Hz. Hüseyin'in Öldürülüşü. 2

Sabah olunca Havla, Hz. Hüseyin'in kesik başını alıp ibn Ziyada go- 23

Bunu duyan Yezid, Yahya'nın göğsüne vurarak "Sus!" diye emretti.». 25

Fasıl 33

Hz. Hüseyin'in Mezarı 38

Hz. Hüseyin'in Başı 38

Hz. Hüseyin'in Faziletleri 39

Hz. Hüseyin'e Ait Bazı Şiirler. 43


Hz. Hüseyin'in Öldürülüşü

 

Biz bu konuyu siyer imamlarının görüşlerinden istifade ederek an­latacağız. Yalancı Şiilerin iddialarına itibar etmeyeceğiz.

Ebu Mihnef, Abdullah b. Süleym ile Münir b. Müşmail el-Esedî'nin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Hüseyin yola çıktı. Şeref mıntıkası­na varıp konakladığında seher vakti azatlılarına (kendisiyle birlikte olan gençlere): "Bol miktarda su alıp saklayın." diye emir verdi. Sonra yoluna devam etti, günün ortasında arkadaşlarından birisi tekbir geti­rince ona: "Neden tekbir getirdin?" diye sordu: Adam: "Hurma ağaçları­nı gördüm." diye karşılık verdi. Fakat Esedoğullarından iki kişi: "Bu bölgede kesinlikle hurma ağacı yok." dediler. Bu sefer Hüseyin onlara: "Peki sizce bu nedir" diye sorunca bu iki adam: "Gelen atlılardan başka birşey olduğunu sanmıyoruz. İşte atlılar geldi." diye cevap verdiler. Hz. Hüseyin kendilerine: "Ben de aynı şey olduğunu sanıyorum." dedikten sonra: "Kendisine sığınıp arkamıza alacağımız ve gelenlere karşı tek bir istikamette duracağımız bir sığınak yok mudur?" diye sorduğunda o iki kişi: "Öyle bir yer vardır." dediler ve şöyle dediler: "İşte Zuhism denilen yer yan tarafmdadır. Sola doğru oraya gidersin. Eğer bunlardan önce oraya varacak olursan, orası tam istediğin gibi bir yerdir." Hz. Hüseyin oraya doğru gitti oraya varınca çadırların kurulmasını emretti. Karşı tarafın adamları da Hür b. Yezid et-Temimî komutasında geldiler. 1000 süvari idiler. Bunlar İbn Ziyad'm gönderdiği askeri birliğin Öncüleri idi­ler. Bunlar öğle vakti gelip Hüseyin'in karşısında durdular. Hüseyin ve arkadaşları sarıklarını sarmış, kılıçlarım kuşanmışlardı. Arkadaşları­na kana kana su içmelerini ve atlarına içirmelerini, aynı zamanda düşmanlarına da su vermelerini emretti. Kendisi de diğerleri de kana kana suyu içtiler.

Anlatıldığına göre öğle vakti girdiğinde Hz. Hüseyin, Haccac b. Mes-ruk el-Cûfî'ye emir verdi. Haccac ezan okudu. Sonra Hz. Hüseyin, bir izar ve ridaya bürünmüş, bir çift ayakkabı giymiş olarak ortaya çıktı, ar­kadaşlarına ve düşmanlarına konuşma yaptı. Irak'a geliş sebeplerini anlattı. Kûfelilerin imamları olmadığına, kendisinin oraya gelmesi ha­linde kendisine be/at edeceklerine ve onunla omuz omuza savaşacakla­rına dair mektuplar yazmış olduklarını söyledi. Sonra namaz kılındı. Hz. Hüseyin, Ubeydullah b. Ziyad tarafından gönderilen askerlerin ko­mutanı Hürr'e şöyle sordu:

- Arkadaşlarına namaz kıldırmak istiyor musun?

- Hayır, sen kıldır. Biz de sana tabi oluruz.

Hz. Hüseyin, onlara namaz kıldırdı. Sonra kendi çadırına giderek arkadaşlarıyla toplantı yaptı. Hür de kendi askerlerinin başına gitti, iki taraf tetikte durmaktaydılar. İkindi vakti olunca Hz. Hüseyin, onlara namaz kıldırdı. Namazı tamamladıktan sonra onlara hutbe irad etti. Enirini dinlemeleri, kendisine itaat etmeleri ve kendilerine zulümle muamele eden yöneticileri başlarından kovmaları için teşvikte bulun­du. Hür, ona şöyle dedi: "Bu mektupların ne olduğunu, bunları kimlerin yazdığını bilmiyoruz." dedi. Hz. Hüseyin de mektup dolu iki çuvalı orta­ya koydu, mektupları Hür'ün önüne boşalttı. Bunlardan bir kısmını okudu. Hür, ona şöyle dedi:

- Biz bu mektupları sana yazanlardan değiliz. Yalnız bize emir ve­rildi; seninle karşılaştığımız takdirde seni Ubeydullah b. Ziyad'a götü-rünceye kadar senden ayrılmayacağız, peşini bırakmayacağız.

- Oraya gitmektense ölüm daha iyidir.

Böyle dedikten sonra Hüseyin, kendi arkadaşlarına: "Bineklerinize binin." diye emir verdi. Onlar ve kadınları bineklerine bindiler. Oradan ayrılmak istedikleri zaman Hür ve adamları, ayrılmalarına mani oldu­lar. Hz, Hüseyin Hür're şöyle dedi:

- Anan seni kaybetsin, ne yapmak istiyorsun?

- Vallahi bu sözü senin bu halinde iken başka bir Arap söylemiş ol­saydı ona misillemede bulunurdum, onun anasını da bırakmazdım. Ama senin anan hakkında yapabileceğimiz ve söyleyebileceğimiz bir-§ey yok. Elden geldiğince onu en güzel bir şekilde anmakla yükümlü­müz. Ba taraf karşılıklı söz düellosunda bulundular, nihayet Hür, Hüse-yi^'e şöyle dedi:

 Ben seninle savaşmakla emroİunmadım, ancak seni Kûfe'ye ibn 'a götürünceye kadar peşini bırakmamakla emrolundum. Eğer e'ye gelmeye razı olmuyorsan başka bir yol tut, ancak o yol seni ne e'y  getirsin, ne de Medine'ye götürsün. Sen Yezid'e bir mektup yaz.

Ben de Ibn Ziyad'a yazayım, istiyorsan böyle yapalım. Belki Cenâb-ı Al­lah, beni, senin belandan kurtaracak bir yol ortaya koyar.

Hz. Hüseyin, Azip ve Kadisiye yolunu tutarak sol tarafa yöneldi Hür b. Yezid de onun yanı sıra gitmekteydi. Ona şöyle diyordu:

- Ey Hüseyin! Allah aşkına kendine zarar verme. Eğer savaşırsan öldürüleceğine şahitlik ederim. Öldürülürsen bence helak olursun.

- Sen, beni ölümle mi korkutup tehdit ediyorsun? Ama ben Evs'in kardeşinin amcası oğluna -Rasûlullah'a yardıma giderken karşılaşma­sı esnasında- söylediğini söylüyorum. Amcasıoğlu ona: "Nereye gidiyor­sun, sen öldürüleceksin." deyince, Evs'in kardeşi şöyle cevap vermişti: "Yoluma devam edeceğim. Yiğit kimseler hayır niyet edip Müslüman olarak cihad ederlerse, ölümden dolayı ayıplanamaz. Bunlar salih kim­selere iyi davranır ve bizzat iyilikte bulunurlar. Yaşadıkları sürece kor­kudan azade yaşar ve korkuyu yere fırlatırlar."

Bu şiir, başka bir şekilde de nakledilmiştir şöyle ki: "Yoluma devam edeceğim, yiğit kimseler, hayır niyet edip suçlular­la buluşmazlarsa ölüm onlar için ayıp olmaz. Yaşarsam kınanmam, ölürsem pişman olmam, ama zelil olmam ve burnumun yere sürülmesi için Ölüm sana yeter." Hür bu sözleri duyunca Hüseyin'den uzaklaştı. Arkadaşlarıyla birlikte ondan uzakta olarak yollarına devam etti. Ni­hayet Azıbulhecenat mevkiine vardılar. Orada binekleri üzerinde Kûfe'den gelmekte olan dört kişiyle karşılaştılar. Bunların yanında Na-fî b. Hilaî'in el-Kamil adındaki atı da vardı. Bunlar Hüseyin'le görüş­mek için Tarmah b. Adi'nin kılavuzluğunda Kûfe'den gelmişlerdi. Tar-mah bir ata binmiş olup, şu şiiri okumakta idi:

"Ey bineğim, ürkütmemden korkma,

Fecrin doğuşundan önce süvarilerin en hayırlıları ve yolculuğun en hayırlısı ile menzile varmak için paçaları sıva.

Ki güzel ahlaklı biri ile süslenesin. O şereflidir, hürdür. Göğsü ve kalbi geniştir. Allah, onu en hayırlı bir iş için getirmiştir.

Onun namı kıyamete kadar sürecektir."

Hür, gelen adamların Hüseyin'in yanma gitmelerine müsaade et­medi, ancak Hz. Hüseyin onu böyle yapmaktan men etti. Kûfe'den ge­lenler Hüseyin'in yanma vardıklarında Hz. Hüseyin onlara şöyle dedi: "Geride bıraktığınız adamların durumunu bana haber verin." Gelen dört Kûfeli'den Mücemma b. Abdullah el-Amirî, şöyle cevap verdi:

"Halkın eşrafı sana karşı birleşmiştir. Çünkü onlara rüşvet verildi. Heybeleri dolduruldu. Böylece onların muhabbetleri kazanıldı. İtaatle­ri sağlandı, hepsi sana karşı birleştiler. Diğer insanlara gelince onların gönülleri seninle beraber ama kılıçlan yarın sana karşı çekilecektir."

Hüseyin, onlara sordu:

- Size gönderdiğim elçim hakkında ne biliyor sunuz?

- Gönderdiğin elçin kimdir?

- Kays b. Mezher es-Seydavf dir.

- Evet Hüseyin b. Nümeyr, onu yakalayıp İbn Ziyad'a götürdü. îbn

Ziyad da ona, sana ve babana lanet okumasını emretti. Ama o sana ve babana dua etti. îbn Ziyad'a ve babasına ise lanet okudu. İnsanları sana yardıma davet etti. Senin Kûfe'ye gelmek üzere olduğunu haber verdi. Bunun üzerine sarayın damından yere atıldı ve can verdi.

Bu cevap karşısında Hz. Hüseyin'in gözleri yaşardı ve şu ayeti oku­du: "Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. "(ei-Ahzâb, 23.)

Sonra Hz. Hüseyin şöyle dua etti: "Allah'ım, bize ve onlara Cennet'i nasib et. Biz ve onları rahmetinin karargahında senin gizli olan ve mü'minlerin arzuladığı sevabında biraraya getir."

Tarmah b. Adi, Hz. Hüseyin'e şöyle dedi: "Beraberindeki adamlara bak. Yanında kaç kişi var? Yanında şu küçücük gruptan başka kimse yok. Öyle sanıyorum ki, sana karşı şu karşıda gördüğüm birlikten baş­kası savaşmayacak olursa bunlar bile senin hakkından gelmeye yeter. Hal böyle iken Küfe dışında süvariler, piyadeler dolup taşıyor, hepsi se­ni yakalamayı amaç edinmişler. Hedefleri sensin. Allah aşkına Cenâb-ı Allah'ın seni Gassan ve Himyer meliklerinden, Numan b. Münzir'den, siyah ve kızıl renkli herkesten koruyacağı bir beldeye gidip yerleşmek istiyorsan bunu yap. Vallahi bu durumda bize zillet asla gelmeyecektir. Ben seninle beraber yürüyeceğim. İstediğin beldeye yerleşinceye kadar seninle beraber olacağım. Sonra Tay kabilesinin Ece ve Selma kollarına haber gönderip adam iste. istediğin kadar yanımızda kal. Ben, Tay ka­bilesinden 10 000 kişinin sana gelip destek olacaklarım tekeffül ediyo­rum. Bunlar, senin uğrunda kılıçlarıyla savaşacaklardır. Allah'a yemin ederim ki onların gözleri açılıp kapandığı sürece sana asla zarar dokun­mayacaktır."

Hz. Hüseyin ona: "Allah sana hayır mükafat versin." dedi ve yolun­dan geri dönmedi, kararından vazgeçmedi. Tarmah da onunla vedalaş-tı, Hz. Hüseyin yoluna devam etti. Geceleyin Hz. Hüseyin, hizmetçileri­ne, yeterince su alıp saklamalarını emretti. Su temin edildikten sonra yola devam etti. Yolda bineğinin üzerinde iken uykuya daldı. Başı önü­ne düştü. Sonra uyanıp şöyle dedi: "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dö­nücüleriz. Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun. Rüyamda bir süvarinin ^üzerinde şöyle dediğini gördüm: "Bu millet yürüyüp gidiyor ama olüm de onlara doğru geliyor." Anladım ki ölüm haberimiz veriliyor."

Fecir doğduktan sonra arkadaşlarına sabah namazını kıldırdı, acele bineklerine bindiler. Sonra sol taraftan yola devam ettiler. Niha-

yet Nınova'ya vardılar, orada bineği üzerinde yayma yaslanmış bir suvarinin Kûfe'den gelmekte olduğunu gördüler. Gelen süvari, Hür b. Ye-zid'e selam verdi, ama Hz. Hüseyin'e selam vermedi. Hür're, îbn 2i-yad'm mektubunu verdi, mektupta bir kasaba-köy veya kaleye uğran-maksızm Irak'a doğru gelmeleri emrediliyordu. İbn Ziyad'm elçileri ve askerleri gelinceye kadar yola devam etmeleri isteniyordu. Mektubun verildiği hicri altmışbirinci senenin Muharrem ayının ikinci pazartesi günü idi. Ertesi gün Ömer b. Sa'd b. Ebi Vekkas, 4000 askerle geldi. İbn Ziyad, onu bu askerlerle Deyleme doğru gitmekle görevlendirmişti. Bu, Küfe dışında ordugah kurmuştu. Hüseyin'in durumunu haber aldıkla­rında îbn Ziyad ona: "Hüseyin'in üzerine git, onun işini bitirdikten son­ra Deyleme git." diye emir verdi. Ömer b. Sa'd kendisini bu görevden af­fetmesini tbn Ziyad'dan istedi, ancak îbn Ziyad, ona şöyle dedi: "îster-sen seni bu görevden affederim, ama sana vermiş olduğum bu beldelerin valiliğini de senden alırım." İbn Ziyad'ın böyle demesi üzerine Ömer b. Sa'd: "Müsaade et de durumumu düşüneyim." dedi ve süre istedi. Bu sü­re zarfinda her kiminle istişare yaptıysa herkes ona, Hüseyin'in üzerine gitmemesini öğütledi. Öyle ki kızkardeşinin oğlu Hamza b. Muğire b. Şube, ona şöyle dedi:

"Sakın Hüseyin'in üzerine gitmeyesin. Aksi takdirde Rabbine asi ol­muş ve akrabalık bağlarım koparmış olursun. Allah'a yemin ederim ki, Hüseyin'in kam ile Allah'ın huzuruna çıkmaktansa, bütün yeryüzü ha­kimiyetinden mahrum kalmak senin için daha hayırlı ve daha iyidir." Bu tavsiye üzerine Ömer: "înşaallah böyle yaparım." dedi. Sonra Ubey-dullah b. Ziyad, onu korkutup tehdit etti. Görevden azledip öldürülece­ğini söyledi. Bunun üzerine Ömer b. Sa'd, Hüseyin'in üzerine gitti. Yu­karıda sözünü ettiğimiz yerde onunla karşılaştı. Sonra Hüseyin'e elçi göndererek elçi vasıtasıyla sordurdu:

- Buraya niçin geldin?

- Kûfeliler yanlarına gelmem için bana mektup yazdılar. Eğer beni istemiyorlarsa, sizi bırakıp Mekke'ye dönerim. Hz. Hüseyin'in bu cevabı üzerine Ömer b. Sa'd: Umarım ki Allah, beni Hüseyin'le savaşmaktan kurtaracaktır." dedi ve bu durumu bir mektupla îbn Ziyad'a bildirdi, îbn Ziyad, ona şu karşılığı gönderdi:

"Mü'minlerin takvalı, temiz ve mazlum emin Osman b. Affan nasıl sudan yoksun bırakıldıysa sen de bunları sudan yoksun bırak. Kendileri ile suyun arasına engel koy. Hüseyin'e, beraberindeki adamlarıyla bir­likte mü'minlerin emin Muaviye oğlu Yezid'e be/at etmelerini teklif et. Eğer böyle yaparlarsa, biz de görüşümüzü ortaya koyanz."

Bunun üzerine Ömer b. Sa'd'm adamlan, Hüseyin'in adamlarım su­dan yoksun bıraktılar. Su basma gelmelerine engel oldular. Ömer b. Sa'd'm su başında duran engelleyici müfrezesinin başında Amr b. Hac-cac bulunuyordu. Hz. Hüseyin, bunlann susuzluktan ölmeleri için beddua etti. İşte Amr b. Haccac da aşın derecede susuzluktan öldü. Sonra Hz. Hüseyin, Ömer b. Sa'd'dan iki ordugah arasında kendisiyle bir gö­rüşme yapmasını talep etti. İki taraftan yirmi kadar süvari toplantı ye­rine geldiler. Uzun uzadıya konuştular. Nihayet gecenin bir kısmı geçti, ama birbirlerinin ne dediklerini anlayamadılar. Bazı kimseler, Hz. Hü­seyin'in, Ömer b. Sa'd'dan kendisini Şam'da bulunan Muaviye oğlu Ye­zid'e götürmesini ve buradaki askeri birliklerin oldukları yerde karşı karşıya bırakılmalannı talep etmişti. Ömer ise, ona şu cevabı vermişti:

- Eğer böyle yaparsam îbn Ziyad benim evimi yıkar.

- Ben senin evini eskisinden daha güzel yapanm.

- O zaman çiftliğimi elimden alır.

- Sana Hicaz'daki malımdan bir kısmını vererek daha iyi bir çiftlik

alınm.

Ömer b. Sa'd, bu teldin uygun görmedi.

Bazılan dediler ki: Hüseyin, Ömer b. Sa'd'dan, kendisiyle birlikte Yezid'in yanma gitmesini veya kendisini Hicaz'a dönmek üzere bırak­masını, yahut sınır boylanna gidip Türklerle savaşmasına müsaade et­mesini istemiş, Ömer de bu durumu Ubeydullah b. Ziyad'a yazmış, Ubeydullah: "Evet, kabul ettim." deyince orada bulunan Şimr b. Zücev-şen kalkıp şöyle diyerek müdahalede bulunmuştu:

- Hayır, vallahi Hüseyin ve adamları senin hükmüne boyun eğme­dikleri takdirde bu olmaz. Vallahi duyduğuma göre Hüseyin ile Ömer b. Sa'd, iki karargah arasında orta bir yerde oturup görüşüyor ve gece bo­yunca konuşuyorlarmış." İbn Ziyad da: "Ne güzel bir görüş ileri sürdün" dedi.

Ebu Mihnef, Ukbe b. Sem'a'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mekke'den yola çıktığı andan öldürülüşüne kadar geçen sürede Hüseyin'in yanında bulundum. Vallahi o, her nerede ne söylediyse bü­tün sözlerini işittim. O, Yezid'e gitmek, ona bey'at etmek veya sınır boy­lanna gitmek gibi taleplerde bulunmadı. Onlardan sadece iki şeyden bi­rini yapmalanm istedi: Ya kendisini bırakıp geri dönmesine müsaade edeceklerdi veya kendisini bırakıp açık bir alana gitmesine izin vere­cekler, orada insanlann akibetini bekleyecekti."

Sonra Ubeydullah b. Ziyad, Şimr b. Zilcevşen'i Hüseyin'in üzerine gönderdi. Gönderirken de ona şu talimatı verdi: "Git. Eğer Hüseyin ve aaamlan, benim hükmüme boyun eğerlerse ne alâ, aksi takdirde Ömer D- Sa'd'a, onlarla savaşmasını emret. Eğer savaşmakta gecikirse boynu­nu vur ve sen askerlerin başına komutan olarak geç."

Ubeydullah b. Ziyad, Ömer b. Sa'd'a bir mektup göndererek Hüse­yin'le savaşmakta geciktiğinden ötürü onu tehdit etti ve eğer Hüseyin yanına gelmezse, onunla ve adamlanyla savaşmasını emretti. Onlann ası ol<*uklannı ifade etti.

 

 

Şimr mektubu aldığında, yanında Abdullah b. Ebu Muhil b. Hizam bulunuyordu. Onun halası olan Hizam'ın kızı Ümmü'l-Benin, Hz. Ali'nin hanımı idi. Ondan Abbas, Abdullah, Cafer ve Osman adındaki çocukları doğmuştu. Abdullah, İbn Ziyad'a şunları söyledi: "Eğer bizim kızkardeşinıizin çocuklarına bir eman yazmayı uygun görüyorsan yaz."

îbn Ziyad, onlara bir eman yazarak bu emanı kölesi Kirman'la bir­likte onlara gönderdi. Onlar bu eman mektubunu görünce: "Bizim sizin emanımza ihtiyacımız yok. Çünkü Allah'ın emanı, Sümeyye'nin oğlu­nun emanından daha hayırlıdır." dediler.

Şimr b. Zilcevşen, Ömer b. Sa'd'a, Ubeydullah b. Ziyad'm mektubu­nu getirdiğinde Ömer ona şöyle dedi:

"Allah senin diyarını uzaklaştırsm ve getirdiğin şeyi çirkinleştirsin. Hüseyin'in talep ettiği ve benim İbn Ziyad'a arz ettiğim üç teklifi îbn Zi-yad'm kabul etmesine engel olan kişinin sen olduğunu sanıyorum. Val­lahi doğrusu da budur."

Şimr, Ömer'e şöyle sordu:

- Ne yapacağını bana söyle. Bunlarla savaşacak mısın, yoksa beni bunlarla başbaşa mı bırakacaksın?

Ömer, ona şu cevabı verdi:

- Hayır, şeref sana ait olmaycaktır. Bu işi bizzat ben yerine getire­ceğim." Böyle dedikten sonra Ömer, onu piyadelerin başına komutan yaptı. Muharrem ayının dokuzunda perşembe günü akşamında Hüse­yin'in tarafına saldırdı. Şimr b. Zilcevşen, kalkıp şöyle dedi:

- Kızkardeşimizin oğulları nerededirler?

Onun böyle sorması üzerine Hz. Ali'nin oğulları Abdullah, Cafer, Abbas ve Osman ayağa kalktılar. Orada olduklarını gösterdiler. Şimr, onlara şöyle dedi:

- Size eman verilmiştir, siz güvendesiniz.

- Eğer Rasûlullah (s.a.v.)'m torunu Hüseyin'e ve bize birlikte eman veriyorsan kabul ederiz. Aksi takdirde senin emanına ihtiyacımız yok."

Sonra Ömer b. Sa'd, askerlere şöyle seslendi:

- Ey Allah'ın atlıları! Bineklerinize binin. Size müjdeler olsun.

Aynı gün ikindi namazından sonra bineklerine bindiler ve Hüse­yin'in tarafına doğru hücuma geçtiler. Hz. Hüseyin ise, çadırının önün­de kılıcına yaslanmış, uyuklamaktaydı. Başı önüne düştü. Kaz kardeşi gürültüyü duyunca Hz. Hüseyin'e yaklaştı ve onu uykudan uyandırdı. O da başım doğrulttu ve şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyada gördüm. Bana: "Sen bize geliyorsun." dedi. Hz. Hüseyin'in böyle demesi üzerine kızkardeşi kendi yüzünü tokatlayıp: "Vay başımıza gelenler!" diye ba­ğırdı. Hz. Hüseyin de ona şöyle cevap verdi: "Ey kardeşim, başımıza ge­len bir felaket yok, sakin ol, Rahman olan Allah sana merhamet etsin."

Kardeşi Abbas, Hüseyin'e dedi ki:

- Ey kardeşim, düşman sana doğru geliyor.

- Onlara git, niçin geldiklerini sor.

Abbas, onlara yirmi süvariyle birlikte gitti ve sordu:

- Neyiniz var, niçin geliyorsunuz?

- Vali İbn Ziyad'm emri geldi. Ya onun hükmüne boyun eğeceksi­niz, yada sizinle savaşacağız.

- Yerinizde durun, gidip durumu Abdullah'ın babasına (Hüse­yin'e) bildireyim.

