Hicretin
Altıyüzellialtıncı Senesi
Hicretin
Altıyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Zamanın
Halîfesi Müstasım Bîllah
Nur
Ebu Bekir B. Muhammed B. Muhammed B. Abdülazîz
Muhammed
B. Abdüssamed B. Abdullah B. Haydere
Muhammed
B. Îsmaîl B. Ahmed B. Ebî'l-Ferec
Melikü'n-Nâsır
Davud El-Muazzam
Hicretin
Altıyüzelliyedînci Senesi
Melik
Muzaffer Kutuz'un Başa Geçmesi
Hicretin
Altıyüzelliyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Sadrîye
Vakfının Sahibi Sadreddin Es'ad B. Mencad
Şatîbîye'nîn
Sarihi Ebu Abdillah El-Fasî
Bedir
Müfaddal'ın Kardeşi Necm
Sadeddîn
Muhammed B. Şeyh Muhiddîn B. Arabî
Hicretîn
Altıyüzellîsekîzînci Senesi
Tatarların
Dımaşk'ı Zaptetmeleri Ve Kısa Sürede Burayı Kaybetmeleri
Melik
Zahir Baybars El-Bendakdarî'nin Sultanlığı
Hicretin
Altıyüzellisekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Kadilkudat
Sadreddin Ebü'l-Abbas B. Sünniyyü'd-Devle
Abdurrahman
B. Abdürrahîm B. Hasan
Melik
Muzaffer Kutuz B. Abdullah
Muhammed
B. Halil B. Abdülvehhab B. Bedir
Hicretin
Altıyüzellidokuzuncu Senesi
Müstansır
Bîllah Ebü'l-Kasım Ahmed B. Emîrü'l-Mü'minîn Ez-Zahir'e Hilafet Bet
Halife
Müstansır Billahtn Melik Zahir'e Saltanat Alametlerini Takması
Hicretin
Altıyüzaltmışıncı Senesi
Hakim
Bîemrillah El-Abbasî'nîn Hilafeti
Hicretin
Altıyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Halîfe
Müstansır B. Zahir Biemrillah El-Abbasî
Nahivci
Ve Lügatçı İzz Ed-Darir
Muhammed
B. Davud B. Yakut Es-Sarimî Muhaddisti. Birçok Tabakat Kitabı Ve Başka Eserler
Yazdı.
Hicretin
Altıyüzaltmışbirinci Senesi
Hakim
Bi-Emrillah Ebi'l-Abbas'ın Hilafeti
Melik
Zahirin Kerek'i Zaptetmesi Ve Kerek Sahibini İdam Etmesi
Şeyh Şerefüddin
Muhamnıed b. Ebi'1-Fadl el-Mirrisî. Faziletli, muhakkik, araştırmacı, işini
sağlam yapan, çokça hac eden, ekâbir nezdin-de itibarlı olan bir kimseydi. Çok
kitap edinmişti. En fazla Hicaz'da ikamet ederdi. Oraya vardığında Hicaz'ın
önde gelen kişileri ve reisleri kendisine saygı gösterirlerdi. Orta yollu bir
hayat sürerdi. Bu sene rebiyülevvel ayının ortasında Ariş ile Darum arasındaki
Za'ka mıntıkasında vefat etti. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [1]
Asıl adı Ali b. Ömer
b. Kızıl olup Dımaşk'ta yaşamıştır. Divan sahibi, meşhur şairlerdendir.
Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş, ona durumunu sormuş, o da
cevaben şu şiiri okumuştu:
«Beni mezar çukuruna
ve darlığına naklettiler.
Günahlarımın beni
tökezletmesinden korkuyordum.
Şefkatli ve merhametli
Rahman ve O'nun nimetleriyle karşılaştım.
Beni korktuğum
şeylerden korudu ve bana rahmet suyunu içirdi.
Ölüm anında Allah'ın
kendisim affedeceğine güzelce inanıp hüsnü zan sahibi olan kimse için,
Tabii ki af daha uygun
ve lâyıktır.» [2]
Ermeni asıllıdır. Asıl
adı Bedreddin'dir. Katiplik yapmıştır. Şebe-lü'd-Devle el-Muazzemî'nin
azatlısıdır.
Kindî'den ve
diğerlerinden hadis dinledi. Güzel yazx yazardı. Efendisi onu kendi
vakıflarının nazın olarak görevlendirdi. Bu görev kendisinden sonra
zürriyetinin eline geçti. Onlar, günümüze kadar Şebeliye vakıflarının
nazırlığını yapmaktadırlar. Bişare b. Abdullah, bu sene ramazan ayının
ortasında vefat etti. [3]
Ebu Abdillah Muhammed
b. Kadükudat Cemaleddin el-Mısrî. Babasına naiblik yaptı ve Şamiye
medresesinde ders verdi. Şiir yazardı. Şiirlerinden biri şudur:
«Ağzımı onun ağzına
dayayıp peçe yaptım.
Bunu bilerek
yaptığımda, onun ön dişlerinin arasından içki damlacıkları süzüldüğünü gördüm.
Dönüp bana yalan
söyleyerek şöyle dedi: Sen fıkıhta imamsın, benim tükürüğüm dahi içkidir. Sana
göre ise içki haramdır.» [4]
Melik Nasır Davud b.
Muazzam İsa b. Adil. Babasından sonra Dı-maşk'a hakim oldu. Daha sonra burası
amcası Eşref tarafından onun elinden alındı. Bundan sonra kendisi sadece Kerek
ve Nablus'a sahip oldu. Sonra durumlar onu değiştirdi. Başından çok uzun
maceralar geçti. Nihayet elinde hiçbir yer ve mahal kalmadı. 100.000 dinara
yakın bir emaneti halife Müstansır'm yanına bıraktı. Halife Müstansır daha sonra
bu emaneti inkâr etti ve ona geri vermedi. Melik Nasır Davud; fesahat sahibi,
güzel şiir yazan, birçok faziletleri şahsında taşıyan bir kimseydi. Fahr-i
Razî'nin öğrencisi Şems Hüsrevşahî'den kelam ilmini öğrendi. Felsefeyi de iyi
bilirdi. Şayet doğru ise akidesinin bozukluğuna delalet eden bazı şeyler
kendisinden nakledilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Anlatıldığına göre
Müstansıriye medresesinde hicretin 632. senesinde verilen ilk derste kendisi
de hazır bulunmuştur. Şairler Müstan-sır'ı birçok kasidelerle methetmişlerdi.
Şairin biri bir kasidesinde şöyle demişti:
«Eğer ilk halifenin
seçildiği Sakif oğulları yurdundaki seçim gününde sen hazır bulunsaydm ey
Müstansır!
Mutlaka büyük imam
olarak sen öne geçirilirdin!»
Nasır Davud şaire
dönüp: «Sus! Yanlış konuşuyorsun. Çünkü mü'minlerin emirinin dedesi Abbas o gün
orada hazır bulunuyordu. Öne geçirilmedi. Büyük imam sadece Ebu Bekir Sıddîk
(r.a.) oldu.» Halife de ona dönüp, «Doğru söyledin» diye karşılık verdi. Bu,
onun hakkında nakledilen en güzel menkibelerdendir. Yüce Allah kendisine rahmet
etsin. Melik Nasır Davud'un durumu gittikçe geriledi. Nihayet Nasır b. Aziz,
amcası Mecdüddin Yakub'a ait Büveyda köyünün ona verilmesi için bir ferman
yazdı. Bu sene Büveyda köyünde vefat etti. İnsanlar cenazesinde toplandılar.
Cenazesi Büveyda köyünden alınıp Dımaşk'a getirildi. Cenaze namazı kılındı ve
Kasyun mezarlığına babasının yanına defnedildi. [5]
Melik Muiz İzzeddin
Aybek et-Türknıanî. Türklerin ilk hükümdarıdır. Salih Necmeddin Eyyub b.
Kâmil'in en büyük kol el erindendir. Dindar, iffetli, muhafazakâr ve cömert bir
kimseydi. Yedi sene kadar hüküm sürdü. Sonra Zevcesi Şeceretü'd-Dür Ümmü Halil
onu öldürdü. Kendisinden sonra yerine oğlu Nureddin Ali geçti ve ona
Melikü'1-Man-sur lakabı takıldı. Melikü'l-Mansur'un memleket işlerini babasının
kölesi Seyfeddin Kutuz yürütüyordu. Bir süre sonra Melikü'l-Mansur,
Seyfeddin'i azledip müstakil hükümdar oldu. Bir sene kadar böyle devam etti.
Muzaffer lakabını aldı. Ayn-ı Calut mıntıkasında Tatarları bozguna uğrattı.
Bütün bunları Önceki kısımlarda detaylı olarak anlatmıştık. Bunlara ileride de
değineceğiz. [6]
Halil'in annesi (Ümmü
Halil) adıyla meşhur olmuştur. Türktür. Melik Salih Necmeddin Eyyub'un
gözdelerindendi. Oğlu Halil'i bu hatun doğurdu. Çok güzel suretliydi. Ancak
Halil küçük yaşta öldü. Şeceretü'd-Dür, hazarda ve seferde Melik Salih
Necmeddin'in yanından asla ayrılmazdı. Melik Salih onu çok severdi. Melik
Salih'in oğlu Muazzam Turanşah'm öldürülmesinden sonra Şeceretü'd-Dür, Mısır
tahtına oturdu. Adına hutbeler okundu, sikkeler basıldı. Fermanlara onun imzası
atıldı. Bu hal üç ay sürdü. Sonra Muiz başa geçti. Mısır'a hakim olduktan
birkaç sene sonra Muiz, Şeceretü'd-Dür ile evlendi. Daha sonra Muiz'in Musul
sahibi Bedreddin Lü'lü'nün kızıyla evlenmek istediğini duyunca Şeceretü'd-Dür,
Muiz'i kıskandı. Ona komplo hazırladı. Nihayet onu öldürdü. Nitekim bu hususu
önceki sayfalarda da anlatmıştık. Öldürülen Muiz'in köleleri, Şeceretü'd-Dür'e
karşı birleştiler. Onu öldürdüler ve çöplüğe attılar. Cesedi üç gün çöplükte
kaldı. Sonra Seyyide Nefise'nin mezarının yakınındaki türbesine nakledildi.
Kuvvetli bir şahsiyete sahipti. Etrafının çembere alındığını öğrenince
kendisine ait birçok nefis ve kıymetli mücevherlerle incileri bir havanda
kırarak zayi etti. Bunlar ne kendisine, ne de başkalarına yaradı. Kendisi
tahtta iken veziri, Sahip Bahaeddin Ali b. Muhammed b. Süleyman'dı. Bu vezir
İbn Hanna adıyla tanınıyordu. Bu, onun ilk mansıbı idi. [7]
Şerefüddin el-Faizî
lakabını taşırdı. Melik Faiz Sabiküddin İbrahim b. Melik Âdil'e hizmet
ettiğinden Ötürü Faizî lakabını almıştı. Önceleri Hristiyandı, sonra Müslüman
oldu. Çokça sadaka veren, iyilik ve ihsanda bulunan bir kimse idi. Muiz onu
vezirliğe tayin etti. Onun yanında cidden itibarlı bir kimse haline geldi. Muiz
ona başvurmadan ve ona danışmadan hiçbir şey yapmazdı. Kendisinden önce Kadı
Taceddin b. Bintü'l-A'azz vezirlik yapmıştı. Taceddin'den önce de Kadı
Bedreddin es-Sincarî bu görevi yürütmüştü. Bütün bunlardan sonra vezirlik makamına
sözünü ettiğimiz Şeyh Esad el-Müselmanî atandı. Muiz ona hitaben memluk
lakabıyla mektup yazardı. Bilahare Muiz Öldürülünce sözünü ettiğimiz Esad
tahkir edildi. Şaki bir insan haline geldi. Emir Seyfeddin Kutuz onun devlete
100.000 dinar ödeyeceğine dair imzasını aldı. Bahaeddin Züheyr b. Ali onu
hicvedip şöyle dedi:
«Allah Esad Hibetullah
b. Saide ve babasına lanet etsin. Daha aşağı derecelere indirerek oğullarına da
lanet etsin. Peşpeşe her birine lanet etsin.»
Bütün bunlardan sonra
Esad Hibetullah b. Said öldürüldü ve Kura-fe mezarlığına defnedildi. Kadı
Nasirüddin b. Münir onun için bir mersiye yazdı. Bu mersiyede cidden fasih ve
yüksek manalar içeren methiyeler ve güzel şiirler vardı. [8]
Asıl adı Abdülhamid b.
Hibetullah b. Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin Ebu Hamid b. Ebi'l-Hadid İzzeddin
el-Medainî'dir. Meşhur şair ve yazarlardan olup aşın derecede Şiî'ydi.
Nehcü'l-Belağa adlı eseri yirmi ciltte şerhetmiştir. Hicretin 586. senesinde
Medain'de doğdu. Sonra Bağdat'a geldi. Orada halife divanmdaki katipler ve
şairler arasına katıldı. Vezir îbn Alkamî'nin yanında itibar sahibi oldu.
