Hicretin Beşyüzellidördüncü Senesi
Hicretin Beşyüzellidördüncü Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Sultan Muhammed B. Mahmud B. Muhammed B. Melikşah
Hicretin Beşyüzellibeşinci Senesi
Müstencid Bîllah Ebü'l-Muzaffer Yusuf B. Muktefî'nin
Halifeliği
Melîkşah B. Sultan Mahmud B. Muhammed B. Melikşah
Kaymaz B. Abdullah El-Erguvanî
Hicretin Beşyüzellibeşinci Senesinde Vefat Eden Diğer
Meşhur Şahsiyetler
Hicretin Beşyüzellialtıncı Senesi
Hicretin Beşyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Hicretin Beşyüzelliyedinci Senesi
Hicretin Beşyüzelliyedinci Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Hicretin Beşyüzellisekizinci Senesi
Hicretin Beşyüzellisekizinci Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Ebu Muhammed Abdülmü'min B. Ali
Hicretin Beşyüzellidokuzuncu Senesi
Hicretin Beşyüzellidokuzuncu Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Hicretin Beşyüzaltmışıncı Senesi
Hicretin Beşyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Hicretin Beşyüzaltmışbirinci Senesi
Hicretin Beşyüzaltmışbirinci Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Hicretin Beşyüzaltmışikinci Senesi
Esedüddîn Şirkuh'un İskenderiye'yi Fethi
Hicretin Beşyüzaltmışikinci Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Hicretin Beşyüzaltmışüçüncü Senesi
Hicretin Beşyüzaltmışüçüncü Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Hicretin Beşyüzaltmışdördüncü Senesi
Selahaddin'in Giydiği Hilatın Evsafı
Hicretin Beşyüzaltmışdördüncü Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Sadullah B. Nasr B. Said Ed-Dücacî
Muhammed B. Abdullah B. Abdülvahid
Hicretin Beşyüzaltmışbeşinci Senesi
Hicretin Beşyüzaltmışbeşinci Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Melik Kutbeddin Mevdud B. Zengi
Hicretin Beşyüzaltmışaltıncı Senesi
Hicretin Beşyüzaltmışaltıncı Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Hicretin Beşyüzaltmışyedincî Senesi
Ubeydîlerin Son Halifesi Adid'ın Vefatı
Hicretin Beşyüzaltmışyedinci Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Muhammed B. Muhammed B. Muhammed
Nasrullah B. Abdullah Ebü'l-Futuh
Hicretin Beşyüzaltmışsekizinci Senesi
Hicretin Beşyüzaltmışsekizinci Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Emir Necmeddin Ebu'ş-Şükr Eyyub B. Sadi
Yahya b. Selame b.
Hüseyin. Künyesi Ebu Fadl'dır. Şafiî mezhebine mensuptur. Hasankeyf lidir.
Fıkıh ve edebiyatın çeşitli kollarında önder bir alimdi. Nazımda ve nesirde
usta idi. Yalnız aşırı derecede Şiî olduğu söylenir. İbnül-Cevzî onun
nazımlarından birkaç parça naklet-miştir. Şöyle ki:
«Veda gününde ciğerimi
paylaştılar.
Onlar gittikten bu
yana artık ciğerim yoktur.
Kirpiklerimin üzerinde
yollarına gittiler.
İç organlarımın
üzerinde mola verdiler.
Gözlerimin suyunu
içtiler.
Göz yaşlarım akıp
tükendi.
Ciğerim yaralandı.
Hastalığım da onlar
tarafından açığa vuruldu.
Aşk ateşim devamlı
yanıyor.
Gözlerim kan ağlıyor.
Gözlerimin uykuyla
alakası kalmamış,
Onlardan salınarak
yürüyen bir ceylan bana doğru geldi.
Salınarak gelen o
ceylan ne güzeldir.
Kılıcı kınından
sıyrılmıştır. Köşkü parlak ve cilalıdır. Yanakları gül pembedir.
Şafaklarına gelince
onlarda yanaklarının kızarıklığı üzerine dökülmüştür.
Saçları kıvırcık olup
akrep iğnesi gibi ve terden ıslaktır.
Nefesi ve tükürüğü
misk ve şarap gibidir.
Ön dişleri de dolu
tanecikleri andırır.
Ayakta iken gerisi onu
düğümler.
İç organlarının da bir
kısmı ayakta bir kısmı oturmaktadır.
Boyu ve endamı ban
ağacının dalı gibidir.
Doğruca ve eğiklik
olmaksızın salınır.»
Bu şiir gerçekten çok
uzundur. Yahya b. Selâme bu şiiri tamamladıktan sonra bu defa da Ehl-i Beyt'i
ve oniki imamı övmeye başlıyor. Şöyle ki:
«Bana Ehl-i Beyt
sevgisini soran kişi!
Ben bu sevgiyi ilan
ederek mi açıklayayım yoksa inkâr mı edeyim?
Heyhat! Onların
sevgisi benim etime ve kanıma karışmıştır.
Bu sevgi hidayet ve
doğru yoldur.
Haydar (Hz. Ali) ondan
sonra Hasan ve Hüseyin,
Sonra Ali ve oğlu
Muhammed,
Cafer Sadık ve onun
oğlu Musa,
Musa'dan sonra Seyyid
Ali.
Mirzayı kastediyorum.
Sonra Rıza'm oğlu
Muhammed'i,
Sonra Ali ve oğlu
Müsedded,
İkinci Hasan, Peşisıra
Muhammed b. Hasan el-Müftekid,
Bunlar benim imamlarım
ve seyyidlerimdir.
Bütün topluluklar beni
kınasalar ve fikrimin yalnız olduğunu söyleseler de,
Bunlar çok yüce ve kerem
sahibi imamlardır.
Adları öteden beri
sıralanıp gelmektedir.
Bunlar, Allah'ın
kullarına karşı hüccetleridir.
Bunlar, Allah'a giden
yoldur.
Bunlar, öyle bir
kavimdir ki, yüksek şeref ve fazilet sahibidirler.
Müşrikler de, tevhid
erbabı da bunları tanır.
Bunlar, öyle bir
kavimdir ki her yerde şehitlikleri vardır.
Hatta bütün yüreklerde
şehitlikleri vardır.
Bunlar Mina'nın
Meş'a-i Haram'm, Müzdelife'nin Safa ve Mer-ve'nin, Mescid-i Haram'm,
Sahipleri olan bir
kavimdirler.
Mekke, Abtah, Hayf,
Mescidi Cum'a ve
Baki-i Gerkad,
Kendilerine
aitdirhep.»
Bundan sonra da Hz.
Hüseyin'in şehid edilmesini yumuşak ifadelerle anlatmaya başlar:
«Ey Mustafa'nın Ehl-i
Beyti, Ey benim dayanaklarım, Ey sevgilerine yanıp itimad ettiğim kimseler!
Yarın beni Allah'a
ulaştıracak vesilelersiniz.
Artık nasıl korkarım?
Ben size dayanırım.
Dostunuz ebediyet
cennetinde sürekli diridir.
Size zıt olanlarsa
çılgın alevli ateşte ebedi kalacaktır.
Ben başkalarına öfke
duyarak sizi seven değilim.
Aksi takdirde sizin
yüzünüzden bahtsız olurum mutlu olamam
Bir Rafızî, ya da
fesatçı Haricî,
Sanmasın ki ben
kendisine muvafakat edeceğim.
Muhammed (s.a.v.),
ondan sonraki halifeler,
Gördüğüm kadarıyla
Allah'ın yaratıklarının en üstünleridirler.
Onlar, bizim için
dinin kurallarını koydular,
Onlar, dinin
temellerini kurup sağlamlaştırdılar,
Ahmed'in ashabına
hiyanet edenler,
Ahiret gününde hasım
olarak Ahmed'i karşılarında bulurlar.
Benim itikadım budur.
Buna sarılın ki kurtuluşa eresiniz.
Benim yolum budur. Bu
yola girin ki doğru yola eresiniz.
İmam Şafiî'nin
mezhebi, mezhebimdir.
Çünkü onun kavilleri
sağlamdır.
Usulde ve füruda ona
uydum.
Mürşid olan öğrenci ve
talip bu hususta bana uysun.
Allah'ın izniyle ben
yarışı kazanan ve kurtuluşa eren kimseyim.
Zalim, sonrada fesatçı
başa gelse de ben kurtuluşa ererim.»
Şu şiirde Yahya b.
Selâme'ye aittir:
«Malım azaldığında
beni sabırsız, çok üzülen, Öfkesinden parmağını ısıran biri olarak göremezsin.
Cenâb-ı Allah bana yeniden nimet verdiğinde hatta bütün insanlara verileni
bana verdiğinde de beni şımarmış olarak göremezsin.» [1]
Bu senede halife
Muktefî, ağır bir hastalığa yakalandı. Sonra iyileşip şifa buldu. Bu sebeple
Bağdat şehri günlerce süslendi. Halifenin kendisi de çok miktarda sadaka
dağıttı.
Bu senede Abdülmü'min,
Mehdiye şehrini Haçlıların elinden geri aldı. Bunlar, Mehdiye şehrini
müslümanlarm elinden hicretin 403. senesinde almışlardı.
Bu senede Abdülmü'min,
Mağriplilerden çok sayıda adam öldürdü. Öyleki Öldürülenlerin kemikleri büyük
bir tepe meydana getirdi.
Bu senenin safer
ayında Irak'ta iri taneli dolu yağdı. Her bir dolu tanesi yaklaşık beş ntıl
ağırlığındaydı. (bir ntıl 462 gramdır), bazı dolu taneleri de dokuz Bağdat
rıtlı ağırlığındaydı. Bu yüzden çok miktarda ürünler ve ekinler telef oldu.
Halife, Vâsıt şehrine
gitti. Çarşıyı dolaştı. Camiini gördü. Dolaşma esnasında atından düştü, alnı
yaralandı, sonra iyileşti.
Bu senenin rebiyülahir
ayında Dicle'nin suyu çok fazlalaştı. Bu yüzden Bağdat'ın birçok yerleri sular
altında kaldı. Öyle ki evlerin çoğu bu sular içinde tepecikler görünümünü
verdiler. Ahmed b. Hanbel'in türbesi sular altında kaldı. O mıntıkadaki
mezarlar sular altında kaldılar. Ölüler su üzerinde yüzer oldular.
İbnü'l-Cevzî böyle demiştir.
Bu senede hastalık ve
ölümler çoğaldı
Bu senede Bizans
imparatoru büyük bir orduyla Şam üzerine hücuma geçti. Cenâb-ı Allah onu kayıp
ve ziyan içinde geri çevirdi. Çünkü askerlerinin azıkları azalmıştı.
Müslümanlar onun kızkardeşinin oğlunu esir aldılar. Allah'a hamd olsun. Bu
senede Kaymaz el-Erguvanî insanlara haccettirdi. [2]
Ahmed b. Mealî Bereke
el-Harbî. Ebü'l-Hattab el-Kelvezanî el-Hanbelî'den fikıh dersleri aldı. İlimde
yükseldi. Münazara yaptı. Ders ve fetva verdi. Bundan sonra da Şafiî mezhebine
geçti. Fakat bir süre sonra tekrar Hanbelî mezhebine geri döndü. Bağdat'ta
vaizlik yaptı. Bu senede vefat etti. Deve üzerinde dolaşmaktayken devesi dar
bir mekâna girdi. Eğerin kavisli tümsek kısmı göğsüne saplandı ve bu yüzden
öldü. [3]
Sultan Muhammed,
Bağdat'ı kuşattıktan sonra Hemedan'a döndüğünde vereme yakalandı ve
kurtulamadı. Bu senenin zilhicce ayında bu hastalıktan vefat etti. Vefat
etmeden birkaç gün önce bütün mal ve mülkünün kendisine gösterilmesini
emretti. Kendisi de balkonda oturmaktaydı. Ayrıca bütün askerler de önünden
geçip resmi geçit yaptılar.
Bütün malları,
köleleri, cariyeleri, gözdeleri kendisine arzedildi. Ağlamaya ve şöyle demeye
başladı.
«Bu askerler Rabbimin
emrine karşı bana bir miskal ağırlığınca fayda veremiyorlar. Ölümü benden
savamıyorlar. Ömrümü bir an dahi uzatamıyorlar». Sonra halife Muktefi'ye ve
Bağdatlılara yaptığı haksızlıkları, onları kuşatma altına alışım, onlara
eziyet edişini hatırlayıp pişman oldu. Bütün bunlara teessüf edip şöyle dedi:
«Bu hazineler, mallar, mücevherler eğer benim için fidye olarak Ölüm meleği
tarafından kabul edilecek olsa tamamım ona veririm bu cariyeler, bu güzel
gözdeler, köleler eğer benim için fidye olarak kabul edilecek olsaydı, bunları
da Azrail'e bağışlardım.» Böyle dedikten sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu:
«Malım bana fayda
vermedi, gücüm de kalmadı.» (el-Hâkka, 28).
Bundan sonra
mallarının mülklerinin çoğunu sadaka olarak dağıttı. Vefat etti. Geride küçük
yaşta bir erkek evlat bıraktı. Askerler ve emirler gidip Musul'da zindan da
bulunan amcası Süleymanşah b. Mu-hammed b. Melikşah'ı zindandan çıkardılar.
Tahta oturtup sultan yaptılar. Bağdat ve Irak dışında o yörelerde minberlerde
onun adına hutbe okundu. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah
daha iyi bilir. [4]
Bu senede halife
Muktefi Bi-Emrillah vefat etti. Halife Muktefi'nin asıl adı Ebu Abdillah b.
Müstazhir Billah'tır. Bu zat teraki hastalığı denen ve gerdan ile omuz kemiği
arasında meydana gelen bir ağrıdan veya başka bir rivayete göre boğazından
çıkan bir çıbandan ötürü bu senenin rebiyülevvel ayının ikisinde pazar gecesi
altmışaltı yaşım tamamlamaya yirmisekiz gün kala vefat etti. Hilafet sarayına
defnedildi. Sonra türbesine nakledildi. Yirmidört sene üç ay yirmialtı gün
süreyle halifelik yapmıştı. Şehametli, şecaatli, atılgan, işleri bizzat kendisi
yürüten, savaşlara da para veren bir kimse idi. Irak'ta sultanlardan bağımsız
olarak Deylemlilerin iktidara gelişinden kendi zamanına kadar yalnız başına
hüküm süren halife odur. Hilafet otoritesini kurdu. Askerlere ve ümeraya hakim
oldu. Babası ile şu müşterek özelliklere sahib oldu: O da babası gibi teraki
hastalığı yüzünden vefat etti. O da rebiyülevvel ayında vefat etti. Sultan
Muhammedşah onun ölümünden üç ay önce vefat etmişti. Sultan Mahmud da babası
Müstazhir'den üç ay önce vefat etmişti. Babası Bağdat'ın sular altında
kalmasından bir sene sonra vefat etmişti. Kendisi de aynı olayın ikinci
yıldönümünde vefat etmişti.
Afif en-Nasih dedi ki:
Rüyada birinin şöyle dediğim gördüm: «Üç tane (hı) harfi bir araya geldiğinde
Muktefi Ölecektir (yani beşin arapçası olan hams kelimesinin hı harfi, ellinin
arapçası olan hamsin kelimesinin hı harfi ve 500'ün arapçası olan hamsemie
kelimesinin hı harfi) rüyadaki adam Muktefî'nin hicri 555. senede vefat
edeceğini söylemişti. [5]
Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi babası vefat edince bu senenin rebiyülevvel ayının ikisinde
pazar sabahı halifeliğine bey'at edildi. Önce Abbasilerin eşrafi, sonra vezir,
kadılar, alimler, ümerâ ona beyat-lerini sundular. O zaman kendisi kırkbeş
yaşındaydı. Salih bir adamdı. Uzun süreden beri babasının veliahdı idi. Sonra
babasının vefatı sebebiyle taziyetleri kabul etmeye başladı. Cuma günü hutbede
halife olarak kendisinin adı anılınca dirhemler ve dinarlar, dinleyicilerin
üzerine saçıldı. Babasının vefatından sonra onun hilafete geçmesine müslüman-lar
sevindiler.
Müstencid Billah,
Vezir îbn Hübeyre'yi makamında bıraktı ve Ölünceye kadar bu görevde kalacağını
ona vaad etti. Kadilkudat İbn ed-Damiganî'yi azledip yerine Ebu Cafer b.
Abdülvahid'i atadı. Ebu Cafer yaşlı bir alim olup hadis dinlemesi ve rivayeti
vardı. Kûfe'de hakimlik görevine başladı. Sonra bu senenin zilhicce ayında
vefat etti.
Bu senenin şevval
ayında Bab-ı Hemedan'da Türkler, Süleyman Paşa'ya karşı ittifak kurdular ve
Arslanşah b. Tuğrul adına hutbe okuttular.
Bu senede Mısır Fatımî
halifesi Faiz de vefat etti. [6]
Ebü'l-Kasım İsa b.
İsmail ez-Zafir. Bu senenin safer ayında onbir yaşında vefat etti. Ömrünün altı
sene iki aylık kısmım halifelikte geçirmişti. Kendisi küçük olduğu için devlet
idaresini Ebü'l-Ğarat yürütmüştü. Faiz'in vefatından sonra Fatımîlerin son
halifesi Adid Ebu Mu-hammed Abdullah b. Yusuf b. Hafiz hilafete geçti. Bunun
babası halife değildi. Adid, hilafete geçtiği günde henüz buluğa ermişti.
Memleket idaresini salih bir melik olan, Talaî b. Rezik adındaki vezir yürüttü.
Talaî onun adına bey'at aldı ve onu kendi kızıyla evlendirdi. Kızına anlatılamayacak
derecede muazzam bir çeyiz verdi. Bu hatun, kocası Adid'in vefatından sonra da
yaşadı ve Fatımî devletinin Selahaddin Eyyubî tarafından yıkılışını gördü.
İleride de anlatılacağı gibi Fatımî devletinin yıkılışı, hicretin 564.
senesinde vuku bulmuştur. Bu senede Gazne hükümdarı büyük sultan da vefat
etti. [7]
Hüsrevşah b. Melikşah
b. Behramşah b. Mes'ud b. İbrahim b. Mah-mud b. Sebüktekin. Büyük bir
hanedandan ve yüksek bir riyasetten gelmekteydi. Bunlar, hükümdarlığı atadan
oğula miras olarak devralmışlardı. Hüsrevşah hayırlı ve seçkin hükümdarlardan
olup halka en güzel muamelede bulunanlardandı. İlmi ve ilim erbabını severdi.
Bu senenin receb ayında vefat etti. Kendisinden sonra yerine oğlu Melikşah
geçti. Bir süre sonra Alaaddin Hüseyin b. Gur, Melikşah'ın üzerine hücum etti.
Gazne'yi kuşatma altına aldı. Ama fethedemedi. Ziyan içinde geri döndü.
Bu senede Melikşah b.
Sultan Mahmud da vefat etti. [8]
Selçukludur.
İsfahan'da zehirlenerek öldürüldü. Bir rivayette anlatıldığına göre Vezir
Avnuddin b. Hübeyre, ona zehir içirecek birini bulmuş ve bu işi ona
yaptırmıştı. Doğrusunu Allah bilir. Bu senede hac emi-ri de vefat etti. [9]
Halife meydanında at
üzerinde top oynamakta iken yere düştü. Beyni kulağından aktı ve o anda öldü.
Hayırlı ve seçkin emirlerdendi. Ölümüne insanlar çok üzüldüler. Cenaze
merasimine çok sayıda insan katıldı. Bu senenin şevval ayında vefat etti.
Bu senede Küfe
mültezimi Emir Berguş insanlara hac ettirdi. Büyük emir Şirkuh b. Sadi de hac
emirliği yapmıştı. Bu, Nureddin'in askerlerinin komutanı idi. Bol miktarda sadaka
dağıttı.