Abbas, Hüseyin'in yanına döndü, ama arkadaşları düşman karşı­sında beklemekteydiler. İki taraf birbirlerine laf attılar. Birbirlerini kı­nayıp azarladılar. Hüseyin'in adamları, îbn Ziyad'ın adamlarına şöyle dediler: "Siz ne kötü bir milletsiniz. Peygamberinizin zürriyetini ve bu zamandaki insanların en hayırlılarım öldürmek istiyorsunuz."

Bundan sonra Abbas, Hüseyin'in yanından gelip İbn Ziyad'ın asker­lerine şöyle dedi:

- Abdullah'ın babası (Hüseyin), bu gece geri dönmenizi, geceleyin kendi durumunu düşünmek istediğini söylüyor. Ömer b. Sa'd, Şimr b. Zilcevşen'e dedi ki:

- Sen ne diyorsun?

- Komutan sensin, görüş, senin görüşündür.

Amr b. Haccac b. Seleme ez-Zübeydî dedi ki: "Sübhanallah, vallahi Hüseyin değil de Deylemlilerden bir adam dahi sizden böyle bir talepte bulunmuş olsaydı, onun bu talebini uygun karşılamanız gerekirdi."

Kays b. Eş'as da dedi ki: "Ey Ömer b. Sa'd! Hüseyin ve adamlarının isteklerini kabul et, hayatıma yemin ederim ki, sabahleyin savaşacak­sınız." Gerçekten de öyle oldu. Hz. Hüseyin, kardeşi Abbas yanına dön­düğünde ona şöyle dedi: "Geri dön, bu akşam onları geri çevir, belki bu gece Rabbimize namaz kılarız, kendisinden mağfiret dileyip dua ederiz. Allah da biliyor ki benim en çok bildiğim şey, O'nun için namaz kılmak, kitabını okumak, istiğfarda bulunmak ve dua etmektir."

Hz. Hüseyin, o gece kendi ailesine vasiyetini yaptı. Gecenin ilk kıs­mında arkadaşlarına bir konuşma yaptı. Allah'a hamdü senada bulun­duktan, Rasûlüne de salâtü selâm getirdikten sonra fasih ve tesirli bir ifadeyle arkadaşlarına şöyle hitap etti: "Bu gece, ailesinin yanma dön­mek isteyen varsa, ben ona izin vermiş oldum, çünkü şu karşıdaki düş­manın asıl ele geçirmek istediği kişi benim."

Malik b. Nadr dedi ki: "Benim borcum var, çoluk çocuğum var." Boy-Je deyip gitti. Hz. Hüseyin, onlara şöyle dedi: "İşte, gece sizi örtmüş bu­lunuyor, gece karanlığından istifade edip gidin. Sizden herbir erkek, be-ŞIm- ailemden birinin elini tutup şu gecenin karanlığında yola çıksın. Şehirlerinize gidin. Çünkü bu düşman sadece beni ele geçirmek istiyor, eger beni yakalarlarsa, benimle oyalanır ve sizi yakalamaktan vazge-

çerler. Kendi yolunuza gidin ki, Allah size genişlik versin."

Kardeşleri, çocukları ve yeğenleri Hz, Hüseyin'e: "Senden sonra biz hayatta kalamayız ve Allah'ın, hoşumuza gitmeyecek şeyi senin başına getirdiğini görmek istemiyoruz." dediler. Hz. Hüseyin de onlara: "Ey Akiloğullan! Kardeşiniz Müslim'in öldürülmesi fidye olarak size yeter. Haydi gidin, ben size izin verdim." dediyse de onlar şöyle karşılık verdi­ler:

"Şeyhimizi, büyüğümüzü, liderimizi, amcaların en hayırlısı olan amcamızın oğlunu bıraktığımız ve düşmana bir ok atmayıp bir mızrak fırlatmadığımız, onlarla -hayatta kalmak arzusu yüzünden- kılıç kılıca vuruşmadığımız takdirde insanlar bize ne derler? Hayır, vallahi biz böyle yapmayacağız. Aksine mallarımızı, ailelerimizi ve canlarımızı fe­da edip seni gideceğin yere götürmedikçe ve senin uğruna savaşmadık-ça senden ayrılmayacağız. Allah, senden sonra yaşamayı bize çirkin göstermiştir." Müslim b. Avsece el-Esedî de böyle dedi. Said b. Abdullah el-Hanefî de şöyle dedi:

"Hayır, Allah'a yemin ederiz ki, Rasûlullah'tan sonra seni muhafa­za ettiğimizi Allah'a isbatlamadikça seni bırakmayacağız, Allah'a ye­min ederim ki, senin uğruna 1000 defa da olsa öleceğimi bilsem ve be­nim ölümüm sebebiyle Cenâb-ı Allah'ın seni ve aile efradından olan şu gençleri kurtaracağını bilsem, yine de ölmeyi arzularım. Çünkü benim ölümüm, bir tek adamın ölümüdür."

Hz. Hüseyin'in diğer arkadaşları da benzer sözler söylediler ve: "Al­lah'a yemin ederiz ki, senden asla ayrılmayacağız, canlarımız sana feda olsun. Boğazımızı, alnımızı, elimizi ve bedenlerimizi öne sürerek seni koruyacağız. Bu uğurda öldürülürsek, borcumuzu ödemiş ve vefakârlık göstermiş oluruz." dediler.

Kardeşi Abbas da Hüseyin'e şöyle dedi: "Allah, senin ölümünü bize göstermesin. Sen öldükten sonra biz yaşamayı ne yapalım."

Ebu Mihnef, Hz. Ali'nin torunu ve Hüseyin'in oğlu Zeynelabidin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Babamın sabahında öldürüleceği gece oturmaktaydım. Halam Zeyneb, yaralarımı tedavi ediyordu. Babam arkadaşlarıyla birlikte ça­dırına çekilmişti. Yanında Ebu Zerr el-Gifarfnin azatlısı Huvey de var­dı. Babam kılıcını düzeltiyor ve şöyle diyordu:

"Ey zaman, of senden! Ne biçim arkadaşsın.

Ne zamandır gün doğuyor, sabah oluyor.

Nasıl arkadaşsın, nasıl ölü istersin?    '

Zaman birini başkasının yerine kabul etmiyor ki,

Emir ancak yüce Allah'ındır.

Her hayat sahibi bir yoldan gidiyor."

Bu beyitleri babam iki veya üç defa tekrarladı. Öyle ki ben bu beyit­leri ezberledim ve ne demek istediğini anladım. Gözlerime yaş doldu, ağlayacaktım ama kendimi tuttum, sustum. Başımıza bela indiğini an­ladım. Halam Zeynep, onun bu beyitleri okuduğunu işitince başı açık bir şekilde onun yanma kadar gitti ve şu şekilde bağırmaktan kendini alamadı:

"Vay başıma gelenlere! Keşke ölüm şu anda hayatımı tüketip bitir-se. Annem Fatıma öldü. Babam Ali öldü. Kardeşim Hasan öldü. Ey geç­mişlerin halifesi, bunların hepsi öldü." Hüseyin, ona bakıp şöyle dedi: "Canım kardeşim! Sakın şeytan senin dayanma gücünü alıp götürme­sin." Halam da ona şöyle karşılık verdi: "Anam babam sana feda olsun, sen âdeta ölümünü istiyor gibisin, canım sana feda olsun." Böyle dedik­ten sonra kendi yüzüne vurdu. Yakasını yırttı, bayılıp yere düştü. Ba­bam kalkıp onun yüzüne su serpti ve şöyle dedi: "Canım kardeşim, Al­lah'tan kork, sabret. Allah'ın tesellisi ile avun, şunu bil ki, yeryüzündeki herkes ölecektir. Semadakiler dahi hayatta kalmayacaktır. Herşey he­lak olacaktır. Sadece yüce Allah'ın zatı baki kalacaktır. O, yaratıkları kendi kudretiyle yaratmıştır. Onları kahır ve izzeti ile öldürecek, tekrar diriltecektir. Sadece O'na kulluk edeceklerdir. O, bir ve tektir. Bilesin ki, babam benden daha hayırlıydı. Annem de benden daha hayırlıydı. Kardeşim de benden daha hayırlıydı. Benim, onların ve her Müslüma-nın Rasûlullah'a uyması gerekir. Rasûlullah'da uyulacak güzel bir ör­nek vardır. Canım kardeşim! Allah adına sana yemin veriyorum, sakın ölümümden sonra elbiseni yırtmayasm ve benim için yüzünü tırmala-mayasın. Ölecek olursam "Vay başıma, eyvah bana!" demeyesin." Böyle diyerek halamı teselli ettikten sonra elinden tutup yanıma getirdi ve çı­kıp arkadaşlarının yanma gitti. Çadırlarını, ipleri birbirlerine girecek şekilde birbirlerine yaklaştırmalarını ve düşmanın bir yönden başka ci­hetlerden gelmesine imkan vermemelerini söyledi. Çadırlarını sağları­na sollarına ve arka taraflarına bırakmalarını emretti. Akşam olunca hep birlikte namaz kıldılar, geceyi namaz, istiğfar, dua ve niyazla geçir­diler. Düşman muhafızlarının atları onların arka taraflarında dolaşı­yorlardı. Bu muhafızların komutanı Uzre b. Kays el-Ahmesî idi. Babam Hüseyin, şu ayet-i kerimeyi okuyordu:

"İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın ken­dileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları ço­ğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab onlaradır. Allah, inanan­ları sizin durumunuzda bırakacak değildir. Temizi pisten ayıracaktır."(Âl-i Imrân, 178-179.)

Hz. Hüseyin'in bu ayeti okuduğunu, arkada dolaşmakta olan düş­man süvarilerinden biri duydu ve şöyle dedi: "Ka'be'nin Rabbme yemin ederim ki temiz olanlar biziz. Allah bizi sizden ayıracaktır.

Ben onu tanıdım. Zeyd b. Hudayr'a dedim ki:

- Bu adamın kim olduğunu biliyor musun?

- Hayır.

- Bu, Ebu Harb es-Sübay'i Ubeydullah b. Şümeyr'dir. Bu çok gülen ve atılgan bir adamdı. Said b. Kays, bazen onu çadırında ahkoyardı. Onun böyle demesi üzerine Ye/id b. Husayn, ona şu karşılığı vermişti:

- Ey fasık, sen ne zaman temiz adamlardan oldun ki?

- Sen kimsin, vay senin haline!

- Ben Yezid b. Husayn'ım!

- Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz. Ey Allah'ın düşma­nı, sen mahvoldun artık! Niçin öldürülmeni istiyorsun? Belanı mı isti­yorsun?

- Ey Ebu Harb, büyük günahlarından tevbe etsene. Allah'a yemin ederim ki, temiz olanlar biziz, pis olanlarsa sizlersiniz.

- Evet ben de bunlara şahit olanlardanım. Vay sana beni tanıman sana yetmedi mi? (Karşımdan çekip gitsene!) Bu karşıhkîı konuşmalar­dan sonra etrafımızda gözcülük yapan müfrezenin komutanı Uzre b. Kays, Ebu Harb'ı oradan kovdu. O da çekip gitti.

Ömer b. Sa'd, arkadaşlarına cuma günü (veya cumartesi günü) ki bu aynı zamanda aşure günü idi, sabah namazını kıldırdıktan sonra sava­şa hazırlandı. Hz. Hüseyin de otuz iki süvari ve kırk piyadeden ibaret olan arkadaşlarına namaz kıldırdı. Sonra namazgahtan ayrılarak saf halinde dizdi. Sağ cenaha Zübeyr b. Kayn'ı, sol cenaha da Habib b. Mu-tahhan komutan yaptı. Sancağını da kardeşi Abbas b. Ali'ye verdi. Ken­di hareminin de bulunduğu çadırları arka tarafa aldı. Hz. Hüseyin, ge­ceden emir verdi, çadırlarının arka taraflarına hendek kazdırdı. Hen­deklere ot, tahta ve kamış doldurttu. Sonra bu dolguları ateşledi ki ar­kadan herhangi bir düşman askeri çadırlara ^elme imkanını bulama­sın.

Öte yandan Ömer b. Sa'd' da kendi askeri birliğinin sağ cenahına Amr b. Haccac ez-Zebidf yi, sol cenahına da Şimr b. Zilcevşen'i komutan yaptı. Şimr b. Zilcevşen'in asıl adı, Şurahbil b. AVer b. Amr b. Muavi-ye'dir. Bu, Beni Debbab b. Kilab kabilesindendir. Ömer b. Sa'd, süvarile­rin başına Uzre b. Kays el-Ahmesî'yi, piyadelerin başına da Şebis b. Rib'iyi komutan yapmıştı. Sancağını da azatlısı Verdan'a vermişti. îki taraf orada karşı karşıya gelip durdular. Hz. Hüseyin, arka tarafta ku­rulu bulunan çadırına gitti. Orada gusül etti, kasık traşı yaptıktan son­ra bol miktarda misk süründü. Daha sonra bazı komutanlar da kendi ça­dırlarına giderek aynı temizliği yaptılar. Birbirlerine dediler ki: "Bu te­mizliğin vakti midir? Böyle bir temizlik bu zamanda mı yapılır?" Bazıla­rı da: "Bırakın bu tartışmayı vallahi bu temizlik bu saatte boşuna yapılmış değildir."

Yezid b. Husayn da dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki, kavmim ne gençlik zamanında, ne de ihtiyarlık zamanında benim boş şeylerden hoşlanmadığımı bilir. Ama Allah'a yemin ederim ki, ben ahirete irtihal edeceğimi ve dostlarıma kavuşacağımı anladım ve bu müjde bana verildi- Allah'a yemin ederim ki, bizlerle iri gözlü huriler arasında sadece şu düşmanların bize saldırıp bizi öldürmelerinden başka engel kalmamıştır. Öldükten sonra dostlarımıza ve hurilere kavuşacağız."

Bundan sonra Hz. Hüseyin, atma bindi, kılıcını eline alıp havaya kaldırarak şu duayı yaparak düşmanın karşısına gitti: "Allah'ım, sen bütün sıkıntılarda benim güvencemsin, bütün zorluklarda benim ümidimsin."

Oğlu Ali de ahmak adında bir ata bindi. Ali, zayıf ve hastalıklıydı. Hz. Hüseyin şöyle seslendi:

"Ey insanlar! Sözümü dinleyiniz ve acele etmeyiniz, size bir öğüt vereceğim" Herkes sustu, onu dinlemeye başladı. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

- Ey insanlar! Benim buraya geliş sebebimi kabul eder ve bana in­saflıca davranırsanız çok mutlu olursunuz. Ayrıca sizin de benim aley­hime gidecek bir yolunuz kalmaz. Yok benim özrümü kabul etmeyecek olursanız o zaman siz ve koştuğunuz ortaklar elbirliği edin, yapacağınız iş sonra size bir tasa vermesin. Sonra onu bana uygulayın ve beni ertele­meyin. Çünkü benim dostum, kitabı indiren Allah'tır, O, iyileri dost edinir.

Hz Hüseyin'in bu konuşmasını kardeşleri ve kızları duydukları za­man yüksek sesle ağlamaya başladılar, bunun üzerine Hz Hüseyin Mekke'den çıkıp gelirken beraberinde kadınları getirmeyip Mekke'de bırakmasını tavsiye eden Abdullah b. Abbas'ı hatırlayarak onun için: "Allah, İbn Abbas'ı, rahmetinden uzaklaştırmasın." dedi. Sonra kardeşi Abbas'ı kadınları susturması için gönderdi. Kendisi de İbn Ziyad'm as­kerlerine kendi faziletini, nesebinin yüksekliğini kadrinin ve şerefinin yüceliğini anlatmaya başladı ve onlara şöyle dedi:

- Kendi kendinize danışın, nefsinizi hesaba çekin, benim gibi biriy­le savaşmak size yaraşır mı? Ben, peygamberinizin kızının oğluyum, yeryüzünde benden başka peygamber kızının oğlu yok. Ali benim ba­bamdır, îki kanatlı olup Cennet'te uçmakta olan Cafer, benim amcam­dır. Şehitlerin efendisi Hamza, babamın amcasıdır. Rasûlullah (s.a.v.), bana ve kardeşime: "Siz Cennet ehlinin gençlerinin efendilerisiniz." de-miŞti. Eğer bu söylediklerimi tasdik ederseniz bilin ki bu haktır. Vallahi Allah'ın yalana öfke duyduğunu bildiğimden beri asla bilerek yalan söy­lemiş değilim. Eğer inanmıyorsanız bu durumu Rasûlullahm ashabına sorun. Cabir b. Abdullah'a, Ebu Said'e, Sehl b. Sa'd'a, Zeyd b. Erkam'a Ve Enes b. Malik'e sorun, onlar size anlatsınlar. Yazıklar olsun size! Sız Allah'tan korkmuyor musunuz? Kanımı akıtmanıza bir engel yok dur?"

O esnada Şimr b. Zilcevşen dedi ki:

- Bu adam, Allah'a bir uçurumun kenarında ibadet ediyor, ne dedi­ğini anlamıyorum.

Habib b. Mutahhar da Şimr'e şu karşılığı verdi:

- Allah'a yemin ederim ki ey Şimr, doğrusu sen Allah'a yetmiş uçu­rumun kenarında ibadet ediyorsun. Bize gelince vallahi biz de onun ne dediğini anlamıyoruz, fakat senin kalbine mühür vurulmuştur."

Bu karşılıklı konuşmalardan sonra Hz. Hüseyin, Şimr ve arkadaş­larına hitaben dedi ki:

- Bırakın da yeryüzünde güven duyabileceğim bir yere döneyim. Onlar da:

- Amcam oğlunun (Yezid'in) hükmüne boyun eğmene ne engel var?" dediler.

Hz. Hüseyin de onlara şu âyet-i kerimeyi okuyarak karşılık verdi:

- Doğrusu ben, hesap verilecek güne inanmayan, böbürlenenlerin hepsinden, benim Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım." (el-Mü'min, 27.) Bundan sonra Hz. Hüseyin bineğini çöktürdü. Ukbe b. Sem'an'a emir verdi. Ukbe de bineğini bir yere bağladı. Sonra Hz. Hüse­yin, onlara şöyle dedi:

- Söyleyin bana, sizden bir adam mı öldürdüm ki onun kanım ben­den talep ediyorsunuz? Yoksa sizden birinin malını mı yedim ki, onun malını benden istiyorsunuz? Yahut sizden birinizi yaraladım mı ki kısas talep ediyorsunuz?" Ancak karşıdakiler ona cevap vermediler. Hz. Hü­seyin yine şöyle seslendi:

- Ey Şebis b. Rib'i! Ey Heccar b. Ebcer! Ey Kays b. Eş'as! Ey Zeyd b. Haris! Siz bana: "Meyveler olgunlaştı, bahçeler yeşerdi, bize gel, geldi­ğin takdirde sen düzenli orduların başına geçeceksin." diye mektup yaz­madınız mı?

Onlar da böyle mektuplar yazmadıklarını söyleyince Hz. Hüseyin şu karşılığı verdi:

- Sübhanallah! Vallahi siz yazdınız ey insanlar! Eğer benden mem­nun değilseniz bırakın da geri döneyim.

Kays b. Eş'as dedi ki:

- Amca oğullarının hükümlerine boyun eğsene! Eğer onların hü­kümlerine boyun eğecek olursan, onlar sana asla eziyet etmeyecekler­dir ve hoşlanmadığın bir muameleyi onlardan görmeyeceksin.

Hz. Hüseyin ona şöyle karşılık verdi:

- Sen kardeşinin kardeşisin. Haşimilerin senden Müslim b-Ukayl'm kanından daha çok kan bedeli talep etmelerini ister inisin? Ha­yır, Allah'a yemin ederim ki, ben Yezid ve taraftarlarına, alçalmış bir şekilde el uzatmam. Köle gibi onların hükümlerine boyun eğmem.

Karşıdakiler, Hüseyin'e doğru hücuma geçtiler, ancak onlardan otuza yakın süvari Hz. Hüseyin'in tarafına geçti. Onun askerlerine ka­tıldı. Bunlardan biri de İbn Ziyad'm öncü birliklerinin komutanı Hür b. Yezid idi. Yaptıklarından ötürü Hz. Hüseyin'den özür dileyip şöyle dedi:

- Eğer onların niyetlerinin bu olduğunu daha önceden bilseydim,

seninle birlikte Yezid'e giderdik.

Hz. Hüseyin, onun bu mazeretini kabul etti. Sonra Hür, Hz, Hüse­yin'in askerleri önüne geçerek Ömer b. Sa'd'a şöyle seslendi:

- Yazıklar olsun size! Rasûlullah (s.a.v.)'m kızının oğlu Hüseyin'in

size teklif ettiği üç şeyden birini, niçin kabul etmiyorsunuz?

Ömerb. Sa'dise:

- Eğer yetki bende olsaydı kabul ederdim, diye karşılık verdi. Hz. Hüseyin'in adamlarından Züheyr b. el-Kayn, silahını kuşana­rak at üzerinde ilerledi ve düşmana şöyle hitap etti:

- Ey Kûfeliler! Allah'ın azabından korkun. Müslümamn Müslü­man üzerindeki hakkı ona nasihat etmesidir. Biz, şu ana kadar ve ara­mızda kılıç sözkonusu olmadığı sürece bir tek dinin sahipleri olan kar­deşleriz. Fakat aramıza kılıç girecek olursa herşey biter ve bağlarımız kopar. O zaman biz ayrı bir ümmet, siz de ayrı bir ümmet olursunuz. Gerçek şu ki, Allah bizi de sizi de göndermiş olduğu peygamberi Mu-hammed (s.a.v.)'m soyundan gelmiş olan kimselerle imtihan etmiş bu­lunuyor. Böylece bizim ve sizin ne yapacağımızı görmüş olacak. Sizi Mu-hammed'e yardımcı olmaya ve azgın oğlu azgın olan Ubeydullah b. Zi-yad'a yardım etmemeye çağırıyoruz. Siz, Ubeydullah ile oğlu Ziyad'dan kötülükten başka birşey görmeyeceksiniz. Bunlar gözlerinize mil çeker, ellerinizi ve ayaklarınızı keser, kulaklarınızı ve burunlarınızı kopartır ve sizi hurma dallarına asarlar! Size işkence yaparlar. Sizin ileri gelen­lerinizi ve kurrâlarınızı öldürürler. Nitekim Hicr b. Adiy ve arkadaşları­na, Hani b. Urve ve benzerlerine de aynı şeyi yapmışlardır.

Karşı tarafta bulunanlar, ona hakaretler yağdırarak İbn Ziyad'a öv­güde bulunduktan ve ona dua ettikten sonra şöyle dediler:

- Allah'a yemin ederiz ki, senin adamını ve onunla birlikte olanları öldürmedikçe buradan ayrılmayacağız.

Bu defa Züheyr, onlara şöyle seslendi:

- Fatıma'nm oğlu sevilmeye ve yardım edilmeye, Sümeyye'nin oğ­lundan daha layıktır. Siz, onlara yardım etmiyorsanız, onları öldür­mekten Allah'ın sizi uzak tutmasını dilerim. Adamı, amcasının oğlu Ye­zid b. Muaviye ile başbaşa bırakan. Yemin ederim ki, Yezid, siz Hüseyin'i öldürmeden de kendisine itaat etmenizden hoşnut olacaktır.

Bu sözler üzerine Şimr, bir ok atarak şöyle dedi:

- Allah, senin sesini kıssın, sus artık! Fazla konuşarak bizi çok oyaladin.

Züheyr de şu karşılığı verdi:

- Ey topuklarına idrar yapanın oğlu! Ben seninle konuşmuyorum sen bir hayvandan başka biri değilsin. Allah'a yemin ederim ki senin* Allah'ın kitabından iki ayeti bile doğru dürüst bildiğini sanmıyorum! Kıyamet gününde sana rezilliği ve acıklı azabı şimdiden müjdeliyorum.

Şimr, bunun üzerine şöyle dedi:

- Bir saat içerisinde Allah, senin ve arkadaşının canını alacaktır.

- Züheyr de ona:

- Sen, beni ölümle mi korkutuyorsun? Allah'a yemin ederim ki, onunla beraber ölmek sizinle birlikte ebediyen yaşamaktan daha se­vimlidir, diye karşılık verdi. Daha sonra sesini yükselterek şöyle dedi:

- Ey Allah'ın kulları! Bu kah yürekli ve ahmak herif, sakın siz dini­niz hususunda aldanışa sürüklemesin. Allah'a yemin ederim ki, zürri-yetinin ve ehl-i beytinin kanını akıtanlar, onlara yardımcı olanlar ve on­ların namuslarım koruyanları öldürenler, Hz. Muhammed'in şefaatine erenieyecektir. Allah seni ıslah etsin! Sen şu adamla (Hz. Hüseyin'le) savaşacak mısın?

