. Ama İslâmiyet'i din olarak kabul etme­lerinden, hak da aralarında uygulandıktan, kitap onlara rehber olduk­tan sonra insanlar bu şekilde kardeş olarak yücelmiş halde bir süre ha­yatlarını sürdürdüler. Nihayet şu adam (Hz. Osman), Şeytan tarafiri-dan aldatılan ve ifsad edilen kimseler tarafından vuruldu. Bu ümmeti birbirine düşürmek için Şeytan o asileri yoldan çıkarmıştı. Dikkat edin, daha önceki ümmetler nasıl birbirlerinden koptularsa bu ümmet de bir­birinden kopacaktır. Olacak şeylerin şerrinden Allah'a sığınırız."

Hz. Ali, tekrar dönüp cemaata şöyle dedi: "Olacak olan şeyler mutla­ka olacaktır. Dikkat edin, bu ünmet yetmişüç fırkaya bölünecektir. Bu fırkaların en kötüsü, beni seven ama benim amelimle amel etmeyendir. Siz bu zamana ulaştınız ve gördünüz. Dininize sanlın. Benim yolumdan gidin. Çünkü benim takib ettiğim yol, peygamberinizin yoludur. Onun sünnetine tabi olun. Karşılaştığınız problemlerin çözümünü, Allah'ın kitabına havale edin. Kur'ân'm tarif ettiği yola sarılın. Onun hoş karşı­lamadığı şeyi reddedin. Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, peygam­ber olarak Muhammed'i, hakem ve önder olarak Kur'ân'ı benimseyin."

Hz. Ali, Rabaza'dan ayrılmaya karar verip harekete geçeceği esna­da İbn Ebi Rufaa b. Rafi kalkıp yanına gitti ve şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, ne yapmak istiyorsun? Bizi nereye götüre­ceksin?

- Yapmak istediğimiz ve gerçekleştirmeye niyetlendiğimiz şey, ıs­lahattır. Eğer bunu kabul eder ve çağrımıza icabet ederlerse, ıslahat yapmak istiyoruz. Durumu düzeltmeye niyetliyiz.

- Ya sizin bu isteğinize uymazlar ve çağrınıza icabet etmezlerse ne yaparsın?

- Onlan hainlikleriyle başbaşa bırakır ve onlara hakkı verip sabre­deriz.

- Ya buna da razı olmazlarsa ne yaparsın?

- Bize ilişmedikleri sürece biz de onlara ilişmeyiz.

- Ya bizi rahat bırakmazlarsa ne yaparsın?

- Kendimizi onlara karşı koruruz.

- Öyleyse yapmak istediğin şey güzel bir şeydir di:

O esnada Haccac b. Gaziyye el-Ensârî de kalkıp Hz. Ali'ye şöyle de-

- Sözle beni memnun ettiğin gibi ben de fiil ile seni memnun edece­ğim. Allah bimi nasıl ki Ensâr (yardımcılar) olarak adlandırmışsa, Al­lah bana yardım da edecektir."

Hz. Ali, Rabaza'da iken Tay kabilesinden bir topluluk oraya geldi. Hz. Ali'ye dediler ki: "Bu topluluk, Tay kabilesinden gelmektedir. Bun­ların bir kısmı seninle birlikte yola çıkmak istiyorlar, bir kısmı da sade­ce sana selam vermek istiyorlar."

Hz. Ali de şöyle dedi: Allah hepsine hayır mükafat versin. "Allah, mal ve canlarıyla cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kıl­mıştır. (en-Nisâ, 95.)

Anlatıldığına göre Hz. Ali, Rabaza'dan kızıl tüylü dişi bir deveye binmiş ve peşinden de doru bir atı çekerek hareket etti. Yefi'd'e geldiğin­de Esed ve Tay kabilelerinden bir topluluk yanına uğradı. Onunla bera­ber olma teklifinde bulunduklarında Hz. Ali: "Beraberimde yeteri ka­dar adam var." dedi. Kûfelilerden Amir b. Matar eş-Şeybanî de yanına geldi. Hz. Ali, ona: "Arkanda ne haberler var?" diye sorunca adam olup bitenleri anlattı. Hz. Ali, ona Ebu Musa'yı sordu. Adam da şu cevabı ver­di:

- Eğer sen barış istiyorsan Ebu Musa barıştan yanadır. Eğer sa­vaşmak istiyorsan o, savaşmaya taraftar değildir.

- Vallahi ben barıştan başka birşey istemiyorum. Bize karşı isyan edenlerle barış istiyorum. Böyle dedikten sonra Hz. Ali, yoluna devam etti. Kûfe'ye yaklaştığında Kûfelüerin başlarına gelen şeyler, öldürme­ler ve Osman b. Hanifin Basra'dan çıkarılıp kovulması, beytülmahn yağmalanması ona anlatıldı. O da: "Allah'ım! Talha ve Zübeyr'i mübtela kıldığın şeyden beni uzak tut." dedi. Zikar beldesine vardığında Osman b. Hanif, yüzü yolunmuş, yüzünde tek tüy kalmamış olarak yanına gelip şöyle dedi:

- Ey müzminlerin emiri! Sen, beni sakallı olarak Basra'ya gönder­din. Şimdi de tüysüz olarak senin yanma geldim.

- Hayır ve sevap kazandın.

Hz. Ali, böyle dedikten sonra Talha ile Zübeyr hakkında da şöyle de­di: "Allah'ım, bunların düğümlediğini çöz ve kendi nefislerinde hükmet­tikleri şeyi başa çıkarma. Yaptıkları şu kötü işin fenalığını da kendileri­ne göster." Hz. Ali, Zikar beldesinde ikamete başladı. Muhammed b. Ebi Bekir ve Muhammed b. Cafer'le gönderdiği mektubun cevabını bekle­meye başladı. Onlar daHz. Ali'nin mektubunu Ebu Musa'ya götürdüler. Yaptırmak istediği duyuruyu halka duyurdular. Ancak isteklerine uyan ve çağrılarına icabet eden olmadı. Akşam olunca akıllı birkaç kişi Ebu. "Musa'nın yânına giderek Hz. Ali'ye itaat etmesini söylediler. Ebu Musada: "Bu, dün olan bir şeydir. Zamanı geçmiştir." dedi. Bunun üze­rine Muhammed b. Ebi Bekir ile Muhammed b. Cafer Öfkelenerek Ebu Musa'ya ağır sözler sarf ettiler. O da onlara şu karşılığı verdi: "Vallahi Osman'a yapılan be/at, hem benim boynumda, hem de sizin arkadaşı­nız Ali'nin boynundadır. Eğer mutlaka: savaşılacaksa biz, her nerede olurlarsa olsunlar ve her kim olurlarsa olsunlar Osman'ın katilleriyle olan davamızı sonuçlandırmadıkça hiç kimseyle savaşmayacağız."

Bunun üzerine Muhammed b. Ebi Bekir ile Muhammed b. Cafer dö­nüp Hz. Ali'nin yanma vardılar. Durumu ona anlattılar. Zikar beldesin­de bulunan Hz. Ali, Eşter'e şöyle dedi:"Sen Ebu Musa'nın arkadaşısın. Her hususta ona itirazda bulunabilirsin. İbn Abbasla birlikte ona gidin, bozduğu şeyi düzelt." Ester ile İbn Abbas yola çıktılar. Kûfe'ye gelip Ebu Musa ile konuştular. Kûfeli birkaç kişiyi de yanlarına alarak onlardan Ebu Musa'ya karşı yardım istediler. Ebu Musa da kalkıp cemaata hita­ben şöyle dedi:

- Ey insanlar! Muhammed'e arkadaşlık eden sahabeler, Allah ve Rasûlüne sahabe olmayanlara nisbetle daha iyi bilirler. Sizin bizim üze­rimizde haklarınız vardır. Ben size bir öğüt vereceğim. Uygun görüş odur ki, Allah'ın otoritesini hafife almayasınız ve O'nun emrine karşı cüretkarlık yapmayasmız. İşte fitne kopmuştur. Bu fitne esnasında uyuyan kimse, uyanık olandan daha hayırlıdır. Uyanık olan da oturan­dan daha hayırlıdır. Oturan da ayakta durandan daha hayırlıdır. Ayak­ta duran da süvariden daha hayırlıdır. Süvari olan ise bineğini koşuştu­randan daha hayırlıdır. Kılıçlarınızı kınlarına sokun. Mızraklarınızın başını ve yaylarınızın krişini koparın. Bu iş yatışmcaya kadar haksızlı­ğa uğrayanları ve mazlumları barındırın ki, bu fitne ortadan yok olup gitsin.

Ebu Musa'nın bu konuşmasını yapmasından sonra İbn Abbas ve Es­ter, dönüp Hz. Ali'nin yanma gittiler. Durumu ona anlattılar. Sonra Hz. AU, Hasan ile Ammar b. Yasir'i Kûfe'ye gönderdi. Ammar'a: "Git ve boz­duğunu düzelt" dedi. Ammar'la Hasan yola çıktılar. Kûfe'ye varıp mes­cide girdiler. Kendilerine ilk selam veren kişi, Mesruk b. Ecda oldu. Mesruk, Ammar'a şöyle sordu:

- Osman'ı niçin öldürdünüz?

- Irzımıza sövüldüğü, canlarımıza vurulduğu için.

- Vallahi size davranıldığı gibi davranmadınız. Eğer sabretseydi­niz, bu sabır sizin için daha hayırlı olurdu.

Bu konuşmadan sonra Ebu Musa çıktı. Gelip Hz. Ali'nin oğlu Ha-san'ı yanma aldı. Ammar'a şöyle dedi:

- Ey Ebu Yakzan, mü'minlerin emiri Osman'a hücum ettin ve onu öldürdün mü?

- Bunu niçin yapmış olalım? Ama onun öldürülmesi ağrıma gitme­di ve beni üzmedi de.

Hz. Ali'nin oğlu Hasan, konuşmalarını kesip araya girdi ve Ebu Mu­sa'ya şöyle dedi:

- Halkın bize yönelmesine niçin engel oluyorsun?

- Allah'a yemin ederim ki biz, durumu düzeltmekten ve barıştan başka birşey istemiyoruz. Mü'minlerin emiri Ali gibi kötülükten ve fe­sattan korkan başka biri yoktur.

- Doğru söyledin, anam babam sana feda olsun. Ama kendisine da­nışılan kişi güvenlidir. Ben Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Bir fitne ortaya çıkacaktır. O fitne zamanında oturan kişi ayak­ta durandan daha hayırlı olacaktır. Ayakta duran kişi yürüyenden daha hayırlı olacaktır. Yürüyen kişi süvari olandan daha hayırlı olacaktır. Cenâb-ı Allah, bizi kardeş kıldı. Kanlarımızı ve mallarımızı birbirimize haram kıldı.

Ammar, Ebu Musa'nın bu konuşmasına kızdı ve Ebu Musa'ya söv­dü. Sonra da şöyle dedi:

- Ey insanlar, o kendi kendini vasfetmektedir. Sen bu fitnede otu­ruyorsun, ancak ayakta duran senden daha hayırlıdır.

Sonra Beni Temim kabilesinden bir adam, Ebu Musa tarafını tuta­rak Ammar'a kızıp sövdü. Başkaları da ayaklandılar. Ebu Musa, insan­ları kavgadan men ediyordu. Bağrışmalar çoğaldı. Gürültü oldu ve ses­ler yükseldi. Ebu Musa da şöyle dedi:

- Ey İnsanlar, bana itaat edin. Arap milletlerinin en hayırlısı olun ki, onlara mazlum kimseler sığınır. Korkuda olan kimseler, onların ara­sında güven duyar. Fitne geldiği zaman işler karışır. Fitne çıkıp gittiği zaman fitne olduğu anlaşılır. Bundan sonra Ebu Musa, insanları birbir­lerine el uzatmaktan menetti ve evlerine kapanmaîarim buyurdu.

Zeyd b. Sohan kalkıp şöyle dedi:

- Ey insanlar, mü'minlerin emirinin yanma gidin. Müslümanlarm efendisinin yanma gidin. Topluca ona varın. Ka'ka' b. Anar da kalkıp şöyle dedi:

- Mü'minlerin emirinin söyledikleri doğrudur. Ama insanlar ara­sında zalimi zulmünden meneden, mazlumun hakkını koruyan bîr emi rin bulunması gerekir ki, onun vasıtasıyla düzen sağlansın, insanların dağınık işleri toparlansın. Mü'minlerin emiri Ali, kendisine yüklenilen görevin hakkını vermiştir. Çağrısında insaflı davranmıştır. O sadece ıs­lahatı istiyor. Barıştan yanadır. Hep birlikte ona gidin.

Abdi Hayr ise şöyle dedi:

- Şu anda insanlar (yani Müslümanlar) dört nrkaya ayrılmışlar­dır. Ali, Kûfe'nin yakınında taraftarlarıyla birlikte bulunuyor. Talha ve Zübeyr Basra'da bulunuyorlar. Muaviye ise, Şam'da bulunuyor. Diğer taraftan Hicaz'da kendilerinden vazgeçilmeyen ve bir tarafa itilemeyen ancak hiç kimseye karşı çarpışmak istemeyen Hicaz ehli bulunmakta­dır. Ebu Musa, sözün burasında şöyle demişti:

- İşte Hicaz'da bulunanlar en hayırlı fırkadır. İşte fitne kopmuş­tur.

Bundan sonra orada bulunanlar karşılıklı laf atmaya başladılar. Sonra Ammar ile Hz. Ali'nin oğlu Hasan minbere çıkıp insanlara, mü'minlerin emiri Ali'nin yanma gitmeleri çağrısında bulundular. Onun, halk arasında barış istediğini ifade ettiler. Ammar da Hz. Aişe'ye küfreden bir adamı işitince ona şöyle dedi:

- Sus, horlanası adam, köpekler sana havlasın! Vallahi Aişe, Rasûlullah (s.a.v.)'ın dünyada ve ahiretteki zevcesidir. Ama Cenâb-ı Al­lah, sizi onun vasıtasıyla imtihan etti ki kendisine mi yoksa Aişe'ye mi itaat ettiğinizi bilsin.

Hicr b. Adiy de kalkıp şöyle dedi:

- Her kişinin ayağa kalkıp konuştuğu ve insanları Hz. Ali'nin safları araşma katılmaya teşvik ettiği zaman Ebu Musa, onları Hz. Ali'nin ya­nma gitmekten men ediyordu. Minberin üzerinde Ammar ve Nasan'la birlikte duruyordu. Nihayet Hz. Ali'nin oğlu Hasan, ona:

- Yazıklar olsun sana, anası ölesice, yanımızdan uzaklaş ve minbe­rimizi terket, dedi.

Anlatıldığına göre Hz. Ali, Eşter'i Kûfe'ye göndermiş, o da Ebu Mu­sa'yı Küfe valiliğinden azlederek aynı gecede vali konağından ihraç et­mişti. Ondan sonra Kûfeliler, Hz. Ali'nin safları araşma katılma çağrısı­na icabet etmişler ve Hz. Hasanla birlikte karadan ve Dicle nehrinden gitmek üzere 9000 kişi Hz. Ali'nin yanma varmışlardı. Başka bir rivaye­te göre ise Hz. Hasan'la birlikte 12000 kişi, Hz. Ali'nin yanma gitmiş. Hz. Ali de bir cemaatla Zikar'da yol üzerinde onları karşılamıştı. Karşı­layan cemaat arasında İbn Abbas da vardı. Hz. Ali, hepsine; "Hoş geldi­niz diyerek şöyle hitap etmişti:"

- Ey Küfe halkı, siz Acem hükümdarlarıyla karşılaştınız, onların topluluklarını dağıttınız. Basralı kardeşlerimizin yanma bizimle bera­ber gelmeniz için sizi çağırdım. Eğer geri dönerlerse ki, istediğimiz bu­dur ne âlâ. Eğer İsrar ederlerse onlara yumuşakça muamele ederiz. Ne­ticede onlar bize haksızlık yaparak zulüm başlatırlarsa, o zaman gereği­ni yaparız. İçinde barış bulunan bütün çarelere baş vurunuz. Islahatı fesada tercih ederiz. İnşülah bunu yaparız.

Hz. Ali'nin etrafında Zikar beldesinde toplandılar. Hz. Ali'ye katı­lan birliklerin tanınmış reislerinin adları şöyleydi: Ka'ka' b. Amr, Sa'd b. Malik, Hind b. Amr, Heysem b. Şihab, Zeyd b. Sohan, Ester, Adiy b. Hatim, Müseyyeb b. Neciyye, Yezid b. Kays ve Hicr b. Adiy.

Abdü'1-Kays kabilesi, bütünüyle Hz. Ali'nin bulunduğu Zikar ile Basra arasında durup onun gelmesini bekliyorlardı. Binlerce kişidiler. Hz. Ali, Basra'da bulunan Talha ve Zübeyr'e elçi olarak Ka*ka'ı gönderdi ki, onları kendi safları arasına katılmaya ve dostluk bağları tesis etme­ye davet etsin. Ayrılık ve ihtilafın büyük bir günah olduğunu anlatsın. Ka'ka, Basra'ya gitti. Önce mü'minlerin annesi Hz. Aişe ile görüşüp ona şöyle dedi:

- Anacığım, bu beldeye seni getiren sebep nedir?

- Ey oğulcağızım, insanların arasını düzeltmek için geldim.

- Talha ve Zübeyr'e haber gönder de senin yamna gelsinler. Onlar­la da senin huzurunda konuşalım.

Haber gönderildi. Talha ve Zübeyr, Hz. Aişe'nin bulunduğu yere geldiler. Ka'ka', onlara şöyle dedi:

- Ben, mü'minlerin annesi Aişe'ye buraya niçin geldiğini sordum, insanların arasını bulmak ve fesadı yok etmek için geldiğini söyledi.

- Biz de bunun için geldik.

- Bu düzeltmenin ve ara bulmanın yolu nedir? Bunu bana söyleyin. Bu düzeltme ne şekilde yapılacaktır? Allah'a yemin ederim ki, eğer yo­lunu bilirsek düzeltmeyi yapar, fesadı ortadan kaldırırdık. Eğer bile­mezsek bunu yapamayız.

- Osman'ın katillerini istiyoruz. Eğer o katiller kendi hallerine bı­rakılırlar ve onlara ilişmezlerse, bu Kur'an-ı terk etmek demektir.

- Siz, Basra halkından Osman'ın katilleri olan birçok kimseyi öl­dürdünüz. Bu gün doğruluğa herkesten önce sizin yönelmeniz gerekir. 600 adam öldürdünüz. 6000 kişi size karşı çıktı. Sizi terkedip gittiler, yanınızdan  ayrıldılar. Harkus b. Züheyr'i öldürmek istediniz. Onu, 6000 kişi size karşı korudu. Eğer onları kendi hallerine terkederseniz bu söylediklerinizi de terk etmiş olursunuz. Eğer onlarla çarpışacak ve sizden ayrılan adamlara karşı koyacak olursanız, hoş karşılamadığımız bu olaylardan daha büyüğü ile karşılaşır ve nefret duyarsınız, (yani amacınız Osman'ın katillerini öldürmekse ve bunda bir maslahat gör-mekteyseniz bilesiniz M, onları öldürdüğünüz takdirde daha büyük bir fesat çıkacaktır.) 6000 kişi kendisini koruduğu için Harkus b. Zü-heyr'den, Hz. Osman'ın öcünü almaktan aciz kaldığınız gibi ben de Osman'm katillerini şimdilik öldürmemekte mazurum. O katilleri öldür­me işini,onları yakalama fırsatını elde edinceye kadar erteliyorum. Çünkü her şehirdeki ahalinin görüşü farklıdır. Halk, ihtilaf halindedir.

Sonra şunu da biliyorum ki, Rebia ve Mudar kabilesinden bir topluluk, meydana gelen bu hadise yüzünden Osman'ın katilleriyle savaşmak için bir araya gelmişlerdir.

Bunun üzerine Hz. Aişe, Kaka'ya:

- Peki sen ne dersin? diye sorar, o da şöyle cevap verir:

- Ben derim ki: Meydana gelen bu olayların ilacı, hadiseleri ve in­sanları sakinleştirmektir. Eğer bu durum teskin edilirse, insanların he­yecanlan söner ve iş sona erer. Bize bey'at ederseniz bu, hayra bir ala­mettir. Rahmet ve iyiliğe doğru giden bir yolun müjdesidir. Fakat buna yanaşmaz da işi daha da büyüterek yan çizerseniz,durum, şerre ve kö­tülüğe doğru kayıp gider ki bu, hakimiyetin ve mülkün yok olması de­mektir. Afiyeti, sağlık ve selameti isteyin ki, yüce Allah, onu size ihsan etsin. Siz daha önce İslâm'ın başlangıcında olduğu gibi hayra ve iyiliğe anahtar olunuz. Ne olur, belaya ve musibete baş vurup da onu başımıza ve kendi başınıza s ar dır m ayın. Vallahi benim söyleyeceklerim bundan ibarettir. Sizi bu sözlere uymaya ve hayra davet ediyorum. Bu musibet­lerin sonunda yüce Allah'ın, bizi daha büyük bir musibete uğratacağın­dan korkuyorum. Başınıza gelen bu felaketler, gerçekten daha önce dü­şünülen ve tasarlanan şeyler değildir. Bu işler, bir adamın bir başkasını öldürmesi veya ondan nefret etmesi, ya da bir kabilenin başka bir kabi­leyi öldürüp de ondan nefret etmesine benzemez.

