Abdullah
B. Zübeyr Zamanında Ka'be'nin Yıkılması Ve Yeniden İnşası
Abdülmelîk
B. Mervan'ın Halifeliği
Hz.
Hüseyin'i Öldüren Birliğin Komutanı Şîmr B. Zilcevşenin Öldürülmesi
Hz.
Hüseyinin Başını Koparan Havla B. Yezid El-Esbahfnin Öldürülmesi
Hüseyin'i
Öldürenlerin Emiri Ömer B. Sa'd B. Ebi Vakkas'ın Öldürülmesi
Bu senede yaşı küçük
bir sahabe olan Misver b. Mahreme b. Nevfel de İbn Zübeyr'le birlikte Mekke'de
iken kendisine isabet eden bir mancınık taşı yüzünden vefat etmiştir. Hatim'de
namaz kılmakta iken ruhunu teslim etmişti. Mekke kuşatması altında öldürülen
önde gelen sahabelerdendi. Asıl soy kütüğü şöyledir: Misver b. Mahreme b.
Nevfel Ebu Abdurrahman ez-Zührî. Annesi, Atike'dir. Atike, Abdurrahman b. Avfm
kızkardeşidir.
Misver, sahabe olup
hadis rivayet etmiştir. Muaviye'nin yanına gelmiş, onunla görüşmüştü. Hz. Ömer
zamanında da devamlı olarak onun yanında bulunurdu. Rivayete göre o, senenin
bütün günlerini oruçlu olarak geçirirmiş. Mekke'ye geldiği zaman Kabe'den uzak
kaldığı her-gün için yedi tavaf yapmış ve iki rekat namaz kılmıştır.
Anlatıldığına göre
Kadisiye savaşında altından bir ibrik görmüş. Yakutla süslenmiş olan bu ibriğin
ne olduğunu anlayamamış. Farslar-dan bir adam onunla karşılaşmış ve ona:
"Şu ibriği bana 10.000 dirheme sat." deyince, ibriğin kıymetli
olduğunu anlamış ve Sa'd b. Ebi Vakkas'a hediye edip göndermişti. O da bu
ibriği 100.000 dirheme satmıştı.
Muaviye vefat ettiği
zaman Misver, Mekke'ye gitmiş, îbn Zübeyr'in yanmda iken-kendisine mancınık
taşı isabet etmiş ve beş gün sonra vefat etmişti. Çünkü Şamlı askerler,
Ka'be'ye mancınıkla taş atıyorlardı. Bu taşlardan biri kendisine isabet edince
Misver vefat etmiş ve cenazesini Abdullah b. Zübeyr yıkamış, sonra onu
başkalarının yardımıyla alıp Hacun'a götürmüştü. Çünkü Şamlı askerler,
Ka'be'nin yanındaki ölülerin cesetlerine basıp dolaşıyorlardı.
Misver b. Mahreme, Hz.
Ömer'in hilafeti zamanında gıda maddesi stok etmiş, gökte bulut görünce bu
stokçuluktan hoşlanmamış, sabah olunca pazara giderek: "Her kim gelirse
stok ettiğim gıda maddesini kendisine veririm." demiş, böyle dediğini
duyan Hz. Ömer: "Ev Ebu Mahreme, sen delirdin mi?" diye sormuş. O da
şu cevabı vermişti: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki ey mü'minlerin emin,
ben delirmedim, ama gökte bir bulut gördüm. Stok ettiğim gıda maddesi sayesinde
kazanç sağlamaktan hoşlanmadım." Böyle demesi üzerine Hz. Ömer, ona:
"Allah sana hayır mükafat versin." demişti.
Misver, hicretin
ikinci senesinde Mekke'de doğmuştu. [1]
Hz. Ömer'in hilafeti
zamanında doğdu. Anası Hz Ebu Bekir'in kızı Esma'dır. Münzir, Muaviye'nin oğlu
Yezid'le birlikte istanbul a gazaya gitti. Muaviye'nin yanına gelmiş, Muaviye,
ona 100.000 dirhem para ve ikta olarak da bir arazi vermişti. Ancak Münzir bu
parayı ve araziyi teslim almadan Muaviye vefat etti.
Münzir b. Zübeyr ile
Osman b. Abdillah b. Hakim b. Hizam, gündüzleri Şamlılarla savaşıyorlar,
geceleyin ise onlara yemek veriyorlardı. Münzir, kardeşi Abdullah b. Zübeyr'le
birlikte Mekke'de kuşatma altında iken öldürüldü. Muaviye vefat ettiği zaman
Münzir'e, kendisini defnetmek için mezarına inmesini vasiyet etmişti. [2]
Dindar ve faziletli
bir gençti. Mus'ab, Mekke kuşatması zamanında Abdullah b. Zübeyr'le beraber
öldürüldü.
Harre vak'ası
esnasında öldürülenlerden bazıları da şunlardır: Mu-hammedb. Übeyy b. Ka'b,
Abdurrahmanb. Ebi Katade, EbuHakimMu-az b. Haris el-Ensârî. Hz. Ömer, bu zatı
imam olarak görevlendirmişti.
Harre savaşında Ümraü
Seleme'nin kızı Zeyneb'in iki oğlu ile Zeyd b. Muhammed b. Seleme el-Ensârî ve
Zeyd'le birlikte yedi kardeşi de öldürülmüştü. Bunlardan başka öldürülenler de
vardı. Allah hepsine rahmet etsin ve hepsinden razı olsun.
Hicretin
altınışdördüncü senesinde Ahnes b. Şureyk de vefat etti. Bu zat, Mekke fethinde
hazır bulunmuş ve Hz. Ali'nin yanında Sıffin savaşma katılmıştı.
Bu senede çok savaşlar
ve doğu illerini kapsayan fitneler vuku buldu. Abdullah b. Hazm adında biri,
Horasan'a giderek o mıntıkayı istila etti. O beldelerin valilerini mağlup edip
hepsini beldelerinden kovdu. Bu hadise, Yezid ile Yezid'in oğlu Muaviye'nin
ölümlerinden sonra ve Abdullah b. Zübeyr'in Horasan taraflarında otoritesinin
yerleşmesinden önce vuku bulmuştu. Abdullah b. Hazm denen bir adamla Amr b.
Mersed arasında anlatımı uzun sürecek çok savaşlar meydana geldi. Biz bunu
özetle nakletmekle yetindik. Çünkü bunların çoğunu anlatmanın bir yararı
yoktur. Bunlar fitne savaşlarıdır. Asilerin birbirleriyle yapmış oldukları savaştır.
Yardımına başvurulacak zat, yüce Allah'tır,
Vakidî dedi ki:
Hicretin altmış dördüncü senesinde Yezid oğlu Muaviye'nin ölümünden sonra
Horasanlılar, Süllem b. Ziyad b. Ebihfye bey'at ettiler. Ondan memnun oldular.
Hatta o senede doğan 1000'den fazla çocuğa Süllem adım verdiler. Bir süre sonra
ahidlerini bozup ihtilafa düştüler. Süllem de aralarından çıkıp gitti.
Başlarında Mühelleb b. Ebi Süfra'yı vali olarak bıraktı.
Bu senede Şiiler
topluluğu, Küfede Süleyman b. Süred'in etrafında toplandılar. Hz. Hüseyin'in
öcünü almak için Nahile'de birleşmeye ve toplanmaya karar verip sözleştiler. Bu
kararlarında ciddi ve ısrarlıydılar. Hz. Hüseyin'in hicri altmışbirinci senede
muharrem ayının onuncu günü olan aşura gününde Kerbela'da şehid edilmesinden
ötürü Şamlılardan intikam almak niyetindeydiler. Daha önce Hz. Hüseyin'i
Kûfe'ye davet ettiklerine pişman olmuşlardı. Hz. Hüseyin, Kûfe'ye geldiğinde
etrafından dağılmışlar, onu yardımsız bırakmışlar ve desteklememişlerdi. Artık
iş işten geçmiş ve fedakarlığın yarar sağlamayacağı bir zamanda fedakarlığa
niyet etmişlerdi. Kadri yüce bir sahabe olan Süleyman b. Süred'in evinde
toplandılar. Şianm önde gelen beş şahsiyeti bu toplantıda bir araya geldi.
Süleyman b. Sured (sahabedir), Müseyyeb b. Neciyye el-Fezarî (Hz. Ali'nin önde
gelen arkadaşlarındandı.), Abdullah b. Sa'd b. Nüfeyl el-Ezdî, Abdullah b. Vâk
et-Teymî ve Rifaa b. Şed-dad el-Becelî. Bunların hepsi de Hz. Ali'nin
arkadaşlarıydılar. Çeşitli konuşmalardan ve öğütlerden sonra hepsi de başlarına
Süleyman b. Süred'in lider olması hususunda anlaştılar. Nahile'de toplanmaya
söz verdiler. Kendi çağrılarına icabet edecek kimselerin hicri altmışbeşinci
senede Nahile'de toplanması için karar verdiler. Sonra çok miktarda mal ve
silah topladılar. Bu mal ve silahları bu amaç için hazırladılar. Müseyyeb b.
Naciye kalkıp Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
"Biz, uzun ömür
yaşamak ve pek çok fitne ile karşılaşmak şeklinde belaya ve imtihana maruz
kaldık. Allah bizi denedi, yalancı olduğumuzu gördü. Rasûlullah'm kızının
oğluna yardım etmediğimizi gördü. Oysa daha önce biz ona mektup yazmış, onu
başımıza lider olmaya davet etmiştik. O da kendisine yardım edeceğimize
güvenerek bize geldi, fakat onu yardımsız bıraktık. Ona destek olmadık,
sözümüzü yerine getirmedik. Onu, kendisini ve çocukları ile yakın
akrabalarını, seçkin dostlarını öldürecek kimselerin pençesine bıraktık.
Elimizle onlara yardım etmedik, dilimizle onları müdafaa etmedik. Mallarımızla
onlara tavsiye olmadık, vay bizim halimize! Sürekli ve kesintisiz bir helak
başımıza-dır! Mutlaka onun katillerini, arkadaşlarını öldürenleri ve onlara
karşı ittifak kuranları öldürmemiz yada bu uğurda ölmemiz gerekiyor. Bu uğurda
canımızı, malımızı vermeye ve evlerimizin harab olmasına rıza göstermeye
hazırız. Ey insanlar! Bu uğurda elbirliği edin, hep birlikte hamle yapın.
Yaratanınıza tevbe edin, nefislerinizi öldürün. Bu, yaratıcınız yanında sizin
için daha hayırlıdır..."
Bunlar, sonra da bütün
fıkirdaşlanna ve gönüldaşlanna hicretin altmışbeşinci senesinde Nahile'de
toplanmaları için çağrı mektupları yazdılar.
Süleyman b. Süred,
Medain valisi Sa'd b. Hüzeyfe b. yeı?ail'a' bjr mektup yazarak onu da bu görüşe
katılmaya davet etti. Sa'd, bu davete icabet etti. Ayrıca kendisine itaat eden
Medainlilere de çağrıda bulundu. Onlar da bu çağrıya icabet edip belirlenen
vakitte Nahıle de toplanmayı kabul ettiler. Sa'd b. Hüzeyfe, bu durumu bir
mektupla Süleyman b. Süred'e bildirince Kûfeliler, Medainlilerin kendilerine
muvafakat etmelerinden dolayı sevindiler ve ittifaktan ötürü çok güçlenip
memnun oldular. Az bir süre sonra Yezid ile oğlu Muaviye ölünce bunlar, Şamlıların
güçlerini yitirdiklerine ve idarelerini yürütecek bir liderin bulunmadığına
inandılar. Onlara karşı hücuma geçmek ve Nahile'ye zamanından önce gidip
toplanmak hususunda Süleyman'a danıştılar. Süleyman, onları bu teşebbüsten men
edip: "Hayır, belirlenen süre gelmedikçe kardeşlerimizle anlaştığımız
vade dolmadıkça olmaz." dedi. Sonra onlar halkın haberi olmaksızın
gizliden gizliye güç hazırlıyor ve silah biriktiriyorlardı. O esnada
Kûfeliler, Ubeydullah b. Ziyad'm Küfedeki valisi Amr b. Hırrîs'in üzerine
gittiler. Onu yakalayıp konaktan dışarı çıkardılar. Başlarına Dahruce
lakabıyla bilinen Amir b. Mesud b. Ümey-ye'yi vali olarak geçirmek hususunda
anlaştılar. O da Abdullah b. Zü-beyr'e bey'at etti.
Abdullah'ın tayin
edeceği valinin gelişine kadar işleri idare etmeye başladı. Hicrî altmış
dördüncü senenin ramazan ayının bitimine sekiz gün kala (cuma günü) Abdullah b.
Zübeyr'in tayin ettiği iki emir Kûfe'ye geldi. Bunlardan biri, Abdullah b.
Yezid el-Hutamî idi. Bu emir, savaş ve sınır muhafazası işlerine bakacaktı.
Diğeri de İbrahim b. Muham-med b. Talha b. Ubeydullah et-Teymî idi. Bu emir de
haraç ve maliye işlerine bakacaktı. Bunların gelişinden bir cuma öncesinde
(ramazan ayı-mn ortasında) Muhtar b. Ebi Ubeyd es-Sakafi denen yalancı adam
Kûfe'ye gelmiş, Şiilerin Süleyman b. Süred etrafında toplandıklarını, ona büyük
saygı gösterdiklerini ve savaşa hazırlandıklarını görmüştü. Kûfe'de yerleştikten
sonra halkı, Hz. Ali'nin oğlu Mehdi Muhammed'in imamlığım kabule davet etti.
Mehdi Muhammed, Muhammed b. Hane-fiye idi. Bu, batında böyleydi ama Muhtar ona
Mehdi lakabını takmıştı. Şiilerin çoğu, onun bu çağrısına icabet edip Süleyman
b. Süred'den ayrıldılar. Böylece Şiiler, iki guruba ayrılmış oldular. Ama
çoğunluğu Süleyman b. Süred'le beraber olup Hz. Hüseyin'in öcünü almak
amacıyla Şamlılarla savaşma amacmdaydılar. Diğer gurup ise, Muhtarla beraber
olup Muhammed b. Hanefîye'nin imamlığına insanları davet etme amacındaydılar.
Ancak Muhammed b. Hanefiye'nin bu hususta bir emri ve rızası yoktu. Muhtar ve
taraftarları, insanları Muhammed b. Hanefiye'nin etrafında toplamak amacıyla
onun adına yalanlar uyduruyorlardı. Böyle yapmakla da kendi fasid amaçlarına
ulaşmayı hedefliyorlardı. Ayn es-Safiye de, İbn Zübeyr tarafından vali olarak
atanan Abdullah b. Yezid el-Hutemf ye gitti. Şiilerin her iki grubunun da ona
karşı harekete geçtiklerini haber verdi. Onlara karşı tedbirli olmasını, muhafızlarım
gönderip onlarla savaştırmasını ve amaçladıkları şer ve fitne olaylarının
bastırılmasım tavsiye etti. Abdullah b. Yezid el-Hutemî de olaylarının bastırılmasını tavsiye etti.
Abdullah b. Yezid el-Hutemî de kalkıp insanlara bir nutuk irad etti. Nutkunda
Şiilerin giriştikleri teşebbüsü, Hz. Hüseyin'in öcünü almak istediklerini
haber verdi: "Onlar da biliyorlar ki, Hüseyin'i öldürenlerden değilim.
Allah'a yemin ederim ki, onun öldürülmesi sebebiyle musibete uğramış gibi
kendimi hissediyorum. Onun öldürülmesinden hoşlanmadım. Allah ona rahmet etsin
onun katilini lanetlesin. Bana saldırmayana ben saldırmam. Bunlar eğer
Hüseyin'in Öcünü almak istiyorlarsa, ibn Ziyad'a hücum etsinler. Çünkü
Hüseyin'i ve onun seçkin aile efradını öldüren odur. Gidip ondan Öc alsınlar,
hemşehrilerine silah çekmesinler. Aksi takdirde kendileri mahvolur, kökleri
kazınır." dedi.
Kûfe'nin haraç ve
maliye işlerinden sorumlu emiri İbrahim b. Muhammed b. Talha da kalkıp cemaata
şöyle hitap etti:
"Ey insanlar! Bu
dalkavuğun sözleri sizi aldatmasın. Allah'a yemin ederim ki, biz, onların bize
karşı harekete geçtiklerini kesinlikle haber aldık. Çocuk, babası yüzünden;
baba da çocuğu sebebiyle; dost, dostu sebebiyle; kişi, tanıdığı sebebiyle
hesaba çekilecektir. Tâki hakka boyun eğip itaat altına giresiniz."
Müseyyeb b. Neciye
el-Fezarî kalkıp İbrahim b. Muhammed'in üzerine atıldı ve sözünü kesip şöyle
dedi:
"Ey ahdi
bozanların çocuğu! Kendi kılıcın ve zulmünle mi bizi korkutup tehdit
ediyorsun!? Allah'a yemin ederim ki, sen bundan daha alçaksın. Biz, öfkemizden
ve kinimizden ötürü seni kınamıyoruz ve ayıplamıyoruz. Senin babanı ve dedeni
öldürdük. Seni de bu köşkten çıkmadan onların akıbetine uğratacağımızı ümid
ediyoruz."
Müseyyeb b. Neciye'ye,
İbrahim b. Muhammed b. Talha'mn adamlarından bir işçi topluluğu da destek
verdi. Böylece mescidde büyük bir fitne koptu. Abdullah b. Yezid el-Hutemî
minberden indi. Cemaat, iki emirin arasını bulmaya çalıştıysa da bunu başarmak
mümkün olmadı. Sonra Süleyman b. Süred'in grubundaki Şiiler silahlarını çekerek
ortaya çıktılar. Şamlılara karşı ayaklanacaklarım, onlarla savaşacaklarını
açığa vurdular. Süleyman b. Süred'le birlikte bineklerine binip Cezire
taraflarına doğru harekete geçtiler.
Yalancı Muhtar b.
Ubeyd es-Sakaffye gelince o, Hz. Hüseyin öldürüldüğünden beri Şiiler
tarafından sevilmeyen bir kimse idi. Çünkü Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü gün o,
Iraklılarla birlikte Şam'a giderken Me-dain'e sığınmıştı. Medain valisi olan
amcasına, Hz. Hüseyin'i yakalayıp Yezid b. Muaviye'ye göndermesini, böylece
onun nezdinde itibar kazanmasını, makam ve mevki sahibi olmasını tavsiye etti.
Ne var ki amcası onun bu tavsiyesine aldırış etmedi. İşte bu yüzden Şiiler,
Muhtar b. Ubeyd'e karşı Öfke duymuşlardı.
Müslim b. Ukayl, İbn
Ziyad tarafından öldürülürken Muhtar, o zaman Kûfe'de bulunuyordu. Müslim b.
Ukayl'm öldürüldüğünü duyunca: "Ben Müslim'in öcünü alacağım."
dediğini İbn Ziyad duydu, onu yakalatıp huzuruna celbetti. Elindeki bir
kırbaçla yüzüne vurdu, zindana atılmasını emretti. Zindana atıldığını duyan ve
Abdullah b. Ömer'in hanımı olan kızkardeşi ağlayıp yalvardı. Bunun üzerine
Abdullah b. Ömer de Muaviye'nin oğlu Yezid'e bir mektup yazarak Muhtar'm
zindandan salıverilmesi için tavassutta bulundu. Yezid de ibn Ziyad'a haber göndererek:
"Bu mektubumu alır almaz Muhtar b. Ubeyd'i zindandan salıver!" dedi.
Mektubu alan İbn Ziyad, onu salıvermekten başka çare olmadığım görünce
zindandan çıkardı ve kendisine: "Eğer üç günden sonra seni Kûfe'de
görürsem boynunu vururum." dedi. Muhtar da Kûfe'den ayrılıp Hicaz'a doğru
yola çıktı, çıkarken de şöyle diyordu:
"Allah'a yemin
ederim ki, Ubeydullah b. Ziyad'ın parmak uçlarını keseceğim ve Hz. Ali'nin oğlu
Hüseyin'in canına karşılık; Zekeriya oğlu Yahya'nın öldürülmesine karşılık,
kendilerine kısas tatbik edilen adamlar sayısınca adam öldüreceğim."
Abdullah b. Zübeyr'in
hakimiyeti güçlenince Muhtar b. Ubeyd ona bey'at etti. Onun yanında itibar
gören büyük komutanlardan biri oldu. Husayn b. Nümeyr, Şamlı askerlerle
birlikte Mekke'ye gidip Abdullah b. Zübeyr'i kuşatma altına alınca Muhtar b.
Ubeyd, Abdullah b. Zübeyr'i savunmak amacıyla şiddetli bir savaşa girişti.
Muaviye'nin oğlu Ye-zid'in öldüğünü ve Iraklıların yönetiminin alt üst olduğunu
duyunca bazı işlerinden dolayı Abdullah b. Zübeyr'i eleştirdi ve Hicaz'dan
çıkıp Kûfe'ye yöneldi. Cuma günü Kûfe'ye girdi. İnsanlar cuma namazına hazırlanıyorlardı.
Uğradığı her topluluğa selam verip: "Size zaferi müjdeliyorum."
dedi. Mescide girdi. Cuma namazı başlayıncaya dek nafile namaz kıldı. Cumadan
sonra yine nafile kılmaya başladı. İkindiye dek nafile namaz kılmayı sürdürdü,
sonra mescitten ayrıldı. Halk ona selam verdi, ona yönelip saygı gösterdi. O da
Mehdi Muhammed b. Hanefı-ye'nin imamlığını tanımaya insanları davet etmeye
başladı. Ehl-i beyt-ten yana olduğunu halka gösterdi. Kûfe'ye, onlann
şiarlarını ikame etmek, aydınlıklarını saçmak, ışıklarım ulaştırmak, öçlerini
almak amacıyla geldiğini söyledi. Süleyman b. Süred'in etrafında toplanan
Şiilerin onunla birlikte kendisinden önce harekete geçmelerinden korktuğu için
onları Süleyman'dan ayırmaya, soğutmaya ve kendine celb etmeye başladı. Onlara
şöyle diyordu: "Ben veliyyülemr, fazilet kaynağı, parlak rızalı İmam Mehdi
tarafından şifa emri taşıyan perdeyi aralamak, düşmanı vurmak, nimeti
tamamlamak buyruğuyla size geldim. Süleyman b. Süred'e gelince, Allah bize de
ona da rahmet etsin. Ama o, ancak zalimlerden bir zalimdir. Akıl dağarcığı
küçüktür, tecrübe sahibi değildir, idareden anlamaz, savaş bilgisi de yoktur.
Sizi ortaya sürecek, ama hem kendini hem de sizi aynı zamanda Ölüme sürmüş
olacaktır. Ama ben, ve limin bana gösterdiği bir misale ve açıklayıp izah
ettiği bir işe göre çalışıyorum ki, bunun neticesinde dostunuz ve veliniz
güçlenecek, düşmanınız öldürülecek, kalbinizdeki intikam duygusu tatmini
edilecektir. Sözlerimi dinleyin ve bana itaat edin, sonra da müjdelenin,
sevinin. Umduğunuz ve arzuladığınız herşeyin gerçekleşeceğine kefilim."
Bu konuşmasından sonra
çok sayıda Şii topluluğu, onun etrafında toplandı, ama büyük ekseriyet,
Süleyman b. Süred'le beraber olmaya devam etti.
