Misver B. Mahreme B. Nevfel 1

Münzir B. Zübeyr B. Avvam.. 2

Mus'ab B. Abdurrahman B. Avf 2

Abdullah B. Zübeyr Zamanında Ka'be'nin Yıkılması Ve Yeniden İnşası 6

Hicretin Altmışbeşînci Senesi 8

Aynülverde Savaşı 10

Mervan B. Hakem.. 14

Abdülmelîk B. Mervan'ın Halifeliği 17

Hicretin Altmışaltıncı Senesi 21

Fasıl 26

Hz. Hüseyin'i Öldüren Birliğin Komutanı Şîmr B. Zilcevşenin Öldürülmesi 29

Hz. Hüseyinin Başını Koparan Havla B. Yezid El-Esbahfnin Öldürülmesi 31

Hüseyin'i Öldürenlerin Emiri Ömer B. Sa'd B. Ebi Vakkas'ın Öldürülmesi 31

Fasıl 35

Fasıl 38

 

Misver B. Mahreme B. Nevfel

 

Bu senede yaşı küçük bir sahabe olan Misver b. Mahreme b. Nevfel de İbn Zübeyr'le birlikte Mekke'de iken kendisine isabet eden bir mancı­nık taşı yüzünden vefat etmiştir. Hatim'de namaz kılmakta iken ruhu­nu teslim etmişti. Mekke kuşatması altında öldürülen önde gelen saha­belerdendi. Asıl soy kütüğü şöyledir: Misver b. Mahreme b. Nevfel Ebu Abdurrahman ez-Zührî. Annesi, Atike'dir. Atike, Abdurrahman b. Avfm kızkardeşidir.

Misver, sahabe olup hadis rivayet etmiştir. Muaviye'nin yanına gel­miş, onunla görüşmüştü. Hz. Ömer zamanında da devamlı olarak onun yanında bulunurdu. Rivayete göre o, senenin bütün günlerini oruçlu olarak geçirirmiş. Mekke'ye geldiği zaman Kabe'den uzak kaldığı her-gün için yedi tavaf yapmış ve iki rekat namaz kılmıştır.

Anlatıldığına göre Kadisiye savaşında altından bir ibrik görmüş. Yakutla süslenmiş olan bu ibriğin ne olduğunu anlayamamış. Farslar-dan bir adam onunla karşılaşmış ve ona: "Şu ibriği bana 10.000 dirheme sat." deyince, ibriğin kıymetli olduğunu anlamış ve Sa'd b. Ebi Vakkas'a hediye edip göndermişti. O da bu ibriği 100.000 dirheme satmıştı.

Muaviye vefat ettiği zaman Misver, Mekke'ye gitmiş, îbn Zübeyr'in yanmda iken-kendisine mancınık taşı isabet etmiş ve beş gün sonra ve­fat etmişti. Çünkü Şamlı askerler, Ka'be'ye mancınıkla taş atıyorlardı. Bu taşlardan biri kendisine isabet edince Misver vefat etmiş ve cenaze­sini Abdullah b. Zübeyr yıkamış, sonra onu başkalarının yardımıyla alıp Hacun'a götürmüştü. Çünkü Şamlı askerler, Ka'be'nin yanındaki ölülerin cesetlerine basıp dolaşıyorlardı.

Misver b. Mahreme, Hz. Ömer'in hilafeti zamanında gıda maddesi stok etmiş, gökte bulut görünce bu stokçuluktan hoşlanmamış, sabah olunca pazara giderek: "Her kim gelirse stok ettiğim gıda maddesini kendisine veririm." demiş, böyle dediğini duyan Hz. Ömer: "Ev Ebu Mahreme, sen delirdin mi?" diye sormuş. O da şu cevabı vermişti: "Ha­yır, Allah'a yemin ederim ki ey mü'minlerin emin, ben delirmedim, ama gökte bir bulut gördüm. Stok ettiğim gıda maddesi sayesinde kazanç sağlamaktan hoşlanmadım." Böyle demesi üzerine Hz. Ömer, ona: "Al­lah sana hayır mükafat versin." demişti.

Misver, hicretin ikinci senesinde Mekke'de doğmuştu. [1]

 

Münzir B. Zübeyr B. Avvam

 

Hz. Ömer'in hilafeti zamanında doğdu. Anası Hz Ebu Bekir'in kızı Esma'dır. Münzir, Muaviye'nin oğlu Yezid'le birlikte istanbul a gazaya gitti. Muaviye'nin yanına gelmiş, Muaviye, ona 100.000 dirhem para ve ikta olarak da bir arazi vermişti. Ancak Münzir bu parayı ve araziyi tes­lim almadan Muaviye vefat etti.

Münzir b. Zübeyr ile Osman b. Abdillah b. Hakim b. Hizam, gündüz­leri Şamlılarla savaşıyorlar, geceleyin ise onlara yemek veriyorlardı. Münzir, kardeşi Abdullah b. Zübeyr'le birlikte Mekke'de kuşatma altın­da iken öldürüldü. Muaviye vefat ettiği zaman Münzir'e, kendisini def­netmek için mezarına inmesini vasiyet etmişti. [2]

 

Mus'ab B. Abdurrahman B. Avf

 

Dindar ve faziletli bir gençti. Mus'ab, Mekke kuşatması zamanında Abdullah b. Zübeyr'le beraber öldürüldü.

Harre vak'ası esnasında öldürülenlerden bazıları da şunlardır: Mu-hammedb. Übeyy b. Ka'b, Abdurrahmanb. Ebi Katade, EbuHakimMu-az b. Haris el-Ensârî. Hz. Ömer, bu zatı imam olarak görevlendirmişti.

Harre savaşında Ümraü Seleme'nin kızı Zeyneb'in iki oğlu ile Zeyd b. Muhammed b. Seleme el-Ensârî ve Zeyd'le birlikte yedi kardeşi de öl­dürülmüştü. Bunlardan başka öldürülenler de vardı. Allah hepsine rahmet etsin ve hepsinden razı olsun.

Hicretin altınışdördüncü senesinde Ahnes b. Şureyk de vefat etti. Bu zat, Mekke fethinde hazır bulunmuş ve Hz. Ali'nin yanında Sıffin sa­vaşma katılmıştı.

Bu senede çok savaşlar ve doğu illerini kapsayan fitneler vuku bul­du. Abdullah b. Hazm adında biri, Horasan'a giderek o mıntıkayı istila etti. O beldelerin valilerini mağlup edip hepsini beldelerinden kovdu. Bu hadise, Yezid ile Yezid'in oğlu Muaviye'nin ölümlerinden sonra ve Abdullah b. Zübeyr'in Horasan taraflarında otoritesinin yerleşmesin­den önce vuku bulmuştu. Abdullah b. Hazm denen bir adamla Amr b. Mersed arasında anlatımı uzun sürecek çok savaşlar meydana geldi. Biz bunu özetle nakletmekle yetindik. Çünkü bunların çoğunu anlat­manın bir yararı yoktur. Bunlar fitne savaşlarıdır. Asilerin birbirleriyle yapmış oldukları savaştır. Yardımına başvurulacak zat, yüce Allah'tır,

Vakidî dedi ki: Hicretin altmış dördüncü senesinde Yezid oğlu Mua­viye'nin ölümünden sonra Horasanlılar, Süllem b. Ziyad b. Ebihfye bey'at ettiler. Ondan memnun oldular. Hatta o senede doğan 1000'den fazla çocuğa Süllem adım verdiler. Bir süre sonra ahidlerini bozup ihti­lafa düştüler. Süllem de aralarından çıkıp gitti. Başlarında Mühelleb b. Ebi Süfra'yı vali olarak bıraktı.

Bu senede Şiiler topluluğu, Küfede Süleyman b. Süred'in etrafında toplandılar. Hz. Hüseyin'in öcünü almak için Nahile'de birleşmeye ve toplanmaya karar verip sözleştiler. Bu kararlarında ciddi ve ısrarlıydılar. Hz. Hüseyin'in hicri altmışbirinci senede muharrem ayının onuncu günü olan aşura gününde Kerbela'da şehid edilmesinden ötürü Şamlı­lardan intikam almak niyetindeydiler. Daha önce Hz. Hüseyin'i Kûfe'ye davet ettiklerine pişman olmuşlardı. Hz. Hüseyin, Kûfe'ye geldiğinde etrafından dağılmışlar, onu yardımsız bırakmışlar ve desteklememiş­lerdi. Artık iş işten geçmiş ve fedakarlığın yarar sağlamayacağı bir za­manda fedakarlığa niyet etmişlerdi. Kadri yüce bir sahabe olan Süley­man b. Süred'in evinde toplandılar. Şianm önde gelen beş şahsiyeti bu toplantıda bir araya geldi. Süleyman b. Sured (sahabedir), Müseyyeb b. Neciyye el-Fezarî (Hz. Ali'nin önde gelen arkadaşlarındandı.), Abdul­lah b. Sa'd b. Nüfeyl el-Ezdî, Abdullah b. Vâk et-Teymî ve Rifaa b. Şed-dad el-Becelî. Bunların hepsi de Hz. Ali'nin arkadaşlarıydılar. Çeşitli konuşmalardan ve öğütlerden sonra hepsi de başlarına Süleyman b. Sü­red'in lider olması hususunda anlaştılar. Nahile'de toplanmaya söz ver­diler. Kendi çağrılarına icabet edecek kimselerin hicri altmışbeşinci se­nede Nahile'de toplanması için karar verdiler. Sonra çok miktarda mal ve silah topladılar. Bu mal ve silahları bu amaç için hazırladılar. Müsey­yeb b. Naciye kalkıp Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle de­di:

"Biz, uzun ömür yaşamak ve pek çok fitne ile karşılaşmak şeklinde belaya ve imtihana maruz kaldık. Allah bizi denedi, yalancı olduğumu­zu gördü. Rasûlullah'm kızının oğluna yardım etmediğimizi gördü. Oy­sa daha önce biz ona mektup yazmış, onu başımıza lider olmaya davet etmiştik. O da kendisine yardım edeceğimize güvenerek bize geldi, fa­kat onu yardımsız bıraktık. Ona destek olmadık, sözümüzü yerine getir­medik. Onu, kendisini ve çocukları ile yakın akrabalarını, seçkin dostla­rını öldürecek kimselerin pençesine bıraktık. Elimizle onlara yardım et­medik, dilimizle onları müdafaa etmedik. Mallarımızla onlara tavsiye olmadık, vay bizim halimize! Sürekli ve kesintisiz bir helak başımıza-dır! Mutlaka onun katillerini, arkadaşlarını öldürenleri ve onlara karşı ittifak kuranları öldürmemiz yada bu uğurda ölmemiz gerekiyor. Bu uğurda canımızı, malımızı vermeye ve evlerimizin harab olmasına rıza göstermeye hazırız. Ey insanlar! Bu uğurda elbirliği edin, hep birlikte hamle yapın. Yaratanınıza tevbe edin, nefislerinizi öldürün. Bu, yaratı­cınız yanında sizin için daha hayırlıdır..."

Bunlar, sonra da bütün fıkirdaşlanna ve gönüldaşlanna hicretin altmışbeşinci senesinde Nahile'de toplanmaları için çağrı mektupları yazdılar.

Süleyman b. Süred, Medain valisi Sa'd b. Hüzeyfe b. yeı?ail'a' bjr mektup yazarak onu da bu görüşe katılmaya davet etti. Sa'd, bu davete icabet etti. Ayrıca kendisine itaat eden Medainlilere de çağrıda bulun­du. Onlar da bu çağrıya icabet edip belirlenen vakitte Nahıle de toplanmayı kabul ettiler. Sa'd b. Hüzeyfe, bu durumu bir mektupla Süleyman b. Süred'e bildirince Kûfeliler, Medainlilerin kendilerine muvafakat et­melerinden dolayı sevindiler ve ittifaktan ötürü çok güçlenip memnun oldular. Az bir süre sonra Yezid ile oğlu Muaviye ölünce bunlar, Şamlıla­rın güçlerini yitirdiklerine ve idarelerini yürütecek bir liderin bulun­madığına inandılar. Onlara karşı hücuma geçmek ve Nahile'ye zama­nından önce gidip toplanmak hususunda Süleyman'a danıştılar. Süley­man, onları bu teşebbüsten men edip: "Hayır, belirlenen süre gelmedik­çe kardeşlerimizle anlaştığımız vade dolmadıkça olmaz." dedi. Sonra onlar halkın haberi olmaksızın gizliden gizliye güç hazırlıyor ve silah bi­riktiriyorlardı. O esnada Kûfeliler, Ubeydullah b. Ziyad'm Küfedeki va­lisi Amr b. Hırrîs'in üzerine gittiler. Onu yakalayıp konaktan dışarı çı­kardılar. Başlarına Dahruce lakabıyla bilinen Amir b. Mesud b. Ümey-ye'yi vali olarak geçirmek hususunda anlaştılar. O da Abdullah b. Zü-beyr'e bey'at etti.

Abdullah'ın tayin edeceği valinin gelişine kadar işleri idare etmeye başladı. Hicrî altmış dördüncü senenin ramazan ayının bitimine sekiz gün kala (cuma günü) Abdullah b. Zübeyr'in tayin ettiği iki emir Kûfe'ye geldi. Bunlardan biri, Abdullah b. Yezid el-Hutamî idi. Bu emir, savaş ve sınır muhafazası işlerine bakacaktı. Diğeri de İbrahim b. Muham-med b. Talha b. Ubeydullah et-Teymî idi. Bu emir de haraç ve maliye iş­lerine bakacaktı. Bunların gelişinden bir cuma öncesinde (ramazan ayı-mn ortasında) Muhtar b. Ebi Ubeyd es-Sakafi denen yalancı adam Kûfe'ye gelmiş, Şiilerin Süleyman b. Süred etrafında toplandıklarını, ona büyük saygı gösterdiklerini ve savaşa hazırlandıklarını görmüştü. Kûfe'de yerleştikten sonra halkı, Hz. Ali'nin oğlu Mehdi Muhammed'in imamlığım kabule davet etti. Mehdi Muhammed, Muhammed b. Hane-fiye idi. Bu, batında böyleydi ama Muhtar ona Mehdi lakabını takmıştı. Şiilerin çoğu, onun bu çağrısına icabet edip Süleyman b. Süred'den ay­rıldılar. Böylece Şiiler, iki guruba ayrılmış oldular. Ama çoğunluğu Sü­leyman b. Süred'le beraber olup Hz. Hüseyin'in öcünü almak amacıyla Şamlılarla savaşma amacmdaydılar. Diğer gurup ise, Muhtarla bera­ber olup Muhammed b. Hanefîye'nin imamlığına insanları davet etme amacındaydılar. Ancak Muhammed b. Hanefiye'nin bu hususta bir em­ri ve rızası yoktu. Muhtar ve taraftarları, insanları Muhammed b. Ha­nefiye'nin etrafında toplamak amacıyla onun adına yalanlar uyduru­yorlardı. Böyle yapmakla da kendi fasid amaçlarına ulaşmayı hedefli­yorlardı. Ayn es-Safiye de, İbn Zübeyr tarafından vali olarak atanan Ab­dullah b. Yezid el-Hutemf ye gitti. Şiilerin her iki grubunun da ona karşı harekete geçtiklerini haber verdi. Onlara karşı tedbirli olmasını, muha­fızlarım gönderip onlarla savaştırmasını ve amaçladıkları şer ve fitne olaylarının bastırılmasım tavsiye etti. Abdullah b. Yezid el-Hutemî de  olaylarının bastırılmasını tavsiye etti. Abdullah b. Yezid el-Hutemî de kalkıp insanlara bir nutuk irad etti. Nutkunda Şiilerin giriştikleri te­şebbüsü, Hz. Hüseyin'in öcünü almak istediklerini haber verdi: "Onlar da biliyorlar ki, Hüseyin'i öldürenlerden değilim. Allah'a yemin ederim ki, onun öldürülmesi sebebiyle musibete uğramış gibi kendimi hissedi­yorum. Onun öldürülmesinden hoşlanmadım. Allah ona rahmet etsin onun katilini lanetlesin. Bana saldırmayana ben saldırmam. Bunlar eğer Hüseyin'in Öcünü almak istiyorlarsa, ibn Ziyad'a hücum etsinler. Çünkü Hüseyin'i ve onun seçkin aile efradını öldüren odur. Gidip ondan Öc alsınlar, hemşehrilerine silah çekmesinler. Aksi takdirde kendileri mahvolur, kökleri kazınır." dedi.

Kûfe'nin haraç ve maliye işlerinden sorumlu emiri İbrahim b. Mu­hammed b. Talha da kalkıp cemaata şöyle hitap etti:

"Ey insanlar! Bu dalkavuğun sözleri sizi aldatmasın. Allah'a yemin ederim ki, biz, onların bize karşı harekete geçtiklerini kesinlikle haber aldık. Çocuk, babası yüzünden; baba da çocuğu sebebiyle; dost, dostu se­bebiyle; kişi, tanıdığı sebebiyle hesaba çekilecektir. Tâki hakka boyun eğip itaat altına giresiniz."

Müseyyeb b. Neciye el-Fezarî kalkıp İbrahim b. Muhammed'in üze­rine atıldı ve sözünü kesip şöyle dedi:

"Ey ahdi bozanların çocuğu! Kendi kılıcın ve zulmünle mi bizi kor­kutup tehdit ediyorsun!? Allah'a yemin ederim ki, sen bundan daha al­çaksın. Biz, öfkemizden ve kinimizden ötürü seni kınamıyoruz ve ayıp­lamıyoruz. Senin babanı ve dedeni öldürdük. Seni de bu köşkten çıkma­dan onların akıbetine uğratacağımızı ümid ediyoruz."

Müseyyeb b. Neciye'ye, İbrahim b. Muhammed b. Talha'mn adam­larından bir işçi topluluğu da destek verdi. Böylece mescidde büyük bir fitne koptu. Abdullah b. Yezid el-Hutemî minberden indi. Cemaat, iki emirin arasını bulmaya çalıştıysa da bunu başarmak mümkün olmadı. Sonra Süleyman b. Süred'in grubundaki Şiiler silahlarını çekerek orta­ya çıktılar. Şamlılara karşı ayaklanacaklarım, onlarla savaşacaklarını açığa vurdular. Süleyman b. Süred'le birlikte bineklerine binip Cezire taraflarına doğru harekete geçtiler.

Yalancı Muhtar b. Ubeyd es-Sakaffye gelince o, Hz. Hüseyin öldü­rüldüğünden beri Şiiler tarafından sevilmeyen bir kimse idi. Çünkü Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü gün o, Iraklılarla birlikte Şam'a giderken Me-dain'e sığınmıştı. Medain valisi olan amcasına, Hz. Hüseyin'i yakalayıp Yezid b. Muaviye'ye göndermesini, böylece onun nezdinde itibar kazan­masını, makam ve mevki sahibi olmasını tavsiye etti. Ne var ki amcası onun bu tavsiyesine aldırış etmedi. İşte bu yüzden Şiiler, Muhtar b. Ubeyd'e karşı Öfke duymuşlardı.

Müslim b. Ukayl, İbn Ziyad tarafından öldürülürken Muhtar, o zaman Kûfe'de bulunuyordu. Müslim b. Ukayl'm öldürüldüğünü duyun­ca: "Ben Müslim'in öcünü alacağım." dediğini İbn Ziyad duydu, onu ya­kalatıp huzuruna celbetti. Elindeki bir kırbaçla yüzüne vurdu, zindana atılmasını emretti. Zindana atıldığını duyan ve Abdullah b. Ömer'in ha­nımı olan kızkardeşi ağlayıp yalvardı. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer de Muaviye'nin oğlu Yezid'e bir mektup yazarak Muhtar'm zindandan salıverilmesi için tavassutta bulundu. Yezid de ibn Ziyad'a haber gön­dererek: "Bu mektubumu alır almaz Muhtar b. Ubeyd'i zindandan salı­ver!" dedi. Mektubu alan İbn Ziyad, onu salıvermekten başka çare olma­dığım görünce zindandan çıkardı ve kendisine: "Eğer üç günden sonra seni Kûfe'de görürsem boynunu vururum." dedi. Muhtar da Kûfe'den ayrılıp Hicaz'a doğru yola çıktı, çıkarken de şöyle diyordu:

"Allah'a yemin ederim ki, Ubeydullah b. Ziyad'ın parmak uçlarını keseceğim ve Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in canına karşılık; Zekeriya oğlu Yahya'nın öldürülmesine karşılık, kendilerine kısas tatbik edilen adamlar sayısınca adam öldüreceğim."

Abdullah b. Zübeyr'in hakimiyeti güçlenince Muhtar b. Ubeyd ona bey'at etti. Onun yanında itibar gören büyük komutanlardan biri oldu. Husayn b. Nümeyr, Şamlı askerlerle birlikte Mekke'ye gidip Abdullah b. Zübeyr'i kuşatma altına alınca Muhtar b. Ubeyd, Abdullah b. Zübeyr'i savunmak amacıyla şiddetli bir savaşa girişti. Muaviye'nin oğlu Ye-zid'in öldüğünü ve Iraklıların yönetiminin alt üst olduğunu duyunca ba­zı işlerinden dolayı Abdullah b. Zübeyr'i eleştirdi ve Hicaz'dan çıkıp Kûfe'ye yöneldi. Cuma günü Kûfe'ye girdi. İnsanlar cuma namazına ha­zırlanıyorlardı. Uğradığı her topluluğa selam verip: "Size zaferi müjde­liyorum." dedi. Mescide girdi. Cuma namazı başlayıncaya dek nafile na­maz kıldı. Cumadan sonra yine nafile kılmaya başladı. İkindiye dek na­file namaz kılmayı sürdürdü, sonra mescitten ayrıldı. Halk ona selam verdi, ona yönelip saygı gösterdi. O da Mehdi Muhammed b. Hanefı-ye'nin imamlığını tanımaya insanları davet etmeye başladı. Ehl-i beyt-ten yana olduğunu halka gösterdi. Kûfe'ye, onlann şiarlarını ikame et­mek, aydınlıklarını saçmak, ışıklarım ulaştırmak, öçlerini almak ama­cıyla geldiğini söyledi. Süleyman b. Süred'in etrafında toplanan Şiilerin onunla birlikte kendisinden önce harekete geçmelerinden korktuğu için onları Süleyman'dan ayırmaya, soğutmaya ve kendine celb etmeye başladı. Onlara şöyle diyordu: "Ben veliyyülemr, fazilet kaynağı, parlak rızalı İmam Mehdi tarafından şifa emri taşıyan perdeyi aralamak, düş­manı vurmak, nimeti tamamlamak buyruğuyla size geldim. Süleyman b. Süred'e gelince, Allah bize de ona da rahmet etsin. Ama o, ancak za­limlerden bir zalimdir. Akıl dağarcığı küçüktür, tecrübe sahibi değildir, idareden anlamaz, savaş bilgisi de yoktur. Sizi ortaya sürecek, ama hem kendini hem de sizi aynı zamanda Ölüme sürmüş olacaktır. Ama ben, ve limin bana gösterdiği bir misale ve açıklayıp izah ettiği bir işe göre çalı­şıyorum ki, bunun neticesinde dostunuz ve veliniz güçlenecek, düşma­nınız öldürülecek, kalbinizdeki intikam duygusu tatmini edilecektir. Sözlerimi dinleyin ve bana itaat edin, sonra da müjdelenin, sevinin. Umduğunuz ve arzuladığınız herşeyin gerçekleşeceğine kefilim."