Bu sözler üzerine onlar da Ka'ka'ya şöyle dediler:

- Doğru ve isabetli söyledin. Kalk, şimdi Ali'ye git.Eğer Ali de bu görüşlerine aynen uyar ve bu görüşlerle bize yaklaşırsa, o zaman bu iş barışla sonuçlandı, demektir.

Ka'ka', Hz. Ali'ye dönüp durumu anlattı. O da son derece sevindi. Her iki taraf barışa yöneldi. Ancak bu barışı hoş karşılamayanlar da vardı.

Hz. Aişe de oraya barış amacıyla geldiğini bir haberciyle Hz. Ali'ye bildirdi. îki taraf sevindiler, bunun üzerine Hz. Ali kalkıp bir hutbe oku­muş, Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra cahiliye döneminin bahtsızlığından ve mutsuzluğundan, İslâm'ın gelişiyle erişilen mutlu­luktan, Allah'ın, bu ümmete verdiği nimetlerinden, Rasûlullah (sa.v.) dan sonra hilafet ve cemaatla nasıl bir nimete erdiklerinden Rasûlullah'tan sonra gelen her iki halifenin döneminde de aynı mutlu­luğun sürdüğünden, fakat Cenâb-ı Allah'ın insanlara ihsan ettiği bu üs­tünlükleri kıskanan ve dünyayı taleb eden şerli bir grubun çıkıp bu ola­ya sebebiyet verdiğinden söz etmiş ve bunların İslâmiyet'i tekrar geri­sin geriye çevirmek istediklerini anlatmış, sonra sözlerini şöyle bitir­miş: "Allah, mutlaka arzu ettiğini ortaya koyar ve dilediğini yapar, ha­beriniz olsun ki, ben yarın çıkıp gidiyorum. Siz de bana uyup çıkıp bura­dan gidin. Hz. Osman'ın öldürülmesine yardımcı olanlar yola çıkmasınlar.»

Hz. Ali, bu konuşmasını yaptıktan sonra, Hz. Osman'ın öldürülme­sinde elebaşlık yapan Ester en-Nehaî, Şûreyh b. Evfa, îbn Sevda laka­bıyla bilinen Abdullah b. Sebe', Salim b. Salebe ve Gulab b. Heysem gibi tanınmış liderler başkanlığında 2500 kişi bir araya gelip toplandı. Bun­ların aralarında bir tek sahabe yoktu, bunlar dediler ki: «Bu da ne! As­lında görüş şudur: Ali, Allah'ın kitabını en iyi kavrayan ve en iyi bilen bir kimse olduğu için Osman'ın katillerini er-geç yakalayıp Allah'ın em­rini yerine getirecek ve bu konuda titiz davranacak ilk insandır. Onun söylediklerini işittiniz, yarın insanları size karşı toplayacaktır. Aslında. bütün kavım sizi ele geçirmek istiyor. Sayınız az, onlarınki ise çoktur, ne yapacaksınız?

Ester dedi ki: Talha ile Zübeyr'in bizim hakkımızda neler düşün­düklerini biliyoruz. Ali'nin ise bizim hakkımızdaki düşündüklerini bu­güne kadar bilmiyoruz. Eğer onlarla antlaşmışsa demek ki, bizi öldür­mek için antlaşmışlardır. Eğer durum bu merkezde ise, Ali'yi de Os­man'ın peşine takar (ve onu öldürürüz). O zaman millet de susarak bi­zim yaptıklarımıza razı olur.

îbn sevda (Abdullah b.Sebe) ise, şöyle dedi:

- Senin görüşün ne kadar kötü! Eğer Ali'yi öldürürsek bizi de öldü­rürler. Ey Osman'ın katilleri olan bizler! Biz 2500 kişilik bir grubuz.Tal-ha ile Zübeyr ve taraftarlarına gelince 5000 kişidirler, onlara güç yetire-meyiz, onlar bizi ele geçirmek istiyorlar.

Gulab b.Heysem ise, şöyle dedi:

- Gelin, onları kendi hallerine bırakıp gidelim, başka şehirlere yer­leşelim, orada kendimizi koruyalım.

İbn Sevda (Abdullah b. Sebe'), şöyle dedi: Ne kadar kötü bir görüş! Vallahi herkes sizin ayrı bir grup olup gitmenizden dolayı sevinir. Eğer siz, bu iyi ve her türlü kötülükten uzak olan insanlarla bir arada olursa­nız, mesele yok. Eğer ayrılıp ta kendi başınıza bir grup olursanız nerede bulunursanız bulunun, vallahi insanlar sizi öldürürler. Sizin üstün ol­manız ve bu işten sıyrılmanız, her iki grubun çarpışmasıyla mümkün­dür. Eğer onlar yarın birbirlerine düşerlerse, siz aralarından yavaşça çekilip çıkınız ve onlara herhangi bir şekilde yardım konusunda da söz vermeyiniz. Siz, kimin yanında olursanız onun savaştan vazgeçmesi kaçınılmazdır. Burada yapılacak tek şey, Ali'yi Talha ve Zübeyr ile çar­pıştırıp onları birbirine düşürmektir. Bu görüşümü dikkate alın.

Böyle dedikten sonra ayrıldılar. Sabahleyin de Ali yola çıktı. Abdül-Kays kabilesinin adamlarının bulunduğu yere vardı. Onlar da kendesi-ne katılıp yola çıktılar. Nihayet Zaviye'ye vardılar. Hz. Ali, oradan Bas­ra'ya doğru hareket etti. Talha ve Zübeyr ile beraberindekiler de Hz. Ali'yi karşılamak için yola çıktılar. Ubeydullah b. Ziyad'ın köşkününün yanında toplandılar. Her iki taraf ayrı ayrı yerlerde konakladılar. Hz. Ali, askerlerini biraz öne aldı, diğerleri gelip ona katıldılar. Üç gün ora­da durdular. îki taraf arasında haberleşme ve yazışma devam etti. Bu durum hicri otuzaltmcı sene cemaziyelahir ayının ortalarında cerayan etmişti. Bazı kimseler, Talha ve Zübeyr'in firsatı değerlendirerek Os­man'ın katillerini ele geçirmelerini teklif etmişler, onlar da şöyle de­mişlerdi:

«Ali, bu işin teskin edilmesini tavsiye etti. Biz de bu hususta barış­mak üzere ona haber göndermişiz.»

Hz. Ali de kalkıp taraftarlarına bir hutbe irad etti. Aver b.Neyyar el-Mankarî kalkıp ona Basra'ya niçin geldiğini sordu.O da şöyle cevap ver­di:

- Durumu düzeltmek, fesadı yok etmek, intikam ateşini söndür­mek, insanları hayır üzerinde toplamak ve ümmetin bu galeyanını ya­tıştırmak için geldim.

- Ya senin bu çağrına icabet etmezlerse ne yaparsın?

- Onlar, bize ilişmedikleri sürece biz de onlara ilişmeyiz.

- Ya onlar, bizi rahat bırakmazlarsa ne yaprsın?

- Kendimizi onlar karşı savunuruz.

- Onlar da senin gibi düşünayorlar mı?               

- Evet.

Ebu Selam ed-Dalanî kalkıp Hz. Ali'ye şöyle bir soru sordu:

- Eğer bu adamlar, Osman'ın kanını istemekte gerçekten samimi iseler, bu hususta delilleri var mıdır?

- Evet, vardır.

- Peki bu kam aramakta gecikme konusunda senin bir delilin var-mıdır?

- Evet, vardır.

- Eğer biz ve onlar, yarın karşı karşıya gelip çarpışırsak kıyamet­teki durumumuz ne olacaktır?

- Bizden ve onlardan kalbi Allah'a bağlı olan bir kimse öldürülürse mutlaka Cenâb-ı Allah'ın onu Cennet'e koyacağını ümid ederim.

Hz. Ali, orada bulunanlara bir konuşma yaparak şöyle buyurdu: «Ey Müslümanlar, karşımızda bulunan bu Müslümanlar için dille­rinizi ve ellerinizi tutun. Sakın bu konuda bizden ileri gitmeyin.Çünkü yarın kıyamet gününde bu gün düşmanlığı başlatanlar dava edilecek­tir.»

O esnada Ahnef b. Kays, bir toplulukla gelip Hz. Ali'ye katıldı. Ah-nef, Harkus b. Züheyr'i, Talha ve Zübeyr'e karşı korumuştu. Medine'de Hz. Ali'ye bey'at etmişti. Zira o, Hz. Osman, Medine'de kuşatma altına ahndığı zaman oraya gelmiş; Aişe, Talha ve Zübeyr'e şöyle bir soru yö­neltmişti:

- Eğer Osman öldürülürse kime bey'at edeyim?

- Ali'ye bey'at et.

Osman öldürülünce Hz. Ali'ye bey'at etmişti. Sonra Ahnef, şöyle de­miştir: «Ali'ye bey'at ettikten sonra kavmime döndüm. Ama daha feci bir halle karşılaştım. Nihayet insanlar, Hz. Osman'ın intikamını almak amacıyla Hz. Aişe'nin buraya geldiğini söylediler. Ben de kime uyaca­ğını hususunda şaştım. Ebu Bekir'den duyduğum bir hadis vasıtasıyla Cenâb-ı Allah, beni korudu. Zira bu hadiste Rasulullah (s.a.v.), başları­na Kisra'nın kızını geçiren Farslılann durumunu duyunca şöyle buyur­muştu: «Yönetimlerinin başına bir kadını geçiren bir millet, felah bul­mayacaktır.»

Kısaca demek istediğimiz şudur ki, Ahnef, 6000 okçusuyla birlikte Hz, Ali'nin saflarına katıldığında Hz. Ali'ye şöyle dedi:

-İstersen seninle omuz omuza savaşırım. İstersen de 10 000 kılıçlı adamı savaş alanından uzaklaştırırım.

- Sen on bin kılıçlı adamı savaş alanından uzaklatır, bize ilişme­sinler.

Bundan sonra Hz. Ali, Talha ile Zübeyr'e şu mealde bir mektup gön­derdi: «Ka'ka' b. Amr'a verdiğiniz söze bağlıysanız bize ilişmeyin. Otu­ralım bu işi görüşelim.» Onlar da Hz. Ali'nin, bu mektubuna karşı şu cevabî mektubu gönderdiler: «Biz, insanlar arasında barış tesis etmek maksadıyla Ka'ka b. Amr'a verdiğimiz söze bağlıyız.» Böylece herkesin kalbi rahatladı. Sükuna erdiler. İki ordudaki askerler, arkadaşlarıyla görüşüp konuştular. Akşam olunca Hz. Ali, Abdullah b. Abbas'ı karşı ta­rafa gönderdi. Onlar da Muhammed b. Tuleyha es-Seccad'ı Hz. Ali tara­fına gönderdiler. Böylece iki taraf da rahat bir gece geçirdiler. Ancak Hz. Osman'ın katilleri, en kötü geceyi geçirdiler. Onlar geceleyin bir araya gelip müşavere yaptılar. Ve fecir doğar doğmaz savaşı başlatmak-kara­rım aldılar. Fecrin doğuşundan Önce ayaklandılar. 2000'e yakın kişiydi­ler. Her grup kendi yakınındaki tarafa hücum etti. Kılıçla saldırdılar. İki taraf da kendilerini korumak için silahlarını ele alıp savaşmaya baş-ladıl G. İnsanlar, uykudan uyandılar. "Kûfeliler, geceleyin bize hücum ettiler, bize ihanet ettiler." dediler.

Bunun, Hz. Ali taraftarlarından gelen bir hücum olduğunu zannet­tiler. Durum, Hz. Ali'ye bildirilince o:

- Şu insanlara ne oluyor? diye sorunca:

- Basralılar gece bize baskın yaptılar, diye karşılık verdiler.

Her taraf, kendi silahını koşup aldı, zırhım giydi, atlarına bindi. As­lında ne yapıldığını hiç kimse bilmiyordu. Bu, Allah'ın takdir etmiş ol­duğu bir kaderiydi. Savaş iyiden iyiye kızıştı. Kahramanlar mübareze yaptılar. Bahadırlar, savaş meydanında tur attılar. İki ordu karşı karşı­ya geldi. Hz. Ali'nin etrafında 20 000 asker; Hz. Aişe ile adamlarının etrafında da 30 000 asker toplandı. İnnâlillah ve innâ ileyhi raciun.

Abdullah b. Sebe taraftarları -Allah onları kahretsin- çarpışmaya ara vermiyorlardı. Fütursuzca savaşıyorlardı. Hz. Ali'nin münadisi de: «Savaşmaya son verin,savaşmaya son verin!» diye sesleniyor, ama ku­lak veren kimse olmuyordu. Basra kadısı Ka*b b. Süvvar gelip şöyle de­di: «Ey mü'minlerin annesi! İnsanlara yetiş. Belki Cenâb-ı Allah, senin vasıtanla insanları barıştırır. Hz. Aişe, devesinin üzerindeki mahfesine oturdu. Onun mahfesini zırhlarla kapattılar. Gelip insanların savaştık­ları yerde durdu. Ama onlar birbirlerine saldırıyor, savaş meydanında tur atıyorlardı. Savaş alanında çarpışanlar arasında Zübeyr ve Ammar da vardı. Ammar, mızrağını Zübeyr'e fırlatacaktı. Ama Zübeyr, kendini bir tarafa çekiyor ve ona şöyle diyordu:

- Ey Ebu Yakzan, beni öldürecek misin?

- Hayır, ey Abdullah'ın babası.

Zübeyr, Rasulullah (s.a.v.)'m «Ey Ammar! Seni asi bir grup Öldüre­cektir.» hadisini hatırladığı için Ammar'ı öldürmekten vazgeçti. Yoksa Zübeyr, ondan daha güçlüydü. Bu sebeple onu öldürmedi. Zaten bu sa­vaşta iki taraf da yaralıları öldürmemeye, kaçanı kovalamamaya söz ve-mişlerdi. Buna rağmen çok sayıda adam öldürüldü. Nihayet Hz. Ali, oğ­lu Hasan'a şöyle dedi:

- Ey Hasan, keşke baban bundan yirmi sene önce Ölmüş olsaydı.

- Babacığım, ben seni bu işten vazgeçirmeye çalışmıştım. Sen beni dinlemedin.

Said b. Ebi Ucre, Kays b. Ubade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cemel savaşında Hz. Ali, oğlu Hasan'a şöyle dedi:

- Ey Hasan, keşke baban bundan yirmi sene önce ölmüş olsaydı. —Babacığım, ben seni bu işten vazgeçirmeye çalışmıştım. Ama beni

dinlemedin.

- Ben işin bu noktaya varacağını düşünememiştim.»

Mübarek b. Fudale, Hasan b. Ebi Bekre'nin şöyle dediğini rivayet

etmiştir:

«Cemel gününde savaş şiddetlenince Hz. Ali, kellelerin koptuğunu

ve yere düştüğünü gördüğü zaman oğlu Hasan'ı tutup bağrına bastı,

sonra şöyle dedi:

- Ey Hasan, doğrusu biz Allah'a aidiz ama bu durumdan sonra ar­tık ne hayır umulur?»

İki ordu karşı karşıya gelip saf halinde dizildikten sonra Hz. Ali, kendileriyle konuşmak için Talha ve Zübeyr'e haber gönderdi. Bunlar, atlarının boyunları birbirine girinceye kadar yaklaştılar. Konuşmaya başladılar. Hz. Ali, onlara şöyle dedi:

- Görüyorum ki atlar, adamlar ve teçhizatlar toplamışsınız. Ama kıyamet gününde kendinizi savunacak bir mazeretinizi hazırladınız mı? Allah'a karşı gelmekten sakının ve örgüsünü sağlam Ördükten son­ra bozan kadın gibi olmayın. Ben sizin kanınızı korumak için hakim ol­madım mı? Siz benim kanımı koruyacaksınız, ben de sizinkini koruya­cağım. Kanımı helal kılmanızı gerektirecek bir hadis mi var?

Talha dedi ki:

- Sen, halkı Osman'a karşı kışkırttın.

- O gün, Allah onlara kesinleşmiş cezalarını verecektir.» (en-Nur, 25.) Allah, Osman'ın katillerine lanet etsin.

- Ey Talha, sen kendi zevceni evinde gizlerken Rasûlullah'm zevce­sini buraya getirdin. Onu vesile edinerek savaşıyorsun* Öyle mi? Sen bana bey'at etmedin mi?

- Sana bey'at ettim ama o zaman boynumun üzerinde kılıç duru­yordu, korktuğum için bey'at ettim.

- Ey Zübeyr! Sen niçin buraya geldin?

- Senin yüzünden geldim ve halifeliğe benden daha layık olmadığı­nı düşündüğüm için geldim

- Hatırlıyor musun, bir gün Rasûlullah (sa.v.) la birlikte bir yerde yürüyordum da Ben-i Ganem den geçtiğimiz sırada Rasûlullah (s.a.v.) bana bakıp tebessüm etti ve ben de ona bakıp tebessüm ettim.Sen o an­da Rasûlullah'a: "Ebu Talib'in oğlu niye bu kibrini bırakmıyor?" dediğin zaman Rasûlullah (s.a.v.), sana şöyle demedi mi: «Ebu Talib'in oğlunda kibir yoktur ve bir gün sen onunla haksız yere çarpışacaksın.»

- Vallahi dediğin doğrudur. Şu anda Rasûlullah'm dediklerini ha­tırladım, eğer bunları daha önce hatırlamış olsaydım kesinlikle buraya gelmezdim. Bundan sonra da ebediyyen sana karşı savaşacak değilim.»

Beyhakî, Harb b. Ebi Esved ed-Düelfnin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Ali ve adamları, Talha ile Zübeyr'e yaklaştıklarında, saflar karşı karşıya geldiklerinde Rasûlullah (s.a.v.)'ın katırına binmiş olan Hz. Ali, öne çıktı ve şöyle seslendi: «Ben Ali'yim. Bana Zübeyr b. Avvam'ı çağı­rın.»

Zübeyr'e seslenildi, O da geldi. Birbirlerine yaklaştılar, öyle ki, iki­sinin bineklerinin boyunları birbirine değdi. Hz. Ali, ona şöyle dedi:

- Ey Zübeyr! Allah aşkına söyle. Hani bir gün falan yerde iken Rasûlullah (s.a.v.) sana uğradı ye şöyle sordu: Ey Zübeyr, sen Ali'yi sev-mezmisin? Sen de demiştin ki: «Dayım oğlunu, amcam oğlunu ve dinda­şımı nasıl sevmem?»

Yine Rasûlullah, sana şöyle demişti: «Ey Zübeyr! Ama vallahi sen kendisine haksızlık ederek Ali ile savaşacaksın.» Zübeyr dedi ki:

- Evet, vallahi ben bu hadisi unutmuştum. Rasûlullah (s.a.v.) dan duyduğumdan beri hatırlamıyordum. Şimdi hatırladım. Vallahi artık ebediyyen seninle savaşmayacağım.

Böyle dedikten sonra Zübeyr, bineğinin üzerinde safları yara yara geri dönüp gitti. Abdullah b. Zübeyr, karşısına çıkıp ona şöyle sordu:

- Neyin var? Sana ne oldu?

- Ali, Rasûlullah'tan duyduğum şu hadisi bana hatırlattı: "Sen, kendisine haksızlık ederek Ali ile savaşacaksın.»

- Sen savaşmak için mi buraya geldin? Oysa sen, insanların arası­nı bulmak ve sulh yapmak için buraya geldin. Allah, bu işi senin vası­tanla düzeltecek ve böylece barış yapılacaktır.

- Ben, kendisiyle savaşmamak için Ali'ye yemin ettim.

- Yemin keffareti olarak kölen Serkis'i azad et ve inhanlarm arası­nı buluncaya kadar burada dur.

Zübeyr, kölesini azad etti ve orada durdu. İnsanların işi karışıp ara­larında ihtilaf vuku bulunca atının üzerinde çekip gitti. Hz. Aişe'nin ya­nma vardı. Ali ile savaşmayacağına yemin ettiğini ona da anlattı. Oğlu Abdullah, kendisine dedi ki: "Sen insanları topladın, karşı tarafla sa­vaşmak üzere karşı karşıya geldiklerinde ise aralarından çıktın. Sen, Ali'ye yaptığın yeminin keffaretini öde ve burada bekle."

O da kölesini azad etti. Azad ettiği kölenin Serkis adında bir köle ol­duğu söylenir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Zübeyr, Ammar ile Ali'yi bir arada görünce savaş alanından dönüp gitmiştir. Çünkü o, Rasûlullah (s.a.v.)'m, Ammar'a: «Seni asi bir topluluk öldürecektir.» de­diğini işitmişti ve Ammar'ın o günde öldürülmesini istememişti.» Nak­lettiğimiz bu hadis sahih ise, demek ki Zübeyr, bu hadis sebebiyle savaş alanından dönüp gitmişti. Ve Hz. Ali'ye yaptığı yeminin keffaretini öde­dikten sonra tekrar onunla savaşmak için savaş alanında beklemiş ol­duğu akla uymayan uzak bir ihtimaldir. Doğrusunu Allah bilir.