Şii topluluğu,
Süleyman b. Süred'le birlikte Nahile'ye doğru yola çıktığında Ömer b. Sa'd b.
Ebi Vakkas, Şebes b. Rib'i ve diğerleri, Küfe valisi Abdullah b. Ziyad'a
dediler ki: "Muhtar b. Ebi Ubeyd, size karşı Süleyman b. Süred'den daha
zorlu bir düşmandır." Bunun üzerine Abdullah b. Ziyad da Muhtar'a karşı
muhafızlarını gönderdi. Evini çembere alan muhafızlar, onu yakalayıp zincire
vurarak zindana götürdüler. Zincire vurulmaksızm zindana götürülmüş olduğunu
ifade eden zayıf bir kavil de vardır. Bir süre zindanda kaldı ve orada
hastalandı.
Ebu Mihnef, Yahya b.
Ebi İsa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hamid b. Müslim el-Ezdî ile
birlikte Muhtar b. Ebi Ubeyd'in ziyaretine gittik. Onunla konuştuk, şöyle
diyordu:
"Denizlerin, hurmalıkların,
ağaçların, uçsuz bucaksız çöllerin, kurak arazilerin, temiz ve salih
meleklerin, namaz kılan seçkinlerin Rab-bine yemin ederim ki, bütün zorbaları
mutlaka öldüreceğim. Delici bir mızrakla, kesici kılıçla ve kötülere
meyletmeyen, onlarla beraber olmayan yardımcılar topluluğuyla onların
hakkından geleceğim. Dinin direğini sağlamca dikip Müslümanların gediğini
kapayıp, kırıklarını onarıp, mü'minlerin kalplerinin susuzluklarım giderip,
peygamberlerin evladım öldürenlerden intikam alıncaya kadar bu böyle devam
edecektir. O takdirde dünya yıkılsa da umursamam ve kim ölürse, onun matemi
için toplantı bile yapmam."
Zindanda her
ziyaretine gidişimizde bu sözleri tekrarlardı. Nihayet gün geldi, zindandan
çıktı.» [3]
îbn Cerir dedi ki:
Hicretin altmış dördüncü senesinde İbn Zübeyr, Ka'be'yi yıktı. Çünkü
mancınıklarla atılan taşlar yüzünden Ka'be'nin duvarları yıkılmaya yüz
tutmuştu. İbn Zübeyr, duvarları İbrahim peygamberin attığı temele kadar yıktı.
İnsanlar, Ka'be'yi o temelin etrafında dolaşarak tavaf ediyorlardı. Hacer-i
Esved, ipek bir şala sarılarak bir tabuta konuldu ve Ka'be'deki esanslar,
kumaşlar ve ziynet eşyalarıyla birlikte mahzene saklandı. Nihayet İbn Zübeyr,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yıkıp yeniden yapmak istediği şekliyle Ka'be'yi yeniden
inşa etti. Peygamber Efendimiz'in Ka'be'yi yıkıp yeniden inşa etmek istediği,
Buharı ve Müslim'in sahihleri ile müsned ve sünenler de, mü'minlerin annesi Hz.
Aişe'den rivayet edilmektedir. Hz. Aişe'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah
(s.a.v.), kendisine şöyle demiştir:
"Eğer senin
kavmin küfürden yeni kopup ayrılmış olmasalardı, ben Ka'be'yi yıkar ve Hatim'i
Ka'be'ye dahil ederdim. Ama senin kavmin masrafları karşılayacak durumda değildir.
Şayet Ka'be'yi yıkıp yeniden inşa etseydim ona bir doğu, bir de batı kapısı
açardım, insanlar birinden girer, diğerinden çıkarlardı. Kapısını da yere
bitişik yapardım. Senin kavmin, dilediklerini içine koymak, dilediklerini içine
girmekten menetmek amacıyla Ka'be'nin kapısını yüksekte yapmıştır."
Abdullah b. Zübeyr,
teyzesi ve mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin Rasûlullah'tan rivayet ettiği
şekilde ve Rasûlullah'm dileğine uygun olarak Ka'be'yi yeniden inşa etti. Allah
ona hayır mükâfat versin, ama hicretin yetmişüçüncü senesinde Haccac b. Yusuf,
ona galip olunca Ka'be'nin kuzey duvarını yıktı, hacer-i esvedi önceki gibi
çıkardı. Ka'be'nin yıktığı duvarlarının taşlarını, Ka'be'nin içine koyup tabana
dizdi, kapıyı yükseltti, ama batı kapısını örttü. Ka'be, o hali ile günümüze
kadar devam etmiştir. Haccac b. Yusuf, bu yıkıp yeniden inşa işini Abdülmelik
b. Mervan'm emri üzerine yapmıştı, ama o, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Aişe
tarafından rivayet edilen hadisinden haberdar olmamıştı. Bu hadisi duyduğu
zaman: "Keşke Ka'be'yi eski halinde bıraksaydık." demişti. İbn
Mansur el-Mehdî, Ka'be'yi yıkıp İbn Zübeyr'in inşa ettiği şekliyle yeniden
inşa etmeye niyetlendi. Bu hususta îmam Malik b. Enes'e fikir sordu. İmam
Malik: "Korkarım ki hükümdarlar, bundan sonra Ka'be'yi oyuncak haline
getirir ve onu kendi heveslerine ve fikirlerine göre yıkıp yeniden inşa
ederler. Kimi İbn Zübeyr'in görüşüne, kimi Abdülmelik b. Mervan'm görüşüne
göre, kimi başka bir görüşe göre hareket eder." dedi. Noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah doğruyu daha iyi bilir.
İbn Cerir dedi ki:
Hicretin altmışdördüncü senesinde Abdullah b. Zübeyr insanlara hac ettirdi.
Onun Medine valisi, kardeşi Ubeydullah'-tı. Küfe valisi ise Abdullah b. Yezid
el-Hutemî idi. Küfe kadısı, Said b. Merzüban'dı. Daha önce Küfe kadısı olan
Şureyh, fitne zamanında hüküm vermekten imtina etmişti. Basra valisi ise Ömer
b. Mamer et-Teymî idi. Basra kadısı da Hişam b. Hubeyre idi. Horasan valisi
Abdullah b. Hazm idi.
Bu senenin sonlarında
-Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi-Mercürahit savaşı vuku buldu.
Mervan b. Hakem,
otoritesini yerleştirdi. Dahhakb. Kays'ı mağlup edip Mercürahit savaşında
öldürdükten sonra otoritesi o mıntıkaya talîiaraen yerleşti. Bir rivayette
anlatıldığına göre Mervan, Misır'a girerek orayı İbn Zübeyr tarafından atanan
vali Abdurrahman b. Cahder'in elinden almıştı. Mervan, Şam, Mısır ve bağlı
mıntıkalara tamamen hakim oldu. Doğrusunu Allah bilir.
Vakidî dedi ki:
Abdullah b. Zübeyr, Ka'be'yi yıkmak istediği zaman insanlara danıştı. Cabir b.
Abdullah üe Ubeyd b. Umeyr, ona bu hususta olumlu fikirler beyan ettiler. İbn
Abbas ise şöyle dedi: "Korkarım kâ, senden sonra gelecekler de Ka'be'yi
yıkarlar ve Ka'be'yi yıkma işi âdeta bir alışkanlık haline gelir. Böylece
insanlar onun saygınlığım hafife alırlar. Bence sen, Ka'be'nin yıkılan
kısımlarını onarsan daha iyi olur."
İbn Zübeyr, daha sonra
bu hususta üç gün peşpeşe istihare yaptı. Dördüncü gün Ka'be'nin duvarını
temele kadar yıkma işine başladı. Temele ulaştıklarında el parmakları gibi
birbirine geçirilmiş taşlardan oluşan bir temelle karşılaştı. İbn Zübeyr, elli
kişiyi çağırdı, orayı kazmalarım emretti. Kazmalarını o taşlara vurduklarında
Mekke sarsıldı. Bu yüzden temeli'olduğu gibi bıraktı, duvarı o temelin üzerine
örmeye başladı. Yere bitişik iki kapı yaptı, birinden girilecek, diğerinden
çıkılacaktı. Hacer-i Esvedi de kendi eliyle yerine koydu, onu bir çerçeve ile
sıkıştırdı. Çünkü taş çatlamıştı. Ka'be'yi on zira genişletti. Duvarını miskle
sıvadı ve ipekle örttü, sonra Aişe mescidlerini onardı. Ka'be'yi tavaf etti,
namaz kıldı ve sa'y yaptı. Ka'be'nin çevresindeki çöplükleri kal-dırttı.
Oralardaki kanları temizletti. Ka'be'nin içi mancınık taşlarıyla dolmuştu.
Hacer-i Esved kararmış ve Ka'be çevresinde yakılan ateşlerden ötürü çatlamıştı.
îbn Zübeyr'in Ka'be'yi yeniden inşa etmesi, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde
Hz. Aişe tarafından rivayet edilen ve daha önce naklettiğimiz hadise
dayanıyordu. Doğrusunu Allah bilir. [4]
Bu senede Süleyman b.
Süred, 17.000 kadar adamıyla toplandı. Bunların hepsi de katillerinden Hz.
Hüseyin'in öcünü, almak istiyorlardı.
Vakidî dedi ki:
İnsanlar, Nahile'ye gittiklerinde sayılan azdı. Sayı-larının azlığını görünce
Süleyman bu durumdan hoşlanmadı. Hakim b. Munkiz'i Kûfe'ye gönderdi. Hakim,
Kûfe'ye vannca yüksek sesle şöyle çağırdı: "Ey Hüseyin'in intikamı!"
Bu çağrısını yüksek sesle yapmaya başladı. Nihayet Ulu camiye ulaştı. İnsanlar,
onun çağrısını duyunca Nahile'ye doğru yola çıktılar. Küfe eşrafı da yola
çıktı. Sayılan 20.000'e yakındı, belki de daha fazlaydı. Süleyman b. Süred'in
kütüğünde bu sayı kayıtlıydı. Süleyman, onlarla birlikte yola çıkmaya karar
verdiği zaman durumu tam açıklığıyla onlara izah etmedi. Sadece 4000 kişi bu
durumdan haberdar idi. Müseyyeb b. Neciye, Süleyman'a dedi ki: "İstemeksizin
gelenlerin sana bir yaran olmaz. Niyetli olarak bu işe gelenlerden başkası
seninle birlikte düşmana karşı savaşmaz. Ancak kendini Aziz ve Celil olan
Allah'a feda eden kimse bu uğurda savaşır. Herhangi bir kimseyi bekleme,
düşmanınla cihad etmek için yoluna devam et, düşmanına karşı Allah'tan yardım
dile."
Süleyman da kalkıp
arkadaşlarına şöyle hitap etti: "Ey insanlar! Sırf Allah nzası ve ahiret
mükafatı için çıkıp gelmiş olanlar var ya, onlar bizimle beraberdir. Biz de
onlarla beraberiz, ama dünyalık elde etmek amacıyla bizimle birlikte buraya
gelenlere gelince, onlar bizden değildirler. Bizimle arkadaşlık
etmesinler."
Geride kalanlar ve
yanından aynlmayanlar Süleyman'a: "Biz dünyalık elde etmek amacıyla
buraya gelmedik. Dünya menfaati için savaşmak talebinde değiliz."
dediler.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Süleyman'a şöyle denilmiştir: "Ömer b. Sa'd ile
diğerleri gibi bazı katiller Kûfe'de yanımızda iken biz kalkıp Hüseyin'in diğer
katillerini vurmak için Şam'a mı gideceğiz?"
Süleyman da onlara şu
cevabı verdi: "Hüseyin'e karşı asker hazırlayıp onun başına belalar
getiren kişi îbn Ziyad'dır. Onun hakkından geldikten sonra Hüseyin'in
Kûfe'deki düşmanlannm üzerine yürüyeceğiz-Şayet önce Kûfe'dekilerle savaşacak
olursanız bilin ki, onlar hemşehrilerimi zdirler. O zaman sizden herbiriniz ya
babasını, ya kardeşini veya kayınbiraderini öldürecektir. O zaman birbirinizden
koparsınız. Önce îbn Ziyad denen fasıkm işini bitirirseniz, amacınıza ulaşmış
olursu-nuz.
Adamlan, Süleyman b.
Süred'e: "Doğru söyledin" dediler. O da: "Haydi yüce Allah'ın
adıyla yolunuza devam edin." dedi.
Onlar da rebiyülevvel
ayının beşinde, cuma günü akşamdan yola çıktılar.
Süleyman b. Süred,
onlara irad ettiği nutkunda şöyle demişti:
"Dünyanın altın
ve zebercedlerini elde etmek için bizimle yola çıkmış olanınız varsa bilsin
ki, bizim yanımızda aramakta olduğunuz bu gibi şeyler yok. Bizim sadece
omuzlanınız üzerinde kılıçlanınız, ellerimizde mızraklanmız ve düşmanımıza
ulaşıncaya kadar bize yetecek azığımız var. Başka da bir şeyimiz yok."
Dinleyicileri, onun
sözünü dinleyeceklerine ve bu durumda ona itaat edeceklerine söz verdiler. O
da: "Önce fasık îbn Ziyad'm üzerine gideceğiz. Ona karşı kılıç çekmekten
başka yapacak birşey yok. İşte o Irak'a gitmek üzere Şam'dan yola
çıkmıştır." dedi. Adamlan da onun bu görüşüne samimiyetle bağlı
olacaklanm söylediler. Yola çıkacaklan sırada Abdullah b. Yezid ve İbrahim b.
Muhammed -M bunlar, Abdullah b. Zü-beyr tarafından Kûfe'ye emir olarak atanmış
iki kişi idiler- Süleyman b. Süred'e haber göndererek: "Hep birlikte güç
birliği yaparak îbn Ziyad'm üzerine gitmek istiyoruz." dediler. Kendileri
ile birlikte bir takviye birliği göndermek istediklerini, kendileri gelinceye
kadar Süleyman'ın beklemesini bildirdiler. Süleyman b. Süred'de komutanlarıyla
birlikte on-lann gelişini beklemeye başladı. Meclis kurdu, askerleri çevresinde
çember oluşturdular. Abdullah b. Yezid ile İbrahim b. Talha da Hz. Hüseyin'in
katilleri dışındaki Küfe eşrafı ile oraya geldiler. Hz. Hüseyin'in katillerini
aralanna almamışlardı ki, Süleyman b. Süred ile adamlan onlara saldırmasınlar.
O günlerde Ömer b.
Sa'd b. Ebi Vakkas, hep hükümet konağında Abdullah b Yezid'in yanında
duruyordu. Başına birşeyler gelmesinden korkuyordu. Abdullah b. Yezid ile
İbrahim b. Talha, Süleyman b. Sü-red'le bir araya geldiklerinde ona, îbn
Ziyad'la savaşmak için güç birliği yapmadan harekete geçmemesini tavsiye
ettiler. Şamlıların büyük bir ordu oluşturduğunu, sayılarının çok olduğunu ve
İbn Ziyad'ı savunduklarını söylediler. Ne var ki Süleyman, onlann bu
tavsiyelerini kabule yanaşmadı ve: "Biz, dönüşü olmayan bir yola çıktık,
bu işimizi geciktirmeyeceğiz." dedi. Abdullah b. Yezid ile İbrahim b.
Talha, oradan ayrılıp Kûfe'ye döndüler. Süleyman b. Süred ile adamlan, Basra ve
Medaınlüe-rin kendilerine yaptıklan vaatleri yerine getirmelerim beklediler. Ancak
bunlardan hiç kimse yanma gelmeyince Süleyman kalkıp arkadaşlarına bir nutuk
irad etti ve onları hedeflerine doğru yol almaya teşvik edip şöyle dedi:
"Eğer
kardeşleriniz sizin yola çıktığınızı duyarlarsa, hemen peşinize takılıp
gelirler ve size ulaşırlar,"
Bu konuşmayı yaptıktan
sonra Süleyman ve arkadaşları, hicri alt-mışbeşinci senenin rebiyülevvel ayının
beşinde "cuma günü" Nahi-le'den yola çıktılar. Birkaç konaklık yol
aldılar. Şam'a doğru giderken her bir konak ilerledikçe beraberindeki
adamlardan bir grup kendisinden ayrılıp geri dönüyordu. Bunlar, Hz. Hüseyin'in
mezarına vardıklarında hep bir ağızdan çığlık attılar, ağlaşmaya başladılar.
Bir gece orada kaldılar. Kabri başında namaz kılıp dua ettiler. Ertesi gün
akşama dek mezarı başında ona rahmet dileyip istiğfarda bulundular. Ondan
memnun olduklarını söylediler. Eğer kendisi ile beraber bulunsalardı, şehid
olmak istediklerini ifade ettiler.
Ben derim ki: Eğer
Süleyman b. Süred ile adamlarının bu azimleri ve bu ülkü uğruna bir araya
gelmeleri, Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye gelmesinden ve şehid edilmesinden önce olmuş
olsaydı, elbette ki Süleyman ve adamlarının dört sene sonra ona yardım etmek
için bir araya gelmelerinden daha faydalı ve daha tesirli olurdu. Böylece ona
daha çok yardım etmiş olurlardı. Mezarından ayrılacakları ve Şam'a dönecekleri
zaman askerlerden her biri ayrı ayrı gelip mezar başında duruyor, Hz. Hüseyin'e
rahmet ve mağfiret diliyordu. Öyle ki hacer-i esved yanındaki izdihamdan daha
büyük bir izdiham meydana geldi. Sonra Şam'a doğru harekete geçtiler.
Karkisya'yı geçtiklerinde Züfer b. Haris kendini onlara karşı korumak için
kalesine sığındı. Süleyman b. Süred, ona şu haberi saldı:
"Biz, sizinle
savaşmaya gelmedik. Pazarını kurdur, alışveriş yapalım. Biz, sizin yanınızda
bir veya birkaç gün kalacağız."
Bunun üzerine Züfer b.
Haris, adamlarına pazarı kurmalarını emretti. Elçi Müseyyeb b. Neciyye'ye de
bir at ve 1000 dirhem verilmesini emretti. Müseyyeb ise, atı kabul edeceğini,
ama paraları kabul etmeyeceğini söyledi. Züfer b. Haris de Süleyman b. Süred
ile beraberlerindeki komutanlardan her birine yirmişer deve, yem ve bol
miktarda erzak gönderdi, Sonra kendisi de çıkıp onlan uğurladı. Süleyman b.
Süred'le birlikte bir süre yürüdü ve ona şöyle dedi: "Duyduğuma göre
Şamlılar, Husayn b. Nümeyr, Şurahbü b. Zilkila, Edhem b. Muharriş el-Bahilî,
Rebia b. Muharik el-Gazevî ve Cebele b. Abdillah el-Has'emî komutasında çok
sayıda asker toplayıp büyük bir ordu teşkil etmişlerdir."
Süleyman b. Süred de:
"Allah'a tevekkül edip dayandık, inananlar Allah'a tevekkül edip
dayansınlar." dedi. Sonra Züfer onlara, kendi şehrine girmelerini veya
kapı yanında durmalarım teklif etti. Şayet onlara karşı herhangi bir kimse
gelirse, onlarla beraber olacağını söyledi. Ancak Süleyman ve arkadaşları, bu
teklifi kabul etmeyip: "Kendi şehrimizin adamları da bize bu teklifte
bulundular ama biz kabul etmedik." debiler. Bunun üzerine Züfer, şöyle
dedi: "Eğer bunu kabul etmiyorsanız bari Aynülverde'ye gidin. Orada su,
şehir ve pazarlar vardır. Atların ko-yerleri de arkamzdadır. Bizimle sizin
aranızda güven olur." Böyle dedikten sonra savaş esnasında dayanacakları
esasları onlara anlattı. Çölde savaşmamalarını, zira Şamlıların sayıca
kendilerinden daha üstün olduklarım ve kendilerini çembere alacaklarını
söyledi. Ayrıca; "Sizinle beraber fazla sayıda adam görmüyorum, piyadeniz
de azdır. Şamlıların ise hem piyadeleri, hem süvarileri çok sayıda vardır. Çok
sayıda süvari birlikleri de vardır. Onlara karşı tedbirli olun." dedi.
Süleyman b. Süred ile adamları, Züfer'in bu tavsiyeleri üzerine ona
minnetlerini bildirdiler. Onu çok övdüler. Sonra Züfer, yanlarından ayrılıp
gitti. Süleyman b. Süred de harekete geçti. Yürüyüşünü hızlandırdı ve gidip
Aynül-. verde'nin batısına konakladı. Düşmanların oraya varmalarından önce
kendisi oraya yerleşti. Süleyman ve arkadaşları, orada ordugah kurup İstirahata
çekildiler. [5]
Şamlılar yaklaşınca
Süleyman kalkıp arkadaşlarına bir konuşma yaptı. Onları ahirete yönlendirip
dünyadan el etek çekmeye rağbet ettirdi. Cihada teşvik edip şöyle dedi:
"Eğer ben öldürülürsem komutanınız Müseyyeb b. Neciyye olacaktır. O da
öldürülürse komutanınız Abdullah b. Sa'd b. Nufeyl olacaktır. O da öldürülürse
komutanınız Abdullah b. Vâl olacaktır. O da öldürülürse komutanınız Rüfaa b.
Şeddad olacaktır." Böyle dedikten sonra Müseyyeb b. Neciyye'yi 500 süvari
ile birlikte önden gönderdi. Bunlar, îbn Zilkila komutasındaki Şamlı askerlere
hücum ettiler, bir kısmını öldürdüler, diğerlerini yaraladılar. Hayvanlarını
önlerine katıp Süleyman'ın yanma döndüler. Bu haberleri alan Ubeydullah b.
Ziyad, öncü birliklerin başında Husayn b. Nümeyr'i 12.000 askerle gönderdi,
Süleyman b. Süred ile askerleri cemaziyelev-vel ayının bitimine sekiz gün kala
çarşamba sabahında Şamlı askerlerle karşı karşıya geldiler. Şamlı askerlerin
başında Husayn b. Nümeyr vardı, îki taraf birbirlerine saldırmaya hazır halde
idiler. Şamlılar, Süleyman'ın askerlerini Mervanb. Hakem'e itaata davet
ettiler. Süleyman'ın askerleri de Şamlıları, kendilerine Ubeydullah b. Ziyad'ı
teslim etmelerini ve Hz. Hüseyin'in kanma karşılık olarak onu öldüreceklerini
söylediler. Ancak her iki taraf ta diğerinin davetine icabet etmedi. Bunun
üzerine birbirlerine girdiler. O gün akşama dek şiddetlice savaştılar. O günde
savaş, Iraklıların lehine cereyan etmiş, Şamlılar hezimete yuz tutmuşlardı.
Sabah olunca îbn Zilkila 8000 süvari takviyesine kavuştu. İbn Ziyad, onu
azarlamış ve ağır sözler sarfetmişti- Ikı tarafta o gun akşama dek şiddetlice
savaştılar. Ne genç, ne ihtiyar, hiç kimse öyle bir savaş görmüş değildi.
Sadece namaz vakitlerinde savaşmaya ara yeriyorlardı. Gece karanlığı
bastınncaya dek çarpışma devam ettiler. Üçüncü günün sabahına vardıklarında
Şamlılara Edhem b. Muharriş komutasında 10.000 kişilik bir takviye kuvveti
daha geldi, günlerden cuma idi. îki tarafta kuşluk vaktine kadar şiddetlice
savaştılar. Sonra Şamlılar Iraklıları çembere aldılar. Dört bir yandan etraflarını
sardılar. Süleyman b. Süred, kendi adamlarına bir nutuk irad edip onları
cihada teşvik etti. İki tarafta gerçekten büyük bir savaş verdi. Sonra Süleyman
b. Süred, bineğinden indi. Kılıcının kınını kırıp şöyle seslendi:
- Ey Allah'ın kulları!
