Aişe Bintî Talha B. Abdullah Et-Temîmî
Hicretin Yüzonikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Hicretin Yüzonüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Hicretin Yüzondördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Hicretin Yüzonbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Kadri yüce bir tabiidir.
Evvelki ümmetlerin kitapları hakkında bilgisi vardır. Ka'bü'l-Ahbar'a benzerdi.
Salih bir kimse olup ibadet
ehli idi. Kendisinden
güzel sözler, hikmetler ve öğütler nakledilir. Onun biyografisini
"Tekmil" adlı kitabımızda uzun uzadıya nakletmi-sizdir. Allah'a
hamdolsun.
Vakidî'nin ifadesine
göre Vehb, hicri 110. senede San'a şehrinde vefat etmiştir. Başkasının
anlattığına göre 111. senede vefat etmiştir. Daha sonraki senelerde vefat
ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. Bazılarının
iddiasına göre onun mezarı Basra'nın batısındaki Asenı kasabasmdadır, ama ben
bunun kaynağını göremedim. Doğrusunu Allah bilir. [1]
Vehb b. Mühebbih,
birkaç sahabeye ulaştı. İbn Abbas, Cabir ve Numan b. Beşir'e senetleri
ulaştırarak hadisler rivayet etti. Muaz b. Cebel, Ebu Hüreyre ve Tavus'tan da
rivayetlerde bulundu. Tabiilerden bazıları da kendisinden rivayetlerde
bulundular.
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Amel etmeyeceği bir ilmi öğrenen kimse, yanında şifa iksiri bulunup da
onunla tedavi olmayan tabibe benzer.»
Fadl b. Ebi Ayyaş'm
azatlısı Münir'den şöyle rivayet edilmiştir: «Vehb b. Münebbih'in yanında
oturmaktaydım. Adamın biri gelip ona şöyle dedi: «Ben falan adamın yanından
geçiyordum. O sana sövüyordu.» Vehb öfkelendi ve: «Şeytan senden başka bir
elçi bulamadı mı?» dedi. O adam yanında oturmakta iken kendisine sövdüğünü iddia
ettiği adam geldi. Vehb'e selam verdi. Vehb de selamını aldı. Elini uzatıp
onunla tokalaştı ve yanıbaşma oturttu.»
İbn Tavus'tan şöyle
rivayet edilmiştir: Vehb'in şöyle dediğini işittim: «Ey ademoğlu, dinin için
gayret sarfet. Zira rızkın sana gelecektir.»
Vehb dedi ki:
«Cehennemlikler elbise giyindiler, ama çıplaklık onlar için daha hayırlı idi.
Yemek yediler, ama açlık onlar için daha,ha-yırh idi. Kendilerine hayat
verildi- Oysa ölüm onlar, için daha hayırlı idi.»
Vehb'in rivayetine
göre Davud peygamber şöyle demiştir: «Allah'ım, bir yoksul kişi bir zenginden
birşey ister de zengin ona kulak vermezse, dilerim ki o zengin sana dua edip de
birşeyler isterse, duasına icabet etmeyesin. Senden birşey istediği zaman ona
vermeye-sin.»
Vehb'den şöyle rivayet
edilmiştir: Allah'ın kitablanndan birinde Şöyle bir ibare okudum: «Ey ademoğlu!
Bilgisizce amel etmende senin için hayır yoktur. Bildiğin şeyle amel etmemende de
senin için hayır yoktur. O zaman senin durumun, odun toplayıp da yük yapan ve
taşımaya kalktığında bu yükü taşıyamayan, buna rağmen o yüke biraz daha odun
ekleyen adama benzer.»
Vehb dedi ki:
«Allah'ın 18.000 âlemi vardır. Dünya, bu âlemlerden sadece biridir. Harabeler
arasındaki bir mamure, çöldeki bir çadıra benzer.»
Taberanî, Vehb'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Allah'ın taatı ile amel etmek istediğin zaman
başkalarına nasihat vermeye ve Allah rızası için çalışmaya gayret sarfet.
Çünkü başkalarının iyiliği için nasihat vermeyen kimsenin ameli kabul edilmez.
Nasihat da ancak Allah'a taatla olgunlaşır. Tıpkı kokusu ve rengi güzel olan
hoş bir meyve gibidir. Allah'ın taatı işte böyledir. Nasihat onun kokusu, amel
de tadıdır. Sonra sen taatım yumuşak huyluluk, akıllılık, fakihlik ve amel ile
süsle. Sonra da nefsini sefihlerin ve dünya kullarının ahlakından yüksek tut.
Nefsini peygamberlerin
ve ilmi ile amel eden âlimlerin ahlakıyla ahlaklandır. Hikmet sahibi kimselerin
fiillerini yapmaya alıştır. Kendini şaki kimselerin amelini yapmaktan geri
tut. Nefsini takva sahibi kimselerin yolundan yürüt; habis kimselerin yolundan
uzalaştır, fazla malın olursa maddeten senden düşük durumda olan kimselere
yardımcı ol. Maddeten senden düşük durumda olan kimselere yardımcı ol ki,
onları da kendi seviyene ulaştırasm.
Hikmet sahibi kimse
odur ki, fazla mallarını toplar ve kendisinden düşük durumda olanlara verir.
Kendisinden düşük durumda olan kimselerin eksikliklerini tesbit eder, ona
takviye olur, onu ümitlendirir ve nihayet kendi seviyesine çıkarır. Eğer
fakihse fıkhını -şayet kendisine arkadaşlık etmek ve yardımcı olmak istiyorsa-
ona aktarmalıdır. Malı varsa malı olmayanlara vermelidir. Islah edici bir
kimse ise, günahkarın günahının bağışlanması için mağfiret diler ve tevbesini
ümid eder.
İyiliksever bir kimse
ise, kendisine kötülük yapana iyilikte bulunur. Böylece sevabı hakeder. Fiili
güzel oluncaya kadar söze itibar edip aldanmaz. Fiilini güzel yaptığı zaman
Allah'ın lütfuna ve ihsanına bakar. Birşeyi yapmadan, yapacağım diye kuruntuya
girmez. Allah'ın taatında belirli bir seviyeye ulaştığında ulaşmış olduğu bu
seviyeden Ötürü Allah'a hamdeder, sonra da ulaşamadığı daha yüksek •
seviyelere ulaşmaya talib olur. Bir günahı hatırladığında onu insanlardan
gizler ve onu bağışlamaya muktedir olan Allah'tan mağfiret
diler.
Hikmetten birşey
öğrenirse onunla yetinmez. Hikmet alanında daha yüksek seviyelere çıkmaya talib
olur. Sonra yalana sığınmaz-Yalandan yardım istemez. Çünkü yalan, bedene
musallat olan kurtçuk gibidir. Kısa sürede bedeni yeyip tüketir, ya da ağaca
musallat olan kurtçuk gibidir. Ağacın dışı hoş görünür, ama içi çürür, dışardan
görenler aldanırlar. Nihayet bir gün ağaç kırılır ve kendisine alda-nanlarda
helak olur, konuşurken yalan söylemek de böyledir. Sahibi hep yalana güvenip
aldanır, yalanın kendisini destekleyeceğini, ihtiyacını elde etme hususunda
kendisine yardımcı olacağını, arzuladığı şeye ulaşabilmek için kendisine
kılavuzluk yapacağını zanneder. Nihayet onun yalancı olduğu anlaşılır. Akıl
sahipleri onun yalanma aldandığını anlarlar. Fakihler onun içinde gizlediği
şeyleri açığa çıkarırlar. Bu duruma vakıf olduklarında haberini yalanlarlar,
şahitliğini hükümsüz kılarlar, doğruluğunu itham ederler, şanım tahkir ederler.
Onun bulunduğu yerde oturmaktan hoşlanmazlar, gizliliklerini ondan saklarlar,
ona sır vermezler. Sözlerini onun yanında konuşmazlar, emanetlerini ondan
başkalarına teslim ederler. İşlerini ondan gizlerler, din ve dünyaları
hususunda ondan sakınırlar, toplantılarına onu dahil etmezler. Onu kendilerine
sırdaş etmezler ve bu hususta ona güvenmezler, aralarında geçen
anlaşmazlıkları çözümlemek için onu hakem tayin etmezler.»
AbdülmünÜm b. İdris,
Vehb'den rivayet etti ki; Lokman (a.s.), kendi oğluna şöyle demiştir: «Zikir
ehli, nur gibidir. Gaflet ehli de karanlık gibidir.»
Vehb dedi ki:
«Tevrat'ta peşpeşe dört satır okudum, orada şunlar yazılıydı:
Allah'ın kitabını
okuyup da Allah'ın kendisini bağışlamıyacağını zanneden kişi, Allah'ın
ayetleriyle alay edenlerdendir.
Başına gelen bir
musibetten ötürü şikayetçi olan kişi, ancak Aziz ve Celil olan Rabbini şikayet
etmiş olur.
Dünyada kaçırdığı
fırsatlardan ötürü üzülen kimse, Aziz ve Celil olan Rabbinin yargısına
kızmıştır.
Bir zengine
yaltaklanmak için boyun eğen kimsenin dininin üçte biri gider.»
Vehb dedi ki: Ben
Tevrat'ta şunları okudum: «Bir ev ki, zayıfların emek ve gücüyle inşa
edilmiştir. O evin akibeti harab olmaktır. Bir mal ki, helal olmayan yerden
toplanmıştır. O malın sahipleri çabucak yoksullaşırlar.»
Abdullah b. Mübarek,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir kitabta Cenâb-ı
Allah'ın şu ayetine rastladım: "Kulum bana itaat ederse, o bana dua
etmeden önce kendisine icabet ederim. O benden istemeden önce kendisine
veririm. Kulum bana itaat ederse, göklerin ve yerin halkı onun üzerine
çullansalar bile onun için bir çıkış yolu yaratırım. Ama kulum bana isyan
ederse, onun sema kapılarındaki yollarını kapatırım, onu havada boşlukta
bırakırım. Yaratıklarından biri ona bir kötülük yapmak isterse, kendini ona
karşı koruyamaz."»
İbn Mübarek, Vehb b.
Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cenâb-ı Allah, İsrail
oğullarının âlimlerini kınayarak onlara şöyle demiştir: «Siz fikhı, dini
amaçtan başka amaçla öğreniyorsunuz. İlmi, amel etmemek için öğreniyorsunuz.
Ahiret ameli ile dünya satm alıyorsunuz. Kuzu postu giyiyorsunuz ama kurt
şahsiyeti taşıyorsunuz. İçeceğinizi içerek gıdalanıyor ve dağlar misali
haramları yutuyorsunuz. İnsanların sırtına dağ gibi dini emirleri
yüklüyorsunuz. Sonra da serçe parmağınızı dahi oynatarak onlara yardımcı
olmuyorsunuz. Namazı uzatıyor, elbiselerinizi beyaz kumaşlardan seçip giyiniyorsunuz.
Bunu yaparakta yetim ve dulların haklarını eksiltiyorsunuz. Onur ve izzetime
yemin ederim ki, başınıza Öyle bir fitne getiririm ki, o fitnenin içine düşen
görüş sahibi kimsenin görüşü, hikmet sahibi kimsenin de hikmeti dahi dalalete
düşer, yolunu kaybeder.» Taberanî, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir: «Doğrusu Cenâb-ı Allah, herhangi bir kimseyi, kendisine yaptığı
itaattan ötürü Övmez ve hiçbir kimse de ilahi rahmet olmaksızın kendi işlediği
amellerle Allah'tan hayra ulaşamaz. Allah, insanların hayrını beklemeyeceği
gibi şerlerinden de korkmaz. Allah insanlara ancak kendi rahmetiyle şefkat
gösterir. Ama insanlar ona tuzak kurmak isterlerse, tuzaklarını boşa çıkarır.
Ona hile yapmak isterlerse, hilelerini kendi başlarına döndürür. Ona karşı
yalan uydururlarsa yalanlarını başlarına geçirir. Eğer yüz çevirirlerse
köklerini kazır. Eğer kendisine yönelirlerse, yönelişlerini kabul eder.
Yaptıkları hileleri,
tuzakları, aldatmaları, öfkeleri, gazapları ve boğuşmaları kabul etmez. Hayır,
ancak Cenâb-ı Allah'ın rahmeti ile gelir. Allah'ın rahmeti cihetinden hayır
taleb etmeyen kimse, girebileceği herhangi bir kapıyı göremez. Cenâb-ı Allah'a
ancak taatta bulunarak hayrına ulaşılır. Kendisine boyun eğip ibadette
bulunmalarından ötürü ancak Cenâb-ı Allah, insanlara şefkat gösterir. Tazarru
ve ihtiyaçlarını karşılar. Kul, Cenâb-ı Allah'tan ancak bu yolla rahmet elde
edebilir.
Kulların boyun eğip
ibadet etmeleri ve yalvarıp yakarmaları olmadan Allah'ın rahmetine ulaşılacak
bir yol yoktur. Aziz ve Celil olan Allah'ın rahmeti, onun tarafından gelecek
bütün hayırların kapısıdır. Bu kapının anahtarı da Aziz ve Celil olan Allah'a
niyazda bulunup kulluk göstermektir. Anahtarı elde etmeyen kimseye kapı açılmaz.
Anahtarı getiren kimseye kapı açılır. Kapı anahtarsiz nasıl açılabilir? Bütün
hayır hazineleri Allah'ındır. Bu hazinelerin kapıları ise, Allah'ın rahmetidir.
Allah'ın rahmet kapısnm anahtarları da; boyun eğip yalvarıp, yakarmak ve
Allah'a muhtaç olduğumuzu arzet-mektir. Bu anahtarı ele geçiren kimseye
hazinelerin kapılan açılır ve o kimse hazinelerin içine girer. Orada nefislerin
arzuladığı, gözlerin bakmaktan hoşlandığı şeyler vardır. Oraya dilediğiniz ve
istediğiniz herşey güvenli bir makamdadır. Oraya giren kimse artık çıkmaz.
Oradakiler hiçbir şeyden korkmazlar, yorulmazlar. İhtiyarlamaz, inuhtaç olmaz
ve ölmezler. Ebedi bir nimet, büyük bir sevap ve yüce bir ecir içredirler ki,
bu da bağışlayan ve esirgeyen Allah katından onlara sunulan bir konukluktur.»
Süfyan b. Uyeyne,
Vehb'in şöyle dediğini riveyet etmiştir:
«Din hususunda ahlakın
insana en fazla yardımcı olanı, dünyada zahidlik yapmaktır. Dini insandan
çabucak gideren ahlak ise, heveslere tabi olmak, mal sevmek ve şeref tutkunu
olmaktır. Mal ve şeref sevgisi nedeniyle insan haramları hiçe sayar. Haramları
hiçe saymak, Rabbi gazablandırır. Rabbin gazabına karşı ise tedavi edici hiçbir
ilaç yoktur. Cenâb-ı Allah, kitaplarından birinde İsrail oğullarını kınayarak
şöyle buyurmuştur:
"Bana itaat
edilirse razı olurum. Razı olursam, malınıza bereket koyarım. Benim bereketimin
sonu yoktur. Ama bana isyan edilirse, gazablanınm, gazablamnca da lanet ederim.
Benim lanetim, kişinin yedinci zürriyyetine kadar ulaşır."»
Yine Vehb dedi ki:
«İsrailoğullarında Aziz ve Celil olan Allah'a 200 sene süreyle isyan eden bir
adam vardv Bu adam ölünce ayağından tutup cesedini bir çöplüğe attılar.
Cenâb-ı Allah, Musa peygambere: «Git, onun cenaze namazım kıl.» diye vahyetti.
Musa peygamber ise: «Ya Rab, İsrailoğulları onun 200 sene müddetle sana isyan
ettiğine şahitlik ederler. Ben onun namazını nasıl kılarım?» diye sorunca
Cenâb-ı Allah, şöyle cevap verdi: «Evet öyle oldu, ancak o adam Tevrat'ı her
açıp içinden Muhammed (s.a.v.)'in adını gördüğünde o' adın yazılı olduğu kısmı
öper ve gözlerinin üzerine koyup salavat getirirdi. İşte ben onun bu iyiliğine
karşı teşekkür edip günahlarını bağışladım ve ona yetmiş huri verdim.»
Bu rivayette illet
vardır. Böyle bir rivayet sahih olamaz. Bunun senedinde gariblik, metninde de
şiddetli bir münkerlik vardır.
İbn İdris, Vehb'den
rivayet etti ki, Musa (a.s.), şöyle demiştir:
- Ya Rab, insanların
benim aleyhimde konuşmalarına imkan verme, onların dillerini tut.
- Ey Musa, ben bunu
kendim için yapmadım. Senin için hiç yapmam.
Yusuf (a.s.), Mısır
Aziz'inin huzuruna çağrıldığında kapıda durup şöyle dua etti: «Dünyalık elde
etmektense dinim bana yeter. Ey Rab-bim, senin şanın yücedir. Övgün yüksektir.
Senden başka ilah yok-
tur.» Böyle dedikten
sonra Aziz'in huzuruna girdi. Aziz, onu görünce tahtından indi ve Yusuf un
önünde secdeye kapandı, sonra onu alıp tahtta, yanında oturttu ve; "Bugün
senin yânımızda önemli bir yerin ve güvenilir bir durumun vardır." dedi.»
(Yûsuf, 54.) Yusuf da ona şöyle dedi:
«Beni memleketin
hazinelerine memur et. Çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim.» (Yûsuf,
55.) Bu kıtlık senelerini geçirmeyi ve bana emanet ettiğin mallan muhafaza
ederim. Yanıma gelen herkesin dilinden anlarım.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cenâb-ı Allah,
balığa, Yunus peygambere zarar vermemesini ve onu yaralamamasını emredince
şöyle buyurdu:
«Eğer Allah'ı teşbih
edenlerden (daha önce ibadet edenlerden) olmasaydı, tekrar diriltilecek güne
kadar balığın karnında kalacaktı.»
(es-Sâffat, 143.)
Cenâb-ı Allah, onun
önceki ibadetlerini hatırladı. Yunus peygamber, denizden çıkınca kıyıda uykuya
daldı. Cenâb-ı Allah, onun yani-başında kabak ağacı bitirdi. Yunus uyanıp o
ağacın kendisini gölgelemekte olduğunu ve yemyeşil olduğunu görünce hoşuna
gitti. Sonra tekrar uyudu. Uyandığında bu defa kabak ağacı kurumuştu. Buna
üzüldü. Kendisine denildi ki: «Sen onu yaratmadın, ona su vermedin, onu
bitirmedin, ama kuruduğu için üzülüyorsun. Oysa ben ateşten 100.000 veya daha
çok can yarattım. Sonra onlara rahmet ettim, bu -durum sana ağır geliyor.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Nuh peygambere her
canlıdan bir çifti alıp gemiye koyması em-redildiğinde şöyle dedi:
- Ya Rab, aslanla
sığırı, oğlakla kurdu, eşekle kediyi nasıl bir arada tutacağım?
- Peki bunları
birbirine kim düşman kıldı?
- Sen ya Rab.
- Öyleyse ben onları
birbirlerine ısındırırım ki, birbirlerine zarar vermesinler.»
Vehb b. Münebbih, Atâ
el-Horasanî'ye dedi ki:
«Yazıklar olsun sana
ey Atâ. «Bana dua edin, duanızı kabul edeyim.» {ei-Gâfir, 60.) diye buyuran
zatın kapısını bırakıp sana karşı kapısını kilitleyen, yoksulluğunu izhar
eden, zenginliğini gizleyen kimsenin kapısına mı geliyorsun? Yazıklar olsun
sana ey Atâ, sana yetecek şey, seni müstağni kılıyorsa, dünyadaki en basit ve
en az şey sana yeterli olur. Ama sana yetecek kadar şeyler seni müstağni
etmiyorsa, o halde dünyada sana yetecek hiçbir şey yoktur. Yazıklar olsun sana
ey Atâ, senin karnın ancak denizlerden bir deniz, vadilerden bir vadidir ki,
onu topraktan başka hiçbir şey dolduramaz.»
Biri kunutu ve
sessizliği uzun süren, diğeri de secdesi uzun süren namaz kılmakta olan iki
adamın durumunu ve bunlardan hangisinin daha faziletli olduğunu Vehb'e
sorduklarında şu cevabı verdi: «Bunlardan hangisi Aziz ve Celil olan Allah
için mü'minlere daha fazla nasihat veriyorsa o, diğerinden daha faziletlidir.»
Vehb şöyle demişti:
«Övülmeyi sevmesi, yerilmekten de hoşlanmaması münafık kimsenin huyundandır.
Yani yapmadığı iyiliklerle övülmeyi sevmesi ve yaptığı kötülüklerden ötürü
yerilmekten de hoşlanmaması münafık kimsenin huyundandır.»
Vehb'in rivayetine
göre Lokman (a.s.), kendi oğluna şöyle öğüt vermiştir: «Ey oğulcuğum, kendini
Allah'a karşı frenle. Çünkü insanların en akıllısı, kendini Allah'a karşı
frenleyip haramlarını aşmayan ve çiğnemeyendir. Doğrusu şeytan, akıllı kimseden
kaçar ve ona tuzak kuramaz.»
Vehb, yanında
oturmakta olan meclis arkadaşlarından birine şöyle dedi:
- Öğrenmekte
tabiplerin zorlanmayacağı bir tıbbı, öğrenmekte fı-kıhçılann zorlanmayacağı bir
fıkhı, öğrenmekte yumuşak huylu kimselerin zorlanmayacağı bir ilmi sana
öğreteyim mi?
- Evet, öğret ey
Abdullah'ın babası.
- Öğrenmekte
tabiplerin zorlamayacağı tıb şudur: Bir yemek yiyeceği zaman başlarken besmele
çek, sonunda da Allah'a hamdet.
Öğrenmekte
fıkıhçıların zorlanmayacağı fıkıh ise şudur: Sana birşey sorarlar da o şey
hakkında bilgin varsa, cevabını bildiğine göre ver. Eğer o hususta bilgin
yoksa, «Bunun hükmünü bilmiyorum.» de.
Öğrenmekte yumuşak
huylu kimselerin zorlanmayacağı ilme gelince, o da şudur: Sana birşey
sorulmadıkça konuşma ve suskunluğunu devam ettir.
Vehb dedi ki: «Çocukta
haya ve korku gibi iki huy bulunursa, o çocuğun reşit olması, yani doğru yolu
bulması ümid edilir.»
«Zülkarneyn, güneşin
doğduğu yere varınca orada bulunan bir hükümdar kendisine şöye dedi:
- Bana insanları
anlat.
- Akılsız kimse ile
konuşma, ölülere şarkı okuman gibidir. Akılsız kimse ile konuşman, sert kayayı
yumuşatman için ıslatmaya benzer. Akılsız kimse ile konuşman, katık yapıp yemek
amacıyla demiri pişirmeye benzer. Akılsız kimse ile konuşman, mezardaki
ölüleri için sofra kurmaya benzer. Dağ başlarından taş taşıyıp getirmek, akılsız
kimse ile konuşmaktan daha kolaydır.»