Kısaca demek istediğimiz şudur ki, Cemel savaşında Zübeyr, savaş alanından döndükten sonra Vadi's-Siba' denen bir yerde mola vermiş, o esnada Amr b. Cermuz adında biri onu takip etmişti. Zübeyr, uyumakta iken Amr b. Cermuz gelip ansızın onu öldünnüştü.Bununla ilgili detaylı açıklamayı ileride vereceğiz.

Talha'ya gelince, savaş alanında hedefini şaşırmış serseri bir ok ona isabet etmişti. Bu oku Mervan b. Hakem ona fırlatmıştı. Doğrusunu Al­lah bilir, Talha, yaralanan ayağını atının bedenine yapıştırıp yoluna de­vam etmeye çalışmış, ancak atı ona serkeşlik yapınca: «Bana gelin ey Al­lah'ın kulları, bana gelin ey Allah'ın kullan!» diye ünlemiş, peşine takı­lıp kendisini tutan bir kölesine: «Yazıklar olsun sana! Beni evlere gö­tür.» demişti. Ayağı kanadığı için ayakkabısı kanla dolmuştu. Kölesine: «Terkime bin» demişti. Kan kaybettiği için gücünü yitirmişti. Kölesi ter­kisine binerek onu binek üstünde tutmuş ve Basra'daki bir eve götürüp bırakmıştı. Kendisi de orada vefat etmişti. Allah ondan razı olsun.

Hz. Aişe, mahfesinin üzerinde savaş alanında ilerledi. Savaş kızışıp çarpışma şiddetlenince Zübeyr geri dönmüş, Talha'da öldürülmüştü. O esnada Basra kadısı Ka'b b. Süvvar, bir mushafi eline almış, Hz. Aişe de ona: «Çarpışanları bu mushafa davet et.» diye emretmişti. Ka'b b. Süv­var, mushafi eline alıp savaş alamnda ilerleyince Küfe ordusunun öncü­leri onu karşılamışlardı. Abdullah b. Sebe' ve taraftarları, askerlerin önünde bulunup ele geçirdikleri Basrahları Öldürüyorlardı. Fırsatım buldukça hiçbir kimseyi öldürmekten geri durmuyorlardı. Ka'b b. Süv-var'ın mushafi eline alıp yüksekte tuttuğunu görünce onu ok yağmuru­na tutarak öldürdüler. Okları mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin mahfesi­ne de ulaşıyordu. Bunun üzerine Hz. Aişe:

- Allah Allah! Ey oğullarım, hesap gününü hatırlayın! diye bağır-dı.Ellerini kaldırıp Hz. Osman'ın katilleri olan o saldırganlara beddua etmeye başladı. Orada bulunan kirmmeler de onunla birlikte yüksek sesle beddua etmeye başladılar. Bu gürültüler, Hz. Ali'nin kulağına va­rınca; «Bu gürültü de ne?» diye sordu. Orada bulunanlar:«Mü'minlerin annesi,Hz. Osman'ın katillerine ve bu katillerin taraftarlarına beddua ediyor» dediler.

Hz. Ali de: «Allah'ım, Osman'ın katillerine lanet et.» dedi.Abdullah b. Sebe' ve adamları, Hz. Aişe'nin mahfesine ok atmaya devam ettiler. Öyle ki, atılan okların saplanması neticesinde mahfesi kirpiyi andırdı. Hz. Aişe de yanında bulunanları, bu saldırganları durdurmaya teşvik etti. Yanındaki koruyucuları, onlara karşı saldırıya geçirdi. Onlar da saldırganlara hücum ettiler ve bu hücum, Hz. Ali'nin bulunduğu yere kadar uzandı. Hz. Ali de oğlu Muhammed b. Hanefiyye'ye:

- Yazıklar olsun sana! Bayrağı al ve ilerle! diye emir verdi. Ancak Muhammed b, Hanefîyye, bu emri yerine getirmeyince Hz.

Ali, onun elinden bayrağı alıp ilerledi. Savaş dolabı bir bu yana, bir o ya­na dönüyordu. Bazen Basralılarm lehine, bazen de Kufelilerin lehine cereyan ediyordu. Çok sayıda adam ve büyük bir topluluk öldürüldü. Bu savaştaki kadar çok el ve ayağın kesildiği başka bir savaş görülmedi. Hz. Aişe de insanları, Hz. Osman'ın katillerine karşı kışkıştıyordu. Sa­ğma bakıp: «Bunlar kimlerdir? diye sorunca onlar:«Biz, Bekir b. Vail ka­bilesin deniz.» dediler. Hz. Aişe de: «Adamın birisi, sizin hakkınızda şöy­le demişti, dedi. Demirle bize geldiler. Onlar himmet sahibi eşraftırlar. Bekir b. Vail kabile si diri er.»

Sonra Beni Naciye kabilesi, ardından da Beni Dabbe kabilesi Hz. Aişe'ye sığındılar. Onun safları arasına katıldılar. Bu savaşta onlardan da çok sayıda adam öldürüldü.

Anlatıldığına göre bu savaşta Hz. Aişe, devesinin yularını tutmuş olarak duruyordu. O esnada yetmiş erkeğin eli kesilmişti. Savaş şid­detlenip taraftarlarının beli kırıldığı zaman Beni Adiy b. Menaf kabilesi ilerledi ve şiddetli bir şekilde çarpıştı. Hz Aişe'nin devesinin başım yük­selttiler. Karşı taraftakiler ise bu deveyi öldürmeyi amaçlayarak şöyle demişlerdi: "Bu deve durdukça savaş da sürecektir."

Devenin yuları Amre b. Yesribî'nin elinde bulunuyordu. Başka bir rivayete göre ise Amr b. Yesribî'nin elinde bulunuyordu ki bu adam, Am-re'nin kardeşidir. Daha sonra Alba b. Heysem adındaki namlı yiğit, bu devenin bulunduğu tarafa saldırdı. İbn Yesribî, onu öldürdü. Amr el-Cemelî de saldırıya geçince İbn Yesribî onu da öldürdü. Bu arada Zeyd b. Sahan ile Ernes Sa'saa b. Sohan da öldürüldüler. Sonra Ammar b. Yasir, îbn Yesribfye seslenerek saf arasında çarpışmaya başladılar. Ammar b. Yasir, doksan yaşındaydı. Üzerinde bir kürk vardı. Belini hurma lifiyle bağlamıştı. Orada bulunanlar: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun.İşte şimdi Ammar da öldürülüp giden arkadaşlarının peşi sıra ahirete göçe-cektir.» dediler. İbn Yesribî, ona bir kılıç darbesi vurdu. Ammar, bu dar­beyi kalkamyla önledi. İbn Yesribf nin kılıcı kalkana gömüldü. Bu defa Ammar, ona darbesini vurup ayaklarını kesti. Onu esir alıp Hz. Ali'nin huzuruna götürdü. îbn Yesribî, Hz. Ali'ye:

- ar müminlerin emiri! Canımı bağışla, deyince Hz. Ali ona:

- Üç kişiyi öldürdükten sonra mı canını bağışlayacağım? diyerek istediğini reddetti. Sonra emir verip onu öldürttü. Daha sonra Hz. Ai­şe'nin devesinin yularını, öldürülmeden önce İbn Yesribf nin kendi yeri­ne vekil bıraktığı Beni Adiy kabilesinden bir adam eline aldı. Rebia el-Ukaylî de bu adamla çarpıştı. Bunların ikisi de birbirlerini öldürdüler. Yuları, bu defa Haris ed-Dabbî eline aldı. Haris kadar güçlü bir adam görülmüş değildi. Yuları eline alınca şöyle dedi:

«Biz, deveyi koruyan Dabbe oğullarıyız.

Beyler karışımızda yere yıkılınca, bir başka beyle mübareze yapa­rız.

Osman'ın etrafım kollayan adamlarız.

Ölüm bize baldan tatlıdır.

Cesil'de ihtiyarımızı bize geri verin.»

Bu beyitlerin Vesim b. Amr ed-Dabbfye ait olduğu söylenmiştir.

Bu şekilde kırk kişi öldürülene kadar devenin yuları bırakılma-dı.Hz. Aişe, bu konuda şöyle demişti: «Dabbe kabilesi evlatlarının sesle­ri kesilinceye kadar bu öldürmeler devam etmişti. Ve devem dimdik ye­rinde durmuştu.» Sonra devenin yularını Kureyş'ten yetmiş kişi sıra­sıyla tuttular. Ve bunlar da peş peşe öldürüldüler. Bunlardan biri Sec-cad lakabıyla tanınan Muhammed b. Talha idi. Bu, Hz. Aişe'ye:

- Anacığım, bana ne emrin varsa buyur söyle, demiş. Hz. Aişe de ona:

- Sana, Adem oğullarının en hayırlısı olmanı emrederim, deyince o da oradan ayrılmaktan vazgeçmiş ve yerinde sebat edip: «Ha mim, kar­şıtlarımız zafer bulmayacaklardır.» demişti. Bir grup düşman, ona sal­dırmışlar, her birinin onu öldürdüğü iddia edilmiştir. Bunlardan biri, mızrağını ona saplayıp şöyle demişti:

«Rabbinin ayetlerini dimdik tutan Eş'as, az eziyet verir. Gördüğüm kadarıyla zararsızdır.

Ben ona mızrağımı fırlatarak gömleğinin yakasını yırttım. O da elleri ve ağzı üzerine düşüp yere kapandı. O, Ha mim diyerek bana sesleniyordu, ama mızrağım ona saplan­mıştı.

Öne geçmeden Önce saldırsaydı ya. Yegane suçu Ali'ye tabi olmamaktı. Hakka tabi olmayan kimse ise pişman olur.»

Bundan sonra Hz. Aişe'nin devesinin yularını, Amr b. Eşref eline al­dı. Her kim o deveye yaklaşırsa mutlaka kılıcını ona vururdu. Haris b. Züheyr el-Ezdî de şöyle diyerek ona yöneldi:

«Ey annemiz! Ey bildiğimiz en hayırlı kadın! Görmez inisin ki, nice yiğitler yaralanıyor. Başları ve bilekleri gövdelerinden koparılıyor.»

Amr b. Eşrefle Haris b. Züheyr, karşılıklı vuruştular. İkisi de bir­birlerini öldürdüler.

Bayrağı ve devenin yularını, tanınmış yiğitlerden başkası eline al­mıyordu. Bunlar da kendilerine saldıranları öldürüyorlar, sonra kendi­leri de ölüyorlardı. Adamın birisi, bu savaşta Adiy b. Hatim'in gözünü çı­karmıştı. Sonra Abdullah b. Zübeyr ilerleyip devenin yularını tuttu, ama konuşmuyordu. Hz. Aişe'ye: «Devenin yularını kızkardeşinin oğlu eline aldı.» dediklerinde Hz, Aişe, Abdullah b. Zübeyr'in annesi Esma'yi kastederek: «Vah Esma da ağlayacak,» demişti. Malik b. Haris, devenin yularını tutmuş vaziyette iken Ester en-Nehaî gelip ona saldırdı, ikisi çarpıştılar. Ester, Malik'in başını ağır yaraladı. Bunlar çarpışırlarken Abdullah b. Zübeyr, Eşter'i hafif yaraladı. Sonra Esterle Abdullah çar­pışırken yere düştüler. O esnada Abdullah b. Zübeyr, şöyle diyordu:

«Beni ve Malik'i öldürün. Malik'i benimle beraber öldürün.»

Orada bulunanlar, Malik'in kim oludğunu bilmiyorlardı. O, Ester lakabıyla tanınmıştı. Çarpışmanın bu şekilde devam ettiğini gören Hz. Ali taraftarlarıyla Hz. Aişe'nin taraftarları koşup her iki hasmı birbirin­den çekip ayırmışlardı. Abdullah b. Zübeyr'in aldığı bu son yarasıyla birlikte Cemel savaşında vücudunda meydana gelen yaraların sayısı yetmişüçü bulmuştu.

Mervan b. Hakem de yaralanmıştı. Sonra bir adam gelip devenin ayaklarına vurdu. Onu yaraladı yere düşen deve şiddetli bir şekilde hı­rıltı çıkarıp böğürdü. Devenin yularını en son elinde tutan kişi, Züfer b. Haris olmuştu. Yular onun elindeyken deve vurulmuştu. Başka bir riva­yette anlatıldığına göre devenin yularını Züfer b. Harisle Büceyr b. Dül-ce ellerinde tutmakta iken deve vurulmuştur. Yine denildiğine göre Hz. Ali'nin tavsiyesi üzerine deve vurulmuştur. Başka bîr rivayette anlatıl­dığına göre ise Ka'ka b. Amr'm tavsiyesi üzerine vurulmuştur. Maksat-da mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin deve üzerinde iken atılan oklarla isabet almasını önlemekti. Çünkü o, deve üzerinde iken okçuların hede­fi haline gelmişti. Yuları tutanlar da kargılara ve mızraklara hedef ol­muşlardı. Ayrıca insanların uğruna canlarını feda etmek istedikleri Hz. Aişe ve devesinin savaş ortamından çıkarılması gerekiyordu. Deve vu­rulup yere düşünce çevresindeki insanlar âdeta yenilgiye uğramışçası­na dağılıp kaçtılar. Hz. Aişe'nin mahfesi de atılan okların saplanması neticesinde âdeta bir kirpiyi andıracak hale gelmişti. O esnada Hz. Ali'nin ünleyicisi insanlara şu duyuruda bulundu: "Kaçan kimseyi ko­valamayın. Yar aliyi öldürmeyin, evlere sakın girmeyin."

Hz. Ali, adamlarından bir kaçma, bu mahfeyi ölülerin bulunduğu yerden alıp getirmelerini emretti.Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammedle Ammar b. Yasir'e de bu mahfeyi bir yere gömüp üzerine kubbe yapmala­rını emretti.

Sonra kardeşi Muhammed, Hz. Aişe'ye gelip sordu:

- Vücudunda yara var mı?

- Hayır, sana ne, yaramaz adam.

O esnada Ammar b. Yasir de gelip Hz. Aişe'ye şöyle bir soru sormuş­tu:

- Nasılsın anacığım?

- Ben, senin anan değilim.

- Hoşuna gitmese de sen benim anamsm.

Hz. Ali de gelip Hz. Aişe'ye selam vermiş, hal hatır sormuş ve şöyle sormuştu:

- Nasılsın anacığım?

- İyiyim.

- Allah seni affetsin.

Komutanlar, önde gelen şahsiyetler ve Müslümanların eşrafı gelip Hz. Aişe'ye selam verdiler. Allah ondan razı olsun.

Anlatıldığına göre A'yun b. Dübe/a b. A'yun el-Mücaşî, Hz. Aişe'nin yanma gelerek başını mahfesinin içine sokar ve onu görür. Hz. Aişe, ona: «Allah'ın laneti senin üzerine olsun. Behey adam!» diye beddua eder. Adam da: «Ben burada Hümeyradan başka kimseyi görmüyo­rum.» şeklinde karşılık verir. Hz. Aişe: «Allah, senin sırrını açığa "vur­sun hey eli kesilesice adam, avretlerini de insanların gözü Önüne sersin.» diyerek tekrar bedduada bulunur. Gerçekten bu adam, daha sonra Basra'da öldürülmüş, elbiseleri üzerinden alınmış, eli kesilmiş ve çırıl­çıplak bir vaziyette Ezd kabilesinin harabe evlerinden birisine atılıp bı­rakılmıştı.

O gün akşam olunca Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Hz. Aişe'yi alarak Basra'ya götürmüş ve Abdullah b. Halef el-Huzafnin evinde mi­safir etmişti. Burada Haris b. Ebi Talha'nm kızı Safiye bulunuyordu. Ebu Talha'nm babası Abdüluzza, onun da babası Osman, onun da baba­sı Abdüddar idi. Safiye, Abdullah b. Halefin kızı olup, "Talha'lar Tal-ha'smın anası" diye biliniyordu. Diğer taraftan yaralanan kimseler, ölüler arasından çıkarılarak Basra'ya götürülmüştü. Bu arada Hz. Ali, ölülerin bulunduğu yerde dolaşmış ve tanıdığı her bir maktulün yanına gelince ona rahmet okuyarak: «Kureyşlilerin öldürülmüş olarak yerde yattıklarını görmek çok ağrıma gidiyor.» demişti. Anlatıldığına göre Talha b. Ubeydullah'm cesedinin yanma geldiğinde de şöyle demiş-ti:«Ey Muhammed'in babası! Sana üzülüyorum, müteessirim, doğrusu bizler Allah'a aidiz ve yine biz O'na dönücüleriz. Vallahi sen şairin dedi­ği gibi oldun:

«Öyle bir delikanlı ki, zengin olduğu zaman zenginliği onu arkadaşı­na ve dostuna yaklaştırıyordu.

Fakirlik kendisinden uzaklaşıp, zengin olduğunda işte böyle yapı­yordu.»

Hz. Ali, Basra dışında üç gün kaldı. Sonra iki taraftan da öldürülen­lerin cenaze namazını kıldı. Bu ölüler arasında özellikle Kureyşlilerin namazlarım önce kıldı. Sonra savaş alanında bulunan Hz. Aişe taraf­tarlarından olan maktullerin üzerlerindeki eşyaları toplatıp Basra mescidine gönderdi. Adamlarına, bu eşyalar arasında kendilerine ait olan eşyalar varsa almalarına müsade etti. Yalnız hazineye ait olup üze­rinde sultan damgası bulunan silahlara el sürmemelerini tembihledi.

Cemel savaşında her iki taraftan 5000'er kişi olmak üzere toplam 10000 kişi öldürülmüştü. Allah, onlara rahmet etsin. Öldürülen saha­belerinden de razı olsun.

Hz. Ali'nin bazı taraftarları, Talha ve Zübeyr'in adamlarının malla­rının kendilerine taksim edilmesi talebinde bulundular ama Hz. Ali, on­ların bu taleblerini kabul etmeyince İbn Sebe taraftarları, Hz. Ali'nin bu tutumunu eleştirip şöyle de diler :«Nasıl olur da Talha ve Zübeyr'in adamlarının kanlarım aktımak bize helal oluyor ama malları bize helal olmuyor? «Hz. Ali, onların bu eleştirilerini duyunca şöyle dedi:

- Hanginiz payına mü'minlerin annesi Aişe'nin düşmesini ister?

Hz. Ali'nin bu çıkışması üzerine orada bulunanlar sustular. Bu se-

beple Basra'ya girildiğinde Hz. Ali, beytü'1-malm kapışım açtı, adamla­rından her biri oradan 500 dirhem aldı. Onlara: «Şam'a vardığımızda da sizlere bu kadar vereceğim.» dedi. Ancak îbn Sebe' taraftarları, onun bu hareketini de eleştirip arkada dedikodu yapmaya başladılar.

Cemel vak'asmm sona ermesinden sonra Ahnef b. Kays, Sa'd oğul­larıyla birlikte Hz. Ali'nin yanma geldi. O, bu olayın dışında kalmış, bir kenara çekilip durmuştu. Yanma vardığında Hz. Ali, ona:

- Sonucun meydana çıkmasını mı bekledin? diye sormuş.

Ahnef de:

- Ben, davranışın isabetli ve daha iyi olduğunu görüyorum ey mü'minlerin emiri! Senin emrinle olan olmuştur. Ve ben, yine senin em­rindeyim. Senin şu anda koyulduğun yol, hayli uzun bir yoldur. Ve ben senin dününden ziyade yarınına muhtacım. Ben yapacağım iyiliği bili­yor ve yarın için de bağlılık ve sevgimi saklı tutuyorum. Sakın bana bu söylediğin sözler gibi serzenişte bulunma. Ben, senin yanındayım ve se­nin yardımcılarından olurum, diyerek karşılık vermişti.

Hz. Ali, daha sonra bir pazartesi günü Basra'ya girmiş, Basralılar, ona bey'at ettikleri gibi savaşta yaralanlar ve kendilerine eman verilen­ler de gelip bey'at etmişlerdi. Abdurrahman b. Ebi Bekre de kendilerine eman verilen kişilerle birlikte gelmiş ve Hz. Aİl'ye beyat etmişti. Hz. Ali - babasını kastederek- Abdurrahman' a

- Hasta nasıl? diye sormuş, o da:

- Ey mü'minlerin emiri, vallahi o hastadır. Ve seninle dost olmaya tutkun bir kimsedir, deyince Hz. Ali, Abdurrahman'a:

- Düş önüme bakalım, diye seslenmiş; ikisi birlikte babasına git­mişlerdi. Hz. Ali, Ebu Bekre'yi ziyaret etmiş, ancak Ebu Bekre, ona ma­zeretini bildirince Hz. Ali de mazeretini kabul etmişti. Basra valiliğini Ebu Bekre'ye teklif etmiş, ancak o bu teklifi kabul etmeyip:

- Hayır, senin adamlarından veya akrabalarından birisi olsun. Halk, sizden birinin valiliğine daha sıcak bakar, demişti.