- Evet, vallahi onunla yapacağım savaşın en kolay şekli, kellelerin düşmesi ve ellerin kaybedilmesi şeklinde olacaktır.

Hür, Kûfelilerin en bahadırlarmdandı. Hz. Hüseyin'e gidişinden ötürü bazı arkadaşları onu ayıpladılar. O da kendisini ayıplayanlara şu karşılığı verdi:

- Vallahi ben kendimi, Cennet ile Cehennem arasında serbest bıra­kıyorum. Fakat istersem paramparça edileyim ve ateşlerde yakılayım, hiçbirşeyi Cennet'e tercih edemiyorum.

Böyle dedikten sonra Hür, atını m ahmuzl ayarak Hz. Hüseyin'in ya­nına gitti ve önce yaptıklarından ötürü ondan özür diledi. Sonra da Kûfelüere şöyle dedi:

- Ey Küfe halkı! Ananız sizi kaybetsin ve sizin kaybınızdan ötürü ağlasın! Siz, Hüseyin'i yanınıza çağırdınız, gelince de onu düşmanına teslim ettiniz. Daha önce onun uğruna canınızı feda edeceğinizi iddia et­tiniz. Ama daha sonra onu öldürmek için ona karşı saldırıya geçtiniz. Köpeklerin ve domuzların bile engellenmediği Allah'ın geniş beldeleri­ne yönelmesine engel oldunuz. Köpeklerin ve domuzların dahi içtiği Fı­rat'ın akar suyunu içmesine mani oldunuz. Oysa onlar, susuzluktan bi­tap düşmüşlerdir. Vefatından sonra Muhammed'in soyuna ne de kötü davrandınız! Eğer bu yaptıklarınızdan hemen tevbe edip geri dönmez­seniz, en büyük susuzluk günü olan kıyamet gününde Allah size su içir-mesin ve sizi susuz bıraksın."

Kûfeli piyadeler, ona mızrak atmaya başladılar. Kendisi de Hz. Hü­seyin'in önüne geçti ve Ömer b. Sa'd, ona şöyle dedi:

- Eğer yetki bende olsaydı Hüseyin'in taleplerini kabul ederdim. Ancak onun bu taleplerini Ubeydullah b. Ziyad kabul etmemiştir.

Hür b. Yezid, Kûfelüere hitap etti. Onları azarlayıp kınadı ve haka­ret dolu sözler sarfetti. Sonra da şöyle dedi:

- Yazıklar olsun size, Hüseyin'i, kadınlarını ve kızlarını Yahudiler­le Hristiyanlann içtiği, sevadın köpekleriyle domuzlarının dillerini so­kup içtikleri Fırat'ın suyundan mahrum bıraktınız. O şimdi sizin eliniz­de esir gibidir. Kendine ne fayda verebiliyor ne de zarar."

Ömer b. Sa'd, ilerledi ve azatlısına: "Ey Düreyd! Sancağını indir" de­di, o da indirdi. Sonra Ömer, yenini sıvadı ve Hz. Hüseyin tarafına bir mızrak attı: "Bunlara ilk olarak benim mızrak attığıma şahit olun" dedi, sonra da iki taraf birbirlerine mızrak atmaya başladılar. Ziyad'ın azatlı­sı Yesar ile Ubeydullah'm azatlısı Salim ortaya çıkarak: "Bizimle müba-reze yapacak kimse yok mu?" diye seslendiler. Ubeydullah b. Ömer el-Kelbî, Hz. Hüseyin'den izin aldıktan sonra bunlara karşı çıktı, önce Ye-sar*ı, sonra da Salim'i öldürdü. Fakat Salim, bir darbe vurarak Ubeydul­lah'm sol elinin parmaklarını uçurdu. Abdullah b. Havze adında biri saldırıya geçerek Hz. Hüseyin'in önüne gelip durdu ve şöyle dedi:

- Ey Hüseyin! Sana Cehennem ateşini müjdeliyorum.

- Yalan söyledin. Aksine ben, Rahim, şefaatleri kabul eden ve emirlerine uyulan bir rabbin huzuruna gidiyorum. Aslında Cehennem ateşine layık olan sensin!

Anlatıldığına göre o adam dönüp gittikten sonra atı onu yere fırlattı, yere düşerken ayaklarından biri üzengiye takıldı. Hz. Hüseyin, ona kim olduğunu sorunca: "Ben İbn Havze'yim." dedi. Hz. Hüseyin de elini kal­dırıp: "Allah'ım, bunu Cehennem ateşine çek!" diye dua etti. İbn Havze de Hz. Hüseyin'in böyle dua etmesine öfkelendi ve atını bir su kanalına sürdü. Ayağı atının üzengisinin birinde takılı olduğu halde atıyla ilerle­di fakat atından düştü. Düşerken de baldırı, bacağı ve ayağı koptu, diğer taraû ise atın kolanlarına asılı kaldı. Ölünceye kadar atı onu sürükledi. Hangi taşın önünden geçiyorsa atı onun başını taşa çarpıyordu. Böylece ölüp gitti.

Ebu Mihnef, Ebu Cenab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Aramız­da Abdullah b. Nümeyr diye bilinen ve Beni Uleym kabilesinden olan bir adam vardı. Küfe'de yerleşmiş, Ca'd kuyusu denen yerde Hemedanlıla-nn yaşadığı mahallede bir ev satın almıştı. Yanında Nemir b. Kasıt ka­bilesinden olan karısı da vardı. İnsanların Hz. Hüseyin'le savaşmak üzere hazırlandıklarını gördü ve şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, ben müşriklerle savaşmaya tutkuluyum. Ümid ederim ki, Rasûlul-lah'm kızının oğluyla omuz omuza vererek şu zalimlerle cıhad etmek, üklerle cihad etmekten daha faziletli olacaktır ve Allah katında da  çok sevap kazanmama vesile olacaktır." Hazırlıkları görünce karısının yanına gitti, niyetini ona anlattı. Karısı da ona şöyle dedi: "isabet ettin. Allah sana doğru yolu göstersin. Beni de yanında götür." Abdul­lah, karısını alıp geceleyin Kûfe'den çıktı. Hz. Hüseyin'in yanına vardı. Düşman tarafındaki Yesar ile Salim mübareze için ortaya çıkıp adam istediklerinde işte bu Abdullah, onlara karşı çıkmak için Hüseyin'den izin istediğinde Hz. Hüseyin ona baktı. Esmer tenli, uzun boylu, sağlam pazulu ve omuzları arasındaki mesafenin uzun olduğunu gördü. Onun için "Öyle sanıyorum ki, ortaya çıkan bu iki mübarizin hakkından gele­cektir." dedi ve ona: "istersen karşılarına çık." diye izin verdi. Abdullah da ortaya çıktı. Yesar ile Salim ona sordular:

- Sen kimsin?

Abdullah, nesebini onlara anlatınca onlar:

- Biz seni tanımıyoruz, senden daha iyi biri karşımıza çıksın, dedi­ler. Ancak Abdullah bundan sonra Yesar'a bir darbe indirdi. Yesar, san­ki birgün önce ölmüş gibi oldu. Yesar'm işini bitirmekte iken İbn Zi-yad'ın azatlısı Salim ona saldırdı ve ona: "İbn Ziyad'ın kölesi sana yetti." diye ünledi. Abdullah farkına varmadan Salim onun üzerine atıldı. Sağ eline bir darbe vurunca Abdullah'ın parmakları uçtu. Fakat Abdullah, sonra ona hücum etti. Onu vurup öldürdü ve şu şiiri okudu:

"Eğer beni tanımıyorsanız bilin ki ben İbn Kelb'im.

Nesebim budur, evim, Uleym mıntıkasındadır. Soyum da budur.

Ben, öfke ve mürüvvet sahibi bir adamım.

Sıkıntı anında böğürmem, ben -ey Ümmü Vehb!- bunlara önden dar­be vuracağıma sana söz vermişim.

Öyle bir darbe ki, Rabbe inanan bir gencin darbesidir."

Karısı Ümmü Vehb, eline bir direk alarak kocası Abdullah'ın yanına geldi ve ona: "Anam babam sana feda olsun. Muhammed aleyhisselamm zürriyeti olan bu temiz insanlar uğruna savaş." dedi, ancak kocası Ab­dullah ona doğru gitti ve kadınların yanma dönmesini emretti, fakat karısı Ümmü Vehb elbisesinden tutup çekerek ona şöyle çıkıştı:

- Bırak seninle beraber olayım. Öte yandan Hz. Hüseyin, Ümmü Vehb'e şöyle seslendi: "Kadınların yanına dön, onlarla beraber otur. Ka­dınların savaşma yükümlülükleri yoktur." Bu buyruk üzerine Ümmü Vehb, diğer kadınların yanına döndü.

O gün iki taraf arasında çokça teke tek döğüşler yapıldı. Zafer, Hz. Hüseyin'in tarafına gülünısüyordu, çünkü kuvvetliydiler. Canlarını fe­dadan çekinmiyorlar di, kılıçlarından başka kendilerini koruyacak bir-şey yoktu. Bazı komutanlar, bu duruma son vermesi için Ömer b. Sa'd'a tavsiyede bulundular. İbn Ziyad, askerlerinin sağ cenah komutam Amr b. Haccac saldırıya geçti ve şöyle dedi:

- Dinden çıkan ve Cemaattan ayrılanları öldürün. Hz. Hüseyin de ona şöyle karşılık verdi:

- Yazıklar olsun sana ey Haccac! insanları bana karşı mı kışkırtı­yorsun? Biz mi dinden çıkmışız? Dine bağlı kalan yoksa sen misin? Ruh­larımız bedenimizden ayrıldıktan sonra hangimizin Cehennem ateşine girmeye layık olduğunu anlayacaksınız.

Bu saldırıda Müslim b. Avsece öldürüldü. Bu zat, Hz. Hüseyin'in adamları arasında öldürülen ilk kişi oldu. Hz. Hüseyin, yanma gidip ona rahmet diledi. Son nefesini vermekteydi. Habib b. Mutahhar ona: "Sana Cennet'i müjdeliyorum." deyince o zayıf bir sesle: "Allah sana ha­yır müjdelesin." karşılığım verdi. Sonra Habib, ona şöyle dedi: "Senden sonra Ölüp sana kavuşacağımı bilmeseydim yapacağın vasiyeti mutla­ka yerine getirirdim." Müslim, Habib'e şu karşılığı verdi: "Şunun (Hüse­yin'in) uğruna Ölmeyi sana vasiyet ediyorum." Sonra Şimr b. Zilcevşen, sol cenahtaki askerlerle Hz. Hüseyin'e saldırdı. Ancak süvarileri Hz. Hüseyin'i şiddetle savundular, onun uğruna kendilerini feda edercesi­ne çarpıştılar. Şimr, Ömer b. Sa'd'a haber göndererek piyade okçular göndermesini istedi. O da onlara 500 kadar okçu gönderdi. Gelen okçu­lar, Hz. Hüseyin'in adamlarının atlarına ok attılar. Atları öldürdüler. Böylece Hz. Hüseyin'in süvarileri piyade kaldılar. Hür b. Yezid'in atını öldürdüklerinde Hür, atından indi. Kılıcını eline alarak bir arslan gibi savaştı. Savaşırken de şu şiiri okuyordu.

"Atımı öldürseniz de ben Hür'ün oğluyum. Yeleli ve kırıcı arslandan daha cesaretliyim."

Anlatıldığına göre Ömer b. Sa'd, Hüseyin ve adamlarına ulaşmaya engel olan çadırların yıkılmasını emretti. Hz. Hüseyin'in adamları da çadırları yıkmaya çalışanları öldürmeye başladılar. Bunun üzerine Ömer b. Sa'd, çadırların yakılmasını emretti. Hz. Hüseyin de: "Bırakın yaksınlar, yakılan çadırları aşıp bize ulaşmalarına imkan yok." dedi. Şimr b. Zilcevşen (Allah ona lanet etsin), Hz. Hüseyin'in çadırına yak­laştı. Çadıra bir mızrak sapladı ve: "Bana ateş getirin ki bu çadırı, için­dekilerle birlikte yakayım." dedi. Çadırdaki kadınlar çığlık atarak dışa­rı çıktılar. Hz. Hüseyin, Şimr'e: "Allah'da seni ateşle yaksın." diye bed­dua etti. Şebis b. Ribi, mel'un Şimr'e gelip şöyle dedi: "Senin bu sözlerin­den daha çirkin bir söz, bu yaptığından daha çirkin bir iş ve bu tutumun­dan daha çirkin bir tutum görmüş değilim. Sen kadınları mı korkutmak istiyorsun?" Şimr, utanıp geri döndü.

Humeyd b. Müslim dedi ki: "Ben Şimr'e şöyle dedim: "Fesübhanal-lah! Böyle yapmak sana yaraşmaz. Sen iki kötülüğü birden mi kendi üzerinde toplamak istiyorsun? Hem Allah'a yaraşır bir azab olan ateşle ^sanları azablandırmak, hem de kadınları ve çocukları öldürmek işine Çalışıyorsun! Allah'a yemin ederim ki, sadece erkekleri öldürmekle de emîrini memnun edebilirsin." Ben kendisine böyle deyince Şimr, benim kim olduğumu sordu. Ben de kendisine "Kim olduğumu sana bildirme-yeceğim." dedim. Çünkü kendisine kim olduğumu bildirdiğim takdirde beni tanımasından ve bu yüzden de sultanın yanında bana kötülük yap­masından korktum."

Züheyr b. el-Kayn, Hz. Hüseyin'in birkaç adamıyla Şimr b. Ziîcev-şen'e saldırdı. Onu bulunduğu yerden geriletmek mecburiyetinde bı­raktı ve Şimr'in adamlarından Ebu Azze ed-Debabfyi öldürdü. Hz. Hü­seyin'in adamlarından biri öldürüldüğü takdirde -sayılarının azlığın­dan dolayı- saflarında boşluk meydana geliyordu ama -sayılarının çok­luğu sebebiyle- tbn Ziyad'm adamlarından biri öldürüldüğü takdirde bu anlaşılmıyor ve saflar arasındaki boşluk belli olmuyordu. Öğle vakti ol­duğunda Hz. Hüseyin: "Bunlara söyleyin de biz namaz kıhncaya kadar savaşa ara versinler." dedi. Ancak. Kûfelüerden biri, onların bu teklifi­ne: "Bu isteğinizi kabul etmeyeceğiz." diye karşılık verdi. Bunun üzeri­ne Habib b. Mutahar ona: Yuh sana! Sizin bu tür isteklerinizi kabul edi­yoruz, ama siz Rasûlullah (s.a.v.)'m ailesinin böyle isteklerini kabul et­miyorsunuz. Bu olacak şey midir?" dedi ve onlarla şiddetlice savaştı. Ni­hayet Beni Akfan kabilesinden olup İbn Ziyad'm askerleri arasında bu­lunan Budeyl b. Sureym adındaki birini öldürdü. Öldürürken de şu şiiri okuyordu:

"Ben Habibim, babam Mutahhar'dır. Savaşçı bir kahramandır. Sa­vaş ateşi de alevlenmektedir.

Sizin sayınız daha çok, teçhizatınız bol,

Ama biz sizden daha vefalı ve sabırlıyız.

Bizim hüccetimiz, sizinkinden daha üstün ve daha haklıdır.

Hüccetimiz, sizinkine nisbetle daha kalıcı ve daha temizdir."

Bundan sonra Beni Temim kabilesinden biri, Habib'e saldırıp mız-rakladı ve Habib yere düştü. Habib, ayağa kalkıp gitmek istediğinde Husayn b. Nümeyr onun başına kılıçla vurdu ve Habib yere düştü. Beni Temin kabilesinden olan adam gelip Habib'in başını kopararak İbn Zi-yad'a götürdü. Habib'in oğlu babasının kesik başını görünce tanıdı ve onu götürmekte olan adama: "Babamın başını bana ver ki defnedeyim." dedi. Sonra ağlamaya başladı. Bu çocuk büyüyüp kuvvetlendiğinde ye­gane amacı, babasının katilini öldürmek oldu. Mus'ab b. Umeyr zama­nında bu çocuk, Mus'ab'm askerleri arasına girdi. Babasının katilini ça­dırında, öğle istirahatına çekilmiş vaziyette görünce, kılıcıyla vurup öl­dürdü.

Ebu Mihnef, Muhammed b. Kays'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Habib b. Mutahhar öldürüldüğü zaman Hz. Hüseyin âdeta yıkıldı ve:

"Ey nefsim sabret." dedi. Hür de, Hz. Hüseyin'e şu şiirle karşılık verdi:

"Ben ölmeden senin öldürülmeyeceğine yemin ettim.

Bu gün ben düşmana hücum etmedikçe öldürülemeyeceğim.

Onlara kesici darbelerle kılıç sallayacağım.

Onlara karşı yorgun düşmeyecek ve onları ihmal etmeyeceğim."

Bundan sonra Hür ile Züheyr düşmana saldırdılar. Bunlardan biri hamle yapıp karşı tarafın askerleri arasına dalınca diğeri bir başka hamle yaparak onu kurtarıyordu. Bunu bir süre böyle devam ettirdiler. Daha sonra birkaç piyade, Hür b. Yezid'in üzerine atılıp onu öldürdü. Ebu Sümame es-Saidî, kendisinin düşmanı olan amcasının oğlunu öl­dürdü. Daha sonra öğle namazını kıldılar. Hz. Hüseyin, onlara bu na­mazı korku namazı suretinde kıldırdı. Öğleden sonra çarpışmalarını devam ettirdiler. Çarpışma oldukça şiddetli idi. Hz. Hüseyin'in önde ge­len güçlü adamları, kendisini müdafaa ettiler. Züheyr b. el-Kayn da Hz. Hüseyin'in önünde düşmana karşı şiddetli bir savaş verdi. Hz. Hüse­yin'in bazı adamlarına oklar isabet etti. Bunlar, onun önünde yere dü­şüp canlarım verdiler. Züheyr de şu şiiri okuyordu:

"Ben Züheyr'im, el-Kayn'm oğluyum. Size karşı Hüseyin'i kılıçla koruyorum."

Bundan sonra Züheyr, elini Hz. Hüseyin'in omuzuna vurup şöyle dedi:

"Hidayete ermiş ve hidayete erdiren bir kimse olarak ilerle. Bu gün peygamber dedenin huzuruna varacaksın. Hasanla, Ali Murtaza ile, iki kanatlı yiğit (Cafer) ile. Allah'ın yaşayan şehit aslanı (Hamza) ile karşılaşacaksın."

Kesir b. Abdullah eş-Şabî ile Muhacir b. Evs, Züheyre saldırarak onu öldürdüler.

Hz. Hüseyin'in adamları arasında Nafı b. Hilal el-Cemelî de vardı. Bu şahıs, oklarının üzerine kendi adım yazdırmıştı. Bu oku zehirli idi. Okunu düşmana fırlatırken şöyle diyordu:

"Oklarımın ucunu işaretleyerek atıyorum. Bedbahtlığı, nefse fayda vermez. Ben Cemeliyim, ben Ali'nin dinindenim."

Bu zat, Ömer b. Sa'd'm -yaraladıkları hariç- oniki adamını öldürdü. Sonra kendisi vuruldu ve kolları kırıldı. Kendisini esir aldılar. Ömer b. a ^'m yanma götürdüler. Ömer ona şöyle dedi:

Yuh sana ey Nafi! Kendine niçin böyle yaptın?

- Rabbim ne istediğimi biliyor. Allah'a yemin ederim ki, askerleri­nizden -yaraladıklarım hariç- oniki kişiyi öldürdüm. Bu yaptığımdan ötürü  de kendimi  ayıplamıyorum.  Eğer kollarım ve bileklerim kırılmasaydı beni esir alamazdınız.

Şimr, Ömer b. Sa'd'a şöyle dedi:

- Bunu öldür.

- Sen getirdin, istersen sen öldür.

Şimr kalktı, Nafi'in kılıcını üzerinden aldı, Nafi, ona şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki ey Şimr, eğer sen Müslümanlardan ol­saydın, bizim kanlarımızla Allah'ın huzuruna çıkman, senin için büyük bir vebal olurdu. Ölümümüzü kendi yaratıklarının en şerlisinin eline bırakan Allah'a hamd olsun.

Bundan sonra Şimr, Nafiyi öldürdü. Daha sonra Şimr, birçok adam­la birlikte Hz. Hüseyin'in tarafına doğru hamle yaptı. Az kalsın Hz. Hü­seyin'e ulaşacaklardı. Hz. Hüseyin'in adamları bunların çok sayıda as­kerle üzerlerine hamle yaptıklarım, kendilerinin de ne Hz. Hüseyin'i, ne kendi canlarını korumaya güç yetiremeyeceklerini görünce, artık Hz. Hüseyin'in uğruna ölmek için yarışmaya başladılar. Uzre el-Gifaifnin oğulları Abdurrahman ile Abdullah gelip Hz. Hüseyin'e şöyle dediler:

- Ey Abdullah'ın babası! Sana selam olsun, artık karşımızdaki düş­man bizi senin yanına gelmek zorunda bıraktı. Biz de senin uğruna sa­vaşmak ve seni korumak istedik.

Hz. Hüseyin de:

- Size merhaba. Bana yaklaşın, dedi. Onlar da Hz. Hüseyin'in yanı­na yaklaştılar. Onun yakınında düşmanla savaşmaya başladılar, sava­şırken de şöyle diyorlardı:

- Beni Gifar, Handef ve Beni Nizar kabileleri gerçekten bilirler ki biz, olanca öfkemizle ve keskin kılıçlarımızla facirler topluluğuna vura­cağız.

Ey millet! Meşrefi yapısı kılıçlarınız ve hattar markalı süngüleri­nizle seçkinlerin oğlunu (Hüseyin'i) koruyun ve savunun.

Hz. Hüseyin'in adamları daha sonra birer, ikişer yanma geldiler. Onun önünde savaşıyorlardı. O da onlara dua ediyor ve şöyle diyordu: "Allah, size takva sahibi kimselere verilen mükafatın en güzelini ver­sin." Onlar Hz. Hüseyin'e selam verip savaşmaya başladılar. Nihayet öl­dürüldüler. Sonra Abis b. Ebi Şebib gelip Hz. Hüseyin'e şöyle dedi:

- Ey Abdullah'ın babası! Allah'a yemin ederim ki yeryüzünde uzak yakın hiçbir kimse, senin kadar benim yanımda kıymetli değildir. Eğer bu zulmü ve Öldürülmeyi kendi canımdan ve kanımdan daha kıymetli olan birşeyle senden savup uzaklaştırabilşeydim mutlaka yapardım. Selam sana ey Abdullah'ın babası. Senin yolunda olduğuma şahid ol.

Böyle dedikten sonra alnı yaralı vaziyette kılıcını çekmiş olarak ilerledi insanların en yiğitlerindendi, şöyle ünledi:

- Teke tek gelin, mübarezeye yok musunuz?

Onu tanıdılar ve uzaklaştılar. Sonra Ömer b. Sa'd, kendi adamları­na: "Onu taşlayın, taşlayarak öldürün." diye emir verdi. Her taraftan ona taş attılar, bu durumu görünce zırhını ve miğferini attı. Sonra da düşmana saldırdı. Allah'a yemin ederim ki, onun 200'den fazla adamı önüne katıp sürdüğünü gördüm. Sonra her taraftan ona saldırdılar ve nihayet öldürüldü. Allah ona rahmet etsin, kesik başı birkaç adamın elindeydi. Hepsi de onu ben Öldürdüm, diye iddia ediyordu. Bunlar Ömer b. Sad'a gittiler. Ömer onlara: "Bu hususta tartışmayın. Çünkü onu bir tek adam öldürmüş değildir." dedi ve onları birbirinden ayırdı.

Sonra Hz. Hüseyin'in adamları, onun Önünde savaşmaya başladı­lar. Hepsi vurulup yok oldular. Yanında sadece Süveyd b. Amr b. Ebi Muta el-Hasamî kaldı. Hz, Hüseyin'in taraftarlarından öldürülen ilk kişi, oğlu Aliyyü'l-ekber oldu. Aliyyü'l-Ekber'in annesi Leyla binti Ebi Mürre b. Urve b. Mesud es-Sakafî'dir. Aliyyü'l-Ekber'i, Mürre b. Munkiz b. Numan el-Abdî vurup öldürdü. Çünkü Aliyyü'l-Ekber, babası Hüse­yin'i -vücudunu siper ederek- koruyordu. Ali b. Hüseyin şöyle diyordu:

"Ben, Ali'nin oğlu Hüseyin'in oğluyum.