«Kitablardan birinde
okuduğuma göre her sabah dördüncü gök katında bir münadi şöyle seslenirmiş:
- Ey kırklı
yaşlarındaki insanlar! Siz olgunlaşan ekinler gibisiniz, hasad mevsimiz
yaklaştı. Ey ellili yaşlarındaki insanlar! Bugüne kadar hangi salih amelleri
işlediniz? Ey altmışlı yaşlarındaki insanlar! Artık sizin mazeretiniz yoktur.
Keşke yaratıklar yaratılmış olmasalardı. Keşke onlar yaratıldığında yaratılış
gayelerini bilmeselerdi. Vaktiniz geldi, tedbirinizi alın.»
Vehb b. Münebbih'ten
rivayet olunduğuna göre Danyal (a.s.), şöyle demiştir: «Vah o zamana ki, salih
kimseler aranacaklar, hiçbiri bulunamayacaktır. Ancak ekini biçen kimsenin
arkasında rastlanılan tek tuk başaklar gibi salih kimselerde çok seyrek bulunacaktır.
Ya da meyve devşiren kimselerin arkalarında kalan tek tuk meyve taneleri gibi
nadiren görüleceklerdir. Onlarında yakın zamanda üzerlerine ağıtçıları
ağlayacaktır.»
Abdürrezzak, Vehb b.
Münebbih'in, «Kıyamet günü doğru teraziler kurarız.» (ei-Enbiyâ, 47.) ayetiyle
ilgili olarak şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Amellerin ancak
hatimeleri yani sonuçları tartılır. Cenâb-ı Allah, bir kula hayır dilerse,
onun en son amelini hayırlı kılar. Yani son nefesinde hayır amel işlemesini
nasib kılar. Bir kula da kötülük dilerse, onu son nefesinde kötü amel işler
halde vefat ettirir.»
Vehb dedi ki:
«Doğrusu, yüce Allah, yaratıkları yaratma işini tamamladıktan sonra onlara,
yer üzerinde yürürlerken nazar etti ve şöyle buyurdu: «Ben, kendisinden başka
ilah bulunmayan Allah'ım, sizi yarattım ve sizi gerçek yargım ve hükmümle yok
edeceğim. Yani sizi öldürdükten sonra tekrar ilk yaratılış halinize
döndüreceğim ve sizi yok edeceğim. Nihayet yalnız başıma kalacağım. Çünkü
hakimiyet ve ebediyet ancak bana yaraşır. Yaratıklarımı çağırır ve hükmümle
onları toplarım, düşmanlarımı hasrettiğim günde onları ö-nümde toplarım.
Kalbler benim heybetimden korkup titrer. Kulların beni bırakıp kendilerine
taptıkları diğer tanrılar uzaklaşıp giderler.» Vehb dedi ki: «Cenâb-ı Allah,
yaratıkları yaratma işini cuma gününde tamamladıktan sonra cumartesi günü
kendi nefsini layıkı veçhiyle övdü. İsmetini, cebbarlığım, büyüklüğünü,
metanetini, kudretini, hükümranlığını ve Rabliğini anlattı. Herşey onun
huzurunda sustu ve boyun eğdi. Sonra şöyle buyurdu:
- Ben kendisinden
başka hükümdar bulunmayan hükümdarım, geniş rahmetin ve esma-i hüsnanm
sahibiyim. Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'ım. Şerefli Arş'ın ve yüce
sıfatların sahibiyim. Ben kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'ım. Büyük
lütuf ve nimetlerin sahibiyim, ben kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'ım,
gökleri ve yeri benzeri olmaksızın yoktan var edip yarattım, herşeye ululuğumu
ve azametimi doldurdum. Hükümranlığım herşe-yi kabzası altına aldı, kudretim
herşeyi kuşattı. İlmim herşeyi kapsamına aldı, rahmetim herşeyi kapladı,
lütfum herşeye ulaştı.
Ey yaratıklar
topluluğu, ben Allah'ım. Mekanımı bilin. Göklerde ve yerde benden başka birşey
yoktur. Yaratıklarımın tümü ancak benim varlığımla kaim ve daim olurlar, benim
kudret pençemde dolaşırlar, rızkımla yaşarlar. Ölümleri, yaşamları, beka ve
yok oluşları benim elimdedir. Onların benden kaçmalarına imkan yoktur. Benden
başka sığınakları da yoktur, bir an için onları bırakırsam hepsi harab olur ve
yıkılır. Ben, değişmez dahil üzereyim, bu benden hiçbir şeyi eksiltemez,
mülkümden de birşeyi noksanlaştıramaz.
Ben güçlülüğün,
hükümranlığın, nurumun burhanı, gücümün fazlalığı, mekanımın yüceliği, şanımın
azameti ile kendime yetmekteyim ve hiçbir şeye ihtavacım yoktur. Benim
benzerim de mevcut değildir. Benden başka ilah yoktur. Yarattığım birşeyin
bana denk olması uygun olmaz ve yarattığım şeylerin beni inkar etmeleri de
layık olmaz. Kendi bilgimle yarattığım günde kendisini yaratmış olduğum bir
varhk, nasıl olur da beni inkar eder? Hükümranlığımın kudreti altında bulunan
ve ezilen bir varhk, nasıl olur da bana karşı büyüklük taslar? Perçemi kudret
elimde bulunan bir yaratık, nasıl olur da beni aciz bırakabilir?
Kendisini yaşattığım,
cismini hasta kıldığım, aklını noksanlaştır-dığım, canını aldığım, yarattığım,
eskittiğim, ihtiyarlattığım ve bütün bunlara karşı bana kendini savunamayan
bir varlık nasıl olur da bana denk olmaya kalkışır? Böyle biri nasıl olur da
benim kulluğumu yapmaktan geri çekinir? Kulumdur, kulumun oğludur, ya da cariyemin
oğludur, bir yaratıcıya mensub olmayan var mıdır?
Kainata benden başka
varis olacak yoktur. Günlerin kendisini yıprattığı, ecelinin kendisini yok
ettiği bir kul, nasıl olur da benden başkasına ibadet eder? Böyle birinin
ecelini gece ve gündüzün peşpe-şe gelişi sona erdirir. Gece ile gündüz, benim
saltanatımın küçük birer şubesidirler. Ey ölüm ve yok oluş ehli kimseler, bana
gelin, bana! Benden başkası yoktur. Ben kullara rahmet etmeyi, kendi nefsim
için bir vazife bildim. Mağfiret dileyen kimselere af ve mağfireti kendim için
borç saydım. Benden af dileyen kimselerin irili ufaklı bütün günahlarını
bağışlarım. Bu benim için zor ve büyük bir görev değildir. Kendinizi kendi
elinizle tehlikeye atmayın.
Rahmetimden ümit
kesmeyin. Çünkü rahmetim, gazabımı geride bırakmıştır. Bütün hayır hazineleri
elimdedir. Yaratıklardan herhangi birini kendisine olan ihtiyacım nedeniyle
yaratmış değilim. Aksine ben onları, kudretimi ortaya koymak için yarattım.
Bakanlar,'benim hükümranlığıma ve mülküme baksınlar. Hikmetim üzerinde düşünsünler,
bana hamdederek tesbihatta bulunsunlar, bana kulluk etsinler. Hiçbir şeyi bana
ortak koşmasınlar? Bütün yüzler bana boyun eğsin ve bana itaat etsin.»
Eşres, Vehb'den
rivayet etti ki, Davud (a.s.), Rabbine şöyle demiştir:
- İlahi, seni nerede
bulurum?
- Benden
korktuklarından ötürü kalpleri kırık kimselerin yanında bulursun.
İsrailoğullarından bir
adam, yetmiş hafta süreyle oruç tuttu. Haftada sadece bir gün orucunu açıyordu.
Cenâb-ı Allah'tan, şeytanın insanları nasıl baştan çıkardığını kendisine
göstermesini diledi. Bu dilekte bulunuşundan uzun süre geçti, fakat dileğine
icabet edilmedi. O zaman kendi kendine dedi ki: «Eğer ben kendi günahlarıma ve
hatalarıma baksam Rabbimle aramdaki ilişkileri düzeltsem, istediğim bu şeyden
daha hayırlı olur benim için.» Böyle dedikten sonra kendi nefsine yöneldi ve
şöyle dedi: «Ey nefis, dileğimin kabul edilmeyişine neden olan şey, sensin.
Eğer Cenâb-ı Allah, bende bir hayır olduğunu bilseydi ihtiyacımı karşılar,
dilediğimi yerine getirirdi.» Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, onların yani
İsrailoğullarının peygamberine şu buyruğu iletsin diye bir melek gönderdi.
Falan abide de ki: «Kendi nefsini horlaman ve kendi nefsine söylemiş olduğun
sözler daha önce yapmış olduğun ibadetlerden daha çok hoşuma gitti. Allah,
senin dileğini yerine getirdi, gözünü açtı, şimdi etrafına bir bak.»
Adam etrafına bakınca
iblisin tuzaklarının yeryüzünü kuşatmış olduğunu gördü. Ademoğullarının her
birinin çevresinde kara sinekler gibi şeytanların vızıldadığını gördü ve şöyle
dedi:
- Ya Rab, bü
şeytanlardan kim kurtulabilir?
- Sükunetli ve
yumuşak, kalbi selim sahibi kimseler kurtulabilir.
Vehb dedi ki:
«Seyyahlardan bir adam, bir salatalık tarlasının yanından geçiyordu. Canı
salatalık yemek istedi, ama nefsini cezalandırdı, oracıkta üç gün süreyle
namaza durdu. Yanından bir adam geçerken güneşten ve rüzgardan âdeta kavrulmuş
olduğunu farketti, dönüp kendisine bakınca: «Fesübhanallah, sanki şu adam
ateşte kavrulmuş gibi.» dedi. Seyyah, ona şöyle cevap verdi: «Ateş korkusu
beni bu hale getirdi, ya ateşe girseydim nasıl olurdum?»
Önceki kavimlerden bir
adam bir günah işledi ve: «Cehennem ateşinden berat ettiğime dair haber bana
gelmedikçe Allah'a söz veriyorum ki, hiçbir damın tavam altına girmeyeceğim.»
dedi. Çöle gitti, sıcak soğuk günler demeden hep çölde kaldı. Adamın biri,
yanından geçerken sıkıntılı ve zor durumda olduğunu görünce: «Ey Allah'ın kulu,
seni bu hale getiren şey nedir?» diye sordu. Adam da şu cevabı verdi:
«Cehennem'i hatırlamak beni bu hale getirdi, ya Cehennem içine düşseydim ne
hale gelirdim, onu düşün.»
Vehb dedi ki: «Boşta
gezen adam ve serseri olan kimse, asla hikmet sahibi olamaz. Göklerin melekutu
yani yüce âlemlerde yaşayan üstün varlıklar, zinakarlara varis olmazlar.»
Vehb, bir mev'izesinde
şöyle demişti: «Bugün mutlu kişi, vaaz ve Öğüt verir, akıllı kimse ondan çok
faydalar sağlar. Ey ademoğlu, sen bugünün faydalarını, üzerindeki cahillik
zararını gidermek için top-ladın, hidayet kandilini bugünde yaktın ki, içine düştüğün
durumdan ayılıp kurtulasın. Bugün gibi aydınlığını kaybeden ve şaşkın hale düşen
bir gün görmedim. Bugünde sağlıklı kimseler tedavi ediliyor. Ey ademoğlu,
yaratıcıdan daha güçlü, yaratılandan daha zayıf bir kimse yoktur. Ey ademoğlu,
bugün artık sana geri dönmeyecek şey elinden çıkıp gitmiştir ve geçip gidici
olan şey senin yanında kalmıştır. Bu kaçınılmaz duruma düştüğünden ötürü ne
diye sızlanıp sabırsızlanıyorsun? Elde etmeye ümit bulunmayan şeye ne diye
tamahlanıyor-sun? Elinden çıkıp gidecek olan şeyin ebedi olmasına ne diye çaba
sarfediyorsun? Ey ademoğlu, elde edemeyeceğin şeyin peşine düşme,
ulaşamayacağın şeyi taleb etmeye kalkışma, bulunmayan şeyi arama. Eşyalar
senden koptuğu gibi sen de kendinden ümidi kes ve şunu da bil ki, taleb edilen
nice şeyler taleb eden kimse için şerlidir.
Ey ademoğlu, sabır
ancak musibet zamanında gösterilir. Musibet karşısında yaratıkların kötü ahlak
sergilemeleri, musibetten daha büyüktür. Ey ademoğlu, zamanın hangi gününe ümit
beslersin? Bazı günler olur ki, o günün bir an evvel sana gelmesini istersin,
bazı günler de olur ki, bir an önce sona ermesini istersin. Öyle değil mi? Şu
zamana bak, zamanın üç günden ibaret olduğunu anla. Bir günün geçip
gitmesinden sonra onun geri döneceğini artık ümid etmezsin, bir günün de
mutlaka sana geleceğini bilirsin. Diğer gününün ise gelmesinden emin olmazsın.
Geçen gün senin aleyhinde şahitlik yapacak olan ve şahidliği kabul edilecek bir
gündür, emaneti ödeyecek bir gündür, edebli bir hikmet sahibidir. Seni kendi
nefsi ile şaşkına döndürdü, feci hale düştün. Hikmetini sende bıraktı.
Bugünün ise seninle
vedalaşacak olan bir dostundur. Artık seninle uzun bir süre ayrı kalacaktır,
çabucak göçüp gidecektir, gidecek ve sana gelmeyecektir. Ondan önceki gün de
sana karşı adil bir şahittir, o günde senin lehine bir şefaat olacaksa,
şahadetlerini senin lehinde yapmalarına güvenin olsun. Ey ademoğlu, dünya ehli
kimseler seferidirler, bineklerinin üzerindeki yüklerinin bağını dünyadan
başka bir yerde yani ahirette çözeceklerdir. Kabahat ve suçlarla yetiniyorlar,
°ysa nimet sahibine şükretmek ne güzeldir. Ahirete teslim olmak güzeldir.
Ey ademoğlu, herşeyin
bir misli vardır ve bizden önce geçip gitmiştir. Kökler geride kalmıştır.
Bizler ise o köklerin dallarıyız, kök gittikten sonra dal hiç kalır mı? Ancak
kök kalınca dal da kalabilir. Ey ademoğlu, yakinî inancı kaybedip amelinde hata
yapan kimsenin aklı, büyük bir musibete maruz kalmış demektir. Ey insanlar, ebediyet
ancak bu gani dünyadan sonradır. Biz yoktan var edildik, mezarlarda çürüyecek,
ondan sonra yine hayata döneceğiz. Dikkat edin! Bugün kabahat işlersiniz, yarın
musibetle karşılaşırsınız. Dikkat edin, yakın zamanda sevablarımız aşırı bir
şekilde elimizden alınıp götürülecek, ya da bize bol bağışta bulunulacaktır.
Ayrılıp gideceğiniz bu dünyada iken hayırlı ve salih ameller işleyin.
Ey insanlar, sizler bu
dünyada ümitlerin ve arzuların kendilerine doğru yarıştıkları birer hedefsiniz.
Sizler bu dünyanızda musibetlerin yağmaladığı şeylersiniz. Bu dünyada bir
nimeti bırakmadıkça başka bir nimete ulaşamazsınız. Yaşayan biriniz, ecelinin
bir kısmını tüketmeden ömür süremez, daha önceki rızkının bir kısmını
sarfetmeden malını fazlalaştıramaz, bir eseri ölmeden başka bir eseri vücut
bulamaz. Yüce Allah'tan, bize ve size bu öğütlerden bereketler ihsan etmesini
diliyoruz.»
Vehb b. Münebbih dedi
ki:
«Aziz ve Celil olan
Allah, hikmetinin gereği olarak yaratıkları tip ve miktar bakımından farklı
yaratmıştır. Yaratıkların bir kısmı dünya durdukça var olacaktır. Günler
onları eksiltmez, ihtiyarlatmaz, çürütmez ve öldürmez. Yaratıkların bir kısmı
yemez ve rızıklanmaz, yaratıkların bir kısmı yer ve rızıklanırlar. Cenâb-ı
Allah, onları yaratırken beraberlerinde rızıklarını da yaratmıştır. Sonra
Cenâb-ı Allah, yaratıkların bir kısmını karada, bir kısmını da denizde
yaratmıştır. Denizde ve karada yarattığı yaratıklar için rızıklar da
yaratmıştır, ama deniz hayvanlarına, kara hayvanlarının rızkı fayda vermez. Kara
hayvanlarına da deniz hayvanlarının rızkı fayda vermez. Denizdeki karaya
çıkacak olursa ölür, karadaki denize girecek olursa ölür.
Rızıkların taksimi ve
geçimi hususunda düşünüp bu konuyla ilgilenen kimseler için Cenâb-ı Allah'ın
karada ve denizde yarattığı hayvanlar üzerinde ibretler vardır. Ademoğlu,
Allah'ın taksim ettiği rı-zıklardan ibret alsın. Çünkü bu rızıklar, ancak yüce
Allah'ın kendi yaratıkları arasında taksim ettiği şekilde paylaşılır. Hiçbir
kimsenin bu miktarı değiştirmeye ve miktarları birbirine karıştırmaya gücü
yetmez. Nitekim kara hayvanlarının, deniz hayvanlarının erzakıyla; deniz
hayvanlarının da kara hayvanlarının erzakıyla yaşamaya gücü yetmez. Eğer bunlar
birbirlerinin rızıklanyla yaşamak mecburiyetinde kalırlarsa hepsi ölürler.
Kara ve deniz
hayvanlarından her biri, kendisine verilen rızkı normal bir şekilde elde ederse
bu, onun için yararlı olur ve kendisi hayatta tutar, aynı şekilde ademoğlııda
istikrar bulup Allah'ın kendisine pay olarak verdiği rızkıyla yetinirse bu
rızkı onu hayatta tutar ve ona yarar sağlar. Başkasının rızkına el uzatacak
olursa, bu onun için bir noksanlık olur. Kendisine zarar verir ve rüsvay olur.»
Vehb b. Münebbih, Atâ
el-Horasanî'ye şöyle demişti: «Sizden önceki âlimler, başkalarının dünyalarına
ilgi göstermeyip kendi ilimleriyle başbaşa oluyorlardı. Dünya ehline iltifat
etmiyorlardı. Dünya ehli kimselerin ellerindeki mallara da itibar
göstermiyorlar di. Dünya ehli kimseler, onların ilmine rağbet gösterdiklerinden
ötürü dünyalıklarım onların uğruna sarfediyorlardı. Ama bugün, aramızdaki ilim
ehli kimseler, dünyaya rağbetlerinden ötürü ilimlerini dünya ehli kişilerin
önüne peşkeş çekiyorlar. Bu nedenle dünya ehli kimseler de âlimlerimizde ilmin
kötü durumda olduğunu gördükleri için ilimlerine pek rağbet göstermiyorlar.
Sultanların kapılarında bulunmaktan sakın, ey Atâ! Çünkü onların kapılarında,
tıpkı develerin, çöktüğü yerlerdeki gibi fitneler vardır. Sen onlardan dünyalık
olarak birşey elde edersen, onlar da senin dininden bir o kadarını elde
ederler.»
İbrahim el-Cüneyd,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Alimin biri, ilimde
kendisinden daha üstün başka bir âlime uğradı ve ona sordu:
- Namazın nasıldır?
- Cennet ve
Cehennem'in adını duyup bir anını dahi namazsız geçiren bir kimse bulunacağını
sanmıyorum.
- Ölümü anman
nasıldır?
- Bir ayağımı kaldırıp
diğerini indirmeden öleceğimi düşünürüm. Ya senin namazın nasıldır ey adam?
- Ben namaz kılarım,
gözyaşlarınıdan yerde ot "bitinceye dek ağlarım.
- Günahlarını itiraf
edip gülmen, ilminle gururlanıp ağlamandan daha hayırlıdır. Çünkü ilmiyle
gururlanan kimsenin hiçbir ameli Allah katma yükselmez.
- Bana tavsiyelerde
bulun, ben seni hikmet sahibi bir adam olarak görüyorum.
- Dünyada zahid ol,
dünyalık hususunda dünya ehli kimselerle çekişme. Dünyada hurma ağacı gibi ol,
meyven yenildiğinde hoşça yenilsin, bırakıldığında da hoşça bırakılsın. Düşman
üzerine düşersen onu kırma. Köpeğin, sahibine vefalı ve samimi oluşu gibi sen
de Allah'a vefalı ve samimi bir şekilde yaklaş. Sahipleri köpeği aç bırakır,
kovar ve döverler, ama o yine de onların çevresinde dolaşır ve bekçiliklerini
yapar, onlar için samimi olur.»
Vehb b. Münebbih, bu
hadisin anlatıldığı esnada şöyle dedi: «Ey ademoğlu! Köpeğin sahibine vefalı ve
samimi olması kadar sen Aziz ve Celil olan Allah'a vefalı ve samimi olamazsan
vay haline.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre âlim kişi, kendisinden daha yüksek ilimlere sahip olan adama
şu cevabı vermiş:
- Ben ayaklarım
şişinceye kadar namaz kılarım.
- Geceyi tevbe ile
geçirip sabaha pişmanlık ve nedametle girmen, senin için geceyi namaz ile
geçirip sabaha gururlu bir şekilde girmenden daha hayırlıdır.
Osman b. Ebi Şeybe,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Adem peygamber, Cennet'ten çıkarılıp
yeryüzüne indirildiğinde
meleklerin seslerini
duyamadığından ötürü yalnızlık hissetti. Cebrail
(a.s.) inip yanma
gitti ve ona şöyle dedi:
- Ey Adem! Sana, dünya
ve ahirette yarar sağlayacak birşeyi öğreteyim mi?
- Evet, öğret.
- Şu duayı oku:
Allah'ım, nimeti benim için tamamla ki, yaşamım kolay ve rahat olsun. Allah'ım,
son nefesimi hayırla kapat ki, günahlarını bana zarar vermesin. Allah'ım, beni
dünya külfetlerinden ve kıyametteki korkulu hallerden kurtar ki, beni afiyetle
Cennet'e koya-sın.»
Abdürrezzak, Vehb'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bazı kitablarda okudum ve Cenâb-ı Allah'ın
şöyle buyurduğuna rastladım: "Ey ademoğlu, sen bana karşı insaflı
davranmadm. Beni başkalarına hatırlatıyorsun ama kendin beni unutuyorsun.
İnsanları bana davet ediyorsun ama kendin benden kaçıyorsun, iyiliklerim senin
üzerine iniyor ama senin kötülüklerin benim huzuruma çıkıyor. Ecelini
noktalıyacak kıymetli bir melek sana gelecektir. Ey ademoğlu! Senin en çok
hoşuma giden tarafin ve seni bana en çok yaklaştıran tutumun; sana taksim
ettiğim rızka razı olmandır. Beni en çok kızdıran tarafın ve seni benden en çok
uzaklaştıran tutumun; senin için taksim ettiğim rızka kani olmayıp kızmandır.
