Sabah olunca
Havla, Hz. Hüseyin'in kesik başını alıp ibn Ziyada go-
Bunu duyan
Yezid, Yahya'nın göğsüne vurarak "Sus!" diye emretti.»
Hz. Hüseyin'e
Ait Bazı Şiirler
Biz bu konuyu siyer
imamlarının görüşlerinden istifade ederek anlatacağız. Yalancı Şiilerin
iddialarına itibar etmeyeceğiz.
Ebu Mihnef, Abdullah
b. Süleym ile Münir b. Müşmail el-Esedî'nin şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
"Hüseyin yola çıktı. Şeref mıntıkasına varıp konakladığında seher vakti
azatlılarına (kendisiyle birlikte olan gençlere): "Bol miktarda su alıp
saklayın." diye emir verdi. Sonra yoluna devam etti, günün ortasında
arkadaşlarından birisi tekbir getirince ona: "Neden tekbir
getirdin?" diye sordu: Adam: "Hurma ağaçlarını gördüm." diye
karşılık verdi. Fakat Esedoğullarından iki kişi: "Bu bölgede kesinlikle
hurma ağacı yok." dediler. Bu sefer Hüseyin onlara: "Peki sizce bu
nedir" diye sorunca bu iki adam: "Gelen atlılardan başka birşey
olduğunu sanmıyoruz. İşte atlılar geldi." diye cevap verdiler. Hz. Hüseyin
kendilerine: "Ben de aynı şey olduğunu sanıyorum." dedikten sonra:
"Kendisine sığınıp arkamıza alacağımız ve gelenlere karşı tek bir
istikamette duracağımız bir sığınak yok mudur?" diye sorduğunda o iki
kişi: "Öyle bir yer vardır." dediler ve şöyle dediler: "İşte
Zuhism denilen yer yan tarafmdadır. Sola doğru oraya gidersin. Eğer bunlardan
önce oraya varacak olursan, orası tam istediğin gibi bir yerdir." Hz.
Hüseyin oraya doğru gitti oraya varınca çadırların kurulmasını emretti. Karşı
tarafın adamları da Hür b. Yezid et-Temimî komutasında geldiler. 1000 süvari
idiler. Bunlar İbn Ziyad'm gönderdiği askeri birliğin Öncüleri idiler. Bunlar
öğle vakti gelip Hüseyin'in karşısında durdular. Hüseyin ve arkadaşları
sarıklarını sarmış, kılıçlarım kuşanmışlardı. Arkadaşlarına kana kana su
içmelerini ve atlarına içirmelerini, aynı zamanda düşmanlarına da su
vermelerini emretti. Kendisi de diğerleri de kana kana suyu içtiler.
Anlatıldığına göre
öğle vakti girdiğinde Hz. Hüseyin, Haccac b. Mes-ruk el-Cûfî'ye emir verdi.
Haccac ezan okudu. Sonra Hz. Hüseyin, bir izar ve ridaya bürünmüş, bir çift
ayakkabı giymiş olarak ortaya çıktı, arkadaşlarına ve düşmanlarına konuşma
yaptı. Irak'a geliş sebeplerini anlattı. Kûfelilerin imamları olmadığına,
kendisinin oraya gelmesi halinde kendisine be/at edeceklerine ve onunla omuz
omuza savaşacaklarına dair mektuplar yazmış olduklarını söyledi. Sonra namaz
kılındı. Hz. Hüseyin, Ubeydullah b. Ziyad tarafından gönderilen askerlerin komutanı
Hürr'e şöyle sordu:
- Arkadaşlarına namaz
kıldırmak istiyor musun?
- Hayır, sen kıldır.
Biz de sana tabi oluruz.
Hz. Hüseyin, onlara
namaz kıldırdı. Sonra kendi çadırına giderek arkadaşlarıyla toplantı yaptı. Hür
de kendi askerlerinin başına gitti, iki taraf tetikte durmaktaydılar. İkindi
vakti olunca Hz. Hüseyin, onlara namaz kıldırdı. Namazı tamamladıktan sonra
onlara hutbe irad etti. Enirini dinlemeleri, kendisine itaat etmeleri ve
kendilerine zulümle muamele eden yöneticileri başlarından kovmaları için
teşvikte bulundu. Hür, ona şöyle dedi: "Bu mektupların ne olduğunu,
bunları kimlerin yazdığını bilmiyoruz." dedi. Hz. Hüseyin de mektup dolu
iki çuvalı ortaya koydu, mektupları Hür'ün önüne boşalttı. Bunlardan bir
kısmını okudu. Hür, ona şöyle dedi:
- Biz bu mektupları
sana yazanlardan değiliz. Yalnız bize emir verildi; seninle karşılaştığımız
takdirde seni Ubeydullah b. Ziyad'a götü-rünceye kadar senden ayrılmayacağız,
peşini bırakmayacağız.
- Oraya gitmektense
ölüm daha iyidir.
Böyle dedikten sonra
Hüseyin, kendi arkadaşlarına: "Bineklerinize binin." diye emir verdi.
Onlar ve kadınları bineklerine bindiler. Oradan ayrılmak istedikleri zaman Hür ve
adamları, ayrılmalarına mani oldular. Hz, Hüseyin Hür're şöyle dedi:
- Anan seni kaybetsin,
ne yapmak istiyorsun?
- Vallahi bu sözü
senin bu halinde iken başka bir Arap söylemiş olsaydı ona misillemede
bulunurdum, onun anasını da bırakmazdım. Ama senin anan hakkında
yapabileceğimiz ve söyleyebileceğimiz bir-§ey yok. Elden geldiğince onu en
güzel bir şekilde anmakla yükümlümüz. Ba taraf karşılıklı söz düellosunda
bulundular, nihayet Hür, Hüse-yi^'e şöyle dedi:
Ben seninle savaşmakla emroİunmadım, ancak
seni Kûfe'ye ibn 'a götürünceye kadar peşini bırakmamakla emrolundum. Eğer e'ye
gelmeye razı olmuyorsan başka bir yol tut, ancak o yol seni ne e'y getirsin, ne de Medine'ye götürsün. Sen
Yezid'e bir mektup yaz.
Ben de Ibn Ziyad'a
yazayım, istiyorsan böyle yapalım. Belki Cenâb-ı Allah, beni, senin belandan
kurtaracak bir yol ortaya koyar.
Hz. Hüseyin, Azip ve
Kadisiye yolunu tutarak sol tarafa yöneldi Hür b. Yezid de onun yanı sıra
gitmekteydi. Ona şöyle diyordu:
- Ey Hüseyin! Allah
aşkına kendine zarar verme. Eğer savaşırsan öldürüleceğine şahitlik ederim.
Öldürülürsen bence helak olursun.
- Sen, beni ölümle mi
korkutup tehdit ediyorsun? Ama ben Evs'in kardeşinin amcası oğluna
-Rasûlullah'a yardıma giderken karşılaşması esnasında- söylediğini söylüyorum.
Amcasıoğlu ona: "Nereye gidiyorsun, sen öldürüleceksin." deyince,
Evs'in kardeşi şöyle cevap vermişti: "Yoluma devam edeceğim. Yiğit
kimseler hayır niyet edip Müslüman olarak cihad ederlerse, ölümden dolayı
ayıplanamaz. Bunlar salih kimselere iyi davranır ve bizzat iyilikte
bulunurlar. Yaşadıkları sürece korkudan azade yaşar ve korkuyu yere
fırlatırlar."
Bu şiir, başka bir
şekilde de nakledilmiştir şöyle ki: "Yoluma devam edeceğim, yiğit
kimseler, hayır niyet edip suçlularla buluşmazlarsa ölüm onlar için ayıp
olmaz. Yaşarsam kınanmam, ölürsem pişman olmam, ama zelil olmam ve burnumun
yere sürülmesi için Ölüm sana yeter." Hür bu sözleri duyunca Hüseyin'den
uzaklaştı. Arkadaşlarıyla birlikte ondan uzakta olarak yollarına devam etti. Nihayet
Azıbulhecenat mevkiine vardılar. Orada binekleri üzerinde Kûfe'den gelmekte
olan dört kişiyle karşılaştılar. Bunların yanında Na-fî b. Hilaî'in el-Kamil
adındaki atı da vardı. Bunlar Hüseyin'le görüşmek için Tarmah b. Adi'nin
kılavuzluğunda Kûfe'den gelmişlerdi. Tar-mah bir ata binmiş olup, şu şiiri
okumakta idi:
"Ey bineğim,
ürkütmemden korkma,
Fecrin doğuşundan önce
süvarilerin en hayırlıları ve yolculuğun en hayırlısı ile menzile varmak için
paçaları sıva.
Ki güzel ahlaklı biri
ile süslenesin. O şereflidir, hürdür. Göğsü ve kalbi geniştir. Allah, onu en
hayırlı bir iş için getirmiştir.
Onun namı kıyamete
kadar sürecektir."
Hür, gelen adamların
Hüseyin'in yanma gitmelerine müsaade etmedi, ancak Hz. Hüseyin onu böyle
yapmaktan men etti. Kûfe'den gelenler Hüseyin'in yanma vardıklarında Hz.
Hüseyin onlara şöyle dedi: "Geride bıraktığınız adamların durumunu bana
haber verin." Gelen dört Kûfeli'den Mücemma b. Abdullah el-Amirî, şöyle
cevap verdi:
"Halkın eşrafı
sana karşı birleşmiştir. Çünkü onlara rüşvet verildi. Heybeleri dolduruldu.
Böylece onların muhabbetleri kazanıldı. İtaatleri sağlandı, hepsi sana karşı
birleştiler. Diğer insanlara gelince onların gönülleri seninle beraber ama
kılıçlan yarın sana karşı çekilecektir."
Hüseyin, onlara sordu:
- Size gönderdiğim
elçim hakkında ne biliyor sunuz?
- Gönderdiğin elçin
kimdir?
- Kays b. Mezher
es-Seydavf dir.
- Evet Hüseyin b.
Nümeyr, onu yakalayıp İbn Ziyad'a götürdü. îbn
Ziyad da ona, sana ve
babana lanet okumasını emretti. Ama o sana ve babana dua etti. îbn Ziyad'a ve babasına
ise lanet okudu. İnsanları sana yardıma davet etti. Senin Kûfe'ye gelmek üzere
olduğunu haber verdi. Bunun üzerine sarayın damından yere atıldı ve can verdi.
Bu cevap karşısında
Hz. Hüseyin'in gözleri yaşardı ve şu ayeti okudu: "Kimi bu uğurda canını
vermiş, kimi de beklemektedir. "(ei-Ahzâb, 23.)
Sonra Hz. Hüseyin
şöyle dua etti: "Allah'ım, bize ve onlara Cennet'i nasib et. Biz ve onları
rahmetinin karargahında senin gizli olan ve mü'minlerin arzuladığı sevabında
biraraya getir."
Tarmah b. Adi, Hz.
Hüseyin'e şöyle dedi: "Beraberindeki adamlara bak. Yanında kaç kişi var?
Yanında şu küçücük gruptan başka kimse yok. Öyle sanıyorum ki, sana karşı şu
karşıda gördüğüm birlikten başkası savaşmayacak olursa bunlar bile senin
hakkından gelmeye yeter. Hal böyle iken Küfe dışında süvariler, piyadeler dolup
taşıyor, hepsi seni yakalamayı amaç edinmişler. Hedefleri sensin. Allah aşkına
Cenâb-ı Allah'ın seni Gassan ve Himyer meliklerinden, Numan b. Münzir'den,
siyah ve kızıl renkli herkesten koruyacağı bir beldeye gidip yerleşmek
istiyorsan bunu yap. Vallahi bu durumda bize zillet asla gelmeyecektir. Ben
seninle beraber yürüyeceğim. İstediğin beldeye yerleşinceye kadar seninle
beraber olacağım. Sonra Tay kabilesinin Ece ve Selma kollarına haber gönderip
adam iste. istediğin kadar yanımızda kal. Ben, Tay kabilesinden 10 000 kişinin
sana gelip destek olacaklarım tekeffül ediyorum. Bunlar, senin uğrunda
kılıçlarıyla savaşacaklardır. Allah'a yemin ederim ki onların gözleri açılıp
kapandığı sürece sana asla zarar dokunmayacaktır."
Hz. Hüseyin ona:
"Allah sana hayır mükafat versin." dedi ve yolundan geri dönmedi,
kararından vazgeçmedi. Tarmah da onunla vedalaş-tı, Hz. Hüseyin yoluna devam
etti. Geceleyin Hz. Hüseyin, hizmetçilerine, yeterince su alıp saklamalarını emretti.
Su temin edildikten sonra yola devam etti. Yolda bineğinin üzerinde iken uykuya
daldı. Başı önüne düştü. Sonra uyanıp şöyle dedi: "Doğrusu biz Allah'a
aidiz ve O'na dönücüleriz. Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun. Rüyamda bir
süvarinin ^üzerinde şöyle dediğini gördüm: "Bu millet yürüyüp gidiyor ama
olüm de onlara doğru geliyor." Anladım ki ölüm haberimiz veriliyor."
Fecir doğduktan sonra
arkadaşlarına sabah namazını kıldırdı, acele bineklerine bindiler. Sonra sol
taraftan yola devam ettiler. Niha-
yet Nınova'ya
vardılar, orada bineği üzerinde yayma yaslanmış bir suvarinin Kûfe'den gelmekte
olduğunu gördüler. Gelen süvari, Hür b. Ye-zid'e selam verdi, ama Hz. Hüseyin'e
selam vermedi. Hür're, îbn 2i-yad'm mektubunu verdi, mektupta bir kasaba-köy
veya kaleye uğran-maksızm Irak'a doğru gelmeleri emrediliyordu. İbn Ziyad'm
elçileri ve askerleri gelinceye kadar yola devam etmeleri isteniyordu. Mektubun
verildiği hicri altmışbirinci senenin Muharrem ayının ikinci pazartesi günü
idi. Ertesi gün Ömer b. Sa'd b. Ebi Vekkas, 4000 askerle geldi. İbn Ziyad, onu
bu askerlerle Deyleme doğru gitmekle görevlendirmişti. Bu, Küfe dışında ordugah
kurmuştu. Hüseyin'in durumunu haber aldıklarında îbn Ziyad ona:
"Hüseyin'in üzerine git, onun işini bitirdikten sonra Deyleme git."
diye emir verdi. Ömer b. Sa'd kendisini bu görevden affetmesini tbn Ziyad'dan
istedi, ancak îbn Ziyad, ona şöyle dedi: "îster-sen seni bu görevden
affederim, ama sana vermiş olduğum bu beldelerin valiliğini de senden
alırım." İbn Ziyad'ın böyle demesi üzerine Ömer b. Sa'd: "Müsaade et
de durumumu düşüneyim." dedi ve süre istedi. Bu süre zarfinda her kiminle
istişare yaptıysa herkes ona, Hüseyin'in üzerine gitmemesini öğütledi. Öyle ki
kızkardeşinin oğlu Hamza b. Muğire b. Şube, ona şöyle dedi:
"Sakın Hüseyin'in
üzerine gitmeyesin. Aksi takdirde Rabbine asi olmuş ve akrabalık bağlarım
koparmış olursun. Allah'a yemin ederim ki, Hüseyin'in kam ile Allah'ın huzuruna
çıkmaktansa, bütün yeryüzü hakimiyetinden mahrum kalmak senin için daha
hayırlı ve daha iyidir." Bu tavsiye üzerine Ömer: "înşaallah böyle
yaparım." dedi. Sonra Ubey-dullah b. Ziyad, onu korkutup tehdit etti.
Görevden azledip öldürüleceğini söyledi. Bunun üzerine Ömer b. Sa'd,
Hüseyin'in üzerine gitti. Yukarıda sözünü ettiğimiz yerde onunla karşılaştı.
Sonra Hüseyin'e elçi göndererek elçi vasıtasıyla sordurdu:
- Buraya niçin geldin?
- Kûfeliler yanlarına
gelmem için bana mektup yazdılar. Eğer beni istemiyorlarsa, sizi bırakıp
Mekke'ye dönerim. Hz. Hüseyin'in bu cevabı üzerine Ömer b. Sa'd: Umarım ki
Allah, beni Hüseyin'le savaşmaktan kurtaracaktır." dedi ve bu durumu bir
mektupla îbn Ziyad'a bildirdi, îbn Ziyad, ona şu karşılığı gönderdi:
"Mü'minlerin
takvalı, temiz ve mazlum emin Osman b. Affan nasıl sudan yoksun bırakıldıysa
sen de bunları sudan yoksun bırak. Kendileri ile suyun arasına engel koy.
Hüseyin'e, beraberindeki adamlarıyla birlikte mü'minlerin emin Muaviye oğlu
Yezid'e be/at etmelerini teklif et. Eğer böyle yaparlarsa, biz de görüşümüzü
ortaya koyanz."
Bunun üzerine Ömer b. Sa'd'm
adamlan, Hüseyin'in adamlarım sudan yoksun bıraktılar. Su basma gelmelerine
engel oldular. Ömer b. Sa'd'm su başında duran engelleyici müfrezesinin başında
Amr b. Hac-cac bulunuyordu. Hz. Hüseyin, bunlann susuzluktan ölmeleri için
beddua etti. İşte Amr b. Haccac da aşın derecede susuzluktan öldü. Sonra Hz.
Hüseyin, Ömer b. Sa'd'dan iki ordugah arasında kendisiyle bir görüşme
yapmasını talep etti. İki taraftan yirmi kadar süvari toplantı yerine
geldiler. Uzun uzadıya konuştular. Nihayet gecenin bir kısmı geçti, ama
birbirlerinin ne dediklerini anlayamadılar. Bazı kimseler, Hz. Hüseyin'in,
Ömer b. Sa'd'dan kendisini Şam'da bulunan Muaviye oğlu Yezid'e götürmesini ve
buradaki askeri birliklerin oldukları yerde karşı karşıya bırakılmalannı talep
etmişti. Ömer ise, ona şu cevabı vermişti:
- Eğer böyle yaparsam
îbn Ziyad benim evimi yıkar.
- Ben senin evini
eskisinden daha güzel yapanm.
- O zaman çiftliğimi
elimden alır.
- Sana Hicaz'daki
malımdan bir kısmını vererek daha iyi bir çiftlik
alınm.
Ömer b. Sa'd, bu
teldin uygun görmedi.
Bazılan dediler ki:
Hüseyin, Ömer b. Sa'd'dan, kendisiyle birlikte Yezid'in yanma gitmesini veya
kendisini Hicaz'a dönmek üzere bırakmasını, yahut sınır boylanna gidip
Türklerle savaşmasına müsaade etmesini istemiş, Ömer de bu durumu Ubeydullah
b. Ziyad'a yazmış, Ubeydullah: "Evet, kabul ettim." deyince orada
bulunan Şimr b. Zücev-şen kalkıp şöyle diyerek müdahalede bulunmuştu:
- Hayır, vallahi
Hüseyin ve adamları senin hükmüne boyun eğmedikleri takdirde bu olmaz. Vallahi
duyduğuma göre Hüseyin ile Ömer b. Sa'd, iki karargah arasında orta bir yerde
oturup görüşüyor ve gece boyunca konuşuyorlarmış." İbn Ziyad da: "Ne
güzel bir görüş ileri sürdün" dedi.
Ebu Mihnef, Ukbe b.
Sem'a'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Mekke'den yola
çıktığı andan öldürülüşüne kadar geçen sürede Hüseyin'in yanında bulundum.
Vallahi o, her nerede ne söylediyse bütün sözlerini işittim. O, Yezid'e
gitmek, ona bey'at etmek veya sınır boylanna gitmek gibi taleplerde bulunmadı.
Onlardan sadece iki şeyden birini yapmalanm istedi: Ya kendisini bırakıp geri
dönmesine müsaade edeceklerdi veya kendisini bırakıp açık bir alana gitmesine
izin verecekler, orada insanlann akibetini bekleyecekti."
Sonra Ubeydullah b.
Ziyad, Şimr b. Zilcevşen'i Hüseyin'in üzerine gönderdi. Gönderirken de ona şu
talimatı verdi: "Git. Eğer Hüseyin ve aaamlan, benim hükmüme boyun
eğerlerse ne alâ, aksi takdirde Ömer D- Sa'd'a, onlarla savaşmasını emret. Eğer
savaşmakta gecikirse boynunu vur ve sen askerlerin başına komutan olarak
geç."
Ubeydullah b. Ziyad,
Ömer b. Sa'd'a bir mektup göndererek Hüseyin'le savaşmakta geciktiğinden ötürü
onu tehdit etti ve eğer Hüseyin yanına gelmezse, onunla ve adamlanyla
savaşmasını emretti. Onlann ası ol<*uklannı ifade etti.
Şimr mektubu
aldığında, yanında Abdullah b. Ebu Muhil b. Hizam bulunuyordu. Onun halası olan
Hizam'ın kızı Ümmü'l-Benin, Hz. Ali'nin hanımı idi. Ondan Abbas, Abdullah,
Cafer ve Osman adındaki çocukları doğmuştu. Abdullah, İbn Ziyad'a şunları
söyledi: "Eğer bizim kızkardeşinıizin çocuklarına bir eman yazmayı uygun
görüyorsan yaz."
îbn Ziyad, onlara bir
eman yazarak bu emanı kölesi Kirman'la birlikte onlara gönderdi. Onlar bu eman
mektubunu görünce: "Bizim sizin emanımza ihtiyacımız yok. Çünkü Allah'ın
emanı, Sümeyye'nin oğlunun emanından daha hayırlıdır." dediler.
Şimr b. Zilcevşen,
Ömer b. Sa'd'a, Ubeydullah b. Ziyad'm mektubunu getirdiğinde Ömer ona şöyle
dedi:
"Allah senin
diyarını uzaklaştırsm ve getirdiğin şeyi çirkinleştirsin. Hüseyin'in talep
ettiği ve benim İbn Ziyad'a arz ettiğim üç teklifi îbn Zi-yad'm kabul etmesine
engel olan kişinin sen olduğunu sanıyorum. Vallahi doğrusu da budur."
Şimr, Ömer'e şöyle
sordu:
- Ne yapacağını bana
söyle. Bunlarla savaşacak mısın, yoksa beni bunlarla başbaşa mı bırakacaksın?
Ömer, ona şu cevabı
verdi:
- Hayır, şeref sana
ait olmaycaktır. Bu işi bizzat ben yerine getireceğim." Böyle dedikten
sonra Ömer, onu piyadelerin başına komutan yaptı. Muharrem ayının dokuzunda
perşembe günü akşamında Hüseyin'in tarafına saldırdı. Şimr b. Zilcevşen,
kalkıp şöyle dedi:
- Kızkardeşimizin
oğulları nerededirler?
Onun böyle sorması
üzerine Hz. Ali'nin oğulları Abdullah, Cafer, Abbas ve Osman ayağa kalktılar.
Orada olduklarını gösterdiler. Şimr, onlara şöyle dedi:
- Size eman verilmiştir,
siz güvendesiniz.
- Eğer Rasûlullah
(s.a.v.)'m torunu Hüseyin'e ve bize birlikte eman veriyorsan kabul ederiz. Aksi
takdirde senin emanına ihtiyacımız yok."
Sonra Ömer b. Sa'd,
askerlere şöyle seslendi:
- Ey Allah'ın
atlıları! Bineklerinize binin. Size müjdeler olsun.
Aynı gün ikindi
namazından sonra bineklerine bindiler ve Hüseyin'in tarafına doğru hücuma
geçtiler. Hz. Hüseyin ise, çadırının önünde kılıcına yaslanmış,
uyuklamaktaydı. Başı önüne düştü. Kaz kardeşi gürültüyü duyunca Hz. Hüseyin'e yaklaştı
ve onu uykudan uyandırdı. O da başım doğrulttu ve şöyle dedi: Rasûlullah
(s.a.v.)'ı rüyada gördüm. Bana: "Sen bize geliyorsun." dedi. Hz.
Hüseyin'in böyle demesi üzerine kızkardeşi kendi yüzünü tokatlayıp: "Vay
başımıza gelenler!" diye bağırdı. Hz. Hüseyin de ona şöyle cevap verdi:
"Ey kardeşim, başımıza gelen bir felaket yok, sakin ol, Rahman olan Allah
sana merhamet etsin."
Kardeşi Abbas,
Hüseyin'e dedi ki:
- Ey kardeşim, düşman
sana doğru geliyor.
- Onlara git, niçin
geldiklerini sor.
Abbas, onlara yirmi
süvariyle birlikte gitti ve sordu:
- Neyiniz var, niçin
geliyorsunuz?
- Vali İbn Ziyad'm
emri geldi. Ya onun hükmüne boyun eğeceksiniz, yada sizinle savaşacağız.
- Yerinizde durun,
gidip durumu Abdullah'ın babasına (Hüseyin'e) bildireyim.