Allah'ın Beyt'ine yemin olsun ki, biz peygambere daha yakınız.

Allah'a yemin ederim ki, nesebi belirsiz bir kimse bize emirlik yapa­maz.

Bu gün babamı nasıl koruduğumu göreceksiniz."

Mürre onu yaralayınca etrafım birkaç adam çevreledi ve onu kılıçla­rıyla param parça ettiler. Hz. Hüseyin de bu durumu görünce şöyle dedi:

"Ey oğulcuğum, seni öldüren kavmi Allah kahretsin! Onlar, Allah'a ve O'nun yasaklarını çiğnemeye karşı ne kadar da cüretlidirler. Senden sonra dünyanın ne kıymeti var!" O esnada güzelliği güneşi andıran bir kadm çıkıp şöyle dedi: 'Vay kardeşime! Vay kardeşimin oğluna!" Bu ka­tim, Hz. Ali'nin ve Hz. Fatıma'mn kızları Zeynep idi. Zeynep, yerde yat­makta olan kardeşi oğlunun üzerine kapanıp ağlamaya başladı.

Hz. Hüseyin de gelip Zeyneb'in elinden tuttu ve onu alıp çadıra gö­türdü. Oradan alıp kendi çadırına götürmelerini de yanındakilere em-retti. Bundan sonra Abdullah b. Müslim b. Ukayl öldürüldü. Ondan son­ra da Abdullah b. Cafer'in oğulları Avn ile Muhammed, bunlardan sonra Ukayl b. Ebi Talib'in oğulları Abdurrahman ile Cafer, bunlardan sonra ûa Hz. Hasan'm oğlu Kasım öldürüldü.»

Ebu Mihnef, Fudayl b. Hadic el-Kindî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: «Yezid b. Ziyad, iyi ok atan biriydi. Bu, Beni Behdele kabilesin­in Ebu Şa'sa el-Kinanî künyesi ile tanınıyordu. Gelip Hz. Hüseyin'in önünde diz çöktü ve yüz ok attı. Attığı oklardan sadece beş tanesi yere düşmedi. Ok atma işini tamamladıktan sonra: "Anladım ki ben beş kişi­yi öldürmüşüm." dedi ve şu şiiri okudu:

"Ben Yezid'im, ben Muhacirim,

Yokuş aşağı koşmakta olan güçlü aslandan daha cesaretliyim,

Rabba and içerim ki ben Hüseyin'e yardımcıyım,

Sa'd oğlunu terkedip göçmüşüm."

Dediler ki: Hüseyin uzun birgün bekledi. Yalnız başınaydı. Yanına gelen herkes: "Onu Öldüren ben olmayayım. Öldürülmesi işine ortak ol­mayayım." diyerek geri dönüyordu. Nihayet Beni Bedda kabilesinden Malik b. Beşir adında biri geldi. Hz. Hüseyin'in başına bir kılıç vurdu, başını kanattı, başında bir bornoz vardı. Bornoz parçalandı, başı yara­landı. Bornozun içi kanla doldu. Hz. Hüseyin, kendisini vuran Malik'e şöyle beddua etti: "Bu bornozun parasiyle dilerim ki hiç birşey yiyemiye-sin ve içemiyesin ve Allah, seni zalimlerle birlikte hasretsin."

Bundan sonra Hz. Hüseyin, bu bornozunu çıkarıp attı ve bir sarık getirilmesini istedi. Getirilen sarığı başına taktı.»

Ebu Mihnef, Humeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Yüzü ay parçasını andıran bir genç, elinde kılıcı olduğu halde yanımıza geldi. Üzerinde bir gömleği ve izan vardı. Ayakkabılarından birinin -yanılmı­yorsam sol ayakkabısının- bağı kopmuştu. Ömer b. Sa'd b. Nüfeyl el-Ezdî: "Vallahi buna saldıracağım." deyince ben ona dedim ki: "Sübha-nallah! Şu çocuğu ne diye öldüreceksin? Çevrelerinde yatmakta olan in­sanları öldürmüş olman sana yeter."

Ömer: "Vallahi buna saldıracağım." dedi ve çocuğa bir darbe vurun­ca çocuk çığlık atarak "Ey amca!" diye bağırdı. Hz. Hüseyin de kükremiş aslan gibi Ömer b. Sa'd'a saldırdı. Ömer'e bir kılıç darbesi vurdu, ancak Ömer pazusunu kendine siper etti. Hz. Hüseyin de pazusunu dirsek yanından kesti. Sonra çığlık atarak uzaklaştı. Kûfelilerin süvarileri Ömer'i Hz. Hüseyin'den kurtarmak için hamle yaptılar. Fakat atlılar ile karşı karşıya gelince atlar onun üzerinden geçti ve onların ayaklan al­tında ölünceye kadar çiğnenip durdu. Ortalığın tozu bulutu gidince Hz. Hüseyin, o gencin yanı başına gidip durdu. Genç ayaklanın kontrol edi­yor, Hz. Hüseyin de ona şöyle diyordu: "Seni bu hale getirenler, Allah'ın rahmetinden uzak olsunlar. Kıyamet gününde bunlann hasmı senin deden olacaktır." Daha sonra Hz. Hüseyin, sözlerine şunlan ekledi:

"Allah'a yemin ederim ki, sen amcanı çağınrken amcanın bu çağır­man üzerine hemen gelmemesi yahut gelip de sana bir faydasının do­kunmaması ona çok ağır geldi. Andolsun bugün, zalimi çok, yardımcısı az olan bir gündür." Daha sonra onu göğsü üzerinde taşıdı, çocuğun ayaklan sanki yerde sürükleniyordu. Hz. Hüseyin, onu götürüp Öldürü­len oğlu Aliyyü'l-Ekber'in ve diğer aile efradının yanına bıraktı. O çocu­ğun kim olduğunu sorduğumda bana, onun, "Hasan'ın oğlu Kasım" ol­duğunu söylediler.»

Hani b. Sebit el-Hadremî dedi ki: Hüseyin'in öldürüldüğü günde ben de orada hazırdım. On kişinin onuncusuydum, hepimiz süvari idik. Hü­seyin ailesinden bir genç, çadırlardan çıktı. Elinde bir çubuk vardı. Üze­rine bir gömlek giyinmiş, etrafına peştemal sarmıştı, ürkekti. Sağa ve sola bakıyordu, korku içindeydi. Kulaklannda birer inci vardı. Sağa so­la dönüp bakarken bu inci taneleri de sallanıyordu. Bir süvari ona ham­le yaptı. Yanına yaklaştığında bir kılıç darbesiyle onu paramparça etti.

Hişam es-Setunî dedi ki: "O genci öldüren, Hani b. Sebit idi. Ancak onu öldürdüğünden dolayı kınanmaktan korktuğu için kendinden bah­setmedi ve onu öldüreni isim vermeksizin anlattı."

Sonra Hz. Hüseyin yoruldu. Çadınnın kapısına oturdu. Çocukların­dan Abdullah, kendisine getirildi. Onu kucağına aldı, Öpüp koklamaya başladı, onunla vedalaştı. Ailesine vasiyetini yaptı. İbn Mukidu'n-Nar adında Beni Esed kabilesinden birisi, bir ok atarak o çocuğu Öldürdü. Hz. Hüseyin, çocuğun kanım avuçlayıp semaya savurdu ve şöyle dedi: "Ey Rabbim! Eğer semadan bize yardım göndermiyorsan bari bu yardı­mı daha hayırlı bir yere gönder ve bizim için zalimlerden intikam al."

Abdullah b. Ukbe el-Genevî, Hz. Hüseyin'in oğlu Ebu Bekir'e bir mızrak atarak onu da öldürdü. Sonra Hz. Ali'nin oğullan Abdullah, Ab-bas, Osman, Cafer ve Muhammed de öldürüldüler. Bunlar, Hz. Hüse­yin'in kardeşleriydiler. Hz. Hüseyin, son derece susamıştı. Gidip Fırat suyundan içmek istedi, ancak ona engel olduklan için bunu da yapama­dı. Suya yaklaştığı anda Husayn b. Temim adında birisi, bir mızrak ata­rak çenesine isabet ettirdi ve onu bulunduğu yere yıktı. Hz. Hüseyin, bu mızrağı çenesinden çekip çıkannca kan fışkırdı. Fışkıran kanı avucuyla toplayıp semaya yükselti. Sonra savurdu. Şöyle beddua etti: "Allahım, sen bunlann sayısını biliyorsun, bunlan teker teker öldür ve yeryüzün­de bunlardan hiç kimseyi bırakma." Onlara pek çok beddualar etti.

Hz. Hüseyin susamışken kendisine ok atan adam, kısa bir süre son­ra öyle bir hale geldi ki ne kadar su içerse içsin, susuzluğunun gitmesi imkansız oldu. Bazen içmesi için süt ve su serinletilip soğutuluyor, son­ra kendisine içiriliyordu, ama bir türlü susuzluğu giderilemiyordu. "Ya­zıklar olsun size, bana su verin, susuzluk beni öldürecek." diyordu. Kısa bir süre sonra karnı deve karnı gibi şişip çatladı.

Diğer taraftan Şimr b. Zilcevşen, yaklaşık on kişilik bir grup Ue Hü­seyin'in kaldığı yere geldi. Kendisi ile eşyalan arasında kalınca Hz. Hü­seyin onlara şöyle seslendi: "Yazıklar olsun size! Sizler dinine bağlı ve kıyamet gününden korkan kimseler olamıyorsanız bari soylu ve hür kimseler gibi olun. Eşyamı ve ailemi azgınlarınızdan ve cahillerinizden koruyun."

Şimr: "Senin bu istediğin yerine getirilecektir ey Fatıma'nm oğlu." diye cevap verdi. Sonra onu kuşattılar. Şimr, onu öldürmeleri için adamlarını teşvik etti. Ebu'l-Cenub ona: "Hüseyin'i sen niye öldürmü­yorsun?" deyince Şimr: "Bana mı söylüyorsun?" diye sordu. O da: "Sen bunu bana mı dedin?" dedi ve ikisi bir süre birbirlerine sövdüler. Yiğit bir adam olan Ebu'l-Cenub dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki, şu mızrak­ları senin gözlerine saplamaya karar verdim." Bunun üzerine Şimr ora­dan ayrılıp gitti.

Sonra Şimr, beraberinde birkaç savaşçı ile geldi. Çadırının yanında Hz. Hüseyin'i çembere aldı. Yaranda onu koruyacak kimse yoktu. Çadır­lardan ay yüzlü bir genç koşarak geldi. Kulaklarında inci küpeler vardı. Hz. Ali'nin kızı Zeyneb onu geri çevirmek için geldi, ama geri çevireme­di. Bu genç, amcası Hüseyin'i savunmaya başladı. Şimr'in adamların­dan birisi, ona bir kılıç darbesi vurdu. Eliyle kendini korumaya çalıştı, ancak kılıç onun elini derisine kadar kesti. Genç adam: "Ey babacığım!" diye feryat etti. Hz. Hüseyin de ona şöyle dedi: "Ey oğulcuğum, sevabını Allah'tan bekle, sen salih atalarına kavuşacaksın." Sonra her taraftan düşman askeri Hz. Hüseyin'e saldırdı. O da sağa sola kılıcıyla hücum ediyordu. Oğlağın aslandan kaçışı gibi ondan kaçıyorlardı. Kızkardeşi Zeyneb çadırdan çıktı, şöyle dedi: "Keşke gök yere düşse." Ömer b; Sa'd gelince Zeyneb ona dedi ki: "Ey Ömer! Abdullah'ın babası Hüseyin'in se­nin gözlerinin önünde öldürülmesine razı olacak mısın?" Zeyneb'in bu sözleri üzerine Ömer'in gözlerinden yaşlar aktı, sakalına döküldü, yü­zünü çevirip gitti. Sonra Hz. Hüseyin'i öldürmeye kimse yanaşmadı. Ni­hayet Şimr b. Zilcevşen şöyle bağırdı: 'Yazıklar olsun size! Bu adamı ne diye bekletiyorsunuz? Onu öldürün, ananız sizi kaybetsin."

Şimr'in bu çağrısı üzerine adamlar, Hz. Hüseyin'e saldırdılar, onu Zür'a b. Şerik et-Temimî -sol omuzuna ve ensesine vurduğu darbelerle-öldürdü. Sonra düşman askerleri Hz. Hüseyin'in yanından ayrılıp gitti­ler. Vüfcudu ağırlaşmış olup yere düşmek üzereydi, daha sonra Sinan b. Ebi Amr b. Enes en-Nehaî gelerek ona bir mızrak darbesi vurdu ve yere düşürdü. Boğazlayıp başını kopardı ve kopardığı başı Havla b. Yezid'e verdi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Hüseyin'i, Şimr b. Zel-cevşen öldürmüştür. Mezhiç kabilesinden bir adamın öldürdüğünü ve­ya onu Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın öldürdüğünü ifade eden bazı riva­yetler de vardır. Aslında o müfrezenin komutanı Ömer b. Sa'd idi. Bu sağlam bir rivayet değildir. Birinci rivayet meşhurdur. Abdullah b. Am-mar dedi ki: "Vallahi Hüseyin gibi çocukları ve arkadaşları öldürülüp de üzerine çokça adamın saldırdığı başka bir kimse görmedim. Bu durum­da onun kadar yürekli ve metanetli bir kimse de görmedim. Allah'a ye-

uin ederim ki, ondan önce ve sonra onun gibisini asla görmüş değilim." Ömer b. Sa'd, Hüseyin'e yaklaştı. Zeyneb, Ömer'e dedi ki: "Ey Ömer! Ab­dullah'ın babası Hüseyin'in senin gözlerin önünde öldürülmesine razı olacak mısın?" Zeyneb'in bu sözleri üzerine Ömer b. Sa'd ağladı ve ora­dan ayrılıp gitti.

Ebu Mihnef, Humeyd b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüseyin, şöyle diyerek düşman askerlerine saldırıyordu: "Beni Öldür­mek için mi hep birlikte üzerime saldırıyorsunuz? Allah'a yemin ederim ki, benden sonra öldüreceğiniz adamlar arasında beni öldürdüğünden ötürü Allah'ın daha çok gazablanacağı bir kimseyi öldüremeyeceksiniz. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Allah, sizin bu hakaretleriniz sebebiy­le beni şereflendirecektir. Bunu ümid ediyorum ve sonra da benim inti­kamımı farkında olmaksızın sizlerden alacaktır. Allah'a yemin ederim ki, eğer beni öldürürseniz, Allah azabınızı aranıza düşürecek ve aranız­da iç savaş çıkacak, birbirinizin kanını akıtacaksınız. Sonra yine Cenâb-ı Allah, sizden vazgeçmeyecek, nihayet size en acıklı azabı kat-kat çektirecektir."

Hz. Hüseyin, o gün uzun uzadtya bekledi, eğer karşı taraf onu öldür­mek isteseydi öldürebilirlerdi. Ancak onlardan bazıları, Hz. Hüseyin'i öldürdüğü takdirde kendisine kan davası açılacağından korkuyordu. Bu sebeple onu başkalarının öldürmesini istiyorlardı. Kendileri sorum­luluk altına girmek istemiyorlardı. Bir ara Şimr b. Zilcevşen, bağırarak: "Daha ne diye bu adamı bekletiyorsunuz, Öldürün!" diye bağırdı. Bunun üzerine Zür'a b. Şerik et-Temimî ilerledi, Hz. Hüseyin'in omuzuna bir kılıç darbesi vurdu, sonra Sinan b. Enes b. Amr en-Nehaî gelip ona bir mızrak darbesi vurdu. Hz. Hüseyin yere yığılınca Sinan onun başını ko­pararak Havla b. Yezid'e teslim etti.

Ibn Asakir, Şimr b. Zilcevşen'in biyografisinden bahsederken baba­sı Zilcevşen'in kadri yüce bir sahabe olduğunu ve adının Şurahbil oldu­ğunu söylemiştir. Babasının adının Osman b. Nevfel olduğunu söyle­yenler de vardır. Anlatıldığına göre babasının adı îbn Evs b. AVer el-Anairi ed-Debabî'dir. Debab, Kilab kabilesinin bir koludur. Şimr, Ebu Sabiğa künyesi ile çağırılırdı.

îbn Asakir, daha sonra Muhammed b. Amr b. Hasan'ın şöyle dediği­ni rivayet etmiştir: "Kerbela da Hz. Hüseyin'le beraberdik. Şimr b. Zil-çevşen'e bakıp şöyle dedi: Allah ve Rasûlü doğru söylediler. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben sanki alaca bir köpeği görür gibi oluyo-rura- ki, o köpek, benim ehl-i beytimin kanını yalıyor." Lanetli Şimr ala­calıydı.

Hz. Hüseyin'i öldürmelerinden sonra Sinan ile başkaları onun eşya­larını yağmalayıp götürdüler. Düşmanları, onun mallarım ve eşyaları-nı Paylaştılar. Çadırındaki eşyaları da ganimet edindiler. Öyle ki, ka­klarının üzerindeki temiz elbiseleri de alıp götürdüler.»

Ebu Mihnef, Cafer b. Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir-"Öldürüldüğü zaman Hz. Hüseyin'in vücudunda otuz üç mızrak darbesi

ve otuzdört kılıç darbesi gördük. Şimr b. Zilcevşen, Zeynel Abidin'i öl­dürmek istedi. Zeynel Abidin hasta ve küçük bir çocuktu. Ancak arka­daşlarından biıi olan Humeyd b. Müslim, onu bundan men etti. Ömer b Sa'd şöyle dedi: "Sakın Hüseyin'in kadınlarının yanma hiç kimse gitme­sin ve şu çocuğu da hiç kimse öldürmesin. Bunların eşyalarını almışsa-nız geri verin." Allah'a yemin ederim ki, onların eşyalarından hiçbirini hiçbir kimse geri vermedi. Zeynel Abidin de Ömer b. Sad'a şöyle dedi: "Allah sana hayır mükafat versin, senin bu sözünle Allah kötülükleri benden uzaklaştırdı. Kimse bana kötülük yapamadı."

Anlatıldığına göre daha sonra Sinan b. Enes, Ömer b. Sad'm çadırı­nın kapısına gelerek yüksek sesle şöyle demiştir:

"Haydi atıma altın ve gümüş yükle, Çünkü ben o büyük efendiyi öldürdüm. Anası ve babası itibariyle en hayırlı insanı, Nesebi itibariyle en soylu olanı öldürdüm,"

Ömer b. Sa'd, Sinan'ı kasdederek: "Onu yanıma getirin." diye emir verdi. Sinan içeri girince Ömer, onu kırbaçlayarak şöyle dedi: "Yuh sa­na! Sen delisin. Allah'a yemin ederim ki, bu söylediklerini İbn Ziyad du­yacak olursa mutlaka boynunu vurur."

Yanma geldiğinde köle olduğunu söyleyen Ukbe b. Seman'a, Ömer b. Sa'd lütufta bulunarak onu azad etti. Onlar arasında ondan başka kurtulan olmadı. Muratla b. Yemane de bir sır verdi. İbn Ziyad, ona da lütufta bulundu.

Hz. Hüseyin'in adamlarından yetmiş iki kişi öldürüldü. Ğadiriyeli-ler, bir gün sonra onları defnettiler. Bunlar, Beni Esed kabilesinden idi­ler.

Sonra Ömer b, Sa'd, emir verdi. Hüseyin'in, atların ayaklan altında çiğnetilmesin! istedi ve bu isteğini yerine getirtti. Fakat bu rivayet sa­hih değildir, doğrusunu Allah bilir.

Ömer b. Sa'd'ın adamlarından da seksensekiz kişi öldürülmüştü.

Muhammed b. Hanefîye'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Hüseyin'le beraber onyedi erkek öldürüldü. Bunların hepsi de Fatıma evladı idi."

Rivayete göre Hasan-ı Basrî de şöyle demiştir: "Hüseyin'le beraber on altı erkek öldürüldü ki, bunların hepsi onun ehl-i beytindendi, o gün yeryüzünde onların benzerleri yoktu."

Başkaları dediler ki:Hüseyin'le beraber çocuklarından, kardeşle­rinden ve ehl-i beytinden yirmiüç erkek öldürüldü. Hz. Ali'nin çocukla­rından öldürülenler şunlardı: Cafer, Hüseyin, Abbas, Muhammed, Osman ve Ebu Bekir.

Hz. Hüseyin'in öldürülen çocukları şunlardı: Aliyyü'l-Ekber, Ab­dullah.

Hz. Hüseyin'in kardeşi Hasan'ın öldürülen çocukları da şunlardı: Abdullah, Kasım ve Ebu Bekir.

Abdullah b. Cafer'in öldürülen çocukları da şunlardı: Avn ve Mu­hammed.

Ukayl'm öldürülen çocukları şunlardı: Cafer, Abdullah ve Abdur-rahnıan. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Ukayl'm oğlu Müslim daha Önce Kûfe'de öldürülmüştü. Bunlar, Ukayl'm oğullarıydılar. Bir de iki torunu Öldürülmüştü. Abdullah b. Müslim b. Ukayl ve Muham­med b. Ebi Said b. Ukayl. Böylece Ukayl'm evladından Öldürülenlerin sayısı altıyı bulmuştu. Bunlar hakkında şairin biri şöyle demişti:

"Ali'nin öldürülen dokuz çocuğuna ve Ukayl'm öldürülen altı çocu­ğuna ağla.

Peygamber, onların Gavder'de öldürüleceklerini söyledi. Düşman­lar, parlak ve keskin kılıçlarla onlara hücum ettiler."

Kerbela'da, Hz. Hüseyin'le birlikte öldürülenler arasında süt kar­deşi Abdullah b. Bakter de vardı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, daha önce öldürülmüştü. Hz. Hüseyin, onu bir mektupla Kûfelilere gönderdiğinde İbn Ziyad, hücum ederek onu öldürmüştür.

Kerbela'da Ömer b. Sa'd komutasındaki Kûfelilerden de yaralanan­lar dışında seksensekiz kişi öldürülmüştü. Ömer b. Sa'd, bunların cena­ze namazını kılıp defnetmişti. Anlatıldığına göre Ömer b. Sa'd, on süva­riye emir vererek Hüseyin'i bunların atlarının ayaklarının altında çiğ­netmiş ve yere yapışacak hale getirmişti. Ayrıca aynı gün başının kopa­rılarak Havla b. Yezid el-Esbahî vasıtasıyla İbn Ziyad'a götürülmesi ta­limatını da vermişti. Havla gittiğinde sarayın kapısının kapalı olduğu­nu görmüş, bunun üzerine evine giderek Hüseyin'in başını evinde bulu­nan bir leğenin altına koymuş, yatağına girmiş ve Nevvar binti Malik adındaki karısına şöyle demişti: "Sana dünyanın zenginliğini getirmiş bulunuyorum." Karısı: "Getirdiğin şey nedir?" diye sorunca, Havla: "Hüseyin'in başını getirdim." demiş. Bunun üzerine karısı: "Herkes al­tın ve gümüş getirirken sen bana Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızının oğlu Hü­seyin'in başım getiriyorsun. Allah'a yemin ederim ki, ben seninle artık hiçbir zaman aynı yatağı paylaşmayacağım." dedi ve yataktan çıkıp git­ti. Havla da Beni Esed kabilesinden olan ikinci karısını yatağa çağırdı. Karısı gelip yatınca dedi ki: "Vallahi ben şu leğenden göğe kadar yükse­len bir nura uzun süre bakıp durdum, daha sonra etrafında kanat çırpan bembeyaz kuşlar gördüm."     

Sabah olunca Havla, Hz. Hüseyin'in kesik başını alıp ibn Ziyada go-

türdü. Kafalar, huzuruna götürüldüğünde İbn Ziyad, durup baktı. Ora­da Hz. Hüseyin'in diğer adamlarının da kesik başları vardı. Meşhur ri­vayete göre yetmişiki kesik baş oraya götürülmüştü. Yani Hz. Hüse­yin'in öldürülen adamlarının başları koparılıp İbn Ziyad'a getirilmişti İbn Ziyad da daha sonra bu kesik başları Şam'da bulunan Muaviye oğlu Yezid'e gönderdi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hüseyin'in başı Ubeydullah b. Ziyad'a getirildi. O da bu kesik başı bir leğene koydu. Üzerine çizgi çizmeye başladı, güzelliği hakkında bir-şeyler söyledi, ehl-i beyt içinde Rasûlullah'a en çok benzeyen, Hz. Hüse­yin idi, yüzünde dövmeler vardı."