Ey ademoğlu! Sana verdiğim emirler hususunda bana itaat et, senin yararına
olacak şeyleri bana öğretmeye kalkışma, çünkü ben yaratıklarımı bilirim.
Arzettiğin ihtiyaçlarını ben senden daha iyi bilirim. Ben ancak bana ikramda
bulunana ikram ederim, emirlerimi önemsemeyeni de küçümserim, kul benim
hukukuma riayet etmedikçe, ben onun hukukuna riayet etmem."»
Vehb dedi ki: «Cenâb-ı
Allah'ın kitablarmdan doksan küsurunu okudum. Hepsinde de şu hükme rastladım:
Meşiet ve irade hususunda birşeyi kendi nefsine havale eden kişi kafir olur.
Yani iradeyi kendi nefsine bırakan, ilahi iradeyi itibar etmeyen kişi kafir
olur.»
Yine Vehb dedi ki:
«Ademoğlu sakin olmuyor, oysa rızıkları farklı ve değişik miktarlarda taksim
eden Allah'ın kendisidir. Ademoğlu, rızkını azımsarsa, Allah'a olan rağbetini
daha da fazlalaştırsın ve: «Eğer Allah benim durumumdan haberdar olsaydı bu
miktarı değiştirirdi.» demesin. Zira Cenâb-ı Allah, yaratıp takdir ettiği şeye
nasıl vakıf olmaz! Ademoğlu, rızık taksimi dışında da insanoğullarmın farklı
bedenlere sahip olduklarını düşünmüyor mu? Cenâb-ı Allah; beden, mal, renk,
akıl ve düşünce hususunda da insanları farklı yaratmıştır.
Ademoğlu, başkalarına
kendisinden daha fazla rızık verilmiş olmasına alınmasın. Başkalarına
kendisinden daha fazla ilim, akıl, din ve düşünce verilmiş olmasına da
alınmasın. Ömrünün üç zamanında kendi çaba ve kazancı olmaksızın kendisini
rızıklandıran zatın, ömrünün dördüncü zamanında da kendisini rızıklandıracağım
bilmiyor mu? Ademoğlu, ömrünün ilk zamanlarında ana kanundaydı..Allah onu orada
yarattı, kendi kazancı olan malla değil, başka bir malla onu rızıklandırdı ki,
o zaman o, sağlam bir yerde, ana rahminde bulunuyordu; sıcaklık, soğukluk,
keder, üzüntü ve hiçbir şey onu rahatsız etmiyordu. Ana rahmindeyken tutan
eli, yürüyen ayağı, konuşan dili yoktu; ama oradayken Cenâb-ı Allah, ona rızkım
eksiksizce, rahatça ve afiyetle gönderdi. Sonra Aziz ve Celil olan Allah, onu
ana rahminden alıp başka bir yere sevketmek istedi. Yani doğmasını irade
buyurdu, doğunca da ömrünün ikinci zamanı başlamış oldu.
Bu ikinci zamanında
anası vasıtasıyla ona yetecek miktarda rızık verdi. Bu rızık, insanın çaba ve
kuvveti, tutması ve yürümesi olmaksızın bilakis Allah'ın lütfü olarak insana
verildi.
Sonra Cenâb-ı Allah,
onu ikinci zamandan üçüncü zamana nakletmek istedi. Sütten kesilip diğer
erzakla geçinip büyümeye başladı. Bu erzakı da ebeveyninin kazancıyla temin
etti. Ebeveyninin kalble-rine onun şefkatini yerleştirdi ki; ebeveyni, onu
kendi nefislerine tercih etsinler ve güçlerinin yetebildiğince temin ettikleri
en hoş ve en lezzetli gıdalarla onu beslesinler, ebeveyni onu beslerlerken kendisi
hiç çalışmıyor ve hiç kazanç sağlamıyordu. Nihayet insan büyüyüp akıllanınca
rızkını kendi çabası, gayreti ve kazancıyla temin ettiğim düşünmeye başladı.
İşte ömrünün bu
dördüncü zamanında Aziz ve Celil olan Rabbıne suizanda bulundu. Maişetini temin
etmek, malını fazlalaştırmak hususunda Allah'ın emirlerini hiçe saydı, kendi
benzeri olan diğer insanlara bakıp dünyalık talebi hususunda onlarla yarışa ve
rekabete girişti. Böylece de yakini inancı ve imam zayıfladı. Kalbine yoksulluk
ve diğer eşyalarla birlikte fakirlik korkusu girdi. Bu nedenle de kalbi öldü,
aklını yitirdi, belaya uğradı.
Eğer ademoğlu marifet
ve akılla bakıp düşünecek olursa, dördüncü zamanında da kendisini daha önceki
üç zamanda rızıklandırıp müstağni kılan Allah'ın rızıklandırıp müstağni
kılacağını anlar, Ömrünün bu dördüncü zamanında yaptığı hatalardan ve işlediği
günahlardan ötürü kendini savunabilmesine ve mazeret beyan etmesine imkan
yoktur. Meğer ki Allah, ona rahmet ede. Doğrusu ademoğlu çok şüphelidir, bu
nedenle de kendisinin hükmü ve ilmi, Allah'ın hükmü ve ilmi karşısında kısır
kalır. Allah'ın emirlerini düşünemez* düşünse anlar, anlasa bilir. Bilir ki,
Allah'ı tanıtan alamet, onun yaratmış olduğu mahlukattır. Sonra onun
mahrukatım rızıklandırması-dır ve onların rızıklarını ölçülü olarak
vermesidir.»
Atâ el-Horasanî dedi
ki: Yolda Vehb'e rastladım, kendisine şöyle söyledim:
- Bana şurada bir söz
söyle ki ezberleyeyim, kafama yerleştireyim, sözü de kısa tut.
- Aziz ve Celil olan
Allah, Davud (a.s.)'a şöyle vahyetmişti: «Ey Davud! izzetime ve azametime yemin
ederim ki, kullarımdan biri mahrukatıma karşı benden yardım ister de ben bunu
onun niyetinden anlarsam, yedi kat göklerle oradaki varlıklar ve yedi kat
yerlerle oradaki varlıklar ona karşı tuzak kurmaya kalksalar bile o kulumu
onlardan kurtarmak için bir çıkış yolu yaratırım. Ama yine izzetime ve celalime
yemin ederim ki, kullarımdan biri benden başka bir mahluka sığınacak olurda
ben onun niyetini anlarsam göklerin sebeplerini onun elinden koparırım. Yeri
de onun altında basılamıyacak kadar yumuşak hale getiririm. Yürürken yere batar
ve onun hangi derede öldüğüne de aldırış etmem.»
Ebu Hilal el-Eş'arî,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Kitaplardan birinde
şöyle bir ibareye rastladım. Yüce Allah, buyuruyor ki: «Kulum benim taatımda
olursa malı kendisine yeter, benden istemeden önce ben kendisine veririm, dua
etmeden önce duasına icabet ederim, ben onun ihtiyacını kendisinden daha iyi
bilirim.»
Vehb dedi ki:
«Kitaplardan birinde şöyle birşeyi okudum: Şeytanın boğuşmakta en çok
zorlandığı kişi akıllı mümindir. Çünkü mü'-min kişi, akıllı ve basiretli olursa
sağır kayalardan oluşan yüksek dağlardan daha çok şeytana ağır gelir. Bu
durumda şeytan, akıllı mü'minle boğuşur, fakat onu mağlub edemez. O zaman onu
bırakıp cahil mü'mine yönelir. Ona emirler verir, emrini tutunca da onu hükmü
altına alır ve dilediği gibi gütmeye başlar.»
Vehb dedi ki: «Musa
(a.s.), ayağa kalktı. İsrailoğullan onu görünce kendileri de ayağa kalktılar.
Onlara: "Yerinizde durun." dedi, sonra Tur dağma gitti. Dağda beyaz
bir nehir gördü, nehirde kum tepecikleri iriliğinde kokulu kafur gördü. Görünce
çok hoşuna gitti, nehi-girip yıkandı, elbiselerini de yıkadı. Sonra çıkıp
elbiselerini kuruladı tekrar suya döndü, elbiseleri iyi kuruyuncaya kadar suda
kaldı. Elbiseleri kuruduktan sonra alıp giyindi. Tur'un üzerindeki diğer
te-oeciğe doğru gitti. Orada iki kişinin bir mezar kazmakta olduklarını görünce
yanı başlarında durup; "Size yardım edeyim mi?" dedi. Onlar da- "Olur."
dediler. İnip kazmaya başladı ve onlara şöyle dedi: "Mezarını kazmakta
olduğunuz adamın beden ölçüsü nasıldır?" Onlar da: "Bedeni seninki
kadardır." dediler. Adamlar mezarın bedene uyup uymayacağına karar
versinler diye Musa (a.s.), mezarın içine uzandı. Uzanınca da toprak
kendiliğinden üzerine kapandı. Musa (a.s.)'ın mezarını ancak bir akbaba gördü.
Cenâb-ı Allah da onu sağır ve dilsiz yaptı.»
Vehb'den rivayet
olunduğuna göre Aziz ve Celil olan Allah, şöyle buyurmuştur: «Eğer ölülerin
kokuşmasına hükmetmemiş olsaydım, insanlar onları kendi evlerinde
alıkoyarlardı. Eğer etin bozulmasına hükmetmiş olmasaydım, zenginler onu
yoksullara vermezler ve onları mahrum bırakırlardı.»
Vehb dedi ki: «Abidin
biri, bir rahibe uğradı ve ona şöyle bir soru sordu:
- Ne zamandan beri bu
manastırdasın?
- Altmış seneden beri
buradayım.
- Altmış sene müddetle
burada nasıl sabrettin?
- Zaman geçiyor, dünya
da geçiyor.
- Ey rahip, ölümü
anman nasıldır?
- Allah'ı tanıyan bir
kulun üzerinden, ölümü anmadığı bir an geçmez. Ben böyle sanıyorum, ayağımı
kaldırıp yere indirmeden öleceğimi sanırım, ayağımı indirip tekrar kaldırmadan
öleceğimi sanırım.
Bu cevap karşısında
abid kişi ağladı. Rahib, ona sordu:
- Ağlayışı gördüm,
peki halvette kalınca ne yaparsın?
- İftar esnasında
ağlarım, gözyaşlarımı içerek orucumu açarım, uyku beni mest edip yere yıkar, o
zaman ben de yatağımı gözyaşla-nmla ıslatırım.
- Günahını itiraf
ederek gülmen, işlediğin salih amellerle Allah'a karşı nazlanıp ağlamandan daha
hayırlıdır senin için.
- Bana bir tavsiyede
bulun.
- Dünyada hurma ağacı
gibi ol, yenildiğinde hoşça yenilir. Bırakıldığında da hoşça bırakılır,
birşeyin üzerine düştüğünde de ona zarar vermez. Dünyada eşek gibi olma,
eşeğin tek amacı karnını doyurmak, sonra da kendini toprağa atıp
yuvarlanmaktır. Köpeğin sahibine vefalı ve samimi oluşu gibi Allah'a vefalı ve
samimi davran, sahipleri köpeği aç bırakır ve kovarlar, ama o yine de evin
önünden ayrılmaz. Sahiplerini koruyup bekler.»
Ebu Abdurrahman Eşres
dedi ki: «Bu hadis, kendisine anlatıldığında Tavus ağlar ve şöyle derdi:
"Aziz ve Celil olan Rabbimize karşı vefa ve samimiyetimiz karşısında
köpeğin kendi sahihlerine karşı daha vefalı ve samimi olması doğrusu çok
ağrımıza gitmiştir."»
Vehb b. Münebbih dedi
ki: İsa peygamberin zamanında rahibin biri, kendi manastırında halvete girdi.
İblis, onu baştan çıkarmak istedi ama beceremedi. Her ne yoldan onu aldatmayı
denediyse de onunla başedemedi. İsa peygamberin kılığına bürünerek rahibin yanına
geldi. Manastırın kapısı önünde ona şöyle seslendi:
- Ey rahip, hele
başını pencereden dışarıya uzat ki, seninle konuşayım. Ben İsa Mesih'im.
- Eğer sen İsa Mesih
isen sana ihtiyacım yoktur. Sen bize ibadet etmemizi emretmedin mi? Bize
kıyametin kopacağı vaadinde bulunmadın mı? Haydi işine git, sana ihtiyacım yoktur.
Şeytan, eli boş ve
üzgün olarak oradan ayrılıp gitti. Tekrar geri dönmedi. Başka bir yolla
anlatılan bu hadisede ravi şöyle demektedir: İblis, manastırında bulunan bir
rahibin yanma gitti. Kapıyı açmasını söyledi. Kahip ona sordu:
- Sen kimsin?
- Ben Mesih'im.
- Vallahi sen
iblissin, seninle başbaşa konuşacağım, eğer sen Mesih isen bu gün sana
ihtiyacım yoktur. Seninle ne iş yapacağım? Sen bize Aziz ve Celil olan Rabbinin
risaletini tebliğ ettin. Biz de kabul ettik, bize bir din getirdin, biz de o
dinin üzereyiz. Haydi işine git, sana kapıyı açacak değilim.
- Doğru söyledin, ben iblisim, ama bugünden
sonra artık seni saptırmak istemiyorum. Sormak istediğin birşey varsa sor, sana
anlatayım.
- Sen doğru cevap
verecek misin?
- Bana her ne sorarsan
sor, sana mutlaka doğru cevap vereceğim.
- Ademoğlunu yoldan
çıkarma hususunda en çok hangi huyuna güvenirsiniz?
- Uç huyuna güveniriz:
Hiddet, cimrilik ve sarhoşluk.
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Musa peygamber, Cenâb-ı Allah'a şöyle bir soru sordu:
- Ya Rab, en çok hangi
kuluna kızarsın?
- Öğütlerin kendisine
fayda vermediği, yalnız başına kalınca da beni zikretmeyen kuluma kızarım.
- İlahi, seni hem dili
hem de kalbiyle anan kulunun mükafatı nedir?
- Kıyamet gününde onu
Arş'ımın gölgesi altında gölgelendirir ve onu himayeme alırım.»
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Âlimin biri, ilimce kendisinden daha Üstün başka bir âlimle karşılaştı,
ona şöyle bir soru sordu:
- Allah sana rahmet
etsin, israfsız bina nedir?
- Seni güneş
ışıklarına ve yağmura karşı koruyan binadır.
- İsrafsız yemek
nedir?
- Açlık ile tokluk
arasında olan ve tekellüfsüz hazırlanan yemektir.
- İsrafsız giyecek
nedir?
- Ayıp yerleri örten, vücudu soğuğa ve sıcağa
karşı koruyan, renksiz ve çeşitleri çok olmayan giyecektir.
- İsrafsız gülmek
nedir?
- Yüzünü aydınlatan ve
sesini başkalarına duyurmayan gülümsemedir.
- İsrafsız ağlamak
nedir?
- Aziz ve Celil olan
Allah'tan korku duyarak ağlamaktan hiçbir zaman usanma, ama dünya için de
ağlama.
- Amelimin ne kadarını
gizleyeyim?
- İyi amel
işlemediğini başkalarına zannettirecek kadar gizle.
- Amelimin ne kadarını
açığa çıkarayım?
- İyiliği emredip
kötülüğü menetme amelini açığa vur. Haris bir kimsenin sana uymasını sağlayacak
kadar olan amelini de açığa vur. İnsanların durumuna bakmaktan sakın. Herşeyin
iki ucu ve bir de ortası vardır. Uçlardan birini tutarsan diğeri eğilir, ama
ortadan tutarsan dengeyi sağlarsın. Herşeyin ortasını tutmaya bakın.»
Vehb dedi ki:
«Tevrat'ta şu dört cümleye rastladım: Başkasıyla istişare yapmayan pişman
olur. Kendini muhtaç görmeyen kimsenin ihtiyacı karşılanır. Fakirlik, kızıl
ölümdür, ameline göre karşılık görürsün, ticaret yapan günaha saplanır.»
Abdullah b. Mübarek,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Kendi zamanında
insanların en faziletlisi olan bir adam vardı. İnsanlar onu ziyarete gelirler,
o da onlara öğüt verirdi. Bir gün etrafında toplandıklarında onlara şöyle
dedi:
«Biz dünyadan çıktık,
mal ve aile efradını, taşkınlıktan korktuğumuz için terkettik, ama bu
durumumuzda da taşkınlık ve azgınlığın, mal sahihlerinin uğradıkları beladan
daha çok bize musallat olmasından korkuyoruz. Hükümdarların maruz kaldıkları
belalardan daha çok belalara uğramaktan korkuyoruz. Çünkü bizlerden her bin,
ihtiyacının karşılanmasını çok istiyor, birşey satın alacağı zaman dindarlığı
nedeniyle kendisine ayrıcalık tanınmasını istiyor. İnsanlarla karşılaştığında
dindarlığından.ötürü, saygı görmek istiyor...»
Böyle diyerek
âlimlerin ve abidlerin başlarına gelen afetleri saymaya başladı.
Dindarlıklarını öne sürerek şeref ve saygı görmeyi arzulama belasını anlattı.
O abidin bu konuşması
çevreye yayıldı. Nihayet o beldelerin hükümdarı da duydu, onu çok beğendi.
Devlet erkanına; «Bu adamı ziyaret etmek gerekir.» dedi. Bir gün onu ziyarete
gitmek için sözleştik, sözleşilen gün gelince hükümdar, ziyaretine gidip selam
vermek için o abidin bulunduğu yere doğru harekete geçti. Abid, bulunduğu mabetten
başım dışarı çıkardığında aşağıdaki arazinin ziyaretçi atlarıyla ve
süvarilerle tıka basa dolduğunu gördü. Gerçekten ilmi güzeldi, ilmin ve
amellerin afetlerini ve nefsin desiselerini bilirdi. Kalabalık ziyaretçi
topluluğunu görünce: «Bu nedir?» diye sordu. Kendisine: «Hükümdar gelip sana
selam vermek ve seni ziyaret etmek istiyor. Çünkü senin güzel konuşmalarım
duymuş.» dediler. Bunun üzerine abid: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn. Biz
onunla ne yapacağız? Mahvolduk. Allah'a yemin ederim ki, bu adama karşı ilahi
hüccetleri ileri sürüp kendisine telkinatta bulunmazsak, mahvolduk demektir. O
zaman kızarak yanımızdan ayrılıp gider.» dedi. Sonra hizmetçisine sordu:
- Yemek var mı?
- Evet.
- Getir sofrayı kur.
- Biraz ağaç meyvesi,
biraz bakla, biraz da zeytin var.
- Getir onları buraya.
Hizmetçi yemeği
getirdi, sofrayı kurdu. Abid, cemaatına emir verdi, gelip yemeğin çevresinde
toplandılar. Onlara şu talimatı verdi: «Şu hükümdar, buraya gelirse hiçbiriniz
dönüp ona bakmasın, kıyamda bulunmayın, oburca yemek yeyin ve hiçbiriniz
başını kaldırmasın. Böyle yaparsak belki o bize kızar ve Cenâb-ı Allah da onu
buradan uzaklaştırır. Çünkü buraya gelir ve bizden memnun olursa, korkarım ki
fitneye maruz kalırız. Şöhretimiz yayılır, kalbimiz de fitne ve şöhretle
dolar. O zaman da ancak Cehennem ateşinde yanarak bu beladan kurtuluruz.» Bu
sözlerine karşı çevresindeki adamlar ağladılar. Kendisi de ağladı. Hükümdar,
bulundukları dağa yaklaşınca beraberindeki devlet erkamyla birlikte atlarından
indiler ve dağa tırmanmaya başladılar. Hükümdar, onların bulunduğu yere
yaklaşınca abid ve adamları oburca yemek yemeye başladılar. Onlar bu haldeyken
hükümdar yanlarına girdi, başlarını kaldırıp ona bakmadılar, o faziletli âlim
de baklayı zeytinle birlikte dürüm yaparak büyük bir ekmek parçasına sardı ve
ağzına tıkıştırmaya başladı. Hükümdar, onlara selam verdi ve: «Abid hanginiz?»
diye sordu. Abidi gösterdiler. Hükümdar, ona şöyle dedi:
- Bu ne hal ey adam?
- Diğer insanlar gibi
bir insanım (Böyle derken oburca yemeye devam ediyordu.).
- Sende hayır yokmuş.
Böyle dedikten sonra
hükümdar dönüp oradan çıktı ve giderken de: «Bu adamda ilim diye birşey yok.»
dedi. Hükümdar, dağdan aşağıya inerken abid, bulunduğu odanın penceresinden
ona bakıp şöyle dedi: «Ey hükümdar, seni benden Öfkelenmiş halde buradan
uzaklaştıran Allah'a hamdolsun.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre o abid kişi, daha Önce hü-kümdarmış, dünyadan el etek çekip
hükümdarlıktan feragat etmiş. Çünkü hükümdarlığı zamanında cennetliklerin ve
salih amel işleyenlerin hayatta kalanlarından birinin yanına gitmiş, ona öğüt
vermişti, hükümdar da onunla arkadaş olmaya ve Cennet'te bir araya gelmeye söz
vermişti. Ahiret yurdundaki mükafatlara talip olduğu için hükümdarlıktan
feragat edeceğini söylemişti, oğullarından, aile efradından ve devlet
erkanından oluşan bir grup onun bu kararına muvafakat ettiler. Hep birlikte
saraydan ayrılıp gittiler. Nereye gittiklerini kimse bilememektedir. Hükümdar,
adalet ve iyilik sahibi idi. Aziz ve Celil olan Allah'tan korkardı, memleketi
genişti, mal ve adamları çoktu, saraydan çıkıp yola koyuldular. Memleketin
sınırında bir dağa vardılar. Dağda çok ağaçlar ve sular vardı. Bir süre orada
ikamet ettiler, adamlarına şöyle dedi: «Eğer burada uzun süre ikamet edersek
memleketimizdeki insanlar bizim burada olduğumuzu anlar ve bizi rahat
bırakmazlar. Başka bir memlekete gitmeyi teklif ediyorum. Orada insanlardan
uzak bir yere konaklarız. Böyle yaparsak belki biz onlardan, onlar da bizden
kurtulurlar.»
O dağlardan da
ayrılarak bilmedikleri beldelere doğru yola çıktılar. Yabancı ülkelerden
birinde insanlardan uzaktaki bir dağa gittiler. Dağda çok sular ve ağaçlar
vardı. Geçitleri azdı, dağın tepesinde akar su ve geniş bir alan buldular,
dileyen orada ekin de ekebilirdi, oraya konakladılar. Mesken ve ibadet için
binalar yaptılar. O akar sudan yararlanarak katıkta kullanmak için bazı
tahılları ve zeytin ağaçlarını ektiler. Bakımını elleriyle yaptılar, ürünleri
yediler. Ancak oraya yakın beldelerdeki insanlar, onların durumlarından
haberdar oldular, gelip onları ziyarete başladılar. Nihayet önceki sayfada
nak-letiğimiz sözleri, o âlim zat söyledi ve bu sözleri etrafa yayıldı. Bunun
üzerine hükümdar, onları ziyarete geldi...» Doğrusunu Allah bilir.
