Yahya B.Selâme. 2

Hicretin Beşyüzellidördüncü Senesi 4

Hicretin Beşyüzellidördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 5

Ahmed B. Mealî 5

Sultan Muhammed B. Mahmud B. Muhammed B. Melikşah. 5

Hicretin Beşyüzellibeşinci Senesi 6

Müstencid Bîllah Ebü'l-Muzaffer Yusuf B. Muktefî'nin Halifeliği 6

Mısır Fatımî Halifesi Faiz. 7

Hüsrevşah B. Melikşah. 7

Melîkşah B. Sultan Mahmud B. Muhammed B. Melikşah. 7

Kaymaz B. Abdullah El-Erguvanî 7

Hicretin Beşyüzellibeşinci Senesinde Vefat Eden Diğer Meşhur Şahsiyetler. 8

Emir Mücahidüddin. 8

Şeyh Adiy B. Müsafir. 8

Abdülvahid B. Ahmed. 8

Muhammed B. Yahya. 8

Hicretin Beşyüzellialtıncı Senesi 9

Hicretin Beşyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 10

Hamza B. Ali B. Talha. 10

Hicretin Beşyüzelliyedinci Senesi 10

Hicretin Beşyüzelliyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 11

Hanefilerin Şeyhi Şüca. 11

Vaiz Sadaka B. Vezir. 11

Zümrüt Hatun. 11

Hicretin Beşyüzellisekizinci Senesi 12

Hicretin Beşyüzellisekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 12

Ebu Muhammed Abdülmü'min B. Ali 12

Talha B. Ali 13

Muhammed B. Abdülkerim.. 13

Hicretin Beşyüzellidokuzuncu Senesi 14

Harim Savaşı 14

Hicretin Beşyüzellidokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 15

Vezir Cemaleddin. 15

Katip İbn Hazin. 16

Hicretin Beşyüzaltmışıncı Senesi 16

Hicretin Beşyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 16

Ömerb.Behlîka. 16

Muhammed B. Abdullah B. Abbas. 17

Hadim Mercan. 17

İbn Tilmiz. 17

Vezir B. Hübeyre. 17

Hicretin Beşyüzaltmışbirinci Senesi 18

Hicretin Beşyüzaltmışbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 19

Hasan B. Abbas. 19

Abdülaziz B. Hasan. 19

Abdulkadir El-Cilı 19

Hicretin Beşyüzaltmışikinci Senesi 20

Esedüddîn Şirkuh'un İskenderiye'yi Fethi 20

Hicretin Beşyüzaltmışikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 21

Hac Emiri Berguş. 21

Katip Ebü'l-Mealî 21

Reşid Es-Sadefî 21

Hicretin Beşyüzaltmışüçüncü Senesi 21

Hicretin Beşyüzaltmışüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 22

Cafer B. Abdülvahid. 22

Ebu Sa'd Es-Semanî 22

Abdülkahir B. Muhammed. 22

Muhammed B. Abdülhamid. 23

Yusuf B. Abdullah. 23

Hicretin Beşyüzaltmışdördüncü Senesi 23

Selahaddin'in Giydiği Hilatın Evsafı 25

Tavaşî'nın Öldürülmesi 26

Zenci Olayı 26

Hicretin Beşyüzaltmışdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 27

Sadullah B. Nasr B. Said Ed-Dücacî 27

Şâver B. Mücirüddin. 28

Şirkuh B. Şadı 28

Muhammed B. Abdullah B. Abdülvahid. 29

Muhammed El-Farikî 29

Muammer B. Abdülvahid. 29

Hicretin Beşyüzaltmışbeşinci Senesi 29

Hicretin Beşyüzaltmışbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 31

Melik Kutbeddin Mevdud B. Zengi 31

Hicretin Beşyüzaltmışaltıncı Senesi 31

Müstadi'nin Hilafeti 32

Hicretin Beşyüzaltmışaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 33

Tahir B. Muhammed B. Tahir. 33

Kadı Yusuf 34

Yusuf B. Halife. 34

Hicretin Beşyüzaltmışyedincî Senesi 34

Ubeydîlerin Son Halifesi Adid'ın Vefatı 34

Hicretin Beşyüzaltmışyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 39

Abdullah B. Ahmed. 39

Muhammed B. Muhammed B. Muhammed. 40

Nasır B.Cevnî 40

Nasrullah B. Abdullah Ebü'l-Futuh. 40

Şeyh Ebubekir. 40

Hicretin Beşyüzaltmışsekizinci Senesi 40

Hicretin Beşyüzaltmışsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 42

Türk Atabeği İldeniz. 42

Emir Necmeddin Ebu'ş-Şükr Eyyub B. Sadi 42

 

 

 

Yahya B.Selâme

 

Yahya b. Selame b. Hüseyin. Künyesi Ebu Fadl'dır. Şafiî mezhebine mensuptur. Hasankeyf lidir. Fıkıh ve edebiyatın çeşitli kollarında ön­der bir alimdi. Nazımda ve nesirde usta idi. Yalnız aşırı derecede Şiî ol­duğu söylenir. İbnül-Cevzî onun nazımlarından birkaç parça naklet-miştir. Şöyle ki:

«Veda gününde ciğerimi paylaştılar.

Onlar gittikten bu yana artık ciğerim yoktur.

Kirpiklerimin üzerinde yollarına gittiler.

İç organlarımın üzerinde mola verdiler.

Gözlerimin suyunu içtiler.

Göz yaşlarım akıp tükendi.

Ciğerim yaralandı.

Hastalığım da onlar tarafından açığa vuruldu.

Aşk ateşim devamlı yanıyor.

Gözlerim kan ağlıyor.

Gözlerimin uykuyla alakası kalmamış,

Onlardan salınarak yürüyen bir ceylan bana doğru geldi.

Salınarak gelen o ceylan ne güzeldir.

Kılıcı kınından sıyrılmıştır. Köşkü parlak ve cilalıdır. Yanakları gül pembedir.

Şafaklarına gelince onlarda yanaklarının kızarıklığı üzerine dö­külmüştür.

Saçları kıvırcık olup akrep iğnesi gibi ve terden ıslaktır.

Nefesi ve tükürüğü misk ve şarap gibidir.

Ön dişleri de dolu tanecikleri andırır.

Ayakta iken gerisi onu düğümler.

İç organlarının da bir kısmı ayakta bir kısmı oturmaktadır.

Boyu ve endamı ban ağacının dalı gibidir.

Doğruca ve eğiklik olmaksızın salınır.»

Bu şiir gerçekten çok uzundur. Yahya b. Selâme bu şiiri tamamla­dıktan sonra bu defa da Ehl-i Beyt'i ve oniki imamı övmeye başlıyor. Şöyle ki:

«Bana Ehl-i Beyt sevgisini soran kişi!

Ben bu sevgiyi ilan ederek mi açıklayayım yoksa inkâr mı edeyim?

Heyhat! Onların sevgisi benim etime ve kanıma karışmıştır.

Bu sevgi hidayet ve doğru yoldur.

Haydar (Hz. Ali) ondan sonra Hasan ve Hüseyin,

Sonra Ali ve oğlu Muhammed,

Cafer Sadık ve onun oğlu Musa,

Musa'dan sonra Seyyid Ali.

Mirzayı kastediyorum.

Sonra Rıza'm oğlu Muhammed'i,

Sonra Ali ve oğlu Müsedded,

İkinci Hasan, Peşisıra Muhammed b. Hasan el-Müftekid,

Bunlar benim imamlarım ve seyyidlerimdir.

Bütün topluluklar beni kınasalar ve fikrimin yalnız olduğunu söy­leseler de,

Bunlar çok yüce ve kerem sahibi imamlardır.

Adları öteden beri sıralanıp gelmektedir.

Bunlar, Allah'ın kullarına karşı hüccetleridir.

Bunlar, Allah'a giden yoldur.

Bunlar, öyle bir kavimdir ki, yüksek şeref ve fazilet sahibidirler.

Müşrikler de, tevhid erbabı da bunları tanır.

Bunlar, öyle bir kavimdir ki her yerde şehitlikleri vardır.

Hatta bütün yüreklerde şehitlikleri vardır.

Bunlar Mina'nın Meş'a-i Haram'm, Müzdelife'nin Safa ve Mer-ve'nin, Mescid-i Haram'm,

Sahipleri olan bir kavimdirler.

Mekke, Abtah, Hayf,

Mescidi Cum'a ve Baki-i Gerkad,

Kendilerine aitdirhep.»

Bundan sonra da Hz. Hüseyin'in şehid edilmesini yumuşak ifade­lerle anlatmaya başlar:

«Ey Mustafa'nın Ehl-i Beyti, Ey benim dayanaklarım, Ey sevgileri­ne yanıp itimad ettiğim kimseler!

Yarın beni Allah'a ulaştıracak vesilelersiniz.

Artık nasıl korkarım? Ben size dayanırım.

Dostunuz ebediyet cennetinde sürekli diridir.

Size zıt olanlarsa çılgın alevli ateşte ebedi kalacaktır.

Ben başkalarına öfke duyarak sizi seven değilim.

Aksi takdirde sizin yüzünüzden bahtsız olurum mutlu olamam

Bir Rafızî, ya da fesatçı Haricî,

Sanmasın ki ben kendisine muvafakat edeceğim.

Muhammed (s.a.v.), ondan sonraki halifeler,

Gördüğüm kadarıyla Allah'ın yaratıklarının en üstünleridirler.

Onlar, bizim için dinin kurallarını koydular,

Onlar, dinin temellerini kurup sağlamlaştırdılar,

Ahmed'in ashabına hiyanet edenler,

Ahiret gününde hasım olarak Ahmed'i karşılarında bulurlar.

Benim itikadım budur. Buna sarılın ki kurtuluşa eresiniz.

Benim yolum budur. Bu yola girin ki doğru yola eresiniz.

İmam Şafiî'nin mezhebi, mezhebimdir.

Çünkü onun kavilleri sağlamdır.

Usulde ve füruda ona uydum.

Mürşid olan öğrenci ve talip bu hususta bana uysun.

Allah'ın izniyle ben yarışı kazanan ve kurtuluşa eren kimseyim.

Zalim, sonrada fesatçı başa gelse de ben kurtuluşa ererim.»

Şu şiirde Yahya b. Selâme'ye aittir:

«Malım azaldığında beni sabırsız, çok üzülen, Öfkesinden parmağını ısıran biri olarak göremezsin. Cenâb-ı Allah bana yeniden nimet verdiğinde hatta bütün insanla­ra verileni bana verdiğinde de beni şımarmış olarak göremezsin.» [1]

 

Hicretin Beşyüzellidördüncü Senesi

 

Bu senede halife Muktefî, ağır bir hastalığa yakalandı. Sonra iyile­şip şifa buldu. Bu sebeple Bağdat şehri günlerce süslendi. Halifenin kendisi de çok miktarda sadaka dağıttı.

Bu senede Abdülmü'min, Mehdiye şehrini Haçlıların elinden geri aldı. Bunlar, Mehdiye şehrini müslümanlarm elinden hicretin 403. se­nesinde almışlardı.

Bu senede Abdülmü'min, Mağriplilerden çok sayıda adam öldürdü. Öyleki Öldürülenlerin kemikleri büyük bir tepe meydana getirdi.

Bu senenin safer ayında Irak'ta iri taneli dolu yağdı. Her bir dolu ta­nesi yaklaşık beş ntıl ağırlığındaydı. (bir ntıl 462 gramdır), bazı dolu ta­neleri de dokuz Bağdat rıtlı ağırlığındaydı. Bu yüzden çok miktarda ürünler ve ekinler telef oldu.

Halife, Vâsıt şehrine gitti. Çarşıyı dolaştı. Camiini gördü. Dolaşma esnasında atından düştü, alnı yaralandı, sonra iyileşti.

Bu senenin rebiyülahir ayında Dicle'nin suyu çok fazlalaştı. Bu yüzden Bağdat'ın birçok yerleri sular altında kaldı. Öyle ki evlerin çoğu bu sular içinde tepecikler görünümünü verdiler. Ahmed b. Hanbel'in türbesi sular altında kaldı. O mıntıkadaki mezarlar sular altında kaldı­lar. Ölüler su üzerinde yüzer oldular. İbnü'l-Cevzî böyle demiştir.

Bu senede hastalık ve ölümler çoğaldı

Bu senede Bizans imparatoru büyük bir orduyla Şam üzerine hücu­ma geçti. Cenâb-ı Allah onu kayıp ve ziyan içinde geri çevirdi. Çünkü as­kerlerinin azıkları azalmıştı. Müslümanlar onun kızkardeşinin oğlunu esir aldılar. Allah'a hamd olsun. Bu senede Kaymaz el-Erguvanî insan­lara haccettirdi. [2]

 

Hicretin Beşyüzellidördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ahmed B. Mealî

 

Ahmed b. Mealî Bereke el-Harbî. Ebü'l-Hattab el-Kelvezanî el-Hanbelî'den fikıh dersleri aldı. İlimde yükseldi. Münazara yaptı. Ders ve fetva verdi. Bundan sonra da Şafiî mezhebine geçti. Fakat bir süre sonra tekrar Hanbelî mezhebine geri döndü. Bağdat'ta vaizlik yaptı. Bu senede vefat etti. Deve üzerinde dolaşmaktayken devesi dar bir mekâna girdi. Eğerin kavisli tümsek kısmı göğsüne saplandı ve bu yüzden öldü. [3]

 

Sultan Muhammed B. Mahmud B. Muhammed B. Melikşah

 

Sultan Muhammed, Bağdat'ı kuşattıktan sonra Hemedan'a döndü­ğünde vereme yakalandı ve kurtulamadı. Bu senenin zilhicce ayında bu hastalıktan vefat etti. Vefat etmeden birkaç gün önce bütün mal ve mül­künün kendisine gösterilmesini emretti. Kendisi de balkonda oturmak­taydı. Ayrıca bütün askerler de önünden geçip resmi geçit yaptılar.

Bütün malları, köleleri, cariyeleri, gözdeleri kendisine arzedildi. Ağla­maya ve şöyle demeye başladı.

«Bu askerler Rabbimin emrine karşı bana bir miskal ağırlığınca fayda veremiyorlar. Ölümü benden savamıyorlar. Ömrümü bir an dahi uzatamıyorlar». Sonra halife Muktefi'ye ve Bağdatlılara yaptığı haksız­lıkları, onları kuşatma altına alışım, onlara eziyet edişini hatırlayıp piş­man oldu. Bütün bunlara teessüf edip şöyle dedi: «Bu hazineler, mallar, mücevherler eğer benim için fidye olarak Ölüm meleği tarafından kabul edilecek olsa tamamım ona veririm bu cariyeler, bu güzel gözdeler, köle­ler eğer benim için fidye olarak kabul edilecek olsaydı, bunları da Azra­il'e bağışlardım.» Böyle dedikten sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu:

«Malım bana fayda vermedi, gücüm de kalmadı.» (el-Hâkka, 28).

Bundan sonra mallarının mülklerinin çoğunu sadaka olarak dağıt­tı. Vefat etti. Geride küçük yaşta bir erkek evlat bıraktı. Askerler ve emirler gidip Musul'da zindan da bulunan amcası Süleymanşah b. Mu-hammed b. Melikşah'ı zindandan çıkardılar. Tahta oturtup sultan yap­tılar. Bağdat ve Irak dışında o yörelerde minberlerde onun adına hutbe okundu. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [4]

 

Hicretin Beşyüzellibeşinci Senesi

 

Bu senede halife Muktefi Bi-Emrillah vefat etti. Halife Muktefi'nin asıl adı Ebu Abdillah b. Müstazhir Billah'tır. Bu zat teraki hastalığı de­nen ve gerdan ile omuz kemiği arasında meydana gelen bir ağrıdan veya başka bir rivayete göre boğazından çıkan bir çıbandan ötürü bu senenin rebiyülevvel ayının ikisinde pazar gecesi altmışaltı yaşım tamamlama­ya yirmisekiz gün kala vefat etti. Hilafet sarayına defnedildi. Sonra tür­besine nakledildi. Yirmidört sene üç ay yirmialtı gün süreyle halifelik yapmıştı. Şehametli, şecaatli, atılgan, işleri bizzat kendisi yürüten, sa­vaşlara da para veren bir kimse idi. Irak'ta sultanlardan bağımsız ola­rak Deylemlilerin iktidara gelişinden kendi zamanına kadar yalnız ba­şına hüküm süren halife odur. Hilafet otoritesini kurdu. Askerlere ve ümeraya hakim oldu. Babası ile şu müşterek özelliklere sahib oldu: O da babası gibi teraki hastalığı yüzünden vefat etti. O da rebiyülevvel ayın­da vefat etti. Sultan Muhammedşah onun ölümünden üç ay önce vefat etmişti. Sultan Mahmud da babası Müstazhir'den üç ay önce vefat et­mişti. Babası Bağdat'ın sular altında kalmasından bir sene sonra vefat etmişti. Kendisi de aynı olayın ikinci yıldönümünde vefat etmişti.

Afif en-Nasih dedi ki: Rüyada birinin şöyle dediğim gördüm: «Üç ta­ne (hı) harfi bir araya geldiğinde Muktefi Ölecektir (yani beşin arapçası olan hams kelimesinin hı harfi, ellinin arapçası olan hamsin kelimesinin hı harfi ve 500'ün arapçası olan hamsemie kelimesinin hı harfi) rü­yadaki adam Muktefî'nin hicri 555. senede vefat edeceğini söylemişti. [5]

 

Müstencid Bîllah Ebü'l-Muzaffer Yusuf B. Muktefî'nin Halifeliği

 

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi babası vefat edince bu sene­nin rebiyülevvel ayının ikisinde pazar sabahı halifeliğine bey'at edildi. Önce Abbasilerin eşrafi, sonra vezir, kadılar, alimler, ümerâ ona beyat-lerini sundular. O zaman kendisi kırkbeş yaşındaydı. Salih bir adamdı. Uzun süreden beri babasının veliahdı idi. Sonra babasının vefatı sebe­biyle taziyetleri kabul etmeye başladı. Cuma günü hutbede halife olarak kendisinin adı anılınca dirhemler ve dinarlar, dinleyicilerin üzerine sa­çıldı. Babasının vefatından sonra onun hilafete geçmesine müslüman-lar sevindiler.

Müstencid Billah, Vezir îbn Hübeyre'yi makamında bıraktı ve Ölünceye kadar bu görevde kalacağını ona vaad etti. Kadilkudat İbn ed-Damiganî'yi azledip yerine Ebu Cafer b. Abdülvahid'i atadı. Ebu Cafer yaşlı bir alim olup hadis dinlemesi ve rivayeti vardı. Kûfe'de hakimlik görevine başladı. Sonra bu senenin zilhicce ayında vefat etti.

Bu senenin şevval ayında Bab-ı Hemedan'da Türkler, Süleyman Paşa'ya karşı ittifak kurdular ve Arslanşah b. Tuğrul adına hutbe okut­tular.

Bu senede Mısır Fatımî halifesi Faiz de vefat etti. [6]

 

Mısır Fatımî Halifesi Faiz

 

Ebü'l-Kasım İsa b. İsmail ez-Zafir. Bu senenin safer ayında onbir yaşında vefat etti. Ömrünün altı sene iki aylık kısmım halifelikte geçir­mişti. Kendisi küçük olduğu için devlet idaresini Ebü'l-Ğarat yürüt­müştü. Faiz'in vefatından sonra Fatımîlerin son halifesi Adid Ebu Mu-hammed Abdullah b. Yusuf b. Hafiz hilafete geçti. Bunun babası halife değildi. Adid, hilafete geçtiği günde henüz buluğa ermişti. Memleket idaresini salih bir melik olan, Talaî b. Rezik adındaki vezir yürüttü. Talaî onun adına bey'at aldı ve onu kendi kızıyla evlendirdi. Kızına anla­tılamayacak derecede muazzam bir çeyiz verdi. Bu hatun, kocası Adid'in vefatından sonra da yaşadı ve Fatımî devletinin Selahaddin Eyyubî ta­rafından yıkılışını gördü. İleride de anlatılacağı gibi Fatımî devletinin yıkılışı, hicretin 564. senesinde vuku bulmuştur. Bu senede Gazne hü­kümdarı büyük sultan da vefat etti. [7]

 

Hüsrevşah B. Melikşah

 

Hüsrevşah b. Melikşah b. Behramşah b. Mes'ud b. İbrahim b. Mah-mud b. Sebüktekin. Büyük bir hanedandan ve yüksek bir riyasetten gel­mekteydi. Bunlar, hükümdarlığı atadan oğula miras olarak devralmış­lardı. Hüsrevşah hayırlı ve seçkin hükümdarlardan olup halka en güzel muamelede bulunanlardandı. İlmi ve ilim erbabını severdi. Bu senenin receb ayında vefat etti. Kendisinden sonra yerine oğlu Melikşah geçti. Bir süre sonra Alaaddin Hüseyin b. Gur, Melikşah'ın üzerine hücum et­ti. Gazne'yi kuşatma altına aldı. Ama fethedemedi. Ziyan içinde geri döndü.