Bu senede Kadı
Zekiyüddin Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Yahya Ebü'l-Hasan el-Kureyşî, Dımaşk
kadılığından istifa etti. Nureddin onun istifasını kabul edip yerine Kadı
Kemaleddin Muhammed b. Abdullah eş-Şehrezorî'yi atadı. Seçkin ve hayırlı
kadılardan olup çokça sadaka verirdi. Kendisinden sonra devam eden cari
sadakaları da vardı. Alim bir kimseydi. Emevi Camii'nde batı tarafında cuma
günleri hakimlerin oturmakta olduğu Eyvan-ı Kemali ona aittir. Doğrusunu Allah
bilir. [10]
Asıl adı Nizar b.
Mamin el-Kürdî'dir. Şam ordularının komutanlarındandır. Bu görevini
Nureddin'den önce devralmış ondan sonra da sürdürmüştü. Serhad şehrinde naiblik
yaptı. Şehametli, şecaatli çok iyilik ve hayır yapan, bolca sadaka veren bir
kimseydi. Haymeyn civarında Guriye yakınındaki Mücahidiye medresesini
vakfedendir. Ayrıca Babü'l-Feradis el-Berranî dahilindeki Mücahidiye medresesi
de ona aittir ve mezarıda oradadır. Emevi Camii'nin Babü'z-Ziyada dahilindeki
Maksuretü'l-Hıdır da Esseb'ül-Mucahid evide ona aittir. Bu senenin sa-fer
ayında kendi evinde vefat etti. Emevi Camii'ne götürülüp orada cenaze namazı
kılındıktan sonra medresesine götürüldü ve Babu'1-Fera-dis dahilindeki
medresesine defnedildi. Ölümüne insanlar çok üzüldüler. [11]
Şeyh Adiy b. Müsafir
b. İsmail b. Musa b. Mervan b. Hasan b. Mer-van el-Hakkâri. Adevî taifesinin
şeyhidir. Aslı Dımaşk'm batısındaki Beytünar kasabasmdandır. Sonra Bağdat'a
gelmiş, Şeyh Abdülkadir, Şeyh Hammad ed-Debbas, Şeyh Ukayl el-Münbîcî,
Ebü'1-Vefa el-Hulvanî, Ebü'n-Necib es-Sühreverdî ve diğer zatlarda görüşmüştür.
Sonra insanlardan ayrılıp Hakkâri dağlarında inzivaya çekildi. Orada kendisi
için bir zaviye yaptırdı. O yörelerin insanları ona çokça bağlanıp inandılar.
Hatta bazıları aşırı derecede ona bağlandılar. Bir kısmı onu ilah veya ilah
ortağı olarak kabul ettiler ki, bu fahiş bir itikad olup insanı tümüyle dinden
çıkarır.
Şeyh Adiy b. Müsafir
bu senede yetmiş yaşında iken kendi zaviyesinde vefat etti. Allah rahmet etsin[12]
Abdülvahid b. Ahmed b.
Muhammed b. Hamza Ebu Cafer es-Sekafî. Bağdat kadilkudatı idi. Bu göreve bu
sene başında Ebü'l-Hasan ed-Damiganî'den sonra atandı. Daha önce Küfe kadısı
idi. Bu senenin zilhicce ayında seksen yaşma yaklaşmış iken vefat etti.
Kendisinden sonra yerine oğlu Cafer geçti. [13]
Muhammed b. Yahya b.
Ali b. Müslim Ebu Abdullah ez-Zebidî. Takriben hicretin 480. senesinde Yemen'e
bağlı Zebid şehrinde dünyaya geldi. Hicretin 509. senesinde Bağdat'a geldi.
Orada vaizlik yaptı. Nahiv ve edebiyata dair bilgisi vardı. Yoksulluğa
katlanan, sabreden ve durumunu hiç kimseye şikâyet etmeyen bir kimseydi. Salih
halleri vardı. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi
bilir. [14]
Bu senede Sultan
Süleymanşah b. Muhammed b. Melikşah öldürüldü. Bu, alaycı bir kişi olup dinle
az ilgilenirdi. Ramazan'da bile içki içmeye devam ederdi. Memleket idarecisi (vezir)
Hadim Yezdiyar onun aleyhine döndü ve onu öldürdü. Sonra da Sultan Arslanşah b.
Tuğrul b. Muhammed b. Melikşah'a bey'at etti.
Bu senede salih
hükümdar Farisüddin Ebu'l-Garat Talaî b. Rezîk el-Ermenî öldürüldü. Bu, Mısır
hükümdarı Adid'in vezir ve kayınpederi idi. Yaşı küçük olan Adid'i kısıtlılık
altına almış, işleri kendisi idare etmişti. Öldürülmesinden sonra yerine oğlu
Rezik vezirliğe atandı ve Adil lakabım aldı. Babası, salih, cömert, âlicenab,
edepli bir kimse olup ilim ehlini sever, onlara ihsanda bulunurdu. Hayırlı
hükümdarlardan ve seçkin vezirlerdendi. Birden fazla şair onu methetmiştir.
İbn Hallikan dedi ki;
Önceleri Ebu Salih Tabii Münyetü Beni Ha-sib'te mütevelli idi. Sonra yükseldi.
Nihayet Adid'in, ondan önce de Fa-iz'in vezirliklerini yaptı. Kendisinden sonra
da oğlu Adil Rezik b. Talaî vezirliğe geçti. Bu görevi, Şâver tarafından
elinden alınıncaya kadar sürdürdü.
Salih Ebu Talaî Kahire
dışında Züveyle kapısı yanındaki camii yaptıran kişidir. Tuhaftır ki o, bir
ayın yirmi dokuzunda vezirliğe atanmış, vezirlik konağından Kurafe'ye yine bir
ayın yirmidokuzunda nakledilmiş, iktidarları da yine bir ayın yirmidokuzunda
sona ermişti. Zeynüd-din Ali b. Neca el-Hanbelî onun şu şiirlerini
nakletmiştir:
«İhtiyarlığın,
gençliğin yaptığı şeyleri silip yok etti.
Doğan, karga yuvasına
kondu.
Sen uyuyorsun ama gece
ve gündüzün gözleri uyanıktır.
Musibetlerin ağırlığı
senin üzerinden uzaklaşacak değildir.
Bir hazine olan ömrünü
nasıl tükettin?
Sen o ömrü hesapsızca
harcadın.»
Şu şiir de onu aittir:
«Zaman bize
musibetlerini ve olaylarını ne kadar çok gösteriyor. Bu olaylarda ibretler
vardır ama biz bunlardan yüz çeviriyoruz. Ölümü unutuyoruz, onu hatırlamıyoruz.
Hastalıklar ancak bize ölümü hatırlatıyor.»
Şu şiir de ona aittir:
«Cenâb-ı Allah, zamanın
bizim için devam etmesine mutlak olarak hüküm verdi.
Ki hakimiyetimize
izzet ve zafer olguları hizmet etsinler. Anladık ki malın binlercesi tükenir.
Bu maldan sonra bizim
için sevap ve hatıra baki kalır.
Rahmet ile azabı
birbirine karıştırdık.
Sanki biz bulutlar
gibiyiz de,
O bulutlardan şimşek,
yıldırım ve yağmur gelir.»
Ölümünden üçgün önce
nazmetmiş olduğu şu şiir de ona aittir:
«Biz gaflet ve uykuya
dalmışız.
Oysa ki ölümün
gözleri, uyku tutmayan casusları var.
Senelerdir ölüme doğru
yol alıyoruz.
Keşke ne zaman
öleceğimi bilseydim.»
Sonra halife Adid'in
köleleri gündüz bir suikast nitecesinde onu öldürdüler. Öldürüldüğünde altmış
bir yaşındaydı. Kendisinden sonra yerine oğlu Adil vezirliğe atandı ve hil'at
giydirildi. Öldürülmesi sebebiyle Ammare et-Temimî güzel kasidelerle onun için
ağıt yaktı. Kura-fe'deki türbesine nakledildiğinde halife Adid de onunla
beraber yürüdü. Mezarına kadar gitti ve onu tabut içinde mezara defnetti.
İbn Hallikan dedi ki:
Fakih Ammare et-Temimî onun tabutu ile ilgili bir kaside yazdı. Ancak bu
kasidesinde haddi aştı. Şöyle ki:
«Sanki onun tabutu
Musa'nın tabutudur. İki tarafina sekinet (huzur) ve vekar bırakmıştır.»
Bu senede Haface
oğullan ile Kûfeliler arasında büyük bir savaş meydana geldi. Haface oğullan
Kûfelilerden bir kısmını öldürdüler. Öldürdükleri Kûfeliler arasında Emir
Kayser'i de yaraladılar. Hilafet veziri Avnüddin b. Hübeyre onlara karşı
direnişe geçti. Nihayet onlan çöle kadar büyük bir orduyla kovaladı. Onlar da
kendilerini affetmesi için ona haber saldılar.
Bu senede Şerif İsa b.
Kasım b. Ebi Haşim (veya Haşim yerine Kasım adı kullanılmıştır) b. Ebi Fuleyte
b. Kasım b. Ebi Haşim Mekke valiliğine atandı.
Bu senede halife,
yollan daraltan dükkânların yıkılmasını, satıcılardan herhangi birinin yol
üzerinde oturmamasını emretti ki, gelip geçenler zarar görmesinler.
Bu senede Bağdat'ta
cidden büyük bir ucuzluk ve bolluk meydana geldi.
Bu senede İbn
Şemhal'ın Me'muniye'de yaptırdığı medresenin açılışı yapıldı. Orada Ebu Hakim
İbrahim b. Dinar en-Nehrevanî el-Hanbelî ders verdi. O da bu sene sonunda vefat
etti. Kendisinden sonra orada Ebü'l-Ferec Îbnü'l-Cevzî müderrislik yaptı.
Ebu'l-Ferec daha önce onun yanında kalfa idi. Ölürken Babü'l-Ezec'deki
medresesindeki görevinden ayrılmıştı. [15]
Künyesi
Ebu'l-Futuh'tu. Haciplik yapmıştır. Müsterşid'in ve Muktefî'nin yanında
itibarlı ve has adamlardandı. Kendi evinin yanında bir medrese yaptırmıştı.
Hacca gitti. Döndüğünde zahidane bir hayat yaşamaya başladı. Yirmi küsur sene
evine kapandı. Şairler onu övdüler. Şairlerden biri onun hakkında şöyle bir
methiye yazmıştı:
«Ey İslâm'ın pazusu,
ey şerefli, ey himmeti zirveye çıkan. Dünyaya sahip oldun. Fakat ona itibar
etmeyip ebedi ahireti tercih ettin.» [16]
Bu senede Gürcüler,
İslâm ülkesine girdiler. Bir kısım Müslüman erkekleri öldürdüler. Kadınları,
çoluk çocukları esir aldılar. Bunun üzerine yöre hükümdarları bir araya gelip
onlara karşı ittifak kurdular. Azerbaycan hükümdarı İldeniz, Ahlat hükümdarı
İbn Sekman, Merağa hükümdarı İbn Aksungur birleşerek bir sene sonra Gürcistan'a
sefer düzenlediler. Orayı yağmaladılar. Çoluk çocuklarını ve kadınlarını esir
aldılar. Gürcülerle savaştılar. Onları misli görülmemiş bir hezimete uğrattılar.
Orada üç gün kaldılar. Kimini Öldürdüler. Kimini de esir aldılar.
Bu senenin receb
ayında Yusuf ed-Dımaşkî, İbn Nizamülmülk'ün azlinden sonra Nizamiye
müderrisliğine yeniden atandı. Çünkü kadının biri, îbn Nizamülmülk'ün
kendisiyle evlendiğini iddia etmiş, ancak o önce bunu inkâr etmiş sonra itiraf
etmişti. Bunun üzerine müderrislikten azledilmişti.
Bu senede
Babü'l-Basra'da Vezir İbn Hübeyre'nin yaptırdığı medresenin inşaatı
tamamlandı. Oraya bir müderris ve bir fakih tayin edildi. Bu senede Küfe emiri
insanlara haccettirdi. [17]
Şehidliğe defnedildi.
Ebu Hanife türbesinin yanında Hanefîlerin şeyhliğini yapmaktaydı. Münazaralarda
güzel konuşurdu. Hanefîler münazarayı ondan öğrendiler. [18]
Bağdat'a geldi. Orada
vaaz verdi. Zahidane bir hayat yaşadığı görüntüsünü verdi. Şiiliğe ve ilm-i
kelama meyyaldi. Bütün bunlara rağmen halk nazarında ve bazı ümera nezdinde
yükselip itibar sahibi oldu. Birçok gelirleri oldu. Bu gelirleri ile bir hankâh
yaptırdı. Vefat edince oraya defnedildi. Allah günahlarım bağışlasın. [19]
Çavlı'nm kızıdır.
Melik Dokmak b. Tutuş'un anne bir kızkardeşi-dir. Zümrüt, Dımaşk dışında San'a
kasabasında Tellü's-Salip denen mekândaki Hatuniye Medresesi'nin banisidir.
Burası Dımaşk'm batı tarafına düşer ve Şam San'asınm da güneydoğu tarafına
düşer. Burası öteden beri meşhur olan bir kasabadır. Bu medreseyi Şeyh
Burhaned-din Ali b. Muhammed el-Belhî el-Hanefî'ye vakfetmişti. Zümrüt Hatun,
Melik Böri b. Tuğtekin'in zevcesi idi. Ona Şemsü'î-Mülûk İsmail adındaki
oğlunu doğurmuştu. Şemsü'l-Mülûk İsmail de babası Böri'den sonra tahta geçti.
Onun gibi halka güzel idare ile muamelede bulundu. Bir ara Haçlılar
müslümanlara saldırdılar. O da şehri ve malları Haçlılara teslim etmeye
niyetlendi. Kendisini öldürdüler. Şemsü'l-Mülûk İsmail'in kardeşi de Zümrüt
Hatun'a başvurup onun yardımını aldıktan sonra Şemsülmüluk yerine tahta geçti.
Zümrüt Hatun, Kur'an
ilimlerini tahsil etmiş, hadis dinlemişti. Hanefî mezhebinden idi. Alimleri ve
salih insanları severdi. Haleb vahşi Atabeg Zengi onun sebebiyle Dımaşk'ı elde
etmek tamahına kapılarak onunla evlenmişti. Ancak bu evlilik vesilesiyle Dımaşk'ı
ele geçirememişti. Aksine Zümrüt Hatun Dımaşk'da kalmayıp bu evlilik sebebiyle
Atabeg Zengi'nin beldesi olan Haleb'e gitmiş orada ikamete devam etmişti.
Atabeg Zengi'nin ölümünden sonra da Dımaşk'a dönmüştü. Sonra Bağdat'a gitmiş
oradan da Hicaz'a gitmiş ve bir sene müddetle Mekke'de mücavir olarak
yaşamıştı. Mekke'den gelip Medine-i Nebeviy-ye'de ikamet etmiş ve bu senede
vefat edinceye dek orada kalmıştı. Vefat edince de Baki mezarlığına defnedilmiş
ti. Çok iyilik yapar, sadaka verir, namaz kılar, oruç tutardı.
es-Sibt dedi ki:
«Zümrüt Hatun serveti azalıncaya kadar sadaka vermiş, malını dağıtmış ve az bir
mala sahip iken vefat etmişti. Ömrünün sonunda buğday ve arpayı eler ve
elemenin ücreti ile azığını temin edip geçinirdi. Bu da tam bir hayır ve
mutluluk olup güzel bir sondur. Yüce Allah ona rahmet etsin. Onun durumunu
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah elbeteki daha iyi bilir. [20]
Bu senede Mağrib
hükümdarı Abdülmü'min b. Ali et-Tomertî vefat etti. Vefatından sonra yerine
oğlu Yusuf geçti. Babasının cenazesini hastaymış gibi Merakeş'e götürdü.
Merakeş'e vardığında babasının Ölümünü açıkladı. İnsanlar ona başsağlığı
dileklerini sunup babasından sonra onun hükümdarlığına beyat ettiler ve ona
Emirulmü'minin lakabını taktılar
Abdülmü'min akıllı,
tedbirli, şecaatlı, cömert, şeriata saygı gösteren bir kimseydi. Onun
zamanında namaza devam etmeyen kimseler öldürüldü. Müezzin ezan okumadan önce
ve ezan okurken halk mescidle-re dolar. İzdiham meydana gelirdi. Kendisi son
derece huşu ve sükûnet içerisinde güzelce namaz kılardı, ama küçük suçlar
karşılığında dahi çok kan akıtırdı. İşi Allah'a kalmıştır. Allah ona dilediği
gibi hükmedecektir.
Bu senede Oğuzlardan
Seyfeddin Muhammed b. Alaeddin öldürüldü. Oğuzlar onu öldürmüşlerdi. Adil bir
kimseydi.
Bu senede Haçlılar,
Nureddin'e baskın yaptılar. Askerlerini ansızın yakaladılar. Müslümanlar
hezimete uğradılar. Kaçışırken birbirlerine dahi dönüp bakamıyorlardı.
Nureddin hemen sıçrayıp atına bindi. Ayağında bağ vardı. Bir Kürt bineğinden
inip Nureddin'in ayağındaki bağı kesti. Böylece Nureddin yürüyebildi ve
kurtuldu. Ancak Haçlılar o Kürd'ü yakalayıp öldürdüler. Allah rahmet etsin.
Fakat Nureddin onun çoluk çocuğuna ihsanda bulundu. Onun bu iyiliğini asla unutmadı.
Bu senede halife, Esed
oğulları kabilesinin Hille'den sürgün edilmesini emretti. Onlardan Hille'de
kalanları da öldürttü. Çünkü onlar fesat çıkarmışlar ve Sultan Muhammedşah'la
mektuplaşarak onu Bağdat şehrini kuşatmağa teşvik etmişlerdir. Halifenin bu
emri üzerine Esed oğulları kabilesinden 4.000 kişi Öldürüldü. Geri kalanlar
Hille'den çıkıp gittiler. Halifenin naibleri Hille şehrini teslim aldılar.
Bu senede büyük emir
Berguş insanlara hac ettirdi. [21]
Ebu Muhammed
Abdülmü'min b. Ali el-Kaysî. Kûfelidir, İbn Tu-mert'in öğrencisidir. Babası
inşaat işçiliği yapar, çamur içinde çalışırdı. Çamura düştüğünde İbn Tumert ona
baktı. Onu beğenip sevdi. Onun saadete layık yürekli bir kimse olduğunu
kavradı. Yanma alıp arkadaş edindi. Böylece babasının şanı yüceldi. İbn
Tumert'in Mesamidillerden ve diğerlerinden topladığı askerler onun emrine
verildi. Bunlar, Mera-keş hükümdarı Ali b. Yusuf b. Tafşin'le savaştılar. Ali
b. Yusuf b. Tafşin Murabıtların hükümdarıydı. Abdülmü'min, Vehran, Telemsan,
Fas, Sela, Sebte şehirlerim istila etti. Sonra Merakeş şehrini kuşatma altına
aldı. Onbir aylık kuşatmadan sonra hicretin 542. senesinde orayı fethettiler.
Zamanı, hadiselerden yana rahat oldu. Kendisi akıllı, ağır başlı, güzel
şekilli, hayrı seven bir kimseydi. Bu senede vefat etti. Otuzüç sene
hükümdarlık yaptı. Kendine Emirulmü'minin dendi. Allah rahmet etsin. [22]
Talha b. Ali b. Tarrad
Ebu Ahmed ez-Zeynebî. Nakibü'n-Nukaba idi. Ani bir ölümle vefat etti.
Kendisinden sonra yerine Ebü'l-Hasan Ali nakibliğe atandı. Oğlu tüysüzdü.
Görevden azledildi ve bu senede malı müsadere edildi. [23]
Muhammed b. Abdülkerim
b. İbrahim Ebu Abdillah. İbnül-Enbarî adıyla meşhur olmuştur. Bağdat'ta inşa
kâtipliği yapmıştır. Yakışıklı, güzel, zarif bir alimdi. İnşa sanatında
eşsizdi. Sultan Sencer'e ve diğer hükümdarlara elçi olarak gönderildi.