Bu konuşmasından sonra çok sayıda Şii topluluğu, onun etrafında toplandı, ama büyük ekseriyet, Süleyman b. Süred'le beraber olmaya devam etti.

Şii topluluğu, Süleyman b. Süred'le birlikte Nahile'ye doğru yola çıktığında Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas, Şebes b. Rib'i ve diğerleri, Küfe valisi Abdullah b. Ziyad'a dediler ki: "Muhtar b. Ebi Ubeyd, size karşı Süleyman b. Süred'den daha zorlu bir düşmandır." Bunun üzerine Ab­dullah b. Ziyad da Muhtar'a karşı muhafızlarını gönderdi. Evini çembe­re alan muhafızlar, onu yakalayıp zincire vurarak zindana götürdüler. Zincire vurulmaksızm zindana götürülmüş olduğunu ifade eden zayıf bir kavil de vardır. Bir süre zindanda kaldı ve orada hastalandı.

Ebu Mihnef, Yahya b. Ebi İsa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hamid b. Müslim el-Ezdî ile birlikte Muhtar b. Ebi Ubeyd'in ziyaretine gittik. Onunla konuştuk, şöyle diyordu:

"Denizlerin, hurmalıkların, ağaçların, uçsuz bucaksız çöllerin, ku­rak arazilerin, temiz ve salih meleklerin, namaz kılan seçkinlerin Rab-bine yemin ederim ki, bütün zorbaları mutlaka öldüreceğim. Delici bir mızrakla, kesici kılıçla ve kötülere meyletmeyen, onlarla beraber olma­yan yardımcılar topluluğuyla onların hakkından geleceğim. Dinin dire­ğini sağlamca dikip Müslümanların gediğini kapayıp, kırıklarını ona­rıp, mü'minlerin kalplerinin susuzluklarım giderip, peygamberlerin evladım öldürenlerden intikam alıncaya kadar bu böyle devam edecek­tir. O takdirde dünya yıkılsa da umursamam ve kim ölürse, onun mate­mi için toplantı bile yapmam."

Zindanda her ziyaretine gidişimizde bu sözleri tekrarlardı. Nihayet gün geldi, zindandan çıktı.» [3]

 

Abdullah B. Zübeyr Zamanında Ka'be'nin Yıkılması Ve Yeniden İnşası

 

îbn Cerir dedi ki: Hicretin altmış dördüncü senesinde İbn Zübeyr, Ka'be'yi yıktı. Çünkü mancınıklarla atılan taşlar yüzünden Ka'be'nin duvarları yıkılmaya yüz tutmuştu. İbn Zübeyr, duvarları İbrahim pey­gamberin attığı temele kadar yıktı. İnsanlar, Ka'be'yi o temelin etrafın­da dolaşarak tavaf ediyorlardı. Hacer-i Esved, ipek bir şala sarılarak bir tabuta konuldu ve Ka'be'deki esanslar, kumaşlar ve ziynet eşyalarıyla birlikte mahzene saklandı. Nihayet İbn Zübeyr, Rasûlullah (s.a.v.)'m yıkıp yeniden yapmak istediği şekliyle Ka'be'yi yeniden inşa etti. Pey­gamber Efendimiz'in Ka'be'yi yıkıp yeniden inşa etmek istediği, Buharı ve Müslim'in sahihleri ile müsned ve sünenler de, mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den rivayet edilmektedir. Hz. Aişe'den rivayet olunduğuna gö­re Rasûlullah (s.a.v.), kendisine şöyle demiştir:

"Eğer senin kavmin küfürden yeni kopup ayrılmış olmasalardı, ben Ka'be'yi yıkar ve Hatim'i Ka'be'ye dahil ederdim. Ama senin kavmin masrafları karşılayacak durumda değildir. Şayet Ka'be'yi yıkıp yeni­den inşa etseydim ona bir doğu, bir de batı kapısı açardım, insanlar bi­rinden girer, diğerinden çıkarlardı. Kapısını da yere bitişik yapardım. Senin kavmin, dilediklerini içine koymak, dilediklerini içine girmekten menetmek amacıyla Ka'be'nin kapısını yüksekte yapmıştır."

Abdullah b. Zübeyr, teyzesi ve mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin Rasûlullah'tan rivayet ettiği şekilde ve Rasûlullah'm dileğine uygun olarak Ka'be'yi yeniden inşa etti. Allah ona hayır mükâfat versin, ama hicretin yetmişüçüncü senesinde Haccac b. Yusuf, ona galip olunca Ka'be'nin kuzey duvarını yıktı, hacer-i esvedi önceki gibi çıkardı. Ka'be'nin yıktığı duvarlarının taşlarını, Ka'be'nin içine koyup tabana dizdi, kapıyı yükseltti, ama batı kapısını örttü. Ka'be, o hali ile günümü­ze kadar devam etmiştir. Haccac b. Yusuf, bu yıkıp yeniden inşa işini Abdülmelik b. Mervan'm emri üzerine yapmıştı, ama o, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Aişe tarafından rivayet edilen hadisinden haberdar olmamış­tı. Bu hadisi duyduğu zaman: "Keşke Ka'be'yi eski halinde bıraksay­dık." demişti. İbn Mansur el-Mehdî, Ka'be'yi yıkıp İbn Zübeyr'in inşa et­tiği şekliyle yeniden inşa etmeye niyetlendi. Bu hususta îmam Malik b. Enes'e fikir sordu. İmam Malik: "Korkarım ki hükümdarlar, bundan sonra Ka'be'yi oyuncak haline getirir ve onu kendi heveslerine ve fikirle­rine göre yıkıp yeniden inşa ederler. Kimi İbn Zübeyr'in görüşüne, kimi Abdülmelik b. Mervan'm görüşüne göre, kimi başka bir görüşe göre ha­reket eder." dedi. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah doğruyu daha iyi bilir.

İbn Cerir dedi ki: Hicretin altmışdördüncü senesinde Abdullah b. Zübeyr insanlara hac ettirdi. Onun Medine valisi, kardeşi Ubeydullah'-tı. Küfe valisi ise Abdullah b. Yezid el-Hutemî idi. Küfe kadısı, Said b. Merzüban'dı. Daha önce Küfe kadısı olan Şureyh, fitne zamanında hü­küm vermekten imtina etmişti. Basra valisi ise Ömer b. Mamer et-Teymî idi. Basra kadısı da Hişam b. Hubeyre idi. Horasan valisi Abdul­lah b. Hazm idi.

Bu senenin sonlarında -Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi-Mercürahit savaşı vuku buldu.

Mervan b. Hakem, otoritesini yerleştirdi. Dahhakb. Kays'ı mağlup edip Mercürahit savaşında öldürdükten sonra otoritesi o mıntıkaya talîiaraen yerleşti. Bir rivayette anlatıldığına göre Mervan, Misır'a gire­rek orayı İbn Zübeyr tarafından atanan vali Abdurrahman b. Cahder'in elinden almıştı. Mervan, Şam, Mısır ve bağlı mıntıkalara tamamen ha­kim oldu. Doğrusunu Allah bilir.

Vakidî dedi ki: Abdullah b. Zübeyr, Ka'be'yi yıkmak istediği zaman insanlara danıştı. Cabir b. Abdullah üe Ubeyd b. Umeyr, ona bu hususta olumlu fikirler beyan ettiler. İbn Abbas ise şöyle dedi: "Korkarım kâ, sen­den sonra gelecekler de Ka'be'yi yıkarlar ve Ka'be'yi yıkma işi âdeta bir alışkanlık haline gelir. Böylece insanlar onun saygınlığım hafife alırlar. Bence sen, Ka'be'nin yıkılan kısımlarını onarsan daha iyi olur."

İbn Zübeyr, daha sonra bu hususta üç gün peşpeşe istihare yaptı. Dördüncü gün Ka'be'nin duvarını temele kadar yıkma işine başladı. Te­mele ulaştıklarında el parmakları gibi birbirine geçirilmiş taşlardan oluşan bir temelle karşılaştı. İbn Zübeyr, elli kişiyi çağırdı, orayı kaz­malarım emretti. Kazmalarını o taşlara vurduklarında Mekke sarsıldı. Bu yüzden temeli'olduğu gibi bıraktı, duvarı o temelin üzerine örmeye başladı. Yere bitişik iki kapı yaptı, birinden girilecek, diğerinden çıkıla­caktı. Hacer-i Esvedi de kendi eliyle yerine koydu, onu bir çerçeve ile sı­kıştırdı. Çünkü taş çatlamıştı. Ka'be'yi on zira genişletti. Duvarını miskle sıvadı ve ipekle örttü, sonra Aişe mescidlerini onardı. Ka'be'yi ta­vaf etti, namaz kıldı ve sa'y yaptı. Ka'be'nin çevresindeki çöplükleri kal-dırttı. Oralardaki kanları temizletti. Ka'be'nin içi mancınık taşlarıyla dolmuştu. Hacer-i Esved kararmış ve Ka'be çevresinde yakılan ateşler­den ötürü çatlamıştı. îbn Zübeyr'in Ka'be'yi yeniden inşa etmesi, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Hz. Aişe tarafından rivayet edilen ve daha önce naklettiğimiz hadise dayanıyordu. Doğrusunu Allah bilir. [4]

 

Hicretin Altmışbeşînci Senesi

 

Bu senede Süleyman b. Süred, 17.000 kadar adamıyla toplandı. Bunların hepsi de katillerinden Hz. Hüseyin'in öcünü, almak istiyorlar­dı.

Vakidî dedi ki: İnsanlar, Nahile'ye gittiklerinde sayılan azdı. Sayı-larının azlığını görünce Süleyman bu durumdan hoşlanmadı. Hakim b. Munkiz'i Kûfe'ye gönderdi. Hakim, Kûfe'ye vannca yüksek sesle şöyle çağırdı: "Ey Hüseyin'in intikamı!" Bu çağrısını yüksek sesle yapmaya başladı. Nihayet Ulu camiye ulaştı. İnsanlar, onun çağrısını duyunca Nahile'ye doğru yola çıktılar. Küfe eşrafı da yola çıktı. Sayılan 20.000'e yakındı, belki de daha fazlaydı. Süleyman b. Süred'in kütüğünde bu sa­yı kayıtlıydı. Süleyman, onlarla birlikte yola çıkmaya karar verdiği za­man durumu tam açıklığıyla onlara izah etmedi. Sadece 4000 kişi bu du­rumdan haberdar idi. Müseyyeb b. Neciye, Süleyman'a dedi ki: "İste­meksizin gelenlerin sana bir yaran olmaz. Niyetli olarak bu işe gelen­lerden başkası seninle birlikte düşmana karşı savaşmaz. Ancak kendini Aziz ve Celil olan Allah'a feda eden kimse bu uğurda savaşır. Herhangi bir kimseyi bekleme, düşmanınla cihad etmek için yoluna devam et, düşmanına karşı Allah'tan yardım dile."

Süleyman da kalkıp arkadaşlarına şöyle hitap etti: "Ey insanlar! Sırf Allah nzası ve ahiret mükafatı için çıkıp gelmiş olanlar var ya, on­lar bizimle beraberdir. Biz de onlarla beraberiz, ama dünyalık elde et­mek amacıyla bizimle birlikte buraya gelenlere gelince, onlar bizden de­ğildirler. Bizimle arkadaşlık etmesinler."

Geride kalanlar ve yanından aynlmayanlar Süleyman'a: "Biz dün­yalık elde etmek amacıyla buraya gelmedik. Dünya menfaati için savaş­mak talebinde değiliz." dediler.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Süleyman'a şöyle denilmiş­tir: "Ömer b. Sa'd ile diğerleri gibi bazı katiller Kûfe'de yanımızda iken biz kalkıp Hüseyin'in diğer katillerini vurmak için Şam'a mı gideceğiz?"

Süleyman da onlara şu cevabı verdi: "Hüseyin'e karşı asker hazırla­yıp onun başına belalar getiren kişi îbn Ziyad'dır. Onun hakkından gel­dikten sonra Hüseyin'in Kûfe'deki düşmanlannm üzerine yürüyeceğiz-Şayet önce Kûfe'dekilerle savaşacak olursanız bilin ki, onlar hemşehri­lerimi zdirler. O zaman sizden herbiriniz ya babasını, ya kardeşini veya kayınbiraderini öldürecektir. O zaman birbirinizden koparsınız. Önce îbn Ziyad denen fasıkm işini bitirirseniz, amacınıza ulaşmış olursu-nuz.

Adamlan, Süleyman b. Süred'e: "Doğru söyledin" dediler. O da: "Haydi yüce Allah'ın adıyla yolunuza devam edin." dedi.

Onlar da rebiyülevvel ayının beşinde, cuma günü akşamdan yola çıktılar.

Süleyman b. Süred, onlara irad ettiği nutkunda şöyle demişti:

"Dünyanın altın ve zebercedlerini elde etmek için bizimle yola çık­mış olanınız varsa bilsin ki, bizim yanımızda aramakta olduğunuz bu gibi şeyler yok. Bizim sadece omuzlanınız üzerinde kılıçlanınız, elleri­mizde mızraklanmız ve düşmanımıza ulaşıncaya kadar bize yetecek azığımız var. Başka da bir şeyimiz yok."

Dinleyicileri, onun sözünü dinleyeceklerine ve bu durumda ona ita­at edeceklerine söz verdiler. O da: "Önce fasık îbn Ziyad'm üzerine gide­ceğiz. Ona karşı kılıç çekmekten başka yapacak birşey yok. İşte o Irak'a gitmek üzere Şam'dan yola çıkmıştır." dedi. Adamlan da onun bu görü­şüne samimiyetle bağlı olacaklanm söylediler. Yola çıkacaklan sırada Abdullah b. Yezid ve İbrahim b. Muhammed -M bunlar, Abdullah b. Zü-beyr tarafından Kûfe'ye emir olarak atanmış iki kişi idiler- Süleyman b. Süred'e haber göndererek: "Hep birlikte güç birliği yaparak îbn Ziyad'm üzerine gitmek istiyoruz." dediler. Kendileri ile birlikte bir takviye birli­ği göndermek istediklerini, kendileri gelinceye kadar Süleyman'ın bek­lemesini bildirdiler. Süleyman b. Süred'de komutanlarıyla birlikte on-lann gelişini beklemeye başladı. Meclis kurdu, askerleri çevresinde çember oluşturdular. Abdullah b. Yezid ile İbrahim b. Talha da Hz. Hü­seyin'in katilleri dışındaki Küfe eşrafı ile oraya geldiler. Hz. Hüseyin'in katillerini aralanna almamışlardı ki, Süleyman b. Süred ile adamlan onlara saldırmasınlar.

O günlerde Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas, hep hükümet konağında Ab­dullah b Yezid'in yanında duruyordu. Başına birşeyler gelmesinden korkuyordu. Abdullah b. Yezid ile İbrahim b. Talha, Süleyman b. Sü-red'le bir araya geldiklerinde ona, îbn Ziyad'la savaşmak için güç birliği yapmadan harekete geçmemesini tavsiye ettiler. Şamlıların büyük bir ordu oluşturduğunu, sayılarının çok olduğunu ve İbn Ziyad'ı savunduk­larını söylediler. Ne var ki Süleyman, onlann bu tavsiyelerini kabule yanaşmadı ve: "Biz, dönüşü olmayan bir yola çıktık, bu işimizi geciktir­meyeceğiz." dedi. Abdullah b. Yezid ile İbrahim b. Talha, oradan ayrılıp Kûfe'ye döndüler. Süleyman b. Süred ile adamlan, Basra ve Medaınlüe-rin kendilerine yaptıklan vaatleri yerine getirmelerim beklediler. An­cak bunlardan hiç kimse yanma gelmeyince Süleyman kalkıp arkadaş­larına bir nutuk irad etti ve onları hedeflerine doğru yol almaya teşvik edip şöyle dedi:

"Eğer kardeşleriniz sizin yola çıktığınızı duyarlarsa, hemen peşini­ze takılıp gelirler ve size ulaşırlar,"

Bu konuşmayı yaptıktan sonra Süleyman ve arkadaşları, hicri alt-mışbeşinci senenin rebiyülevvel ayının beşinde "cuma günü" Nahi-le'den yola çıktılar. Birkaç konaklık yol aldılar. Şam'a doğru giderken her bir konak ilerledikçe beraberindeki adamlardan bir grup kendisin­den ayrılıp geri dönüyordu. Bunlar, Hz. Hüseyin'in mezarına vardıkla­rında hep bir ağızdan çığlık attılar, ağlaşmaya başladılar. Bir gece ora­da kaldılar. Kabri başında namaz kılıp dua ettiler. Ertesi gün akşama dek mezarı başında ona rahmet dileyip istiğfarda bulundular. Ondan memnun olduklarını söylediler. Eğer kendisi ile beraber bulunsalardı, şehid olmak istediklerini ifade ettiler.

Ben derim ki: Eğer Süleyman b. Süred ile adamlarının bu azimleri ve bu ülkü uğruna bir araya gelmeleri, Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye gelme­sinden ve şehid edilmesinden önce olmuş olsaydı, elbette ki Süleyman ve adamlarının dört sene sonra ona yardım etmek için bir araya gelme­lerinden daha faydalı ve daha tesirli olurdu. Böylece ona daha çok yar­dım etmiş olurlardı. Mezarından ayrılacakları ve Şam'a dönecekleri za­man askerlerden her biri ayrı ayrı gelip mezar başında duruyor, Hz. Hü­seyin'e rahmet ve mağfiret diliyordu. Öyle ki hacer-i esved yanındaki iz­dihamdan daha büyük bir izdiham meydana geldi. Sonra Şam'a doğru harekete geçtiler. Karkisya'yı geçtiklerinde Züfer b. Haris kendini onla­ra karşı korumak için kalesine sığındı. Süleyman b. Süred, ona şu habe­ri saldı:

"Biz, sizinle savaşmaya gelmedik. Pazarını kurdur, alışveriş yapa­lım. Biz, sizin yanınızda bir veya birkaç gün kalacağız."

Bunun üzerine Züfer b. Haris, adamlarına pazarı kurmalarını em­retti. Elçi Müseyyeb b. Neciyye'ye de bir at ve 1000 dirhem verilmesini emretti. Müseyyeb ise, atı kabul edeceğini, ama paraları kabul etmeye­ceğini söyledi. Züfer b. Haris de Süleyman b. Süred ile beraberlerindeki komutanlardan her birine yirmişer deve, yem ve bol miktarda erzak gönderdi, Sonra kendisi de çıkıp onlan uğurladı. Süleyman b. Süred'le birlikte bir süre yürüdü ve ona şöyle dedi: "Duyduğuma göre Şamlılar, Husayn b. Nümeyr, Şurahbü b. Zilkila, Edhem b. Muharriş el-Bahilî, Rebia b. Muharik el-Gazevî ve Cebele b. Abdillah el-Has'emî komuta­sında çok sayıda asker toplayıp büyük bir ordu teşkil etmişlerdir."

Süleyman b. Süred de: "Allah'a tevekkül edip dayandık, inananlar Allah'a tevekkül edip dayansınlar." dedi. Sonra Züfer onlara, kendi şeh­rine girmelerini veya kapı yanında durmalarım teklif etti. Şayet onlara karşı herhangi bir kimse gelirse, onlarla beraber olacağını söyledi. An­cak Süleyman ve arkadaşları, bu teklifi kabul etmeyip: "Kendi şehrimizin adamları da bize bu teklifte bulundular ama biz kabul etmedik." de­biler. Bunun üzerine Züfer, şöyle dedi: "Eğer bunu kabul etmiyorsanız bari Aynülverde'ye gidin. Orada su, şehir ve pazarlar vardır. Atların ko-yerleri de arkamzdadır. Bizimle sizin aranızda güven olur." Böyle de­dikten sonra savaş esnasında dayanacakları esasları onlara anlattı. Çölde savaşmamalarını, zira Şamlıların sayıca kendilerinden daha üs­tün olduklarım ve kendilerini çembere alacaklarını söyledi. Ayrıca; "Si­zinle beraber fazla sayıda adam görmüyorum, piyadeniz de azdır. Şam­lıların ise hem piyadeleri, hem süvarileri çok sayıda vardır. Çok sayıda süvari birlikleri de vardır. Onlara karşı tedbirli olun." dedi. Süleyman b. Süred ile adamları, Züfer'in bu tavsiyeleri üzerine ona minnetlerini bil­dirdiler. Onu çok övdüler. Sonra Züfer, yanlarından ayrılıp gitti. Süley­man b. Süred de harekete geçti. Yürüyüşünü hızlandırdı ve gidip Aynül-. verde'nin batısına konakladı. Düşmanların oraya varmalarından önce kendisi oraya yerleşti. Süleyman ve arkadaşları, orada ordugah kurup İstirahata çekildiler. [5]

 

Aynülverde Savaşı

 

Şamlılar yaklaşınca Süleyman kalkıp arkadaşlarına bir konuşma yaptı. Onları ahirete yönlendirip dünyadan el etek çekmeye rağbet et­tirdi. Cihada teşvik edip şöyle dedi: "Eğer ben öldürülürsem komutanı­nız Müseyyeb b. Neciyye olacaktır. O da öldürülürse komutanınız Ab­dullah b. Sa'd b. Nufeyl olacaktır. O da öldürülürse komutanınız Abdul­lah b. Vâl olacaktır. O da öldürülürse komutanınız Rüfaa b. Şeddad ola­caktır." Böyle dedikten sonra Müseyyeb b. Neciyye'yi 500 süvari ile bir­likte önden gönderdi. Bunlar, îbn Zilkila komutasındaki Şamlı askerle­re hücum ettiler, bir kısmını öldürdüler, diğerlerini yaraladılar. Hay­vanlarını önlerine katıp Süleyman'ın yanma döndüler. Bu haberleri alan Ubeydullah b. Ziyad, öncü birliklerin başında Husayn b. Nümeyr'i 12.000 askerle gönderdi, Süleyman b. Süred ile askerleri cemaziyelev-vel ayının bitimine sekiz gün kala çarşamba sabahında Şamlı askerlerle karşı karşıya geldiler. Şamlı askerlerin başında Husayn b. Nümeyr var­dı, îki taraf birbirlerine saldırmaya hazır halde idiler. Şamlılar, Süley­man'ın askerlerini Mervanb. Hakem'e itaata davet ettiler. Süleyman'ın askerleri de Şamlıları, kendilerine Ubeydullah b. Ziyad'ı teslim etmele­rini ve Hz. Hüseyin'in kanma karşılık olarak onu öldüreceklerini söyle­diler. Ancak her iki taraf ta diğerinin davetine icabet etmedi. Bunun üzerine birbirlerine girdiler. O gün akşama dek şiddetlice savaştılar. O günde savaş, Iraklıların lehine cereyan etmiş, Şamlılar hezimete yuz tutmuşlardı. Sabah olunca îbn Zilkila 8000 süvari takviyesine kavuştu. İbn Ziyad, onu azarlamış ve ağır sözler sarfetmişti- Ikı tarafta o gun akşama dek şiddetlice savaştılar. Ne genç, ne ihtiyar, hiç kimse öyle bir sa­vaş görmüş değildi. Sadece namaz vakitlerinde savaşmaya ara yeriyor­lardı. Gece karanlığı bastınncaya dek çarpışma devam ettiler. Üçüncü günün sabahına vardıklarında Şamlılara Edhem b. Muharriş komuta­sında 10.000 kişilik bir takviye kuvveti daha geldi, günlerden cuma idi. îki tarafta kuşluk vaktine kadar şiddetlice savaştılar. Sonra Şamlılar Iraklıları çembere aldılar. Dört bir yandan etraflarını sardılar. Süley­man b. Süred, kendi adamlarına bir nutuk irad edip onları cihada teşvik etti. İki tarafta gerçekten büyük bir savaş verdi. Sonra Süleyman b. Sü­red, bineğinden indi. Kılıcının kınını kırıp şöyle seslendi:

- Ey Allah'ın kulları! Cennet'e gitmek, günahından tevbe etmek ve ahdine vefa göstermek isteyen varsa yanıma gelsin.