Şiîlik bakımından aralarında yakınlık, münasebet ve benzerlik vardı. Edebiyat
ve fazilette de birbirlerine yakın idiler. İbn Sâî onun yüksek manalar içeren
güzel birçok methiye ve şiirlerini nakletmiştir. Kardeşi Ebü'l-Meâlî
MuvafEa-küddin b. Hibetüllah'tan -her ne kadar diğeri de faziletli ve yüksek
bir şahsiyet idiyse de- fazilet ve edep bakımından daha ileri derecede idi. Her
ikisi de bu sene vefat ettiler. Yüce Allah ikisine de rahmet etsin. [9]
Bu sene Tatarlar,
Bağdat'ı zaptettiler. Başta halife olmak üzere halkın çoğunu öldürdüler.
Böylece Abbasîler'in devleti yıkıldı, hakimiyetleri sona erdi.
Bu sene başında
Tatarlar, sultanları Hülaguhan'm öncü birliklerinin başında bulunan iki
komutanın maiyetinde Bağdat'a gelmişlerdi. Musul valisinin onlara gönderdiği
takviye askerler, erzak, hediye ve armağanlar da Bağdat'a ulaşmıştı. Musul
valisi Bağdatlılara karşı Ta-tarlar'a yardım ediyordu. Bütün bunları Tatarların
kendisine zarar vermesinden korktuğu ve onlara yaltaklandığı için yapıyordu.
Yüce Allah onları kahretsin. Bağdat, Tatarlar tarafından istila edildi. Oraya
yüce Allah'ın takdirini geri çeviremeyecek savunma aletleri, mancınık, arra-de
ve diğer silahlar kuruldu. Nitekim bir hadis-i şerifte, «Tedbir kaderi geri
çevirmez» denilmiştir. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur:
«Doğrusu Allah'ın
belirttiği süre gelince geri bırakılamaz.» (Nuh, 4). «Bir millet kendini
bozmadıkça Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını
dileyince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah'tan başka hami de
bulunmaz.» (er-Ra'd; ıi).
Tatarlar, hilafet
sarayım çembere aldılar. Oraya her taraftan ok yağdırdılar. O sırada Halifenin
Önünde oynayan ve onu güldüren Arefe adındaki bir cariyeye atılan bu oklardan
biri pencereden geçerek isabet etti. Bu cariye halifenin gözdelerindendi.
Halifeye bir çocuk da doğurmuştu. Halife buna çok üzüldü, şiddetli bir paniğe
kapıldı. Cariyeye isabet eden oku eline alıp baktı. Okun üzerinde şunlar
yazılıydı:
«Allah, yargı ve
kaderini infaz etmek istediğinde akıl sahiplerinin akıllarını giderir!» Bunun
üzerine halife tedbirlerin arttırılmasını emretti. Hilafet sarayının
pencerelerindeki perdeler çoğaltıldı. Hülaguhan bu sene muharrem ayının
onikisinde 200.000 savaşçisıyla Bağdat'a geldi. Halifeye karşı son derece
öfkeliydi. Çünkü halife, Cenâb-ı Allah'ın takdir edip hükmettiği buyrukları
infaz edip gerçekleştirmişti. Şöyle ki: Hülaguhan, Hemedan'dan Irak'a ilk
yöneldiği zaman Vezir Müeyye-düddin Muhammed b. Alkamî halifeye, ülkelerine
hücum etmesini engellemek ve aralarının yumuşamasını sağlamak için Hülaguhan'a
kıymetli hediyeler göndermesini önermişti. Fakat halifenin küçük mabeyincisi
Aybek ile diğerleri bu öneriyi kabul etmeyerek halifeye, «Vezir böyle yapmakla
Tatar hanının kendisine gönderdiği hediyelere karşı ona yaltaklanmak istiyor»
dediler ve Hülaguhan'a az miktarda hediye gönderilmesini tavsiye ettiler.
Halife de ona az miktarda hediye gönderdi ve Hülaguhan bunları küçümsedi,
azımsadı ve halifeye, mezkur mabeyincisini ve Süleymanşah'ı kendisine
göndermesi için haber saldı. Ancak halife bu ikisini ona göndermedi.
Hülaguhan'a aldırış etmedi. Nihayet Hülaguhan'ın Bağdat'a gelişi yaklaştı.
Kâfir, facir, zalim ve zorba savaşçıları ile Bağdat'a ulaştı. Sayılan çok olan
bu savaşçılar, Allah'a ve ahiret gününe inanmıyorlardı. Doğu ve batı
taraflarından Bağdat'ı çembere aldılar. Bağdat askerleri ise son derece az ve
bir o kadar da zelil idiler. Sayıları 10.000 süvariyi dahi bulmuyordu.
Süvariler ve diğer askerler ikta' arazilerinin başından ayrılıp Bağdat'a
geldikleri için sokaklarda, mescit kapılarında dilenmek mecburiyetinde kalmışlardı.
Şairler onlara mersiyeler yazmışlar, Müslümanların ve İslâmiyet'in bu haline üzülmüşlerdi.
Bütün bu haller Vezir Ibn Alkamî denen Rafızî'nin tavsiyesi üzerine meydana
gelmişti. Çünkü geçen senede Ehl-i Sünnet ile Rafizîler arasında büyük bir savaş
meydana gelmiş, bu savaşta Kerh mıntıkası ile Rafızî mahallesi yağmalanmış,
hatta vezirin yakınlarının evleri bile talan edilmişti. Bu yüzden Müslümanlara
öfkesi gittikçe şiddetlenmiş, Bağdat'ta bu zamana kadar tarihin yazmadığı,
içinde Müslümanlara ve İslâm'a karşı feci sonuçlar doğuracak unsurlar bulunan
bir plan kurmaya teşebbüs etmişti. Bunun gereği olarak adamları, ailesi,
hizmetçisi ve mabeyncileri ile birlikte yola çıktı. Hülaguhan'la buluştu.
Allah ona lanet etsin. Sonra Bağdat'a döndü. Halifeye, barış için Irak'ın
haracını Hülaguhan'la yarı yarıya paylaşarak barış yapmak üzere Hülaguhan'ın
huzuruna gitmesini tavsiye etti. Bunun üzerine halife de kadı, fakih, sofi,
devlet erkânı, ayan ve emirlerden oluşan 700 kişilik bir heyetle Hülaguhan'ın
yanma gitmek mecburiyetinde kaldı. Hülaguhan'ın menziline yaklaştığında
etrafındaki adamlar dağıldılar. Yanında sadece onyedi kişi kaldı. Bunlar da
bineklerinden indirilerek baştan sona öldürüldüler. Halife, Hülaguhan'ın
huzuruna çıktı. Hülaguhan ona birçok şeyler sordu. Anlatıldığına göre
halifenin, gördüğü hakaret ve zorbalıktan ötürü konuşurken dili titremişti.
Sonra Hoca Nası-rüddin et-Tusî, Vezir İbn Alkamî ve diğerleriyle birlikte
Bağdat'a döndü. Halife burada koruma altına alınmış, malına da el konulmuştu.
Hilafet sarayından altın, ziynet, takı, mücevher ve kıymetli eşyalar alındı.
Rafîzîler ve münafıklar topluluğu Hülaguhan'a, halifeyle barış yapmamasını
önermişlerdi. Vezir; «Irak haracı yarı yarıya paylaşılarak barış yapılacak
olursa, bu barış bir veya iki sene ancak devam edebilir. Sonra durum yine eski
haline döner» demişti. Böylece halifeyi öldürme işini Hülaguhan'a hoş
göstermişlerdi. Halife, Hülaguhan'ın yanma döndüğünde Hülaguhan onun
öldürülmesini emretti. Anlatıldığına göre onu öldürmesi için Hülaguhan'a
tavsiyede bulunan kişi, Vezir İbn Alkamî ile Mevla Nasireddin et-Tusî imiş.
Nasireddin, Hülaguhan'm yanında bulunuyordu. Hülaguhan, daha önce onu
hizmetinde çalıştırmıştı. O, Alamut kalelerinin alınmasında hayli yararlılık
göstermiş ve bu kaleleri îsmailîler'in elinden almıştı. Nasireddin,
Şemsü'ş-Şümus'un ve babasının, daha önce de Alaeddin b. Ceialeddin'in
vezirliğini yapmıştı. Bunlar Nizar b. Müstansır el-Ubeydî'ye mensup idiler.
Hülaguhan, danışman bir vezir olarak Nasireddin'i hizmetine almıştı.
Hülaguhan, halifeyi öldürmekten çekindiğinde vezir ona bu işi kolay göstermiş
ve kanı yere dökülmesin diye halifeyi bir çuval içinde tekmeleyip ezerek öldürmüşlerdi.
Çünkü kendilerine anlatıldığına göre halifenin öcünün kendilerinden
alınmasından korkmuşlardı. Başka bir rivayete göre ise halife boğazı sıkılarak
yahut suda boğularak öldürülmüştür. Doğrusunu Allah bilir.
Halifenin ve
maiyetindeki alimlerin, kadıların, devlet büyüklerinin, reislerin, emirlerin,
ehl-i hail ve'1-akd'ın günahlarına girdiler. Halifenin biyografisi, bu sene
ölen meşhur şahsiyetlerden bahsedilirken anlatılacaktır. Tatarlar, Bağdat
şehrine dağıldılar. Ele geçirebildikleri erkek, kadın, çocuk, yaşlı, ihtiyar,
genç herkesi öldürdüler. İnsanlar korkularından kuyulara, ot ambarlarına,
çöplüklere girip oralarda günlerce gizlendiler. Ortaya çıkmadılar. Bazı insan
toplulukları da hanlara girip toplanıyorlar, kapılan üzerlerine
kilitliyorlardı. Tatarlar, bu kapıları kırarak, ya da yakarak içeri
giriyorlar, içerideki insanlar binaların damına kaçıyorlar, Tatarlar onları
orada yakalayıp öldürüyorlardı. Öyle ki bu damların oluklarından sokaklara
kanlar akıyordu. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz
ve O'na dönücüleriz.) Mescitlerde, camilerde ve hankâhlarda aynı hal cereyan
ediyordu. Tatarların elinden sadece zımmî olan Yahudi ve Hristiyanlar ile
onlara ve Vezir İbn Alkamî denen Rafîzî'nin evine sığınan ve kendilerinden aman
alan tüccar topluluğundan başkası kurtulamamıştı. Tüccarlar da kendi canlarını
ve mallarını korumak için Tatarlara bol miktarda haraç vermişlerdi. Babed
şehri, şehirlerin en şen ve en mamuru iken harabeye dönmüş, orada az sayıda
insan kalmıştı, onlar da korku, açlık ve zillet içindeydiler. Bu hadiseden önce
Vezir İbn Alkamî, askerleri dağıtmak, isimlerini divandan düşürmek için epey
uğraşmıştı. Müstansır'm son zamanlarında askerlerinin sayısı 100.000 kadardı.
Bunların bazı komutanları, kisralan andıran büyük hükümdarlar gibi bir tavır
içine girmişlerdi. Vezir İbn Alkamî bunların sayısını azaltmış, sadece 10.000
asker bırakmıştı. Sonra Tatarlarla mektuplaştı ve onları ülkeyi ele geçirmeğe
tamahlandırdı. Bu işin kolay olacağını söyledi. İşin hakikatini kendilerine
anlattı. Adamlarının zayıflığını açıkladı. Bütün bunları, Rasûlullâh'ın
sünnetini külliyen yok etmek, Rafizîler'in bid'atmı ortaya koymak,
Fatımîler'den bir halifeyi tahta geçirmek, alimleri ve müftüleri helak etmek
arzusuyla yapmıştı. Oysa Allah kendi işinin hakimidir. Tuzağım başına geçirdi.
Sarsılmaz bir izzetten sonra onu zelil kıldı. Halifenin veziri iken onu
Tatarların uşağı haline getirdi ve o, Bağdat'ta öldürülen erkek, kadın ve
çocukların günahına girdi. Hüküm, göklerle yerin Rabbi olan yüce Allah'ındır.
Bağdatlıların başına
gelen bu felakete yakın bir felaket de Kudüs'teki İsrail oğullarının başına
gelmişti. Yüce Allah bu hadiseyi şöyle beyan buyuruyor:
«Biz, Kitap'ta
İsrailoğullan'na: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık
derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik. Bunlardan ilkinin zamanı
gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin
arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu yerine getirilmiş bir vaad'idi.»
(ei-isrâ, 4-5).
İsrail oğullarından
bir grup salih insan öldürüldü. Peygamber çocuklarından bir cemaat de esir
alındı. Daha önceleri abid, zahid, din alimi ve peygamberlerle şen ve mamur
olan Beyt-i Makdis tahrip edildi; binaları çöktü, ıssız hale geldi.
İnsanlar bu hadisede
Bağdat'ta öldürülen Müslümanların sayısının ne kadar olduğunu değişik
rakamlarla ifade etmişlerdir. Kimi 800.000, kimi 1.800.000, kimi de 2.000.000
Müslümanm Öldürüldüğünü söylemişlerdir. înna lillahi ve inna ileyhi raciun
(doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) Güç ve kuvvet, ancak yüce
Allah'ındır.
Tatarlar, muharrem
ayının sonlarında Bağdat'a girmişler, kılıçları kırk gün müddetle adam
öldürmüşlerdi. Mü'minlerin emiri halife Muştasını Billah da bu sene safer
ayının ondördünde çarşamba günü Öldürülmüş, mezarının izi kaybedilmişti.