Hükümdarlara ve halifelere hizmet etti. Doksan yaşma yaklaşmış iken bu senede
vefat etti. Dünyayı ve suretleri sevenler hakkında şöyle bir şiiri vardır:
«Ey hiç bir şeye
aldırış etmeden geçip giden.
Visal devletine
dönemlisin artık.
Ey kalbimin azabı.
Seni sevmekle aklımın
nimetleneceğini umarmıyım artık.
Vuslat anında
imkânsızı bana vadetseydin.
Böylece beni teselli
etseydin.
Bunun sana ne zararı
olurdu.
Seni artık sevmek mi!
Sen benden başkasının payısın.
Ey benim katilim!
Kurtuluşuma çare var
mıdır?
Önceleri sıkıntılı
günlerim kapkaranlıktı.
O günler, gecelere ne de
çok benziyorlardı.
Senden ötürü kınandım.
Seni sevdiğim için
beni kınıyorlar.
Benimle ne alıp
veremedikleri var?
Ey beni doyasıya
teselli eden.
Ben ve sen artık
rahatız.
Onu terk etmeyi
söylemek doğrudur.
Ne güzel olur eğer o
benim için doğru dürüst olsa.
Sabrı üç talakla
boşadım.
Bundan böyle aşk benim
hay alimdedir.» [24]
Bu senede Şâver b.
Mücirüddin Ebu Şüca es-Sadî geldi. Bunun lakabı Emirü'l-Cüyuştu. Şâver bu
gelişi esnasında Mısır diyarının veziriydi. Nasır, Rezik b. Talaî'yi
öldürdükten sonra onun yerine vezirliğe Şâver geçmiş ve Mısır'da
kuvvetlenmişti. Bir süre önce Dirğam adında bir emir ona karşı hücuma geçmiş,
asker toplamış, onu mağlup etmiş, Tayyib ve Süleyman adındaki çocuklarım
öldürmüş, üçüncü oğlu Ka-miî'i esir almış, zindana atmış, ama babasından görmüş
olduğu bir iyilik sebebiyle onu öldürmemişti. Bu kargaşadan sonra Dirgam
vezirliğe atanmış, ve kendisine Mansur lakabı verilmişti. Bundan sonra Şâver,
Adid'den ve Dirgam'dan, kaçarak Mısır diyarından çıkıp gitti. Nureddin Mahmud'a
sığındı. O esnada Nureddin Mahmud da Meydan-ı Ahdar köşkünde (Cavsak'ta) ikamet
ediyordu. Nureddin ona ikramda bulundu ve yanında konuk etti. Şâver, ondan
asker istedi ki, bu askerler Mısır diyarını fethetme hususunda kendisine
yardım etsinler. Kendisine askeri yardımda bulunması durumunda Mısır diyarının
gelirlerinin üçte birini Nureddin'e vereceğine dair taahhütte bulundu.
Nureddin Mahmud da Esedüddin Şirkuh b. Sadi komutasında ona askeri bir birliği
takviye olarak verdi. Bunlar Mısır diyarına girdiklerinde daha önce Şâver'le
şiddetlice savaşmış olan Mısır ordusuyla karşılaştılar. Yapılan savaşta
Esedüddin Şirkuh Mısır ordusunu hezimete uğrattı, onlardan çok asker öldürdü.
Dirgam b. Suvar'ı da öldürdü. Kesik başını ülkenin birçok yerinde dolaştırıp
teşhir etti. Böylece Şâver vezirlikte güçlendi. Otoritesini kurdu. Durumu
düzeldi. Sonra da halife Adid ve Şâver, Nureddin Mahmud'un takviye askeri
birliğinin komutanı Esedüddin Şirkûh'a karşı birleşerek ittifak kurdular ve kendi
aralarında barıştılar. Şâver, Nureddin Mahmud'a verdiği sözden caydı.
Esedûddin'e de geri dönmesini emretti. Ancak Esedüddin Şirkuh bu emri kabul
etmedi. Mısır'da fesat çıkardı çok malları gasp etti. Mısır'ın Şarkiye
taraflarında ve diğer yerlerinde birçok beldeleri fethetti. Bunun üzerine
Şâver, ona karşı As-kalan'da bulunan Mirri adındaki Haçlı melikinden yardım
istedi. Haçlı meliki de büyük bir askeri birlikle Mısır'a doğru geldi. Bu
durumdan haberdar olan Esedüddin Şirkuh Belbis'e geçip orada istihkam
tedbirleri aldı. Haçlı meliki ve Şâver gelip Belbis'i ve oradaki Esedüddin
Şirkuh'u kuşatma altına aldılar. Kuşatma sekiz ay sürdü. Esedüddin Şirkuh ve adamları
şiddetle kendilerini savundular. Kuşatma devam etmekte iken Melik Nureddin'in
-Haçlıların yokluğunu fırsat bilerek- Haçlı beldelerine hücum edip birçok
Haçlıyı öldürdüğü haberi oralara ulaştı. Ha-rim şehrini fethettiği, oradaki
Haçlıları öldürdüğü, sonra Banyas'a gittiği, Askalan'ın Haçlı valisinin de
zayıfladığı haberi de oralara ulaştı. Bunun üzerine Şâver ile Haçlı melik
Mirri, Esedüddin'den barış talebinde bulundular. Esedüddin Şirkuh onların bu
isteklerini kabul etti. Şâver'den 60.000 dinar para aldı ve askerleriyle
birlikte dönüp zilhicce ayında Şam'a vardı. [25]
Bu senenin ramazan
ayında Harim kalesi fethedildi. Şöyle ki: Nureddin Mahmud, Müslüman
askerlerden yardım istemiş ve her taraftan ona, Haçlılardan Öcünü alması için
takviye birlikleri gelmişti. Bunlar Harim'de birleştiler ve Harim'deki
Haçlıları büyük bir bozguna uğrattılar. Antakya valisi Bayamond, Trablus
valisi Komes, Rum valisi Dük ve İbn Joscelin'i esir aldılar. Haçlılardan 10.000
-başka bir rivayete göre ise 20.000 kişi kadar- öldürdüler.
Bu senenin zilhicce
ayında Nureddin, Banyas şehrini fethetti. Burayı hicretin 560. senesinde
fethettiğine dair bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. Fetih
esnasında beraberinde Emiri Emiran (Mir Miran) Nasreddin de vardı. Savaş
esnasında Nasreddin'in gözüne bir ok isabet etmiş ve gözünü kaybetmişti.
Nureddin, kardeşi Nasreddin'e «Eğer bu savaştaki yararlılığın sebebiyle Cenâb-ı
Allah'ın ahirette senin için hazırladığı mükâfatı görebilseydin diğer gözünün
de gitmesini isterdin» dedi. Muinüddin'in oğluna da şöyle dedi: «Bugün babanın
derisi Cehennem ateşinden kurtulup serinlemiştir.» Çünkü Muinüddin, Dı-maşk'ı
kurtarmak amacıyla Harim kalesini Haçlılara teslim etmişti.
Bu senenin zilhicce
ayında Ciron kasrında büyük bir yangın meydana geldi. Bu yangın gecesinde
aralarında Esedüddin Şirkuh da olmak üzere bir grup ümera bir araya geldi. O
esnada Esedüddin Mısır'dan yeni dönmüştü. Yangını söndürmek için büyük bir
çaba harcadı. Oradaki caminin havzasına yangının sıçramaması için uğraştı.
Camiyi koruma altına aldı. [26]
Musul valisi Kutbeddin
Mevdud b. Zengi'nin veziri idi. Çok iyilik ve hayırları vardı. Asıl adı
Muhammed b. Ali b. Ebi Mansur1 dur. Künyesi
Ebu Cafer'dir.
İsfahanlıdır. Lakabı Cemaleddin'dir. Çok sadaka verir, yoksullara iyilik ve
ihsanda bulunurdu. Mekke ve Medine'de güzel eserler yaptırmıştı. Nitekim
Arafat'ta bir su hattı döşetmiş, orada hacılar için kolaylık tesisleri
yaptırmış, Mescid-i Hayf ve merdivenlerini mermerle döşetmiş, Medine şehrinin
çevresine sur çektirmiş, Ceziretü İbn Ömer'de Dicle nehrinin üzerine yontma
taşlarla bir köprü yaptırmış, köprüyü demir ve kurşunlarla takviye etmiş, bir
çok kervansaraylar inşa ettirmişti. Her gün kapısında yüz dinar sadaka
dağıtılırdı. Her sene esirleri kurtarmak için fidye olarak bin dinar verirdi.
Sadakaları devamlı idi. Fakihlere ve yoksullara ister Bağdat'ta olsunlar ister
başka yerlerde olsunlar sürekli sadaka gönderirdi. Hicretin 558. senesinde
hapsedildi.
İbnu's-Saî'nin,
tarihinde bir adamdan naklen anlattığına göre rivayetin sahibi olan kişi
hapiste Cemaleddin'le birlikteymiş Ölümünden önce beyaz bir kuş, hapisteki
odasına gelip konmuş ve hep yanında kalmış, Allah'ı zikretmişti. Bu senenin
şaban ayında Cemaleddin vefat edinceye kadar kuş oradan ayrılmamış. Cemaleddin vefat
ettikten sonra oradan uçup gitmiş ve Cemaleddin de Musul'da kendi şahsi için
yaptırdığı bir hankâha defnedilmiş. Kendisi ile Esedüddin Şirkuh b. Sadi
arasında şöyle bir anlaşma varmış: Bunlardan hangisi daha önce ölecek olursa
hayatta kalan onu Medine'ye götürecekmiş.
Bu anlaşma gereğince
Esedüddin onun cenazesini Musul'dan alıp adamların omuzlan üzerinde Medine'ye
göndermiş, cenazesi hangi beldeye uğrarsa orada mutlaka kendisi için cenaze
namazı kılınarak rahmet dilenir ve hayırla yad edilirmiş. Musul'da, Tikrit'te,
Bağdat'ta, Hil-le'de, Kûfe'de, Feyd'de, Mekke'de üzerine cenaze namazı
kılınmış, sonra cesedi Ka'be'nin çevresinde dolaştırılarak tavaf'ettirilmiş;
oradan da Medine'ye gönderilmiş ve orada Mescid-i Nebevinin doğusunda yaptırmış
olduğu hankâha defnedilmiş. İbnü'l-Cevzî ile İbn Saînin anlattıklarına göre
defnedildiği yer ile Peygamber (s.a.v.)'in haremi ve kabri arasında sadece
onbeş ziralık bir mesafe varmiş.İbn Saî dedi ki:
Cenaze namazı Hille'de
kılındığında bir genç hemen bir tepeye çıkarak şu şiiri okumuştu:
«Naaşı omuzlar
üzerinde yürüyüp gitti.
Onun cömertliği
binekler üzerinde bağışlar şeklinde akıp gitmişti. Bir vadiden geçerken oranın
kumları ona meylederler, Bir mecliste bulunduğunda da dullar ona yönelip
ihtiyaçlarını ar-zederlerdi.» [27]
Ahmed b. Muhammed b.
Fadl b. Abdülhalik Ebu'l-Fadıl. Katip îbn Hazin diye meşhur olmuştur.
Bağdatlıdır. Şairdir. Yüksek derecede güzel şiirler ve yazılar yazardı. Mühür
yazmakla ilgilendi. Oğlu Nasrullah ise makamat türünden yazıları daha çok
yazdı. Oğlu için bir şiir divanı derledi. İbn Hallikan, bu divandan büyük bir
kıta nakletmiştir. [28]
Bu senenin safer
ayında İsfahan'da mezheb ihtilafi yüzünden fikıh-çılar arasında günlerce devam
eden bir kavga ve fitne meydana geldi. Bu yüzden çok sayıda adam öldürüldü.
Bu senede Bağdat'ta
büyük bir yangın meydana geldi. Bağdat'ın birçok yerleri yandı. İbn Cevzî'nin
anlattığına göre bu senede bir kadın Bağdat'ta bir batında dört kız çocuğu
doğurmuştu.
Bu senede büyük emir
Berguş insanlara hacettirdi. [29]
Bağdat'taki Akibe
Camii'ni onarıp yemleyen değirmencidir. Bu camide cuma namazı kılınması için
halifeden izin istedi. Halife de bu hususta ona izin verdi. Caminin
çevresindeki mezarlıkları satın alıp camiye ilave etti. Mezarlardaki ölüleri
çıkarıp başka yere naklettirdi. Ama kendisi de ölüp defnedildikten sonra
Cenâb-ı Allah, kendisini mezarından çıkarıp başka bir yere nakledecek
kimseleri de ona musallat etti. Bu da onun yaptığının tam karşılığı olan bir
ceza idi. [30]
Muhammed b. Abdullah
b. Abbas b. Abdülhanıid. Künyesi Ebu Ab-dillah'tır. Harranhdır. Kadı Ebu Hasan
ed-Demiganî nezdinde şahidliği kabul edilen son kimselerdendir. Hadis dinledi,
letafetti ve zerafetli bir kimseydi. Ravzatü'l-Üdebâ adını verdiği bir kitap
derledi. Bu kitabında güzel parçalar vardır.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bir gün ziyaretine gittim, yanında uzun süre oturdum. Sonra «Herhalde benden
sıkıldın. Artık kalkıp gideyim» dedim. Bana şu şiiri okudu:
«Eğer ağırlık çöktü ve
usanç geldi diye bıktıysan, Bilesin ki bu ziyaretlerinde kadrimi yüceltiyorsun.
Sen bu ziyaretlerinle
sadece dostluk bağımı güçlendirdin. Böyle demekle de sadece teşekkür bineğimin
sırtına ağırlık vermiş oldun.» [31]
Kur'an'm çeşitli
kıraatlerini bilirdi. Şafiî mezhebinin fikhını okumuştu. Hanbelîîere karşı
amansız bir düşman olup vezir îbn Hubeyre ile İbn Cevzî'ye karşı şiddetli ve
inatçı bir düşmandı. İbn Cevzî'ye şöyle derdi: «Amacım mezhebinizi kökünden
söküp atmak ve adınızı ağızlardan düşürüp sizi unutturmaktır.»
İbn Hübeyre bu senede
vefat edince düşmanlıkta ağırlığı İbn Cevzî'ye yöneltti. İbn Cevzî ondan
korktu. Ancak bu senenin zilkade ayında vefat etmesine İbn Cevzî çok
sevinmişti. [32]
Mahir ve mütehassıs
bir hekimdi. Asıl adı Hibetullah b. Said'dir. Bu senede doksanbeş yaşındayken
vefat etti. Dünya malı çoktu. Varlıklı bir kimseydi. İnsanlar nezdinde çok
itibarlıydı. Allah kahretsin İslâm'a girmeden öldü. Eski Kilise'ye defnedildi.
Eğer Hristiyan olarak ölmüş ise Allah kahretsin. Kendisi müslüman olduğunu
iddia ederdi. Ama Hıristiyan olarak öldü. [33]
Yahya b. Muhammed b.
Hübeyre Ebü'l-Muzaffer. Halifeye vezirlik yaptı. Avnüddin lakabım taşırdı.
el-İfsah adlı kitabı tasnif etti. Kur'ân ilimlerini öğrendi. Hadis dinledi.
Nahiv, lügat ve aruza dair güzel bilgisi vardı. Hanbelî mezhebinin fıkhını
öğrendi. Bu alanda güzel ve faydalı kitaplar tasnif etti. Bu kitaplardan biri
birkaç ciltlik el-İfsah adlı eserdir. Bu kitabında hadis şerhetti. Alimlerin
mezheplerini anlattı. Kendisi itikatta selefi idi. Yoksul ve serveti olmayan
bir kimseydi. Sonra devlet hizmetine girdi, yükseldi. Nihayet halife
Muktefi'ye vezirlik yaptı. Ondan sonra da oğlu Müstencid'in vezirliğini yaptı.
Seçkin vezirlerden biri olup idaresi çok güzeldi. Zulümden son derece uzaktı.
İpek elbiseler giymezdi. Halife Muktefî «Abbasilere İbn Hübeyre gibi biri
vezirlik yapmış değildir» derdi. Muktefî'nin oğlu Müstencid de böyle derdi.
Müsten-cid onu çok beğenirdi. Hadim Mercan dedi ki: Mü'minlerin emiri Müstencid'in,
İbn Hübeyre'ye ait şu şiiri yine îbn Hübeyre'nin karşısında okuduğunu bizzat
dinledim:
«İki nimet sana Özgü
oldu. Sen bunlarla nitelendin.
Ama bunların yad
edilişi kıyamete kadar devam edecek ve umumi olacaktır.
Dünya senin varlığına
muhtaçtır.
Sen yaşadığın zamanda
iyi şeyler, insanlar tarafından kötü karşılanıyordu.
Ey yaşayan kişi, eğer
Cafer el-Bermekî senin yerine kasdetseydi.
Yahya da bunu
yapsaydı,
Yahya ve Cafer ikisi
birlikte buna ulaşamazdı.
Sana kötülük yapmak
isteyen bir kimse,
Ey Ebu Muzaffer!
Mutlaka sen ona karşı
muzaffer oldun.»
Vezir İbn Hübeyre,
Abbasî devletini yaşatmak için çok çaba sarfe-derdi. Selçuklu hükümdarlarının
onlara karşı tasallutlarım engelledi. Nihayet Irak'ın tamamında Abbasi
hilafetinin otoritesi sağlandı. Irak'ta Abbasilerin yanı sıra başka bir
sultanın hükmü sökmedi. Allah'a hamd olsun.
Vezir İbn Hübeyre
kendi konağında münazara için alimlere meclis kurardı. Alimler bu mecliste
çeşitli konulan inceler ve münazara yaparlardı. Kendisi de onlardan istifade
ederdi. Ama bunun yanı sıra alimler de ondan yararlanırlardı. Bir gün İbn
Hübeyre fakihlerden birine çirkin sözler sarfetti. Ona «Ey eşek» dedi. Sonra
pişman oldu ve o fakihe «Senden bana aynı şeyi söylemeni istiyorum» dedi.
Ancak o fakih kişi bu sözü safretmedi ve İbn Hübeyre 200 dinar vererek onun
gönlünü aldı ve onunla barıştı. Kendisi ani bir ölümle vefat etti. Bir
rivayette anlatıldığına göre tabibin biri onu zehirlemiştir. Ama o tabib de
altı ay sonra başkası taralından zehirlenmiştir. Ölürken o tabib «Ben İbn
Hübeyre'yi zehirledim ama kendim de zehirlendim» demiştir.
Vezir İbn Hübeyre
hicretin 560. senesinin cemaziyelevvel ayının onikisinde pazar günü vefat etti.
Vefat ederken altmış bir yaşındaydı, ibn Cevzî cenazesini yıkadı. Cenaze
merasimine büyük bir kalabalık iştirak etti. O gün çarşı pazar her taraf
kilitlendi. İnsanlar ona çok ağladılar. Kendisi Babü'l-Basra'da inşa ettirmiş
olduğu medreseye defnedildi. Allah rahmet etsin. Vefatı sebebiyle şairler onun
için çok mersiyeler yazdılar. [34]
Bu senede Nureddin
Mahmud Şam'a bağlı Munaytira kalesini fethetti. Bu kaledeki bir çok Haçlı
öldürüldü. Bol miktarda ganimet elde edildi.
Bu senede Vezir İbn
Hübeyre'nin oğlu İzzeddin, beraberinde bir köle ile birlikte zindandan kaçtı.
«Onu bulana 100 dinar verilecektir o kimin evinde bulunursa evi başına yıkılır
ev sahibi de evin kapısında idam edilir. Çocukları gözlerinin Önünde kesilir»
diye şehirde duyuru yapıldı. Bunun üzerine arabilerden bir adam onun yerini
ilgililere bildirdi. Bu ihbar neticesinde bir bahçede yakalandı. Şiddetle
dövülerek zindana atıldı ve çok eziyet gördü.
Bu senede Rafizîler,
sahabilere açıkça sövmeye başladılar. Önceki asırlarda İbn Hübeyre'den
korktukları için yapamadıkları birçok çirkinlikleri açıkça irtikâb etmeye
başladılar. Halk arasında da Kur'an'm mahluk olduğuna dair konuşmalar görüldü.