Bu senede Melikşah b. Sultan Mahmud da vefat etti. [8]

 

Melîkşah B. Sultan Mahmud B. Muhammed B. Melikşah

 

Selçukludur. İsfahan'da zehirlenerek öldürüldü. Bir rivayette an­latıldığına göre Vezir Avnuddin b. Hübeyre, ona zehir içirecek birini bul­muş ve bu işi ona yaptırmıştı. Doğrusunu Allah bilir. Bu senede hac emi-ri de vefat etti. [9]

 

Kaymaz B. Abdullah El-Erguvanî

 

Halife meydanında at üzerinde top oynamakta iken yere düştü. Beyni kulağından aktı ve o anda öldü. Hayırlı ve seçkin emirlerdendi. Ölümüne insanlar çok üzüldüler. Cenaze merasimine çok sayıda insan katıldı. Bu senenin şevval ayında vefat etti.

Bu senede Küfe mültezimi Emir Berguş insanlara hac ettirdi. Bü­yük emir Şirkuh b. Sadi de hac emirliği yapmıştı. Bu, Nureddin'in asker­lerinin komutanı idi. Bol miktarda sadaka dağıttı.

Bu senede Kadı Zekiyüddin Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Yah­ya Ebü'l-Hasan el-Kureyşî, Dımaşk kadılığından istifa etti. Nureddin onun istifasını kabul edip yerine Kadı Kemaleddin Muhammed b. Ab­dullah eş-Şehrezorî'yi atadı. Seçkin ve hayırlı kadılardan olup çokça sa­daka verirdi. Kendisinden sonra devam eden cari sadakaları da vardı. Alim bir kimseydi. Emevi Camii'nde batı tarafında cuma günleri hakim­lerin oturmakta olduğu Eyvan-ı Kemali ona aittir. Doğrusunu Allah bi­lir. [10]

 

Hicretin Beşyüzellibeşinci Senesinde Vefat Eden Diğer Meşhur Şahsiyetler

 

Emir Mücahidüddin

 

Asıl adı Nizar b. Mamin el-Kürdî'dir. Şam ordularının komutanlarındandır. Bu görevini Nureddin'den önce devralmış ondan sonra da sürdürmüştü. Serhad şehrinde naiblik yaptı. Şehametli, şecaatli çok iyilik ve hayır yapan, bolca sadaka veren bir kimseydi. Haymeyn civa­rında Guriye yakınındaki Mücahidiye medresesini vakfedendir. Ayrıca Babü'l-Feradis el-Berranî dahilindeki Mücahidiye medresesi de ona ait­tir ve mezarıda oradadır. Emevi Camii'nin Babü'z-Ziyada dahilindeki Maksuretü'l-Hıdır da Esseb'ül-Mucahid evide ona aittir. Bu senenin sa-fer ayında kendi evinde vefat etti. Emevi Camii'ne götürülüp orada ce­naze namazı kılındıktan sonra medresesine götürüldü ve Babu'1-Fera-dis dahilindeki medresesine defnedildi. Ölümüne insanlar çok üzüldü­ler. [11]

 

Şeyh Adiy B. Müsafir

 

Şeyh Adiy b. Müsafir b. İsmail b. Musa b. Mervan b. Hasan b. Mer-van el-Hakkâri. Adevî taifesinin şeyhidir. Aslı Dımaşk'm batısındaki Beytünar kasabasmdandır. Sonra Bağdat'a gelmiş, Şeyh Abdülkadir, Şeyh Hammad ed-Debbas, Şeyh Ukayl el-Münbîcî, Ebü'1-Vefa el-Hulvanî, Ebü'n-Necib es-Sühreverdî ve diğer zatlarda görüşmüştür. Sonra insanlardan ayrılıp Hakkâri dağlarında inzivaya çekildi. Orada kendisi için bir zaviye yaptırdı. O yörelerin insanları ona çokça bağlanıp inandılar. Hatta bazıları aşırı derecede ona bağlandılar. Bir kısmı onu ilah veya ilah ortağı olarak kabul ettiler ki, bu fahiş bir itikad olup insanı tümüyle dinden çıkarır.

Şeyh Adiy b. Müsafir bu senede yetmiş yaşında iken kendi zaviye­sinde vefat etti. Allah rahmet etsin[12]

 

Abdülvahid B. Ahmed

 

Abdülvahid b. Ahmed b. Muhammed b. Hamza Ebu Cafer es-Sekafî. Bağdat kadilkudatı idi. Bu göreve bu sene başında Ebü'l-Hasan ed-Damiganî'den sonra atandı. Daha önce Küfe kadısı idi. Bu senenin zilhicce ayında seksen yaşma yaklaşmış iken vefat etti. Kendisinden sonra yerine oğlu Cafer geçti. [13]

 

Muhammed B. Yahya

 

Muhammed b. Yahya b. Ali b. Müslim Ebu Abdullah ez-Zebidî. Tak­riben hicretin 480. senesinde Yemen'e bağlı Zebid şehrinde dünyaya gel­di. Hicretin 509. senesinde Bağdat'a geldi. Orada vaizlik yaptı. Nahiv ve edebiyata dair bilgisi vardı. Yoksulluğa katlanan, sabreden ve durumu­nu hiç kimseye şikâyet etmeyen bir kimseydi. Salih halleri vardı. Doğru­sunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [14]

 

Hicretin Beşyüzellialtıncı Senesi

 

Bu senede Sultan Süleymanşah b. Muhammed b. Melikşah öldü­rüldü. Bu, alaycı bir kişi olup dinle az ilgilenirdi. Ramazan'da bile içki iç­meye devam ederdi. Memleket idarecisi (vezir) Hadim Yezdiyar onun aleyhine döndü ve onu öldürdü. Sonra da Sultan Arslanşah b. Tuğrul b. Muhammed b. Melikşah'a bey'at etti.

Bu senede salih hükümdar Farisüddin Ebu'l-Garat Talaî b. Rezîk el-Ermenî öldürüldü. Bu, Mısır hükümdarı Adid'in vezir ve kayınpederi idi. Yaşı küçük olan Adid'i kısıtlılık altına almış, işleri kendisi idare et­mişti. Öldürülmesinden sonra yerine oğlu Rezik vezirliğe atandı ve Adil lakabım aldı. Babası, salih, cömert, âlicenab, edepli bir kimse olup ilim ehlini sever, onlara ihsanda bulunurdu. Hayırlı hükümdarlardan ve seçkin vezirlerdendi. Birden fazla şair onu methetmiştir.

İbn Hallikan dedi ki; Önceleri Ebu Salih Tabii Münyetü Beni Ha-sib'te mütevelli idi. Sonra yükseldi. Nihayet Adid'in, ondan önce de Fa-iz'in vezirliklerini yaptı. Kendisinden sonra da oğlu Adil Rezik b. Talaî vezirliğe geçti. Bu görevi, Şâver tarafından elinden alınıncaya kadar sürdürdü.

Salih Ebu Talaî Kahire dışında Züveyle kapısı yanındaki camii yap­tıran kişidir. Tuhaftır ki o, bir ayın yirmi dokuzunda vezirliğe atanmış, vezirlik konağından Kurafe'ye yine bir ayın yirmidokuzunda nakledil­miş, iktidarları da yine bir ayın yirmidokuzunda sona ermişti. Zeynüd-din Ali b. Neca el-Hanbelî onun şu şiirlerini nakletmiştir:

«İhtiyarlığın, gençliğin yaptığı şeyleri silip yok etti.

Doğan, karga yuvasına kondu.

Sen uyuyorsun ama gece ve gündüzün gözleri uyanıktır.

Musibetlerin ağırlığı senin üzerinden uzaklaşacak değildir.

Bir hazine olan ömrünü nasıl tükettin?

Sen o ömrü hesapsızca harcadın.»

Şu şiir de onu aittir:

«Zaman bize musibetlerini ve olaylarını ne kadar çok gösteriyor. Bu olaylarda ibretler vardır ama biz bunlardan yüz çeviriyoruz. Ölümü unutuyoruz, onu hatırlamıyoruz. Hastalıklar ancak bize ölümü hatırlatıyor.»

Şu şiir de ona aittir:

«Cenâb-ı Allah, zamanın bizim için devam etmesine mutlak olarak hüküm verdi.

Ki hakimiyetimize izzet ve zafer olguları hizmet etsinler. Anladık ki malın binlercesi tükenir.

Bu maldan sonra bizim için sevap ve hatıra baki kalır.

Rahmet ile azabı birbirine karıştırdık.

Sanki biz bulutlar gibiyiz de,

O bulutlardan şimşek, yıldırım ve yağmur gelir.»

Ölümünden üçgün önce nazmetmiş olduğu şu şiir de ona aittir:

«Biz gaflet ve uykuya dalmışız.

Oysa ki ölümün gözleri, uyku tutmayan casusları var.

Senelerdir ölüme doğru yol alıyoruz.

Keşke ne zaman öleceğimi bilseydim.»

Sonra halife Adid'in köleleri gündüz bir suikast nitecesinde onu öl­dürdüler. Öldürüldüğünde altmış bir yaşındaydı. Kendisinden sonra yerine oğlu Adil vezirliğe atandı ve hil'at giydirildi. Öldürülmesi sebe­biyle Ammare et-Temimî güzel kasidelerle onun için ağıt yaktı. Kura-fe'deki türbesine nakledildiğinde halife Adid de onunla beraber yürüdü. Mezarına kadar gitti ve onu tabut içinde mezara defnetti.

İbn Hallikan dedi ki: Fakih Ammare et-Temimî onun tabutu ile ilgi­li bir kaside yazdı. Ancak bu kasidesinde haddi aştı. Şöyle ki:

«Sanki onun tabutu Musa'nın tabutudur. İki tarafina sekinet (hu­zur) ve vekar bırakmıştır.»

Bu senede Haface oğullan ile Kûfeliler arasında büyük bir savaş meydana geldi. Haface oğullan Kûfelilerden bir kısmını öldürdüler. Öl­dürdükleri Kûfeliler arasında Emir Kayser'i de yaraladılar. Hilafet ve­ziri Avnüddin b. Hübeyre onlara karşı direnişe geçti. Nihayet onlan çöle kadar büyük bir orduyla kovaladı. Onlar da kendilerini affetmesi için ona haber saldılar.

Bu senede Şerif İsa b. Kasım b. Ebi Haşim (veya Haşim yerine Ka­sım adı kullanılmıştır) b. Ebi Fuleyte b. Kasım b. Ebi Haşim Mekke vali­liğine atandı.

Bu senede halife, yollan daraltan dükkânların yıkılmasını, satıcı­lardan herhangi birinin yol üzerinde oturmamasını emretti ki, gelip ge­çenler zarar görmesinler.

Bu senede Bağdat'ta cidden büyük bir ucuzluk ve bolluk meydana geldi.

Bu senede İbn Şemhal'ın Me'muniye'de yaptırdığı medresenin açı­lışı yapıldı. Orada Ebu Hakim İbrahim b. Dinar en-Nehrevanî el-Hanbelî ders verdi. O da bu sene sonunda vefat etti. Kendisinden sonra orada Ebü'l-Ferec Îbnü'l-Cevzî müderrislik yaptı. Ebu'l-Ferec daha ön­ce onun yanında kalfa idi. Ölürken Babü'l-Ezec'deki medresesindeki gö­revinden ayrılmıştı. [15]

 

Hicretin Beşyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hamza B. Ali B. Talha

 

Künyesi Ebu'l-Futuh'tu. Haciplik yapmıştır. Müsterşid'in ve Muktefî'nin yanında itibarlı ve has adamlardandı. Kendi evinin yanın­da bir medrese yaptırmıştı. Hacca gitti. Döndüğünde zahidane bir hayat yaşamaya başladı. Yirmi küsur sene evine kapandı. Şairler onu övdüler. Şairlerden biri onun hakkında şöyle bir methiye yazmıştı:

«Ey İslâm'ın pazusu, ey şerefli, ey himmeti zirveye çıkan. Dünyaya sahip oldun. Fakat ona itibar etmeyip ebedi ahireti tercih ettin.» [16]

 

Hicretin Beşyüzelliyedinci Senesi

 

Bu senede Gürcüler, İslâm ülkesine girdiler. Bir kısım Müslüman erkekleri öldürdüler. Kadınları, çoluk çocukları esir aldılar. Bunun üze­rine yöre hükümdarları bir araya gelip onlara karşı ittifak kurdular. Azerbaycan hükümdarı İldeniz, Ahlat hükümdarı İbn Sekman, Merağa hükümdarı İbn Aksungur birleşerek bir sene sonra Gürcistan'a sefer düzenlediler. Orayı yağmaladılar. Çoluk çocuklarını ve kadınlarını esir aldılar. Gürcülerle savaştılar. Onları misli görülmemiş bir hezimete uğ­rattılar. Orada üç gün kaldılar. Kimini Öldürdüler. Kimini de esir aldı­lar.

Bu senenin receb ayında Yusuf ed-Dımaşkî, İbn Nizamülmülk'ün azlinden sonra Nizamiye müderrisliğine yeniden atandı. Çünkü kadı­nın biri, îbn Nizamülmülk'ün kendisiyle evlendiğini iddia etmiş, ancak o önce bunu inkâr etmiş sonra itiraf etmişti. Bunun üzerine müderris­likten azledilmişti.

Bu senede Babü'l-Basra'da Vezir İbn Hübeyre'nin yaptırdığı med­resenin inşaatı tamamlandı. Oraya bir müderris ve bir fakih tayin edil­di. Bu senede Küfe emiri insanlara haccettirdi. [17]

 

Hicretin Beşyüzelliyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hanefilerin Şeyhi Şüca

 

Şehidliğe defnedildi. Ebu Hanife türbesinin yanında Hanefîlerin şeyhliğini yapmaktaydı. Münazaralarda güzel konuşurdu. Hanefîler münazarayı ondan öğrendiler. [18]

 

Vaiz Sadaka B. Vezir

 

Bağdat'a geldi. Orada vaaz verdi. Zahidane bir hayat yaşadığı gö­rüntüsünü verdi. Şiiliğe ve ilm-i kelama meyyaldi. Bütün bunlara rağ­men halk nazarında ve bazı ümera nezdinde yükselip itibar sahibi oldu. Birçok gelirleri oldu. Bu gelirleri ile bir hankâh yaptırdı. Vefat edince oraya defnedildi. Allah günahlarım bağışlasın. [19]

 

Zümrüt Hatun

 

Çavlı'nm kızıdır. Melik Dokmak b. Tutuş'un anne bir kızkardeşi-dir. Zümrüt, Dımaşk dışında San'a kasabasında Tellü's-Salip denen mekândaki Hatuniye Medresesi'nin banisidir. Burası Dımaşk'm batı tarafına düşer ve Şam San'asınm da güneydoğu tarafına düşer. Burası öteden beri meşhur olan bir kasabadır. Bu medreseyi Şeyh Burhaned-din Ali b. Muhammed el-Belhî el-Hanefî'ye vakfetmişti. Zümrüt Hatun, Melik Böri b. Tuğtekin'in zevcesi idi. Ona Şemsü'î-Mülûk İsmail adında­ki oğlunu doğurmuştu. Şemsü'l-Mülûk İsmail de babası Böri'den sonra tahta geçti. Onun gibi halka güzel idare ile muamelede bulundu. Bir ara Haçlılar müslümanlara saldırdılar. O da şehri ve malları Haçlılara tes­lim etmeye niyetlendi. Kendisini öldürdüler. Şemsü'l-Mülûk İsmail'in kardeşi de Zümrüt Hatun'a başvurup onun yardımını aldıktan sonra Şemsülmüluk yerine tahta geçti.

Zümrüt Hatun, Kur'an ilimlerini tahsil etmiş, hadis dinlemişti. Hanefî mezhebinden idi. Alimleri ve salih insanları severdi. Haleb vahşi Atabeg Zengi onun sebebiyle Dımaşk'ı elde etmek tamahına kapılarak onunla evlenmişti. Ancak bu evlilik vesilesiyle Dımaşk'ı ele geçireme­mişti. Aksine Zümrüt Hatun Dımaşk'da kalmayıp bu evlilik sebebiyle Atabeg Zengi'nin beldesi olan Haleb'e gitmiş orada ikamete devam et­mişti. Atabeg Zengi'nin ölümünden sonra da Dımaşk'a dönmüştü. Son­ra Bağdat'a gitmiş oradan da Hicaz'a gitmiş ve bir sene müddetle Mek­ke'de mücavir olarak yaşamıştı. Mekke'den gelip Medine-i Nebeviy-ye'de ikamet etmiş ve bu senede vefat edinceye dek orada kalmıştı. Vefat edince de Baki mezarlığına defnedilmiş ti. Çok iyilik yapar, sadaka ve­rir, namaz kılar, oruç tutardı.

es-Sibt dedi ki: «Zümrüt Hatun serveti azalıncaya kadar sadaka vermiş, malını dağıtmış ve az bir mala sahip iken vefat etmişti. Ömrü­nün sonunda buğday ve arpayı eler ve elemenin ücreti ile azığını temin edip geçinirdi. Bu da tam bir hayır ve mutluluk olup güzel bir sondur. Yüce Allah ona rahmet etsin. Onun durumunu noksanlıklardan münez­zeh olan yüce Allah elbeteki daha iyi bilir. [20]

 

Hicretin Beşyüzellisekizinci Senesi

 

Bu senede Mağrib hükümdarı Abdülmü'min b. Ali et-Tomertî vefat etti. Vefatından sonra yerine oğlu Yusuf geçti. Babasının cenazesini hastaymış gibi Merakeş'e götürdü. Merakeş'e vardığında babasının Ölü­münü açıkladı. İnsanlar ona başsağlığı dileklerini sunup babasından sonra onun hükümdarlığına beyat ettiler ve ona Emirulmü'minin laka­bını taktılar

Abdülmü'min akıllı, tedbirli, şecaatlı, cömert, şeriata saygı göste­ren bir kimseydi. Onun zamanında namaza devam etmeyen kimseler öl­dürüldü. Müezzin ezan okumadan önce ve ezan okurken halk mescidle-re dolar. İzdiham meydana gelirdi. Kendisi son derece huşu ve sükûnet içerisinde güzelce namaz kılardı, ama küçük suçlar karşılığında dahi çok kan akıtırdı. İşi Allah'a kalmıştır. Allah ona dilediği gibi hükmede­cektir.

Bu senede Oğuzlardan Seyfeddin Muhammed b. Alaeddin öldürül­dü. Oğuzlar onu öldürmüşlerdi. Adil bir kimseydi.

Bu senede Haçlılar, Nureddin'e baskın yaptılar. Askerlerini ansı­zın yakaladılar. Müslümanlar hezimete uğradılar. Kaçışırken birbirle­rine dahi dönüp bakamıyorlardı. Nureddin hemen sıçrayıp atına bindi. Ayağında bağ vardı. Bir Kürt bineğinden inip Nureddin'in ayağındaki bağı kesti. Böylece Nureddin yürüyebildi ve kurtuldu. Ancak Haçlılar o Kürd'ü yakalayıp öldürdüler. Allah rahmet etsin. Fakat Nureddin onun çoluk çocuğuna ihsanda bulundu. Onun bu iyiliğini asla unutmadı.

Bu senede halife, Esed oğulları kabilesinin Hille'den sürgün edil­mesini emretti. Onlardan Hille'de kalanları da öldürttü. Çünkü onlar fe­sat çıkarmışlar ve Sultan Muhammedşah'la mektuplaşarak onu Bağ­dat şehrini kuşatmağa teşvik etmişlerdir. Halifenin bu emri üzerine Esed oğulları kabilesinden 4.000 kişi Öldürüldü. Geri kalanlar Hille'den çıkıp gittiler. Halifenin naibleri Hille şehrini teslim aldılar.