Abbas, Hüseyin'in
yanına döndü, ama arkadaşları düşman karşısında beklemekteydiler. İki taraf
birbirlerine laf attılar. Birbirlerini kınayıp azarladılar. Hüseyin'in
adamları, îbn Ziyad'ın adamlarına şöyle dediler: "Siz ne kötü bir
milletsiniz. Peygamberinizin zürriyetini ve bu zamandaki insanların en
hayırlılarım öldürmek istiyorsunuz."
Bundan sonra Abbas,
Hüseyin'in yanından gelip İbn Ziyad'ın askerlerine şöyle dedi:
- Abdullah'ın babası
(Hüseyin), bu gece geri dönmenizi, geceleyin kendi durumunu düşünmek istediğini
söylüyor. Ömer b. Sa'd, Şimr b. Zilcevşen'e dedi ki:
- Sen ne diyorsun?
- Komutan sensin,
görüş, senin görüşündür.
Amr b. Haccac b.
Seleme ez-Zübeydî dedi ki: "Sübhanallah, vallahi Hüseyin değil de
Deylemlilerden bir adam dahi sizden böyle bir talepte bulunmuş olsaydı, onun bu
talebini uygun karşılamanız gerekirdi."
Kays b. Eş'as da dedi
ki: "Ey Ömer b. Sa'd! Hüseyin ve adamlarının isteklerini kabul et,
hayatıma yemin ederim ki, sabahleyin savaşacaksınız." Gerçekten de öyle
oldu. Hz. Hüseyin, kardeşi Abbas yanına döndüğünde ona şöyle dedi: "Geri
dön, bu akşam onları geri çevir, belki bu gece Rabbimize namaz kılarız,
kendisinden mağfiret dileyip dua ederiz. Allah da biliyor ki benim en çok
bildiğim şey, O'nun için namaz kılmak, kitabını okumak, istiğfarda bulunmak ve
dua etmektir."
Hz. Hüseyin, o gece
kendi ailesine vasiyetini yaptı. Gecenin ilk kısmında arkadaşlarına bir
konuşma yaptı. Allah'a hamdü senada bulunduktan, Rasûlüne de salâtü selâm
getirdikten sonra fasih ve tesirli bir ifadeyle arkadaşlarına şöyle hitap etti:
"Bu gece, ailesinin yanma dönmek isteyen varsa, ben ona izin vermiş
oldum, çünkü şu karşıdaki düşmanın asıl ele geçirmek istediği kişi
benim."
Malik b. Nadr dedi ki:
"Benim borcum var, çoluk çocuğum var." Boy-Je deyip gitti. Hz.
Hüseyin, onlara şöyle dedi: "İşte, gece sizi örtmüş bulunuyor, gece
karanlığından istifade edip gidin. Sizden herbir erkek, be-ŞIm- ailemden
birinin elini tutup şu gecenin karanlığında yola çıksın. Şehirlerinize gidin.
Çünkü bu düşman sadece beni ele geçirmek istiyor, eger beni yakalarlarsa,
benimle oyalanır ve sizi yakalamaktan vazge-
çerler. Kendi yolunuza
gidin ki, Allah size genişlik versin."
Kardeşleri, çocukları
ve yeğenleri Hz, Hüseyin'e: "Senden sonra biz hayatta kalamayız ve
Allah'ın, hoşumuza gitmeyecek şeyi senin başına getirdiğini görmek
istemiyoruz." dediler. Hz. Hüseyin de onlara: "Ey Akiloğullan!
Kardeşiniz Müslim'in öldürülmesi fidye olarak size yeter. Haydi gidin, ben size
izin verdim." dediyse de onlar şöyle karşılık verdiler:
"Şeyhimizi,
büyüğümüzü, liderimizi, amcaların en hayırlısı olan amcamızın oğlunu
bıraktığımız ve düşmana bir ok atmayıp bir mızrak fırlatmadığımız, onlarla
-hayatta kalmak arzusu yüzünden- kılıç kılıca vuruşmadığımız takdirde insanlar
bize ne derler? Hayır, vallahi biz böyle yapmayacağız. Aksine mallarımızı,
ailelerimizi ve canlarımızı feda edip seni gideceğin yere götürmedikçe ve
senin uğruna savaşmadık-ça senden ayrılmayacağız. Allah, senden sonra yaşamayı
bize çirkin göstermiştir." Müslim b. Avsece el-Esedî de böyle dedi. Said
b. Abdullah el-Hanefî de şöyle dedi:
"Hayır, Allah'a
yemin ederiz ki, Rasûlullah'tan sonra seni muhafaza ettiğimizi Allah'a
isbatlamadikça seni bırakmayacağız, Allah'a yemin ederim ki, senin uğruna 1000
defa da olsa öleceğimi bilsem ve benim ölümüm sebebiyle Cenâb-ı Allah'ın seni
ve aile efradından olan şu gençleri kurtaracağını bilsem, yine de ölmeyi
arzularım. Çünkü benim ölümüm, bir tek adamın ölümüdür."
Hz. Hüseyin'in diğer
arkadaşları da benzer sözler söylediler ve: "Allah'a yemin ederiz ki,
senden asla ayrılmayacağız, canlarımız sana feda olsun. Boğazımızı, alnımızı,
elimizi ve bedenlerimizi öne sürerek seni koruyacağız. Bu uğurda öldürülürsek,
borcumuzu ödemiş ve vefakârlık göstermiş oluruz." dediler.
Kardeşi Abbas da
Hüseyin'e şöyle dedi: "Allah, senin ölümünü bize göstermesin. Sen öldükten
sonra biz yaşamayı ne yapalım."
Ebu Mihnef, Hz.
Ali'nin torunu ve Hüseyin'in oğlu Zeynelabidin'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Babamın
sabahında öldürüleceği gece oturmaktaydım. Halam Zeyneb, yaralarımı tedavi
ediyordu. Babam arkadaşlarıyla birlikte çadırına çekilmişti. Yanında Ebu Zerr
el-Gifarfnin azatlısı Huvey de vardı. Babam kılıcını düzeltiyor ve şöyle
diyordu:
"Ey zaman, of
senden! Ne biçim arkadaşsın.
Ne zamandır gün
doğuyor, sabah oluyor.
Nasıl arkadaşsın,
nasıl ölü istersin? '
Zaman birini
başkasının yerine kabul etmiyor ki,
Emir ancak yüce
Allah'ındır.
Her hayat sahibi bir
yoldan gidiyor."
Bu beyitleri babam iki
veya üç defa tekrarladı. Öyle ki ben bu beyitleri ezberledim ve ne demek
istediğini anladım. Gözlerime yaş doldu, ağlayacaktım ama kendimi tuttum,
sustum. Başımıza bela indiğini anladım. Halam Zeynep, onun bu beyitleri
okuduğunu işitince başı açık bir şekilde onun yanma kadar gitti ve şu şekilde
bağırmaktan kendini alamadı:
"Vay başıma
gelenlere! Keşke ölüm şu anda hayatımı tüketip bitir-se. Annem Fatıma öldü.
Babam Ali öldü. Kardeşim Hasan öldü. Ey geçmişlerin halifesi, bunların hepsi
öldü." Hüseyin, ona bakıp şöyle dedi: "Canım kardeşim! Sakın şeytan
senin dayanma gücünü alıp götürmesin." Halam da ona şöyle karşılık verdi:
"Anam babam sana feda olsun, sen âdeta ölümünü istiyor gibisin, canım sana
feda olsun." Böyle dedikten sonra kendi yüzüne vurdu. Yakasını yırttı,
bayılıp yere düştü. Babam kalkıp onun yüzüne su serpti ve şöyle dedi:
"Canım kardeşim, Allah'tan kork, sabret. Allah'ın tesellisi ile avun,
şunu bil ki, yeryüzündeki herkes ölecektir. Semadakiler dahi hayatta
kalmayacaktır. Herşey helak olacaktır. Sadece yüce Allah'ın zatı baki
kalacaktır. O, yaratıkları kendi kudretiyle yaratmıştır. Onları kahır ve izzeti
ile öldürecek, tekrar diriltecektir. Sadece O'na kulluk edeceklerdir. O, bir ve
tektir. Bilesin ki, babam benden daha hayırlıydı. Annem de benden daha
hayırlıydı. Kardeşim de benden daha hayırlıydı. Benim, onların ve her
Müslüma-nın Rasûlullah'a uyması gerekir. Rasûlullah'da uyulacak güzel bir örnek
vardır. Canım kardeşim! Allah adına sana yemin veriyorum, sakın ölümümden sonra
elbiseni yırtmayasm ve benim için yüzünü tırmala-mayasın. Ölecek olursam
"Vay başıma, eyvah bana!" demeyesin." Böyle diyerek halamı
teselli ettikten sonra elinden tutup yanıma getirdi ve çıkıp arkadaşlarının
yanma gitti. Çadırlarını, ipleri birbirlerine girecek şekilde birbirlerine
yaklaştırmalarını ve düşmanın bir yönden başka cihetlerden gelmesine imkan
vermemelerini söyledi. Çadırlarını sağlarına sollarına ve arka taraflarına
bırakmalarını emretti. Akşam olunca hep birlikte namaz kıldılar, geceyi namaz,
istiğfar, dua ve niyazla geçirdiler. Düşman muhafızlarının atları onların arka
taraflarında dolaşıyorlardı. Bu muhafızların komutanı Uzre b. Kays el-Ahmesî
idi. Babam Hüseyin, şu ayet-i kerimeyi okuyordu:
"İnkâr edenler,
kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu
sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz.
Küçültücü azab onlaradır. Allah, inananları sizin durumunuzda bırakacak
değildir. Temizi pisten ayıracaktır."(Âl-i Imrân, 178-179.)
Hz. Hüseyin'in bu
ayeti okuduğunu, arkada dolaşmakta olan düşman süvarilerinden biri duydu ve
şöyle dedi: "Ka'be'nin Rabbme yemin ederim ki temiz olanlar biziz. Allah
bizi sizden ayıracaktır.
Ben onu tanıdım. Zeyd
b. Hudayr'a dedim ki:
- Bu adamın kim
olduğunu biliyor musun?
- Hayır.
- Bu, Ebu Harb
es-Sübay'i Ubeydullah b. Şümeyr'dir. Bu çok gülen ve atılgan bir adamdı. Said
b. Kays, bazen onu çadırında ahkoyardı. Onun böyle demesi üzerine Ye/id b.
Husayn, ona şu karşılığı vermişti:
- Ey fasık, sen ne
zaman temiz adamlardan oldun ki?
- Sen kimsin, vay
senin haline!
- Ben Yezid b.
Husayn'ım!
- Doğrusu biz Allah'a
aidiz ve O'na dönücüleriz. Ey Allah'ın düşmanı, sen mahvoldun artık! Niçin
öldürülmeni istiyorsun? Belanı mı istiyorsun?
- Ey Ebu Harb, büyük
günahlarından tevbe etsene. Allah'a yemin ederim ki, temiz olanlar biziz, pis olanlarsa
sizlersiniz.
- Evet ben de bunlara
şahit olanlardanım. Vay sana beni tanıman sana yetmedi mi? (Karşımdan çekip
gitsene!) Bu karşıhkîı konuşmalardan sonra etrafımızda gözcülük yapan
müfrezenin komutanı Uzre b. Kays, Ebu Harb'ı oradan kovdu. O da çekip gitti.
Ömer b. Sa'd,
arkadaşlarına cuma günü (veya cumartesi günü) ki bu aynı zamanda aşure günü
idi, sabah namazını kıldırdıktan sonra savaşa hazırlandı. Hz. Hüseyin de otuz
iki süvari ve kırk piyadeden ibaret olan arkadaşlarına namaz kıldırdı. Sonra
namazgahtan ayrılarak saf halinde dizdi. Sağ cenaha Zübeyr b. Kayn'ı, sol
cenaha da Habib b. Mu-tahhan komutan yaptı. Sancağını da kardeşi Abbas b.
Ali'ye verdi. Kendi hareminin de bulunduğu çadırları arka tarafa aldı. Hz.
Hüseyin, geceden emir verdi, çadırlarının arka taraflarına hendek kazdırdı.
Hendeklere ot, tahta ve kamış doldurttu. Sonra bu dolguları ateşledi ki arkadan
herhangi bir düşman askeri çadırlara ^elme imkanını bulamasın.
Öte yandan Ömer b.
Sa'd' da kendi askeri birliğinin sağ cenahına Amr b. Haccac ez-Zebidf yi, sol
cenahına da Şimr b. Zilcevşen'i komutan yaptı. Şimr b. Zilcevşen'in asıl adı,
Şurahbil b. AVer b. Amr b. Muavi-ye'dir. Bu, Beni Debbab b. Kilab
kabilesindendir. Ömer b. Sa'd, süvarilerin başına Uzre b. Kays el-Ahmesî'yi,
piyadelerin başına da Şebis b. Rib'iyi komutan yapmıştı. Sancağını da azatlısı
Verdan'a vermişti. îki taraf orada karşı karşıya gelip durdular. Hz. Hüseyin,
arka tarafta kurulu bulunan çadırına gitti. Orada gusül etti, kasık traşı
yaptıktan sonra bol miktarda misk süründü. Daha sonra bazı komutanlar da kendi
çadırlarına giderek aynı temizliği yaptılar. Birbirlerine dediler ki: "Bu
temizliğin vakti midir? Böyle bir temizlik bu zamanda mı yapılır?" Bazıları
da: "Bırakın bu tartışmayı vallahi bu temizlik bu saatte boşuna yapılmış
değildir."
Yezid b. Husayn da
dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki, kavmim ne gençlik zamanında, ne de
ihtiyarlık zamanında benim boş şeylerden hoşlanmadığımı bilir. Ama Allah'a
yemin ederim ki, ben ahirete irtihal edeceğimi ve dostlarıma kavuşacağımı
anladım ve bu müjde bana verildi- Allah'a yemin ederim ki, bizlerle iri gözlü
huriler arasında sadece şu düşmanların bize saldırıp bizi öldürmelerinden başka
engel kalmamıştır. Öldükten sonra dostlarımıza ve hurilere kavuşacağız."
Bundan sonra Hz.
Hüseyin, atma bindi, kılıcını eline alıp havaya kaldırarak şu duayı yaparak
düşmanın karşısına gitti: "Allah'ım, sen bütün sıkıntılarda benim
güvencemsin, bütün zorluklarda benim ümidimsin."
Oğlu Ali de ahmak
adında bir ata bindi. Ali, zayıf ve hastalıklıydı. Hz. Hüseyin şöyle seslendi:
"Ey insanlar!
Sözümü dinleyiniz ve acele etmeyiniz, size bir öğüt vereceğim" Herkes
sustu, onu dinlemeye başladı. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle
dedi:
- Ey insanlar! Benim
buraya geliş sebebimi kabul eder ve bana insaflıca davranırsanız çok mutlu
olursunuz. Ayrıca sizin de benim aleyhime gidecek bir yolunuz kalmaz. Yok
benim özrümü kabul etmeyecek olursanız o zaman siz ve koştuğunuz ortaklar
elbirliği edin, yapacağınız iş sonra size bir tasa vermesin. Sonra onu bana
uygulayın ve beni ertelemeyin. Çünkü benim dostum, kitabı indiren Allah'tır,
O, iyileri dost edinir.
Hz Hüseyin'in bu
konuşmasını kardeşleri ve kızları duydukları zaman yüksek sesle ağlamaya
başladılar, bunun üzerine Hz Hüseyin Mekke'den çıkıp gelirken beraberinde
kadınları getirmeyip Mekke'de bırakmasını tavsiye eden Abdullah b. Abbas'ı
hatırlayarak onun için: "Allah, İbn Abbas'ı, rahmetinden
uzaklaştırmasın." dedi. Sonra kardeşi Abbas'ı kadınları susturması için
gönderdi. Kendisi de İbn Ziyad'm askerlerine kendi faziletini, nesebinin
yüksekliğini kadrinin ve şerefinin yüceliğini anlatmaya başladı ve onlara şöyle
dedi:
- Kendi kendinize
danışın, nefsinizi hesaba çekin, benim gibi biriyle savaşmak size yaraşır mı?
Ben, peygamberinizin kızının oğluyum, yeryüzünde benden başka peygamber kızının
oğlu yok. Ali benim babamdır, îki kanatlı olup Cennet'te uçmakta olan Cafer,
benim amcamdır. Şehitlerin efendisi Hamza, babamın amcasıdır. Rasûlullah
(s.a.v.), bana ve kardeşime: "Siz Cennet ehlinin gençlerinin
efendilerisiniz." de-miŞti. Eğer bu söylediklerimi tasdik ederseniz bilin
ki bu haktır. Vallahi Allah'ın yalana öfke duyduğunu bildiğimden beri asla
bilerek yalan söylemiş değilim. Eğer inanmıyorsanız bu durumu Rasûlullahm
ashabına sorun. Cabir b. Abdullah'a, Ebu Said'e, Sehl b. Sa'd'a, Zeyd b.
Erkam'a Ve Enes b. Malik'e sorun, onlar size anlatsınlar. Yazıklar olsun size!
Sız Allah'tan korkmuyor musunuz? Kanımı akıtmanıza bir engel yok dur?"
O esnada Şimr b.
Zilcevşen dedi ki:
- Bu adam, Allah'a bir
uçurumun kenarında ibadet ediyor, ne dediğini anlamıyorum.
Habib b. Mutahhar da
Şimr'e şu karşılığı verdi:
- Allah'a yemin ederim
ki ey Şimr, doğrusu sen Allah'a yetmiş uçurumun kenarında ibadet ediyorsun.
Bize gelince vallahi biz de onun ne dediğini anlamıyoruz, fakat senin kalbine
mühür vurulmuştur."
Bu karşılıklı
konuşmalardan sonra Hz. Hüseyin, Şimr ve arkadaşlarına hitaben dedi ki:
- Bırakın da
yeryüzünde güven duyabileceğim bir yere döneyim. Onlar da:
- Amcam oğlunun
(Yezid'in) hükmüne boyun eğmene ne engel var?" dediler.
Hz. Hüseyin de onlara
şu âyet-i kerimeyi okuyarak karşılık verdi:
- Doğrusu ben, hesap
verilecek güne inanmayan, böbürlenenlerin hepsinden, benim Rabbim sizin de
Rabbiniz olan Allah'a sığınırım." (el-Mü'min, 27.) Bundan sonra Hz.
Hüseyin bineğini çöktürdü. Ukbe b. Sem'an'a emir verdi. Ukbe de bineğini bir
yere bağladı. Sonra Hz. Hüseyin, onlara şöyle dedi:
- Söyleyin bana,
sizden bir adam mı öldürdüm ki onun kanım benden talep ediyorsunuz? Yoksa
sizden birinin malını mı yedim ki, onun malını benden istiyorsunuz? Yahut
sizden birinizi yaraladım mı ki kısas talep ediyorsunuz?" Ancak
karşıdakiler ona cevap vermediler. Hz. Hüseyin yine şöyle seslendi:
- Ey Şebis b. Rib'i!
Ey Heccar b. Ebcer! Ey Kays b. Eş'as! Ey Zeyd b. Haris! Siz bana:
"Meyveler olgunlaştı, bahçeler yeşerdi, bize gel, geldiğin takdirde sen
düzenli orduların başına geçeceksin." diye mektup yazmadınız mı?
Onlar da böyle
mektuplar yazmadıklarını söyleyince Hz. Hüseyin şu karşılığı verdi:
- Sübhanallah! Vallahi
siz yazdınız ey insanlar! Eğer benden memnun değilseniz bırakın da geri
döneyim.
Kays b. Eş'as dedi ki:
- Amca oğullarının
hükümlerine boyun eğsene! Eğer onların hükümlerine boyun eğecek olursan, onlar
sana asla eziyet etmeyeceklerdir ve hoşlanmadığın bir muameleyi onlardan
görmeyeceksin.
Hz. Hüseyin ona şöyle
karşılık verdi:
- Sen kardeşinin
kardeşisin. Haşimilerin senden Müslim b-Ukayl'm kanından daha çok kan bedeli
talep etmelerini ister inisin? Hayır, Allah'a yemin ederim ki, ben Yezid ve
taraftarlarına, alçalmış bir şekilde el uzatmam. Köle gibi onların hükümlerine
boyun eğmem.
Karşıdakiler,
Hüseyin'e doğru hücuma geçtiler, ancak onlardan otuza yakın süvari Hz.
Hüseyin'in tarafına geçti. Onun askerlerine katıldı. Bunlardan biri de İbn
Ziyad'm öncü birliklerinin komutanı Hür b. Yezid idi. Yaptıklarından ötürü Hz.
Hüseyin'den özür dileyip şöyle dedi:
- Eğer onların
niyetlerinin bu olduğunu daha önceden bilseydim,
seninle birlikte
Yezid'e giderdik.
Hz. Hüseyin, onun bu
mazeretini kabul etti. Sonra Hür, Hz, Hüseyin'in askerleri önüne geçerek Ömer
b. Sa'd'a şöyle seslendi:
- Yazıklar olsun size!
Rasûlullah (s.a.v.)'m kızının oğlu Hüseyin'in
size teklif ettiği üç
şeyden birini, niçin kabul etmiyorsunuz?
Ömerb. Sa'dise:
- Eğer yetki bende
olsaydı kabul ederdim, diye karşılık verdi. Hz. Hüseyin'in adamlarından Züheyr
b. el-Kayn, silahını kuşanarak at üzerinde ilerledi ve düşmana şöyle hitap
etti:
- Ey Kûfeliler!
Allah'ın azabından korkun. Müslümamn Müslüman üzerindeki hakkı ona nasihat
etmesidir. Biz, şu ana kadar ve aramızda kılıç sözkonusu olmadığı sürece bir
tek dinin sahipleri olan kardeşleriz. Fakat aramıza kılıç girecek olursa
herşey biter ve bağlarımız kopar. O zaman biz ayrı bir ümmet, siz de ayrı bir
ümmet olursunuz. Gerçek şu ki, Allah bizi de sizi de göndermiş olduğu
peygamberi Mu-hammed (s.a.v.)'m soyundan gelmiş olan kimselerle imtihan etmiş
bulunuyor. Böylece bizim ve sizin ne yapacağımızı görmüş olacak. Sizi
Mu-hammed'e yardımcı olmaya ve azgın oğlu azgın olan Ubeydullah b. Zi-yad'a
yardım etmemeye çağırıyoruz. Siz, Ubeydullah ile oğlu Ziyad'dan kötülükten
başka birşey görmeyeceksiniz. Bunlar gözlerinize mil çeker, ellerinizi ve
ayaklarınızı keser, kulaklarınızı ve burunlarınızı kopartır ve sizi hurma
dallarına asarlar! Size işkence yaparlar. Sizin ileri gelenlerinizi ve
kurrâlarınızı öldürürler. Nitekim Hicr b. Adiy ve arkadaşlarına, Hani b. Urve
ve benzerlerine de aynı şeyi yapmışlardır.
Karşı tarafta
bulunanlar, ona hakaretler yağdırarak İbn Ziyad'a övgüde bulunduktan ve ona
dua ettikten sonra şöyle dediler:
- Allah'a yemin ederiz
ki, senin adamını ve onunla birlikte olanları öldürmedikçe buradan
ayrılmayacağız.
Bu defa Züheyr, onlara
şöyle seslendi:
- Fatıma'nm oğlu
sevilmeye ve yardım edilmeye, Sümeyye'nin oğlundan daha layıktır. Siz, onlara
yardım etmiyorsanız, onları öldürmekten Allah'ın sizi uzak tutmasını dilerim.
Adamı, amcasının oğlu Yezid b. Muaviye ile başbaşa bırakan. Yemin ederim ki,
Yezid, siz Hüseyin'i öldürmeden de kendisine itaat etmenizden hoşnut olacaktır.
Bu sözler üzerine
Şimr, bir ok atarak şöyle dedi:
- Allah, senin sesini
kıssın, sus artık! Fazla konuşarak bizi çok oyaladin.
Züheyr de şu karşılığı
verdi:
- Ey topuklarına idrar
yapanın oğlu! Ben seninle konuşmuyorum sen bir hayvandan başka biri değilsin.
Allah'a yemin ederim ki senin* Allah'ın kitabından iki ayeti bile doğru dürüst
bildiğini sanmıyorum! Kıyamet gününde sana rezilliği ve acıklı azabı şimdiden
müjdeliyorum.
Şimr, bunun üzerine
şöyle dedi:
- Bir saat içerisinde
Allah, senin ve arkadaşının canını alacaktır.
- Züheyr de ona:
- Sen, beni ölümle mi
korkutuyorsun? Allah'a yemin ederim ki, onunla beraber ölmek sizinle birlikte
ebediyen yaşamaktan daha sevimlidir, diye karşılık verdi. Daha sonra sesini
yükselterek şöyle dedi:
- Ey Allah'ın kulları!