Bu senede hac
emirliğini Berguş yaptı. [35]
Ebu Tayyib b.
Rüstem'in oğludur. Künyesi Ebu Abdillah el-İsfaha-nî'dir. Büyük zatlardan,
salihlerden ve Allah korkusundan ağlayan kimselerdendi. Şöyle dedi: «Birgün
halka konuşma yapmakta olan Ma-şade'nin meclisinde hazır bulundum. O günün
gecesinde Aziz ve Celil olan Rabbimi rüyamda gördüm. Bana şöyle buyurdu: «Bir
bid'atçının meclisinde hazır bulunup onun konuşmasını mı dinledin? Öyleyse seni
düryada gözlerinden yoksun bırakacağım.»
Sabah olunca Hasan b.
Abbas görmez oldu.Her ne kadar gözleri, gören bir kimseninki gibi açık idiyse
de etrafını göremiyordu. [36]
Abdülaziz b. Hasan b.
Habbab el-Ağlebî es-Sa'dî. Kadı idi. Künyesi Ebü'l-Mealî idi. Basrahydı. İbn
Celis lakabıyla meşhur olmuştur. Çünkü o Mısır hükümdarının meclisinde
otururdu. İmad el-Ceride adlı eserde ondan bahsetmiş ve onun hakkında şöyle
demiştir: «Abdülaziz'in meşhur bir fazilet ve üstünlüğü, dilden dile dolaşan
şiirleri vardır. Şiirlerinden biri şudur:
«Hayret ki kılıçlar,
erkek oldukları halde onların ellerinde iken hayız kanı gibi kan akıtırlar.
Bundan daha hayret
verici olan ise, Avuçları deniz gibi olduğu halde ateş çakar.» [37]
Abdülkadir b. Ebu
Salih Ebu Muhammed el-Cilî. Hicretin 470. senesinde doğdu. Bağdat'a geldi.
Orada hadis dinledi. Ebu Said el-Mahreroî el-Hanbelî'den fıkıh dersleri aldı.
Ebu Said bir medrese yaptırdı ve oranın müderrisliğini Şeyh Abdülkadir'e
verdi. Şeyh Abdülkadir de orada insanlara ders verir, vaizlik yapardı. Halk
ondan çok istifade etti. Güzel davranışları vardı. İyiliği emredip kötülüğü
yasaklama dışında konuşmazdı. Çok zahidane bir yaşantısı vardı. Salih halleri
ve mükaşefeleri vardı. Kendisine tabi olan müridlerine ve arkadaşlarına öğütler
verirdi. Ancak ona tabi olan müridler ona dair çok abartılı sözler ve fiiller
naklederler. Kendisi salih ve takvah bir kimseydi. Gunyetü't-Talibin ile
Fütuhul-Gayb adlı eserleri tasnif etti. Bu kitaplarda güzel şeyler vardır.
Ancak bunlarda zayıf ve mevzu hadisler nakletmiştir. Özetle kendisi meşayihin
önde gelenlerindendi. Doksan yaşında vefat etti ve kendisine ait medreseye
defnedildi. [38]
Bu senede Haçlılar
büyük bir orduyla Mısır'a hücum ettiler. Mısırlılar da bu konuda onlara destek
verdiler. Gelen Haçlılar bazı beldelere hakim oldular. Esedüddin Şirkuh bu
durumdan haberdar olunca Melik Nureddin'den oraya dönmek için izin istedi.
Esedüddin Şirkuh, Vezir Şâver'e karşı çok öfke duymaktaydı. Melik Nureddin,
onun Mısır'a gitmesine izin verdi. O da bu senenin rebiyülahir ayında
kardeşinin oğlu Selahaddin Yusuf b. Eyyub ile birlikte Mısır'a doğru harekete
geçti. Halk onun Mısır diyarına hakim olacağı zannına kapıldı. Bu konuda Şair
Hassan adıyla bilinen Arkale şöyle bir şiir okudu;
«Türk sahipleri
Arabilerle savaşmak için Mısır'a yöneldiler. Ey Rabbinı! Nasıl ki önceleri bu
diyarı Yakup oğullarından doğru sözlü Yusuf a vermiş idinse:
Şimdi de çağımızda
burasını Eyyub oğullarından Yusuf a ver. Çünkü o sürekli düşmanların kellesini
yere vurur. Onların bacaklarının damarlarını keser.»
Vezir Şâver,
Esedüddin'in ordusuyla birlikte Mısır'a doğru gelmekte olduğunu duyunca el
altından Haçlılara haber gönderdi. Onlar da her taraftan Mısır'a akın etmeye
başladılar. Esedüddin de onların bu durumunu haber aldı. Ancak beraberinde
2.000 süvari vardı. Maiyetindeki komutanlarla istişare yaptı. Hepsi de
Nureddin'in yanına geri dönmesini önerdiler. Haçlıların çokluğunu gerekçe
olarak ileri sürdüler. Şere-füddin Berguş adındaki komutan buna karşı çıkarak
şöyle dedi: «Öldürülmekten ve esir düşmekten korkan kişi evinde karısının
yanında otursun. İnsanların vergilerini alan kimse onların beldelerini
düşmanlarına teslim edemez.»
Şerefüddin'in
kardeşinin oğlu Selahaddin Yusuf b. Eyyup da aynı şeyi söyledi.Allah onlara bir
azim verdi. Haçlının üzerine hücum ettiler. İki taraf şiddetlice savaştılar.
Haçlılardan çok sayıda adam öldürüldü. Hezimete uğradılar. Sayılarım ancak Aziz
ve Celil olan Allah'ın bildiği kadar çok Haçlı öldürüldü. Allah'a hamd olsun. [39]
Esedüddin daha sonra
İskenderiye üzerine gidilmesini emr etti. Oraya gittiler. Orayı ele geçirdiler.
Mallarını ganimet olarak elde ettiler. Esedüddin orada naib olarak kardeşinin
oğlu Sehaladdin Yusuf u bırakarak Said'e gitti. Orayı ele geçirdi. Orada da
bol miktarda ganimet elde etti. Sonra Haçlılarla Mısırlılar, Selahaddin Yusuf
un elinden almak için üç ay müddetle İskenderiye şehrini kuşatmak hususunda
birleştiler. Bu kuşatma, Selahaddin'in amcası Esedüddin'in Said'de bulunduğu
zamana denk gelmişti. Ancak Selahaddin, İskenderiye'yi şiddetle savundu. Fakat
zaman geçince azıkları azaldı. Sıkıntıya düştüler. Esedüddin oraya geri geldi.
Vezir Şâver, İskenderiye'ye karşılık 50.000 dinar vererek onunla barış
anlaşması yaptı. Esedüddin bunu kabul etti. Selahaddin de İskenderiye'den
çıktı. Şehri Mısırlılara teslim etti. Şevval ayının ortasında Şam'a döndü.
Vezir Şâver de yıllık 1.000 dinar vermek şartıyla Haçlılarla anlaşma yaparak
Mısır'ı aldı. Ayrıca anlaşma gereğince Haçlıların Kahire'de bir emniyet
müdürleri bulunacaktı. Anlaşmadan sonra Haçlılar beldelerine geri döndüler.
Çünkü kendileri Mısır'da bulundukları esnada Melik Nureddin arkadan onların
beldelerine baskın yapmış, birçok kalelerini fethetmiş, birçok adamlarını
öldürmüş, çok sayıda kadın ve çocuklarını esir almış, çok miktarda mallarını
ganimet edinmişti. Allah'a hamd olsun. Bu gazada beraberinde kardeşi Kutbeddin
Mevdud da bulunmaktaydı. Melik Nureddin, kardeşi Kut-beddin'e Rakka'yı verdi o
da gidip Rakka şehrini teslim aldı.
Bu senenin şaban
ayında Katib İmad Bağdat'tan Dımaşk'a geldi. Katib İnıad dediğimiz zatın asıl
adı Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed el-İsfahanî'dir. el-Fethü'1-Kuddusî,
el-Berku'ş-Şamî. el-Ceride ve diğer eserlerin sahibidir. Kadilkudat Kemaleddin
eş-Şehrezorî onu Ba-bülferec dahilindeki Medresetünnuriye eş-Şafiîye'ye konuk
etti. Katib Imad orada kaldığından dolayı bu medrese onun adıyla yadedildi ve
oraya İmadiye medresesi denildi. Sonra Şeyh Fakih İbn Abd'den sonra hicretin
567. senesinde Katip İmad oranın müderrisliğine atandı. Kendisini ilk olarak
Necmeddin Eyyub ziyarete geldi. Bunlar daha önce Tikrit Şehrinde tanışmışlardı.
Katip İmad, Necmeddin Eyyub'u Ebu Şame'nin zikretmiş olduğu bir kasideyle
methetti ve Esedüddin ve Selahaddin de o esnada Mısır'da Selahaddin'in Mısır
diyarını ele geçirdiği müjdesini verdi. Müjdeyi şu şiiriyle dile getirdi:
«Mısır'da Yusuf
yerleşip otoritesini kurdu.
Onun sayesinde
gurbetten sonra Yakub'un gözleri aydınlandı.
Yusuf orada kardeşleriyle
buluştu.
Kınama olmaksızın
Cenâb-ı Allah onları bir araya getirdi.»
Sonra İmadüddin, Melik
Nureddin Mahmud'un inşa katipliğine atandı. [40]
Birkaç seneden beri Hac
emirliği yapmaktaydı. Askerî komutanlardandı. Semle et-Türkmanî ile savaşmak
üzere Bağdat'tan çıktı. Yolda atından düşüp öldü. [41]
Muhammed b. Hasan b.
Muhammed b. Ali b. Hamdun. et-Tezkire-tü'1-Hamduniye adlı eserin sahibidir.
Zimmetler divanının başkanlığını bir süre yürüttü. Bu senenin zilkade ayında
vefat etti. Kureyş mezarlığına defnedildi. [42]
Abbadî'nin huzurunda
kürsüde otururdu. Saçı ağarmış, ağırbaşlı, vakarlı bir kimseydi. Sema
yapanların meclisine devam eder, raks ederdi. Bir sema meclisinde raksederken
vefat etti. [43]
Bu senenin safer
ayında Şerefüddin Ebu Cafer b. Beledî, Vâsıftan Bağdat'a geldi. Askerler, iki
nakib ve kadı onu karşılamaya çıktılar. Karşılayanlar, vezaret makamına kadar
önü sıra yaya yürüdüler. Fermanı vezirlik makamında okundu. Kendisine Vezir
Şerefüddin Cela-lü'1-İslâm Muizzü'd-Devle Seyyidü'l-Vüzera Sadrü'ş-Şark
vel-Garb lakabı verildi.
Bu senede Hafaceliler
ülkede fesat çıkardılar. Köyleri yağmaladılar. Bağdat'tan bir ordu onların
üzerine gidince çöle kaçtılar. Askerlerde susuzluktan korktukları için geri
çekildiler. Bu defa Hafaceliler askerlere hücum ettiler. Çok sayıda asker
öldürdüler. Kalanları esir aldılar. Askerler de onlardan bir kısmını esir
almışlardı. Esir alınanlar surlar üzerinde idam edildiler.
Bu senenin şevval
ayında Melik Nureddin Mahmud b. Zengi'nin karısı Îsmetü'd-Din Hatun binti
Muineddin hacca gitmek üzere Bağdat'a geldi. Beraberinde hizmetçileri ve
cariyeleri de vardı. Hizmetçiler arasında Hadim Sandal da bulunmaktaydı.
Kendisine son derece ikramda bulunuldu.
Bu senede Bağdat
kadilkudatı Cafer vefat etti. Şehir yirmiüç gün müddetle hakimsiz kaldı.
Nihayet Ruh b. Hadsenî'yi receb ayının dördünde kadilkudat olmağa zorladılar. [44]
Ebu'l-Berekat
es-Sekafî. Babasından sonra Bağdat kadîlkudatlığı yaptı. Hicretin 529.
senesinde doğdu. Vefat sebebi şuydu: Kendisinden mal ve para talep edildi. Vezir
İbn Beledî kendisine sert ve ağır sözler sarfetti. O da korkuya kapılıp kan
kustu ve vefat etti. [45]
Abdülkerim b. Muhammed
b. Mansur Ebu Sa'd es-Sem'anî. Bağdat'a geldi. Orada hadis dinledi ve Hatib
Bağdadî'nin Tarih-u Bağdad adlı eserine bir zeyil yazdı. el-Muntazam adlı
eserde İbnü'l-Cevzî onu eleştirdi ve onun kendi mezhebinden olan kimseleri
kayırdığını, onlara aşırı taraftar olduğunu, onlardan bir cemaatı ise
eleştirdiğini, biyografileri anlatırken amiyane ibareler kullandığını, meselâ
bir mutasavıf kadından bahsederken «O iffetli idi» dediğini, meşhur şair
Haysebeyse'den bahsederken de «Onun, Dahale Harece (girdi, çıktı) denilen bir
kızkar-deşi vardı» dediğini ve benzeri sözler sarfettiğini bildirmiştir. [46]
Abdülkadir b. Muhammed
b. Abdullah Ebu'n-Neceb es-Sührever-dî. Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk'in sülelasinden
olduğu anlatılır. Hadis dinledi. Fıkıh öğrendi. Fetva verdi. Nizamiye
medresesinde müderrislik yaptı. Kendi şahsı için medrese ve bir de hankah yaptırdı.
Bununla birlikte mutasavıf bir kimse olup halka vaaz verirdi. Vefat ettiğinde
kendi medresesine defnedildi. [47]
Muhammed b. Abdülhamid
b. Ebu'l-Hüseyin Ebül-Feth er-Razî. Alâ el-AIim adıyla meşhur olmuştur.
Senıerkantlıdır. Münazara hususunda büyük bir otoriteydi. Hilaf ve cedel
ilminde kendine has bir yöntemi vardı. Buna et-Talikatü'î-Alemiye denilirdi.
İbnü'i-Cevzî dedi ki:
«Muhammed b.
Abdülhamid, Bağdat'a geldi. Meclisim de hazır bulundu.»
Ebu Sa'd es-Sem'anî
dedi ki: «Muhammed b. Abdülhamid devamlı içki içer ve şöyle derdi: «Dünyada
münazara kitabından ve içki içtiğim şarap kabından daha güzel bir şey yoktur.»
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Sonra duyduğuma göre Muhammed b. Abdülhamid içki içmekten ve münazaralarda
bulunmaktan vazgeçmiş, kendini ibadete vermiş ve hayırlı işlerde bulunmuştur.» [48]
Yusuf b. Abdullah b.
Bendar ed-Dımaşkî. Bağdat Nizamiye medresesinin müderrisi idi. Esad
el-Mihenî'den fikıh dersleri aldı. Münazaralarda yükseldi. Eşarilerin aşırı
taraftarıydı. Bu senede yani hicretin 563. senesinde Semle et-Türkmanî'ye elçi
olarak gitti ve Şemle'nin ülkesinde vefat etti. [49]
Bu senede Mısır, Emir
Esedüddin Şirkuh tarafından fethedildi. Bu senede Haçlılar Mısır diyarında
taşkınlık yaptılar. Şöyle ki: Haçlılar Şâver'i orada kendi temsilcileri olarak
bırakmışlar. Mısır'ın mallarına, meskenlerine tahakküm etmişler ve her taraftan
oraya akın akın gelmişlerdi. El koymadıkları ve sahipleri olan Müslümanları da
kovup sürgün etmedikleri bir mesken bırakmamışlardı. Birçok şövalyeleri Mısır'a
yerleşmişlerdi. Haçlılar bu durumu duyunca her taraftan hücuma geçerek Askalan
hükümdarının maiyetinde büyük bir orduyla Mısır'a geldiler. Ele geçirdikleri
ilk yer, Belbis şehri oldu. Belbislilerin bir kısmını öldürdüler. Geride
kalanları da esir aldılar. Şehre yerleştiler. Orada ağırlıklarından
kurtuldular. Orayı kendileri için bir uğrak yeri ve sığınak yaptılar. Sonra
gidip Babul-Barkiye tarafından Kahire'ye girdiler. Vezir Şâver halka Mısır'ı
yakmalarını, insanların oradan ayrılıp Kahire'ye göçmelerini emretti. Haçlılar
şehri yağmaladılar. Halkın cidden birçok malı elden gitti. Mısır, ellidört gün
ateşler içinde yandı. O esnada Mısır hükümdarı Adid, haber göndererek Nureddin'den
yardım istedi. Nureddin'e kadınlarının saçlarını gönderip «İmdadıma yetiş.
Kadınlarımı Haçlıların elinden kurtar» dedi. Esedüddin'in yanlarında ikamet etmesi
şartıyla da Nureddin'e Mısır haracının üçte birini vermeyi taah-hüd etti. Bu
üçte birlik haraca ek olarak bazı arazileri ikta olarak vereceğine dair de
teahütte bulundu. Nureddin bunun üzerine Mısır'a asker gönderme hazırlığına
başladı. Vezir Şâver Müslümanların Mısır'a ulaştıklarını duyunca Haçlı
hükümdarına şu mesajı gönderdi: «Sana olan sevgi ve dostluğumu biliyorsun.
Ancak Adid ile Müslümanlar şehri size teslim etme fikrime muvafakat
etmiyorlar.» Böyle dedikten sonra Mısır'a geri dönmeleri için Haçlılara
1.000.000 dinar verme teahhüdünde bulundu. Bu paranın 800.000 dinarını peşin
olarak ödedi. Haçlılar da Nureddin'in askerlerinden korkarak ve ikinci bir kez
Mısır'a geri dönmeye ümitlenerek ülkelerine döndüler.
«Fakat hile yaptılar.
Allah da onları cezalandırdı. Allah, hile yapanların cezasını en iyi
verendir.» (Âli imrân, 54).
Sonra Vezir Şâver,
barış için Haçlılara ödemeyi taahhüd ettiği altınları halktan istemeğe ve
uğradıkları sıkıntı, yangın ve korku yetmezmiş gibi bu amaçla onlara baskı
yapmağa başladı. Cenâb-ı Allah da İslam askerlerinin Mısır'a gelişi ve vezirin
de karşılarında ölmesi üzerine onların musibetlerini kaldırdı. Şöyle ki:
Nureddin, Humus'ta
bulunan Esedüddin'i Haleb'e davet etmişti. O da bu uzak mesafeyi bir günde
katederek Humus'tan çıkmış, sonra konağına girmiş biraz yol azığı alıp gün
doğumu esnasında yola koyulmuş. Aynı günün akşamında Haleb'te bulunan Sultan
Nureddin'in yanına varmıştı. Denilir ki bu kadar uzak bir mesafeyi sahabilerden
başkasının bu kadar kısa bir sürede katettiği görülmemiştir. Nureddin bu duruma
sevindi ve Esedüddin'i ordu komutanlığına tayin etti. 200.000 dinar para
vererek ona ikramda bulundu. Önde gelen bazı emirleri onun maiyetine verdi ki,
bu emirlerin her biri Esedüddin'in maiyetinde Allah rızasını ve Allah yolunda
cihadı amaçlayarak sefere gitmeyi arzuluyordu. Esedüddin'in maiyetindeki
komutanlardan biri de kardeşinin oğlu Se-lahaddin Yusuf b. Eyyup'tu. Ancak bu
sefere çıkmayı arzulamıyor, aksine bundan hoşlanmıyordu. Yüce Allah buyuruyor
ki: «De ki «Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin.
Dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsm.
İyilik elindedir. Doğrusu sen herşeye kadirsin.» (Âl-iimran, 26).
Nureddin, Esedüddin'in
ordusuna 6.000 Türkmen askeri de kattı ve Esedüddin'i bütün bu birliklerin
komutanı yaptı. Esedüddin, ordusuyla Haleb'ten Dımaşk'a doğru yola koyuldu.
Nureddin de beraberle-rindeydi. Nureddin onları Dımaşk'tan Mısır'a şevketti.