Öldürüldüğünde kırkyedi yaşından dört ay almıştı. Onbeş sene, sekiz ay ve
birkaç gün süreyle halifelik yaptı. Kendisiyle birlikte büyük oğlu Ebü'l-Abbas
Ahmed de öldürülmüştü. Ebü'l-Abbas o zaman yirmibeş yaşındaydı. Daha sonra
yirmiüç yaşında olan ortanca oğlu Ebü'1-Fadl Abdurrahman öldürüldü. Küçük oğlu
Mübarek ile kızkardeşleri Fatıma, Hatice ve Meryem esir alındılar.
Anlatıldığına göre hilafet sarayından 1.000'e yakın da bakire esir alınmıştır.
Doğrusunu Allah bilir, inna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a
aidiz ve O'na dönücüleriz).
Hilafet sarayının
üstadı Şeyh Muhiddin Yusuf b. Şeyh Ebü'l-Ferec b. Cevzî de öldürüldü. Bu zat
vezirin düşmanıydı. Oğulları Abdullah, Abdurrahman ve Abdülkerim de
Öldürülmüşlerdi. Bu arada devlet erkânı da peşpeşe öldürülmüştü. Öldürülenler
arasında küçük mabeyinci Mücahidüddin Aybek ile Şihabüddin Süleymanşah ve
ehl-i sünnet emirlerinden ve beldenin büyüklerinden bir topluluk da vardı.
Abbas oğullarından öldürülecek bir kişi hilafet sarayından çağırılıyor, o da çoluk
çocuğunu, kadınlarını alıp saraydan çıkarak Hallal mezarlığına gidiyordu.
Burası sarayın balkonunun karşısında bulunuyordu. Sonra orada koyun boğazlanır
gibi boğazlanıyordu. Tatarlar, seçtikleri kızları ve cariyeleri ise öldürmeyip,
esir alıyorlardı. Halifenin eğitmeni Şey-hü'ş-Şüyûh Sadreddin Ali b. Neyar,
hatipler, imamlar ve Kur'an hafızları da öldürüldüler. Bu yüzden Bağdat'taki
mescitler birkaç ay kapalı kaldı. Cemaat camilerde toplanıp cuma namazlarını
dahi kılamadılar. Vezir îbn Alkamî -Allah ona lanet etsin ve onu kahretsin-
Bağdat'taki mescitleri, medreseleri ve hankâhlan kapatmak istedi. Meşhedlerin
ve Rafizî mahallelerinin ise açık kalmasını, Rafizîler için de muazzam bir
medrese yapılmasını arzu etti. Burada ilimlerini yaymayı ve bayrakla-nnı damına
dikmeyi diliyordu. Ancak Cenâb-ı Allah bunu ona nasib etmedi. Aksine nimetini
elinden aldı. Ömrünü kısalttı. Bu hadiseden birkaç ay sonra öldü. Peşi sıra
oğlu da öldü. Allah bilir ya ikisi cehennemindip çukurunda bir araya
gelmişlerdir.
Mukadder olan bu iş
tamamlanıp Bağdat'da kırk günlük felaket sona erince şehrin altı üstüne
gelmişti. Orada tek tük insandan başkası kalmamıştı. Yollarda ölü yığınları
tepecikler meydana getirmiş, yağmur yağınca suretler değişmişti. Bu ölülerden
ötürü şehir kokuşmuş, hava bozulmuş, bundan dolayı şiddetli bir veba salgını
meydana gelmişti. Bu salgın hava zerrecikleri vasıtasıyla Şam ülkesine de
sirayet etmiş, havanın bozulması ve kokunun pis oluşu nedeniyle bir çok insan
ölmüştü. İnsanlar kıtlık, veba, ölüm ve taun belalarına maruz kalmışlardı.
İn-na lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.)
Artık şehirde güven
hasıl olduğu ilan edilince Bağdat'ın yer altındaki bodrumlarında, mezarlarda
ve dehlizlerde gizlenmiş olan kimseler sanki mezarlarından çıkmış ölüler gibi
ortaya çıktılar. Birbirlerini tanıyamadılar. Baba oğlunu, kardeş kardeşini
tanıyamıyordu. Şiddetli bir vebaya yakalandılar. Hepsi öldüler. Kendilerinden
önce ahirete göçenlerin peşine takılıp onlara kavuştular. Gizliyi, gizlinin de
gizlisini bilen zatın emri ile toprak altında bir araya geldiler. En güzel
isimlere sahip olan Allah'tan başka bir ilah yoktur. Bağdat'a musallat olan
Hülagu-han, bu sene cenıaziyelevvel ayında Bağdat'tan ayrılıp ülkesinin başkentine
döndü. Bağdat idaresini Emir Ali Bahadır ile Vezir İbn Alkamî'ye bıraktı. Emir
Ali Bahadır şahnelik (emniyet müdürlüğü) yapacaktı. Ancak Cenâb-ı Allah, Vezir
İbn Alkamî'ye nrsat vermedi. O, bu sene cemaziyelahir ayının başında altmışüç
yaşında öldü. Vezir İbn Alkamî inşâ ve edebiyatta ileri derecelere ulaşmış,
katıksız bir Şiî ve pis bir Rafızî idi. Yorgunluktan, kederden, hüzünden ve
pişmanlıktan ötürü ölmüştü. Ölümün kendisini götüreceği yere kadar gitti.
Kendisinden sonra vezirliğe oğlu İzzeddin b. Fadl Muhammed geçti. Allah onu da
bu sene sonunda babasına kavuşturdu. Hamd ve minnet Allah'adır.
Ebu Şâme, şeyhimiz Ebu
Abdillah ez-Zehebî ve Kutbeddin el-Yonî'nin anlattıklarına göre bu sene Şam'da
insanlara şiddetli bir veba musallat olmuştu. Bunun sebebi de Irak'taki
ölülerin çokluğundan Ötürü havanın bozulması idi. Bu nedenle hastalık Şam
mıntıkasına da sirayet etmişti. Doğrusunu Allah bilir.
Bu sene Mısırlılar,
Kerek sahibi Melik Muğis Ömer b. Adil el-Kebîr ile savaştılar. Melik Muğis'in
zindanında deniz komutanlarından bir topluluk mahpus bulunuyordu. Mahpuslar
arasında Rükneddin Bay-bars el-Bendakdarî de vardı. Mısırlılar, Melik Muğis'i
ve askerlerini bozguna uğrattılar. Beraberlerindeki malları ve eşyaları
yağmaladılar. Komutanlarının büyüklerinden bir grubu esir alıp, elleri kolları
bağlı vaziyette öldürdüler. Bundan sonra Melik Muğis ve askerleri, çok feci ve
perişan bir halde Kerek'e döndüler. Yollarda fesat çıkarıp, ülkeyi bozguna
sürüklediler. Dımaşk valisi Nasır, onlara karşı çıktı. Ona aldırış etmediler.
Askerler Rükneddin Baybars'm işareti üzerine içinde oturmakta olduğu otağın
iplerini, kopardılar. Aralarında, anlatımı burada uzun sürecek savaşlar ve
vak'alar cereyan eti. Yardımına başvurulacak olan zât, yüce Allah'tır. [10]
Irak'taki Abbasî
halifelerinin sonucusuydu. Allah ona rahmet etsin. Şeceresi şöyledir:
Ebu Ahmed Abdullah b.
Müstansır Billah Ebu Cafer Mansur b. Zahir Biemrillah Ebu Nasır Muhammed b.
Nasır Lidinillah Ebü'l-Abbas Ahmed b. Müstadî Biemrillah Muhammed el-Hasan b.
Müstencid Billah Ebu Muzaffer Yusuf b. Muktefî Lienırillah Ebu Abdillah Muhammed
b. Müstazhir Billah Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muktedî Billah Ebü'l-Kasım Abdullah b.
Zahire Ebu Abbas Muhammed b. Kaim Biemrillah Abdullah b. Kadir Billah
Ebü'l-Abbas Ahmed b. Emir îshak b. Muktedir Billah Ebü'1-Fadl Cafer b. Mutedid
Billah Ebü'l-Abbas Ahmed b. Emir el-Muvaffak Ebu Ahmed Talha b. Mütevekkil
Alallah Ebü'1-Fadl Cafer b. Mu'tasım Billah Ebu İshak Muhammed b. Reşid Ebu
Muhammed Harun b. Mehdi Ebu Abdillah Muhammed b. Mansur Ebu Cafer Abdullah b.
Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim el-Haşimî
el-Abbasî. Hicretin 609. senesinde doğdu. Hicretin 640. senesinin cemaziyelahir
ayının yirmisinde halifeliğine biat edildi. Hicretin 656. senesinin safer
ayının ondördünde çarşamba günü öldürüldü. Öldürüldüğünde kırkyedi yaşındaydı.
Yüce Allah kendisine rahmet etsin. Sureti güzel, içi temiz, akidesi sağlam bir
kimseydi. Adalette, çokça sadaka vermede, alim ve abidlere ikramda bulunmada,
babasının yolunu takip ediyordu. Hafız İbn Neccar, Müeyyed et-Tusî, Ebu Ruh
Abdülaziz b. Muhammed el-Herevî, Ebu Bekir Kasım b. Abdullah b. Seffar ve başkalarının
da bulunduğu Horasan alimlerinin bir cemaatından onun için icazet alındığını
söylemiştir. Aralarında Şeyhü'ş-Şuyuh Sadreddin Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b.
Meyar'm da bulunduğu bir cemaat, kendisinden hadis rivayet etmiştir ki
Şeyhüşşuyuh Sadreddin onun müeddibi ve terbiyecisi idi. Kendisi de İmam
Muhyiddin b. Cevzî'ye, Şeyh Necnıeddin el-Baderafye icazet vermiştir. Bu ikisi
de kendisinden almış oldukları icazete dayanarak hadis rivayet etmişlerdir.
Allah kendisine rahmet etsin. Sünnî bir kimseydi. Selefîlerin yolundaydı.
Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat itikadına sahipti. Babası ve dedesi de böyleydiler.
Yalnız kendisinde biraz yumuşaklık, dalgınlık, mal toplama sevgisi vardı. Bu
cümleden olmak üzere Nasır Davud b. Muazzam'm 100.000 dinar değerindeki emanet
malını inkâr etmişti. Kendisinden aşağı durumdaki bir kimsenin böyle yapması
çok çirkin karşılanacağına göre bir halifenin böyle yapması elbetteki daha da
çirkindir. Ehl-i kitaptan bile bazı kimseler vardır ki, onlara kantarlarca mal
versen onlar bu emaneti sana iade ederler. Nitekim yüce Allah bir ayet-i
kerimede şöyle buyurmuştur:
«Ehl-i kitaptan öylesi
vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder.
Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine
dikilip durmazsan onu sana iade etmez.» (Âl-t îmrân, 75).
Tatarlar, halife
Müstasım'ı bu sene safer ayının ondördünde çarşamba günü mazlum olarak
öldürdüler. Öldürülürken kırkyedi yaşından dört ay almıştı. Onbeş sene sekiz
ay ve birkaç gün süreyle halifelik yapmıştı. Allah ona rahmet etsin. Makamını
âli kılsın. Toprağını da rahmet ile ıslatsın. Kendisinden sonra iki oğlu
öldürüldü. Üçüncü oğlu da kendi sulbünden üç kızıyla birlikte esir alındı.
Kendisinden sonra hilafet makamı boş kaldı. Abbas oğullarından onun yerini
dolduracak bir kimse kalmamıştı. Adaletle insanlar arasında hükmeden,
kendilerinden bağış umulan, satvetlerinden korkulan Abbasîlerin sonuncu halifesi
o olmuştu. Abbas oğullarının hilafeti Abdullah es-Seffah ile başladığı gibi
Abdullah el-Müstasım ile de sona ermişti. Önceki kısımlarda da anlatıldığı
gibi Emevî devletinin yıkılmasından sonra hicretin 132. senesinde Seffah'a
bey'at edilmiş, böylece hakimiyeti teessüs etmişti. Abbasîlerin sonuncu
halifesi Abdullah el-Müstasım'ın hakimiyet ve hilafeti bu sene yok olmuştu.
Toplam olarak Abbas oğullarının hakimiyeti 524. sene sürmüştü. Irak'taki
hakimiyetleri hicretin 450. senesinden sonra Besasirî'nin zamanında bir yıl ve
bir kaç aylık süre için geçici olarak ortadan kaldırılmıştı. Ama daha sonra
Irak'ta yine hakimiyet kurdular. Bütün bunları halife Kaim Biemrillah'ın
zamanından bahsederken detaylı olarak anlatmıştık. Allah'a hamd olsun.
Abbas oğulları İslâm
ülkesinin tümüne hakim olamamışlardı. Oysa Emevîler İslâm ülkesinin her
tarafina, bütün şehirlerine ve beldelerine hakim olmuşlardı. Mağrip diyarı
Abbas oğullarının hakimiyeti dışına çıkmıştı. Burayı ilk zamanlarda Ümeyye
oğullarından Abdurrah-man b. Muaviye b. Hişam b. Abdülmelik ele geçirmişti.