Hz. Ali ile Ebu Bekre, Basra valiliğine îbn Abbas'ın getirilmesi ko­nusunda anlaşarak ayrılmışlardı. Diğer taraftan Hz. Ali, Basra'nın ha­racına ve beytül-mahn başkanlığına Ziyad b. Ebihi'yi tayin etmişti. îbn Abbas'a da Ziyad'a itaat etmesini ve sözünü dinlemesini emretmişti. Zi-yad'da bu savaşta kenara çekilenlerdendi. Hz. Ali; daha sonra mü'min­lerin annesi Hz. Aişe'nin bulunduğu eve gelmiş, kapıda durup içeri gir­mek üzere izin istemiş, izin verilince de içeri girip Hz. Aişe'ye selam ver­miş, o da selamını alıp ona, "Hoş geldin" demişti. Hz. Ali, Beni Halefin evinde kadınların savaşta öldürülenler için ağlamakta olduklarım gör­dü. Halefin oğulları Abdullah ile Osman, Cemel savaşında öldürülenlerdendi. Abdullah, Hz. Aişe'nin tarafında çarpışırken öldürülmüş, Os­man da Hz. Ali'nin tarafında çarpışırken öldürülmüştü. Hz. Ali, içeri girdiğinde Abdullah'ın karısı ve "Talha'lar Talha'sının annesi" Safiye, ona şöyle dedi:

- Sen nasü benim çocuklarımı öksüz bıraktınsa, Allah da senin ço­cuklarını öksüz bıraksın!

Hz. Ali, ona karşılık vermedi. Odadan dışarı çıkarken Safîye, ona aynı şeyi takrar söyleyince adamın birisi, Hz. Ali'ye şöyle dedi.

- Ey mü'minlerin emiri, söylediklerim işittiğin halde bu kadına ce­vap vermiyorsun. Susuyorsun, niçin böyle yapıyorsun? Kendisine böyle diyen adama Hz. Ali, şu cevabı verdi:

- Yazıklar olsun sana, müşrik oldukları halde kadınlara ilişmeme­miz bize emredilmişti. Şimdi onlar Müslümanken onlara nasıl ilişece­ğiz?

Adamın birisi, kapıda İM kişinin durup Hz. Aişe'ye hakaret ettikle­rini söyleyince Hz. Ali, Ka'ka b. Amr'a emir verip o hakaret eden iki kişi­nin elbiselerinin soyularak yüzer kırbaçla cezalandırılmalarım istedi. Hz. Aişe, kendisiyle birlikte savaşıp Öldürülen Müslümanların ve bu sa-_ vaşta Hz. Ali'nin safında savaşıp öldürülen askerlerin adlarını sordu. Bunlardan her birinin adı anıldığında Hz. Aişe, ona rahmet okuyup dua ediyordu.

Mü'minlerin annesi Hz. Aişe, Basra'dan çıkmak istediği zaman Hz. Ali, ona yol boyunca gerekli binek, azık ve eşyalarla diğer ihtiyaç mad­delerini temin edip gönderdi. Onunla birlikte gelen askerlerin -Bas­ra'da kalmak isteyenler dışında- tamamının dönmesine izin verdi. Bas­ra'nın tanınmış kadınlarından kırkını seçerek Hz. Aişe'nin refakatine verdi. Yine onunla birlikte kardeşi Ebu Bekir oğlu Muhammed'i de yola çıkardı. Basra'dan ayrılacakları gün Hz. Ali gelip Hz. Aişe'nin kapısın­da durdu. İnsanlar toplanmışlardı. Hz. Aişe, devesinin üzerindeki mah­fesi içinde evden çıktı.İnsanlarla vedalaştı. Onlara dua edip şöyle dedi:

- Ey oğullarım! Hiç biriniz diğer bir kardeşine bizden ötürü asla serzenişte bulunmasın. Vallahi daha önce benimle Ali arasında meyda­na gelen olay, her ailede bir kadın ile kayınları arasında meydana gelen dedikodulardan başka birşey değildi. Hz. Ali de şöyle dedi:

- Evet, doğru söyledi. Benimle onun arasında bundan başka hiçbir çekişme söz konusu değildi. Ve şunu çok iyi biliniz ki, o sizin Peygambe­riniz (s.a.v.)'in dünyada ve ahirette zevcesidir.

Hz. Ali, böyle dedikten sonra birkaç mil ötesine kadar Hz. Aişe'nin refakatinde yürümüş, onu uğurlamıştı. Hz. Aişe, Basra'dan hicretin otuzaltmcı senesinin receb ayı başında ayrılmıştı. Mekke'ye doğru yola çıkmıştı. O sene hac edinceye kadar Mekke'de ikamet etti.

Haccmı ifa ettikten sonra Medine'ye döndü. Allah, ondan razı olsun.

Mervan b. Hakem'e gelince o, Malik b. Mesma'nın himayesine sığın­mış, Malik de onu koruma altına almış, vefakarca davranmıştı. Bu se­beple Mervan oğulları, Malik'e ikramda bulunur, ona tazimde kusur et­mezlerdi.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mervan, Hz. Aişe'yle birlikte Beni Halefin evine konuk olmuş, Hz. Aişe, oradan çıkınca o da Hz. Ai­şe'yle birlikte oradan ayrılmıştı. Hz. Aişe, Mekke'ye giderken o Medine-ye gitmişti. Cemel savaşı cereyan ederken Mekke, Medine ve Basra ara­sındaki her yerde insanlar, kartalların koparıp kaçırdıkları el ve ayak parçalarının yerlere düştüğünü gördükleri için savaşın cereyan etmek­te olduğunu anlamışlardı. Hatta Medineliler, Cemel savaşının yapıldı­ğı günde güneş batmadan önce bu durumu anlamışlardı. Çünkü o gün bir kartal, Medine üzerinden uçarken ağzından birşey düşürmüştü. Gi­dip baktıklarında yere düşen şeyin bir el olduğunu, elin parmakların­dan birinde bir yüzük bulunduğunu, yüzüğün kaşında da Abdurrah-man b. Attab adının yazılı olduğunu görmüşlerdi. [11]

 

Fasıl

 

Cemel savaşında her iki taraftan öldürülen önde gelen şahsiyet sa­hibi asaletli sahabelerin ve diğerlerinin adlarını bu bölümde sıralayaca­ğız. Önceki sayfalarda da söylediğimiz gibi bu savaşta 10 000 kadar adam öldürülmüştü. Yaralıların sayısı ise, sayılamıyacak kadar çoktu. Şimdi, busavaşta öldürülen seçkin şahsiyetlerin isimlerini sıralamaya başlıyoruz: [12]

 

Talha B. Ubeydullah

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Talha b. Ubeydullah b. Osman b. Amr b. Ka*b b. Sa'd b. Teym b. Mürre b. Ka"b b.Lüey b. Galib b. Fihr b. Malik b. Nadr b.Kinane Ebu Muhammed el-Kureşi et-Teymî. Cömert ve kerem sahibi bir kimse olduğu için Talhatü'1-Hayr ve Talhatü'l-Feyyaz adla­rıyla da tanınırdı. İslâmiyet'in ilk günlerinde Hz. Ebu Bekir vasıtasıyla Müslüman oldu. Nevfel b. Hüveylid b. Adeviye, Hz. Ebu Bekir'le Talha b. Ubeydullah'ı bir ipe sıkıca bağlardı. Beni Temim kabilesi, bu iki Müs-lümanı Nevfel'den kurtaramıyorlardı. Bu sebeple Talha ve Ebu Bekir'e iki yakın arkadaş anlamına gelen "karinan" deniliyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Talha'yı Ebu Eyyüb el-Ensârî ile kardeş kıldı. Talha, Bedir sa­vaşı dışında bütün gazalara Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında katıldı. Tica­ret ya da elçilik amacıyla Şam'da bulunduğu için Bedir savaşma katıl­mamıştı. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşında elde edilen ga­nimetlerden ona da pay vermiş ve onun da bu savaşa katılmış gibi sevap kazandığını ifade buyurmuştu.

Uhud savaşında Talha, büyük yararlılık göstermişti. O gün eli felç olmuştu. Bu eliyle Rasûlullah (s.a.v.)'ı korumuş ve ölünceye kadar elin­deki felçlik devam etmişti. Hz. Ebu Bekir es-Sıddık, onun Uhud sava­şındaki yararlıklarından bahsederken "Uhud savaşındaki bütün başa­rı, Talha'ya aittir.» derdi.

Uhud savaşı esnasında Rasûlullah (s.a.v.): «Talha Cennet'i kendine vacib kıldı.» demiştir. Çünkü Uhud savaşında Rasûlullah (s.a.v.), üst üs­te iki zırh giyinişti. Bu zırhlar üzerindeyken bir dağa tırmanmaya çalış­mış, ama becemeyince Talha başını eğmiş, Rasûlullah da onun sırtına ba­sarak dağa tırmanabilmişti. Bunun için: «Talha, Cennet'i kendine vacib laldı.» demişti. Talha, Cennet'le müjdelenen on sahabeden biridir. Hz. Ömer'in şahadeti neticesinde halife seçmek için teşkil edilen altı kişilik şura meclisi üyelerinden biridir. Rasûlullah (s.a.v.) le arkadaşlık etmiş, onun sahabesi olmuştur. Onunla olan arkadaşlığını güzelce devam ettir­miş, öyle ki, Rasûlullah (s.a.v.), vefat ederken ondan hoşnut olarak vefat etmişti. Ebu Bekir'le Ömer de ondan hoşnut olarak vefat etmişlerdi.

Hz. Osman gailesi baş gösterince o, bir kenara çekilmiş, hatta bazı kimseler, onun Hz. Osman'a karşı düzenlenenen komplo içinde yer aldı­ğını iddia etmişlerdi. Bu yüzden Cemel savaşında hazır bulunup Hz. Ali ile başbaşa kaldığında Hz. Ali, ona öğüt vermiş, o da geri çekilip arka sı­ralarda durmaya başlamış, o esnada serseri bir ok gelip dizine (başka bir rivayete göre boynuna) isabet etmişti.Ama dizine isabet ettiğine dair nakledilen rivayet daha meşhurdur. Ayağına isabet eden ok, onun aya­ğını atın böğrüne yapıştırmış, isabet alan atı da serkeşlik yaparak onu yere fırlatığında o: «Ey Allah'ın kulları, bana gelin.» diye feryad etmiş, kölesi gelip terkisine binerek onu at üzerinde tutmuş ve böylece onu Basra'ya götürmüştü. O da Basra'daki bir evde vefat etmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Talha, savaş alanında vefat etmiştir.

Hz. Ali, savaş sonucunda ölülerin teftişini yaparken onu da ölüler arasında görünce yüzündeki toprağı silip şöyle demişti: «Allah, sana rahmet etsin ey Muhammed'in babası! Seni semadaki yıldızların altın­da ölmüş olarak uzandığım görmek çok gücüme gidiyor. Ayıp ve hüzün­lerini Allah'a arzedip şikayette bulunuyorum. Allah'a yemin ederim ki, ben bundan yirmi sene önce ölmüş olmayı çok isterdim.»

Bir rivayette anlatıldığına göre Talha'ya ok atıp Öldüren kişi, Mer-van b. Hakem'dir. Mervan, onu vurunca Hz. Osman'ın oğlu Eban'a:«Se-ni Osman'ın katillerinden olan bazı kimselere karşı korumuş ve seni on­lardan kurtarmış oldum.» demiştir. Başka rivayetlerde anlatıldığına göre Talha'yı Mervan'dan başkası vurmuştur. Her ne kadar önceki riva­yet meşhursa da bana göre bu rivayet doğruya daha yakındır. Doğrusu­nu Allah bilir.

Talha, hicretin otuzaltıncı senesinin cemaziyelahir ayının onuncu günü (perşembe günü) Öldürüldü. Kel'e mıntıkasının yanma defnedildi. Öldürülürken altmış yaşındaydı. Altmış küsur yaşında olduğuna dair rivayetler de vardır. Esmer tenliydi. Beyaz tenli olduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Yüzü güzeldi. Saçı gürdü, boyu kısaya daha yakındı. Günlük geliri 1000 dirhemdi.

Hammad b. Seleme, Zeyd b. Cüd'an'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Adamın birisi, rüyasında Talha'yı gördü. Talha, ona şöyle diyor­muş: «Beni bu mezardan çıkarıp başka bir yere gömün. Çünkü bu me­zardaki su, beni rahatsız ediyor.» Adam, bu rüyayı peşpeşe gördükten sonra Basra valisi İbn Abbas'a gidip rüyasını anlatmış, îbn Abbas ve adamları da Basra'da Talha için 10 000 dirheme bir ev satın almışlar, onu mezarından çıkararak getirip o eve defhetmişlerdi.Cesedini mezar­dan çıkardıklarında suyun isabet ettiği tarafinının yeşermiş olduğunu ve öldürüldüğü gündeki gibi vücudunun taptaze olduğunu görmüşler­di."

Talha'ya dair birçok faziletler ve menkıbeler nakledilmiştir. Mese­la, Ebu Bekir b. Ebi Asım, Musa b, Talha'dan rivayet etti ki, Talha şöyle demiştir:

«Uhud savaşında Rasûlullah, bana Talhatü'1-Hayr (Hayır ve iyilik Talha'sı) adını verdi. Zorluk ordusunu teçhiz ederken (Tebük'e gidecek ordunun teçhizatını hazırlarken) bana Talhatü'l-Feyyaz ( eli bol Talha) adım verdi. Hüneyn savaşında da bana Talhatü'1-Cûd (cömert Talha) adını verdi.»

Ebu Ya'lâ el-Musilî, Talha'nın oğulları Musa ve İsa'dan rivayet etti ki, Talha şöyle demiştir: Rasûlullah'm ashabından birkaç kişi,

«Kimi, bu uğurda canını vermiştir.» (el-Ahzab, 23.) ayetinin manasım soran bir bedeviye dediler ki: «Sen bu âyetin manasım Rasûlullah (s.a.v.)'a sor.» Bedevi de gelip mescidde bu ayetin manasım Rasûlullah (sa.v.)'a sordu. Rasûlullah (s.a.v.), ona aldırış etmedi. Yine sordu, yine aldırış etmedi. O esnada ben, üzerimde yeşil bir elbise olarak mescidin kapısından içeri girdim. Rasûlullah (sa.v.) da:

- O soruyu soran nerede? diye sorunca bedevi:

- işte ben buradayım, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da beni göstererek:

- İşte bu, bu uğurda canını verenlerden (olacak)dır.» Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki,

Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

«Ayakları üzerinde yürüyen bir şehide bakmak isteyen kimse, Tal­ha b. Ubeydullah'a baksın.»

Tirmizî, Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Şu kulaklarım, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işitmiştir: «Talha ile Zübeyr, benim Cennet'teki komşularım dır.» Birkaç yoldan rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, şöyle demiştir: «Ben, Talha, Zübeyr ve Os­man'ın, Cenâb-ı Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden ola­cağımızı ümid ediyorum: Biz, onların gönüllerinde olan kini çıkardık, artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı oturan kardeşlerdir.» (ei-Hicr, 47.) Hammad b. Seleme, Saidb.Müseyyeb'inşöyle dediğini rivayet etmiştir: "Adamın birisi, Talha, Zübeyr, Osman ve Ali aleyhinde konuştu. Sa'd, o adamı aleyhte konuşmaktan menedip şöyle dedi: "Kardeşlerimin aleyhinde konuşma.» Ama o adam bu ikaza aldırış etmedi. Bundan son­ra Sa'd, kalkıp iki rekat namaz kıldıktan sonra şöyle dua etti:«Allah'ım! Eğer bu adamın söylediği sözlerde, senin gazabına sebep olacak ifadeler varsa, bunu bugün bana bir alamet olarak göster ve onu insanlara ibret dersi kıl.» Aleyhte konuşan adam, oradan çıkıp giderken bir devenin halkın arasından çıkarak gelip o adamı yakalayıp yere çaldığını ve göğ­süyle üzerine çökerek ezdiğini ve nihayet Öldürdüğünü gördük. Orada bulunan Müslümanların da gelip Sa'd'a «Seni tebrik ederiz ey Ebu Ishak, duan müstecab oldu.» dediklerini gördüm." [13]

 

Zübeyr B. Avvam

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Zübeyr b. Avvam b. Hüveylid b. Esed b.Abdiluzza b. Kusay b. Kilab b.Mürre b. Ka*b b. Lüey b. Galib b. Fihr b.f Malik b. Nadr b. Kinane Ebu Abdillah el-Kureşi el-Esedî.

Annesi, Safiye binti AbdülmuttaliVtîr. Bu kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'ın halasıdır. Zübeyr b. Avvam, onbeş yaşındayken İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman oldu. Daha küçük yaşta veya daha büyük yaşta Müslüman olduğuna dair çeşitli rivayetler de vardır. Önce Habe­şistan'a, sonra Medine'ye hicret etti. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Seleme b. Vakş'ı kardeş ilan etti. Bu zat, bütün gazvelere katıldı. Hendek savaşı gününde Rasûlullah (s.a.v.):

-  Kavmin (düşmanların) haberini bize kim getirecek? diye sordu­ğunda Zübeyr:

-  Ben getiririm, diye cevap vermişti.

Rasûlullah (s.a.v.), bu çağrışım tekrarladığında yine Zübeyr icabet etmiş, üçüncü kez tekrarladığında Zübeyr yine icabet etmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştu:

- "Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de Zü-beyr'dir.»

Bir rivayete göre Zübeyr şöyle demiştir: «Rasûlullah, Beni Kurayza gününde kendisi için anasını ve babasını bir araya getirdi.» Yine rivayet olunduğuna göre Zübeyr, Allah yolunda kılıç çeken ilk kişidir. Mekke'de iken Rasûlullah (s.a.v.)'ın Öldürüldüğüne dair bir haber sahabelere ulaştığında Zübeyr, kılıcını çekmiş olarak geldi. Rasûlullah (s.a.v.)'ı sağ görünce kılıcını tekrar kınına soktu. O, Cennetle müjdelenen on kişiden ve Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken kendilerinden razı olduğu altı kişi­den biridir. Hz. Ebu Bekir'le arkadaşlık etmiş ve bu arkadaşlığını güzel­ce devam ettirmişti. Onun kızı Esma ile evlenerek damadı olmuştu. Zü­beyr'in oğlu Abdullah, Esma'dan doğmuştur. Abdullah, hicretten sonra Müslümanların doğan ilk çocuğudur. Zübeyr b. Avvam, cihad için Müs­lümanlarla birlikte Şam'a gitmiş, Yermük savaşma katılmıştı. Müslü­manlar, onun bu savaşa katılmasıyla şereflenmişlerdi. Bu savaşta onun büyük yararlılığı ve yüksek himmeti görülmüştü. Bizans ordusunun saflarım baştan sona iki kez varmıştı. Hz. Osman, asiler tarafından ku­şatma altına alındığında onu bu asilere karşı savunmuştu. Cemel sava­şında da Hz. Ali, ona bazı durumları hatırlatınca savaştan çekilmiş ve Medine'ye geri dönmüştü. Dönüş yolunda Ahnef b. Kays'a uğramıştı. Bunlar, hem Hz. Ali, hem de Hz. Aişe'den uzak durmuşlar, tarafsızlıkla­rını korumuşlardı,

Zübeyr b.Awam, evine dönerken adamın biri: «Şu adama ne oluyor? insanları karşı karşıya getirdi. Tam savaşacakları esnada evine geri döndü. Bunun ne yaptığını kim araştırıp bize bildirecek?» diye sor­du.Bunun üzerine Amr b. Cermuz, Abdullah b. Fudale b. Habis ve Nü-fey, bir grub Beni Temim kabilesinin asileriyle birlikte Zübeyr'i takibe başladılar. Onu yakalayınca el birliğiyle öldürdüler. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Amr b. Cermuz, Zübeyr'i yakalamış ve ona şöyle de­miştir:

- Seninle görülecek bir işim var.

- Yaklaş bakalım. (Zübeyr'in azadlısı Atiye'nin anlattığına göre Amr'm yanında bir silah varmış. Zübeyr'in yanına yaklaşmış, onunla konuşmaya başlamıştı. Namaz vakti olunca Zübeyr, ona şöyle demişti:)

- Haydi namaz kılalım.

- Evet kılalım .

- Zübeyr, imamlık yapmak için öne geçince Amr b. Cermuz arka­dan vurup onu öldürdü.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Amr b. Cermuz, Zübeyr'i Va-di's-Siba' denen yerde öğle sıcağında uyumakta iken yakalamış, üzerine hücum ederek Öldürmüştü. Bu, meşhur bir rivayettir. Karısı Atike binti Zeyd'in bir şiirinde de ifade ettiğine göre Cermuz oğlu Amr, onu Vadi's-Siba'da öldürmüştür. Bu kadın, daha önce Hz. Ömer'in nikahlısı idi. Hz. Ömer öldürülünce Ebu Bekir'in oğlu Abdullah onunla evlenmişti. O da öldürülünce Zübeyr, onunla evlenmişti. Zübeyr öldürüldüğünde karısı Atike, manası muhkem bir kaside ile ona ağıt yakarak şöyle demişti:

«Cermuz'un oğlu himmetli bir kahramana ihanet etti. O kahraman, savaş esnasında gayretli, saldırgan ve cesaretli idi.

Ey Cermuz'un oğlu Amr! Eğer ben Zübeyr'i uykusundan uyandır­mış olsaydım, sen onun korkak ve becereksiz olmadığını görecektin.

Anan seni kaybetsin ey Cermuz'un oğlu! Sen onun gibisini öldür­dükten sonra sabah akşam savaşlara girişen başka birini görebilir mi­sin?

O, nice zorlu savaşlara dalış yaptı.

Senin saldırın, onu savaştan geri caydıramazdı ey alçağın oğlu!

Allah benim Rabbimdir. Sen bir Müslümanı Öldürürsen, kasıtlı ola­rak adam öldürmenin vebaline uğrarsın.»