Bu kah yürekli ve ahmak herif, sakın siz dininiz hususunda aldanışa
sürüklemesin. Allah'a yemin ederim ki, zürri-yetinin ve ehl-i beytinin kanını
akıtanlar, onlara yardımcı olanlar ve onların namuslarım koruyanları
öldürenler, Hz. Muhammed'in şefaatine erenieyecektir. Allah seni ıslah etsin!
Sen şu adamla (Hz. Hüseyin'le) savaşacak mısın?
- Evet, vallahi onunla
yapacağım savaşın en kolay şekli, kellelerin düşmesi ve ellerin kaybedilmesi
şeklinde olacaktır.
Hür, Kûfelilerin en
bahadırlarmdandı. Hz. Hüseyin'e gidişinden ötürü bazı arkadaşları onu
ayıpladılar. O da kendisini ayıplayanlara şu karşılığı verdi:
- Vallahi ben kendimi,
Cennet ile Cehennem arasında serbest bırakıyorum. Fakat istersem paramparça
edileyim ve ateşlerde yakılayım, hiçbirşeyi Cennet'e tercih edemiyorum.
Böyle dedikten sonra
Hür, atını m ahmuzl ayarak Hz. Hüseyin'in yanına gitti ve önce yaptıklarından
ötürü ondan özür diledi. Sonra da Kûfelüere şöyle dedi:
- Ey Küfe halkı!
Ananız sizi kaybetsin ve sizin kaybınızdan ötürü ağlasın! Siz, Hüseyin'i
yanınıza çağırdınız, gelince de onu düşmanına teslim ettiniz. Daha önce onun
uğruna canınızı feda edeceğinizi iddia ettiniz. Ama daha sonra onu öldürmek
için ona karşı saldırıya geçtiniz. Köpeklerin ve domuzların bile engellenmediği
Allah'ın geniş beldelerine yönelmesine engel oldunuz. Köpeklerin ve domuzların
dahi içtiği Fırat'ın akar suyunu içmesine mani oldunuz. Oysa onlar,
susuzluktan bitap düşmüşlerdir. Vefatından sonra Muhammed'in soyuna ne de kötü
davrandınız! Eğer bu yaptıklarınızdan hemen tevbe edip geri dönmezseniz, en
büyük susuzluk günü olan kıyamet gününde Allah size su içir-mesin ve sizi susuz
bıraksın."
Kûfeli piyadeler, ona
mızrak atmaya başladılar. Kendisi de Hz. Hüseyin'in önüne geçti ve Ömer b.
Sa'd, ona şöyle dedi:
- Eğer yetki bende
olsaydı Hüseyin'in taleplerini kabul ederdim. Ancak onun bu taleplerini
Ubeydullah b. Ziyad kabul etmemiştir.
Hür b. Yezid,
Kûfelüere hitap etti. Onları azarlayıp kınadı ve hakaret dolu sözler sarfetti.
Sonra da şöyle dedi:
- Yazıklar olsun size,
Hüseyin'i, kadınlarını ve kızlarını Yahudilerle Hristiyanlann içtiği, sevadın
köpekleriyle domuzlarının dillerini sokup içtikleri Fırat'ın suyundan mahrum
bıraktınız. O şimdi sizin elinizde esir gibidir. Kendine ne fayda verebiliyor
ne de zarar."
Ömer b. Sa'd, ilerledi
ve azatlısına: "Ey Düreyd! Sancağını indir" dedi, o da indirdi.
Sonra Ömer, yenini sıvadı ve Hz. Hüseyin tarafına bir mızrak attı:
"Bunlara ilk olarak benim mızrak attığıma şahit olun" dedi, sonra da
iki taraf birbirlerine mızrak atmaya başladılar. Ziyad'ın azatlısı Yesar ile
Ubeydullah'm azatlısı Salim ortaya çıkarak: "Bizimle müba-reze yapacak
kimse yok mu?" diye seslendiler. Ubeydullah b. Ömer el-Kelbî, Hz.
Hüseyin'den izin aldıktan sonra bunlara karşı çıktı, önce Ye-sar*ı, sonra da
Salim'i öldürdü. Fakat Salim, bir darbe vurarak Ubeydullah'm sol elinin
parmaklarını uçurdu. Abdullah b. Havze adında biri saldırıya geçerek Hz.
Hüseyin'in önüne gelip durdu ve şöyle dedi:
- Ey Hüseyin! Sana
Cehennem ateşini müjdeliyorum.
- Yalan söyledin.
Aksine ben, Rahim, şefaatleri kabul eden ve emirlerine uyulan bir rabbin
huzuruna gidiyorum. Aslında Cehennem ateşine layık olan sensin!
Anlatıldığına göre o
adam dönüp gittikten sonra atı onu yere fırlattı, yere düşerken ayaklarından
biri üzengiye takıldı. Hz. Hüseyin, ona kim olduğunu sorunca: "Ben İbn
Havze'yim." dedi. Hz. Hüseyin de elini kaldırıp: "Allah'ım, bunu
Cehennem ateşine çek!" diye dua etti. İbn Havze de Hz. Hüseyin'in böyle
dua etmesine öfkelendi ve atını bir su kanalına sürdü. Ayağı atının üzengisinin
birinde takılı olduğu halde atıyla ilerledi fakat atından düştü. Düşerken de
baldırı, bacağı ve ayağı koptu, diğer taraû ise atın kolanlarına asılı kaldı.
Ölünceye kadar atı onu sürükledi. Hangi taşın önünden geçiyorsa atı onun başını
taşa çarpıyordu. Böylece ölüp gitti.
Ebu Mihnef, Ebu
Cenab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Aramızda Abdullah b. Nümeyr
diye bilinen ve Beni Uleym kabilesinden olan bir adam vardı. Küfe'de yerleşmiş,
Ca'd kuyusu denen yerde Hemedanlıla-nn yaşadığı mahallede bir ev satın almıştı.
Yanında Nemir b. Kasıt kabilesinden olan karısı da vardı. İnsanların Hz.
Hüseyin'le savaşmak üzere hazırlandıklarını gördü ve şöyle dedi: "Allah'a
yemin ederim ki, ben müşriklerle savaşmaya tutkuluyum. Ümid ederim ki,
Rasûlul-lah'm kızının oğluyla omuz omuza vererek şu zalimlerle cıhad etmek,
üklerle cihad etmekten daha faziletli olacaktır ve Allah katında da çok sevap kazanmama vesile olacaktır."
Hazırlıkları görünce karısının yanına gitti, niyetini ona anlattı. Karısı da
ona şöyle dedi: "isabet ettin. Allah sana doğru yolu göstersin. Beni de
yanında götür." Abdullah, karısını alıp geceleyin Kûfe'den çıktı. Hz.
Hüseyin'in yanına vardı. Düşman tarafındaki Yesar ile Salim mübareze için
ortaya çıkıp adam istediklerinde işte bu Abdullah, onlara karşı çıkmak için
Hüseyin'den izin istediğinde Hz. Hüseyin ona baktı. Esmer tenli, uzun boylu,
sağlam pazulu ve omuzları arasındaki mesafenin uzun olduğunu gördü. Onun için
"Öyle sanıyorum ki, ortaya çıkan bu iki mübarizin hakkından gelecektir."
dedi ve ona: "istersen karşılarına çık." diye izin verdi. Abdullah da
ortaya çıktı. Yesar ile Salim ona sordular:
- Sen kimsin?
Abdullah, nesebini
onlara anlatınca onlar:
- Biz seni
tanımıyoruz, senden daha iyi biri karşımıza çıksın, dediler. Ancak Abdullah
bundan sonra Yesar'a bir darbe indirdi. Yesar, sanki birgün önce ölmüş gibi
oldu. Yesar'm işini bitirmekte iken İbn Zi-yad'ın azatlısı Salim ona saldırdı
ve ona: "İbn Ziyad'ın kölesi sana yetti." diye ünledi. Abdullah
farkına varmadan Salim onun üzerine atıldı. Sağ eline bir darbe vurunca
Abdullah'ın parmakları uçtu. Fakat Abdullah, sonra ona hücum etti. Onu vurup
öldürdü ve şu şiiri okudu:
"Eğer beni
tanımıyorsanız bilin ki ben İbn Kelb'im.
Nesebim budur, evim,
Uleym mıntıkasındadır. Soyum da budur.
Ben, öfke ve mürüvvet
sahibi bir adamım.
Sıkıntı anında
böğürmem, ben -ey Ümmü Vehb!- bunlara önden darbe vuracağıma sana söz
vermişim.
Öyle bir darbe ki,
Rabbe inanan bir gencin darbesidir."
Karısı Ümmü Vehb,
eline bir direk alarak kocası Abdullah'ın yanına geldi ve ona: "Anam babam
sana feda olsun. Muhammed aleyhisselamm zürriyeti olan bu temiz insanlar uğruna
savaş." dedi, ancak kocası Abdullah ona doğru gitti ve kadınların yanma
dönmesini emretti, fakat karısı Ümmü Vehb elbisesinden tutup çekerek ona şöyle
çıkıştı:
- Bırak seninle
beraber olayım. Öte yandan Hz. Hüseyin, Ümmü Vehb'e şöyle seslendi:
"Kadınların yanına dön, onlarla beraber otur. Kadınların savaşma
yükümlülükleri yoktur." Bu buyruk üzerine Ümmü Vehb, diğer kadınların
yanına döndü.
O gün iki taraf arasında
çokça teke tek döğüşler yapıldı. Zafer, Hz. Hüseyin'in tarafına gülünısüyordu,
çünkü kuvvetliydiler. Canlarını fedadan çekinmiyorlar di, kılıçlarından başka
kendilerini koruyacak bir-şey yoktu. Bazı komutanlar, bu duruma son vermesi
için Ömer b. Sa'd'a tavsiyede bulundular. İbn Ziyad, askerlerinin sağ cenah
komutam Amr b. Haccac saldırıya geçti ve şöyle dedi:
- Dinden çıkan ve
Cemaattan ayrılanları öldürün. Hz. Hüseyin de ona şöyle karşılık verdi:
- Yazıklar olsun sana
ey Haccac! insanları bana karşı mı kışkırtıyorsun? Biz mi dinden çıkmışız?
Dine bağlı kalan yoksa sen misin? Ruhlarımız bedenimizden ayrıldıktan sonra
hangimizin Cehennem ateşine girmeye layık olduğunu anlayacaksınız.
Bu saldırıda Müslim b.
Avsece öldürüldü. Bu zat, Hz. Hüseyin'in adamları arasında öldürülen ilk kişi
oldu. Hz. Hüseyin, yanma gidip ona rahmet diledi. Son nefesini vermekteydi.
Habib b. Mutahhar ona: "Sana Cennet'i müjdeliyorum." deyince o zayıf
bir sesle: "Allah sana hayır müjdelesin." karşılığım verdi. Sonra
Habib, ona şöyle dedi: "Senden sonra Ölüp sana kavuşacağımı bilmeseydim
yapacağın vasiyeti mutlaka yerine getirirdim." Müslim, Habib'e şu
karşılığı verdi: "Şunun (Hüseyin'in) uğruna Ölmeyi sana vasiyet
ediyorum." Sonra Şimr b. Zilcevşen, sol cenahtaki askerlerle Hz. Hüseyin'e
saldırdı. Ancak süvarileri Hz. Hüseyin'i şiddetle savundular, onun uğruna
kendilerini feda edercesine çarpıştılar. Şimr, Ömer b. Sa'd'a haber göndererek
piyade okçular göndermesini istedi. O da onlara 500 kadar okçu gönderdi. Gelen
okçular, Hz. Hüseyin'in adamlarının atlarına ok attılar. Atları öldürdüler.
Böylece Hz. Hüseyin'in süvarileri piyade kaldılar. Hür b. Yezid'in atını
öldürdüklerinde Hür, atından indi. Kılıcını eline alarak bir arslan gibi
savaştı. Savaşırken de şu şiiri okuyordu.
"Atımı öldürseniz
de ben Hür'ün oğluyum. Yeleli ve kırıcı arslandan daha cesaretliyim."
Anlatıldığına göre
Ömer b. Sa'd, Hüseyin ve adamlarına ulaşmaya engel olan çadırların yıkılmasını
emretti. Hz. Hüseyin'in adamları da çadırları yıkmaya çalışanları öldürmeye
başladılar. Bunun üzerine Ömer b. Sa'd, çadırların yakılmasını emretti. Hz.
Hüseyin de: "Bırakın yaksınlar, yakılan çadırları aşıp bize ulaşmalarına
imkan yok." dedi. Şimr b. Zilcevşen (Allah ona lanet etsin), Hz.
Hüseyin'in çadırına yaklaştı. Çadıra bir mızrak sapladı ve: "Bana ateş
getirin ki bu çadırı, içindekilerle birlikte yakayım." dedi. Çadırdaki
kadınlar çığlık atarak dışarı çıktılar. Hz. Hüseyin, Şimr'e: "Allah'da
seni ateşle yaksın." diye beddua etti. Şebis b. Ribi, mel'un Şimr'e gelip
şöyle dedi: "Senin bu sözlerinden daha çirkin bir söz, bu yaptığından
daha çirkin bir iş ve bu tutumundan daha çirkin bir tutum görmüş değilim. Sen
kadınları mı korkutmak istiyorsun?" Şimr, utanıp geri döndü.
Humeyd b. Müslim dedi
ki: "Ben Şimr'e şöyle dedim: "Fesübhanal-lah! Böyle yapmak sana
yaraşmaz. Sen iki kötülüğü birden mi kendi üzerinde toplamak istiyorsun? Hem
Allah'a yaraşır bir azab olan ateşle ^sanları azablandırmak, hem de kadınları
ve çocukları öldürmek işine Çalışıyorsun! Allah'a yemin ederim ki, sadece
erkekleri öldürmekle de emîrini memnun edebilirsin." Ben kendisine böyle
deyince Şimr, benim kim olduğumu sordu. Ben de kendisine "Kim olduğumu
sana bildirme-yeceğim." dedim. Çünkü kendisine kim olduğumu bildirdiğim
takdirde beni tanımasından ve bu yüzden de sultanın yanında bana kötülük yapmasından
korktum."
Züheyr b. el-Kayn, Hz.
Hüseyin'in birkaç adamıyla Şimr b. Ziîcev-şen'e saldırdı. Onu bulunduğu yerden
geriletmek mecburiyetinde bıraktı ve Şimr'in adamlarından Ebu Azze ed-Debabfyi
öldürdü. Hz. Hüseyin'in adamlarından biri öldürüldüğü takdirde -sayılarının
azlığından dolayı- saflarında boşluk meydana geliyordu ama -sayılarının çokluğu
sebebiyle- tbn Ziyad'm adamlarından biri öldürüldüğü takdirde bu anlaşılmıyor
ve saflar arasındaki boşluk belli olmuyordu. Öğle vakti olduğunda Hz. Hüseyin:
"Bunlara söyleyin de biz namaz kıhncaya kadar savaşa ara versinler."
dedi. Ancak. Kûfelüerden biri, onların bu teklifine: "Bu isteğinizi kabul
etmeyeceğiz." diye karşılık verdi. Bunun üzerine Habib b. Mutahar ona:
Yuh sana! Sizin bu tür isteklerinizi kabul ediyoruz, ama siz Rasûlullah
(s.a.v.)'m ailesinin böyle isteklerini kabul etmiyorsunuz. Bu olacak şey
midir?" dedi ve onlarla şiddetlice savaştı. Nihayet Beni Akfan
kabilesinden olup İbn Ziyad'm askerleri arasında bulunan Budeyl b. Sureym
adındaki birini öldürdü. Öldürürken de şu şiiri okuyordu:
"Ben Habibim,
babam Mutahhar'dır. Savaşçı bir kahramandır. Savaş ateşi de alevlenmektedir.
Sizin sayınız daha
çok, teçhizatınız bol,
Ama biz sizden daha
vefalı ve sabırlıyız.
Bizim hüccetimiz,
sizinkinden daha üstün ve daha haklıdır.
Hüccetimiz, sizinkine
nisbetle daha kalıcı ve daha temizdir."
Bundan sonra Beni
Temim kabilesinden biri, Habib'e saldırıp mız-rakladı ve Habib yere düştü.
Habib, ayağa kalkıp gitmek istediğinde Husayn b. Nümeyr onun başına kılıçla
vurdu ve Habib yere düştü. Beni Temin kabilesinden olan adam gelip Habib'in
başını kopararak İbn Zi-yad'a götürdü. Habib'in oğlu babasının kesik başını
görünce tanıdı ve onu götürmekte olan adama: "Babamın başını bana ver ki
defnedeyim." dedi. Sonra ağlamaya başladı. Bu çocuk büyüyüp
kuvvetlendiğinde yegane amacı, babasının katilini öldürmek oldu. Mus'ab b.
Umeyr zamanında bu çocuk, Mus'ab'm askerleri arasına girdi. Babasının katilini
çadırında, öğle istirahatına çekilmiş vaziyette görünce, kılıcıyla vurup öldürdü.
Ebu Mihnef, Muhammed
b. Kays'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Habib b. Mutahhar öldürüldüğü
zaman Hz. Hüseyin âdeta yıkıldı ve:
"Ey nefsim
sabret." dedi. Hür de, Hz. Hüseyin'e şu şiirle karşılık verdi:
"Ben ölmeden
senin öldürülmeyeceğine yemin ettim.
Bu gün ben düşmana
hücum etmedikçe öldürülemeyeceğim.
Onlara kesici
darbelerle kılıç sallayacağım.
Onlara karşı yorgun
düşmeyecek ve onları ihmal etmeyeceğim."
Bundan sonra Hür ile
Züheyr düşmana saldırdılar. Bunlardan biri hamle yapıp karşı tarafın askerleri
arasına dalınca diğeri bir başka hamle yaparak onu kurtarıyordu. Bunu bir süre
böyle devam ettirdiler. Daha sonra birkaç piyade, Hür b. Yezid'in üzerine
atılıp onu öldürdü. Ebu Sümame es-Saidî, kendisinin düşmanı olan amcasının
oğlunu öldürdü. Daha sonra öğle namazını kıldılar. Hz. Hüseyin, onlara bu namazı
korku namazı suretinde kıldırdı. Öğleden sonra çarpışmalarını devam ettirdiler.
Çarpışma oldukça şiddetli idi. Hz. Hüseyin'in önde gelen güçlü adamları,
kendisini müdafaa ettiler. Züheyr b. el-Kayn da Hz. Hüseyin'in önünde düşmana
karşı şiddetli bir savaş verdi. Hz. Hüseyin'in bazı adamlarına oklar isabet
etti. Bunlar, onun önünde yere düşüp canlarım verdiler. Züheyr de şu şiiri
okuyordu:
"Ben Züheyr'im,
el-Kayn'm oğluyum. Size karşı Hüseyin'i kılıçla koruyorum."
Bundan sonra Züheyr,
elini Hz. Hüseyin'in omuzuna vurup şöyle dedi:
"Hidayete ermiş
ve hidayete erdiren bir kimse olarak ilerle. Bu gün peygamber dedenin huzuruna
varacaksın. Hasanla, Ali Murtaza ile, iki kanatlı yiğit (Cafer) ile. Allah'ın
yaşayan şehit aslanı (Hamza) ile karşılaşacaksın."
Kesir b. Abdullah
eş-Şabî ile Muhacir b. Evs, Züheyre saldırarak onu öldürdüler.
Hz. Hüseyin'in
adamları arasında Nafı b. Hilal el-Cemelî de vardı. Bu şahıs, oklarının üzerine
kendi adım yazdırmıştı. Bu oku zehirli idi. Okunu düşmana fırlatırken şöyle
diyordu:
"Oklarımın ucunu
işaretleyerek atıyorum. Bedbahtlığı, nefse fayda vermez. Ben Cemeliyim, ben
Ali'nin dinindenim."
Bu zat, Ömer b. Sa'd'm
-yaraladıkları hariç- oniki adamını öldürdü. Sonra kendisi vuruldu ve kolları
kırıldı. Kendisini esir aldılar. Ömer b. a ^'m yanma götürdüler. Ömer ona şöyle
dedi:
Yuh sana ey Nafi!
Kendine niçin böyle yaptın?
- Rabbim ne istediğimi
biliyor. Allah'a yemin ederim ki, askerlerinizden -yaraladıklarım hariç- oniki
kişiyi öldürdüm. Bu yaptığımdan ötürü de
kendimi ayıplamıyorum. Eğer kollarım ve bileklerim kırılmasaydı beni
esir alamazdınız.
Şimr, Ömer b. Sa'd'a
şöyle dedi:
- Bunu öldür.
- Sen getirdin,
istersen sen öldür.
Şimr kalktı, Nafi'in
kılıcını üzerinden aldı, Nafi, ona şöyle dedi:
- Allah'a yemin ederim
ki ey Şimr, eğer sen Müslümanlardan olsaydın, bizim kanlarımızla Allah'ın
huzuruna çıkman, senin için büyük bir vebal olurdu. Ölümümüzü kendi
yaratıklarının en şerlisinin eline bırakan Allah'a hamd olsun.
Bundan sonra Şimr,
Nafiyi öldürdü. Daha sonra Şimr, birçok adamla birlikte Hz. Hüseyin'in
tarafına doğru hamle yaptı. Az kalsın Hz. Hüseyin'e ulaşacaklardı. Hz.
Hüseyin'in adamları bunların çok sayıda askerle üzerlerine hamle yaptıklarım,
kendilerinin de ne Hz. Hüseyin'i, ne kendi canlarını korumaya güç
yetiremeyeceklerini görünce, artık Hz. Hüseyin'in uğruna ölmek için yarışmaya
başladılar. Uzre el-Gifaifnin oğulları Abdurrahman ile Abdullah gelip Hz.
Hüseyin'e şöyle dediler:
- Ey Abdullah'ın
babası! Sana selam olsun, artık karşımızdaki düşman bizi senin yanına gelmek
zorunda bıraktı. Biz de senin uğruna savaşmak ve seni korumak istedik.
Hz. Hüseyin de:
- Size merhaba. Bana
yaklaşın, dedi. Onlar da Hz. Hüseyin'in yanına yaklaştılar. Onun yakınında
düşmanla savaşmaya başladılar, savaşırken de şöyle diyorlardı:
- Beni Gifar, Handef
ve Beni Nizar kabileleri gerçekten bilirler ki biz, olanca öfkemizle ve keskin
kılıçlarımızla facirler topluluğuna vuracağız.
Ey millet! Meşrefi
yapısı kılıçlarınız ve hattar markalı süngülerinizle seçkinlerin oğlunu
(Hüseyin'i) koruyun ve savunun.
Hz. Hüseyin'in
adamları daha sonra birer, ikişer yanma geldiler. Onun önünde savaşıyorlardı. O
da onlara dua ediyor ve şöyle diyordu: "Allah, size takva sahibi kimselere
verilen mükafatın en güzelini versin." Onlar Hz. Hüseyin'e selam verip
savaşmaya başladılar. Nihayet öldürüldüler. Sonra Abis b. Ebi Şebib gelip Hz.
Hüseyin'e şöyle dedi:
- Ey Abdullah'ın
babası! Allah'a yemin ederim ki yeryüzünde uzak yakın hiçbir kimse, senin kadar
benim yanımda kıymetli değildir. Eğer bu zulmü ve Öldürülmeyi kendi canımdan ve
kanımdan daha kıymetli olan birşeyle senden savup uzaklaştırabilşeydim mutlaka
yapardım. Selam sana ey Abdullah'ın babası. Senin yolunda olduğuma şahid ol.
Böyle dedikten sonra
alnı yaralı vaziyette kılıcını çekmiş olarak ilerledi insanların en
yiğitlerindendi, şöyle ünledi:
- Teke tek gelin,
mübarezeye yok musunuz?
Onu tanıdılar ve
uzaklaştılar. Sonra Ömer b. Sa'd, kendi adamlarına: "Onu taşlayın,
taşlayarak öldürün." diye emir verdi. Her taraftan ona taş attılar, bu
durumu görünce zırhını ve miğferini attı. Sonra da düşmana saldırdı. Allah'a
yemin ederim ki, onun 200'den fazla adamı önüne katıp sürdüğünü gördüm. Sonra
her taraftan ona saldırdılar ve nihayet öldürüldü. Allah ona rahmet etsin,
kesik başı birkaç adamın elindeydi. Hepsi de onu ben Öldürdüm, diye iddia
ediyordu. Bunlar Ömer b. Sad'a gittiler. Ömer onlara: "Bu hususta
tartışmayın. Çünkü onu bir tek adam öldürmüş değildir." dedi ve onları
birbirinden ayırdı.
Sonra Hz. Hüseyin'in
adamları, onun Önünde savaşmaya başladılar. Hepsi vurulup yok oldular. Yanında
sadece Süveyd b. Amr b. Ebi Muta el-Hasamî kaldı. Hz, Hüseyin'in
taraftarlarından öldürülen ilk kişi, oğlu Aliyyü'l-ekber oldu.
Aliyyü'l-Ekber'in annesi Leyla binti Ebi Mürre b. Urve b. Mesud es-Sakafî'dir.