Onunla birlikte birçok asker de bineklerinden inip yanına geldiler. Kılıçlarının kınlarım kırdılar, hamle yaptılar. Şamlıların arasına dal­dılar. Askeri birliğin ortasına kadar ilerlediler. Şamlılardan çok sayıda adam öldürdüler, öyleki kana battılar. Iraklıların komutanı Süleyman b. Süred de öldürüldü. Şamlılardan Yezid b. Husayn adında biri, ona bir mızrak fırlatmış, isabet alınca Süleyman yere düşmüş, sonra yine ayağa kalkmış, yine düşmüş, yine ayağa kalkmış, yine düşmüştü. Düşerken de: "Ka'be'nin Rabbma yemin ederim ki ben kurtuldum." demişti. Sonra Müseyyeb b. Neciyye bayrağı eline alıp bayrak elde, şiddetlice savaş­mıştı, savaşırken de şöyle diyordu:

"Perçemleri meyilli, göğüsleri ve gerdanları açıkta olanlar Dildiler ki,

Ben, korku ve yenişmenin sabahında, atak aslandan daha cesaretli­yim.

Boynuzları kırarım, etrafıma korku salarım."

Böyle dedikten sonra şiddetlice savaştı ve ruhunu teslim etti. Allah hepsine rahmet etsin. Ondan sonra bayrağı Abdullah b. Sa'd b. Nüfeyl aldı. O da şiddetlice savaştı. O gün Rebia b. Muharik, Iraklılara misli gö­rülmemiş bir hamle yaptı. Abdullah b. Sa'd b. Nüfeyl ile göğüs göğüse çarpıştı. İkisi sonra birleştiler. Rebia'nm kardeşi oğlu Abdullah b. Sa'd'a saldırdı. Sonra amcasına hamle yaptı. Bundan sonra bayrağı Abdullah b. Vâl aldı. Askerleri cihada teşvik edip; "Haydi Cennet'e gidelim." dedi. Vakit ikindiyi geçmişti. Abdullah b. Vâl, Şamlılara hamle yaptı. Etra­fındaki düşman askerlerini darmadağın etti. Sonra kendisi de şehid edildi. Fetva veren fıkıhçılardandı. Onu Edhem b. Muharriş el-Babilî adındaki Şamlı askerlerin başında bulunan savaş komutam öldürmüş­tü. O esnada bayrağı Rüfaa b. Şeddad aldı. Iraklı askerleri geriye çekti, karanlık bastırmıştı. Şamlılar da cepheden ayrılmış, eşyalarının yanına dönmüşlerdi. Rüfaa, geride kalan Iraklı askerleri toparlayarak memleketine döndü. Sabah olunca Şamlılar, Iraklıların memleketleri­ne geri döndüklerini gördüler. Onları kovalamak için herhangi bir aske­ri birliği yola çıkarmadılar. Çünkü çok sayıda askerleri Öldürülmüş, ço­ğu da yaralanmıştı. Heyt mıntıkasına vardıklarında Sa'd b. Hüzeyfe b. el-Yeman, yanında Medainli askerlerle birlikte çıkageldi. Süleyman b. Süred'e ve adamlarına yardıma geliyorlardı. Süleyman ve adamlarının basma gelen felaketi duyduklarında ölenler için rahmet okudular ve mağfiret dileyip kardeşleri için ağladılar. Sonra Medainliler memleket­lerine döndüler. Kûfeliler de Kûfe'ye gittiler. Çok sayıda adam öldürül­müştü. Muhtar b. Ebu Ubeyd de zindanda olduğu için dışarı çıkamamış ve öldürülen askerler için Rüfaa b. Şeddad'a bir taziye mektubu gönder­miş, Ölenler için rahmet okumuş ve erdikleri şehidlik mertebesi ile bol sevaptan ötürü onlara imrendiğini ifade edip şöyle demişti:

"Allah tarafından mükafatları büyük olarak verilen ve Allah'ın kendilerinden hoşnud olduğu kimselere merhaba diyorum. Onlara at­tıkları her adım karşılığında Allah tarafından kendilerine dünyadan ve dünyadaki mevcudattan daha büyük sevap verilmiştir. Süleyman, şüp­hesiz ki görevini yerine getirmiştir. Allah onun ruhunu kabzetmiş olup peygamberlerin, şehidlerin ve salihlerin ruhları arasına katmıştır. Bundan sonra ben güvenilen emirim. Zorbaları ve bozguncuları inşaal-lah öldüreceğim, hazırlığınızı yapın. Adam ve silah toplayın, size müjde­ler olsun. Sizi Allah'ın kitabına ve Rasûlünün sünnetine davet ediyo­rum. Ehl-i beytin Öcünü almanızı istiyorum..."

Süleyman b. Süred'in mağlup askerleri Kûfe'ye gelmeden Önce Muhtar b. Ebi Ubeyd, onların hezimete uğramış olduklarım Kûfelilere haber vermişti. O, bu haberleri şeytan vasıtasıyla öğrenmişti. Bir şey­tan, onun yanma gelir ve ileride olacak şeyleri kendisine fısıldardı.

Süleyman b. Süred'in askerlerine "tevvabin (tevbe edenler) ordusu" deniliyordu. Allah, onlara rahmet etsin. Süleyman b. Süred el-Hazrecî, asil ve kadri yüce, aynı zamanda da çokça ibadet eden zahid bir sahabe idi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den Buharı ile Müslim'in sahihlerin­de ve diğer hadis kitaplarında yer alan hadisler rivayet etmiştir. Sıffin savaşma, Hz. Ali'nin yanında yer alarak katılmıştır. Hz. Hüseyin'e

seyin'i bırakmışlar, ona yardım etmemişlerdi. O da bundan sonra Ker-bela'da şehid edilmişti. Süleyman, kendilerinin Hz. Hüseyin inılraK a gelmesine sebep oldukları görüşündeydi. Onu yardımsız bıraktıKiarmı, bu yüzden onun ve aile efradının öldürüldüklerini düşünüyordu, öunun için pişman olmuştu, yaptıklarına nedamet getiriyordu, işte bu gaye ile asker toplamış ve bu askerlerin komutam olarak kendisine tevbe edenlerin komutam anlamına gelen "tevvabin emiri" denilmişti. Süleyman b. Süred, bu savaşta Aynülverde'de hicretin altmışbeşinci senesinde şe­hid edildi. Hicretin altmışyedinci senesinde şehid edildiğine dair zayıf bir rivayet varsa da birinci rivayet daha sahihtir. Şehid edildiği zaman doksanüç yaşındaydı. Allah, ona rahmet etsin.

Bu savaştan sonra onun ve Müseyyeb b. Neciyye'nin başları koparı­larak Mervan b. Hakem'e götürüldü. Şamlıların komutanları, Mer-van'a mektub yazarak Cenâb-ı Allah'ın kendilerine fethi nasip ettiğini ve düşmanlarına karşı kendilerini muzaffer kıldığını bildirdiler. Mer­van da kalkıp insanlara hutbe irad etti ve ordunun muzafferiyetini, Iraklıların öldürüldüklerini haber verip şöyle dedi: "Allah, sapıkların reisi Süleyman b. Süred'i ve adamlarım helak etti." Böyle dedikten son­ra getirilen kesik başları Şam'da belirli bir yere dikti. Mervan b. Hakem, kendisinden sonra oğulları Abdülmelik'in, sonra Abdülaziz'in veliaht olmalarına dair karar verdi ve bu senede bu hususta komutanlardan, emirlerden bey'at aldı. İbn Cerir ile diğerleri böyle demişlerdir.

Yine bu senede Mervan b. Hakem ile Amr b. Said el-Eşdak, Mısır di­yarına girdiler. Orayı, Abdullah b. Zübeyr tarafindan vali olarak atanan Abdurrahman b. Cahdem'in elinden aldılar. Mısır'ın bu fethi şöyle ol­muştur: Mervan, Mısır'a gitmiş, karşısına vali Abdurrahman b. Cah-dem çıkmış, Mervan onunla savaşmakla meşgul iken Amr b. Said, arka­dan bir grup askerle gidip şehre girmiş ve orayı ele geçirmişti. Vali Ab­durrahman da bunun üzerine Mısır'dan kaçıp gitmiş, Mervan da Mısır'a girmiş ve Mısır'a hakim olmuştu. Oğlu Abdülaziz'i oraya vali tayin et­mişti.

Bu senede Abdullah b. Zübeyr, kardeşi Mus'ab'ı, Şam'ı fethetmekle görevlendirmiş ve harekete geçirmişti. Mervan da Şam'a, Amr b. Said'i göndermiş, ikisi Filistin'de karşılaşınca Mus'ab b. Zübeyr ondan korkup kaçmış, geri dönüp gitmiş ve hiçbir şey elde edememişti. Böylece hem Şam'ın, hem de Mısır'ın hakimiyeti Mervan'm eline geçmişti.

Vakidî dedi ki: Mervan, Mısır'ı muhasara etti, Abdurrahman b. Cahdem de şehrin etrafına hendek kazdırdı. Mısırlılarla birlikte Mer-van'a karşı savaşmak için dışarı çıktı. Sırayla savaşıp istirahata çekili­yorlardı. O güne teravih yani istirahat günü denildi. Şehrin Önde gelen şahsiyetlerinden çoğu öldürüldü. O günde Abdullah b. Yezid b. Madi Ke­rih el-Kilâî adında eşraftan biri öldürüldü. Sonra Abdurrahman, malım ve aile efradını alıp Mekke'ye gitmek şartıyla Mervan'la barış yaptı. Mervan, onun bu isteğini kabul etti ve Mısırlılara bir emanname yazdı, insanlar dağıldılar. Cephedeki askerler birbirlerinden uzaklaştılar. Ar­tık herkes ölülerini defnetmeye ve ölüleri üzerine ağlamaya başladı. Mervan, bu savaştan sonra kendisine bey'ata yanaşmayan seksen kişi­nin de başını vurdu. Ayrıca Hz. Osman'ın katillerinden Ukaydır b.Hamle el-Lahmî'nin de boynunu vurdu. Bu hadise, cemaziyelahir ayı­nın ortalarında vuku buldu. O zaman Abdullah b. Amr b. Âs ta öldü. Onun cezanesini çıkaramadılar, evine defnettiler. Mervan, Mısır'ı istila etti. Orada bir ay kaldı, sonra oraya oğlu Abdülaziz'i vali olarak bıraktı. Yanına kardeşi Bişr b. Mervan ile Musa b. Nusayr'ı da vezir olarak tayin etti. Abdülaziz'e, büyüklere ihsanda bulunmasını, iyilik yapmasını tav­siye etti, sonra Şam'a döndü.

Bu senede Mervan, iki ordu teşkil etti. Ordulardan birini Hubeyş b. Dülce el-Ubeydî komutasında harekete geçirdi. Bu ordu, Medine'yi Mervan adına teslim almakla görevlendirildi ve önceki kısımlarda an­lattığımız durumlarla karşılaştı. Ordulardan ikincisi ise Ubeydullah b. Ziyad komutasına verildi. Irak'a gönderildi ki, orayı Ibn Zübeyr'in vali­sinin elinden alsın. Bunlar yolda giderlerken Süleyman b. Süred komu

asındaki tevvabin ordusuyla karşılaştılar ve önceki sayfalarda an­lattığımız durumlar meydana geldi. Şamlıların ordusu Irak'a gitti. Ce-zire'ye vardıklarında Mervan b. Hakem'in ölüm haberini aldılar.

Mervan b. Hakem, hicretin altmışbeşinci senesinin ramazan ayın­da vefat etti. Ölüm sebebi şu idi: O, Yezid b. Muaviye'nin karısı Ümmü Haşim binti Haşim b. Utbe b. Rabia ile evlenmişti. Mervan, bu kadınla Yezid'in oğlu Halid'i, insanların gözünde küçük düşürmek için evlen­mek istemişti. Çünkü birçok insan, Halid'i, kardeşi Muaviye'den sonra hükümdar yapmayı arzuluyordu. Mervan da onu küçük düşürmek amacıyla annesiyle evlendi. Evlendikten sonra bir gün Halid, Mer-van'm yanma gitti. Mervan, meclisinde oturan adamlara Halid hakkın­da konuşuyordu. Halid oturunca Mervan ona: "Ey arkası ıslak olan ka­dının oğlu!" diye hitap etti. Halid de annesi Ümmü. Haşim'e giderek Mervan'm kendisine söylediği sözü nakletti. Annesi Ümmü Haşim de : "Bu sözü kimseye söyleme ve bana söylediğini de kimseye söyleme." de­di. Mervan, Ümmü Haşim'in yanma geldiğinde ona: "Halid, senin ya-nmda benim hakkımda kötü sözler sarfetti mi?" diye sorunca Ummü Haşim şöyle cevap verdi: "Niye senin aleyhinde konuşsun ki? O seni se­viyor ve sayıyor." Sonra Mervan, Ümmü Haşim'in yanında uzanıp yattı. Uykuya daldığında Ümmü Haşim, bir yastık alıp Mervan'm yüzüne bastırdı. Kendisi de cariyeleri ile birlikte yastığın üzerine çöktü ve Mer­van, boğularak öldü. Bu hadise, hicretin altmışbeşinci senesinin rama­zan aymm üçünde Şam'da cereyan etti. Ölürken Mervan altmışüç ya­şındaydı. Seksenbir yaşında olduğuna dair zayıf bir kavil de ilen sürül­müştür. Dokuz ay hüküm sürmüştü. On aydan üç gün eksik süreyle hü­küm sürdüğüne dair zayıf bir rivayet de vardır. [6]

 

Mervan B. Hakem

 

Mervan'ın soy kütüğü şöyledir: Mervan b. Hakem b. Ebu'l-As b. Ümeyye b. Şems b. Abdumenaf el-Kureşi el-Ümevî Ebu Abdülmelik. Künyesinin Ebul Hakem veya Ebu'l-Kasım olduğu da söylenir. Çok kimselere göre o sahabedir. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'m sağlığında dünyaya gelmiştir. Kendisinden Hudeybiye sulhuna dair bir hadis riva­yet edilmiştir. Sahih-i Buharı de Mervan ve Misver b. Mahrem'e tariki ile sahabelerden bir gruptan nakledilen bir hadis vardır. Mervan, Hz. Ömer'den ve Hz. Osman'dan rivayetlerde bulunmuştur. Mervan, aynı zamanda Hz. Osman'ın katibi idi. Ayrıca Zeyd b. Sabit ve Büseyre binti Safvan el-Ezdiye'den de rivayetlerde bulunmuştur. Mervan, Büsey­re'nin kayınpederi idi. Hakim Ebu Ahmed'in ifadesine göre Büseyre, Mervan'ın teyzesidir. Büseyre'nin onun teyzesi olması ve Mervan'ın da onun kayın pederi olması arasında bir çelişki yoktur. Oğlu Abdülmelik, Sehl b. Sa'd, Said b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Ali b. Hüseyin Zeynela-bidin, Mücâhid ve diğerleri de Mervan'dan rivayetlerde bulunmuşlar­dır.

Vakidî ile Muhammed b. Sa'd'm ifadelerine göre Mervan, Hz. Pey-gamber'in sağlığına yetişmiş ama ondan birşey hıfzetmemişti, Peygam­ber (s.a.v.)'ın vefatı esnasında Mervan sekiz yaşındaydı. İbn Sa'd, o'nu tabiilerin ilk tabakası arasında saymıştır. Mervan, Kureyş'in önde ge­len şahsiyetlerinden ve faziletli insanlarmdandı. İbn Asakir ile diğerle­rinin rivayetlerine göre Hz. Ömer, Mervan'ın annesini vasıta ederek bir kadınla evlenme talebinde bulunmuş. Mervan'ın annesi de şöyle demiş­ti: Onu, Cerir b. Abdullah el-Becelî istemişti. O, meşrik gençlerinin lide­ridir. Mervan b. Hakem de istemişti. O, Kureyş gençlerinin efendisidir. Abdullah b. Ömer de istemişti. O da bildiğiniz bir şahsiyettir. Neticede Mervan'ın annesi gidip o kadınla görüşünce ve mü'minlerin emiri Hz. Ömer'in kendisi ile evlenmek istediğini ifade edince kadın: "Mü'minle-rin emiri bu talebinde ciddi midir?" diye sormuş; Hz. Ömer de: "Evet" di­ye cevap verince: "Ey mü'minlerin emiri, öyleyse biz seni o kadınla ev­lendirdik." diye cevap vermişti.

Hz. Osman, Mervan'a ikramda bulunur ve saygı gösterirdi. Hz. Os­man'ın yanında katiplik yapardı. Onun sır katibi idi. Fakat Hz. Os­man'ın kendi evinde kuşatma altında tutulmasının sebebi de oydu. Asi­ler, Hz. Osman'dan, Mervan'ı kendilerine teslim etmesini ısrarla iste­mişler, Hz. Osman da onların bu isteklerim şiddetle reddetmişti. Hz. Osman kuşatma altında tutulurken Mervan, asilere karşı şiddetlice sa­vaşmış ve bazı Haricileri öldürmüştü. Cemel savaşanda sol cenah komu­tanı idi. Anlatıldığına göre o, bir ok atarak Talha'nm dizine isabet ettir ve onu öldürmüştür. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu'1-Hakem, Şafii'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Cemel savaşında insanlar hezimete uğradıklarında Hz. Ali, Mer­van'ı çokça sormaya başladı. Niçin sorduğunu söyleyenlere de: "O benim çok yakınımdır. Bu, şefkati celbediyor. O, Kureyş gençlerinin efendisi­dir." demişti.»

İbn Mübarek, Kubeyse b. Cabir'in Muaviye'ye şöyle dediğini rivayet

etmiştir:

- "Senden sonra yönetimi kime bırakacaksın?

- Allah'ın kitabını okuyan, Allah'ın dinini anlayan, dinî bilgilere sahip olan, Allah'ın hadleri hususunda çok katı olan Mervan b. Hakem'e bırakacağım."

Muaviye, Mervan'ı birçok defa Medine'ye vali olarak tayin etmiş, sonra azletmiş, yeniden vali olarak tayin etmişti. Defalarca insanlara hac emirliği yapmış, hac ibadetini ifa ettirmişti.

Hanbel,İmam Ahmed'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Kadılık, Mervan'ın yanındadır." denilirdi. O, Hz. Ömer'in hükümlerini takip eder ve araştırırdı.

İbn Vehb dedi ki: Birgün Mervan'dan bahseden Malik'in şöyle dedi­ğini işittim: Mervan şöyle demişti: "Ben kırk seneden beri Allah'ın kita­bını okurum. Şimdi de bu kan akıtma işinin içine düştüm."

İsmail b. Ayyaş, Şüreyh b. Ubeyd ile diğerlerinin şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

"îslâmiyyet'ten bahsedildiği zaman Mervan şöyle derdi: "Kendi eli­min kazancı ile veya babadan kalma mirasımla değil, bilakis Rabbimin bahşettiği nimetle ben İslâm'a kavuştum. Ama ben hatalıyım."

Leys, Salim Ebu Nadr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mervan, bir cenaze merasimine katıldı. Cenaze namazını kıldık­tan sonra döndü, defin işine kadar beklemedi. Bunun üzerine Ebu Hü-reyre: "O bir kırat sevabı kazandı, ama bir kırat sevaptan da mahrum kaldı." dedi. Ebu Hüreyre'nin böyle dediğini kendisine haber verdikle­rinde Mervan, koşarak geri döndü, koşarken dizleri göründü. Gelip me­zar başında oturdu, nihayet gitmesi için kendisine izin verildi."

Medainî, Cafer b. Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüseyin'in öldürülmesinden sonra Medine'ye dönme masrafı olarak Hüseyin'in oğlu Al i'ye, Mervan 6000 dinar borç verdi. Vefat edeceği za­manda oğlu Abdülmelik'e, Hüseyin'in oğlu Ali'den bu parayı istememe­sini vasiyet etti. Abdülmelik, babası Mervan'ın bu vasiyetini Hüseyin m oğlu Ali'ye bildirdiğinde, Ali bunu kabul etmedi, ancak Abdülmelik ıs­rar edince kabul etti."                                                  .               .   .

Şafiî, Cafer'in babası Muhammed'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Hasan ile Hüseyin, Mervan'ın arkasında namaz kılarlar ve bu namazlarını iade etmezlerdi. Ona güvenirlerdi.

Abdürrezzak, Tank b. Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bayram günü hutbeyi namazdan Önceye alan ilk kişi Mervan oldu. Adamın birisi ona: "Sen böyle yapmakla sünnete muhalefet ettin." de­yince Mervan ona: "Burada olan kimse sünneti terketti." dedi. Ebu Said de şöyle dedi: "Bu adam böyle konuşmakla görevini yaptı. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim: Sizden bir kimse, bir münkeri görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer yapamazsa diliyle, diliyle de yapamazsa kalbiyle onu düzeltsin (Ona karşı protestoda bulunsun). Bu da imanın en zayıf derecesidir."

Anlatıldığına göre Mervan, Medine valisi iken çözümü zor bir prob­lemle karşılaştı. O da bunu çözmek için oradaki sahabeleri toplantıya çağırdı, onların fikirlerini sordu.

Derler ki: Medine'de çeşitli ölçülerde ve ağırlıklardaki ölçekleri top­layıp bunların en uygununu esas kabul eden kişi Mervan'dır. O'nun se­çip uygun gördüğü ölçeğe de Mervan ölçeği denilmiştir.

Zübeyr b. Bekkar, Ebu Said el-Hudrf nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Ebu Hüreyre, Mervan'ın yanından çıktı. Onun yanından çıkmakta olan başka bir grupla karşılaştı. Onlar, Ebu Hüreyre'ye dediler ki: "Ey Ebu Hüreyre, şu anda Mervan, 100 köleyi azad ettiğine bizleri şahit tut­tu." Ebu Hüreyre, o esnada elimi çimdikledi ve şöyle dedi: Ey Ebu Said! Temiz ve helal kazançtan olan bir köleyi azad etmek, 100 köleyi azad et­mekten daha hayırlıdır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrf den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Falan oğullarının sayısı otuz kişiye vardığında onlar, Allah'ın ma­lını kendi aralarında dolaştırmaya, Allah'ın dinine bey'atları dahil et­meye, Allah'ın kullarını da köle etmeye başlarlar."