Ondan sonra orada uzun zamanlar Tavaifü'l-Mülûk hüküm sürmüştü. Abbasîler zamanında
Mısır'da ve Mağrip diyarının bir kısmı ile o çevrede ve bir zamanlarda da
Şam'da, Haremeyn'de, Fatımîlerden olduğunu iddia edenler ortaya çıkmışlar,
buralara hükmetmişlerdi. Bunlar Abbas oğullarının
elinden Horasan'ı ve
Maveraünnehir'i almışlardı. Buralara zaman zaman çeşitli hükümdarlar el
koymuşlardı. Hatta öyle zamanlar olmuştu ki, Abbasi halifesinin elinde sadece
Bağdat şehri ile Irak'ın bazı şehirleri kalmıştı. Çünkü Abbasî hilafeti
zayıflamıştı. Halifeler şehvetlerinin peşine düşmüşler, mal toplamakla
uğraşmışlardı. Nitekim hadiselerden ve ölümlerden bahsederken bunları detaylı
olarak anlatmıştık.
Fatımî devleti 300
seneye yakın devam etti. Sonuncu halifeleri Adid olmuştu ki, bu, Selahaddin-i
Eyyubî'nin devletinin hakim olduğu hicri 560. seneden s,onra ölmüştü.
Fatımilerin peşpeşe ondört hükümdarı tahta geçmişti. Bunlar 297 sene kadar
hüküm sürmüşlerdi. Nihayet Adid, hicretin 560. senesinden sonra vefat etmişti.
Rasûlullah (s.a.v.)'m zamanını takip eden peygamberlik hilafeti sahih hadiste
de ifade buyurulduğu gibi otuz senelik bir süreyi içine almıştır ki, bu sürede
Ebu Bekir, Ömer, sonra Osman, Ali, Ali'nin oğlu Hasan halifelik yapmışlardı.
Delâilü'n-Nübüvve adlı eserde de anlattığımız gibi bunların toplanı hilafet
süresi otuz yılı doldurmuştur. Ali'nin oğlu Hasan'mki altı ay sürmüştü. Bundan
sonra hilafetin yerini hükümdarlık almıştı. İslâm hükümdarlarının ilki Muaviye
b. Ebî Süfyan Sahr b. Harp b. Ümeyye idi. Ondan sonra oğlu Yezid, Yezid'in oğlu
Muaviye tahta geçmişti. Muaviye ile başlayan bu batın, başka bir Muaviye ile
sona ermişti. Bunlardan sonra Mervan b. Hakem b. Ebi'l-Âs b, Ümeyye b.
Abdişşems b. Abd-i Menaf b. Kusay tahta geçmişti. Mervan'dan sonra oğlu
Abdülmelik, Ve-lid b. Abdülmelik, Velid'in kardeşi Süleyman, Velid'in amcasının
oğlu Ömer b. Abdülaziz, Yezid b. Velid, Yezid b. Velid'in kardeşi İbrahim
en-Nakıs b. Velid, Mervan b. Muhammed b. Mervan (bu eşek lakabını taşırdı ve
bu batnm da sonuncusu idi) tahta geçtiler. Bunların birincisinin adı Mervan
olduğu gibi sonuncusu da Mervan adlı biriydi. Bundan sonra Emevî hakimiyeti
yıkıldı. Yerlerine geçen Abbas oğullarının ilk hükümdarı Abdullah es-Seffah,
son hükümdarı da Abdullah el-Müstasım oldu. Aynı şekilde Fatımî halifelerinin
de ilkinin adı Abdullah el-Adid, sonuncusunun adı da Abdullah el-Adid idi. Bu,
cidden garip bir rastlantıdır. Bunun farkına varanlar çok azdır. Doğrusunu
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.
Faziletli şairlerden
biri bütün halifelerin adlarını içeren şöyle bir
şiir yazmıştır:
«Ârş'ı yüce olan,
herşeyi kahredici güce sahip tek ve yakalaması güçlü olan Allah'a hamd olsun.
O, günleri ve
zamanları dolap gibi çevirir.
Mahlukatı mahşer
yerinde toplar.
Sonra ebede kadar
salât-ü selam,
Peygamber Muhammed
Mustafa'ya olsun.
Onun kıymetli, önder,
lider ve meşhur şahsiyetler olan âline ve ashabına da salât-ü selamlar olsun.
İmdi bu yazdığım recez
bahrindeki şiiri,
Latif ve veciz bir
şekilde nazmettim.
Bu şiirimde Peygamber
Mustafa'dan sonra hakimiyeti ele alan ra-şid halifelerin adlarını saydım.
Onlardan sonrakileri
de sırasıyla zikrettim.
Bu şiirimi bir ibret
ve anı yaptım ki,
Akıllı ve tasavvur
sahibi kimseler,
İşlerin ve hadiselerin
nasıl cereyan ettiğini anlasınlar.
Her güç ve iktidar
sahibi kimseler,
Eninde sonunda fani ve
yok olacaklardır.
Gecelerin ve
gündüzlerin peşpeşe gelişinde,
İbret sahibi kimseler
için dersler vardır.
Acı gücün sahibi olan
Melik,
Dilediği kullarını
dünyada hükümran kılar.
Her mahluk, eninde
sonunda yok olacaktır.
Her hakimiyetin de bir
sonu olacaktır.
Yaratıcı olan
hükümdarın hükmünden başka bir hakimiyet devam etmeyecektir.
Kahredici güce sahip
olan Melik ise noksanlıklardan münezzeh ve yücedir.
Sadece O, izzet sahibi
ve bakidir.
Onun dışındakilerin
bir sonu vardır.
Peygamberden sonra
kendisine hilafet bey'atı sunulan ilk zat îbn Ebi Kuhafe'dir.
Onunla hidayet rehberi
Sıddîk'ı kastediyorum.
Ondan sonra halife
olan Faruk beğenildi.
O, ülkeleri ve
şehirleri fethetti.
Onun askerlerinin
kılıçları, kâfirlerin kökünü kazıdı.
Adaletle ülkeye
hükmetti.
Böylece göklerin ve
yerin eşsiz gücüne sahip Melik'ini memnun kıldı.
Ondan sonra insanlar
Osman Zinnureyn'e razı oldular.
Onun ardı sıra Ali
geldi ki, Rasûlullah'ın iki torununun babasıdır.
Sonra Hasan'la
birlikte müfrezeler geldiler.
Neredeyse fitneleri
yenileyeceklerdi.
Allah onun vasıtasıyla
sulhu getirdi.
Nitekim o,
peygamberimize mensuptur.
İnsanlar daha sonra
Muaviye'nin etrafında toplandılar.
Böylece her râvi
kıssayı nakletti.
Muaviye dilediği gibi
hüküm sürdü.
Kendisinden sonra
yerine Yezid geçti.
Yezid'in ardı sıra iyi
ve doğru yolda olan oğlu başa geçti.
Onunla Ebu Leyla'yı
kastediyorum ki, o zahid bir kimseydi.
Herhangi bir kimsenin
tasallutunda kalmaksızın,
O hükümdarlığı terk
etti.
Hükümdarlığa talebi
hiç yoktu.
Daha sonra Hicaz'da
îbn Zübeyr ortaya çıktı.
Hükümdarlığı talep
etti ve o makama göz dikti.
Şam'da Mervan'a bey'at
ettiler.
Bu da ol deyince
herşeyin oluverdiği yüce Zât'ın hükmüyle oldu.
Ancak Mervan'm
hakimiyeti bir seneden fazla sürmedi.
Ölüm okları onu
yakaladılar.
Daha sonra hakimiyet,
Abdülmelik'in eline geçti.
Şans yıldızı kâinatta
parladı.
Hakimiyette onunla
çekişen herkes,
Ölüm kılıcıyla vurulup
yere düştü.
Mus'ab Irak'ta
öldürüldü.
Sonra zalim Haccac
hüküm sürdü.
Hicaz'a intikam
kılıçlarıyla yürüdü.
îbn Zübeyr Harem'e
sığındı.
îbn Zübeyr'i öldürüp
astıktan sonra zulmetti.
Yönetimde Rabbinden
hiç korkmadı.
îşler onun için yoluna
girince,
Zamanlar onun cismini
de evirip çevirerek götürdüler.
Ondan sonra yerine
oğlu Velid geçti.
Ondan sonra yiğit ve
doğru yoldaki Süleyman başa geçti.
Daha sonra halk
arasında Ömer'in adaleti yayıldı.
O Rabbinin buyruğuna
uyarak hükmetti.
Ömer b. Abdülaziz'e,
Kavmin ak yüzlüsü
deniliyordu.
Namaz kılan, oruç
tutan, takvalı bir kimseydi.
Adalet ve ihsanı
getirdi.
Zalimleri ve
taşkınları frenledi.
Rasûlullah'm ve akıl
sahibi raşid halifelerin yoluna girdi.
Nihayet İslâmiyet onun
yokluk şerbetini içti.
Kendisinden sonra onun
gibisinin geldiği rivayet edilmemiştir.
Ondan sonra Yezid,
Yezid'den sonra Hişarn,
Hişam'dan sonra Velid
başa geçti.
Ölüm, Velid'i de kapıp
götürdü.
Sonra Yezid geldi. Ona
Yezid-i Nakıs deniliyordu.
Ölüm gelip onu da
kapıp götürdü.
İbrahim'in hakimiyet
süresi uzamadı.
Bütün işleri sakat
oldu.
Hakimiyeti Mervan'a
dayadı.
O da yapacağını yaptı.
Hakimiyet onun
elindeyken inkiraz buldu.
Zamanın musibeti ona
galebe çaldı.
Saîd mıntıkasında
öldürüldü.
Askerlerinin çokluğu
ona yarar sağlamadı.
Onun sebebiyle Hakem
ailesi helak oldu.
Çeşitli nimetler
ellerinden alındı.
Sonra Abbas oğulları
tahta geçtiler.
Aramızda onların
temelleri sabit olmakta devam ediyor.
Acem diyarından da
bey'atler geldi.
Bütün ümmetler onlara
be/atlerini sundular.
Onlarla çekişen
ümmetlerin tümü.
Elleri kesilip,
ağızlan kapanıp yere düştüler.
Onlardan başa
geçenlerin adlarını zikrettim.
Kaim Müstasım başa
geçtiği zaman,
Abbasîlerin ilk
hükümdarının sıfatı Seffah (çok kandöken) idi.
Ondan sonra Mansur
Züicenah başa geçti.
Mansur'dan sonra Mehdî
tahta geçti.
Ardı sıra Musa el-Hadî
es-Safî hükümdar oldu.
Musa'dan sonra Harun
Reşid geldi.
Sonra Emin, Harun'un
ölümü nedeniyle tahta geçti.
Emin'in
öldürülmesinden sonra Me'mun tahta geçti.
Me'mun'dan sonra da
Mu'tasım el-Mekin hükümdar oldu.
Mu'tasım'dan sonra
Vasık halife oldu.
Sonra kardeşi Cafer
başa geçti ki, o zimmetlere riayet ederdi.
Ardı sıra halis
niyetli Mütevekkil Alallah geldi ki,
O kıymetli Arş'ın
sahibi Allah'a dayanıyordu.
Zamanında bid'atlerin
kökü kazındı.
Vaktinde sünnetler
ihya edildi
Onun zamanında
saptırıcı bir bid'at ortada kalmadı.
Mutezilîler'e zillet
elbisesini giydirdi.
Göklerde yıldızlar
parladığı sürece Allah'ın rahmeti,
Ebediyen onun üzerine
oîsun
Mütevekkil'den sonra
Mu'temid hükümdar oldu, tahta geçti,
Yönetimi düzeltti.
Ondan sonra Muktesid
idareye el koydu.
Muktesid'in şehit
edilişinden sonra Muntasır başa geçti.
Söylendiği gibi
ardısıra Müstain tahta geçti.
Mustain'in ölümünden
sonra Mu'tez başa geçti.
Mutez'den sonra
Mühtedî el-Mültezim ve ondan sonra da A'azz hükümdar oldu.
Muktefî'nin ise
sayfanın üst kısmında adı yazıldı.
Ondan sonra Muktedir
hakim oldu.
Muktedir'den sonra
Kahir'in izzetiyle yönetim sağlanılaştı.
Ondan sonra övünçlerin
sahibi Radî tahta geçti.
Radî'den sonra
Muttaki, ondan sonra da Müstekfî geldi.
Mutî tahta geçti. Onda
hiç yanlışlık yoktu.
Sonra Tâî, onun ardı
sıra Kadir,
Ondan sonra da zahid
ve şâkir olan Kaim tahta geçti.
Kaim'den sonra Muktedî,
ondan sonra da Müstazhir geldi .
Sonra ağır başlı bir
insan olan Müsterşid tahta geçti.
Müsterşid'den sonra
Raşid, ardı sıra Muktefî geldi.
Muktefî vefat edince
insanlar Yusuf tan güç aldılar. O tahta geçti.
işlerinde adil,
sözlerinde sadık ve dürüst bir kimse olan Müstadî başa geçti.
Müstadî'den sonra
güçlü ve şehametli Nasır tahta geçti.
Onun hakimiyeti uzun
sürdü. İnsanlara uzunca bir süre halifelik
yaptı.
Ardı sıra kerem sahibi
Zahir geldi. Onun adaletini herkes biliyordu. Memlekette onun zamanı uzun
sürmedi. Birkaç ay hüküm sürdükten sonra vefat etti. Kendisinden sonra yönetime
adaletli, ihsan sahibi, Cömert ve mayası teiniz Müstansır geldi.