Aliyyü'l-Ekber'i, Mürre b. Munkiz b. Numan el-Abdî vurup öldürdü. Çünkü
Aliyyü'l-Ekber, babası Hüseyin'i -vücudunu siper ederek- koruyordu. Ali b.
Hüseyin şöyle diyordu:
"Ben, Ali'nin
oğlu Hüseyin'in oğluyum.
Allah'ın Beyt'ine
yemin olsun ki, biz peygambere daha yakınız.
Allah'a yemin ederim
ki, nesebi belirsiz bir kimse bize emirlik yapamaz.
Bu gün babamı nasıl
koruduğumu göreceksiniz."
Mürre onu yaralayınca
etrafım birkaç adam çevreledi ve onu kılıçlarıyla param parça ettiler. Hz.
Hüseyin de bu durumu görünce şöyle dedi:
"Ey oğulcuğum,
seni öldüren kavmi Allah kahretsin! Onlar, Allah'a ve O'nun yasaklarını
çiğnemeye karşı ne kadar da cüretlidirler. Senden sonra dünyanın ne kıymeti
var!" O esnada güzelliği güneşi andıran bir kadm çıkıp şöyle dedi: 'Vay
kardeşime! Vay kardeşimin oğluna!" Bu katim, Hz. Ali'nin ve Hz. Fatıma'mn
kızları Zeynep idi. Zeynep, yerde yatmakta olan kardeşi oğlunun üzerine
kapanıp ağlamaya başladı.
Hz. Hüseyin de gelip
Zeyneb'in elinden tuttu ve onu alıp çadıra götürdü. Oradan alıp kendi çadırına
götürmelerini de yanındakilere em-retti. Bundan sonra Abdullah b. Müslim b.
Ukayl öldürüldü. Ondan sonra da Abdullah b. Cafer'in oğulları Avn ile
Muhammed, bunlardan sonra Ukayl b. Ebi Talib'in oğulları Abdurrahman ile Cafer,
bunlardan sonra ûa Hz. Hasan'm oğlu Kasım öldürüldü.»
Ebu Mihnef, Fudayl b.
Hadic el-Kindî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Yezid b. Ziyad, iyi ok
atan biriydi. Bu, Beni Behdele kabilesinin Ebu Şa'sa el-Kinanî künyesi ile
tanınıyordu. Gelip Hz. Hüseyin'in önünde diz çöktü ve yüz ok attı. Attığı
oklardan sadece beş tanesi yere düşmedi. Ok atma işini tamamladıktan sonra:
"Anladım ki ben beş kişiyi öldürmüşüm." dedi ve şu şiiri okudu:
"Ben Yezid'im,
ben Muhacirim,
Yokuş aşağı koşmakta
olan güçlü aslandan daha cesaretliyim,
Rabba and içerim ki
ben Hüseyin'e yardımcıyım,
Sa'd oğlunu terkedip
göçmüşüm."
Dediler ki: Hüseyin
uzun birgün bekledi. Yalnız başınaydı. Yanına gelen herkes: "Onu Öldüren
ben olmayayım. Öldürülmesi işine ortak olmayayım." diyerek geri
dönüyordu. Nihayet Beni Bedda kabilesinden Malik b. Beşir adında biri geldi.
Hz. Hüseyin'in başına bir kılıç vurdu, başını kanattı, başında bir bornoz
vardı. Bornoz parçalandı, başı yaralandı. Bornozun içi kanla doldu. Hz.
Hüseyin, kendisini vuran Malik'e şöyle beddua etti: "Bu bornozun parasiyle
dilerim ki hiç birşey yiyemiye-sin ve içemiyesin ve Allah, seni zalimlerle
birlikte hasretsin."
Bundan sonra Hz.
Hüseyin, bu bornozunu çıkarıp attı ve bir sarık getirilmesini istedi. Getirilen
sarığı başına taktı.»
Ebu Mihnef, Humeyd'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Yüzü ay parçasını andıran bir genç, elinde
kılıcı olduğu halde yanımıza geldi. Üzerinde bir gömleği ve izan vardı.
Ayakkabılarından birinin -yanılmıyorsam sol ayakkabısının- bağı kopmuştu. Ömer
b. Sa'd b. Nüfeyl el-Ezdî: "Vallahi buna saldıracağım." deyince ben
ona dedim ki: "Sübha-nallah! Şu çocuğu ne diye öldüreceksin? Çevrelerinde
yatmakta olan insanları öldürmüş olman sana yeter."
Ömer: "Vallahi
buna saldıracağım." dedi ve çocuğa bir darbe vurunca çocuk çığlık atarak
"Ey amca!" diye bağırdı. Hz. Hüseyin de kükremiş aslan gibi Ömer b.
Sa'd'a saldırdı. Ömer'e bir kılıç darbesi vurdu, ancak Ömer pazusunu kendine
siper etti. Hz. Hüseyin de pazusunu dirsek yanından kesti. Sonra çığlık atarak
uzaklaştı. Kûfelilerin süvarileri Ömer'i Hz. Hüseyin'den kurtarmak için hamle
yaptılar. Fakat atlılar ile karşı karşıya gelince atlar onun üzerinden geçti ve
onların ayaklan altında ölünceye kadar çiğnenip durdu. Ortalığın tozu bulutu
gidince Hz. Hüseyin, o gencin yanı başına gidip durdu. Genç ayaklanın kontrol
ediyor, Hz. Hüseyin de ona şöyle diyordu: "Seni bu hale getirenler,
Allah'ın rahmetinden uzak olsunlar. Kıyamet gününde bunlann hasmı senin deden
olacaktır." Daha sonra Hz. Hüseyin, sözlerine şunlan ekledi:
"Allah'a yemin
ederim ki, sen amcanı çağınrken amcanın bu çağırman üzerine hemen gelmemesi
yahut gelip de sana bir faydasının dokunmaması ona çok ağır geldi. Andolsun
bugün, zalimi çok, yardımcısı az olan bir gündür." Daha sonra onu göğsü
üzerinde taşıdı, çocuğun ayaklan sanki yerde sürükleniyordu. Hz. Hüseyin, onu
götürüp Öldürülen oğlu Aliyyü'l-Ekber'in ve diğer aile efradının yanına
bıraktı. O çocuğun kim olduğunu sorduğumda bana, onun, "Hasan'ın oğlu
Kasım" olduğunu söylediler.»
Hani b. Sebit
el-Hadremî dedi ki: Hüseyin'in öldürüldüğü günde ben de orada hazırdım. On
kişinin onuncusuydum, hepimiz süvari idik. Hüseyin ailesinden bir genç, çadırlardan
çıktı. Elinde bir çubuk vardı. Üzerine bir gömlek giyinmiş, etrafına peştemal
sarmıştı, ürkekti. Sağa ve sola bakıyordu, korku içindeydi. Kulaklannda birer
inci vardı. Sağa sola dönüp bakarken bu inci taneleri de sallanıyordu. Bir
süvari ona hamle yaptı. Yanına yaklaştığında bir kılıç darbesiyle onu
paramparça etti.
Hişam es-Setunî dedi
ki: "O genci öldüren, Hani b. Sebit idi. Ancak onu öldürdüğünden dolayı
kınanmaktan korktuğu için kendinden bahsetmedi ve onu öldüreni isim
vermeksizin anlattı."
Sonra Hz. Hüseyin
yoruldu. Çadınnın kapısına oturdu. Çocuklarından Abdullah, kendisine
getirildi. Onu kucağına aldı, Öpüp koklamaya başladı, onunla vedalaştı.
Ailesine vasiyetini yaptı. İbn Mukidu'n-Nar adında Beni Esed kabilesinden
birisi, bir ok atarak o çocuğu Öldürdü. Hz. Hüseyin, çocuğun kanım avuçlayıp
semaya savurdu ve şöyle dedi: "Ey Rabbim! Eğer semadan bize yardım
göndermiyorsan bari bu yardımı daha hayırlı bir yere gönder ve bizim için
zalimlerden intikam al."
Abdullah b. Ukbe
el-Genevî, Hz. Hüseyin'in oğlu Ebu Bekir'e bir mızrak atarak onu da öldürdü.
Sonra Hz. Ali'nin oğullan Abdullah, Ab-bas, Osman, Cafer ve Muhammed de
öldürüldüler. Bunlar, Hz. Hüseyin'in kardeşleriydiler. Hz. Hüseyin, son derece
susamıştı. Gidip Fırat suyundan içmek istedi, ancak ona engel olduklan için
bunu da yapamadı. Suya yaklaştığı anda Husayn b. Temim adında birisi, bir
mızrak atarak çenesine isabet ettirdi ve onu bulunduğu yere yıktı. Hz.
Hüseyin, bu mızrağı çenesinden çekip çıkannca kan fışkırdı. Fışkıran kanı
avucuyla toplayıp semaya yükselti. Sonra savurdu. Şöyle beddua etti:
"Allahım, sen bunlann sayısını biliyorsun, bunlan teker teker öldür ve
yeryüzünde bunlardan hiç kimseyi bırakma." Onlara pek çok beddualar etti.
Hz. Hüseyin susamışken
kendisine ok atan adam, kısa bir süre sonra öyle bir hale geldi ki ne kadar su
içerse içsin, susuzluğunun gitmesi imkansız oldu. Bazen içmesi için süt ve su
serinletilip soğutuluyor, sonra kendisine içiriliyordu, ama bir türlü
susuzluğu giderilemiyordu. "Yazıklar olsun size, bana su verin, susuzluk
beni öldürecek." diyordu. Kısa bir süre sonra karnı deve karnı gibi şişip
çatladı.
Diğer taraftan Şimr b.
Zilcevşen, yaklaşık on kişilik bir grup Ue Hüseyin'in kaldığı yere geldi.
Kendisi ile eşyalan arasında kalınca Hz. Hüseyin onlara şöyle seslendi:
"Yazıklar olsun size! Sizler dinine bağlı ve kıyamet gününden korkan
kimseler olamıyorsanız bari soylu ve hür kimseler gibi olun. Eşyamı ve ailemi
azgınlarınızdan ve cahillerinizden koruyun."
Şimr: "Senin bu
istediğin yerine getirilecektir ey Fatıma'nm oğlu." diye cevap verdi.
Sonra onu kuşattılar. Şimr, onu öldürmeleri için adamlarını teşvik etti.
Ebu'l-Cenub ona: "Hüseyin'i sen niye öldürmüyorsun?" deyince Şimr:
"Bana mı söylüyorsun?" diye sordu. O da: "Sen bunu bana mı
dedin?" dedi ve ikisi bir süre birbirlerine sövdüler. Yiğit bir adam olan
Ebu'l-Cenub dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki, şu mızrakları senin
gözlerine saplamaya karar verdim." Bunun üzerine Şimr oradan ayrılıp
gitti.
Sonra Şimr,
beraberinde birkaç savaşçı ile geldi. Çadırının yanında Hz. Hüseyin'i çembere
aldı. Yaranda onu koruyacak kimse yoktu. Çadırlardan ay yüzlü bir genç koşarak
geldi. Kulaklarında inci küpeler vardı. Hz. Ali'nin kızı Zeyneb onu geri
çevirmek için geldi, ama geri çeviremedi. Bu genç, amcası Hüseyin'i savunmaya
başladı. Şimr'in adamlarından birisi, ona bir kılıç darbesi vurdu. Eliyle
kendini korumaya çalıştı, ancak kılıç onun elini derisine kadar kesti. Genç
adam: "Ey babacığım!" diye feryat etti. Hz. Hüseyin de ona şöyle
dedi: "Ey oğulcuğum, sevabını Allah'tan bekle, sen salih atalarına
kavuşacaksın." Sonra her taraftan düşman askeri Hz. Hüseyin'e saldırdı. O
da sağa sola kılıcıyla hücum ediyordu. Oğlağın aslandan kaçışı gibi ondan
kaçıyorlardı. Kızkardeşi Zeyneb çadırdan çıktı, şöyle dedi: "Keşke gök
yere düşse." Ömer b; Sa'd gelince Zeyneb ona dedi ki: "Ey Ömer!
Abdullah'ın babası Hüseyin'in senin gözlerinin önünde öldürülmesine razı
olacak mısın?" Zeyneb'in bu sözleri üzerine Ömer'in gözlerinden yaşlar
aktı, sakalına döküldü, yüzünü çevirip gitti. Sonra Hz. Hüseyin'i öldürmeye
kimse yanaşmadı. Nihayet Şimr b. Zilcevşen şöyle bağırdı: 'Yazıklar olsun
size! Bu adamı ne diye bekletiyorsunuz? Onu öldürün, ananız sizi
kaybetsin."
Şimr'in bu çağrısı
üzerine adamlar, Hz. Hüseyin'e saldırdılar, onu Zür'a b. Şerik et-Temimî -sol
omuzuna ve ensesine vurduğu darbelerle-öldürdü. Sonra düşman askerleri Hz.
Hüseyin'in yanından ayrılıp gittiler. Vüfcudu ağırlaşmış olup yere düşmek
üzereydi, daha sonra Sinan b. Ebi Amr b. Enes en-Nehaî gelerek ona bir mızrak
darbesi vurdu ve yere düşürdü. Boğazlayıp başını kopardı ve kopardığı başı
Havla b. Yezid'e verdi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Hüseyin'i,
Şimr b. Zel-cevşen öldürmüştür. Mezhiç kabilesinden bir adamın öldürdüğünü veya
onu Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın öldürdüğünü ifade eden bazı rivayetler de
vardır. Aslında o müfrezenin komutanı Ömer b. Sa'd idi. Bu sağlam bir rivayet
değildir. Birinci rivayet meşhurdur. Abdullah b. Am-mar dedi ki: "Vallahi
Hüseyin gibi çocukları ve arkadaşları öldürülüp de üzerine çokça adamın
saldırdığı başka bir kimse görmedim. Bu durumda onun kadar yürekli ve
metanetli bir kimse de görmedim. Allah'a ye-
uin ederim ki, ondan
önce ve sonra onun gibisini asla görmüş değilim." Ömer b. Sa'd, Hüseyin'e
yaklaştı. Zeyneb, Ömer'e dedi ki: "Ey Ömer! Abdullah'ın babası Hüseyin'in
senin gözlerin önünde öldürülmesine razı olacak mısın?" Zeyneb'in bu
sözleri üzerine Ömer b. Sa'd ağladı ve oradan ayrılıp gitti.
Ebu Mihnef, Humeyd b.
Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüseyin, şöyle diyerek düşman
askerlerine saldırıyordu: "Beni Öldürmek için mi hep birlikte üzerime
saldırıyorsunuz? Allah'a yemin ederim ki, benden sonra öldüreceğiniz adamlar
arasında beni öldürdüğünden ötürü Allah'ın daha çok gazablanacağı bir kimseyi
öldüremeyeceksiniz. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Allah, sizin bu
hakaretleriniz sebebiyle beni şereflendirecektir. Bunu ümid ediyorum ve sonra
da benim intikamımı farkında olmaksızın sizlerden alacaktır. Allah'a yemin
ederim ki, eğer beni öldürürseniz, Allah azabınızı aranıza düşürecek ve aranızda
iç savaş çıkacak, birbirinizin kanını akıtacaksınız. Sonra yine Cenâb-ı Allah,
sizden vazgeçmeyecek, nihayet size en acıklı azabı kat-kat çektirecektir."
Hz. Hüseyin, o gün
uzun uzadtya bekledi, eğer karşı taraf onu öldürmek isteseydi
öldürebilirlerdi. Ancak onlardan bazıları, Hz. Hüseyin'i öldürdüğü takdirde
kendisine kan davası açılacağından korkuyordu. Bu sebeple onu başkalarının
öldürmesini istiyorlardı. Kendileri sorumluluk altına girmek istemiyorlardı.
Bir ara Şimr b. Zilcevşen, bağırarak: "Daha ne diye bu adamı
bekletiyorsunuz, Öldürün!" diye bağırdı. Bunun üzerine Zür'a b. Şerik
et-Temimî ilerledi, Hz. Hüseyin'in omuzuna bir kılıç darbesi vurdu, sonra Sinan
b. Enes b. Amr en-Nehaî gelip ona bir mızrak darbesi vurdu. Hz. Hüseyin yere
yığılınca Sinan onun başını kopararak Havla b. Yezid'e teslim etti.
Ibn Asakir, Şimr b.
Zilcevşen'in biyografisinden bahsederken babası Zilcevşen'in kadri yüce bir
sahabe olduğunu ve adının Şurahbil olduğunu söylemiştir. Babasının adının
Osman b. Nevfel olduğunu söyleyenler de vardır. Anlatıldığına göre babasının
adı îbn Evs b. AVer el-Anairi ed-Debabî'dir. Debab, Kilab kabilesinin bir
koludur. Şimr, Ebu Sabiğa künyesi ile çağırılırdı.
îbn Asakir, daha sonra
Muhammed b. Amr b. Hasan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kerbela da
Hz. Hüseyin'le beraberdik. Şimr b. Zil-çevşen'e bakıp şöyle dedi: Allah ve
Rasûlü doğru söylediler. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben sanki
alaca bir köpeği görür gibi oluyo-rura- ki, o köpek, benim ehl-i beytimin
kanını yalıyor." Lanetli Şimr alacalıydı.
Hz. Hüseyin'i
öldürmelerinden sonra Sinan ile başkaları onun eşyalarını yağmalayıp
götürdüler. Düşmanları, onun mallarım ve eşyaları-nı Paylaştılar. Çadırındaki
eşyaları da ganimet edindiler. Öyle ki, kaklarının üzerindeki temiz elbiseleri
de alıp götürdüler.»
Ebu Mihnef, Cafer b.
Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir-"Öldürüldüğü zaman Hz.
Hüseyin'in vücudunda otuz üç mızrak darbesi
ve otuzdört kılıç
darbesi gördük. Şimr b. Zilcevşen, Zeynel Abidin'i öldürmek istedi. Zeynel
Abidin hasta ve küçük bir çocuktu. Ancak arkadaşlarından biıi olan Humeyd b.
Müslim, onu bundan men etti. Ömer b Sa'd şöyle dedi: "Sakın Hüseyin'in
kadınlarının yanma hiç kimse gitmesin ve şu çocuğu da hiç kimse öldürmesin.
Bunların eşyalarını almışsa-nız geri verin." Allah'a yemin ederim ki,
onların eşyalarından hiçbirini hiçbir kimse geri vermedi. Zeynel Abidin de Ömer
b. Sad'a şöyle dedi: "Allah sana hayır mükafat versin, senin bu sözünle
Allah kötülükleri benden uzaklaştırdı. Kimse bana kötülük yapamadı."
Anlatıldığına göre
daha sonra Sinan b. Enes, Ömer b. Sad'm çadırının kapısına gelerek yüksek
sesle şöyle demiştir:
"Haydi atıma
altın ve gümüş yükle, Çünkü ben o büyük efendiyi öldürdüm. Anası ve babası
itibariyle en hayırlı insanı, Nesebi itibariyle en soylu olanı öldürdüm,"
Ömer b. Sa'd, Sinan'ı
kasdederek: "Onu yanıma getirin." diye emir verdi. Sinan içeri
girince Ömer, onu kırbaçlayarak şöyle dedi: "Yuh sana! Sen delisin.
Allah'a yemin ederim ki, bu söylediklerini İbn Ziyad duyacak olursa mutlaka
boynunu vurur."
Yanma geldiğinde köle
olduğunu söyleyen Ukbe b. Seman'a, Ömer b. Sa'd lütufta bulunarak onu azad
etti. Onlar arasında ondan başka kurtulan olmadı. Muratla b. Yemane de bir sır
verdi. İbn Ziyad, ona da lütufta bulundu.
Hz. Hüseyin'in
adamlarından yetmiş iki kişi öldürüldü. Ğadiriyeli-ler, bir gün sonra onları
defnettiler. Bunlar, Beni Esed kabilesinden idiler.
Sonra Ömer b, Sa'd,
emir verdi. Hüseyin'in, atların ayaklan altında çiğnetilmesin! istedi ve bu
isteğini yerine getirtti. Fakat bu rivayet sahih değildir, doğrusunu Allah
bilir.
Ömer b. Sa'd'ın
adamlarından da seksensekiz kişi öldürülmüştü.
Muhammed b.
Hanefîye'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Hüseyin'le beraber onyedi erkek
öldürüldü. Bunların hepsi de Fatıma evladı idi."
Rivayete göre Hasan-ı
Basrî de şöyle demiştir: "Hüseyin'le beraber on altı erkek öldürüldü ki,
bunların hepsi onun ehl-i beytindendi, o gün yeryüzünde onların benzerleri
yoktu."
Başkaları dediler
ki:Hüseyin'le beraber çocuklarından, kardeşlerinden ve ehl-i beytinden yirmiüç
erkek öldürüldü. Hz. Ali'nin çocuklarından öldürülenler şunlardı: Cafer,
Hüseyin, Abbas, Muhammed, Osman ve Ebu Bekir.
Hz. Hüseyin'in
öldürülen çocukları şunlardı: Aliyyü'l-Ekber, Abdullah.
Hz. Hüseyin'in kardeşi
Hasan'ın öldürülen çocukları da şunlardı: Abdullah, Kasım ve Ebu Bekir.
Abdullah b. Cafer'in
öldürülen çocukları da şunlardı: Avn ve Muhammed.
Ukayl'm öldürülen
çocukları şunlardı: Cafer, Abdullah ve Abdur-rahnıan. Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi Ukayl'm oğlu Müslim daha Önce Kûfe'de öldürülmüştü. Bunlar,
Ukayl'm oğullarıydılar. Bir de iki torunu Öldürülmüştü. Abdullah b. Müslim b.
Ukayl ve Muhammed b. Ebi Said b. Ukayl. Böylece Ukayl'm evladından
Öldürülenlerin sayısı altıyı bulmuştu. Bunlar hakkında şairin biri şöyle
demişti:
"Ali'nin
öldürülen dokuz çocuğuna ve Ukayl'm öldürülen altı çocuğuna ağla.
Peygamber, onların
Gavder'de öldürüleceklerini söyledi. Düşmanlar, parlak ve keskin kılıçlarla
onlara hücum ettiler."
Kerbela'da, Hz.
Hüseyin'le birlikte öldürülenler arasında süt kardeşi Abdullah b. Bakter de
vardı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, daha önce öldürülmüştü. Hz.
Hüseyin, onu bir mektupla Kûfelilere gönderdiğinde İbn Ziyad, hücum ederek onu
öldürmüştür.
Kerbela'da Ömer b.
Sa'd komutasındaki Kûfelilerden de yaralananlar dışında seksensekiz kişi
öldürülmüştü. Ömer b. Sa'd, bunların cenaze namazını kılıp defnetmişti.
Anlatıldığına göre Ömer b. Sa'd, on süvariye emir vererek Hüseyin'i bunların
atlarının ayaklarının altında çiğnetmiş ve yere yapışacak hale getirmişti.
Ayrıca aynı gün başının koparılarak Havla b. Yezid el-Esbahî vasıtasıyla İbn
Ziyad'a götürülmesi talimatını da vermişti. Havla gittiğinde sarayın kapısının
kapalı olduğunu görmüş, bunun üzerine evine giderek Hüseyin'in başını evinde
bulunan bir leğenin altına koymuş, yatağına girmiş ve Nevvar binti Malik
adındaki karısına şöyle demişti: "Sana dünyanın zenginliğini getirmiş
bulunuyorum." Karısı: "Getirdiğin şey nedir?" diye sorunca,
Havla: "Hüseyin'in başını getirdim." demiş. Bunun üzerine karısı:
"Herkes altın ve gümüş getirirken sen bana Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızının
oğlu Hüseyin'in başım getiriyorsun. Allah'a yemin ederim ki, ben seninle artık
hiçbir zaman aynı yatağı paylaşmayacağım." dedi ve yataktan çıkıp gitti.
Havla da Beni Esed kabilesinden olan ikinci karısını yatağa çağırdı. Karısı
gelip yatınca dedi ki: "Vallahi ben şu leğenden göğe kadar yükselen bir
nura uzun süre bakıp durdum, daha sonra etrafında kanat çırpan bembeyaz kuşlar
gördüm."
Sabah olunca Havla, Hz. Hüseyin'in kesik başını alıp
ibn Ziyada go-
türdü. Kafalar,
huzuruna götürüldüğünde İbn Ziyad, durup baktı. Orada Hz. Hüseyin'in diğer
adamlarının da kesik başları vardı. Meşhur rivayete göre yetmişiki kesik baş oraya
götürülmüştü. Yani Hz. Hüseyin'in öldürülen adamlarının başları koparılıp İbn
Ziyad'a getirilmişti İbn Ziyad da daha sonra bu kesik başları Şam'da bulunan
Muaviye oğlu Yezid'e gönderdi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüseyin'in başı
Ubeydullah b. Ziyad'a getirildi. O da bu kesik başı bir leğene koydu. Üzerine
çizgi çizmeye başladı, güzelliği hakkında bir-şeyler söyledi, ehl-i beyt içinde
Rasûlullah'a en çok benzeyen, Hz. Hüseyin idi, yüzünde dövmeler vardı."