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Her ne kadar dünyaya karşı tutkulu ise de insanların dünyadaki en zahidi;
emanetleri muhafaza etmekle birlikte sadece helal ve temiz kazanca razı olan kimsedir.
Her ne kadar dünyadan yüz çevirmekte ise de insanların dünyaya en çok ragbet
edeni; kazancını nereden elde ettiğine, elde ettiği şeylerin helal veya haram
olduğuna aldırış etmeyen kimsedir. İnsanlar, başka hususlarda kendisini cimri
görseler de insanların dünyadaki en cömerdi; Aziz ve Celil olan Allah'ın
hakkını vermek hususunda cömert davranandır. Her ne kadar başka hususlarda
insanlar kendisini cömert görseler de dünyada insanların en cimrisi; Aziz ve
Celil olan Allah'ın haklarını vermekte cimri davranandır.»
Taberanî, Vehb b.
Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Aziz ve Celil olan
Allah, 1.000 makamda Musa (a.s.)'la konuştu. Onunla konuştuğunda da Musa
(a.s.)'m yüzünde üç gün süreyle nur görünürdü. Musa (a.s.), Aziz ve Celil olan
Rabbiyle konuştuğundan itibaren hiçbir kadına el sürmedi.»
Osman b. Ebi Şeybe,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Doğrusu,
peygamberliğin ağır yükleri vardır, o yükleri ancak güçlü adamlar
taşıyabilirler. Yunus b. Meta, salih bir kuldu, yalnız biraz tahammülsüzdü.
Peygamberlik yükünü omuzlayınca altında zorlandı. Tıpkı devenin ağır yük
altında zorlanışı gibi, bu yükü bir tarafa attı ve bulunduğu yerden kaçıp
gitti. Yüce Allah da Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e şöyle buyurmuştur: «Ey
Muhammed! Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de
sabret.» {ei-Ahkâf, 35.)
«Ey Muhammed! Sen
Rabbinin hükmüne kadar sabret, balık sahibi Yunus gibi olma. O, pek üzgün
olarak Rabbine seslenmişti.» (ei-
Kalem, 48.)
Yunus b. Bükeyr, Vehb
b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cenâb-ı Allah,
rüzgara emir verdi ki, yeryüzündeki yaratıklardan herhangi biri birşey
söylerse, o sözü mutlaka Süleyman peygamberin kulağına eriştirsin. İşte bu
nedenle Süleyman peygamber, karıncanın konuşmasını işitti.»
Süfyan, Vehb b.
Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İsrailoğullarından
bir adam kırk sene müddetle ibadet ederse, kendisine keşif kapıları açılır ve
yaptığı amellerin kabul edildiğine dair alametler gösterilirdi. Yine
İsrailoğulları arasında Rebia kabilesinden bir adanı kırk sene müddetle ibadet
etti. Ama birşey göremedi ve şöyle dedi: "Ya Rab, ben iyilik yapmışım ama
ebeveynim kötülük yapmışlarsa, benim suçum ne?" Bunun üzerine başka
abidlerin gördükleri şeyler kendisine de gösterildi.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre o abid şöyle demiştir: «Ya Rab, eğer ebeveynim kötü işler
yapmışlarsa, benim bundaki sorumluluğum ne?»
Yine başka bir
rivayette anlatıldığına göre aynı abid şöyle demiştir: «Ya Rab, eğer ebeveynim
kötülük yapmışlarsa senin ihsanından ve iyiliğinden ben niye mahrum kalayım?»
Böyle demesi üzerine Cenâb-ı Allah, bir bulutu göndererek o abidi
gölgelendirmişti.
Abdullah b. Mübarek,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Dünya ile ahiret, iki
kuma gibidirler. Birini razı edersen diğerini kızdırırsın.»
«Allah katında şirkten
sonra günahların en büyüğü büyücülüktür.»
Abdürrezzak, Vehb'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İnsan oruç tutunca
gözleri kayar, ama tatlı şev^e iftar ederse
tekrar eski haline
döner.»
Abdullah b. Mübarek,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abid bir adam, başka bir abide
uğradı, onun düşünceli olduğunu
gördü ve ona şöyle
sordu:
- Neyin var, sana ne
olmuş?
- Falan adama şaşıyorum, o kadar çok ibadet
yaptı, sonra da dünyası onu yoldan çıkardı.
- Yoldan çıkan
kimsenin nasıl çıktığına şaşma, aksine doğru yola giren kimsenin nasıl doğru
yola girdiğine şaş!»
Abdullah b. Ahmed b.
Hanbel, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«îsrailoğullarmın
başına büyük bir musibet ve şiddet geldi, peygamberleri şöyle dedi: «Rabbimizi
neyin razı edeceğim bilseydik de o şeyi yapsaydık »
Bunun üzerine Aziz ve
Celil olan Allah, ona şöyle vahyetti: Kavmin diyorlar ki: «Herkesin razı
olduğu şeye ben de razıyım. Herkesin kızdığı şeye ben de kızıyorum.» (Böyle
demesinler, başkalarına bakmasınlar, gerçeğe baksınlar.)
Yine Abdullah b. Ahmed
b. Hanbel, Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Isa peygamber,-bir mezar
başında durdu, beraberinde havariler veya arkadaşlarından birkaç kişi vardı.
Mezara bir cenaze sarkıtılıyordu. Arkadaşları mezarın darlığını ve karanlığını
anlattılar. İsa peygamber onlara şöyle dedi: "Siz daha önce bundan daha
dar bir yerdeydiniz... annelerinizin rahimlerindeydiniz. Eğer Cenâb-ı Allah,
genişletmek isterse genişletir."»
Abdullah b. Mübarek,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Seyyahlardan abid bir
adamı, şeytan baştan çıkarmak istedi, şehvet, rağbet ve gazab cihetinden ona
geldi, ama onu bir türlü nıağ-lub edemedi. Şeytan, bir yılan kılığına girdi,
yanma gitti, ama o namaz kılmaktaydı; namazına devam etti, dönüp şeytana
bakmadı.
Şeytan, onun ayağına
sarıldı; yine ona dönüp bakmadı, elbiselerinin arasına sokuldu, yakasının
ucundan başını dışarı çıkardı, abid yine ona bakmadı. Namazından da geri
durmadı. Secdeye varmak istediğinde onun secde yerinde kıvrılıp durdu, secde
etmek için başını yere koymak istediğinde yılan ağzını açtı ki, abidin başını
yutsun; ama abid başını secdeye koydu; alnı ile secde yerini açtı ve böylece
yere secde yapma imkanı buldu. Şeytan daha sonra bir adam kılığına girerek
abidin yanına gitti ve ona şöyle dedi:
- Seni korkutan yılan
bendim. Şehvet, gazab ve rağbet cihetinden sana geldim. Canavarlar ve yılanlar
kılığına bürünerek sana gelen yine bendim, ama seni mağlub edemedim, artık
seninle samimi dost olmayı uygun gördüm, bu günden sonra namaz kıldığın esnada
sana gelmeyeceğim.
- Beni korkutmak
istediğin günde korkmuş değildim ve bu günde senin dostluğuna ihtiyacım yoktur.
- Dilediğini bana sor,
sana cevabım vereyim.
- Sana ne sorayım ki?
- Malını sormayacak
mısın? Malını bırakıp geldikten sonra malına ne yapıldı, malın ne oldu
sormayacak mısın?
- Eğer malımı
düşünseydim ondan el çekip ayrılmazdım.
- Aileni sormayacak
mısın; onlardan kim öldü, kim hayatta kaldı demeyecek misin?
- Ben onlardan önce
ölmüşüm.
- İnsanları nasıl
saptırdığımı bana sormayacak mısın?
- Sen onları en
sapığısın, zaten. Ama ademoğullannı saptırma yollarından hangisine daha çok
güvenirsin, onu bana söyle.
- Üç huy, ademoğlunu
saptırabilmem için bana çok yardımcı âlur. O huylar şunlardır: Cimrilik, hiddet
ve sarhoşluk. Kişi eğer cimri ise, malını gözünde azaltırız ve onu başkalarının
mallarına göz diker hale getiririz. Kişi eğer sinirli ve hiddetli ise,
çocukların küreği oynattıkları gibi onu da kendi aramızda elden ele oynatırız,
duasıyla ölüleri diriltecek olsa bile yine de onu baştan çıkarmaktan ümidimizi
kesmeyiz, onun yaptığı her şeyi yıkarız. Bizim sözümüz birdir, kişi eğer
sarhoş ise onu her türlü şerre, rüsvaylığa, rezalete ve alçaklığa kediyi
kulağından tutup sürüklediğimiz gibi sürükleriz!»
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Eyyüb peygamber, yedi sene müddetle hastalık çekti. Yusuf peygamber, yedi
sene müddetle zindanda kaldı. Buhtü'n-Nasır, yedi sene müddetle canavar
kılığında kaldı.»
Vehb b. Münebbih'e
dinar ve dirhemleri sorduklarında şu cevabı verdi: «Dirhem ve dinarlar,
âlemlerin Rabbinin mühürleridir. Yeryüzü, ademoğlunun geçimini sağlayacağı
yerdir, orada yer ve içer. Ama yeryüzünün kendisi ne yenilir ne de içilir.
Âlemlerin Rabbinin mühürleri olan dirhem ve dinarlarla nereye gidersen
ihtiyacını karşılarsın ama dirhem ve dinarlar münafıkların yularıdır.
Münafıklar, onlarla şehvetlere sevkedilirler.»
Davud b. Ömer
ed-Dabbî, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Amelsiz dua
eden kişi, kirişsiz ok atan kişiye benzer.»
Abdullah b. Mübarek,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hikmet sahiplerinden
biri şöyle demişti: "Sırf Cennet'i elde etmek ümidiyle Aziz ve Celil olan
Allah'a ibadet etmekten utanırım. Çünkü o zaman ben kötü bir köle gibi olurum
ki; korktuğunda çalışır, serbest bırakıldığında ise çalışmaz. Allah sevgisinin
benden çıkardığını başka hiçbir şey benden çıkaramaz."»
Sırrî b. Yahya dedi
ki: Vehb b. Münebbih, Mekhul'e şöyle bir mektup gönderdi:
«Sen insanlar
nezdindeki İslâmî ilmin zahir olanını sevgi ve şeref için kazandın, ama Allah
katındaki İslâm ilmini Allah tarafından sevilmek ve ona yakın olmak amacıyla
taleb et, şu iki sevgiden birinin diğerine engel olduğunu da bil.»
Zafir b. Süleyman,
Vehb b. Münebbih'ten rivayet etti ki, Lokman (a.s.), kendi oğluna şu öğütleri
vermiştir:
«Ey oğulcuğum! Allah'a
taatı, dünya ve ahiret kazancını elde etmeye vesile olan bir ticaret edin.
İman, üzerinde taşınmakta olduğun gemindir. Allah'a tevekkül, o geminin
yelkenleridir, dünya senin denizindir. Günler denizdeki dalgalarındır, salih
amellerin ise onlar sayesinde kazanç umduğun ticaretindir. Bağışlar ise,
keramet ve onurunu onun vasıtasıyla elde etmeyi umduğun hediyendir. Hırs ise
bu kerametini elinden çıkarıp uzaklaştırır, nefsi heva ve heveslerinden
menetmek, bu geminin demiridir. Ölüm ise denizin kıyışıdır. Allah, dünyanın
hükümdarıdır, varacağın yer Allah katıdır. Allah katında tüccarların en
saygılısı, en faziletlisi ve ona en yakın olanı; mal ve sermayesi çok, niyeti
saf, gidişatı da ihlaslı olandır. Allah katında en sevilmeyen tüccar ise, mal
ve sermayesi az, gidişatı bozuk, kalbi kötü olandır. Ticaretin güzel oldukça
kazancın artar, gidişatın halisane oldukça şereflenirsin.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Lokman (a.s.), oğluna şöyle Öğüt vermişti:
«Ey oğulcuğum! Allah'a
taatı sermaye edin ki, her taraftan sana kazanç gelsin. Allah'a karşı takvalı
olmayı kendin için gemi edin, o geminin iç kısımları ve kamaraları Allah'a
tevekküldür. Yelkeni Allah'a imandır. Denizin ise faydalı ilim ve salih
ameldir. İşte bu yolu tutarsan belki kurtuluşa erersin, ama kurtuluşa ereceğini
de sanmıyorum.»
Abdullah b. Mübarek,
adamın birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Malın taşkınlık verişi gibi
ilmin de insana taşkınlık verişi ve azdırışı vardır.»
Taberanî, Vehb b.
Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Aziz ve Celil olan
Allah, sevabları insanlara sunmuştur, ama çalışmayan ve salih amel işlemeyen
kimse sevabı hak etmez. Onu aramayan bulamaz, ona bakmayan onu göremez.
Allah'ın taatı, rağbet eden kimselere yakındır, ilgilenmeyen kimselerden ise
uzaktır. Ona tutkun olan ona ulaşır. Onu sevmeyen onu bulamaz. Ona ulaşmak için
çabalayan kimseyi başkaları geride bırakamaz, ama ağır davrananlarda ona
ulaşamaz. Allah'ın taatı, kendisini üstün tutan kimseyi şereflendirir,
kendisini zayi eden kimseyi ise küçültür. Allah'ın kitabı, ilahi taat yolunu
gösterir. Allah'a iman, insanı ilahi taata teşvik eder.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb b. Münebbih'ten rivayet etti ki; Davud (a.s.), şöyle demiştir:
- Ya Rab, kullarından
en çok hangisini seversin?
- Güzel suretli, güzel
amelli mü'mini severim.
- Ya Rab, kullarından
en çok hangisine kızarsın?
- Güzel suretli kafire
çok kızarım, ister küfretsin ister şükretsin. Ahmed b. Hanbel'in naklettiği
başka bir rivayette anlatıldığına
göre Davud (a.s.),
Rabbine şöyle sormuştur:
- Ya Rab, kullarından
en çok hangisini sevmezsin?
- Bir işi yapmak için
bana istiharede bulunan ve hayırlı yolu kendisine gösterdiğim halde
gösterdiğim yola razı olmayandır.
İbrahim b. Cüneyd,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Allah'a ibadet eden
bir abid vardı, iblis bir insan suretine bürünerek ona gitti, güya kendisi de
Allah'a ibadet ediyormuş gibi bir tavır takındı, kendini fazlaca ibadete
verdi. Abid, onu ibadetteki gayretinden ötürü sevmeye başladı. Namazgahında
iken şeytan, ona şöyle bir teklifte bulundu: "Gel seninle şehire gidelim,
insanlar arasına katılalım, onların eziyetlerine katlanalım, iyilikleri
emredip kötülükleri menedelim. Böyle yaparsak sevabımız daha da çoğalır."
Abid, onun bu teklifine olumlu baktı ve kabul etti. Abid, ayaklarından birini
bulunduğu mekandan dışarı çıkardı ki, onunla birlikte şehire doğru gitsin.
Tam dışarı çıkarken görünmezlerden bir şada geldi: "Bu şeytandır, seni
fitneye düşürmek istiyor." Abid de şöyle dedi: "Allah'a isyan etmek,
şeytana itaatta bulunmak amacıyla bu mekandan dışarı çıkan bir ayağım artık
bir daha benimle birlikte bu mekana geri dönmeyecektir." Böyle dedi ve
tam o esnada vefat etti. Cenâb-ı Allah, onun adını kitaplarından birine,
"Ayak sahibi" diye geçirdi.»
Vehb b. Münebbih dedi
ki: Kendi zamanının en faziletlilerinden bir adam, insanları domuz eti yemeye
mecbur kılan ve böylece onları fitneye düşüren bir hükümdarın yanına gitti.
İnsanlar, o âlime saygı gösterdiler, onun da domuz etini yiyeceğini düşünerek
endişeye kapıldılar. Ancak hükümdarın muhafiz kuvvetleri komutanı, o âlime
gizlice şöyle dedi: «Ey âlim, yenmesi sana helal olan bir oğlak kes, sonra onu
bana teslim et ki, onu pişireyim ve domuz eti yemen erare-dildiği zaman onu
getirip senin önüne koyayım. Böylece helal et yersin, hükümdar ve insanlar da
senin domuz eti yediğini sanırlar.» Âlim, bir oğlak kesti, sonra onu muhafiz
kuvvetleri komutanına teslim etti. Komutan da oğlak etini mutfakçılara
vererek: «Şu âlime domuz eti getirin dediğimiz zaman siz kendisine şu oğlağın
etini getirin.» dedi.
İnsanlar toplandılar,
âlimin domuz eti yeyip yemiyeceğini görmek istediler ve: «Eğer o yerse biz de
yeriz, yemezse biz de yemeyiz.» dediler. Hükümdar geldi, toplanan insanlara
domuz eti getirilmesini emretti. Etler getirilip insanların önlerine konuldu.
Alimin önüne ise, usulüne uygun kesilmiş helal oğlak eti getirilip konuldu.
Cenâb-ı Allah, o âlime ilhamda bulundu, kalbine ve düşüncesine hakikati yerleştirdi.
Alim şöyle dedi: «Peki, ben helal olduğunu bildiğim şu oğlak etini yiyeceğim
ama bilmeyenlere ne diyeceğim ve ne yapacağım? İnsanlar, benim yeyişime
bakacaklar, beni örnek alacaklar, onlar benim domuz eti yemediğimi
bilmiyorlar. Oğlak eti yediğim halde domuz eti yediğimi sanarak bana uyacaklar
ve kendileri de domuz eti yiyecekler. O zaman ben kıyamet gününde bunların
günahlarını da taşıyanlar arasında olacağım. Hayır vallahi, öldürülsem de,
ateşte yakılsam da bu eti yemeyeceğim.» Böyle dedi ve önüne konulan oğlağın
etini yemedi.
Muhafiz kuvvetleri
komutanı ona kaş göz işareti yaparak yemesini emretti ve önündeki etin oğlak
eti olduğunu ima etti ama o yine de yemedi. Sonra hükümdar oıi£, yemesini
emretti. Ama âlim yine yemedi. Israr ettiler, ısrarlara karşı direndi.
Hükümdar, muhafiz kuvvetleri, komutanına onu öldürmesini emretti. Âlimi
öldürmek için alıp götürdüklerinde muhafiz kuvvetleri komutanı ona şöyle dedi;
«Kendi kestiğin ve bana teslim ettiğin oğlak etini niçin yemedin? Sana başka et
getirerek bana güvendiğin hususta sana ihanet edeceğimi mi sandın? Hayır vallahi,
ben böyl# <%pacak biri değilim.» Âlim ona dedi ki: «Senin samimi olduğunu
biliyordum. Ama insanların bana uymalarından korktum. Onlar, benim eti yememi
bekliyorlardı, önümdeki etin domuz eti olduğunu sanıyorlardı. Oğlak eti
olduğunu sadece ben biliyordum. Ben o etten yeseydim, herkes önündeki domuz
etini yiyecekti ve bundan sonraki zamanlarda da herkes yiyecekti. 'Falan âlim yedi'
diyerek domuz etini helal sayacaklardı. Böylece ben onlar için bir fitne sebebi
olacaktım.» Böyle dedi ve sonra da öldürüldü. Allah ona rahmet etsin. Âlim
kişinin kusurlardan ve ayıp şeylerden sakınması, mahzurlu şeylerden uzak
durması gerekir. Onun hatası ve kusuru başkalarınca görülür ve cahiller ona
uyarlar.»
Muaz b. Cebel dedi ki:
«Hikmet sahibi kimsenin ayak sürçmesinden ve hatasından sakının.» Başkası da
şöyle demiştir: «Âlimin hatasından sakının, çünkü o hata yaparsa, onun hatası
nedeniyle büyük bir Jilem de hata yapar. Âlimin -küçük de olsa- hatayı
önemsememesi uygun değildir. Âlimlerin ihtilafa düştükleri ruhsatlı işleri de
yapmaması icab eder. Çünkü âlim, halk tabakasından kalp gözü kör olan
kimselerin kılavuzu ve değneğidir. O değnekle hakka hücum edilir ve cahiller:
"Falan âlimin şöyle yaptığını gördüm.» derler. Âlim kişi, kişisel
alışkanlıklarından uzak durmalıdır. Çünkü o, alışkanlık nedeniyle bazı şeyleri
yapar, cahil kişi de onun yaptığı bu işin caiz veya sünnet veya vacib olduğunu
zanneder. Nitekim denilmiş ki: «Âlime sor, sana doğru cevap versin, ama onun
garib fiillerini örnek edinme. Ona sor ki, sana doğru cevap versin, eğer dindar
ise.»
Zamanının âlimlerinin
çoğuna bakmakla bakışın bozuldu, bu halktan biridir, onlarla birarada oturup
kalkarsan daha nasıl bozulursun, bu bilinemez, ama yüce Allah, şöyle
buyurmuştur:
«Allah'ın doğru yola
eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptı-nrsa artık ona, doğru yola
götürecek bir rehber bulamazsın.» (ei-Kehf, 17.) '
Muhammed b. Abdülmelik
b. Zenceveyh, Abdürrezzak'ın babası-, nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Vehb
b. Münebbih'e dedim ki:
- Sen rüya görüyor ve gördüğün rüyayı bize
anlatıyorsun, çok geçmeden rüyanın gerçekleştiğini görüyoruz.
- Ben kadılığa
geçtikten beri bendeki bu hal yok oldu.
, Abdürrezzak diyor ki: Ben bunu Mamer'e anlattım. O da şöyle cevap
verdi: «Hasan-ı Basrî kadılığa geçtikten sonra insanlar onun anlayışını
övmediler. Ey şehr! Senden sonra artık âlimlere kim güvenir? Hele şu zamanda
dünya pislikleri içinde boğulan âlimlerin, özellikle Timurlenk fitnesinden
sonraki âlimlerin durumu nasıl olacaktır? Çünkü kalpler dünya sevgisiyle
dolmuştur. Orada ilme yer bulamazsın, onların meclislerinin başlangıç ve
sonucunu görmek istiyorsan, âlimlerden dilediğinin meclisine katıl, gördüğün
şeyleri küçümseme. Çünkü işler ancak sonuçları ile önem kazanırlar.
«Allah, kendisine
karşı gelmekten sakının kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden
rızık verir. Allah'a güvenen kimseye O yeter.» (et-Talâk, 3.)
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Bukağının hayvana bağlı oluşu gibi bela da mü'mine bağlıdır.»
Ebu Bilal el-Eş'arî,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Belaya uğrayan kimseyi o bela,
peygamberler yoluna götürür.»
Abdullah b. Ahmed b.
Hanbel, Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Havarilerden birinin
kitabında şunu okudum: "Bela ehlinin yoluna koyulursan rahat ol, çünkü o
yol, seni peygamberlerin ve salih-lerin yoluna götürür."»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Osman b. Bezdeveyh'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Arefe gününde Vehb ve
Said b. Cübeyr'le birlikte İbn Amir hurmalığının ağaçlarının birinin altında
oturuyorduk. Vehb, Said'e şöyle sordu:
- Ey Abdullah'ın
babası! Haccac'dan korkup saklandığın günden beri ne kadar zaman geçti?