Cennet'e gitmek, günahından tevbe etmek ve ahdine vefa göstermek isteyen varsa
yanıma gelsin.
Onunla birlikte birçok
asker de bineklerinden inip yanına geldiler. Kılıçlarının kınlarım kırdılar,
hamle yaptılar. Şamlıların arasına daldılar. Askeri birliğin ortasına kadar
ilerlediler. Şamlılardan çok sayıda adam öldürdüler, öyleki kana battılar.
Iraklıların komutanı Süleyman b. Süred de öldürüldü. Şamlılardan Yezid b.
Husayn adında biri, ona bir mızrak fırlatmış, isabet alınca Süleyman yere
düşmüş, sonra yine ayağa kalkmış, yine düşmüş, yine ayağa kalkmış, yine
düşmüştü. Düşerken de: "Ka'be'nin Rabbma yemin ederim ki ben
kurtuldum." demişti. Sonra Müseyyeb b. Neciyye bayrağı eline alıp bayrak
elde, şiddetlice savaşmıştı, savaşırken de şöyle diyordu:
"Perçemleri
meyilli, göğüsleri ve gerdanları açıkta olanlar Dildiler ki,
Ben, korku ve
yenişmenin sabahında, atak aslandan daha cesaretliyim.
Boynuzları kırarım,
etrafıma korku salarım."
Böyle dedikten sonra
şiddetlice savaştı ve ruhunu teslim etti. Allah hepsine rahmet etsin. Ondan
sonra bayrağı Abdullah b. Sa'd b. Nüfeyl aldı. O da şiddetlice savaştı. O gün
Rebia b. Muharik, Iraklılara misli görülmemiş bir hamle yaptı. Abdullah b.
Sa'd b. Nüfeyl ile göğüs göğüse çarpıştı. İkisi sonra birleştiler. Rebia'nm
kardeşi oğlu Abdullah b. Sa'd'a saldırdı. Sonra amcasına hamle yaptı. Bundan
sonra bayrağı Abdullah b. Vâl aldı. Askerleri cihada teşvik edip; "Haydi
Cennet'e gidelim." dedi. Vakit ikindiyi geçmişti. Abdullah b. Vâl,
Şamlılara hamle yaptı. Etrafındaki düşman askerlerini darmadağın etti. Sonra
kendisi de şehid edildi. Fetva veren fıkıhçılardandı. Onu Edhem b. Muharriş
el-Babilî adındaki Şamlı askerlerin başında bulunan savaş komutam öldürmüştü.
O esnada bayrağı Rüfaa b. Şeddad aldı. Iraklı askerleri geriye çekti, karanlık
bastırmıştı. Şamlılar da cepheden ayrılmış, eşyalarının yanına dönmüşlerdi.
Rüfaa, geride kalan Iraklı askerleri toparlayarak memleketine döndü. Sabah
olunca Şamlılar, Iraklıların memleketlerine geri döndüklerini gördüler. Onları
kovalamak için herhangi bir askeri birliği yola çıkarmadılar. Çünkü çok sayıda
askerleri Öldürülmüş, çoğu da yaralanmıştı. Heyt mıntıkasına vardıklarında
Sa'd b. Hüzeyfe b. el-Yeman, yanında Medainli askerlerle birlikte çıkageldi.
Süleyman b. Süred'e ve adamlarına yardıma geliyorlardı. Süleyman ve adamlarının
basma gelen felaketi duyduklarında ölenler için rahmet okudular ve mağfiret
dileyip kardeşleri için ağladılar. Sonra Medainliler memleketlerine döndüler.
Kûfeliler de Kûfe'ye gittiler. Çok sayıda adam öldürülmüştü. Muhtar b. Ebu
Ubeyd de zindanda olduğu için dışarı çıkamamış ve öldürülen askerler için Rüfaa
b. Şeddad'a bir taziye mektubu göndermiş, Ölenler için rahmet okumuş ve
erdikleri şehidlik mertebesi ile bol sevaptan ötürü onlara imrendiğini ifade
edip şöyle demişti:
"Allah tarafından
mükafatları büyük olarak verilen ve Allah'ın kendilerinden hoşnud olduğu
kimselere merhaba diyorum. Onlara attıkları her adım karşılığında Allah
tarafından kendilerine dünyadan ve dünyadaki mevcudattan daha büyük sevap
verilmiştir. Süleyman, şüphesiz ki görevini yerine getirmiştir. Allah onun
ruhunu kabzetmiş olup peygamberlerin, şehidlerin ve salihlerin ruhları arasına
katmıştır. Bundan sonra ben güvenilen emirim. Zorbaları ve bozguncuları
inşaal-lah öldüreceğim, hazırlığınızı yapın. Adam ve silah toplayın, size müjdeler
olsun. Sizi Allah'ın kitabına ve Rasûlünün sünnetine davet ediyorum. Ehl-i
beytin Öcünü almanızı istiyorum..."
Süleyman b. Süred'in
mağlup askerleri Kûfe'ye gelmeden Önce Muhtar b. Ebi Ubeyd, onların hezimete
uğramış olduklarım Kûfelilere haber vermişti. O, bu haberleri şeytan
vasıtasıyla öğrenmişti. Bir şeytan, onun yanma gelir ve ileride olacak şeyleri
kendisine fısıldardı.
Süleyman b. Süred'in
askerlerine "tevvabin (tevbe edenler) ordusu" deniliyordu. Allah,
onlara rahmet etsin. Süleyman b. Süred el-Hazrecî, asil ve kadri yüce, aynı
zamanda da çokça ibadet eden zahid bir sahabe idi. Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz'den Buharı ile Müslim'in sahihlerinde ve diğer hadis kitaplarında
yer alan hadisler rivayet etmiştir. Sıffin savaşma, Hz. Ali'nin yanında yer
alarak katılmıştır. Hz. Hüseyin'e
seyin'i bırakmışlar,
ona yardım etmemişlerdi. O da bundan sonra Ker-bela'da şehid edilmişti.
Süleyman, kendilerinin Hz. Hüseyin inılraK a gelmesine sebep oldukları
görüşündeydi. Onu yardımsız bıraktıKiarmı, bu yüzden onun ve aile efradının
öldürüldüklerini düşünüyordu, öunun için pişman olmuştu, yaptıklarına nedamet
getiriyordu, işte bu gaye ile asker toplamış ve bu askerlerin komutam olarak
kendisine tevbe edenlerin komutam anlamına gelen "tevvabin emiri"
denilmişti. Süleyman b. Süred, bu savaşta Aynülverde'de hicretin altmışbeşinci
senesinde şehid edildi. Hicretin altmışyedinci senesinde şehid edildiğine dair
zayıf bir rivayet varsa da birinci rivayet daha sahihtir. Şehid edildiği zaman
doksanüç yaşındaydı. Allah, ona rahmet etsin.
Bu savaştan sonra onun
ve Müseyyeb b. Neciyye'nin başları koparılarak Mervan b. Hakem'e götürüldü.
Şamlıların komutanları, Mer-van'a mektub yazarak Cenâb-ı Allah'ın kendilerine
fethi nasip ettiğini ve düşmanlarına karşı kendilerini muzaffer kıldığını
bildirdiler. Mervan da kalkıp insanlara hutbe irad etti ve ordunun
muzafferiyetini, Iraklıların öldürüldüklerini haber verip şöyle dedi:
"Allah, sapıkların reisi Süleyman b. Süred'i ve adamlarım helak
etti." Böyle dedikten sonra getirilen kesik başları Şam'da belirli bir
yere dikti. Mervan b. Hakem, kendisinden sonra oğulları Abdülmelik'in, sonra
Abdülaziz'in veliaht olmalarına dair karar verdi ve bu senede bu hususta
komutanlardan, emirlerden bey'at aldı. İbn Cerir ile diğerleri böyle
demişlerdir.
Yine bu senede Mervan
b. Hakem ile Amr b. Said el-Eşdak, Mısır diyarına girdiler. Orayı, Abdullah b.
Zübeyr tarafindan vali olarak atanan Abdurrahman b. Cahdem'in elinden aldılar.
Mısır'ın bu fethi şöyle olmuştur: Mervan, Mısır'a gitmiş, karşısına vali
Abdurrahman b. Cah-dem çıkmış, Mervan onunla savaşmakla meşgul iken Amr b.
Said, arkadan bir grup askerle gidip şehre girmiş ve orayı ele geçirmişti.
Vali Abdurrahman da bunun üzerine Mısır'dan kaçıp gitmiş, Mervan da Mısır'a
girmiş ve Mısır'a hakim olmuştu. Oğlu Abdülaziz'i oraya vali tayin etmişti.
Bu senede Abdullah b.
Zübeyr, kardeşi Mus'ab'ı, Şam'ı fethetmekle görevlendirmiş ve harekete
geçirmişti. Mervan da Şam'a, Amr b. Said'i göndermiş, ikisi Filistin'de
karşılaşınca Mus'ab b. Zübeyr ondan korkup kaçmış, geri dönüp gitmiş ve hiçbir
şey elde edememişti. Böylece hem Şam'ın, hem de Mısır'ın hakimiyeti Mervan'm
eline geçmişti.
Vakidî dedi ki:
Mervan, Mısır'ı muhasara etti, Abdurrahman b. Cahdem de şehrin etrafına hendek
kazdırdı. Mısırlılarla birlikte Mer-van'a karşı savaşmak için dışarı çıktı.
Sırayla savaşıp istirahata çekiliyorlardı. O güne teravih yani istirahat günü
denildi. Şehrin Önde gelen şahsiyetlerinden çoğu öldürüldü. O günde Abdullah b.
Yezid b. Madi Kerih el-Kilâî adında eşraftan biri öldürüldü. Sonra
Abdurrahman, malım ve aile efradını alıp Mekke'ye gitmek şartıyla Mervan'la
barış yaptı. Mervan, onun bu isteğini kabul etti ve Mısırlılara bir emanname
yazdı, insanlar dağıldılar. Cephedeki askerler birbirlerinden uzaklaştılar. Artık
herkes ölülerini defnetmeye ve ölüleri üzerine ağlamaya başladı. Mervan, bu
savaştan sonra kendisine bey'ata yanaşmayan seksen kişinin de başını vurdu.
Ayrıca Hz. Osman'ın katillerinden Ukaydır b.Hamle el-Lahmî'nin de boynunu
vurdu. Bu hadise, cemaziyelahir ayının ortalarında vuku buldu. O zaman
Abdullah b. Amr b. Âs ta öldü. Onun cezanesini çıkaramadılar, evine
defnettiler. Mervan, Mısır'ı istila etti. Orada bir ay kaldı, sonra oraya oğlu
Abdülaziz'i vali olarak bıraktı. Yanına kardeşi Bişr b. Mervan ile Musa b.
Nusayr'ı da vezir olarak tayin etti. Abdülaziz'e, büyüklere ihsanda
bulunmasını, iyilik yapmasını tavsiye etti, sonra Şam'a döndü.
Bu senede Mervan, iki
ordu teşkil etti. Ordulardan birini Hubeyş b. Dülce el-Ubeydî komutasında
harekete geçirdi. Bu ordu, Medine'yi Mervan adına teslim almakla
görevlendirildi ve önceki kısımlarda anlattığımız durumlarla karşılaştı.
Ordulardan ikincisi ise Ubeydullah b. Ziyad komutasına verildi. Irak'a
gönderildi ki, orayı Ibn Zübeyr'in valisinin elinden alsın. Bunlar yolda
giderlerken Süleyman b. Süred komu
asındaki tevvabin
ordusuyla karşılaştılar ve önceki sayfalarda anlattığımız durumlar meydana
geldi. Şamlıların ordusu Irak'a gitti. Ce-zire'ye vardıklarında Mervan b. Hakem'in
ölüm haberini aldılar.
Mervan b. Hakem,
hicretin altmışbeşinci senesinin ramazan ayında vefat etti. Ölüm sebebi şu
idi: O, Yezid b. Muaviye'nin karısı Ümmü Haşim binti Haşim b. Utbe b. Rabia ile
evlenmişti. Mervan, bu kadınla Yezid'in oğlu Halid'i, insanların gözünde küçük
düşürmek için evlenmek istemişti. Çünkü birçok insan, Halid'i, kardeşi
Muaviye'den sonra hükümdar yapmayı arzuluyordu. Mervan da onu küçük düşürmek
amacıyla annesiyle evlendi. Evlendikten sonra bir gün Halid, Mer-van'm yanma gitti.
Mervan, meclisinde oturan adamlara Halid hakkında konuşuyordu. Halid oturunca
Mervan ona: "Ey arkası ıslak olan kadının oğlu!" diye hitap etti.
Halid de annesi Ümmü. Haşim'e giderek Mervan'm kendisine söylediği sözü
nakletti. Annesi Ümmü Haşim de : "Bu sözü kimseye söyleme ve bana
söylediğini de kimseye söyleme." dedi. Mervan, Ümmü Haşim'in yanma
geldiğinde ona: "Halid, senin ya-nmda benim hakkımda kötü sözler sarfetti
mi?" diye sorunca Ummü Haşim şöyle cevap verdi: "Niye senin aleyhinde
konuşsun ki? O seni seviyor ve sayıyor." Sonra Mervan, Ümmü Haşim'in
yanında uzanıp yattı. Uykuya daldığında Ümmü Haşim, bir yastık alıp Mervan'm
yüzüne bastırdı. Kendisi de cariyeleri ile birlikte yastığın üzerine çöktü ve
Mervan, boğularak öldü. Bu hadise, hicretin altmışbeşinci senesinin ramazan
aymm üçünde Şam'da cereyan etti. Ölürken Mervan altmışüç yaşındaydı. Seksenbir
yaşında olduğuna dair zayıf bir kavil de ilen sürülmüştür. Dokuz ay hüküm
sürmüştü. On aydan üç gün eksik süreyle hüküm sürdüğüne dair zayıf bir rivayet
de vardır. [6]
Mervan'ın soy kütüğü
şöyledir: Mervan b. Hakem b. Ebu'l-As b. Ümeyye b. Şems b. Abdumenaf el-Kureşi
el-Ümevî Ebu Abdülmelik. Künyesinin Ebul Hakem veya Ebu'l-Kasım olduğu da
söylenir. Çok kimselere göre o sahabedir. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'m sağlığında
dünyaya gelmiştir. Kendisinden Hudeybiye sulhuna dair bir hadis rivayet
edilmiştir. Sahih-i Buharı de Mervan ve Misver b. Mahrem'e tariki ile
sahabelerden bir gruptan nakledilen bir hadis vardır. Mervan, Hz. Ömer'den ve
Hz. Osman'dan rivayetlerde bulunmuştur. Mervan, aynı zamanda Hz. Osman'ın
katibi idi. Ayrıca Zeyd b. Sabit ve Büseyre binti Safvan el-Ezdiye'den de
rivayetlerde bulunmuştur. Mervan, Büseyre'nin kayınpederi idi. Hakim Ebu
Ahmed'in ifadesine göre Büseyre, Mervan'ın teyzesidir. Büseyre'nin onun teyzesi
olması ve Mervan'ın da onun kayın pederi olması arasında bir çelişki yoktur.
Oğlu Abdülmelik, Sehl b. Sa'd, Said b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Ali b. Hüseyin
Zeynela-bidin, Mücâhid ve diğerleri de Mervan'dan rivayetlerde bulunmuşlardır.
Vakidî ile Muhammed b.
Sa'd'm ifadelerine göre Mervan, Hz. Pey-gamber'in sağlığına yetişmiş ama ondan
birşey hıfzetmemişti, Peygamber (s.a.v.)'ın vefatı esnasında Mervan sekiz
yaşındaydı. İbn Sa'd, o'nu tabiilerin ilk tabakası arasında saymıştır. Mervan,
Kureyş'in önde gelen şahsiyetlerinden ve faziletli insanlarmdandı. İbn Asakir
ile diğerlerinin rivayetlerine göre Hz. Ömer, Mervan'ın annesini vasıta ederek
bir kadınla evlenme talebinde bulunmuş. Mervan'ın annesi de şöyle demişti:
Onu, Cerir b. Abdullah el-Becelî istemişti. O, meşrik gençlerinin lideridir.
Mervan b. Hakem de istemişti. O, Kureyş gençlerinin efendisidir. Abdullah b.
Ömer de istemişti. O da bildiğiniz bir şahsiyettir. Neticede Mervan'ın annesi
gidip o kadınla görüşünce ve mü'minlerin emiri Hz. Ömer'in kendisi ile evlenmek
istediğini ifade edince kadın: "Mü'minle-rin emiri bu talebinde ciddi
midir?" diye sormuş; Hz. Ömer de: "Evet" diye cevap verince:
"Ey mü'minlerin emiri, öyleyse biz seni o kadınla evlendirdik." diye
cevap vermişti.
Hz. Osman, Mervan'a
ikramda bulunur ve saygı gösterirdi. Hz. Osman'ın yanında katiplik yapardı.
Onun sır katibi idi. Fakat Hz. Osman'ın kendi evinde kuşatma altında
tutulmasının sebebi de oydu. Asiler, Hz. Osman'dan, Mervan'ı kendilerine
teslim etmesini ısrarla istemişler, Hz. Osman da onların bu isteklerim
şiddetle reddetmişti. Hz. Osman kuşatma altında tutulurken Mervan, asilere
karşı şiddetlice savaşmış ve bazı Haricileri öldürmüştü. Cemel savaşanda sol
cenah komutanı idi. Anlatıldığına göre o, bir ok atarak Talha'nm dizine isabet
ettir ve onu öldürmüştür. Doğrusunu Allah bilir.
Ebu'1-Hakem, Şafii'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cemel savaşında
insanlar hezimete uğradıklarında Hz. Ali, Mervan'ı çokça sormaya başladı.
Niçin sorduğunu söyleyenlere de: "O benim çok yakınımdır. Bu, şefkati
celbediyor. O, Kureyş gençlerinin efendisidir." demişti.»
İbn Mübarek, Kubeyse
b. Cabir'in Muaviye'ye şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
- "Senden sonra
yönetimi kime bırakacaksın?
- Allah'ın kitabını
okuyan, Allah'ın dinini anlayan, dinî bilgilere sahip olan, Allah'ın hadleri
hususunda çok katı olan Mervan b. Hakem'e bırakacağım."
Muaviye, Mervan'ı
birçok defa Medine'ye vali olarak tayin etmiş, sonra azletmiş, yeniden vali
olarak tayin etmişti. Defalarca insanlara hac emirliği yapmış, hac ibadetini
ifa ettirmişti.
Hanbel,İmam Ahmed'in
şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Kadılık, Mervan'ın yanındadır."
denilirdi. O, Hz. Ömer'in hükümlerini takip eder ve araştırırdı.
İbn Vehb dedi ki: Birgün
Mervan'dan bahseden Malik'in şöyle dediğini işittim: Mervan şöyle demişti:
"Ben kırk seneden beri Allah'ın kitabını okurum. Şimdi de bu kan akıtma
işinin içine düştüm."
İsmail b. Ayyaş,
Şüreyh b. Ubeyd ile diğerlerinin şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
"îslâmiyyet'ten
bahsedildiği zaman Mervan şöyle derdi: "Kendi elimin kazancı ile veya
babadan kalma mirasımla değil, bilakis Rabbimin bahşettiği nimetle ben İslâm'a
kavuştum. Ama ben hatalıyım."
Leys, Salim Ebu Nadr'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Mervan, bir
cenaze merasimine katıldı. Cenaze namazını kıldıktan sonra döndü, defin işine
kadar beklemedi. Bunun üzerine Ebu Hü-reyre: "O bir kırat sevabı kazandı,
ama bir kırat sevaptan da mahrum kaldı." dedi. Ebu Hüreyre'nin böyle
dediğini kendisine haber verdiklerinde Mervan, koşarak geri döndü, koşarken
dizleri göründü. Gelip mezar başında oturdu, nihayet gitmesi için kendisine
izin verildi."
Medainî, Cafer b.
Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüseyin'in öldürülmesinden
sonra Medine'ye dönme masrafı olarak Hüseyin'in oğlu Al i'ye, Mervan 6000 dinar
borç verdi. Vefat edeceği zamanda oğlu Abdülmelik'e, Hüseyin'in oğlu Ali'den
bu parayı istememesini vasiyet etti. Abdülmelik, babası Mervan'ın bu
vasiyetini Hüseyin m oğlu Ali'ye bildirdiğinde, Ali bunu kabul etmedi, ancak
Abdülmelik ısrar edince kabul etti."
. . .
Şafiî, Cafer'in babası
Muhammed'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Hasan ile Hüseyin, Mervan'ın
arkasında namaz kılarlar ve bu namazlarını iade etmezlerdi. Ona güvenirlerdi.
Abdürrezzak, Tank b.
Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bayram günü
hutbeyi namazdan Önceye alan ilk kişi Mervan oldu. Adamın birisi ona: "Sen
böyle yapmakla sünnete muhalefet ettin." deyince Mervan ona: "Burada
olan kimse sünneti terketti." dedi. Ebu Said de şöyle dedi: "Bu adam
böyle konuşmakla görevini yaptı. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu
işittim: Sizden bir kimse, bir münkeri görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer
yapamazsa diliyle, diliyle de yapamazsa kalbiyle onu düzeltsin (Ona karşı
protestoda bulunsun). Bu da imanın en zayıf derecesidir."
Anlatıldığına göre
Mervan, Medine valisi iken çözümü zor bir problemle karşılaştı. O da bunu
çözmek için oradaki sahabeleri toplantıya çağırdı, onların fikirlerini sordu.
Derler ki: Medine'de
çeşitli ölçülerde ve ağırlıklardaki ölçekleri toplayıp bunların en uygununu
esas kabul eden kişi Mervan'dır. O'nun seçip uygun gördüğü ölçeğe de Mervan
ölçeği denilmiştir.
Zübeyr b. Bekkar, Ebu
Said el-Hudrf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Hüreyre,
Mervan'ın yanından çıktı. Onun yanından çıkmakta olan başka bir grupla
karşılaştı. Onlar, Ebu Hüreyre'ye dediler ki: "Ey Ebu Hüreyre, şu anda
Mervan, 100 köleyi azad ettiğine bizleri şahit tuttu." Ebu Hüreyre, o
esnada elimi çimdikledi ve şöyle dedi: Ey Ebu Said! Temiz ve helal kazançtan
olan bir köleyi azad etmek, 100 köleyi azad etmekten daha hayırlıdır."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Said el-Hudrf den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Falan
oğullarının sayısı otuz kişiye vardığında onlar, Allah'ın malını kendi
aralarında dolaştırmaya, Allah'ın dinine bey'atları dahil etmeye, Allah'ın
kullarını da köle etmeye başlarlar."
Ebu Ya'lâ, Ebu
Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hakem
oğullarının sayısı otuz kişiye vardığında onlar Allah'ın dinine bid'atlan
dahil eder, Allah'ın kullarını köle eder ve Allah'ın malını kendi aralarında
dolaştırırlar."