Amr b. Cermuz, Zübeyr'i öldürüp başını koparmış ve Hz. Ali'nin ya­nına götürmüştü. Böyle yapmakla Hz.Aii nezdinde itibar kazanacağını sanmıştı. Hz. Ali'nin yanına girmek için izin istediğinde Hz. Ali: «Onun yanıma gelmesine izin vermeyin ve onu Cehennemle müjdeleyin.» de­mişti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: «Safiye'nin oğlunu (yani Zübeyr'i) Öldüren kimseyi Cehennem'le müjdele.» Amr b. Cermuz, öldürdüğü Zübeyr'in kılıcıyla birlikte Hz. Ali'nin yanına girmiş, Hz. Ali ise ona şöyle demişti:«Şu Zübeyr'in kılıcı, Rasûlullah'a gelen sıkıntıları uzun süre giderip onu rahatlığa kavuşturmuştu.»

Anlatıldığına göre Amr b.Cermuz, Hz. Ali'nin böyle dediğini işitince intihar etmişti. Başka bir rivayete göre ise Zübeyr'in oğlu Mus'ab'ın Irak'a vali oluşuna kadar yaşamıştır. Mus'ab, Irak valisi olunca Amr b. Cermuz ondan gizlenmişti. Bunun üzerine Mus'ab'a dediler ki:

- Amr b. Cermuz, buralardadır.Senden saklanıyor. İstersen onu getirelim de öldür.

- Hayır, ona söyleyin de ortaya çıksın, ona dokunmayacağım. O gü­vendedir. Allah'a yemin ederim ki ben, babam Zübeyr'in öcünü ondan almayacağım. Ve ona kısas tatbik etmeyeceğim. Çünkü o, kendisini Zü-beyr'e denk tutamıyacağım kadar basit ve alçak biridir.

Zübeyr zengindi. Bolca verdiği sadakaları vardı.Cemel savaşı esna­sında vasiyetini oğlu Abdullah'a yaptı. Öldürüldüğü zaman 2.000.200.000 dirhem borçlu olduğunu gördüler. Bu borçlarını ödedik­ten sonra terekesi mirasçılarına taksim edildi. Dört zevcesinden her bi­rine 1.200.000'er dirhem pay düştü. Buna göre. mirasçılarına taksim edilen malının toplamı 38.400.000 dirhem oldu. Vasiyet ettiği malının üçte biri ise, 9.200.000 dirhem oldu. Toplam malı ise, 75.600.000 dirhem tutarında idi. Daha önce borçlarına ödenen kısım ise, 1.200.000 dirhem­di. Şu halde borçlarının, vasiyet ettiği meblağın ve mirasçılarına taksim edilen terekesinin toplamı 59.800.000 dirhem oldu.

O, bütün bu malını cihad ve anasına düşen humus payından, bir de güzel ticaret yollarından, helal kazaçlardan elde etmişti. Rivayete göre onun 1000 kölesi varmış. Bu köleleri kendisine haraç öderlermiş, çoğu kez kölelerinin ödedikleri bu haracı Allah yoluna sadaka olarak dağıtır-mış. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın.

O, hicretin otuzaltmcı senisinin cemaziyelahir ayının onuncu gü­nünde perşemde günü öldürüldü. Öldürülürken altmışaltı veya altmış-yedi yaşındaydı. Esmer tenli, orta boylu, normal etli ve hafif sakallıydı. Allah, ondan razı olsun. [14]

 

Hicri Otuzaltıncı Senede Cereyan Eden Diğer Hadiseler

 

Bu senede Hz. Ali, Mısır valiliğine Kays b. Sa'd b. Ubadey'i atadı. Daha önce Hz. Osman'ın hilafeti zamanında Mısır valiliğini Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh yürütüyordu.

Asi gruplar Mısır'dan çıkıp Hz. Osman'a hücuma yöneldiklerinde onları, Abdullah b. Sebe ile birlikte techizatlandıran kişi, Muhammed b.Ebi Hüzeyfe b. Utbe olmuştu. Ebu Hüzeyfe b. Utbe, Yemame'de öldü­rüldüğünde oğlu Muhammed'i Hz. Osman'a vasiyet etmişti. Hz. Osman da Muhammed'i himayesine almış, yanında terbiye etmiş, ona çok ih­sanlarda bulunmuştu. Gerçekten de Muhammed, ibadet ve zühd içinde yaşamıştı. Hz. Osman'dan kendisine bir yöneticilik vermesini taleb et­miş, Hz. osman da ona: "Ne zaman bu göreve layık olursan, o zaman seni tayin ederim.» deyince Muhammed, içten içe Hz. Osman'a öfkelenmişti. Gazaya gitmek için izin isteyince Hz. Osman, ona bu izni vermişti. O da Mısır diyarına yönelmişti. Mısır'a gittikten sonra vali Abdullah b. Sa'd b.Ebi Serh'le birlikte Savari gazvesine katılmıştı. Hz. Osman'ın aley­hinde konuşmalara başlamış, onu eleştirmişti. Muhammed b. Ebi Be­kir de bu hususta ona destek olmuştu. Durum böyle olunca Abdullah b. Sa'd b.Ebi Şerh, bu ikisinin ahvalini bildiren bir mektubu Hz. Osman'a göndererek şikayet etmişti. Ne var ki Hz. Osman, bunlara aldırış etme­mişti.

Muhammed b. Ebi Hüzeyfe, aleyhteki davranışlarını sürdürmüştü. Asilerin Medine'ye giderek Hz. Osman'ı kuşatma altına aldıklarını du­yunca kendisi de Mısır'da ayaklanarak vali Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i oradan kovmuştu. Kendisi Mısır'da halka namaz kıldırmaya başlamıştı. Mısır'dan kovulan vali Abdullah b. Sa'd b. Ebi Sem yolda iken Hz. Os­man'ın öldürüldüğünü duyunca: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun» de­mişti. Aynca Hz. Ali'nin de Mısır valiliğine Kays b. Sa'd b. Ubade'yi gön­derdiğini haber aldı ve Muhammed b.Ebi Hüzeyfe'ye valilik verilmediğine sevindi. Çünkü o, Mısır diyarını bir sene dahi koruyanıamışti.

Abdullah b.Sa'd, Şam'a Muaviye'nin yanma giderek Mısır diyarın­da cereyan eden hadiseleri ona anlattı. Muhammed b. Ebi Hüzeyfe'nin orayı istila ettiğini haber verdi. Bunun üzerine Muaviye ve Amr b. As, Muhammed b. Ebi Hüzeyfe'yi Mısır'dan kovmak için oraya doğru hare­kete geçtiler. Çünkü Muhammed b. Ebi Hüzeyfe, Hz. Osman'ın öldürül­mesine en büyük katkıyı sağlayanlardandı. Oysa Hz. Osman, onu kefa­letine alıp himaye etmiş, büyütmüş ve ona iyilikte bulunmuştu. Muavi­ye ile Amr b. As, Mısır'a girmenin yollarım araştırdılar. Ne var ki, bunu beceremediler. Bunun üzerine Muhammed b. Ebi Hüzeyfe'ye tuzak ha­zırladılar. Onu aldattılar. Nihayet o da Mısır'dan çıkıp 1000 kişiyle bir­likte Ariş'e geldi ve orada bir kaleye sağındı. Amr b. As da gelip onun üze­rine mancınıklarla taşlar arttı. Nihayet o da otuz arkadaşıyla birlikte kaleden inmek mecburiyetinde kaldı. Kaleden inince Amr b. As'm adamları, onları öldürdüler.

Kays b. Sa'd b. Ubade, daha sonra Hz. Ali tarafından atanmış bir va­li olarak Mısır'a geldi. Yedi arkadaşla birlikte Mısır'a girip mescide git­ti. Minbere çıkıp onlara mü'minlerin emin Ali'nin mektubunu okudu. Mektupta şunlar yazılıydı:

«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla! Allah'ın kulu ve mü'minle­rin emin Ali'den. Bu mektubu duyan ve dinleyen bütün mü'nıinlere ve Müslümanlara.

"Size selam olsun. Ben, kendisinden başka ilah bulunmayan Al­lah'a çokça hamd ederim. Allah, güzel işi ve güzel takdiri ile tedbirinin bir gereği olarak İslâmiyet'i hem kendi nefsi, hem melekleri, hem de peygamberleri için bir din olarak seçti. Bu dinle birlikte peygamberleri­ni kullarına gönderdi. Bu dini, yaratıklanndan seçtiği kimselere özel olarak ihsan etti. Cenâb-ı Allah'ın bu din ile kendilerine ikramda bulun­duğu insanlardan bir kısmı, şu Muhammed ümmetidir. Bu ümmete özel lütfunun gereği olarak Muhammed (s.a.v.)i peygamber olarak gönder­di ki, bu ümmete kitabı, hikmeti, farz ve sünnetleri öğretsin. Onlar, doğ­ru yola varsınlar. Muhammed (s.a.v.), dağılmasınlar diye bu ümmeti to­parladı. Temizlensinler, diye bu ümmeti arındırdı. Haksızlık etmesin­ler, diye bu ümmete muvaffakiyet verdi. Bu görevini ifa ettikten sonra Cenâb-ı Allah, onun ruhunu teslim alarak yanma aldı. Allah'ın salatü selamı, bereketleri, rahmeti onun üzerine olsun.

Müslümanlar, Muhammed (s.a.v.)'in irtihalinden sonra iki salih kimseyi emir ve halife olarak seçtiler. Bu iki halife, kitaba göre hareket ettiler. Güzel bir gidişat sergilediler. Sünnetin dışına çıkmadılar. Sonra Allah, bunlann da hayatlarını noktaladı, vefat ettirdi. Allah, bu ikisine rahmet etsin. Bunlardan sonra bazı hadiseler meydana getiren bir kim­se halife seçildi. Muhammed ümmeti, onun aleyhinde söylenecek şeyler gördü. Sonra da ondan intikam aldılar. Saldırganlık gösterdiler. Onu öldürdükten sonra bana gelip bey'at ettiler. Ben de Allah'tan dilerim ki, beni kendi yoluna iletsin, bana hidayet versin. Allah'tan, Beni kendisi­ne karşı gelmekten sakındırması için yardım diliyorum. Dikkat edin, Allah'ın kitabı ve Rasûlünün sünnetine göre amel etmemiz, sizin biz­den isteyeceğiniz bir hakkınızdır. Sizin gıyabınızda da olsa Allah'ın ki­tabı ve Rasûlünün sünnetine göre hakkınızda hüküm vermemiz ve size öğüt vermemiz icab etmektedir. Kendisinden yardım dilenilen sadece, Allah'tır. O, bize yeter, O, ne güzel vekildir.

Ben, size Kays b. Sa'd b. Ubade'yi vali olarak gönderdim. Ona destek olun. Ona yaklaşın. Hak hususunda ona yardımcı olun. Ben de kendisi­ne iyilikte bulunmasını emrettim. Ben de size iyilik yapanm. Sizi kuş­kuya düşürenlere karşı katıyım. Genel veya özel olarak tamamınıza merhamet ve şefkatle muamele ederim. Kays b.Sa'd, gidişatından memnun olduğum bir kimsedir. Salih bir kimse olacağını ve size nasi-hatta bulunacağım ümit ederim. Allah'tan bize ve size temiz ameller yapmamızı nasip etmesini, bol sevaplar ve geniş rahmetler ihsan etme­sini diliyorum. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.»

Hicretin otuzaltmcı senesinin safer ayında Abdullah b. Ebi Rafı, bir mektup yazdı. Sonra Kays b. Sa'd, kalkıp insanlara bir nutuk irad etti ve onlan Hz. Ali'ye bey'at etmeye çağırdı. İnsanlar da kalkıp onunla bey'atlastılar. Böylece Harbeta kasabası dışında bütün Mısır halkı, Hz. Ali'ye bey'at etmiş ve onun itaati altına girmiş oldu. Harbeta kasabasın­da Hz. Osman'ın öldürülmesini hazmedemeyen insanlar vardı. Bunlar, önde gelen şahsiyetlerdi. 10.000 kişi civannda idiler. Başlannda da Ye-zid b. Haris el-Müdlicî adında biri vardı. Bunlar, Kays b. Sa'd'a haber gönderdiler. İtaat etmeyeceklerini ve bey'atlaşmıyacaklannı bildirdi­ler. Kays b. Sa'd, onlara ilişmedi.

Mesleme b. Müdlic el-Ensârî de bey'attan geri durmuştu. Kays b. Sa'd, ona da ilişmedi. Sonra Muaviye b. Ebi Süfyan, bütün Şam bölgesi­nin itaaini sağladı. Hakimiyeti Bizans sınınna, deniz kıyısına ve Kıbns adasına kadar uzandı. Cezire beldelerinin, Harran, Urfa, Karkisya gibi yerlerin de hakimiyeti onun eline geçmişti. Ceme! savaşında cepheden kaçan ve Hz. Osman taraftan olan bazı kimseler de Muaviye'nin saflan-na katıldılar. Ester, bu beldeleri Muaviye'nin adına hüküm süren vali­lerin ellerinden çıkarmak istedi. Muaviye, Abdurrahman b. Halid b. Ve-lid'i Eşter'in üzerine gönderdi. Ester, ondan kaçtı. Böylece Muaviye'nin hakimiyeti bu beldeler de yerleşti.

Muaviye, Kays b. Sa'd'a bir mektup göndererek Hz. Osman'ın inti­kamının alınmasına katkıda bulunmasını ve bu hususta kendisine des­tek olmasını taleb etti. Bunu yaptığı takdirde kendi hakimiyetini tama­men sağladıktan sonra onu Irakeyn üzerine vali olarak atayacağını vaad etti. Akıllı bir adam olan Kays, bu mektubu alınca Muaviye'ye ne mu­halefet etti, ne de muvafakat etti. Aksine onu nezaketle geçiştirmeye ça­lıştı. Durumu idare etmek istedi. Çünkü o, Hz.-Ali'den uzaktaydı. Şam beldelerine ve Muaviye'nin askerlerine yakındı. Bu sebeple Muavi­ye'nin talebine ne olumlu, ne de olumsuz bir cevap vermedi. Bunun üze­rine Muaviye, ona şöyle bir mektup gönderdi: «Beni atlatamazsm. Alda­tamazsın, mutlaka senin dost ya da düşman olduğunu öğrenmem gere­kiyor.» Bunun üzerine Kays, hangi doğrultuda olduğunu şu mektupla Muaviye'ye bildirdi» «Ben, Ali'nin yanındayım. Çünkü o, yönetime sen­den daha layıktır.»

Muaviye, bu mektubu alınca Kays'tan ümidini kesti. Sonra bazı Şamlılar, Kays b.Sa'd'm gizlice kendilerine mektuplar yazdığına ve kendilerini Iraklılara karşı kışkırttığına dair bir şayia yaydılar. Yalan haberler uydurdular. İbn Cerir'in rivayetine göre Kays b. Sa'd'm Muavi­ye'ye bey'at ettiğine dair asılsız ve uydurma bir mektup, Kays tarafin-dan Muaviye'ye gönderilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Hz. Ali, bu mektuptan haberdar olunca Kays'ı Muaviye taraftarh-ğıyla itham etti.Ve ona, bey'ata katılmayan Harbeta halkıyla savaşma­sını emreden bir mektup gönderdi. Kays da Harbeta halkının önde ge­len kimseler olduklarını ve sayılarının çok olduğunu bildirerek bu sava­şı yapamayacağına dair bir mazeret ileri sürdü. Mektubunda, Hz. Ali'ye hitaben şöyle dedi:

«Sen, beni denemek için bu emri bana veriyorsun. Çünkü beni, Mu­aviye taraftarlığıyla suçluyorsun. Öyleyse Mısır'a benden başka bir gönder.» Bunun üzerine Hz. Ali, Ester en-Nehafyi Mısır'a vali olarak gönderdi. Ester, Kalzum'a varınca orada bir yudum bal yedi ve bu bal­dan zehirlenip öldü. Şamlılar, bunu duyunca: «Allah'ın baldan askerleri vardır.» dediler. Eşter'in ölüm haberini duyan Hz. Ali, Mısır'a Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i vali olarak gönderdi. Sahih rivayete göre Hz. Ali, Kays b. Sa'd'dan sonra Mısır'a vali olarak Hz. Ebu Bekir'in oğlu Mu­hammed'i göndermiştir. Bu olaydan sonra Kays, Medine'ye doğru hare­ket etti. Sehl b. Hanif le birlikte Hz. Ali'nin yanına vardı. Kays, mazere­tini anlattı. Ali de onu kınadı. Ancak sonra onun mazeretini kabul etti. Kays'la Sehl b. Hanif ilerde de anlatacağımız gibi Hz. Ali ile birlikte Sıfîîn savaşma katıldı. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Sıffin savaşı yapılıncaya kadar Mısır'da heybetli ve otoriter bir vali olarak görev yap­tı. Muaviye ve taraftarlarının Iraklılarla savaşmaya karar Verdiklerini ve hakemlere baş vurmak istediklerini duyan Mısırlılar, Hz. Ebu Be­kir'in oğlu Muhammed'e karşı ayaklandılar. Açıkça ona düşmanlık gös­terisinde bulundular.

Hz. Osman'ın öcünün alınması hususunda Amr b. As, Muaviye'ye bey'at etti. Hz. Osman'ın kendisini Mısır valiliğinden azledip yerine Abdullah b.Sa'd b.Ebi Serh'i ataması yüzünden Hz. Osman'a kızgın olduğu halde asiler tarafından kuşatılması esnasında ölümünü görmemek için Medine'den çıkmıştı. Öfkeli bir halde Medine'den ayrılmış, Ürdün ya­kınlarında bir yere konaklamıştı. Hz. Osman öldürüldükten sonra Mu­aviye'nin yanına gitmiş ve yukarıdaki satırlarda da dediğimiz gibi ona bey'at etmişti. [15]

 

Sıffîn Savaşı

 

Bu savaş, Iraklılarla Şamlılar arasında cereyan etmiştir. îmam Ah-med b.Hanbel, Muhammed b.Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Fitne koptu. Fitne koparken Rasûlullan (s.a.v.)'ın 10 OOO'lerce sahabe­si vardık Bunlardan yüz kadarı, hatta belki otuzu dışında kimse bu olay­lara karışmadı.»

îmam Ahmed b. Hanbel, Hakem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Sıffîn savaşma Bedir ehlinden yetmiş kişi katıldı.» Hakem'in bu sözü­ne karşı Abdurrahman b. Ebi Leyla şöyle demiştir: «Ebu Şeybe (yani Ha­kem), yalan söylemiştir. Biz bu hususu kendisiyle tartıştık. SıfBn sava­şına Hüzeyme b. Sabit dışında Bedir ehli bir kimsenin katıldığını gör­medik. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Sıfîîn savaşma Bedir eh­linden sadece Sehl b. Hanif ile Ebu Eyyüb el-Ensârî katılmışlardır.»

"Er-Reddu Ala'r-Ra'fiza" adlı eserde hocamız Allame îbn Teymiye, Bükeyr b. Eşec'in şöyle dediğini rivayet etmişti: «Osman'ın Öldürülme­sinden sonra Bedir ehli kimseler evlerine kapandılar. Dışarı çıkmadı-lar. Ancak öldüklerinde mezarlarına götürüldüler.»

Hz. Ali, Cemel savaşının bitiminden sonra Basra'ya gitti. Mü'minle-rin annesi Hz.Aişe'nin Mekke'ye gitmek istediğini öğrenince onu Mek­ke'ye uğurladı. Sonra Basra'dan Kûfe'ye gitti. Ebu'l-Kenud Abdurrah­man b. Ubeyd'in ifadesine göre Hz.Ali, meretin otuzaltmcı senesinin re-ceb ayının onikincisi olan pazartesi günü Kûfe'ye girmiş, kendisine: «Beyaz köşkte konakla.» dediklerinde o: «Hayır. Çünkü Hattab oğlu Ömer de beyaz köşkte konaklamaktan hoşlanmazdı. Ben de bu köşkte konaklamaktan hoşlanmıyorum» demiş ve büyük caminin yanındaki meydanlığa konaklamıştı. Sonra camiye giderek iki rekaat namaz kıl­mış, halka bir hutbe irad ederek onları iyiliğe teşvik edip kötülükten sa-kmdırmıştı. Bu hutbesinde Küfe halkını da övmüştü. Sonra Hz. Osman zamanından beri Hemedan valiliğini yapmakta olan Cerir b. Abdul­lah'a ve yine Hz. Osman zamanından beri Azerbeycan valiliğini yap­makta olan Eşa's b. Kays'a haber göndererek oradaki halkın bey'atını almalarım, sonra da yanma gelmelerini emretti. Onlar da bu emri yeri­ne getirdiler. Sonra Hz. Ali, gelip kendisine bey'at etmesi için Muavi­ye'ye haber göndermek istediğinde Cerir b. Abdullah, şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri! Muaviye'nin yanına ben gideyim.Çünkü benimle onun arasında dostluk var. Senin namına ondan ben bey'at ala­yım.

Ester dedi ki:

- Hayır ey mü'minlerin emiri. Cerir'i Muaviye'ye gönderme. Kor­karım ki, bu da onunla aynı görüşte olur.

Hz. Ali:

- Bırak da gitsin, dedi.