Ebu Ya'lâ, Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Hakem oğullarının sayısı otuz kişiye vardığında onlar Allah'ın di­nine bid'atlan dahil eder, Allah'ın kullarını köle eder ve Allah'ın malını kendi aralarında dolaştırırlar."

Beyhakî, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Hakem oğullarının sayısı otuza vardığında Allah'ın malını kendi aralarında dolaştırırlar, Allah'ın kullarını köle edinirler ve Allah'ın ki­tabını da fesatla karıştırırlar. Sayıları 496'ya vardığında da onların he­lakleri bir hurmayı çiğnemekten daha çabuk olur." Yine Rasûlullah (s.a.v.), Abdülmelik b. Mervan'dan bahsederken onun, dört zorbanın ba­bası olduğunu söylemiştir.

Bütün bu rivayet yolları zayıftır.

Ebu Ya'lâ ile diğerlerinden rivayet olunduğuna göre Ebu Hüreyre şöyle demiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), rüyasında Hakem oğullarının kendisinin min­berine çıkıp indiklerini görünce öfkelenmiş gibi uyandı ve şöyle dedi: "Hakem oğullarının maymunlar gibi minberime sıçradıklarını gör­düm." Rasûlullah (s.a.v.)'m, bu hadiseden sonra ölümüne kadar artık katıla katıla güldüğünü görmedim."

Sevrî, buna benzer Said b. Müseyyeb'ten de mürsel bir rivayette bu­lunmuştur. Bu rivayette de şöyle denilmektedir: "Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber'e, bunu Hakem oğullarına "Emevilere" dünyalık olarak ver­di, diye vahyetmiş, böylece Rasûlullah rahatlamıştı." Bu, şu ayet-i keri­menin de manasının tahakkukudur: "Sana gösterdiğimiz rüya ile sade­ce insanları denedik." (d-Isrâ, eo.) Yani biz bu rüyayı sana göstermekle in­sanları deneyip imtihan etmek istedik.

Bu mürsel rivayetin senedi zayıftır. Bu manada birçok uydurma ha­diste nakledilmiştir. Biz, sahih olmadıklarından onları nakletmeye ge­rek görmedik.

Mervan'ın babası Hakem, Peygamber (s.a.v. )'ın en büyük düşman-larındandı. Ancak Mekke fethi gününde Müslüman oldu. Medine'ye geldi. Sonra Peygamber (s.a.v.), onu Taife sürgün etti. Orada vefat etti. Mervan, Hz. Osman'ın kuşatma altına alınmasının en büyük sebeple-rindendi. Çünkü o, Hz. Osman adına bir mektub uydurarak Mısır'a gön­dermiş ve Mısırlı asilerin öldürülmesini emretmişti. Muaviye tarafın­dan Medine'ye vali olarak atandığında her cuma günü minberde Hz. Ali'ye söverdi. Hz. Ali'nin oğlu Hasan, ona şöyle demişti: "Sen daha ba­banın sulbünde iken Rasûlullah (s.a.v.), baban Hakem'e lanet okumuş ve: "Allah Hakem'e ve onun doğacak çocuğuna lanet etsin." Doğrusunu Allah bilir.

Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Hasan b. Malik, Cabiye'de iken Mervan yanına geldiği zaman onun bu gelişinden hoşlanmış ve ona bey'at etmişti. Ürdünlüler de kendisine bey'at etmişlerdi. Ancak işler düzene girdiği takdirde kendisinin tahttan inip yönetimi Halid b. Ye-zid'e teslim edeceğini söylemişti. Mervan, Humus valiliğine; Arar b. Sa­id de Dımaşk valiliğine atanacaktı. Hicretin altmış dördüncü senesinin zilkade ayının ortalarında pazartesi günü Mervan'a bey'at edildi. Leys b. Sa'dile diğerleri böyle demişlerdir.

Yine Leys'in ifadesine göre Mercürahit savaşı bu senenin zilhicce ayında kurban bayramından iki gün sonra vuku bulmuştur.

Dediler ki: Mervan Dahhak b. Kays'ı mağlub edip Şam ve Mısır ha­kimiyetini eline geçirdikten sonra o mıntıkada söz sahibi oldu. Kendi­sinden sonra da oğlu Abdülmelik'e veliahtlık bey'atı, ondan sonra da dığer oğlu Abdülaziz'e veliahtlık beratı yapıldı. Abdülaziz, Ömer'in baba­sıydı. Mervan, yönetimi Halid b. Yezid b. Muaviye'ye terketti. Çünkü o, kendini halifeliğe layık görmüyordu. Onun bu görüşüne Malik b. Has­san da muvafakat etti. Mervan, her ne kadar Halid b. Yezid'in dayısı idiyse de yönetimi ona bıraktı. Abdülmelik'in be/atının yüklerini o üst­lenmişti. Sonra Halid'in annesi, Mervan'a tuzak kurdu. Onu zehirledi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mervan uyumakta iken yüzünün üzerine bir yastık koymuş, bastırarak onu boğmuştu. Sonra da cariyele­ri ile birlikte çığlık atarak: "Mü'minlerin emiri ansızın öldü." demişti. Mervan'dan sonra oğlu Abdülmelik hilafete geçti.

Abdullah b. Ebu Mez'ur, bazı ilim ehlinin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Mervan'ın ölürken söylediği son söz şu oldu: "Cehennem ate­şinden korkan kimse için Cennet vacib oldu."

Mervan'ın yüzüğünde "el-İzzetü Lillah" yazılı idi.

Asmaî, Harb b. Ziyad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mervan'ın yüzüğünde şöyle bir ibare yazılı idi: "Aziz ve Rahim ola­na iman ettim."

Mervan, hicretin altmışbirinci veya altmış dördüncü senesinde Şam'da vefat etti. Ebu Ma'şer'in ifadesine göre vefat ederken seksenbir yaşındaydı.

Halife b. Hayyat, Velid b. Hişam'ın dedesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mervan, hicretin altmışbeşinci senesinde ramazan ayının üçünde, altmışüç yaşında iken Şam'da vefat etti. Cenaze namazını oğlu Abdül­melik kıldırdı. Dokuz ay onsekiz gün halifelik yaptı. Başkalarının ifade­sine göre ise, on ay süreyle halifelik yapmıştır.

İbn Ebi'd-dünya ile diğerleri dediler ki: "Mervan, kırmızı yüzlü, kısa boylu, kısa ve ince boyunlu, iri başlı, gür sakallı bir adamdı. Lakabı Hayt bâtıl idi."

İbn Asakir'in rivayetine göre Said b. Kesir b. Afir şöyle demiştir: "Mervan, Mısır dönüşünde Sanberede veya Beled'de vefat etmiştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Şam'da vefat etmiş, Cabiye kapısı ile Babü's-Sağir arasında bir yere defin edilmiştir."

Mervan'ın katibi Ubeyd b. Evs, mabeyincisi Minhal adındaki azatlı­sı, kadısı Ebu İdris el-Holanî, muhafız komutanı Yahya b. Kays el-Gassanî idi. Abdülmelik, Abdülaziz, Muaviye ve ismini saymadığımız daha başka birkaç oğlu vardı. Diğer eşlerinden doğan kızları da vardı. [7]

 

Abdülmelîk B. Mervan'ın Halifeliği

 

Babasının sağlığında halifelik için kendisine bey'at edildi. Babası, ramazanın üçünde vefat edince Şam ve Mısır'a bağlı mıntıkalarda ken­disine yeniden bey'at edildi. Babasının hüküm sürdüğü topraklarda otoritesini sürdürdü. Babası Ölmeden önce İbn Zübeyr'in egemenliğin­deki yerlerden ikisini almak üzere Irak'a ve Medine'ye iki askeri birlik gönderdi. Irak'a giden askeri birliğin komutanı Ubeydullah b. Ziyad idi. Ubeydullah b. Ziyad, yolda Aynülverde mıntıkasında Süleyman b. Sü-red komutasındaki Tevvabin ordusu ile karşılaştı ve önceki sayfalarda anlattığımız muharebe, bu iki askeri birlik arasında cereyan etti. Neti­cede Ubeydullah b. Ziyad, Tevvabin ordusunu mağlub etti. Komutanla­rını ve çok sayıda askeri öldürdü.

Askeri birliklerden Medine'ye gönderilen ise, Hubeyş b. Dülce ko­mutasında idi. Medine'ye doğru yola çıktı. Medine'ye vardığında İbn Zü-beyr tarafından atanmış olan vali Cabir b. Esved b. Avf kaçtı. Bu vali, Abdurrahman b. Avf in kardeşi oğlu idi. İbn Zübeyr tarafından atanmış olan Basra valisi Haris b. Abdullah b. Rabia da Medine'de bulunan İbn Dülce'ye karşı Basra'dan bir askeri birlik hazırlayıp yola çıkardı. Hu­beyş b. Dülce bu, askeri birliğin kendilerine doğru gelmekte olduğunu duydu. İbn Zübeyr de Abbas b. Sehl b. Sa'd'ı vali olarak Medine'den ha­rekete geçirdi ve Hubeyş'i yakalamasını emretti. O da Hubeyş'in ve as­kerlerinin peşine düştü. Nihayet Rabaza'da onları yakaladı. Yezid b. Si­yah b. Habeşiye ok atarak onu öldürdü. Bazı arkadaşlarını da öldürdü, geride kalanlar ise yenik düştüler. Onlardan 500 kişi Medine'de kaleye sığındılar. Sonra Abbas b. Sehl'in hükmüne boyun eğdiler. Abbas ta on­ları katliamdan geçirdi. Yenik düşen Hubeyş'in askerleri Şam'a döndü­ler.

İbn Cerir dedi ki: Hubeyş b, Dülce'nin katili Yezid b. Siyah el-Esvarî, Abbas b. Sehl ile beraber Medine'ye döndüğünde üzerinde beyaz bir elbise vardı. Doru bir ata binmişti. Kısa sürede elbisesi <ve bineği in­sanların ona el sürmesinden ve üzerine çokça esans ve misk saçmasın­dan dolayı karardı.

Yine bu senede Haricilerin Basra'da gücü arttı.

Bu senede Haricilerin lideri Nafi b. Ezrak ile Basralıların süvari birliği lideri Müslim b. Ubeyd arasında bir savaş meydana geldi. Netice­de Rebia es-Selûtî, Nafi'yi öldürdü. Bu ikisi arasında beş kadar komu­tan daha öldürüldü. Hariciler savaşında Kurre b. İyas el-Muzeni Ebu Muaviye adındaki sahabe de öldürüldü. Nafi b. Ezrak Öldürülünce, Ha­riciler başlarına Ubeydullah b. Me'cur'u lider yaptılar. O da onları topla­yıp Medain'e götürdü. Medainlilerle savaştılar. Sonra Ahvaz ve diğer beldeleri hakimiyetleri altına aldılar. Yemame ve Bahreyn'den gelen takviye kuvvetlerden de yararlanarak malları topladılar. Sonra Attab b. Verka er-Riyahî idaresinde bulunan İsfahan'a doğru yürüdüler. At­tab b. Verka bunlarla savaştı ve hezimete uğrattı. Haricilerin lideri ibn

Me'cur Öldürülünce bunlar, başlarına Kutri b. Fucae'yi lider yaptılar.

îbn Cerir'e göre Kutri b. Fucae, Basralılarla Dolap denen yerde sa­vaşmıştır. Bu savaşta Kutri, galip gelince Basrahlar, Haricilerin şehre girmelerinden korktular, İbn Zübeyr de Bebbe adıyla tanınan valisi Ab­dullah b. Haris'i azlederek yerine Kubba' adıyla tanınan Haris b. Abdul­lah b. Ebi Rebia'yı Basra'ya vali olarak atadı. Ayrıca Mühelleb b. Ebi Süfre el-Ezdî'yi de Horasan valiliğine atadı. Mühelleb, Basra'ya ulaştı­ğında halk ona: "Haricilerle ancak sen savaşabilirsin." dediklerinde o: "Mü'minlerin emiri İbn Zübeyr, beni Horasan'a vali olarak gönderdi. Ben onun emrine karşı gelecek değilim." diye karşılık verdi. Bunun üze­rine Basra halkı, valileri Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia ile gizlice anla­şarak îbn Zübeyr adına Mühelleb'e, Basra'ya girişlerine engel olunr-ası için Haricilere karşı çıkmasını emredici bir mektub yazdılar. Mühelleb, bu mektubu okuyunca Basrahlara, kendi askerlerim Basra beytü'1-ma-lmdan sağlanacak para ile takviye etmeyi ve Haricilerin mallarından ganimet edindiği şeylerin de kendisine verilmesini şart koştu. Basrah­lar, bu şartlan kabul ettiler. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Bas-ralüar bu durumu ,İbn Zübeyr'e bir mektubla teklif etmişler, îbn Zübeyr de bu teklin kabul etmiş ve bunun üzerine Mühelleb te Haricilere karşı çıkmıştı. Mühelleb, bahadır, yiğit ve kahraman bir kimse idi. Hariciler­le savaşmaya karar verdiği zaman Hariciler, misli görülmemiş bir teçhi­zat, zırh, silah ve çok sayıda atla Mühelleb'e karşı hızla ilerlediler. Çün­kü onlar, o mıntıkaların gelirlerini yemişler, böylece güçlenmişlerdi. Onlar, asla boyun eğmeyen yiğitlerdi. Geri püskürtülemeyecek bir hamle gücüne, kırılamayacak bir kuvvete ve savaş ateşinin içine hızla atılabilecek bir yüreğe sahiptiler. İki taraf Selvesel Ebri denen yerde karşı karşıya geldiklerinde şiddetlice savaşmaya başladılar. İki tarafta göz kamaştıracak bir sabır ve sebat gösterdiler. 30.000'e yakın asker vardı. Sonra Hariciler, benzeri görülmemiş bir saldırı yaptılar. Mühel-leb'in askerleri hezimete uğradı. Baba evladına ve hiç kimse bir başka­sına dönüp bakacak durumda değildi. Mühelleb'in askerlerinden bir kısmı yenik düşerek Basra'ya vardı. Mühelleb ise, kaçmakta olan ve ye­nik düşmüş askerleri kovaladı, önlerine geçti, yüksek bir yere çıkıp: "Ey Allah'ın kulları bana gelin." diye seslendi. 3000 kadar bahadır süvari gelip yanmda toplandılar. Onlara şöyle bir nutuk çekti:

"Ey insanlar! Doğrusu Cenâb-ı Allah, sayısı çok bir kalabalığı, ba­zen kendi nefislerine aldanmaları sebebiyle hezimete uğratır. Bunun yanında az sayıda askerlerden oluşan topluluklara da yardımım indirir ve onlar muzaffer olurlar. Ömrüme yemin ederim ki, şu anda siz az sayı­da değilsiniz. Siz, sabır savaşçıları ve zafer erbabısınız. Aranızda hezi­mete uğrayıp kaçmış olanlardan herhangi birinin şu anda yanınızda bu­lunmasını asla istemiyorum "Aranızda savaşa çıkmış olsalardı, ancak

sizi bozmağa çalışırlardı." (et-Tevbc, 47.) Şimdi sizden her birinizin yanma on taş alıp bizimle birlikte düşman karargahına gelmesini emrediyo­rum. Çünkü onlar şu anda kendilerinden emin durumdadırlar. Atlıları sizin hezimete uğrayan kardeşlerinizi kovalamak için garnizondan ay­rılıp gitmiştir. Allah'a yemin ederim ki, onların atlıları dönmeden siz onların askerlerini Öldürecek, komutanlarımda helak edeceksiniz."

Askerler, Mühelleb'in emrini yerine getirdiler. Mühelleb b. Ebi Süf-rGî yanlarına taş alan askerleri ile birlikte Hariciler topluluğuna saldır­dı. Onlardan 7000 kadar asker öldürdü. Abdullah b. Me'cur da Ezari-ka'dan çok sayıda adam öldürdü. Bol miktarda mallarını ele geçirdi. Mühelleb te yenik düşen askerlerini kovalamaya gitmiş olan Harici atlı­larının geri dönmelerine engel olmak için bazı atlılarla yolu tuttu. Ge­lenlerin, arkadaşlarına ulaşmalarına engel oldular. Haricilerin hezi­mete uğrayan askerleri, Kirman ve İsfahan taraflarına doğru gittiler. Mühelleb, Ehvaz'da birkaç gün kaldı. Sonra Mus'ab b. Zübeyr »Basra'ya geldi. Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia'yı Basra valiliğinden azletti. Nite­kim bununla ilgili açıklama yakında gelecektir.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Mervan b. Hakem, Ölmeden Önce oğlu Muhammed'i Cezire'ye gönderdi. Bu da onun Mısır'a gelişinden öncey­di.

Ben derim ki: Sözü edilen Muhammed b. Mervan, Mervan el-Hi-mar'm babasıdır. Emevilerin son halifesidir. Abbasiler, halefeliği bu­nun elinden almışlardı. Bununla ilgili açıklamada ileriki sayfalarda ge­lecektir.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Abdullah b. Zübeyr, kardeşi Ubeydul-lah'ı Medine valiliğinden azlederek yerine diğer kardeşi Mus'ab'ı tayin etti. Çünkü Ubeydulîah, insanlara bir nutuk irad etmiş ve nutkunda şöyle demişti: "Cenâb-ı Allah'ın 500 dirhem değerindeki bir deveyi bo­ğazlamalarından dolayı Salih peygamberin kavmine neler yaptığını gördünüz." Bu sözleri duyan kardeşi Abdullah b. Zübeyr "Bu tekellüf-tür" demiş ve onu azletmişti. Bu sebepten Ubeydullah'a, Salih peygam­berin devesinin değer takdir edicisi denilmişti.

Bu senenin sonunda Abdullah b. Zübeyr, Küfe valisi Abdullah b. Ye-zid el-Hutemî'yi azletmiş, yerine Abdullah b. Muti'yi tayin etmişti. Ab­dullah, Yezid'i hal ettikleri zaman Harre savaşındaki Muhacirlerin ko­mutam idi.                                                                            

îbn Cerir dedi ki: Bu senede Basra'da veba salgını baş gösterdi. İbn Cerir'in "el-Muntazam" adlı eserinde anlattığına göre veba salgını, hic­retin altmışdördüncü senesinde Basra'da baş göstermiştir- Hicretin alt-mışdokuzuncu senesinde baş gösterdiğine dair zayıf bir rivayet te var­dır. Şeyhimiz Zehebî ile diğerlerinin de anlattıklarına göre bu salgının büyük hasarı, Basra'da görülmüş ve üç gün sürmüştü. Dk günde 70.000, ikinci günde 71.000, üçüncü gün de 73.000 Basralı ölmüştü. Dördüncü günde Basralılardan çok az sayıda adam kalmıştı. Halkın büyük çoğun­luğu ölmüştü. Anlatıldığına göre valinin annesi de ölmüş, cenazesini kaldıracak kimse kalmamış ve sonunda cenazeyi kaldırmak için dört ki­şiyi kiralamışlardı.

Hafız Ebu Nuaym el-îsbahanî, bu veba salgını zamanında yaşamış, Ebu Nüfeyd künyesi ile tanınan bir adamın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Kabileleri dolaşıyor, ölüleri defnediyorduk. Ölü sayısı çoğalınca, artık kendimizde onlan defnedecek gücü bulamadık. Eve giriyor, ev hal­kının ölmüş olduğunu görünce, kapılarını üzerlerine kapatıyor, onları o halde bırakıyorduk. Bir eve girdik, içeriyi aradık, içeride hayatta kalmış bir kimse göremedik, kapıyı üzerlerine kapadık.

Veba salgını bittikten sonra tekrar mahalleleri dolaşmaya başla­dık. Kapadığımız kapıları açıyor, evleri tekrar kontrol ediyorduk. Bir eve girdiğimizde evin ortasında vücuduna daha yeni krem sürülmüş bir çocuk gördük. Sanki o anda annesinin kucağından alınmıştı. Biz orada durup çocuğa bakarken ve durumunu hayretle seyrederken duvarın ya­rığından bir köpek çıkarak geldi. Çocuğa doğru yaklaştı. Çocuk ta sürü­nerek ona gitti ve köpeğin memesini tutup emmeye başladı. Bilahare ben o çocuğun büyüdüğünü ve Basra mescidinde sakalından tutulduğu­nu gördüm."

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Abdullah b. Zübeyr, Ka'be-i Muazza-ma'yı bina etti. Yani binasını tamamladı ve Hatim'in tamamım Ka'be'ye dahil etti. Birinden girilip diğerinden çıkılması için de Ka'be'ye iki kapı açtı.

îbn Cerir, Ziyad b. Cebel'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdul­lah b. Zübeyr'in idaresi zamanında Mekke'de idim. Onun şöyle dediğini duydum: "Annem ve Ebu Bekir'in kızı Esma'mn bana anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Aişe'ye şöyle demiştir: "Eğer senin kavmin küfürden daha yeni çıkmış olmasalardı, Ka'be'yi İbrahim peygamberin temelleri­ne göre yeniden inşa eder ve Hatim'i Ka'be'ye dahil ederdim."

Abdullah b. Zübeyr, emir verdi. Mekkeliler temelleri kazdılar. Ka'be'nin temelinde deve büyüklüğünde kaya parçalan gördüler. Kaya parçalanndan birini hareket ettirmek istediler. Bir şimşek çaktı, bu du­rumu gören Abdullah b. Zübeyr: "Temelleri yerinde bırakın." dedi ve Ka'be'yi o temeller üzerine bina etti. Birinden girilip diğerinden çıkıl­ması içinde Ka'be'ye iki kapı yaptı."

Bu senede Horasan'da Abdullah b. Hazm ile Haresi b. Hilal el-Kuzeyî arasında anlatımı uzun sürecek savaşlar cereyan etti.

Yine bu senede Abdullah b. Zübeyr, insanlara hac ettirdi. Medine valisi Mus'ab b. Zübeyr, Küfe valisi Abdullah b. Mutî ve Basra valisi de Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia el-Mahzumî idi.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerden biri, Abdullah b. Arar b As b. Vail Ebu Muhammed es-Sehmî idi. Bu zat, sahabelerin seçkinle­rinden bilginlerinden ve çokça ibadet edenlerden idi. Peygamber (sav Vden hadis yazıp nakletmiş tir. Babasından önce Müslüman ol­muş olup babasından sadece oniki yaş küçüktü. Derin bir ilme sahip olup kendini ibadete adamıştı. Akıllı bir kimseydi. Muaviye ile işbirliği yaptığından dolayı babasını kınamıştı, şişman bir kimseydi. Hem Kur'ân'ı hem Tevrat'ı okurdu. Anlatıldığına göre gözlerini kaybedince-ve kadar ağlamıştır. Gecelerini namazla, gündüzlerini de oruçla geçirir­di Bir gün tutar, bir gün tutmazdı. Muaviye o'nu Küfe valiliğine tayin etmiş, sonra onu azlederek yerine Muğire b. Şube'yi atamıştı. Hicretin altmışbeşinci senesinde Mısır'da vefat etti.