Beyhakî, İbn Abbas'tan
rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hakem
oğullarının sayısı otuza vardığında Allah'ın malını kendi aralarında
dolaştırırlar, Allah'ın kullarını köle edinirler ve Allah'ın kitabını da
fesatla karıştırırlar. Sayıları 496'ya vardığında da onların helakleri bir
hurmayı çiğnemekten daha çabuk olur." Yine Rasûlullah (s.a.v.), Abdülmelik
b. Mervan'dan bahsederken onun, dört zorbanın babası olduğunu söylemiştir.
Bütün bu rivayet
yolları zayıftır.
Ebu Ya'lâ ile
diğerlerinden rivayet olunduğuna göre Ebu Hüreyre şöyle demiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), rüyasında Hakem oğullarının kendisinin minberine çıkıp indiklerini
görünce öfkelenmiş gibi uyandı ve şöyle dedi: "Hakem oğullarının maymunlar
gibi minberime sıçradıklarını gördüm." Rasûlullah (s.a.v.)'m, bu
hadiseden sonra ölümüne kadar artık katıla katıla güldüğünü görmedim."
Sevrî, buna benzer
Said b. Müseyyeb'ten de mürsel bir rivayette bulunmuştur. Bu rivayette de
şöyle denilmektedir: "Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber'e, bunu Hakem
oğullarına "Emevilere" dünyalık olarak verdi, diye vahyetmiş,
böylece Rasûlullah rahatlamıştı." Bu, şu ayet-i kerimenin de manasının
tahakkukudur: "Sana gösterdiğimiz rüya ile sadece insanları
denedik." (d-Isrâ, eo.) Yani biz bu rüyayı sana göstermekle insanları
deneyip imtihan etmek istedik.
Bu mürsel rivayetin
senedi zayıftır. Bu manada birçok uydurma hadiste nakledilmiştir. Biz, sahih
olmadıklarından onları nakletmeye gerek görmedik.
Mervan'ın babası
Hakem, Peygamber (s.a.v. )'ın en büyük düşman-larındandı. Ancak Mekke fethi
gününde Müslüman oldu. Medine'ye geldi. Sonra Peygamber (s.a.v.), onu Taife
sürgün etti. Orada vefat etti. Mervan, Hz. Osman'ın kuşatma altına alınmasının
en büyük sebeple-rindendi. Çünkü o, Hz. Osman adına bir mektub uydurarak
Mısır'a göndermiş ve Mısırlı asilerin öldürülmesini emretmişti. Muaviye
tarafından Medine'ye vali olarak atandığında her cuma günü minberde Hz. Ali'ye
söverdi. Hz. Ali'nin oğlu Hasan, ona şöyle demişti: "Sen daha babanın
sulbünde iken Rasûlullah (s.a.v.), baban Hakem'e lanet okumuş ve: "Allah
Hakem'e ve onun doğacak çocuğuna lanet etsin." Doğrusunu Allah bilir.
Önceki kısımlarda da
anlatıldığı gibi Hasan b. Malik, Cabiye'de iken Mervan yanına geldiği zaman
onun bu gelişinden hoşlanmış ve ona bey'at etmişti. Ürdünlüler de kendisine
bey'at etmişlerdi. Ancak işler düzene girdiği takdirde kendisinin tahttan inip
yönetimi Halid b. Ye-zid'e teslim edeceğini söylemişti. Mervan, Humus
valiliğine; Arar b. Said de Dımaşk valiliğine atanacaktı. Hicretin altmış
dördüncü senesinin zilkade ayının ortalarında pazartesi günü Mervan'a bey'at
edildi. Leys b. Sa'dile diğerleri böyle demişlerdir.
Yine Leys'in ifadesine
göre Mercürahit savaşı bu senenin zilhicce ayında kurban bayramından iki gün
sonra vuku bulmuştur.
Dediler ki: Mervan
Dahhak b. Kays'ı mağlub edip Şam ve Mısır hakimiyetini eline geçirdikten sonra
o mıntıkada söz sahibi oldu. Kendisinden sonra da oğlu Abdülmelik'e veliahtlık
bey'atı, ondan sonra da dığer oğlu Abdülaziz'e veliahtlık beratı yapıldı.
Abdülaziz, Ömer'in babasıydı. Mervan, yönetimi Halid b. Yezid b. Muaviye'ye
terketti. Çünkü o, kendini halifeliğe layık görmüyordu. Onun bu görüşüne Malik
b. Hassan da muvafakat etti. Mervan, her ne kadar Halid b. Yezid'in dayısı
idiyse de yönetimi ona bıraktı. Abdülmelik'in be/atının yüklerini o üstlenmişti.
Sonra Halid'in annesi, Mervan'a tuzak kurdu. Onu zehirledi. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Mervan uyumakta iken yüzünün üzerine bir yastık koymuş,
bastırarak onu boğmuştu. Sonra da cariyeleri ile birlikte çığlık atarak:
"Mü'minlerin emiri ansızın öldü." demişti. Mervan'dan sonra oğlu
Abdülmelik hilafete geçti.
Abdullah b. Ebu
Mez'ur, bazı ilim ehlinin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Mervan'ın
ölürken söylediği son söz şu oldu: "Cehennem ateşinden korkan kimse için
Cennet vacib oldu."
Mervan'ın yüzüğünde
"el-İzzetü Lillah" yazılı idi.
Asmaî, Harb b. Ziyad'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Mervan'ın
yüzüğünde şöyle bir ibare yazılı idi: "Aziz ve Rahim olana iman
ettim."
Mervan, hicretin
altmışbirinci veya altmış dördüncü senesinde Şam'da vefat etti. Ebu Ma'şer'in
ifadesine göre vefat ederken seksenbir yaşındaydı.
Halife b. Hayyat,
Velid b. Hişam'ın dedesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Mervan, hicretin
altmışbeşinci senesinde ramazan ayının üçünde, altmışüç yaşında iken Şam'da
vefat etti. Cenaze namazını oğlu Abdülmelik kıldırdı. Dokuz ay onsekiz gün
halifelik yaptı. Başkalarının ifadesine göre ise, on ay süreyle halifelik
yapmıştır.
İbn Ebi'd-dünya ile
diğerleri dediler ki: "Mervan, kırmızı yüzlü, kısa boylu, kısa ve ince boyunlu,
iri başlı, gür sakallı bir adamdı. Lakabı Hayt bâtıl idi."
İbn Asakir'in
rivayetine göre Said b. Kesir b. Afir şöyle demiştir: "Mervan, Mısır
dönüşünde Sanberede veya Beled'de vefat etmiştir. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Şam'da vefat etmiş, Cabiye kapısı ile Babü's-Sağir arasında
bir yere defin edilmiştir."
Mervan'ın katibi Ubeyd
b. Evs, mabeyincisi Minhal adındaki azatlısı, kadısı Ebu İdris el-Holanî,
muhafız komutanı Yahya b. Kays el-Gassanî idi. Abdülmelik, Abdülaziz, Muaviye
ve ismini saymadığımız daha başka birkaç oğlu vardı. Diğer eşlerinden doğan
kızları da vardı. [7]
Babasının sağlığında
halifelik için kendisine bey'at edildi. Babası, ramazanın üçünde vefat edince
Şam ve Mısır'a bağlı mıntıkalarda kendisine yeniden bey'at edildi. Babasının
hüküm sürdüğü topraklarda otoritesini sürdürdü. Babası Ölmeden önce İbn
Zübeyr'in egemenliğindeki yerlerden ikisini almak üzere Irak'a ve Medine'ye
iki askeri birlik gönderdi. Irak'a giden askeri birliğin komutanı Ubeydullah b.
Ziyad idi. Ubeydullah b. Ziyad, yolda Aynülverde mıntıkasında Süleyman b.
Sü-red komutasındaki Tevvabin ordusu ile karşılaştı ve önceki sayfalarda
anlattığımız muharebe, bu iki askeri birlik arasında cereyan etti. Neticede
Ubeydullah b. Ziyad, Tevvabin ordusunu mağlub etti. Komutanlarını ve çok
sayıda askeri öldürdü.
Askeri birliklerden
Medine'ye gönderilen ise, Hubeyş b. Dülce komutasında idi. Medine'ye doğru
yola çıktı. Medine'ye vardığında İbn Zü-beyr tarafından atanmış olan vali Cabir
b. Esved b. Avf kaçtı. Bu vali, Abdurrahman b. Avf in kardeşi oğlu idi. İbn
Zübeyr tarafından atanmış olan Basra valisi Haris b. Abdullah b. Rabia da
Medine'de bulunan İbn Dülce'ye karşı Basra'dan bir askeri birlik hazırlayıp
yola çıkardı. Hubeyş b. Dülce bu, askeri birliğin kendilerine doğru gelmekte
olduğunu duydu. İbn Zübeyr de Abbas b. Sehl b. Sa'd'ı vali olarak Medine'den harekete
geçirdi ve Hubeyş'i yakalamasını emretti. O da Hubeyş'in ve askerlerinin
peşine düştü. Nihayet Rabaza'da onları yakaladı. Yezid b. Siyah b. Habeşiye ok
atarak onu öldürdü. Bazı arkadaşlarını da öldürdü, geride kalanlar ise yenik
düştüler. Onlardan 500 kişi Medine'de kaleye sığındılar. Sonra Abbas b. Sehl'in
hükmüne boyun eğdiler. Abbas ta onları katliamdan geçirdi. Yenik düşen
Hubeyş'in askerleri Şam'a döndüler.
İbn Cerir dedi ki:
Hubeyş b, Dülce'nin katili Yezid b. Siyah el-Esvarî, Abbas b. Sehl ile beraber
Medine'ye döndüğünde üzerinde beyaz bir elbise vardı. Doru bir ata binmişti.
Kısa sürede elbisesi <ve bineği insanların ona el sürmesinden ve üzerine
çokça esans ve misk saçmasından dolayı karardı.
Yine bu senede
Haricilerin Basra'da gücü arttı.
Bu senede Haricilerin
lideri Nafi b. Ezrak ile Basralıların süvari birliği lideri Müslim b. Ubeyd
arasında bir savaş meydana geldi. Neticede Rebia es-Selûtî, Nafi'yi öldürdü.
Bu ikisi arasında beş kadar komutan daha öldürüldü. Hariciler savaşında Kurre
b. İyas el-Muzeni Ebu Muaviye adındaki sahabe de öldürüldü. Nafi b. Ezrak
Öldürülünce, Hariciler başlarına Ubeydullah b. Me'cur'u lider yaptılar. O da
onları toplayıp Medain'e götürdü. Medainlilerle savaştılar. Sonra Ahvaz ve
diğer beldeleri hakimiyetleri altına aldılar. Yemame ve Bahreyn'den gelen
takviye kuvvetlerden de yararlanarak malları topladılar. Sonra Attab b. Verka
er-Riyahî idaresinde bulunan İsfahan'a doğru yürüdüler. Attab b. Verka
bunlarla savaştı ve hezimete uğrattı. Haricilerin lideri ibn
Me'cur Öldürülünce
bunlar, başlarına Kutri b. Fucae'yi lider yaptılar.
îbn Cerir'e göre Kutri
b. Fucae, Basralılarla Dolap denen yerde savaşmıştır. Bu savaşta Kutri, galip
gelince Basrahlar, Haricilerin şehre girmelerinden korktular, İbn Zübeyr de
Bebbe adıyla tanınan valisi Abdullah b. Haris'i azlederek yerine Kubba' adıyla
tanınan Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia'yı Basra'ya vali olarak atadı. Ayrıca
Mühelleb b. Ebi Süfre el-Ezdî'yi de Horasan valiliğine atadı. Mühelleb,
Basra'ya ulaştığında halk ona: "Haricilerle ancak sen
savaşabilirsin." dediklerinde o: "Mü'minlerin emiri İbn Zübeyr, beni
Horasan'a vali olarak gönderdi. Ben onun emrine karşı gelecek değilim."
diye karşılık verdi. Bunun üzerine Basra halkı, valileri Haris b. Abdullah b.
Ebi Rebia ile gizlice anlaşarak îbn Zübeyr adına Mühelleb'e, Basra'ya
girişlerine engel olunr-ası için Haricilere karşı çıkmasını emredici bir mektub
yazdılar. Mühelleb, bu mektubu okuyunca Basrahlara, kendi askerlerim Basra
beytü'1-ma-lmdan sağlanacak para ile takviye etmeyi ve Haricilerin mallarından
ganimet edindiği şeylerin de kendisine verilmesini şart koştu. Basrahlar, bu
şartlan kabul ettiler. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Bas-ralüar bu
durumu ,İbn Zübeyr'e bir mektubla teklif etmişler, îbn Zübeyr de bu teklin
kabul etmiş ve bunun üzerine Mühelleb te Haricilere karşı çıkmıştı. Mühelleb,
bahadır, yiğit ve kahraman bir kimse idi. Haricilerle savaşmaya karar verdiği
zaman Hariciler, misli görülmemiş bir teçhizat, zırh, silah ve çok sayıda atla
Mühelleb'e karşı hızla ilerlediler. Çünkü onlar, o mıntıkaların gelirlerini
yemişler, böylece güçlenmişlerdi. Onlar, asla boyun eğmeyen yiğitlerdi. Geri
püskürtülemeyecek bir hamle gücüne, kırılamayacak bir kuvvete ve savaş ateşinin
içine hızla atılabilecek bir yüreğe sahiptiler. İki taraf Selvesel Ebri denen
yerde karşı karşıya geldiklerinde şiddetlice savaşmaya başladılar. İki tarafta
göz kamaştıracak bir sabır ve sebat gösterdiler. 30.000'e yakın asker vardı.
Sonra Hariciler, benzeri görülmemiş bir saldırı yaptılar. Mühel-leb'in
askerleri hezimete uğradı. Baba evladına ve hiç kimse bir başkasına dönüp
bakacak durumda değildi. Mühelleb'in askerlerinden bir kısmı yenik düşerek
Basra'ya vardı. Mühelleb ise, kaçmakta olan ve yenik düşmüş askerleri
kovaladı, önlerine geçti, yüksek bir yere çıkıp: "Ey Allah'ın kulları bana
gelin." diye seslendi. 3000 kadar bahadır süvari gelip yanmda toplandılar.
Onlara şöyle bir nutuk çekti:
"Ey insanlar!
Doğrusu Cenâb-ı Allah, sayısı çok bir kalabalığı, bazen kendi nefislerine
aldanmaları sebebiyle hezimete uğratır. Bunun yanında az sayıda askerlerden
oluşan topluluklara da yardımım indirir ve onlar muzaffer olurlar. Ömrüme yemin
ederim ki, şu anda siz az sayıda değilsiniz. Siz, sabır savaşçıları ve zafer
erbabısınız. Aranızda hezimete uğrayıp kaçmış olanlardan herhangi birinin şu
anda yanınızda bulunmasını asla istemiyorum "Aranızda savaşa çıkmış olsalardı,
ancak
sizi bozmağa
çalışırlardı." (et-Tevbc, 47.) Şimdi sizden her birinizin yanma on taş
alıp bizimle birlikte düşman karargahına gelmesini emrediyorum. Çünkü onlar şu
anda kendilerinden emin durumdadırlar. Atlıları sizin hezimete uğrayan kardeşlerinizi
kovalamak için garnizondan ayrılıp gitmiştir. Allah'a yemin ederim ki, onların
atlıları dönmeden siz onların askerlerini Öldürecek, komutanlarımda helak
edeceksiniz."
Askerler, Mühelleb'in
emrini yerine getirdiler. Mühelleb b. Ebi Süf-rGî yanlarına taş alan askerleri
ile birlikte Hariciler topluluğuna saldırdı. Onlardan 7000 kadar asker
öldürdü. Abdullah b. Me'cur da Ezari-ka'dan çok sayıda adam öldürdü. Bol
miktarda mallarını ele geçirdi. Mühelleb te yenik düşen askerlerini kovalamaya
gitmiş olan Harici atlılarının geri dönmelerine engel olmak için bazı
atlılarla yolu tuttu. Gelenlerin, arkadaşlarına ulaşmalarına engel oldular.
Haricilerin hezimete uğrayan askerleri, Kirman ve İsfahan taraflarına doğru
gittiler. Mühelleb, Ehvaz'da birkaç gün kaldı. Sonra Mus'ab b. Zübeyr »Basra'ya
geldi. Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia'yı Basra valiliğinden azletti. Nitekim
bununla ilgili açıklama yakında gelecektir.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Mervan b. Hakem, Ölmeden Önce oğlu Muhammed'i Cezire'ye gönderdi. Bu da
onun Mısır'a gelişinden önceydi.
Ben derim ki: Sözü
edilen Muhammed b. Mervan, Mervan el-Hi-mar'm babasıdır. Emevilerin son
halifesidir. Abbasiler, halefeliği bunun elinden almışlardı. Bununla ilgili
açıklamada ileriki sayfalarda gelecektir.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Abdullah b. Zübeyr, kardeşi Ubeydul-lah'ı Medine valiliğinden azlederek
yerine diğer kardeşi Mus'ab'ı tayin etti. Çünkü Ubeydulîah, insanlara bir nutuk
irad etmiş ve nutkunda şöyle demişti: "Cenâb-ı Allah'ın 500 dirhem değerindeki
bir deveyi boğazlamalarından dolayı Salih peygamberin kavmine neler yaptığını
gördünüz." Bu sözleri duyan kardeşi Abdullah b. Zübeyr "Bu
tekellüf-tür" demiş ve onu azletmişti. Bu sebepten Ubeydullah'a, Salih
peygamberin devesinin değer takdir edicisi denilmişti.
Bu senenin sonunda
Abdullah b. Zübeyr, Küfe valisi Abdullah b. Ye-zid el-Hutemî'yi azletmiş,
yerine Abdullah b. Muti'yi tayin etmişti. Abdullah, Yezid'i hal ettikleri
zaman Harre savaşındaki Muhacirlerin komutam idi.
îbn Cerir dedi ki: Bu
senede Basra'da veba salgını baş gösterdi. İbn Cerir'in "el-Muntazam"
adlı eserinde anlattığına göre veba salgını, hicretin altmışdördüncü senesinde
Basra'da baş göstermiştir- Hicretin alt-mışdokuzuncu senesinde baş gösterdiğine
dair zayıf bir rivayet te vardır. Şeyhimiz Zehebî ile diğerlerinin de
anlattıklarına göre bu salgının büyük hasarı, Basra'da görülmüş ve üç gün
sürmüştü. Dk günde 70.000, ikinci günde 71.000, üçüncü gün de 73.000 Basralı
ölmüştü. Dördüncü günde Basralılardan çok az sayıda adam kalmıştı. Halkın büyük
çoğunluğu ölmüştü. Anlatıldığına göre valinin annesi de ölmüş, cenazesini
kaldıracak kimse kalmamış ve sonunda cenazeyi kaldırmak için dört kişiyi
kiralamışlardı.
Hafız Ebu Nuaym
el-îsbahanî, bu veba salgını zamanında yaşamış, Ebu Nüfeyd künyesi ile tanınan
bir adamın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kabileleri dolaşıyor,
ölüleri defnediyorduk. Ölü sayısı çoğalınca, artık kendimizde onlan defnedecek
gücü bulamadık. Eve giriyor, ev halkının ölmüş olduğunu görünce, kapılarını
üzerlerine kapatıyor, onları o halde bırakıyorduk. Bir eve girdik, içeriyi
aradık, içeride hayatta kalmış bir kimse göremedik, kapıyı üzerlerine kapadık.
Veba salgını bittikten
sonra tekrar mahalleleri dolaşmaya başladık. Kapadığımız kapıları açıyor,
evleri tekrar kontrol ediyorduk. Bir eve girdiğimizde evin ortasında vücuduna
daha yeni krem sürülmüş bir çocuk gördük. Sanki o anda annesinin kucağından
alınmıştı. Biz orada durup çocuğa bakarken ve durumunu hayretle seyrederken
duvarın yarığından bir köpek çıkarak geldi. Çocuğa doğru yaklaştı. Çocuk ta
sürünerek ona gitti ve köpeğin memesini tutup emmeye başladı. Bilahare ben o
çocuğun büyüdüğünü ve Basra mescidinde sakalından tutulduğunu gördüm."
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Abdullah b. Zübeyr, Ka'be-i Muazza-ma'yı bina etti. Yani binasını
tamamladı ve Hatim'in tamamım Ka'be'ye dahil etti. Birinden girilip diğerinden
çıkılması için de Ka'be'ye iki kapı açtı.
îbn Cerir, Ziyad b.
Cebel'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Zübeyr'in idaresi
zamanında Mekke'de idim. Onun şöyle dediğini duydum: "Annem ve Ebu
Bekir'in kızı Esma'mn bana anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Aişe'ye şöyle
demiştir: "Eğer senin kavmin küfürden daha yeni çıkmış olmasalardı,
Ka'be'yi İbrahim peygamberin temellerine göre yeniden inşa eder ve Hatim'i
Ka'be'ye dahil ederdim."
Abdullah b. Zübeyr,
emir verdi. Mekkeliler temelleri kazdılar. Ka'be'nin temelinde deve
büyüklüğünde kaya parçalan gördüler. Kaya parçalanndan birini hareket ettirmek
istediler. Bir şimşek çaktı, bu durumu gören Abdullah b. Zübeyr:
"Temelleri yerinde bırakın." dedi ve Ka'be'yi o temeller üzerine bina
etti. Birinden girilip diğerinden çıkılması içinde Ka'be'ye iki kapı
yaptı."
Bu senede Horasan'da
Abdullah b. Hazm ile Haresi b. Hilal el-Kuzeyî arasında anlatımı uzun sürecek
savaşlar cereyan etti.
Yine bu senede
Abdullah b. Zübeyr, insanlara hac ettirdi. Medine valisi Mus'ab b. Zübeyr, Küfe
valisi Abdullah b. Mutî ve Basra valisi de Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia
el-Mahzumî idi.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetlerden biri, Abdullah b. Arar b As b. Vail Ebu Muhammed es-Sehmî
idi. Bu zat, sahabelerin seçkinlerinden bilginlerinden ve çokça ibadet
edenlerden idi. Peygamber (sav Vden hadis yazıp nakletmiş tir. Babasından önce
Müslüman olmuş olup babasından sadece oniki yaş küçüktü. Derin bir ilme sahip
olup kendini ibadete adamıştı. Akıllı bir kimseydi. Muaviye ile işbirliği
yaptığından dolayı babasını kınamıştı, şişman bir kimseydi. Hem Kur'ân'ı hem
Tevrat'ı okurdu. Anlatıldığına göre gözlerini kaybedince-ve kadar ağlamıştır.
Gecelerini namazla, gündüzlerini de oruçla geçirirdi Bir gün tutar, bir gün
tutmazdı. Muaviye o'nu Küfe valiliğine tayin etmiş, sonra onu azlederek yerine
Muğire b. Şube'yi atamıştı. Hicretin altmışbeşinci senesinde Mısır'da vefat
etti.
Bu senede Abdullah b.
Sa'de el-Fezarî adındaki bir sahabe, Mekke'de öldürüldü. Mekke'ye gelmeden
önce Şam'da yaşıyordu. Anlatıldığına göre kendisi Fezarah değildir. Ama
Fezarahlar tarafından esir alınmış ve sonra azad edilmiş bir kimsedir. [8]
Bu senede Muhtar b.
Ebi Ubeyd es-Sakafi adındaki yalana, Kûfe'de Hz. Hüseyin'in öcünü almak
iddiasıyla harekete geçti. Küfe valisi Abdullah b. Muti'yi şehir dışına
çıkardı. Bunun sebebi de şuydu: Süleyman b. Süred'in adamlan yenik düşerek
Kûfe'ye döndüklerinde Muhtar b. Ebi Ubeyd'in zindana atılmış olduğunu gördüler.