Kendisi ise Dı-maşk'ta ikamet etti. Nureddin'in, Esedüddin komutasındaki
askerleri Mısır diyarına vardıklarında Haçhlarm kendi aleyhlerine akdedilen anlaşma
gereğince ülkelerine dönmüş olduklarını gördüler. Esedüddin bu senenin
rebiyülahir ayının yedisinde Mısır'a ulaşmış ve aynı günde
Adid'in huzuruna
girmiş, Adid ona kıymetli hil'atler giydirmiş, o da bu hil'atleri giyerek şehir
dışındaki otağına dönmüştü. Müslümanlar onun gelişine çok sevinmişlerdi.
Esedüddin'e ve askerlerine çok armağanlar verilmiş, ikramlarda bulunulmuştu.
Halkın eşrafı da Esedüddin'e hizmet etmek için otağa gelmişlerdi. Gelenler
arasında istemeyerek de olsa Halife Adid de vardı. Halife Adid ona bazı önemli
sırlar verdi. Bu sırlar arasında Vezir Şâver'in öldürülmesi de vardı. Bu işi
onunla birlikte kararlaştırdı. Böylece komutan Esedüddin'in itibarı yükseldi.
Otoritesi fazlalaştı. Ama halife Adid, Melik Nureddin'e vermeyi taahhüd ettiği
mal ve paraları Ödemekte gecikti. Bununla birlikte Esedifddin'in yanına gidip
gelmeye devam ediyordu. Onunla beraber dolaşıyordu. Bir ziyafet hazırlamağa
karar verdi. Ancak adamları kendisine bir suikast yapılmasından korktukları
için bu ziyafette kendisini hazır bulunmaktan caydırdılar ve Şâver'i öldürme
hususunda onunla istişare yaptılar. Ancak Emir Esedüddin, onlara bu imkânı
vermedi. Günlerden bir gün Şâver, Esedüddin'in makamına geldi. Onun İmam
Şafiî'nin mezarını ziyarete gitmiş olduğunu gördü. Orada Esedüddin'in
kardeşinin oğlu Selahaddin Yusufla karşılaştı. Selahattin Yusuf, görevlilere
vezir Şâver'in tutuklanmasını emretti. Ancak onu amcası Esedüddin'le müşavere
yaptıktan sonra öldürdü. Şâver'in adamları ve koruyucuları etkisiz hale getirildiler.
Gizlice durumu Adid'e bildirdiler ki, onu kurtarsın. Fakat Adid, Emir
Esedüddin'e haber salarak Vezir Şâver'in başının koparılmasını istedi. Böylece
Şâver öldürüldü. Kesik başı da rebiyüla-hir ayının onyedisinde Halife Adid'e
gönderildi. Müslümanlar bu duruma sevindiler. Esedüddin, Şâver'in konağının
yağmalanmasını emretti. Konak yağmalandı. Sonra Esedüddin, Halife Adid'in
yanına giderek ondan vezirlik istedi. Halife Adid ona vezirlik hilatı giydirdi
ve ona Melik Mansur lakabını taktı. Bundan sonra Esedüddin, Şâver'in konağına
yerleşti ve şanı yüceldi. Nureddin, Mısır'ın fethedildiğini duyunca çok
sevindi. Şairler onu şiirleriyle tebrik ettiler. Yalnız o, Esedüddin'in Halife
Adid'e vezir oluşundan ötürü sevinmedi. Aynı şekilde vezirlik, kardeşi oğlu
Selahaddin'e verildiğinde de sevinmedi. Nureddin, bu durumu ortadan kaldırmak
için çareler aramaya başladı. Ancak çaresini bulamadı. Bu vezirliği iptal
ettiremedi. Özellikle Selahaddin'in inşallah ileride de anlatılacağı gibi
halife Adid'in hazinelerine sahip olduğunu duyduğunda da sevinmemişti.
Doğrusunu Allah bilir.
Esedüddin, saraya
haber salarak bir katip istedi. Kendi temennilerini dile getirdiğinde kabul
edileceğini umarak katip olarak ona Kadı Fadıl'ı gönderdiler. Esedüddin,
çeşitli işlerin başına yöneticiler tayin etti. Araziler ikta etti. Valiler
atadı, böylece sayılı birkaç gün boyunca kendi kendine sevinip mutlu oldu.
Ancak bu senenin cemaziyelahir ayının yirmiikisinde cumartesi günü Ölüm onu
yakaladı. İki ay beş gün müddetle hüküm sürmüştü. Esedüddin merhum vefat edince
şanlı emirler halife Adid'e, Selahaddin Yusuf un, müteveffa amcasından sonra
vezirliğe tayin edilmesi için öneride bulundular. Halife Adid de Selahaddin
Yusuf u vezirliğe tayin etti ve ona kıymetli hilatler giydirip Melik Nasır
lakabını taktı. [50]
er-Ravzateyn adlı
eserde Ebu Şâme'nin anlattığına göre Selahaddin'in giydiği hilatın evsafı
şöyledir:
«Kenarı altınla
süslenmiş, beyaz bir sarık, dibeki bir elbise ki kenarı altın süslemeli idi.
Altın yaldızla süslenmiş bir cübbe, altın tellerle işlenmiş bir taylesan,
10.000 dinar değerinde mücevher bir gerdanlık, 5.000 dinar değerinde altın
süslemeli bir kılıç, 8.000 dinar değerinde altın süslemeli bir kılıç, 8.000
dinar değerinde bir kemer, üzerinde de altın gerdanlık ve boyunbağı bulunan bir
mücevher, başında da 200 cevher tanesi. Ayaklarında dört cevherden halhal,
başında altın bir şerit ve üzerinde beyaz bir çıkıntı, miğferi beyaz renkli
olup hü'atın yanı sıra altın dolu birkaç kese, bir at ve başka armağanlar.
Bunlara ek olarak atlastan beyaz bir keçe içinde dürülü vezirlik fermanı.
Selahaddin, bu hil'atı
bu senenin cemaziyelahir ayının yirmibeşin-de pazartesi günü giymişti. Bu,
cidden görülmeye değer muazzam bir törendi. Bütün askerler onun hizmetine
girdiler. Sadece Aynü'd-Devle el-Yarukî onun hizmetine girmedi ve «Nureddin'den
sonra Yusuf a hizmet etmem» dedi. Sonra da Aynü'd-Devle el-Yarukî askerleriyle
birlikte Şam'a gitti. Nureddin bu davranışından ötürü onu kınadı.
Melik Selahaddin,
Melik Nureddin'in naibi sıfatıyla Mısır'da ikamet etti. Mısır diyarında
minberler üzerinde onun adına hutbe okuttu. Melik Nureddin'e mektup yazarken
emir serasker Selahaddin unvanını kullandı. Ona mütevazi davrandı. Ancak
herkesin kalbi Selahaddin'e meyletti. Nefisler ona boyun eğdi. Onun zamanında
halife Adid büyük kuvvet kazandı. O diyarda insanlar arasında Selahaddin'in
kadri yüceldi. Maiyetindeki kimselerin iktalarmı artırdı. Adamları onu
sevdiler. Ona hürmet edip hizmette bulundular.
Nureddin ona bir
mektup yazarak vezirliği fermansız olarak kabul ettiğinden ötürü kınadı ve
Mısır diyarından elde ettiği gelirlerin hesabını çıkarmasını emretti. Ancak
Selahaddin bu emri yerine getirmedi. Nureddin de bu arada; «Eyyub'un oğlu
hükümdar olmuş» demeye başladı. Selahaddin, Nureddin'e mektup yazarak aile
efradını, kardeşlerini ve yakınlarını kendisine göndermesini istedi. Melik
Nureddin, istediği kimseleri ona gönderdi. Ancak onların kendisine itaat
etmelerini ve emrini dinlemelerini şart koştu. Neticede Selahaddin'in Mısır
diyarında otoritesi kuvvetlendi. Mısır devleti böylece sağlamlaştı. İşler
yoluna girdi. Selahaddin'in saltanatı güçlendi. Şair'in biri, Selahaddin'in
Vezir Şâver'i öldürmesi ile ilgili olarak şöyle bir şiir okumuştu:
«Mısır helak olmuştu.
Yusuf oraya sahip oldu. Rahmanın vakti belirlenmiş bir emri ile, Yusuf un orada
Şâver'i öldürmesi, Davud'un Calut'u Öldürmesi gibidir.»
Ebu Şâme dedi ki:
«Halife Adid bu senede Şâver'in şu çocuklarını öldürttü:
1- Şüca
(lakabı Kâmil idi).
2- Tari
(lakabı Muazzam idi).
3-
Farisülmüslimin.
Bunlar öldürüldükten
sonra kesik başları Mısır diyarında dolaştırılıp teşhir edildi. [51]
Tavaşî Selahaddin'in
zamanında halife ve adamlarının güvendiği bir devlet sekreteri idi. Tavaşî Mısır'da
hilafet sarayında bir mektup yazarak Haçlılara gönderdi ki Mısır'a gelip
oradaki Şamlı Müslüman askerleri kovsunlar. Sarayın muhafız kuvvetleri
komutanı olan Habeşli Tavaşî bu mektubu güvendiği bir adamla Haçlılara
gönderdi. Ulak yolda iken kendisinden şüphelenen bir adam tarafından yakalanıp
Sela-haddin'e götürüldü. Ulak suçunu ikrar etti. Mektubu çıkardı. Selahaddin
mektubu okuyup durumu anladı. Ancak gizledi. Devlet sekreteri Tavaşî,
Selahaddin'in durumdan haberdar olduğunu anlayınca hilafet sarayına kapandı.
Öldürülmekten korktuğu için uzun bir süre dışarı çıkmadı. Sonra günün birinde
ava çıkmak istedi. Dışarıda iken Selahaddin onu yakalayıp öldürecek adamîannı
üzerine saldı. Yakalanıp öldürdü. Başı kesilip Selahaddin'in huzuruna
bırakıldı. Bundan sonra Selahaddin saraydaki hizmetçilerin tamamını görevden
azletti. Onların yerine Bahaeddin Karakuş'u tayin etti ve ona bütün işleri
idare etmesi emrini verdi. [52]
Hilafet mü'temeni
(devlet sekreteri) Habeşli Tavaşî öldürülüp saraydaki diğer hizmetçiler
görevlerinden azledildiklerinde hizmetçiler buna kızarak bir araya gelip
toplandılar. Zenciler yaklaşık 50.000 kişilik bir topluluk meydana getirdiler.
İki saray arasında Selahaddin'in askerleriyle savaştılar. İki taraftan da çok
sayıda adam öldürüldü. Halife Adid, sarayında savaşı seyrediyordu. Şamlı
askerler saraydan taş atıyorlardı. Bir rivayete göre Adid'in emriyle olduğu,
başka bir rivayete göre ise onun emri dışında Adid'in askerleri karşı tarafa
ok attılar. Sonra Nasırın kardeşi Nurşah Şemsü'd-Devle de Adid'in sarayda
savaşı seyretmekte olduğu penceresinin yakılmasını emretti. Nurşah
Şemsü'd-Devle savaşta hazır bulunuyordu. Nureddin onu kardeşine takviye olsun
diye göndermişti. Halife Adid'in sarayının kapısı açıldı ve «Müminlerin emin,
şu zencileri aranızdan ve ülkenizden çıkarmanızı size emrediyor» diye
seslenildi. Şamlılar kuvvetlendiler. Zenciler zayıfladılar. Sultan, Mansure
diye bilinen zenci mahallesine askerleri şevketti. Bu mahallede zencilerin
evleri ve aileleri bulunuyordu. Askerlerin gelmesi üzerine Bab-ı Zuveyle'deki
zenciler geri dönüp kaçtılar. Komutan, onları kılıçlı askerleriyle kovaladı ve
onlardan bir çoğunu öldürdü. Sonra zenciler eman dilediler. Kendilerine eman
verildi. Cize'ye sürgün edildiler. Sonra Selahaddin'in kardeşi Şemsü'd-Devle
Nurşah onların karşısına çıktı ve yine onlardan bîr çoğunu öldürdü. Geride çok
az sayıda zenci kaldı. Zulm ettiklerinden dolayı zencilerin evleri boş kaldı.
Bu senede Nureddin,
Caber kalesini fethetti. Bu kaleyi sahibi bulunan Şihabüddin Malik b. Ali
el-Ukaylî'nin elinden aldı. Caber kalesi Sultan Melikşah zamanından beri
Şihabüddin'in elinde bulunmaktaydı.
Bu senede Haleb Camii
yandı. Nureddin orayı onardı.
Bu senede Haleb
dışındaki mahallenin kendisine nisbet edilmekte olduğu Maruk öldü. [53]
Künyesi
Ebü'l-Hasan'dı. Vaizdi. Hanbelî idi. Hicretin 480. senesinde doğdu. Hadis
dinledi. Fıkıh dersleri aldı. Vaaz verdi. Vaazı çok leta-fetli ve hoştu. Bu
yönüyle İbnül-Cevzî onu çok övmüş ve anlattığına göre kendisi bir defasında
ondan sıfatlarla ilgili hadisi sormuş, ama o bu konuya değinmeyip şu şiiri
okumuş:
«Kaybolan öfkeli,
kabul etmeyip dedi ki, ey nefis ya buna razı olmalısın.
Ki bunun aksi
düşünülemez.
Çünkü ona itaati farz
kılan sensin.
Kendisinden ayrılmaya
güç yetiremediğine küsme.
Her ne kadar
yanakların ondan ayrılıp küsmeye yönelse de gene de küsme, razı ol.»
İbnü'l-Cevzî onun
şöyle dediğini nakletmiştir:
«Bir defasında
halifeden korktum. Rüyada biri bana: «Şunu yaz bakalım» dedi: «Zamanın
belalarına karşı sabrınla göğüs ger. Bir ve herşeyi bilen zâtın lutfunu ümid
ederek bekle. Her ne kadar zamanın sıkıntısı seni zorlasa da ümidini kesme.
Zamanın belalarının oku sana yönelse de ümitsizlennıe. Yüce Allah'ın bu
sıkıntılar arasında sana ihsan edeceği bir genişlik vardır.
Bu genişlik,
anlayışlar ve vehimler arasında gizlidir. Mızrakların ucu arasından kurtulan
nice kimseler vardır. Aslanın pençesinden kurtulan nice avlar vardır.»
Sadullah b. Nasr bu
senenin şaban ayında seksendört yaşında vefat etti ve Zori hankâhının yanma
defnedildi. Sonra İmam Ahmed b. Han-bel Mezarlığına nakledildi. [54]
Künyesi Ebu Şüca
es-Sa'dî'dir. Emirü'l-Cüyuş lakabını taşırdı. Halife Adid'in zamanında Mısır
diyarının vezirliğini yaptı. Vezirliği Re-zik'in elinden aldı. Kadı Fadıl'ı
yazı işlerinde kullanan ilk vezir odur. Kadı Fadıl'ı İskenderiye'ye bağlı
Babü's-Sidre'den yanına çağırmıştı. Kadı Fadıl onun yanında yükselip itibar
sahibi oldu. Saraydaki diğer katipler onun emri altına girdiler. Kadı Fadıl'ın
fazilet ve üstünlüğünü görünce ona tabi oldular. Şairler onu övdüler.
Övenlerden biri de Am-mare el-Yümnî'dir. Ammare bir şiirinde onu şöyle
övmüştür:
«Demir demirden
sıkıntı duydu.
Şâver, Muhammed'in
dinine yardım etmekten sıkılmadı. Zaman, onun gibisini getirmeye yemin etti.
Ey zaman, yeminini
bozdun, kefaretini öde.»
İşi yolundaydı.
Nihayet Emir Dirgam b. Suvar ona karşı ayaklandı. O da Nureddin'e sığındı.
Nureddin onunla birlikte Esedüddin Şirkuh'u emir Dirgam'a karşı gönderdi. İkisi
birlikte Emir Dirgam ı mağlup ettiler. Fakat bilahare Şâver ona karşı ahdini
bozdu. Esedüddin de ona kin beslemeye başladı. Nihayet onu bu senede kardeşinin
oğlu Selahaddin vasıtasıyla öldürttü. Bu senenin rebiyülahir ayının onyedisinde
emir Cerdenk'in huzurunda boynu vuruldu. Öldürülmesinden sonra yerine Esedüddin
vezirliğe tayin edildi. Ama o da sadece iki ay beş gün süreyle iktidarda
kalabildi.
Ibn Hallikan dedi ki:
«Şâver'in soy kütüğü şöyledir: Ebu Şüca Şâver
b. Mudruddin b. Nizar
b. Aşair b. Şas b. Muğis b. Habib b. Haris b. Rebia b. Mahis b. Ebi Züeyb
Abdullah. Ebu Züeyb Abdillah, Halimetü's-Sadi-ye'nin babasıdır.» İbn Hallikan
böyle demiştir. Ancak onun bu sözünde şüphe vardır. Zira aradaki uzun mesafe bu
kadar kısa bir soy silsilesi ile tamamlanamaz, doğrusunu Allah bilir. [55]
Esedüddin el-Kürdî
ez-Zerzarî. Zerzarilîler, Kürd kabilelerinin en şereflisidirler. Şirkuh,
Azerbaycan'a bağlı Derin kasabasındandır. Kendisi ve kardeşi Necmeddin Eyyub,
Emir Mücahidüddin Nehruz el-Hadi-nıe hizmette bulundular. Nehruz el-Hadim, Irak
şahnesi (emniyet müdürü) idi. Necmeddin Eyyub Tikrit kalesinin naibliğini
yaptı. O esnada Karaca es-Sakî'den kaçmakta olan İmadüddin Zengi Tikrit
kalesine geldi. Necmeddin ve kardeşi Şirkuh ona ihsanda bulunup hizmet
ettiler. Sonra İmadüddin halktan birini öldürdü. Nehruz da Necmeddin Eyyub ile
Şirkuh b. Sadî'yi kaleden çıkarıp kovdu. İkisi Halep'te bulunan İmadüddin
Zengi'nin yanına gittiler. İmadüddin onlara iyilik ve ihsanda bulundu. Sonra
ikisi İmadüddin Zengi'nin oğlu Nureddin Mahmud'un yanında yükselip itibar
sahibi oldular. İmadüddin Zengi, Eyyub'u Baalbek naibliğine atadı. Sonra
İmadüddin'in oğlu Nureddin onu bu görevde bıraktı. Esedüddin de Nureddin'in
yanında kalıp onun en büyük komutanlarından biri oldu. Has ve gözde adamları
arasına girdi. Nureddin ona Rahbe beldesini ve Humus vilayetini diğer iktalarla
birlikte iltizam olarak verdi. Çünkü Esedüddin Şirkuh şehametli, şecaatli, cesaretli
bir komutan olup Haçlılarla cihad etmekteydi. Onlarla birçok defalar savaşmış
ve zaferler kazanmıştı. Özellikle Dımaşk'ın fethi gününde büyük yararlık
göstermişti. Bundan daha önemlisi, Mısır diyarının ele geçirilişinde gösterdiği
yararlılık idi. Allah onun mezarını rahmetiyle ıslatsın. Makamını Cennet
kılsın.
Esedüddin Şirkuh b.
Şadı, cumartesi günü ani olarak meydana gelen bir nefes tıkanıklığı
neticesinde vefat etti. Vefatı bu senenin cemazi-yelahir ayının yirmiikisinde
vuku bulmuştu. Allah rahmet etsin.
Ebu Şanıe dedi ki:
Mısır'ın Kahire şehrinin güneydoğusunda bulunan Esedi Hankâh'ı ona nisbet
edilir. Kendisinden sonra iktidar, kardeşinin oğlu Selahaddin Yusuf un eline
geçti. Selahaddin Yusuf hakimiyetini ve o yöredeki otoritesini güçlendirdi. [56]
Muhammed b. Abdullah
b. Abdülvahid b. Süleyman. İbn Battı adıyla meşhur olmuştur. Çok hadis dinledi
ve rivayet etti. Kendisinden hadis dinlemek amacıyla başka yerlerden yanına
gelinirdi. Doksan yaşına yaklaşmış iken bu senede vefat etti. [57]
Künyesi Ebu
Abdullah'tır. Vaizdi. Anlatıldığına göre o Nehcülbela-ğa adlı eseri ezberlemiş
ve lafızlarını tabir edip yorumlamıştır. Fesahat-li, belağatli bir kimseydi.