Hz. Ali,Cerir'i Şam'a Muaviye'nin yanına gönderdi. Onunla birlikte bir de mektup göndermişti. Mektubunda Muhacirlerle Ensâr'm kendi­sine bey'atlarının sağlanması emrini veriyordu. Ayrıca Cemel savaşın­da cereyan eden hadiseleri ona bildiriyor ve insanların girdiği yola ken­disinin de girmesini istiyordu.

Cerir b. Abdullah, Muaviye'nin yanına varınca Hz. Ali'nin mektu­bunu ona verdi. Muaviye de Amr b.Asla Şamlıların reislerini toplantıya çağırdı. Onlara danıştı. Onlar, Osman'ın katilleri öldürülmedikçe veya bu katiller Hz. Ali tarafından kendilerine teslim edilmedikçe bey'at et­meyeceklerini söylediler. Şayet Hz. Ali, bu katilleri öldürmez veya ken­dilerine teslim etmezse kendisiyle savaşacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine Cerir, geri dönüp Şamlıların söylediklerim Hz. Ali'ye bildirdi. Ester, şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, sana Cerir'i göndermemeni söylememiş miydim? Eğer beni göndermiş olsaydın, Muaviye hangi kapıyı açarsa o kapıyı mutlaka kapatacaktım.

Cerir:

—Eğer sen elçi olarak Muaviye'nin yanma gitmiş olsaydın, Os­man'ın kanına bedel olarak seni öldürürlerdi, deyince Ester, şu karşılığı verdi:

- Vallahi eğer ben onlara gitmiş olsaydım,bana verecekleri cevap ve gösterecekleri tavır beni ilgilendirmezdi. Muaviye'yi öyle bir noktaya getirirdim ki, bir an önce karar vermeye mecbur kalırdı.Eğer mü'minle­rin emiri bu konuda benim tavsiyelerime uyacak olursa, durumlar dü-zelinceye ve şüpheler kalkıncaya kadar seni ve senin gibileri hapsetme­si çok iyi olacaktır.

Bunun üzerine Cerir öfkelenerek kalktı.Gidip Karkisya'ya yerleşti. Hz. Ali'ye söylediklerini ve onların kendisine söylediklerini bir mektup­la Muaviye'ye bildirdi. Muaviye de yanına gelmesi için Cerir'e bir mek­tup gönderdi.

Hz. Ali, Şam'a gitme kararıyla Kûfe'den yola çıktı. Nahile'de ordu­gah kurdu. Kûfe'de kendi yerine Ebu Mesud Ukbe b. Amir el-Bedri el-Ensârfyi vekil bıraktı. Bazıları, Hz.Ali'nin Kûfe'de kalmasını, Şam'a or­du göndermesini tavsiye ettilerse de başkaları bizzat kendisinin de bu orduyla Şam'a gitmesini teklif ettiler. Hz. Ali'nin bizzat ordunun başın­da Şam'a doğru gelmekte olduğu haberini alan Muaviye, Amr b. As'a da­nıştı, Amr da ona:

- Sen de bizzat ordunun başında yola çık, dedi.

Amr b. As, kalkıp halka hitaben şöyle dedi: «Küfe ve Basraîılarm ön­de gelen şahsiyetleri Cemel savaşında ölmüşlerdir. Ali'nin yanında az sayıda insan kalmıştır. İşte mü'minlerin emiri Osman b. Affan öldürül­müştür. Sakın sakın hakkınızı zayi etmeyin ve öcünüzü almakta gecik­meyin."

Muaviye, Şam ordulanna mektup yazıp savaşa gelmelerini emret­miş, onlar da gelmişlerdi. Bayraklar ve sancaklar hazırlanıp komutan­lara teslim edildi. Şamlılar, savaşa hazırlandılar. Bunlar da Sının tara­fında Hz. Ali'nin geleceği yönde Fırat kenarında durdular. Hz. Ali, bera­berindeki askerlerle birlikte Nahile'den hareket edip Şam'a yöneldi.

Ebu İsrail, Hakem b. Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Ali'nin ordusunda Bedir savaşına katılmış seksen sahabe ile Rıdvan ağacının altında Rasûlullah'la bey'atlaşmış olan 150 sahabe

vardı.»

Hz. Ali, Rakka'ya bağlı Belih mıntıkasına varıp konakladığında -ki burası Fırat da bir yerdi- bir rahip, manastırından inip yanına geldi. Ona şöyle dedi: «Atadan ataya intikal ederek elime ulaşan bir kitap var. Bu kitabı Meryem oğlu İsa peygamberin arkadaşları yazmıştır. Bu kita­bı sana arzedeyim mi?

- Göster bakalım hele.

Rahip, kitabı okumaya başladı:

«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

O Allah ki, hükmettiği şeyi hükmetti .Yazdığını da yazdı. Yazdığı şeyler arasında şunu anlatır ki: O, ümmilere kendi aralarından bir pey­gamber gönderecektir. O peygamber, ümmetine kitabı,hikmeti öğrete­cek; onları arındıracak ve onları Allah yoluna iletecektir. Kaba ve haşin değildir. Sokaklarda bağırıp çağırmaz. Kötülüğe kötülükle karşılık ver­mez. Aksine affedip bağışlar. Onun ümmeti, her yüksek tepede,her çı­kışta ve inişte Allah'a hamdeden kimselerdir. Dilleri devamlı surette tehlil ve tekbir getirerek çalışır.O peygamber, kendisine düşmanlık edenlere karşı Allah'tan yardım görür. Allah, onu vefat ettirdiği zaman ümmeti ihtilafa düşecek, sonra bir araya gelip ittifak edecekler ve bu it­tifakları Allah'ın dilediği bir zamana kadar devam edecektir. Sonra yine ihtilafa düşeceklerdir. Bu ihtilaftan sonra o peygamberin ümmetinden bir adam, bu Fırat kenarından geçecek, insanlara iyiliği emredip kötü­lükten sakındıracak, hak ile hükmedecek ve hükmünden geri dönmeye­cektir. Dünya, onun nazarında fırtınalı bir günde savrulan topraktan veya külden daha önemsizdir. Ölüm, ona bir yudum su içmekten daha kolaydır. Gizlilikte Allah'tan korkar, aşikar ve açık hallerde ümmete nasihat verir. Allah'ın emrini yerine getirme hususunda kınayıcılann kınamalarından çekinmez. Beldelerin halkından her kim o peygambe­rin zamanına ulaşıp da ona iman ederse, onun mükafatı, benim hoşnut­luğum ve Cennet'tir. Ve her kim de o peygamberin ümmetinden olup da bu ümmeti toparlamaya çalışan o salih kula yetişirse ona yardım etsin. Çünkü onun saflarında bulunup karşıtlarına karşı savaşırken Öldürül­mek şehidliktir.»

Rahip, elindeki kitabın bu kısmını okuduktan sonra hz. Ali'ye şöyle dedi:

- Ben artık senin arkadaşımm.Senin başına gelenler, benim de ba­şıma gelinceye kadar yanından ayrılmayacağım.

Rahibin böyle demesi üzerine Hz. Ali ağladı, sonra şöyle dedi: "Beni kendi nezdinde unutulmuş kılmayan Allah'a hamdolsun. Beni kendi katında iyi kimselerin kitabında anan Allah'a hamd olsun.»

Bu rahip, Hz. Ali ile birlikte yola çıktı. Müslüman oldu ve savaşta öl-dürülünceye kadar yanından ayrılmadı. Savaş sona erdiğinde insanlar, ölüleri araştırmaya başladıklarında Hz. Ali:

- Rahibi arayın, dedi. Aradılar, onun da öldürülmüş olduğunu gör­düler. Cenazesini bulduklarında Hz. Ali, onun namazını kıldı, onu def­netti ve onun için mağfiret diledi.

Hz. Ali, Ziyad b. Nadr el-Harisf yi ve Şureyh b. Hanf yi 12 000 asker­le öncü kuvvet olarak gönderdi. Bunlar, Hz. Ali'den önce yola çıkıp gitti­ler. Ancak onun gideceği yoldan ayrı bir yol takip ettiler. Hz. Ali de gidip Menbiç'teki köprüden Dicle nehrini kat etti. Karşı tarafa geçti, iki öncü kuvvet de yoluna devam etmişti. Bunlar, Muaviye'nin Şamlılarla birlik­te Hz. Ali'ye karşı gelmekte olduğunu duydular. Onu karşılamaya ni­yetlendiler, ama sayılarının azlığından korkuya kapılarak başka bir yol takip ettiler. Anet'ten geçmek istediklerinde oranın halkı onlara engel oldular. Bunun üzerine onlar da gidip Heyt'ten geçtiler ve Hz. Ali'ye ulaştılar. Hz. Ali, onlardan Önce Heyt'e varmıştı.

Öncü kuvvetlerin arkadan gelip kendisine ulaştıklarını gören Hz. Ali: "Öncü kuvvetlerim arkamdan geliyorlar, bu ne iştir?" deyince onlar da başlarından geçen hadiseleri anlatarak mazeretlerini beyan ettiler. Hz. Ali de mazeretlerini kabul etti. Fırat'ı geçtikten sonra onları Muavi­ye'nin karşısına çıkmak üzere ileriye gönderdi. Bu öncü kuvvetleri, . Şamlıların öncü kuvvetlerinin başındaki Ebu Aver Amr b. Süfyan es-Sülemî karşıladı. İki taraf birbirlerine saldırmaksızm beklemeye baş­ladılar. Iraklıların öncü kuvvetlerinin komutanı Ziyad b. Nadr, Ebu Aver ile Şamlıları bey'ata davet etti. Ancak onlar, Ziyad'm bu davetine icabet etmediler. Ziyad da bu durumu bir mektupla kendisine bildirince Hz. Ali, onlara Ester en-Nehaî'yi komutan olarak gönderdi. Eşter'in komuta ettiği askeri birliğin sağ cenahına Ziyad, sol cenahına da Şureyh komuta edecekti.

Hz. Ali, Eşter'e, Şamlılar kendilerine karşı saldırıya geçmedikçe kendilerinin savaşı önceden başlatmamalarını emretti. Onları peş peşe defalarca bey'ata davet etmesini söyledi. Bey'ata yanaşmadıkları tak­dirde onlar saldırıyı başlatmadıkça, kendisinin onlara yanaşmamasını ve onlarla çarpışmamasını, korkaklar gibi de onlardan uzakta durma­masını, aksine kendisi oraya varıncaya kadar sabırla beklemesini ten-bihledi. İnşaallah kendisinin de arkadan oraya geleceğini bildirdi. Irak­lıların öncü kuvvetleriyle Şamlıların öncü kuvvetleri karşılaştıkları gün birbirlerine saldırmadılar. İlk günlerini öylece geçirdiler. Vakit ak­şama erdiğinde Şamlıların öncü kuvvetlerinin komutanı Ebu Aver es-Sülemî, Haris b. Cehman el-Cufî ile Iraklıların öncü kuvvetlerinin ko­mutanına emirlik mektubunu gönderdi.

Ester en-Nehaî, Iraklıların öncü kuvvelerinin başına komutan ola­rak geldiğinde Hz. Ali'nin verdiği emre itaat etti. Savaşa girişmedi. Şamlıların öncü kuvvetlerinin başındaki komutan Ebu Aver es-Sülemî de Iraklılara saldırmadı. İki taraf, yerlerinde sabırla beklediler. Şamlı­ların öncü kuvvetleri akşama doğru cepheden geri çekildiler. Ertesi gün yine sabırla beklediler. Ancak Ester, bilahare saldırıya geçince Şamlıla­rın bahadır ve yiğitlerinden Abdullah b. Münzir et-Tenuhî'yi Iraklı as­kerlerden biri Öldürdü. Öldürenin adı, Zibyan b. Ammare et-Temimî idi. Bu hadise üzerine Şamlıların öncü kuvvetlerinin komutam Ebu Aver de beraberindeki adamlarıyla Iraklılara karşı saldırıya geçti. İki taraf kar­şı karşıya geldiğinde Ester, Ebu Aver'den kendisiyle mübareze yapmak üzere ortaya çıkmasını istedi. Ancak Ebu Aver, onun bu isteğine muva­fakat etmedi. Güya Eşter'i kendine denk görmemişti. Doğrusunu Allah bilir.

İkinci günün akşam vaktinde iki taraf saldırılarına son verdiler. Üçüncü günün sabahında Hz. Ali, askerleriyle birlikte oraya geldi. Mu-aviye de askerleriyle oraya vardı. İki ordu karşı karşıya geldi. Yardımı­na baş vurulacak olan zat, yüce Allah'tır. İki taraf uzun süre beklediler. Beklemekte oldukları o yerin adı Sıfîîn idi. Vakit de zilhicce ayının ilk günleriydi.Sonra Hz. Ali, oradan ayrılıp kendi askerleri için bir konak­lama yeri aramaya başladı. Muaviye, ordusuyla birlikte ondan önce ora­ya gelmiş ve su başlarını çok rahat ve geniş bir yerde tutmuştu. Hz. Ali, oraya geldiğinde sudan uzak bir yere konaklamıştı. Iraklılar, su başına gelmek istediklerinde Şamlılar, onlara engel olmuşlardı. Bu yüzden aralarında çarpışma meydana gelmişti.

Muaviye ve Ebu Aver es-Sülemî, su başını tutmuşlardı. Orada yanı SıfSn'de onların işgalinde bulunan sudan başka bir su yoktu. Hz. Ali'nin adamları şiddetli bir susuzluğa maruz kaldılar. Hz. Ali, Eş'as b. Kays el Rindf yi bir toplulukla birlikte suya gönderdi, ancak Şamlılar onlara su vermeyip: «Nasıl ki Osman'ı susuz bıraktımzsa siz de susuzluktan ölün.» dediler. Bir saat kadar karşılıklı olarak birbirlerine ok attılar, sonra da mızrak ve kargılarla birbirlerine giriştiler. Bundan sonra bir­birlerine kılıçlarla giriştiler. Her iki taraf kendi adamına destek verdi. Sonra Iraklılar tarafindan Ester en-Nehaî, Şamlılar tarafindan da Amr b. As oraya geldi. İki taraf arasındaki savaş daha da şiddetlendi. Iraklı­lardan Abdullah b. Avf b. Ahmer el-Ezdî savaşırken şöyle diyordu:

«Fırat'ın akmakta olan suyunu bize vermemezlik etmeyin. Aradan çıkın, ya da büyük bir orduyla sebat edin.

Haretekli, mızrağıyla vuran ve saldıran her liderin, her beyin, içece­ği bir su yeri vardır.

O bey ki, darbe vurur. Düşmanın kafalarına darbesini isabet etti­rir.»

Sonra Iraklılar, Şamlıları su başından uzaklaştırmaya devam etti­ler. Nihayet onları su başından tamamen uzaklaştırdılar. Büahere iki taraf da su kaynağından yararlanma hususunda anlaştılar. Aynı su kaynağının başına geliyorlar, taraftarlardan hiçbiri diğerleriyle konuş­muyor, kimse kimseye eziyette bulunmuyordu.

Bir rivayete göre Muaviye, Ebu Aver'e su kaynağını koruması için emir verdiğinde Ebu Aver, orada kınından çekilmiş kılıçlar, dimdik tu­tulmuş kargı ve mızraklarla nöbet tutmaya başladı. Hz. Ali'nin adamla­rı gelip durumu Hz. Ali'ye şikayet ettiklerinde o, Sa'sa'a b. Sohan'ı Mua-viye'ye gönderdi ki, Muaviye'ye şöyle desin:«Biz buraya size karşı delil­lerimizi ibraz etmek için geldik. Sizinle savaşmaya niyetimiz yoktu. Ama sen öncü kuvvetlerini üzerimize gönderdin. Biz saldırıya geçme­den onlar bize saldırdılar. Şimdi de sudan yararlanmamıza engel olu­yorsun.» Sa'sa'a b. Sohan, bu sözleri aktardığı zaman Muaviye yanında­kilere: «Şunlar ne istiyorlar? diye sorunca Amr b. As, şöyle dedi: «Sudan yararlanmalarına engel olma. Çünkü onlar, susuz iken bizim kana kana su içmemiz insaflı bir davranış olmaz.»

Velid ise, şöyle dedi:

«Bırak da müminlerin emiri Osman'ı kendi evinde kuşatma altında tuttukları zaman onu susuz bıraktıkları ve kırk gün süreyle onu su ve yiyeceklerin lezzetinden mahrum bıraktıkları gibi kendileri de susuz­luk acısını tatsınlar.»

Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh de şöyle dedi: «Geceye kadar onları su­suz bırak. Belki memleketlerine dönerler.»

Bu sözler karşısında Muaviye susunca Sa'sa'a b. Sohan ona:

- Cevabın nedir? diye sordu. Muaviye de:

- Görüşümü büahere size bildireceğim, diye cevap verdi.

Sa'sa'a, Hz. Ali'nin yanına dönüp durumu anlatınca Hz. Ali'nin sü­vari ve piyadeleri harekete geçti. Şamlıları zorlayarak su başından uzaklaştırdılar. Sonra da su hususunda aralarında anlaştılar ki, kimse kimseye engel olmayacaktı. İki gün süreyle orada kaldılar. Ne Muaviye Hz. Ali'ye bir yazı yazıyor, ne de Hz. Ali ona bir yazı yazıyordu. Sonra Hz. AK, Beşir b. Amr el-Ensârî, Said b. Kays el-Hemedanî ve Şebis b. Ri-bi es-Sehmî'yi yanına çağırarak onlara şöyle dedi:

- Şu adamın (Muaviye'nin) yanına gidin. Onu itaata ve cemaata ka­tılmaya davet edin. Ve size söyleceklerini aklınızda tutun. Gelip bana anlatın.

Bunlar, Muaviye'nin yanma gittiklerinde Beşir b. Amr, ona şöyle

dedi:

- Ey Muaviye, bir gün bu dünyayı bırakıp gidecek ve ahirete göçe­ceksin. Yaptıklarının hesabım Allah sana soracaktır. Bu dünyada işle­diğin amellerin karşılığını sana verecektir. Allah aşkına bu ümmeti bir­birinden .koparıp dağıtma, aralarında kan akıtılmasına sebebiyet ver­me.

- Bu tavsiyeyi kendi" adamlarınıza (Hz. Ali'ye) yapsaydınız ya? —Benim adamım (Hz. Ali), bu mahlukat içinde fazileti, dindarlığı,

İslâm'a senden önce girmiş olması ve Rasûlullah'a yakınlığı sebebiyle halifeliğe senden daha layıktır. O, seni kendisine bey "at etmeye davet ediyor.Böyle yapman, dünyada selamette kalman için daha uygundur. Ahirette de senin hayrına olacaktır.

- Osman'ın kam heder mi olsun? Hayır, vallahi ben bunu asla yap­mayacağım.

Sonra Said b. Kays el-Hemedanî konuşmak istedi. Ancak Şebis b. Ribî ondan önce söze başlayarak Muaviye hakkında kaba ve nahoş söz­ler söyledi. Muaviye de onu, kendisinden daha şerefli bir kimseye karşı yakışıksız söz sarf etmekten ve bilmediği şeyleri söylemekten menedip, azarladı. Sonra yanından çıkıp gitmeleri için Muaviye, onlara emir ver­di. Haksız yere öldürülen Hz. Osman'ın intikamım almaya kesin karar verdi. Tam o sırada iki taraf arasında savaş başladı. Hz. Ali, öncü kuv­vetlerine ve komutanlara savaşa girişmeleri için emir verdi. Hz. Ali, kendi taraftarlarından her kavmin başına savaşta kendi adamlarından birini komutan olarak tayin ediyordu. Hz. Ali'nin savaş komutanların­dan bazılarının adları şöyledir:E ster en-Nehaî, Hicr b. Adiy, Şebis b. Ri-bi, Halid b. Mutemer, Ziyad b. Nadr, Ziyad b. Hafsa, Said b. İs, Makil b. Kays ve Kays b. Sa'd.

Muaviye de savaşı idare etmesi için her gün bir komutan tayin edi­yordu. Komutanlarından bazılarının adları şöyledir: Abdurrahman b.Halid b. Velid, Ebu Aver es-Sülemî, Habib b. Müslim, Zülkila el-Himyerî, Ubeydullah b. Ömer b. Hattab, Şurahbil b. Semt, Hamza b.Malik el-Hemedani. Taraflar bazen günde iki defa savaşıyorlardı. Sıffîn savaşı, zilhicce ayı boyunca devam etmişti.

Bu senede yani hicretin otuzaltmcı senesinde Müslümanlara Ab­dullah b. Abbas, Hz. Ali'nin emri üzerine hacettirdi. Zilhicce ayı sona erince muharrem ayı başladığında Cenâb-ı Allah, aralarına barışı ha­kim kılar umuduyla taraflar karşılıklı ateşkes çağrısında bulundular. [16]

 

Hicretin Otuzyedinci Senesi

 

Bu senenin başında mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali ile Ebu Süfyan oğlu Muaviye ateşkes yapmış vaziyette beklemekteydiler. Bun­lardan her biri, kendi askerleriyle birlikte Şam bölgesinin doğusunda Fırat yakınındaki Sıfîîn denen yerde beklemekteydiler. Bunlar, zilhicce ayı boyunca her gün çarpışıyorlardı. Hatta bazı günlerde bu çarpışma iki kez tekrarlanıyordu. Aralarında öyle çarpışmalar cereyan etmişti ki, bu çarpışmaların safahatım anlatmak burada geniş yer işgal edecektir.