Bu senede Abdullah b. Sa'de el-Fezarî adındaki bir sahabe, Mek­ke'de öldürüldü. Mekke'ye gelmeden önce Şam'da yaşıyordu. Anlatıldı­ğına göre kendisi Fezarah değildir. Ama Fezarahlar tarafından esir alınmış ve sonra azad edilmiş bir kimsedir. [8]

 

Hicretin Altmışaltıncı Senesi

 

Bu senede Muhtar b. Ebi Ubeyd es-Sakafi adındaki yalana, Kûfe'de Hz. Hüseyin'in öcünü almak iddiasıyla harekete geçti. Küfe valisi Ab­dullah b. Muti'yi şehir dışına çıkardı. Bunun sebebi de şuydu: Süleyman b. Süred'in adamlan yenik düşerek Kûfe'ye döndüklerinde Muhtar b. Ebi Ubeyd'in zindana atılmış olduğunu gördüler. Muhtar, onlara Süley­man b. Süred'in ölümü sebebiyle taziye mektubu göndererek: "Süley­man öldürüldüyse onun yerine ben, Hüseyin'in katillerini öldürece­ğim." dedi. Tevvabin ordusu ile birlikte yenik düşmüş olarak Kûfe'ye dö­nenlerden biri olan Rüfaa b. Şeddad ta Muhtar'a: "Biz senin istediğin doğrultudayız." diye haber gönderdi. Muhtar da artık onlara vaatlerde bulunmaya, onlan ümitlendirmeye başladı. Oysa şeytan onlara aldat­madan başka bir ümit vermez ve vaatte bulunmazdı. Onlara gizlice gön­derdiği mektublardan birinde şöyle demekteydi:

"Size müjdeler olsun! Eğer ben zindandan çıkarsam doğu ile batı arasındaki düşmanlarınızı kılıçtan geçirecek ve onlan üst üste yığaca­ğım. Onları birer ve ikişer öldüreceğim. Onlardan bize yaklaşan ve hi­dayeti bulanlara Allah elbetteki aranızda geniş yer verecektir. Allah, sadece çağnmıza icabet etmeyip asi olanı kahretsin, lanetlesin.

Muhtar'm bu mektubu kendilerine ulaştığında gizlice okudular ve ona: "Biz senin istediğin durumdayız. Ne zaman dilersen sem zınaan-dan çıkannz.» diye cevap yazdılar. Ancak Muhtar Küfe yönetiminin zorlanması neticesinde zindandan salıverilmekten hoşlanmadı. Işı nezaketle ele aldı ve saliha bir kadın olan kızkardeşi Safiyye'nin kocası Abdullah b. Ömer b. Hattab'a mektub yazdı. Küfe emirleri Abdullah b. Yezid el-Hutemî ile ibrahim b. Muhammed b. Talha nezdinde aracılık yapmasını ve kendisini salıvermeleri için onlara ricada bulunmasını is­tedi. Abdullah b. Ömer de bu iki emire mektub yazarak Muhtar'ın zin­dandan salıverilmesini rica etti. Onlar da onun ricasını kıramadılar. İbn Ömer, onlara yazmış olduğu mektubunda şöyle demişti:

"Sizinle aramda ne kadar büyük bir dostluk bulunduğunu biliyor­sunuz. Ayrıca benimle Muhtar arasındaki yakınlık ve hısımlığın dere­cesini de biliyorsunuz. Size ant veriyorum ki Muhtar'ı zindandan çıka-rasınız vesselam."

Bu iki emir, Muhtar'ı huzurlarına çağırdılar. Muhtar'ın adamların­dan bir grup ta ona kefil oldu. Abdullah b. Yezid, eğer Müslümanların başına bir gaile çıkarır ve isyan ederse, Ka'be'nin karşısında 1000 deve kesmesi, sahib olduğu köle ve cariyelerin tamamını azad etmesi şartıyla kendisini salıvereceklerini söyleyerek, bu hususta ondan Allah adına yemin etmesini istedi. Muhtar da bu şartı kabul edip Allah adına yemin etti, salıverildi. Gidip evine kapandı ve şöyle demeye başladı:

"Allah ikisini de kahretsin. Allah adına yemin ettim, ama ben birşe-ye yemin eder de ondan daha hayırlı birşeyle karşılaşırsam, o hayırlı şe­yi yapmak için yeminimi bozar ve keffaretimi ödedikten sonra o hayırlı şeyi yaparım. Ka'be karşısında 1000 deve kesmeye gelince, bu benim için çok basittir. Köle ve cariyelerimin azad edilmiş olmasına gelince, ben bu işimin başarıyla sonuçlandığını görürsem bir tek kölemin kal­masını dahi istemem, hepsini azad ederim."

Bundan sonra Şiiler, Muhtar'ın etrafında toplandılar, adamları ço­ğaldı. Gizlice ona bey'at ettiler. Onun adına bey'at alıp insanları onun etrafında toplanmaya teşvik edenler beş kişi idi. Saib b. Malik el-Eş'arî, Yezid b. Enes, Ahmed b. Şemit, Rüfaa b. Şeddad ve Abdullah b.Şeddad el-Cüşemî.

Muhtar'ın durumu gittikçe kuvvetlendi. Gücü arttı ve şanı yüceldi. Nihayet Abdullah b. Zübeyr de Küfe valisi Abdullah b. Yezid ile İbrahim b. Muhammed b. Talha'yı görevden azletti ve Abdullah b. Muti'yi Kûfe'ye vali olarak atadı. Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia'yı da Basra'ya vali olarak gönderdi. Abdullah b. Muti el-Mahzumî hicretin altmışbe-şinci senesinin ramazan ayında Kûfe'ye vardığında insanlara şöyle bir konuşma yaptı:

"Mü'minlerin emiri Abdullah b. Zübeyr, size Ömer b. Hattab ile Os­man b. Affan'm yönetimi gibi bir yönetim uygulamamı emretti." Saib b. Malik adındaki ŞU kalkıp ona şöyle cevap verdi: "Biz ancak Ali'nin kendi beldelerinde uyguladığı yönetim tarzının bize uygulanmasını isteriz, başka bir yönetim tarzına razı olmayız. Osmanın yönetim tarzının uygulanmasını istemiyoruz (Böyle derken Hz. Osman'ın aleyhinde ileri geri konuştu). Her ne kadar insanlar için iyi­likten başka birşey istemiyor idiyse de Ömer'in de yönetim tarzının uy­gulanmasını istemiyoruz."

Saib'in bu konuşmasını bazı Şii emirleri tasdik ettiler. Vali Abdul­lah b. Muti de sustu ve sonra: "Size istediğiniz bir yönetim tarzını uygu­layacağım." dedi.

Muhafız kuvvetlerinin komutanı İyas b. Mudarib el-Becelî, Abdul­lah b. Muti'nin yanma gelip şöyle dedi: "Konuşman esnasında sana red­diyede bulunan kişi, Muhtar'ın adamlarının eleb aşlarından dır. Sen, Muhtar'a karşı güven içinde değilsin. Asker gönder de onu tekrar zinda­na attır. Çünkü casuslarımın bana bildirdiklerine göre, Muhtar sana karşı adam toplamaktadır. Şehirde seni yakalatmak için uğraşıyor."

Abdullah b. Muti de, Zaide b. Kudame ve başka bir komutanı Muh­tar'a gönderdi. Bunlar Muhtar'ın yanma varıp: "Emirin yanma gel." de­diler. Muhtar da elbiselerinin getirilmesini ve bineğinin eğerlenmesini emretti ve bu iki komutanla birlikte valinin yanına gitmeye hazırlandı. Zaide b. Kudame ona: "İnkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek ya da sürmek için düzen kuruyorlardı." (ei-Enfai, 30.) mea­lindeki ayet-i kerimeyi okuyunca Muhtar, kendini yere attı ve üzerine bir kadife örtülmesini söyledi. Güya hastaymış gibi davrandı ve: "Duru­mumu valiye anlatan." dedi. Bunlar da vali Abdullah b. Muti'nin yanına döndüler. Muhtar'ın gelecek durumda olmadığını söylediler. Vali onla­rın beyanlarını ve Muhtar'ın bahanesini doğru kabul etti. Bu senenin muharrem ayı girdiğinde Muhtar, Hz. Hüseyin'in Öcünü almak iddia­sıyla harekete geçti. Şiiler, etrafında toplandılar ve ona şimdi değil de bir süre sonra harekete geçmesini teklif ettiler. Sonra aralarından bir grubu Muhammed b. Hanefiye'ye göndererek Muhtar'ı ve onun iddiası­nı ona sordular. Bu grup, Muhammed b. Hanefiyye'nin yanına vardığın­da o, onlara özetle şöyle dedi: "Cenâb-ı Allah'ın dilediği kullar vasıtasıy­la size yardım etmesini hoş karşılıyoruz."

Muhtar da Şiilerden bir grubun Muhammed b. Hanefıyye'ye gittik­lerini duyunca bundan hoşlanmadı ve Muhammed b. Hanefiyye'nin kendisini ve iddiasını yalanlamaktan korktu. Çünkü o, Muhammed b. Hanefiyye'nin izni ile harekete geçmiş değildi. Bu grubun, Muhammed b. Hanefiyye'nin yanından dönmelerinden Önce harekete geçmeye ni­yetlendi. Etrafındaki adamlara kahinlerin secilerini andıran seçili söz­lerle konuşmaya başladı. Sonra da onun seçili beyanlarına uygun bir va-ziyyet ortaya çıktı. Muhammed b. Hanefiyye'nin yanından dönengrup, Muhtar'ın yanma vardıklarında Muhammed'in söylediklerini nakletti­ler. İşte o zaman Şiiler, Muhtar b. Ebi Ubeyd'le birlikte hareket etmek hususunda ittifak ettiler ve kuvvet kazandılar.

Ebu Mihnefin rivayetine göre Şiilerin ümerası Muhtar'a şöyle de­mişlerdir: "Şunu bilmelisin ki, Küfe emirlerinin tamamı Abdullah b. Muti ile beraberdirler, onlar bize karşı müttefiktirler. Eğer İbrahim b. Ester en- Nehaî yalnız başına sana heyhat edecek olursa, başkalarına ih­tiyacımız kalmaz."

Muhtar da İbrahim b. Eşter'e adamlarından bir grubu gönderdi. Hz. Hüseyin'in öcünü almak için kendilerine katılması onu için davet etti. Giden heyet, İbrahim b. Eşter'e Muhtar'm babasının Hz. Ali ile olan geç­mişini anlattılar. İbrahim b. Ester de: "Başınıza beni geçirmeniz şartıy­la isteğinize icabet ederim." deyince heyettekiler: "Bu mümkün değil­dir. Çünkü Mehdi'nin bize gönderdiği habere göre o, Muhtar'ı kendisi için vezir ve kendisine davetçi olarak tayin etmiştir." dediler. Bunun üzerine İbrahim b. Ester sustu, cevap vermedi. Heyettekiler de dönüp Muhtar'm yanına gittiler ve durumu ona anlattılar. Üç gün bekledikten sonra Muhtar, kendi adamlarının önde gelenleri ile birlikte İbrahim b. Eşter'in yanma gitti. İbrahim b. Ester kalkıp ona saygı gösterdi, ikram­da bulundu ve yanma oturttu. Muhtar onu, kendilerine katılmaya davet etti. Muhammed b. Hanefiyye'nin adına yazılmış bir mektubu çıkarıp ona gösterdi. Mektubta İbrahim b. Eşter'e, adamları olan Şülerle birlik­te Muhtar'm saflarına katılması isteniyordu. Mektup, bunların pey­gamber ailesine yardım etmek ve öçlerini almak kastıyla ayaklanmış ol­duklarını anlatıyordu. İbrahim b. Ester de kalkıp: "Muhammed b. Ha-nefiyye'nin bana sizin gösterdiğiniz mektubundan ayrı ifadeler içeren başka bir mektubu geldi." dedi. Muhtar da kalkıp şu cevabı verdi: "Bu zaman başka, o zaman başkadır." İbrahim b. Ester: "Sizin gösterdiğiniz mektubun Muhammed b. Hanefiyye'ye ait olduğuna kim şahitlik ede­cek?" diye sorunca Muhtar'm adamlarından bir grup kalkıp bu yönde şahadette bulundular. Bunun üzerine İbrahim b. Ester yerinden kalktı. Muhtar'ı kendi yerine oturttu. Ona bey'at etti. Gelen misafirlere meyve ve bal şerbeti getirilmesini emretti.

Şairi dedi ki: "Ben ve babam da İbrahim b. Eşter'in meclisinde o za­man hazır bulunuyorduk. Muhtar kalkıp gideceği zaman İbrahim b. Es­ter dönüp bana şöyle dedi:

- Ey Şa'bi, bunların yaptıkları şahitlik hakkında ne düşünüyor­sun?

Ben de şöyle cevap verdim:

- Bunlar âlimdirler, emirdirler. İnsanların önde gelen şahsiyetle­ridirler, birşeyi bilmeden ve görmeden hakkında şahidlik yapacaklarını sanmıyorum.

Benim bu cevabım üzerine İbrahim b. Ester de şöyle dedi:

- Şu halde onları itham etme düşüncemi içime sakladım, ama ben bunların Hz. Hüseyin'in öcünü almak için harekete geçmelerini çoktan beri takdirle karşılıyor ve arzuluyorum. Ben de bunların görüşlerine ka­tıldım.

Daha sonra İbrahim b. Ester, kendisi ve kendisine itaat eden adam­ları ile birlikte zaman zaman Muhtar'm evine gidip geldi. Bundan sonra Şiiler, bu senenin, (hicretin altmışaltıncı senesinin) muharrem ayının ondördünde perşembe gecesi harekete geçmek hususunda görüş birliği yaptılar.

Abdullah b. Muti, Şiilerin ittiffakından ve müşaverelerinden ha­berdar olunca Kûfe'nin her tarafına muhafızları yerleştirdi. Komutan­lardan her birine kendi mıntıkasına göz kulak olmasmı ve hiç kimsenin dışarıya çıkmasına müsaade edilmemesini emretti. Salı gecesi İbrahim b. Ester, 100 adamıyla birlikte Muhtar'm evine gitmek için kendi evin­den dışarı çıktı. Kendisinin ve adamlarının kürklerinin altında zırhları vardı. Muhafız kuvvetlerinin komutanı îyas b. Mudarib onunla karşı­laştı. Ona: "Ey İbn Ester, şu saatte nereye gidiyorsun? Doğrusu senden şüpheleniyorum. Vallahi seni valinin huzuruna götürmedikçe ve senin hakkında o karar vermedikçe seni bırakmayacağım." dedi. İbn Ester de yanında bulunan adamlardan birinin elinden bir mızrak alıp îyas'ın gırtlağına sapladı. îyas, o anda yere düşüp öldü. Adamlarından birine emir vererek başım koparttı ve Muhtar'a gönderip önüne bıraktırdı. Bu kesik başı gören Muhtar: "Allah sana hayır müjde versin, işte bu hayra alamettir." dedi. Sonra İbrahim b. Ester, Muhtar'dan bu gece yola çık­masını talep etti. Bunun üzerine Muhtar da ateş yakılmasını ve ateşin yükseklerde tutulmasını, kendi adamlarına: "Ey Mansur, öldür! Haydi Hüseyin'in intikamını alalım!" şeklindeki parolanın duyurulmasını emretti. Sonra kendisi de kalkıp zırhını giydi. Silahım kuşandı, giyinip kuşanırken de şöyle diyordu:

"Beyaz tenli, güzelliği ışık saçıcı, yanakları açıkta ve kuyruk soku­mu eğik olan bilir ki, ben, savaşın sabahında öne atılan bir kahrama­nım."

Muhtar'm önünden İbrahim b. Ester harekete geçti. Şehrin köşe başlarını ve dış kısımlarını korumakla görevli komutanları yakalayıp bulundukları yerlerden birer birer uzaklaştırmaya başladı. Muhtar'm parolası ile seslendi. Muhtar da Ebu Osman en-Nehdî'yi ayrı bir yöne şevketti. O da Muhtar'm parolasını yüksek sesle söyleyerek Hüseyin'in intikamını alalım, diye seslendi. İnsanlar sağdan soldan gelip etrafında toplandılar. Şebes b. Ribi de gelip evinin yanında Muhtar'la çarpışmaya başladı. Muhtar'ı kuşatma altına aldı. Nihayet İbn Ester gelip onu ora­dan uzaklaştırdı. Şebes te gidip İbn Muti'nin yanına vardı. Ona, komu­tanlarını toplantıya çağırmasını ve bizzat harekete geçmesini tavsiye etti. Muhtar'm güçlendiğini ve duruma hakim olduğunu ifade etti. Şii­ler, uzak yollardan gelip Muhtar'm etrafında geceleyin toplandılar.

4000 kişi kadar oldular. Sabah olunca Muhtar, askerlerini mevzilendir-di, onlara sabah namazım kıldırdı. Birinci rekatta Nâziât sûresini, ikin­ci rekatta da Abese sûresini okudu. Onu dinleyenler: "Muhtar kadar fa­sih lehçeli başka bir imam dinlemiş değiliz/' dediler.

îbn Muti, askerlerini hazırladı. 3000 kişilik grubun başına Şebes b. Ribi'yi, 4000 kişilik diğer grubun başına da Raşid b. tyas b. Mudaribi ko­mutan yaptı. Muhtar da İbn Eşter'i 600 süvari ve 600 piyadenin başına komutan yaparak Raşid b. İyas'a karşı çıkardı. Nuaym b. Hübeyre'yi de 300 süvari ve 300 de piyadenin basma komutan tayin ederek Şebes b. Rib'i'ye karşı çıkardı. İbn Ester, karşısındaki Raşid'i hezimete uğrattı. Öldürdü ve müjdeyi Muhtar'a gönderdi. Nuaym b. Hübeyre de Şebes b. Rib'i ile karşılaştı. Yapılan çarpışma neticesinde Şebes, onu hezimete uğratıp öldürdü. Gelip Muhtar'ı çembere alıp kuşattı. İbrahim b. Ester de Muhtar'm yanma dönerken Hasan b. Faid b. Habeşî komutasındaki 2000 süvari ile karşılaştı. Bunları îbn Muti göndermişti. Bir saat kadar savaştılar. Neticede İbrahim b. Ester, Hassan b. Faid'i ve komutasında­ki askeri birliği hezimete uğrattı. Sonra Muhtar'm yanma geldi. Şebes b. Ribi tarafından Muhtar ve askerlerinin kuşatma altına alındığını gördü. Gayret gösterip onları uzaklaştırdı. Şebes b. Ribi ile askerleri ge­ri dönüp kaçtılar. Böylece İbrahim de Muhtar'm yanma ulaşmış oldu. Bulundukları yerden ayrılıp Küfe dışındaki başka bir yere gittiler. İbra­him b. Ester, Muhtar'a: "Haydi hükümet konağına gidelim. Onu bize karşı koruyacak kimse yok." dedi. Gidip ağırlıklarını oraya bıraktılar. Yaşlı ve zayıf adamlarını oraya oturttular. Orada bulunanların başına da Ebu Osman en-Nehdî'yi bıraktılar. Muhtar, İbn Eşter'i önden gön­derdi, askerlerini olduğu gibi tabiye etti. Hükümet konağına doğru ha­rekete geçti.

İbn Muti de Amr b. el-Haccac'ı 2000 kişi ile düşmana karşı gönderdi. Muhtar da ona karşı Yezid b. Enes'i gönderdi. Kendisi ve İbn Ester de önceden yola çıkıp gittiler. Nihayet Künase kapısından Kûfe'ye girdiler. İbn Muti, Hz. Hüseyin'i öldüren Şimr b. Zilcevşen komutasında 2000 as­ker daha gönderdi. Muhtar, buna karşı da Sa'd b. Munkiz el-Hemedanî'yi gönderdi. Muhtar'm kendisi yoluna devam etti. Nihayet Şebes'in yoluna vardı, orada 5000 kişilik bir askeri birliğin başında Nevfel b. Müsahik b. Abdillah b. Mahreme ile karşılaştı.

Ibn Muti, hükümet konağından inip halkın arasına girdi. Yerine Şe­bes b. Ribi'yi vekil bıraktı. îbn Ester de İbn Müsahik komutasındaki as­keri birliğin yanma vardı. Aralarında şiddetli bir çarpışma cereyan etti. Bu çarpışmada Tevvabin ordusunun komutanlarından Rüfaa b. Şed-dad ile Abdullah b. Sa'd ve birkaç kişi daha öldürüldü. Sonra İbn Ester, düşmanlarını mağlub edip hezimete uğrattı. îbn Müsahik'in bineğinin yularını tuttu. îbn Müsahik ise, akrabalık bağlarını hatırlattı. Bunun Üzerine İbn Ester onu serbest bıraktı, ama İbn Müsahik, İbn Eşter'in bu iyiliğini asla unutmadı.

Sonra Muhtar, askerleri ile birlikte Künase'ye doğru ilerledi ve îbn Muti'yi sarayında üç gün arayla kuşatma altında tuttu. O esnada saray­da İbn Muti'nin yanında insanların önde gelenleri ve eşrafı da bulunu­yordu. Sadece Amr b. Hirris bulunmuyordu. O, kendi evine kapanmıştı, îbn Muti'nin başı dara düşünce arkadaşlarına danıştı. Şebes b. Ribi, kendisi ve arkadaşları için Muhtar'dan eman dilemesini tavsiye etti, ancak îbn Muti: "Hicaz ve Basra'da emrine itaat edilen mü'mmlerin emiri varken ben bu işi yapamam." dedi. îbn Muti'nin bu tavsiyeyi red­detmesi üzerine Şebes ona şöyle dedi: "İstersen gizlice buradan çıkıp git ve arkadaşının yanma var. Durumu ona anlat. Bize nasıl yardım edece­ğini, devletini nasıl ayakta tutacağımızı düşünsün"

Gece olunca İbn Muti, gizlice saraydan çıkıp gitti. Ebu Musa el-Eşarfnin evine vardı. Sabah olunca da emirler, İbn Eşter'den kendileri­ne eman vermesini talep ettiler. O da onlara eman verince saraydan çı­kıp Muhtar'm yanma gittiler ve ona be/at ettiler. Sonra Muhtar saraya girdi, geceyi orada geçirdi. İnsanların eşrafı, mescitte ve sarayın kapı­sında sabahladı. Muhtar, mescide gidip minbere çıktı ve insanlara tesir­li bir nutuk irad etti. Sonra insanları bey'ata davet ederek şöyle dedi:

"Gökleri kurulmuş bir tavan, yeryüzünü de gidilecek yollar halinde döşeyen Allah'a yemin ederim ki siz, Ebu Talib oğlu Ali'ye ve onun aile­sine yapmış olduğunuz bey'attan daha ileri bir hidayete götürecek bir bey*atta bulunmuş değilsiniz."

Nutkunu tamamladıktan sonra minberden indi. İnsanlar gelip Al­lah'ın kitabı ve Rasûlünün sünneti çerçevesinde hareket edileceği şar­tıyla ona bey*at ettiler. Ayrıca ehl-i beytin intikamının alınmasını talep ettiler. Adamın birisi Muhtar'a gelerek İbn Muti'nin Ebu Musa'nın evinde gizlendiği haberini verdi. Ancak Muhtar, onu dinlemiyormuş gi­bi davrandı. Adam bu haberini üç kez tekrarladıktan sonra sustu. Gece olunca Muhtar, İbn Muti'ye 100.000 dirhem gönderdi ve ona şu mesajı da iletti: "Buradan git, ben senin yerini aldım."