İyilik ve ihsanda
bulunarak onyedi ay müddetle insanları idare etti.
Sonra kırkıncı yılın
cemaziyelevvel ayında ölümle karşılaşarak vefat etti.
Ondan sonra Müstasım'a
bey'at ettiler. Rabbimiz ona rahmet etsin, onu korusun. Çeşitli ülkelere
elçilerini gönderdi.
Çeşitli ülkelerin
insanları ona muvafakat edip be/atlerini sundular.
Onun adım zikrederek
minberleri şereflendirdiler.
Onun cömertliğiyle
Övünçlerini yaydılar.
Güzel idaresi her
tarafa ulaştı.
Son derece fazla olan
adaleti halka yayıldı.»
Şeyh İmadüddin b.
Kesir dedi ki: Bundan sonra ben de şu beyitleri
dile getirdim:
«Sonra Cenâb-ı Allah
Müstasım'ı Tatar belasına uğrattı. Tatarlar ki zorba Cengizhan'm tabileri
idiler.
Tatar Cengizhan'm
torunu Hülagu, onun karşısına çıktı. Artık ona karşı kurtuluş çaresi bulamadı.
Tatarlar onun askerlerini ve düzenini darmadağın ettiler. Kendisini ve çoluk
çocuğunu öldürdüler. Bağdat'ı ve beldeleri tahrip ettiler. - Torunları ve dedeleri öldürdüler. Namusla
birlikte malları da yağmaladılar. Yüce Allah'ın satvetinden korkmadılar. O'nun
sabır ve hilmi, onları aldattı. Adalet ve hikmetinin hicabı, sabredişi onları
yanılttı. Müstasım'dan sonra hilafet makamı boş kaldı. Tarih böyle bir afeti
yazmamıştı. Daha sonra tahta, halife olarak Zahir geçti. Ben onunla Müstansır'ı
kastediyorum. Bu hakimden sonra yönetime, Alim bir imam olan Meysem Baybars
geldi. Ardı sıra oğlu halife Müstekfî geldi. Bunların bir kısmı bile şeref için
kâfidir. Daha sonra bir cemaat geldi ki, Onlarda ne ilim, ne de eşya vardı.
Zamanımızda Mu'tedit tahta geçti. Zaman, onun gibisini bulamamıştır.
O kadar güzel huylu,
itikat sahibi, meziyetli bir kimseydi ki, O nasıl birinci kaliteden olmasın.
Bunlar faziletleriyle ülkeye ve kullara hükmettiler. Ülkeyi hüküm ve adaletle
doldurdular. Bunlar Muhammed Mustafa'nın amcazadeleridir. Şüphesiz bunlar,
insanlığın en faziletlileridir. Azamet sahibi yüce Allah, günler ve
geceler devam ettiği
sürece ona rahmet eylesin.» [11]
«Fatımîlerin kuvveti
ve teçhizatı azdı. Ama zamanları uzun sürdü. 260 küsur sene hükmettiler, ama bu
bir sene gibiydi. Onlardan on-dört kişi hükümdar oldu: Mehdî, Kaim, Mansur,
el-Ma'dî. Ma'dî ismiyle, Kahire'nin kurucusu Muiz'i kastediyorum. Sonra Aziz,
kâfirlerin başı Hakim, Zahir, Müstansır, Müsta'lî, Ondan sonra Hafız ki onun
yönetimi berbattı. Zafîr, Faiz, sonra da Adid. Bu onların sonuncusuydu.
Bunu inkâr eden kimse
yoktur.
Adid, hicretin 500
senesinden sonra helak oldu.
Bunların aslı
Yahudidir. Şerefli değildirler.
Bütün imamlar böyle
fetva vermişlerdir.
O imamlar ki, bu
ümmette Allah'ın dininin yardımcılarıdırlar.» [12]
«Enıevî halifeleri de
tıpkı Rafızî halifelerinin sayısmcadır. Ama süreleri onlarınkinden 100 sene
eksiktir.
Hepsi, bir önceki
halife tarafından veliahd olarak atanmıştı. Sadece îmanı Ömer b. Abdülaziz
bundan müstesnadır. O, takvalı biriydi. Muaviye, sonra oğlu Yezid, Muaviye'nin
torunu, doğru yoldaki Muaviye, Mervan, sonra oğlu Abdülmelik, îbn Zübeyr ile
savaştı, nihayet îbn Zübeyr öldürüldü. Sonra ülkenin her tarafında o şüphesiz
müstakim hükümdar oldu. Ardı sıra Dımaşk Camii'nin banisi Velid geldi. Dımaşk
Camii'ne benzer başka bir cami yoktur.
Sonra cömert Süleyman,
ardı sıra Ömer, Ömer'den sonra Yezid, sonra da Hişam geldi ki, o ihanet etti.
Yani Velid b. Yezid'e
gadretti ki, o fasıktı.
Sonra Yezid b. Velid
tahta geçti.
Ona nakıs lakabı
takıldığı halde kendisi kâmildi.
Sonra İbrahim başa
geçti. O akıllıydı.
Sonra eşek lakabını
taşıyan Mervan el-Ca'dî geldi.
Bu, onların
sonuncusuydu. Bu bilgiyi sen benden al.
Allah'a eksiksiz hamd
olsun.
Nimetlerden ötürü de
O'na aynı şekilde hamd ediyoruz.
Sonra Peygamber
Muhammed Mustafa'ya bir o kadar eksiksiz sa-
lat-ü selâm olsun.
Onun seçkin âline ve
ashabına her vakitte ve çağda selâm olsun. Bu beyitleri sekiz tane olarak
menkıbelerde katip nazmetti.»
Halife Muştasını ile
birlikte Dımaşk'ta hilafet sarayının üstadı ve Cevziye vakfının sahibi
Muhyiddin Yusuf b. Şeyh Cenıaleddin Ebül-Fe-rec b. Cevzî Abdurrahman b. Ali b.
Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Ubeydullah b. Hammad b. Ahmed b. Cafer b.
Abdullah b. Kasım b. Nadir b. Muhammed b. Ebibekir es-Sıddîk el-Kureşî el-Teymî
el-Bekrî eî-Bağdadî el-Hanbelî de öldürülmüştü. Bu zat İbn Cevzî diye meşhur
olmuştur. Hicretin 580. senesinin zilkade ayında doğmuş ve Bağdat'ta yetişip
genç bir vaiz olmuştu. Babası vefat edince onun yerine oturup vaaz vermeğe
başlamıştı. Son derece güzel ve faydalı vaazlar veriyordu. Sonra dünya
makamlarında da yükseldi. Vaizlikle birlikte Bağdat muh-tesipliğine de atandı.
Güzel şiirler yazardı. Sonra hicretin 632. senesinde Hanbelîlere mahsus
Müstansiriye medresesinde ders vermeye başladı. Başka yerlerde de ders
veriyordu. Hilafet sarayının üstadhğını yaptı. Eyyubîlerin ve halifelerin
elçisi olarak çeşitli hükümdarlara gönderildi. Kendisinden sonra oğlu
Abdurrahman, yerine nıuhtesipliğe ve vaizliğe atandı. Muhtesiplik, oğulları
Abdurrahman1 dan sonra Abdullah ve Abdülkerim arasında peşpeşe devam etti. Bunlar
da bu sene öldürülmüşlerdi. Allah kendilerine rahmet etsin. Muhyiddin, İmam
Ahmed b, Hanbel'in mezhebine dair eserde tasnif etmiştir. îbn Sâî onun güzel
şiirlerini nakletmiştir. Şiirlerinden birinde, halifeyi mevsimlerde ve
bayramlarda tebrik ediyordu. Bu şiirler onun fazilet ve fesahatini ispatlamaktadırlar.
Dımaşk'taki Cevziye medresesinin vakfedicisidir. Bu, en güzel medreselerden
biridir. Allah bu hayrını kabul buyursun. [13]
Yahya b. Yusuf b.
Yahya b. Mansur b. Muammer Abdüsselam şeyh imam allame Cemaîeddin Ebu Zekeriya
es-Sarsarî. Çeşitli ilimlere vakıf büyük bir alimdi. Fazilet sahibi bir insan
olup Hanbelî mezhebine mensuptu. Amâ idi. Bağdatlıdır. Şiirlerinin çoğu
Rasûlullah'a methiye türündendir. Bu alanda meşhur bir divanı vardır. Bunun
üstünlüğünü herkes kabul eder. Anlatıldığına göre o lügate dair Sihah-ı
Cevherî'yi tamamen ezberlemiştir. Şeyh Abdülkadir'in öğrencisi Şeyh Ali b.
İdris'îe arkadaşlık etmiştir. Zeki bir insandı. Yüzünden nur fışkırırdı. Hiç düşünmeksizin
irticalen şiir inşâd ederdi. Fesahat ve belagat sahibiydi. Muvaffaküddin b.
Kudanıe'nin te'lif ettiği el-Kâfî adlı eseri nazma çevirmiştir.
Muhtasarü'l-Harakî'yi de nesirden nazma çevirmiştir. Rasû-lullah (s.a.v.) için
yazdığı methiyelere gelince, denildiğine göre bunların toplamı yirmi cildi
bulmaktadır. Peygamberlerden başkasını methettiği duyulmamıştır. Tatarlar,
Bağdat'a girdiklerinde Kermon b. Hülagu onu yanına çağırdı. O ise gitmedi.
Evinde taş biriktirdi. Tatarlar içeri girdiklerinde onları, hazırlamış olduğu
bu taşlarla vurdu ve bir kısmının yüzünü, gözünü, başını paraladı. Yanma
vardıklarında bastonuyla onlardan birini öldürdü. Sonra Tatarlar onu şehit
ettiler. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. Şehit edildiğinde altmışsekiz
yaşındaydı. Kut-beddin el-Yoninî onun biyografisini ez-Zeyl adlı eserde
anlatırken divanının güzel bir kısmım nakletmiştir. Alfabetik sıraya göre
hazırlanmış bir divanı vardır. Ayrıca uzun kasideleri mevcuttur. Hepsi de
güzeldir. [14]
Züheyr b. Muhammed b.
Ali b. Yahya b. Hüseyin b. Cafer el-Mühellebî el-Atikî el-Mısrî. Mekke'de
doğdu. Kos'ta büyüdü. Kahire'de ikamet etti. Meşhur şairdir. Çok güzel yazı
yazardı. Meşhur bir divanı vardır. Sultan Salih Eyyub'un yanma geldi. Çok
mürüvvet sahibi bir kimseydi. İnsanlara hayrın ulaştırılmasında güzelce
aracılık eder, insanlara yaklaşmakta olan şerri def ederdi. İbn Hallikan onu
övmüş ve, «Divanını rivayet etmem için bana icazet vermiştir» demiştir.
Kutbed-din el-Yoninî onun biyografisini uzun uzadıya anlatmıştır. [15]
Abdülazim b. Abdülkavî
b. Abdullah b. Selame b. Sa'd b. Saîd İmam Allame Muhammed Ebu Zekiyyüddin
el-Münzirî eş-Şafiî. Aslen Şamlıdır. Mısır'da doğmuş, uzun bir süre orada
hadis şeyhliği yapmıştır. Başka beldelerden insanlar onu ziyarete gelirlerdi.
Bir rivayette anlatıldığına göre hicretin 581. senesinde Şam'da dünyaya
gelmiştir. Çokça hadis dinlemiş, hadis toplamak amacıyla çeşitli beldelere
seyahatlerde bulunmuş ve bu işle ilgilenmiş, nihayet bu alanda kendi zamanının
insanlarının üstüne çıkmış, konuyla ilgili tasnifatlar yapıp rivayetlerde bulunmuştur.
Sahih-i Müslim'i, Sünen-i Ebî Davud'u ihtisar etmiştir ki, bu ihtisarı
öncekinden daha güzeldir. Lügatta, fıkıhta ve tarihte otoriteydi. Sika,
hüccet, araştırmacı ve zahid bir kimseydi. Bu sene zilkade ayının dördünde
cumartesi günü Mısır'daki Kâmiliye darülhadisinde vefat etti. Kurafe
mezarlığına defnedildi. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [16]
Nur Ebu Bekir b.
Muhammed b. Muhammed b. Abdülaziz b. Abdur-rahim b. Rüstem el-Eş'arî. Utanmayı
bir tarafa bırakmış meşhur bir şairdir. Kadı Sadreddin b. Sinâü'd-Devle,
şahitlerle birlikte onu saat kulesinin alt tarafında, yanında oturtmuştu.
Sonra beldenin sahibi Nasır onu yanma çağırdı ve onu meclisine, arkadaşlarının
arasına kattı. Ona asker hil'ati giydirdi. O da bu işi bırakıp başka alana
kaydı. ez-Zercun fi'1-Hilâa ve'1-Mücûn adlı bir kitap derledi. Bu kitabında bir
çok manzum ve mensur fikralar yer alıyordu. Şiirlerinden biri şudur. Ancak bu
pek de övünülecek bir şiir değildir:
«Ömrün lezzeti beştir,
bunları ele geçir.
Bunları edip ve fakih
olan bir şakacıdan öğren.
Bu lezzetler içki
sofrasmdaki nedimden, şarkıcı cariyeden, sevgiliden, içkiye devam etmekten elde
edilir. Bu şeyleri kötüleyenlere söv-mekle de bu lezzet elde edilir.» [17]
Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Ali b. Ebî Talip el-Vezir Mü-eyyedüddin Ebu Talip b. Alkamî.