Bu senede büyük emir Berguş insanlara hac ettirdi. [21]

 

Hicretin Beşyüzellisekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ebu Muhammed Abdülmü'min B. Ali

 

Ebu Muhammed Abdülmü'min b. Ali el-Kaysî. Kûfelidir, İbn Tu-mert'in öğrencisidir. Babası inşaat işçiliği yapar, çamur içinde çalışırdı. Çamura düştüğünde İbn Tumert ona baktı. Onu beğenip sevdi. Onun saadete layık yürekli bir kimse olduğunu kavradı. Yanma alıp arkadaş edindi. Böylece babasının şanı yüceldi. İbn Tumert'in Mesamidillerden ve diğerlerinden topladığı askerler onun emrine verildi. Bunlar, Mera-keş hükümdarı Ali b. Yusuf b. Tafşin'le savaştılar. Ali b. Yusuf b. Tafşin Murabıtların hükümdarıydı. Abdülmü'min, Vehran, Telemsan, Fas, Sela, Sebte şehirlerim istila etti. Sonra Merakeş şehrini kuşatma altına aldı. Onbir aylık kuşatmadan sonra hicretin 542. senesinde orayı fethet­tiler. Zamanı, hadiselerden yana rahat oldu. Kendisi akıllı, ağır başlı, güzel şekilli, hayrı seven bir kimseydi. Bu senede vefat etti. Otuzüç sene hükümdarlık yaptı. Kendine Emirulmü'minin dendi. Allah rahmet et­sin. [22]

 

Talha B. Ali

 

Talha b. Ali b. Tarrad Ebu Ahmed ez-Zeynebî. Nakibü'n-Nukaba idi. Ani bir ölümle vefat etti. Kendisinden sonra yerine Ebü'l-Hasan Ali nakibliğe atandı. Oğlu tüysüzdü. Görevden azledildi ve bu senede malı müsadere edildi. [23]

 

Muhammed B. Abdülkerim

 

Muhammed b. Abdülkerim b. İbrahim Ebu Abdillah. İbnül-Enbarî adıyla meşhur olmuştur. Bağdat'ta inşa kâtipliği yapmıştır. Yakışıklı, güzel, zarif bir alimdi. İnşa sanatında eşsizdi. Sultan Sencer'e ve diğer hükümdarlara elçi olarak gönderildi. Hükümdarlara ve halifelere hiz­met etti. Doksan yaşma yaklaşmış iken bu senede vefat etti. Dünyayı ve suretleri sevenler hakkında şöyle bir şiiri vardır:

«Ey hiç bir şeye aldırış etmeden geçip giden.

Visal devletine dönemlisin artık.

Ey kalbimin azabı.

Seni sevmekle aklımın nimetleneceğini umarmıyım artık.

Vuslat anında imkânsızı bana vadetseydin.

Böylece beni teselli etseydin.

Bunun sana ne zararı olurdu.

Seni artık sevmek mi! Sen benden başkasının payısın.

Ey benim katilim!

Kurtuluşuma çare var mıdır?

Önceleri sıkıntılı günlerim kapkaranlıktı.

O günler, gecelere ne de çok benziyorlardı.

Senden ötürü kınandım.

Seni sevdiğim için beni kınıyorlar.

Benimle ne alıp veremedikleri var?

Ey beni doyasıya teselli eden.

Ben ve sen artık rahatız.

Onu terk etmeyi söylemek doğrudur.

Ne güzel olur eğer o benim için doğru dürüst olsa.

Sabrı üç talakla boşadım.

Bundan böyle aşk benim hay alimdedir.» [24]

 

Hicretin Beşyüzellidokuzuncu Senesi

 

Bu senede Şâver b. Mücirüddin Ebu Şüca es-Sadî geldi. Bunun la­kabı Emirü'l-Cüyuştu. Şâver bu gelişi esnasında Mısır diyarının vezi­riydi. Nasır, Rezik b. Talaî'yi öldürdükten sonra onun yerine vezirliğe Şâver geçmiş ve Mısır'da kuvvetlenmişti. Bir süre önce Dirğam adında bir emir ona karşı hücuma geçmiş, asker toplamış, onu mağlup etmiş, Tayyib ve Süleyman adındaki çocuklarım öldürmüş, üçüncü oğlu Ka-miî'i esir almış, zindana atmış, ama babasından görmüş olduğu bir iyilik sebebiyle onu öldürmemişti. Bu kargaşadan sonra Dirgam vezirliğe atanmış, ve kendisine Mansur lakabı verilmişti. Bundan sonra Şâver, Adid'den ve Dirgam'dan, kaçarak Mısır diyarından çıkıp gitti. Nureddin Mahmud'a sığındı. O esnada Nureddin Mahmud da Meydan-ı Ahdar köşkünde (Cavsak'ta) ikamet ediyordu. Nureddin ona ikramda bulundu ve yanında konuk etti. Şâver, ondan asker istedi ki, bu askerler Mısır di­yarını fethetme hususunda kendisine yardım etsinler. Kendisine askeri yardımda bulunması durumunda Mısır diyarının gelirlerinin üçte biri­ni Nureddin'e vereceğine dair taahhütte bulundu. Nureddin Mahmud da Esedüddin Şirkuh b. Sadi komutasında ona askeri bir birliği takviye olarak verdi. Bunlar Mısır diyarına girdiklerinde daha önce Şâver'le şid­detlice savaşmış olan Mısır ordusuyla karşılaştılar. Yapılan savaşta Esedüddin Şirkuh Mısır ordusunu hezimete uğrattı, onlardan çok asker öldürdü. Dirgam b. Suvar'ı da öldürdü. Kesik başını ülkenin birçok ye­rinde dolaştırıp teşhir etti. Böylece Şâver vezirlikte güçlendi. Otoritesi­ni kurdu. Durumu düzeldi. Sonra da halife Adid ve Şâver, Nureddin Mahmud'un takviye askeri birliğinin komutanı Esedüddin Şirkûh'a karşı birleşerek ittifak kurdular ve kendi aralarında barıştılar. Şâver, Nureddin Mahmud'a verdiği sözden caydı. Esedûddin'e de geri dönme­sini emretti. Ancak Esedüddin Şirkuh bu emri kabul etmedi. Mısır'da fe­sat çıkardı çok malları gasp etti. Mısır'ın Şarkiye taraflarında ve diğer yerlerinde birçok beldeleri fethetti. Bunun üzerine Şâver, ona karşı As-kalan'da bulunan Mirri adındaki Haçlı melikinden yardım istedi. Haçlı meliki de büyük bir askeri birlikle Mısır'a doğru geldi. Bu durumdan ha­berdar olan Esedüddin Şirkuh Belbis'e geçip orada istihkam tedbirleri aldı. Haçlı meliki ve Şâver gelip Belbis'i ve oradaki Esedüddin Şirkuh'u kuşatma altına aldılar. Kuşatma sekiz ay sürdü. Esedüddin Şirkuh ve adamları şiddetle kendilerini savundular. Kuşatma devam etmekte iken Melik Nureddin'in -Haçlıların yokluğunu fırsat bilerek- Haçlı bel­delerine hücum edip birçok Haçlıyı öldürdüğü haberi oralara ulaştı. Ha-rim şehrini fethettiği, oradaki Haçlıları öldürdüğü, sonra Banyas'a git­tiği, Askalan'ın Haçlı valisinin de zayıfladığı haberi de oralara ulaştı. Bunun üzerine Şâver ile Haçlı melik Mirri, Esedüddin'den barış talebin­de bulundular. Esedüddin Şirkuh onların bu isteklerini kabul etti. Şâver'den 60.000 dinar para aldı ve askerleriyle birlikte dönüp zilhicce ayında Şam'a vardı. [25]

 

Harim Savaşı

 

Bu senenin ramazan ayında Harim kalesi fethedildi. Şöyle ki: Nu­reddin Mahmud, Müslüman askerlerden yardım istemiş ve her taraftan ona, Haçlılardan Öcünü alması için takviye birlikleri gelmişti. Bunlar Harim'de birleştiler ve Harim'deki Haçlıları büyük bir bozguna uğrattı­lar. Antakya valisi Bayamond, Trablus valisi Komes, Rum valisi Dük ve İbn Joscelin'i esir aldılar. Haçlılardan 10.000 -başka bir rivayete göre ise 20.000 kişi kadar- öldürdüler.

Bu senenin zilhicce ayında Nureddin, Banyas şehrini fethetti. Bu­rayı hicretin 560. senesinde fethettiğine dair bir rivayet de vardır. Doğ­rusunu Allah bilir. Fetih esnasında beraberinde Emiri Emiran (Mir Mi­ran) Nasreddin de vardı. Savaş esnasında Nasreddin'in gözüne bir ok isabet etmiş ve gözünü kaybetmişti. Nureddin, kardeşi Nasreddin'e «Eğer bu savaştaki yararlılığın sebebiyle Cenâb-ı Allah'ın ahirette se­nin için hazırladığı mükâfatı görebilseydin diğer gözünün de gitmesini isterdin» dedi. Muinüddin'in oğluna da şöyle dedi: «Bugün babanın deri­si Cehennem ateşinden kurtulup serinlemiştir.» Çünkü Muinüddin, Dı-maşk'ı kurtarmak amacıyla Harim kalesini Haçlılara teslim etmişti.

Bu senenin zilhicce ayında Ciron kasrında büyük bir yangın mey­dana geldi. Bu yangın gecesinde aralarında Esedüddin Şirkuh da olmak üzere bir grup ümera bir araya geldi. O esnada Esedüddin Mısır'dan ye­ni dönmüştü. Yangını söndürmek için büyük bir çaba harcadı. Oradaki caminin havzasına yangının sıçramaması için uğraştı. Camiyi koruma altına aldı. [26]

 

Hicretin Beşyüzellidokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Vezir Cemaleddin

 

Musul valisi Kutbeddin Mevdud b. Zengi'nin veziri idi. Çok iyilik ve hayırları vardı. Asıl adı Muhammed b. Ali b. Ebi Mansur1 dur. Künyesi

Ebu Cafer'dir. İsfahanlıdır. Lakabı Cemaleddin'dir. Çok sadaka verir, yoksullara iyilik ve ihsanda bulunurdu. Mekke ve Medine'de güzel eser­ler yaptırmıştı. Nitekim Arafat'ta bir su hattı döşetmiş, orada hacılar için kolaylık tesisleri yaptırmış, Mescid-i Hayf ve merdivenlerini mer­merle döşetmiş, Medine şehrinin çevresine sur çektirmiş, Ceziretü İbn Ömer'de Dicle nehrinin üzerine yontma taşlarla bir köprü yaptırmış, köprüyü demir ve kurşunlarla takviye etmiş, bir çok kervansaraylar in­şa ettirmişti. Her gün kapısında yüz dinar sadaka dağıtılırdı. Her sene esirleri kurtarmak için fidye olarak bin dinar verirdi. Sadakaları de­vamlı idi. Fakihlere ve yoksullara ister Bağdat'ta olsunlar ister başka yerlerde olsunlar sürekli sadaka gönderirdi. Hicretin 558. senesinde hapsedildi.

İbnu's-Saî'nin, tarihinde bir adamdan naklen anlattığına göre riva­yetin sahibi olan kişi hapiste Cemaleddin'le birlikteymiş Ölümünden ön­ce beyaz bir kuş, hapisteki odasına gelip konmuş ve hep yanında kalmış, Allah'ı zikretmişti. Bu senenin şaban ayında Cemaleddin vefat edinceye kadar kuş oradan ayrılmamış. Cemaleddin vefat ettikten sonra oradan uçup gitmiş ve Cemaleddin de Musul'da kendi şahsi için yaptırdığı bir hankâha defnedilmiş. Kendisi ile Esedüddin Şirkuh b. Sadi arasında şöyle bir anlaşma varmış: Bunlardan hangisi daha önce ölecek olursa hayatta kalan onu Medine'ye götürecekmiş.

Bu anlaşma gereğince Esedüddin onun cenazesini Musul'dan alıp adamların omuzlan üzerinde Medine'ye göndermiş, cenazesi hangi bel­deye uğrarsa orada mutlaka kendisi için cenaze namazı kılınarak rah­met dilenir ve hayırla yad edilirmiş. Musul'da, Tikrit'te, Bağdat'ta, Hil-le'de, Kûfe'de, Feyd'de, Mekke'de üzerine cenaze namazı kılınmış, sonra cesedi Ka'be'nin çevresinde dolaştırılarak tavaf'ettirilmiş; oradan da Medine'ye gönderilmiş ve orada Mescid-i Nebevinin doğusunda yaptır­mış olduğu hankâha defnedilmiş. İbnü'l-Cevzî ile İbn Saînin anlattıkla­rına göre defnedildiği yer ile Peygamber (s.a.v.)'in haremi ve kabri ara­sında sadece onbeş ziralık bir mesafe varmiş.İbn Saî dedi ki:

Cenaze namazı Hille'de kılındığında bir genç hemen bir tepeye çı­karak şu şiiri okumuştu:

«Naaşı omuzlar üzerinde yürüyüp gitti.

Onun cömertliği binekler üzerinde bağışlar şeklinde akıp gitmişti. Bir vadiden geçerken oranın kumları ona meylederler, Bir mecliste bulunduğunda da dullar ona yönelip ihtiyaçlarını ar-zederlerdi.» [27]

 

Katip İbn Hazin

 

Ahmed b. Muhammed b. Fadl b. Abdülhalik Ebu'l-Fadıl. Katip îbn Hazin diye meşhur olmuştur. Bağdatlıdır. Şairdir. Yüksek derecede gü­zel şiirler ve yazılar yazardı. Mühür yazmakla ilgilendi. Oğlu Nasrullah ise makamat türünden yazıları daha çok yazdı. Oğlu için bir şiir divanı derledi. İbn Hallikan, bu divandan büyük bir kıta nakletmiştir. [28]

 

Hicretin Beşyüzaltmışıncı Senesi

 

Bu senenin safer ayında İsfahan'da mezheb ihtilafi yüzünden fikıh-çılar arasında günlerce devam eden bir kavga ve fitne meydana geldi. Bu yüzden çok sayıda adam öldürüldü.

Bu senede Bağdat'ta büyük bir yangın meydana geldi. Bağdat'ın birçok yerleri yandı. İbn Cevzî'nin anlattığına göre bu senede bir kadın Bağdat'ta bir batında dört kız çocuğu doğurmuştu.

Bu senede büyük emir Berguş insanlara hacettirdi. [29]

 

Hicretin Beşyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ömerb.Behlîka

 

Bağdat'taki Akibe Camii'ni onarıp yemleyen değirmencidir. Bu ca­mide cuma namazı kılınması için halifeden izin istedi. Halife de bu hu­susta ona izin verdi. Caminin çevresindeki mezarlıkları satın alıp cami­ye ilave etti. Mezarlardaki ölüleri çıkarıp başka yere naklettirdi. Ama kendisi de ölüp defnedildikten sonra Cenâb-ı Allah, kendisini mezarın­dan çıkarıp başka bir yere nakledecek kimseleri de ona musallat etti. Bu da onun yaptığının tam karşılığı olan bir ceza idi. [30]

 

Muhammed B. Abdullah B. Abbas

 

Muhammed b. Abdullah b. Abbas b. Abdülhanıid. Künyesi Ebu Ab-dillah'tır. Harranhdır. Kadı Ebu Hasan ed-Demiganî nezdinde şahidliği kabul edilen son kimselerdendir. Hadis dinledi, letafetti ve zerafetli bir kimseydi. Ravzatü'l-Üdebâ adını verdiği bir kitap derledi. Bu kitabında güzel parçalar vardır.

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bir gün ziyaretine gittim, yanında uzun süre oturdum. Sonra «Herhalde benden sıkıldın. Artık kalkıp gideyim» de­dim. Bana şu şiiri okudu:

«Eğer ağırlık çöktü ve usanç geldi diye bıktıysan, Bilesin ki bu ziyaretlerinde kadrimi yüceltiyorsun.

Sen bu ziyaretlerinle sadece dostluk bağımı güçlendirdin. Böyle demekle de sadece teşekkür bineğimin sırtına ağırlık vermiş oldun.» [31]

 

Hadim Mercan

 

Kur'an'm çeşitli kıraatlerini bilirdi. Şafiî mezhebinin fikhını oku­muştu. Hanbelîîere karşı amansız bir düşman olup vezir îbn Hubeyre ile İbn Cevzî'ye karşı şiddetli ve inatçı bir düşmandı. İbn Cevzî'ye şöyle derdi: «Amacım mezhebinizi kökünden söküp atmak ve adınızı ağızlar­dan düşürüp sizi unutturmaktır.»

İbn Hübeyre bu senede vefat edince düşmanlıkta ağırlığı İbn Cevzî'ye yöneltti. İbn Cevzî ondan korktu. Ancak bu senenin zilkade ayında vefat etmesine İbn Cevzî çok sevinmişti. [32]

 

İbn Tilmiz

 

Mahir ve mütehassıs bir hekimdi. Asıl adı Hibetullah b. Said'dir. Bu senede doksanbeş yaşındayken vefat etti. Dünya malı çoktu. Varlıklı bir kimseydi. İnsanlar nezdinde çok itibarlıydı. Allah kahretsin İslâm'a girmeden öldü. Eski Kilise'ye defnedildi. Eğer Hristiyan olarak ölmüş ise Allah kahretsin. Kendisi müslüman olduğunu iddia ederdi. Ama Hı­ristiyan olarak öldü. [33]

 

Vezir B. Hübeyre

 

Yahya b. Muhammed b. Hübeyre Ebü'l-Muzaffer. Halifeye vezirlik yaptı. Avnüddin lakabım taşırdı. el-İfsah adlı kitabı tasnif etti. Kur'ân ilimlerini öğrendi. Hadis dinledi. Nahiv, lügat ve aruza dair güzel bilgisi vardı. Hanbelî mezhebinin fıkhını öğrendi. Bu alanda güzel ve faydalı kitaplar tasnif etti. Bu kitaplardan biri birkaç ciltlik el-İfsah adlı eser­dir. Bu kitabında hadis şerhetti. Alimlerin mezheplerini anlattı. Kendi­si itikatta selefi idi. Yoksul ve serveti olmayan bir kimseydi. Sonra dev­let hizmetine girdi, yükseldi. Nihayet halife Muktefi'ye vezirlik yaptı. Ondan sonra da oğlu Müstencid'in vezirliğini yaptı. Seçkin vezirlerden biri olup idaresi çok güzeldi. Zulümden son derece uzaktı. İpek elbiseler giymezdi. Halife Muktefî «Abbasilere İbn Hübeyre gibi biri vezirlik yap­mış değildir» derdi. Muktefî'nin oğlu Müstencid de böyle derdi. Müsten-cid onu çok beğenirdi. Hadim Mercan dedi ki: Mü'minlerin emiri Müs­tencid'in, İbn Hübeyre'ye ait şu şiiri yine îbn Hübeyre'nin karşısında okuduğunu bizzat dinledim:

«İki nimet sana Özgü oldu. Sen bunlarla nitelendin.

Ama bunların yad edilişi kıyamete kadar devam edecek ve umumi olacaktır.

Dünya senin varlığına muhtaçtır.

Sen yaşadığın zamanda iyi şeyler, insanlar tarafından kötü karşı­lanıyordu.

Ey yaşayan kişi, eğer Cafer el-Bermekî senin yerine kasdetseydi.

Yahya da bunu yapsaydı,

Yahya ve Cafer ikisi birlikte buna ulaşamazdı.

Sana kötülük yapmak isteyen bir kimse,

Ey Ebu Muzaffer!

Mutlaka sen ona karşı muzaffer oldun.»

Vezir İbn Hübeyre, Abbasî devletini yaşatmak için çok çaba sarfe-derdi. Selçuklu hükümdarlarının onlara karşı tasallutlarım engelledi. Nihayet Irak'ın tamamında Abbasi hilafetinin otoritesi sağlandı. Irak'ta Abbasilerin yanı sıra başka bir sultanın hükmü sökmedi. Allah'a hamd olsun.

Vezir İbn Hübeyre kendi konağında münazara için alimlere meclis kurardı. Alimler bu mecliste çeşitli konulan inceler ve münazara yapar­lardı. Kendisi de onlardan istifade ederdi. Ama bunun yanı sıra alimler de ondan yararlanırlardı. Bir gün İbn Hübeyre fakihlerden birine çirkin sözler sarfetti. Ona «Ey eşek» dedi. Sonra pişman oldu ve o fakihe «Sen­den bana aynı şeyi söylemeni istiyorum» dedi. Ancak o fakih kişi bu sözü safretmedi ve İbn Hübeyre 200 dinar vererek onun gönlünü aldı ve onunla barıştı. Kendisi ani bir ölümle vefat etti. Bir rivayette anlatıldı­ğına göre tabibin biri onu zehirlemiştir. Ama o tabib de altı ay sonra baş­kası taralından zehirlenmiştir. Ölürken o tabib «Ben İbn Hübeyre'yi ze­hirledim ama kendim de zehirlendim» demiştir.