Muhtar, daha önce İbn Muti'nin samimi dostu ve arkadaşı idi. Bu­nun üzerine îbn Muti, Basra'ya gitti. Mağlub düşmüş bir kimse olarak îbn Zübeyr'in yanına dönmek istemedi.                                              _

Muhtar da güzel bir yönetim tarzı sergileyerek insanların takdirini toplamaya, onların sevgisini kazanmaya başladı. Beytü'l-malda 9.000.000 dirhem para buldu. Kendisi ile birlikte savaşa katılmış asker­lere bol miktarda harçlık ve nafaka verdi. Güvenlik kuvvetlerinin başı­na Abdullah b. Kamil el-îşkerfyi komutan yaptı Halkın eşraiım mecli­sine yakın kıldı. Onlarla meclisinde oturup sohbet etti Ancak bu davra­nışı, mücadelesinde kendisine destek veren Arap asıllı olmayan kimselerin ağrına gitti. Bunlar, muhafız kuvvetleri komutanı Gazine'nin azatlısı Ebu Amre Keysan'a: "Vallahi Muhtar, Arapları bize tercih etti ve bizi terketti." dediler. Ebu Amre de onların bu sözlerini Muhtar'a ilet­ti. Muhtar ise: "Aksine onlar bendendir, ben de onlardanım." dedi ve sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu: "Şüphesiz suçlulardan intikam ala­cağız," (es-Secde, 22.)

Muhtar'm bu cevabı üzerine Ebu Amre de gidip Muhtar'ın Arap asıllı olmayan destekçilerine: "Size müjdeler olsun. Muhtar, sizi mecli­sine yaklaştıracak ve sizinle sıkı ilişki kuracak." dedi. Onlar da bu cevap karşısında sevinip sustular ve hallerinden memnun oldular.

Sonra Muhtar, emirlerini ve komutanlarını Irak ve Horasan'a bağlı şehirlere, kasaba ve mıntıkalara gönderdi. Sancak ve bayraklar hazır­layıp ilgili birliklere teslim etti. Emirlikler ve vilayetler kurdu. Sabah akşam meclis kurup halk arasındaki anlaşmazlıkları çözümlüyor, hü­küm veriyordu. Fakat bu işlerin arttığım görünce Şüreyh'i kadı olarak tayin etti. Şiilerden bir grup, Şüreyh hakkında ileri geri konuşarak şöy­le dediler: "O, Hicr b. Adiy aleyhine şahitlik etmiştir. Hani b. Urve'ye, gönderildiği maksada uygun olarak gerekli bildiriyi, gerekli tebliği, yap­mamıştır. Ali, onu hakimlikten azletmiştir."

Şüreyh, bu dedikoduları duyunca hastalık numarası yaparak evine kapandı. Muhtar da onun yerine Abdullah b. Utbe b. Mesud'u kadı ola­rak tayin etti. Sonra onu da azlederek yerine Abdullah b. Malik et-Tafyi kadı olarak tayin etti. [9]

 

Fasıl

 

Muhtar, daha sonra Hüseyin'in katillerini araştırmaya başladı. Şe­refli, şerefsiz, eşraftan olsun veya olmasın katil olan her kim varsa hep­sini yakalayıp öldürdü. Bunun sebebi de şuydu: Ubeydullah b. Ziyad, Kûfe'ye girmek talimatı ile Mervan tarafından hazırlanarak Şam'dan harekete geçirilerek gönderilmişti. Eğer Kûfe'ye girer ve galip olursa, orasını üç gün süreyle talan etmesini emretmişti. Bunun üzerine Ubey­dullah b. Ziyad, Kûfe'ye doğru yola çıktı. Yolda Tevvabin ordusu ile kar­şılaştı ve aralarında önceki kısımlarda anlattığımız muharebe cereyan etti. Sonra Ubeydullah b. Ziyad, Aynülverde'den harekete geçerek Cezi-re'ye vardı. Orada Kays Gaylan'la karşılaştı. Kays Gaylan kabilesi, îbn Zübeyr'in taraftarları idiler, Mervan, onlardan Mercürahit savaşında çok sayıda adam Öldürmüştü. Bunlar, Mervan'a karşı elbirliği yapmış, düşman bir kabile idiler. Mervan'm ölümünden sonra oğlu Abdülme-Hk'e karşı da düşmanlık yaptılar. Ubeydullah b. Ziyad, Cezire'de Kays Gaylan kabilesiyle savaştığı için bir sene müddetle Kûfe'ye gidemedi. Sonra Musul'a vardı. Musul valisi onun geldiğini duyunca kaçıp Tikrit'e gitti. Durumunu bir mektubla Muhtar'a bildirerek yardım istedi. Muh­tar da 3000 seçme askeri Yezid b. Enes komutasında takviye olarak Mu­sul valisine gönderdi. Gönderirken de Yezid b. Enes'e :"Bundan sonra sana peşpeşe asker göndererek yardım edeceğim." dedi. Ancak Yezid ona: "Bundan sonra bana sadece dua ile yardım et." diye karşılık verdi. Muhtar, onunla birlikte Küfe dışına kadar çıktı. Orada onunla vedala-şıp ona dua etti ve şöyle dedi: "Hergün bana haber ulaştır. Düşmanınla karşılaştığında o seninle savaşırsa, sen de savaş ve işini bitir, onlara fır­sat verme."

Ubeydullah b. Ziyad, bunların harekete geçtiklerini duyunca iki müfrezeyi yola çıkardı. Bunlardan biri Rebia b. Muharik komutasında idi ki, sayıları 3000 kişiden ibaretti. Diğer müfreze ise 3000 kişiden mü­teşekkil olup Abdullah b. Hamle'nin komutasında yola çıkmıştı. Ubey­dullah b. Ziyad: "Hanginiz hedefe daha önce varırsa komutan odur. iki­niz aynı anda varırsanız o zaman en yaşlınız komutan olur." dedi. Rebia b. Muharik Abdullah'tan daha önce Yezid b. Enes'in yanma vardı. İkisi Musul ile Küfe sınırında karşılaştılar. Yezid b. Enes, ağır hastaydı. Bu­na rağmen adamlarını cihada teşvik ediyor, askeri birlikleri denetliyor, ama başkaları tarafından bir tahtırevan üzerinde taşınıyordu. O, adamlarına şöyle diyordu:

"Eğer ben ölürsem komutanınız Abdullah b. Damure el-Fezarî'dir. O şu anda sağ cenahın komutanıdır. Eğer o da ölürse komutanınız, sol cenah komutam Mis'ar b. Ebi Mis'ar olacaktır." Verka b. Halid el-Esedî, süvarilerin komutanıydı. O ve adlarını saydığımız bu üç komutan, dört bölüğün komutanlarıydılar. Yezid b. Enes bu konuşmasını hicretin alt-mışaltmcı senesinin arefe gününde sabahleyin gün ışırken yapmıştı. Onlar ve Şamlılar birbirlerine girdiler. Aralarında şiddetli bir çarpışma cereyan etti. Her iki taraftan da sağ ve sol kanatları büyük bir sarsıntı geçirdi. Sonra Verka, süvarilere saldırdı. Onları hezimete uğrattı. Şam­lılar kaçtılar. Komutanları Rebia b. Muharik Öldürüldü. Muhtar'm as­kerleri de Şamlıların garnizonundaki eşyaları ganimet edindiler. Şam­lıların firar edenleri geri döndüklerinde diğer komutan Abdullah b. Hamle ile karşılaştılar. Onlara durumlarını sordu, onlar da anlattılar. Onlarla birlikte geri döndüler. Hepsi birlikte Yezid b. Enes'in yanma doğru gittiler. Yatsı vakti onun yanma vardılar, geceyi iki tarafta ateş­kes içinde geçirdiler. Sabah olunca eski nizamlarını alarak karşı karşı­ya geldiler. Günlerden de hicretin altmışaltına senesinin kurban bay­ramının birinci günü idi. İki taraf şiddetlice savaşmaya başladılar. Muhtar'ın askerleri, Şamlıların askerlerini yine hezimete uğrattılar. Komutanları Abdullah b. Hamle'yi öldürdüler. Ordugahlarmaakı eşya_ lan ganimet edindiler, onlardan üçyüz kişiyi esir aldılar^ Esirleri ye eş­yaları alıp son nefesini vermek üzere olan Yezid b. Enes e getirdiler. O da esirlerin boyunlarının vurulmasını emretti.

Yezid b. Enes, aynı gün vefat etti. Cenaze namazını halifesi Verka b. Amir kıldırdı ve onu defnetti. Adamlarının morali çöktü. Gizlice kaçıp Kûfe'ye gitmeye başladılar. Verka'da onlara şöyle dedi:

"Ey millet, ne düşünüyorsunuz? Duyduğuma göre İbn Ziyad, Şam'dan 80.000 askerle bize doğru gelmektedir. Ona karşı direnecek güce sahip olduğumuzu sanmıyorum. İşte komutanımız da Öldü. Bir grup adamınız da bizden ayrılıp memlekete döndü. Şimdi biz, komuta­nımızın ölümüne üzüldüğümüz için cepheden döndüğümüz görüntüsü­nü verirsek, bu bizim için olarla karşılaşıp ta bizi hezimete uğratmala­rından ve dolayısıyla mağlup olarak memleketimize dönmemizden da­ha hayırlı olur."

Diğer komutanlar da onun bu görüşüne muvafakat ettiler ve Kûfe'ye döndüler. Kûfeliler onların geliş haberini ve: Yezid b. Enes'in Öl­düğünü duyunca şehir halkı Muhtar'ı sarsmaya başladı ve: "Yezid b. Enes savaşta öldürüldü. Askerleri hezimete uğradı. Tez zamanda da îbn Ziyad buraya gelecek ve sizin kökünüzü kazıyıp milletin Öcünü siz­den alacaktır." dediler. Sonra da Muhtar'a karşı ayaklanmak üzere itti­fak edip onun yalana olduğunu söylediler. Onunla savaşmak ve netice­de onu aralarından çıkarıp kovmak üzere söz birliği ettiler. Onun yalan­cı biri olduğuna inanarak şöyle dediler: "Muhtar, Arap asıllı olmayan azatlılarımızı, eşrafımıza tercih etti. İbn Haneflyye'nin kendisine, Hü­seyin'in öcünü almasını emrettiğini iddia etti ama aslında İbn Hanefiy-ye ona böyle bir emir vermiş değildi. O, İbn Hanefiyye'nin adına yalan söylüyor"

Böyle dedikten ve aralarında ittifak ettikten sonra İbn Eşter'in Kûfe'den çıkmasını beklediler ki, onun çıkıp gitmesinden sonra Muh­tar'a hücum etsinler. Muhtar, onu, İbn Ziyad'la savaşmak üzere 7000 askerle Kûfe'den göndermeye karar verdi. İbn Ester, Kûfe'den çıkıp git­tikten sonra Hz. Hüseyin'in katillerinin de aralarında bulunduğu bazı önde gelen şahsiyetler, Şebes b. Ribi'nin evinde toplandılar. Muhtar'la savaşmaya karar verdiler, sonra harekete geçtiler. Her kabile, kendi li­deri komutasında Kûfe'nin bir tarafını tuttu. Sonra hükümet konağına doğru harekete geçtiler. Muhtar da Amr b. Sevbe'yi, İbrahim b. Eşter'e gizlice haberci olarak gönderdi ki, İbrahim b. Ester tez elden dönüp Kûfe'ye gelsin. Muhtar, bu haberciyi İbrahim b. Eşter'e gönderdikten sonra ayaklanan Kûfelilerin liderlerine haber gönderip onlara şöyle sordu: "Neyin intikamını almak istiyorsunuz? Niye ayaklanıyorsunuz? Ben bütün isteklerinizi yerine getireceğim." Böyle demekle onları İbra­him b. Eşter'in gelişine kadar oyalamak istiyordu. Sonra onlara yine şöyle dedi: "Eğer Muhammed b. Hanefiyye'nin bana talimat verdiğine dair söylediğim sözleri doğrulamıyorsanız kendi aranızdan bir heyet seçiri, ben de kendi adıma bir temsilci seçeyim ve bunlar hep birlikte Mu­hammed b. Hanefiyye'nin yanına gitsinler, durumu ona sorup öğrensin­ler"

Üç gün sonra İbn Ester gelinceye kadar Muhtar, Kûfelileri böylece oyalamış oldu. ibn Ester geldikten sonra Muhtar ve İbn Ester, ayakla­nan grubu ikiye paylaştılar. Muhtar, Yemenlilerin hakkından geleceği­ni îbn Ester de Şebes b. Ribi' komutasındaki Mudarlıların hakkından geleceğini söyledi. Bu da Muhtar'ın tavsiyesi üzerine olmuştu ki, İbn Ester kendi kavmi olan Yemenlilerle savaşmış ve dolayısıyla Yemenli­lere karşı şefkat göstermiş olmasın. Çünkü Muhtar, Yemenlilere karşı şiddetli bir düşmandı.

İki taraf, Kûfe'nin dört bir yanında şiddetlice savaşmaya başladı­lar. İki taraftan da çok sayıda adam öldü. Burada anlatımı uzun sürecek çok savaş fasılları ve halleri cereyan etti. Eşraftan bir topluluk öldürül­dü. Aralarında Abdurrahman b. Said b. Kays el-Kindî de vardı. Onun kavminden 780 kişi öldürülmüştü. Mudar kabilesinden de on küsur adam öldürülmüştü. O gün, Cubanetü's-Sebi adıyla bilinir. Savaşın ce­reyan ettiği gün, hicri altmşaltmcı senenin zilhicce ayının bitimine altı gün kala çarşamba günü idi. Sonra Muhtar, düşmanlarına muzaffer ol­du. Onları yendi. 500 esir ele geçirdi. Esirler kendisine arzedildiklerin­de: "Bunlardan Hüseyin'in öldürülmesine katılanlar varsa hemen öldü­rün." dedi. Böylece esirlerden 24O'ı öldürüldü. Ayrıca Muhtar'ın emri ol­maksızın da adamları kendilerine daha önce eziyet etmiş olan esirleri de öldürdüler. Geri kalanlar, serbest bırakıldılar. Hz. Hüseyin'in öldü­rülmesi hadisesine karışmış olan Amr b. Haccac ez-Zebidî kaçıp gitti, ama nereye gitti bilinemedi. [10]

 

Hz. Hüseyin'i Öldüren Birliğin Komutanı Şîmr B. Zilcevşenin Öldürülmesi

 

Küfe eşrafı, Basra'ya Mus'ab b. Zübeyr'in yanma kaçtı. Kaçanlar­dan biri de lanetli Şimr b. Zilcevşen idi. Muhtar, onu yakalamak için pe­şine, Zerneb adlı bir kölesini yolladı. Zerneb ona yaklaştığında Şimr, adamlarına: "Siz ilerleyin, beni arkada bırakın, sanki beni bırakıp kaç­mış gibi davranın ki şu kafir, beni öldürmeye ümitlensin." dedi. Arka­daşları ilerlediler. Şimr, geride kaldı. Zerneb, ona yaklaştı. Şimr, üzeri­ne atılarak Zerneb'in belini kırdı ve onu öldürdü. Sonra da cesedini ora­da bırakıp kendisi yoluna devam etti. Basra'da bulunan Mus'ab b. Zü-beyr'e bir mektub gönderdi. Kendisinin Basra'ya geldiği haberim vere­rek onu korkuttu. Bu savaştan kaçanların hepsi Mus'ab'm yanma Bas­ra'ya gidiyorlardı. Şimr, konakladığı Kelbaniye kasabasının yanında nehir kıyısındaki bir tepede beklemekte iken oranın Müslüman olma-mış kölelerinden birini bir mektubla Mus'ab'a gönderdi. Bu köle yolda başka bir gayr-ı müslim köle ile karşılaştı. Köle, mektubu götürmekte olan diğer köleye, nereye gittiğini sorunca, Mus'ab'a gittiğini söyledi. O'da kimin tarafından gönderildiğini sorunca Şimr tarafından gönde­rildiğini söyledi. Bunun üzerine o: "Haydi benimle birlikte efendimin yanına gel." dedi, gittiler. Efendisinin Ebu Amre olduğunu gördüler. Ebu Amre Muhtar'm muhafız komutanı idi. O da Şimr'i yakalamak için bineğine binmiş ve harekete geçmişti. Gayr-i müslim köle, Şimr'in yeri­ni ona bildirdi. Ebu Amre de Şimr'i yakalamak üzere yola çıktı. Adamla­rı Şimr'e oradan ayrılmasını tavsiye ettilerse de o: "Bunların hepsi ya­lancı Muhtar'm fırkalarıdır. Vallahi üç güne kadar ben buradan ayrıl­mayacağım ki, kalplerine korku doldurayım." dedi.

Ancak gece olunca Ebu Amre, süvarileri ile onlara baskın yaptı. On­ları ansızın yakaladı. Bineklerine binme ve silahlarını kuşanma nrsatı vermedi. Şimr b. Zilcevşen, Ebu Amre'nin süvarilerine saldırdı. Çıplak halde iken onlara mızrak attı. Sonra çadırına girdi, içerden bir kılıç çı­kardı, savaşmaya başladı ve şöyle dedi:

"Bir ormanın kahraman bir aslanını uyandırdınız,

Asık yüzlüdür, suratı zaten beli kırıyor,

Bir gün olsun bir düşmandan kaçmadı.

Hep böyledir o, savaşır ve öldürür.

Aralıksız vurur, onlara karşı kılıcını kana doyurur."

Sonra Şimr, kendini savunmaya devam etti. Nihayet öldürüldü, adamları yenik düşmüş halde iken Muhtar'm: "Allahü Ekber, murdar adam öldürüldü." deyişini işittiklerinde Şimr'in öldürülmüş olduğunu anladılar. Allah, ona lanet etsin ve onu kahretsin.

Ebu Mihnef, Yunus b. Ebi îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muhtar, Cubanetü's-Sebi savaşı dönüşünde hükümet konağına yönel­diğinde esirler arasında bulunan Züraka b. Mirdas, yüksek sesle ona şöyle hitab etti:

"Bu gün beni serbest bırak, ey Muad kabilesinin en hayırlı adamı, Ey vadilere ve şehirlere konanların hayırlısı, Ve ey telbiye getirip namaz kılan ve secde getirip oruç tutanların en hayırlısı."

Muhtar da bu çağn üzerine onu zindana gönderdi. Bir gece tutuklu bıraktıktan sonra ertesi gün serbest bıraktı. Oda Muhtar'a dönüp şöyle dedi:

"Ebu İshak'a haber götür bizden, Karşı çıkışımız aleyhimize oldu diye, îsyan ettik: "Karşımızdakiler zayıftır." deyip, Fakat bu çıkışımız azgınlık ve utanç oldu. Onları, saflarında iken az görüyorduk. Ama karşılaştığımızda onlar, tepeler ve yığınlar gibiydiler. Onları görünce üzerlerine atıldık.

Onları görünce bir de baktık ki, onlar üzerimize atıldılar. Öldürücü darbeler aldık onlardan, İsabetli mızrakları geri çevirdi bizi, Sen her gün düşmanına muzaffer oldun. Hüseyin'in intikamını isteyen her birlikle, Muhammed'in Bedir'de muzaffer oluşu gibi, Ve Hüneyn'deki o büyük gün gibi, Adil ol, eğer mülkü ele geçirirsen,

Sakın bizler gibi olma, çünkü biz haksızlık eder ve zulmederiz Tevbemi kabul buyur,

Eğer beni affetmeyi kendin için bir yol edinirsen ben sana teşekkür ederim."

Züraka b. Mirdas, göklerle yer arasında alaca atlar üzerinde melek­ler gördüğünü yeminle söyledi ve kendisini o meleklerden birinin esir aldığını ifade etti. Muhtar da minbere çıkıp bu durumu insanlara anlat­masını emretti. Oda minbere çıkarak bu manzarayı gördüğünü insanla­ra anlattı. Minberden indikten sonra Muhtar, onu bir kenara çekip şöy­le dedi: "Senin melekleri görmediğini biliyorum, ancak böyle demekle seni öldürmememi istedin, seni öldürmeyeceğim. Dilediğin yere git ki, adamlarımın arasına fesat katmayasın ve onları bozmayasın."

Süraka da kalkıp Basra'ya Mus'ab b. Zübeyr'in yanma gitti ve şöyle dedi:

"Benden haber götür Ebu îshak'a,

Parlak doru atlar gördüm diye,

Ben sizin vahyinizi inkar ettim.

Ve ölünceye kadar sizinle savaşmayı adadım.

Sizin görmediğinizi gözlerim görüyor,

İkimiz de neyin saçma olduğunu çok iyi biliriz.

Onlar derlerse, ben onlara siz yalan söylüyorsunuz derim,

Onlar savaşa çıkarlarsa, ben de onlara karşı teçhizatımı kuşanı-

rım.

Muhtar, daha sonra adamlarına bir nutuk irad etti, nutkunda onları Kûfe'de ikamet etmekte olan ve Hz. Hüseyin'i öldüren kimselerden Öc almaya teşvik etti. Şöyle dedi: "Hüseyin'i öldürenlerin dünyada sağ ve güvenlik içinde dolaşmalarına göz yumduğumuz takdirde bizim güna­hımızın ne olacağım biliyor musunuz? O zaman biz, Muhammed ailesi­nin ne kötü yardımcıları oluruz. Yine o zaman ben, sizin de adlandırdığı­nız gibi yalancı biri olurum. Onlara karşı Allah'tan yardım diliyorum. Onları vuran bir kılıç, onları yaralayan bir mızrak olarak beni kullanan Allah'a hamd ederim. Muhammed ailesinin öcünü almak, onların hak­kını yerine getirmek isteyen bir kimse olarak beni oraya süren Allah'a hamdederim. Onları öldürenlerle savaşmak ve onları öldürmek Al­lah'ın hakkıdır. Onların kadrini bilmeyenleri zelil kılmak, yine Allah'ın hakkıdır. Onları zehirleyin, sonra peşlerine düşün. Ta ki onları öldüre-siniz, yeryüzünü onlardan temizlemedikçe, şehirde bulunanlarını da sürgün etmedikçe, yemek ve içmek bana haram olsun."

Böyle dedikten sonra Kûfe'deki katilleri araştırmaya başladılar. Adamları katilleri bulup getirince o da onlara yaptıkları işkenceye uy­gun bir ölüm tarzını tatbik ediyor ve öldürülmelerini emrediyordu. Ki­mini ateşte yakıyor, kiminin elini ayağını kesiyor ve ölüme terkediyor-du. Kimine de ölünceye kadar ok yağdırıyordu. Malik b. Bişr'i huzuruna getirdiklerinde Muhtar, ona şöyle sordu:

- Hüseyin'in bornozunu sen mi başından çıkarmıştın?

- Aslında biz istemiyerek onunla savaşmaya gittik, bizi zorladılar, şimdi sen bize lütfet.

Muhtar adamlarına: "Bunun ellerim ve ayaklarını kesin." diye emir verdi, onlar da bu emri yerine getirdiler ve Malik'i o haliyle bıraktılar, O da ölünceye kadar orada çırpındı ve nihayet öldü.