- Karımı terkettiğimde
karım hamileydi, karnındaki çocuk doğdu, büyüdü, yanıma geldiğinde sakalları
çıkmıştı.
- Sizden önceki
ümmetlerden birinde bir kimseye bela gelirse, o belayı bir ümit kapısı sayardı,
rahatlığa ve bolluğa erince de onu bir bela sayardı.»
Abdullah b. Ahmed b.
Hanbel, Vehb'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:
«Kitaplarından birinde
Cenâb-ı Allah'ın şöyle buyurduğuna rastladım:
«Sihir yapan veya
yaptıran, kahinlik yapan veya yaptıran, kuşların uçmasından fal tutan veya
tutturan kimse, benim kullarımdan değildir. Böyle yapan kimse benden başkasına
ibadet etsin, ancak o ve bütün yaratıklar benimdir. Benim yarattığım
kimselerdir.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Devenin iğne
deliğinden geçmesi, zenginlerin Cennet'e girmelerinden daha kolaydır.»
Ben derim ki: Hesabın
şiddetli oluşu ve zenginlerin kıyametteki sıkıntılı yerde uzun süre bekleyecek
olmalarından dolayı Vehb böyle demiştir. Nitekim şiddetli haller için misal
verilirken de bu misal kullanılır. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce
Allah daha iyi bilir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Yapılan iyiliğe karşılık
vermemek de, ölçü ve tartıyı eksik yapmak gibidir.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İbadet eden kimsenin
kuvveti artar, tembellik yapan kimsenin vücudundaki gevşeklik artar.»
Başkası dedi ki:
«Soğuk bir kış gecesinde uyumakta iken Havra adındaki kadın, rüyada gelip ona
şöyle dedi: "Haydi kalk namaz kıl, namaz, bedenini gevşeten uykudan daha
hayırlıdır senin için," Bu hususta bir hadis de gcrdüm, ama şimdi aklıma
gelmiyor, ibadetin bedeni zindeleştirip esnek kıldığı, uykunun ise bedeni
tembelleştirip hantallaştırdığı tecrübe ile sabit olan bir gerçektir.»
Seleften birinin
anlattığına göre kendisi, Sıla b. Eşyem'i takib etmiş, Sıla geceleyin bir
ormanlığa girmiş ve sabaha dek namaz kılmış, sabah olunca da sanki yumuşak yatakta
uyumuşcasına vücudu zinde kalmış, kendisi ise tembelleşmiş ve vücudu gevşemiş
olarak sabaha girmişti. Vücudundaki tembellik ve gevşekliğin derecesini ancak
Aziz ve Celil olan Allah bilirdi.
Hasan-ı Basrî'ye şöyle
bir soru soruldu:
- İbadet eden kimselerin
yüzleri neden güzel oluyor?
- Çünkü onlar, Aziz ve
Celil olan Allah'la başbaşa kalıyorlar. O da onlara kendi nurundan bir nur
giydiriyor.
Yahya b. Ebi Kesir
dedi ki: «Bir adam, kendi karısıyla gerdeğe girip onunla hoşça vakit geçirir
ve kendini tatmin ederse elbetteki sevinir, ama onun sevinci, Rabbi ile
başbaşa kalıp münacatta bulunan kimsenin sevincinden daha fazla olamaz.»
Atâ el-Horasanî dedi
ki: «Geceleyin namaz kılmak, bedeni canlandırır, kalbi nurlandırır, yüzü
aydınlatır, gözün ferini fazlalaştırır, bütün organları güçlendirir. Kişi,
geceleyin namaz kıldığı takdirde sevinç ve ferah içinde sabahlar, geceleyinde
gamlı bir şekilde uykuya dalıp geceyi uykuyla geçirirse, sabahleyin hüzünlü ve
kalbi kırık bir şekilde güne başlar, sanki birşeyini kaybetmiş gibi olur. Oysa
o, kendisi için en fazla yararlı olacak şeyi kaybetmiştir.»
İbn Ebi'd-Dünya,
Bilal'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
«Geceyi namaz kılarak
geçirmeye bakın. Çünkü bu, sizden önceki salih kimselerin âdetidir, geceyi
namaz kılarak geçirmek,- insanı yüce Allah'a yaklaştırır, günahtan alıkoyar,
kötülüklere kefaret olur. Şeytanı da bedenden uzaklaştırır.»
Ebu Hüreyre'den
rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
«Sizden biriniz uykuya
dalarken şeytan onun ensesine üç düğüm vurur, vurduğu düğümlerden her birinin
üzerine: «Uzun bir gecen olsun, uyu bakalım» der. O kişi uyanıp Allah'ı
zikredince düğümlerden biri çözülür. Abdest aldığında bir düğüm daha çözülür,
namaz kıldığında ise düğümlerin üçüncüsü de çözülür ve o kişi gönlü rahat ve
zinde bir şekilde sabahlar. Aksi takdirde gönlü rahatsız ve tembel olarak
sabaha girer.»
Cenâb-ı Allah'ın
bildirdiğine göre Hud peygamber, kendi kavmine şöyle demiştir: «Allah'a kulluk
edin. O'ndan başka tanrınız yoktur.» (el-Mü'minûn, 32.) Sonra da şöyle
demiştir:
«...Kuvvetinize kuvvet
katsın.» (Hûd, 52.) Bu kuvvet, bütün kuvvetleri kapsamına alır. Cenâb-ı Allah,
kendisine ibadet eden kimselerin imanlarını, yakînlerini, dinlerini ve
tevekküllerini kuvvetlendirir, buna benzer daha başka kuvvetlerini de artırır;
kulaklarını, gözlerini, bedenlerini, mallarım, evlatlarını ve diğer şeylerini
kuvvetlendirip fazlalaştırır. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan, yüce Allah
daha iyi bilir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Kişi sadaka verir,
bunun kendisi için önceden göndermiş olduğu bir mal olduğunu bilir. Geride
bıraktığı ise kendisinin değil, başkalarının malı olur.»
Ben derim ki: Bu
husus, şu hadiste de ifade buyrulmuştur:
Rasûlullah (s.a.v.),
sahabelere şöyle sordu:
- Hanginizin
mirasçısının malı, kendi malından daha çok hoşuna gider?
- Hepimiz kendi malını
mirasçısının malından daha çok severiz.
- Kişinin kendi malı,
Önceden gönderdiği (sağlığında sadaka olarak verdiği) malıdır. Mirasçısının
malı ile (ölüm) sonrasına bıraktığı malıdır.»
Vehb b. Münebbih'in
minberde şöyle dediğini işittim: «Benden üç şeyi öğrenin ve bunları aklınızda
tutun: Hevesinize uymayın, kötü arkadaş edinmeyin, kendi nefsinizi beğenmeyin.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Şeytanın en çok sevdiği insan, çok
uyuyan ve çok yemek yiyendir.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Aziz ve Celil olan Allah, salih kul
sebebiyle insanlann hükümdarlarını muhafaza eder.»
Yine İmam Ahmed b.
Hanbel, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İnsanlardan her
birinin başına musallat olmuş bir şeytan vardır. Kâfir kişi, şeytanıyla
birlikte yeyip içer, onunla birlikte yatağa girer, mü'min kişi ise, şeytandan
uzak durur, şeytan onun dalgınlık anını gözetler, şeytanın en çok sevdiği
insan, çok uyuyan ve çok yiyendir.» Muhammed b. Galib, Vehb'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir: «Peygamberlerden birine gökten inen bir kitabta şöyle bir
ibareye rastladım: Yüce Allah, İbrahim peygambere şöyle sormuş:
- Biliyor musun, seni
niçin halil (dost) edindim?
- Hayır ya Rab,
bilmiyorum.
- Huzurumda namaza
durduğunda boyun eğdiğin için seni dost edindim.»
Abdullah b. Ahmed b.
Hanbel, Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Davud oğlu Süleyman
peygamberin 1.000 evi vardı. Bunların en yüksekteki billurdandı, en alttaki de
demirdendi. Süleyman peygamber, bir gün rüzgara bindi ve bir tarla işçisinin
yanından geçti. İşçi ona bakınca Süleyman peygambere verilen mülkü ve
hükümdarlığı gözünde çok büyüttü ve: «Davud ailesine büyük bir mülk ve hükümranlık
verilmiştir.» dedi. Rüzgar onun bu sözünü Süleyman'a iletti, Süleyman da
rüzgara emir verdi, rüzgar durdu. Sonra inip yürüyerek tarla işçisinin yanına
gitti ve ona şöyle dedi: «Söylediğin sözü işittim, yürüyerek yanma geldim ki;
benim güç yetiremeyeceğim ancak Allah'ın lütuf ve ihsan olarak bana nasib olan
bu mülkü temenni etme-yesin. Çünkü Cenâb-ı Allah, beni bu mülkün başına geçirdi
ve bu hususta bana yardım etti. Allah'a yemin ederim ki, yüce Rabbin kabul
edeceği bir teşbih, Davud ailesine verilen mülk ve hükümdarlıktan daha
hayırlıdır. Çünkü Davud ailesine verilen mülk ve hükümranlık fanidir, kalıcı
olan ise teşbihtir, kalıcı olan şey, fani olandan daha hayırlıdır.»
Bunun üzerine tarla
işçisi, Süleyman peygambere: «Sen benim kederimi giderdiğin gibi Allah da senin
kederini gidersin.» diye dua etti.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Aziz ve Celil olan
Allah, Musa peygambere bir nur verdi. Harun ona:
«Ey Musa, bu nuru bana
hibe et.» dedi. Musa da ona hibe etti. Harun, kendisine hibe edilen nuru kendi
oğluna verdi.
Beyt-i Makdis'te
peygamberlerin ve hükümdarların saygı gösterdikleri bir kap vardı. Harun'un
oğulları, o kaptan içki içiyorlardı. Gökten bir ateş inerek Harun'un oğullarını
kapıp göğe götürdü. Harun, bu durumdan korktu ve imdat dileyerek yüzünü göğe
çevirdi; dua etti, niyazda bulundu, yalvarıp yakarmca Aziz ve Celil olan Allah,
ona şöyle vahyetti: «Ey Harun, bana taatta bulunan kimselerden biri asi olunca
ona böyle yaparım, ya bana isyanda bulunanlardan biri asi olursa ne yapacağım,
bunu düşün.»
Hakem b. Ebban dedi
ki: San'ah bir adam yanıma konuk olarak geldi. Bana: Vehb b. Münebbih'in şöyle
dediğini işittim dedi: «Aziz ve Celil olan Allah'ın yedinci kat gökte beyda
adında bir evi vardır, o evde mü'minlerin ruhları toplanırlar, dünyadan bir
kişi ölünce ruhlar onun istikbaline çıkar, onu karşılar ve ona gurbetteki
kimsenin henı-şerisine sorduğu gibi dünya haberlerini sorarlar.»
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Bir kimse, şehvetini ayak altına alırsa şeytan onun zulmünden korkar. Bir
kimse, ilmini hevesine galip kılarsa, işte galip olan âlim odur.»
Fudayl b. İyaz dedi
ki: Cenâb-ı Allah, peygamberlerinden birine şöyle vahyetti: «Benim rızam uğruna
tahammül edenler, rızamı kazanmak için zorluklara göğüs gerenler, benim gözüm
önünde ve himayem altındadırlar. Hele bunlar benim diyarıma gelirler ve nimetlerimin
ortasına yerleşirlerse, durumları nasıl olacak, siz düşünün. Amellerini Allah
rızası için az görenler, size müjdeler olsun orada. Yakınınızda olan
sevgilinize bakacak ve onu seyredeceksiniz. Ben sizin amellerinizi unutur
muyum sanıyorsunuz?
Ben büyük lütuf
sahibiyim, benden yüz çevirenlere bile cömertçe davranırım. Bana yönelenlere
nasıl muamele edeceğimi siz düşünün. Bir günah işleyipte o günahını benim
affını yanında çok büyük gören kimseye kızdığım kadar hiçbir şeye kızmış
değilim. Eğer bir kimseyi cezalandırmakta çabuk davranacak olsaydım veya
acelecilik benim huyum olsaydı, rahmetimden ümid kesenleri acilen
cezalandırırdım. Mü'min kullarım kendilerine haksızlık edenlere ceza vermemek
için haksızlıklarını affetmelerini isteyişimi sonra da kendilerine Cen-net'te
ebedi kalma nimetimi bahsedişimi görseler, benim lütfumu ve keremimi suçlarlar.
Ben, kendisine isyan etmenin helal olmadığı hükümdarım, bana taatta bulunan,
rahmetimle taatta bulunur. Huzurumda durmaktan korkan kimseyi alçaltmaya
ihtiyacım yoktur. Kullarım kıyamet gününde bakanların gözlerini kamaştırıp
şaşkına döndürecek sarayları nasıl yükselttiğimi görecek olurlarsa: «Bu
saraylar kim için yapılmış?» diye bana sorarlar. Ben de derim ki: Benim hatırıma
bir suçu affeden ve bana isyan etmiş olmayan, rahmetimdende ümid kesmeyen
kimseler içindir bu saraylar. Ben övgüye mükafat veririm. Öyleyse beni övün.»
Seleme b. Şebib, Vehb
b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Meryem oğlu İsa,
beraberinde havarilerde olduğu halde bir kasabaya uğradı. Kasabadaki ins, cin,
haşerat, hayvan ve kuşların hepsi ölmüştü. Bir süre orada durdu, kasabayı
seyretti. Sonra kendi arkadaşlarına dönüp şöyle dedi: «Buradaki bütün
canlılar, Allah katından gelen bir azab ile öldüler. Eğer böyle bir azab
gelmeseydi, ayrı ayrı ve muhtelif zamanlarda öleceklerdi.» Daha sonra İsa
peygamber, oradaki ölülere şöyle seslendi: «Ey kasaba halkı!» Ölüler arasından
biri: «Buyur ey Allah'ın ruhu.» diye cevap verdi. Sonra İsa peygamber, ona
sordu:
- Suçunuz ve helak
sebebiniz neydi?
- Tağuta ibadet etmek
ve dünyayı sevmekti.
- Tağuta ibadetiniz
nasıl oldu?
- Masiyet ehli kimselere itaat etmek, tağuta
ibadet etmek demektir.
- Dünyaya olan
sevginiz nasıldı?
- Çocuğun annesine
olan sevgisi gibiydi. Dünya bize yöneldiğinde sevinirdik. Bize arka
çevirdiğinde üzülürdük. Ayrıca uzun emel sahibi olup Allah'a taattan yüz
çevirdik. Onu gazablandıracak şeylere yöneldik.
- Helakiniz nasıl
oldu?
- Bir gece afiyetle
uykuya daldık, sabahleyin Çukura yuvarlandık.
- Çukur dediğin şey
nedir?
- Siccin'dir.
- Siccin nedir?
- Ateş közüdür ki,
dünya katları iriliğindedir. Ruhlarımız oraya defnedildi.
- Arkadaşlarına ne
olmuş, onlar niçin konuşmuyorlar?
- Konuşamazlar.
- Neden?
- Çünkü onların
ağızlarına ateşten gemler vurulmuştur.
- Peki, nasıl oldu da
onlar arasında sadece sen konuşabildin benimle?
- Ben onlar
arasındaydım, azab onlara isabet ettiğinde ben onlardan biri değildim. Onlar
gibi kötü ameller işlemiyordum ama bela gelince beni de onlar arasına kattı.
Ben azab çukurunda bir tüyle bağlıyım. Bilemiyorum zincire bağlı olarak mı
yürüyeceğim, yoksa kurtulacak mıyım?
O anda İsa (a.s.),
arkadaşlarına dönüp şöyle dedi: «Size gerçeği söylüyorum, arpa ekmeği yeyip saf
su içmek, çöplükte uyumak, bunun yanısıra dünya ve ahiret afiyetine sahip
olmak, çok büyük bir nimettir.»
Taberanî, Vehb b.
Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Kişi, Aziz ve Celil olan Allah'a
itaat etmedikçe hikmet sahibi olamaz. Hikmet sahibi kimse, Allah'a isyan
etmemiştir. Allah'a, ahmaktan başkası isyan etmez. Gündüz, nasıl ancak güneş
ışığıyla tamamlanıp mükemmelleşir ve gece de ancak karanlık ile tamamlanıp
mü-kemmelleşirse, işte aynı şekilde hikmet de, ancak Aziz ve Celil olan Allah'a
taatta bulunmakla tamamlanıp mükemmelleşir. Hikmet sahibi kişi, Allah'a isyan
etmez. İki kanadı olmaksızın nasıl ki kuş uça-mazsa, kanadı olmayan kuş nasıl
ki uçmayı beceremezse, aynı şekilde salih amel işlemeyen kimse de Allah'a
itaat etmiş olmaz. Allah'a itaat etmeyen kimse, Allah için salih amel işlemeye
muktedir olmaz. Nasıl ki ateş suyun içinde duramaz ve sönerse, aynı şekilde riyakarlıkla
yapılan ameller de fazla kalamaz ve yok olur. Zinakarın gizlice yaptığı iş,
nasıl ki açığa çıkar ve pis işi onu rüsvay ederse, aynı şekilde kendi
meclisinde oturunca güzel sözler söyleyen ama o güzel sözlerle kendisi amel
etmeyen kimsenin de kötü fiili ortaya çıkar ve rezil rüsvay olur. Hırsızlık
yapan kimsenin ortaya sürdüğü mazeret, hırsızlığın ispatlanması halinde nasıl
yalanlanırsa, Allah için yapılması gereken kıraati başka amaçla okuyan kimsenin
de mazereti yalanlanır.»
Taberanî, Vehb b.
Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Davud ailesinin
mezamirinde şöyle bir ibareye rastladım:
«Boşta gezer adamlarla
aynı mecliste oturmayıp oduncuların yolundan giden kimseye ne mutlu. İmamların
yoluna koyulup Rabbinin ibadetinde müstakim olan kimseye ne mutlu. Böyle biri,
su kanalı üzerine dikilen ağaca benzer, sürekli diri ve yemyeşil olur.»
Yine Taberanî, Vehb b.
Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Kıyamet koptuğunda
taşlar, kadınlar gibi figan ederler, dikenlerden de kan damlar.»
Rivayet olunduğuna
göre Vehb şöyle demiştir: «Herşey mutlaka küçük olarak ortaya çıkar, sonra
büyür, ancak musibet bunun tersinedir. O, büyük olarak ortaya çıkar, sonra
küçülür.»
Rivayet olunduğuna
göre Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: Dilencinin biri, Davud (a.s.)'un
kapısında durup şöyle dedi:
- Ey peygamber ailesi,
bize bir sadaka verin. Allah size kendi ailesi içinde ikamet eden tacirin
rızkını versin.
Davud (a.s.), hane
halkına şöyle dedi:
- Şuna birşeyler
verin, nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, onun söylediği bu
söz, Zebur'dadır.
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Yalancılıkla tanınan kimsenin doğru söylediği söze de inanılmaz.
Doğrulukla tanınan kimsenin sözüne inanılır. Bir kimse, çokça gıybet eder ve
başkalarına öfke duyarsa, onun verdiği nasihatlara güvenilmez. Bir kimse
facirlik ve hilekarlıkla tanınırsa, mihnet anında ona güven duyulmaz. Bir
kimse, kendi boyunu aşacak işlere kalkışırsa, kadri ve kıymeti inkar edilir.
Başkalarında çirkin görülen şeyler tabii ki sende de güzel görülmez.»
Davud b. Amr, Abdullah
b. Osman b. Haysem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Vehb, yanımıza,
Mekke'ye geldi, hep Zemzem suyundan içip ab-dest aldı, başka suya yönelmedi.
Kendisine sordular:
- Niçin başka tatlı
sulara yönelmiyorsun?
- Mekke'den çıkıp
gidinceye kadar hep Zemzem'den içecek ve onunla abdest alacağım, başka suya
yönelmeyeceğim. Siz, Zemzem suyunun ne olduğunu bilmiyorsunuz. Canım kudret
elinde bulunan zata yemin ederim ki, Allah'ın kitabında anlatıldığına göre
Zemzem suyu; aç kişinin yiyeceği, hasta kişinin de şifasıdır. Bereketini elde
etmek amacıyla bir kimse, Zemzem suyuna gelip kana kana içerse mutlaka
vücudundaki bir hastalık gider ve ona şifa ihsan edilir. Zemzem suyuna bakmak
ibadettir. O suya bakmak, insan üzerindeki günahların yere dökülmesine vesile
olur.»
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Buhtunnasr, aslan şekline döndürüldü. Bu halde iken o, yırtıcı hayvanlara
hükümdar oldu, sonra kartal şekline dönüştürüldü. Bu halde iken o, kuşlara
hükümdar oldu, sonra sığır şekline dönüştürüldü. Bu halde iken o, diğer
hayvanlara hükümdar oldu. Ama bütün bu hallerinde o, insan aklına sahip olup,
insan gibi düşünüyordu. Hükümdarlığı devam ediyor ve idaresini sürdürüyordu.
Sonra Cenâb-ı Allah, ona ruhunu iade etti ve insan haline döndürdü. Bundan
sonra o, insanları Allah'ı birlemeğe davet etti ve şöyle dedi: "Semadaki
dışında bütün ilahlar batıldır."
Vehb'e sordular:
- Buhtunnasr, mü'min
olarak mı vefat etti?
- Bildiğim kadanyla
Ehl-i Kitap onun imanı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları, onun ölmeden
önce iman ettiğini söylemişler, bazıları ise şöyle demişlerdir: O,
peygamberleri öldürdü, kitabları yaktı, Beyt-i Makdis'i yaktı ve tevbesi kabul
edilmezdi.»
Vehb b. Münebbih dedi
ki: Mısır'da bir adam vardı. Halktan üç gün süreyle yiyecek istedi, ama kimse
ona yiyecek vermedi. Dördüncü günde vefat etti, onu kefenleyip defnettiler.
Sabah olduğunda kefenin, mihraplarında durduğunu ve üzerinde şöyle bir yazı
yazılmış olduğunu gördüler: «Siz onu diri iken öldürdünüz ama ölü iken de ona
iyilik yaptınız, iyi olduğunu söylediniz. Bu nasıl iştir?»
Yahya dedi ki: «Ben o
adamın vefat ettiği köyü gördüm, oradaki zengin, yoksul herkesin mutlaka bir
misafirhanesi vardı. O köy halkı, bu hatalarım itiraf ediyorlardı. Bu nedenle
yaptıkları kötülükten korktukları için herkes kendi evinde bir misafirhane
yaptırmıştı.»
Abdürrezzak, Vehb'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hediye kapıdan içeri görerse, hak da
pencereden dışarı çıkar.»
İbrahim b. Cüneyd,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamberlerden biri,
dağdaki bir mağarada bulunan bir abide uğradı. Ona yaklaşıp selam verdi ve
şöyle sordu:
- Ey Allah'ın kulu! Ne
zamandan beri buradasın?
- 300 seneden beri
buradayım.
- Geçimini nasıl temin
ediyorsun?