Vezir İbn Hübeyre hicretin 560. senesinin cemaziyelevvel ayının onikisinde pazar günü vefat etti. Vefat ederken altmış bir yaşındaydı, ibn Cevzî cenazesini yıkadı. Cenaze merasimine büyük bir kalabalık iş­tirak etti. O gün çarşı pazar her taraf kilitlendi. İnsanlar ona çok ağladı­lar. Kendisi Babü'l-Basra'da inşa ettirmiş olduğu medreseye defnedildi. Allah rahmet etsin. Vefatı sebebiyle şairler onun için çok mersiyeler yazdılar. [34]

 

Hicretin Beşyüzaltmışbirinci Senesi

 

Bu senede Nureddin Mahmud Şam'a bağlı Munaytira kalesini fet­hetti. Bu kaledeki bir çok Haçlı öldürüldü. Bol miktarda ganimet elde edildi.

Bu senede Vezir İbn Hübeyre'nin oğlu İzzeddin, beraberinde bir kö­le ile birlikte zindandan kaçtı. «Onu bulana 100 dinar verilecektir o ki­min evinde bulunursa evi başına yıkılır ev sahibi de evin kapısında idam edilir. Çocukları gözlerinin Önünde kesilir» diye şehirde duyuru yapıldı. Bunun üzerine arabilerden bir adam onun yerini ilgililere bildirdi. Bu ihbar neticesinde bir bahçede yakalandı. Şiddetle dövülerek zindana atıldı ve çok eziyet gördü.

Bu senede Rafizîler, sahabilere açıkça sövmeye başladılar. Önceki asırlarda İbn Hübeyre'den korktukları için yapamadıkları birçok çir­kinlikleri açıkça irtikâb etmeye başladılar. Halk arasında da Kur'an'm mahluk olduğuna dair konuşmalar görüldü.

Bu senede hac emirliğini Berguş yaptı. [35]

 

Hicretin Beşyüzaltmışbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Abbas

 

Ebu Tayyib b. Rüstem'in oğludur. Künyesi Ebu Abdillah el-İsfaha-nî'dir. Büyük zatlardan, salihlerden ve Allah korkusundan ağlayan kimselerdendi. Şöyle dedi: «Birgün halka konuşma yapmakta olan Ma-şade'nin meclisinde hazır bulundum. O günün gecesinde Aziz ve Celil olan Rabbimi rüyamda gördüm. Bana şöyle buyurdu: «Bir bid'atçının meclisinde hazır bulunup onun konuşmasını mı dinledin? Öyleyse seni düryada gözlerinden yoksun bırakacağım.»

Sabah olunca Hasan b. Abbas görmez oldu.Her ne kadar gözleri, gö­ren bir kimseninki gibi açık idiyse de etrafını göremiyordu. [36]

 

Abdülaziz B. Hasan

 

Abdülaziz b. Hasan b. Habbab el-Ağlebî es-Sa'dî. Kadı idi. Künyesi Ebü'l-Mealî idi. Basrahydı. İbn Celis lakabıyla meşhur olmuştur. Çün­kü o Mısır hükümdarının meclisinde otururdu. İmad el-Ceride adlı eser­de ondan bahsetmiş ve onun hakkında şöyle demiştir: «Abdülaziz'in meşhur bir fazilet ve üstünlüğü, dilden dile dolaşan şiirleri vardır. Şiir­lerinden biri şudur:

«Hayret ki kılıçlar, erkek oldukları halde onların ellerinde iken ha­yız kanı gibi kan akıtırlar.

Bundan daha hayret verici olan ise, Avuçları deniz gibi olduğu halde ateş çakar.» [37]

 

Abdulkadir El-Cilı

 

Abdülkadir b. Ebu Salih Ebu Muhammed el-Cilî. Hicretin 470. se­nesinde doğdu. Bağdat'a geldi. Orada hadis dinledi. Ebu Said el-Mahreroî el-Hanbelî'den fıkıh dersleri aldı. Ebu Said bir medrese yaptır­dı ve oranın müderrisliğini Şeyh Abdülkadir'e verdi. Şeyh Abdülkadir de orada insanlara ders verir, vaizlik yapardı. Halk ondan çok istifade etti. Güzel davranışları vardı. İyiliği emredip kötülüğü yasaklama dı­şında konuşmazdı. Çok zahidane bir yaşantısı vardı. Salih halleri ve mükaşefeleri vardı. Kendisine tabi olan müridlerine ve arkadaşlarına öğütler verirdi. Ancak ona tabi olan müridler ona dair çok abartılı sözler ve fiiller naklederler. Kendisi salih ve takvah bir kimseydi. Gunyetü't-Talibin ile Fütuhul-Gayb adlı eserleri tasnif etti. Bu kitaplarda güzel şeyler vardır. Ancak bunlarda zayıf ve mevzu hadisler nakletmiştir. Özetle kendisi meşayihin önde gelenlerindendi. Doksan yaşında vefat etti ve kendisine ait medreseye defnedildi. [38]

 

Hicretin Beşyüzaltmışikinci Senesi

 

Bu senede Haçlılar büyük bir orduyla Mısır'a hücum ettiler. Mısır­lılar da bu konuda onlara destek verdiler. Gelen Haçlılar bazı beldelere hakim oldular. Esedüddin Şirkuh bu durumdan haberdar olunca Melik Nureddin'den oraya dönmek için izin istedi. Esedüddin Şirkuh, Vezir Şâver'e karşı çok öfke duymaktaydı. Melik Nureddin, onun Mısır'a git­mesine izin verdi. O da bu senenin rebiyülahir ayında kardeşinin oğlu Selahaddin Yusuf b. Eyyub ile birlikte Mısır'a doğru harekete geçti. Halk onun Mısır diyarına hakim olacağı zannına kapıldı. Bu konuda Şa­ir Hassan adıyla bilinen Arkale şöyle bir şiir okudu;

«Türk sahipleri Arabilerle savaşmak için Mısır'a yöneldiler. Ey Rabbinı! Nasıl ki önceleri bu diyarı Yakup oğullarından doğru sözlü Yusuf a vermiş idinse:

Şimdi de çağımızda burasını Eyyub oğullarından Yusuf a ver. Çünkü o sürekli düşmanların kellesini yere vurur. Onların bacaklarının damarlarını keser.»

Vezir Şâver, Esedüddin'in ordusuyla birlikte Mısır'a doğru gelmek­te olduğunu duyunca el altından Haçlılara haber gönderdi. Onlar da her taraftan Mısır'a akın etmeye başladılar. Esedüddin de onların bu duru­munu haber aldı. Ancak beraberinde 2.000 süvari vardı. Maiyetindeki komutanlarla istişare yaptı. Hepsi de Nureddin'in yanına geri dönmesi­ni önerdiler. Haçlıların çokluğunu gerekçe olarak ileri sürdüler. Şere-füddin Berguş adındaki komutan buna karşı çıkarak şöyle dedi: «Öldü­rülmekten ve esir düşmekten korkan kişi evinde karısının yanında otursun. İnsanların vergilerini alan kimse onların beldelerini düşmanları­na teslim edemez.»

Şerefüddin'in kardeşinin oğlu Selahaddin Yusuf b. Eyyup da aynı şeyi söyledi.Allah onlara bir azim verdi. Haçlının üzerine hücum ettiler. İki taraf şiddetlice savaştılar. Haçlılardan çok sayıda adam öldürüldü. Hezimete uğradılar. Sayılarım ancak Aziz ve Celil olan Allah'ın bildiği kadar çok Haçlı öldürüldü. Allah'a hamd olsun. [39]

 

Esedüddîn Şirkuh'un İskenderiye'yi Fethi

 

Esedüddin daha sonra İskenderiye üzerine gidilmesini emr etti. Oraya gittiler. Orayı ele geçirdiler. Mallarını ganimet olarak elde etti­ler. Esedüddin orada naib olarak kardeşinin oğlu Sehaladdin Yusuf u bı­rakarak Said'e gitti. Orayı ele geçirdi. Orada da bol miktarda ganimet el­de etti. Sonra Haçlılarla Mısırlılar, Selahaddin Yusuf un elinden almak için üç ay müddetle İskenderiye şehrini kuşatmak hususunda birleşti­ler. Bu kuşatma, Selahaddin'in amcası Esedüddin'in Said'de bulundu­ğu zamana denk gelmişti. Ancak Selahaddin, İskenderiye'yi şiddetle sa­vundu. Fakat zaman geçince azıkları azaldı. Sıkıntıya düştüler. Ese­düddin oraya geri geldi. Vezir Şâver, İskenderiye'ye karşılık 50.000 di­nar vererek onunla barış anlaşması yaptı. Esedüddin bunu kabul etti. Selahaddin de İskenderiye'den çıktı. Şehri Mısırlılara teslim etti. Şev­val ayının ortasında Şam'a döndü. Vezir Şâver de yıllık 1.000 dinar ver­mek şartıyla Haçlılarla anlaşma yaparak Mısır'ı aldı. Ayrıca anlaşma gereğince Haçlıların Kahire'de bir emniyet müdürleri bulunacaktı. An­laşmadan sonra Haçlılar beldelerine geri döndüler. Çünkü kendileri Mı­sır'da bulundukları esnada Melik Nureddin arkadan onların beldeleri­ne baskın yapmış, birçok kalelerini fethetmiş, birçok adamlarını öldür­müş, çok sayıda kadın ve çocuklarını esir almış, çok miktarda mallarını ganimet edinmişti. Allah'a hamd olsun. Bu gazada beraberinde kardeşi Kutbeddin Mevdud da bulunmaktaydı. Melik Nureddin, kardeşi Kut-beddin'e Rakka'yı verdi o da gidip Rakka şehrini teslim aldı.

Bu senenin şaban ayında Katib İmad Bağdat'tan Dımaşk'a geldi. Katib İnıad dediğimiz zatın asıl adı Ebu Hamid Muhammed b. Muham­med el-İsfahanî'dir. el-Fethü'1-Kuddusî, el-Berku'ş-Şamî. el-Ceride ve diğer eserlerin sahibidir. Kadilkudat Kemaleddin eş-Şehrezorî onu Ba-bülferec dahilindeki Medresetünnuriye eş-Şafiîye'ye konuk etti. Katib Imad orada kaldığından dolayı bu medrese onun adıyla yadedildi ve ora­ya İmadiye medresesi denildi. Sonra Şeyh Fakih İbn Abd'den sonra hic­retin 567. senesinde Katip İmad oranın müderrisliğine atandı. Kendisi­ni ilk olarak Necmeddin Eyyub ziyarete geldi. Bunlar daha önce Tikrit Şehrinde tanışmışlardı. Katip İmad, Necmeddin Eyyub'u Ebu Şame'nin zikretmiş olduğu bir kasideyle methetti ve Esedüddin ve Selahaddin de o esnada Mısır'da Selahaddin'in Mısır diyarını ele geçirdiği müjdesini verdi. Müjdeyi şu şiiriyle dile getirdi:

«Mısır'da Yusuf yerleşip otoritesini kurdu.

Onun sayesinde gurbetten sonra Yakub'un gözleri aydınlandı.

Yusuf orada kardeşleriyle buluştu.

Kınama olmaksızın Cenâb-ı Allah onları bir araya getirdi.»

Sonra İmadüddin, Melik Nureddin Mahmud'un inşa katipliğine atandı. [40]

 

Hicretin Beşyüzaltmışikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hac Emiri Berguş

 

Birkaç seneden beri Hac emirliği yapmaktaydı. Askerî komutan­lardandı. Semle et-Türkmanî ile savaşmak üzere Bağdat'tan çıktı. Yol­da atından düşüp öldü. [41]

 

Katip Ebü'l-Mealî

 

Muhammed b. Hasan b. Muhammed b. Ali b. Hamdun. et-Tezkire-tü'1-Hamduniye adlı eserin sahibidir. Zimmetler divanının başkanlığını bir süre yürüttü. Bu senenin zilkade ayında vefat etti. Kureyş mezarlığı­na defnedildi. [42]

 

Reşid Es-Sadefî

 

Abbadî'nin huzurunda kürsüde otururdu. Saçı ağarmış, ağırbaşlı, vakarlı bir kimseydi. Sema yapanların meclisine devam eder, raks eder­di. Bir sema meclisinde raksederken vefat etti. [43]

 

Hicretin Beşyüzaltmışüçüncü Senesi

 

Bu senenin safer ayında Şerefüddin Ebu Cafer b. Beledî, Vâsıftan Bağdat'a geldi. Askerler, iki nakib ve kadı onu karşılamaya çıktılar. Karşılayanlar, vezaret makamına kadar önü sıra yaya yürüdüler. Fer­manı vezirlik makamında okundu. Kendisine Vezir Şerefüddin Cela-lü'1-İslâm Muizzü'd-Devle Seyyidü'l-Vüzera Sadrü'ş-Şark vel-Garb la­kabı verildi.

Bu senede Hafaceliler ülkede fesat çıkardılar. Köyleri yağmaladı­lar. Bağdat'tan bir ordu onların üzerine gidince çöle kaçtılar. Askerlerde susuzluktan korktukları için geri çekildiler. Bu defa Hafaceliler as­kerlere hücum ettiler. Çok sayıda asker öldürdüler. Kalanları esir aldı­lar. Askerler de onlardan bir kısmını esir almışlardı. Esir alınanlar sur­lar üzerinde idam edildiler.

Bu senenin şevval ayında Melik Nureddin Mahmud b. Zengi'nin ka­rısı Îsmetü'd-Din Hatun binti Muineddin hacca gitmek üzere Bağdat'a geldi. Beraberinde hizmetçileri ve cariyeleri de vardı. Hizmetçiler ara­sında Hadim Sandal da bulunmaktaydı. Kendisine son derece ikramda bulunuldu.

Bu senede Bağdat kadilkudatı Cafer vefat etti. Şehir yirmiüç gün müddetle hakimsiz kaldı. Nihayet Ruh b. Hadsenî'yi receb ayının dör­dünde kadilkudat olmağa zorladılar. [44]

 

Hicretin Beşyüzaltmışüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Cafer B. Abdülvahid

 

Ebu'l-Berekat es-Sekafî. Babasından sonra Bağdat kadîlkudatlığı yaptı. Hicretin 529. senesinde doğdu. Vefat sebebi şuydu: Kendisinden mal ve para talep edildi. Vezir İbn Beledî kendisine sert ve ağır sözler sarfetti. O da korkuya kapılıp kan kustu ve vefat etti. [45]

 

Ebu Sa'd Es-Semanî

 

Abdülkerim b. Muhammed b. Mansur Ebu Sa'd es-Sem'anî. Bağ­dat'a geldi. Orada hadis dinledi ve Hatib Bağdadî'nin Tarih-u Bağdad adlı eserine bir zeyil yazdı. el-Muntazam adlı eserde İbnü'l-Cevzî onu eleştirdi ve onun kendi mezhebinden olan kimseleri kayırdığını, onlara aşırı taraftar olduğunu, onlardan bir cemaatı ise eleştirdiğini, biyografi­leri anlatırken amiyane ibareler kullandığını, meselâ bir mutasavıf ka­dından bahsederken «O iffetli idi» dediğini, meşhur şair Haysebeyse'den bahsederken de «Onun, Dahale Harece (girdi, çıktı) denilen bir kızkar-deşi vardı» dediğini ve benzeri sözler sarfettiğini bildirmiştir. [46]

 

Abdülkahir B. Muhammed

 

Abdülkadir b. Muhammed b. Abdullah Ebu'n-Neceb es-Sührever-dî. Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk'in sülelasinden olduğu anlatılır. Hadis din­ledi. Fıkıh öğrendi. Fetva verdi. Nizamiye medresesinde müderrislik yaptı. Kendi şahsı için medrese ve bir de hankah yaptırdı. Bununla bir­likte mutasavıf bir kimse olup halka vaaz verirdi. Vefat ettiğinde kendi medresesine defnedildi. [47]

 

Muhammed B. Abdülhamid

 

Muhammed b. Abdülhamid b. Ebu'l-Hüseyin Ebül-Feth er-Razî. Alâ el-AIim adıyla meşhur olmuştur. Senıerkantlıdır. Münazara husu­sunda büyük bir otoriteydi. Hilaf ve cedel ilminde kendine has bir yönte­mi vardı. Buna et-Talikatü'î-Alemiye denilirdi. İbnü'i-Cevzî dedi ki:

«Muhammed b. Abdülhamid, Bağdat'a geldi. Meclisim de hazır bu­lundu.»

Ebu Sa'd es-Sem'anî dedi ki: «Muhammed b. Abdülhamid devamlı içki içer ve şöyle derdi: «Dünyada münazara kitabından ve içki içtiğim şarap kabından daha güzel bir şey yoktur.»

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Sonra duyduğuma göre Muhammed b. Abdül­hamid içki içmekten ve münazaralarda bulunmaktan vazgeçmiş, ken­dini ibadete vermiş ve hayırlı işlerde bulunmuştur.» [48]

 

Yusuf B. Abdullah

 

Yusuf b. Abdullah b. Bendar ed-Dımaşkî. Bağdat Nizamiye medre­sesinin müderrisi idi. Esad el-Mihenî'den fikıh dersleri aldı. Münazara­larda yükseldi. Eşarilerin aşırı taraftarıydı. Bu senede yani hicretin 563. senesinde Semle et-Türkmanî'ye elçi olarak gitti ve Şemle'nin ülke­sinde vefat etti. [49]

 

Hicretin Beşyüzaltmışdördüncü Senesi

 

Bu senede Mısır, Emir Esedüddin Şirkuh tarafından fethedildi. Bu senede Haçlılar Mısır diyarında taşkınlık yaptılar. Şöyle ki: Haçlılar Şâver'i orada kendi temsilcileri olarak bırakmışlar. Mısır'ın mallarına, meskenlerine tahakküm etmişler ve her taraftan oraya akın akın gel­mişlerdi. El koymadıkları ve sahipleri olan Müslümanları da kovup sür­gün etmedikleri bir mesken bırakmamışlardı. Birçok şövalyeleri Mı­sır'a yerleşmişlerdi. Haçlılar bu durumu duyunca her taraftan hücuma geçerek Askalan hükümdarının maiyetinde büyük bir orduyla Mısır'a geldiler. Ele geçirdikleri ilk yer, Belbis şehri oldu. Belbislilerin bir kıs­mını öldürdüler. Geride kalanları da esir aldılar. Şehre yerleştiler. Ora­da ağırlıklarından kurtuldular. Orayı kendileri için bir uğrak yeri ve sı­ğınak yaptılar. Sonra gidip Babul-Barkiye tarafından Kahire'ye girdi­ler. Vezir Şâver halka Mısır'ı yakmalarını, insanların oradan ayrılıp Ka­hire'ye göçmelerini emretti. Haçlılar şehri yağmaladılar. Halkın cidden birçok malı elden gitti. Mısır, ellidört gün ateşler içinde yandı. O esnada Mısır hükümdarı Adid, haber göndererek Nureddin'den yardım istedi. Nureddin'e kadınlarının saçlarını gönderip «İmdadıma yetiş. Kadınla­rımı Haçlıların elinden kurtar» dedi. Esedüddin'in yanlarında ikamet etmesi şartıyla da Nureddin'e Mısır haracının üçte birini vermeyi taah-hüd etti. Bu üçte birlik haraca ek olarak bazı arazileri ikta olarak vere­ceğine dair de teahütte bulundu. Nureddin bunun üzerine Mısır'a asker gönderme hazırlığına başladı. Vezir Şâver Müslümanların Mısır'a ulaş­tıklarını duyunca Haçlı hükümdarına şu mesajı gönderdi: «Sana olan sevgi ve dostluğumu biliyorsun. Ancak Adid ile Müslümanlar şehri size teslim etme fikrime muvafakat etmiyorlar.» Böyle dedikten sonra Mı­sır'a geri dönmeleri için Haçlılara 1.000.000 dinar verme teahhüdünde bulundu. Bu paranın 800.000 dinarını peşin olarak ödedi. Haçlılar da Nureddin'in askerlerinden korkarak ve ikinci bir kez Mısır'a geri dön­meye ümitlenerek ülkelerine döndüler.

«Fakat hile yaptılar. Allah da onları cezalandırdı. Allah, hile yapan­ların cezasını en iyi verendir.» (Âli imrân, 54).