Tirmizî, Enes'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"İbn Ziyad, Hz.
Hüseyin'in kesik başına elindeki değneği vurdu ve burnuna çarparak: "Bunun
gibi güzel birini görmedim." dedi.»
Bezzar, Enes'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Hüseyin'in kesik
başı Ubeydullah b. Ziyad'a getirildiğinde o, elindeki değnekle onun ön
dişlerine vurup -yanılmıyorsam- "çok güzel biri" dedi. Ben de
kendisine dedim ki: "Vallahi ayıp, böyle yapma, zira ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'m, senin değnekle vurduğun ağzı öptüğünü gördüm." Bunun üzerine
Ubeydullah b. Ziyad geri çekildi.»
Ebu Mihnef, Humeyd b.
Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Sa'd, beni çağırdı.
Allah'ın kendilerine nasip ettiği fethi ve kendisinin afiyette oluşunu
kendilerine müjdelemem için beni ailesine gönderdi. Ben de gittiğimde îbn
Ziyad'm halkla meclis kurup oturmakta olduğunu gördüm. Başka yerden gelen
heyetlerde yanında idiler. Yanına girenlerle birlikte ben de girdim. Hz.
Hüseyin'in kesik başının önünde olduğunu gördüm. Elindeki değnekle bir süre
onun ön dişlerine vurdu. Zeyd b. Erkam da ona şöyle dedi: "Kırbacını şu
iki dişin üzerinden kaldır, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin
ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m dudaklarım şu iki diş üzerinde gördüm, bunları
öpüyordu." Böyle dedikten sonra yaşlı bir adam olan Zeyd b. Erkam,
hıç-kıra hıçkıra ağlamaya başladı. îbn Ziyad, ona dedi ki: "Allah, senin
gözlerini ağlatsın. Allah'a yemin ederim ki, sen aklı gitmiş bunak bir ihtiyar
olmasaydın boynunu vururdum." Onun böyle demesinden sonra Zeyd b. Erkam, kalkıp
oradan gitti. Giderken de insanlar dediler ki: "Vallahi Zeyd b. Erkam,
öyle bir söz söyledi ki, eğer îbn Ziyad duysaydı onu mutlaka öldürürdü."
Ben de onun ne
söylediğini orada bulunanlara sordum, dediler ki: Zeyd, yanımızdan geçerken
şöyle diyordu: Bir köle, Allah'ın kullarına hükümdar oldu. Onları Acemlerin
çocukları gibi evlat edindi. Ey Arap topluluğu! Bu günden sonra siz kölesiniz.
Fatıma'nm oğlunu öldürdünüz. Mercane'nin oğlunu başınıza emir yaptınız. O,
seçkinlerinizi öldürüyor, şerlilerinizi de köle edinecektir. Zillete razı
olanlar, Allah'ın rahmetinden mahrum kalsınlar, onlara lanet olsun.»
Tirmizî, Amnıare b.
Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ubeydullah b.
Ziyad ile arkadaşlarının başları getirildiğinde Küfe mescidinin avlusuna kondu.
Ben de oraya vardım. Orada toplanan halk: "Geldi geldi." diyorlardı.
Baktım ki bir yılan, kesik başların arasında dolaşıyor. Nihayet gelip
Ubeydullah b. Ziyad'm burun deliklerinden birine girdi. Bir süre bekledikten
sonra çıkıp gitti, gözden kayboldu. Sonra orada bulunanlar "İşte geldi,
işte geldi." dediler. Yılan aynı hareketi iki veya üç defa
tekrarladı."
îbn Ziyad, Hüseyin'in
kesik başının Kûfe'ye getirilmesinden sonra insanların camide toplanmaları için
duyuru yaptırdı. Duyuru yapıldıktan sonra insanlar camide toplandılar. İbn
Ziyad, minbere çıktı. Allah'ın kendilerine nasib ettiği zaferi ve hakimiyetleri
ellerinden almak isteyip ülke birliğini bozmak isteyen Hüseyin'in öldürülmesini
anlattı. Abdullah b. Afif el-Ezdî kalkıp ona şöyle çıkıştı:
- Yazıklar olsun sana
ey İbn Ziyad! Peygamberlerin çocuklarını öldürüyorsunuz ama Sıddikiler gibi
konuşuyorsunuz.
İbn Ziyad, emir verdi
ve Abdullah b. Afif öldürülüp darağacma asıldı. Sonra emir verdi, Hüseyin'in
kesik başı getirilip Küfe sokaklarında dolaştırıldı. Sonra da bu kesik başı,
diğer arkadaşlarının kesik başlarıyla birlikte Zahr b. Kays refakatinde Şam'da
bulunan Muaviye oğlu Yezid'e gönderdi. Zahr'm beraberinde bir süvari gurubu da
vardı. Bu grupta Ebu Bürde b. Avf el-Ezdî, Tarık b. Ebi Zabyan el-Ezdî de
vardı. Bunlar yola çıktılar. Kesik başların tamamım Muaviye oğlu Yezid'e
götürdüler.
Hişam, Himyerli Gaz b.
Rebia el-Cüreşfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'a yemin ederim
İd, Zahr b. Kays kesik başları getirirken ben de Şam'da Muaviye oğlu Yezid'in
yanında idim. Zahr içeri girdi, Ye-zid ona şöyle dedi:
- Hey, arkanda ne
haberler var?
- Ey mü'minlerin emin,
sana müjdeler olsun. Allah sana fetih nasib etti, zafer ihsan etti. Ali oğlu
Hüseyin, aile efradından onsekiz ve taraftarlarından da altmış kişi ile
üzerimize geldi. Biz de karşılarına dikildik. Teslim olmalarını ve vali
Ubeydullah b. Ziyad'ın hükmüne boyun eğmelerini talep ettik. Aksi takdirde
kendileriyle savaşacağımızı söyledik. Ama onlar savaşmayı tercih ettiler. Biz
de gün doğuşu ile birlikte üzerlerine hamle yaptık. Her taraftan onları
kuşattık. Nihayet kılıçlarımız onların birçok başlarını aldı. Artık sağa sola
kaçışıyorlar, sığınak arıyorlardı. Önümüzden kaçıp tepelere tırmanıyor,
çukurlara gizleniyorlardı, tıpkı güvercinin şahinden kaçışı gibi önümüzden
kaçıyorlardı Allah'a yemin ederim ki, koyunlar gibi boğazlandılar, ya da
istirahat uykusundaki kimseler gibi kendilerini yakalayıp öldürdük, baştan sona
onları kırıp geçirdik. İşte bedenleri çıplak, elbiseleri birbirine dürül-müş,
yanakları tozlanıp topraklanmış, güneş onları eritiyor, rüzgar üzerlerinden
esip geçiyor. Kartallarla akbabalar sürü halinde üzerlerini bulut gibi
kaplıyor.
Adamın bu konuşması
karşısında Muaviye oğlu Yezid'in gözleri yaşardı ve şöyle dedi:
- Hüseyin'i
öldürmeksizin de bana itaatte bulunmanıza razı olurdum. Allah, Sümeyye'nin
oğluna lanet etsin. Ama vallahi ben Hüseyin'in yanında olsaydım, onu
affederdim. Allah, Hüseyin'e rahmet etsin."
Hüseyin'in kesik
başını getiren adama Yezid birşey vermedi. Hüseyin'in kesik başı önüne
konulduğunda Yezid şöyle dedi: "Ama vallahi ben senin yanında olsaydım
seni öldürmezdim." Böyle dedikten sonra şair Hüseyin b. Hammam el-Mürî'nin
şu şiirini okudu:
"Bizim
nazarımızda aziz olan adamların başlarını gövdelerinden ayırıyorlar
Onlar daha asi ve daha
zalimdirler."
Ebu Mihnef, Ebu Cafer
el-Absfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «O esnada Mervan'm kardeşi Yahya b.
Hakem kalkıp şöyle bir şiir okudu:
"Alçak soylu İbn
Ziyad'a yakın, Kalabalık asker Tafîa yakındı. Sümeyye'nin soyu artık toprak
gibidir. Mustafa ailesininse bugün soyu tükendi."
Bunu duyan Yezid, Yahya'nın göğsüne vurarak
"Sus!" diye emretti.»
Şiîlerden Muhammed b.
Hamid er-Razî, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hz. Hüseyin'in kesik
başı getirilip Önüne bırakıldığında Yezid, şu beyitleri okudu:
"Ah keşke
atalarım, Bedir'de Hazreçlilerin mızrakların ve darbelerin karşısındaki
paniklerini müşahede etselerdi.
O zaman tekbir
getirirler, sevinçlerinden ve bizden de tekbir getirmemizi isterlerdi. Sonra
da bana: "Mübarek olsun, artık gözyaşlarını akıtma." derlerdi.
O zamanki ağıllarının
avlusunda anlattılar ve Abdüleşel kabilesine seher vakti Ölüm gitmişti.
Biz sizin eşrafınızın
çoğunu öldürdük ve Bedir'in eğriliğini düzelttik- Artık siz de kendinize gelip
düzelin."
Mücahid dedi ki:
Yezid, bu sözünde münafıklık etmiştir. Allah'a yemin ederim ki tekrar yemin
ederim ki, onun askerlerinden herbiri mutlaka onu bu husustan ötürü ayıplayıp
kınamıştır. Âlimler, daha sonra Hz. Hüseyin'in kesik başının akibeti hususunda
ihtilaf etmişlerdir. İbn Ziyad'm, bu kesik başı, Şam'da bulunan Yezid'e
gönderip göndermediği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimi
gönderildiğini, kimi de gönderilmediğini söylemiştir ama kuvvetli rivayete göre
kesik baş, Şam'da bulunan Yezid'e îbn Ziyad tarafından gönderilmiştir. Bu hususta
birçok rivayetler de varid olmuştur, doğrusunu Allah bilir. Ebu Mihnef, Kasım
b. Bahit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Hüseyin'in kesik başı,
Muaviye oğlu Yezid'in önüne bırakıldığında elindeki bir değnekle onun ağzına
vurdu. Sonra da şöyle dedi: "Bizimle şunun arasında geçen hadise, tıpkı
Husayn b. Hammam el-Mürrî'nin tasvir ettiği gibidir;
"Bizim
nazarımızda aziz olan adamların başlarım gövdelerinden ayırıyorlar.
Ama onlar, daha asi ve
daha zalim idiler."
Yezid'in elindeki
kırbaçla Hz. Hüseyin'in kesik başının ağız kısmına vurması üzerine orada
bulunan Ebu Berze el-Eslemî, Yezid'e şöyle dedi:
"Allah'a yemin
ederim ki senin şu kırbacın, Rasûlullah (s.a.v.)'m öpüp emdiği bir ağza
vurmuştur, dikkat edesin! Bu adam, kıyamet gününde huzur-u mahşere gelirken
şefaatçisi Muhammed olacaktır. Sen oraya gelirken senin şefaatçin ise İbn Ziyad
olacaktır." Ebu Berze, böyle dedikten sonra oradan ayrılıp gitti.
Süfyan dedi İd:
Aldığım habere göre bu hadisenin peşi sıra Husayn, şöyle bir şiir okudu:
"Sümeyye'nin
nesli çakıl taşlan sayısınca çoğaldı. Rasûlullah'ın kızının nesli ise artık
yoktur."
Hz. Hüseyin'in diğer
zevceleri ve aile efradına gelince, Ömer b. Sa'd, onları koruyup muhafaza
edecek birini başlarına tayin etti. Sonra onları develerinin üzerindeki
mahfelerine bindirerek yola çıkarttı. Savaş yerinden geçtiklerinde Hz. Hüseyin
ile arkadaşlarının cesetlerim gördüklerinde kadınlar yüksek sesle ağlamaya ve
feryadü figan etmeye başladılar. Zeyneb de kardeşi Hüseyin'e ve aile efradına
ağlamaya ve şöyle demeye başladı:
"Ya Muhammed, ya
Muhammed! Allah sana rahmet etsin, gökteki melekler de senin için mağfiret
dilesinler. İşte Hüseyin çölde yatıyor kana bulanmış, organları paramparça
olmuş, ya Muhammed! Kızların esir düşmüş, zürriyetin öldürülmüş, üzerlerinden
saba rüzgarı esiyor "
Zeyneb'in bu ağıdı
üzerine Allah'a yemin ederim ki, orada bulunan dost düşman herkes ağladı.
Kurva b. Kays dedi ki:
Hüseyin'in ve arkadaşlarının geride kalan kadınları, cenazelerin yanından
geçirilirlerken feryad etmeye ve yanaklarına vurmaya başladılar. O güne kadar
hiçbir kadının o kadar güzel ve asil bir hareketini görmüş değildim. Allah'a
yemin ederim ki onlar aslanlardan daha güzeldiler. Daha sonra onlar, Kerbela'dan
götürülerek Küfeye ulaştırıldılar. İbn Ziyad, onlara ikramda bulundu. Nafaka
ve-elbiselerini eksiksizce verdi. Diğer ihtiyaçlarını da karşıladı. Fatı-ma'nın
kızı Zeyneb, en kötü kılıkla içeriye girdi, cariyeleri etrafında idiler,
kılığı tamamen değişmişti. Ubeydullah, b. Ziyad'm yanma girdiğinde Ubeydullah,
onun kim olduğunu sordu, ancak Zeyneb onunla konuşmadı. Cariyelerinden biri:
"Bu Fatıma'nm kızı Zeyneb'tir." deyince Ubeydullah b. Ziyad şöyle
dedi:
- Sizi rezil rüsvay
eden, sizi öldüren ve efsanenizin de asılsız olduğunu ortaya çıkaran Allah'a
hamd olsun.
- Muhammed vasıtasıyla
bize ikramda bulunan ve bizi tertemiz yapan Allah'a hamd olsun. Durum senin
dediğin gibi değildir. Aksine fâsık adam, rezil rüsvay olur. Facir ve günahkar
da yalan söyler, yalancılığı ortaya çıkar.
- Allah'ın sizin
aileye neler yaptığını görmedin mi?
- Ölüm, onların
kaderlerine yazılmıştı. Mezarlarına gitmek için savaş alanına çıktılar. Allah,
onlarla seni mahşer günü karşı karşıya getirecek, senin kendilerine karşı
haksız olduğunu Allah'ın huzurunda ifade edecek ve aleyhine deliller ileri
süreceklerdir.
Zeyneb'in bu konuşması
üzerine îbn Ziyad öfkelendi ve onu dövmek için yekindi, ancak Amr b. Hırris,
ona şöyle dedi:
"Allah, emiri
ıslah etsin. Bu, bir kadındır. Kadm, konuşmasından ötürü cezalandırılır mı hiç?
O söylediği sözden dolayı sorgulanmaz ve yaptığı kötülükten ötürü de
kınanmaz."
Ebu Mihnef, Said'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İbn Ziyad, Hüseyin'in
oğlu Ali'ye bakınca muhafızına: "Git, şu çocuğu yakala. Eğer buluğa ermiş
ise onu götürüp, boynunu vurun." diye emir verdi. Muhanz gidip Ali'yi
yakaladı, eteğini kaldırdı: "Evet, buluğa ermiş!" deyince îbn Ziyad:
"Götür ve boynunu vur!" dedi. Ah de ona dedi ki: "Eğer seninle
şu kadıncağızlar arasında bir yakınlık varsa kendilerine muhafızlık edecek
birini onlarla beraber gönder." İbn Ziyad da ona:
"Sen
gel!" dedi ve onu kadınlarla beraber gönderdi.»
Ebu Mihnef, Humeyd b.
Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hüseyin'in oğlu Ali huzura
getirilip kendisine takdim edildiği zaman ben de îbn Ziyad'ın yanında idim. İbn
Ziyad, ona sordu:
- Adın ne senin?
- Ben, Hüseyin oğlu
Ali'yim.
- Allah, Hüseyin oğlu
Ali'yi öldürmedi mi?
Ali sustu. îbn Ziyad,
ona dedi ki:
- Niçin konuşmuyorsun,
neyin var senin?
- Benim Ali adında
başka bir kardeşim vardı. İnsanlar, onu öldürdüler.
- Hayır, Allah onu
öldürdü.
Ali sustu, cevap
vermedi. İbn Ziyad, ona dedi ki:
- Niçin konuşmuyorsun,
neyin var senin?
- Ali ona şu ayetlerle
karşılık verdi: "Allah, öleceklerin ölümleri
anında ruhlarını
alır.'W%ümer,42.) "Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan
ölmeZ."(Âl-i
Imrfln, 1.45.)
- Vallahi sen de o
öleceklerden birisin, vay senin haline! Bakın bakalım bu çocuk buluğa ermiş
midir? Vallahi öyle sanıyorum ki, bu artık erkekleşmiştir.
îbn Ziyad'm bu emri
üzerine Mürri b. Mead el-Ahmerî gidip Ali'nin eteğini kaldırıp baktı ve:
"Evet, buluğa ermiş" di. Bunun üzerine îbn Ziyad:
- Onu Öldür, diye emir
verdi. Hüseyin'in oğlu Ali de:
- Peki, bu kadınların
bekçiliğini kim yapacak, bunların işiyle kim uğraşacak? diye sordu. Halası
Zeyneb de ona sarıldı. îbn Ziyad'a da şöyle dedi:
- Ey îbn Ziyad! Bize
yaptıkların yeter artık. Bizim kanımızı içmekten doymadın mı? Bizden kimi
hayatta bıraktın?
Böyle deyip yeğeni
Ali'ye sarıldı, onu kucaklayarak ve şöyle dedi:
- Ey İbn Ziyad! Allah
aşkına eğer sen mü'min bir kimse isen bunu öldürdüğün zaman beni de onunla
birlikte öldür.
Hz. Hüseyin'in oğlu
Ali de îbn Ziyad'a şöyle dedi:
- Ey İbn Ziyadi Eğer
seninle.bu kadınlar arasında bir akrabalık bağı varsa, bunlarla beraber
takvalı bir erkeği de refakatçi olarak gönder ki İslâm adabına uygun olarak
kendilerine refakat etsin.
İbn Ziyad, onlara bir
süre dikkatle baktı. Sonra yanındaki meclis arkadaşlarına baktı ve şöyle dedi:
- Hayret ediyorum, bu
akrabalık bağına! Vallahi öyle anlıyorum ki, eğer Ali'yi öldürecek olursam bu
kadm da onunla beraber ölmeyi candan isteyecektir. Madem böyle, çocuğu
bırakın.
Böyle dedikten sonra
Ali'ye dönüp: "Haydi kadınlarınızla beraber sen de git" dedi.
Daha sonra İbn Ziyad, emir
verdi. Hz. Hüseyin'in kadınları, çocukları ve kızları hazırlanarak Yezid'e
gönderildiler. Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'nin ellerini zincire vurup boynuna
bağlamalarını da emretti. Hepsini Muhakkir b. Salebe el-Aizî ve lanetli Şimr
b. Zilcevşen'le beraber gönderdi. Onlar, Yezidin kapısına vardıklarında
Muhakkir b. Salebe yüksek sesle: "Ben Muhakkir b. Salebe'yim. Mü'minlerin
emiri nerede? Ona alçak ve facirleri getirdim." diye bağırdı. Yezid de ona
şöyle cevap verdi: "Muhakkir'm annesi, Muhakkir kadar şerli ve alçak
birini doğurmuş değildir."
Kesik başlar ve
kadınlar yanma götürüldüğünde Yezid, Şamlıların eşrafını yanma davet etti ve
onları çevresine oturttu. Sonra. Hüseyin'in oğlu Ali ile Hüseyin'in diğer
çocuklarını ve kadınlarını yanma çağırdı. Bunlar yanına geldiler, meclistekiler
onlara bakıyorlardı. Yezid, Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'ye dedi ki:
- Ey Ali, baban
akrabalık bağlarını kopardı, hakkımı tanımadı, hükümdarlığımı elimden almak
istedi ve Allah, gördüğün şeyleri onun başına getirdi.
Ali de ona şu âyet-i
kerime ile cevap verdi:
"Yeryüzüne ve
sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o,
kitapta bulunmasm."(el-Hadîd, 22.)
Yezid, oğlu Halid'e:
"Buna cevap ver." dedi, ancak Halid ne cevap vereceğini bilemedi.
Bunun üzerine Yezid ona: "Şöyle de" diye emir verdi: "Başınıza
gelen herhangi bir musibet, ellerinizle işlediklerinizden dolayıdır. O, yine
de çoğunu affeder."(cş-Şûrii, so.)
Yezid, bir süi'e
sustu. Sonra kadınların ve çocukların getirilmesini istedi. Onları çok çirkin
bir halde gördünce: "Allah, İbn Mercane'yi kahretsin. Eğer onunla bunlar
arasında akrabalık bağı olsaydı, bunlara acı-saydı, böyle yapmazdı. Bu şekilde
bana göndermezdi." dedi.»
Ebu Mihnef, Hz.
Ali'nin kızı Fatıma'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Yezid'in huzuruna
oturduğumuzda Yezid bize acıdı, lütufta bulundu ve bize bir şeyler verilmesini
emretti. Sonra Şamlılardan kırmızı tenli bir adam kalkıp Yezid'e şöyle dedi:
"Ey mü'minlerin emiri, şu kadını (yani beni) bana ver." Ben de
parlak yüzlü bir kadındım. O adamın böyle demesi karşısında sarsılıp korktum ve
beni onlara vermesinin caiz olacağını zannettim. Benden daha büyük ve akıllı
olan kızkardeşim Zeyneb'in eteğine sarıldım, ama o bunun caiz olmayacağım
biliyordu ve o adama dedi İd: "Vallahi yalan söyledin ve alçaldm. Bu ne
sana, ne de Yezid'e caiz olmaz." Yezid öfkelendi ve ablam Zeyneb'e şöyle
dedi:
- Yalan söyledin,
vallahi bu benim için caizdir. Eğer almak istersem kızkardeşini alırım.
- Hayır, asla olmaz.
Meğer ki dinimizden çıkıp başka bir dine giresin
Bunun üzerine Yezid,
öfkelenip ayağa kalkmak istedi. Sonra ablama şöyle dedi:
- Bana böyle mi
mukabelede bulunuyorsun? Aslında senin baban
ve kardeşin dinden
çıkmışlardı.
- Sen, baban ve deden;
Allah'ın, babamın, kardeşimin ve dedemin
dini ile hidayet
buldunuz.
- Ey Allah'ın düşmanı,
sen yalan söyledin.
- Sen, mü'minlerin
eminsin. Hakimiyeti elinde tutuyorsun, Zalim
olarak sövüyorsun ve
hükümdarlığına güvenerek bizi eziyorsun.
Allah'a yemin ederim
ki Yezid utanır gibi oldu ve sustu. Sonra o Şamlı adam kalkıp şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, bu kadını bana hibe et.
Yezid ona şu karşılığı
verdi:
- Defol! Allah sana
bir ölüm hibe etsin."
Sonra Yezid, Hz.
Hüseyin'in kadınlarım, kızlarını ve çocuklarını Medine'ye güvenilir bir adamla
birlikte göndermesi için Numan b. Be-şir'e emir verdi. Yanlarına adam ve at da
verdi. Hz. Hüseyin'in oğlu Ali de onlarla beraber olacaktı. Daha sonra Yezid,
kadınları hilafet makamındaki haremliğe yerleştirdi. Orada misafir etti.
Muaviye ailesinin kadınları ağlayıp Hz. Hüseyin'e matem tutarak onları
karşıladılar. Bu matem üç gün sürdü. Yezid, öğle ve akşam yemeklerini mutlaka
Hz. Hüseyin'in oğlu Ali ile Ömer'i yanına alarak yiyiyordu. Bir gün Yezid, çok
küçük yaşta olan Hüseyin oğlu Ömer'e şöyle dedi: "Oğlum Halid'le vuruşmaya
var mısın?" Böyle yapmakla Yezid, onunla şakalaşmak ve oynamak istiyordu.
Ömer: "Bana ve ona birer bıçak ver ki, onunla vuruşayım." dedi.
Yezid, onu alıp bağrına bastı ve: "Bu, benim öteden beri tanıdığım bir
tabiattı, yılan yılandan başka birşey doğurur mu?"
Yezid, Hüseyin
ailesini uğurlarken onlarla vedalaştı ve Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'ye şöyle
dedi: "Allah, Sümeyye'nin oğluna lanet etsin. Vallahi ben senin babanın
yanında bulunsaydım ve o benden birşey isteseydi, mutlaka kendisine verirdim
ve çocuklarımdan bir kısmının Ölümü pahasına da olsaydı gücümün yettiği
kadarıyla onu ölüme karşı korurdum, ama gördüğün gibi Allah takdirini yerine
getirdi." Böyle dedikten sonra Yezid, onlara yol azığım ve ihtiyaçlarını
verdi, ayrıca çok miktarda para ve elbise de verdi. Onları götüren adama da
kendilerine iyi davranmasını emredip şöyle dedi: "İhtiyaç duyacağın
herşeyi bana mektupla bildir."