Bağdatlıdır. Müstansır'ın zamanında uzun süre hilafet sarayının üstadlığını
yaparak hizmette bulundu. Sonra Müstasım'm vezirliğine atandı. Hem kendisine,
hem halifeye, hem de Müslümanlara karşı kötü davrandı. İnşâda ve edebiyatta
yüksek derecede idi. Rafızî olup kalbi İslâm'a ve Müslümanlara karşı kötü
niyetlerle dolu habis bir kişiydi. Müstasım'ın zamanında itibar ve şeref sahibi
oldu. Diğer vezirler bu kadar şerefe ve itibara sahip olamamışlardı. Sonra
İslâm'a ve Müslümanlara karşı kâfir Hülaguhan'la işbirliğine girdi, böylece
İslâm'a ve Müslümanlara yapacağını yaptı. Allah onu kahretsin. Nitekim bu
hususlar önceki sayfalarda da anlatılmıştır. Daha sonra kendileriyle
işbirliğine girdiği Tatarlar tarafından tahkir edilip, zillete maruz bırakıldı.
Allah onu korumadı. Dünya hayatında rüsvaylığı ve perişanlığı tattı. Ahiret
azabına gelince o daha şiddetli ve kalıcıdır. Tatarların zamanında kadının
biri onu bir beygire bindirilmiş halde görmüş, yanı başında durup ona şöyle
demişti: «Ey İbn Alkamî! Abbasîler sana böyle mi muamele ediyorlardı?» Kadının
bu sözü ona çok tesir etti. Evine kapandı. Keder, üzüntü, sıkıntı, yokluk ve
zillet içinde bu sene ce-maziyelahir ayı başında altmışüç yaşındayken öldü ve
Rafîzîlerin mezarlığına defnedildi. Tatarlardan ve Müslümanlardan haddi,
evsafı belirtil emeyecek derecede hakaretler gördü ve işitti. Kendisinden
sonra habis oğlu vezirliğe geçti. Sonra Cenâb-ı Allah, halkı zalim olan beldelerin
insanlarını yakalarcasma onu da çabucak yakaladı ve canını aldı. Şairin biri
onu şöyle hicvetmiştir:
«Ey İslâm'ın
bağlıları, ağlayın, ağıt yakın, Müstasım'ın başına gelenlere üzülün.
Vezirlik makamı ondan
önce İbn Fürat'ın elindeydi, şimdi İbn Alkamî'nin eline geçti.» [18]
Fethüddin Ebu Abdillah
b. Adil. Dımaşk muhtesibi idi. İdaresi hoştu. Yolu güzeldi. Dedesi, adil bir
insan olan Necibüddin Ebu Muhammed Abdullah b. Haydere'dir. Hicretin 590.
senesinde Zebedan'daki medreseyi vakfeden kişidir. Allah bu hayrını kabul
buyursun ve ona hayır mükâfat versin. [19]
Ahmed b. Ömer b.
İbrahim b. Ömer Ebü'l-Abbas el-Ensarî el-Kurtubî el-Malikî. Hicretin 578.
senesinde Kurtuba'da doğdu. Fakih, muhaddis ve müderristi. İskenderiye'de
yaşadı. Orada çok hadis dinledi. Buharı ve Müslim'in Sahih'lerinin
muhtasarlarını hazırladı. el-Müf-hem fî Şerh-i Müslim adlı eserin sahibidir. Bu
eserinde faydalı ve güzel bilgiler bulunmaktadır. Yüce Allah rahmet etsin. [20]
Şafiî alimlerindendir.
Şeyh Muhiddin en-Nevevîve diğerleri, kendisinden ilim tahsil etti. Kemal
İshak, Revaniye medresesinde müderrislik yapardı. Bu sene zilkade ayında vefat
etti. [21]
İmad Davud b. Ömer b.
Yahya b. Ömer b. Kâmil Ebü'l-Mealî Ebü's-Süleyman Ez-Zebidî el-Makdisî
ed-Dımaşkî. Beytülâbâr'da hatiplik, Gazaliye medresesinde müderrislik yaptı.
Emevî Camii'nde de İbn Ab-düsselam'dan sonra altı sene hatiplik görevinde
bulundu. Sonra Beytülâbâr'a döndü ve bu sene orada vefat etti. [22]
Sadreddın Ebü'l-Hasan
b. Neyar. Bağdat'ta şeyhüşşüyuh idi. Halife Müstasım'ın eğitmenliğini yaptı.
Müstasım hilafete geçince onu yüksek makamlarda tuttu, saygı gösterdi. Ali b.
Muhammed onun yanında itibarlı oldu, yönetimin iplerini eline aldı. Ama daha
sonra Tatarlar tarafından hilafet sarayında koyun gibi boğazlandı. [23]
Bağdat'ta arkadaşları
ve tabileri ile ziyaret edilen bir zaviyesi vardı. Tatarlar onu öldürdüler,
cesedini zaviyesinin kapısındaki çöplüğe attılar. Orada üç gün kaldı. Onun
cesedini köpekler buldular ve etini yediler. Anlatıldığına göre kendisi
ölümünden Önce bu akibete uğrayacağım sağlığında haber vermiştir. [24]
Berat hatibi idi.
Hicretin 553. senesinde doğdu. Çokça hadis dinledi. Doksan sene yaşadı.
İnsanlara hadis rivayet etti. Dımaşk'ta çok kimseler ondan hadis dinledi.
Sonra memleketine döndü. Bu sene memleketi Berada'da vefat etti. Allah rahmet
etsin. [25]
Meîikü'r-Rahim
lakabını taşırdı. Yüz yaşındayken bu sene şaban ayında vefat etti. Elli sene
kadar Musul'a hükmetti. Akıllı, dahi ve taktik sahibi bir kimseydi. Üstadının
çocuklarının aleyhine çalıştı. Nihayet onları yok etti. Musul'daki Atabekiye
devletine son verdi. Hülaguhan o feci ve dehşetli hadiseden sonra Bağdat'tan
ayrılınca Bedreddin Lü'lü gönüllü olarak hizmetine gitti. Yanında hediye ve
armağanlar da götürmüştü. Hülagu ona saygı gösterip, ikramda bulunmuştu.
Bundan sonra Bedreddin oradan ayrılıp Musul'a dönmüş ve Musul'da birkaç gün
daha yaşadıktan sonra vefat etmiş ve Bedriye medresesine defnedilmiş ti.
İdaresi güzel, adaletli ve cömert bir kimse olduğu için insanlar onun ölümüne
üzülmüşlerdi. Şeyh İzzeddin onun için el-Kâmil fi't-Tarih adlı eserini
yazmıştı. Bedreddin de bu eserinden ötürü Şeyh îzzeddin'e armağan verip ihsanda
bulunmuştu. Bazı şairlere 1.000 dinar armağan verdiği görülmüştür. Kendisinden
sonra yerine oğlu Salih İsmail geçti. Bedreddin Lü'lü, Ermeniydi. Bir terzi onu
satın almıştı. Sonra Musul valisi Melik Nureddin Arslanşah b. İzzeddin Mes'ud
b. Mevdud b. Zengî b. Aksungur el-Atabekî'nin yanma verildi. Sureti güzeldi.
Melik Nured-din'in yanında itibar gördü. Devlet kademelerinde yükseldi. Nihayet
devran ona güldü. Çeşitli ülkelerin elçileri onu ziyarete geldiler. Sonra o,
üstadı Melik Nureddin'in çocuklarını suikastler düzenleyerek birer birer
öldürdü ve onlardan hiçbirini hayatta bırakmadı ve kendisi müstakil olarak
tahta oturdu, işler onun için yoluna girdi. Her sene Hz. Ali'nin türbesine
1.000 dinar ağırlığında altın bir kandil gönderirdi. Doksan yaşında olmasına
rağmen yüzü çok parlak, şekli güzel olduğu için genç görünümlü idi. İnsanlar
ona altın kırbacı lakabını takmıştı. Himmeti yüksek, dahi, çok hilekâr ve
dessastı. Hz. Ali'nin türbesine her sene altın bir kandil göndermesi, onun Şiî
olduğuna bir delildir. Doğrusunu Allah bilir.
[26]
Şeyh Kutbeddin
el-Yoninî, el-Mir'at adlı eser üzerine yazdığı zeylinde, bu senenin
hadiselerini anlatırken onun biyografisinden uzun uzun bahsetmiştir. Onun
karşılaştığı durumları da baştan sona anlatmıştır. Biz, Melikü'n-Nasır'm
biyografisini bu senenin hadiselerinden bahsederken anlatmıştık. Bu meyanda
onun halife Müstasım'a, hicretin 647. senesinde 100.000 dinar değerinde bir
emanet bıraktığım, ancak halifenin bu emaneti inkâr ettiğini de söylemiştik.
Bu emaneti kendisine geri vermesi için defalarca heyetler göndermiş, araya
aracılar koymuş, ancak bunların hiçbir yararı olmamıştı. Şairin biri halifeyi
bir şiirle methetmiş, ancak o bunu karşı çıkıp itirazda bulunmuştu. Şair şöyle
demişti:
«Eğer Ebu Bekir'in
seçildiği Sakif gününde hazır bulunsaydm, Ey takva sahibi imam! Öne sen
geçirilirdin.»
Melikü'n-Nasır,
halifeyi öven şaire itirazda bulunup şöyle demişti: «Yanlış söylüyorsun. Çünkü
halifenin dedesi Abbas o günde hazır bulunuyordu. Fakat öne geçirilmedi. Oysa
Abbas, halifeden daha üstün ve faziletliydi. Aksine o gün öne geçirilip halife
seçilen zât, Ebu Bekir es-
Sıddîk'ti!»
Bunu duyan halife,
«Melikü'n-Nasır doğru söylüyor» dedi ve ona hü'at giydirdi. Şair el-Fezarî'yi
de Mısır'a sürgün etti.
Melikü'n-Nasır Davud,
bu sene Büveyda köyünde vefat etti. Cenaze merasimine Drnıaşk valisi de
katılmıştı. [27]
Bu sene başında
Müslümanların halifesi yoktu. Dımaşk'm ve Haleb'in sultanı, Melik Nasır
Selahaddin Yusuf b. Aziz Muhammed b. Ebî Zahir Gazî b. Nasır Selahaddin'di.
Onunla Mısırlılar arasında anlaşmazlık vardı. Mısırlılar, Nureddin Ali b. Muin
Aybek et-Türkmanî'yi başlarına hükümdar olarak geçirdiler ve ona Mansur
lakabını verdiler.
Zorba hükümdar Hülaguhan,
Dımaşk sahibi Melikü'n-Nasır1 a haber göndererek onu yanma çağırdı. O da küçük
yaştaki oğlu Aziz'i birçok hediye ve armağanlarla ona gönderdi. Ancak Hülaguhan
onun küçük oğluna iltifat etmedi, aksine Melikü'n-Nasır'a kızdı, yanına
gelmeyisin-den ötürü öfkelendi. Oğlunu yanında alıkoyup, «Bizzat ben onun
ülkesine gideceğim!» dedi. Melikü'n-Nasır bundan tedirgin oldu. Ailesini ve
çoluk çocuğunu koruma altına almak amacıyla Kerek'e gönderdi. Di-maşklılar da
bundan ötürü şiddetli bir korkuya kapıldılar. Özellikle Tatarların Fırat'ı
geçtiğini duyunca daha da korktular. Dımaşkhların çoğu kışın Mısır'a gittiler.
Çokları öldü. Malları yağmalandı. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu
biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.)
Hülaguhan gelip
askerleri ve ordusuyla Şam'a yöneldi. Meyyafari-kin (Silvan) ona karşı bir
buçuk sene direndi. O da oğlu Eşmot'u oraya gönderdi. Eşmot, Silvan'ı güç
kullanarak fethetti. Silvan hükümdarı Kâmil b. Şihab Gazi b. Adü'i kaleden
indirip Halep'te kuşatma altına alınmış olan babasının yanma gönderdi ve orada
babasının gözü önünde Öldürttü. Haleb'e de Eşrefin komutanlarından birini naib
tayin etti. KâmiVin kesik başını ülkede dolaştırdı. Kesik başı Dımaşk'a da
götürdüler. Daha sonra bu kesik baş, Babü'l-Feradisi'l-Berranî'ye dikildi.
Sonra Babül-Feradisi'l-Cevvanî dahilindeki Mescidü'r-Re's'e defnedildi. Ebu
Şâme bu konuda bir kaside nazmetti. Bu kasidede Kâmil'in faziletini, cihad
eden bir kimse olduğunu, mazlumen öldürülüşü nedeniyle Hz. Hüseyin'e
benzediğini anlattı ve Kâmil'in kesik başı, Hz. Hüseyin'in kesik başının yanına
defnedildi.
Bu sene Hâce
Nasirüddin et-Tusî Merağa şehrinde rasathane kurdu ve orada çalıştı. Bağdat'ta
bulunan birçok vakıf kitabını oraya nakletti. Dârülhikme'yi kurdu,
felsefecileri oraya tayin etti. Her felsefeciye günlük üç dirhem maaş bağladı.