- Ağaç yapraklarını
yiyerek geçiniyorum.
- Ne içiyorsun?
- Kaynak sularını
içiyorum.
- Kışın nerede
oluyorsun?
- Şu dağın altında
oluyorum.
- İbadete sabrın
nasıldır?
- Nasıl sabretmiyeyim
ki, benim günüm bu geceye kadardır, dün ise içindeki şeylerle birlikte geçip
gitti, yarıria gelince p henüz gelmemiştir.
Peygamber, onun:
«Benim bugünüm ancak geceye kadardır.» şeklindeki sözünü beğenip takdir etti.»
Yine aynı senedle
rivayet olunduğuna göre abidlerden bir adam, kendi muallimine şöyle demiş:
- Ben heveslerden
koptum, artık dünyaya hiç hevesim kalmadı.
- Sen ikisini bir
arada gördüğünde kadınlarla hayvanları birbirlerinden ayırd edebiliyor musun?
- Evet.
- Dirhemleri,
dinarları ve çakıl tanelerini birbirlerinden ayırd edebiliyor musun?
- Evet.
- Ey oğulcuğum, sen
heveslerden kopmuş değilsin, ama heveslerini frenlemişsin, sakın onları
serbest bırakma.
Gavs b. Cabir b.
Gaylan b. Münebbih, Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Dinin üç alanında
çalış, zira dinin üç alanı vardır ki, bunlar sa-lih amelleri toplamak isteyen
kimse için salih amellerin bir araya gelip toplandığı yerlerdir:
1- Sabah
akşam gelen bulutlardan kaynaklanan çok nimetler, görünen görünmeyen lütuflar,
eski yeni ihsanlar için Allah'a şükret. Çünkü mü'min kişi, bunların verilişleri
nedeniyle Allah'a şükreder ve bunların tamamlanmalarını umar.
2- Pahası
biçilmeyen, benzeri olmayan Cennet'e rağbetli ol, sefih ve facir, münafık veya
kafir kimseden başkası Cennet'e rağbetsizlik etmez. Onun için çalışmamazlık
etmez.
3- Kimsenin
katlanamayacağı, kimsenin geri çevirmeye gücünün yetmeyeceği ve onun musibeti
gibi başka bir musibetin düşünülemeyeceği ve onun doğuracağı hüzün gibi başka
hiçbir şeyin hüzün doğu-ramıyacağı Cehennem ateşinden kaçıp kurtulmak için
salih amel işle. Çünkü Cehennem'in haberi büyüktür. O, çok korkuludur, ahiret
hüznü gerçekten büyük bir hüzündür. Cehennem ateşinden kaçıp Allah'a sığınmak
için sefih ve ahmak kimseden başkası çalışmayı ihmal etmez ve gaflete düşmez.
Böyleleri ziyandadır:
«Böyleleri dünyayı da
ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.» (el-Hacc, 11.)»
İshak b. Rahaveyh,
Muhammed b. Said b. Rumane'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Babamın bana haber
verdiğine göre Vehb b. Münebbih'e şöyle bir soru sorulmuş:
- Cennetin anahtarı
"La ilahe illallah" sözü değil midir?
- Evet odur, ama
bilirsiniz ki her anahtarın dişleri vardır. Bir kimse bir kapıya elindeki bir
anahtarla gelir ve anahtarın dişleri kilitteki dişlere uyarsa kapıyı açabilir
ama elindeki anahtarın dişleri kapıdaki kilidin dişlerine uymazsa kişi o kapıyı
açamaz.»
Muhammed, Vehb'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir hükümdarın oğlu
kendi ordusundaki askerlerden bir kısmı ile sefere çıktı. Yaşı gençti, atından
yere düştü, boynu kırıldı ve bir köyün yakınında öldü. Babası gazablandı ve
yakınında öldüğü köy halkının tümünü baştan sona öldürmeye, onları fillerin
ayakları altında çiğnetmeye, geride kalanları da atların ayakları altında
çiğnetmeye, yine geride kalan olursa onlarıda erkeklerin ayakları altında
çiğnetmeye yemin etti. Fillere ve atlara içki içirdikten sonra üzerlerine
doğru yola koyuldu ve adamlarına; «Şunları fillerin ayakları altında çiğnetin.
Geride kalan olursa onları da atların ayakları altında çiğnetin, yine
çiğnenmeyen olursa onları da adamların ayakları altında çiğnetin.» diye
talimat verdi.
O köy halkı, bunu
duyunca ve hükümdarın kendilerini yok edeceğini anlayınca hep birlikte köyden
dışarıya çıktılar. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'a yalvarıp
yakardılar. O zalim hükümdarın şerrini kendilerinden uzaklaştırması için
yalvarıp yakardılar. Hükümdar ve askerleri bu minval üzere yollarına devam
etmekte ve köy halkıda yüce Allah'a niyaz edip yalvarmakta ve yakarmakta iken
gökten bir süvari geldi ve hükümdarın askerleri arasına düştü. Filler
kaçıştılar, atlara hücum ettiler, atlar da adamlara hücum ettiler, hükümdar ve
beraberindeki askerleri fillerin ve atların ayakların altında ezilip öldüler.
Allah'ta o köy halkını hükümdar ve askerlerinin zulmünden ve şerrinden
kurtardı.»
Abdürrezzak, Vehb b.
Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cenâb-ı Allah, Beyt-i
Makdis'teki kayaya şöyle dedi: "Arş'ımı senin üstüne koyacağım. Halkımı
senin üzerinde hasredeceğim. Davud, bir gün süvari olarak sana
gelecektir."»
Semmak b. Mufaddal,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ben ahlakıma
bakıyorum, ama ahlakımda hoşuma gidecek bir husus yoktur.»
Abdürrezzak, Vehb'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Sabah namazını çoğu
kez yatsı abdestiyle kıldım.»
Bakiyye b. Velid,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Nuh peygamber,
zamanının en yakışıklılarından idi. Başörtüsü takardı. Gemide iken acıktılar,
ama Nuh peygamber onlara tecelli edince doydular.»
Vehb b. Münebbih, İsa
peygamberin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Size gerçeği söylüyorum: Sizin
musibetlere karşı en sabırsız olanınız, dünyayı en çok seveninizdir.»
Cafer b. Berkan dedi
ki: Duyduğumuza göre Vehb b. Münebbih şöyle demiş: «Başkalarının ayıbına
değilde kendi ayıbına bakan kimseye ne mutlu. Meskenete düşmeksizin Allah
rızası için alçakgönüllülük eden kimseye ne mutlu. Zillet ve meskenet
sahiplerine acıyan, günah olmayan yollardan mal toplayıp insanlara sadaka
veren, ilim, hikmet ve yumuşak huyluluk sahipleriyle bir arada oturan, sünnete
uyup bid'atlara sapmayan kimseye ne mutlu.»
Seyyar, Vehb'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Davud'un Zebur'unda
şöyle Duyurulduğunu okudum: "Ey Davud, Sırattan en hızlı geçecek insanın
kim olduğunu biliyor musun? Onlar ki, benim hükmüme razı olurlar; dilleri beni
zikretmekle ıslanır."»
Denildiğine göre
abidin biri, Cenâb-ı Allah'a elli sene süreyle ibadet etmişti. Cenâb-ı Allah,
o abidin kavminin peygamberine şöyle vahyetti: «Ben o abidi bağışladım.»
Peygamber, Cenâb-ı Allah'ın bu vahyini o abide bildirdi. Abid de şöyle dedi:
«Ya Rab, benim hangi günahımı bağışlayacaksın?» Böyle dedikten sonra boğazına
bir kemik parçası sürdü ve boğazına vurdu, uyuyamadı, o kemiğin verdiği ağrı
dinmedi. O gecede de namaz kılmadı, sonra ağrı dindi. Bunu gidip peygambere
şikayet etti ve şöyle dedi: «Boğazıma sürdüğüm o kemiğin acısı beni rahatsız
etti, sonra dindi.» Peygamber de ona şöyle cevap verdi: «Yüce Allah, senin
hakkında şöyle buyurdu: "Senin elli sene süreyle yaptığın ibadet, işte şu
ağrının dinmesi nimetine bile denk değildir."»
Vehb b. Münebbih dedi
ki: «Nimetin başı üçtür; birincisi İslâm nimetidir ki, nimetler ancak onunla
tamamlanır. İkincisi afiyet nimetidir ki, hayat ancak onunla hoş olur.
Üçüncüsü de zenginlik nimetidir ki, hayat ancak onunla tamamlanır.»
Vehb b. Münebbih;
a'ma, cüzzamlı, kötürüm, çıplak ve alacalı bir illetlinin yanma gitti. İlletli
adam: «Nimetlerinden dolayı Allah'a hamdolsun.» diyordu. Vehb'in yanında
bulunan bir adam da o illetliye şöyle dedi: «Sende ne nimet kalmış ki, ondan
dolayı Allah'a ham-dedesin?» İlletli adam, ona şu cevabı verdi: «Gözünü şu şehir
halkına bir fırlat bakalım, ne kadar kalabalık olduklarını gör, ben Allah'a
hamdediyorum. Çünkü bu halk arasında benden başka onu tanıyan yoktur.»
Vehb dedi ki: «Mü'min
kişi, ilim öğrenmek için halk arasına karışır, belalardan kurtulmak ve salim
kalmak için susar, Halka dini bilgileri öğretmek için konuşur, yerinde dursun
diye halvete çekilir, mü'min kişi tefekkür eder; Allah'ı zikre devam eder.
Allah'ı o kadar zikreder ki, huzur ona galib olur, sakinleşir, tevazu eder.
Kimseyi itham etmez. Şehvetleri ve arzuları reddeder, özgür olur. Üzerindeki
hasedi atar, sevgi ona zahir olur, fani olan herşeyle alakasını keser, aklını
olgunlaştım*, kalıcı olan herşeye rağbet edip yönelir. Marifeti anlar, kalbi
düşüncesi ile bağlantılıdır. Düşüncesi hep ahiretle ilgilidir. Dünya ehli
kimseler sevindiklerinde o sevinmez, aksine sürekli hüzünlüdür, başkalarının
gözleri kapandığında ve herkes uykuya daldığında o, Allah'ın kitabım okur,
kitabı kalbine yerleştirir. İşte o zaman sevinir, kalbi bazen ürker, gözleri
bazen yaşarır, gecesini Allah'ın kitabım okuyarak geçirir. Gündüzünü de
halvete ve uzlete çekilerek geçirir. Hep kendi günahlarını düşürür. İşlediği
salih amelleri küçümser, işte kıyamet gününde böylelerine o kadar kalabalık
halk arasından şöyle seslenilir: Ey şerefli adam, kalk ve Cennet'e gir.»
İbrahim b. Said, Vehb
b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Vay sizin halinize
ki, insanlar sizi salih kimseler olarak adlandırırlar ve sizi bundan ötürü
sayarlar, ikramda bulunurlar.»
Taberanî, Vehb b. Münebbih'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ey oğulcuğum! Gizlice Allah'a ihlaslı ve
samimi bir şekilde taat-ta bulun ve bunu zahiren yaptığın fiillerin doğrulasm.
Zira bir kişi, hayırlı bir amel işler, sonra onu gizlice Allah'a havale ederse,
yerli yerince bir iş yapmış ve o amelini sağlam bir muhafaza teslim etmiş olur.
Bir kimse sadece Allah'ın haberi olacak şekilde gizlice salih bir amel işlerse,
o amelden ancak Allah haberdar olur ki, bu da ona yeter. O kişi, bu amelinin
sevabını zayi etmeyecek bir muhafıza teslim etmiş olur.
Ey oğulcuğum! Gizlice
salih amel işleyen kimsenin sevabının Allah tarafından zayi edileceğinden ve
bu amelinin haksız yere hiçe sayılacağından korkma, aleniyetin gizlilikten
daha faydalı olacağım da sanma. Çünkü aleniyet ile gizlilik, ağacın yaprağı ile
kökündeki damarlara benzerler. Alenilik, ağacın yaprağı, gizlilik ise
kökündeki damarlarıdır. Bu damarlar yanarsa ağacın tümü yok olur. Eğer bu damarlar
düzgün olurlarsa, ağaç da düzgün olur, hem meyvesi hem de yaprakları hoş olur.
Zira zaman olur ki yapraklar kuruyup ufalanır
ve rüzgarlar
tarafından savrulur, ama kökteki damarlar öyle değildir.
Kökteki damarlar, göze
görülmeyecek şekilde toprak altında gizli olduğu sürece ağacın görünen kısmı
hep sağlam durumda olur. İşte din, ilim ve amel de böyledir. Kişi gizlilikte
salih ameller işler ve aleniyetteki fiilleri onun bu gizlilikteki salih
amelini doğrularsa, salih bir insan olarak kalmakta devam eder. Çünkü aleniyet,
salih ameler-le dolu olan gizlilikle ancak insana fayda verir, ama gizlilikte
kötü ameller işlenirse aleniyetteki amellerin insana faydası olmaz, tıpkı
ağacın kökündeki damarların dallara hayat verişi gibi ve dalların hayatı da
kökteki damarlara bağlıdır. Dallar, ancak o kökteki damarların süs ve
zinetidir, gizlilikteki ameller, dinin kıvamıdır. Ancak bu kıvamla beraber
aleniyetteki fiiller, dini süsleyip güzelleştirir, kişi ancak bu ameliyle Aziz
ve Celil olan Rabbinin rızasını amaçlarsa böyle olur.»
Heysem b. Cemil,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hikmette okuduk ki: «Küfrün dört
rüknü vardır: Gazab, şehvet, tamah ve korku.»
Vehb dedi ki: Cenâb-ı
Allah, Musa peygambere şöyle vahyetti: «Bana dua ettiğin zaman korkulu ve ürkek
ol, yanağına toprak sür, yüzünün ve ellerinin en kıymetli yerlerini toprağa sürerek
bana secde et, benden bir dilekte bulunduğunda kalbin korkulu ve ürkek olsun,
hayatın günlerinde hep benden kork. Cahillere nimetlerimi anlat. Kullarıma de
ki: "Azgınlık ve sapıklıkta devam etmesinler. Çünkü benim yakalamam, elem
verici ve şiddetlidir."»
Vehb dedi ki: «Vali
zulme yönelir veya zulmederse memleketindeki ahaliye noksanlık dahil olur.
Ticaret, ziraat, hayvancılık ve hayvanların memelerinde bereket azalır,
memlekete kıtlık girer. Cenâb-ı Allah, o valinin şahsına ve mülküne zilleti sokar
ama vali adalete ve iyiliğe yönelirse, bunun tersi olur, hayırlar çoğalır,
bereket fazlala-şır.»
Vehb dedi ki: İbrahim
(a.s.)'in mushafinda şunları okudum: «Ey belaya uğrayan hükümdar! Ben dünya
malını üstüste koyup biriktirmen, binalar yapman için seni göndermedim. Aksine
ben, mazlumun bedduasını bana iletmen için seni gönderdim. Mazlum kişi kafir de
olsa onun çağırışını geri çevirmem.»
İbn Ebi'd-Dünya, Vehb
b. Münebbih'ten rivayet etti ki; Zülkar-neyn, hükümdarlardan birine şöyle
demiştir:
- Acaba nedendir;
milletiniz birlik ve beraberlik içindedir, yolunuz da dosdoğrudur?
- Çünkü biz
birbirimizi aldatmayız, birbirimizin gıybetini de yapmayız.
İbn Ebi'd-Dünya,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir kimsede cömertlik, eziyetlere
karşı sabır ve konuşurken güzel kelimeler sarfetme hususları bulunursa, o kişi
iyiliğe ve hayra ulaşmış olur.»
İbn Ebi'd-Dünya,
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İsraüoğullarında iki adam vardı.
Bunlar, ibadetleri sayesinde su üzerinde yürüyecek hale gelmişlerdi. Bir ara
deniz üzerinde yürü-mektelerken bir adamın havada yürümekte olduğunu gördüler.
Ona şöyle sordular:
- Ey Allah'ın kulu! Ne
yaptın ki, bu yüksek mertebeye ulaştın?
- Az iyilik yaparak ve
az kötülüğü de terkederek... yani nefsimi şehvetlerden alıkoydum. Beni
ilgilendirmeyen şeyleri söyledim, yaratıcının beni davet ettiği şeye rağbet
gösterdim. Susmaya devam ettim. İşte bu sayede bu mertebeye ulaştım. Allah'a
yemin verecek olursam, Allah yeminimin gereğini yapar, ondan birşey istersem
istediğimi bana verir.»
İbn Ebi'd-Dünya, Ezd
kabilesinden bir adamdan rivayet etti ki; Adamın biri Vehb b. Münebbih'e
gelerek: «Bana öyle birşey öğret ki, Allah o sayede beni faydalandırsın.» dedi.
Vehb de ona şöyle karşılık verdi:
«Ölümü çokça an,
emelini kısalt, birşey daha var ki, eğer onu elde edersen son mertebeye ulaşır
ve büyük ibadeti elde edersin.» Adam, o şeyin ne olduğunu sorunca Vehb: «O da
tevekküldür.» diye cevap verdi. [2]
Yakışıklı, fesahatli
ve Arapçayı iyi bilen bir adamdı. Salih b. Ab-durrahman el-Katib'le birlikte
insanlara Arapça öğretirdi. Salih, ondan kısa bir süre sonra vefat etti. Salih
de fasih, güzel ve divani yazıyı yazmasını bilen bir kimseydi. Iraklılar,
ondan divani yazıyı öğrendiler. Süleyman b. Abdülmelik, onu Irak haracını
toplamakla görevlendirdi. [3]
Oniki yaşındayken
Kur'ân'ı okudu. Fıkhı iyi bilen bilgin bir kadın olup kadınların
seçkinlerindendi. Yetmiş sene yaşadı. [4]
Annesi, Ümmü Külsüm
binti Ebû Bekir'dir. Dayısı oğlu Abdullah Abdurrahman b. Ebi Bekir'le evlendi.
Ondan ayrıldıktan sonra Mus'ab b. Zübeyr'le evlendi. Mus'ab, ona 100.000 dinar
mehir verdi, parlak bir güzelliğe sahipti. Güzelliği gerçekten muazzamdı, kendi
zamanında ondan daha güzel bir kadın yoktu. Medine'de vefat etti. [5]
Çok rivayetleri
vardır. Kendi zamanındaki insanların en fazüetli-lerindendi. [6]
Hz. Osman'ın oğludur.
Sahabeler topluluğundan çok sayıda rivayetleri vardır. [7]
Bu senede Muaviye b.
Hişam, Anadolu kıyılarına gazaya gitti. Said b. Hişam da aynı senede İç
Anadolu'ya gazaya gitti. Kayseri'ye kadar uzandı.
Hişam b. Abdülmelik,
Eşres b. Abdullah es-Sülemî'yi Horasan valiliğinden azletti. Yerine Cüneyd b.
Abdurrahman'ı atadı.
Cüneyd, Horasan'a
geldiğinde Müslümanların önünden kaçıp bozguna uğramış olan Türk süvarileriyle
karşılaştı. Kendisinin etra-finda 7.000 asker vardı. İki taraf karşı karşıya
geldiler, saf düzenine geçerek şiddetle savaştılar, kendilerine nisbetle
sayıları az olduğu için Cüneyd ile beraberindeki askerleri bozguna
uğratacaklarını Türkler ümid ettiler. Beraberlerinde hakanları da vardı.
Cüneyd, ölmek üzere idi. Sonra Cenâb-ı Allah, onu Türklere karşı muzaffer kıldı
ve onları eşi görülmemiş bir bozguna uğrattı. Hükümdarlarının kardeşi oğlunu
esir alarak halifeye gönderdi.
Bu senede Haremeyn ve
Taif valisi İbrahim b. Hişam el-Mah-zumî, insanlara haccettirdi.
Bu senede Irak valisi
Halid el-Kusarî, Horasan valisi de Cüneyd b. Abdurrahman el-Mürrî idi. [8]
Bu senede Muaviye b.
Hişam, Anadolu'ya gazaya gitti. Malatya taraflarında birkaç kaleyi
fethetti.
Bu senede Lan
tarafındaki Türkler harekete geçtiler. Beraberindeki Şamlı ve Azerbaycanlı
askerlerle birlikte Cerrah b. Abdullah el-Hakemî onların karşısına çıktı,
takviye kuvvetleri Cerrah'a ulaşmadan iki taraf savaştılar. Cerrah ve
beraberindeki bir cemaat, Mercier-debil'de şehid edildiler, düşman, Erdebil'i
ele geçirdi. Bu haberi alan Hişam b. Abdülmelik, Said b. Amr el-Cüreşî'yi
askeri bir birliğin başında komutan olarak harekete geçirdi ve Türklere
çabucak yetişmesini emretti. Müslüman esirleri hakanlarına götürmekte olan
Türkleri yakaladılar. Esirleri ve beraberlerindeki Müslüman kadınları ve
zimmileri onların elinden kurtardılar, Türklerden çok sayıda adam öldürdüler,
çoğunu da esir aldılar ve onları elleri kolları bağlı olarak öldürdüler. Ancak
halife bununla da yetinmedi. Nihayet kardeşi Mes-leme b. Abdülmelik'i de
Türklerin peşine gönderdi. Mesleme şiddetli soğukların hüküm sürdüğü bir kış
mevsiminde Türklere doğru harekete geçti. Babülebvab'a ulaştı, orada kendi
adına bir komutanı vekil olarak bıraktı, beraberindeki diğer askerlerle
birlikte Türklerin ve hakanlarının peşine düştü ve ileride anlatacağımız
savaşlar iki taraf arasında cereyan etti.
Horasan valisi de
büyük bir ordu ile Türklerin takibine başladı. Belh nehrine ulaştı. 18.000
askerden oluşan bir müfrezeyi üzerlerine gönderdi, ayrıca sağlı sollu 10.000'er
kişilik gruplardan oluşan müfrezeleri de üzerlerine yöneltti. Türkler de asker
toplayarak Semer-kand'a geldiler. Semerkand valisi, Mesleme'ye mektup yazarak
Türklerin geldiğini ve Senıerkand'ı, onlara karşı koruyamayacağını, ayrıca
beraberlerinde büyük hakanlarının da bulunduğunu bildirdi. "İmdat
imdat" dedi. Bunun üzerine Cüneyd, büyük bir ordu ile hızla Se-merkand'a
yöneldi. Semerkand boğazına ulaştı. Onunla Semerkand arasında dört fersahlık
mesafe kalmıştı. Hakan büyük bir kalabalıkla sabahleyin ona karşı hücuma
geçti. Hakan, Cüneyd'in ordusunun öncü birliklerine hamle yaptı. Onlar da
ordugaha doğru gerilediler. Türkler her taraftan onları kovaladılar. Nihayet
İslâm ordusuyla Türk ordusuna karşı karşıya geldi. Müslümanlar, sabah
kahvaltısı yapmaktaydılar. Öncü birliklerinin bozguna uğrayıp kendilerine doğru
gerilemekte olduklarından habersizdiler. Nihayet silahlarını alıp menzillerinde
saf tuttular. Savaş alanı gerçekten geniş ve görünen bir yerdeydi. İki tarafta
karşı karşıya gelince Türk ordusu, Müslümanların sağ cenahına hücum ettiler, o
cenahta Beni Temim ve Ezd kabileleri vardı. Bunlardan ve karşı taraftan çok
sayıda asker öldürüldü. Allah'ın şehitlik mertebesine yükselterek ikramına
mazhar kılmak istediği Müslümanlardan çok sayıda asker öldürüldü. İslâm
ordusunun bahadırları, Türk ordusundan karşılarına asker çıkmasını ve göğüs
göğüse savaşmalarını istediler. Hakan'ın münadisi Mesleme'ye şöyle seslendi:
«Eğer yanımıza gelirsen seni, en büyük putu oynatan kişi yaparız ve sana ibadet
ederiz.»