Muhtar, Hz. Hüseyin'in katillerinden Abdullah b. Üseyd el-Cühenî'yi ve diğerlerim de en feci şekilde Öldürdü. [11]

 

Hz. Hüseyinin Başını Koparan Havla B. Yezid El-Esbahfnin Öldürülmesi

 

Muhtar, bunu yakalatmak için muhafız komutanı Ebu Amre'yi gön­derdi. Ebu Amre, gidip evine baskın yaptı, karısı çıktı. Karısına onun nerede olduğunu sordular. O da: "Nerede olduğunu bilmiyorum." dedi. Ama kocasının gizlenmekte olduğu yeri eliyle gösterdi. Kadın, Hz. Hü­seyin'in başım koparıp eve getirdiği günden beri kocası Havla b. Yezid'e öfke duyuyordu. Bu sebeple onu kınıyordu. Kadının adı, Abuk binti Ma­lik b. Nehar b. Akreb el-Hadremî idi. Ebu Amre ve askerleri içeri girdi­ler. Havla b. Yezid'in, içeride başının üzerine bir zenbil koymuş olduğu­nu ve öylece gizlendiğini gördüler. Yakalayıp Muhtar'm yanma götür­düler. Muhtar da onun, evine yalan bir yerde öldürülmesini ve sonra da cesedinin yakılmasını emretti.

Muhtar, Hüseyin'in öldürüldüğü gün Hz. Ali'nin oğlu Abbas'ın eş­yalarını yağmalayan Hakim b. Fudayl es-Senbesî'yi yakalamak için adam gönderdi, ancak Hakim yakalanınca ailesi kaçıp Adiy b. Hatim'e sığındı- Adiy b. Hatim de kalkıp Muhtar'm yanma geldi ve Hakim'in öl-dürülmemesi için tavassutta bulundu. Hakim'i yakalayanlar, kendile­rinden önce Adiy b. Hatim'in Muhtar'm yanma giderek tavassutta bu­lunmasından ve Hakim'i affettirmesinden korktukları için Adiy b. Ha­tim'in Muhtar'm yanına varmasından önce onu yolda öldürdüler. Adiy, Muhtar'm yanma gitti, tavassutta bulundu. Muhtar da onun ricasını kabul etti, ancak adamları Hakim b. Fudayl'ı öldürdükten sonra Muh­tar'm yanma döndüler. Adiy b. Hatim durumu öğrenince onlara kızdı. Ağır sözler sarfetti, öfkeli halde kalkıp gitti. Boş yere Muhtar'm minneti altına girdi.

Muhtar, Abdullah b. Müslim b. Ukayl'm katili Yezid b. Verka'yı ya­kalatmak için de adam gönderdi. Gönderilen adamlar, Yezid b. Ver-ka'nm evini çembere aldılar. Dışarı çıkan Yezid, evini kuşatanlarla sa­vaşmaya başladı. Onu ok ve taş yağmuruna tuttular. Nihayet düştü, sonra onu can çekişmekte iken yaktılar.

Muhtar, Hüseyin'i öldürdüğünü iddia eden Sinan b. Enes'i yakalat­mak için de adamlarım gönderdi. Görevlendirilen adamları gidip evine baktıklarında Sinan'ın Basra'ya veya Cezire'ye kaçmış olduğunu gör­düler, evini yaktılar.

Muhammed b. Eş'as b. Kays da Mus'ab b. Zübeyr'in yanına kaçan­lardandı. Muhtar, onun evinin de yıkılmasını ve evinin taşları ile ayrı yerde Ziyad tarafından yıkılan Hicr b. Adiy için bir ev yapılmasını em­retti. [12]

 

Hüseyin'i Öldürenlerin Emiri Ömer B. Sa'd B. Ebi Vakkas'ın Öldürülmesi

 

Vakidî dedi ki: Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.), bir gün oturmakta iken kö­lelerinden biri yanma geldi. Kölenin topuklarından kan akmaktaydı. Sa'd, ona sordu:

- Bunu sana kim yaptı?

- Oğlun Ömer.

- Allah'ım, onu öldür ve onun da kanını akıt.

Sa'd, duası kabul edilen bir kimseydi.                                      

Muhtar, Kûfe'ye gittiğinde Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas, Hz^Alı ye yakınlığından dolayı Muhtar'm dostu olan Abdullah b. Ca'de b. Hubey-re'nin yanma gidip ondan eman diledi. O da Muhtarım yanma gitti ve Ömer b. Sa'd için eman aldı. Eman mektubunun ıçengı şuydu:  itaat ettiği, eşyasının yanında durduğu ve şehir dışına çıkmadığı, ayrıca abdes-tini bozmadığı sürece onun canı güvendedir."

Ömer b. Sa'd, Muhtar'm kendisini öldürmek istediğini öğrenince geceleyin evinden çıktı. Mus'ab ve Ubeydullah b. Ziyad'm yanma git­mek istiyordu. Muhtar'm bazı yakınları durumu ona haber verdiler. Muhtar da: "Bundan daha büyük bir hadise olur mu hiç?" dedi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu sözleri Muhtar'a azatlılarından biri söylemiştir Azatlının; "Evinden ve eşyalarının arasından çıkıp gidiyor musun? Geri dön." demesi üzerine Ömer b. Sa'd geri dönmüştü. Sabah olduğunda da Muhtar'a haber göndererek: "Sen verdiğin emanı hala ge­çerli sayıyor musun?" diye sormuştu. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ömer b. Sa'd'm kendisi Muhtar'm yanına gitmiş ve emanm geçerli olup olmadığını bizzat ona sormuş, o da kendisine "Otur" diye emrede­rek meclisinde oturtmuştu.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre de Ömer b. Sa'd, Abdullah b. Ca'de'yi Muhtar'a göndererek ona bu soruyu sordurmuş, Muhtar da ona "Otur" diyerek meclisinde oturtmuştu. Oturunca da Muhtar, muhafız komutanına "Git ve onun başını bana getir." diye emir vermiş, komutan da gidip Ömer b. Sa'd'ı öldürerek başını koparıp Muhtar'a getirmişti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muhtar, bir gece şöyle demiş­ti: "Yarın ayakları büyük, gözleri çukurda olan gür kaşlı bir kimseyi öl­düreceğim ki, onun öldürülmesine mü'minler ve gözde melekler de sevi­neceklerdir."

Heysem b. Esved, bu esnada Muhtar'm meclisinde hazır bulunduğu için Muhtar'm bu sözle Ömer b. Sa'd'ı öldürmek istediğinden şüphelen­miş ve bunun üzerine oğlu Garsan'ı Ömer b. Sa'd'a göndermiş ve onun öldürüleceği haberini vermişti. Ömer b. Sad da: "Bana bu kadar teminat ve söz verdikten sonra Muhtar beni nasıl Öldürür?" diyerek şaşkınlığını izhar etmişti. Muhtar, Kûfe'ye gelişinde halka önceleri iyi davranmış ve Ömer b. Sa'd'a da herhangi bir hadise meydana getirmemesi şartıyla em an vermişti.

Ebu Mihnef, Ebu Cafer el-Bakır'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muhtar, Ömer b. Sa'd'm helaya girmemesini ve orada abdestini bozma­masını şart koşarak eman vermişti. Sonra Ömer b. Sa'd, yine huzursuz oldu. Abdestini bozmak için helaya girmesine müsaade edilmediğinden dolayı bir mahalleden başka bir mahalleye gidiyordu, sonra da evine dö­nüyordu. Muhtar, onun bir yerden başka bir yere intikal ettiğini duyun­ca şöyle demişti: "Hayır, vallahi onun boynunda bir zincir vardır. Onu gerisin geri döndürecektir. Uçsa bile Hüseyin'in kam onu yakalayacak ve ayağından tutacaktır." Böyle dedikten sonra Muhtar, onun peşine Ebu Amre'yi gönderdi. Ömer b. Sa'd, ondan kaçmak isterken ayağı cüb-besine takıldı, yere düştü. Ebu Anire de kılıçla vurdu ve onu öldürdü.

Başını koparıp kaftanının altında gizleyerek getirdi ve Muhtar'm önü­ne bıraktı. Muhtar da yanında oturmakta olan Ömer b. Sa'd'ın oğlu Haf-sa'ya: "Şu başı tanıyor musun?" diye sorunca Hafs; "İnnâ lillâh ve Wâ ileyhi râcîûn. Evet, bu başı tanıyorum, bunun sahibi öldükten sonra be­nim için artık yaşamakta hayır yoktur." demiş, sonra Muhtar emir vere­rek onun da boynunu vurdurmuş ve başını babasının başının yanma ko­yarak şöyle demişti:

"Şu baş, Hüseyin'in başına, şu baş ta Hüseyin'in oğlu Aliyyü'1-Ek-ber'in başına karşılıktır. Başka da yoktur. Allah'a yemin ederim ki eğer Hüseyin'in basma karşılık Kureyşlilerin dörtte üçünü dahi öldürsey-dim, onların tamamı Hüseyin'in bir parmak ucuna dahi bedel olamaz­lardı."

Bundan sonra Muhtar, Ömer b. Sa'd ile oğlu Hafs'm kesik başlarını Muhammed b. Hanefıye'ye gönderdi. Ayrıca ona bir mektub ta gönder­di, mektubta şunlar yazılıydı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

Ali'nin oğlu Muhammed'e, Muhtar b. Ebi Ubeyd'den. Selam sana, ey Mehdi! Doğrusu ben kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'ı överek sana hitab ediyorum. İmdi Cenâb-ı Allah, beni düşmanlarınızdan inti­kamınızı almak için göndermiştir. Düşmanlarınız ya öldürülür ya da esir alınır veya sürgün edilir. Katilinizi öldüren ve destekçilerinize yar­dım eden Allah'a hamdolsun. Sana Ömer b. Sa'd ile oğlunun kesik başla­rını gönderdim. Biz, Hüseyin'i ve ehl-i beytini katleden kimseleri gücü­müzün yettiği kadarıyla yakalayıp öldürdük. Kalanlar da Allah'ın hük­münden kaçıp kurtulamayacaklardır. Ben onlardan hiçbiri yeryüzünde kalmaymcaya kadar peşlerini bırakacak değilim. Ey Mehdi, bana gö­rüşlerini yaz ki, o görüşlere uyayım ve o doğrultuda hareket edeyim. Ey Mehdi, Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun."

İbn Cerir, Muhammed b. Hanefıyye'nin Muhtar'a cevap yazdığını anlatmıyor. Mamafih İbn Cerir, bu faslı detaylıca ele almış ve açıklama­larım uzatmıştır. Sözlerinden de anlaşıldığı gibi o, Muhtar'a sempati besleyen bir kimsedir. Bu yüzden bu konuyu Ebu Mihnef, Lut b. Yah­ya'nın rivavetleriyle genişletmiştir ki, Ebu Mihnef te rivayetleri husu­sunda itham edilen, özellikle Şiilik bakımından zan altında tutulan bir kimsedir. Bu konuda Şiiler için aşırılık vardır. Çünkü bu konuda Hz. Hüseyin'in ve aile efradımn katillerinden öc alınmasından söz edilmek­tedir. Kuşkusuz onun katillerini öldürmek zorunlu idi. ilk olarak bu ışı yapmak, kaçırılmaması gereken bir firsatm değerlendirilmesi ıdı, ama Cenâb-ı Allah, bu işi yalancı Muhtar'm eliyle gerçekleştirmeyi taxmr buyurmuştur. O Muhtar ki, kendisine vahiy geldiğini iddia edere* Katır olmuştu. Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle ^^r^Vr^î" su Cenâb-ı Allah, bu dini facir bir adamla da kuvvetlendirir.  Yüce Al-

lah, kitaplann en faziletlisi olan kitabında şöyle buyurmuştur: "Zalim­lerin bir kısmını, kazandıklarından dolayı diğer bir kısmına böylece mu­sallat ederİZ." (el-Enâm, 129.)

Şairin biri de bu hususta şöyle demiştir:

"Hiç bir el yoktur ki, Allah'ın eli onun üstünde olmasın.

Ve yine hiç bir zalim yoktur ki, başka bir zalim ile imtihan edilmesin ve belasını bulmasın."

İleride biyografisi anlatılırken de görüleceği gibi Muhtar, yalancı ve iftiracı bir kimse olup ehl-i beyte yardımcı olmak iddiasında olan sahte­kar biridir. Buna dair deliller, onun biyografisinden bahsedilirken orta­ya konulacaktır. Hakikatte o, Kûfe'deki ayak takımı Şiilerin gelip etra­fında toplanmalan için bu söylediklerimizi kendine maske edinmişti ki, Şiiler üzerinde hakimiyet kursun, onlan kullanarak muhaliflerine sal­dın yapsın.

Cenâb-ı Allah, daha sonra onlara intikam alıcı birini musallat et­miştir ki, o da Rasûlullah (s.a.v.)'m Ebu Bekr'in kızı Esma'ya hitaben irad ettiği şu hadisinde geçen yalancı kişinin ta kendisidir: "Doğrusu Sakif kabilesinde yalancı ve bir de katil bir kimse olacaktır." Yalancı, iş­te Muhtar'dır. O, Şii olduğunu iddia ediyor ve Öyle bir görüntü sergili­yordu. Katile gelince, o da Haccac b. Yusuf es-Sakafi'dir. Abdülmelik b. Mervan tarafından Kûfe'ye vali olarak atanmıştı. Haccac, Muhtar'ın tersine sert, zalim ve kına bir kimseydi. O, Muhtar gibi nübüvvet iddia­sında bulunmuyordu. Kendisine yükseklerden vahiy indiğini söylemi­yordu.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Muhtar, Müsenna b. Mahreme el-Abdfyi Basra'ya gönderdi ki, yapabildiği kadanyla Basralılan kendi saflarına çağırsın. Müsenna, Basra'ya gitti. Orada bir mescid inşa etti ki, Basralüar gelip orada toplansın. Mescid inşa edildikten sonra Basra-lılar gelip oraya toplanınca, onlan Muhtar'ın saflanna katılmaya çağır­dı. Daha sonra Verik şehrine gitti. Orada ordugah kurdu. Kendisi azle-dipte yerine Mus'ab'm atanmasından önce Basra valisi iken Haris b. Abdullah b. Rebi el-Kubba, güvenlik kuvvetlerinin komutanı Abbad b. Husayn ve Kays b. Heysem komutasında bir askeri birlik teşkil ederek Müsenna'nm üzerine gönderdi. İki taraf çarpıştılar ve şehri Müsen-na'mn elinden aldılar. Askerlerini de bozguna uğrattılar. Basrahlara Abdülkays kabilesi de destek verdi ve bu kabile, bir miktar askeri Bas­ra'ya gönderdi. Ahnef b. Kays ile Abdurrahman el-Mahzumî'nin oğlu Amr da iki taran banştırmak için harekete geçtiler. Malik b. Mesma da onlara yardım etti. Neticede iki taraf ateşkes ilan edip birbirlerinden uzak durdular. Müsenna da az sayıda ve mağlup olan askerleriyle bir­likte Muhtar'ın yanma döndü. Ama adamlanmn çoğu öldürülmüş ve mallan yağmalanmıştı. Müsenna, Ahnef ve diğer komutanlar vasıtası ile yapılan barışı Muhtar'a anlattı. Muhtar da Ahnef e ve diğerlerine kendi saflarına katılacaklarını umarak mektublar yazdı. Ahnef b Kays'a yazdığı mektub şöyleydi:

"Muhtar'dan Ahnef b. Kays'a ve tarafındaki komutanlara.

Siz banş yaptınız, ama bundan sonra Mudarlılann Rabia oğulları kolunun vay haline! Ahnef, kendi milletini Cehennem'e sürüklüyor. Ar­tık onlar için oradan geri dönüş imkanı yoktur. Kaderinizde yazılanlan sizden savacak güçte değilim. Duyduğuma göre siz beni yalancı diye ad­landırmışsınız. Gerçi benden önce peygamberler de yalancı diye adlan­dırıldılar. Ben onlardan daha hayırlı değilim ya."

İbn Cerir, Şa'bi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Basra'ya gittim. Ahnef b. Kays'ın bulunduğu meclise gidip otur­dum. Mecliste bulunanlardan biri bana sordu:

- Sen kimlerdensin?

- Kûfeli bir adamım.

- Siz bizim kölelerimiz siniz.

- Bu nasıl oluyor?

- Çünkü sizi, Muhtar'ın adamları olan kölelerinizin elinden kur­tardık.

- Hemedanlı birşeyhin bizim ve sizin hakkınızda ne dediğini bili­yor musun?

- Ne demiş?

- Şöyle demiş:

"Övündünüz, köleleri Öldürdünüz diye,

Bir defasında da doğru ve adil kimseleri hezimete uğrattınız.

Bize karşı övünürseniz Cemel savaşında,

Size yaptıklanmızı hatırlayınız.

Sakalını boyayan ihtiyarlannızı, parlak yüzlü ve eline kına yakmış gençlerinizi mahvettik.

Bir adamınız zırhı içinde yalpalayarak geldi,

Onu deve kurban eder gibi boğazlayıp öldürdük.

Sizi affettik ama affımızı unuttunuz,

Yüce Allah'ın nimetini inkar ettiniz,

Hüseyin'e karşılık onlardan,

Ve kavminizden bir kısmını öldürdünüz ki, bu iyi bir karşılık değildir."

Ahnef öfkelendi ve: "Ey çocuk! Şu sayfayı getir" dedi. Sayfa getirildi. Sayfada şunlar yazılıydı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

Muhtar b. Ebi Ubeyd'ten Ahnef b. Kays'a.

İmdi Mudarlılann Rebia oğulları kolunun vay halme! Çünkü Ah­nef, kendi kavmini Cehennem'e sürüklüyor ve oradan gen donuşlenne de imkan yoktur. Duyduğuma göre sizler, beni yalancı diye itham edi-yormuşsunuz. Ben yalancılıkla itham ediliyorsam bilin ki, benden önce peygamberler de yalancı diye itham edilmişlerdir. Ben onlardan daha hayırlı değilim."

Bundan sonra Ahnef şöyle dedi: "Bu, bizden midir yoksa sizden mi­dir?" [13]

 

Fasıl

 

Muhtar, îbn Zübeyr'in kendilerine karşı tetikte durduğunu ve göz­lerine uykunun girmediğini, ayrıca Abdülmelik'in İbn Ziyad komuta­sında Şamlı askerleri büyük bir kitle olarak kendisinin üzerine gönde­receğini anlayınca İbn Zübeyr'i etkilemeye ve güvenini kazanmaya ve onu tuzağa düşürmeye çalıştı. Ayrıca ona şöyle bir mektub gönderdi:

"Ben senin emrini dinlemeye, sana itaat etmeye, sana Öğüt vermeye karar verdim ve bu şartla sana be/at ettim. Ancak benden yüz çevirdi­ğini görünce senden uzaklaştım. Eğer daha önce bana verdiğin söze bağ­lı isen ben de senin emrini dinleyecek ve sana itaat edeceğim."

Ancak Muhtar, bütün bu yaptıklarını Şiilerden gizliyordu. Bir kim­se kendisine bu gibi şeylerden söz edince o kendisinin bu gibi şeylerden herkese nisbetle daha uzakta olduğunu söylüyordu. Mektubu İbn Zü-beyr'e ulaştığında îbn Zübeyr, onun samimi mi, yoksa yalancı mı oldu­ğunu anlamak istedi. Ömer b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam el-Mahzumî'yi yanına çağırarak ona: "Hazırlan, seni Kûfe'ye vali tayin et­tim. Oraya git." dedi. Ömer b. Abdurrahman da: "Nasıl olur, orada Muh­tar var?" deyince İbn Zübeyr: "O emrimizi dinleyecğini ve bize itaat ede­ceğini iddia ediyor." dedi. Ömer b. Abdurrahman'a gerekli hazırlığı ya­pabilmesi için 40.000 dirhem kadar para verdi. Ömer b. Abdurrahman da yola çıktı. Yolda Muhtar tarafından gönderilen Zaide b. Kudame ile karşılaştı. Zaide'nin komutasında 500 zırhlı süvari vardı. Ayrıca 70.000 dirhem para da vardı. Muhtar, bunu Zaide'ye vermişti. Zaide, yola çı­karken Muhtar ona: 'Mallan ve paraları Ömer b. Abdurrahman'a ver, geri dönüp giderse ne âlâ, aksi takdirde adamlarını ona göster ve geri dönmesini sağlayıncaya kadar onunla savaş." demişti. Ömer b. Abdur­rahman, işin ciddiyetini anlayınca paraları aldı ve Basra'ya döndü. Vali Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia'nın yanında İbn Muti ile bir toplantı yap­tı. Bu hadise, Müsenna b. Mahreme'nin harekete geçmesinden ve Mus'ab b. Zübeyr'in oraya ulaşmasından önce vuku bulmuştu.

Abdülmelik b. Mervan da amcası oğlu Abdülmelik b. Haris b. Ha-kem'i bir askeri birliğin başında Vadi'l-Kurâ'ya göndermişti ki, Medi­ne'yi İbn Zübeyr'in valisinin elinden alsın.

Muhtar da İbn Zübeyr'e mektub göndererek diliyorsa yardıma gelebileceğini bildirmişti. Bu mektubu yazmakla aslında o, İbn Zübeyr'i tu­zağa düşürmek istiyordu, ibn Zübeyr de ona şu mektubu gönderdi.

"Eğer bana itaat etmeye devam ediyorsan bu teklifini uygun görü­rüm ve Şamlılarla savaşmamız için bize destek ve takviye olsunlar diye Vadi'l-Kurâ'ya bir askeri birlik gönder." Bu mektubu alan Muhtar, Şu-rahbil b. Vers el-Hemedanî komutasında 3000 kişilik bir askeri birlik hazırladı. Bu birlikte sadece 700 Arap askeri vardı. Hazırlanan askeri birliğin komutanı Şurahbil'e şu talimatı verdi: 'Tola devam et ve Medi-ne'ye git. Medine'ye girdiğinde bana bir mektub yaz ve emrimi bekle." Muhtar, aslında Medine'yi İbn Zübeyr'den almak istiyordu. Sonra da oradan Mekke'ye giderek orada bulunan İbn Zübeyr'i kuşatma altına al­mak niyetinde idi. İbn Zübeyr, bir taktik gereği Muhtar'ın bu askeri bir­liği göndermesinden endişe etti. Abbas b. Sehl b. Sa'd es-Saidî'yi 2000 askerle harekete geçirdi. Ona, bedevilerden yardım istemesini emretti ve şöyle dedi: "Onları bana itaatkar görürsen ne âlâ, aksi takdirde Allah onları helak edinceye kadar onlara tuzak kur." Abbas b. Sehl de yola çık­tı. Nihayet Rakim'de İbn Vers ile karşılaştı. İbn Vers, askerlerinin ba­şındaydı. Abbas ile İbn Vers, bir su kenarında toplantı yaptılar. Abbas, İbn Vers'e sordu:

- Siz, îbn Zübeyr'e itaat etmiyor musunuz?

- Ediyoruz.

- İbn Zübeyr, Vadi'l-Kurâ'ya gitmemizi ve oradaki Şamlılarla sa­vaşmamızı bana emretti.

- Ben sana itaat etmekle emrolunmadım. Aksine İbn Zübeyr bana, Medine'ye girmemi, sonra da Muhtar'a mektup yazıp emrini dinlememi emretti.