Kısaca demek istediğimiz şudur ki, muharrem ayı girdiğinde arala­rında barış antlaşmasıyla sona erecek bir ateşkes umuduyla iki taraf birbirleriyle çarpışmaya son verdiler.

îbn Cerir'in rivayetine göre Hz. Ali, Adiy b. Hatim, Yezid b. Kays el-Erhabî, Şebis b. Ribî ve Ziyad b. Hafsa'yı Muaviye'nin yanma gönderdi. Bunlar, Muaviye'nin yanma vardıklarında Amr b. As da Muaviye'nin yaranda oturmaktaydı. Adiy, Allah'a hamdü senada bulunduktan son­ra Muaviye'ye hitaben şöyle dedi:

- Ey Muaviye! Biz sana geldik ki, seni Allah'ın emrine davet ede­lim. Allah'ın emri birlik olmamızdır. Sözümüzün ve fikrimizin aynı ol­masıdır. Aramızda barışın hakim olmasıdır. Amcan oğlu (Ali), Müslü­manların efendisidir. İslâm'a ilk girenlerden faziletli bir kimsedir. İslâmiyet döneminde güzel bir hayat tarzı sergilemiştir. İnsanlar onun etrafında toplanmışlardır. Onlar, Hz. Ali'de gördükleri şeyle doğru yolu bulmuşlardır. Senden ve senin beraberindeki taraftarlarından başka Ali'ye bey'at etmeyen kimse kalmamıştır. Ey Muaviye, bu yaptıklarına son ver ki, Cemeî savaşında senin ve adamlarının basma gelen musibet tekrarlanın asm.

Muaviye, Adiy'e şu karşılığı verdi:.

- Ey Adiy! Sen sanki banş için değil, tehditte bulunmak için gel­mişsin. Heyhat Allah'a yemin ederim ki ey Adiy, ben senin bu istekleri­ne asla muvafakat etmeyeceğim. Ben, savaşın oğluyum. Asılsız şeyler beni ürkütmez. Zamanın musibetlerine karşı da boyun eğmem. Sana gelince vallahi sen Osman'ın etrafında gürültü patırtı çıkaranlardan ve onu öldürenlerdensin. Ümid ederim ki, Osman'ın intikamı uğruna sende Allah tarafından öldürülecek olanlardan biri olursun. Şebis b. Ribi ile Ziyad b. Hafsa da konuştular. Hz. Ali'nin fazilet ve üstünlüklerini an­latarak şöyle dediler:

- Ey Muaviye, Allah'tan kork ve sakın muhalefet etme. Vallahi biz dünya hayatında Ali'den daha ileri derecede takva sahibi, zühde sarıl­mış ve her türlü hayır ile güzel vasıfları kendisinde bulunduran başka bir adama rastlamadık.

Muaviye de Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra sözüne şöyle başladı:

- Siz, beni cemaata ve itaata davet ediyorsunuz. Cemaat diyorsa­nız, cemaat bizim yanımızdadır. îtaata gelince ben, Osman'ın öldürül­mesine yardımcı olan bir adama nasıl itaat ederim? Ama o, Osman'ı kendisinin öldürmemiş olduğunu iddia ediyor. Biz, onun bu iddiasını reddetmiyoruz. Onu, Osman'ı öldürmekle itham etmiyoruz. Ancak o, Osman'ın katillerini barındırmıştır. Katilleri bize versin ki öldürelim. Sonra sizin bu itaat ve cemaata katılma çağrınıza icabet edelim.

Şebis b. Rib'i ise şöyle dedi:

- Allah aşkına söyle bakalım ey Muaviye, eğer Ammar b. Yasir'i ele geçirecek olsaydın, Osman'ın kanma karşılık onu Öldürür muydun?

- Eğer onu ele geçirseydim, Osman'ın kanına karşılık olarak değil de Osman'ın kölesinin kanma karşılık olarak onu öldürürdüm.

- Yerin ve göğün ilahına yemin ederim ki, kelleler omuzlardan düş­medikçe ve yerin olanca genişliği daralmadıkça sen Ammar b. Yasir'i ele geçiremiyeceksin.

- Böyle olsaydı yeryüzü sana daha dar gelecekti.

Bu konuşmalardan sonra heyet, Muaviye'nin yanından çıkıp Hz. Ali'nin yanma döndü. Karşılıklı konuşmaları ve cereyan eden hadisele­ri ona anlattılar. Muaviye de, Habib b. Mesleme el-Fihrî, Şurahbil b. Semt ve Maan b. Yezid b. Ahnes'i Hz. Ali'nin yanına gönderdi. Bunlar, Hz. Ali'nin yanma vardıklarında Habib, Allah'a hamdü senada bulun­duktan sonra şöyle dedi:

- Osman b. Affan, hidayet yolundaki bir halifeydi. Allah'ın kitabıy­la amel etti. Allah'ın emrine bağlı kaldı. Siz onun hayatım uzamış gör­dünüz. Vefatının geciktiğini düşündünüz. Ona saldırıp öldürdünüz. Eğer onu öldürmediğini iddia ediyorsan katillerini bize teslim et. Sonra insanlar, savaştan çekilip yöneticilerini şura ile seçsinler. Etrafında toplanacakları birini halife yapsınlar.

- Anan seni vitirsin ey Adam! Şu halife seçimi ve halifenin azli sa­na mı düştü. Sus, sen bu işe layık biri değilsin. Bundan söz etmeye hak­kın yok,

- Öyleyse Allah'a yemin ederim ki, sen beni, hoşlanmadığın bir şe­kilde karşında bulacaksın.

- Süvari ve piyadalerinle karşıma çıkacak olsan bile bu işi becere­mezsin. Hayatta kalacak olsan bile Allah, seni hayatta bırakmasın. Haydi çek git buradan. EliriÜen geleni arkana koyma.

Siyer âlimlerinin anlattığına göre bu heyetle Hz. Ali arasında uzun uzadıya konuşmalar cereyan etmiştir. Ancak bu konuşmaların sihhati hakkında ihtilaf vardır. Bu konuşmalar arasında Hz. Ali'nin, Muavi-ye'yi ve babasını eleştirdiğine dair sözler de vardır. Güya Hz. Ali, Muavi-ye ile babasının İslâm'a girdikten sonra İslâmiyet hususunda ve diğer konularda tereddüt ettiklerini ve bu tereddüdlerini sürdürdüklerini ifade etmiş, sözleri arasında şu cümleleri de sarfetmiştir: «Ben, Os­man'ın mazlum ya da zalim olarak öldürülmüş olduğunu söylemiyo­rum.» Heyettekiler de:«Osman'ın haksız yere öldürüldüğünü söyleme-yen kimselerden ilişkimizi koparmışız. BÖylelerinden uzaktayız.» de­mişler ve Hz. Ali'nin yanından çıkıp gitmişlerdi. Hz. Ali de şu ayet-i ke­rimeyi okumuştu:

«Sen, ölülere şüphesiz ki işttiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçilip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara sen duyurabilirsin.» (en-

Neml, 80-81.)

Bu ayeti okuduktan sonra Hz. Ali, dönüp kendi adamlarına şöyle dedi: «Bunlar, sizin haklı olduğunuz davada ve Rabbinize yaptığınız ita-atta kendi sapıklıkları yolunda sizden daha gayretkeş olmasınlar.» Ba­na göre Hz. Ali, böyle bir şey söylemiş değildir. Allah, ondan razı olsun.

İbn Dizü'in rivayetine göre Iraklıların kurralarıyla Şamlıların kur-raları 30 000'e yakın kişi olup bir tarafta ordugah kurmuşlardı. Irak kurralarından; aralarında Ubeyde es-Selmanî, Alkame b. Kays, Amir b. Abdi Kays, Abdullah b. Utbe b.Mesud ile diğerlerinin bulunduğu bir grup, Muaviye'nin yanma giderek ona şöyle demişlerdi:

- Sen ne istiyorsun?

- Osman'ın intikamını almak istiyorum.

- Sen bu intikamı kimden almak istiyorsun.

- Ali'den almak istiyorum.

- Osman'ı Ali mi öldürdü?

- Evet, o Öldürdü ve katillerini barındırdı.

Heyet, Muaviye'nin yanından ayrılıp Ali'nin yanma gitti ve Muavi­ye'nin söylediklerini ona aktardılar. Hz. Ali de şu cevabı verdi:

«Yalan söylüyor. Osman'ı ben öldümedim.Onu öldürmediğimi siz de biliyorsunuz.»

Bunun üzerine heyet, Muaviye'nin yanına dönüp durumu kendisi­ne anlatır. Muaviyede:

«Eğer Osman'ı o öldürmemişse de bazılarına emir vererek öldürt­müştür.» dedi. Bunlar, tekrar kalkıp Hz. Ali'nin yanına döndüler. Hz. Ali, onlara:

«Allah'a yemin ederim ki Osman'ı ben öldürmedim. Öldürülmesini de emretmedim. Başkalarını da ona karşı kışkırtmadım." diye cevap verdi. Bunlar tekrar kalkıp Muaviye'nin yanına döndüler. Durumu ona anlattıklarında Muaviye, şöyle dedi:

«Ali doğru söylüyorsa, Osman'ın katillerinden bizim için intikam alsın. Onlara kısas tatbik etsin. Çünkü Osman'ın katilleri, Ali'nin as­kerleri arasındadırlar.»

Heyet tekrar kalkıp Hz. Ali'nin yanma vardı.Durumu ona anlattık­larında Hz. Ali, şöyle dedi:

«Asiler, fitne konusunda Kur'ân'ı Osman'a karşı tevil ettiler. Bu yüzden bölünme ve parçalanma meydana geldi. O, halife iken ve haki­miyeti elinde tutmakta iken onu öldürdüler. Benim onlara karşı yapabi­leceğim bir şey yoktur.»

Heyet kalkıp Muaviye'nin yanma döndü. Hz. Ali'nin söylediklerini ona aktardılar. Muaviye de şöyle dedi:

«Eğer durum Ali'nin dediği gibiyse ona ne olmuş? Yönetim bizim dı­şımızda, şura yapılmaksızın ne bizden ne de burada bulunanlardan her­hangi birine verilmiş değildir. Yönetimi o eline geçirmiştir. Bu niye böy­le olsun?»

Heyet tekrar kalkıp Hz. Ali'nin yanma döndü. Ali de onlara şöyle de­di:

«İnsanlar, Muhacir ve Ensâr'la birliktedir. Bunlar, insanların yö­netim hususunda ve din işlerinde önde gelen şahsiyetleridir. Bunlar, benden hoşnud olmuş ve bana bey'at etmişlerdir. Ben, Muaviye gibi bu ümmete tahakküm eden, birliği bozan bir kimseye halifeliği devretmeyi helal saymam.»

Heyet, kalkıp Muaviye'nin yanma döndü. Muaviye, onlara şöyle de­di:

«Buradaki Muhacir ve Ensârî niye karıştınyar bu işe? Onlar, bu işe dahil olmamışlardır.»

Heyet kalkıp Hz.Ali'nin yanma döndü. Hz. Ali, onlara şöyle dedi:

«Bu iş, Bedir savaşma katılan kimselerin yetkisindedir. Başkaları­nın yetkesinde değildir. Yeryüzünde Bedir savaşma katılmış ne kadar adam varsa hepsi de benimle beraberdir. Bunlar bana bey'at etmişler ve benden hoşnut olmuşlardır. Dininiz ve nefisleriniz hususunda kimse si­zi aldatmasın.»

Rebiyülahır, cemaziyelevvvel ve cemaziyelahir ayları boyunca iki taraf arasında karşılıklı haberleşme devam etti. Bu esnada peşpeşe ku­ralar çekildi. İki taraf birbirine saldırmaya teşebbüs ediyorsa da kurra-lar aralarına girip savaşı önlemeye çalışıyorlardı.

Böylece savaş cereyan etmedi. Bu üç ay zarfinda seksenbeş defa kuetti. Sancağı Abdurrahman b. Halid b.Velid'e verdi. Sağ cenaha Habib b. Mesleme'yi, piyadelerin başına Yezid b. Zahr el-Enesî'yi, sol cenaha Abdullah b. Amr b. As'ı, piyadelerin başına Habis b.Sa'd et-Taf yi Şamh süvarilerin başına Dahhak b. Kays'ı, Şamlı piyadelerin başına Yezid b. Lebid b. Kürz el-Becelî'yi, Humuslu askerlerin başına Zilkila'yı, Filis­tinli askerlerin başına Mesleme b. Mahled'i komutan olarak tayin etti. Muaviye'nin kendisi de kalkıp askerlerine bir nutuk irad etti. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi: «Ey insanlar! Allah'a ye­min ederim ki, ben Şam'ı ancak itaatla ele geçirdim. Iraklılara karşı yaptığım savaşı da ancak sabırla kazandım. Hicaz halkana karşı lütuna muamele ettim. Siz şimdi savaşa hazırlandınız. Harekete geçtiniz ki, Şam'ı koruyup Irak'ı ele geçiresiniz. Karşı tarafta Irak'ı korumak ve Şam'ı ele geçirmek için harekete geçmiştir. Hayatıma yemin ederim ki, Iraklı adamlar, ne Şam'ı ne de Samdaki malları ele geçiremiyecektir. Şamlıların tecrübe ve basireti Iraklılarda yoktur. Karşı tarafın askerle­ri kendi ülkelerinden ve teçhizatlarından uzaktadırlar. Sizinse sizden başka takviyeniz yoktur. Askerleriniz hep buradadır. Karşı tarafı mağ-lub edecek olursanız ancak dostluk ve yumuşak huylulukla mağlup edersiniz. Onlar, sizi mağlub edecek olurlarsa son nefesinize kadar he­pinizi öldürdükten sonra mağlub edebilirler. Bunlar, Iraklıların hile ve tuzaklanyla karşınıza çıkacaklardır. Yemenlilerin yumuşak huylulu-ğu, Hicazlıların basireti ve Mısırlıların katılığı ile karşınıza çıkacaklar­dır. Bugün muzaffer olan yarın da muzaffer olacaktır. «Musa, milletine: Allah'tan yardım dileyin ve sabredin, dedi.»

Hz. Ali de Muaviye'nin bu konuşmasını duyduğunda kalkıp taraf­tarlarına bir nutuk irad etti, onları cihada teşvik etti. Şamlılara nisbetle kendilerinin daha sabırlı ve cesaretli olduklarını söyleyerek onları met­hetti.

Cabir el-Cufî, Cafer el-Bakır ile Zeyd b. Enes ve diğerlerinin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: Ali, 150.000 Iraklı ile ilerledi. Muaviye de bir o kadar Şamlı ile ilerledi.

Ibn Dizil'in kendi kitabında anlattığına göre Hz. Ali, 100.000 veya daha fazla sayıda Irak askerleriyle birlikte ilerledi.Muaviye ise, 130.000 Şamlı askerler ile ilerledi. Şamlılardan bir grup asker, cephe­den firar etmek üzere sözleştiler. Sarıklarla birbirlerine bağlandılar. Bunlar beş saftılar. Beraberinde altı saf daha vardı. Iraklılarda bu seki­de on bir saf oluşturdular. Safer ayının ilk günü olan çarşamba gününde bu şekilde birbirlerine bağlı olarak karşı karşıya geldiler. O gün Iraklı­ların savaş komutam Ester en-Nehaî, Şamlıların savaş komutanı ise Habib b. Mesleme idi. O günde şiddetli bir şekilde çarpıştılar. Sonra ak­şama doğru geri döndüler. İki taraf birbirlerine denk kuvvetlerle çarpış­tığı için berabere kalmışlardı.

Ertesi gün yani perşembe günü sabahladıklarında Iraklıların savaş komutanı Haşim b.Utbe, Şamlıların savaş komutanı ise Ebu Aver es-Sülemî idi. Bunlar, şiddetli bir şekilde çarpışmaya başladılar. Atlar at­ların üzerine, adamlar adamların üzerine, süvariler de süvarilerin üze­rine saldırdılar. Sonra akşama doğru geri döndüler. Yine iki taraftan bi­ri diğerini mağlub edememiş, berabere kalmışlardı.

Üçüncü günü yani cuma gününde Ammar b. Yasir, Iraklıların, Amr b. As da Şamlılar'm komutanlarıydı. Her iki tarafta şiddetli bir şekilde çarpışmaya başladılar. Ammar, Amr b.As'a karşı hücuma geçerek onu bulunduğu yerden gerilemek mecburiyetinde bıraktı. Ziyad b. Nadr el-Harisî ortaya çıktı. Ammar ile anne bir kardeştiler. Birbirlerini tanıyın­ca her biri kendi tarafına geri döndü. Akşama doğru iki taraf da silahla­rını bıraktılar. Berabere kalmışlardı.

Savaşın dördüncü günü yani cumartesi gününde Muhammed b. Ali (İbn Hanefi'ye) büyük bir toplulukla ortaya çıktı. Karşısına Şamlılar­dan Ubeydullah b. Ömer çıktı. İki tarf şiddetli bir şekilde çarpışmaya başladılar. Ubeydullah b.Ömer, mübareze için ortaya çıktı. İbn Hanefi-ye'nin kendisiyle mübareze yapmak üzere ortaya çıkmasını istedi. Bir­birlerine yaklaştıklarında Hz. Ali: «Mübareze yapacak olan kimdir? di­ye sorunca: «Oğlun Muhammed ile Ubeydullah mübareze yapacaklar.» dediler. Bunun üzeine Hz. Ali, bineğini harekete geçirdi ve oğlu Mu-hammed'e geri durmasını emretti. Kendisi, Ubeydullah'm karşısına çı­kıp şöyle dedi:

- Bana doğru yaklaş.

- Seninle mübareze yapmaya ihtiyacım yok.

- Hayır ihtiyacın vardır

- Hayır.

Bunun üzerine Hz. Ali, geri çekildi. İki tarafta o gün birbirlerine ilişmediler.

Beşinci günde yani pazar gününde Iraklıların komutanı Abdullah b. Abbas'tı. Ebu Mihnef in anlatıldığına göre Şamlıların komutanı olan Velid, îbn Abbas'a laf atarak şöyle diyordu:

- Halifenizi öldürdünüz, ama maksadınıza eremediniz. Yemin ederim ki, size karşı Allah bizim yardımcımızdır.

- Yüreğin yetiyorsa karşıma çık da seninle başbaşa vuruşalım. Ve­lid, İbn Abbas'm karşısına çıkmadı. Anlatıldığına göre İbn Abbas, o gün bizzat şiddetli bir şekilde savaşmıştır.

Altıncı günde yani pazartesi gününde Iraklıların komutanı Kays b. Sa'd, Şamlıların komutanı da İbn Zilkila' olarak iki taraf karşı karşıya geldiler. Şiddetice savaştılar. Birbirlerine denk kuvvetlerle savaştıkla­rı için berabere kaldılar, sonra geri döndüler.

Yedinci günde yani salı gününde Iraklıların komutanı Ester en-Nehaî, Şamlıların komutanı da Habib b.Mesleme olarak iki taraf karşı karşıya geldiler. Yine şiddetlice çarpışmaya başladılar. Ancak bütün bu günler boyunca iki tarftan biri, diğerini yenemedi.

Ebu mihnef in rivayetine göre o gün Hz. Ali: «Bunlara topluca hücum etmekiçinne zamana kadar bekleyeceğiz?» demiş ve çarşamba günü akşa­mı ikindiden sonra kalkıp askerlerine hitaben şöyle bir konuşma yapmıştı:

«İstemediği bir iş yapılamayan, verdiği hüküm bozulamayan Al­lah'a hamd olsun. Allah dileseydi, mahlukatmdan iki kişi arasında bile anlaşmazlık çıkmaz, ümmet arasında ihtilaf olmaz, faziletleri az olan­lar, kendilerinden daha faziletlilerin faziletini inkar etmezdi. Mukad­derat bizi de bunları da bu işe sürüklemiş bulunuyor. Rabbimiz, bizi hem görüyor hem işitiyor. Dilerse intikamım çabuklaştırır, zalimin ya­lanını ortaya koyar, hak da nereye varacağını bilirdi. Ancak O, dünyayı amel yurdu, ahireti de ebedi kalınacak bir yer kılmıştır: «O, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırsın. Güzel davrananları da güzellikle mükafatlandırsın.» (en-Necm, 3i.)

Bilesiniz ki, siz yarın en güçlü bir kavim olacaksınız. Bu geceyi na­maz kılarak, Kur'ân okuyarak ve Allah'tan yardım ve sabır ihsan etme­sini dileyerek geçirin. Yarın onları ciddiyetle karşılayın. Bu amelleri­nizde de sadık ve samimi olun.»

Bunun üzerine Hz. Ali'nin askerleri, kılıçlarına, oklarına ve mız­raklarına bakıyor ve şöyle diyorlardı:

«Ümmet acaip ve büyük bir işle sabahı karşılayacak. Yarın yönetim ve hükümranlık, galip gelenin eline geçecek. Ben gerçekten yalan olmayan doğru sözler söyledim. Yarın Arapların ileri gelenleri helak olacak.»