Tirmizî, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"İbn Ziyad, Hz. Hüseyin'in kesik başına elindeki değneği vurdu ve burnuna çarparak: "Bunun gibi güzel birini görmedim." dedi.»

Bezzar, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hüseyin'in kesik başı Ubeydullah b. Ziyad'a getirildiğinde o, elin­deki değnekle onun ön dişlerine vurup -yanılmıyorsam- "çok güzel biri" dedi. Ben de kendisine dedim ki: "Vallahi ayıp, böyle yapma, zira ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m, senin değnekle vurduğun ağzı öptüğünü gör­düm." Bunun üzerine Ubeydullah b. Ziyad geri çekildi.»

Ebu Mihnef, Humeyd b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Sa'd, beni çağırdı. Allah'ın kendilerine nasip ettiği fethi ve kendisinin afiyette oluşunu kendilerine müjdelemem için beni ailesine gönderdi. Ben de gittiğimde îbn Ziyad'm halkla meclis kurup oturmakta olduğunu gördüm. Başka yerden gelen heyetlerde yanında idiler. Yanı­na girenlerle birlikte ben de girdim. Hz. Hüseyin'in kesik başının önün­de olduğunu gördüm. Elindeki değnekle bir süre onun ön dişlerine vur­du. Zeyd b. Erkam da ona şöyle dedi: "Kırbacını şu iki dişin üzerinden kaldır, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m dudaklarım şu iki diş üzerinde gördüm, bunları öpüyordu." Böyle dedikten sonra yaşlı bir adam olan Zeyd b. Erkam, hıç-kıra hıçkıra ağlamaya başladı. îbn Ziyad, ona dedi ki: "Allah, senin göz­lerini ağlatsın. Allah'a yemin ederim ki, sen aklı gitmiş bunak bir ihti­yar olmasaydın boynunu vururdum." Onun böyle demesinden sonra Zeyd b. Erkam, kalkıp oradan gitti. Giderken de insanlar dediler ki: "Vallahi Zeyd b. Erkam, öyle bir söz söyledi ki, eğer îbn Ziyad duysaydı onu mutlaka öldürürdü."

Ben de onun ne söylediğini orada bulunanlara sordum, dediler ki: Zeyd, yanımızdan geçerken şöyle diyordu: Bir köle, Allah'ın kullarına hükümdar oldu. Onları Acemlerin çocukları gibi evlat edindi. Ey Arap topluluğu! Bu günden sonra siz kölesiniz. Fatıma'nm oğlunu öldürdü­nüz. Mercane'nin oğlunu başınıza emir yaptınız. O, seçkinlerinizi öldürüyor, şerlilerinizi de köle edinecektir. Zillete razı olanlar, Allah'ın rah­metinden mahrum kalsınlar, onlara lanet olsun.»

Tirmizî, Amnıare b. Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ubeydullah b. Ziyad ile arkadaşlarının başları getirildiğinde Küfe mescidinin avlusuna kondu. Ben de oraya vardım. Orada toplanan halk: "Geldi geldi." diyorlardı. Baktım ki bir yılan, kesik başların arasında dolaşıyor. Nihayet gelip Ubeydullah b. Ziyad'm burun deliklerinden bi­rine girdi. Bir süre bekledikten sonra çıkıp gitti, gözden kayboldu. Son­ra orada bulunanlar "İşte geldi, işte geldi." dediler. Yılan aynı hareketi iki veya üç defa tekrarladı."

îbn Ziyad, Hüseyin'in kesik başının Kûfe'ye getirilmesinden sonra insanların camide toplanmaları için duyuru yaptırdı. Duyuru yapıldık­tan sonra insanlar camide toplandılar. İbn Ziyad, minbere çıktı. Allah'ın kendilerine nasib ettiği zaferi ve hakimiyetleri ellerinden almak isteyip ülke birliğini bozmak isteyen Hüseyin'in öldürülmesini anlattı. Abdul­lah b. Afif el-Ezdî kalkıp ona şöyle çıkıştı:

- Yazıklar olsun sana ey İbn Ziyad! Peygamberlerin çocuklarını öl­dürüyorsunuz ama Sıddikiler gibi konuşuyorsunuz.

İbn Ziyad, emir verdi ve Abdullah b. Afif öldürülüp darağacma asıl­dı. Sonra emir verdi, Hüseyin'in kesik başı getirilip Küfe sokaklarında dolaştırıldı. Sonra da bu kesik başı, diğer arkadaşlarının kesik başlarıy­la birlikte Zahr b. Kays refakatinde Şam'da bulunan Muaviye oğlu Ye­zid'e gönderdi. Zahr'm beraberinde bir süvari gurubu da vardı. Bu grup­ta Ebu Bürde b. Avf el-Ezdî, Tarık b. Ebi Zabyan el-Ezdî de vardı. Bunlar yola çıktılar. Kesik başların tamamım Muaviye oğlu Yezid'e götürdüler.

Hişam, Himyerli Gaz b. Rebia el-Cüreşfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'a yemin ederim İd, Zahr b. Kays kesik başları getirirken ben de Şam'da Muaviye oğlu Yezid'in yanında idim. Zahr içeri girdi, Ye-zid ona şöyle dedi:

- Hey, arkanda ne haberler var?

- Ey mü'minlerin emin, sana müjdeler olsun. Allah sana fetih na­sib etti, zafer ihsan etti. Ali oğlu Hüseyin, aile efradından onsekiz ve ta­raftarlarından da altmış kişi ile üzerimize geldi. Biz de karşılarına di­kildik. Teslim olmalarını ve vali Ubeydullah b. Ziyad'ın hükmüne boyun eğmelerini talep ettik. Aksi takdirde kendileriyle savaşacağımızı söyle­dik. Ama onlar savaşmayı tercih ettiler. Biz de gün doğuşu ile birlikte üzerlerine hamle yaptık. Her taraftan onları kuşattık. Nihayet kılıçları­mız onların birçok başlarını aldı. Artık sağa sola kaçışıyorlar, sığınak arıyorlardı. Önümüzden kaçıp tepelere tırmanıyor, çukurlara gizleni­yorlardı, tıpkı güvercinin şahinden kaçışı gibi önümüzden kaçıyorlardı Allah'a yemin ederim ki, koyunlar gibi boğazlandılar, ya da istirahat uykusundaki kimseler gibi kendilerini yakalayıp öldürdük, baştan sona onları kırıp geçirdik. İşte bedenleri çıplak, elbiseleri birbirine dürül-müş, yanakları tozlanıp topraklanmış, güneş onları eritiyor, rüzgar üzerlerinden esip geçiyor. Kartallarla akbabalar sürü halinde üzerleri­ni bulut gibi kaplıyor.

Adamın bu konuşması karşısında Muaviye oğlu Yezid'in gözleri ya­şardı ve şöyle dedi:

- Hüseyin'i öldürmeksizin de bana itaatte bulunmanıza razı olur­dum. Allah, Sümeyye'nin oğluna lanet etsin. Ama vallahi ben Hüse­yin'in yanında olsaydım, onu affederdim. Allah, Hüseyin'e rahmet et­sin."

Hüseyin'in kesik başını getiren adama Yezid birşey vermedi. Hüse­yin'in kesik başı önüne konulduğunda Yezid şöyle dedi: "Ama vallahi ben senin yanında olsaydım seni öldürmezdim." Böyle dedikten sonra şair Hüseyin b. Hammam el-Mürî'nin şu şiirini okudu:

"Bizim nazarımızda aziz olan adamların başlarını gövdelerinden ayırıyorlar

Onlar daha asi ve daha zalimdirler."

Ebu Mihnef, Ebu Cafer el-Absfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «O esnada Mervan'm kardeşi Yahya b. Hakem kalkıp şöyle bir şiir okudu:

"Alçak soylu İbn Ziyad'a yakın, Kalabalık asker Tafîa yakındı. Sümeyye'nin soyu artık toprak gibidir. Mustafa ailesininse bugün soyu tükendi."

Bunu duyan Yezid, Yahya'nın göğsüne vurarak "Sus!" diye emret­ti.»

Şiîlerden Muhammed b. Hamid er-Razî, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Hüseyin'in kesik başı getirilip Önüne bırakıldığında Yezid, şu beyitleri okudu:

"Ah keşke atalarım, Bedir'de Hazreçlilerin mızrakların ve darbele­rin karşısındaki paniklerini müşahede etselerdi.

O zaman tekbir getirirler, sevinçlerinden ve bizden de tekbir getir­memizi isterlerdi. Sonra da bana: "Mübarek olsun, artık gözyaşlarını akıtma." derlerdi.

O zamanki ağıllarının avlusunda anlattılar ve Abdüleşel kabilesine seher vakti Ölüm gitmişti.

Biz sizin eşrafınızın çoğunu öldürdük ve Bedir'in eğriliğini düzelt­tik- Artık siz de kendinize gelip düzelin."

Mücahid dedi ki: Yezid, bu sözünde münafıklık etmiştir. Allah'a ye­min ederim ki tekrar yemin ederim ki, onun askerlerinden herbiri mut­laka onu bu husustan ötürü ayıplayıp kınamıştır. Âlimler, daha sonra Hz. Hüseyin'in kesik başının akibeti hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Ziyad'm, bu kesik başı, Şam'da bulunan Yezid'e gönderip göndermediği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimi gönderildiğini, kimi de gönderilmediğini söylemiştir ama kuvvetli rivayete göre kesik baş, Şam'da bulunan Yezid'e îbn Ziyad tarafından gönderilmiştir. Bu husus­ta birçok rivayetler de varid olmuştur, doğrusunu Allah bilir. Ebu Mihnef, Kasım b. Bahit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Hüseyin'in kesik başı, Muaviye oğlu Yezid'in önüne bırakıldı­ğında elindeki bir değnekle onun ağzına vurdu. Sonra da şöyle dedi: "Bi­zimle şunun arasında geçen hadise, tıpkı Husayn b. Hammam el-Mürrî'nin tasvir ettiği gibidir;

"Bizim nazarımızda aziz olan adamların başlarım gövdelerinden ayırıyorlar.

Ama onlar, daha asi ve daha zalim idiler."

Yezid'in elindeki kırbaçla Hz. Hüseyin'in kesik başının ağız kısmı­na vurması üzerine orada bulunan Ebu Berze el-Eslemî, Yezid'e şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki senin şu kırbacın, Rasûlullah (s.a.v.)'m öpüp emdiği bir ağza vurmuştur, dikkat edesin! Bu adam, kıyamet gü­nünde huzur-u mahşere gelirken şefaatçisi Muhammed olacaktır. Sen oraya gelirken senin şefaatçin ise İbn Ziyad olacaktır." Ebu Berze, böyle dedikten sonra oradan ayrılıp gitti.

Süfyan dedi İd: Aldığım habere göre bu hadisenin peşi sıra Husayn, şöyle bir şiir okudu:

"Sümeyye'nin nesli çakıl taşlan sayısınca çoğaldı. Rasûlullah'ın kızının nesli ise artık yoktur."

Hz. Hüseyin'in diğer zevceleri ve aile efradına gelince, Ömer b. Sa'd, onları koruyup muhafaza edecek birini başlarına tayin etti. Sonra onla­rı develerinin üzerindeki mahfelerine bindirerek yola çıkarttı. Savaş yerinden geçtiklerinde Hz. Hüseyin ile arkadaşlarının cesetlerim gör­düklerinde kadınlar yüksek sesle ağlamaya ve feryadü figan etmeye başladılar. Zeyneb de kardeşi Hüseyin'e ve aile efradına ağlamaya ve şöyle demeye başladı:

"Ya Muhammed, ya Muhammed! Allah sana rahmet etsin, gökteki melekler de senin için mağfiret dilesinler. İşte Hüseyin çölde yatıyor kana bulanmış, organları paramparça olmuş, ya Muhammed! Kızların esir düşmüş, zürriyetin öldürülmüş, üzerlerinden saba rüzgarı esiyor "

Zeyneb'in bu ağıdı üzerine Allah'a yemin ederim ki, orada bulunan dost düşman herkes ağladı.

Kurva b. Kays dedi ki: Hüseyin'in ve arkadaşlarının geride kalan kadınları, cenazelerin yanından geçirilirlerken feryad etmeye ve ya­naklarına vurmaya başladılar. O güne kadar hiçbir kadının o kadar gü­zel ve asil bir hareketini görmüş değildim. Allah'a yemin ederim ki onlar aslanlardan daha güzeldiler. Daha sonra onlar, Kerbela'dan götürüle­rek Küfeye ulaştırıldılar. İbn Ziyad, onlara ikramda bulundu. Nafaka ve-elbiselerini eksiksizce verdi. Diğer ihtiyaçlarını da karşıladı. Fatı-ma'nın kızı Zeyneb, en kötü kılıkla içeriye girdi, cariyeleri etrafında idi­ler, kılığı tamamen değişmişti. Ubeydullah, b. Ziyad'm yanma girdiğin­de Ubeydullah, onun kim olduğunu sordu, ancak Zeyneb onunla konuş­madı. Cariyelerinden biri: "Bu Fatıma'nm kızı Zeyneb'tir." deyince Ubeydullah b. Ziyad şöyle dedi:

- Sizi rezil rüsvay eden, sizi öldüren ve efsanenizin de asılsız oldu­ğunu ortaya çıkaran Allah'a hamd olsun.

- Muhammed vasıtasıyla bize ikramda bulunan ve bizi tertemiz yapan Allah'a hamd olsun. Durum senin dediğin gibi değildir. Aksine fâsık adam, rezil rüsvay olur. Facir ve günahkar da yalan söyler, yalan­cılığı ortaya çıkar.

- Allah'ın sizin aileye neler yaptığını görmedin mi?

- Ölüm, onların kaderlerine yazılmıştı. Mezarlarına gitmek için savaş alanına çıktılar. Allah, onlarla seni mahşer günü karşı karşıya ge­tirecek, senin kendilerine karşı haksız olduğunu Allah'ın huzurunda ifade edecek ve aleyhine deliller ileri süreceklerdir.

Zeyneb'in bu konuşması üzerine îbn Ziyad öfkelendi ve onu dövmek için yekindi, ancak Amr b. Hırris, ona şöyle dedi:

"Allah, emiri ıslah etsin. Bu, bir kadındır. Kadm, konuşmasından ötürü cezalandırılır mı hiç? O söylediği sözden dolayı sorgulanmaz ve yaptığı kötülükten ötürü de kınanmaz."

Ebu Mihnef, Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«İbn Ziyad, Hüseyin'in oğlu Ali'ye bakınca muhafızına: "Git, şu ço­cuğu yakala. Eğer buluğa ermiş ise onu götürüp, boynunu vurun." diye emir verdi. Muhanz gidip Ali'yi yakaladı, eteğini kaldırdı: "Evet, buluğa ermiş!" deyince îbn Ziyad: "Götür ve boynunu vur!" dedi. Ah de ona dedi ki: "Eğer seninle şu kadıncağızlar arasında bir yakınlık varsa kendileri­ne muhafızlık edecek birini onlarla beraber gönder." İbn Ziyad da ona:

"Sen gel!" dedi ve onu kadınlarla beraber gönderdi.»

Ebu Mihnef, Humeyd b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hüseyin'in oğlu Ali huzura getirilip kendisine takdim edildiği zaman ben de îbn Ziyad'ın yanında idim. İbn Ziyad, ona sordu:

- Adın ne senin?

- Ben, Hüseyin oğlu Ali'yim.

- Allah, Hüseyin oğlu Ali'yi öldürmedi mi?

Ali sustu. îbn Ziyad, ona dedi ki:

- Niçin konuşmuyorsun, neyin var senin?

- Benim Ali adında başka bir kardeşim vardı. İnsanlar, onu öldür­düler.

- Hayır, Allah onu öldürdü.

Ali sustu, cevap vermedi. İbn Ziyad, ona dedi ki:

- Niçin konuşmuyorsun, neyin var senin?

- Ali ona şu ayetlerle karşılık verdi: "Allah, öleceklerin ölümleri

anında ruhlarını alır.'W%ümer,42.) "Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan

ölmeZ."(Âl-i Imrfln, 1.45.)

- Vallahi sen de o öleceklerden birisin, vay senin haline! Bakın ba­kalım bu çocuk buluğa ermiş midir? Vallahi öyle sanıyorum ki, bu artık erkekleşmiştir.                

îbn Ziyad'm bu emri üzerine Mürri b. Mead el-Ahmerî gidip Ali'nin eteğini kaldırıp baktı ve: "Evet, buluğa ermiş" di. Bunun üzerine îbn Zi­yad:

- Onu Öldür, diye emir verdi. Hüseyin'in oğlu Ali de:

- Peki, bu kadınların bekçiliğini kim yapacak, bunların işiyle kim uğraşacak? diye sordu. Halası Zeyneb de ona sarıldı. îbn Ziyad'a da şöy­le dedi:

- Ey îbn Ziyad! Bize yaptıkların yeter artık. Bizim kanımızı içmek­ten doymadın mı? Bizden kimi hayatta bıraktın?

Böyle deyip yeğeni Ali'ye sarıldı, onu kucaklayarak ve şöyle dedi:

- Ey İbn Ziyad! Allah aşkına eğer sen mü'min bir kimse isen bunu öldürdüğün zaman beni de onunla birlikte öldür.

Hz. Hüseyin'in oğlu Ali de îbn Ziyad'a şöyle dedi:

- Ey İbn Ziyadi Eğer seninle.bu kadınlar arasında bir akrabalık ba­ğı varsa, bunlarla beraber takvalı bir erkeği de refakatçi olarak gönder ki İslâm adabına uygun olarak kendilerine refakat etsin.

İbn Ziyad, onlara bir süre dikkatle baktı. Sonra yanındaki meclis arkadaşlarına baktı ve şöyle dedi:

- Hayret ediyorum, bu akrabalık bağına! Vallahi öyle anlıyorum ki, eğer Ali'yi öldürecek olursam bu kadm da onunla beraber ölmeyi can­dan isteyecektir. Madem böyle, çocuğu bırakın.

Böyle dedikten sonra Ali'ye dönüp: "Haydi kadınlarınızla beraber sen de git" dedi.

Daha sonra İbn Ziyad, emir verdi. Hz. Hüseyin'in kadınları, çocuk­ları ve kızları hazırlanarak Yezid'e gönderildiler. Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'nin ellerini zincire vurup boynuna bağlamalarını da emretti. Hepsi­ni Muhakkir b. Salebe el-Aizî ve lanetli Şimr b. Zilcevşen'le beraber gön­derdi. Onlar, Yezidin kapısına vardıklarında Muhakkir b. Salebe yük­sek sesle: "Ben Muhakkir b. Salebe'yim. Mü'minlerin emiri nerede? Ona alçak ve facirleri getirdim." diye bağırdı. Yezid de ona şöyle cevap verdi: "Muhakkir'm annesi, Muhakkir kadar şerli ve alçak birini doğurmuş değildir."

Kesik başlar ve kadınlar yanma götürüldüğünde Yezid, Şamlıların eşrafını yanma davet etti ve onları çevresine oturttu. Sonra. Hüseyin'in oğlu Ali ile Hüseyin'in diğer çocuklarını ve kadınlarını yanma çağırdı. Bunlar yanına geldiler, meclistekiler onlara bakıyorlardı. Yezid, Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'ye dedi ki:

- Ey Ali, baban akrabalık bağlarını kopardı, hakkımı tanımadı, hükümdarlığımı elimden almak istedi ve Allah, gördüğün şeyleri onun başına getirdi.

Ali de ona şu âyet-i kerime ile cevap verdi:

"Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, kitapta bulunmasm."(el-Hadîd, 22.)

Yezid, oğlu Halid'e: "Buna cevap ver." dedi, ancak Halid ne cevap ve­receğini bilemedi. Bunun üzerine Yezid ona: "Şöyle de" diye emir verdi: "Başınıza gelen herhangi bir musibet, ellerinizle işlediklerinizden dola­yıdır. O, yine de çoğunu affeder."(cş-Şûrii, so.)

Yezid, bir süi'e sustu. Sonra kadınların ve çocukların getirilmesini istedi. Onları çok çirkin bir halde gördünce: "Allah, İbn Mercane'yi kah­retsin. Eğer onunla bunlar arasında akrabalık bağı olsaydı, bunlara acı-saydı, böyle yapmazdı. Bu şekilde bana göndermezdi." dedi.»

Ebu Mihnef, Hz. Ali'nin kızı Fatıma'nm şöyle dediğini rivayet et­miştir: «Yezid'in huzuruna oturduğumuzda Yezid bize acıdı, lütufta bu­lundu ve bize bir şeyler verilmesini emretti. Sonra Şamlılardan kırmızı tenli bir adam kalkıp Yezid'e şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri, şu kadı­nı (yani beni) bana ver." Ben de parlak yüzlü bir kadındım. O adamın böyle demesi karşısında sarsılıp korktum ve beni onlara vermesinin ca­iz olacağını zannettim. Benden daha büyük ve akıllı olan kızkardeşim Zeyneb'in eteğine sarıldım, ama o bunun caiz olmayacağım biliyordu ve o adama dedi İd: "Vallahi yalan söyledin ve alçaldm. Bu ne sana, ne de Yezid'e caiz olmaz." Yezid öfkelendi ve ablam Zeyneb'e şöyle dedi:

- Yalan söyledin, vallahi bu benim için caizdir. Eğer almak ister­sem kızkardeşini alırım.

- Hayır, asla olmaz. Meğer ki dinimizden çıkıp başka bir dine giresin

Bunun üzerine Yezid, öfkelenip ayağa kalkmak istedi. Sonra abla­ma şöyle dedi:

- Bana böyle mi mukabelede bulunuyorsun? Aslında senin baban

ve kardeşin dinden çıkmışlardı.

- Sen, baban ve deden; Allah'ın, babamın, kardeşimin ve dedemin

dini ile hidayet buldunuz.

- Ey Allah'ın düşmanı, sen yalan söyledin.

- Sen, mü'minlerin eminsin. Hakimiyeti elinde tutuyorsun, Zalim

olarak sövüyorsun ve hükümdarlığına güvenerek bizi eziyorsun.

Allah'a yemin ederim ki Yezid utanır gibi oldu ve sustu. Sonra o Şamlı adam kalkıp şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, bu kadını bana hibe et.

Yezid ona şu karşılığı verdi:

- Defol! Allah sana bir ölüm hibe etsin."

Sonra Yezid, Hz. Hüseyin'in kadınlarım, kızlarını ve çocuklarını Medine'ye güvenilir bir adamla birlikte göndermesi için Numan b. Be-şir'e emir verdi. Yanlarına adam ve at da verdi. Hz. Hüseyin'in oğlu Ali de onlarla beraber olacaktı. Daha sonra Yezid, kadınları hilafet maka­mındaki haremliğe yerleştirdi. Orada misafir etti. Muaviye ailesinin kadınları ağlayıp Hz. Hüseyin'e matem tutarak onları karşıladılar. Bu matem üç gün sürdü. Yezid, öğle ve akşam yemeklerini mutlaka Hz. Hü­seyin'in oğlu Ali ile Ömer'i yanına alarak yiyiyordu. Bir gün Yezid, çok küçük yaşta olan Hüseyin oğlu Ömer'e şöyle dedi: "Oğlum Halid'le vu­ruşmaya var mısın?" Böyle yapmakla Yezid, onunla şakalaşmak ve oy­namak istiyordu. Ömer: "Bana ve ona birer bıçak ver ki, onunla vuruşa­yım." dedi. Yezid, onu alıp bağrına bastı ve: "Bu, benim öteden beri tanı­dığım bir tabiattı, yılan yılandan başka birşey doğurur mu?"

Yezid, Hüseyin ailesini uğurlarken onlarla vedalaştı ve Hz. Hüse­yin'in oğlu Ali'ye şöyle dedi: "Allah, Sümeyye'nin oğluna lanet etsin. Vallahi ben senin babanın yanında bulunsaydım ve o benden birşey is­teseydi, mutlaka kendisine verirdim ve çocuklarımdan bir kısmının Ölü­mü pahasına da olsaydı gücümün yettiği kadarıyla onu ölüme karşı ko­rurdum, ama gördüğün gibi Allah takdirini yerine getirdi." Böyle dedik­ten sonra Yezid, onlara yol azığım ve ihtiyaçlarını verdi, ayrıca çok mik­tarda para ve elbise de verdi. Onları götüren adama da kendilerine iyi davranmasını emredip şöyle dedi: "İhtiyaç duyacağın herşeyi bana mektupla bildir."