Muhtar, onlara Süleyman b. Süred'in ölümü sebebiyle taziye mektubu göndererek:
"Süleyman öldürüldüyse onun yerine ben, Hüseyin'in katillerini öldüreceğim."
dedi. Tevvabin ordusu ile birlikte yenik düşmüş olarak Kûfe'ye dönenlerden
biri olan Rüfaa b. Şeddad ta Muhtar'a: "Biz senin istediğin
doğrultudayız." diye haber gönderdi. Muhtar da artık onlara vaatlerde
bulunmaya, onlan ümitlendirmeye başladı. Oysa şeytan onlara aldatmadan başka
bir ümit vermez ve vaatte bulunmazdı. Onlara gizlice gönderdiği mektublardan
birinde şöyle demekteydi:
"Size müjdeler
olsun! Eğer ben zindandan çıkarsam doğu ile batı arasındaki düşmanlarınızı
kılıçtan geçirecek ve onlan üst üste yığacağım. Onları birer ve ikişer
öldüreceğim. Onlardan bize yaklaşan ve hidayeti bulanlara Allah elbetteki
aranızda geniş yer verecektir. Allah, sadece çağnmıza icabet etmeyip asi olanı
kahretsin, lanetlesin.
Muhtar'm bu mektubu
kendilerine ulaştığında gizlice okudular ve ona: "Biz senin istediğin
durumdayız. Ne zaman dilersen sem zınaan-dan çıkannz.» diye cevap yazdılar.
Ancak Muhtar Küfe yönetiminin zorlanması neticesinde zindandan salıverilmekten
hoşlanmadı. Işı nezaketle ele aldı ve saliha bir kadın olan kızkardeşi
Safiyye'nin kocası Abdullah b. Ömer b. Hattab'a mektub yazdı. Küfe emirleri
Abdullah b. Yezid el-Hutemî ile ibrahim b. Muhammed b. Talha nezdinde aracılık
yapmasını ve kendisini salıvermeleri için onlara ricada bulunmasını istedi.
Abdullah b. Ömer de bu iki emire mektub yazarak Muhtar'ın zindandan
salıverilmesini rica etti. Onlar da onun ricasını kıramadılar. İbn Ömer, onlara
yazmış olduğu mektubunda şöyle demişti:
"Sizinle aramda
ne kadar büyük bir dostluk bulunduğunu biliyorsunuz. Ayrıca benimle Muhtar
arasındaki yakınlık ve hısımlığın derecesini de biliyorsunuz. Size ant
veriyorum ki Muhtar'ı zindandan çıka-rasınız vesselam."
Bu iki emir, Muhtar'ı
huzurlarına çağırdılar. Muhtar'ın adamlarından bir grup ta ona kefil oldu.
Abdullah b. Yezid, eğer Müslümanların başına bir gaile çıkarır ve isyan ederse,
Ka'be'nin karşısında 1000 deve kesmesi, sahib olduğu köle ve cariyelerin
tamamını azad etmesi şartıyla kendisini salıvereceklerini söyleyerek, bu
hususta ondan Allah adına yemin etmesini istedi. Muhtar da bu şartı kabul edip
Allah adına yemin etti, salıverildi. Gidip evine kapandı ve şöyle demeye
başladı:
"Allah ikisini de
kahretsin. Allah adına yemin ettim, ama ben birşe-ye yemin eder de ondan daha
hayırlı birşeyle karşılaşırsam, o hayırlı şeyi yapmak için yeminimi bozar ve
keffaretimi ödedikten sonra o hayırlı şeyi yaparım. Ka'be karşısında 1000 deve
kesmeye gelince, bu benim için çok basittir. Köle ve cariyelerimin azad edilmiş
olmasına gelince, ben bu işimin başarıyla sonuçlandığını görürsem bir tek
kölemin kalmasını dahi istemem, hepsini azad ederim."
Bundan sonra Şiiler,
Muhtar'ın etrafında toplandılar, adamları çoğaldı. Gizlice ona bey'at ettiler.
Onun adına bey'at alıp insanları onun etrafında toplanmaya teşvik edenler beş
kişi idi. Saib b. Malik el-Eş'arî, Yezid b. Enes, Ahmed b. Şemit, Rüfaa b.
Şeddad ve Abdullah b.Şeddad el-Cüşemî.
Muhtar'ın durumu
gittikçe kuvvetlendi. Gücü arttı ve şanı yüceldi. Nihayet Abdullah b. Zübeyr de
Küfe valisi Abdullah b. Yezid ile İbrahim b. Muhammed b. Talha'yı görevden
azletti ve Abdullah b. Muti'yi Kûfe'ye vali olarak atadı. Haris b. Abdullah b.
Ebi Rebia'yı da Basra'ya vali olarak gönderdi. Abdullah b. Muti el-Mahzumî
hicretin altmışbe-şinci senesinin ramazan ayında Kûfe'ye vardığında insanlara
şöyle bir konuşma yaptı:
"Mü'minlerin
emiri Abdullah b. Zübeyr, size Ömer b. Hattab ile Osman b. Affan'm yönetimi
gibi bir yönetim uygulamamı emretti." Saib b. Malik adındaki ŞU kalkıp ona
şöyle cevap verdi: "Biz ancak Ali'nin kendi beldelerinde uyguladığı
yönetim tarzının bize uygulanmasını isteriz, başka bir yönetim tarzına razı
olmayız. Osmanın yönetim tarzının uygulanmasını istemiyoruz (Böyle derken Hz.
Osman'ın aleyhinde ileri geri konuştu). Her ne kadar insanlar için iyilikten
başka birşey istemiyor idiyse de Ömer'in de yönetim tarzının uygulanmasını
istemiyoruz."
Saib'in bu konuşmasını
bazı Şii emirleri tasdik ettiler. Vali Abdullah b. Muti de sustu ve sonra:
"Size istediğiniz bir yönetim tarzını uygulayacağım." dedi.
Muhafız kuvvetlerinin
komutanı İyas b. Mudarib el-Becelî, Abdullah b. Muti'nin yanma gelip şöyle
dedi: "Konuşman esnasında sana reddiyede bulunan kişi, Muhtar'ın
adamlarının eleb aşlarından dır. Sen, Muhtar'a karşı güven içinde değilsin.
Asker gönder de onu tekrar zindana attır. Çünkü casuslarımın bana bildirdiklerine
göre, Muhtar sana karşı adam toplamaktadır. Şehirde seni yakalatmak için
uğraşıyor."
Abdullah b. Muti de,
Zaide b. Kudame ve başka bir komutanı Muhtar'a gönderdi. Bunlar Muhtar'ın
yanma varıp: "Emirin yanma gel." dediler. Muhtar da elbiselerinin getirilmesini
ve bineğinin eğerlenmesini emretti ve bu iki komutanla birlikte valinin yanına
gitmeye hazırlandı. Zaide b. Kudame ona: "İnkar edenler, seni bağlayıp bir
yere kapamak veya öldürmek ya da sürmek için düzen kuruyorlardı."
(ei-Enfai, 30.) mealindeki ayet-i kerimeyi okuyunca Muhtar, kendini yere attı
ve üzerine bir kadife örtülmesini söyledi. Güya hastaymış gibi davrandı ve:
"Durumumu valiye anlatan." dedi. Bunlar da vali Abdullah b. Muti'nin
yanına döndüler. Muhtar'ın gelecek durumda olmadığını söylediler. Vali onların
beyanlarını ve Muhtar'ın bahanesini doğru kabul etti. Bu senenin muharrem ayı
girdiğinde Muhtar, Hz. Hüseyin'in Öcünü almak iddiasıyla harekete geçti.
Şiiler, etrafında toplandılar ve ona şimdi değil de bir süre sonra harekete geçmesini
teklif ettiler. Sonra aralarından bir grubu Muhammed b. Hanefiye'ye göndererek
Muhtar'ı ve onun iddiasını ona sordular. Bu grup, Muhammed b. Hanefiyye'nin
yanına vardığında o, onlara özetle şöyle dedi: "Cenâb-ı Allah'ın dilediği
kullar vasıtasıyla size yardım etmesini hoş karşılıyoruz."
Muhtar da Şiilerden
bir grubun Muhammed b. Hanefıyye'ye gittiklerini duyunca bundan hoşlanmadı ve
Muhammed b. Hanefiyye'nin kendisini ve iddiasını yalanlamaktan korktu. Çünkü o,
Muhammed b. Hanefiyye'nin izni ile harekete geçmiş değildi. Bu grubun, Muhammed
b. Hanefiyye'nin yanından dönmelerinden Önce harekete geçmeye niyetlendi.
Etrafındaki adamlara kahinlerin secilerini andıran seçili sözlerle konuşmaya
başladı. Sonra da onun seçili beyanlarına uygun bir va-ziyyet ortaya çıktı.
Muhammed b. Hanefiyye'nin yanından dönengrup, Muhtar'ın yanma vardıklarında
Muhammed'in söylediklerini naklettiler. İşte o zaman Şiiler, Muhtar b. Ebi
Ubeyd'le birlikte hareket etmek hususunda ittifak ettiler ve kuvvet kazandılar.
Ebu Mihnefin
rivayetine göre Şiilerin ümerası Muhtar'a şöyle demişlerdir: "Şunu
bilmelisin ki, Küfe emirlerinin tamamı Abdullah b. Muti ile beraberdirler,
onlar bize karşı müttefiktirler. Eğer İbrahim b. Ester en- Nehaî yalnız başına
sana heyhat edecek olursa, başkalarına ihtiyacımız kalmaz."
Muhtar da İbrahim b.
Eşter'e adamlarından bir grubu gönderdi. Hz. Hüseyin'in öcünü almak için
kendilerine katılması onu için davet etti. Giden heyet, İbrahim b. Eşter'e
Muhtar'm babasının Hz. Ali ile olan geçmişini anlattılar. İbrahim b. Ester de:
"Başınıza beni geçirmeniz şartıyla isteğinize icabet ederim."
deyince heyettekiler: "Bu mümkün değildir. Çünkü Mehdi'nin bize
gönderdiği habere göre o, Muhtar'ı kendisi için vezir ve kendisine davetçi
olarak tayin etmiştir." dediler. Bunun üzerine İbrahim b. Ester sustu,
cevap vermedi. Heyettekiler de dönüp Muhtar'm yanına gittiler ve durumu ona
anlattılar. Üç gün bekledikten sonra Muhtar, kendi adamlarının önde gelenleri
ile birlikte İbrahim b. Eşter'in yanma gitti. İbrahim b. Ester kalkıp ona saygı
gösterdi, ikramda bulundu ve yanma oturttu. Muhtar onu, kendilerine katılmaya
davet etti. Muhammed b. Hanefiyye'nin adına yazılmış bir mektubu çıkarıp ona
gösterdi. Mektubta İbrahim b. Eşter'e, adamları olan Şülerle birlikte Muhtar'm
saflarına katılması isteniyordu. Mektup, bunların peygamber ailesine yardım
etmek ve öçlerini almak kastıyla ayaklanmış olduklarını anlatıyordu. İbrahim
b. Ester de kalkıp: "Muhammed b. Ha-nefiyye'nin bana sizin gösterdiğiniz
mektubundan ayrı ifadeler içeren başka bir mektubu geldi." dedi. Muhtar da
kalkıp şu cevabı verdi: "Bu zaman başka, o zaman başkadır." İbrahim
b. Ester: "Sizin gösterdiğiniz mektubun Muhammed b. Hanefiyye'ye ait
olduğuna kim şahitlik edecek?" diye sorunca Muhtar'm adamlarından bir
grup kalkıp bu yönde şahadette bulundular. Bunun üzerine İbrahim b. Ester
yerinden kalktı. Muhtar'ı kendi yerine oturttu. Ona bey'at etti. Gelen
misafirlere meyve ve bal şerbeti getirilmesini emretti.
Şairi dedi ki:
"Ben ve babam da İbrahim b. Eşter'in meclisinde o zaman hazır
bulunuyorduk. Muhtar kalkıp gideceği zaman İbrahim b. Ester dönüp bana şöyle
dedi:
- Ey Şa'bi, bunların
yaptıkları şahitlik hakkında ne düşünüyorsun?
Ben de şöyle cevap
verdim:
- Bunlar âlimdirler,
emirdirler. İnsanların önde gelen şahsiyetleridirler, birşeyi bilmeden ve
görmeden hakkında şahidlik yapacaklarını sanmıyorum.
Benim bu cevabım
üzerine İbrahim b. Ester de şöyle dedi:
- Şu halde onları
itham etme düşüncemi içime sakladım, ama ben bunların Hz. Hüseyin'in öcünü
almak için harekete geçmelerini çoktan beri takdirle karşılıyor ve arzuluyorum.
Ben de bunların görüşlerine katıldım.
Daha sonra İbrahim b.
Ester, kendisi ve kendisine itaat eden adamları ile birlikte zaman zaman
Muhtar'm evine gidip geldi. Bundan sonra Şiiler, bu senenin, (hicretin
altmışaltıncı senesinin) muharrem ayının ondördünde perşembe gecesi harekete
geçmek hususunda görüş birliği yaptılar.
Abdullah b. Muti,
Şiilerin ittiffakından ve müşaverelerinden haberdar olunca Kûfe'nin her
tarafına muhafızları yerleştirdi. Komutanlardan her birine kendi mıntıkasına
göz kulak olmasmı ve hiç kimsenin dışarıya çıkmasına müsaade edilmemesini
emretti. Salı gecesi İbrahim b. Ester, 100 adamıyla birlikte Muhtar'm evine
gitmek için kendi evinden dışarı çıktı. Kendisinin ve adamlarının kürklerinin
altında zırhları vardı. Muhafız kuvvetlerinin komutanı îyas b. Mudarib onunla
karşılaştı. Ona: "Ey İbn Ester, şu saatte nereye gidiyorsun? Doğrusu
senden şüpheleniyorum. Vallahi seni valinin huzuruna götürmedikçe ve senin
hakkında o karar vermedikçe seni bırakmayacağım." dedi. İbn Ester de
yanında bulunan adamlardan birinin elinden bir mızrak alıp îyas'ın gırtlağına
sapladı. îyas, o anda yere düşüp öldü. Adamlarından birine emir vererek başım
koparttı ve Muhtar'a gönderip önüne bıraktırdı. Bu kesik başı gören Muhtar:
"Allah sana hayır müjde versin, işte bu hayra alamettir." dedi. Sonra
İbrahim b. Ester, Muhtar'dan bu gece yola çıkmasını talep etti. Bunun üzerine
Muhtar da ateş yakılmasını ve ateşin yükseklerde tutulmasını, kendi adamlarına:
"Ey Mansur, öldür! Haydi Hüseyin'in intikamını alalım!" şeklindeki
parolanın duyurulmasını emretti. Sonra kendisi de kalkıp zırhını giydi. Silahım
kuşandı, giyinip kuşanırken de şöyle diyordu:
"Beyaz tenli,
güzelliği ışık saçıcı, yanakları açıkta ve kuyruk sokumu eğik olan bilir ki,
ben, savaşın sabahında öne atılan bir kahramanım."
Muhtar'm önünden
İbrahim b. Ester harekete geçti. Şehrin köşe başlarını ve dış kısımlarını
korumakla görevli komutanları yakalayıp bulundukları yerlerden birer birer
uzaklaştırmaya başladı. Muhtar'm parolası ile seslendi. Muhtar da Ebu Osman
en-Nehdî'yi ayrı bir yöne şevketti. O da Muhtar'm parolasını yüksek sesle
söyleyerek Hüseyin'in intikamını alalım, diye seslendi. İnsanlar sağdan soldan
gelip etrafında toplandılar. Şebes b. Ribi de gelip evinin yanında Muhtar'la
çarpışmaya başladı. Muhtar'ı kuşatma altına aldı. Nihayet İbn Ester gelip onu
oradan uzaklaştırdı. Şebes te gidip İbn Muti'nin yanına vardı. Ona, komutanlarını
toplantıya çağırmasını ve bizzat harekete geçmesini tavsiye etti. Muhtar'm
güçlendiğini ve duruma hakim olduğunu ifade etti. Şiiler, uzak yollardan gelip
Muhtar'm etrafında geceleyin toplandılar.
4000 kişi kadar
oldular. Sabah olunca Muhtar, askerlerini mevzilendir-di, onlara sabah namazım
kıldırdı. Birinci rekatta Nâziât sûresini, ikinci rekatta da Abese sûresini
okudu. Onu dinleyenler: "Muhtar kadar fasih lehçeli başka bir imam
dinlemiş değiliz/' dediler.
îbn Muti, askerlerini
hazırladı. 3000 kişilik grubun başına Şebes b. Ribi'yi, 4000 kişilik diğer
grubun başına da Raşid b. tyas b. Mudaribi komutan yaptı. Muhtar da İbn
Eşter'i 600 süvari ve 600 piyadenin başına komutan yaparak Raşid b. İyas'a
karşı çıkardı. Nuaym b. Hübeyre'yi de 300 süvari ve 300 de piyadenin basma
komutan tayin ederek Şebes b. Rib'i'ye karşı çıkardı. İbn Ester, karşısındaki
Raşid'i hezimete uğrattı. Öldürdü ve müjdeyi Muhtar'a gönderdi. Nuaym b.
Hübeyre de Şebes b. Rib'i ile karşılaştı. Yapılan çarpışma neticesinde Şebes,
onu hezimete uğratıp öldürdü. Gelip Muhtar'ı çembere alıp kuşattı. İbrahim b.
Ester de Muhtar'm yanma dönerken Hasan b. Faid b. Habeşî komutasındaki 2000
süvari ile karşılaştı. Bunları îbn Muti göndermişti. Bir saat kadar savaştılar.
Neticede İbrahim b. Ester, Hassan b. Faid'i ve komutasındaki askeri birliği
hezimete uğrattı. Sonra Muhtar'm yanma geldi. Şebes b. Ribi tarafından Muhtar
ve askerlerinin kuşatma altına alındığını gördü. Gayret gösterip onları
uzaklaştırdı. Şebes b. Ribi ile askerleri geri dönüp kaçtılar. Böylece İbrahim
de Muhtar'm yanma ulaşmış oldu. Bulundukları yerden ayrılıp Küfe dışındaki
başka bir yere gittiler. İbrahim b. Ester, Muhtar'a: "Haydi hükümet
konağına gidelim. Onu bize karşı koruyacak kimse yok." dedi. Gidip
ağırlıklarını oraya bıraktılar. Yaşlı ve zayıf adamlarını oraya oturttular.
Orada bulunanların başına da Ebu Osman en-Nehdî'yi bıraktılar. Muhtar, İbn
Eşter'i önden gönderdi, askerlerini olduğu gibi tabiye etti. Hükümet konağına
doğru harekete geçti.
İbn Muti de Amr b.
el-Haccac'ı 2000 kişi ile düşmana karşı gönderdi. Muhtar da ona karşı Yezid b.
Enes'i gönderdi. Kendisi ve İbn Ester de önceden yola çıkıp gittiler. Nihayet
Künase kapısından Kûfe'ye girdiler. İbn Muti, Hz. Hüseyin'i öldüren Şimr b.
Zilcevşen komutasında 2000 asker daha gönderdi. Muhtar, buna karşı da Sa'd b.
Munkiz el-Hemedanî'yi gönderdi. Muhtar'm kendisi yoluna devam etti. Nihayet
Şebes'in yoluna vardı, orada 5000 kişilik bir askeri birliğin başında Nevfel b.
Müsahik b. Abdillah b. Mahreme ile karşılaştı.
Ibn Muti, hükümet
konağından inip halkın arasına girdi. Yerine Şebes b. Ribi'yi vekil bıraktı.
îbn Ester de İbn Müsahik komutasındaki askeri birliğin yanma vardı. Aralarında
şiddetli bir çarpışma cereyan etti. Bu çarpışmada Tevvabin ordusunun
komutanlarından Rüfaa b. Şed-dad ile Abdullah b. Sa'd ve birkaç kişi daha
öldürüldü. Sonra İbn Ester, düşmanlarını mağlub edip hezimete uğrattı. îbn
Müsahik'in bineğinin yularını tuttu. îbn Müsahik ise, akrabalık bağlarını
hatırlattı. Bunun Üzerine İbn Ester onu serbest bıraktı, ama İbn Müsahik, İbn
Eşter'in bu iyiliğini asla unutmadı.
Sonra Muhtar,
askerleri ile birlikte Künase'ye doğru ilerledi ve îbn Muti'yi sarayında üç gün
arayla kuşatma altında tuttu. O esnada sarayda İbn Muti'nin yanında insanların
önde gelenleri ve eşrafı da bulunuyordu. Sadece Amr b. Hirris bulunmuyordu. O,
kendi evine kapanmıştı, îbn Muti'nin başı dara düşünce arkadaşlarına danıştı.
Şebes b. Ribi, kendisi ve arkadaşları için Muhtar'dan eman dilemesini tavsiye
etti, ancak îbn Muti: "Hicaz ve Basra'da emrine itaat edilen mü'mmlerin emiri
varken ben bu işi yapamam." dedi. îbn Muti'nin bu tavsiyeyi reddetmesi
üzerine Şebes ona şöyle dedi: "İstersen gizlice buradan çıkıp git ve
arkadaşının yanma var. Durumu ona anlat. Bize nasıl yardım edeceğini,
devletini nasıl ayakta tutacağımızı düşünsün"
Gece olunca İbn Muti,
gizlice saraydan çıkıp gitti. Ebu Musa el-Eşarfnin evine vardı. Sabah olunca da
emirler, İbn Eşter'den kendilerine eman vermesini talep ettiler. O da onlara
eman verince saraydan çıkıp Muhtar'm yanma gittiler ve ona be/at ettiler. Sonra
Muhtar saraya girdi, geceyi orada geçirdi. İnsanların eşrafı, mescitte ve
sarayın kapısında sabahladı. Muhtar, mescide gidip minbere çıktı ve insanlara
tesirli bir nutuk irad etti. Sonra insanları bey'ata davet ederek şöyle dedi:
"Gökleri kurulmuş
bir tavan, yeryüzünü de gidilecek yollar halinde döşeyen Allah'a yemin ederim
ki siz, Ebu Talib oğlu Ali'ye ve onun ailesine yapmış olduğunuz bey'attan daha
ileri bir hidayete götürecek bir bey*atta bulunmuş değilsiniz."
Nutkunu tamamladıktan
sonra minberden indi. İnsanlar gelip Allah'ın kitabı ve Rasûlünün sünneti
çerçevesinde hareket edileceği şartıyla ona bey*at ettiler. Ayrıca ehl-i
beytin intikamının alınmasını talep ettiler. Adamın birisi Muhtar'a gelerek İbn
Muti'nin Ebu Musa'nın evinde gizlendiği haberini verdi. Ancak Muhtar, onu
dinlemiyormuş gibi davrandı. Adam bu haberini üç kez tekrarladıktan sonra
sustu. Gece olunca Muhtar, İbn Muti'ye 100.000 dirhem gönderdi ve ona şu mesajı
da iletti: "Buradan git, ben senin yerini aldım."
Muhtar, daha önce İbn
Muti'nin samimi dostu ve arkadaşı idi. Bunun üzerine îbn Muti, Basra'ya gitti.