Mesleme de ona şöyle
cevap verdi: «Yazıklar olsun size! Ben sadece Allah'a ibadet edesiniz diye
sizinle savaşıyorum ki, onun ortağı yoktur.» Daha sonra şehid edilinceye kadar
onlarla savaştı. Sonra Müslümanlar hamle yaptılar. Kahramanlar ve bahadırlar,
her taraftan hücuma geçtiler, sabredip dayanıklılık gösterdiler. Türklere hep
birlikte saldırdılar. Aziz ve Celil olan Allah da Türkleri bozguna uğrattı ve
onlardan çok sayıda adam öldürüldü. Bundan sonra Türklerde Müslümanlara hamle
yaptılar ve onlardan çok sayıda adam öldürdüler. Geride sadece 2000 asker
kaldı. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râci-un. O gün Şevde b. Ebcer de öldürüldü.
Türkler, Müslümanlardan büyük bir çoğunluğu esir aldılar ve onları Hakan'a
götürdüler. Hakan da Müslüman esirlerin baştan sona öldürülmelerini emretti,
İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun. Bu savaşa "geçit" (Akabe) savaşı
denir. İbn Cerir, bunu gerçekten detaylı bir şekilde anlatmıştır. [9]
Künyesi, Ebu
Mikdam'dır. Ebu'n-Nasr olduğu da söylenir. Kadri yüce bir tabii idi. Şanı
büyüktü. Mutemed, faziletli ve adil bir kimse olup sika ravilerdendi. Emevi
halifelerinin sadık veziri idi.
Mekhul'a soru
sorulduğu zaman: «Şeyhimiz ve efendimiz Reca b. Hayve'ye sorun.» derdi.
İmamların bir kısmı onu övmüşler ve rivayet hususunda sika bir kişi olduğunu
ifade etmişlerdir. Reca'mn güzel sözleri ve rivayetleri vardır. Allah ona
rahmet etsin. [10]
Humusludur. Şamlı
olduğu da söylenir. Kadri yüce bir tabii idi. Meylası (hanımefendisi) Esma
binti Yezid b. es-Seken'den ve diğerlerinden rivayetlerde bulunmuştur,
tabiilerden bir cemaat ve diğerleri de ondan hadis rivayet etmişlerdir. Âlim,
abid ve kendini ibadete vakfetmiş bir kimseydi. Ancak, veliyyü'l-emrin izni
olmaksızın bey-tü'1-maldan bir harita aldığından ötürü bir grup kişi onun
aleyhinde konuşmuşlardır. Bu nedenle onu ayıplamışlar ve onu aleyhinde
ko<-nuşulacak bir hedef haline getirmişlerdir. Hadisinin metruk olduğunu
söyleyerek hakkında şiirler söylemişlerdir. Onun aleyhinde konuşanlardan biri
Şu'be'dir. Başkaları da onun aleyhinde konuşmuştur. Anlatıldığına göre o,
beytü'l-maldan harita dışında birşey çalmıştır. Doğrusunu Allah bilir ama başka
bir grup, onun sika ravi olduğunu söylemiş, rivayetini kabul etmiş; ibadet,
dindarlık ve içtihadından Ötürü onu övmüşler ve şöyle demişlerdir: «Şayet doğru
olsa bile bey-tülmaldan birşey almış olması onun rivayetine kusur getirmez.»
Kendisi beytü'1-mahn yöneticisi ve mutasarrıfı idi. Doğrusunu Allah bilir.
Vakidî dedi ki: «Şehr, hicretin 112. senesinde vefat etti.» Bundan bir sene
Önce vefat ettiğini söyleyenler bulunduğu gibi hicretin 100. senesinde vefat
ettiğini söyleyenler de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [11]
Muaviye b. Hişam,
Maraş taraflarında gaza yaptı.
Abbasi
propagandacılarından bir grup, Horasan'a giderek orada yayıldılar. Horasan
valisi, bu propagandacılardan birini yakalayarak öldürdü ve diğerlerini de
ölümle tehdit etti.
Mesleme b. Abdülmelik,
Türk illerinin iç taraflarına doğru ilerledi. Türklerden çok sayıda adam
öldürdü. O memleketlerin Belencer ili ve kazaları Mesleme'nin hükmü altına
girdiler.
İbrahim b. Haşim
el-Mahzumî, insanlara haccettirdi. Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede vilayetlerin
valileri önceki senelerin valileriydi. [12]
Bu zat, Battal
Abdullah ile beraber olup Rum diyarında şehid edilmiştir. Biyografisi şöyledir:
Abdülvehhab b. Buht
Ebu Ubeyd. Künyesinin Ebu Bekir olduğu da söylenir. Mekkelidir. Mervan
ailesinin azathsıdır. Şam'a yerleşmiş, sonra Medine'ye göçmüştür. İbn Ömer,
Enes, Ebu Hüreyrg ve bir tabii cemaatından rivayetlerde bulunmuştur. Aralarında
Eyyüb, Malik b. Enes, Yahya b. Said el-Ensârî ve Ubeydullah el-Ömerî'nin de
bulunduğu bir grup, ondan rivayetlerde bulunmuşlardır.
Enes'ten merfu olarak
rivayet ettiği hadisi şudur: «Bu sözümü duyup kafasına yerleştiren, sonra
başkasına tebliğ eden kimsenin yüzünü Allah ak etsin. Çünkü fıkhı taşıyan
kimselerin bazısı bunu kendisinden daha iyi anlayan birine nakleder. Üç şeye
hainlik girmez. Mü'min olup Allah'a ihlasla amel eden bir kalbe, ulülemre
samimi ve bağlı olan kimselere ve Müslüman cemaata bağlı olan kimselere...
bunların dualarını sanki arkadan kendilerini kuşatır.»
Emir Abdülvehhab, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
«Biriniz Müslüman
kardeşiyle karşılaşırsa, ona selam versin. Eğer aralarına bir ağaç (engel
olarak) girer de sonra onunla karşılaşırsa yine ona selam versin.»
Âlimlerden bir grup,
kendisinden bahsetmekte olduğumuz bu Emir Abdülvehhab'in sika ravilerden
olduğunu söylemişlerdir. İmanı Malik, onun hakkında şöyle demiştir: «Çokça hac
ve umre yapar, gazaya giderdi. Nihayet şehid oldu, yükünün içindeki eşyalara
arkadaşlarından ve yoldaşlarından başka hak sahibi olan kimse olmadı. Cömert
ve eli açık bir kimseydi. Emir Ebu Muhammed Abdullah el-Bat-tal'la birlikte Rum
illerinde şehid edildi ve oraya defnedildi. Allah ona rahmet etsin.»
Halife ile
diğerlerinin ifadesine göre Emir Abdülvehhab, hicretin 113. senesinde vefat
etmiştir. Vefatı şöyle olmuştu: Düşmanla karşılaştıklarında Müslümanlardan
bazıları firar etmişlerdi. Kendisi atını koşturarak düşmana doğru ilerlemiş ve
şöyle seslenmeye başlamıştı: «Ey Müslümanlar! Cennet'e gelin, Cennet'ten mi
kaçıyorsunuz? Yazıklar olsun size! Cennet'ten mi kaçıyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?
Yazıklar olsun size, siz dünyada kalıcı ve ebedi değilsiniz.» Böyle dedikten
sonra şehid edilinceye kadar savaşmıştı. Allah ona rahmet etsin. [13]
Kadri yüce bir tabii
idi. Kendi zamanında Şamlıların imamıydı. Hüzeyl kabilesinden bir kadının
azatlısı idi. Said b. As ailesinden bir kadının azatlısı olduğu da söylenir.
Kendisi Nobeli idi. Kabil'de esir alınanlardan biri olduğu da söylenir. Kisra
sülalesinden olduğu da söylenmiştir. "Tekmil" adlı kitabımızda onun
nesebini ani atmışız dır.
Muhammed b. İshak,
Mekhul'un. şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İlim taleb etmek için bütün
yeryüzünü dolaştım.»
Zührî dedi ki:
«Âlimler şu dört kişidir: Hicaz'da Said b. Müseyyeb, Basra'da Hasan-ı Basrî,
Kûfe'de Şa'bî, Şam'da da Mekhul.»
Bazıları dediler ki:
Mekhul "de" anlamına gelen "kul" sözünü iyi telaffuz edemez
ve 'kül' derdi. Halk nezdinde itibarlı idi. Emrettiği herşey yapılırdı.
Said b. Abdülaziz dedi
ki: «Mekhul, Şamlıların en fakihi idi. Zührî'den daha iyi fıkıh bilirdi.»
Birden fazla kişinin
rivayetine göre Mekhul, hicretin 113. senesinde vefat etmiştir. Bundan sonraki
bir tarihte vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur.
Abdülhadi, kendi el
yazısı ile şöyle yazmıştı: «Şamlı mekhul, Ebu Müslim'in oğludur. Ebu Müslim'in
asıl adı Şehzab b. Şazel'dir.»
İbn Ebi'd-Dünya,
Mekhul'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Elbisesini temiz tutan kişinin
tasası azalır. Kokusu güzel olan kişinin aklı fazlalaşır.»
Mekhul, şu ayet-i
kerimeyi tefsir ederken şöyle demişti:
«Sonra o gün, size
verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz.» (et-Tekâsür, 8.) Evet,
size bahşedilen soğuk içecekler, evlerin gölgeleri, karınların tokluğu,
yaratılışınızın mutedil oluşu ve uyku lezzeti gibi nimetlerden sorguya
çekileceksiniz.»
Yine Mekhul şöyle
demişti: «Mücahidler, bineklerinin üzerindeki yükleri indirdikleri zaman
melekler gelir ve bineklerinin sırtını sıvazlar ve onlar için bereket duası
yaparlar. Sadece boynunda çan bulunan binekler için dua yapmazlar.» [14]
Muaviye b. Hişam,
Anadolu kıyılarına gidip gaza yaptı. Süleyman b. Hişam b. Abdülmelik de İç
Anadolu'ya gidip gaza yaptı. İkisi de müminlerin emiri Hişam'm oğludurlar.
Battal Abdullah ile
Bizans imparatoru Kostantin karşılaştılar. Kostantin, Peygamber (s.a.v.)'in
kendisine mektup yazdığı imparator Heraklius'un oğluydu. Battal, Kostantin'i
esir alıp Süleyman b. Hi-şam'a gönderdi. Süleyman da onu babası Hişam'a
götürdü.
Hişam, Mekke, Medine
ve Taif valisi İbrahim b. Hişam b. İsmail'i görevden alıp yerine kardeşi
Muhammed b. Hişam'ı tayin etti. Bir kavle göre o da insanlara haccettirdi.
Vakidî ile Ebu Ma'şer
dediler ki: «Bu senede insanlara Halid b. Abdülmelik b. Mervan haccettirmiş
tir.» Doğrusunu Allah bilir. [15]
Beni Fihr
kabilesindendir. Onların azatlısıdır. Künyesi, Ebu Muhammed el-Mekkî'dir.
Güvenilir ve kadri yüce tabiilerden biridir. Anlatıldığına göre 200 kadar
sahabe ile görüşmüştür.
İbn Sa'd dedi ki:
«Bazı âlimlerin Atâ hakkında şöyle dediklerim işittim: Atâ; siyah tenli, tek
gözlü, felçli, topal ve burun ucu aşağıya uzanmış bir adamdı. Daha sonra diğer
gözünü de kaybetti. Sika ravi-lerden olup fakihti. Bilgili ve çok hadis rivayet
eden bir kimseydi.»
Ebu Cafer el-Bakır ile
birkaç kişi şöyle demişlerdir: «Zamanında Atâ'dan daha iyi menasiki bilen başka
bir kimse yoktu.»
Bazıları da bu söze şu
eklemeyi yapmışlardır: «Atâ, yüz hac yaptı ve yüz sene yaşadı. Ömrünün son
zamanlarında fazlaca yaşlı olduğundan ve zayıf düştüğünden ötürü ramazanda
oruç tutamıyor ve bu nedenle fidye ödüyordu. Fidye ödemesine de şu ayet-i
kerimeyi delil gösteriyordu:
«Oruca dayanamayanlar,
bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir.» (el-Bakara, 184.)
Emeviler zamanında
Mina günlerinde münadi şöyle seslenirdi: «Hac konusunda Atâ b. Ebi Rebah'tan
başkası fetva vermesin.»
Ebu Cafer el-Bakır:
«Kendisiyle karşılaştığım kimseler arasında Atâ'dan daha fakih birini
görmedim.» demiştir.
Evzaî: «Atâ öldüğü
günde o, insanlar nezdinde yeryüzü ahalisinin en çok hoşuna giden bir kimse
idi.» demiştir.
İbn Cüreyc: «Atâ'nın
yatağı mescitte yirmi sene süreyle kaldı. O, mescitte insanların en güzel namaz
kılanı idi» demiştir.
Katade: «Said b.
Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, İbrahim en-Nehaî ve Atâ... İşte bunlar, şehirlerin
imamlarındandırlar.» demiştir.
Atâ dedi ki: «Adamın
biri bana bir hadisi nakleder, ben onu hiç duymamışım gibi dinlerim. Oysa o
adam doğmadan önce ben o hadis duymuşumdur, ama sanki o anda ilk olarak
duyuyormuşum gibi bir izlenim veriyorum ona.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Atâ şöyle demiştir: «Ben hadisi ondan dinliyorum ama sanki
onu daha önce duymamışım gibi bir izlenim veriyorum.»
Cumhura göre Atâ,
hicretin 114. senesinde vefat etmiştir Allah ona rahmet etsin. Doğrusunu Allah
bilir. [16]
Ebu Muhammed Atâ b.
Ebi Rebah. Ebu Rebah'ın asıl adı, Es-lem'dir. Birçok sahabeden hadis rivayet
etmiştir. Bu sahabeler arasında; İbn Ömer, İbn Amr, Abdullah b. Zübeyr, Ebu
Hüreyre, Zeyd b. Halid el-Cühenî ve Ebu Said vardır. Atâ, İbn Abbas'dan ve
diğerlerinden tefsir dinlemiştir. Birçok tabii de kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır
ki, bu tabiiler arasında; Zührî, Amr b. Dinar, Ebu Zübeyr, Katade, Yahya b.
Kesir, Malik b. Dinar, Habib b. Ebi Sabit, A'meş, Eyyüb es-Sahtiyanî ve diğer
birçok meşhur imam vardır.
Ebu Hezzan dedi ki:
Atâ b. Rebah'ın şöyle dediğini işittim: «Bir kimse zikir meclisinde oturursa,
onun bu mecliste oturmasını, Cenâb-ı Allah, daha önce on batıl mecliste oturma
günahına kefaret kılar.»
Ebu Hezzar dedi ki:
Atâ'ya şöyle dedim:
- Zikir meclisi nedir?
- Helal ve haramın
anlatıldığı meclistir, nasıl namaz kılacağının, nasıl oruç tutacağının, nasıl
evleneceğinin, nasıl boşanacağının, nasıl satacağının ve nasıl satın alacağının
anlatıldığı meclistir.
Taberanî, Atâ b. Ebi
Rebah'm şu ayeti tefsir ederken şöyle dediğini nakletmiş tir:
«O şehirde, yeryüzünde
bozgunculuk yapan, düzeltmeye uğraşmayan dokuz kişi vardı.» (en-Neml, 48.) Dirhemlerin
ucundan kesip koparırlardı.
Sevrî, Abdullah b.
Velid (el-Vassafî)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Atâ'ya şöyle bir soru
sordum:
- Katiplik yapan bir
adam hakkında ne düşünüyorsun? Eğer katiplik yaparsa çoluk çocuğunu refah
içinde geçindirir, ama yapmazsa yoksul düşer.
- Peki bu katibin
amiri kimdir?
- Halid el-Kusarî'dir.
Atâ dedi ki: Salih kul
şöyle demişti: «Rabbim, bana verdiğin nimete andolsun ki, suçlulara asla
yardımcı olmayacağım.» (el-Kasas, 17.)
Atâ dedi ki: «Kullara
Allah tarafından verilen en faziletli ve en üstün şey akıldır ki, o da dinin ta
kendisidir.»
Atâ dedi ki: «Kul üç
kez "Ya Rab, ya Rab, ya Rab" derse Cenâb-ı Allah, mutlaka ona bakar.»
Ravi diyor ki: Ben
bunu Hasan-ı Basrî'ye anlattığımda o şöyle cevap verdi: Siz Kur'ân'ı okumuyor
musunuz? Kur'ân'da şöyle buyuru-luyor: «Ey Rabbimiz! Doğrusu biz, Rabbinize
inanın diye bir inanmaya çağıran bir çağrıcıyı işittik de iman ettik.
Rabbimiz! Günahlarımızı bize bağışla, kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle
beraber al. Rabbimiz! Peygamberlerine vaad ettiklerini bize ver. Kıyamet günü
bizi rezil etme. Sen, şüphesiz sözünden caymazsın.»
Rableri dualarını
kabul etti: «Birbirinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun kadın olsun,
iş yapanın işini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, memleketlerinden
çıkarılanların, yolumda ezaya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin
günahlarını elbette örteceğim. Andolsun ki, Allah katından bir nimet olarak
onları içlerinde ırmaklar akan Cennetlere koyacağını, nimetin güzeli Allah
katmdadır.» (Âi-i
İmrân, 193-195.)
Abdullah b. Ahmed b.
Hanbel, Atâ'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Eğer arefe akşamı
kendi nefsinle başbaşa kalabiliyorsan bunu
yap.»
Said b. Sellam
el-Basrî, Ebu Hanife Numan b. Sabitin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Mekke'de Atâ ile
karşılaştım. Ona birşey sordum. O da bana şöyle sordu:
- Sen nerelisin?
Kimlerdensin?
- Küfe halkmdamm.
- Sen, dinlerinden
ayrılan ve gruplara bölünen kasabanın halkından mısın?
- Evet.
- Sen hangi
gruptansın?
- Selefe sövmeyen,
kadere inanan ve ehli kıbleden herhangi birini -işlediği günahtan ötürü-
tekfir etmeyenlerdenim.
- Seni iyi tanıdım,
benimle beraber ol.
Atâ dedi ki: «Ümmetin
üzerinde icma ettiği şey, bizim nezdimizde senetten daha kuvvetlidir.»
Atâ'ya sordular:
«Burada bir grup insan var ki, "İman ne artar ne de eksilir."
diyorlar. Bu hususta senin görüşün nedir?»
Atâ şöyle cevap verdi:
«Yüce Allah, şöyle buyurmuştur: "Doğru yolu bulanların ise Allah
doğruluklarını arttırır." (Muhammed, 17.) Peki bu kimselerin
doğruluklarının arttığı ifade ediliyor, söyler misin, artan bu doğruluk
nedir?» Ben de kendisine şöyle dedim: «Sözünü ettiğimiz bu topluluk, namaz ve
zekatın Allah'ın dininden olmadığını iddia ediyorlar. Sen buna ne dersin?» Atâ
dedi ki: Yüce Allah şöyle buyuruyor:
«Oysa onlar, doğruya
yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve
zekatı vermekle emrolunmuş-lardı. Dosdoğru olan din de budur.» (el-Beyyine, 5.)
Bakınız bu ayet-i kerimede de görüldüğü gibi Cenâb-ı Allah, namaz kılıp zekat
vermeyi dinin bir parçası saymıştır.»
Ya'Iâ b. Ubeyd dedi
ki: Muhammed b. Suka'nın yanma gittik. Bize şöyle dedi: Size fayda vereceğini
ümid ettiğim bir sözü nakledeyim mi? Çünkü bu söz bana fayda vermiştir. Atâ b.
Ebi Rebah, bana şöyle demişti: «Ey kardeşimin oğlu! Sizden öncekiler fazla
konuşmayı mekruh sayarlardı. Fazla sözün günah olduğuna inanırlardı. Yalnız Allah'ın
kitabının okunmasını bundan ayrı tutarlardı. Ayrıca iyiliği emredip kötülüğü
menetmek için söylenen sözleri veya kişinin zorunlu geçimini temin ederken
ihtiyacını söylemesini fazla sözden saymazlardı. Siz bu dediğime inanmıyor
musunuz? Bakın yüce Allah şöyle buyurmuştur: «Oysa, yaptıklarınızı bileri,
değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.» <el-İnfitâr, 10-12.)
«Sağında ve solunda,
onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak
söylediği her sözü zaptederler.» (ei-Kâf, 17-18.) Sizden biri dolu amel
sahifesi önünde açıldığında ve orada yazılı olan amellerinin çoğunun din ve
dünya ile ilgisi olmadığını gördüğünde utanmayacak mı?
Atâ şöyle dedi:
Geceleyin sıcaktan korkarsan şunu oku: «Bismil-lahirrahmanirrahim - Euzübillahi
mineşşeytanirracim.»
Taberanî ile
diğerlerinin rivayetlerine göre Mescid-i Haram'daki ilim halkası İbn Abbas'a
aitti. İbn Abbas vefat edince, Atâ b. Ebi Re-bah, o ilim halkasına sahib oldu.
İnsanlara ders verdi.»
Osman b. Ebi Şeybe,
Seleme b. Küheyl'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:
«İşlediği salih ameli
ile Allah katındaki sevapları taleb eden sadece şu üç kişiyi gördüm: Atâ,
Tavus ve Mücahid.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ömer b. Zerr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Atâ gibisini asla
görmedim. Atâ'nın üzerinde asla gömlek görmedim. Onun üzerinde beş dirhem
değerinde bir giysi de görmedim.»
«Ya'lâ b. Ümeyye'nin
sohbeti vardı. O mescitte bir müddet oturur ve o müddet zarfında itikafa niyet
ederdi.»
Evzaî, Atâ'nın şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'m
kızı Fatıma hamur yoğururdu, hamuru tamamlayınca saca vurup ekmek yapardı.»
Evzaî, Atâ'nın şu
ayet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Allah'ın dini
konusunda o ikisine acımayın.» (en-Nûr, 2.) Yani zina-kar erkekle kadına haddi
tatbik ederken onlara acımayın.»