Hz. Hüseyin'in aile
efradını Medine'ye götürmekte olan adam, onlardan uzakta yürüyordu. Ancak
kendisine baktıklarında bir ihtıyaçla-f1 ocuğunu anlayıp yanlarına geliyor ve
hizmetlerini görüyordu. Bu halde onları Medine'ye kadar götürdü. Hz. Ali'nin
kızı Fatıma diyor ki:
Ben ablam Zeyneb'e
şöyle dedim: "Bizimle beraber gelen bu refakatçi adam bize çok iyi davrandı.
İstersen buna bir ikramda bulunalım." Ablam dedi ki: "Vallahi
yanımızda kendisine verecek birşey yok. Ancak zi-netlerimizi verebiliriz"
Ben de aynı görüşe katıldım. Bileziklerimi ve pâzûbendimi, ayrıca ablamın da
bilezik ve pazubendini alıp o adama gönderdik. Özür dileyerek: "Bize
güzelce refakat ettiğinden ötürü sana bu mükafatı veriyoruz." dedik. Adam
bize şu karşılığı verdi: "Eğer ben size dünyalık için refakat etmiş
olsaydım, bana verdiğiniz bu mücevheratta, beni fazlasıyla memnun edecek dünyalık
vardır, ama vallahi ben bunu sırf Allah rızası için ve sizin Rasûlullah
(s.a.v.)'a akrabalığınızdan ötürü yaptım."
Anlatıldığına
göre Yezid, Hüseyin'in kesik başını görünce şöyle demiştir:
- Fatıma'nm oğlu
Hüseyin'in başına gelenlerin sebeblerini biliyor musunuz? Onu bu tür
hareketlerde bulunmaya sevk eden sebebi biliyor musunuz? Onu düştüğü bu
badireye iten sebebi de biliyor musunuz?
Orada bulunanlar:
"bilemiyoruz." diye cevap verince Yezid sözünü şöyle sürdürdü:
- O, babasının benim
babamdan daha hayırlı, annesi Rasûlullah kızı Fatıma'nm da benim annemden daha
hayırlı, dedesi Rasûlullah'm da benim dedemden daha hayırlı ve kendisinin de
benden daha hayırlı bir kimse olup halifeliğe benden daha layık olduğunu iddia
etmişti. Babasının benim babamdan daha hayırlı olduğuna dair iddiasına
gelince; benim babamla onun babası Aziz ve Celil olan Allah'ın huzuruna delilleriyle
gitmişlerdir. İnsanlar, artık kimin lehine hüküm verildiğini de biliyorlar.
Onun: "Benim annem onun annesinden daha hayırlıdır." demesine
gelince, yemin ederim ki Rasûlullah'm kızı Fatıma, benim annemden daha
hayırlıdır. "Dedem Rasûlullah, onun dedesinden daha hayırlıdır."
demesine gelince; yemin ederim ki Allah'a, ahiret gününe inanan hiçbir kimse,
Rasûlullah'a denk ve ona eş değerde hiçbir kimse bulunduğu görüşünde değildir.
Fakat o, anlayış noksanlığına kurban gitti. O, herhalde şu ayetleri
okumamıştı:
"Ey Muhammed, de
ki: "Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden
çekip alırsın; dilediğim aziz kılaı*, dilediğini alçaltırsm."(Âi-i Imrân,
26.)
"Allah,
hükümdarlığı dilediğine verir."(el-Bakara, 247.)
Kadınlar, Yezid'in
yanma girdiklerinde Hz. Hüseyin'in kızı ve Seki-ne'den yaşça büyük olan Fatıma
dedi ki:
- Ey Yezid! Rasûlullah
(s.a.v.)'m kızları esirdirler.
- Ey kardeşimin kızı,
ben de bundan hoşlanmıyorum.
- Allah'a yemin ederim
ki, bizim güçlü bir devemizi dahi bırakmadılar, herşeyimizi alıp götürdüler.
- Ey kardeşimin kızı,
sana verilecek olanlar, senden alınıp götürülenlerden daha çok olacaktır.
Böyle dedikten sonra
Yezid, onları kendi evine konuk etti. Sonra bu kadınlardan herbirine haber
göndererek kendisinden nelerin alıp götürüldüğünü sordurdu. Bu kadınlardan
herbiri kendisinden neyin alınıp götürüldüğünü söylemışse ve o şey ne kadar
kıymetli de olsa Yezid, ona kat kat fazlasını verdi.
Hişam, Kasım b.
Necib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Küfe heyeti,
Hüseyin'in kesik başmı^getirdiğinde Şam mescidine gittiler. Mervan b. Hakem,
onlara sordu:
- Ne yaptınız? Nasıl
oldu?
- Onlardan üzerimize
onsekiz adam geldi. Biz de onlara saldırdık. Allah'a yemin ederiz ki, baştan
sona onları öldürdük. İşte kesik başları burada, esirleri de buradadır.
Bunun üzerine Mervan,
yerinden kalkıp gitti. Kardeşi Yahya b. Hakem, onlara gelip sordu:
- Ne yaptınız, neler
oldu?
- Ona da Mervan'a
söylediklerinin aynısını söylediler. Yahya, onlara şu karşılığı verdi:
"Kıyamet gününde Muhammed (s.a.v.)'den uzak kalacak, onun şefaatinden
mahrum kalacaksınız, artık hiçbir hususta sizinle bir araya gelmeyeceğim."
Böyle dedikten sonra kalkıp gitti.
Medineliler, Hz.
Hüseyin'in şehadet haberini duyunca Haşimilerin kadınları onun için ağlayıp
matem tuttular.
Rivayete göre Yezid,
Hüseyin ailesine ne yapacağı hususunda etrafına danıştı. Allah'ın lanetli
kullarından biri dedi ki:
- Ey mü'minlerin
emiri, kötü köpekten yavru elde edilmesin. Sen, Hüseyin'in oğlu Ali'yi öldür
ki, onun zürriyetinden hiç kimse hayatta kalmasın.
Yezid sustu. Numan b.
Beşir kalkıp şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin emiri!
Rasûlullah, onları bu halde görseydi onlara nasıl muamele edecek idiyse, sen
de onlara aynı şekilde muamele et. Yezid onlara acıdı ve onları hamama
gönderdi. Onlara bolca elbise, para ve yiyecek verdi, evinde konuk etti.» Bu da
rafizilerin şu sözünü reddetmektedir: "Yezid, Hüseyin'in ailesini çıplak
olarak develerin sırtına bindirdi." Bu sözün aslı yoktur. Hatta bazı
Rafıziler, şu iddiada da bulunmuşlardır: "Hz. Hüseyin'in aile efradı
çıplak olarak develere bindiril dikle rinde onların avret mahallerini örtmek
için develerin sırtında önden ve arkadan birer tane olmak üzere bir çift hörgüç
o zaman devele-nn Sırtmda meydana gelmiştir." Bu iddia da asılsızdır.
Sonra İbn Ziyad,
Haremeyn emiri Amr b. Said'e mektup göndererek Hüseyin'in ölümünü müjdeledi. Amr
da bir tellal çağırtarak bu haberi asanlara duyurdu. Haşimilerin kadınları bu
kara haberi duyunca yüksek sesle ağlamaya, feryadü figan etmeye, ağıt yakmaya
başladılar. Amr b. Said de: "Haşimi kadınların ağlamaları, Afîan oğlu
Osman'ın kadınlarının ağlamasına karşılık olmuştur." demeye başladı.
Abdülmelik b. Umeyr
dedi ki: "Ubeydullah b. Ziyad'm yanına gittim, baktım ki Ali oğlu
Hüseyin'in kesik başı onun önünde bir kalkanın üzerinde duruyor. Allah'a yemin
ederim ki çok, geçmeden Muhtar b. Ebi Ubeyd'in yanma da gittim. Ubeydullah b.
Ziyad'm kesik başını da onun önünde bir kalkanın üzerinde gördüm. Allah'a yemin
ederim ki, çok geçmeden Abdülmelik b. Meryan'm da yanma gittim. Onun da önünde
Mus'ab b. Zübeyr'in kesik başını bir kalkan üzerinde gördüm."
"Tarih" adlı
eserinde Ebu Cafer b. Cerir et-Taberî, Ammar ed-Duhenfnin şöyle dediğini
rivayet etmiştir: Ebu Cafer'e dedim kî:
- Ben sanki orada
hazır bulunmuşum gibi bana Hüseyin'in öldürülüşünü anlat.
- Hz. Hüseyin, Müslim
b. Ukayl'm kendisine yazdığı mektup üzerine Kûfe'ye doğru yola çıktı. Müslim,
mektubunda Hz. Hüseyin'e, Kûfe'ye gelmesini tavsiye ediyordu. Hz. Hüseyin,
Kadisiye'ye üç mil mesafedeki yere varınca Hür b. Yezid et-Temimî karşısına
çıktı ve ona sordu:
- Ey Hüseyin, nereye
gidiyorsun?
- Şu şehre gitmek
istiyorum.
- Geri dön, arkanda
ümid edebileceğin bir hayır ve iyiliği senin için bırakmış değilim.
Hz. Hüseyin geri
dönmek istedi. Beraberinde Müslim b. Ukayl'm kardeşleri de vardı. Ancak ona
dediler ki: "Vallahi kardeşimizi öldürenlerden öcümüzü almadıkça veya bu
uğurda canımızı vermedikçe geri dönmeyeceğiz."
Hz. Hüseyin de onlara:
"Siz öldükten sonra benim için yaşamakta hayır ve fayda yok." dedi ve
yoluna devam etti. Sonra İbn Ziyad'm süvarilerinin ilkleri onun karşısına
çıktılar. Hz. Hüseyin, bu durumu görünce Kerbela'ya döndü. Tek yönden savaşmak
için arkasını Kasyata ile Halfe'ye dayadı. Orada bineğinden inip çadırlarım
kurdu. Arkadaşlarının kırkbeşi süvari, geri kalan yüzü de piyade idi.
Ömer b. Sa'd b. Ebi
Vakkas, İbn Ziyad tarafından Rey valiliğine atanmıştı. Ona şu talimatı da
vermişti: "Şu Hüseyin'in hakkından gel, ondan sonra Rey'e gidip valilik
görevine başla." Ömer, kendisini Hüseyin'i öldürme görevinden affetmesini
istediyse de Ziyad, onu bu görevden affetmedi. Ömer de: "Bari bu gece
düşünmem için bana müsaade et." dedi. O da durumu düşünmesi için o gece
için kendisine müsaade etti. Sabah olunca Ömer, İbn Ziyad'm kendisine verdiği
emri kabul etti ve yola çıktı. Karşısına çıktığı zaman Hz. Hüseyin, ona şöyle
dedi: "Sana teklif edeceğim üç şeyden birini kabul et. Ya beni bırak,
geldiğim yere geri döneyim, ya da bırak Yezid'e gideyim veya bırak da sınır
beldelerinden birine gideyim." Ömer, onun bu tekliflerini kabul etti.
Durumu bir mektupla Ubeydullah b. Ziyad'a bildirdi. Ancak Ubeydullah b. Ziyad:
"O elini elime koymadıkça ve bana bey'at etmedikçe bu tekliflerini asla kabul
etmeyeceğim. Kabul edersem adam değilim." dedi. Hz. Hüseyin de:
"Hayır, vallahi onun bu isteği asla olmayacaktır, ona bey'at etmeyeceğim."
diye cevap verdi. Savaşa başladı. Hz. Hüseyin'in bütün arkadaşları öldürüldü.
Öldürülenler arasında kendi ailesinden on küsur genç de vardı. Bir ok geldi,
kucağındaki oğluna isabet etti. O da çocuğunun vücudundaki kanı siliyor ve
şöyle diyordu: "Allah'ım! Bizi yardım etmek için buraya davet eden, ama
sonra bizi öldüren bu kavimle bizim aramızda sen hükmünü ver." Sonra bir
fistan getirilmesini emretti. Fistanı önden cübbe gibi yardı ve giydi. Kılıcını
eline alarak meydana çıkıp savaşmaya başladı. Nihayet öldürüldü. Onu, Mezhiç
kabilesinden bir adam öldürüp başını kopardı ve kesik başını İbn Ziyad'a
götürüp şöyle dedi:
*rHaydi atıma altın ve
gümüş yükle. Çünkü ben o büyük efendiyi öldürdüm. Anası ve babası itibariyle en
hayırlı insanı, Nesebi itibariyle en soylu olanı öldürdüm."
İbn Ziyad da kesik
başı Muaviye oğlu Yezid'e gönderdi. Götürenler, kesik başı Yezid'in önüne
bıraktıklarında orada Ebu Berze el-Eslemî de vardı. Yezid elindeki bir çubukla
Hüseyin'in ağzına vurup şöyle dedi:
"Bizim nezdimizde
kıymetli olan adamların başlarını gövdelerinden ayırıyorlar.
Ama onlar daha asi ve
daha zalim idiler."
Orada bulunan Ebu
Berze, Yezid'e şöyle dedi: "Çubuğunu Hüseyin'in ağzının üzerinden kaldır.
Allah'a yemin ederim ki birçok kez ben, Rasûlullah (s.a.v.)Vı bu ağzı öptüğünü
gördüm."
Ömer b. Sa'd, Hz.
Hüseyin'in haremini've aile efradım İbn Ziyad'a gönderdi. Hz. Hüseyin
ailesinden sadece bir genç erkek kalmıştı. O da hasta olup kadınlarla beraber
duruyordu. İbn Ziyad, onun öldürülmesini emredince Zeyneb onun üzerine atıldı
ve kardeşinin öldürülmeme sini isteyerek şöyle dedi: "Allah'a yemin
ederim ki, siz beni öldürmedikçe bu öldürülmeyecektir." İbn Ziyad,
Zeyneb'e acıdı ve kardeşini öldürmekten vazgeçti. Sonra onları Yezid'e
gönderdi. Yezid de Şam eşrafım yanma çağırıp meclis kurdu. Bunlar fetih için
onu tebrike gelmişlerdi. Aralarından kızıl tenli, mavi gözlü bir adam kalkıp
Hüseyin'in kızlarından parlak yüzlü birine bakarak Yezid'e şöyle dedi: "Ey
mü'minlerin emiri! Şu kızı bana hibe et." Zeyneb de: "Hayır, siz
Allah'ın dininden çıkmadığınız sürece bu kız size verilmeyecektir. Eğer
verilirse, siz adam değilsiniz." Mavi gözlü adam isteğini tekrarlayınca
Yezid ona: "Bu istekten vazgeç." dedi ve Hüseyin'in haremini kendi
aile efradının yanına gönderdi. Orada konuk etti, sonra onları Medine'ye
gönderdi. Bunlar Medine'ye vardıklarında Abdülmuttalib oğulları kabilesinden
bir kadın saçını başım darmadağın edip yenini başına koyarak ağlar vaziyette
onları karşıladı ve şu şiiri okudu:
"Ne diyeceksiniz,
peygamber size sorarsa,
Son ümmet olduğunuz
halde ne yaptınız,
Benim soyumu ve ailemi
benden sonra?
Kimini esir aldınız,
kimini yaraladınız.
Benim sizden göreceğim
karşılık böyle olmamalıydı,
Akrabama böyle kötü
davranmamalıydınız."
Ebu Mihnef,
Abdurrahman b. Ubeyd Ebu'l-Kenud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Yukarıdaki şiiri Ukayl'ın kızı okumuştu." Zübeyr b. Bekkar'ın
ifadesine göre ise Ukayl b. Ebi Talib'in kızı küçük Zeyneb, bu şiiri Hz.
Hüseyin ailesinin Medine'ye girişi esnasında okumuştur.
Ebu Bekir b.
el-Enbarî'nin rivayetine göre Hz. Ali'nin ve Hz. Fatı-ma'nın kızı, aynı zamanda
Abdullah b. Cafer'in zevcesi Zeyneb, Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehid edildiği
gün çadırının perdesini aralamış ve bu beyitleri okumuştu. Doğrusunu Allah
bilir.
Hişam b. el-Kelbî,
Ömer b. İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hüseyin'in öldürüldüğü gün
Medine'de sabahladığımızda bir cariyemiz bize şöyle dedi: Dün bir ünleyicinin
şu şiiri yüksek sesle okuduğunu işittim:
"Ey haksız yere
Hüseyin'i öldürenler! Azabı ve cezayı müjdelerim size. Gökteki herkes size
beddua ediyor. Ne kadar melek ve peygamber varsa, Süleyman da, Musa da,
İncil'in sahibi îsa da, Bunlar hep size lanet okuyorlar."
îbn Hişam dedi ki: Amr
b. Hayzum el-Kelbî de annesinin bu sesi
duyduğunu bana söyledi
Leys ile Ebu Naim de
bu sesin cumartesi günü duyulduğunu söylenişlerdir.
Hakim Ebu Abdillah
en-Nisaburî ile diğerleri, bazı mütekaddimin tarihçilerin Hz. Hüseyin hakkında
şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
"Ey Muhammed'in
kızının oğlu! Senin kesik başını,
Kana bulanmış, âdeta kanla
perdelenmiş vaziyette getirdiler.
Ey Muhammed'in kızının
oğlu! Seni öldürmekle onlar,
Apaçık bir vaziyette
kasıtlı olarak peygamberi öldürmüş gibi oldu.
Seni susuz halde
öldürdüler,
Seni öldürmekle onlar
Kur'ân'ı düşünmediler.
Sen öldürüldün diye
tekbir getirdiler.
Aslında seni
Öldürmekle onlar tekbir ve tehlili öldürmüş oldular." [1]
Hz. Hüseyin, hicri
altmışbirinci senenin muharrem ayının onuncu günü olan aşura gününde -ki o gün
cumaya rastlamakta idi- öldürüldü. Allah, ondan razı olsun. Hişam b. Kelbî'nin
ifadesine göre Hz. Hüseyin, hicri altmışikinci senede öldürülmüştür. Ali b.
el-Medinî de böyle demiştir, îbn Luhey'a ise hicri altmışikinci veya
altmışüçünçü senede öldürülmüş olduğunu ifade etmiştir. Başkaları ise, hicri
altmışıncı senede öldürüldüğünü söylemişlerdir, ama sahih olan rivayete göre
Hz. Hüseyin, hicri altmışbirinci senede öldürülmüştür. Irak'ın Kerbela beldesinde
Taf denen yerde şehid olmuş olup, şehadeti esnasında elli sekiz yaşındaydı.
İbn Nuaym, onun şehid edilirken altmış beş veya altmış altı yaşında olduğunu
söylemekle hata etmiştir.
İmanı Ahmed b. Hanbel,
Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yağmur meleği, Peygamber
(s.a.v.)'m yanma girmek için izin istedi. Kendisine izin verildi, melek içeri
girince Peygamber (s.a.v.), Ümmü Se-leme'ye: "Kapıya kapa, kapıda dur ki
kimse yanımıza gelmesin." dedi. Ancak Ali'nin oğlu Hüseyin geldi. Koşarak
içeri girdi ve Peygamber (s.a.v.)'m omuzuna tırmandı. Melek, Hz. peygamber'e
sordu: .
- Sen bunu seviyor
musun?
- Evet.
- Senin ümmetin bunu
öldürecektir. İstersen öldürüleceği yeri de sana göstereyim.
Böyle dedikten sonra
melek elini çırptı ve peygambere kızıl bir toprak gösterdi. Ümmü Seleme de o
toprağı alıp elbisesinin bir ucuna sak-*ayıp düğümledi. Biz, Hüseyin'in
Kerbela'da öldürüleceğini daha önceleri işitirdik."
Ebu Kasım el-Beğavî,
Enes b. Haris'ten rivayet etti ki, Rasuiullan (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Şu oğlum
(Hüseyin) Kerbela denen bir yerde öldürülecektir. Sızden bu durumu gören olursa
ona yardım etsin."
Enes b. Haris de Kerbela'ya gitti ve Hüseyin'le
beraber öldürüldü
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdullah'ın babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ben, Ali ile
beraber yolda gidiyordum. Onun ibriğini taşıyordum Ninova'ya vardığımızda o
Siffin'e doğru giderken şöyle seslendi: "Sabret ey Ebu Abdillah, sabret ey
Ebu Abdillah, Fırat kıyısına vardığında sab ret."
Ben kendisine böyle
demekle neyi kasdettiğini sordum. O da şu cevabı verdi: Bir gün Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanma gitmiştim, gözlerinden yaşlar akmaktaydı. Kendisine sordum:
"Ya Rasûlallah,
niçin ağlıyorsun?
- Az önce Cebrail
yanımdaydı, kalkıp gitti. Bana, Hüseyin'in Fırat kıyısında öldürüleceğim
söyledi ve istersem, öldürüleceği yerin toprağını bana koklatabileceğini de
söyledi. Elini uzattı, bir avuç toprak getirip bana verdi. Ben de o toprağı
görünce gözlerime hakim olamadım, yaşlar akmaya başladı."
Muhammed b. Sa'd ile
diğerleri dediler ki: Ali, Siffin'e giderken Ker-bela'da hanzel ağaçlarının
bulunduğu yere uğradı. O mıntıkanın adını sorduğunda Kerbela olduğunu söylediler.
O da "Kerb ve bela" (sıkıntı ve bela) dedi. İnip o ağacın yanında
namaz kıldı. Sonra şöyle dedi: "Burada bazı kimseler şehid edilecektir.
Onlar sahabelerden başka, şehitlerin en hayırlılarıdırlar, hesapsız olarak
Cennet'e gireceklerdir." Böyle derken oradaki bir yere işaret etti, orayı
bellediler ve Hüseyin de orada öldürüldü.
Kabü'l-Ahbar'dan
Kerbela ile ilgili olarak birçok rivayetler varid olmuştur. Ebu'l-Cenab
el-Kelbî ile diğerlerinin anlattıklarına göre Kerbela halkı, Hüseyin'in
öldürülmesinden sonra cinlerin ona ağıt yaktıklarım hep işitirlermiş ve cinler
ağıt yakarken de şöyle derlermiş:
"Rasûl, onun
alnındaki kanlan sildi, Onun yanaklarında parlaklık vardır. Ebeveyni, Kureyş'in
en yüksek soyundandır. Dedesi de dedelerin en hayırhsıdır."
Adamın biri, bu ağıta
şu cevabı vermişti:
"Heyet olarak onu
karşılamaya gittiler, ama onlar,
Heyetlerin en kötüleri
ve şerlileri idiler.
Peygamberlerinin
kızının oğlunu öldürdüler.
Onu hendeklere düşürüp
durdurdular."
İbn Asakir'in
rivayetine göre bir grup Müslüman, Bizans'a gazayali derlerken bir kilisede
şöyle bir yazıya rastlamışlardı:
"Hüseyin'i
öldüren bir ümmet,
Hesap gününde onun
dedesinin şefaatini umar mı?"
Gaziler, kilisedeki bu
yazıyı kimin yazdığını sorduklarında ilgililer: "Bu yazı, sizin peygamberinizin
bisetinden 300 sene önce buraya yazılmıştır." demişlerdi.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Hz. Hüseyin'i öldürenler dönüp gecelediklerinde onun kesik
başı yanlarında olduğu halde içki içme-ve başlamışlardı. O esnada demirden bir
kalem ortaya çıkarak o evdeki duvara şu satırı kanla yazmıştı:
"Hüseyin'i
öldüren bir ümmet,
Hesap gününde onun
dedesinin şefaatini umarlar mı?"
İmam Ahmed b. Hanbel,
İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'ı günün
ortasında rüya halinde tozlu ve saçı başı dağınık vaziyette gördüm. Elinde içi
kan dolu bir şişe vardı. Kendisine dedim ki:
- Anam babam sana feda
olsun ya Rasûlallah, bu nedir? Buyurdu ki:
- Bu, Hüseyin'in ve
arkadaşlarının kanıdır.
Ben o günden itibaren
bu olayın ne zaman olacağını hep beklemeye başladım."
Ammar
dedi İd: Biz o güriü tesbit ettik ve sonradan anladığımıza göre Hüseyin, o
günde öldürülmüştü.»
İbn Ebi'd-Dünya, Ali
b. Zeyd b. Cüda'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İbn Abbas, uykusundan
uyandı ve: "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz."
mealindeki ayet-i kerimeyi okudu. Sonra da: "Vallahi Hüseyin
öldürüldü." dedi. Arkadaşları: "Niçin ey İbn Abbas?" diye sorunca
o şöyle cevap verdi: Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyada gördüm, elinde kan dolu bir
şişe vardı. Bana dedi ki: "Biliyor musun, benden sonra ümmetim ne yaptı?
Hüseyin'i öldürdüler. İşte bu, onun ve arkadaşlarının kanıdır. Bu kanları
Allah'a arz edeceğim." Arkadaşları, İbn Abbas'm bu konuşmayı yaptığı günü
ve o saati bir kenara yazdılar. Yirmi dört gün geçtikten sonra Hz. Hüseyin'in o
günde ve o saatte öldürüldüğüne dair haber Medine'ye geldi.»