Mağlub düşmüş bir kimse olarak îbn Zübeyr'in yanına dönmek istemedi. _
Muhtar da güzel bir
yönetim tarzı sergileyerek insanların takdirini toplamaya, onların sevgisini
kazanmaya başladı. Beytü'l-malda 9.000.000 dirhem para buldu. Kendisi ile
birlikte savaşa katılmış askerlere bol miktarda harçlık ve nafaka verdi.
Güvenlik kuvvetlerinin başına Abdullah b. Kamil el-îşkerfyi komutan yaptı
Halkın eşraiım meclisine yakın kıldı. Onlarla meclisinde oturup sohbet etti
Ancak bu davranışı, mücadelesinde kendisine destek veren Arap asıllı olmayan
kimselerin ağrına gitti. Bunlar, muhafız kuvvetleri komutanı Gazine'nin
azatlısı Ebu Amre Keysan'a: "Vallahi Muhtar, Arapları bize tercih etti ve
bizi terketti." dediler. Ebu Amre de onların bu sözlerini Muhtar'a iletti.
Muhtar ise: "Aksine onlar bendendir, ben de onlardanım." dedi ve
sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu: "Şüphesiz suçlulardan intikam alacağız,"
(es-Secde, 22.)
Muhtar'm bu cevabı
üzerine Ebu Amre de gidip Muhtar'ın Arap asıllı olmayan destekçilerine:
"Size müjdeler olsun. Muhtar, sizi meclisine yaklaştıracak ve sizinle
sıkı ilişki kuracak." dedi. Onlar da bu cevap karşısında sevinip sustular
ve hallerinden memnun oldular.
Sonra Muhtar,
emirlerini ve komutanlarını Irak ve Horasan'a bağlı şehirlere, kasaba ve
mıntıkalara gönderdi. Sancak ve bayraklar hazırlayıp ilgili birliklere teslim
etti. Emirlikler ve vilayetler kurdu. Sabah akşam meclis kurup halk arasındaki
anlaşmazlıkları çözümlüyor, hüküm veriyordu. Fakat bu işlerin arttığım görünce
Şüreyh'i kadı olarak tayin etti. Şiilerden bir grup, Şüreyh hakkında ileri geri
konuşarak şöyle dediler: "O, Hicr b. Adiy aleyhine şahitlik etmiştir.
Hani b. Urve'ye, gönderildiği maksada uygun olarak gerekli bildiriyi, gerekli
tebliği, yapmamıştır. Ali, onu hakimlikten azletmiştir."
Şüreyh, bu
dedikoduları duyunca hastalık numarası yaparak evine kapandı. Muhtar da onun
yerine Abdullah b. Utbe b. Mesud'u kadı olarak tayin etti. Sonra onu da
azlederek yerine Abdullah b. Malik et-Tafyi kadı olarak tayin etti. [9]
Muhtar, daha sonra
Hüseyin'in katillerini araştırmaya başladı. Şerefli, şerefsiz, eşraftan olsun
veya olmasın katil olan her kim varsa hepsini yakalayıp öldürdü. Bunun sebebi
de şuydu: Ubeydullah b. Ziyad, Kûfe'ye girmek talimatı ile Mervan tarafından
hazırlanarak Şam'dan harekete geçirilerek gönderilmişti. Eğer Kûfe'ye girer ve
galip olursa, orasını üç gün süreyle talan etmesini emretmişti. Bunun üzerine
Ubeydullah b. Ziyad, Kûfe'ye doğru yola çıktı. Yolda Tevvabin ordusu ile karşılaştı
ve aralarında önceki kısımlarda anlattığımız muharebe cereyan etti. Sonra
Ubeydullah b. Ziyad, Aynülverde'den harekete geçerek Cezi-re'ye vardı. Orada
Kays Gaylan'la karşılaştı. Kays Gaylan kabilesi, îbn Zübeyr'in taraftarları
idiler, Mervan, onlardan Mercürahit savaşında çok sayıda adam Öldürmüştü.
Bunlar, Mervan'a karşı elbirliği yapmış, düşman bir kabile idiler. Mervan'm
ölümünden sonra oğlu Abdülme-Hk'e karşı da düşmanlık yaptılar. Ubeydullah b.
Ziyad, Cezire'de Kays Gaylan kabilesiyle savaştığı için bir sene müddetle
Kûfe'ye gidemedi. Sonra Musul'a vardı. Musul valisi onun geldiğini duyunca
kaçıp Tikrit'e gitti. Durumunu bir mektubla Muhtar'a bildirerek yardım istedi.
Muhtar da 3000 seçme askeri Yezid b. Enes komutasında takviye olarak Musul
valisine gönderdi. Gönderirken de Yezid b. Enes'e :"Bundan sonra sana
peşpeşe asker göndererek yardım edeceğim." dedi. Ancak Yezid ona:
"Bundan sonra bana sadece dua ile yardım et." diye karşılık verdi.
Muhtar, onunla birlikte Küfe dışına kadar çıktı. Orada onunla vedala-şıp ona
dua etti ve şöyle dedi: "Hergün bana haber ulaştır. Düşmanınla
karşılaştığında o seninle savaşırsa, sen de savaş ve işini bitir, onlara fırsat
verme."
Ubeydullah b. Ziyad,
bunların harekete geçtiklerini duyunca iki müfrezeyi yola çıkardı. Bunlardan
biri Rebia b. Muharik komutasında idi ki, sayıları 3000 kişiden ibaretti. Diğer
müfreze ise 3000 kişiden müteşekkil olup Abdullah b. Hamle'nin komutasında
yola çıkmıştı. Ubeydullah b. Ziyad: "Hanginiz hedefe daha önce varırsa
komutan odur. ikiniz aynı anda varırsanız o zaman en yaşlınız komutan
olur." dedi. Rebia b. Muharik Abdullah'tan daha önce Yezid b. Enes'in
yanma vardı. İkisi Musul ile Küfe sınırında karşılaştılar. Yezid b. Enes, ağır
hastaydı. Buna rağmen adamlarını cihada teşvik ediyor, askeri birlikleri
denetliyor, ama başkaları tarafından bir tahtırevan üzerinde taşınıyordu. O,
adamlarına şöyle diyordu:
"Eğer ben ölürsem
komutanınız Abdullah b. Damure el-Fezarî'dir. O şu anda sağ cenahın
komutanıdır. Eğer o da ölürse komutanınız, sol cenah komutam Mis'ar b. Ebi
Mis'ar olacaktır." Verka b. Halid el-Esedî, süvarilerin komutanıydı. O ve
adlarını saydığımız bu üç komutan, dört bölüğün komutanlarıydılar. Yezid b.
Enes bu konuşmasını hicretin alt-mışaltmcı senesinin arefe gününde sabahleyin
gün ışırken yapmıştı. Onlar ve Şamlılar birbirlerine girdiler. Aralarında
şiddetli bir çarpışma cereyan etti. Her iki taraftan da sağ ve sol kanatları
büyük bir sarsıntı geçirdi. Sonra Verka, süvarilere saldırdı. Onları hezimete
uğrattı. Şamlılar kaçtılar. Komutanları Rebia b. Muharik Öldürüldü. Muhtar'm
askerleri de Şamlıların garnizonundaki eşyaları ganimet edindiler. Şamlıların
firar edenleri geri döndüklerinde diğer komutan Abdullah b. Hamle ile
karşılaştılar. Onlara durumlarını sordu, onlar da anlattılar. Onlarla birlikte
geri döndüler. Hepsi birlikte Yezid b. Enes'in yanma doğru gittiler. Yatsı
vakti onun yanma vardılar, geceyi iki tarafta ateşkes içinde geçirdiler. Sabah
olunca eski nizamlarını alarak karşı karşıya geldiler. Günlerden de hicretin
altmışaltına senesinin kurban bayramının birinci günü idi. İki taraf
şiddetlice savaşmaya başladılar. Muhtar'ın askerleri, Şamlıların askerlerini
yine hezimete uğrattılar. Komutanları Abdullah b. Hamle'yi öldürdüler.
Ordugahlarmaakı eşya_ lan ganimet edindiler, onlardan üçyüz kişiyi esir
aldılar^ Esirleri ye eşyaları alıp son nefesini vermek üzere olan Yezid b.
Enes e getirdiler. O da esirlerin boyunlarının vurulmasını emretti.
Yezid b. Enes, aynı
gün vefat etti. Cenaze namazını halifesi Verka b. Amir kıldırdı ve onu
defnetti. Adamlarının morali çöktü. Gizlice kaçıp Kûfe'ye gitmeye başladılar.
Verka'da onlara şöyle dedi:
"Ey millet, ne
düşünüyorsunuz? Duyduğuma göre İbn Ziyad, Şam'dan 80.000 askerle bize doğru
gelmektedir. Ona karşı direnecek güce sahip olduğumuzu sanmıyorum. İşte
komutanımız da Öldü. Bir grup adamınız da bizden ayrılıp memlekete döndü. Şimdi
biz, komutanımızın ölümüne üzüldüğümüz için cepheden döndüğümüz görüntüsünü
verirsek, bu bizim için olarla karşılaşıp ta bizi hezimete uğratmalarından ve
dolayısıyla mağlup olarak memleketimize dönmemizden daha hayırlı olur."
Diğer komutanlar da
onun bu görüşüne muvafakat ettiler ve Kûfe'ye döndüler. Kûfeliler onların geliş
haberini ve: Yezid b. Enes'in Öldüğünü duyunca şehir halkı Muhtar'ı sarsmaya
başladı ve: "Yezid b. Enes savaşta öldürüldü. Askerleri hezimete uğradı.
Tez zamanda da îbn Ziyad buraya gelecek ve sizin kökünüzü kazıyıp milletin
Öcünü sizden alacaktır." dediler. Sonra da Muhtar'a karşı ayaklanmak
üzere ittifak edip onun yalana olduğunu söylediler. Onunla savaşmak ve neticede
onu aralarından çıkarıp kovmak üzere söz birliği ettiler. Onun yalancı biri
olduğuna inanarak şöyle dediler: "Muhtar, Arap asıllı olmayan
azatlılarımızı, eşrafımıza tercih etti. İbn Haneflyye'nin kendisine, Hüseyin'in
öcünü almasını emrettiğini iddia etti ama aslında İbn Hanefiy-ye ona böyle bir
emir vermiş değildi. O, İbn Hanefiyye'nin adına yalan söylüyor"
Böyle dedikten ve
aralarında ittifak ettikten sonra İbn Eşter'in Kûfe'den çıkmasını beklediler
ki, onun çıkıp gitmesinden sonra Muhtar'a hücum etsinler. Muhtar, onu, İbn
Ziyad'la savaşmak üzere 7000 askerle Kûfe'den göndermeye karar verdi. İbn Ester,
Kûfe'den çıkıp gittikten sonra Hz. Hüseyin'in katillerinin de aralarında
bulunduğu bazı önde gelen şahsiyetler, Şebes b. Ribi'nin evinde toplandılar.
Muhtar'la savaşmaya karar verdiler, sonra harekete geçtiler. Her kabile, kendi
lideri komutasında Kûfe'nin bir tarafını tuttu. Sonra hükümet konağına doğru
harekete geçtiler. Muhtar da Amr b. Sevbe'yi, İbrahim b. Eşter'e gizlice
haberci olarak gönderdi ki, İbrahim b. Ester tez elden dönüp Kûfe'ye gelsin.
Muhtar, bu haberciyi İbrahim b. Eşter'e gönderdikten sonra ayaklanan
Kûfelilerin liderlerine haber gönderip onlara şöyle sordu: "Neyin
intikamını almak istiyorsunuz? Niye ayaklanıyorsunuz? Ben bütün isteklerinizi
yerine getireceğim." Böyle demekle onları İbrahim b. Eşter'in gelişine
kadar oyalamak istiyordu. Sonra onlara yine şöyle dedi: "Eğer Muhammed b.
Hanefiyye'nin bana talimat verdiğine dair söylediğim sözleri doğrulamıyorsanız
kendi aranızdan bir heyet seçiri, ben de kendi adıma bir temsilci seçeyim ve
bunlar hep birlikte Muhammed b. Hanefiyye'nin yanına gitsinler, durumu ona
sorup öğrensinler"
Üç gün sonra İbn Ester
gelinceye kadar Muhtar, Kûfelileri böylece oyalamış oldu. ibn Ester geldikten
sonra Muhtar ve İbn Ester, ayaklanan grubu ikiye paylaştılar. Muhtar,
Yemenlilerin hakkından geleceğini îbn Ester de Şebes b. Ribi' komutasındaki
Mudarlıların hakkından geleceğini söyledi. Bu da Muhtar'ın tavsiyesi üzerine
olmuştu ki, İbn Ester kendi kavmi olan Yemenlilerle savaşmış ve dolayısıyla
Yemenlilere karşı şefkat göstermiş olmasın. Çünkü Muhtar, Yemenlilere karşı
şiddetli bir düşmandı.
İki taraf, Kûfe'nin
dört bir yanında şiddetlice savaşmaya başladılar. İki taraftan da çok sayıda
adam öldü. Burada anlatımı uzun sürecek çok savaş fasılları ve halleri cereyan
etti. Eşraftan bir topluluk öldürüldü. Aralarında Abdurrahman b. Said b. Kays
el-Kindî de vardı. Onun kavminden 780 kişi öldürülmüştü. Mudar kabilesinden de
on küsur adam öldürülmüştü. O gün, Cubanetü's-Sebi adıyla bilinir. Savaşın cereyan
ettiği gün, hicri altmşaltmcı senenin zilhicce ayının bitimine altı gün kala
çarşamba günü idi. Sonra Muhtar, düşmanlarına muzaffer oldu. Onları yendi. 500
esir ele geçirdi. Esirler kendisine arzedildiklerinde: "Bunlardan
Hüseyin'in öldürülmesine katılanlar varsa hemen öldürün." dedi. Böylece
esirlerden 24O'ı öldürüldü. Ayrıca Muhtar'ın emri olmaksızın da adamları
kendilerine daha önce eziyet etmiş olan esirleri de öldürdüler. Geri kalanlar,
serbest bırakıldılar. Hz. Hüseyin'in öldürülmesi hadisesine karışmış olan Amr
b. Haccac ez-Zebidî kaçıp gitti, ama nereye gitti bilinemedi. [10]
Küfe eşrafı, Basra'ya
Mus'ab b. Zübeyr'in yanma kaçtı. Kaçanlardan biri de lanetli Şimr b. Zilcevşen
idi. Muhtar, onu yakalamak için peşine, Zerneb adlı bir kölesini yolladı.
Zerneb ona yaklaştığında Şimr, adamlarına: "Siz ilerleyin, beni arkada
bırakın, sanki beni bırakıp kaçmış gibi davranın ki şu kafir, beni öldürmeye
ümitlensin." dedi. Arkadaşları ilerlediler. Şimr, geride kaldı. Zerneb,
ona yaklaştı. Şimr, üzerine atılarak Zerneb'in belini kırdı ve onu öldürdü.
Sonra da cesedini orada bırakıp kendisi yoluna devam etti. Basra'da bulunan
Mus'ab b. Zü-beyr'e bir mektub gönderdi. Kendisinin Basra'ya geldiği haberim
vererek onu korkuttu. Bu savaştan kaçanların hepsi Mus'ab'm yanma Basra'ya
gidiyorlardı. Şimr, konakladığı Kelbaniye kasabasının yanında nehir kıyısındaki
bir tepede beklemekte iken oranın Müslüman olma-mış kölelerinden birini bir
mektubla Mus'ab'a gönderdi. Bu köle yolda başka bir gayr-ı müslim köle ile
karşılaştı. Köle, mektubu götürmekte olan diğer köleye, nereye gittiğini
sorunca, Mus'ab'a gittiğini söyledi. O'da kimin tarafından gönderildiğini
sorunca Şimr tarafından gönderildiğini söyledi. Bunun üzerine o: "Haydi
benimle birlikte efendimin yanına gel." dedi, gittiler. Efendisinin Ebu
Amre olduğunu gördüler. Ebu Amre Muhtar'm muhafız komutanı idi. O da Şimr'i
yakalamak için bineğine binmiş ve harekete geçmişti. Gayr-i müslim köle,
Şimr'in yerini ona bildirdi. Ebu Amre de Şimr'i yakalamak üzere yola çıktı.
Adamları Şimr'e oradan ayrılmasını tavsiye ettilerse de o: "Bunların
hepsi yalancı Muhtar'm fırkalarıdır. Vallahi üç güne kadar ben buradan ayrılmayacağım
ki, kalplerine korku doldurayım." dedi.
Ancak gece olunca Ebu
Amre, süvarileri ile onlara baskın yaptı. Onları ansızın yakaladı. Bineklerine
binme ve silahlarını kuşanma nrsatı vermedi. Şimr b. Zilcevşen, Ebu Amre'nin
süvarilerine saldırdı. Çıplak halde iken onlara mızrak attı. Sonra çadırına
girdi, içerden bir kılıç çıkardı, savaşmaya başladı ve şöyle dedi:
"Bir ormanın
kahraman bir aslanını uyandırdınız,
Asık yüzlüdür, suratı
zaten beli kırıyor,
Bir gün olsun bir
düşmandan kaçmadı.
Hep böyledir o,
savaşır ve öldürür.
Aralıksız vurur,
onlara karşı kılıcını kana doyurur."
Sonra Şimr, kendini
savunmaya devam etti. Nihayet öldürüldü, adamları yenik düşmüş halde iken
Muhtar'm: "Allahü Ekber, murdar adam öldürüldü." deyişini
işittiklerinde Şimr'in öldürülmüş olduğunu anladılar. Allah, ona lanet etsin ve
onu kahretsin.
Ebu Mihnef, Yunus b.
Ebi îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muhtar, Cubanetü's-Sebi
savaşı dönüşünde hükümet konağına yöneldiğinde esirler arasında bulunan Züraka
b. Mirdas, yüksek sesle ona şöyle hitab etti:
"Bu gün beni
serbest bırak, ey Muad kabilesinin en hayırlı adamı, Ey vadilere ve şehirlere
konanların hayırlısı, Ve ey telbiye getirip namaz kılan ve secde getirip oruç
tutanların en hayırlısı."
Muhtar da bu çağn
üzerine onu zindana gönderdi. Bir gece tutuklu bıraktıktan sonra ertesi gün
serbest bıraktı. Oda Muhtar'a dönüp şöyle dedi:
"Ebu İshak'a
haber götür bizden, Karşı çıkışımız aleyhimize oldu diye, îsyan ettik:
"Karşımızdakiler zayıftır." deyip, Fakat bu çıkışımız azgınlık ve
utanç oldu. Onları, saflarında iken az görüyorduk. Ama karşılaştığımızda onlar,
tepeler ve yığınlar gibiydiler. Onları görünce üzerlerine atıldık.
Onları görünce bir de
baktık ki, onlar üzerimize atıldılar. Öldürücü darbeler aldık onlardan,
İsabetli mızrakları geri çevirdi bizi, Sen her gün düşmanına muzaffer oldun.
Hüseyin'in intikamını isteyen her birlikle, Muhammed'in Bedir'de muzaffer oluşu
gibi, Ve Hüneyn'deki o büyük gün gibi, Adil ol, eğer mülkü ele geçirirsen,
Sakın bizler gibi
olma, çünkü biz haksızlık eder ve zulmederiz Tevbemi kabul buyur,
Eğer beni affetmeyi
kendin için bir yol edinirsen ben sana teşekkür ederim."
Züraka b. Mirdas,
göklerle yer arasında alaca atlar üzerinde melekler gördüğünü yeminle söyledi
ve kendisini o meleklerden birinin esir aldığını ifade etti. Muhtar da minbere
çıkıp bu durumu insanlara anlatmasını emretti. Oda minbere çıkarak bu
manzarayı gördüğünü insanlara anlattı. Minberden indikten sonra Muhtar, onu
bir kenara çekip şöyle dedi: "Senin melekleri görmediğini biliyorum,
ancak böyle demekle seni öldürmememi istedin, seni öldürmeyeceğim. Dilediğin yere
git ki, adamlarımın arasına fesat katmayasın ve onları bozmayasın."
Süraka da kalkıp
Basra'ya Mus'ab b. Zübeyr'in yanma gitti ve şöyle dedi:
"Benden haber
götür Ebu îshak'a,
Parlak doru atlar
gördüm diye,
Ben sizin vahyinizi
inkar ettim.
Ve ölünceye kadar
sizinle savaşmayı adadım.
Sizin görmediğinizi
gözlerim görüyor,
İkimiz de neyin saçma
olduğunu çok iyi biliriz.
Onlar derlerse, ben
onlara siz yalan söylüyorsunuz derim,
Onlar savaşa
çıkarlarsa, ben de onlara karşı teçhizatımı kuşanı-
rım.
Muhtar, daha sonra
adamlarına bir nutuk irad etti, nutkunda onları Kûfe'de ikamet etmekte olan ve
Hz. Hüseyin'i öldüren kimselerden Öc almaya teşvik etti. Şöyle dedi:
"Hüseyin'i öldürenlerin dünyada sağ ve güvenlik içinde dolaşmalarına göz
yumduğumuz takdirde bizim günahımızın ne olacağım biliyor musunuz? O zaman
biz, Muhammed ailesinin ne kötü yardımcıları oluruz. Yine o zaman ben, sizin
de adlandırdığınız gibi yalancı biri olurum. Onlara karşı Allah'tan yardım
diliyorum. Onları vuran bir kılıç, onları yaralayan bir mızrak olarak beni
kullanan Allah'a hamd ederim. Muhammed ailesinin öcünü almak, onların hakkını
yerine getirmek isteyen bir kimse olarak beni oraya süren Allah'a hamdederim.
Onları öldürenlerle savaşmak ve onları öldürmek Allah'ın hakkıdır. Onların kadrini
bilmeyenleri zelil kılmak, yine Allah'ın hakkıdır. Onları zehirleyin, sonra
peşlerine düşün. Ta ki onları öldüre-siniz, yeryüzünü onlardan temizlemedikçe,
şehirde bulunanlarını da sürgün etmedikçe, yemek ve içmek bana haram
olsun."
Böyle dedikten sonra
Kûfe'deki katilleri araştırmaya başladılar. Adamları katilleri bulup getirince
o da onlara yaptıkları işkenceye uygun bir ölüm tarzını tatbik ediyor ve
öldürülmelerini emrediyordu. Kimini ateşte yakıyor, kiminin elini ayağını
kesiyor ve ölüme terkediyor-du. Kimine de ölünceye kadar ok yağdırıyordu. Malik
b. Bişr'i huzuruna getirdiklerinde Muhtar, ona şöyle sordu:
- Hüseyin'in bornozunu
sen mi başından çıkarmıştın?
- Aslında biz
istemiyerek onunla savaşmaya gittik, bizi zorladılar, şimdi sen bize lütfet.
Muhtar adamlarına:
"Bunun ellerim ve ayaklarını kesin." diye emir verdi, onlar da bu
emri yerine getirdiler ve Malik'i o haliyle bıraktılar, O da ölünceye kadar
orada çırpındı ve nihayet öldü.