Hz. Hüseyin'in aile efradını Medine'ye götürmekte olan adam, on­lardan uzakta yürüyordu. Ancak kendisine baktıklarında bir ihtıyaçla-f1 ocuğunu anlayıp yanlarına geliyor ve hizmetlerini görüyordu. Bu halde onları Medine'ye kadar götürdü. Hz. Ali'nin kızı Fatıma diyor ki:

Ben ablam Zeyneb'e şöyle dedim: "Bizimle beraber gelen bu refakatçi adam bize çok iyi davrandı. İstersen buna bir ikramda bulunalım." Ab­lam dedi ki: "Vallahi yanımızda kendisine verecek birşey yok. Ancak zi-netlerimizi verebiliriz" Ben de aynı görüşe katıldım. Bileziklerimi ve pâzûbendimi, ayrıca ablamın da bilezik ve pazubendini alıp o adama gönderdik. Özür dileyerek: "Bize güzelce refakat ettiğinden ötürü sana bu mükafatı veriyoruz." dedik. Adam bize şu karşılığı verdi: "Eğer ben size dünyalık için refakat etmiş olsaydım, bana verdiğiniz bu mücevhe­ratta, beni fazlasıyla memnun edecek dünyalık vardır, ama vallahi ben bunu sırf Allah rızası için ve sizin Rasûlullah (s.a.v.)'a akrabalığınızdan ötürü yaptım."

Anlatıldığına göre Yezid, Hüseyin'in kesik başını görünce şöyle de­miştir:                                              

- Fatıma'nm oğlu Hüseyin'in başına gelenlerin sebeblerini biliyor musunuz? Onu bu tür hareketlerde bulunmaya sevk eden sebebi biliyor musunuz? Onu düştüğü bu badireye iten sebebi de biliyor musunuz?

Orada bulunanlar: "bilemiyoruz." diye cevap verince Yezid sözünü şöyle sürdürdü:

- O, babasının benim babamdan daha hayırlı, annesi Rasûlullah kızı Fatıma'nm da benim annemden daha hayırlı, dedesi Rasûlullah'm da benim dedemden daha hayırlı ve kendisinin de benden daha hayırlı bir kimse olup halifeliğe benden daha layık olduğunu iddia etmişti. Ba­basının benim babamdan daha hayırlı olduğuna dair iddiasına gelince; benim babamla onun babası Aziz ve Celil olan Allah'ın huzuruna delille­riyle gitmişlerdir. İnsanlar, artık kimin lehine hüküm verildiğini de bi­liyorlar. Onun: "Benim annem onun annesinden daha hayırlıdır." de­mesine gelince, yemin ederim ki Rasûlullah'm kızı Fatıma, benim an­nemden daha hayırlıdır. "Dedem Rasûlullah, onun dedesinden daha ha­yırlıdır." demesine gelince; yemin ederim ki Allah'a, ahiret gününe ina­nan hiçbir kimse, Rasûlullah'a denk ve ona eş değerde hiçbir kimse bu­lunduğu görüşünde değildir. Fakat o, anlayış noksanlığına kurban git­ti. O, herhalde şu ayetleri okumamıştı:

"Ey Muhammed, de ki: "Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü diledi­ğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın; dilediğim aziz kılaı*, dilediğini alçaltırsm."(Âi-i Imrân, 26.)

"Allah, hükümdarlığı dilediğine verir."(el-Bakara, 247.)

Kadınlar, Yezid'in yanma girdiklerinde Hz. Hüseyin'in kızı ve Seki-ne'den yaşça büyük olan Fatıma dedi ki:

- Ey Yezid! Rasûlullah (s.a.v.)'m kızları esirdirler.

- Ey kardeşimin kızı, ben de bundan hoşlanmıyorum.

- Allah'a yemin ederim ki, bizim güçlü bir devemizi dahi bırakma­dılar, herşeyimizi alıp götürdüler.

- Ey kardeşimin kızı, sana verilecek olanlar, senden alınıp götürü­lenlerden daha çok olacaktır.

Böyle dedikten sonra Yezid, onları kendi evine konuk etti. Sonra bu kadınlardan herbirine haber göndererek kendisinden nelerin alıp götü­rüldüğünü sordurdu. Bu kadınlardan herbiri kendisinden neyin alınıp götürüldüğünü söylemışse ve o şey ne kadar kıymetli de olsa Yezid, ona kat kat fazlasını verdi.

Hişam, Kasım b. Necib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Küfe heyeti, Hüseyin'in kesik başmı^getirdiğinde Şam mescidine gittiler. Mervan b. Hakem, onlara sordu:

- Ne yaptınız? Nasıl oldu?

- Onlardan üzerimize onsekiz adam geldi. Biz de onlara saldırdık. Allah'a yemin ederiz ki, baştan sona onları öldürdük. İşte kesik başları burada, esirleri de buradadır.

Bunun üzerine Mervan, yerinden kalkıp gitti. Kardeşi Yahya b. Ha­kem, onlara gelip sordu:

- Ne yaptınız, neler oldu?

- Ona da Mervan'a söylediklerinin aynısını söylediler. Yahya, on­lara şu karşılığı verdi: "Kıyamet gününde Muhammed (s.a.v.)'den uzak kalacak, onun şefaatinden mahrum kalacaksınız, artık hiçbir hususta sizinle bir araya gelmeyeceğim." Böyle dedikten sonra kalkıp gitti.

Medineliler, Hz. Hüseyin'in şehadet haberini duyunca Haşimilerin kadınları onun için ağlayıp matem tuttular.

Rivayete göre Yezid, Hüseyin ailesine ne yapacağı hususunda etra­fına danıştı. Allah'ın lanetli kullarından biri dedi ki:

- Ey mü'minlerin emiri, kötü köpekten yavru elde edilmesin. Sen, Hüseyin'in oğlu Ali'yi öldür ki, onun zürriyetinden hiç kimse hayatta kalmasın.

Yezid sustu. Numan b. Beşir kalkıp şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri! Rasûlullah, onları bu halde görseydi onla­ra nasıl muamele edecek idiyse, sen de onlara aynı şekilde muamele et. Yezid onlara acıdı ve onları hamama gönderdi. Onlara bolca elbise, para ve yiyecek verdi, evinde konuk etti.» Bu da rafizilerin şu sözünü reddet­mektedir: "Yezid, Hüseyin'in ailesini çıplak olarak develerin sırtına bindirdi." Bu sözün aslı yoktur. Hatta bazı Rafıziler, şu iddiada da bu­lunmuşlardır: "Hz. Hüseyin'in aile efradı çıplak olarak develere bindi­ril dikle rinde onların avret mahallerini örtmek için develerin sırtında önden ve arkadan birer tane olmak üzere bir çift hörgüç o zaman devele-nn Sırtmda meydana gelmiştir." Bu iddia da asılsızdır.

Sonra İbn Ziyad, Haremeyn emiri Amr b. Said'e mektup göndererek Hüseyin'in ölümünü müjdeledi. Amr da bir tellal çağırtarak bu haberi asanlara duyurdu. Haşimilerin kadınları bu kara haberi duyunca yüksek sesle ağlamaya, feryadü figan etmeye, ağıt yakmaya başladılar. Amr b. Said de: "Haşimi kadınların ağlamaları, Afîan oğlu Osman'ın ka­dınlarının ağlamasına karşılık olmuştur." demeye başladı.

Abdülmelik b. Umeyr dedi ki: "Ubeydullah b. Ziyad'm yanına git­tim, baktım ki Ali oğlu Hüseyin'in kesik başı onun önünde bir kalkanın üzerinde duruyor. Allah'a yemin ederim ki çok, geçmeden Muhtar b. Ebi Ubeyd'in yanma da gittim. Ubeydullah b. Ziyad'm kesik başını da onun önünde bir kalkanın üzerinde gördüm. Allah'a yemin ederim ki, çok geç­meden Abdülmelik b. Meryan'm da yanma gittim. Onun da önünde Mus'ab b. Zübeyr'in kesik başını bir kalkan üzerinde gördüm."

"Tarih" adlı eserinde Ebu Cafer b. Cerir et-Taberî, Ammar ed-Duhenfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Cafer'e dedim kî:

- Ben sanki orada hazır bulunmuşum gibi bana Hüseyin'in öldürü­lüşünü anlat.

- Hz. Hüseyin, Müslim b. Ukayl'm kendisine yazdığı mektup üzeri­ne Kûfe'ye doğru yola çıktı. Müslim, mektubunda Hz. Hüseyin'e, Kûfe'ye gelmesini tavsiye ediyordu. Hz. Hüseyin, Kadisiye'ye üç mil me­safedeki yere varınca Hür b. Yezid et-Temimî karşısına çıktı ve ona sor­du:

- Ey Hüseyin, nereye gidiyorsun?

- Şu şehre gitmek istiyorum.

- Geri dön, arkanda ümid edebileceğin bir hayır ve iyiliği senin için bırakmış değilim.

Hz. Hüseyin geri dönmek istedi. Beraberinde Müslim b. Ukayl'm kardeşleri de vardı. Ancak ona dediler ki: "Vallahi kardeşimizi öldüren­lerden öcümüzü almadıkça veya bu uğurda canımızı vermedikçe geri dönmeyeceğiz."

Hz. Hüseyin de onlara: "Siz öldükten sonra benim için yaşamakta hayır ve fayda yok." dedi ve yoluna devam etti. Sonra İbn Ziyad'm süva­rilerinin ilkleri onun karşısına çıktılar. Hz. Hüseyin, bu durumu görün­ce Kerbela'ya döndü. Tek yönden savaşmak için arkasını Kasyata ile Halfe'ye dayadı. Orada bineğinden inip çadırlarım kurdu. Arkadaşları­nın kırkbeşi süvari, geri kalan yüzü de piyade idi.

Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas, İbn Ziyad tarafından Rey valiliğine atanmıştı. Ona şu talimatı da vermişti: "Şu Hüseyin'in hakkından gel, ondan sonra Rey'e gidip valilik görevine başla." Ömer, kendisini Hüse­yin'i öldürme görevinden affetmesini istediyse de Ziyad, onu bu görev­den affetmedi. Ömer de: "Bari bu gece düşünmem için bana müsaade et." dedi. O da durumu düşünmesi için o gece için kendisine müsaade et­ti. Sabah olunca Ömer, İbn Ziyad'm kendisine verdiği emri kabul etti ve yola çıktı. Karşısına çıktığı zaman Hz. Hüseyin, ona şöyle dedi: "Sana teklif edeceğim üç şeyden birini kabul et. Ya beni bırak, geldiğim yere geri döneyim, ya da bırak Yezid'e gideyim veya bırak da sınır beldelerin­den birine gideyim." Ömer, onun bu tekliflerini kabul etti. Durumu bir mektupla Ubeydullah b. Ziyad'a bildirdi. Ancak Ubeydullah b. Ziyad: "O elini elime koymadıkça ve bana bey'at etmedikçe bu tekliflerini asla ka­bul etmeyeceğim. Kabul edersem adam değilim." dedi. Hz. Hüseyin de: "Hayır, vallahi onun bu isteği asla olmayacaktır, ona bey'at etmeyece­ğim." diye cevap verdi. Savaşa başladı. Hz. Hüseyin'in bütün arkadaşla­rı öldürüldü. Öldürülenler arasında kendi ailesinden on küsur genç de vardı. Bir ok geldi, kucağındaki oğluna isabet etti. O da çocuğunun vü­cudundaki kanı siliyor ve şöyle diyordu: "Allah'ım! Bizi yardım etmek için buraya davet eden, ama sonra bizi öldüren bu kavimle bizim ara­mızda sen hükmünü ver." Sonra bir fistan getirilmesini emretti. Fistanı önden cübbe gibi yardı ve giydi. Kılıcını eline alarak meydana çıkıp sa­vaşmaya başladı. Nihayet öldürüldü. Onu, Mezhiç kabilesinden bir adam öldürüp başını kopardı ve kesik başını İbn Ziyad'a götürüp şöyle dedi:

*rHaydi atıma altın ve gümüş yükle. Çünkü ben o büyük efendiyi öldürdüm. Anası ve babası itibariyle en hayırlı insanı, Nesebi itibariyle en soylu olanı öldürdüm."

İbn Ziyad da kesik başı Muaviye oğlu Yezid'e gönderdi. Götürenler, kesik başı Yezid'in önüne bıraktıklarında orada Ebu Berze el-Eslemî de vardı. Yezid elindeki bir çubukla Hüseyin'in ağzına vurup şöyle dedi:

"Bizim nezdimizde kıymetli olan adamların başlarını gövdelerin­den ayırıyorlar.

Ama onlar daha asi ve daha zalim idiler."

Orada bulunan Ebu Berze, Yezid'e şöyle dedi: "Çubuğunu Hüse­yin'in ağzının üzerinden kaldır. Allah'a yemin ederim ki birçok kez ben, Rasûlullah (s.a.v.)Vı bu ağzı öptüğünü gördüm."

Ömer b. Sa'd, Hz. Hüseyin'in haremini've aile efradım İbn Ziyad'a gönderdi. Hz. Hüseyin ailesinden sadece bir genç erkek kalmıştı. O da hasta olup kadınlarla beraber duruyordu. İbn Ziyad, onun öldürülmesi­ni emredince Zeyneb onun üzerine atıldı ve kardeşinin öldürülmeme si­ni isteyerek şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, siz beni öldürmedikçe bu öldürülmeyecektir." İbn Ziyad, Zeyneb'e acıdı ve kardeşini öldür­mekten vazgeçti. Sonra onları Yezid'e gönderdi. Yezid de Şam eşrafım yanma çağırıp meclis kurdu. Bunlar fetih için onu tebrike gelmişlerdi. Aralarından kızıl tenli, mavi gözlü bir adam kalkıp Hüseyin'in kızlarından parlak yüzlü birine bakarak Yezid'e şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri! Şu kızı bana hibe et." Zeyneb de: "Hayır, siz Allah'ın dininden çık­madığınız sürece bu kız size verilmeyecektir. Eğer verilirse, siz adam değilsiniz." Mavi gözlü adam isteğini tekrarlayınca Yezid ona: "Bu is­tekten vazgeç." dedi ve Hüseyin'in haremini kendi aile efradının yanına gönderdi. Orada konuk etti, sonra onları Medine'ye gönderdi. Bunlar Medine'ye vardıklarında Abdülmuttalib oğulları kabilesinden bir ka­dın saçını başım darmadağın edip yenini başına koyarak ağlar vaziyette onları karşıladı ve şu şiiri okudu:

"Ne diyeceksiniz, peygamber size sorarsa,

Son ümmet olduğunuz halde ne yaptınız,

Benim soyumu ve ailemi benden sonra?

Kimini esir aldınız, kimini yaraladınız.

Benim sizden göreceğim karşılık böyle olmamalıydı,

Akrabama böyle kötü davranmamalıydınız."

Ebu Mihnef, Abdurrahman b. Ubeyd Ebu'l-Kenud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yukarıdaki şiiri Ukayl'ın kızı okumuştu." Zübeyr b. Bekkar'ın ifadesine göre ise Ukayl b. Ebi Talib'in kızı küçük Zeyneb, bu şiiri Hz. Hüseyin ailesinin Medine'ye girişi esnasında okumuştur.

Ebu Bekir b. el-Enbarî'nin rivayetine göre Hz. Ali'nin ve Hz. Fatı-ma'nın kızı, aynı zamanda Abdullah b. Cafer'in zevcesi Zeyneb, Hz. Hü­seyin'in Kerbela'da şehid edildiği gün çadırının perdesini aralamış ve bu beyitleri okumuştu. Doğrusunu Allah bilir.

Hişam b. el-Kelbî, Ömer b. İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Hüseyin'in öldürüldüğü gün Medine'de sabahladığımızda bir cari­yemiz bize şöyle dedi: Dün bir ünleyicinin şu şiiri yüksek sesle okuduğu­nu işittim:

"Ey haksız yere Hüseyin'i öldürenler! Azabı ve cezayı müjdelerim size. Gökteki herkes size beddua ediyor. Ne kadar melek ve peygamber varsa, Süleyman da, Musa da, İncil'in sahibi îsa da, Bunlar hep size lanet okuyorlar."

îbn Hişam dedi ki: Amr b. Hayzum el-Kelbî de annesinin bu sesi

duyduğunu bana söyledi

Leys ile Ebu Naim de bu sesin cumartesi günü duyulduğunu söyle­nişlerdir.

Hakim Ebu Abdillah en-Nisaburî ile diğerleri, bazı mütekaddimin tarihçilerin Hz. Hüseyin hakkında şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

"Ey Muhammed'in kızının oğlu! Senin kesik başını,

Kana bulanmış, âdeta kanla perdelenmiş vaziyette getirdiler.

Ey Muhammed'in kızının oğlu! Seni öldürmekle onlar,

Apaçık bir vaziyette kasıtlı olarak peygamberi öldürmüş gibi oldu.

Seni susuz halde öldürdüler,

Seni öldürmekle onlar Kur'ân'ı düşünmediler.

Sen öldürüldün diye tekbir getirdiler.

Aslında seni Öldürmekle onlar tekbir ve tehlili öldürmüş oldular." [1]

 

Fasıl

 

Hz. Hüseyin, hicri altmışbirinci senenin muharrem ayının onuncu günü olan aşura gününde -ki o gün cumaya rastlamakta idi- öldürüldü. Allah, ondan razı olsun. Hişam b. Kelbî'nin ifadesine göre Hz. Hüseyin, hicri altmışikinci senede öldürülmüştür. Ali b. el-Medinî de böyle de­miştir, îbn Luhey'a ise hicri altmışikinci veya altmışüçünçü senede öl­dürülmüş olduğunu ifade etmiştir. Başkaları ise, hicri altmışıncı sene­de öldürüldüğünü söylemişlerdir, ama sahih olan rivayete göre Hz. Hü­seyin, hicri altmışbirinci senede öldürülmüştür. Irak'ın Kerbela belde­sinde Taf denen yerde şehid olmuş olup, şehadeti esnasında elli sekiz ya­şındaydı. İbn Nuaym, onun şehid edilirken altmış beş veya altmış altı yaşında olduğunu söylemekle hata etmiştir.

İmanı Ahmed b. Hanbel, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yağmur meleği, Peygamber (s.a.v.)'m yanma girmek için izin istedi. Kendisine izin verildi, melek içeri girince Peygamber (s.a.v.), Ümmü Se-leme'ye: "Kapıya kapa, kapıda dur ki kimse yanımıza gelmesin." dedi. Ancak Ali'nin oğlu Hüseyin geldi. Koşarak içeri girdi ve Peygamber (s.a.v.)'m omuzuna tırmandı. Melek, Hz. peygamber'e sordu: .

- Sen bunu seviyor musun?

- Evet.

- Senin ümmetin bunu öldürecektir. İstersen öldürüleceği yeri de sana göstereyim.

Böyle dedikten sonra melek elini çırptı ve peygambere kızıl bir top­rak gösterdi. Ümmü Seleme de o toprağı alıp elbisesinin bir ucuna sak-*ayıp düğümledi. Biz, Hüseyin'in Kerbela'da öldürüleceğini daha önce­leri işitirdik."

Ebu Kasım el-Beğavî, Enes b. Haris'ten rivayet etti ki, Rasuiullan (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şu oğlum (Hüseyin) Kerbela denen bir yerde öldürülecektir. Sızden bu durumu gören olursa ona yardım etsin."

Enes b. Haris de Kerbela'ya gitti ve Hüseyin'le beraber öldürüldü

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah'ın babasının şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Ben, Ali ile beraber yolda gidiyordum. Onun ibriğini taşıyordum Ninova'ya vardığımızda o Siffin'e doğru giderken şöyle seslendi: "Sabret ey Ebu Abdillah, sabret ey Ebu Abdillah, Fırat kıyısına vardığında sab ret."

Ben kendisine böyle demekle neyi kasdettiğini sordum. O da şu ce­vabı verdi: Bir gün Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gitmiştim, gözlerinden yaşlar akmaktaydı. Kendisine sordum:

"Ya Rasûlallah, niçin ağlıyorsun?

- Az önce Cebrail yanımdaydı, kalkıp gitti. Bana, Hüseyin'in Fırat kıyısında öldürüleceğim söyledi ve istersem, öldürüleceği yerin toprağı­nı bana koklatabileceğini de söyledi. Elini uzattı, bir avuç toprak getirip bana verdi. Ben de o toprağı görünce gözlerime hakim olamadım, yaşlar akmaya başladı."

Muhammed b. Sa'd ile diğerleri dediler ki: Ali, Siffin'e giderken Ker-bela'da hanzel ağaçlarının bulunduğu yere uğradı. O mıntıkanın adını sorduğunda Kerbela olduğunu söylediler. O da "Kerb ve bela" (sıkıntı ve bela) dedi. İnip o ağacın yanında namaz kıldı. Sonra şöyle dedi: "Burada bazı kimseler şehid edilecektir. Onlar sahabelerden başka, şehitlerin en hayırlılarıdırlar, hesapsız olarak Cennet'e gireceklerdir." Böyle derken oradaki bir yere işaret etti, orayı bellediler ve Hüseyin de orada öldürül­dü.

Kabü'l-Ahbar'dan Kerbela ile ilgili olarak birçok rivayetler varid ol­muştur. Ebu'l-Cenab el-Kelbî ile diğerlerinin anlattıklarına göre Ker­bela halkı, Hüseyin'in öldürülmesinden sonra cinlerin ona ağıt yaktık­larım hep işitirlermiş ve cinler ağıt yakarken de şöyle derlermiş:

"Rasûl, onun alnındaki kanlan sildi, Onun yanaklarında parlaklık vardır. Ebeveyni, Kureyş'in en yüksek soyundandır. Dedesi de dedelerin en hayırhsıdır."

Adamın biri, bu ağıta şu cevabı vermişti:

"Heyet olarak onu karşılamaya gittiler, ama onlar,

Heyetlerin en kötüleri ve şerlileri idiler.

Peygamberlerinin kızının oğlunu öldürdüler.

Onu hendeklere düşürüp durdurdular."

İbn Asakir'in rivayetine göre bir grup Müslüman, Bizans'a gazayali derlerken bir kilisede şöyle bir yazıya rastlamışlardı:

"Hüseyin'i öldüren bir ümmet,

Hesap gününde onun dedesinin şefaatini umar mı?"

Gaziler, kilisedeki bu yazıyı kimin yazdığını sorduklarında ilgililer: "Bu yazı, sizin peygamberinizin bisetinden 300 sene önce buraya yazıl­mıştır." demişlerdi.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Hüseyin'i öldürenler dö­nüp gecelediklerinde onun kesik başı yanlarında olduğu halde içki içme-ve başlamışlardı. O esnada demirden bir kalem ortaya çıkarak o evdeki duvara şu satırı kanla yazmıştı:

"Hüseyin'i öldüren bir ümmet,

Hesap gününde onun dedesinin şefaatini umarlar mı?"

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: «Rasûlullah (s.a.v.)'ı günün ortasında rüya halinde tozlu ve saçı başı dağınık vaziyette gördüm. Elinde içi kan dolu bir şişe vardı. Kendisine dedim ki:

- Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah, bu nedir? Buyurdu ki:                                             

- Bu, Hüseyin'in ve arkadaşlarının kanıdır.

Ben o günden itibaren bu olayın ne zaman olacağını hep beklemeye başladım."

Ammar dedi İd: Biz o güriü tesbit ettik ve sonradan anladığımıza gö­re Hüseyin, o günde öldürülmüştü.»

İbn Ebi'd-Dünya, Ali b. Zeyd b. Cüda'nm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«İbn Abbas, uykusundan uyandı ve: "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz." mealindeki ayet-i kerimeyi okudu. Sonra da: "Valla­hi Hüseyin öldürüldü." dedi. Arkadaşları: "Niçin ey İbn Abbas?" diye so­runca o şöyle cevap verdi: Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyada gördüm, elinde kan dolu bir şişe vardı. Bana dedi ki: "Biliyor musun, benden sonra üm­metim ne yaptı? Hüseyin'i öldürdüler. İşte bu, onun ve arkadaşlarının kanıdır. Bu kanları Allah'a arz edeceğim." Arkadaşları, İbn Abbas'm bu konuşmayı yaptığı günü ve o saati bir kenara yazdılar. Yirmi dört gün geçtikten sonra Hz. Hüseyin'in o günde ve o saatte öldürüldüğüne dair haber Medine'ye geldi.»