Tirmizî, Selma'mn
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ümmü Solome'nin yanma
gittim, ağlıyordu, kendisine sordum:
- Niçin ağlıyorsun?
- Rasûlullah
(s.a.v.)'ı gördüm. Saçında ve sakalında toprak vardı. Kendisine: "Neyin
var ya Rasûlallah, bu ne haldir?" diye sorduğumda bana şu cevabı verdi: Az
önce Hüseyin'in öldürüldüğünü gördüm:»
Muhammed b. Sa'd, Şehr
b. Havşeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Biz, Peygamber
(s.a.v.)'m eşi Ümmü Seleme'nin yanındaydık. Bir imdat sesi duyduk. Ümmü
Seleme'ye bir kadın geldi. Yanımda durup-"Hüseyin öldürüldü." dedi.
Ümmü Seleme de şu karşılığı verdi: "Demek böyle yaptılar. Allah onların
mezarlarını (veya evlerini) ateşle doldursun." Böyle dedikten sonra Ümmü
Seleme bayılıp yere düştü. Biz de kalkıp gittik."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cinlerin, Hüseyin için
ağladıklarını ve ona ağıt yaktıklarını işittim."
Hüseyin b. İdris, Ümmü
Seleme'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Cinlerin Hüseyin'e şu şiirle mersiye
okuduklarını işittim;
"Ey cahilce
Hüseyin'i Öldürenleri Azabı ve cezayı müjdelerim size! Gökteki herkes size
beddua ediyor, Ne kadar melek ve peygamber varsa, Süleyman da, Musa da, İncil
sahibi İsa da, Bütün bunlar size lanet okuyorlar."
Hatib, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)'e şöyle
vahyetti: Ben, Zekekiya oğlu Yahya'nın öldürülmesine karşılık 70.000 kişiyi
öldürdüm. Senin kızının oğlu (Hüseyin'in) öldürülmesine karşılık da 70*000.000
kişiyi öldüreceğim." Bu, cidden garib bir hadistir. Hakim, bunu
"el-Müstedrek" adlı eserinde rivayet etmiştir. Taberanî de bununla
ilgili çok garib rivayetlerde bulunmuştur.
Şiîler, aşura günü ile
ilgili olarak abartılı rivayetlerde bulunmuş ve bu konuda yalan ve asılsız
birçok hadisler uydurmuşlardır. Mesela, Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü aşura
gününde güneşin tutulduğu ve yıldızların ortaya çıktığını, o gün hangi taş
kaldırılsa altında mutlaka kan göründüğünü, göğün kenarlarının kızardığım,
güneşin doğarken kan gibi ışınlar saçtığını, semanın kan emen bir kuz*tçuk gibi
olduğunu, yıldızların birbirlerine çarpıldığım, semanın kırmızı renkli yağmur
yağdırdığını, o güne kadar daha önce o şekilde semada bir kırmızılık
görülmediğini ifade etmişler. Buna benzer birçok yalanlar uydurmuşlardır.
İbn Luhey'a, Ebu
Kubeyl el-Meafirî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüseyin'in
öldürüldüğü gün güneş tutuldu, yıldızlar göründü. Vakit de öğle vaktiydi.
Hüseyin'in kesik başını hükümet konağına götürdüklerinde konağın duvarlarından
kanlar sızmaya başladı. Yeryüzü üçgün süreyle karardı. Safran ve alaçehre
bitkilerine elini süren kimsenin eü yanıyordu. Kudüs'te hangi taş
kaldırılırsa, altında mutlaka taze kan görülüyordu. Hz. Hüseyin'e ait develeri
ganimet eden düşmanlar bu develeri kesip pişirdiklerinde etleri çok acı olup
Ebu Cehil karpuzunu andıran bir tad veriyordu..."
Şiîler, buna benzer
daha birçok yalan ve uydurma hadisler ortaya sürmüşlerdi ki, bunlardan hiçbiri
doğru değildir.
Hz. Hüseyin'i
öldürenlere isabet eden bela ve musibetlerle ilgili olarak rivayet edilen
hadislere gelince bunların çoğu sahihtir, onu öldürenlerden olup da dünyada
bela ve musibetlerden kurtulan çok az kimse olmuştur. Bunlar bir hastalığa
yakalanmadan dünyadan çıkıp gitmiş değildirler. Çoğu delirmiştir. Hz.
Hüseyin'in öldürülmesiyle ilgili olarak Şiîler ve Rafıziler, çok yalan ve
asılsız haberler nakletmişlerdir. Burada bu haberlere Örnek olarak yeteri kadar
nakilde bulunduk. Bazı nakillerimizde de şüphe vardır. İbn Cerir ve diğer
hadis hafız ve imamları, eğer bunları anmış olmasalardı, bu haberleri buraya
almazdım. Naklettiğim haberlerin çoğu, Şiî olan Ebu Mihnef Lut b. Yahya'ya
aittir ki o da hadis imamları nezdinde rivayet bakımından zayıf bir kimsedir.
O, sadece haber hıfzeden bir kimse olup bu gibi haberler başkasının nezdinde
mevcut olmayıp onun nezdinde mevcuttur. Bu sebepledir ki konuyla ilgili eser
tasnif eden müelliflerin çoğu ona dil uzatmışlardır. Doğrusunu Allah bilir.
Hicri dördüncü asır da
Büveyhîler devleti zamanında Rafiziler, aşırı giderek aşura gününde Bağdat'ta
ve benzeri beldelerde def çalıp yollara ve çarşılara kül ve saman savurup
dükkanlara mendil asıp hüzünlerini açığa vurur ve ağlarlardı. Çokları da susuz
olarak öldürüldüğü hatırasına saygı göstermek maksadıyla aşura gecesinde su
içmezlerdi. Sonra kadınlar, yüzlerini açıp ağlayarak yüzlerini ve göğüslerini
tokatlayarak yalın ayak sokaklara dökülürlerdi. Buna benzer daha birçok çirkin
bid'at ve rezilane âdetler icad ettiler. Böyle yapmakla da Emevi devletini
protesto etmek istiyorlardı. Çünkü Hz. Hüseyin, Emevi devletinin hakim olduğu
zamanda öldürülmüştü.
Şam'daki Rafızi ve Şii
düşmanlarına gelince, onlar da aşura gününde tam tersi bir âdet ortaya
çıkardılar. Bunlar da aşura gününde bazı hububat çeşitlerini bir araya katıp
pişirirler, yıkanır, koku sürünür, en güzel elbiselerini giyinir ve aşura
gününü âdeta bayram gibi kutlarlardı- Bu günde çeşitli yemekler yapar, sevinç
ve ferahlarını açığa vururlardı. Böyle yapmakla da Rafîzilere ters bir hava
meydana getirmek ve °nlara karşı olduklarını göstermek isterlerdi.
Hz, Hüseyin'i
öldürenler, güya onun Müslümanların -bir araya gelip ittifak etmelerinden
sonra- birliklerini bozmak, onları parçalamak ve insanların ittifakla kendisine
bey'at ettiği kimseyi hilafetten halletmek maksadıyla Kûfe'ye geldiğini
söyleyip tevilde bulunarak onu öldürmüşlerdi. Sahih-i Müslim'de insanların
böyle bir duruma girmekten sakınmaları gerektiğini bildiren bir hadis varid
olmuştur. Bazı cahillerin hakları olmadığı halde böyle bir tevilde bulunarak
Hz. Hüseyin'i öldürdükleri ifade edilmiştir. Ancak onların, Hz. Hüseyin
tarafından ileri sürülen üç tekliften birini kabul etmeleri gerektiği
anlatılmıştır. Bunlar ümmetten zorba bir grubu yermekle bütün ümmeti yeriyorlar
ve dolayısıyla peygamberini itham ediyorlardı. Aslında hakikat onların iddia
ettikleri gibi değildi, tuttukları yol doğru değildi. Aksine imamların öteden
beri hepsi, Hz. Hüseyin'in ve arkadaşlarının öldürülmesine razı olmamışlardır.
Bundan hoşlanmamışlardır. Sadece Kûfelilerden az bir grup buna razı
olmuşlardır. Allah onlara lanet etsin. Çokları da fasit maksat ve amaçlarına
ulaşmakta onu vasıta etmek için Kûfe'ye gelmesi gerektiğine dair Hz. Hüseyin'e
mektup yazmışlardı.
İbn Ziyad, Kûfelilerin
dünyalık peşinde olduklarım anlayınca onları Hüseyin'e karşı -gerek teşvik
ederek gerek korkutarak- yönlendirdi. Onlar da bu yüzden Hüseyin'den el
çektiler. Onu yardımsız bıraktılar, sonra da öldürdüler. Aslında Irak
ordusundaki askerlerin hepsi, Hz. Hüseyin'in öldürülmesine razı değildi.
Muaviye oğlu Yezid de -doğrusunu Allah bilir ya- buna memnun olmadığı gibi
bundan hoşlanmadığını da belirtmiş değildi. Akla gelen kuvvetli ihtimale göre
Yezid -eğer öldürülmesinden önce- Hz. Hüseyin'in yanma gidebilseydi onu
affederdi. Nitekim babası Muaviye de ona bu şekilde vasiyette bulunmuştu. Zaten
bunu da kendisi açıkça ifade etmişti. Hüseyin'i öldürmesinden dolayı İbn
Ziyad'ı kınamış, ona sövmüştü, zahiri ifadelerinden anlaşılan budur. Ancak
yine de onu görevden azletmemiş ve cezalandırmamıştı. Onu kmayıcı bir haber de
göndermemişti, doğrusunu Allah bilir.
Her Müslünıanın, Hz.
Hüseyin'in öldürülmesi sebebiyle üzülmesi gerekir. Çünkü o, Müslümanların
efendilerinden, sahabelerin âlimlerinden olup Rasûlullah'ın en faziletli kızı
Hz. Fatıma'mn oğluydu. İbadet eden yürekli ve cömert bir kimseydi. Ama belki
de çoğu riyakarlık ve yapmacık hareketlerden ibaret olan -Şiilerin yaptığı
gibi- aşırı derecede vücuda işkence etmek ve matem tutmak, güzel bir davranış
değildir. Hz. Hüseyin'in babası Hz. Ali, daha faziletli bir kimse olup şehid
edildiği halde Şiiler, onun öldürülüş gününü Hz. Hüseyin'in öldürülüş günü gibi
matemle geçirmemektedirler. Babası Hz. Ali, sabah namazına gitmekte iken hicri
kırkbirinci senenin ramazan ayının on yedisinde, cuma günü öldürülmüştü. Hz.
Osman da aynı şekilde öldürülmüş ve o, Hz. Ali'den daha faziletli bir kimse
idi. Ehl-i sünnet ve'1-cemaat bu görüştedir. Hz. Osman, hicri otuzaltıncı
senenin zilhicce ayında teşrik günlerinde evinde mahsur halde iken
öldürülmüştü. Boğazının damarlarına kadar koparılmıştı, ama insanlar onun
öldürülüş gününü matemle geçirmemektedirler. Aynı şekilde Hattab oğlu Ömer de
hem Osman'dan, hem Ali'den daha faziletli idi. Mihrapta sabah namazını kılarken
ve Kur'ân okurken Öldürülmüştü. Ama insanlar, onun öldürülüş gününü matemle
geçirmemektedirler. Ebu Bekir es-Sıddık da Hz. Ömer'den daha faziletli bir
kimse olduğu halde onun vefat gününü hiç kimse matemle geçirmemektedir.
Rasûlullah (s.a.v.), dünya ve ahirette ademoğlu-nun efendisidir. Allah, onun
ruhunu kendisinden Önceki peygamberler gibi teslim aldı, vefat ettirdi. Ama hiç
kimse, ne onun ne de diğer peygamberlerin vefat günlerini şu bilgisiz
Rafizilerin Hz. Hüseyin'in ölüm gününü matemle geçirişleri gibi matemle
geçirmemektedir. Ve hiç kimse bütün bu yüksek şahsiyetlerin vefat günlerinde
Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü günde güneşin tutulması ve semada kızarıklığın
belirmesi gibi harika hallerden birinin zuhur ettiğini iddia etmemiştir.
Bu gibi durumlarda ve
musibetlerde söylenecek en güzel söz, Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'nin, dedesi
Rasûlullah (s.a.v.)'dan rivayet ettiği şu
sözdür:
«Bir Müslüman, başına
gelen bir musibeti -aradan ne kadar zaman geçsede- andığı zaman istirca eder,
(Doğrusu biz Allah'a aidiz ve biz O'na dönücüleriz." derse, Allah ona o
musibete uğradığı gündeki kadar sevap verir.» Bu hadisi, İmam Ahmed b, Hanbel
ile İbn Mace rivayet etmişlerdir. [2]
Müteahhirin ulemasının
çoğuna göre Hüseyin'in mezarı, Hz. Ali'nin şehid edildiği Kerbela nehri
yanındaki Taftadır. Anlatıldığına göre bu şehitlik abidesi, Hz. Hüseyin'in
mezarı üzerine inşa edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. îbn Cerir ile
diğerlerinin anlattıklarına göre Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü yer, belirsiz hale
gelmiştir ki, Amse orayı belirleyecek durumda değildir. Ebu Nuaym Sebil b.
Dekkin, Hz. Hüseyin'in mezarını bildiklerini iddia edenleri reddetmiştir.
Hişam b. Kelbî'nin
anlattığına göre mezarının yerini belirsiz kılmak amacıyla Hz. Hüseyin'in
mezarına su akıtıldığı zaman o su kırk gün sonra çekilip kurudu. Beni Esed
kabilesinden bir bedevi oraya gelip avuç avuç toprağı alıp koklamaya başladı.
Nihayet gelip Hz. Hüseyin'in mezarı başında durdu. Düşüp ağladı ve şöyle dedi:
"Anam babam sana feda olsun, ne kadar da hoş kokuyorsun, toprağın da çok
hoş kokuyor." Böyle dedikten sonra da şu beyti okudu.
"Mezarını
düşmanından gizlemek istediler,
Mezar toprağının hoş
kokması, onun mezarının bulunduğu yeri gösterdi." [3]
Tarihçi ve
siyercilerce meşhur olan kavle göre İbn Ziyad, Hz. Hüseyin'in kesik başını
Muaviye oğlu Yezid'e göndermiştir. Bazıları bunu reddederler. Böyle bir şeyin
olmadığını söylerler. Bence meşhur olan görüşe göre îbn Ziyad, onun kesik
başını Muaviye oğlu Yezid'e göndermiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Bilginler, Hz.
Hüseyin'in kesik başının nereye defnedildiği hususunda da ihtilaf etmişlerdir.
Muhammed b. Sa'd'm rivayetine göre Yezid, Hüseyin'in kesik başını Medine
valisi Amr b. Said'e göndermiş, o da Hüseyin'in başını Hz. Fatıma'nın Baki'de
bulunan mezarının yanına defnetmiştir.
İbn Ebi'd-Dünya'nm
-ikisi de zayıf ravi olan- Osman b. Abdurrah-man ile Muhammed b. Amr b.
Salih'ten yaptığı bir rivayette anlatıldığına göre Hüseyin'in kesik başı,
Muaviye oğiu Yezid'in hazinesinde kalmış ve Yezid'in vefatına kadar o
hazineden çıkarılmamıştır. Daha sonra hazinesinden çıkarılıp kefenlenmiş ve
Şam'daki Babu'l-Feradis'e defnedilmiş tir.
Ben derim ki:
Defnedildiği yer, bugün ikinci Babü'l-Feradis dahilinde Mescidü'r-Re's (baş
mescidi) diye bilinir, tbn Asakir, "Tarih" adlı eserinde Yezid b.
Muaviye'nin dadısı Reyya'nın biyografisinden bahsederken Hz. Hüseyin'in kesik
başı Yezid'in Önüne konulduğunda Yezid'in şu şiiri okuduğunu söylemiştir (Şiir,
İbn Zibara'ya aittir):
"Ah nerede,
Bedir'de şehid olan atalarım,
Hazreçliler, onların
mızrak darbeleri karşısında paniğe kapılmışlardı."
Yezid, daha sonra Hz.
Hüseyin'in kesik başını üç gün süreyle değneğin ucuna takılı bıraktı. Bundan
sonra silah anbanna koydu. Orada Süleyman b. Abdülmelik'in zamanına dek kaldı.
Süleyman b. Abdühnelik, tahta geçtikten sonra bu kesik başı anbardan çıkardı.
Baş, bembeyaz bir kemik olarak kalmıştı. Onu kefenleyip koku sürdükten, üzerine
cenaze namazı kıldıktan sonra Müslüman mezarlığına defnetti. Abbasiler, iktidara
geçtiklerinde kesik başı mezardan çıkarıp yanlarına aldılar. İbn Asakir'in
anlattığına göre Yezid'in dadısı Reyya, Emevi devleti sonrasına kadar yaşamış
olup 100 yaşını geçtikten sonra vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Hicri
400 senesinden Önce başlayıp 660 senesine kadar
Mısır'da hüküm süren
Fatimiler, Hz. Hüseyin'in kesik başının Mısır'a ulaştığını, başı oraya
defnettiklerini ve Mısır'da meşhur olan şehitliği, onun defnedildiği yere inşa
ettiklerini iddia etmişlerdir ki, o şehitliğe Tacü'l-Hüseyin denilmektedir. Bu
şehitliği, hicri 500. seneden sonra inşa etmişlerdi. İlim ehlinden birçok
imam, bunun asılsız bir iddiadan ibaret olduğunu ve Fatimilerin böyle demekle
Rasûlullah'ın kızı Fatıma'nın soyundan gelmekte olduklarına dair ileri
sürdükleri batıl iddiayı revaçlandırmak istediklerini söylemişlerdir.
Fatimilerin bu iddiası asılsız olup kendileri de hain ve yalancıdırlar. Kadı
el-Bakülanî ile birçok önde gelen ulema da bunun kesinlikle yalan olduğunu
ifade etmişlerdir. Yeri geldiğinde bunu inşallah detaylı olarak açıklayacağız.
Ben derim ki:
İnsanların çoğu, Fatimilerin bu iddialarına aldanmış-lardır. Güya onlar kesik
başı Mısır'a getirip Tacü'l-Hüseyin şehitliğinde defnetmişler ve: "Burası
Hüseyin'in kesik başının bulunduğu yerdir." demişlerdir, İnsanlar da
onların bu yalanlarına inanmış ve bunun gerçek olduğuna kanaat getirmişlerdir,
doğrusunu Allah bilir. [4]
Buharı, İbn Ebi
Nuaym'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Iraklı bir adamın muharrem
ayında kara sineğin öldürülmesinin hükmünü kendisine sorduğunda Abdullah b.
Ömer'in şöyle dediğini işittim: "Iraklılar, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızının
oğlunu öldürmüş oldukları halde karasineğin öldürülmesinin hükmünü soruyorlar!
Oysa Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin hakkında: "Bu ikisi benim
dünyadaki reyhanlarım-dır." demiştir.»
Tirmizî, Muhammed b.
Ebi Yakub'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Iraklılardan biri, sivri sineğin
kanının elbiseye bulaşmasının hükmünü İbn Ömer'e sordu. O da şöyle karşılık
verdi: ''Iraklılara bakın hele! Muhammed (s.a.v.)'m kızının oğlunu
Öldürdükleri halde sivri sineğin kanının hükmünü soruyorlar."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûluîlah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin
hakkında şöyle demiştir: "Bunları seven, beni de sevmiş olur. Bunlara
öfke duyan, bana da öfke duymuş olur."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatima'ya bakıp: "Sizinle savaşanla ben
savaşırım, sizinle barışanla da barışırım." dedi.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Hasan ve Hüseyin'i yanma alarak bize geldi.
Bunlardan biri onun
bir omuzunda, diğeri de öbür omuzunda idi. Kah şunu öpüyor, kah diğerini
öpüyordu. Bu halde yanımıza geldi. Adamın biri kendisine: "Ya Rasûlallah,
vallahi sen bu ikisini seviyorsun." deyince Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı
verdi: Bunları seven, beni de sevmiş olur Bunlara öfke duyan, bana da öfke
duymuş olur.»
Ebu Ya'lâ el-Musilî,
Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ehl-i beytinden
en çok kimi seversin?" diye sorulunca Rasûlullah (s.a.v.): "Hasan ile
Hüseyin'i..." diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki: "Bana
oğullarıim çağırın. Hasan ile Hüseyin yanma geldiklerinde onları koklar ve
bağrına basardı."
îmam Ahmed b.Hanbel,
Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), sabah namazına çıkarken altı ay süreyle Fatıma'mn evine uğruyor ve
şöyle diyordu: "Ey hane halkı, haydi namaza! Şüphesiz Allah, sizden kusuru
giderip sizi tertemiz yapmak ister."
Tirmizî, Berra'dan
rivayet ederek şöyle dedi:
«Rasûlullah
(s.a.v.), Hasan ile Hüseyin'e bakıp:ftAllah'ım, ben bu ikisini seviyorum, sen
de bunlan sev." dedi.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Büreyde'nin babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), bize hutbe irad ediyordu. Aniden Hasan ile Hüseyin çıkageldiler.
Üzerlerinde kırmızı renkli gömlekler vardı. Yürüyorlar, bazen de tökezleyip,
düşe kalka geliyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), minberden inip onları kucakladı
ve önüne oturttu. Sonra da şöyle dedi: Yüce Allah doğru söylemiş: "Doğrusu
mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır." Ben şu iki çocuğun düşe kalka
geldiklerini gördüm, dayanamadım, sözümü kesip bunlan yanıma aldım."
Tirmizî, Ya'lâ b.
Mürre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hüseyin
bendendir, ben de Hüseyin'denim. Allah, Hüseyin'i seveni sevsin. Hüseyin,
ümmetlerden bir ümmettir."
Taberanî, Ya'lâ b.
Mürre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hasan
ile Hüseyin, ümmetlerden iki ümmettir." .
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Said el-Hudrî'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hasan ile Hüseyin cennetliklerin gençlerinin efendileridirler."
Ebu'l-Kasım el-Beğavî,
Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hasan ile Hüseyin, teyze oğulları Yahya ile İsa dışındaki cennetliklerin
gençlerinin efendisidirler."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Sabit'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:
"Ali oğlu Hüseyin
mescide girdi. Cabir b. Abdullah da şöyle dedi: "Cennet ehlinin
gençlerinin efendisine bakmak isteyen kimse şuna baksın. Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın böyle dediğini işittim."
Tirmizî ile Neseî, Zer
b. Hubeyş'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Hüzeyfe'nin
annesi, Hüzeyfe'yi Rasûlullah'a gönderdi ki, Rasûlullah hem kendisi, hem de
oğlu Hüzeyfe için mağfiret dilesin. Hüzeyfe de bu olayla ilgili olarak şöyle
dedi: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gittim, onunla beraber akşam namazını
kıldım. Sonra yatsı vaktinde de namazı onunla beraber kıldım. Rasûlullah,
namazdan sonra gitti. Ben de peşine takıldım, sesimi işitince arkasına dönüp
bakmadan: "Kim o, yoksa Hüzeyfe mi?" diye sordu. Ben de "Evet"
diye cevap verince o şöyle dedi: "Ne ihtiyacın var, Allah seni ve ananı
bağışlasın. İşte şurada bir melek var, bu geceden önce yeryüzüne inmiş değildi.
Bana selam vermek ve Fatıma'mn cennetlik kadınların hanımı olduğunu, Hasan ile
Hüseyin'in de cennetlik gençlerin efendileri olduklarım bana müjdelemek için
Rabbinden izin istemiş."
Sonra Tirmizî, bu
hadisin hasen ve garib olduğunu söylemiştir. Ali, Hüseyin, Ömer, îbn Ömer, İbn
Abbas, îbn Mesud ve diğerleri tarafından da bunun gibi hadisler rivayet
edilmiştir. Ancak bütün bunların se-nedlerinde zayıflık vardır. Doğrusunu Allah
bilir.
Ebu Davud et-Teyalisî,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m
Hasan ile Hüseyin hakkında şöyle buyurduğunu işittim: Beni seven şu ikisini de
sevsin."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la beraber yatsı namazını kılıyorduk. Secdeye vardığında Hasan ile
Hüseyin onun sırtına atladılar. Başını secdeden kaldırdığında onları yumuşakça
tutup yere indirdi. Tekrar secdeye vardığında onlar yine sırtına atladılar.