Muhtar, Hz. Hüseyin'in
katillerinden Abdullah b. Üseyd el-Cühenî'yi ve diğerlerim de en feci şekilde
Öldürdü. [11]
Muhtar, bunu
yakalatmak için muhafız komutanı Ebu Amre'yi gönderdi. Ebu Amre, gidip evine
baskın yaptı, karısı çıktı. Karısına onun nerede olduğunu sordular. O da:
"Nerede olduğunu bilmiyorum." dedi. Ama kocasının gizlenmekte olduğu
yeri eliyle gösterdi. Kadın, Hz. Hüseyin'in başım koparıp eve getirdiği günden
beri kocası Havla b. Yezid'e öfke duyuyordu. Bu sebeple onu kınıyordu. Kadının
adı, Abuk binti Malik b. Nehar b. Akreb el-Hadremî idi. Ebu Amre ve askerleri
içeri girdiler. Havla b. Yezid'in, içeride başının üzerine bir zenbil koymuş
olduğunu ve öylece gizlendiğini gördüler. Yakalayıp Muhtar'm yanma götürdüler.
Muhtar da onun, evine yalan bir yerde öldürülmesini ve sonra da cesedinin
yakılmasını emretti.
Muhtar, Hüseyin'in
öldürüldüğü gün Hz. Ali'nin oğlu Abbas'ın eşyalarını yağmalayan Hakim b.
Fudayl es-Senbesî'yi yakalamak için adam gönderdi, ancak Hakim yakalanınca
ailesi kaçıp Adiy b. Hatim'e sığındı- Adiy b. Hatim de kalkıp Muhtar'm yanma
geldi ve Hakim'in öl-dürülmemesi için tavassutta bulundu. Hakim'i yakalayanlar,
kendilerinden önce Adiy b. Hatim'in Muhtar'm yanma giderek tavassutta bulunmasından
ve Hakim'i affettirmesinden korktukları için Adiy b. Hatim'in Muhtar'm yanına
varmasından önce onu yolda öldürdüler. Adiy, Muhtar'm yanma gitti, tavassutta
bulundu. Muhtar da onun ricasını kabul etti, ancak adamları Hakim b. Fudayl'ı
öldürdükten sonra Muhtar'm yanma döndüler. Adiy b. Hatim durumu öğrenince
onlara kızdı. Ağır sözler sarfetti, öfkeli halde kalkıp gitti. Boş yere
Muhtar'm minneti altına girdi.
Muhtar, Abdullah b.
Müslim b. Ukayl'm katili Yezid b. Verka'yı yakalatmak için de adam gönderdi.
Gönderilen adamlar, Yezid b. Ver-ka'nm evini çembere aldılar. Dışarı çıkan
Yezid, evini kuşatanlarla savaşmaya başladı. Onu ok ve taş yağmuruna tuttular.
Nihayet düştü, sonra onu can çekişmekte iken yaktılar.
Muhtar, Hüseyin'i
öldürdüğünü iddia eden Sinan b. Enes'i yakalatmak için de adamlarım gönderdi.
Görevlendirilen adamları gidip evine baktıklarında Sinan'ın Basra'ya veya
Cezire'ye kaçmış olduğunu gördüler, evini yaktılar.
Muhammed b. Eş'as b.
Kays da Mus'ab b. Zübeyr'in yanına kaçanlardandı. Muhtar, onun evinin de yıkılmasını
ve evinin taşları ile ayrı yerde Ziyad tarafından yıkılan Hicr b. Adiy için bir
ev yapılmasını emretti. [12]
Vakidî dedi ki: Sa'd
b. Ebi Vakkas (r.a.), bir gün oturmakta iken kölelerinden biri yanma geldi.
Kölenin topuklarından kan akmaktaydı. Sa'd, ona sordu:
- Bunu sana kim yaptı?
- Oğlun Ömer.
- Allah'ım, onu öldür
ve onun da kanını akıt.
Sa'd, duası kabul
edilen bir kimseydi.
Muhtar, Kûfe'ye
gittiğinde Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas, Hz^Alı ye yakınlığından dolayı Muhtar'm
dostu olan Abdullah b. Ca'de b. Hubey-re'nin yanma gidip ondan eman diledi. O
da Muhtarım yanma gitti ve Ömer b. Sa'd için eman aldı. Eman mektubunun ıçengı
şuydu: itaat ettiği, eşyasının yanında
durduğu ve şehir dışına çıkmadığı, ayrıca abdes-tini bozmadığı sürece onun canı
güvendedir."
Ömer b. Sa'd, Muhtar'm
kendisini öldürmek istediğini öğrenince geceleyin evinden çıktı. Mus'ab ve
Ubeydullah b. Ziyad'm yanma gitmek istiyordu. Muhtar'm bazı yakınları durumu
ona haber verdiler. Muhtar da: "Bundan daha büyük bir hadise olur mu
hiç?" dedi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu sözleri Muhtar'a
azatlılarından biri söylemiştir Azatlının; "Evinden ve eşyalarının
arasından çıkıp gidiyor musun? Geri dön." demesi üzerine Ömer b. Sa'd geri
dönmüştü. Sabah olduğunda da Muhtar'a haber göndererek: "Sen verdiğin
emanı hala geçerli sayıyor musun?" diye sormuştu. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Ömer b. Sa'd'm kendisi Muhtar'm yanına gitmiş ve emanm
geçerli olup olmadığını bizzat ona sormuş, o da kendisine "Otur" diye
emrederek meclisinde oturtmuştu.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre de Ömer b. Sa'd, Abdullah b. Ca'de'yi Muhtar'a göndererek
ona bu soruyu sordurmuş, Muhtar da ona "Otur" diyerek meclisinde
oturtmuştu. Oturunca da Muhtar, muhafız komutanına "Git ve onun başını
bana getir." diye emir vermiş, komutan da gidip Ömer b. Sa'd'ı öldürerek
başını koparıp Muhtar'a getirmişti.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Muhtar, bir gece şöyle demişti: "Yarın ayakları büyük,
gözleri çukurda olan gür kaşlı bir kimseyi öldüreceğim ki, onun öldürülmesine
mü'minler ve gözde melekler de sevineceklerdir."
Heysem b. Esved, bu
esnada Muhtar'm meclisinde hazır bulunduğu için Muhtar'm bu sözle Ömer b.
Sa'd'ı öldürmek istediğinden şüphelenmiş ve bunun üzerine oğlu Garsan'ı Ömer
b. Sa'd'a göndermiş ve onun öldürüleceği haberini vermişti. Ömer b. Sad da:
"Bana bu kadar teminat ve söz verdikten sonra Muhtar beni nasıl
Öldürür?" diyerek şaşkınlığını izhar etmişti. Muhtar, Kûfe'ye gelişinde
halka önceleri iyi davranmış ve Ömer b. Sa'd'a da herhangi bir hadise meydana
getirmemesi şartıyla em an vermişti.
Ebu Mihnef, Ebu Cafer
el-Bakır'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muhtar, Ömer b. Sa'd'm helaya
girmemesini ve orada abdestini bozmamasını şart koşarak eman vermişti. Sonra
Ömer b. Sa'd, yine huzursuz oldu. Abdestini bozmak için helaya girmesine
müsaade edilmediğinden dolayı bir mahalleden başka bir mahalleye gidiyordu,
sonra da evine dönüyordu. Muhtar, onun bir yerden başka bir yere intikal
ettiğini duyunca şöyle demişti: "Hayır, vallahi onun boynunda bir zincir
vardır. Onu gerisin geri döndürecektir. Uçsa bile Hüseyin'in kam onu
yakalayacak ve ayağından tutacaktır." Böyle dedikten sonra Muhtar, onun
peşine Ebu Amre'yi gönderdi. Ömer b. Sa'd, ondan kaçmak isterken ayağı
cüb-besine takıldı, yere düştü. Ebu Anire de kılıçla vurdu ve onu öldürdü.
Başını koparıp
kaftanının altında gizleyerek getirdi ve Muhtar'm önüne bıraktı. Muhtar da
yanında oturmakta olan Ömer b. Sa'd'ın oğlu Haf-sa'ya: "Şu başı tanıyor
musun?" diye sorunca Hafs; "İnnâ lillâh ve Wâ ileyhi râcîûn. Evet, bu
başı tanıyorum, bunun sahibi öldükten sonra benim için artık yaşamakta hayır
yoktur." demiş, sonra Muhtar emir vererek onun da boynunu vurdurmuş ve
başını babasının başının yanma koyarak şöyle demişti:
"Şu baş,
Hüseyin'in başına, şu baş ta Hüseyin'in oğlu Aliyyü'1-Ek-ber'in başına
karşılıktır. Başka da yoktur. Allah'a yemin ederim ki eğer Hüseyin'in basma
karşılık Kureyşlilerin dörtte üçünü dahi öldürsey-dim, onların tamamı
Hüseyin'in bir parmak ucuna dahi bedel olamazlardı."
Bundan sonra Muhtar,
Ömer b. Sa'd ile oğlu Hafs'm kesik başlarını Muhammed b. Hanefıye'ye gönderdi.
Ayrıca ona bir mektub ta gönderdi, mektubta şunlar yazılıydı:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla.
Ali'nin oğlu
Muhammed'e, Muhtar b. Ebi Ubeyd'den. Selam sana, ey Mehdi! Doğrusu ben
kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'ı överek sana hitab ediyorum. İmdi
Cenâb-ı Allah, beni düşmanlarınızdan intikamınızı almak için göndermiştir.
Düşmanlarınız ya öldürülür ya da esir alınır veya sürgün edilir. Katilinizi
öldüren ve destekçilerinize yardım eden Allah'a hamdolsun. Sana Ömer b. Sa'd
ile oğlunun kesik başlarını gönderdim. Biz, Hüseyin'i ve ehl-i beytini
katleden kimseleri gücümüzün yettiği kadarıyla yakalayıp öldürdük. Kalanlar da
Allah'ın hükmünden kaçıp kurtulamayacaklardır. Ben onlardan hiçbiri yeryüzünde
kalmaymcaya kadar peşlerini bırakacak değilim. Ey Mehdi, bana görüşlerini yaz
ki, o görüşlere uyayım ve o doğrultuda hareket edeyim. Ey Mehdi, Allah'ın
selamı, rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun."
İbn Cerir, Muhammed b.
Hanefıyye'nin Muhtar'a cevap yazdığını anlatmıyor. Mamafih İbn Cerir, bu faslı
detaylıca ele almış ve açıklamalarım uzatmıştır. Sözlerinden de anlaşıldığı
gibi o, Muhtar'a sempati besleyen bir kimsedir. Bu yüzden bu konuyu Ebu Mihnef,
Lut b. Yahya'nın rivavetleriyle genişletmiştir ki, Ebu Mihnef te rivayetleri
hususunda itham edilen, özellikle Şiilik bakımından zan altında tutulan bir
kimsedir. Bu konuda Şiiler için aşırılık vardır. Çünkü bu konuda Hz. Hüseyin'in
ve aile efradımn katillerinden öc alınmasından söz edilmektedir. Kuşkusuz onun
katillerini öldürmek zorunlu idi. ilk olarak bu ışı yapmak, kaçırılmaması
gereken bir firsatm değerlendirilmesi ıdı, ama Cenâb-ı Allah, bu işi yalancı
Muhtar'm eliyle gerçekleştirmeyi taxmr buyurmuştur. O Muhtar ki, kendisine
vahiy geldiğini iddia edere* Katır olmuştu. Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde
şöyle ^^r^Vr^î" su Cenâb-ı Allah, bu dini facir bir adamla da
kuvvetlendirir. Yüce Al-
lah, kitaplann en
faziletlisi olan kitabında şöyle buyurmuştur: "Zalimlerin bir kısmını,
kazandıklarından dolayı diğer bir kısmına böylece musallat ederİZ."
(el-Enâm, 129.)
Şairin biri de bu
hususta şöyle demiştir:
"Hiç bir el
yoktur ki, Allah'ın eli onun üstünde olmasın.
Ve yine hiç bir zalim
yoktur ki, başka bir zalim ile imtihan edilmesin ve belasını bulmasın."
İleride biyografisi
anlatılırken de görüleceği gibi Muhtar, yalancı ve iftiracı bir kimse olup
ehl-i beyte yardımcı olmak iddiasında olan sahtekar biridir. Buna dair
deliller, onun biyografisinden bahsedilirken ortaya konulacaktır. Hakikatte o,
Kûfe'deki ayak takımı Şiilerin gelip etrafında toplanmalan için bu
söylediklerimizi kendine maske edinmişti ki, Şiiler üzerinde hakimiyet kursun,
onlan kullanarak muhaliflerine saldın yapsın.
Cenâb-ı Allah, daha
sonra onlara intikam alıcı birini musallat etmiştir ki, o da Rasûlullah
(s.a.v.)'m Ebu Bekr'in kızı Esma'ya hitaben irad ettiği şu hadisinde geçen
yalancı kişinin ta kendisidir: "Doğrusu Sakif kabilesinde yalancı ve bir
de katil bir kimse olacaktır." Yalancı, işte Muhtar'dır. O, Şii olduğunu
iddia ediyor ve Öyle bir görüntü sergiliyordu. Katile gelince, o da Haccac b.
Yusuf es-Sakafi'dir. Abdülmelik b. Mervan tarafından Kûfe'ye vali olarak
atanmıştı. Haccac, Muhtar'ın tersine sert, zalim ve kına bir kimseydi. O,
Muhtar gibi nübüvvet iddiasında bulunmuyordu. Kendisine yükseklerden vahiy
indiğini söylemiyordu.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Muhtar, Müsenna b. Mahreme el-Abdfyi Basra'ya gönderdi ki, yapabildiği
kadanyla Basralılan kendi saflarına çağırsın. Müsenna, Basra'ya gitti. Orada
bir mescid inşa etti ki, Basralüar gelip orada toplansın. Mescid inşa
edildikten sonra Basra-lılar gelip oraya toplanınca, onlan Muhtar'ın saflanna
katılmaya çağırdı. Daha sonra Verik şehrine gitti. Orada ordugah kurdu.
Kendisi azle-dipte yerine Mus'ab'm atanmasından önce Basra valisi iken Haris b.
Abdullah b. Rebi el-Kubba, güvenlik kuvvetlerinin komutanı Abbad b. Husayn ve
Kays b. Heysem komutasında bir askeri birlik teşkil ederek Müsenna'nm üzerine
gönderdi. İki taraf çarpıştılar ve şehri Müsen-na'mn elinden aldılar.
Askerlerini de bozguna uğrattılar. Basrahlara Abdülkays kabilesi de destek
verdi ve bu kabile, bir miktar askeri Basra'ya gönderdi. Ahnef b. Kays ile
Abdurrahman el-Mahzumî'nin oğlu Amr da iki taran banştırmak için harekete
geçtiler. Malik b. Mesma da onlara yardım etti. Neticede iki taraf ateşkes ilan
edip birbirlerinden uzak durdular. Müsenna da az sayıda ve mağlup olan
askerleriyle birlikte Muhtar'ın yanma döndü. Ama adamlanmn çoğu öldürülmüş ve
mallan yağmalanmıştı. Müsenna, Ahnef ve diğer komutanlar vasıtası ile yapılan
barışı Muhtar'a anlattı. Muhtar da Ahnef e ve diğerlerine kendi saflarına
katılacaklarını umarak mektublar yazdı. Ahnef b Kays'a yazdığı mektub şöyleydi:
"Muhtar'dan Ahnef
b. Kays'a ve tarafındaki komutanlara.
Siz banş yaptınız, ama
bundan sonra Mudarlılann Rabia oğulları kolunun vay haline! Ahnef, kendi
milletini Cehennem'e sürüklüyor. Artık onlar için oradan geri dönüş imkanı
yoktur. Kaderinizde yazılanlan sizden savacak güçte değilim. Duyduğuma göre siz
beni yalancı diye adlandırmışsınız. Gerçi benden önce peygamberler de yalancı
diye adlandırıldılar. Ben onlardan daha hayırlı değilim ya."
İbn Cerir, Şa'bi'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Basra'ya gittim.
Ahnef b. Kays'ın bulunduğu meclise gidip oturdum. Mecliste bulunanlardan biri
bana sordu:
- Sen kimlerdensin?
- Kûfeli bir adamım.
- Siz bizim
kölelerimiz siniz.
- Bu nasıl oluyor?
- Çünkü sizi,
Muhtar'ın adamları olan kölelerinizin elinden kurtardık.
- Hemedanlı birşeyhin
bizim ve sizin hakkınızda ne dediğini biliyor musun?
- Ne demiş?
- Şöyle demiş:
"Övündünüz,
köleleri Öldürdünüz diye,
Bir defasında da doğru
ve adil kimseleri hezimete uğrattınız.
Bize karşı övünürseniz
Cemel savaşında,
Size yaptıklanmızı
hatırlayınız.
Sakalını boyayan
ihtiyarlannızı, parlak yüzlü ve eline kına yakmış gençlerinizi mahvettik.
Bir adamınız zırhı
içinde yalpalayarak geldi,
Onu deve kurban eder
gibi boğazlayıp öldürdük.
Sizi affettik ama
affımızı unuttunuz,
Yüce Allah'ın nimetini
inkar ettiniz,
Hüseyin'e karşılık
onlardan,
Ve kavminizden bir
kısmını öldürdünüz ki, bu iyi bir karşılık değildir."
Ahnef öfkelendi ve:
"Ey çocuk! Şu sayfayı getir" dedi. Sayfa getirildi. Sayfada şunlar
yazılıydı:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla.
Muhtar b. Ebi
Ubeyd'ten Ahnef b. Kays'a.
İmdi Mudarlılann Rebia
oğulları kolunun vay halme! Çünkü Ahnef, kendi kavmini Cehennem'e sürüklüyor
ve oradan gen donuşlenne de imkan yoktur. Duyduğuma göre sizler, beni yalancı
diye itham edi-yormuşsunuz. Ben yalancılıkla itham ediliyorsam bilin ki, benden
önce peygamberler de yalancı diye itham edilmişlerdir. Ben onlardan daha
hayırlı değilim."
Bundan sonra Ahnef
şöyle dedi: "Bu, bizden midir yoksa sizden midir?" [13]
Muhtar, îbn Zübeyr'in
kendilerine karşı tetikte durduğunu ve gözlerine uykunun girmediğini, ayrıca
Abdülmelik'in İbn Ziyad komutasında Şamlı askerleri büyük bir kitle olarak
kendisinin üzerine göndereceğini anlayınca İbn Zübeyr'i etkilemeye ve güvenini
kazanmaya ve onu tuzağa düşürmeye çalıştı. Ayrıca ona şöyle bir mektub
gönderdi:
"Ben senin emrini
dinlemeye, sana itaat etmeye, sana Öğüt vermeye karar verdim ve bu şartla sana
be/at ettim. Ancak benden yüz çevirdiğini görünce senden uzaklaştım. Eğer daha
önce bana verdiğin söze bağlı isen ben de senin emrini dinleyecek ve sana
itaat edeceğim."
Ancak Muhtar, bütün bu
yaptıklarını Şiilerden gizliyordu. Bir kimse kendisine bu gibi şeylerden söz
edince o kendisinin bu gibi şeylerden herkese nisbetle daha uzakta olduğunu
söylüyordu. Mektubu İbn Zü-beyr'e ulaştığında îbn Zübeyr, onun samimi mi, yoksa
yalancı mı olduğunu anlamak istedi. Ömer b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam
el-Mahzumî'yi yanına çağırarak ona: "Hazırlan, seni Kûfe'ye vali tayin ettim.
Oraya git." dedi. Ömer b. Abdurrahman da: "Nasıl olur, orada Muhtar
var?" deyince İbn Zübeyr: "O emrimizi dinleyecğini ve bize itaat edeceğini
iddia ediyor." dedi. Ömer b. Abdurrahman'a gerekli hazırlığı yapabilmesi
için 40.000 dirhem kadar para verdi. Ömer b. Abdurrahman da yola çıktı. Yolda
Muhtar tarafından gönderilen Zaide b. Kudame ile karşılaştı. Zaide'nin
komutasında 500 zırhlı süvari vardı. Ayrıca 70.000 dirhem para da vardı.
Muhtar, bunu Zaide'ye vermişti. Zaide, yola çıkarken Muhtar ona: 'Mallan ve
paraları Ömer b. Abdurrahman'a ver, geri dönüp giderse ne âlâ, aksi takdirde
adamlarını ona göster ve geri dönmesini sağlayıncaya kadar onunla savaş."
demişti. Ömer b. Abdurrahman, işin ciddiyetini anlayınca paraları aldı ve
Basra'ya döndü. Vali Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia'nın yanında İbn Muti ile
bir toplantı yaptı. Bu hadise, Müsenna b. Mahreme'nin harekete geçmesinden ve
Mus'ab b. Zübeyr'in oraya ulaşmasından önce vuku bulmuştu.
Abdülmelik b. Mervan
da amcası oğlu Abdülmelik b. Haris b. Ha-kem'i bir askeri birliğin başında
Vadi'l-Kurâ'ya göndermişti ki, Medine'yi İbn Zübeyr'in valisinin elinden
alsın.
Muhtar da İbn Zübeyr'e
mektub göndererek diliyorsa yardıma gelebileceğini bildirmişti. Bu mektubu
yazmakla aslında o, İbn Zübeyr'i tuzağa düşürmek istiyordu, ibn Zübeyr de ona
şu mektubu gönderdi.
"Eğer bana itaat
etmeye devam ediyorsan bu teklifini uygun görürüm ve Şamlılarla savaşmamız
için bize destek ve takviye olsunlar diye Vadi'l-Kurâ'ya bir askeri birlik
gönder." Bu mektubu alan Muhtar, Şu-rahbil b. Vers el-Hemedanî komutasında
3000 kişilik bir askeri birlik hazırladı. Bu birlikte sadece 700 Arap askeri
vardı. Hazırlanan askeri birliğin komutanı Şurahbil'e şu talimatı verdi: 'Tola
devam et ve Medi-ne'ye git. Medine'ye girdiğinde bana bir mektub yaz ve emrimi
bekle." Muhtar, aslında Medine'yi İbn Zübeyr'den almak istiyordu. Sonra da
oradan Mekke'ye giderek orada bulunan İbn Zübeyr'i kuşatma altına almak
niyetinde idi. İbn Zübeyr, bir taktik gereği Muhtar'ın bu askeri birliği
göndermesinden endişe etti. Abbas b. Sehl b. Sa'd es-Saidî'yi 2000 askerle
harekete geçirdi. Ona, bedevilerden yardım istemesini emretti ve şöyle dedi:
"Onları bana itaatkar görürsen ne âlâ, aksi takdirde Allah onları helak
edinceye kadar onlara tuzak kur." Abbas b. Sehl de yola çıktı. Nihayet
Rakim'de İbn Vers ile karşılaştı. İbn Vers, askerlerinin başındaydı. Abbas ile
İbn Vers, bir su kenarında toplantı yaptılar. Abbas, İbn Vers'e sordu:
- Siz, îbn Zübeyr'e
itaat etmiyor musunuz?
- Ediyoruz.
- İbn Zübeyr,
Vadi'l-Kurâ'ya gitmemizi ve oradaki Şamlılarla savaşmamızı bana emretti.
- Ben sana itaat
etmekle emrolunmadım. Aksine İbn Zübeyr bana, Medine'ye girmemi, sonra da
Muhtar'a mektup yazıp emrini dinlememi emretti.
Abbas, İbn Vers'in
maksadını anladı. Ama anladığını belli etmedi ve ona: "Senin görüşün daha
iyidir. Görüşüne göre hareket et." dedi. Sonra yanından kalkıp gitti ve
onlara deve, koyun ve un gönderdi. Onların gıdaya çok aşırı ihtiyaçları vardı,
şiddetli derecede aç idiler. Gönderilen hayvanları kesip etlerini pişirdiler.