Orada ayrıca bir de tıp evi kurdu. Buraya atadığı tabiblere günlük iki dirhem
maaş bağladı. Medrese kurdu. Orada her fakihe günlük bir dirhem maaş bağladı.
Orada kurduğu dârülhadise de tayin ettiği her muhaddis için günlük yarım dirhem
maaş bağladı.
Bu sene Kadı Vezir
Kemaleddin Ömer b. Ebî Cerad (İbn Adim adıyla meşhur olmuştur), Dımaşk valisi
Nasır b. Aziz'in elçisi olarak Mısır'a gönderildi. Tatarlarla savaşmak için
Mısırlılardan yardım istiyordu. Tatarların, Dımaşk'a yaklaştıklarını, Cezire
ülkesini ve diğer yerleri istila ettiklerini, Hülaguhan'm oğlu Eşnıot'un
Fırat'ı aşıp Haleb'e gelmekte olduğunu bildirdi. O zaman Mansur b. Muiz
et-Türkmanî'nin huzurunda bir meclis kuruldu. Bu mecliste Mısır kadısı
Bedreddin es-Sincarî, Şeyh İzzeddin b. Abdüsselam da hazır bulundu. Bunlar
orduya yardım için halkın malından bir miktarını alma konusunu görüştüler.
Neticede İbn Abdüsselam'ın görüşü esas alındı. İbn Abdüsselam özetle şunları
söyledi:
«Beytü'l-mal'de para
kalmadığında kadınlarımızın ziynetlerini ve gümüşlerini harcarsınız, böylece
savaş aletleri dışında giyecek hususunda halkla aynı seviyeye gelirsiniz; öyle
ki askerin binek atı dışında başka hiçbir şeyi kalmazsa, o zaman Hakim'in,
düşmanları geri püskürtmek için halkın malından bir şeyler alması caiz olur.
Çünkü düşman ülkeye hücum ettiğinde halkın tümünün canları ve mallarıyla ona
karşı koyması üzerlerine vacip olur.» [28]
Bu sene Emir Seyfeddin
Kutuz, üstadı Nureddin'in el-Mansur lakabını taşıyan oğlu Ali'yi tutukladı.
Bunu babasının köle komutanlarından çoğunun ve diğerlerinin avda oldukları bir
zamana denk düşürmüştü. Annesi, oğulları ve kardeşleriyle birlikte onu
Eşkerî'nin beldesine gönderdi. Sonra kendisi sultan oldu ve Melikül-Muzaffer
adını aldı. Bu, Cenâb-ı Allah'ın Müslümanlara bir rahmeti idi. Çünkü Cenâb-ı
Allah, Emir Seyfeddin Kutuz vasıtasıyla Tatarları bozguna uğrattı. Nitekim
bununla ilgili açıklama inşaallahü Teala ileride de gelecektir. Bu zât,
fa-kihlere, kadılara ve İbn Adim'e kendini şöyle savunmuştu: «Müslümanların
düşmanlarıyla savaşacak güçlü, kuvvetli bir sultana ihtiyaçları vardır. Ali ise
küçük yaşta bir çocuk olup, memleket idaresini hakkıyla bilmemektedir.»
Bu sene Dımaşk valisi
Melikü'n-Nasır, Veta'ya gitti. Askerler, gönüllüler, Arabiler ve diğerlerinden
oluşan karışık bir grupla sefere çıktı, ancak bunların Moğollara karşı
direnecek güce sahip olmadıklarını anlayınca hepsini terk etti. Ne kendisi, ne
de onlar yollarına devam edebildiler, înna lillahi ve inna ileyhi raciun
(doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) [29]
Sadreddin Es'ad b.
Mencad b. Berekât b. Müemmel et-Tenuhî el-Mağribî ed-Dımaşkî el-Hanbelî. Adil
insanlardan olup servet, mürüvvet, bolca sadaka veren hayırhah bir kimseydi.
Hanbeliler için bir medrese vakfetti. Mezarı Emevî Camii taraflarındaki
Derbürreyhan'ın başında, Kadı Mısrî'nin türbesinin yanındadır. Sağlığında bir
süre Emevî Camii'nin nazırlığını yapmış, caminin kıble tarafındaki Bakırcılar
çarşısının büyük bir kısmını onarmış, kuyumcuları şimdiki yerlerine
nak-letmişti. Kuyumcular daha önce eski kuyumcu çarşısında icray-ı sanat etmekteydiler.
Ziyaretin sütunları arasındaki dükkânları da yeniledi. Emevî Camü'ne bol kazanç
sağladı. Kendisinin de bir çok sadaka verdiği vakidir. Anlatıldığına göre
kendisi kimya sanatını da bilirmiş. Gümüş yaptığına dair sahih rivayetler de
vardır. Ama bence bu doğru değildir. Böyle birşey yaptığı sahih değildir.
Doğrusunu Allah bilir. [30]
Şehid Nureddin'in
hamamının külhanında yatıp kalktığı için külhancı anlamına gelen Akminî adıyla
meşhur olmuştur. Yerde sürünen uzun giysiler giyer, elbisesine işerdi. Başı
açıktı. Onun harika halleri ve mükâşefeleri olduğu söylenmiştir. Halktan ve
diğerlerinden bir çokları onun salih ve veli bir kimse olduğuna inanırlardı.
Çünkü onlar, veliliğin ve salihliğin şartlarını bilmiyorlar. Yine onlar mükâşefenin
iyi, kötü, mü'min, kâfir, rahip ve başkalarında, Deccal'da, İbn Seyyad'da ve
diğerlerinde de görülebildiğinin farkında değildirler. Zira cinler gökteki
haberleri çalarak insanların kulaklarına, özellikle de deli veya elbisesi
necasetten arınmamış kimselerin kulaklarına ulaştırırlar. Şu halde mükâşefe
sahibi ve harika haller gösteren kimseleri kitap ve sünnet mi-hengine vurup
denemek gerekir. Durumu Allah'ın kitabına, Rasûlünün sünnetine uygun olan
kimse, ister mükâşefe sahibi olsun, ister olmasın, salih kimsedir. Durumu
Allah'ın kitabına ve Rasûlünün sünnetine uygun olmayan kimse de, ister
mükâşefe sahibi olsun, ister olmasın, Salih kimse değildir. Nitekim İmam-ı
Şafiî bu hususta şöyle demiştir:
«Bir kimsenin su
üzerinde yürüdüğünü, havada uçtuğunu görseniz dahi, onun durumunu kitaba ve
sünnete vurmadıkça salan ona aldan-mayınız.»
Akminî, Ölünce Kasyun
dağı eteklerindeki türbesine defnedildi. Burası Revahiye'nin doğusunda olup
oldukça meşhur, süslü, püslü bir türbedir. Halktan ona inanan bazı kimseler bu
türbeyi yaldızla süslemişler, mezarının üstüne nakışlı taşlar koyup yazılar
yazmışlardır ki bütün bunlar bid'atlerdendir. Akminî, bu sene şaban ayının
altısında vefat etti. Şeyh İbrahim b. Said Ci'ane, -kendi dediğine göre- Akminî
hayatta iken Dımaşk'a girmeğe cesaret edemeznıiş. Ancak onun vefat ettiği gün
Dımaşk'a girebilmiştir. Avam tabakasından onunla beraber olan bazı kimseler de
bağırıp çağırarak «Şehre girmemize izin verildi» deyip Dımaşk'a girmişlerdi.
Bunların tümü bağırana tâbi olan ve ilim nuruyla aydınlanmayan kimselerdi.
Ci'ane'ye şöyle denilmişti:
- Bugüne kadar
Dımaşk'a girmene engel olan şey neydi?
- Şehir kapılarından
herhangi birine geldiğimde bu canavarın orada çökmüş olduğunu görüyor ve bu
nedenle şehre gir emiyordum!
Kendisi Şagor'da
ikamet etmekteydi. Bu, yalan, hile ve göz boyamadır. Ci'ane de Akminî'nin
Kasyun dağı eteklerindeki türbesine nakledilmiştir. Kulların durumunu en iyi
bilen zât elbetteki yüce Allah'tır. [31]
Sadr el-Bekrî'nin
yerine muhtesip vekilliği yaptı. Kıraat ilimlerini öğrendi. Çoklarına da bunu
öğretti. Hadis dinledi ve rivayet etti. Kendi el yazısıyla çok hadis yazdı. Bu
sene vefat etti. Yüce Allah rahmet etsin. [32]
Ebu Abdillah
künyesiyle meşhur olmuştur. Adının Kasım olduğu söylenir. Halep'te bu sene
vefat etti. Alim bir kimse olup Arapça'da, kıraat ilimlerinde ve diğer
ilimlerde üstün bir şahsiyetti. Şatibiye adlı eseri güzelce şerh etti. Faydalı
bilgiler verdi. Şeyh Şihabüddin Ebu Şâme bu şerhi ve sahibini çok övmüştür. [33]
Külase'deki Fadıliye
medresesinin şeyhi idi. Akabiye hatibi Selefi Bedreddin Yahya b. Şeyh İzzeddin
b. Abdüsselam'dan icazet almıştı. Babü's-Sağir'de dedesinin mezarına
defnedildi. Cenazesine büyük bir kalabalık iştirak etmişti. Yüce Allah
kendisine rahmet etsin. [34]
Ebu Şame kendisinden
bahsetmiş, faziletli, edip ve şair bir kimse olduğunu Övgüyle söylemiştir. Ebu
Şâme, bu sene Nasır Davud'un vefat ettiğini de söylemiştir. [35]
Dımaşk güvenlik
kuvvetlerinin amiri idi. Ebu Şâme'nin anlattığına göre, vefat ederken bir
yılan gelmiş, onun baldırlarım parçalamıştır. Başka bir rivayette anlatıldığına
göre ise o yılan, Seyfeddin'in kefenine sarılmış, insanlar onu def etmekte aciz
kalmışlardır. Yine Ebu Şâme'nin dediğine göre bazı kimseler onun hakkında şöyle
demişlerdir: «Seyfeddin b. Sabüre; Nusayri, Rafızî, habis ve sürekli içki içen
bir kimseydi!» Cenâb-ı Allah'tan günahlarını affedip onu örtmesini diliyoruz. [36]
Dımaşk'ta şahitlik
yapanlardandı. Hadis dinlemiştir. Banyas yolundaki evini dârülhadis olarak
vakfetmiştir. Şeyhimiz Hafiz el-Mizzî, Eşrefi darülhadisine geçmeden örice bu
darülhadiste ikamet ederdi. Ebu Şâme onun hakkında şöyle demiştir:
«İbn Şuayşia Necib
Ebü'1-Feth Nasrullah b. Ebî Talip eş-Şeybanî, yalancılıkla ve dinî hislerinin
zayıf oluşuyla tanınmış, kötü halleriyle şöhret bulmuştur. Eleştirilen
şahitlerdendir. Kendisinden bilgi alınmaya layık bir kimse değildir. Ahmed b.
Yahya Sadr b. Sünniyyü'd-Devle, Dımaşk kadısı iken onu yanında şahit olarak
oturtmuştu. Bunun üzerine şairin biri onun hakkında şöyle bir şiir söylemişti:
«Şakî bir kimse olan
Şuayşia şahitlik yapmak için mecliste oturdu. Kahrolasmız! Artık bundan sonra o
daha neler yapacak, göreceksiniz.
Deprem mi oldu, yoksa
Deccal mı ortaya çıktı, yahut hidayet sahibi adamlar mı kalmadı?
Akidesi bozuk ve
şeriatı bilmeyen cahil bir kimsenin, Adalet meclisinde oturmasına izin
verildiğine şaşıyorum.»
Ebu Şâme dedi ki:
«Hicretin 657. senesinde felsefe ve mantıkla uğraşan bir zındık öldü. Bu
zındık Müslümanların medreselerinde kalırdı. Duyduğuma göre ilim tahsil eden
bir çok gencin akidesini bozmuştu. Onun çeşitli tasnif eserlerin sahibi İbn
Hatibü'r-Rey er-Rozî'nin Öğrencilerinden olduğu iddia edilmiştir. Yılan oğlu
yılandır!» [37]
Bu senenin başı
perşembe günüydü. Sene başında insanların
halifesi yoktu.
Iraklıların, Horasanlıların ve diğer doğu beldelerinin sultanı Tatar hükümdarı,
Hülaguhan'dı. Mısır sultanı da, Melik Muzaffer Sey-feddin Kutuz'du. Bu kişi,
Muiz Aybek et-Türknıanî'nin kölesiydi. Dı-maşk'in ve Haleb'in sultanı ise
Melikü'n-Nasır b. Aziz b. Zahir'di. Kerek ve Şobek hükümdarı ise Muğis b. Adil
b. Kâmil Muhammed b. Adil Ebu Bekir b. Eyyub'du. Muğis, Dımaşk valisi Nasır'la
birlikte Mısırlılarla savaşmaktaydı. Nasır ve Muğis'in beraberinde Rükneddin
Baybars el-Bundukdarî de bulunmaktaydı. Bunlar Mısırlılarla savaşıp Mısır'ı
ellerinden almak niyetini taşıyorlardı. İnsanlar bu haldeyken Tatarların Şam'a
yöneldiklerini ve Hülaguhan komutasındaki Moğol askerlerinin Fırat'ı aşıp kendi
yaptıkları köprüleri geride bıraktıklarını duydular. Tatarlar bu sene safer
ayının ikisinde Haleb'e ulaşmışlar, orayı yedi gün süreyle kuşatma altında
tuttuktan sonra halka aman vererek fethetmişler, sonra halka ihanet edip
sayılarını Aziz ve Celil olan Allah'ın bildiği miktarda Halepliyi öldürmüşler,
mallarını yağmalamışlar, kadınları ve çocukları esir almışlardı. Bağdatlıların
başına gelen felaket ve musibet, Haleplilerin de başına gelmişti. Tatarlar
şehrin her tarafını kontrolleri altına almışlar, şehrin aziz olanlarını, zelil
hale getirmişlerdi. İnna lillah ive inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a
aidiz ve O'na dönücüleriz.)