Sonra Vezir Şâver, barış için Haçlılara ödemeyi taahhüd ettiği al­tınları halktan istemeğe ve uğradıkları sıkıntı, yangın ve korku yetmez­miş gibi bu amaçla onlara baskı yapmağa başladı. Cenâb-ı Allah da İs­lam askerlerinin Mısır'a gelişi ve vezirin de karşılarında ölmesi üzerine onların musibetlerini kaldırdı. Şöyle ki:

Nureddin, Humus'ta bulunan Esedüddin'i Haleb'e davet etmişti. O da bu uzak mesafeyi bir günde katederek Humus'tan çıkmış, sonra ko­nağına girmiş biraz yol azığı alıp gün doğumu esnasında yola koyulmuş. Aynı günün akşamında Haleb'te bulunan Sultan Nureddin'in yanına varmıştı. Denilir ki bu kadar uzak bir mesafeyi sahabilerden başkasının bu kadar kısa bir sürede katettiği görülmemiştir. Nureddin bu duruma sevindi ve Esedüddin'i ordu komutanlığına tayin etti. 200.000 dinar pa­ra vererek ona ikramda bulundu. Önde gelen bazı emirleri onun maiye­tine verdi ki, bu emirlerin her biri Esedüddin'in maiyetinde Allah rızası­nı ve Allah yolunda cihadı amaçlayarak sefere gitmeyi arzuluyordu. Esedüddin'in maiyetindeki komutanlardan biri de kardeşinin oğlu Se-lahaddin Yusuf b. Eyyup'tu. Ancak bu sefere çıkmayı arzulamıyor, aksi­ne bundan hoşlanmıyordu. Yüce Allah buyuruyor ki: «De ki «Mülkün sa­hibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsm. İyilik elindedir. Doğrusu sen herşeye kadirsin.» (Âl-iimran, 26).

Nureddin, Esedüddin'in ordusuna 6.000 Türkmen askeri de kattı ve Esedüddin'i bütün bu birliklerin komutanı yaptı. Esedüddin, ordu­suyla Haleb'ten Dımaşk'a doğru yola koyuldu. Nureddin de beraberle-rindeydi. Nureddin onları Dımaşk'tan Mısır'a şevketti. Kendisi ise Dı-maşk'ta ikamet etti. Nureddin'in, Esedüddin komutasındaki askerleri Mısır diyarına vardıklarında Haçhlarm kendi aleyhlerine akdedilen anlaşma gereğince ülkelerine dönmüş olduklarını gördüler. Esedüddin bu senenin rebiyülahir ayının yedisinde Mısır'a ulaşmış ve aynı günde

Adid'in huzuruna girmiş, Adid ona kıymetli hil'atler giydirmiş, o da bu hil'atleri giyerek şehir dışındaki otağına dönmüştü. Müslümanlar onun gelişine çok sevinmişlerdi. Esedüddin'e ve askerlerine çok armağanlar verilmiş, ikramlarda bulunulmuştu. Halkın eşrafı da Esedüddin'e hiz­met etmek için otağa gelmişlerdi. Gelenler arasında istemeyerek de olsa Halife Adid de vardı. Halife Adid ona bazı önemli sırlar verdi. Bu sırlar arasında Vezir Şâver'in öldürülmesi de vardı. Bu işi onunla birlikte ka­rarlaştırdı. Böylece komutan Esedüddin'in itibarı yükseldi. Otoritesi fazlalaştı. Ama halife Adid, Melik Nureddin'e vermeyi taahhüd ettiği mal ve paraları Ödemekte gecikti. Bununla birlikte Esedifddin'in yanına gidip gelmeye devam ediyordu. Onunla beraber dolaşıyordu. Bir ziyafet hazırlamağa karar verdi. Ancak adamları kendisine bir suikast yapıl­masından korktukları için bu ziyafette kendisini hazır bulunmaktan caydırdılar ve Şâver'i öldürme hususunda onunla istişare yaptılar. An­cak Emir Esedüddin, onlara bu imkânı vermedi. Günlerden bir gün Şâver, Esedüddin'in makamına geldi. Onun İmam Şafiî'nin mezarını ziyarete gitmiş olduğunu gördü. Orada Esedüddin'in kardeşinin oğlu Selahaddin Yusufla karşılaştı. Selahattin Yusuf, görevlilere vezir Şâver'in tutuklanmasını emretti. Ancak onu amcası Esedüddin'le mü­şavere yaptıktan sonra öldürdü. Şâver'in adamları ve koruyucuları et­kisiz hale getirildiler. Gizlice durumu Adid'e bildirdiler ki, onu kurtar­sın. Fakat Adid, Emir Esedüddin'e haber salarak Vezir Şâver'in başının koparılmasını istedi. Böylece Şâver öldürüldü. Kesik başı da rebiyüla-hir ayının onyedisinde Halife Adid'e gönderildi. Müslümanlar bu duru­ma sevindiler. Esedüddin, Şâver'in konağının yağmalanmasını emretti. Konak yağmalandı. Sonra Esedüddin, Halife Adid'in yanına giderek on­dan vezirlik istedi. Halife Adid ona vezirlik hilatı giydirdi ve ona Melik Mansur lakabını taktı. Bundan sonra Esedüddin, Şâver'in konağına yerleşti ve şanı yüceldi. Nureddin, Mısır'ın fethedildiğini duyunca çok sevindi. Şairler onu şiirleriyle tebrik ettiler. Yalnız o, Esedüddin'in Ha­life Adid'e vezir oluşundan ötürü sevinmedi. Aynı şekilde vezirlik, kar­deşi oğlu Selahaddin'e verildiğinde de sevinmedi. Nureddin, bu durumu ortadan kaldırmak için çareler aramaya başladı. Ancak çaresini bula­madı. Bu vezirliği iptal ettiremedi. Özellikle Selahaddin'in inşallah ile­ride de anlatılacağı gibi halife Adid'in hazinelerine sahip olduğunu duy­duğunda da sevinmemişti. Doğrusunu Allah bilir.

Esedüddin, saraya haber salarak bir katip istedi. Kendi temennile­rini dile getirdiğinde kabul edileceğini umarak katip olarak ona Kadı Fadıl'ı gönderdiler. Esedüddin, çeşitli işlerin başına yöneticiler tayin et­ti. Araziler ikta etti. Valiler atadı, böylece sayılı birkaç gün boyunca ken­di kendine sevinip mutlu oldu. Ancak bu senenin cemaziyelahir ayının yirmiikisinde cumartesi günü Ölüm onu yakaladı. İki ay beş gün müddetle hüküm sürmüştü. Esedüddin merhum vefat edince şanlı emirler halife Adid'e, Selahaddin Yusuf un, müteveffa amcasından sonra vezir­liğe tayin edilmesi için öneride bulundular. Halife Adid de Selahaddin Yusuf u vezirliğe tayin etti ve ona kıymetli hilatler giydirip Melik Nasır lakabını taktı. [50]

 

Selahaddin'in Giydiği Hilatın Evsafı

 

er-Ravzateyn adlı eserde Ebu Şâme'nin anlattığına göre Selahad­din'in giydiği hilatın evsafı şöyledir:

«Kenarı altınla süslenmiş, beyaz bir sarık, dibeki bir elbise ki kena­rı altın süslemeli idi. Altın yaldızla süslenmiş bir cübbe, altın tellerle iş­lenmiş bir taylesan, 10.000 dinar değerinde mücevher bir gerdanlık, 5.000 dinar değerinde altın süslemeli bir kılıç, 8.000 dinar değerinde al­tın süslemeli bir kılıç, 8.000 dinar değerinde bir kemer, üzerinde de altın gerdanlık ve boyunbağı bulunan bir mücevher, başında da 200 cevher tanesi. Ayaklarında dört cevherden halhal, başında altın bir şerit ve üzerinde beyaz bir çıkıntı, miğferi beyaz renkli olup hü'atın yanı sıra al­tın dolu birkaç kese, bir at ve başka armağanlar. Bunlara ek olarak at­lastan beyaz bir keçe içinde dürülü vezirlik fermanı.

Selahaddin, bu hil'atı bu senenin cemaziyelahir ayının yirmibeşin-de pazartesi günü giymişti. Bu, cidden görülmeye değer muazzam bir tö­rendi. Bütün askerler onun hizmetine girdiler. Sadece Aynü'd-Devle el-Yarukî onun hizmetine girmedi ve «Nureddin'den sonra Yusuf a hizmet etmem» dedi. Sonra da Aynü'd-Devle el-Yarukî askerleriyle birlikte Şam'a gitti. Nureddin bu davranışından ötürü onu kınadı.

Melik Selahaddin, Melik Nureddin'in naibi sıfatıyla Mısır'da ika­met etti. Mısır diyarında minberler üzerinde onun adına hutbe okuttu. Melik Nureddin'e mektup yazarken emir serasker Selahaddin unvanını kullandı. Ona mütevazi davrandı. Ancak herkesin kalbi Selahaddin'e meyletti. Nefisler ona boyun eğdi. Onun zamanında halife Adid büyük kuvvet kazandı. O diyarda insanlar arasında Selahaddin'in kadri yücel­di. Maiyetindeki kimselerin iktalarmı artırdı. Adamları onu sevdiler. Ona hürmet edip hizmette bulundular.

Nureddin ona bir mektup yazarak vezirliği fermansız olarak kabul ettiğinden ötürü kınadı ve Mısır diyarından elde ettiği gelirlerin hesabı­nı çıkarmasını emretti. Ancak Selahaddin bu emri yerine getirmedi. Nu­reddin de bu arada; «Eyyub'un oğlu hükümdar olmuş» demeye başladı. Selahaddin, Nureddin'e mektup yazarak aile efradını, kardeşlerini ve yakınlarını kendisine göndermesini istedi. Melik Nureddin, istediği kimseleri ona gönderdi. Ancak onların kendisine itaat etmelerini ve em­rini dinlemelerini şart koştu. Neticede Selahaddin'in Mısır diyarında otoritesi kuvvetlendi. Mısır devleti böylece sağlamlaştı. İşler yoluna gir­di. Selahaddin'in saltanatı güçlendi. Şair'in biri, Selahaddin'in Vezir Şâver'i öldürmesi ile ilgili olarak şöyle bir şiir okumuştu:

«Mısır helak olmuştu. Yusuf oraya sahip oldu. Rahmanın vakti belirlenmiş bir emri ile, Yusuf un orada Şâver'i öldürmesi, Davud'un Calut'u Öldürmesi gibidir.»

Ebu Şâme dedi ki: «Halife Adid bu senede Şâver'in şu çocuklarını öl­dürttü:

1- Şüca (lakabı Kâmil idi).

2- Tari (lakabı Muazzam idi).

3- Farisülmüslimin.

Bunlar öldürüldükten sonra kesik başları Mısır diyarında dolaştı­rılıp teşhir edildi. [51]

 

Tavaşî'nın Öldürülmesi

 

Tavaşî Selahaddin'in zamanında halife ve adamlarının güvendiği bir devlet sekreteri idi. Tavaşî Mısır'da hilafet sarayında bir mektup ya­zarak Haçlılara gönderdi ki Mısır'a gelip oradaki Şamlı Müslüman as­kerleri kovsunlar. Sarayın muhafız kuvvetleri komutanı olan Habeşli Tavaşî bu mektubu güvendiği bir adamla Haçlılara gönderdi. Ulak yol­da iken kendisinden şüphelenen bir adam tarafından yakalanıp Sela-haddin'e götürüldü. Ulak suçunu ikrar etti. Mektubu çıkardı. Selahad­din mektubu okuyup durumu anladı. Ancak gizledi. Devlet sekreteri Tavaşî, Selahaddin'in durumdan haberdar olduğunu anlayınca hilafet sarayına kapandı. Öldürülmekten korktuğu için uzun bir süre dışarı çıkmadı. Sonra günün birinde ava çıkmak istedi. Dışarıda iken Selahad­din onu yakalayıp öldürecek adamîannı üzerine saldı. Yakalanıp öldür­dü. Başı kesilip Selahaddin'in huzuruna bırakıldı. Bundan sonra Sela­haddin saraydaki hizmetçilerin tamamını görevden azletti. Onların ye­rine Bahaeddin Karakuş'u tayin etti ve ona bütün işleri idare etmesi em­rini verdi. [52]

 

Zenci Olayı

 

Hilafet mü'temeni (devlet sekreteri) Habeşli Tavaşî öldürülüp sa­raydaki diğer hizmetçiler görevlerinden azledildiklerinde hizmetçiler buna kızarak bir araya gelip toplandılar. Zenciler yaklaşık 50.000 kişi­lik bir topluluk meydana getirdiler. İki saray arasında Selahaddin'in as­kerleriyle savaştılar. İki taraftan da çok sayıda adam öldürüldü. Halife Adid, sarayında savaşı seyrediyordu. Şamlı askerler saraydan taş atıyorlardı. Bir rivayete göre Adid'in emriyle olduğu, başka bir rivayete gö­re ise onun emri dışında Adid'in askerleri karşı tarafa ok attılar. Sonra Nasırın kardeşi Nurşah Şemsü'd-Devle de Adid'in sarayda savaşı sey­retmekte olduğu penceresinin yakılmasını emretti. Nurşah Şemsü'd-Devle savaşta hazır bulunuyordu. Nureddin onu kardeşine takviye ol­sun diye göndermişti. Halife Adid'in sarayının kapısı açıldı ve «Mümin­lerin emin, şu zencileri aranızdan ve ülkenizden çıkarmanızı size emre­diyor» diye seslenildi. Şamlılar kuvvetlendiler. Zenciler zayıfladılar. Sultan, Mansure diye bilinen zenci mahallesine askerleri şevketti. Bu mahallede zencilerin evleri ve aileleri bulunuyordu. Askerlerin gelmesi üzerine Bab-ı Zuveyle'deki zenciler geri dönüp kaçtılar. Komutan, onla­rı kılıçlı askerleriyle kovaladı ve onlardan bir çoğunu öldürdü. Sonra zenciler eman dilediler. Kendilerine eman verildi. Cize'ye sürgün edildi­ler. Sonra Selahaddin'in kardeşi Şemsü'd-Devle Nurşah onların karşı­sına çıktı ve yine onlardan bîr çoğunu öldürdü. Geride çok az sayıda zen­ci kaldı. Zulm ettiklerinden dolayı zencilerin evleri boş kaldı.

Bu senede Nureddin, Caber kalesini fethetti. Bu kaleyi sahibi bulu­nan Şihabüddin Malik b. Ali el-Ukaylî'nin elinden aldı. Caber kalesi Sultan Melikşah zamanından beri Şihabüddin'in elinde bulunmaktay­dı.

Bu senede Haleb Camii yandı. Nureddin orayı onardı.

Bu senede Haleb dışındaki mahallenin kendisine nisbet edilmekte olduğu Maruk öldü. [53]

 

Hicretin Beşyüzaltmışdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Sadullah B. Nasr B. Said Ed-Dücacî

 

Künyesi Ebü'l-Hasan'dı. Vaizdi. Hanbelî idi. Hicretin 480. senesin­de doğdu. Hadis dinledi. Fıkıh dersleri aldı. Vaaz verdi. Vaazı çok leta-fetli ve hoştu. Bu yönüyle İbnül-Cevzî onu çok övmüş ve anlattığına göre kendisi bir defasında ondan sıfatlarla ilgili hadisi sormuş, ama o bu ko­nuya değinmeyip şu şiiri okumuş:

«Kaybolan öfkeli, kabul etmeyip dedi ki, ey nefis ya buna razı olma­lısın.

Ki bunun aksi düşünülemez.

Çünkü ona itaati farz kılan sensin.

Kendisinden ayrılmaya güç yetiremediğine küsme.

Her ne kadar yanakların ondan ayrılıp küsmeye yönelse de gene de küsme, razı ol.»

İbnü'l-Cevzî onun şöyle dediğini nakletmiştir:

«Bir defasında halifeden korktum. Rüyada biri bana: «Şunu yaz bakalım» dedi: «Zamanın belalarına karşı sabrınla göğüs ger. Bir ve herşeyi bilen zâtın lutfunu ümid ederek bekle. Her ne kadar zamanın sıkıntısı seni zorlasa da ümidini kesme. Zamanın belalarının oku sana yönelse de ümitsizlennıe. Yüce Allah'ın bu sıkıntılar arasında sana ihsan edeceği bir genişlik vardır.

Bu genişlik, anlayışlar ve vehimler arasında gizlidir. Mızrakların ucu arasından kurtulan nice kimseler vardır. Aslanın pençesinden kurtulan nice avlar vardır.»

Sadullah b. Nasr bu senenin şaban ayında seksendört yaşında vefat etti ve Zori hankâhının yanma defnedildi. Sonra İmam Ahmed b. Han-bel Mezarlığına nakledildi. [54]

 

Şâver B. Mücirüddin

 

Künyesi Ebu Şüca es-Sa'dî'dir. Emirü'l-Cüyuş lakabını taşırdı. Ha­life Adid'in zamanında Mısır diyarının vezirliğini yaptı. Vezirliği Re-zik'in elinden aldı. Kadı Fadıl'ı yazı işlerinde kullanan ilk vezir odur. Kadı Fadıl'ı İskenderiye'ye bağlı Babü's-Sidre'den yanına çağırmıştı. Kadı Fadıl onun yanında yükselip itibar sahibi oldu. Saraydaki diğer katipler onun emri altına girdiler. Kadı Fadıl'ın fazilet ve üstünlüğünü görünce ona tabi oldular. Şairler onu övdüler. Övenlerden biri de Am-mare el-Yümnî'dir. Ammare bir şiirinde onu şöyle övmüştür:

«Demir demirden sıkıntı duydu.

Şâver, Muhammed'in dinine yardım etmekten sıkılmadı. Zaman, onun gibisini getirmeye yemin etti.

Ey zaman, yeminini bozdun, kefaretini öde.»

İşi yolundaydı. Nihayet Emir Dirgam b. Suvar ona karşı ayaklandı. O da Nureddin'e sığındı. Nureddin onunla birlikte Esedüddin Şirkuh'u emir Dirgam'a karşı gönderdi. İkisi birlikte Emir Dirgam ı mağlup etti­ler. Fakat bilahare Şâver ona karşı ahdini bozdu. Esedüddin de ona kin beslemeye başladı. Nihayet onu bu senede kardeşinin oğlu Selahaddin vasıtasıyla öldürttü. Bu senenin rebiyülahir ayının onyedisinde emir Cerdenk'in huzurunda boynu vuruldu. Öldürülmesinden sonra yerine Esedüddin vezirliğe tayin edildi. Ama o da sadece iki ay beş gün süreyle iktidarda kalabildi.

Ibn Hallikan dedi ki: «Şâver'in soy kütüğü şöyledir: Ebu Şüca Şâver

b. Mudruddin b. Nizar b. Aşair b. Şas b. Muğis b. Habib b. Haris b. Rebia b. Mahis b. Ebi Züeyb Abdullah. Ebu Züeyb Abdillah, Halimetü's-Sadi-ye'nin babasıdır.» İbn Hallikan böyle demiştir. Ancak onun bu sözünde şüphe vardır. Zira aradaki uzun mesafe bu kadar kısa bir soy silsilesi ile tamamlanamaz, doğrusunu Allah bilir. [55]

 

Şirkuh B. Şadı

 

Esedüddin el-Kürdî ez-Zerzarî. Zerzarilîler, Kürd kabilelerinin en şereflisidirler. Şirkuh, Azerbaycan'a bağlı Derin kasabasındandır. Ken­disi ve kardeşi Necmeddin Eyyub, Emir Mücahidüddin Nehruz el-Hadi-nıe hizmette bulundular. Nehruz el-Hadim, Irak şahnesi (emniyet mü­dürü) idi. Necmeddin Eyyub Tikrit kalesinin naibliğini yaptı. O esnada Karaca es-Sakî'den kaçmakta olan İmadüddin Zengi Tikrit kalesine gel­di. Necmeddin ve kardeşi Şirkuh ona ihsanda bulunup hizmet ettiler. Sonra İmadüddin halktan birini öldürdü. Nehruz da Necmeddin Eyyub ile Şirkuh b. Sadî'yi kaleden çıkarıp kovdu. İkisi Halep'te bulunan İma­düddin Zengi'nin yanına gittiler. İmadüddin onlara iyilik ve ihsanda bu­lundu. Sonra ikisi İmadüddin Zengi'nin oğlu Nureddin Mahmud'un ya­nında yükselip itibar sahibi oldular. İmadüddin Zengi, Eyyub'u Baalbek naibliğine atadı. Sonra İmadüddin'in oğlu Nureddin onu bu görevde bı­raktı. Esedüddin de Nureddin'in yanında kalıp onun en büyük komu­tanlarından biri oldu. Has ve gözde adamları arasına girdi. Nureddin ona Rahbe beldesini ve Humus vilayetini diğer iktalarla birlikte iltizam olarak verdi. Çünkü Esedüddin Şirkuh şehametli, şecaatli, cesaretli bir komutan olup Haçlılarla cihad etmekteydi. Onlarla birçok defalar savaşmış ve zaferler kazanmıştı. Özellikle Dımaşk'ın fethi gününde büyük yararlık göstermişti. Bundan daha önemlisi, Mısır diyarının ele geçirilişinde gösterdiği yararlılık idi. Allah onun mezarını rahmetiyle ıslatsın. Makamını Cennet kılsın.