Tirmizî, Selma'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ümmü Solome'nin yanma gittim, ağlıyordu, kendisine sordum:

- Niçin ağlıyorsun?

- Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüm. Saçında ve sakalında toprak vardı. Kendisine: "Neyin var ya Rasûlallah, bu ne haldir?" diye sorduğumda bana şu cevabı verdi: Az önce Hüseyin'in öldürüldüğünü gördüm:»

Muhammed b. Sa'd, Şehr b. Havşeb'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Biz, Peygamber (s.a.v.)'m eşi Ümmü Seleme'nin yanındaydık. Bir imdat sesi duyduk. Ümmü Seleme'ye bir kadın geldi. Yanımda durup-"Hüseyin öldürüldü." dedi. Ümmü Seleme de şu karşılığı verdi: "Demek böyle yaptılar. Allah onların mezarlarını (veya evlerini) ateşle doldur­sun." Böyle dedikten sonra Ümmü Seleme bayılıp yere düştü. Biz de kal­kıp gittik."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cinlerin, Hüseyin için ağladıklarını ve ona ağıt yaktıklarını işittim."

Hüseyin b. İdris, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Cinlerin Hüseyin'e şu şiirle mersiye okuduklarını işittim;

"Ey cahilce Hüseyin'i Öldürenleri Azabı ve cezayı müjdelerim size! Gökteki herkes size beddua ediyor, Ne kadar melek ve peygamber varsa, Süleyman da, Musa da, İncil sahibi İsa da, Bütün bunlar size lanet okuyorlar."

Hatib, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)'e şöyle vahyetti: Ben, Zekekiya oğlu Yahya'nın öl­dürülmesine karşılık 70.000 kişiyi öldürdüm. Senin kızının oğlu (Hüse­yin'in) öldürülmesine karşılık da 70*000.000 kişiyi öldüreceğim." Bu, cidden garib bir hadistir. Hakim, bunu "el-Müstedrek" adlı eserinde ri­vayet etmiştir. Taberanî de bununla ilgili çok garib rivayetlerde bulun­muştur.

Şiîler, aşura günü ile ilgili olarak abartılı rivayetlerde bulunmuş ve bu konuda yalan ve asılsız birçok hadisler uydurmuşlardır. Mesela, Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü aşura gününde güneşin tutulduğu ve yıldızla­rın ortaya çıktığını, o gün hangi taş kaldırılsa altında mutlaka kan gö­ründüğünü, göğün kenarlarının kızardığım, güneşin doğarken kan gibi ışınlar saçtığını, semanın kan emen bir kuz*tçuk gibi olduğunu, yıldızla­rın birbirlerine çarpıldığım, semanın kırmızı renkli yağmur yağdırdığı­nı, o güne kadar daha önce o şekilde semada bir kırmızılık görülmediği­ni ifade etmişler. Buna benzer birçok yalanlar uydurmuşlardır.

İbn Luhey'a, Ebu Kubeyl el-Meafirî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Hüseyin'in öldürüldüğü gün güneş tutuldu, yıldızlar göründü. Va­kit de öğle vaktiydi. Hüseyin'in kesik başını hükümet konağına götür­düklerinde konağın duvarlarından kanlar sızmaya başladı. Yeryüzü üçgün süreyle karardı. Safran ve alaçehre bitkilerine elini süren kimse­nin eü yanıyordu. Kudüs'te hangi taş kaldırılırsa, altında mutlaka taze kan görülüyordu. Hz. Hüseyin'e ait develeri ganimet eden düşmanlar bu develeri kesip pişirdiklerinde etleri çok acı olup Ebu Cehil karpuzu­nu andıran bir tad veriyordu..."

Şiîler, buna benzer daha birçok yalan ve uydurma hadisler ortaya sürmüşlerdi ki, bunlardan hiçbiri doğru değildir.

Hz. Hüseyin'i öldürenlere isabet eden bela ve musibetlerle ilgili ola­rak rivayet edilen hadislere gelince bunların çoğu sahihtir, onu öldüren­lerden olup da dünyada bela ve musibetlerden kurtulan çok az kimse ol­muştur. Bunlar bir hastalığa yakalanmadan dünyadan çıkıp gitmiş de­ğildirler. Çoğu delirmiştir. Hz. Hüseyin'in öldürülmesiyle ilgili olarak Şiîler ve Rafıziler, çok yalan ve asılsız haberler nakletmişlerdir. Burada bu haberlere Örnek olarak yeteri kadar nakilde bulunduk. Bazı nakille­rimizde de şüphe vardır. İbn Cerir ve diğer hadis hafız ve imamları, eğer bunları anmış olmasalardı, bu haberleri buraya almazdım. Naklettiğim haberlerin çoğu, Şiî olan Ebu Mihnef Lut b. Yahya'ya aittir ki o da hadis imamları nezdinde rivayet bakımından zayıf bir kimsedir. O, sadece ha­ber hıfzeden bir kimse olup bu gibi haberler başkasının nezdinde mev­cut olmayıp onun nezdinde mevcuttur. Bu sebepledir ki konuyla ilgili eser tasnif eden müelliflerin çoğu ona dil uzatmışlardır. Doğrusunu Al­lah bilir.

Hicri dördüncü asır da Büveyhîler devleti zamanında Rafiziler, aşı­rı giderek aşura gününde Bağdat'ta ve benzeri beldelerde def çalıp yol­lara ve çarşılara kül ve saman savurup dükkanlara mendil asıp hüzün­lerini açığa vurur ve ağlarlardı. Çokları da susuz olarak öldürüldüğü hatırasına saygı göstermek maksadıyla aşura gecesinde su içmezlerdi. Sonra kadınlar, yüzlerini açıp ağlayarak yüzlerini ve göğüslerini tokat­layarak yalın ayak sokaklara dökülürlerdi. Buna benzer daha birçok çirkin bid'at ve rezilane âdetler icad ettiler. Böyle yapmakla da Emevi devletini protesto etmek istiyorlardı. Çünkü Hz. Hüseyin, Emevi devle­tinin hakim olduğu zamanda öldürülmüştü.

Şam'daki Rafızi ve Şii düşmanlarına gelince, onlar da aşura günün­de tam tersi bir âdet ortaya çıkardılar. Bunlar da aşura gününde bazı hububat çeşitlerini bir araya katıp pişirirler, yıkanır, koku sürünür, en güzel elbiselerini giyinir ve aşura gününü âdeta bayram gibi kutlarlar­dı- Bu günde çeşitli yemekler yapar, sevinç ve ferahlarını açığa vurur­lardı. Böyle yapmakla da Rafîzilere ters bir hava meydana getirmek ve °nlara karşı olduklarını göstermek isterlerdi.

Hz, Hüseyin'i öldürenler, güya onun Müslümanların -bir araya ge­lip ittifak etmelerinden sonra- birliklerini bozmak, onları parçalamak ve insanların ittifakla kendisine bey'at ettiği kimseyi hilafetten hallet­mek maksadıyla Kûfe'ye geldiğini söyleyip tevilde bulunarak onu öldür­müşlerdi. Sahih-i Müslim'de insanların böyle bir duruma girmekten sa­kınmaları gerektiğini bildiren bir hadis varid olmuştur. Bazı cahillerin hakları olmadığı halde böyle bir tevilde bulunarak Hz. Hüseyin'i öldür­dükleri ifade edilmiştir. Ancak onların, Hz. Hüseyin tarafından ileri sü­rülen üç tekliften birini kabul etmeleri gerektiği anlatılmıştır. Bunlar ümmetten zorba bir grubu yermekle bütün ümmeti yeriyorlar ve dolayı­sıyla peygamberini itham ediyorlardı. Aslında hakikat onların iddia et­tikleri gibi değildi, tuttukları yol doğru değildi. Aksine imamların öte­den beri hepsi, Hz. Hüseyin'in ve arkadaşlarının öldürülmesine razı ol­mamışlardır. Bundan hoşlanmamışlardır. Sadece Kûfelilerden az bir grup buna razı olmuşlardır. Allah onlara lanet etsin. Çokları da fasit maksat ve amaçlarına ulaşmakta onu vasıta etmek için Kûfe'ye gelmesi gerektiğine dair Hz. Hüseyin'e mektup yazmışlardı.

İbn Ziyad, Kûfelilerin dünyalık peşinde olduklarım anlayınca onla­rı Hüseyin'e karşı -gerek teşvik ederek gerek korkutarak- yönlendirdi. Onlar da bu yüzden Hüseyin'den el çektiler. Onu yardımsız bıraktılar, sonra da öldürdüler. Aslında Irak ordusundaki askerlerin hepsi, Hz. Hüseyin'in öldürülmesine razı değildi. Muaviye oğlu Yezid de -doğrusu­nu Allah bilir ya- buna memnun olmadığı gibi bundan hoşlanmadığını da belirtmiş değildi. Akla gelen kuvvetli ihtimale göre Yezid -eğer öldü­rülmesinden önce- Hz. Hüseyin'in yanma gidebilseydi onu affederdi. Nitekim babası Muaviye de ona bu şekilde vasiyette bulunmuştu. Zaten bunu da kendisi açıkça ifade etmişti. Hüseyin'i öldürmesinden dolayı İbn Ziyad'ı kınamış, ona sövmüştü, zahiri ifadelerinden anlaşılan bu­dur. Ancak yine de onu görevden azletmemiş ve cezalandırmamıştı. Onu kmayıcı bir haber de göndermemişti, doğrusunu Allah bilir.

Her Müslünıanın, Hz. Hüseyin'in öldürülmesi sebebiyle üzülmesi gerekir. Çünkü o, Müslümanların efendilerinden, sahabelerin âlimle­rinden olup Rasûlullah'ın en faziletli kızı Hz. Fatıma'mn oğluydu. İba­det eden yürekli ve cömert bir kimseydi. Ama belki de çoğu riyakarlık ve yapmacık hareketlerden ibaret olan -Şiilerin yaptığı gibi- aşırı derecede vücuda işkence etmek ve matem tutmak, güzel bir davranış değildir. Hz. Hüseyin'in babası Hz. Ali, daha faziletli bir kimse olup şehid edildiği halde Şiiler, onun öldürülüş gününü Hz. Hüseyin'in öldürülüş günü gibi matemle geçirmemektedirler. Babası Hz. Ali, sabah namazına gitmek­te iken hicri kırkbirinci senenin ramazan ayının on yedisinde, cuma gü­nü öldürülmüştü. Hz. Osman da aynı şekilde öldürülmüş ve o, Hz. Ali'den daha faziletli bir kimse idi. Ehl-i sünnet ve'1-cemaat bu görüştedir. Hz. Osman, hicri otuzaltıncı senenin zilhicce ayında teşrik günle­rinde evinde mahsur halde iken öldürülmüştü. Boğazının damarlarına kadar koparılmıştı, ama insanlar onun öldürülüş gününü matemle ge­çirmemektedirler. Aynı şekilde Hattab oğlu Ömer de hem Osman'dan, hem Ali'den daha faziletli idi. Mihrapta sabah namazını kılarken ve Kur'ân okurken Öldürülmüştü. Ama insanlar, onun öldürülüş gününü matemle geçirmemektedirler. Ebu Bekir es-Sıddık da Hz. Ömer'den da­ha faziletli bir kimse olduğu halde onun vefat gününü hiç kimse matem­le geçirmemektedir. Rasûlullah (s.a.v.), dünya ve ahirette ademoğlu-nun efendisidir. Allah, onun ruhunu kendisinden Önceki peygamberler gibi teslim aldı, vefat ettirdi. Ama hiç kimse, ne onun ne de diğer pey­gamberlerin vefat günlerini şu bilgisiz Rafizilerin Hz. Hüseyin'in ölüm gününü matemle geçirişleri gibi matemle geçirmemektedir. Ve hiç kim­se bütün bu yüksek şahsiyetlerin vefat günlerinde Hz. Hüseyin'in öldü­rüldüğü günde güneşin tutulması ve semada kızarıklığın belirmesi gibi harika hallerden birinin zuhur ettiğini iddia etmemiştir.

Bu gibi durumlarda ve musibetlerde söylenecek en güzel söz, Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'nin, dedesi Rasûlullah (s.a.v.)'dan rivayet ettiği şu

sözdür:

«Bir Müslüman, başına gelen bir musibeti -aradan ne kadar zaman geçsede- andığı zaman istirca eder, (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve biz O'na dönücüleriz." derse, Allah ona o musibete uğradığı gündeki kadar sevap verir.» Bu hadisi, İmam Ahmed b, Hanbel ile İbn Mace rivayet et­mişlerdir. [2]

 

Hz. Hüseyin'in Mezarı

 

Müteahhirin ulemasının çoğuna göre Hüseyin'in mezarı, Hz. Ali'nin şehid edildiği Kerbela nehri yanındaki Taftadır. Anlatıldığına göre bu şehitlik abidesi, Hz. Hüseyin'in mezarı üzerine inşa edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. îbn Cerir ile diğerlerinin anlattıklarına göre Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü yer, belirsiz hale gelmiştir ki, Amse orayı belir­leyecek durumda değildir. Ebu Nuaym Sebil b. Dekkin, Hz. Hüseyin'in mezarını bildiklerini iddia edenleri reddetmiştir.

Hişam b. Kelbî'nin anlattığına göre mezarının yerini belirsiz kıl­mak amacıyla Hz. Hüseyin'in mezarına su akıtıldığı zaman o su kırk gün sonra çekilip kurudu. Beni Esed kabilesinden bir bedevi oraya gelip avuç avuç toprağı alıp koklamaya başladı. Nihayet gelip Hz. Hüseyin'in mezarı başında durdu. Düşüp ağladı ve şöyle dedi: "Anam babam sana feda olsun, ne kadar da hoş kokuyorsun, toprağın da çok hoş kokuyor." Böyle dedikten sonra da şu beyti okudu.

"Mezarını düşmanından gizlemek istediler,

Mezar toprağının hoş kokması, onun mezarının bulunduğu yeri gösterdi." [3]

 

Hz. Hüseyin'in Başı

 

Tarihçi ve siyercilerce meşhur olan kavle göre İbn Ziyad, Hz. Hüse­yin'in kesik başını Muaviye oğlu Yezid'e göndermiştir. Bazıları bunu reddederler. Böyle bir şeyin olmadığını söylerler. Bence meşhur olan gö­rüşe göre îbn Ziyad, onun kesik başını Muaviye oğlu Yezid'e göndermiş­tir. Doğrusunu Allah bilir.

Bilginler, Hz. Hüseyin'in kesik başının nereye defnedildiği husu­sunda da ihtilaf etmişlerdir. Muhammed b. Sa'd'm rivayetine göre Ye­zid, Hüseyin'in kesik başını Medine valisi Amr b. Said'e göndermiş, o da Hüseyin'in başını Hz. Fatıma'nın Baki'de bulunan mezarının yanına defnetmiştir.

İbn Ebi'd-Dünya'nm -ikisi de zayıf ravi olan- Osman b. Abdurrah-man ile Muhammed b. Amr b. Salih'ten yaptığı bir rivayette anlatıldığı­na göre Hüseyin'in kesik başı, Muaviye oğiu Yezid'in hazinesinde kal­mış ve Yezid'in vefatına kadar o hazineden çıkarılmamıştır. Daha sonra hazinesinden çıkarılıp kefenlenmiş ve Şam'daki Babu'l-Feradis'e def­nedilmiş tir.

Ben derim ki: Defnedildiği yer, bugün ikinci Babü'l-Feradis dahilin­de Mescidü'r-Re's (baş mescidi) diye bilinir, tbn Asakir, "Tarih" adlı ese­rinde Yezid b. Muaviye'nin dadısı Reyya'nın biyografisinden bahseder­ken Hz. Hüseyin'in kesik başı Yezid'in Önüne konulduğunda Yezid'in şu şiiri okuduğunu söylemiştir (Şiir, İbn Zibara'ya aittir):

"Ah nerede, Bedir'de şehid olan atalarım,

Hazreçliler, onların mızrak darbeleri karşısında paniğe kapıl­mışlardı."

Yezid, daha sonra Hz. Hüseyin'in kesik başını üç gün süreyle değne­ğin ucuna takılı bıraktı. Bundan sonra silah anbanna koydu. Orada Sü­leyman b. Abdülmelik'in zamanına dek kaldı. Süleyman b. Abdühnelik, tahta geçtikten sonra bu kesik başı anbardan çıkardı. Baş, bembeyaz bir kemik olarak kalmıştı. Onu kefenleyip koku sürdükten, üzerine cenaze namazı kıldıktan sonra Müslüman mezarlığına defnetti. Abbasiler, ik­tidara geçtiklerinde kesik başı mezardan çıkarıp yanlarına aldılar. İbn Asakir'in anlattığına göre Yezid'in dadısı Reyya, Emevi devleti sonrası­na kadar yaşamış olup 100 yaşını geçtikten sonra vefat etmiştir. Doğru­sunu Allah bilir. Hicri 400 senesinden Önce başlayıp 660 senesine kadar

Mısır'da hüküm süren Fatimiler, Hz. Hüseyin'in kesik başının Mısır'a ulaştığını, başı oraya defnettiklerini ve Mısır'da meşhur olan şehitliği, onun defnedildiği yere inşa ettiklerini iddia etmişlerdir ki, o şehitliğe Tacü'l-Hüseyin denilmektedir. Bu şehitliği, hicri 500. seneden sonra in­şa etmişlerdi. İlim ehlinden birçok imam, bunun asılsız bir iddiadan ibaret olduğunu ve Fatimilerin böyle demekle Rasûlullah'ın kızı Fatı­ma'nın soyundan gelmekte olduklarına dair ileri sürdükleri batıl iddia­yı revaçlandırmak istediklerini söylemişlerdir. Fatimilerin bu iddiası asılsız olup kendileri de hain ve yalancıdırlar. Kadı el-Bakülanî ile bir­çok önde gelen ulema da bunun kesinlikle yalan olduğunu ifade etmiş­lerdir. Yeri geldiğinde bunu inşallah detaylı olarak açıklayacağız.

Ben derim ki: İnsanların çoğu, Fatimilerin bu iddialarına aldanmış-lardır. Güya onlar kesik başı Mısır'a getirip Tacü'l-Hüseyin şehitliğinde defnetmişler ve: "Burası Hüseyin'in kesik başının bulunduğu yerdir." demişlerdir, İnsanlar da onların bu yalanlarına inanmış ve bunun ger­çek olduğuna kanaat getirmişlerdir, doğrusunu Allah bilir. [4]

 

Hz. Hüseyin'in Faziletleri

 

Buharı, İbn Ebi Nuaym'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Iraklı bir adamın muharrem ayında kara sineğin öldürülmesinin hükmünü ken­disine sorduğunda Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini işittim: "Iraklı­lar, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızının oğlunu öldürmüş oldukları halde kara­sineğin öldürülmesinin hükmünü soruyorlar! Oysa Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin hakkında: "Bu ikisi benim dünyadaki reyhanlarım-dır." demiştir.»

Tirmizî, Muhammed b. Ebi Yakub'un şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Iraklılardan biri, sivri sineğin kanının elbiseye bulaşmasının hük­münü İbn Ömer'e sordu. O da şöyle karşılık verdi: ''Iraklılara bakın he­le! Muhammed (s.a.v.)'m kızının oğlunu Öldürdükleri halde sivri sine­ğin kanının hükmünü soruyorlar."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûluîlah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin hakkında şöyle demiştir: "Bunla­rı seven, beni de sevmiş olur. Bunlara öfke duyan, bana da öfke duymuş olur."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Peygamber (s.a.v.), Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatima'ya bakıp: "Si­zinle savaşanla ben savaşırım, sizinle barışanla da barışırım." dedi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ve Hüseyin'i yanma alarak bize geldi.

Bunlardan biri onun bir omuzunda, diğeri de öbür omuzunda idi. Kah şunu öpüyor, kah diğerini öpüyordu. Bu halde yanımıza geldi. Adamın biri kendisine: "Ya Rasûlallah, vallahi sen bu ikisini seviyorsun." deyin­ce Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: Bunları seven, beni de sevmiş olur Bunlara öfke duyan, bana da öfke duymuş olur.»

Ebu Ya'lâ el-Musilî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ehl-i beytinden en çok kimi seversin?" diye sorulunca Rasûlullah (s.a.v.): "Hasan ile Hüseyin'i..." diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki: "Bana oğullarıim çağırın. Hasan ile Hüseyin yanma geldiklerinde onları koklar ve bağrına basardı."

îmam Ahmed b.Hanbel, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), sabah namazına çıkarken altı ay süreyle Fatı­ma'mn evine uğruyor ve şöyle diyordu: "Ey hane halkı, haydi namaza! Şüphesiz Allah, sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister."

Tirmizî, Berra'dan rivayet ederek şöyle dedi:

«Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin'e bakıp:ftAllah'ım, ben bu ikisini seviyorum, sen de bunlan sev." dedi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Büreyde'nin babasının şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bize hutbe irad ediyordu. Aniden Hasan ile Hü­seyin çıkageldiler. Üzerlerinde kırmızı renkli gömlekler vardı. Yürü­yorlar, bazen de tökezleyip, düşe kalka geliyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), minberden inip onları kucakladı ve önüne oturttu. Sonra da şöyle dedi: Yüce Allah doğru söylemiş: "Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir im­tihandır." Ben şu iki çocuğun düşe kalka geldiklerini gördüm, dayana­madım, sözümü kesip bunlan yanıma aldım."

Tirmizî, Ya'lâ b. Mürre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim. Allah, Hüseyin'i seveni sevsin. Hüseyin, ümmetlerden bir ümmettir."

Taberanî, Ya'lâ b. Mürre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hasan ile Hüseyin, ümmetlerden iki ümmettir." .

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hasan ile Hüseyin cennetlikle­rin gençlerinin efendileridirler."

Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hasan ile Hüseyin, teyze oğulları Yahya ile İsa dışındaki cennetliklerin gençlerinin efendisidirler."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Sabit'in şöyle dediğim rivayet etmiş­tir:

"Ali oğlu Hüseyin mescide girdi. Cabir b. Abdullah da şöyle dedi: "Cennet ehlinin gençlerinin efendisine bakmak isteyen kimse şuna baksın. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın böyle dediğini işittim."

Tirmizî ile Neseî, Zer b. Hubeyş'in şöyle dediğini rivayet etmişler­dir:

"Hüzeyfe'nin annesi, Hüzeyfe'yi Rasûlullah'a gönderdi ki, Ras­ûlullah hem kendisi, hem de oğlu Hüzeyfe için mağfiret dilesin. Hüzeyfe de bu olayla ilgili olarak şöyle dedi: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gittim, onunla beraber akşam namazını kıldım. Sonra yatsı vaktinde de namazı onunla beraber kıldım. Rasûlullah, namazdan sonra gitti. Ben de peşine takıldım, sesimi işitince arkasına dönüp bakmadan: "Kim o, yoksa Hüzeyfe mi?" diye sordu. Ben de "Evet" diye cevap verince o şöyle dedi: "Ne ihtiyacın var, Allah seni ve ananı bağışlasın. İşte şurada bir melek var, bu geceden önce yeryüzüne inmiş değildi. Bana selam ver­mek ve Fatıma'mn cennetlik kadınların hanımı olduğunu, Hasan ile Hüseyin'in de cennetlik gençlerin efendileri olduklarım bana müjdele­mek için Rabbinden izin istemiş."

Sonra Tirmizî, bu hadisin hasen ve garib olduğunu söylemiştir. Ali, Hüseyin, Ömer, îbn Ömer, İbn Abbas, îbn Mesud ve diğerleri tarafın­dan da bunun gibi hadisler rivayet edilmiştir. Ancak bütün bunların se-nedlerinde zayıflık vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu Davud et-Teyalisî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m Hasan ile Hüseyin hakkında şöyle buyur­duğunu işittim: Beni seven şu ikisini de sevsin."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber yatsı namazını kılıyorduk. Secdeye vardığında Hasan ile Hüseyin onun sırtına atladılar. Başını secdeden kaldırdığında onları yumuşakça tutup yere indirdi. Tekrar secdeye var­dığında onlar yine sırtına atladılar. Nihayet namazım tamamladı, son­ra onları dizlerinin üzerine oturttu. Ben kalkıp yanma gittim ve: "Ya Rasûlallah, bunları annelerine götüreyim mi?" diye sorduğumda bir şimşek çaktı. Rasûlullah da onlara: "Haydi annenize gidin" dedi ve ikisi annelerinin yanma varıncaya kadar şimşeğin aydınlığı devam etti."