Sözleri yazılır ve ondan el-Hikemu'1-Fankîye adlı bir kitap rivayet edilir. [58]
Muammer b. Abdülvahid
b. Recâ Ebu Ahmed el-İsfahanî. Vaizdi. Hadis hafizlarmdandır. Ebu Nuaym'ın
ashabından rivayetlerde bulunmuştur. Hadise dair güzel bir bilgisi vardı.
Hacca gitmekte iken Badi-ye'de vefat etti. Allah rahmet etsin. [59]
Bu senenin safer
ayında Haçlılar Mısır'a bağlı Dimyat'ı elli gün müddetle kuşatma altında
tuttular. Ahaliye sıkıntılı anlar yaşattılar. Birçok kimseleri öldürdüler.
Mısır diyarına sahip olmak ümidi ve de müslümanlarm Kudüs'ü istila etme korkusu
sebebiyle karadan ve denizden Dimyat'a gelip saldırmışlardı. Selahaddin de
Nureddin'e mektup yazarak yardım istedi. Kendisine askerî takviye göndermesi
talebinde bulundu. Zira Mısır'dan ayrılması durumunda Mısırlıların arkadan
ona hiyanet edeceklerini, şayet Mısır'da oturup Haçlılarla savaşmayacak olursa
Haçlıların Dimyat'ı ele geçireceklerini orayı, Mısır ülkesini ele geçirmek
amacıyla kuvvetleneceklerini ve bir üs haline getireceklerini bildirdi.
Nureddin de ona birçok askeri birliği peşpeşe gönderdi. Sonra Haçlıların
ülkelerinden ayrılıp Dimyat'a gidişlerini firsat bilen Nureddin, arkadan
onların ülkesine büyük askeri birlikle saldırdı. Evlerinin arasına kadar girip
yerleşti. Mallarını ganimet edindi. Orada bulunan adamların bir kısmını
öldürdü. Çoklarını esir aldı. Selahad-din'e gönderdiği takviye birlikler
arasında babası Emir Necmeddin Ey-yup ta bulunmaktaydı. Beraberlerinde diğer
oğullan da vardı. Askerler Mısır dışına çıkıp onu karşıladılar. Halife Adid de
oğluna saygı ve ikram olsun diye onu karşılamaya çıktı. İskenderiye ve Dimyatı
ona ikta1 olarak verdi. Diğer oğullanna da bazı yerleri ikta' olarak verdi.
Halife Adid, bu
hadiseden dolayı Selahaddin'e 1.000.000 dinar para yardımında bulundu. Nihayet
Haçlılar Dimyat'tan ayrılıp döndüler. Nureddin'in kendi ülkelerine baskın
yaptığını, birçok adamları öldürüp kadın ve çocuklanm esir aldığını, mallarını
ganimet edindiğini duyduklarından ülkelerine geri döndüler. Allah müslümanlara
hayır mükâfat versin.
Sonra Nureddin bu
senenin cemaziyelahir ayında kuşatma amacıyla Kerh'e gitti. Kerh, çok
korunaklı bir şehirdi. Orayı neredeyse fethedecekti. Ama Haçlıların öncü
birliklerinin Dımaşk'a yöneldiklerini duyunca kuşatmayı bıraktı. Haçlıların
arkadan kendilerini kuşatmalarından korktu. Kuşatmayı bırakıp Dımaşk'a
yöneldi. Orada savunma tedbirleri aldı. Haçlılar Dimyat'tan sökülüp
döndüklerinde Nureddin çok sevinmişti. Şairlerden her biri bu konuda birer
kaside yazmıştı. Melik Selahaddin Eyyubî ise bu duruma gam ve kederle
bakmaktaydı. Hatta bir hadis talebesi bu konuda tebessümle ilgili müselsel
senetli bir hadisi okumuş ve sürekli sevinç meydana gelmesi için kendisinin
tebessüm etmesini istemişti. Ancak o tebessüm etmeyip şu cevabı vermişti:
«Dimyat sınırında
Müslümanlann Haçlılar taranndan kuşatma al-dında tutulduğu bir esnada Cenâb-ı
Allah'ın beni tebessüm eder halde görmesinden utanırım.»
Şeyh Ebu Şâme'den
rivayet: Mansura kalesinde bulunan Ebu Der-da Mescidi'nin imamı, Haçlıların
Dimyat'tan kovulduklan gecede rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ın kendisine şöyle
dediğini görmüş: «Nureddin'e selam söyle ve Haçlıların Dimyat'tan ayrıldıkalrı
müjdesini ona ver.»Ben dedim ki: «Ya Rasûlallah bunun alameti nedir?»
Buyurdu ki: «Telharim gününde
secdeye kapanıp şu duayı yapmış olduğunu Nureddin'e bildir: «Allah'ım. Sen
kendi dinine yardım et. Köpek Nureddin Mahmud da kim oluyor?»
Nureddin Mahmud, Ebu
Derda Mescidi'nde sabah namazını kıldıktan sonra imam ona bu müjdeyi vermiş ve
Rasûlullah'm anlattığı alameti kendisine bildirmişti. «Köpek Nureddin Mahmud da
kim oluyor?» sözünü nakletme sırası geldiğinde bunu söyleyememiş ve utanmıştı.
Ancak Nureddin Mahmud, imama: «Rasûlullah (s.a.v.)'ın sana emrettiği şeyi
söyle» deyince imam aynı ifadeyi kullanmış. Nureddin Mahmud da «doğru söyledin»
demiş, bu olayı tasdik etmek ve sevindiğini bildirmek amacıyla Nureddin Mahmud
ağlamıştı. Sonra durumun açıklığa kavuşmasını beklemişler ve gerçektende
Rasûlullah (s.a.v.)'ın rüyada İmama haber verdiği şekilde Haçlıların Dimyat'ı
bırakıp gittikleri görüldü.
Katib İmad dedi ki:
«Bu senede Melik Nureddin, Darıya Camii'ni onardı. Orada bulunan Ebu Süleyman
ed-Daranî'nin şehidliğini ve Dı-maşk'taki birçok yerleri onardı.»
Bu senede Kerkük şehri
Nureddin taranndan dört gün süreyle kuşatıldı. Orada yanında bulunan Necmeddin
Eyyub (Selahaddin'in babası) yanından ayrılıp Mısır'a oğlu Selahaddin'in yanma
gitti. Nureddin ona Mısır'da bulunan oğlu Selahaddine, Mısır'da halife
Müstencid Bil-lah el-Abbasî adına hutbe okumasını emretmesini bildirdi. Çünkü
halife, Selahaddin'in orada kendi adına hutbe okutmadığını bildirerek bu durumu
kınamıştı.
Bu senede Haçlılar,
Sebib b. Rakik ve İbn Kankarî ile birlikte Seva-hil'den gelerek Kerkük'ü
savunmak istediler. Sebib b. Rakik ile İbn Kan-karî, Haçlıların en ünlü
şövalyelerindendiler. Nureddin, kendileriyle savaşmak üzere üzerlerine gidince
yollarını değiştirip başka tarafa saptılar.
Bu senede Şam ve
Cezire'de büyük bir deprem meydana geldi. Birçok yerleri etkiledi. Şam'daki
surların çoğu yıkıldı. Evlerin çoğu sahiplerinin üzerlerine çöktü. Özellikle
Dımaşk, Humus, Hama, Haleb ve Baal-bek'te surların çoğu ve kaleler çöktü.
Nureddin de bu mekânlarda meydana gelen tahribatın çoğunu giderip gerekli
onarımları yaptırdı. [60]
Nureddin Mahmud'un
kardeşi olup Musul valisi idi. Vefat ederken kırkdört yaşındaydı. Yirmibir sene
müddetle hüküm sürdü. Seçkin hükümdarlardandı. Halkı tarafından çok sevilirdi.
Onlara şefkat gösterir, iyilik ve ihsanda bulunurdu. Şekli ve şemaili güzeldi.
Kendisinden sonra yerine oğlu Seyfeddin Gazi geçti. Seyfeddin Gazi'nin annesi,
Hatun binti Timurtaş b. İlgazi b. Artuk'tur. Bilindiği gibi îlgazi b. Artuk da
Mardin vahşiydi. Melik Kutbeddin'in veziri Fahreddin Abdülmesih'ti ki, bu,
zalim ve zorba bir kimseydi.
Bu senede Endülüs'teki
garp melikleri arasında birçok savaşlar meydana geldi. Şark hükümdarları
arasında da aynı şekilde çok savaşlar cereyan etti.
Bu senede ve bundan
önceki senede hac emirliğini Berguş el-Kebir yaptı. Bu senede vefat eden meşhur
şahsiyetlerle ilgili bir nakil ve rivayete rastlamadım. [61]
Bu senede halife
Müstencid vefat etti. Yerine oğlu Müstedi halife oldu. Müstencid sene başında
hastalanmış, sonra görünüşte şifa bulmuştu. Bu sebeple büyük bir ziyafet
tertipledi. İnsanlar da bu vesileyle çok sevindiler. Sonra kendisinde şiddetli
nekahet bulunduğu halde tabib onu hamama soktu. Hamamda öldü. Anlatıldığına
göre tabibin böyle yapmasını bazı devlet erkânı tavsiye etmişlerdi ki Müstencid
erken ölsün.
Müstencid, bu senenin
rebiyülahır ayının ikisinde cumartesi günü Öğleden sonra kırksekiz yaşında
vefat etti. Onbir sene bir ay müddetle halifelik yaptı. Halifelerin
hayırlılarından, adillerinden ve halka en çok merhamet gösterenlerinde ndi.
Halkın üzerindeki ağır vergileri kaldırdı. Irak'ta ağır vergiler bırakmadı.
Şirret bir adam hakkında adamlarından biri yanında şefaatçi oldu. Bunun
üzerine Müstencid o adama 10.000 dinar para verdi. Verirken de «Sana 10.000
dinar veriyorum ama müslümanlan bu adamın şerrinden kurtarıp rahata erdirmem
için bir mislini de bana getir» dedi.
Müstencid esmer tenli,
uzun sakallı bir kimseydi. Abbasîlerin otuz-ikincisiydi. Bu da Ebced hesabına
göre lam ve ba harfleri ile ifade edilmiştir. Bu sebeple ediplerden biri, onun
hakkında şöyle bir tarih düşürmüştür:
«Halifeleri Ebced
hesabına göre sayacak olursak, Ey Müstencid sen Abbas oğullarının lübbü oldun.»
Bilindiği gibi lüb
kelimesinde lam ve ba harfleri vardır ki bunlar da otuziki eder. Yani o, Abbasi
halifelerinin otuzikincisi idi. İyiliği emreder, kötülüğü menederdi. Rüyasında
Rasûlullah (s.a.v.)'ın kendisine şöyle buyurduğunu görmüştü:
«De ki Allah'ım;
hidayete erdirdiğin kimseler arasında beni de hidayete erdir. Afiyete
kavuşturduğun kimseler arasında bana da afiyet ver......»
Böylece kunut duasının
tamamını ona Öğretmişti.
Vefat ettikten sonra
pazar günü öğlenden önce cenaze namazı kılındı. Hilafet sarayına defnedldi.
Sonra Rusafe mezarlığına nakledildi. Yüce Allah rahmet etsin. [62]
Ebu Muhammed Hasan b.
Yusuf el-Müstencid b. Muktefî. Annesi İsmet adında Ermeni bir kadındı. Müstadî,
hicretin 536. senesinin şaban ayında doğdu. Babasımn vefat günü olan
rebiyülahir ayının dokuzunda pazartesi sabahı halifeliğine bey'at edildi. Hz.
Hasan'dan sonra ondan başka Hasan adında bir başkası halifeliğe geçmiş
değildir. Künyesi de Hz. Hasanın ki gibi Ebu Muhammed idi. Halifeliğine bey'at
edildiği günde insanlara 1.000'den fazla hil'at giydirdi. Bu gün görülmeye
değer muazzam bir gündü. Bağdat kadilkudatlığına Ruh b. Hadsenî'yi rebiyülahir
ayının yirmibirinde cuma günü tayin etti. Üstad Adüdü'd-Devle'ye vezirlik
hil'atı giydirdi. Kapısında üç namaz vaktinde, sabah akşam ve yatsı
vakitlerinde davul çaldırdı. Kölelerden onyedi kişiyi emir tayin etti. Vaizlere
vaaz etmeleri için izin verdi. Vaizler de uzun bir süre yasaklı kaldıktan sonra
konuşmaya başladılar. Çünkü daha önce vaazları yüzünden uzun süren fitneler ve
serler meydana geliyordu. Bundan sonra hacipleri çoğaldı. Musul'a sahip
olduğuna dair müjde geldiğinde Katib İmad şöyle bir şiir okudu:
«Zaman Müstadi
sayesinde aydınlandı.
O, hırkai saadetin
varisi ve Peygamber (s.a.v.)'in amcazadesidir.
Hakkı, şeriatı ve
adaleti getirdi.
Bu ihya ediciye
merhaba,
Bağdatlıları da tebrik
ediyorum.
Onlar, bütün
perişanlıklardan sonra mutlu bir yaşama kavuştular.
Karanlık zaman geçip
gitti
Artık aydınlık çağı
geldi.»
Bu senede Melik
Nureddin, Rakka'ya gitti. Orayı ele geçirdi. Aynı şekilde Nusaybin, Habur ve
Sincar'ı da ele geçirip damadı ve kardeşinin oğlu Mevdud b. İmadüddin'e teslim
etti. Sonra Musul'a gitti. Orada yir-midört gün kaldı. Orayı da kardeşinin oğlu
Seyfeddin Gazi b. Kutbeddin Mevdud'a Cezire ile birlikte verdi. Diğer kızını
onunla evlendirdi. Musul Camii'nin genişletilip onarılmasını emretti. Bunun
için bizzat kendisi bir vakıf kurdu. Camiye bir hatib ve orada fıkıh öğretmesi
içinde bir müderris tayin etti. Fıkıh müderrisi Ebu Bekir el-Berkanî idi ki,
bu zat Gazzalî'nin öğrencisi Muhammed b. Yahya'nın talebesi idi. Müderrisliğe
atandığına dair bir ferman yazdı. Camiye Musul köylerinden birini vakfetti.
Bütün bunları da salih ve âbid bir zat olan Şeyh Ömer'in tavsiyesi üzerine
yapmıştı. Şeyh Ömer Molla'nm orada ziyaret edilen bir tekkesi vardı. Her sene
mevlid kandilinde davette bulunurdu. Melikler, emirler, alimler, vezirler
davetine gelir ve orada büyük bir ihtifal düzenlenirdi. Melik Nureddin
arkadaşıydı. İşlerinde ona danışırdı. Bazı önemli işleri yaparken ona
güvenirdi. Musul'da ikamet ettiği süre zarfında yaptığı bütün hayırları
yapması için o kendisine tavsiyede bulunmuştu. Bu sebepledir ki Musul'a gelişi
esnasında halk çok sevinmişti. Üzerindeki bütün sıkıntılar giderilmişti.
Aralarında bulunan zalim ve zorba Fahreddin Abdülmesih'i kovmuştu. Melik
Nureddin, Şeyh Ömer Mollaya Abdullah adını vermiş, onu beraberinde Dımaşk'a
götürmüş, güzel arazi parçalarını ikta' olarak vermişti. Fahreddin Abdülmesih
denen zalim ve zorba kişi Hristiyandı. Ama Müslüman olduğunu söylüyordu.
Anlatıldığına göre evinin içinde gizli bir yerde kendisine ait bir kilisesi
varmış, idaresi kötü, zorba, içi bozuk bir kimseydi. Âlimlere özellikle
müslümanlara karşı kindar bir düşmandı. Nureddin Musul'a girdiğinde onun için
Şeyh Ömer Molla eman dilemişti. Nureddin, Musul'a varır varmaz kardeşi oğlu
yanına gelmiş, huzurunda durmuş, Nureddin de ona ihsan ve ikramda bulunmuştu.
Halifeden getirmiş olduğu hil'atı ona giydirmişti. Böylece şehire büyük bir
debdebe ve alayişle girmişti. Nureddin, Musul'a vardığında kış şiddetlenmişti.
Bu yüzden yukanda da anlattığımız gibi orada ikamet etmişti. İkametinin son
gecesinde Rasûlullah (s.a.v.)'i görmüş, Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle demişti:
«Belden senin hoşuna
gitti. Cihadı terk ettin. Allah düşmanlarıyla savaşmaz oldun?» Bundan sonra
Nureddin uykudan hemen uyanıp sefer hazırlığına başlamıştı. Sabah olur olmaz
Şam yoluna koyulmuştu. Şeyh İbn Ebi Asrun'u kadılığa tayin edip beraberinde
Sincar, Nusaybin ve Habur'a götürmüştü. İbn Ebi Asrun orada naib ve idareciler
tayin etmişti.
Bu senede Selahaddin
-Şii oldukları gerekçesiyle- Mısır kadılarını görevden azletti. Kadilkudatlığa
Şafiî mezhebine mensup Sadreddin Abdülmelik b. Derbas el-Mardanî'yi tayin etti.
Diğer muamelelerin yürütülmesi için de Şafiî kadılar tayin etti. Şafiîler için
bir medrese yaptırdı. Malikîler için de bir medrese yaptırdı. Kardeşinin oğlu
Takiyyüddin Ömer de çok kıymetli bir konak satın alarak orasını Şafiîler için
medrese haline getirdi. Bir bahçeyi ve başka arazileri de oraya vakfetti.
Selahaddin, şehrin
surlarını tamir ettirdi. İskenderiye'ninkini de tamir ettirdi. Halka çok
ihsanlarda bulundu. Askalan ve Gazze taraflarında bulunan Haçlı beldelerine
hücum etti. Eyle'deki Haçlı kalesine hücum etti. Orada bulunan bir çok Haçlı
şövalyesini öldürdü. Şam'dan gelmekte olan aile efradını karşıladı. Uzun bir
ayrılıktan sonra ailesiyle bir araya geldi.
Bu senede Selahaddin,
ezanlarda okunmakta olan «Hayya ala hay-ri'1-amel» cümlesini kaldırtü. Mısır'ın
her tarafında bu uygulamaya geçti. Minberler üzerinde Abbasiler adına hutbe
okunmasını sağladı. [63]
Künyesi Ebu ZürVdır.
Aslen Makdislidir, ama doğum yeri Raz şehridir. Hemedan'da ikamet etmiştir.
Hicretin 481. senesinde doğmuş, babası Hafız Muhammed b. Tahir ona çok hadis
nakletmişti. Rivayetleri arasında Şafiî'nin Müsned'i de vardır. Bu senenin
rebiülahir ayının yedisinde çarşamba günü Hemedan'da vefat etti. Vefat ederken
doksan yaşma yaklaşmıştı. [64]
Ebü'l-Haccac b.
Hallal. Mısır inşa divanının başkanı idi. Bu hususta Kadı Fadıl'ın üstadıydı.
Kadı Fadıl'ı bu hususta yetiştirdi. Nihayet Kadı Fadıl bu alanda yükseldi. Kadı
Yusuf yaşlandığı için bu görevi yapamayacak hale geldiğinde Kadı Fadıl onun
yerine geçti. Kadı Fadıl onun aile efradının geçimlerini ölünceye kadar
üstlendi. Kadı Yusuf vefat ettikten sonra da Kadı Fadıl onun aile efradına çok
ihsanlarda bulunmuştu. Allah hepsine rahmet etsin. [65]
Yusuf b. Halife
Müstencid Billah b. Muktefi b. Müstazhir. Biyografisinden ve vefatından Önceki
kısımlarda bahsedilmişti. Amcası Ebu Nasr b. Müstazhir'den birkaç ay önce vefat
etti. Kendisinden sonra Müs-tazhir'in oğullarından hayatta kalan olmamıştı. Bu
senenin zilkade ayının yirmisekizinde salı günü vefat etti. [66]
Bu senenin ilk
cumasında Mısır hükümdarı halife Adıd vefat etti. Selahaddin, Mısır'da ve oraya
bağlı mıntıkalarda ikinci cuma günü Abbasiler adına hutbe okunmasını emretti.