Esedüddin Şirkuh b. Şadı, cumartesi günü ani olarak meydana ge­len bir nefes tıkanıklığı neticesinde vefat etti. Vefatı bu senenin cemazi-yelahir ayının yirmiikisinde vuku bulmuştu. Allah rahmet etsin.

Ebu Şanıe dedi ki: Mısır'ın Kahire şehrinin güneydoğusunda bulu­nan Esedi Hankâh'ı ona nisbet edilir. Kendisinden sonra iktidar, karde­şinin oğlu Selahaddin Yusuf un eline geçti. Selahaddin Yusuf hakimiye­tini ve o yöredeki otoritesini güçlendirdi. [56]

 

Muhammed B. Abdullah B. Abdülvahid

 

Muhammed b. Abdullah b. Abdülvahid b. Süleyman. İbn Battı adıy­la meşhur olmuştur. Çok hadis dinledi ve rivayet etti. Kendisinden ha­dis dinlemek amacıyla başka yerlerden yanına gelinirdi. Doksan yaşına yaklaşmış iken bu senede vefat etti. [57]

 

Muhammed El-Farikî

 

Künyesi Ebu Abdullah'tır. Vaizdi. Anlatıldığına göre o Nehcülbela-ğa adlı eseri ezberlemiş ve lafızlarını tabir edip yorumlamıştır. Fesahat-li, belağatli bir kimseydi. Sözleri yazılır ve ondan el-Hikemu'1-Fankîye adlı bir kitap rivayet edilir. [58]

 

Muammer B. Abdülvahid

 

Muammer b. Abdülvahid b. Recâ Ebu Ahmed el-İsfahanî. Vaizdi. Hadis hafizlarmdandır. Ebu Nuaym'ın ashabından rivayetlerde bulun­muştur. Hadise dair güzel bir bilgisi vardı. Hacca gitmekte iken Badi-ye'de vefat etti. Allah rahmet etsin. [59]

 

Hicretin Beşyüzaltmışbeşinci Senesi

 

Bu senenin safer ayında Haçlılar Mısır'a bağlı Dimyat'ı elli gün müddetle kuşatma altında tuttular. Ahaliye sıkıntılı anlar yaşattılar. Birçok kimseleri öldürdüler. Mısır diyarına sahip olmak ümidi ve de müslümanlarm Kudüs'ü istila etme korkusu sebebiyle karadan ve de­nizden Dimyat'a gelip saldırmışlardı. Selahaddin de Nureddin'e mek­tup yazarak yardım istedi. Kendisine askerî takviye göndermesi tale­binde bulundu. Zira Mısır'dan ayrılması durumunda Mısırlıların arka­dan ona hiyanet edeceklerini, şayet Mısır'da oturup Haçlılarla savaş­mayacak olursa Haçlıların Dimyat'ı ele geçireceklerini orayı, Mısır ül­kesini ele geçirmek amacıyla kuvvetleneceklerini ve bir üs haline getire­ceklerini bildirdi. Nureddin de ona birçok askeri birliği peşpeşe gönder­di. Sonra Haçlıların ülkelerinden ayrılıp Dimyat'a gidişlerini firsat bi­len Nureddin, arkadan onların ülkesine büyük askeri birlikle saldırdı. Evlerinin arasına kadar girip yerleşti. Mallarını ganimet edindi. Orada bulunan adamların bir kısmını öldürdü. Çoklarını esir aldı. Selahad-din'e gönderdiği takviye birlikler arasında babası Emir Necmeddin Ey-yup ta bulunmaktaydı. Beraberlerinde diğer oğullan da vardı. Askerler Mısır dışına çıkıp onu karşıladılar. Halife Adid de oğluna saygı ve ikram olsun diye onu karşılamaya çıktı. İskenderiye ve Dimyatı ona ikta1 ola­rak verdi. Diğer oğullanna da bazı yerleri ikta' olarak verdi.

Halife Adid, bu hadiseden dolayı Selahaddin'e 1.000.000 dinar para yardımında bulundu. Nihayet Haçlılar Dimyat'tan ayrılıp döndüler. Nureddin'in kendi ülkelerine baskın yaptığını, birçok adamları öldürüp kadın ve çocuklanm esir aldığını, mallarını ganimet edindiğini duyduk­larından ülkelerine geri döndüler. Allah müslümanlara hayır mükâfat versin.

Sonra Nureddin bu senenin cemaziyelahir ayında kuşatma ama­cıyla Kerh'e gitti. Kerh, çok korunaklı bir şehirdi. Orayı neredeyse fethe­decekti. Ama Haçlıların öncü birliklerinin Dımaşk'a yöneldiklerini du­yunca kuşatmayı bıraktı. Haçlıların arkadan kendilerini kuşatmala­rından korktu. Kuşatmayı bırakıp Dımaşk'a yöneldi. Orada savunma tedbirleri aldı. Haçlılar Dimyat'tan sökülüp döndüklerinde Nureddin çok sevinmişti. Şairlerden her biri bu konuda birer kaside yazmıştı. Me­lik Selahaddin Eyyubî ise bu duruma gam ve kederle bakmaktaydı. Hat­ta bir hadis talebesi bu konuda tebessümle ilgili müselsel senetli bir ha­disi okumuş ve sürekli sevinç meydana gelmesi için kendisinin tebes­süm etmesini istemişti. Ancak o tebessüm etmeyip şu cevabı vermişti:

«Dimyat sınırında Müslümanlann Haçlılar taranndan kuşatma al-dında tutulduğu bir esnada Cenâb-ı Allah'ın beni tebessüm eder halde görmesinden utanırım.»

Şeyh Ebu Şâme'den rivayet: Mansura kalesinde bulunan Ebu Der-da Mescidi'nin imamı, Haçlıların Dimyat'tan kovulduklan gecede rüya­sında Rasûlullah (s.a.v.)'ın kendisine şöyle dediğini görmüş: «Nured­din'e selam söyle ve Haçlıların Dimyat'tan ayrıldıkalrı müjdesini ona ver.»Ben dedim ki: «Ya Rasûlallah bunun alameti nedir?»

Buyurdu ki: «Telharim gününde secdeye kapanıp şu duayı yapmış olduğunu Nureddin'e bildir: «Allah'ım. Sen kendi dinine yardım et. Kö­pek Nureddin Mahmud da kim oluyor?»

Nureddin Mahmud, Ebu Derda Mescidi'nde sabah namazını kıl­dıktan sonra imam ona bu müjdeyi vermiş ve Rasûlullah'm anlattığı alameti kendisine bildirmişti. «Köpek Nureddin Mahmud da kim olu­yor?» sözünü nakletme sırası geldiğinde bunu söyleyememiş ve utan­mıştı. Ancak Nureddin Mahmud, imama: «Rasûlullah (s.a.v.)'ın sana emrettiği şeyi söyle» deyince imam aynı ifadeyi kullanmış. Nureddin Mahmud da «doğru söyledin» demiş, bu olayı tasdik etmek ve sevindiği­ni bildirmek amacıyla Nureddin Mahmud ağlamıştı. Sonra durumun açıklığa kavuşmasını beklemişler ve gerçektende Rasûlullah (s.a.v.)'ın rüyada İmama haber verdiği şekilde Haçlıların Dimyat'ı bırakıp gittik­leri görüldü.

Katib İmad dedi ki: «Bu senede Melik Nureddin, Darıya Camii'ni onardı. Orada bulunan Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şehidliğini ve Dı-maşk'taki birçok yerleri onardı.»

Bu senede Kerkük şehri Nureddin taranndan dört gün süreyle ku­şatıldı. Orada yanında bulunan Necmeddin Eyyub (Selahaddin'in baba­sı) yanından ayrılıp Mısır'a oğlu Selahaddin'in yanma gitti. Nureddin ona Mısır'da bulunan oğlu Selahaddine, Mısır'da halife Müstencid Bil-lah el-Abbasî adına hutbe okumasını emretmesini bildirdi. Çünkü hali­fe, Selahaddin'in orada kendi adına hutbe okutmadığını bildirerek bu durumu kınamıştı.

Bu senede Haçlılar, Sebib b. Rakik ve İbn Kankarî ile birlikte Seva-hil'den gelerek Kerkük'ü savunmak istediler. Sebib b. Rakik ile İbn Kan-karî, Haçlıların en ünlü şövalyelerindendiler. Nureddin, kendile­riyle savaşmak üzere üzerlerine gidince yollarını değiştirip başka tara­fa saptılar.

Bu senede Şam ve Cezire'de büyük bir deprem meydana geldi. Bir­çok yerleri etkiledi. Şam'daki surların çoğu yıkıldı. Evlerin çoğu sahiple­rinin üzerlerine çöktü. Özellikle Dımaşk, Humus, Hama, Haleb ve Baal-bek'te surların çoğu ve kaleler çöktü. Nureddin de bu mekânlarda mey­dana gelen tahribatın çoğunu giderip gerekli onarımları yaptırdı. [60]

 

Hicretin Beşyüzaltmışbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Melik Kutbeddin Mevdud B. Zengi

 

Nureddin Mahmud'un kardeşi olup Musul valisi idi. Vefat ederken kırkdört yaşındaydı. Yirmibir sene müddetle hüküm sürdü. Seçkin hü­kümdarlardandı. Halkı tarafından çok sevilirdi. Onlara şefkat gösterir, iyilik ve ihsanda bulunurdu. Şekli ve şemaili güzeldi. Kendisinden son­ra yerine oğlu Seyfeddin Gazi geçti. Seyfeddin Gazi'nin annesi, Hatun binti Timurtaş b. İlgazi b. Artuk'tur. Bilindiği gibi îlgazi b. Artuk da Mardin vahşiydi. Melik Kutbeddin'in veziri Fahreddin Abdülmesih'ti ki, bu, zalim ve zorba bir kimseydi.

Bu senede Endülüs'teki garp melikleri arasında birçok savaşlar meydana geldi. Şark hükümdarları arasında da aynı şekilde çok savaş­lar cereyan etti.

Bu senede ve bundan önceki senede hac emirliğini Berguş el-Kebir yaptı. Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerle ilgili bir nakil ve riva­yete rastlamadım. [61]

 

Hicretin Beşyüzaltmışaltıncı Senesi

 

Bu senede halife Müstencid vefat etti. Yerine oğlu Müstedi halife ol­du. Müstencid sene başında hastalanmış, sonra görünüşte şifa bulmuş­tu. Bu sebeple büyük bir ziyafet tertipledi. İnsanlar da bu vesileyle çok sevindiler. Sonra kendisinde şiddetli nekahet bulunduğu halde tabib onu hamama soktu. Hamamda öldü. Anlatıldığına göre tabibin böyle yapmasını bazı devlet erkânı tavsiye etmişlerdi ki Müstencid erken öl­sün.

Müstencid, bu senenin rebiyülahır ayının ikisinde cumartesi günü Öğleden sonra kırksekiz yaşında vefat etti. Onbir sene bir ay müddetle halifelik yaptı. Halifelerin hayırlılarından, adillerinden ve halka en çok merhamet gösterenlerinde ndi. Halkın üzerindeki ağır vergileri kaldır­dı. Irak'ta ağır vergiler bırakmadı. Şirret bir adam hakkında adamların­dan biri yanında şefaatçi oldu. Bunun üzerine Müstencid o adama 10.000 dinar para verdi. Verirken de «Sana 10.000 dinar veriyorum ama müslümanlan bu adamın şerrinden kurtarıp rahata erdirmem için bir mislini de bana getir» dedi.

Müstencid esmer tenli, uzun sakallı bir kimseydi. Abbasîlerin otuz-ikincisiydi. Bu da Ebced hesabına göre lam ve ba harfleri ile ifade edil­miştir. Bu sebeple ediplerden biri, onun hakkında şöyle bir tarih düşür­müştür:

«Halifeleri Ebced hesabına göre sayacak olursak, Ey Müstencid sen Abbas oğullarının lübbü oldun.»

Bilindiği gibi lüb kelimesinde lam ve ba harfleri vardır ki bunlar da otuziki eder. Yani o, Abbasi halifelerinin otuzikincisi idi. İyiliği emre­der, kötülüğü menederdi. Rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ın kendisine şöyle buyurduğunu görmüştü:

«De ki Allah'ım; hidayete erdirdiğin kimseler arasında beni de hi­dayete erdir. Afiyete kavuşturduğun kimseler arasında bana da afiyet ver......»

Böylece kunut duasının tamamını ona Öğretmişti.

Vefat ettikten sonra pazar günü öğlenden önce cenaze namazı kılın­dı. Hilafet sarayına defnedldi. Sonra Rusafe mezarlığına nakledildi. Yü­ce Allah rahmet etsin. [62]

 

Müstadi'nin Hilafeti

 

Ebu Muhammed Hasan b. Yusuf el-Müstencid b. Muktefî. Annesi İsmet adında Ermeni bir kadındı. Müstadî, hicretin 536. senesinin şa­ban ayında doğdu. Babasımn vefat günü olan rebiyülahir ayının doku­zunda pazartesi sabahı halifeliğine bey'at edildi. Hz. Hasan'dan sonra ondan başka Hasan adında bir başkası halifeliğe geçmiş değildir. Kün­yesi de Hz. Hasanın ki gibi Ebu Muhammed idi. Halifeliğine bey'at edil­diği günde insanlara 1.000'den fazla hil'at giydirdi. Bu gün görülmeye değer muazzam bir gündü. Bağdat kadilkudatlığına Ruh b. Hadsenî'yi rebiyülahir ayının yirmibirinde cuma günü tayin etti. Üstad Adüdü'd-Devle'ye vezirlik hil'atı giydirdi. Kapısında üç namaz vaktinde, sabah akşam ve yatsı vakitlerinde davul çaldırdı. Kölelerden onyedi kişiyi emir tayin etti. Vaizlere vaaz etmeleri için izin verdi. Vaizler de uzun bir süre yasaklı kaldıktan sonra konuşmaya başladılar. Çünkü daha önce vaazları yüzünden uzun süren fitneler ve serler meydana geliyordu. Bundan sonra hacipleri çoğaldı. Musul'a sahip olduğuna dair müjde gel­diğinde Katib İmad şöyle bir şiir okudu:

«Zaman Müstadi sayesinde aydınlandı.

O, hırkai saadetin varisi ve Peygamber (s.a.v.)'in amcazadesidir.

Hakkı, şeriatı ve adaleti getirdi.

Bu ihya ediciye merhaba,

Bağdatlıları da tebrik ediyorum.

Onlar, bütün perişanlıklardan sonra mutlu bir yaşama kavuştular.

Karanlık zaman geçip gitti

Artık aydınlık çağı geldi.»

Bu senede Melik Nureddin, Rakka'ya gitti. Orayı ele geçirdi. Aynı şekilde Nusaybin, Habur ve Sincar'ı da ele geçirip damadı ve kardeşinin oğlu Mevdud b. İmadüddin'e teslim etti. Sonra Musul'a gitti. Orada yir-midört gün kaldı. Orayı da kardeşinin oğlu Seyfeddin Gazi b. Kutbeddin Mevdud'a Cezire ile birlikte verdi. Diğer kızını onunla evlendirdi. Musul Camii'nin genişletilip onarılmasını emretti. Bunun için bizzat kendisi bir vakıf kurdu. Camiye bir hatib ve orada fıkıh öğretmesi içinde bir mü­derris tayin etti. Fıkıh müderrisi Ebu Bekir el-Berkanî idi ki, bu zat Gazzalî'nin öğrencisi Muhammed b. Yahya'nın talebesi idi. Müderrisli­ğe atandığına dair bir ferman yazdı. Camiye Musul köylerinden birini vakfetti. Bütün bunları da salih ve âbid bir zat olan Şeyh Ömer'in tavsi­yesi üzerine yapmıştı. Şeyh Ömer Molla'nm orada ziyaret edilen bir tek­kesi vardı. Her sene mevlid kandilinde davette bulunurdu. Melikler, emirler, alimler, vezirler davetine gelir ve orada büyük bir ihtifal düzen­lenirdi. Melik Nureddin arkadaşıydı. İşlerinde ona danışırdı. Bazı önemli işleri yaparken ona güvenirdi. Musul'da ikamet ettiği süre zar­fında yaptığı bütün hayırları yapması için o kendisine tavsiyede bulun­muştu. Bu sebepledir ki Musul'a gelişi esnasında halk çok sevinmişti. Üzerindeki bütün sıkıntılar giderilmişti. Aralarında bulunan zalim ve zorba Fahreddin Abdülmesih'i kovmuştu. Melik Nureddin, Şeyh Ömer Mollaya Abdullah adını vermiş, onu beraberinde Dımaşk'a götürmüş, güzel arazi parçalarını ikta' olarak vermişti. Fahreddin Abdülmesih de­nen zalim ve zorba kişi Hristiyandı. Ama Müslüman olduğunu söylüyor­du. Anlatıldığına göre evinin içinde gizli bir yerde kendisine ait bir kili­sesi varmış, idaresi kötü, zorba, içi bozuk bir kimseydi. Âlimlere özellik­le müslümanlara karşı kindar bir düşmandı. Nureddin Musul'a girdi­ğinde onun için Şeyh Ömer Molla eman dilemişti. Nureddin, Musul'a va­rır varmaz kardeşi oğlu yanına gelmiş, huzurunda durmuş, Nureddin de ona ihsan ve ikramda bulunmuştu. Halifeden getirmiş olduğu hil'atı ona giydirmişti. Böylece şehire büyük bir debdebe ve alayişle girmişti. Nureddin, Musul'a vardığında kış şiddetlenmişti. Bu yüzden yukanda da anlattığımız gibi orada ikamet etmişti. İkametinin son gecesinde Rasûlullah (s.a.v.)'i görmüş, Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle demişti:

«Belden senin hoşuna gitti. Cihadı terk ettin. Allah düşmanlarıyla savaşmaz oldun?» Bundan sonra Nureddin uykudan hemen uyanıp se­fer hazırlığına başlamıştı. Sabah olur olmaz Şam yoluna koyulmuştu. Şeyh İbn Ebi Asrun'u kadılığa tayin edip beraberinde Sincar, Nusaybin ve Habur'a götürmüştü. İbn Ebi Asrun orada naib ve idareciler tayin et­mişti.

Bu senede Selahaddin -Şii oldukları gerekçesiyle- Mısır kadılarını görevden azletti. Kadilkudatlığa Şafiî mezhebine mensup Sadreddin Abdülmelik b. Derbas el-Mardanî'yi tayin etti. Diğer muamelelerin yü­rütülmesi için de Şafiî kadılar tayin etti. Şafiîler için bir medrese yaptır­dı. Malikîler için de bir medrese yaptırdı. Kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer de çok kıymetli bir konak satın alarak orasını Şafiîler için medrese haline getirdi. Bir bahçeyi ve başka arazileri de oraya vakfetti.

Selahaddin, şehrin surlarını tamir ettirdi. İskenderiye'ninkini de tamir ettirdi. Halka çok ihsanlarda bulundu. Askalan ve Gazze tarafla­rında bulunan Haçlı beldelerine hücum etti. Eyle'deki Haçlı kalesine hücum etti. Orada bulunan bir çok Haçlı şövalyesini öldürdü. Şam'dan gelmekte olan aile efradını karşıladı. Uzun bir ayrılıktan sonra ailesiyle bir araya geldi.