Abbas, İbn Vers'in maksadını anladı. Ama anladığını belli etmedi ve ona: "Senin görüşün daha iyidir. Görüşüne göre hareket et." dedi. Sonra yanından kalkıp gitti ve onlara deve, koyun ve un gönderdi. Onların gı­daya çok aşırı ihtiyaçları vardı, şiddetli derecede aç idiler. Gönderilen hayvanları kesip etlerini pişirdiler. Unu hamur edip pişirerek ekmek yaptılar. Etleri ve ekmekleri su kenarında yediler. Gece olupta karanlık bastırınca Abbas b. Sehl onlara ani bir baskın yaptı, komutanlarını öl­dürdü. Askerlerden de yetmiş kadarım öldürdü. Çok sayıda adamlarım esir aldı. Geride kalan az sayıdaki askerler de hüsrana uğramış olarak beldelerine, Muhtar'ın yanma döndüler.

Ebu Mihnef, Yusuf un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abbas b. Sehl, İbn Vers ile askerlerinin yanına varırken şöyle diyordu:

"Ben Sehl oğlu kahramanım, geri çekilen değilim» Koçlar geri çekildiklerinde ben atılganım. Uzun boylu bahadırların tepesine,

Ürküntü gününde yere yıkıhncaya dek kılıçla vururum."

Muhtar, adamlarının hezimete uğradıklarını haber alınca kalkıp askerlerine hitaben şöyle bir konuşma yaptı:

"Şerli facirler, seçkin ve salih kimseleri öldürdüler. Bilesiniz ki bu, mukadder bir durumdu. Allah'ın takdiri idi." Bundan sonra Muham-med b. Hanefiyye'ye bir mektub yazarak bu mektubu Salih b. Mesud el-Eshamî ile gönderdi. Mektubunda kendisine yardım etmek amacıyla Medine'ye bir askeri birlik gönderdiğini ve bu askeri birliğe îbn Zübeyr askerlerinin ihanet ettiklerini anlattı. Eğer uygun görürse Medine'ye başka bir askeri birlik gönderebileceğini, ona kendisi adına elçiler gön­dereceğini ifade etti. îbn Hanefiyye de kendisine şu cevabî mektubu gönderdi:

"İşler arasında en çok sevdiğim, Allah'a itaat ettiğim iştir. Ben, gizli açık her durumda Allah'a itaat ediyorum. Şunu bil ki, eğer ben savaş­mak isteseydim, insanların hızla yanıma geleceklerini ve yardımcıları­mın çoğalacaklarını biliyorum, ama ben onlardan ayrı yaşıyorum. Al­lah'ın, benim hakkımda hükmünü vereceği zaman gelinceye dek sabre­deceğim. O, hüküm verenlerin en hayırlısı dır." Bu mektubu yazıp Salih b. Mesud'a verirken Muhammed b. Hanefiyye ona şöyle dedi: "Muhtar'a deki: Allah'tan korksun, kan akıtmaya son versin." Muhammed b. Ha-nefiyye'nin mektubunu aldığında Muhtar şöyle dedi: "Ben bütün iyilik­leri ve kolaylıkları toplamaya, bütün inkarları ve hainlikleri de atmaya dair emir aldım."

İbn Cerir, Medainî ve Ebu Mihnef tariki ile şöyle der: "İbn Zübeyr, Muhammed b. Hanefiyye'nin üzerine gitti. Ayrıca Küfe eşrafından da onyedi kişiyi hapsederek kendisine bey'at etmelerine dek hapiste kal­malarına karar verdi. Onlar da ümmetin ittifakla imam kabul ettiği kimseden başkasına bey'at etmek istemediler. Bunun üzerine İbn Zü­beyr, onları tehdid edip korkuttu ve Zemzem kuyusunun yanında hap­setti. Bunlar, Muhtar b. Ebi Ubeyd'e mektub yazarak yardım istediler ve mektuplarında ona şöyle dediler: "İbn Zübeyr, bizi öldürüp yakmakla tehdid etti. Hüseyin'i ve aile efradını kendi hallerine bıraktığınız gibi bi­zi de kendi halimize bırakmayın. Bize yardım elinizi uzatın." Bunun üzerine Muhtar, Şiileri topladı ve onlara yukarıdaki mektubu okuyup şöyle dedi: "Bu, ehl-i beytin sizden imdat dilemesidir. Sizden yardım ve destek bekliyorlar." Yardım ve destek toplamak için insanları dolaştı ve tutuklulara haber göndererek şöyle dedi: "Ben size kuvvetle yardım et­mezsem İshak'ın babası değilim. Eğer ben size sel gibi birbirini kovala­yan süvarileri göndermezsem ve bu süvariler de îbn Kahiliyye'nin başı­na felaket getirmezse, İshak'm babası değilim."

Sonra Ebu Abdillah el-Cedelî'yi yetmiş güçlü süvari ile, Zibyan b. Amr et-Teymfyi de 400 kişi ile, Ebu Mutemir'i 100 kişi üe, Hani b. Kays'ı 100 kişi ile, Ümeyr b. Tarık'ı da kırk kişi ile gönderdi. Ayrıca Muham­med b. Hanefiyye'ye de Tufeyl b. Amir vasıtasıyla bir mektub gönderdi. Mektubunda kendisine takviye askerleri gönderdiğim bildirdi. Nihayet Ebu Abdillak el-Cedelî, Zat-i Irk'a varıp konakladı. Bir süre sonra 150 süvari gelip kendisine katıldı. O da bu takviye kuvvetlerle birlikte yola çıktı. Gidip gündüz alenen Mescid-i Haram'a girdi. Girerken de askerle­ri: "Ey Hüseyin'in intikamı!" diye bağınyorlardı. İbn Zübeyr, İbn Hane­fiyye ile adamlarını -kendisine bey'at etmedikleri takdirde- yakmak için odun hazırlamıştı. Sürenin bitimine de iki gün kalmıştı. Muhtar'm adamları, Muhammed b. Hanefîyye'nin bulunduğu zindana giderek onu zindandan kurtardılar ve ona: "Eğer bize izin verirsen İbn Zübeyrle savaşalım." dediler. Ancak o: "Ben Mescid-i Haram'da savaşümasma taraftar değilim." dedi. İbn Zübeyr ise, onlara şöyle dedi: "Siz ve Mu­hammed b. Hanefiyye bana bey'at etmediğiniz takdirde buradan ayrıl­mayacağım ve sizin de ayrılmanıza izin vermeyeceğim." Muhtar'ın adamları onun bu tehdidine aldırış etmediler, sonra diğer arkadaşları da gelip onlara katıldılar. Harem dahilinde: "Ey Hüseyin'in intikamı!" diye yüksek sesle bağırmaya başladılar. İbn Zübeyr, bu manzarayı gö­rünce korktu ve onlardan uzaklaştı. Sonra bunlar da Muhammed b. Ha-nefiyye'yi yanlarına aldılar. Hacılardan da çok miktarda mal ele geçir­diler. Hep birlikte gidip Şib-i Ali'ye girdiler. Orada Muhammed b. Hane-fiyye'nin etrannda 4000 adam toplandı. O da elde edilen malları onlara paylaştırdı."

İbn Cerir böyle nakletmiştir. Bunun doğruluğunda şüphe vardır, doğrusunu Allah bilir.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede (hicretin altmışaltına senesinde) Ab­dullah b. Zübeyr insanlara haccettirdi. Onun Medine valisi, kardeşi Mus'ab idi. Basra valisi Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia idi. Muhtar, Kûfe'yi istila etmişti. Abdullah b. Hazm da Horasan valisi idi. Abdullah b. Hazm, Horasan'da -anlatımı uzun sürecek- savaşlar yapmıştı. [14]

 

Fasıl

 

İbn Cerir dedi ki: Bu senede İbrahim b. Ester, Ubeydullah b. Zi-yad'm üzerine gitti. Bu hadise, bu senenin zilhicce ayının bitimine sekiz gün kala meydana geldi.

Ebu Mihnef, üstadlannın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muhtar, Cubanetü's-Sebi ve Künase savaşlarım tamamlar tamamlamaz ıkı gün sonra İbn Eşter'i Şamlılarla savaşmak üzere harekete geçirdi- O da İnen atmışaltıncı senesinin zilhicce ayının bitimine sekiz gün kala cumartesi günü yola çıktı. Muhtar da özellikle onlarla beraber harekete geçti, be­raberlerinde doru bir katır üzerinde Muhtar'm kürs-usu de vardı. Bu kürsüyü düşmanlara karşı zafer kazanmak umuduyla beraberlerinde götürdüler. Kürsünün etrafında halka oluşturuyorlar, yalvarıp yakarı-yor ve medet diliyorlardı. Muhtar da İbn Eşter'e şu üç tavsiyeyi yaptık­tan sonra geri döndü: "Ey İbn Ester! Gizli, açık herhalde Allah'tan kork, yürüyüşünü hızlandır ve düşmana önce sen saldır."

Kürsüyü götürenler, tbn Eşter'le birlikte yollarına devam ettiler. İbn Ester, şöyle dua etmeye başladı: "Allah'ım, İsrailoğuîlarında olduğu gibi beyinsizlerimiz yüzünden bizleri sorumlu tutma, nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, İsrail oğulları, buzağılarına taptılar."

İbn Ester ve adamları köprüyü geçtikten sonra kürsüyü götürenler geri döndüler.

îbn Cerir dedi ki: "Bu kürsüyü beraberlerinde savaşa götürmeleri­nin sebebi şuydu: Abdullah b. Ahmed b. Şibeveyh, Tufeyl b. Ca'de b. Hü-beyre'nin bu hususta şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Oldukça şiddetli bir sıkıntıya düşmüştüm. Bir gün komşularımdan birinin kapısına var­dım, onun bir kürsüsü vardı. Kürsü çok kirlenmişti, kendi kendime şöy­le dedim: "Ben bu konuda Muhtar'a birşeyler uydurup söylesem ne olur?" Gidip Muhtar'a şöyle dedim: "Senden birşeyi gizliyordum, ama şimdi onu sana anlatmayı düşünüyorum."

Muhtar: "Nedir o anlatacağın şey?" diye sorunca şöyle cevap ver­dim: "Bir kürsüden sözetmek istiyorum. Ca'de b. Hübeyre, o kürsünün üzerinde oturuyor. O, bu sandalyede ilimden eser bulunduğunu düşü­nüyor"

Ben böyle dedikten sonra Muhtar bana: "Fesübhanallah! Bunu şim­diye kadar niye açıklamadın? Haydi git, o kürsüyü bana getir." dedi. Ben de gidip o kürsüyü getirdim. Kürsü yıkanmıştı, tahtaları parlıyor­du. Çünkü içine pek çok yağ çekmişti. Kürsüyü kendisine teslim etti­ğimde Muhtar bana 12.000 dirhem verilmesini emretti. Sonra insanla­rın camide toplanmaları için duyuru yaptırdı. Herkes camide toplanın­ca Muhtar, onlara şöyle dedi:

- Bundan önce geçmiş bulunan ümmetlerde her ne var idiyse bu ümmette de onun benzeri olur. Şunu biliniz ki, îsrailoğullarmın bir ta­butu vardı. O tabuttan medet dilerlerdi. İşte bu kürsü de o tabut gibidir.

Sonra Muhtar emir verdi. Kürsünün üzerindeki örtü kaldırıldı. Sebeîler, bu durumu görünce ellerini üç kez kaldırıp tekbir aldılar.

Şebes b. Ribzi, kalkıp insanlara karşı bu durumu protesto etti ve kürsüye bu kadar saygı gösteren kimselerin neredeyse kafir olacakları­nı söyledi. Kırılmasını ve mescitten çıkarılıp arka taraflara atılmasını tavsiye etti. İnsanlar, onun bu tavrından ötürü kendisine teşekkür etti­ler.

Ubeydullah b. Ziyad'ın gelmekte olduğu söylenince Muhtar da İbn Eşter'i ona karşı harekete geçirdi ve yanında da doru bir katır üzerinde kürsüyü bağlayıp gönderdi. Kürsü, ipek kumaşlarla örtülmüştü. Sağın­da ve solunda yedişer kişi vardı. İbn Ester ve askerleri, ileride de anlatı­lacağı gibi Şamlılarla karşılaştıklarında onları mağlub ettiler ve ibn Zi-vad'ı Öldürdüler. Bu yüzden de sandalyeye daha fazla saygı gösterdiler ve nihayet bu saygı onları küfre kadar götürdü.»

Tufeyl b. Ca'de dedi ki: "Onların kürsüye bu kadar saygı gösterdik­lerini görünce, înnâ lillah ve innâ ileyhi râciun, dedim ve yaptığıma piş­man oldum."

İnsanlar o kürsü hakkında çok konuştular. Ona karşı kusurları ço­ğaldı, bu yüzden kürsü kayıp oldu, artık hiç görünmez oldu.

İbn Kelbi dedi ki: Muhtar, Ca'de b. Hübeyre ailesinden, Ca'de'nin üzerinde oturduğu kürsüyü istedi. Onlar da: "Emir'in bizden istediği o kürsü yanımızda değildir." deyince Muhtar ısrar etti. Neticede onlar herhangi bir kürsüyü de getirirlerse, Muhtar'ın onu kabul edeceğini an­ladılar. Ona evlerinden bir kürsüyü alıp götürdüler ve: "İstediğin kürsü işte budur." dediler. Siyam, Şakir ve diğer Muhtara gruplarla liderleri ortaya çıktılar. Kürsüyü ipek ve ibrişimle bağladılar.

Ebu Mihnef in anlattığına göre o kürsüye ilk hizmetkarlık yapan ki­şi, Ebu Musa el-Eş'arf nin oğlu Musa olmuştur. Sonra insanlar, onu bu hareketinden ötürü kınadılar. O da kürsüyü alıp Havşeb el-Bersemf ye götürdü. Havşeb, onun arkadaşıydı. Nihayet Muhtar öldü. Allah onu kahretsin.

Rivayete göre adamlarının o kürsüye aşırı saygı gösterdiklerim bil­miyormuş gibi davranırdı. O kürsü hakkında Hemedan A'şa'sı şöyle bir şiir söylemiştir:

"Ben şahitlik ediyorum ki, siz Sebeiyye'siniz,

Ey şirkin muhafızları, sizi iyi tanıyorum.

Yemin ederim ki, kürsünüz sekine değildir.

İstediğiniz kadar sarıp sarmalasamz da,

Bizde tabut gibi birşey yok.

Bebeler, gençler ve yaşlılar etrafında dönse de,

Ben Muhammed'in soyunu seven birisiyim,

Ve mushaflardaki vahye uyarım,

Abdullah'a bey'at ettim ben,                                             

Hizmetçileriyle ve liderleriyle bütün Kureyşlıler ona, uyunca.

Mütevekkil el-Leysfde bu konuda şöyle der:

«Yanına gidersen Ebu İshak'a bildir ki, ben sizin kürsünüze inanım-yorum,

Bebeleri görürsün, tahtaları etrafında, Şükredenlerse ona vahyi taşıyor, Gözleri kızarmış onun çevresinde, Dışarı fırlamış nohut tanesi gibidir."

Ben derim ki: Ayak takımlarını yoldan saptırmak, cahil avam taba­kasını etrafında toplamak için bu ve benzeri durumlar, Muhtardın ve kendisine uyan kimselerin akıllarının kıtlığına, zaaflarına, bilgilerinin azlığına, cahilliklerinin çokluğuna, anlayışlarının kıtlığına delalet et­mektedir. Yine bu gibi durumlar, Muhtardın kendisine uyan kimselere karşı bâtılı revaçlandırmak ve bâtılı hak ile karıştırmak istediğini gös­termektedir.

Vakidî dedi ki: Bu senede Mısır'da veba salgım görüldü. Bu yüzden çok sayıda Mısırlı öldü.

Yine bu senede Mısır'da Abdülaziz b. Mervan, sikke bastırdı Mı­sır'da ilk sikke bastıran o oldu. "Mir'atu'z-zaman" adlı eserin sahibi dedi ki: "Bu senede Abdülmelik b. Mervan, Kudüs'te Mescid-i Aksa'daki ka­yanın üzerine bina yaptırmaya ve Mescid-i Aksa'yı onarmaya başladı. Bu onarım işi hicretin yetmişüçüncü senesinde tamamlandı. Bunun se­bebi de şu idi: Abdullah b. Zübeyr, Mekke'yi istila ettiği zaman Mina ve arefe günlerinde insanların Mekke'de ikamet ettiği günlerde hutbe irad ediyor, hutbesinde Abdülmelik'in aleyhinde konuşuyor ve Mervan oğul­larının kötülüklerini anlatıp şöyle diyordu: "Peygamber (s.a.v.), Ha-kem'e ve onun nesline lanet etti. Peygamber (s.a.v.) onu kovdu ve lanet­ledi."

Abdullah b. Zübeyr, insanları kendisine bey'ata davet ediyor, çok fa­sih konuşuyordu. Şamılılarm büyük çoğunluğu ona meylettiler. Abdül­melik, bunu duyunca insanları hacdan menetti. Hacca gitmelerine mü­saade etmeyince insanlar ona kızdılar. Bundan sıkıntı duymaya başla­dılar. O da Mescid-i Aksa'daki kayanın üzerine kubbe yapmaya ve Aksa mescidini inşa etmeye başladı ki, bu sayede insanları hacca gitmekten alıkoysun ve gönüllerini Kudüs'e yöneltsin. Nihayet insanlar inşaatın tamamlanmasından sonra Kudüs'e gidip kayanın etrafında, tıpkı KaTae etrafında tavaf eder gibi dönüp tavaf etmeye başladılar. Bayram günün­de orada kurban kesiyor, saçlarını traş ediyorlardı. Abdülmelik böyle yapmakla îbn Zübeyr'in kendisine karşı çirkin söz söylemesinin yolunu açmış oldu. îbn Zübeyr de Mekke'de onun aleyhinde konuşarak şöyle di­yordu: "Abdülmelik böyle yapmakla Eyvan-ı Kisrada Kisralıların ve Hadra'da da Muaviye'nin yaptığına benzer işler yaptı,"

Abdülmelik, Beyt-i Makdis'i tamir etmek istediği zaman oraya bol miktarda para ve işçi gönderdi. Onarım işini de Reca b. Hayve ile Yezid b. Selam adındaki azatlısına tevdi etti. Memleketin çeşitli yerlerinden sanatkarları toplayıp Beyt-i Makdis'e gönderdi. Ayrıca bol miktarda da para gönderdi. Reca b. Hayve ile Yezid'e, bu iş için tereddütsüz olarak bol masraf yapmalarım emretti. Onlar da bu için büyük miktarda para harcadılar. Kubbeyi inşa ettiler, çok güzel bir yapı meydana geldi. Orayı renkli mermerlerle döşediler. Kubbenin üzerine de biri kış mevsimine mahsus olmak üzere kırmızı maden filizinden, diğeri de yaz mevsimine mahsus olmak üzere deriden iki örtü yaptılar. Kubbeyi çeşitli perdelerle çevrelediler. Oraya hizmetçiler tahsis ettiler, çeşitli kokular, misk-i am­ber ve safranları oraya saçtılar. Çok masraflar yapıyorlar, geceleyin kubbeyi ve mescidi buhurlarla tütsülüyorlardı. Altın ve gümüşten kan­diller, altın ve gümüşten zincirler asarak orayı süslediler. Miskle kaplı, ay parçasını andıran dallarla süslediler. Mescidi ve kayanın üzerine ya­pılan kubbenin üstüne renkli sergiler serdiler. Buhurları tütsüledikleri zaman kokusu uzak mesafeden hissediliyordu. Orayı ziyaret eden bir kimse dönüp memleketine vardığında kendisinden günlerce misk, tüt­sü ve güzel kokular saçılıyordu ve onun Mescid-i Aksa'daki kayalığa git­tiği ve Kudüs'ten geldiği anlaşılıyordu. Mescid-i Aksa'da çok sayıda hiz­metçi ve kayyum vardı. O gün yeryüzünde ondan daha güzel bir bina ve kayalığın üzerindeki kubbeden daha göz alıcı bir kubbe yoktu. Öyleki insanlar, Ka'be'ye haccetmeye gitmeyip oraya gelmeye başladılar. Hac mevsiminde ve diğer zamanlarda Mescid-i Aksa'dan başka bir yere git­mez oldular. İnsanlar böylece büyük bir fitneye düştüler. Her taraftan insanlar Mescid-i Aksa'ya geldiler.

Abdülmelik ve adamları, Mescid-i Aksa'da ve kayalığın kubbesinde ahiretteki manzaraları andıran yalancı işaretler ve alametler koydu­lar. Sırat köprüsünün, Cennet kapısının, Rasûlullah (s.a.v.)'m müba­rek ayağının ve Cehennem vadisinin tasvir ve resimlerini Mescid-i Ak-sa'nm kapılarına ve birçok yerlerine yaptılar. Böylece insanlar aldandı­lar. Bu aldanış zamanımıza kadar sürmüştür. Kısaca diyeceğimiz şu­dur ki, Beyt-i Makdis'teki kayalığın üzerine yapılan kubbenin inşaatı tamamlandığında, yeryüzünde o kubbe kadar güzel ve göz alıcı başka bir kubbe yoktu. Oraya birçok taşlar, mücevherler ve mozaikler yerleş­tirdiler. Göz alıcı birçok şeyleri taktılar.

Reca b. Hayve ile Yezid b. Selam, Mescid-i Aksa'mn tamiratını ve kayalığın üzerine yaptırdıkları kubbenin inşaatını en mükemmel bir şekilde tamamlamış oldukları halde yine de 600000 miskal (başka bir rivayete göre ise 300000 miskal) altın arttı. Bu durumu bir mektubla kendisine bidirdikerinde Abdülmelik, onlara: "Ben artan altınları size hibe ettim." diye cevabî bir mektup yazdı. Onlar da bu altınları kabul et­meyerek: "Eğer yapabilseydik mescidin tamiratına kendi zevcelerimi­zin ziynet eşyalarım da katardık." diye mektub yazdılar. Bunun uzerme Abdülmelik, onlara: "Eğer kabul etmiyorsam* o altınları kubbenin ve kapılarının üzerine dökün." diye mektub yazdı. Herhangi bir kimse, kubbenin üzerindeki eski ve yeni altınların miktarını tahmin edemezdi.

Ebu Cafer el-Mansur halifeliğe geçince hicretin 140. senesinde Ku­düs'e gitti. Mescidin harab olduğunu görünce o kubbe ve kapılar üzerin­deki altınların ve mücevher levhalarının sökülerek bu paralarla ve ziy­net eşyalarıyla mescidin harap olan yerlerinin onarılmasını emretti. Bu emrini yerine getirdiler. Mescid, uzundu. Uzunluğundan birazının alı­nıp enine katılmasını emretti. Bina tamamlanınca da kıble kapısı tara­fında kubbenin üzerine şu yazıyı yazdırdı: "Harab olmasından sonra ye­niden onarılmasını hicretin atmışikinci senesinde mü'minlerin emin Abdülmelik emretti."

Mescidin kıble ile kuzey cihetindeki uzunluğu 765 zira, eni de 460 zira idi. Kudüs, hicretin onaltmcı senesinde fethedilmişti. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah daha iyi bilir. [15]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/397.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/397-398.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/398-403.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/403-405.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/406-409.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/409-413.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/414-418.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/418-423.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/423-430.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/430-433.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/433-436.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/436-437.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/437-442.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/442-445.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/445-450.