Bu, muazzam ve görülmeye değer bir gündü. Haber Melik Nureddin'e vardığında o,
bu durumu halifeye İbn Ebi Asrun Şihabüddin Ebü'l-Meali aracılığıyla iletti.
Bu müjde üzerine Bağdat şehri süslendi. Çarşılar kilitlendi. Çadırlar kuruldu.
Müslümanlar buna çok sevindiler. Çünkü Mısır diyarında halife Muti
el-Abbasî'nin zamanında hicri 359. seneden bu yana yani Fatimilerin Mısır'a
sahip olduğu ve oraya galebe çaldıkları günden beri Abbasiler adına hutbe
okutulmasına son verilmişti ki, bu da 208 senelik bir süreydi.
İbnu'l-Cevzî dedi ki:
«Ben bu konuda bir kitap yazdım adını da en-Nasr Alâ Mısır koydum.» [67]
Lügatte Adid kelimesi
kesici anlamına gelir. Nitekim bir hadiste «Harem'in ağaçları kesilmez» Duyurulmaktadır.
Burada kesilmez anlamına gelen fiil (yudedü) fiilidir. Adid vefat edince
Ubeydilerin Mısır'daki hakimiyetleri sona erdi. Adid'ın asıl adı Abdullah'tır.
Künyesi Ebu Muhammed olup soy kütüğü şöyledir: Abdullah b. Yusuf el-Hafiz b.
Müstansır b. Hakim b. Aziz b. Muiz b. Mansur el-Kahirî Ebü'l-Genaim b. Mehdi.
Adid, hicretin 546.
senesinde doğdu. Yirmibir sene yaşadı. Yaşantısı kötüydü. Murdar bir Şii idi.
İmkânı olsaydı bütün Ehl-i Sünneti öldürürdü. Selahaddin'in Mısır'da otoritesi
kurulunca Nureddin'in fermanı üzerine Mısır'da Abbasiler adına hutbe okutmaya
başladı. Çünkü halife, Melik Nureddin'e haber salarak vefatından önce onu
kendi adına hutbe okutturmadığından dolayı kınamıştı. Müstencid de o zaman hasta
idi. Vefat edince kendisinden sonra yerine oğlu geçti. Mısır'da hutbe onun
adına okunmaya başladı. Sonra Adid hastalandı ve aşure gününde vefat etti.
Melik Selahaddin cenazesine geldi. Taziyesinde hazır bulundu. Vefatı sebebiyle
üzülüp ağladı. Çok hüzünlendiği belli oluyordu.
Hayatında emirlerine
çok itaat ederdi. Adid cömert ve kerem sahibi bir kimseydi. Allah onu
bağışlasın.
Vefat edince
Selahaddin, saraydaki herşeye el koydu, Adid'in aile efradım oradan çıkarıp
kendilerine tahsis ettiği bir konağa yerleştirdi. Onlara bolca harçlık, nafaka
ve erzak verdi. Rahat bir yaşantıya kavuşturdu. Halife'nin vefatım onlara
unutturmaya çalıştı. Selahaddin, Mısır'da Adid'in vefatından önce Abbasiler
adına hutbe okutmaya başladığına pişman olmuştu. Keşke Adid'in vefatını
bekleseydi. Ama bu, takdir edilmiş bir kaderdir. Katib İmad bu konuda şöyle bir
şiir nazmetmiştir:
«Soysuz Adid öldü.
Artık bid'atçılar
Mısır'da ağızlarını açamazlar.
Mısır Firavununun çağı
sona erdi.
Artık Mısır'ın Yusuf
u, işleri ele alacaktır.
Azgınların ateşi
söndü.
Yanan şirk ateşleri
küllendi.
Selahaddin'in işleri
yoluna girdi.
Doğruluk cevherleri
ipe dizildi.
Abbas oğullarının
şiarları gerçek olarak ortaya çıktı.
Batıl ise gizlendi.
Tevhidin davetçisi
beklemekteydi.
Şimdi şirk
davetçilerinden öc alacaktır.
Sapıklık ehli kimseler,
karanlıklara daldılar.
Ahmaklık ve
körlüklerinden ötürü böyle oldu.
Cahiller, alimlerin
minberi aydınlandığında,
Karanlıklara dalıp
geri döndüler.
Müstedi sayesinde
hakkın binası yükseldi.
Oysa daha önce
yıkıktı.
Ezilen ve horlanan
devlet, yeniden ortaya çıktı.
Çiğnenen din, şimdi
muzaffer oldu.
İslâm'ın omuzu,
mehabetli bir şekilde harekete geçti.
İslâm'ın ön dişleri
göründü ve gülümsedi.
Hidayet yüzleri
muştulanıp sevindiler.
Küfür ise pişmanlıktan
ötürü ağzını yumruklasın.
Düşmanların harimi
artık çiğnenecek
Zorbalar arasında
paylaşılacak,
Konak ve saray
sahiplerinin kâşaneleri yıkılacak,
Kemal hanesi onarılıp
yükselecek,
Sakinleri sustuktan
sonra konuşacak,
Dalalettekiler ise
zilletten ötürü geberecek,
Burunları toprağa
sürülecektir.»
Mısır'da ve bağlı
yörelerde adına hutbe okutulmasından dolayı halife Müstedî'yi müjdelemek için
Bağdat'ta söylenen şiirlerden biri de şudur:
«Ey mevlam (efendim)!
Peşpeşe gelen fetihlerin sebebiyle seni kutlarım.
Süvarilerin dalışları
hep senin içindir. Sana doğrudur.
Bu sayede Mısır'ı ele
geçirdin. Orada şirke engel oldun.
Ümitsiz diller de
artık hak dile getiriliyor.
İmamımızın adıyla
Allah'a hamd olsun, Mısır tekrar ele geçti.
Bütün beldelere artık
hakim oluyorsun sen.
Mısır, Yusuf a boyun
eğmişse bunda tuhaf bir durum yoktur.
Yükseklerine doğru
Mısır ziynetlenmektedir.
Bu Yusuf, Peygamber
Yusuf a yaradılış huy ve iffet bakımından benzemektedir.
Rahmandan gelen
şeylerin hepsi, yeryüzünde peşpeşe gelmektedirler.
Sen Haşimilere yapılan
sövgüleri ortadan kaldırdın.
Bu utanç ancak senin
kılıcın sayesinde giderilebilirdi.»
Ebu Şâme de bu şiiri
er-Ravzateyn adlı eserinde nakletmiş, ancak onun naklettiği, bundan daha
uzundur. Onun anlattığına göre vezir Ebü'l-Gezail Hüseyin b. Muhammed b.
Berekât bunu gördüğü bir rüyadan sonra vefatından önce halifeye okumuştur.
İkinci Yusuf, halife Müstencid'i kasdetmiştir. İbn Cevzî de böyle demiş ve «Bu
şiir Müsten-cid'in sağlığında okunmuştu» demiştir. Müstencid'in adına değil de
ancak onun oğlu Müstedî adına Mısır'da hutbe okundu. Bu haber Melik Nasır
Selahaddin Yusuf b. Eyyub adına Bağdat'a ulaştırıldı. Halife de Melik
Nureddin'e, Mısır'da kendisi adına hutbe okunduğu müjdesini vermiş olmasından
dolayı büyük armağanlar gönderdi. Aynı şekilde Mısır diyarının meliki
Selahaddin'e büyük armağanlar göndermişti. Armağanlarla birlikte bayraklar ve
bizzat halife tarafından hazırlanmış nişanlı sancak da vardı. Bu siyah
bayraklar, Şam ve Mısır'daki camilere dağıtıldı.
İbn Ebi Tay, kitabında
şöyle demiştir: «Selahaddin, memleket işlerini yoluna koymaktan, hutbeyi
okutmaktan ve taziye meclisini kurmaktan boşalınca iki saraydaki eşyalara el
attı. Oralarda birçok eşya, alet, elbise, mefruşat ve kıymetli şeyler gördü. Bu
eşyalar arasında 700 kıymetli cevher parçası, uzunluğu bir karıştan fazla, kalınlığı
da başparmak kadar olan zümrütten bir sap, yakuttan bir ip, kıymetli taştan
bir ibrik, kulunç ağrılarına yarayan bir tabla vardı. Bu tabla kuluncun-da
şiddetli romatizma ve benzeri ağrılar bulunan bir kimsenin sırtına vurulduğunda
makadından hastalık yeli çıkıp giderdi. Bu kişi artık bir daha kulunç ağrısına
yakalanmazdı. Anlatıldığına göre Kürt emirlerinden biri bu tablayı eline
almış, neye yaradığını bilememiş, sırtına vurunca yellenmişti. Bunun üzerine
tablayı elinden düşürmüş, tabla kırılmış ve artık işe yaramaz olmuştu.
Zümrüt sapa gelince,
Selehaddin bunu üç parçaya böldü. Büyük parçasını kadınlarına taksim etti.
Diğer parçaları da emirlere dağıttı. Emirlerine dağıttığı şeyler arasında
Belhoş[68]
taşları, yakut, altın, gümüş, ev eşyası ve emtialığı da vardı. Artanları da
sattı. Tüccarların önde gelenlerini huzruna çağırtıp bu fazla mallan onlara
sattı. Artan eşya ve emtianın satışı yaklaşık on sene kadar sürdü. Bu
eşyalardan bazı kıymetli armağanlar Bağdat'ta bulunan halifeye ve ayrıca Melik
Nureddin'e de gönderdi. Kendi şahsına bir şey ayırmadı. Aksine payına düşenleri
çevresindeki emir ve komutanlara dağıttı. Nureddin'e gönderdiği hediyeler
arasında biri otuzbir miskal, diğeri onsekiz miskal, üçüncüsü de on miskal
ağırlığında olan üç belhoş taşı vardı. Rivayete göre Melik Nureddin'e
gönderdiği hediyeler arasında bir çok inci parçalan, 60.000 dinar, misli
duyulmamış ıtır, ve büyük bir fil ile de merkep vardı. Merkep hediyelerle
birlikte halifeye de gönderilmişti.» İbn Ebi Tay dedi ki: «Ele geçirilen
ganimetler arasında benzeri İslâm ülkesinde görülmemiş kütüphane de vardı ki,
bu kütüphanede 2.000 cilt eser vardı. Bundan daha acaibi, bu kütüphanede
Taberî Tarihi'nden 1.200 nüshanın mevcut oluşuydu.»
Kâtib İmad şöyle
demiştir: «Kütüphanede yaklaşık 120.000 cilt eser vardı.»
İbnül-Esir dedi ki:
«Bu kütüphanede orjinal el yazması 100.000 cilt kitap vardı ki, bunlan Kadı
Fadıl teslim almıştı. Bunlardan seçip beğendiklerini kendine ayırmıştı.
Selahaddin, şimalde bulunan sarayı emirlere taksim etmiş, onları oraya
yerleştirmişti. Babası Necmeddin Ey-yub'u da Haliç'teki büyük bir saraya
yerleştirmişti ki bu saraya Lü'lüe sarayı deniyordu. İçinde Kâfuri bostanı
bulunuyordu.
Emirlerin çoğunu da
Fatımîlere ait evlere yerleştirdi. Buralarda karşılaşılan Türklerin önde
gelenlerinin elbiselerini üzerlerinden çekip çıkanyorlar, evlerini de
yağmalıyorlardı. Neticede Türkler ülkenin çeşitli yerlerine dağılıp perişan
hale gelmişlerdi.»
Fatımîler 280 küsur
sene hüküm sürdüler. Neticede hakimiyetleri yıkıldı ve bu dünyada hiç hüküm
sürmemiş gibi oldular. Yerlerinde yeller esti. «Sanki orada hiç
yaşamamışlardı.» (Hûd, 95).
Fatımîlerin ilk
hükümdan Mehdi'dir. Bu, Silmiyeli bir demirciydi. Asıl adı Ubeyd olup Yahudi
idi. Mağrip ülkesine girdi ve orada Ubeydul-lah adını takındı. Alevî ve Fatımî
bir şerif olduğunu iddia etti. Kendisinin de Mehdi olduğunu söyledi. Bu hadise,
hicretin 400. senesinden sonra olmuştur ki, birçok alim ve tarih bilgini böyle
demişlerdir. Biz bu hususu önceki kısımlarda teferruatıyla anlatmıştık. Kısaca
demek istediğimiz şudur ki:
Bu yalancı ve iddiacı
Mehdi'nin uydurması ve iftirası, Mağrip ve Mısır taraflarında revaç buldu. Bazı
cahiller onu desteklediler. Böylece devlet ve hakimiyet sahibi oldu. Sonra
kendine nisbet ettirerek Mehdiye adım verdiği bir şehir kurma imkânını buldu ve
neticede emrine itaat edilen bir hükümdar oldu. Rafıziliğini ilan etti, ama
halis ve katıksız küfrü kalbinde sakladı. Kendisinden sonra yerine oğlu Kaim
Muham-med, Muhammed'den sonra diğer oğlu Mansur İsmail, İsmail'den sonra diğer
oğlu Muiz Muid tahta geçti. Muiz Muid, Fatımîlerden Mısır'a giren ilk hükümdar
olmuştur. Kahire tü'1-Muiziy e ve Kasran onun adına inşa edilmiştir. Muiz'den
sonra oğlu Aziz Nizar tahta geçti, ondan sonra oğlu Hakim Mansur, ondan sonra oğlu
Tahir Ali, ondan sonra oğlu Müs-tansır Muid, ondan sonra oğlu Müstali Ahmed,
ondan sonra oğlu Amir Mansur, ondan sonra amcasının oğlu Hafız Abdülmecid,
ondan sonra oğlu Zafir İsmail, ondan sonra Faiz İsa, ondan sonra amcasının oğlu
Adid Abdullah, tahta geçti ki, Adid Abdullah, Fatimilerin son hükümdarıdır.
Toplam olarak ondört Fatımî hükümdarı hüküm sürmüştür ve bütün Fatımîlerin
hakimiyeti 200 küsur sene sürmüştür. Emevilerin hükümdarlarının sayısı da
ondörttür. Ama onların hakimiyet süresi sadece seksen küsur senedir. Abbas
oğullarının Bağdat'taki hakimiyetlerinin hicri 656. senede yıkılışından
bahsederken bunların adları ile onların adlarını recez bahrine uygun olarak
nazmettim.
Fatımî halifeleri en
zengin, en zorba, en zalim, en kötü idareli, en murdar niyetli halifelerdi.
Onların hakimiyetleri zamanında bid'atler ve çirkinlikler ortaya çıkmış,
fesatçılar çoğalmış, yanlarında salih, alim ve abidler azalmıştı. O zamanlarda
Şam diyarında Hristiyanlık ve Dür-zilik ile Haşşaşilik çoğalmıştı. Haçlılar da
Şam sahillerinin tamamına hakim olmuşlar, nihayet Kudüs, Nablus, Aclun, Gur,
Gazze, Askalan, Kerekü'ş-Şevik, Taberiye, Banyas, Sur, Akkâ, Sayda, Beyrut,
Sıfd, Trablus, Antakya ve bu yörelere bağlı tüm beldeleri Ayaş ve Sis mıntıkalarını
ele geçirmişlerdi. Amid, Urfa, Re'sül-Ayn ve birçok beldeleri istila etmişler,
sayılarını ancak Cenâb-ı Allah'ın bildiği miktarda Müslümanları öldürmüşler,
sayısız Müslüman kadın ve çocukları esir almışlardı. Oysa bütün bu beldeleri
sahabiler fethetmişler ve İslâm diyarı haline getirmişlerdi. Müslümanların
haddi ve evsafı bilinmeyecek derecede çok ve kıymetli mallarını gasbettiler.
Neredeyse Dımaşk'ı da istila edeceklerdi. Ama Cenâb-ı Allah orayı korudu.
Devletleri yıkılıp hakimiyetleri sona erdiğinde Aziz ve Celil olan yüce Allah
bütün bu beldeleri kendi kerem, rahmet, cömertlik, güç ve kuvveti ile tekrar
Müslümanlara iade etti. Arkale adıyla meşhur şair bu hususta şöyle bir şiir
okumuştur: «Ali ailesinden sonra hakimiyet, Sadi ailesinden olan hükümdarlarla
parladı. Şark mıntıkası, millet için garp mıntıkasını kıskanır oldu. Mısır,
Bağdat'a karşı yükselip parladı. Orayı azim ve akıllılıkla, Kılıçların
ciğerlere vurulması ile, Ele geçirmiş değildirler. Mısır'daki hatib ve üstad,
Firavun ve Aziz gibi değildir.»
Ebu Şâme dedi ki:
«Yukarıdaki şiirde
geçen üstad kelimesi ile Kâfur el-İhşidî, Ali ailesiyle de Fatımîler
kastedilmiştir. Gerçi Fatımîler, Ali ailesinden değildirler, ama kendileri
böyle bir iddiada bulunuyorlardı. Aslında onlar Ubeyd'e mensuptular. Ubeyd'in
asıl adı ise Said olup Yahudi bir demirciydi ki Silmiyeli idi.»
Böyle dedikten sonra
Ebu Şame, Fatımîler hakkında imamların söyledikleri sözleri ve onların
mezheplerine yöneltilen eleştirileri nak-letmiştir. er-Ravzateyn adlı eserde de
bu konuyu ele alırken Fatımîlerin çirkinliklerini, bazı zamanlarda onların
açıkça işledikleri küfür fiillerini anlatmıştır ki, onların biyografilerini
anlatırken de önceki sayfalarda bazı örnekler sunmuştuk.
Ebu Şâme dedi ki: «Ben
bu konuda müstakil bir kitap yazdım. Adını da; Ubeydilerin işledikleri küfür
fiilleri, hileler, tuzaklar ve söyledikleri yalanların keşf edilişi koydum.»
Alimler de bu konuda
birçok eserler tasnif etmişlerdir. Onların bu yaptıklarına reddiye olarak bir
çok kitaplar yazılmıştır. Mesela Kadı Ebu Bekir el-Bakillanî de bu konuda
Keşfü'l-Esrar ve Hetkü'l-Estar diye bir eser yazmıştır.
Eyyubilerin, Mısır'da
yaptıklarını meth eden şairlerden biri şöyle demiştir:
«Ubeyd oğullarının
Mısır'daki küfür devletlerini yıktığınız,
Bu mutlaka faziletin
ta kendisidir,
Onlar zındık, Şiî,
Batınî ve Mecusî idiler.
Onların, salihler
arasında asılları yoktur.
Kafirliği içlerinde
gizlerler, ama Şiî olduklarını söylerlerdi.
Ki cahillik ve
düşmanlıklarını gizlesinler.
Oysa cahillik onların
tamamını istila etmişti.»
Bu senede Melik
Selahaddin, Mısırlılar üzerindeki ağır vergileri kaldırdı. Buna dair ferman,
safer ayının üçünde cuma günü namazdan sonra şahitler huzurunda okundu.
Bu senede
Selahaddin'le Melik Nureddin arasında düşmanlık meydana geldi. Şöyle ki: Melik
Nureddin bu senede sahildeki Haçlı beldelerine gaza yaptı. Onlara şiddetli
darbeler vurdu. Haçlıları kendinden intikam almaya dair düşmanca duygulara
sahip kıldı. Sonra da Kerek'i muhasara etmeye niyetlendi. Selahaddin'e mektup
yazarak Mısır askerleriyle birlikte Kerek'e gelmesini ve kendisiyle
buluşmasını istedi ki, orada kuvvetlerini birleştirsinler, Müslümanlara yararlı
işler yapsınlar. Selahaddin, bundan şüphelendi. Bunu yaptığı, yani Kerek'e
gittiği taktirde Mısır'daki hakimiyetinin yıkılmasından korktu, ama buna rağmen
askerleriyle birlikte yola koyuldu ki, emre itaat etmiş olsun. Birkaç gün
gittikten sonra binek azlığını bahane ederek geri döndü. Mısır'dan uzaklaştığı
takdirde işlerin bozulmasından korktu, Melik Nu-reddin'e haber salarak özür
diledi. Melik Nureddin de ondan şüphelendi. Ona şiddetle gazaplandı. Mısır'a
girip orayı Selahaddin'in elinden alıp oraya başkasını tayin etmeyi
kararlaştırdı. Bu haber Selahaddin'e ulaşınca Selahaddin sıkıntıya düştü.