Evzaî'den şöyle
rivayet edilmiştir: Ben Yemame'de iken orada insanları Rasûlullah'ın ashabına
karşı mihnete sokan bir vali vardı. O münafıktı, mü'min değildi. İnsanları
baskı yaparak karılarını boşatma ve kölelerini azad etme tehdidi ile günah
işlemiş bir kimseyi münafık olarak adlandırmalarını, onlara mü'min .adları
vermemelerini isterdi. İnsanlar da bu hususta ona uydular. Dediğini yaptılar,
ben daha sonra Atâ ile karşılaştım, o valinin bu uygulamasını ve onun baskısı
altında kalan insanların hoş olmayan sözleri söylemelerinin hükmünü sordum. O
da şöyle cevap verdi: «Baskı altında kalan insanların böyle konuşmalarının bir
sakıncası yoktur. Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur: «Ancak onlardan sakınmanız
hali müstesnadır.»
(Âl-iİmrân, 28.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
İsmail b. Ümeyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Atâ hep susardı,
konuştuğu zaman söylediklerimizi teyid ettiğini
sanırdık. Cenâb-ı
Allah'ın şu ayet-i kerimesi hakkında şöyle dedi:
«Bunları ne ticaret ve
ne de alışveriş, Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar.»
(en-Nûr, 37.)
Cenâb-ı Allah'ın,
vaktinde eda etmelerini kendilerine farz kıldığı hukukunu yerine getirmekten
alış verişleri kendilerini alıkoymaz.»
İbn Cerir dedi ki:
Atâ'nın Beyt'i tavaf etmekte olduğunu gördüm. Kendisini götürmekte olan adama
şöyle dedi: «Benden şu beş şeyi öğrenip aklınıza yerleştirin: Hayrı ve seri,
acısı ve tatlısı ile birlikte kader, Allah'tandır. Kulların kader hususunda
iradeleri ve dilemeleri yoktur. Ehli kıblemiz mü'mindirler. Canları ve mallari
(şer'i bir hak dışında) dokunulmaz ve haramdır. Asi ve azgın gruba karşı elle,
ayakkabılarla, silahla savaşmak gerekir. Haricilerin sapıklıkta olduklarına
şahitlik etmek icab eder.»
İbn Ömer dedi ki:
«Aramızda Atâ b. Ebi Rebah bulunduğu halde meselelerinizi getirip önüme mi
yığıyorsunuz?»
Muaz b. Sa'd dedi ki:
«Atâ'nın yanında oturmaktaydım, bir hadisi nakletti. Adamın biri onun
konuşmasına itirazda bulundu. Atâ, öfkelendi ve şöyle dedi: "Bu ne
ahlaktır, bu ne tabiattır? Allah'a yemin ederim ki, ben adamın sözünü dinlerim,
anlattığı şeyi kendisinden daha iyi bildiğim halde bilmediğimi kendisine zannettiririm."»
Atâ şöyle derdi:
«Evimde bir yastık görmektense bir şeytan görmek daha iyidir. Çünkü yastık,
insanı uykuya davet eder.»
Osman b. Ebi Şeybe,
İbn Cerir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Atâ, yaşlanıp vücudu
zayıfladıktan sonra namaza durur ve kıyam halinde iken Bakara sûresinden 200
ayet okurdu, yine de yerinden kımıldamaz ve hareket etmezdi.»
İbn Uyeyne dedi ki:
İbn Cerir'e şöyle dedim:
- Senin gibi namaz
kılan birini göremedim.
- Sen Atâ'yı
görmeliydin.
Atâ dedi ki:
"Cenâb-ı Allah, şöhretli bir elbiseyi giyen genci sevmez ve o elbise
üzerinde olduğu müddetçe Cenâb-ı Allah, ondan yüz çevirir.»
Denilir ki: Kulun
hasta insan gibi olması gerekir, mutlaka birşey-ler yemesi gerekir, ama her
yiyecek ona uymaz.
Beddua, hikmet sahibi
kimsenin gözünü kör ettiği halde cahile ne yapar? Onu siz düşünün.
Nimet sahibi kimsenin
içinde bulunduğu konforu kıskanmayın ve onun durumuna gıpta etmeyin. Çünkü o
kişinin ölümden sonra ne hale geleceğini bilemezsiniz. [17]
Bu senede Şam'da taun
meydana geldi.
Haremeyn ve Taif
valisi Muhammed b. Hişam b. İsmail, insanlara haccettirdi. Diğer beldelerdeki
valiler, daha önceki senelerde adı geçen valilerdi. Doğrusunu Allah bilir. [18]
Muhammed b. Ali b.
Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib el-Kuraşi el-Haşi-mî, Ebu Cafer el-Bakır. Annesi,
Ümmü Abdullah binti Hasan b. Ali'dir.
Ebu Cafer; kadri yüce,
şanı büyük bir tabii idi. İlim, amel, siyadet ve şeref bakımından bu ümmetin
Önderlerinden biri idi. Şiilerin iddialarına göre oniki imamdan biridir. Ama
kendisi onların yolunda ve mesleğinde değildi. Onların zihinlerindeki
düşüncelere, vehim ve hayallere bağlanmamıştı. Aksine o, Ebu Bekir ve Ömer'i
öne geçirenlerdendi. Bu hususta onun yanında sahih rivayetler vardı ve şöyle
demişti: «Ehl-i beytimden, aile efradımdan hangisini gördüysem hepsi Ebu Bekir
ve Ömer'i dost bilir, onları önder sayarlardı. Allah ikisinden de razı olsun.»
Ebu Cafer el-Bakır,
birden fazla sahabeden rivayetlerde bulunmuştur. Tabiilerin büyüklerinden ve
başkalarından oluşan bir cemaat da ondan hadis rivayet etmişlerdir. Oğlu Cafer
es-Sadık, Hakem b. Uteybe, Rebia, A'meş, Ebu İshak es-Sübey'î, Evzaî, A'rec -ki
bu ondan daha yaşlı idi- îbn Cüreyc, Atâ, Amr b. Dinar ve Zührî ondan rivayette
bulunan kimselerdendir.
Süfyan b. Uyeyne,
Cafer es-Sadık'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Babam bana nakletti ki o,
yeryüzünde o gün Muhammedilerin en hayır hsıydı.
îclî dedi ki: Ebu
Cafer el-Bakır, Medinelidir. Tabiidir, sika ravi-lerdendir.
Muhammed b. Sa'd'ın
ifadesine göre Ebu Cafer el-Bakır, çok hadis rivayet eden sika ravilerdendir.
Bir kavle göre Ebu Cafer, hicretin 115. senesinde vefat etmiştir. Bir yıl Önce
vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet mevcut olduğu gibi bir yıl sonra vefat
ettiğine dair bir rivayet de mevcuttur. 117. ve 118. hicri senede vefat ettiği
de söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Vefat ederken yetmiş yaşını aşkındı,
altmış yaşını geçmediğine dair zayıf bir rivayet de vardır. [19]
Ebu Cafer Muhammed b.
Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib. Babası Ali Zeynelabidin'di. Dedesi
Hüseyin'di ki, hem babası hem dedesi Irak'ta şehid edilmişlerdi.
İlimleri yarıp içinden
hüküm çıkardığı için kendisine Bakır (yaran) adı verilmişti. Çokça zikreden,
Allah'tan korkan sabırlı bir insandı.
Peygamber sülale sin
dendi, nesebi yüce, soyu yüksekti. Tehlikeli şeyleri bilir, çokça ağlayıp
gözyaşı döker, tartışmalardan ve düşmanlardan uzak dururdu.
Ebu Bilal el-Eş'arî,
Ebu Cafer el-Bakır'm şu ayet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«İşte onlar,
sabrettiklerinden ötürü odalarla mükafatlandırılırlar.» (el-Furkân, 75.)
Burada ayet-i kerimede geçen "odalar" kelimesi ile Cennet
kastedilmiştir. Onlar, dünyada fakirliğe sabrettiklerinden ötürü mükafata
mazhar olacaklardır.»
Abdüsselam b. Harb,
Ebu Cafer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Yıldırımlar, mü'mine
de mü'min olmayana da isabet ederler ama zikredene isabet etmezler.»
Ben derim ki: Buna
benzer bir söz, İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Buna göre İbn Abbas,
şöyle demiştir: «Gökten yıldızlar sayısınca yıldırımlar düşse de zikreden
kimseye isabet etmez.»
Cabir el-Cu'fî şöyle
demiştir: Ebu Cafer el-Bakır bana dedi ki:
- Ey Cabir, ben
hüzünlüyüm, kalbim meşguldür.
- Neden dolayı hüzünleniyorsun,
kalbin neden Ötürü meşguldür?
- Ey Cabir, bir
kimsenin kalbine Aziz ve Celil olan Allah'ın saf dini girerse, artık onun
kalbi başka şeyle meşgul olmaz. Ey Cabir, dünya nedir ki? O ne olabilir ki?
Dünya dediğin şey; bindiğin binekten veya giydiğin elbiseden veya nikahladığın
kadından başka nedir? Ey Cabir, doğrusu mü'minler, dünyada ebedi
kalmayacaklarını bilirler ve dünyaya bel bağlamazlar. Ahiretin geleceğine de
kesin olarak inanırlar. Kulaklarıyla duydukları fitneler, onları Allah'ın zikrini
dinleme hususunda sağırlaştırmadı. Gözleriyle gördükleri zinetler, onları
Allah'ın nuru karşısında körleştirme di. Böylece iyi kimselerin sevabını elde
ettiler. Takva ehli kimseler, dünyada basit bir azıkla geçinen, sana çok yardım
eden, unuttuğunda sana hatırlatan, hatırladığında sana yardımcı olan, Allah'ın
hakkını söyleyen, onun emirlerini yerine getiren, kendilerini Aziz ve Celil
olan Rablerinin muhabbetine adayan, Allah'a, O'nun sevgisine kalbleriyle
bakan, mahbuplarma taatta bulundukları için dünyadan uzaklaşan ve bunu
yaratıcılarının emri olduğunu bilen, meliklerinin indirdiği yere dünyayı
indiren, sonra onu bırakıp göç eden kimselerdir. Dünyayı şu gözle görürler:
Rüyada kavuştuğun ama uyandığında elinde kalmayan bir su gibidir dünya. Allah'ın
dini ve hikmeti hususunda gözetmeni emrettiği şeyleri gözetip muhafaza et.»
Halid b. Yezid, Ebu
Cafer el-Bakır'dan rivayet etti ki, Hz. Ömer şöyle demiştir:
«Allah'ın kitabını
okuyan bir kimsenin zenginleri sevdiğini görürseniz bilin ki, o dünya sahibidir.
Onun sultana bağlanıp onun yanından ayrılmadığını görürseniz, bilin ki o
hırsızdır.»
Ebu Cafer el-Bakır,
her gün ve gece farz namazları kılardı.
İbn Ebi'd-Dünya, önün
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Çirkin sözler, alçak
kimselerin silahıdır.»
Ebu'l-Ahvez, Mansur
tariki ile onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Herşeyin bir afeti vardır,
ilmin afeti ise unutmaktır.»
Ebu Cafer el-Bakır,
oğluna şöyle demişti:
«Tembellikten ve
tahammülsüzlükten sakın. Çünkü bunlar, her kötülüğün anahtarıdır. Zira sen
tembelleşirsen hakkı eda etmezsin, huysuzluk yaparsan, tahammülsüz olursan,
hakka karşı sabırlı olamazsın.»
Ebu Cafer el-Bakır
şöyle demişti: «Amellerin en kuvvetlisi üçtür:
1- Her
halükarda Allah'ı zikretmek,
2- Nefsine
haksızlık yaptığını söylemek ve onu dizginlemek,
3- Kardeşine
mali yardımda bulunmak.»
Halef b. Havşeb, Ebu
Cafer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İman kalpte sabittir,
yakinî inanç ise kalbe gelip gider. Kalbe uğrayınca onu demir kütlesi haline
getirir, kalbten çıkıp giderse kalb, çürümüş bir bez ve paçavraya döner. Bir
kulun kalbine kibir ve gururdan azıcık birşey girerse, mutlaka o kadarıyla
veya daha fazlasıyla aklım eksiltir.»
Ebu Cafer el-Bakır,
Cabir el-Cu'fî'ye şöyle demişti: Irak fakihleri şu ayet-i kerime hakkında ne
diyorlar: «Rabbinden bir işaret görme-seydi Yusuf da onu istiyecekti.» (Yûsuf,
24.) Yusuf, o anda babası Ya-kub'u kendi baş parmağını ısırır halde gördü. İşte
Irak fakihleri, bu ayet-i kerimedeki burhanın bu olduğunu söylemişlerdir.
Ebu Cafer, Cabir'e şu
cevabı verdi: «Hayır, babam, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yusuf
un gördüğü burhan ve işaret şuydu: Züleyha ona yönelince ve o da Züleyha'ya
tamahlamnca Zü-leyha kalkıp evin köşesinde bulunan inci ve yakutlarla süslenmiş
olan bir putun üzerini beyaz bir örtüyle örttü ki put, onların yapacakları
cinsel münasebeti ve sevişmeyi görmesin. Züleyha, ondan utandığı ve çekindiği
için böyle yapmıştı. Yusuf da ona niçin böyle yaptığım sorunca Züleyha:
"Bu benim tanrımdır, beni bu halde görmesinden utanırım." diye cevap
vermişti. Bunun üzerine Yusuf şöyle demişti: "Sen, fayda ve zarar
veremeyen, görmeyen ve işitmeyen bir puttan utanıyorsun, her nefsin üzerinde
duran ve yaptıklarının karşılığını verecek olan Rabbimden ben nasıl
utanmıyayım? Allah'a yemin ederim ki, sen asla benimle sevişemeyecek ve cinsel
münasebette bulunamayacaksın." İşte ayet-i kerimede sözü edilen burhan ve
işaret budur.»
Bişr el-Hafî, Ebu
Cafer el-Bakır'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Zenginlik ve izzet,
mü'minin kalbinde dolaşırlar. İçinde tevekkül bulunan bir mekana
kavuştuklarında oraya yerleşirler.»
Ebu Cafer el-Bakır,
şöyle demişti: «Allah, bizim taraftarlarımızın kalblerine korku salar,
kayyumumuz ayakta durduğunda, hükümdarımız zahir olduğunda, taraftarlarımızdan
her biri aslandan daha cüretli, kılıçtan da daha keskin olur. Bizim
taraftarlarımız, Aziz ve Ce-lil olan Allah'a itaat eden ve ondan sakınanlardır,
düşmanlıktan ve husumetten uzak durun. Çünkü düşmanlık ve husumet, kalbi ifsad
eder, münafıklığı ortaya koyar: 'Ayetlerimizi çekişmeye dalanları görünce
başka bir bahse geçmelerine kadar onlardan yüz çevir." (ei-En'âm, 68.)
İşte bunlar çekişen, tartışan ve husumet içinde bulunan kimselerdir.»
Urve b. Abdullah dedi
ki: Ebu Cafer'e, kılıcı süslemenin hükmünü sordum. O da: «Bunun bir sakıncası
yoktur. Çünkü Ebu Bekir es-Sıddık da kılıcını süslemişti.» diye cevap yerdi.
Ben de: «Sen Ebu Bekir'e Sıddık mı dedin?» diye sorduğumda yerinden sıçrayıp
kıbleye yöneldi, sonra şöyle dedi: «Evet Sıddık! Evet, Sıddık diyorum. Kim ona Sıddık
demezse Allah, onun dünya ve ahirette sözünü tasdik etmesin.»
Cabir el-Cu'fî, Ebu
Cafer'in kendisine şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ey Cabir, duyduğuma
göre Irak'ta bir topluluk varmış, bunlar bizi sevdiklerini iddia ediyorlar ama
Ebu Bekir ve Ömer'e düşmanlık edip onların aleyhinde konuşuyorlarmış ve bunu
kendilerine benim emrettiğimi söylüyorlarmış. Onlara de ki: «Ben onların
yaptıklarından Allah'a sığınırım ve onlarla bir alakam yoktur. Canım kudret
elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, eğer ben yönetimin başına geçecek
olursam onların kanlarını akıtarak Allah'a yaklaşırım. Ebu Bekir ile Ömer için
istiğfarda bulunmaz ve onlara rahmet dilemezsem, Rasûlullah'ın şefaatmdan
yoksun kalayım. Allah düşmanları, Ebu Bekir'le Ömer'in faziletlerinden ve
onların İslâm'da geçmiş hizmetlerinden habersizdirler. Bunların yaptıklarıyla
alakam olmadığını kendilerine bildir ve Ebu Bekir ile Ömer'den uzak duran
kimselerden benim de uzak olduğumu kendilerine söyle. Çünkü Ebu Bekir ile Ömer'in
faziletlerini bilmeyen kimse, sünneti bilmemiş olur.»
Ebu Cafer el-Bakır, şu
ayet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle demiştir:
«Sizin dostunuz ancak
Allah, onun peygamberi ve namaz kılan, zekat veren ve rükû eden mü'minlerdir.»
(el-Mâide, 55.) "Bu mü'minler, Muhammed (s.a.v.)'in ashabıdır." Ben
kendisine dedim ki: "Bu ayet-i kerimede evsafı belirtilen mü'minin Hz. Ali
olduğunu söylüyorlar. Sen ne dersin?" Bana şu cevabı verdi: "Ali de
Rasûlullah'ın ashabın-dandır."»
Abdullah b. Atâ dedi
ki: «Alimlerin Ebu Cafer yanında küçüldükleri kadar başka hiç kimse yanında
küçüldüklerini görmedim. Hikmet sahibi kimseler, onun yanına gittiklerinde
sanki o, onların öğretmeniydi. O benim gözümde çok büyük bir kardeşimdi. Onu
gözümde büyüten yanı, dünyanın onun gözünde küçülme siy di.»
Cafer b. Muhammed dedi
ki: Babam Ebu Cafer'in katırı kayboldu. Babam: «Eğer Allah onu bana geri
gönderirse ben Rabbime, razı olacağı hamdler ile hamdeder ve onu överim.» dedi.
Çok geçmeden katırı eğeri ile kendisine geri geldi, üzerindeki eşyalardan
hiçbir şey kaybolmamıştı. Kalkıp katıra bindi, üzerine oturunca elbisesini toparladı
ve başını semaya kaldırıp: «Elhamdülillah» dedi. Daha fazla birşey söylemedi.
Kendisine bunun sebebini sorduklarında şu cevabı verdi: «Eksik bıraktığım
birşey oldu mu ki? Hamdın tümünü Aziz ve Celil olan Allah'a ait kıldım.»
Abdullah b. Mübarek,
Ebu Cafer el-Bakır'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir kimseye güzel
ahlak ve merhamet verilirse, ona hayır ve rahatlık verilmiş olur. Dünyada
durumu güzelleşir, ahirette de hoş olur. Ama bir kimse güzel ahlaktan ve
merhametten yoksun bırakılırsa bu onun bütün şer ve belaya maruz kalmasına
neden olur. Ancak Aziz ve Celil olan Allah'ın koruduğu kimse hariç.»
Ebu Cafer şöyle dedi:
«Sizden biri elini kardeşinin cebine koyup istediği şeyi tam olarak alabilir
mi? Alabiliyorsa ne âlâ. Aksi takdirde siz, iddia ettiğiniz gibi kardeş
olamazsınız. Kardeşinin sana olan sevgisinin derecesini sen kendi kalbinde ona
beslediğin sevginin derecesi ile anlayabilirsin. Çünkü kalbler karşılıklıdır.»
Ebu Cafer, serçelerin
ötüşlerini işitince: «Bunlar ne diyorlar, biliyor musun?» diye sordu. Ben de,
«Hayır» diye cevap verince şu karşılığı verdi: «Allah'ı teşbih ediyorlar ve
ondan, kendilerine günlük rı-zıklarını vermesini istiyorlar.»
Ebu Cafer şöyle dedi:
«Dilediğin ve sevdiğin sözleri söyleyerek Allah'a dua et, hoşuna gitmeyen bir
durum meydana gelirse onun sevdiği ve istediği şeylerde kendisine muhalefet
etme.»
Ebu Cafer şöyle dedi:
«Karın veya tenasül
organının iffetinden daha faziletli ve daha üstün bir ibadet yoktur. Allah'ın
en çok sevdiği şey, kendisinden dilekte bulunmandır. Kaza ve belayı ancak dua
defeder. Hayırların sevabı en çabuk verileni, iyilik yapmaktır. Serlerin
cezası en çabuk verileni de, taşkınlık yapıp asi olmaktır. Kişiye ayıp
olarak/kendi yapamayacağı şeyi başkalarına emretmesi, kendisinin uzak
duramıyacağı şeylerden başkasını menetmesi, kendisini ilgilendirmeyen şeylerle
meclisindeki arkadaşlarına eza vermesi yeter, bunlar, derli toplu sözlerdir.
Efradını cami, ağyarını manidir, yukarıdaki yasakları akıllı bir kimsenin
yapmaması gerekir.»
Ebu Cafer şöyle dedi:
«Kur'ân, Aziz ve Celil olan Allah'ın kelamıdır, mahluk değildir.»
Ebu Cafer dedi ki:
Adamın biri, Mekke'ye giderken Hz, Ömer'le yoldaş oldu. Sonra bu adam yolda
vefat etti. Hz. Ömer durdu, onunla ilgilendi ve namazını kılıp onu defnetti.
Hz. Ömer'in şu beyti okumadığı gün çok azdır:
«Daha aşağısını ve
eksiğini umduğum bir iş başa ulaştı. Tamamını ümid ettiğim bir istense geri
kaldım.»
Ebu Cafer şöyle dedi:
«Allah'a yemin ederim ki, 1.000 abid ölmek-tense, bir âlimin Ölmesini şeytan
daha çok arzular.»
Ebu Cafer dedi ki:
«Bir kulun gözü yaşarırsa Allah, o kulun yüzünü Cehennem ateşinden korur,
gözyaşları yanaklarının üzerine akarsa yüzü tozlanıp zelil olmaz. Herşeyin belirli
bir mükafatı vardır, ancak gözyaşının mükafatı hariç. Cenâb-ı Allah, bir
gözyaşı damlası karşılığında denizler kadar günahları affeder. Eğer bir kimse
Allah'tan korkarak bir ümmet için ağlarsa, Allah o ümmete rahmet eder.»
Ebu Cafer dedi ki:
«Zengin iken seni gözeten, fakir iken senden alakasını kesen kardeşin ne kötü
kardeştir.»
Ben derim ki: Şu üç
beyit, hikmeti ve dünyadaki zahidliği içermektedir, özellikle son kısmı daha
mükemmeldir, şöyle ki:
«Dünya bazı kimseleri
aldattı, onlar dönüşü olmayan bir yere varıp konakladılar.
Kişi birşeye kızarsa o
şey değişmez, birşeye razı olunca da o şey değişir.
Daha eksiğini ve
aşağısını umduğum bir iş başa ulaştı.
Tamamını elde
edeceğimi umduğum bir işten de geri kaldım.» [20]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/452-453.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/453-494.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/494.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/494.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/494-495.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/495.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/495.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/495.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/495-497.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/497.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/497-498.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/498.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/498-499.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/499-500.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/500.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/500-501.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/501-505.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/505.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/506.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/507-511.