Bu senede Selahaddin, ezanlarda okunmakta olan «Hayya ala hay-ri'1-amel» cümlesini kaldırtü. Mısır'ın her tarafında bu uygulamaya geç­ti. Minberler üzerinde Abbasiler adına hutbe okunmasını sağladı. [63]

 

Hicretin Beşyüzaltmışaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Tahir B. Muhammed B. Tahir

 

Künyesi Ebu ZürVdır. Aslen Makdislidir, ama doğum yeri Raz şeh­ridir. Hemedan'da ikamet etmiştir. Hicretin 481. senesinde doğmuş, ba­bası Hafız Muhammed b. Tahir ona çok hadis nakletmişti. Rivayetleri arasında Şafiî'nin Müsned'i de vardır. Bu senenin rebiülahir ayının ye­disinde çarşamba günü Hemedan'da vefat etti. Vefat ederken doksan yaşma yaklaşmıştı. [64]

 

Kadı Yusuf

 

Ebü'l-Haccac b. Hallal. Mısır inşa divanının başkanı idi. Bu husus­ta Kadı Fadıl'ın üstadıydı. Kadı Fadıl'ı bu hususta yetiştirdi. Nihayet Kadı Fadıl bu alanda yükseldi. Kadı Yusuf yaşlandığı için bu görevi ya­pamayacak hale geldiğinde Kadı Fadıl onun yerine geçti. Kadı Fadıl onun aile efradının geçimlerini ölünceye kadar üstlendi. Kadı Yusuf ve­fat ettikten sonra da Kadı Fadıl onun aile efradına çok ihsanlarda bu­lunmuştu. Allah hepsine rahmet etsin. [65]

 

Yusuf B. Halife

 

Yusuf b. Halife Müstencid Billah b. Muktefi b. Müstazhir. Biyogra­fisinden ve vefatından Önceki kısımlarda bahsedilmişti. Amcası Ebu Nasr b. Müstazhir'den birkaç ay önce vefat etti. Kendisinden sonra Müs-tazhir'in oğullarından hayatta kalan olmamıştı. Bu senenin zilkade ayı­nın yirmisekizinde salı günü vefat etti. [66]

 

Hicretin Beşyüzaltmışyedincî Senesi

 

Bu senenin ilk cumasında Mısır hükümdarı halife Adıd vefat etti. Selahaddin, Mısır'da ve oraya bağlı mıntıkalarda ikinci cuma günü Ab­basiler adına hutbe okunmasını emretti. Bu, muazzam ve görülmeye de­ğer bir gündü. Haber Melik Nureddin'e vardığında o, bu durumu halife­ye İbn Ebi Asrun Şihabüddin Ebü'l-Meali aracılığıyla iletti. Bu müjde üzerine Bağdat şehri süslendi. Çarşılar kilitlendi. Çadırlar kuruldu. Müslümanlar buna çok sevindiler. Çünkü Mısır diyarında halife Muti el-Abbasî'nin zamanında hicri 359. seneden bu yana yani Fatimilerin Mısır'a sahip olduğu ve oraya galebe çaldıkları günden beri Abbasiler adına hutbe okutulmasına son verilmişti ki, bu da 208 senelik bir sürey­di.

İbnu'l-Cevzî dedi ki: «Ben bu konuda bir kitap yazdım adını da en-Nasr Alâ Mısır koydum.» [67]

 

Ubeydîlerin Son Halifesi Adid'ın Vefatı

 

Lügatte Adid kelimesi kesici anlamına gelir. Nitekim bir hadiste «Harem'in ağaçları kesilmez» Duyurulmaktadır. Burada kesilmez anlamına gelen fiil (yudedü) fiilidir. Adid vefat edince Ubeydilerin Mı­sır'daki hakimiyetleri sona erdi. Adid'ın asıl adı Abdullah'tır. Künyesi Ebu Muhammed olup soy kütüğü şöyledir: Abdullah b. Yusuf el-Hafiz b. Müstansır b. Hakim b. Aziz b. Muiz b. Mansur el-Kahirî Ebü'l-Genaim b. Mehdi.

Adid, hicretin 546. senesinde doğdu. Yirmibir sene yaşadı. Yaşantı­sı kötüydü. Murdar bir Şii idi. İmkânı olsaydı bütün Ehl-i Sünneti öldü­rürdü. Selahaddin'in Mısır'da otoritesi kurulunca Nureddin'in fermanı üzerine Mısır'da Abbasiler adına hutbe okutmaya başladı. Çünkü hali­fe, Melik Nureddin'e haber salarak vefatından önce onu kendi adına hutbe okutturmadığından dolayı kınamıştı. Müstencid de o zaman has­ta idi. Vefat edince kendisinden sonra yerine oğlu geçti. Mısır'da hutbe onun adına okunmaya başladı. Sonra Adid hastalandı ve aşure gününde vefat etti. Melik Selahaddin cenazesine geldi. Taziyesinde hazır bulun­du. Vefatı sebebiyle üzülüp ağladı. Çok hüzünlendiği belli oluyordu.

Hayatında emirlerine çok itaat ederdi. Adid cömert ve kerem sahibi bir kimseydi. Allah onu bağışlasın.

Vefat edince Selahaddin, saraydaki herşeye el koydu, Adid'in aile efradım oradan çıkarıp kendilerine tahsis ettiği bir konağa yerleştirdi. Onlara bolca harçlık, nafaka ve erzak verdi. Rahat bir yaşantıya kavuş­turdu. Halife'nin vefatım onlara unutturmaya çalıştı. Selahaddin, Mı­sır'da Adid'in vefatından önce Abbasiler adına hutbe okutmaya başladı­ğına pişman olmuştu. Keşke Adid'in vefatını bekleseydi. Ama bu, takdir edilmiş bir kaderdir. Katib İmad bu konuda şöyle bir şiir nazmetmiştir:

«Soysuz Adid öldü.

Artık bid'atçılar Mısır'da ağızlarını açamazlar.

Mısır Firavununun çağı sona erdi.

Artık Mısır'ın Yusuf u, işleri ele alacaktır.

Azgınların ateşi söndü.

Yanan şirk ateşleri küllendi.

Selahaddin'in işleri yoluna girdi.

Doğruluk cevherleri ipe dizildi.

Abbas oğullarının şiarları gerçek olarak ortaya çıktı.

Batıl ise gizlendi.

Tevhidin davetçisi beklemekteydi.

Şimdi şirk davetçilerinden öc alacaktır.

Sapıklık ehli kimseler, karanlıklara daldılar.

Ahmaklık ve körlüklerinden ötürü böyle oldu.

Cahiller, alimlerin minberi aydınlandığında,

Karanlıklara dalıp geri döndüler.

Müstedi sayesinde hakkın binası yükseldi.

Oysa daha önce yıkıktı.

Ezilen ve horlanan devlet, yeniden ortaya çıktı.

Çiğnenen din, şimdi muzaffer oldu.

İslâm'ın omuzu, mehabetli bir şekilde harekete geçti.

İslâm'ın ön dişleri göründü ve gülümsedi.

Hidayet yüzleri muştulanıp sevindiler.

Küfür ise pişmanlıktan ötürü ağzını yumruklasın.

Düşmanların harimi artık çiğnenecek

Zorbalar arasında paylaşılacak,

Konak ve saray sahiplerinin kâşaneleri yıkılacak,

Kemal hanesi onarılıp yükselecek,

Sakinleri sustuktan sonra konuşacak,

Dalalettekiler ise zilletten ötürü geberecek,

Burunları toprağa sürülecektir.»

Mısır'da ve bağlı yörelerde adına hutbe okutulmasından dolayı ha­life Müstedî'yi müjdelemek için Bağdat'ta söylenen şiirlerden biri de şu­dur:

«Ey mevlam (efendim)! Peşpeşe gelen fetihlerin sebebiyle seni kut­larım.

Süvarilerin dalışları hep senin içindir. Sana doğrudur.

Bu sayede Mısır'ı ele geçirdin. Orada şirke engel oldun.

Ümitsiz diller de artık hak dile getiriliyor.

İmamımızın adıyla Allah'a hamd olsun, Mısır tekrar ele geçti.

Bütün beldelere artık hakim oluyorsun sen.

Mısır, Yusuf a boyun eğmişse bunda tuhaf bir durum yoktur.

Yükseklerine doğru Mısır ziynetlenmektedir.

Bu Yusuf, Peygamber Yusuf a yaradılış huy ve iffet bakımından benzemektedir.

Rahmandan gelen şeylerin hepsi, yeryüzünde peşpeşe gelmekte­dirler.

Sen Haşimilere yapılan sövgüleri ortadan kaldırdın.

Bu utanç ancak senin kılıcın sayesinde giderilebilirdi.»

Ebu Şâme de bu şiiri er-Ravzateyn adlı eserinde nakletmiş, ancak onun naklettiği, bundan daha uzundur. Onun anlattığına göre vezir Ebü'l-Gezail Hüseyin b. Muhammed b. Berekât bunu gördüğü bir rüya­dan sonra vefatından önce halifeye okumuştur. İkinci Yusuf, halife Müstencid'i kasdetmiştir. İbn Cevzî de böyle demiş ve «Bu şiir Müsten-cid'in sağlığında okunmuştu» demiştir. Müstencid'in adına değil de an­cak onun oğlu Müstedî adına Mısır'da hutbe okundu. Bu haber Melik Nasır Selahaddin Yusuf b. Eyyub adına Bağdat'a ulaştırıldı. Halife de Melik Nureddin'e, Mısır'da kendisi adına hutbe okunduğu müjdesini vermiş olmasından dolayı büyük armağanlar gönderdi. Aynı şekilde Mı­sır diyarının meliki Selahaddin'e büyük armağanlar göndermişti. Ar­mağanlarla birlikte bayraklar ve bizzat halife tarafından hazırlanmış nişanlı sancak da vardı. Bu siyah bayraklar, Şam ve Mısır'daki camilere dağıtıldı.

İbn Ebi Tay, kitabında şöyle demiştir: «Selahaddin, memleket işle­rini yoluna koymaktan, hutbeyi okutmaktan ve taziye meclisini kur­maktan boşalınca iki saraydaki eşyalara el attı. Oralarda birçok eşya, alet, elbise, mefruşat ve kıymetli şeyler gördü. Bu eşyalar arasında 700 kıymetli cevher parçası, uzunluğu bir karıştan fazla, kalınlığı da baş­parmak kadar olan zümrütten bir sap, yakuttan bir ip, kıymetli taştan bir ibrik, kulunç ağrılarına yarayan bir tabla vardı. Bu tabla kuluncun-da şiddetli romatizma ve benzeri ağrılar bulunan bir kimsenin sırtına vurulduğunda makadından hastalık yeli çıkıp giderdi. Bu kişi artık bir daha kulunç ağrısına yakalanmazdı. Anlatıldığına göre Kürt emirlerin­den biri bu tablayı eline almış, neye yaradığını bilememiş, sırtına vu­runca yellenmişti. Bunun üzerine tablayı elinden düşürmüş, tabla kırıl­mış ve artık işe yaramaz olmuştu.

Zümrüt sapa gelince, Selehaddin bunu üç parçaya böldü. Büyük parçasını kadınlarına taksim etti. Diğer parçaları da emirlere dağıttı. Emirlerine dağıttığı şeyler arasında Belhoş[68] taşları, yakut, altın, gü­müş, ev eşyası ve emtialığı da vardı. Artanları da sattı. Tüccarların önde gelenlerini huzruna çağırtıp bu fazla mallan onlara sattı. Artan eşya ve emtianın satışı yaklaşık on sene kadar sürdü. Bu eşyalardan bazı kıy­metli armağanlar Bağdat'ta bulunan halifeye ve ayrıca Melik Nured­din'e de gönderdi. Kendi şahsına bir şey ayırmadı. Aksine payına düşen­leri çevresindeki emir ve komutanlara dağıttı. Nureddin'e gönderdiği hediyeler arasında biri otuzbir miskal, diğeri onsekiz miskal, üçüncüsü de on miskal ağırlığında olan üç belhoş taşı vardı. Rivayete göre Melik Nureddin'e gönderdiği hediyeler arasında bir çok inci parçalan, 60.000 dinar, misli duyulmamış ıtır, ve büyük bir fil ile de merkep vardı. Mer­kep hediyelerle birlikte halifeye de gönderilmişti.» İbn Ebi Tay dedi ki: «Ele geçirilen ganimetler arasında benzeri İslâm ülkesinde görülmemiş kütüphane de vardı ki, bu kütüphanede 2.000 cilt eser vardı. Bundan da­ha acaibi, bu kütüphanede Taberî Tarihi'nden 1.200 nüshanın mevcut oluşuydu.»

Kâtib İmad şöyle demiştir: «Kütüphanede yaklaşık 120.000 cilt eser vardı.»

İbnül-Esir dedi ki: «Bu kütüphanede orjinal el yazması 100.000 cilt kitap vardı ki, bunlan Kadı Fadıl teslim almıştı. Bunlardan seçip beğen­diklerini kendine ayırmıştı. Selahaddin, şimalde bulunan sarayı emir­lere taksim etmiş, onları oraya yerleştirmişti. Babası Necmeddin Ey-yub'u da Haliç'teki büyük bir saraya yerleştirmişti ki bu saraya Lü'lüe sarayı deniyordu. İçinde Kâfuri bostanı bulunuyordu.

Emirlerin çoğunu da Fatımîlere ait evlere yerleştirdi. Buralarda karşılaşılan Türklerin önde gelenlerinin elbiselerini üzerlerinden çekip çıkanyorlar, evlerini de yağmalıyorlardı. Neticede Türkler ülkenin çe­şitli yerlerine dağılıp perişan hale gelmişlerdi.»

Fatımîler 280 küsur sene hüküm sürdüler. Neticede hakimiyetleri yıkıldı ve bu dünyada hiç hüküm sürmemiş gibi oldular. Yerlerinde yel­ler esti. «Sanki orada hiç yaşamamışlardı.» (Hûd, 95).

Fatımîlerin ilk hükümdan Mehdi'dir. Bu, Silmiyeli bir demirciydi. Asıl adı Ubeyd olup Yahudi idi. Mağrip ülkesine girdi ve orada Ubeydul-lah adını takındı. Alevî ve Fatımî bir şerif olduğunu iddia etti. Kendisinin de Mehdi olduğunu söyledi. Bu hadise, hicretin 400. senesinden son­ra olmuştur ki, birçok alim ve tarih bilgini böyle demişlerdir. Biz bu hu­susu önceki kısımlarda teferruatıyla anlatmıştık. Kısaca demek istedi­ğimiz şudur ki:

Bu yalancı ve iddiacı Mehdi'nin uydurması ve iftirası, Mağrip ve Mısır taraflarında revaç buldu. Bazı cahiller onu desteklediler. Böylece devlet ve hakimiyet sahibi oldu. Sonra kendine nisbet ettirerek Mehdiye adım verdiği bir şehir kurma imkânını buldu ve neticede emrine itaat edilen bir hükümdar oldu. Rafıziliğini ilan etti, ama halis ve katıksız küfrü kalbinde sakladı. Kendisinden sonra yerine oğlu Kaim Muham-med, Muhammed'den sonra diğer oğlu Mansur İsmail, İsmail'den sonra diğer oğlu Muiz Muid tahta geçti. Muiz Muid, Fatımîlerden Mısır'a gi­ren ilk hükümdar olmuştur. Kahire tü'1-Muiziy e ve Kasran onun adına inşa edilmiştir. Muiz'den sonra oğlu Aziz Nizar tahta geçti, ondan sonra oğlu Hakim Mansur, ondan sonra oğlu Tahir Ali, ondan sonra oğlu Müs-tansır Muid, ondan sonra oğlu Müstali Ahmed, ondan sonra oğlu Amir Mansur, ondan sonra amcasının oğlu Hafız Abdülmecid, ondan sonra oğlu Zafir İsmail, ondan sonra Faiz İsa, ondan sonra amcasının oğlu Adid Abdullah, tahta geçti ki, Adid Abdullah, Fatimilerin son hükümda­rıdır. Toplam olarak ondört Fatımî hükümdarı hüküm sürmüştür ve bü­tün Fatımîlerin hakimiyeti 200 küsur sene sürmüştür. Emevilerin hü­kümdarlarının sayısı da ondörttür. Ama onların hakimiyet süresi sade­ce seksen küsur senedir. Abbas oğullarının Bağdat'taki hakimiyetleri­nin hicri 656. senede yıkılışından bahsederken bunların adları ile onla­rın adlarını recez bahrine uygun olarak nazmettim.

Fatımî halifeleri en zengin, en zorba, en zalim, en kötü idareli, en murdar niyetli halifelerdi. Onların hakimiyetleri zamanında bid'atler ve çirkinlikler ortaya çıkmış, fesatçılar çoğalmış, yanlarında salih, alim ve abidler azalmıştı. O zamanlarda Şam diyarında Hristiyanlık ve Dür-zilik ile Haşşaşilik çoğalmıştı. Haçlılar da Şam sahillerinin tamamına hakim olmuşlar, nihayet Kudüs, Nablus, Aclun, Gur, Gazze, Askalan, Kerekü'ş-Şevik, Taberiye, Banyas, Sur, Akkâ, Sayda, Beyrut, Sıfd, Trablus, Antakya ve bu yörelere bağlı tüm beldeleri Ayaş ve Sis mıntıka­larını ele geçirmişlerdi. Amid, Urfa, Re'sül-Ayn ve birçok beldeleri istila etmişler, sayılarını ancak Cenâb-ı Allah'ın bildiği miktarda Müslüman­ları öldürmüşler, sayısız Müslüman kadın ve çocukları esir almışlardı. Oysa bütün bu beldeleri sahabiler fethetmişler ve İslâm diyarı haline getirmişlerdi. Müslümanların haddi ve evsafı bilinmeyecek derecede çok ve kıymetli mallarını gasbettiler. Neredeyse Dımaşk'ı da istila ede­ceklerdi. Ama Cenâb-ı Allah orayı korudu. Devletleri yıkılıp hakimiyet­leri sona erdiğinde Aziz ve Celil olan yüce Allah bütün bu beldeleri kendi kerem, rahmet, cömertlik, güç ve kuvveti ile tekrar Müslümanlara iade etti. Arkale adıyla meşhur şair bu hususta şöyle bir şiir okumuştur: «Ali ailesinden sonra hakimiyet, Sadi ailesinden olan hükümdarlarla parladı. Şark mıntıkası, millet için garp mıntıkasını kıskanır oldu. Mısır, Bağdat'a karşı yükselip parladı. Orayı azim ve akıllılıkla, Kılıçların ciğerlere vurulması ile, Ele geçirmiş değildirler. Mısır'daki hatib ve üstad, Firavun ve Aziz gibi değildir.»

Ebu Şâme dedi ki:

«Yukarıdaki şiirde geçen üstad kelimesi ile Kâfur el-İhşidî, Ali aile­siyle de Fatımîler kastedilmiştir. Gerçi Fatımîler, Ali ailesinden değil­dirler, ama kendileri böyle bir iddiada bulunuyorlardı. Aslında onlar Ubeyd'e mensuptular. Ubeyd'in asıl adı ise Said olup Yahudi bir demir­ciydi ki Silmiyeli idi.»

Böyle dedikten sonra Ebu Şame, Fatımîler hakkında imamların söyledikleri sözleri ve onların mezheplerine yöneltilen eleştirileri nak-letmiştir. er-Ravzateyn adlı eserde de bu konuyu ele alırken Fatımîlerin çirkinliklerini, bazı zamanlarda onların açıkça işledikleri küfür fiilleri­ni anlatmıştır ki, onların biyografilerini anlatırken de önceki sayfalarda bazı örnekler sunmuştuk.

Ebu Şâme dedi ki: «Ben bu konuda müstakil bir kitap yazdım. Adını da; Ubeydilerin işledikleri küfür fiilleri, hileler, tuzaklar ve söyledikleri yalanların keşf edilişi koydum.»

Alimler de bu konuda birçok eserler tasnif etmişlerdir. Onların bu yaptıklarına reddiye olarak bir çok kitaplar yazılmıştır. Mesela Kadı Ebu Bekir el-Bakillanî de bu konuda Keşfü'l-Esrar ve Hetkü'l-Estar di­ye bir eser yazmıştır.

Eyyubilerin, Mısır'da yaptıklarını meth eden şairlerden biri şöyle demiştir:

«Ubeyd oğullarının Mısır'daki küfür devletlerini yıktığınız,

Bu mutlaka faziletin ta kendisidir,

Onlar zındık, Şiî, Batınî ve Mecusî idiler.

Onların, salihler arasında asılları yoktur.

Kafirliği içlerinde gizlerler, ama Şiî olduklarını söylerlerdi.

Ki cahillik ve düşmanlıklarını gizlesinler.

Oysa cahillik onların tamamını istila etmişti.»

Bu senede Melik Selahaddin, Mısırlılar üzerindeki ağır vergileri kaldırdı. Buna dair ferman, safer ayının üçünde cuma günü namazdan sonra şahitler huzurunda okundu.