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), ben uykudayken yanıma geldi. Hasan veya Hü­seyin, içecek birşeyler istediler. Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp bir koyunu­muzu sağdı. Sütü, içmek isteyen çocuğa içirirken diğeri geldi. Rasûlullah, onu uzaklaştırdı. Fatıma da: "Ya Rasûlallah, öyle sanıyo­rum kî, bunu diğerinden daha çok seviyorsun, öyle değil mi?" diye sorun­ca Rasûlullah (s.a.v.): "Hayır, ama bu ondan önce istemişti." diye cevap verdi. Sonra da şöyle dedi: "Ey Fatıma, doğrusu ben, sen, şu iki çocuk ve Şurada yatmakta olan (Ali), kıyamet gününde aynı yerde olacağız."

Rivayetlerde sabit olduğuna göre Hz. Ömer, Hasan ile Hüseyin e ıkramda bulunur, onları sırtına alır, babalarına m'al verdiği gibi onlara da verirdi. Bir defasında Yemen'den elbiseler getirilmiş idi. Hz. Ömer, bu elbiseleri sahabelerin çocuklarına paylaştırdı, ama Hasan ile Hüseyin'e birşey vermedi ve: "Bu elbiseler arasında Hasan ile Hüseyin'e layık olan yok." dedi. Sonra Yemen valisine emir gönderdi. Onlara münasip iki el­bise diktirdi.

Muhammed b. Sa'd, Ayzar b. Hinisin şöyle dediğini rivayet etmiş. tir:

"Bir ara Amr b. As, Ka'be'nin gölgesinde oturmakta iken Hz. Hüse­yin'in gelmekte olduğunu gördü ve şöyle dedi: "Bu, yeryüzü sakinleri arasında göktekilerin ençok sevdiği insandır."

Zübeyr b. Bekkar, Cafer'in babası Muhammed'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Hasan, Hüseyin, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Cafer ile bey'atlastı. Bunlar henüz buluğa ermemiş küçük çocuklardı. Rasûlullah (s.a.v.), bizden başka küçüklerle bey'atlaşmış değildir." Bu, mürsel ve garib bir rivayettir.

Muhammed b. Sa'd, Abdullah b. Ubeydullah b. Umeyre'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Ali'nin oğlu Hüseyin yirmibeş kez yaya olarak hac etti. Develeri Önü sıra yürümekteydiler, onlara binmiyordu."

Doğrusu şu ki; develere binmeksizin yaya olarak hacca giden zat, Hüseyin'in kardeşi Hasan'dır. Nitekim Buharı de böyle rivayet etmiş­tir.

Medainî dedi ki: "Hasan ile Hüseyin arasında bir tartışma oldu. Bir­birlerine darıldılar. Bir süre sonra Hasan, Hüseyin'e gidip üzerine yu­muldu ve başını öpmeye başladı. Hüseyin de kalkıp onu öptü ve şöyle de­di: "Aslında önce benim gelmem ve seninle barışmam gerekirdi, ama fa­zilete senin benden daha layık olduğunu gördüğümden senin hak etti­ğin fazileti senden almak istemedim. Önce gelip barışman sebebiyle fa­zileti senin kazanmanı istedim."

Asmaî, İbn Avn'm şöyle dediğini anlatır;Hasan, şairlere armağan verdiği için Hüseyn'e kmayıcı ve ayıplayıcı bir mektup gönderdi. Hz. Hüseyin de bu mektuba cevaben şöyle dedi: "Malın en güzeli, insanın ır­zını ve onurunu koruyan maldır."

Taberanî, Süleyman b. Heysem'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Hz. Hüseyin, Kabe'yi tavaf ediyordu. Hacer-i Esvedi istilam etmek iste­di, ancak kalabalıktan ötürü buna imkan bulamadı. Adamın biri orada bulunan Ferezdaka Hz. Hüseyin'i göstererek: "Şu kimdir* ey Ebu Fi-raz!" diye sorunca Ferezdak şöyle cevap verdi:

"Bu, öyle bir kimsedir ki Batha vadisi onun adım atışını tanır,

Beyt onu tanır, Hil ve Harem onu tanır.

Bu, Allah'ın kullarının en hayırlısının oğludur.

Bu, takva sahibi, seçkin, teiniz ve özel bir kimsedir.

Hatim'in duvarları, elini sürdüğünde onun avucunu tanıdığından neredeyse yakalamak üzeredir.

Kureyşliler, onu gördüklerinde sözcüleri şöyle der: Bunun ahlakî üstünlüğü, üstünlüklerin son noktasıdır.

Bazen utandığından susar, bazan heybetinden ötürü susar.

Ancak gülümserken konuşur.

Elinde bir hayzuran vardır. Kokusu zarif ve güzeldir

Öyle bir el ki, takva sahibidir. Onun burnundan da kokular gelir,

Nesebi öz be öz Rasûlullah'tandır.

Unsurları hoştur, ahlak ve karakteri güzeldir.

Rahvan at bile onun ahlaki üstünlüklerinin son noktasına koşarak ulaşamaz.

Ne kadar da gayret gösterip kerem sahibi olsalar, hiçbir kavim onun ahlaki üstünlüğüne ulaşamaz.

Allah'ı tanıyan, Hüseyin'in evveliyatım da tanır, bilir.

İslâmiyet, onun ailesinden ümmetlere ulaşmıştır.

Onlar hangi aşirettirler, onların boyunları ne şuna, ne de ona eğilip büküldü. Onların evveli de nimettir."

Taberanî, "el-Mu'cemu'l-Kebir" adlı eserinde Hz. Hüseyin'in biyog­rafisinden bahsederken Ferezdak'a ait olan bu şiirin Hz. Hüseyin hak­kında söylendiğini nakietmiştir ki, bu tuhaftır. Meşhur rivayete göre Ferezdak, bu şiiri, Hz. Hüseyin için değil de onun oğlu Ali için söylemiş­tir. Bu, akla daha uygundur. Zira Ferezdak, Hz. Hüseyin'i hac dönüşün­de Irak'a giderken görmüştü. Hz. Hüseyin, Ferezdak'tan Iraklıların du­rumunu sormuş, o da önceki kısımlarda naklettiğimiz şekilde anlatmış­tı ve Hz. Hüseyin, Ferezdak'tan ayrıldıktan birkaç gün sonra öldürül­müştü. Onun Beyt'i tavaf ettiğini ne zaman görmüştü? Doğrusunu Al­lah bilir.

Hişam, Avane'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ubeydullah b. Ziyad, Ömer b. Sa'd'a şöyle bir soru sordu:

- Hüseyin'i öldürme hususunda sana gönderdiğim mektup nere­de?

- Ben senin emrini yerine getirdim, ama mektup kayboldu.

- Mektubu getireceksin.

- Kayboldu.

(Vallahi getireceksin. Mektup bir yere bırakılmıştır herhalde. Al-lah'a yemin ederim ki, Kureyş'in acuze kadınlarına bu mektup okuna­caktır. Ben de Medine'ye gidip onlardan özür dileyeceğim. Allah'a ye-mın ederim ki, Hüseyin'in öldürülnıemesi için sana çok nasihat ettim.

Eğer bu nasihatlan Sa'd b. Ebi Vakkas'a yapmış olsaydım daha iyi olur­du. Ben onun için gerekeni yaptım.

Orada bulunan Ubeydullah'm kardeşi Osman b. Ziyad da şöyle de di:

-  Vallahi Ömer doğru söylüyor. Allah'a yemin ederini ki keşke Hü­seyin öldürülmeseydi de kıyamete kadar Ziyad oğullarının burnunda hızma takılı olsaydı, ben buna da razı olurdum. Keşke Hüseyin Öldürül­meseydi.

Allah'a yemin ederim ki Osman'ın bu sözlerini Ubeydullah b. Ziyad reddetmedi." [5]

 

Hz. Hüseyin'e Ait Bazı Şiirler

 

Ebu Bekir b. Kamil, Abdullah b. İbrahim'den naklederek Hz. Hüse­yin'in şöyle bir şiir inşad etmiş olduğunu söylemiştir:

"Yaratıcıya bak, yaratılana aldırma, O zaman yalancıya da doğruya da efendi olursun. Rahman'm lütfundan rızık iste, Allah'tan başkası rızık veren değildir. İhtiyacını insanların gidereceğini sanan kimse, Rahman1 a güven duymuyor, demektir.

Ya da bir kimse, elindeki malın sırf kendi kazancı olduğuna inanır­sa,

Ayakkabıları onu tâ yükseklerden kaydırıp düşürür."

A'nıeş, Hz. Hüseyin'in şöyle bir şiir inşad ettiğini söylemiştir:

"Kişinin malı arttıkça, Düşüncesi, kederi ve meşguliyeti de artar,

Ey yaşantısı kederli olan ve yaşamak tasasında olan, seni tanıdık. Ey her yok olup vücudu çürüyen kişinin evi, seni de biliyoruz. Eğer sırtında evladu'iyal yükü varsa, zahit kimse zühdü saf bir şe­kilde talep edemez."

Ishak b. İbrahim dedi ki: Bana ulaşan bir habere göre Hz. Hüseyin, Baki'deki şehitliği ziyaret edip şöyle bir şiir okumuştu:

"Mezar sakinlerine seslendim, sustular. Sustukları için bana taş ve topraklar cevap verdi. Dedi ki: Biliyor musun sakinlerime ne yaptım?

Etlerini parçaladım, elbiselerini paraladım,

Gözlerine toprak doldurdum,

O gözler ki daha Önce azıcık tozdan rahatsız olurlardı.

Kemiklere gelince onları da parçaladım,

Öyle ki, eklemler ve uçlar birbirlerinden ayrıldılar.

Ağıt sahibini bundan kopardım, böylece,

Onu çürümeye mahkum dağınık vaziyette bıraktım."

Hz. Hüseyin'in şu şiiri de söylediği rivayet edilmiştir:

"Eğer dünya kıymetli sayılıyorsa,

Allah'ın sevap yurdu, daha yüce ve daha kıymetlidir.

Eğer bedenler ölüm için yaratılmışlarsa,

Kişinin Allah yolunda kılıçla öldürülmesi daha faziletlidir.

Eğer rızıklar takdir edilmiş şeyler ise,

Kişinin rızık için az çabalaması daha güzeldir.

Eğer malların tamamı terk edilecekse,

Kişinin terk edilecek bu inallar için cimrilik yapması niye?"

Şiirlerinden biri de Zübeyr b. Bekkar'ın söylediği ve karısı Rebab binti Enif le ilgili şu şiiridir: Rebab, Hz. Hüseyin'in kızı Sekine'nin an-nesidir. Şiir şudur:

"Ömrüme yemin olsun ki ben Sekine ile Rebab'ın yaşadığı bir evi çok severim.

Sekine ile Rebab'ı da severim. Onlara malımın hepsini harcarım.

Onların yüzünden kimsenin beni kınamaya hakkı yoktur.

Ben -beni kmasalar da- hayatım boyunck veya mezar altına girsem de onlara itaat etmem."

Rebab'ın babası, Ömer b. Hattab'm huzurunda Müslüman oldu. Hz. Ömer, onu kavminin başına emir yaptı. Hz. Ömer'in yanından çıkıp gi­derken Ebu Talib oğlu Ali ondan, kızım oğlu Hasan'a veya Hüseyin'e vermesini istedi. O da kızı Selma'yı Hasan'la evlendirdi. Rebab'ı da Hü­seyin'le evlendirdi. Hz. Ali'nin kendisine de üçüncü kızı Mahya'yı verdi. Bütün bu evlendirme işi aynı saatte oldu. Hz. Hüseyin, eşi Rebab'ı çok sevdi, onu beğeniyordu, onun için şiirler yazıyordu. Kerbela'da şehıd edildiğinde Rebab onun yanındaydı. Öldürülüşüne çok üzüldü. Anlatıl­dığına göre Rebab, bir sene müddetle Hz. Hüseyin'in mezarı başında durmuş, sonra şöyle diyerek ayrılıp gitmişti: "Bir seneye kadar bekle­dim, sonra selamın adı üzerinize olsun. Bir sene müddetle ağlayan kım-Se artık görevini yapmış olur."

Hz. Hüseyin'in şehadetinden sonra Kureyş eşrafından çokları Re-bab'la evlenmeye talib oldular, ancak o, bu talebleri reddederek şöyle dedi: "Rasûlullah'tan sonra başkasını kendime kayınpeder edinmem Allah'a yemin ederim ki, Hüseyin'den sonra artık başka bir erkekle aynı evde durmam." Vefat edinceye kadar Hz. Hüseyin'in yasını tuttu. Anla­tıldığına göre Hz. Hüseyin'in şehadetinden sonra çok kısa bir süre yaşa­mıştır, doğrusunu Allah bilir. Kızı Sekine, insanların en güzeliydi. Hat­ta zamanında ondan daha güzel kimse olmadığı söylenmiştir. Doğrusu­nu Allah bilir.

Ebu Mihnef, Abdurrahman b. Cündeb'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Hüseyin'in Öldürülmesinden sonra İbn Ziyad, Kûfelilerin eşrafını araştırdı. Yanma çağırdı, ancak Ubeydullah b. Hür b. Yezid'i göremedi, onu arattı. Ancak o birkaç gün sonra İbn Ziyad'm yanma geldi. İbn Zi­yad, ona sordu:

- Ey İbn Hür, neredeydin?

- Hastaydım.

- Gönül hastası mı yoksa beden hastası miydin?

- Gönlüm hiç hastalanmadı. Bedenime gelince Allah, ona afiyet verme lütfunda bulundu.

- Yalan söylüyorsun aksine sen düşmanlarımızla beraberdin.

- Eğer düşmanlarınla beraber olsaydım, benim gibi birinin yeri gizli kalmazdı. İnsanlar bu durumu görürlerdi.

Bu konuşmasıyla, İbn Ziyad'ı aklen mağlup etti. Dışarı çıkıp atına bindi, sonra da şöyle dedi:

- İbn Ziyad'a deyin ki, artık itaat ederek onun yanına gelmeyece­ğim.

İbn Ziyad da:

- Ey İbn Hür nereye gidiyorsun? dedi. Ancak Ubeydullah b. Hür çe­kip gitti. İbn Ziyad: "Onu bana getirin." dedi. Muhafızlar onu aramaya çıktılar, yanına vardıklarında Ubeydullah hoşlarına gitmeyecek ağır sözler söyledi. Hz. Hüseyin'den, kardeşinden, babasından hoşnudoldu-ğunu ifade etti. Sonra da İbn Ziyad hakkında onlara çok ağır sözler sar-fetti ve onlara teslim olmayıp Hüseyin ile arkadaşları hakkında şu şiiri okudu:

"Göçen ve hakkıyla göçen emir diyor ki, Dikkat et! Sen Fatınaa'mn oğlunu şehid edip öldürdün. Eyvah, ben niye ona yardım etmedim?

Niye onunla beraber olmadım, ondan ayrı durdum. Vah bana, Allah, ona yardım etmek için meydana çıkıp savaşanların ve şehid olanların ruhuna devamlı rahmet yağmuru yağdırsın.

Onların cesetlerinin ve mezarlarının yanı başında durdum.

Sanki iç organlar paralanıyor, gözler yaş akıtıyordu.

Ömrüme yemin ederim ki, onlar hızla savaşa ve kavgaya giriştiler,

kızgın aslanlar gibi,

Peygamberlerinin kızının oğluna yardım etmek için kılıçlarıyla Ga-

bıl aslanları gibi savaşa giriştiler.

Eğer şu takvalı canları yeryüzünde öldürürseniz,

Bende buna karşı koymak için barikatlar kurarım.

Görenler görmediler mi, ölüm anında onun yanından kaybolup git­tiler. Onlar aslanlar gibi önderler ve güller idiler.

Sen haksız yere onları Öldürdükten sonra dostluğumuzu mu umar­sın.

Böyle haince planlar kuran, bizimle uyum sağlayamaz.

Ömrüme yemin ederim ki, onları öldürmekle bize karşı çıkmış oldu­nuz.

Bizden nice adamlar var ki, sizden onun intikamını alacaktır.

Haktan sapan zalim bir gruba karşı,

Büyük bir askeri birlikle hücum etmeye defalarca niyetlendim. Ey İbn Ziyad, bizimle savaşmaya hazır ol. Öyle dar bir yerde seni sıkıştıracağım ki belini kıracağım." Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Süleyman b.'Kuteybe, Hz. Hüseyin için şu mersiyeyi okumuştu:

"Haşimi ailesinden Tafta öldürülen var ya,

Onun boynu Kureyş'inkinden daha bükük oldu.

Sığındığı halde peşine düştüğünüz zaman siz hidayet yolunu kay­bedip sapan Ad kavmi gibi oldunuz.

Muhammed ailesinin evlerine uğradım.

O evleri de her uğradığımda boynu bükük halde gördüm.

Onu Öldürenler bizim için koyun idiler. Sonra zayıf düşmüş, terke­dilmiş develer oldular.

Bu metruK develer çoğalıp büyüdüler,

Allah, diyarı ve ehlini birbirlerinden uzaklaştırmasın,

Bence onlardan biri olursan süslenirsin,

Kays fakir düşerse, onun fakirini deneriz.

Ama ayağımız kaydığında Kays bize tükürdü.

Yezid'in yanında bir damla kanımız vardır.

Fırsat düştüğünde bir gün onun cezasını vereceğiz.

Görmezmisin ki Hüseyin'in Öldürülmesi sebebiyle,

Yeryüzü hastalandı, beldeler titredi."

Bu senede, (hicretin altmış birinci senes

inde), Hz. Hüseyin'in şehid edilmesinden sonra vuku bulan hadiseleri şöylece sıralayabiliriz: Bu se­nede Muaviye oğlu Yezid, Süllem b. Ziyad'ı Sicistan ve Horasan valiliği­ne tayin etti. O esnada Süllem, yirmidört yaşındaydı. Yezid, onun kar­deşleri Abbad ile Abdurrahman'ı görevden azletmişti. Süllem atandığı göreve giderken savaşçıları ve eşrafı seçti. İnsanları cihada teşvik etti Sonra Türk beldelerine gazaya gitmek üzere büyük bir ordu ile yola çık­tı. Yanında da eşi Ümmü Muhammed binti Abdullah b. Osman b. Eb'il-As vardı. Araplardan o mıntıkadaki nehri geçen ilk kadın bu oldu ve ora­da bir çocuk doğurdu, adını Süfda (Safedi) koydular. Soğd valisinin karı­sı, altın ve incilerle süslenmiş tacını Süllem'in karısı Ümmü Muham-med'e gönderdi. Müslümanlar, bundan önce o beldelerde kışı geçirmez­lerdi, ilk olarak Süllem b. Ziyad orada geçirdi. Mühelleb b. Ebi Süfra'yı, Türk şehri Harezm'e gönderdi. Gidip Harezm'i kuşattı. Harezmiler 25.000.000 dirhem vermek şartıyla onunla barış antlaşması yaptılar. O da onlardan para yerine eşya alıyor ve eşyaları yarı kıymetine satıyor­du. Böylece onlardan 50.000.000 dirhem değerinde eşyayı ganimet ola­rak almış oldu. Böylece Mühelleb, Süllem b. Ziyad'ın yanında itibar sa­hibi oldu, değer kazandı.

Bundan sonra Süllem, ganimetlerden bir kısmını seçerek Merzu-ban'ın komutasındaki bir heyetle Yezid b. Muaviye'ye gönderdi.

Süllem, Semerkandlılarla da bol miktarda ganimet karşılığında ba­rış antlaşması yaptı.

Hicri altmışbirinci senede Yezid, Amr b. Said'i Haremeyn (Mekke-Medine) valiliklerinden azletti, oraya Velid b. Utbe b. Ebi Süfyan'ı yeni­den tayin etti. Velid, Medine'ye yerleşti. Bunun sebebi de şuydu: İbn Zü-beyr, Hz. Hüseyin'in şehid edildiğini duyunca insanlara hutbe irad et­meye, hutbelerinde Hz. Hüseyin'i ve adamlarını öldürmenin büyük bir günah olduğunu söylemeye, Hüseyin'i yardımsız bıraktıklarından ötü­rü Kûfelilerle Iraklıların tamamını ayıplamaya, Hz.Hüseyin'e rahmet okumaya, onu öldürenleri lanetlemeye ve şöyle demeye başladı: " valla­hi Hüseyin'i öldürdüler. Fakat o, geceleri uzun müddet namaz kılar, çok günlerde oruç tutardı. Vallahi o, Kur'âm bırakıp ta şarkılar ve eğlence­lerle vakit geçirmezdi. Allah korkusundan ağlamayı bırakıp ta boş söz­ler ve türkülerle uğraşmazdı. Orucu bırakıp da devamlı içki içmez ve ha­ram yemezdi. Zikir halkalarında oturmayı bırakıp da av peşine düşmez­di (Bu sözlerle Yezid b. Muaviye'yi taşlıyordu). Onlar ileride uçuruma yuvarlanacaklardır."

Bu sözlerle halkı Emevilere karşı kışkırtıyor, Yezid'e muhalefete sürüklüyor, onu halletmelerini istiyordu. Çok kimseler, gizlice ona bey'at ettiler. Bu bey'atı açığa vurmasını kendisinden istediler, ancak o, Amr b. Said orada vali iken bunu yapma imkanı bulamadı. Amr, ona karşı sert davranıyordu, ama içinde ona karşı merhamet vardı. Medinelilerle diğerleri onunla antlaştüar. Halk şöyle dedi: "Hüseyin öldürüldü­ğüne göre artık hilafet hususunda kimse İbn Zübeyr'le çekişemez." Ye­zid, bu haberi duyunca çok ağrına gitti. Ona: "Eğer dilerse Amr b. Said, İbn Zübeyr'in başını koparıp sana gönderebilir, ya da Harem'den kovun-caya kadar onu kuşatma altına alabilir." dediler. O da haber gönderdi. Amr b. Said'i azletti, yerine Velid b. Utbe'yi vali olarak atadı. Bu azil ve atama işinin hicri altmışbirinci senenin zilhicce ayı başında yapıldığı

söylenir.

Bu senede Velid, insanlara haccettirdi. Yezid de ona: "İbn Zübeyr'i gümüş zincire vurmuş olarak bana göndereceksin." diye yemin verdi. Ayrıca yemininin yerine getirilmesini sağlamak ve zincirin başkaları tarafından görülmesini önlemek amacıyla ipek bir bornozla gönderdi, zinciri bornozun içine yerleştirdi. Haberci, Medine'de bulunan Mer-van'ın yanına vardığında görevini ona anlattı. Yanındaki zinciri de gös­terdi. Bunun üzerine Mervan, şöyle bir şiir okudu:

"Al bunu, değerli, olanın planı değil bu,

Onda aşağılaşan bir kişinin işleri ve sözleri var.

Ey Amir, bunlar sana bir plan kurdular,

İşte bu, komşuların tığında olan bir iptir.

Sen herkese öğüt verirken,

Atılan kovaya "bir git, bir gel" deniyor."

Gelen elçiler Abdullah b. Zübeyr'in yanma vardıklarında Mervan, oğulları Abdülmelik ile Abdülaziz'i gönderdi ki bu şiiri İbn Zübeyr'e okusunlar ve ne cevap vereceğim akıllarına koyup getirsinler. Mervan, oğullarına dedi ki: "Bu şiirimi mutlaka îbn Zübeyr'e işittirin." Mer-van'ın oğlu Abdülaziz diyor ki: Yezid'in elçileri İbn Zübeyr'in yanma va­rıp oturduklarında ben de bu şiiri ona okumaya başladım. O dinliyordu, dönüp bana şöyle dedi: "Babanıza gidin ve şöyle dediğimi ona anlatın:

"Ben öyle bir soydan geliyorum ki,

Kamışlarla bıçaklar karşılaştığında onu kıran sağırlaşır, Ben haktan başkasına yumuşamam.

Çiğneyene taş yumuşayıncaya kadar haktan başkasına boyun eğ­mem."

Abdülaziz diyor ki: "Hangisinin daha şaşkınlık verici olduğunu an­layamadım."

Ebu Ma'şer dedi ki: Hicri altmışbirinci senede Haremeyn emin iken Velid b. Utbe'nin insanlara haccettirmiş olduğu hususunda Şjy^er arasında ihtilaf yoktur. O zaman Basra ve Küfe valiliği Ubeydullah b.

Ziyad'm; Horasan ve Sicistan valiliği, Ubeydullah b. Ziyad'm kardeşi Süllem b. Ziyad'm; Küfe kadılığı Şüreyh'in, Basra kadılığı da Hişam b. Hübeyre'nin uhdesinde idi. [6]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/286-327.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/327-333.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/333-334.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/334-335.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/335-340.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/340-346.