Durumu emirlerin ve önde gelen büyüklerin huzurunda anlattı. Kardeşinin oğlu
Takiyyüddin Ömer ileri atılıp «Nureddin üzerimize gelecek olursa vallahi onunla
savaşırız» dedi. Selahaddin'in babası Necmeddin Eyyub ona sövdü ve onu
susturdu. Sonra da oğlu Selahaddin'e şöyle dedi:
«Sana diyeceklerimi
dinle! Vallahi burada benden ve dayın Şeha-beddin el-Harimî'den sana daha çok
acıyan ve seni düşünen başka bir kimse yoktur. Nureddin'in buraya geldiğini
görecek olursak mutlaka koşup huzurunda yer öperiz. Diğer komutan ve askerler
de böyle yaparlar. Seni bir seyisle boynuna bir ip bağlayarak kendisine
göndermem için bana mektup yazacak olursa, mutlaka emrini yerine getiririm.» Bu
konuşmayı yaptıktan sonra Necmeddin Eyyub oradakilerin meclisi ter-kedip
gitmelerini emretti. Oğlu Selahaddin'le başbaşa kaldığında ona şöyle dedi:
«Senin hiç akim yok
mu? Bu tür sözleri bu gibi adamların yanında söylüyorsun. Ömer de az önce
söylediği sözleri sarfettiğinde sen onayladın. Bu durumda Nureddin'in tek
düşüncesi buraya gelip seninle savaşmak, diyarımızı ve evlerimizi yıkmak olacaktır.
Askerlerin tamamı Nu-reddin'i görecek olurlarsa hepsi onun yanına giderler.
Hiçbiri senin yanında kalmaz. Ama sen Nureddin'e mektup yaz. Ondan merhamet
dile, ona karşı boyun eğ ve de ki: Sultanımızın, efendimizin buraya benimle
savsamaya gelmeye ne ihtiyacı var. Sen bana seyis gönder. Boynuma ip bağlasın,
huzuruna geleyim.»
Nureddin,
Selahaddin'in böyle dediğini duyunca ona karşı kalbi yumuşadı, üzerine
gitmekten vazgeçti. Başka işlerle uğraştı. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir
kaderdir.
Nureddin'in
memleketinin sınırları genişlediği için bu senede he-vadi güvercinleri (posta)
edindi. Çünkü Nube sınırından Hemedan sınırına kadar olan mıntıkalara sahip
olmuştu. Arada sadece haçlı beldeleri vardı. Bütün bu yöreler onun hakimiyeti
altında idi. Hakimiyeti altında olmayan yerlerin reisleri ve melikleri ise
onunla sulh içindeydiler. Bu sebeple her kalede haberleri ve mektupları en kısa
sürede hedefe ulaştıracak güvercinler bulundurdu. Kadı Fadıl "Güvercinler
hükümdarların melekleridir» derken ne güzel demiş. Katip İmad da bu konuda uzun
uzadıya sözler sarfetmiş, hayret verici, coşturucu ve garip ifadeler kullanmıştır. [69]
Abdullah b. Ahmed b.
Ahmed b. Ahmed Ebu Muhammed b. Haşşab. Kur'an okudu, hadis dinledi, nahiv
ilmiyle meşgul oldu. Nihayet bu konuda kendi zamanının insanlarının önderi
oldu. Abdülkahir eî-Cürcanî'nin el-Cümel adlı eserini şerh etti. Salih, takva
sahibi bir kimseydi. Nahivciler arasında eşine ender rastlanan bir alimdi. Bu
senenin şaban ayında vefat etti. İmam Ahmed b. Hanbel'in mezarına yakın bir
yere defnedildi. Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve ona
«Allah sana nasıl muamele etti?» diye sormuş, o da şu cevabı vermişti:
«Allah, beni bağışladı
ve beni Cennet'e koydu. Yalnız benden ve ilimleriyle amel etmeyip sadece söz
söyleyen bir grup alimden yüz çevirdi.»
İbn Hallikan dedi ki:
«Abdullah b. Ahmed yemesinde ve içmesinde tekellüfden uzak dururdu. Doğanla ve
batanla ilgilenmezdi.» [70]
Künyesi Ebü'l-Muzaffer
ed-Devî'dir. Gazzalî'nin öğrencisi Muhammed b. Yahya'dan fikıh dersleri aldı.
Bağdat'ta münazaralar yaptı. Vaaz verdi. Eş'arî mezhebine mensuptu. Hanbelîleri
eleştirirdi. Bu senenin ramazan ayında vefat etti. [71]
Sofi idi. Hadis
derlemek amacıyla yaya olarak çeşitli beldelere giderdi. Bu senede Bağdat'ta
vefat etti.
Ebu Şâme dedi ki: Bu
senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Nasrullah Ebü'l-Futuh da
bulunmaktadır. [72]
İskenderiyelidir. Ibn
Kalakis adıyla meşhur olmuştur. Ayzap'ta yaşamış olup şairdir. Bu senede
kırkbeş yaşındayken vefat etmiştir. [73]
Asıl adı Yahya b.
Sadun el-Kurtubî'dir. Musul'a yerleşmiştir. Kurrâ ve nahivci idi.
Ebu Şâme dedi ki: «Bu
senede Selahaddin'in oğulları Aziz ve Zahir doğdular. Mansur ve Muhamed b.
Takiyyüddin Ömer de bu senede doğdular.» [74]
Bu senede Melik
Nureddin, Muvaffak Halid b. Kayseranî'yi elçi olarak Selahaddin'e gönderdi ki
Selahaddin, Mısır diyarının gelir ve gider hesaplarını çıkarsın. Çünkü
Nureddin, Selahaddin'in kendisine halife Adid'in hazinelerinden alıp gönderdiği
hediyeleri az bulmuştu. Amacı, yıllık olarak Mısır diyarından sürekli alınacak
bir haraç koymaktı.
Bu senede Selahaddin,
Kerek ve Şevik'i muhasara etti. Buraların ahalisini sıkıştırdı. Buralara bağlı
birçok yerleri tahrip etti ama bu senede buraları ele geçiremedi.
Bu senede Haçlılar
ekinleri tahrip etmek için Şam'da toplandılar. Samsekin'e kadar ulaştılar.
Orada karşılarına Nureddin çıktı. Onlar da Gur'a, sonra Sevad'a, sonra da
Şelaleye kaçtılar. Nureddin peşlerinden Taberiye'ye kadar bir müfreze gönderdi.
Bu müfreze oraları altüst etti. Bazılarını öldürüp bazılarını esir aldı. Ganimet
elde ederek salimen geri döndü. Haçlılar da kayıp ve ziyan içinde geri
döndüler.
Bu senede Sultan
Selahaddin, kardeşi Şemsü'd-Devle Nurşah'ı No-be ülkesine gönderdi. Orayı
fethettirdi. Şemsü'd-Devle Nurşah Nobe kalesini istila etti. Buranın İbrim denilen
bir kalesi vardı. Şemsu'd-Dev-le Nurşah buraların az gelirli ve alman haracın
masraflarını karşılamayacak derecede bakıma muhtaç bir belde olduğunu görünce,
İbrim kalesinde ibrahim admda Kürt bir komutam halef bıraktı. Boşta gezer bazı
kürtleri de onun yanma verdi. Oradaki kürtlerin mallan çoğaldı. Durumları
düzeldi. Etrafa baskınlar yapmaya ve ganimetler elde etmeye başladılar. Bu
senede Selahaddin'in babası Necmeddin Eyyub b. Şadı atından düşüp vefat etti.
Meşhur şahsiyetlerin vefatından bahsederken bu zatın biyografisini anlatacağız.
Bu senede Melik
Nureddin, Selçuklu hükümdarı İzzeddin Kılıçarslan Mes'ud b. Kılıçarslan b.
Süleyman'ın ülkesine gitti. Oradaki eksiklikleri giderdi. Harap olmuş yerleri
onardı. Sonra yoluna devam edip ilerledi. Maraş ve Besni'yi fethetti. Buralarda
güzel işler yaptı.
Kâtip İmad dedi ki:
«Bu senede fakih, büyük İmam Kutbeddin en-Nisaburî, Melik Nureddin'in yanma
geldi. Bu, zamanının emsalsiz faki-hi idi. Nureddin onun gelişine sevindi ve
onu Halep'te Babü'I-Irak medresesine yerleştirdi. Sonra onu Dımaşk'a getirdi.
Kutbeddin en-Nisaburî, Şeyh Nasr el-Makdisî adıyla bilinen Garbiye Camii'nin
zayi-vesinde ders vermeye başladı. Sonra Haruk medresesine geçti. Sonra Melik
Nureddin, Şafiîler için büyük bir medrese yaptırmaya başladı. Ancak bundan önce
ecel onu yakaladı.»
Ebu Şame dedi ki:
«Nureddin'in yaptırmağa başladığı medrese, Adiliye tülke bire adlı medresedir
ki bundan sonra adil hükümdar Ebu Bekir b. Eyyub orayı yaşattı.»
Bu senede Şihabeddin
b. Ebu Asrun Bağdat'tan döndü. Mısır diyarında Abbasiler adına hutbe
okunmasına dair görevi yerine getirmişti. Beraberinde de hilafet fermanı vardı
ki bu ferman, Derb-i Harun ile Sa-rifeyn'in, Nureddin'e ikta olarak verildiğini
beyan ediyordu. Buralar daha önceleri Nureddin'in babası İmadüddin Zengi'ye
aitti. Nureddin, Bağdat'ta Dicle kıyısında bir medrese yaptırmak ve Derb-i
Harun ile Sa-rifeyn'i buralara vakfetmek istedi. Ancak bu isteğini yerine
getirmesine kader engel oldu.
Bu senede Harezm
taraflarında Sultanşah ile düşmanları arasında birçok savaş cereyan etti.
İbnü'1-Esir ile İbnu's-Saî bu savaşları detaylı olarak anlatmışlardır. - -
Bu senede Ermeni
hükümdarı Melih b. Leon, Rum askerlerini hezimete uğrattı. Onlardan çok
ganimetler elde etti. Melik Nureddin'e çok miktarda mal ve para ile Rum
askerlerinin büyüklerinden otuz kadar kişinin başım gönderdi. Nureddin de
bunları halife Müstedi'ye gönderdi.
Bu senede Selahaddin,
Takiyyüddin Ömer b. Şahinşah'ın kölesi Karakuş komutasında bir müfrezeyi
İfrikiye ülkesine gönderdi. Bu müfreze İfrikiye'nin birçok yerlerini ele
geçirdi. Ele geçirdiği yerler arasında Trablusgarp ile başka birçok şehir daha
vardı.q[75]
Azerbaycan ve diğer
bazı beldelerin valisi idi. Kemal es-Semire-mi'nin kölesi olup Sultan Mahmud'un
vezirliğini yapmıştır. Sonra mertebesi yükseldi. Azerbaycan, Cebel ve diğer
beldelere sahip oldu. Adaletli, insanı, yürekli, halka iyi muamele eden bir
kimseydi. Bu senede He-medan şehrinde vefat etti. [76]
Emir Necmeddin
Ebü'ş-Şükür Eyyup b. Sadi b. Mervan. Bazıları bu silsileye Yakub adını da
eklemişlerdir. Ama cumhur-u ulemaya göre Sadî'den sonra bunların nesebine
eklenecek başka bir isim yoktur. Bundan daha garibi şudur ki, bazıları
bunların son Emevi halifesi Mervan b. Muhammed sülalesinden olduklarım iddia
etmişlerdir ki, bu doğru değildir. Bu iddianın kendisine nisbet edildiği kişi
Ebül-Fida İsmail b. Tuğtekin b. Eyyub b. Sadi'dir ki bu, İbn Seyfü'l-îslam
adıyla tanınır. Babasından sonra Yemen'e hükümdar olmuş, kendini büyük bir
kişi olarak görmüş, halifelik iddiasında bulunmuş, İmam el-Hadi Bi-Nurillah
lakabını takınmıştı. Kendisi de bu huusta şöyle bir şiir yazmıştı:
«Ben, halife Hadi'yim.
Zorbaların boyunlarına
rahvan atlarla basanım. Bağdat'ın dört bir yanını kat etmem gerekiyor. Güneşin
dolular üzerine yayılışı gibi oraya yayacağım. Beyraklarımı Bağdat'ın
yükseklerine dikeceğim. Dedemin orada kurduğu şeyleri canlandıracağım. Orada
her minber üzerinde adıma hutbe okunacak. Alçak ve yüksek her yerde Allah'ın
emrini yücelteceğim.»
Ebü'1-Fida İsmail b.
Tuğtekin'in bu iddiası doğru olmayıp asılsızdır, mutemed değildir. Dayanağı da
yoktur. Kısaca demek istediğimiz şudur ki: Emir Necmeddin, kardeşi Esedüddin
Şirkuh'tan daha yaşlıydı. Musul diyarında doğdu. Emir Necmeddin, şecaatli ve
yürekli bir kimseydi. Muhammed b. Melikşah'm huzurunda bulundu. Muhammed b.
Melikşah onda şehamet, güvenilirlik ve atılganlık gördü. Onu Tikrit kalesine
tayin etti. O da orada adaletle hükmetti. İnsanların en cömerdi ve alicenabı
idi. Sonra Melik Mes'ud, Tikrit kalesini Irak şahnesi Mücahidüddin Nehruz'a
ikta olarak verdi. O da orada hüküm sürmeye devam etti. Zamanın birinde Karaca
es-Sakî'nin karşısında hezimete uğrayıp dönmekte olan İmadüddin Zengi onun
yanma uğradı. Emir Necmeddin onu Tikrit kalesinde barındırdı. Kusursuz bir
şekilde hizmet etti. Yaralarını tedavi etti. Emir Necmeddin de onun yanında
onbeş gün müddetle ikamet etti. Sonra kendi beldesi Musul'a gitti.
Necmeddin Eyyub, daha
sonra Hristiyan bir adamı cezalandırıp işkence edince Hristiyan onu öldürdü.
Bir rivayette anlatıldığına göre onu kardeşi Esedüddin Şirkuh öldürmüştü ki bu,
İbn Hallikan'm anlattığına ters düşmektedir. Çünkü İbn Hallikan şöyle
demiştir:
«Hizmetçi cariyelerden
biri geri döndü ve kale kapısındaki komutanın kendisine saldırdığını söyledi.
Esedüddin de dışarı çıkarak komutana bir mızrak darbesi vurarak onu öldürdü.
Bunun üzerine kardeşi Necmeddin de onu hapsedip Mücahidüddin Nehruz'a durumu
bildiren bir mektup yazdı. Mücahidüddin Nehruz da ona şu cevabi mektubu gönderdi:
«Babanıza hizmet
borçluyum, -çünkü babaları onu kendi oğlu Necmeddin Eyyub'tan önce .bu kalede
naib olarak görevlendirmişti- Bunun için size kötü muamele etmek istemiyorum.
Ancak kalemden çıkıp gidin.»
Nehruz kişini de
kalesinden çıkarıp kovdu.
Kaleden çıktıkları
gece Necmeddin Eyyub'un Melik Nasır Selahaddin Yusuf adındaki oğlu doğdu.
«Beldemi ve vatanımı kaybettiğim bir gecede doğan bu çocuğum uğursuzdur»
deyince yanındakilerden biri kendisine şu cevabı verdi: «Görüyoruz ki bu çocuğu
uğursuz sayıyorsun ne biliyorsun belki de bu anlı şanlı bir hükümdar
olacaktır?» Gerçekten de o adamın dediği çıktı.
Necmeddin Eyyub ile
Esedüddin, Nureddin'in babası İmadüddin Zengi'nin hizmetinde bulundular. Sonra
her ikisi onun yanında mertebe sahibi olup makam ve itibarları yükseldi.
Nureddin, Necmeddin Ey-yub'u Baalbek valiliğine atadı. Esedüddin de onun büyük
komutanlarından biri oldu. Necmeddin Eyyub, Baalbek şehrini teslim aldıktan
sonra orada uzun bir süre kaldı. Orada oğullarının çoğu doğdu. Sonra da -önceki
sayfalarda anlattığımız gibi- Mısır diyarına girdi ve bu senenin, yani hicri
568. senenin zilhicce ayında atından düştü ve sekiz gün sonra yani zilhicce
ayının yirmiyedinci gününde vefat etti. O esnada oğlu Selahaddin uzakta, Kerek
şehrini muhasara etmekle meşguldü. Babasının Ölüm haberini duyunca, uzakta
olmasından dolayı cenaze merasimine katılamayacağına üzüldü. Babasının ölümüne
yanıp tutuştuğuna, hü-zünlendiğine dair şu şiiri okudu:
«Yokluğumda ölüm
pençesi onu yakalıyor. Orada hazır olsaydım ne yapabilirdim? Sanki?»
Necmeddin Eyyub, çokça
namaz kılan, sadaka veren, cömert, övgüye layık, âlicenab bir kimseydi.
İbn Hallikan dedi ki:
«Mısır diyarında onun bir hankâhı, bir mescidi, Kahire'nin Babü'n-Nasır
dışında bir de kanalı vardı. Burasını hicretin 566. senesinde vakfetmişti.»
Ben derim ki:
Necmeddin Eyyub'un Dımaşk'ta da Necmiye adıyla bilinen bir hankâhı vardı. Oğlu
Selahaddin Kerek'e gitmek üzere Mısır diyarından ayrıldığında onu naib olarak
tayin etmiş, hazinelerin başına geçirmişti. O, insanların en cömertlerindendi.
İmad ve diğer bazı şairler onu övmüşler, vefatı sebebiyle de onun için birçok
mersiyeler yazmışlardı. er-Ravzateyn adlı eserde Şeyh Ebu Şâme bunları detaylı
olarak nak-letmiştir. Vefat ettikten sonra Necmeddin Eyyub, hükümet sarayında
kardeşi Esedüddin'in yanına defnedildi.Sonra ikisinin naaşı hicretin 580.
senesinde Medine'ye nakledildi. Her ikisi de Musul'u Cemal Ağdin adındaki
vezirin türbesine defnedildiler. Çünkü bu vezir sağlığında Ksedüddin Şirkuh ile
kardeş olmuştu. Bu türbe ile Peygamber Mescidi arasında sadece onyedi zira'lık
bir mesafe vardır. Her iki kardeş de bu türbeye defnedildiler.
Kbu Şâme dedi ki: «Bu
senede Rafizilerin ve nahivcilerin meliki vefat etti.» [77]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/434-436.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/436-437.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/437.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/437-438.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/439.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/439.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/440.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/440.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/440.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/440-441.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/441.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/441.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/441.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/442-443.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/444.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/444.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/444.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/445.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/445.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/446.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/446-447.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/447.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/447-448.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/448-449.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/449.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/449-450.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/451.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/452.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/452.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/452-453.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/453.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/453.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/453-454.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/454-455.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/455.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/455.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/456.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/456-457.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/457-458.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/458.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/458.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/458.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/458-459.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/459.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/459.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/459.
[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/460.
[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/460.
[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/460-463.
[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/463-464.
[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/464.
[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/464-465.
[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/465-466.
[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/466-467.
[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/467.
[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/467.
[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/468.
[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/468.
[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/468-470.
[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/470.
[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/470-471.
[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/471-473.
[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/473.
[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/473.
[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/474.
[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/474.
[68] Belhoş: Bir nevi cevher ki, bir Türk ili olan
Belahşan'da bulunur.
[69] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/474-481.
[70] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/480.
[71] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/481.
[72] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/481-482.
[73] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/482.
[74] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/482.
[75] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/482-483.
[76] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/483-484.
[77] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/484-486.