Sabah olunca Hz. Ali, askerlerini kendi uygun gördüğü şekilde tabi­ye etti. Muaviye de askerlerini dilediği şekilde mevzilendirdi. Hz. Ali, Iraklı her kabilenin, Şam'daki akrabası bulunan kabilelere karşı dur­malarını, onlarla savaşmalarını emretti. Böylece iki taraf şiddetlice sa­vaşmaya başladılar. Kimse kimseden kaçmıyor ama kimse de kimseyi mağlub edemiyordu. Akşama doğru iki taraf silahlan bırakarak geri çe­kildiler. Sabahleyin Hz. Ali, fecir namazını şafakın ilk anında kıldı ve erkenden savaş başladı. Sonra Şamlılar da ona karşı çıkıp savaşmaya başladılar. îbn Mihnef in, Zeyd b. Vehb'den yaptığı rivayete göre Hz. Ali, o esnada şöyle dua etmiştir:

«Ey korunmuş ve muhafaza edilmiş olan tavanın (semanın) Rabbi olan Allah'ım! Sen, semayı gündüz ve gece için bir tavan kıldın. Ve bu se­mada güneşin, ayın yörüngelerini yarattın. Yıldızların menzillerini var ettin ve semada bir melekler topluluğu yarattın ki, onlar ibadet etmekten usanmazlar. Ey mahlukat için, insanlar, haşereler ve hayvanlar için karargah kılman yerin Rabbi Allah'ım! Sen yeryüzünü gördüğü­müz ve görmediğimiz, sayılamayacak derecedeki büyük yaratıkların için yerleşme zemini kıldın. Ey denizlerde insanların yararına olarak akıp giden gemilerin Rabbi olan Allah'ım! İnsanların emrine verilen se­ma ile yer arasındaki bulutların Rabbi olan Allah'ım! Dünyayı kuşatan kaynamış denizlerin Rabbi, yeryüzü için çivi, mahlukat için de yararla­nılacak birşey olarak yarattığın dağların Rabbi olan Allah'ım!

Eğer bizi düşmanlarımıza karşı galip kılarsan, bizi taşkınlıktan, bozgunculuktan uzaklaştır ve hakka yönelt. Eğer düşmanlarımızı bize galib kılarsan şehidliği bana nasib et. Kalan arkadaşlarımı da fitneden uzak tut.»

Hz. Ali, bu duasından sonra ilerledi. Kendisi ordunun merkezindey-di. Medineliler arasındaydı. Sağ cenahta o gün Abdullah b. Büdeyl, sol cenahta Abdullah b. Abbas, kurralar üzerinde Ammar b.Yasir ile Kays b. Sa'd komutan olarak bulunuyorlardı. Her kabile, kendi bayrağınının altında ilerliyordu. Hz. Ali, bunları düşmana karşı ileri sürdü.

Muaviye de ilerledi. Şamlılar kendisine ölüm üzerine bey'at etmiş­lerdi. İki taraf korkunç bir ortamda ve büyük bir hadisede karşı karşıya gelmişlerdi. Hz. Ali, ordusunun sağ cenah komutanı Abdullah b. Bü­deyl, Şamlıların Habib b.Mesleme komutasındaki sol cenahlarına sal­dırdı. Onu zor durumda bıraktı. Nihayet o da merkeze doğru geriledi. Merkezde Muaviye bulunuyordu. Abdullah b.Büdeyl, dikilip askerleri­ne bir nutuk irad etti. Onları çarpışmaya, sabır ve cihada teşvik etti. Mü'minlerin emiri Hz. Ali de askerlerini sabır, sebat ve cihada rağbet ettirip Şamlılarla savaşmaya teşvik etti. Her komutan kendi adamları­na nutuk irad ederek onları savaşa teşvik ediyor, Kur'ân-ı Kerim'in mü­teferrik yerlerinden savaş ayetlerini okuyorlardı. Bu ayetlerden biri de şuydu:

«Doğrusu Allah, kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi, sıra ha­linde savaşanları sever.»(es-Saff, 4.)

Ayrıca Hz.Ali, kendi taraftarlarına şu öğüdü vermişti:

«Aranızda zırhlı.olanları öne geçirin. Zırhsız ve miğfersiz olanları da arkaya çekin. Çarpışmalarda dişlerinizi sıkın. Böylece kılıç darbeleri­nin tepenize inmesini önlersiniz. Sağa sola yayılın. Böylece kendinizi mızraklardan daha iyi korursunuz. Savaşırken önünüze bakın. Çünkü böyle yapmak, kalplerin sükun bulması ve sebatı için daha etkilidir. Sa­kın bağırıp çağırmayasınız. Seslerinizi kesin. Çünkü bu, yenilgiyi daha çabuk uzaklaştırır. Böyle yapmak, inşam daha. ağır başlı kılar. Sancak­larınıza dikkat edin. Onları yana yatırmayın. Sakın elinizden bırakma­yın ve yalnız cesur olanlarınızın eline verin.»

Tarih âlimlerinin ve diğerlerinin anlattıklarına göre Sıffîn savaşındâ Hz.Ali, bizzat savaş alanında çarpışmış, çok sayıda adam öldürmüş­tür. Bazılarının naklettiklerine göre o, bu savaşta 500 kişi öldürmüştü. Öldürdüğü adamlardan biri de Küreyb b.Sabbah'tı. Bu adam, Iraklılar­dan dört kişiyi öldürmüş, bunların cesetlerini ayaklarının altına aldık­tan sonra: «Benimle vuruşacak kimse yok mu?» diye seslenmiş. Hz. Ali, onun karşısına çıkmış, ikisi bir saat savaş alanında vuruştuktan sonra Hz. Ali, ona bir darbe vurarak öldürmüş, sonra Hz. Ali: «Benimle vuru­şacak kimse yok mu?» diye seslenmiş, karşısına Haris b. Vedaa el-Himyerî çıkmış. Hz. Ali, onu da öldürmüş, sonra Rüvvad b. Haris el-Kilaî onun karşısına çıkmış. Hz. Ali, onu da öldürmüştü. Bu defa karşı­sına Muta' b. Muttalib el-Kaysî çıkmış, Hz. Ali, onu da öldürdükten son­ra şu ayet-i kerimeyi okumuştu: «Hürmetler karşılıklıdır.» (ei-Bakara, 194.)

Ruvvad'ı da öldürdükten sonra Hz. Ali, şöyle seslenmişti: «Ey Mua-viye, sen karşıma çık, Araplar benimle senin aranda yok olup gitmesin­ler, telef olmasınlar.» Hz. Ali'nin bu çağrısı üzerine Amr b. As, Muavi-ye'ye: «Haydi fırsatı değerlendir. Şu dört adamı öldürdüğü için Ali artık yorulmuştur.» deyince Muaviye, ona şu karşılığı verdi:

«Vallahi biliyorsun ki Ali, asla yenilmez. Sen benden sonra halifeliği ele geçirmek amacıyla öldürülmemi istiyorsun. Haydi çek git buradan. Benim gibi birini hiç kimse aldatamaz ve tuzağa düşüremez.» Anlatıldı­ğına göre Sıffîn savaşı esnasında günlerden bir gün Hz. Ali, Amr b. As'a bir mızrak fırlatarak onu yere düşürmüş, Amr'm arkası açılınca Hz.Ali, onu bırakıp geri dönmüştü. Arkadaşları kendisine şöyle sormuşlardı:

- Ey müminlerin emin! Sana en oldu ki Amr'ı bırakıp geri döndün?

- Neler olduğunu biliyor musunuz?

- Hayır.

- Amr b.As, arkasını bana döndü. Arka tarafı açıldı ve akraba oldu­ğumuzu, kendisine acımamı söyledi. Ben de kendisini bırakıp geri dön­düm.»

Öte yandan Amr b.As, Muaviye'nin yanma döndüğünde Muaviye, ona şöyle dedi:

- Allah'a ve arkana dua et ki kurtuldun.

İbrahim b. Hüseyin b. Dizil, Nümeyr el-Ensârf nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: «Allah'a yemin ederim ki, Sıöîn savaşında Ali'nin kendi arkadaşlarına şöyle dediğini işittim:

«Allah'ın gazabından korkmuyor musunuz? Bu savaş ne zamana kadar sürecek?» Böyle dedikten sonra kıbleye dönüp dua etmeye başla-dı.Allah'a yemin ederim ki, Sıffîn savaşındaki kadar Hz. Ali gibi bir baş­ka komutanın savaştığını işitmedik.

İstatistikçilerin anlattıklarına göre bu savaşta Hz. Ali, 500'den faz­la adam öldürmüştür. Savaş alanına çıkıp savaşıyor, kılıçla adam öldü­rüyor ve kılıcı eğrilinceye kadar çarpışmaya devam ediyordu. Sonra gelip: «Allah'tan ve sizden özür diliyorum. Ben eğilen bu kılıcımı atmak is­tedim. Ancak Rasûlullah (s.a.v.)'ın: «Zülfıkardan başka kılıç yoktur. Ali'den başka yiğit yoktur." dediğini işittiğim için bu kılıcı atamadım.» diyor ve kılıcını alıp düzelttikten sonra tekrar savaş alanına dönüyordu. Bu rivayetin senedi zayıftır ve burada anlatılanlar münkerdir. İbn Lüheya, Rebia b. Lakit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Sıffîn savaşında Ali ve Muaviye ile beraberdik. Semadan üzerimi­ze taze kan yağdı. Öyle ki insanlar bu kam kaplara doldurdular. Kaplar dolup taştı. Biz de döküyorduk.»

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Abdullah b. Büdeyl, Habib b. Mesleme komutasındaki Şam ordusunun sol cehanını dağıttı. Bu kısım­daki askerler, ordu merkezine doğru geri çekilmeye başladılar. Muavi­ye de bahadır ve kahramanlarına saldırı için Habib'e yardımcı olmaları­nı emr etti. Habib'e de haber göndererek Abdullah b. Büdeyl'e saldırma­sı için emir verdi. Bunun üzerine Habib, beraberindeki yiğitlerle Irak ordusunun sağ cenahına saldırdı. Onları bulundukları yerden geri çe­kilmek mecburiyetinde bıraktı. Bu saldırı üzerine Iraklı askerler, emir­lerinin etrafından çekilip uzaklaşmışlar ve emirlerinin yanında ancak 300 kadar asker kalmıştı. Diğer Iraklılar geri dönmüşlerdi. Hz. Ali'nin yanında bu kabilelerden sadece Mekkeliler kalmıştı M, onların başında da Sehl b. Hanif komutan olarak bulunuyordu. Rebia, Hz. Ali'nin yanın­da durup sebat etmişti.

Şamlılar Hz. Ali'ye yaklaşmışlar, öyleki okları ona yetişiyordu. Emevilerin kölelerinden biri, Hz. Ali'ye hücum ederek yaklaştı. Hz. Ali'nin kölelerinden biri ona karşı taarruza geçti. Ancak Emevilerin kö­lesi, Hz. Ali'nin kölesini öldürdü ve Hz. Ali'ye doğru ilerlemeye başladı. Onu öldürmek istiyordu. Yanına ulaşan köleyi Hz. Ali, eliyle tutup ha­vaya kaldırdı, sonra yere fırlattı ve omuzu ile pazusunu kırdı. Sonra da Hz. Ali'nin oğulları Hüseyn ile Muhammed, kılıçlarını çekip bu köleyi öldürdüler. Hz. Ali, yambaşmda duran oğlu Hasan'a şöyle dedi:

- Sen de şu kardeşlerin gibi saldırsaydm ya.

- Ey mü'minlerin emin, onlar benim görevimi yaptılar. Benim sal­dırmama gerek kalmadı.

Şamlılar, Hz.AH'ye doğru hızla geliyorlardı. Hz. Ali ise, onlardan uzaklaşıyordu. Kaçmıyor, ama normal bir yürüyüşle gidiyordu. Oğlu Hasan, ona şöyle dedi:

- Babacığım, bir az daha hızlı yürüyemez misin?

- Ey oğulcuğum, senin babanın belli bir eceli vardır. O ecelin ötesi­ne gidemez ve ecelinden önce de ölmez. Koşup gitmekle ecelimi erteleye-mem. Ağır yürümekle de ecelimi çabuklaştıramam. Yemin ederim ki ba­ban, ölümün üzerine de düşse veya ölüm kendisinin üzerine düşse hiç önemsemez.

Sonra Hz.Ali, kendi askerlerinden kaçanları yakalayıp geri getir­mesi için Ester en-Nehafye emir verdi.O da harekete geçti, hızla ilerle­yip firar eden askerleri yakaladı.Onları azarlayıp kınadı. Kabileleri ve bahadır askerleri, Şamlıların üzerine hücum etmek için teşvik etti. Bir grup ona tabi oluyor, başka bir grup ise kaçmalarına devam ediyorlardı. Kaçan askerleri takibe ve onları savaşa teşvik etmeye devam etti. Niha­yet etrafında büyük bir topluluk meydana geldi. Ester, hangi kabileyle karşılaşıyorsa mutlaka onu keşfediyor, hangi kaçan toplulukla karşıla­şıyorsa onu tekrar cepheye geri çağırıyordu. Nihayet sağ cenah komuta­nı Abdullah b.BüdeyPin yanına vardı. Abdullah'ın çevresinde 300 kadar yerlerinde sebat etmiş asker vardı. Bunlar, emirü'1-mü'minin Ali'nin durumunu sordular ve dönüp etrafında toplandılar. Böylece Hz. Ali, on­ları cepheye sürdü. Vakit ikindiyle akşam arası idi.

Abdullah b. Büdeyl, Şamlılara karşı hücuma geçmek istedi. Ester, yerinde durmasını, yerinde durup sebat etmesinin daha hayırlı olacağı­nı söyledi. Ancak Abdullah b. Büdeyl, onun bu tavsiyesine uymadı. Mu-aviye tarafina saldırdı. Muaviye'ye yaklaşınca onun, elinde iki kılıç ola­rak arkadaşlarının önünde durmakta olduğunu gördü. Etrafında da dağlar misali birlikler vardı. Abdullah b.Büdeyl, Muaviye'ye yaklaşın­ca Şamlılardan bir grup ona doğru ilerlediler. Yakalayıp öldürdüler. Ab­dullah'ın arkadaşları da yenik düşmüş ve çokları da yaralanmış olarak kaçıp geri döndüler. Abdullah'ın arkadaşları hezimete uğrayıp geri ka­çınca Muaviye, kendi adamlarma:«Hele şunların komutanlarına ba­kın.» dedi. Onlar da gidip baktılar. Ancak Abdullah b. Büdeyl'i tanıya­madılar. Muaviye, oraya vardığında onun Abdullah b. Büdeyl olduğunu anlayınca şöyle dedi:

«Vallahi bu durum, tıpkı şair Hatem et-Taf nin anlattığına benzi­yor:

«Ey savaşın kardeşi! Eğer savaş onu ısınrsa o da savaşı ısırır.

Eğer savaş, bir gün ona karşı paçaları sıvarsa o da paçalarını sıvar.

Ölümle karşılaştığı zaman gayrete gelir.

Yavrulu aslan da başa geçtiğinde yavrularını korur.

Tıpkı Hezber aslanı gibi, o, ırzını korur.

Ölüm ona mızrağını fırlattı ve vücudundan kan damladı.»

Sonra Ester en-Nehaî, yanındaki firarilerle birlikte Şamlıların üze­rine saldırdı. Kuvvetli bir saldırıda bulunarak cepheden asla kaçmama-ya söz vermiş olan Şamlı askerlerin beş safini yararak Muaviye'nin ya­nında duran beşinci safa ulaştı. Ester, o esnada korkunç bir manzara gördüğünü ve hemen hemen kaçmak üzere olduğunu, fakat cahiliye devri şairlerinden ve Ensar kabilesinden olan İbn Etnabe'nin şu sözü yüzünden yerinde sebat ettiğini ifade etmiştir:

«İffetim, belam, gayretli ve ciddiyetli yiğide karşı hücuma geçişim, malımı zorluklara karşı sarfedişim, kerem sahibi kişinin kafasına vu­ruşum ve yüreğim hopladığmda kendisinin de yüreği hopladığında be­nim şu sözüm cepheden kaçmama engel oldu:

«Yerinde dur. Ya övülürsün ya da (ölerek) rahatım bulursun.» İşte bu söz, o esnada cepheden kaçmama engel oldu. Orada sebat etmeme ve­sile oldu.

İbn Dizü'in kitabında rivayet ettiğine göre Iraklılar, hep birlikte ay­nı anda saldırıya geçmişler ve Şamlıların bir tek safını dahi ortada bı­rakmamışlardır. Nihayet Muaviye'ye yaklaşmışlardı ki, o da kaçıp kur­tulmak için atının getirilmesini istemiştir. O esnadaki durumunu Mua­viye, şöyle dile getirmiştir:

«Ayağımı atımın üzengisine koyduğum ve kaçmaya hazırlandığım esnada Amr b. Atnabe'nin şu beyitleri gözlerimin önüne geldi:

«İffetim, belam, bol paralar vererek Hanne'yi ele geçirişim, zorluk­lara karşı malımı verişim, gayretli ve tedbirli yiğidin başını vuruşum ve yüreğim her hopladığında şu sözüm bana engel oldu:«Yerinde dur. Ya övülürsün ya da (ölerek) rahatını bulursun.»

Muaviye, yerinde sebat etti ve Amr b. As'a bakıp şöyle dedi:

- Bu gün sabır, yarın da övünç vardır.

- Doğru söyledin.

- Ben, ahiretin hayır ve iyiliğini elde edeceğimi umuyordum. Ama dünyanın hayır ve iyiliğini elde ettim.

Muaviye, Hz. Ali'nin süvari komutanı Halid b. Mutemer'e:«Başmda bulunduğun birliğinle bana katıl. Sana Irak valiliğini vereyim.» şeklin­de haber gönderdi. Halid, Irak valiliğine tamahlanarak Muaviye'ye tabi oldu. Muaviye, yönetimi ele geçirdiğinde Halid'i Irak'a vali olarak atadı. Ancak Halid, oraya ulaşamadı. Allah ona rahmet etsin.

Sonra Hz. Ali, sağ cenahtaki askerlerin toplandıklarını görünce di­ğerlerine dönerek bir kısmını kınadı, sonra da askerleri savaşa teşvik edip sebat etmelerini söyledi. Iraklılar daha sonra ricat ettiler, topar­landılar, tekrar savaşa başladılar. Şamlılara saldırdılar. Safları arasın­da saldırıya geçip vuruştular. Bahadır ve yiğitler karşı karşıya gelip vu­ruştular, îki tarafın da önde elen şahsiyetlerinden çok sayıda insan öl­dürüldü. İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun.

O gün Şamlılar tarafında bulunup da öldürülenler arasında Hz.Ömer'in oğlu Ubeydullah da vardı. Onu Iraklılardan kimin öldürdü­ğü hususunda ihtilaf edilmiştir. Katili belli değildir.

İbrahim b. Hüseyin b. Dizil'in anlattığına göre Ubeydullah, o günde savaş komutanı olarak meydana çıktığında zevceleri Esma binti Utarit b. Hacib b. et-Temimî ile Bahriye binti Hani b.Kabise eş-Şeybanî'yi de beraberinde getirmişti. Bunlar develeri üzerinde onun arkasında dur­muşlar, onun kahramanlığım ve nasıl savaştığını görmek istemişlerdi.

Irak ordusundan Kûfeli Ziyad b. Hafsa et-Temimî komutasındaki Rebia kabilesi, hep birlikte ona saldırdılar. Adamları etrafından kaçtıktan sonra onu öldürdüler. Onu öldüren Rebia kabiseninin adamları da ora­ya inip komutanları Ziyad için çadır kurdular. İpin ucunu, öldürdükleri Ubeydullah'm ayağına bağladılar. Sonra Ubeydullah'm zevceleri gelip feryadü figan ettiler. Üzerinde durup ağladılar. Zevcelerinden Bahriye, komutan Ziyad'a gidip ricada bulundu. O da Ubeydullah'm zevcelerinin hatırına ölüyü kendilerine teslim etti. Ubeydullah'm cenazesini alıp mahfelerine koyarak beraberinde götürdüler. O gün Ubeydullahla bir­likte Zülkila da öldürülmüştü.

Şa'bî dedi ki: Hz. Ömer'in oğlu Ubeydullah'm öldürülmesiyle ilgili olarak Ka'b b. Ca'l et-Tağlibî şu şiiri söylemiştir:

«Bilesiniz ki gözler, Sıffîn savaşında kendisi dururken atı kaçıp gi­den bir süvariye ağlarlar.

Vail kabilesi, kılıçlarının adlarını değiştiriyor.

Eğer ölüm ona isabet etmeseydi o, namlı bir bahadır olacaktı.

Ölüm yere yatırdığı Ubeydullah'a meyletti.

Böylece onun kanı aktı, damarları kan fışkırttı.

Kan cereyanı ve fışkırması onun üzerine çöktü ve onu kapladı, her tarafı kan içinde kaldı.

Gömleğin yakasının sivri uçları gibi kanlar parlıyordu.

Muhammed'in amcası oğlunun etrafında Ölüm esnasında şerefli ve menkıbe sahibi kimseler sabrettiler.

Onun yanından ayrılmadılar. Nihayet Allah, onların sabrını gördü. Neticede eller üzerinde mushaflan görüldü. »

Başka birisi, bu şiire şu beyti eklemiştir:

«Ey Muaviye! Gerekçesiz olarak ayaklanma ve hücuma geçme. Bu günden sonra sen alçaklıkla tanınacaksın.» [17]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/358.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/358.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/358-359.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/359.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/359.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/359.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/360-365.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/365-369.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/370-371.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/371-377.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/377-397.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/399.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/399-402.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/402-405.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/405-409.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/409-416.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/416-430.