Unu hamur edip pişirerek ekmek yaptılar. Etleri ve ekmekleri su kenarında
yediler. Gece olupta karanlık bastırınca Abbas b. Sehl onlara ani bir baskın
yaptı, komutanlarını öldürdü. Askerlerden de yetmiş kadarım öldürdü. Çok
sayıda adamlarım esir aldı. Geride kalan az sayıdaki askerler de hüsrana
uğramış olarak beldelerine, Muhtar'ın yanma döndüler.
Ebu Mihnef, Yusuf un
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abbas b. Sehl, İbn Vers ile askerlerinin
yanına varırken şöyle diyordu:
"Ben Sehl oğlu
kahramanım, geri çekilen değilim» Koçlar geri çekildiklerinde ben atılganım.
Uzun boylu bahadırların tepesine,
Ürküntü gününde yere
yıkıhncaya dek kılıçla vururum."
Muhtar, adamlarının
hezimete uğradıklarını haber alınca kalkıp askerlerine hitaben şöyle bir
konuşma yaptı:
"Şerli facirler,
seçkin ve salih kimseleri öldürdüler. Bilesiniz ki bu, mukadder bir durumdu.
Allah'ın takdiri idi." Bundan sonra Muham-med b. Hanefiyye'ye bir mektub
yazarak bu mektubu Salih b. Mesud el-Eshamî ile gönderdi. Mektubunda kendisine
yardım etmek amacıyla Medine'ye bir askeri birlik gönderdiğini ve bu askeri
birliğe îbn Zübeyr askerlerinin ihanet ettiklerini anlattı. Eğer uygun görürse
Medine'ye başka bir askeri birlik gönderebileceğini, ona kendisi adına elçiler
göndereceğini ifade etti. îbn Hanefiyye de kendisine şu cevabî mektubu
gönderdi:
"İşler arasında
en çok sevdiğim, Allah'a itaat ettiğim iştir. Ben, gizli açık her durumda
Allah'a itaat ediyorum. Şunu bil ki, eğer ben savaşmak isteseydim, insanların
hızla yanıma geleceklerini ve yardımcılarımın çoğalacaklarını biliyorum, ama
ben onlardan ayrı yaşıyorum. Allah'ın, benim hakkımda hükmünü vereceği zaman
gelinceye dek sabredeceğim. O, hüküm verenlerin en hayırlısı dır." Bu mektubu
yazıp Salih b. Mesud'a verirken Muhammed b. Hanefiyye ona şöyle dedi:
"Muhtar'a deki: Allah'tan korksun, kan akıtmaya son versin." Muhammed
b. Ha-nefiyye'nin mektubunu aldığında Muhtar şöyle dedi: "Ben bütün iyilikleri
ve kolaylıkları toplamaya, bütün inkarları ve hainlikleri de atmaya dair emir
aldım."
İbn Cerir, Medainî ve
Ebu Mihnef tariki ile şöyle der: "İbn Zübeyr, Muhammed b. Hanefiyye'nin
üzerine gitti. Ayrıca Küfe eşrafından da onyedi kişiyi hapsederek kendisine
bey'at etmelerine dek hapiste kalmalarına karar verdi. Onlar da ümmetin
ittifakla imam kabul ettiği kimseden başkasına bey'at etmek istemediler. Bunun
üzerine İbn Zübeyr, onları tehdid edip korkuttu ve Zemzem kuyusunun yanında
hapsetti. Bunlar, Muhtar b. Ebi Ubeyd'e mektub yazarak yardım istediler ve
mektuplarında ona şöyle dediler: "İbn Zübeyr, bizi öldürüp yakmakla tehdid
etti. Hüseyin'i ve aile efradını kendi hallerine bıraktığınız gibi bizi de
kendi halimize bırakmayın. Bize yardım elinizi uzatın." Bunun üzerine
Muhtar, Şiileri topladı ve onlara yukarıdaki mektubu okuyup şöyle dedi:
"Bu, ehl-i beytin sizden imdat dilemesidir. Sizden yardım ve destek
bekliyorlar." Yardım ve destek toplamak için insanları dolaştı ve
tutuklulara haber göndererek şöyle dedi: "Ben size kuvvetle yardım etmezsem
İshak'ın babası değilim. Eğer ben size sel gibi birbirini kovalayan süvarileri
göndermezsem ve bu süvariler de îbn Kahiliyye'nin başına felaket getirmezse,
İshak'm babası değilim."
Sonra Ebu Abdillah
el-Cedelî'yi yetmiş güçlü süvari ile, Zibyan b. Amr et-Teymfyi de 400 kişi ile,
Ebu Mutemir'i 100 kişi üe, Hani b. Kays'ı 100 kişi ile, Ümeyr b. Tarık'ı da
kırk kişi ile gönderdi. Ayrıca Muhammed b. Hanefiyye'ye de Tufeyl b. Amir
vasıtasıyla bir mektub gönderdi. Mektubunda kendisine takviye askerleri
gönderdiğim bildirdi. Nihayet Ebu Abdillak el-Cedelî, Zat-i Irk'a varıp
konakladı. Bir süre sonra 150 süvari gelip kendisine katıldı. O da bu takviye
kuvvetlerle birlikte yola çıktı. Gidip gündüz alenen Mescid-i Haram'a girdi.
Girerken de askerleri: "Ey Hüseyin'in intikamı!" diye bağınyorlardı.
İbn Zübeyr, İbn Hanefiyye ile adamlarını -kendisine bey'at etmedikleri
takdirde- yakmak için odun hazırlamıştı. Sürenin bitimine de iki gün kalmıştı.
Muhtar'm adamları, Muhammed b. Hanefîyye'nin bulunduğu zindana giderek onu
zindandan kurtardılar ve ona: "Eğer bize izin verirsen İbn Zübeyrle
savaşalım." dediler. Ancak o: "Ben Mescid-i Haram'da savaşümasma
taraftar değilim." dedi. İbn Zübeyr ise, onlara şöyle dedi: "Siz ve
Muhammed b. Hanefiyye bana bey'at etmediğiniz takdirde buradan ayrılmayacağım
ve sizin de ayrılmanıza izin vermeyeceğim." Muhtar'ın adamları onun bu
tehdidine aldırış etmediler, sonra diğer arkadaşları da gelip onlara
katıldılar. Harem dahilinde: "Ey Hüseyin'in intikamı!" diye yüksek
sesle bağırmaya başladılar. İbn Zübeyr, bu manzarayı görünce korktu ve
onlardan uzaklaştı. Sonra bunlar da Muhammed b. Ha-nefiyye'yi yanlarına
aldılar. Hacılardan da çok miktarda mal ele geçirdiler. Hep birlikte gidip
Şib-i Ali'ye girdiler. Orada Muhammed b. Hane-fiyye'nin etrannda 4000 adam
toplandı. O da elde edilen malları onlara paylaştırdı."
İbn Cerir böyle
nakletmiştir. Bunun doğruluğunda şüphe vardır, doğrusunu Allah bilir.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede (hicretin altmışaltına senesinde) Abdullah b. Zübeyr insanlara
haccettirdi. Onun Medine valisi, kardeşi Mus'ab idi. Basra valisi Haris b.
Abdullah b. Ebi Rebia idi. Muhtar, Kûfe'yi istila etmişti. Abdullah b. Hazm da
Horasan valisi idi. Abdullah b. Hazm, Horasan'da -anlatımı uzun sürecek-
savaşlar yapmıştı. [14]
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede İbrahim b. Ester, Ubeydullah b. Zi-yad'm üzerine gitti. Bu hadise, bu
senenin zilhicce ayının bitimine sekiz gün kala meydana geldi.
Ebu Mihnef,
üstadlannın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muhtar, Cubanetü's-Sebi ve Künase
savaşlarım tamamlar tamamlamaz ıkı gün sonra İbn Eşter'i Şamlılarla savaşmak
üzere harekete geçirdi- O da İnen atmışaltıncı senesinin zilhicce ayının
bitimine sekiz gün kala cumartesi günü yola çıktı. Muhtar da özellikle onlarla
beraber harekete geçti, beraberlerinde doru bir katır üzerinde Muhtar'm
kürs-usu de vardı. Bu kürsüyü düşmanlara karşı zafer kazanmak umuduyla
beraberlerinde götürdüler. Kürsünün etrafında halka oluşturuyorlar, yalvarıp
yakarı-yor ve medet diliyorlardı. Muhtar da İbn Eşter'e şu üç tavsiyeyi yaptıktan
sonra geri döndü: "Ey İbn Ester! Gizli, açık herhalde Allah'tan kork,
yürüyüşünü hızlandır ve düşmana önce sen saldır."
Kürsüyü götürenler,
tbn Eşter'le birlikte yollarına devam ettiler. İbn Ester, şöyle dua etmeye
başladı: "Allah'ım, İsrailoğuîlarında olduğu gibi beyinsizlerimiz yüzünden
bizleri sorumlu tutma, nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki,
İsrail oğulları, buzağılarına taptılar."
İbn Ester ve adamları
köprüyü geçtikten sonra kürsüyü götürenler geri döndüler.
îbn Cerir dedi ki:
"Bu kürsüyü beraberlerinde savaşa götürmelerinin sebebi şuydu: Abdullah
b. Ahmed b. Şibeveyh, Tufeyl b. Ca'de b. Hü-beyre'nin bu hususta şöyle dediğini
rivayet etmiştir. "Oldukça şiddetli bir sıkıntıya düşmüştüm. Bir gün
komşularımdan birinin kapısına vardım, onun bir kürsüsü vardı. Kürsü çok
kirlenmişti, kendi kendime şöyle dedim: "Ben bu konuda Muhtar'a birşeyler
uydurup söylesem ne olur?" Gidip Muhtar'a şöyle dedim: "Senden
birşeyi gizliyordum, ama şimdi onu sana anlatmayı düşünüyorum."
Muhtar: "Nedir o
anlatacağın şey?" diye sorunca şöyle cevap verdim: "Bir kürsüden
sözetmek istiyorum. Ca'de b. Hübeyre, o kürsünün üzerinde oturuyor. O, bu
sandalyede ilimden eser bulunduğunu düşünüyor"
Ben böyle dedikten
sonra Muhtar bana: "Fesübhanallah! Bunu şimdiye kadar niye açıklamadın?
Haydi git, o kürsüyü bana getir." dedi. Ben de gidip o kürsüyü getirdim.
Kürsü yıkanmıştı, tahtaları parlıyordu. Çünkü içine pek çok yağ çekmişti.
Kürsüyü kendisine teslim ettiğimde Muhtar bana 12.000 dirhem verilmesini
emretti. Sonra insanların camide toplanmaları için duyuru yaptırdı. Herkes
camide toplanınca Muhtar, onlara şöyle dedi:
- Bundan önce geçmiş
bulunan ümmetlerde her ne var idiyse bu ümmette de onun benzeri olur. Şunu
biliniz ki, îsrailoğullarmın bir tabutu vardı. O tabuttan medet dilerlerdi.
İşte bu kürsü de o tabut gibidir.
Sonra Muhtar emir
verdi. Kürsünün üzerindeki örtü kaldırıldı. Sebeîler, bu durumu görünce
ellerini üç kez kaldırıp tekbir aldılar.
Şebes b. Ribzi, kalkıp
insanlara karşı bu durumu protesto etti ve kürsüye bu kadar saygı gösteren
kimselerin neredeyse kafir olacaklarını söyledi. Kırılmasını ve mescitten
çıkarılıp arka taraflara atılmasını tavsiye etti. İnsanlar, onun bu tavrından
ötürü kendisine teşekkür ettiler.
Ubeydullah b. Ziyad'ın
gelmekte olduğu söylenince Muhtar da İbn Eşter'i ona karşı harekete geçirdi ve
yanında da doru bir katır üzerinde kürsüyü bağlayıp gönderdi. Kürsü, ipek
kumaşlarla örtülmüştü. Sağında ve solunda yedişer kişi vardı. İbn Ester ve
askerleri, ileride de anlatılacağı gibi Şamlılarla karşılaştıklarında onları
mağlub ettiler ve ibn Zi-vad'ı Öldürdüler. Bu yüzden de sandalyeye daha fazla
saygı gösterdiler ve nihayet bu saygı onları küfre kadar götürdü.»
Tufeyl b. Ca'de dedi
ki: "Onların kürsüye bu kadar saygı gösterdiklerini görünce, înnâ lillah
ve innâ ileyhi râciun, dedim ve yaptığıma pişman oldum."
İnsanlar o kürsü
hakkında çok konuştular. Ona karşı kusurları çoğaldı, bu yüzden kürsü kayıp
oldu, artık hiç görünmez oldu.
İbn Kelbi dedi ki: Muhtar,
Ca'de b. Hübeyre ailesinden, Ca'de'nin üzerinde oturduğu kürsüyü istedi. Onlar
da: "Emir'in bizden istediği o kürsü yanımızda değildir." deyince
Muhtar ısrar etti. Neticede onlar herhangi bir kürsüyü de getirirlerse,
Muhtar'ın onu kabul edeceğini anladılar. Ona evlerinden bir kürsüyü alıp
götürdüler ve: "İstediğin kürsü işte budur." dediler. Siyam, Şakir ve
diğer Muhtara gruplarla liderleri ortaya çıktılar. Kürsüyü ipek ve ibrişimle
bağladılar.
Ebu Mihnef in
anlattığına göre o kürsüye ilk hizmetkarlık yapan kişi, Ebu Musa el-Eş'arf nin
oğlu Musa olmuştur. Sonra insanlar, onu bu hareketinden ötürü kınadılar. O da
kürsüyü alıp Havşeb el-Bersemf ye götürdü. Havşeb, onun arkadaşıydı. Nihayet
Muhtar öldü. Allah onu kahretsin.
Rivayete göre
adamlarının o kürsüye aşırı saygı gösterdiklerim bilmiyormuş gibi davranırdı.
O kürsü hakkında Hemedan A'şa'sı şöyle bir şiir söylemiştir:
"Ben şahitlik
ediyorum ki, siz Sebeiyye'siniz,
Ey şirkin muhafızları,
sizi iyi tanıyorum.
Yemin ederim ki,
kürsünüz sekine değildir.
İstediğiniz kadar
sarıp sarmalasamz da,
Bizde tabut gibi
birşey yok.
Bebeler, gençler ve
yaşlılar etrafında dönse de,
Ben Muhammed'in soyunu
seven birisiyim,
Ve mushaflardaki vahye
uyarım,
Abdullah'a bey'at
ettim ben,
Hizmetçileriyle ve
liderleriyle bütün Kureyşlıler ona, uyunca.
Mütevekkil el-Leysfde
bu konuda şöyle der:
«Yanına gidersen Ebu
İshak'a bildir ki, ben sizin kürsünüze inanım-yorum,
Bebeleri görürsün,
tahtaları etrafında, Şükredenlerse ona vahyi taşıyor, Gözleri kızarmış onun
çevresinde, Dışarı fırlamış nohut tanesi gibidir."
Ben derim ki: Ayak
takımlarını yoldan saptırmak, cahil avam tabakasını etrafında toplamak için bu
ve benzeri durumlar, Muhtardın ve kendisine uyan kimselerin akıllarının kıtlığına,
zaaflarına, bilgilerinin azlığına, cahilliklerinin çokluğuna, anlayışlarının
kıtlığına delalet etmektedir. Yine bu gibi durumlar, Muhtardın kendisine uyan
kimselere karşı bâtılı revaçlandırmak ve bâtılı hak ile karıştırmak istediğini
göstermektedir.
Vakidî dedi ki: Bu
senede Mısır'da veba salgım görüldü. Bu yüzden çok sayıda Mısırlı öldü.
Yine bu senede
Mısır'da Abdülaziz b. Mervan, sikke bastırdı Mısır'da ilk sikke bastıran o
oldu. "Mir'atu'z-zaman" adlı eserin sahibi dedi ki: "Bu senede
Abdülmelik b. Mervan, Kudüs'te Mescid-i Aksa'daki kayanın üzerine bina
yaptırmaya ve Mescid-i Aksa'yı onarmaya başladı. Bu onarım işi hicretin
yetmişüçüncü senesinde tamamlandı. Bunun sebebi de şu idi: Abdullah b. Zübeyr,
Mekke'yi istila ettiği zaman Mina ve arefe günlerinde insanların Mekke'de
ikamet ettiği günlerde hutbe irad ediyor, hutbesinde Abdülmelik'in aleyhinde
konuşuyor ve Mervan oğullarının kötülüklerini anlatıp şöyle diyordu:
"Peygamber (s.a.v.), Ha-kem'e ve onun nesline lanet etti. Peygamber
(s.a.v.) onu kovdu ve lanetledi."
Abdullah b. Zübeyr,
insanları kendisine bey'ata davet ediyor, çok fasih konuşuyordu. Şamılılarm
büyük çoğunluğu ona meylettiler. Abdülmelik, bunu duyunca insanları hacdan
menetti. Hacca gitmelerine müsaade etmeyince insanlar ona kızdılar. Bundan
sıkıntı duymaya başladılar. O da Mescid-i Aksa'daki kayanın üzerine kubbe
yapmaya ve Aksa mescidini inşa etmeye başladı ki, bu sayede insanları hacca
gitmekten alıkoysun ve gönüllerini Kudüs'e yöneltsin. Nihayet insanlar inşaatın
tamamlanmasından sonra Kudüs'e gidip kayanın etrafında, tıpkı KaTae etrafında
tavaf eder gibi dönüp tavaf etmeye başladılar. Bayram gününde orada kurban
kesiyor, saçlarını traş ediyorlardı. Abdülmelik böyle yapmakla îbn Zübeyr'in
kendisine karşı çirkin söz söylemesinin yolunu açmış oldu. îbn Zübeyr de
Mekke'de onun aleyhinde konuşarak şöyle diyordu: "Abdülmelik böyle
yapmakla Eyvan-ı Kisrada Kisralıların ve Hadra'da da Muaviye'nin yaptığına
benzer işler yaptı,"
Abdülmelik, Beyt-i
Makdis'i tamir etmek istediği zaman oraya bol miktarda para ve işçi gönderdi.
Onarım işini de Reca b. Hayve ile Yezid b. Selam adındaki azatlısına tevdi
etti. Memleketin çeşitli yerlerinden sanatkarları toplayıp Beyt-i Makdis'e
gönderdi. Ayrıca bol miktarda da para gönderdi. Reca b. Hayve ile Yezid'e, bu
iş için tereddütsüz olarak bol masraf yapmalarım emretti. Onlar da bu için
büyük miktarda para harcadılar. Kubbeyi inşa ettiler, çok güzel bir yapı
meydana geldi. Orayı renkli mermerlerle döşediler. Kubbenin üzerine de biri kış
mevsimine mahsus olmak üzere kırmızı maden filizinden, diğeri de yaz mevsimine
mahsus olmak üzere deriden iki örtü yaptılar. Kubbeyi çeşitli perdelerle
çevrelediler. Oraya hizmetçiler tahsis ettiler, çeşitli kokular, misk-i amber
ve safranları oraya saçtılar. Çok masraflar yapıyorlar, geceleyin kubbeyi ve
mescidi buhurlarla tütsülüyorlardı. Altın ve gümüşten kandiller, altın ve
gümüşten zincirler asarak orayı süslediler. Miskle kaplı, ay parçasını andıran
dallarla süslediler. Mescidi ve kayanın üzerine yapılan kubbenin üstüne renkli
sergiler serdiler. Buhurları tütsüledikleri zaman kokusu uzak mesafeden
hissediliyordu. Orayı ziyaret eden bir kimse dönüp memleketine vardığında
kendisinden günlerce misk, tütsü ve güzel kokular saçılıyordu ve onun Mescid-i
Aksa'daki kayalığa gittiği ve Kudüs'ten geldiği anlaşılıyordu. Mescid-i
Aksa'da çok sayıda hizmetçi ve kayyum vardı. O gün yeryüzünde ondan daha güzel
bir bina ve kayalığın üzerindeki kubbeden daha göz alıcı bir kubbe yoktu.
Öyleki insanlar, Ka'be'ye haccetmeye gitmeyip oraya gelmeye başladılar. Hac
mevsiminde ve diğer zamanlarda Mescid-i Aksa'dan başka bir yere gitmez
oldular. İnsanlar böylece büyük bir fitneye düştüler. Her taraftan insanlar
Mescid-i Aksa'ya geldiler.
Abdülmelik ve
adamları, Mescid-i Aksa'da ve kayalığın kubbesinde ahiretteki manzaraları
andıran yalancı işaretler ve alametler koydular. Sırat köprüsünün, Cennet
kapısının, Rasûlullah (s.a.v.)'m mübarek ayağının ve Cehennem vadisinin tasvir
ve resimlerini Mescid-i Ak-sa'nm kapılarına ve birçok yerlerine yaptılar.
Böylece insanlar aldandılar. Bu aldanış zamanımıza kadar sürmüştür. Kısaca
diyeceğimiz şudur ki, Beyt-i Makdis'teki kayalığın üzerine yapılan kubbenin
inşaatı tamamlandığında, yeryüzünde o kubbe kadar güzel ve göz alıcı başka bir
kubbe yoktu. Oraya birçok taşlar, mücevherler ve mozaikler yerleştirdiler. Göz
alıcı birçok şeyleri taktılar.
Reca b. Hayve ile
Yezid b. Selam, Mescid-i Aksa'mn tamiratını ve kayalığın üzerine yaptırdıkları
kubbenin inşaatını en mükemmel bir şekilde tamamlamış oldukları halde yine de
600000 miskal (başka bir rivayete göre ise 300000 miskal) altın arttı. Bu
durumu bir mektubla kendisine bidirdikerinde Abdülmelik, onlara: "Ben
artan altınları size hibe ettim." diye cevabî bir mektup yazdı. Onlar da
bu altınları kabul etmeyerek: "Eğer yapabilseydik mescidin tamiratına
kendi zevcelerimizin ziynet eşyalarım da katardık." diye mektub yazdılar.
Bunun uzerme Abdülmelik, onlara: "Eğer kabul etmiyorsam* o altınları
kubbenin ve kapılarının üzerine dökün." diye mektub yazdı. Herhangi bir
kimse, kubbenin üzerindeki eski ve yeni altınların miktarını tahmin edemezdi.
Ebu Cafer el-Mansur
halifeliğe geçince hicretin 140. senesinde Kudüs'e gitti. Mescidin harab
olduğunu görünce o kubbe ve kapılar üzerindeki altınların ve mücevher
levhalarının sökülerek bu paralarla ve ziynet eşyalarıyla mescidin harap olan
yerlerinin onarılmasını emretti. Bu emrini yerine getirdiler. Mescid, uzundu.
Uzunluğundan birazının alınıp enine katılmasını emretti. Bina tamamlanınca da
kıble kapısı tarafında kubbenin üzerine şu yazıyı yazdırdı: "Harab
olmasından sonra yeniden onarılmasını hicretin atmışikinci senesinde
mü'minlerin emin Abdülmelik emretti."
Mescidin kıble ile
kuzey cihetindeki uzunluğu 765 zira, eni de 460 zira idi. Kudüs, hicretin onaltmcı
senesinde fethedilmişti. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah
daha iyi bilir. [15]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/397.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/397-398.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/398-403.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/403-405.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/406-409.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/409-413.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/414-418.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/418-423.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/423-430.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/430-433.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/433-436.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/436-437.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/437-442.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/442-445.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/445-450.