Nihayet namazım tamamladı, sonra onları dizlerinin üzerine oturttu. Ben kalkıp
yanma gittim ve: "Ya Rasûlallah, bunları annelerine götüreyim mi?"
diye sorduğumda bir şimşek çaktı. Rasûlullah da onlara: "Haydi annenize
gidin" dedi ve ikisi annelerinin yanma varıncaya kadar şimşeğin aydınlığı
devam etti."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), ben uykudayken yanıma geldi. Hasan veya Hüseyin, içecek birşeyler
istediler. Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp bir koyunumuzu sağdı. Sütü, içmek
isteyen çocuğa içirirken diğeri geldi. Rasûlullah, onu uzaklaştırdı. Fatıma da:
"Ya Rasûlallah, öyle sanıyorum kî, bunu diğerinden daha çok seviyorsun,
öyle değil mi?" diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.): "Hayır, ama bu
ondan önce istemişti." diye cevap verdi. Sonra da şöyle dedi: "Ey
Fatıma, doğrusu ben, sen, şu iki çocuk ve Şurada yatmakta olan (Ali), kıyamet
gününde aynı yerde olacağız."
Rivayetlerde sabit
olduğuna göre Hz. Ömer, Hasan ile Hüseyin e ıkramda bulunur, onları sırtına
alır, babalarına m'al verdiği gibi onlara da verirdi. Bir defasında Yemen'den
elbiseler getirilmiş idi. Hz. Ömer, bu elbiseleri sahabelerin çocuklarına
paylaştırdı, ama Hasan ile Hüseyin'e birşey vermedi ve: "Bu elbiseler
arasında Hasan ile Hüseyin'e layık olan yok." dedi. Sonra Yemen valisine
emir gönderdi. Onlara münasip iki elbise diktirdi.
Muhammed b. Sa'd,
Ayzar b. Hinisin şöyle dediğini rivayet etmiş. tir:
"Bir ara Amr b.
As, Ka'be'nin gölgesinde oturmakta iken Hz. Hüseyin'in gelmekte olduğunu gördü
ve şöyle dedi: "Bu, yeryüzü sakinleri arasında göktekilerin ençok sevdiği
insandır."
Zübeyr b. Bekkar,
Cafer'in babası Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Hasan, Hüseyin, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Cafer ile bey'atlastı.
Bunlar henüz buluğa ermemiş küçük çocuklardı. Rasûlullah (s.a.v.), bizden başka
küçüklerle bey'atlaşmış değildir." Bu, mürsel ve garib bir rivayettir.
Muhammed b. Sa'd,
Abdullah b. Ubeydullah b. Umeyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ali'nin oğlu
Hüseyin yirmibeş kez yaya olarak hac etti. Develeri Önü sıra yürümekteydiler,
onlara binmiyordu."
Doğrusu şu ki;
develere binmeksizin yaya olarak hacca giden zat, Hüseyin'in kardeşi Hasan'dır.
Nitekim Buharı de böyle rivayet etmiştir.
Medainî dedi ki:
"Hasan ile Hüseyin arasında bir tartışma oldu. Birbirlerine darıldılar.
Bir süre sonra Hasan, Hüseyin'e gidip üzerine yumuldu ve başını öpmeye
başladı. Hüseyin de kalkıp onu öptü ve şöyle dedi: "Aslında önce benim
gelmem ve seninle barışmam gerekirdi, ama fazilete senin benden daha layık
olduğunu gördüğümden senin hak ettiğin fazileti senden almak istemedim. Önce
gelip barışman sebebiyle fazileti senin kazanmanı istedim."
Asmaî, İbn Avn'm şöyle
dediğini anlatır;Hasan, şairlere armağan verdiği için Hüseyn'e kmayıcı ve
ayıplayıcı bir mektup gönderdi. Hz. Hüseyin de bu mektuba cevaben şöyle dedi:
"Malın en güzeli, insanın ırzını ve onurunu koruyan maldır."
Taberanî, Süleyman b.
Heysem'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Hz. Hüseyin, Kabe'yi tavaf
ediyordu. Hacer-i Esvedi istilam etmek istedi, ancak kalabalıktan ötürü buna
imkan bulamadı. Adamın biri orada bulunan Ferezdaka Hz. Hüseyin'i göstererek:
"Şu kimdir* ey Ebu Fi-raz!" diye sorunca Ferezdak şöyle cevap verdi:
"Bu, öyle bir
kimsedir ki Batha vadisi onun adım atışını tanır,
Beyt onu tanır, Hil ve
Harem onu tanır.
Bu, Allah'ın
kullarının en hayırlısının oğludur.
Bu, takva sahibi,
seçkin, teiniz ve özel bir kimsedir.
Hatim'in duvarları,
elini sürdüğünde onun avucunu tanıdığından neredeyse yakalamak üzeredir.
Kureyşliler, onu
gördüklerinde sözcüleri şöyle der: Bunun ahlakî üstünlüğü, üstünlüklerin son
noktasıdır.
Bazen utandığından
susar, bazan heybetinden ötürü susar.
Ancak gülümserken
konuşur.
Elinde bir hayzuran
vardır. Kokusu zarif ve güzeldir
Öyle bir el ki, takva
sahibidir. Onun burnundan da kokular gelir,
Nesebi öz be öz
Rasûlullah'tandır.
Unsurları hoştur,
ahlak ve karakteri güzeldir.
Rahvan at bile onun
ahlaki üstünlüklerinin son noktasına koşarak ulaşamaz.
Ne kadar da gayret
gösterip kerem sahibi olsalar, hiçbir kavim onun ahlaki üstünlüğüne ulaşamaz.
Allah'ı tanıyan,
Hüseyin'in evveliyatım da tanır, bilir.
İslâmiyet, onun
ailesinden ümmetlere ulaşmıştır.
Onlar hangi
aşirettirler, onların boyunları ne şuna, ne de ona eğilip büküldü. Onların
evveli de nimettir."
Taberanî,
"el-Mu'cemu'l-Kebir" adlı eserinde Hz. Hüseyin'in biyografisinden
bahsederken Ferezdak'a ait olan bu şiirin Hz. Hüseyin hakkında söylendiğini
nakietmiştir ki, bu tuhaftır. Meşhur rivayete göre Ferezdak, bu şiiri, Hz.
Hüseyin için değil de onun oğlu Ali için söylemiştir. Bu, akla daha uygundur.
Zira Ferezdak, Hz. Hüseyin'i hac dönüşünde Irak'a giderken görmüştü. Hz.
Hüseyin, Ferezdak'tan Iraklıların durumunu sormuş, o da önceki kısımlarda
naklettiğimiz şekilde anlatmıştı ve Hz. Hüseyin, Ferezdak'tan ayrıldıktan
birkaç gün sonra öldürülmüştü. Onun Beyt'i tavaf ettiğini ne zaman görmüştü?
Doğrusunu Allah bilir.
Hişam, Avane'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Ubeydullah b. Ziyad, Ömer b. Sa'd'a şöyle bir
soru sordu:
- Hüseyin'i öldürme
hususunda sana gönderdiğim mektup nerede?
- Ben senin emrini
yerine getirdim, ama mektup kayboldu.
- Mektubu
getireceksin.
- Kayboldu.
(Vallahi getireceksin.
Mektup bir yere bırakılmıştır herhalde. Al-lah'a yemin ederim ki, Kureyş'in
acuze kadınlarına bu mektup okunacaktır. Ben de Medine'ye gidip onlardan özür
dileyeceğim. Allah'a ye-mın ederim ki, Hüseyin'in öldürülnıemesi için sana çok
nasihat ettim.
Eğer bu nasihatlan
Sa'd b. Ebi Vakkas'a yapmış olsaydım daha iyi olurdu. Ben onun için gerekeni
yaptım.
Orada bulunan
Ubeydullah'm kardeşi Osman b. Ziyad da şöyle de di:
- Vallahi Ömer doğru söylüyor. Allah'a yemin
ederini ki keşke Hüseyin öldürülmeseydi de kıyamete kadar Ziyad oğullarının
burnunda hızma takılı olsaydı, ben buna da razı olurdum. Keşke Hüseyin Öldürülmeseydi.
Allah'a yemin ederim
ki Osman'ın bu sözlerini Ubeydullah b. Ziyad reddetmedi." [5]
Ebu Bekir b. Kamil,
Abdullah b. İbrahim'den naklederek Hz. Hüseyin'in şöyle bir şiir inşad etmiş
olduğunu söylemiştir:
"Yaratıcıya bak,
yaratılana aldırma, O zaman yalancıya da doğruya da efendi olursun. Rahman'm
lütfundan rızık iste, Allah'tan başkası rızık veren değildir. İhtiyacını
insanların gidereceğini sanan kimse, Rahman1 a güven duymuyor, demektir.
Ya da bir kimse,
elindeki malın sırf kendi kazancı olduğuna inanırsa,
Ayakkabıları onu tâ
yükseklerden kaydırıp düşürür."
A'nıeş, Hz. Hüseyin'in
şöyle bir şiir inşad ettiğini söylemiştir:
"Kişinin malı
arttıkça, Düşüncesi, kederi ve meşguliyeti de artar,
Ey yaşantısı kederli
olan ve yaşamak tasasında olan, seni tanıdık. Ey her yok olup vücudu çürüyen
kişinin evi, seni de biliyoruz. Eğer sırtında evladu'iyal yükü varsa, zahit
kimse zühdü saf bir şekilde talep edemez."
Ishak b. İbrahim dedi
ki: Bana ulaşan bir habere göre Hz. Hüseyin, Baki'deki şehitliği ziyaret edip
şöyle bir şiir okumuştu:
"Mezar
sakinlerine seslendim, sustular. Sustukları için bana taş ve topraklar cevap
verdi. Dedi ki: Biliyor musun sakinlerime ne yaptım?
Etlerini parçaladım,
elbiselerini paraladım,
Gözlerine toprak
doldurdum,
O gözler ki daha Önce
azıcık tozdan rahatsız olurlardı.
Kemiklere gelince
onları da parçaladım,
Öyle ki, eklemler ve
uçlar birbirlerinden ayrıldılar.
Ağıt sahibini bundan kopardım,
böylece,
Onu çürümeye mahkum
dağınık vaziyette bıraktım."
Hz. Hüseyin'in şu
şiiri de söylediği rivayet edilmiştir:
"Eğer dünya
kıymetli sayılıyorsa,
Allah'ın sevap yurdu,
daha yüce ve daha kıymetlidir.
Eğer bedenler ölüm
için yaratılmışlarsa,
Kişinin Allah yolunda
kılıçla öldürülmesi daha faziletlidir.
Eğer rızıklar takdir
edilmiş şeyler ise,
Kişinin rızık için az
çabalaması daha güzeldir.
Eğer malların tamamı
terk edilecekse,
Kişinin terk edilecek
bu inallar için cimrilik yapması niye?"
Şiirlerinden biri de
Zübeyr b. Bekkar'ın söylediği ve karısı Rebab binti Enif le ilgili şu şiiridir:
Rebab, Hz. Hüseyin'in kızı Sekine'nin an-nesidir. Şiir şudur:
"Ömrüme yemin
olsun ki ben Sekine ile Rebab'ın yaşadığı bir evi çok severim.
Sekine ile Rebab'ı da
severim. Onlara malımın hepsini harcarım.
Onların yüzünden
kimsenin beni kınamaya hakkı yoktur.
Ben -beni kmasalar da-
hayatım boyunck veya mezar altına girsem de onlara itaat etmem."
Rebab'ın babası, Ömer
b. Hattab'm huzurunda Müslüman oldu. Hz. Ömer, onu kavminin başına emir yaptı.
Hz. Ömer'in yanından çıkıp giderken Ebu Talib oğlu Ali ondan, kızım oğlu
Hasan'a veya Hüseyin'e vermesini istedi. O da kızı Selma'yı Hasan'la
evlendirdi. Rebab'ı da Hüseyin'le evlendirdi. Hz. Ali'nin kendisine de üçüncü
kızı Mahya'yı verdi. Bütün bu evlendirme işi aynı saatte oldu. Hz. Hüseyin, eşi
Rebab'ı çok sevdi, onu beğeniyordu, onun için şiirler yazıyordu. Kerbela'da
şehıd edildiğinde Rebab onun yanındaydı. Öldürülüşüne çok üzüldü. Anlatıldığına
göre Rebab, bir sene müddetle Hz. Hüseyin'in mezarı başında durmuş, sonra şöyle
diyerek ayrılıp gitmişti: "Bir seneye kadar bekledim, sonra selamın adı
üzerinize olsun. Bir sene müddetle ağlayan kım-Se artık görevini yapmış
olur."
Hz. Hüseyin'in
şehadetinden sonra Kureyş eşrafından çokları Re-bab'la evlenmeye talib oldular,
ancak o, bu talebleri reddederek şöyle dedi: "Rasûlullah'tan sonra
başkasını kendime kayınpeder edinmem Allah'a yemin ederim ki, Hüseyin'den sonra
artık başka bir erkekle aynı evde durmam." Vefat edinceye kadar Hz.
Hüseyin'in yasını tuttu. Anlatıldığına göre Hz. Hüseyin'in şehadetinden sonra
çok kısa bir süre yaşamıştır, doğrusunu Allah bilir. Kızı Sekine, insanların
en güzeliydi. Hatta zamanında ondan daha güzel kimse olmadığı söylenmiştir.
Doğrusunu Allah bilir.
Ebu Mihnef,
Abdurrahman b. Cündeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüseyin'in
Öldürülmesinden sonra İbn Ziyad, Kûfelilerin eşrafını araştırdı. Yanma çağırdı,
ancak Ubeydullah b. Hür b. Yezid'i göremedi, onu arattı. Ancak o birkaç gün
sonra İbn Ziyad'm yanma geldi. İbn Ziyad, ona sordu:
- Ey İbn Hür,
neredeydin?
- Hastaydım.
- Gönül hastası mı
yoksa beden hastası miydin?
- Gönlüm hiç
hastalanmadı. Bedenime gelince Allah, ona afiyet verme lütfunda bulundu.
- Yalan söylüyorsun
aksine sen düşmanlarımızla beraberdin.
- Eğer düşmanlarınla
beraber olsaydım, benim gibi birinin yeri gizli kalmazdı. İnsanlar bu durumu
görürlerdi.
Bu konuşmasıyla, İbn
Ziyad'ı aklen mağlup etti. Dışarı çıkıp atına bindi, sonra da şöyle dedi:
- İbn Ziyad'a deyin
ki, artık itaat ederek onun yanına gelmeyeceğim.
İbn Ziyad da:
- Ey İbn Hür nereye
gidiyorsun? dedi. Ancak Ubeydullah b. Hür çekip gitti. İbn Ziyad: "Onu
bana getirin." dedi. Muhafızlar onu aramaya çıktılar, yanına vardıklarında
Ubeydullah hoşlarına gitmeyecek ağır sözler söyledi. Hz. Hüseyin'den,
kardeşinden, babasından hoşnudoldu-ğunu ifade etti. Sonra da İbn Ziyad hakkında
onlara çok ağır sözler sar-fetti ve onlara teslim olmayıp Hüseyin ile
arkadaşları hakkında şu şiiri okudu:
"Göçen ve
hakkıyla göçen emir diyor ki, Dikkat et! Sen Fatınaa'mn oğlunu şehid edip
öldürdün. Eyvah, ben niye ona yardım etmedim?
Niye onunla beraber
olmadım, ondan ayrı durdum. Vah bana, Allah, ona yardım etmek için meydana
çıkıp savaşanların ve şehid olanların ruhuna devamlı rahmet yağmuru yağdırsın.
Onların cesetlerinin
ve mezarlarının yanı başında durdum.
Sanki iç organlar
paralanıyor, gözler yaş akıtıyordu.
Ömrüme yemin ederim
ki, onlar hızla savaşa ve kavgaya giriştiler,
kızgın aslanlar gibi,
Peygamberlerinin
kızının oğluna yardım etmek için kılıçlarıyla Ga-
bıl aslanları gibi
savaşa giriştiler.
Eğer şu takvalı
canları yeryüzünde öldürürseniz,
Bende buna karşı
koymak için barikatlar kurarım.
Görenler görmediler
mi, ölüm anında onun yanından kaybolup gittiler. Onlar aslanlar gibi önderler
ve güller idiler.
Sen haksız yere onları
Öldürdükten sonra dostluğumuzu mu umarsın.
Böyle haince planlar
kuran, bizimle uyum sağlayamaz.
Ömrüme yemin ederim
ki, onları öldürmekle bize karşı çıkmış oldunuz.
Bizden nice adamlar
var ki, sizden onun intikamını alacaktır.
Haktan sapan zalim bir
gruba karşı,
Büyük bir askeri
birlikle hücum etmeye defalarca niyetlendim. Ey İbn Ziyad, bizimle savaşmaya
hazır ol. Öyle dar bir yerde seni sıkıştıracağım ki belini kıracağım."
Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Süleyman b.'Kuteybe, Hz. Hüseyin için şu mersiyeyi
okumuştu:
"Haşimi
ailesinden Tafta öldürülen var ya,
Onun boynu
Kureyş'inkinden daha bükük oldu.
Sığındığı halde peşine
düştüğünüz zaman siz hidayet yolunu kaybedip sapan Ad kavmi gibi oldunuz.
Muhammed ailesinin
evlerine uğradım.
O evleri de her
uğradığımda boynu bükük halde gördüm.
Onu Öldürenler bizim
için koyun idiler. Sonra zayıf düşmüş, terkedilmiş develer oldular.
Bu metruK develer
çoğalıp büyüdüler,
Allah, diyarı ve
ehlini birbirlerinden uzaklaştırmasın,
Bence onlardan biri
olursan süslenirsin,
Kays fakir düşerse,
onun fakirini deneriz.
Ama ayağımız
kaydığında Kays bize tükürdü.
Yezid'in yanında bir
damla kanımız vardır.
Fırsat düştüğünde bir
gün onun cezasını vereceğiz.
Görmezmisin ki
Hüseyin'in Öldürülmesi sebebiyle,
Yeryüzü hastalandı,
beldeler titredi."
Bu senede, (hicretin
altmış birinci senes
inde), Hz. Hüseyin'in
şehid edilmesinden sonra vuku bulan hadiseleri şöylece sıralayabiliriz: Bu senede
Muaviye oğlu Yezid, Süllem b. Ziyad'ı Sicistan ve Horasan valiliğine tayin
etti. O esnada Süllem, yirmidört yaşındaydı. Yezid, onun kardeşleri Abbad ile
Abdurrahman'ı görevden azletmişti. Süllem atandığı göreve giderken savaşçıları
ve eşrafı seçti. İnsanları cihada teşvik etti Sonra Türk beldelerine gazaya
gitmek üzere büyük bir ordu ile yola çıktı. Yanında da eşi Ümmü Muhammed binti
Abdullah b. Osman b. Eb'il-As vardı. Araplardan o mıntıkadaki nehri geçen ilk
kadın bu oldu ve orada bir çocuk doğurdu, adını Süfda (Safedi) koydular. Soğd
valisinin karısı, altın ve incilerle süslenmiş tacını Süllem'in karısı Ümmü
Muham-med'e gönderdi. Müslümanlar, bundan önce o beldelerde kışı geçirmezlerdi,
ilk olarak Süllem b. Ziyad orada geçirdi. Mühelleb b. Ebi Süfra'yı, Türk şehri
Harezm'e gönderdi. Gidip Harezm'i kuşattı. Harezmiler 25.000.000 dirhem vermek
şartıyla onunla barış antlaşması yaptılar. O da onlardan para yerine eşya
alıyor ve eşyaları yarı kıymetine satıyordu. Böylece onlardan 50.000.000
dirhem değerinde eşyayı ganimet olarak almış oldu. Böylece Mühelleb, Süllem b.
Ziyad'ın yanında itibar sahibi oldu, değer kazandı.
Bundan sonra Süllem,
ganimetlerden bir kısmını seçerek Merzu-ban'ın komutasındaki bir heyetle Yezid
b. Muaviye'ye gönderdi.
Süllem,
Semerkandlılarla da bol miktarda ganimet karşılığında barış antlaşması yaptı.
Hicri altmışbirinci
senede Yezid, Amr b. Said'i Haremeyn (Mekke-Medine) valiliklerinden azletti,
oraya Velid b. Utbe b. Ebi Süfyan'ı yeniden tayin etti. Velid, Medine'ye
yerleşti. Bunun sebebi de şuydu: İbn Zü-beyr, Hz. Hüseyin'in şehid edildiğini
duyunca insanlara hutbe irad etmeye, hutbelerinde Hz. Hüseyin'i ve adamlarını
öldürmenin büyük bir günah olduğunu söylemeye, Hüseyin'i yardımsız
bıraktıklarından ötürü Kûfelilerle Iraklıların tamamını ayıplamaya,
Hz.Hüseyin'e rahmet okumaya, onu öldürenleri lanetlemeye ve şöyle demeye
başladı: " vallahi Hüseyin'i öldürdüler. Fakat o, geceleri uzun müddet
namaz kılar, çok günlerde oruç tutardı. Vallahi o, Kur'âm bırakıp ta şarkılar
ve eğlencelerle vakit geçirmezdi. Allah korkusundan ağlamayı bırakıp ta boş
sözler ve türkülerle uğraşmazdı. Orucu bırakıp da devamlı içki içmez ve haram
yemezdi. Zikir halkalarında oturmayı bırakıp da av peşine düşmezdi (Bu
sözlerle Yezid b. Muaviye'yi taşlıyordu). Onlar ileride uçuruma
yuvarlanacaklardır."
Bu sözlerle halkı
Emevilere karşı kışkırtıyor, Yezid'e muhalefete sürüklüyor, onu halletmelerini
istiyordu. Çok kimseler, gizlice ona bey'at ettiler. Bu bey'atı açığa vurmasını
kendisinden istediler, ancak o, Amr b. Said orada vali iken bunu yapma imkanı
bulamadı. Amr, ona karşı sert davranıyordu, ama içinde ona karşı merhamet
vardı. Medinelilerle diğerleri onunla antlaştüar. Halk şöyle dedi:
"Hüseyin öldürüldüğüne göre artık hilafet hususunda kimse İbn Zübeyr'le
çekişemez." Yezid, bu haberi duyunca çok ağrına gitti. Ona: "Eğer
dilerse Amr b. Said, İbn Zübeyr'in başını koparıp sana gönderebilir, ya da
Harem'den kovun-caya kadar onu kuşatma altına alabilir." dediler. O da
haber gönderdi. Amr b. Said'i azletti, yerine Velid b. Utbe'yi vali olarak
atadı. Bu azil ve atama işinin hicri altmışbirinci senenin zilhicce ayı başında
yapıldığı
söylenir.
Bu senede Velid,
insanlara haccettirdi. Yezid de ona: "İbn Zübeyr'i gümüş zincire vurmuş
olarak bana göndereceksin." diye yemin verdi. Ayrıca yemininin yerine
getirilmesini sağlamak ve zincirin başkaları tarafından görülmesini önlemek
amacıyla ipek bir bornozla gönderdi, zinciri bornozun içine yerleştirdi.
Haberci, Medine'de bulunan Mer-van'ın yanına vardığında görevini ona anlattı.
Yanındaki zinciri de gösterdi. Bunun üzerine Mervan, şöyle bir şiir okudu:
"Al bunu,
değerli, olanın planı değil bu,
Onda aşağılaşan bir
kişinin işleri ve sözleri var.
Ey Amir, bunlar sana
bir plan kurdular,
İşte bu, komşuların
tığında olan bir iptir.
Sen herkese öğüt
verirken,
Atılan kovaya
"bir git, bir gel" deniyor."
Gelen elçiler Abdullah
b. Zübeyr'in yanma vardıklarında Mervan, oğulları Abdülmelik ile Abdülaziz'i
gönderdi ki bu şiiri İbn Zübeyr'e okusunlar ve ne cevap vereceğim akıllarına
koyup getirsinler. Mervan, oğullarına dedi ki: "Bu şiirimi mutlaka îbn
Zübeyr'e işittirin." Mer-van'ın oğlu Abdülaziz diyor ki: Yezid'in elçileri
İbn Zübeyr'in yanma varıp oturduklarında ben de bu şiiri ona okumaya başladım.
O dinliyordu, dönüp bana şöyle dedi: "Babanıza gidin ve şöyle dediğimi ona
anlatın:
"Ben öyle bir
soydan geliyorum ki,
Kamışlarla bıçaklar
karşılaştığında onu kıran sağırlaşır, Ben haktan başkasına yumuşamam.
Çiğneyene taş
yumuşayıncaya kadar haktan başkasına boyun eğmem."
Abdülaziz diyor ki:
"Hangisinin daha şaşkınlık verici olduğunu anlayamadım."
Ebu Ma'şer dedi ki:
Hicri altmışbirinci senede Haremeyn emin iken Velid b. Utbe'nin insanlara
haccettirmiş olduğu hususunda Şjy^er arasında ihtilaf yoktur. O zaman Basra ve
Küfe valiliği Ubeydullah b.
Ziyad'm; Horasan ve
Sicistan valiliği, Ubeydullah b. Ziyad'm kardeşi Süllem b. Ziyad'm; Küfe
kadılığı Şüreyh'in, Basra kadılığı da Hişam b. Hübeyre'nin uhdesinde idi. [6]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/286-327.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/327-333.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/333-334.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/334-335.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/335-340.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/340-346.