Bu senede Selahaddin'le Melik Nureddin arasında düşmanlık mey­dana geldi. Şöyle ki: Melik Nureddin bu senede sahildeki Haçlı beldele­rine gaza yaptı. Onlara şiddetli darbeler vurdu. Haçlıları kendinden in­tikam almaya dair düşmanca duygulara sahip kıldı. Sonra da Kerek'i muhasara etmeye niyetlendi. Selahaddin'e mektup yazarak Mısır as­kerleriyle birlikte Kerek'e gelmesini ve kendisiyle buluşmasını istedi ki, orada kuvvetlerini birleştirsinler, Müslümanlara yararlı işler yapsın­lar. Selahaddin, bundan şüphelendi. Bunu yaptığı, yani Kerek'e gittiği taktirde Mısır'daki hakimiyetinin yıkılmasından korktu, ama buna rağmen askerleriyle birlikte yola koyuldu ki, emre itaat etmiş olsun. Birkaç gün gittikten sonra binek azlığını bahane ederek geri döndü. Mı­sır'dan uzaklaştığı takdirde işlerin bozulmasından korktu, Melik Nu-reddin'e haber salarak özür diledi. Melik Nureddin de ondan şüphelen­di. Ona şiddetle gazaplandı. Mısır'a girip orayı Selahaddin'in elinden alıp oraya başkasını tayin etmeyi kararlaştırdı. Bu haber Selahaddin'e ulaşınca Selahaddin sıkıntıya düştü. Durumu emirlerin ve önde gelen büyüklerin huzurunda anlattı. Kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer ileri atılıp «Nureddin üzerimize gelecek olursa vallahi onunla savaşırız» de­di. Selahaddin'in babası Necmeddin Eyyub ona sövdü ve onu susturdu. Sonra da oğlu Selahaddin'e şöyle dedi:

«Sana diyeceklerimi dinle! Vallahi burada benden ve dayın Şeha-beddin el-Harimî'den sana daha çok acıyan ve seni düşünen başka bir kimse yoktur. Nureddin'in buraya geldiğini görecek olursak mutlaka koşup huzurunda yer öperiz. Diğer komutan ve askerler de böyle yapar­lar. Seni bir seyisle boynuna bir ip bağlayarak kendisine göndermem için bana mektup yazacak olursa, mutlaka emrini yerine getiririm.» Bu konuşmayı yaptıktan sonra Necmeddin Eyyub oradakilerin meclisi ter-kedip gitmelerini emretti. Oğlu Selahaddin'le başbaşa kaldığında ona şöyle dedi:

«Senin hiç akim yok mu? Bu tür sözleri bu gibi adamların yanında söylüyorsun. Ömer de az önce söylediği sözleri sarfettiğinde sen onayla­dın. Bu durumda Nureddin'in tek düşüncesi buraya gelip seninle savaş­mak, diyarımızı ve evlerimizi yıkmak olacaktır. Askerlerin tamamı Nu-reddin'i görecek olurlarsa hepsi onun yanına giderler. Hiçbiri senin ya­nında kalmaz. Ama sen Nureddin'e mektup yaz. Ondan merhamet dile, ona karşı boyun eğ ve de ki: Sultanımızın, efendimizin buraya benimle savsamaya gelmeye ne ihtiyacı var. Sen bana seyis gönder. Boynuma ip bağlasın, huzuruna geleyim.»

Nureddin, Selahaddin'in böyle dediğini duyunca ona karşı kalbi yumuşadı, üzerine gitmekten vazgeçti. Başka işlerle uğraştı. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.

Nureddin'in memleketinin sınırları genişlediği için bu senede he-vadi güvercinleri (posta) edindi. Çünkü Nube sınırından Hemedan sını­rına kadar olan mıntıkalara sahip olmuştu. Arada sadece haçlı beldeleri vardı. Bütün bu yöreler onun hakimiyeti altında idi. Hakimiyeti altında olmayan yerlerin reisleri ve melikleri ise onunla sulh içindeydiler. Bu sebeple her kalede haberleri ve mektupları en kısa sürede hedefe ulaştı­racak güvercinler bulundurdu. Kadı Fadıl "Güvercinler hükümdarların melekleridir» derken ne güzel demiş. Katip İmad da bu konuda uzun uzadıya sözler sarfetmiş, hayret verici, coşturucu ve garip ifadeler kul­lanmıştır. [69]

 

Hicretin Beşyüzaltmışyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Abdullah B. Ahmed

 

Abdullah b. Ahmed b. Ahmed b. Ahmed Ebu Muhammed b. Haşşab. Kur'an okudu, hadis dinledi, nahiv ilmiyle meşgul oldu. Nihayet bu ko­nuda kendi zamanının insanlarının önderi oldu. Abdülkahir eî-Cürcanî'nin el-Cümel adlı eserini şerh etti. Salih, takva sahibi bir kim­seydi. Nahivciler arasında eşine ender rastlanan bir alimdi. Bu senenin şaban ayında vefat etti. İmam Ahmed b. Hanbel'in mezarına yakın bir yere defnedildi. Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve ona «Allah sana nasıl muamele etti?» diye sormuş, o da şu cevabı vermiş­ti:

«Allah, beni bağışladı ve beni Cennet'e koydu. Yalnız benden ve ilimleriyle amel etmeyip sadece söz söyleyen bir grup alimden yüz çevir­di.»

İbn Hallikan dedi ki: «Abdullah b. Ahmed yemesinde ve içmesinde tekellüfden uzak dururdu. Doğanla ve batanla ilgilenmezdi.» [70]

 

Muhammed B. Muhammed B. Muhammed

 

Künyesi Ebü'l-Muzaffer ed-Devî'dir. Gazzalî'nin öğrencisi Muham­med b. Yahya'dan fikıh dersleri aldı. Bağdat'ta münazaralar yaptı. Vaaz verdi. Eş'arî mezhebine mensuptu. Hanbelîleri eleştirirdi. Bu senenin ramazan ayında vefat etti. [71]

 

Nasır B.Cevnî

 

Sofi idi. Hadis derlemek amacıyla yaya olarak çeşitli beldelere gi­derdi. Bu senede Bağdat'ta vefat etti.

Ebu Şâme dedi ki: Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Nasrullah Ebü'l-Futuh da bulunmaktadır. [72]

 

Nasrullah B. Abdullah Ebü'l-Futuh

 

İskenderiyelidir. Ibn Kalakis adıyla meşhur olmuştur. Ayzap'ta ya­şamış olup şairdir. Bu senede kırkbeş yaşındayken vefat etmiştir. [73]

 

Şeyh Ebubekir

 

Asıl adı Yahya b. Sadun el-Kurtubî'dir. Musul'a yerleşmiştir. Kurrâ ve nahivci idi.

Ebu Şâme dedi ki: «Bu senede Selahaddin'in oğulları Aziz ve Zahir doğdular. Mansur ve Muhamed b. Takiyyüddin Ömer de bu senede doğ­dular.» [74]

 

Hicretin Beşyüzaltmışsekizinci Senesi

 

Bu senede Melik Nureddin, Muvaffak Halid b. Kayseranî'yi elçi ola­rak Selahaddin'e gönderdi ki Selahaddin, Mısır diyarının gelir ve gider hesaplarını çıkarsın. Çünkü Nureddin, Selahaddin'in kendisine halife Adid'in hazinelerinden alıp gönderdiği hediyeleri az bulmuştu. Amacı, yıllık olarak Mısır diyarından sürekli alınacak bir haraç koymaktı.

Bu senede Selahaddin, Kerek ve Şevik'i muhasara etti. Buraların ahalisini sıkıştırdı. Buralara bağlı birçok yerleri tahrip etti ama bu se­nede buraları ele geçiremedi.

Bu senede Haçlılar ekinleri tahrip etmek için Şam'da toplandılar. Samsekin'e kadar ulaştılar. Orada karşılarına Nureddin çıktı. Onlar da Gur'a, sonra Sevad'a, sonra da Şelaleye kaçtılar. Nureddin peşlerinden Taberiye'ye kadar bir müfreze gönderdi. Bu müfreze oraları altüst etti. Bazılarını öldürüp bazılarını esir aldı. Ganimet elde ederek salimen geri döndü. Haçlılar da kayıp ve ziyan içinde geri döndüler.

Bu senede Sultan Selahaddin, kardeşi Şemsü'd-Devle Nurşah'ı No-be ülkesine gönderdi. Orayı fethettirdi. Şemsü'd-Devle Nurşah Nobe kalesini istila etti. Buranın İbrim denilen bir kalesi vardı. Şemsu'd-Dev-le Nurşah buraların az gelirli ve alman haracın masraflarını karşılama­yacak derecede bakıma muhtaç bir belde olduğunu görünce, İbrim kale­sinde ibrahim admda Kürt bir komutam halef bıraktı. Boşta gezer bazı kürtleri de onun yanma verdi. Oradaki kürtlerin mallan çoğaldı. Du­rumları düzeldi. Etrafa baskınlar yapmaya ve ganimetler elde etmeye başladılar. Bu senede Selahaddin'in babası Necmeddin Eyyub b. Şadı atından düşüp vefat etti. Meşhur şahsiyetlerin vefatından bahsederken bu zatın biyografisini anlatacağız.

Bu senede Melik Nureddin, Selçuklu hükümdarı İzzeddin Kılıçarslan Mes'ud b. Kılıçarslan b. Süleyman'ın ülkesine gitti. Oradaki eksik­likleri giderdi. Harap olmuş yerleri onardı. Sonra yoluna devam edip ilerledi. Maraş ve Besni'yi fethetti. Buralarda güzel işler yaptı.

Kâtip İmad dedi ki: «Bu senede fakih, büyük İmam Kutbeddin en-Nisaburî, Melik Nureddin'in yanma geldi. Bu, zamanının emsalsiz faki-hi idi. Nureddin onun gelişine sevindi ve onu Halep'te Babü'I-Irak med­resesine yerleştirdi. Sonra onu Dımaşk'a getirdi. Kutbeddin en-Nisaburî, Şeyh Nasr el-Makdisî adıyla bilinen Garbiye Camii'nin zayi-vesinde ders vermeye başladı. Sonra Haruk medresesine geçti. Sonra Melik Nureddin, Şafiîler için büyük bir medrese yaptırmaya başladı. Ancak bundan önce ecel onu yakaladı.»

Ebu Şame dedi ki: «Nureddin'in yaptırmağa başladığı medrese, Adiliye tülke bire adlı medresedir ki bundan sonra adil hükümdar Ebu Bekir b. Eyyub orayı yaşattı.»

Bu senede Şihabeddin b. Ebu Asrun Bağdat'tan döndü. Mısır diya­rında Abbasiler adına hutbe okunmasına dair görevi yerine getirmişti. Beraberinde de hilafet fermanı vardı ki bu ferman, Derb-i Harun ile Sa-rifeyn'in, Nureddin'e ikta olarak verildiğini beyan ediyordu. Buralar da­ha önceleri Nureddin'in babası İmadüddin Zengi'ye aitti. Nureddin, Bağdat'ta Dicle kıyısında bir medrese yaptırmak ve Derb-i Harun ile Sa-rifeyn'i buralara vakfetmek istedi. Ancak bu isteğini yerine getirmesine kader engel oldu.

Bu senede Harezm taraflarında Sultanşah ile düşmanları arasında birçok savaş cereyan etti. İbnü'1-Esir ile İbnu's-Saî bu savaşları detaylı olarak anlatmışlardır.                                    - -

Bu senede Ermeni hükümdarı Melih b. Leon, Rum askerlerini hezi­mete uğrattı. Onlardan çok ganimetler elde etti. Melik Nureddin'e çok miktarda mal ve para ile Rum askerlerinin büyüklerinden otuz kadar kişinin başım gönderdi. Nureddin de bunları halife Müstedi'ye gönder­di.

Bu senede Selahaddin, Takiyyüddin Ömer b. Şahinşah'ın kölesi Karakuş komutasında bir müfrezeyi İfrikiye ülkesine gönderdi. Bu müfreze İfrikiye'nin birçok yerlerini ele geçirdi. Ele geçirdiği yerler ara­sında Trablusgarp ile başka birçok şehir daha vardı.q[75]

 

Hicretin Beşyüzaltmışsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Türk Atabeği İldeniz

 

Azerbaycan ve diğer bazı beldelerin valisi idi. Kemal es-Semire-mi'nin kölesi olup Sultan Mahmud'un vezirliğini yapmıştır. Sonra mertebesi yükseldi. Azerbaycan, Cebel ve diğer beldelere sahip oldu. Adalet­li, insanı, yürekli, halka iyi muamele eden bir kimseydi. Bu senede He-medan şehrinde vefat etti. [76]

 

Emir Necmeddin Ebu'ş-Şükr Eyyub B. Sadi

 

Emir Necmeddin Ebü'ş-Şükür Eyyup b. Sadi b. Mervan. Bazıları bu silsileye Yakub adını da eklemişlerdir. Ama cumhur-u ulemaya göre Sadî'den sonra bunların nesebine eklenecek başka bir isim yoktur. Bun­dan daha garibi şudur ki, bazıları bunların son Emevi halifesi Mervan b. Muhammed sülalesinden olduklarım iddia etmişlerdir ki, bu doğru de­ğildir. Bu iddianın kendisine nisbet edildiği kişi Ebül-Fida İsmail b. Tuğtekin b. Eyyub b. Sadi'dir ki bu, İbn Seyfü'l-îslam adıyla tanınır. Ba­basından sonra Yemen'e hükümdar olmuş, kendini büyük bir kişi ola­rak görmüş, halifelik iddiasında bulunmuş, İmam el-Hadi Bi-Nurillah lakabını takınmıştı. Kendisi de bu huusta şöyle bir şiir yazmıştı:

«Ben, halife Hadi'yim.

Zorbaların boyunlarına rahvan atlarla basanım. Bağdat'ın dört bir yanını kat etmem gerekiyor. Güneşin dolular üzerine yayılışı gibi oraya yayacağım. Beyraklarımı Bağdat'ın yükseklerine dikeceğim. Dedemin orada kurduğu şeyleri canlandıracağım. Orada her minber üzerinde adıma hutbe okunacak. Alçak ve yüksek her yerde Allah'ın emrini yücelteceğim.»

Ebü'1-Fida İsmail b. Tuğtekin'in bu iddiası doğru olmayıp asılsız­dır, mutemed değildir. Dayanağı da yoktur. Kısaca demek istediğimiz şudur ki: Emir Necmeddin, kardeşi Esedüddin Şirkuh'tan daha yaşlıy­dı. Musul diyarında doğdu. Emir Necmeddin, şecaatli ve yürekli bir kimseydi. Muhammed b. Melikşah'm huzurunda bulundu. Muhammed b. Melikşah onda şehamet, güvenilirlik ve atılganlık gördü. Onu Tikrit kalesine tayin etti. O da orada adaletle hükmetti. İnsanların en cömerdi ve alicenabı idi. Sonra Melik Mes'ud, Tikrit kalesini Irak şahnesi Müca­hidüddin Nehruz'a ikta olarak verdi. O da orada hüküm sürmeye devam etti. Zamanın birinde Karaca es-Sakî'nin karşısında hezimete uğrayıp dönmekte olan İmadüddin Zengi onun yanma uğradı. Emir Necmeddin onu Tikrit kalesinde barındırdı. Kusursuz bir şekilde hizmet etti. Yara­larını tedavi etti. Emir Necmeddin de onun yanında onbeş gün müddetle ikamet etti. Sonra kendi beldesi Musul'a gitti.

Necmeddin Eyyub, daha sonra Hristiyan bir adamı cezalandırıp iş­kence edince Hristiyan onu öldürdü. Bir rivayette anlatıldığına göre onu kardeşi Esedüddin Şirkuh öldürmüştü ki bu, İbn Hallikan'm anlattığı­na ters düşmektedir. Çünkü İbn Hallikan şöyle demiştir:

«Hizmetçi cariyelerden biri geri döndü ve kale kapısındaki komuta­nın kendisine saldırdığını söyledi. Esedüddin de dışarı çıkarak komuta­na bir mızrak darbesi vurarak onu öldürdü. Bunun üzerine kardeşi Nec­meddin de onu hapsedip Mücahidüddin Nehruz'a durumu bildiren bir mektup yazdı. Mücahidüddin Nehruz da ona şu cevabi mektubu gönder­di:

«Babanıza hizmet borçluyum, -çünkü babaları onu kendi oğlu Nec­meddin Eyyub'tan önce .bu kalede naib olarak görevlendirmişti- Bunun için size kötü muamele etmek istemiyorum. Ancak kalemden çıkıp gi­din.»

Nehruz kişini de kalesinden çıkarıp kovdu.

Kaleden çıktıkları gece Necmeddin Eyyub'un Melik Nasır Selahad­din Yusuf adındaki oğlu doğdu. «Beldemi ve vatanımı kaybettiğim bir gecede doğan bu çocuğum uğursuzdur» deyince yanındakilerden biri kendisine şu cevabı verdi: «Görüyoruz ki bu çocuğu uğursuz sayıyorsun ne biliyorsun belki de bu anlı şanlı bir hükümdar olacaktır?» Gerçekten de o adamın dediği çıktı.

Necmeddin Eyyub ile Esedüddin, Nureddin'in babası İmadüddin Zengi'nin hizmetinde bulundular. Sonra her ikisi onun yanında merte­be sahibi olup makam ve itibarları yükseldi. Nureddin, Necmeddin Ey-yub'u Baalbek valiliğine atadı. Esedüddin de onun büyük komutanla­rından biri oldu. Necmeddin Eyyub, Baalbek şehrini teslim aldıktan sonra orada uzun bir süre kaldı. Orada oğullarının çoğu doğdu. Sonra da -önceki sayfalarda anlattığımız gibi- Mısır diyarına girdi ve bu senenin, yani hicri 568. senenin zilhicce ayında atından düştü ve sekiz gün sonra yani zilhicce ayının yirmiyedinci gününde vefat etti. O esnada oğlu Sela­haddin uzakta, Kerek şehrini muhasara etmekle meşguldü. Babasının Ölüm haberini duyunca, uzakta olmasından dolayı cenaze merasimine katılamayacağına üzüldü. Babasının ölümüne yanıp tutuştuğuna, hü-zünlendiğine dair şu şiiri okudu:

«Yokluğumda ölüm pençesi onu yakalıyor. Orada hazır olsaydım ne yapabilirdim? Sanki?»

Necmeddin Eyyub, çokça namaz kılan, sadaka veren, cömert, övgü­ye layık, âlicenab bir kimseydi.

İbn Hallikan dedi ki: «Mısır diyarında onun bir hankâhı, bir mesci­di, Kahire'nin Babü'n-Nasır dışında bir de kanalı vardı. Burasını hicre­tin 566. senesinde vakfetmişti.»

Ben derim ki: Necmeddin Eyyub'un Dımaşk'ta da Necmiye adıyla bilinen bir hankâhı vardı. Oğlu Selahaddin Kerek'e gitmek üzere Mısır diyarından ayrıldığında onu naib olarak tayin etmiş, hazinelerin başına geçirmişti. O, insanların en cömertlerindendi. İmad ve diğer bazı şairler onu övmüşler, vefatı sebebiyle de onun için birçok mersiyeler yazmışlar­dı. er-Ravzateyn adlı eserde Şeyh Ebu Şâme bunları detaylı olarak nak-letmiştir. Vefat ettikten sonra Necmeddin Eyyub, hükümet sarayında kardeşi Esedüddin'in yanına defnedildi.Sonra ikisinin naaşı hicretin 580. senesinde Medine'ye nakledildi. Her ikisi de Musul'u Cemal Ağdin adındaki vezirin türbesine defnedildiler. Çünkü bu vezir sağlığında Ksedüddin Şirkuh ile kardeş olmuştu. Bu türbe ile Peygamber Mescidi arasında sadece onyedi zira'lık bir mesafe vardır. Her iki kardeş de bu türbeye defnedildiler.

Kbu Şâme dedi ki: «Bu senede Rafizilerin ve nahivcilerin meliki ve­fat etti.» [77]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/434-436.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/436-437.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/437.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/437-438.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/439.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/439.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/440.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/440.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/440.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/440-441.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/441.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/441.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/441.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/442-443.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/444.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/444.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/444.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/445.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/445.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/446.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/446-447.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/447.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/447-448.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/448-449.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/449.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/449-450.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/451.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/452.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/452.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/452-453.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/453.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/453.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/453-454.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/454-455.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/455.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/455.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/456.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/456-457.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/457-458.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/458.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/458.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/458.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/458-459.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/459.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/459.

[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/459.

[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/460.

[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/460.

[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/460-463.

[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/463-464.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/464.

[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/464-465.

[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/465-466.

[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/466-467.

[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/467.

[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/467.

[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/468.

[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/468.

[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/468-470.

[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/470.

[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/470-471.

[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/471-473.

[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/473.

[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/473.

[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/474.

[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/474.

[68] Belhoş: Bir nevi cevher ki, bir Türk ili olan Belahşan'da bulunur.

[69] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/474-481.

[70] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/480.

[71] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/481.

[72] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/481-482.

[73] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/482.

[74] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/482.

[75] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/482-483.

[76] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/483-484.

[77] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/484-486.