Kale halkı Tatarlara
karşı bir ay süreyle direnmişti. Sonra aman vererek kaleyi teslim aldılar.
Kalenin ve şehrin surlarını yıktılar. Halep şehri semersiz merkebe döndü. Halep
naibi Melik Muazzam Turanşah b. Selahaddin, akıllı ve tedbirli bir kimseydi.
Ancak askerler, Tatarlarla savaş hususunda ona muvafakat etmemişlerdi. Allah'ın
emri, yerine gelecek bir takdirdir ve yerine geldi de. Hülaguhan Haleplilere
şu mesajı göndermişti:
«Biz sadece Dımaşk'ta
Melik Nasırla savaşmağa geldik. Şehrinize bir şahne (emniyet müdürü)
atayacağız. Eğer muzaffer olursak ülkenin tümü hakimiyetimiz altına girer. Eğer
yenilirsek, dilerseniz şahnemizi kabul edersiniz, dilerseniz onu
salıverirsiniz.»
Halepliler, «Bizim
yanımızda senin için sadece kılıç vardır!» diye cevap verdiler. Hülaguhan
onların zayıf durumda olmalarına rağmen böyle bir cevabı vermelerine şaştı.
İşte o zaman askerlerini harekete geçirdi ve şehri kuşatma altına aldı.
Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'ın takdiri yerine geldi. Halep şehri
düştü. Halep fethedilince Hama sahibi, şehrin anahtarlarını Hülagu'ya gönderdi.
Hülagu da Hama'ya Acemlerden Hüsrevşah adında birini naib olarak atadı. Bu
na-ib, Halid b. Velid'in soyundan geldiğini iddia ediyordu. Tıpkı Halep şehri
gibi Hama'nm da surlarını yıktı. [38]
Hülagu, Halep'te
konakladığı esnada devlet erkânından Kutboğa Noyan komutasında bir askeri
birliği Dınıaşk'a sevk etti. Bunlar safer ayının sonunda Dımaşk'a vardılar.
Orayı hiç bir güçle karşılaşmaksızm kısa zamanda ele geçirdiler. Ayrıca şehrin
ileri gelenleri, onları karşılayıp hoş geldiniz, safalar getirdiniz diye
mukabele ettiler. Hülagu da şehir halkına bir emânname yazdı. Bu enıânname,
Meydan-ı Ahdar'da okundu ve halka duyuruldu. İnsanlar da ihanete uğramaktan
korkma-yıp emin oldular. Haleplilerin başına gelen felaketten böylece kurtuldular.
Bu arada kale halkı teslim olmamış, aksine savunmaya girmişti. Kalenin
tepelerinde mancınıklar kuruluydu. Durum şiddetlenmişti. Tatarlar, bir arabaya
bindirilen ve atlarla çekilen mancınıklarını getirdiler ve kalenin batı
tarafına kurdular. Kendileri de atlara bindiler, silahlarını da hayvanlara
yüklediler. Kale duvarlarını mancınıklarla yıktılar. Yıkılan duvarların taşlarını
alıp kaleye doğru fırlattılar. Kalenin üst tarafları ve balkonları çöktü. Kale
komutanı barışa razı olduğunu bildirdi. Tatarlar, kaleyi fethettiler. Oradaki
bütün yapıları tahrip ettiler. Yüksek burçları yıktılar. Bu hadise, bu sene
cemaziyelevvel ayının ortasında vuku bulmuştu. Kale komutanı Bedreddin b.
Karaca ile nakip Cemaleddin b. Sayrefî el-Halebî'yi öldürüp, şehri ve kaleyi
kendilerinden bir emir olan Abalsiyan'a teslim ettiler. Allah kendisine lanet
etsin. O, Hıristiyanlığa çok saygı gösteriyor, o dini yüceltmeğe çalışıyordu.
Etrafında papazlar ve keşişler toplandılar. Onları aşırı bir saygıyla karşıladı.
Kiliselerini ziyaret etti. Böylece Hristiyanlarm hakimiyeti ve sat-vetleri
arttı. Hristiyanlardan bir gurup, Hülagu'yu ziyarete gittiler. Beraberlerinde
ona birçok hediye ve armağanlar da götürdüler. Onun yanından dönerlerken
Hülagu'dan eman da almışlardı. Torna kapısından Dımaşk'a girerlerken
beraberlerinde insanların başı üzerinde taşımakta oldukları haçlarım da
getirmişlerdi. Şehre girerken şu sloganı atıyorlardı: «Doğru din olan Mesih'in
dini ortaya çıktı!» Böyle derken İslâmiyet'i ve Müslümanları da yeriyorlardı.
Yanlarında içki dolu kaplar vardı. Geçtikleri her kapıya, insanların suratına
ve elbiselerine içki saçıyorlardı. Caddelerden ve sokaklardan geçmekte
oldukları esnada halkın, haçlarına saygı göstermelerini ve ayağa kalkmalarını
emrediyorlardı. Darbü'l-Hacer'e girdiler. Şeyh Ebü'1-Beyan'ın hankâhımn önünde
durdular. Hankâha içki saçtılar. Darbü'l-Hacer'deki mescidin kapısına da aynı
şekilde içki serptiler. Çarşıyı dolaştılar. Nihayet Dar-bürreyhan'a, veya oraya
yakın bir yere geldiler. İşte orada Müslümanlar toplanarak onlara karşı
koydular. Onları Meryem Kilisesi'nin bulunduğu sokağa ittiler. Hatipleri»
çarşının orta yerindeki bir dükkânın tezgahına çıkarak Hristiyan dinini övdü,
İslâmiyet'i ve Müslümanları yerdi, inna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu
biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).
Bundan sonra Meryem
Kilisesi'ne girdiler. Orası mamur haldeydi Ancak bu hal oranın yıkılmasına
neden oldu. Allah'a hamd olsun.
Şeyh Kutbeddin,
el-Mir'at adlı eser üzerine yazdığı zeylinde der ki: «Hristiyanlar, o zaman
Meryem Kilisesi'nde çan çaldılar.» Doğrusunu Allah bilir.
Yine Şeyh Kutbeddin'in
anlattığına göre Hristiyanlar içkileriyle beraber camiye girmişlerdi. Amaçları
-şayet Tatarlar orada uzun süre kalırlarsa- şehirdeki bir çok mescitleri ve
diğer yerleri yıkmaktı. Şehirde bu acı durumlar meydana gelince Müslümanların
kadıları, şahitler ve fakihler bir araya gelip toplandılar ve kaleye giderek
durumu, şehri teslim alan Abalsiyan'a şikâyet ettiler. Ancak oradan horlanarak
kovuldular. Abalsiyan, Hristiyan reislerinin sözlerini tercih etmiş, Müslümanları
hiçe saymıştı. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz
ve O'na dönücüleriz.) Bu sene başında bu hadiseler meydana gelirken o esnada
Şâm sultanı Nasır b. Aziz, Vefa mıntıkasında sefer halinde bulunuyordu.
Etrafında çok sayıda asker, emir ve hükümdar çocuğu vardı. Bunlar -şayet
üzerlerine gelecek olurlarsa- Tatarlarla savaşmayı düşünüyorlardı.
Beraberindeki emirler arasında Baybars el-Bundukdarî ve bir grup denizci
askerler de vardı. Ancak askerlerin sözleri birbirini tutmadı, görüşleri
muhtelif oldu, anlaşamadılar. Bu da yüce Allah'ın hikmetinin gereği idi.
Emirlerden bir grup, Nasır'ı hal' edip zindana atmaya ve öz kardeşi Melik Zahir
Ali'ye bey^at etmeğe niyetlendiler. Nasır bu durumu öğrenince kaleye kaçtı.
Askerleri dağılıp herbiri bir tarafa gitti. Emir Rükneddin Baybars da
adamlarıyla birlikte Gazze taraflarına gitti. Melik Muzaffer Kutuz onu yanma
çağırdı, Kalyop şehrini ikta' olarak verdi. Onu vezaret konağına yerleştirdi.
Böylece Rükneddin Baybars onun yanında yüksek şân ve şeref sahibi bir kimse
oldu. Ancak ölümü de onun eliyle oldu. [39]
Bütün bunlar bu sene
ramazan ayının son on gününde cereyan etmişti. Aradan üç gün geçmeden
Müslümanların Ayn-ı Calut savaşında Tatarlara karşı muzaffer oldukları müjdesi
geldi. Şöyle ki: Mısır sahibi Melik Muzaffer Kutuz, Tatarların Şam'da -anlattığımız
şeyleri- yaptıklarını, ülkenin tümünü yağmaladıklarını, Gazze'ye ulaştıklarım,
Mısır'a girmeye azmettiklerini ve Dımaşk sahibi Melik Nasır'ın Mısır'a göçe
niyetlendiğini - Keşke oraya gitmiş olsaydı- beraberinde de Hama sahibi Melik
Mansur ile amirlerden ve melik çocuklarından bir grubun bulunduğunu ve
Katiyye'ye ulaştığını haber aldı. Melik Muzaffer Kutuz, Hama sahibine ikramda
bulundu. Şehrini ona vereceğim vaad etti ve ona iyilik yaptı. Melik Nasır,
Mısır'a girmedi. Aksine İsrail çölüne doğru çekildi. Beraberindekilerin çoğu
Mısır'a girdiler. Onun Mısır'a girmesi, çöle çekilmesinden daha iyi olacaktı.
Ancak aradaki düşmanlık nedeniyle onlardan korktu. Kerek taraflarına yöneldi.
Orada istihkâm tedbirleri aldı. Keşke orada kalmaya devam etseydi. Ama
tedirginliği vardı. Çöle doğru harekete geçti. Ama gitmedi. Keşke gitmiş
olsaydı. Bedevî emirlerinin birinden eman diledi. Tatarlar oraya hücum ettiler.
Oradaki malları yağmaladılar, evleri yıktılar, büyük, küçük herkesi öldürdüler.
Kadınları ve çocukları esir aldılar. Bundan sonra Araplar, Tatarlardan öç
aldılar. Bu sene şaban ayının ortasında meralarmdaki atlara hücum ettiler.
Onları tümüyle ele geçirip önlerine katarak götürdüler. Tatarlar peşlerine
düştüler. Ama onlara ulaşamadılar. Onlardan geri ne bir at, ne bir merkep
alabildiler. Tatarlar, Nasır'ın peşine düştüler. Onu kovalamağa devam ettiler.
Nihayet onu Zizi sarnıcının yanında yakaladılar. Onu, küçük yaştaki oğlu Aziz'i
ve kardeşini Hülaguhan'a gönderdiler. O zaman Hülaguhan Halep'te konaklamış
bulunuyordu. Hülaguhan bunları yanında esir tuttu. Nihayet müteakip sene üçünü
de öldürdü. Bu hususu ileride de anlatacağız.
Kısaca diyeceğimiz
şudur ki: Muzaffer Kutuz, Tatarların Şam'da yaptıklarını, onların Şam'da
hakimiyet kurduktan sonra Mısır diyarına girmeye azmettiklerini duyunca, onlar
kendisine baskın yapmadan önce kendisi onlara karşı harekete geçti.
Askerleriyle birlikte yola koyuldu. Askerleri hep birlikte ona itaat
etmekteydiler. Nihayet Şam'a vardı. Kutboğa Noyan komutasındaki Moğol askerleri
ona karşı alarma geçtiler. O zaman Kutboğa Noyan, Bika'da bulunuyordu. Humus
sahibi Eşref ve Mucir İbn ez-Zekî ile istişare yaptı. Bunlar ona, Muzaffer
Kutuz'a karşı koyamayacağını, Hülaguhan'dan gelecek takviye kuvvetleri beklemesini
önerdiler. O da acele edip hemen Muzaffer Kutuz'un karşısına çıkmaya karar
verdi. Hep birlikte Muzaffer'e karşı harekete geçtiler. Muzaffer de onların
üzerlerine yürüdü. Bu sene ramazan ayının yirmi-beşinde cuma günü Ayn-ı
Calut'ta karşı karşıya geldiler. Şiddetli bir savaşa tutuştular. Muzaffer
Kutuz onlara karşı muzaffer oldu. Allah'a hamd olsun. Bu zafer, Müslümanlara ve
İslâm'a kutlu olsun. Müslümanlar onları korkunç bir hezimete uğrattılar. Moğol
komutanı Kutboğa Noyan ve ailesinden bir topluluğu öldürdüler. Anlatıldığına
göre Kutboğa Noyan'ı öldüren kişi, Emir Cemaleddin Akkuş eş-Şemsî'dir. İslâm
askerleri onları kovaladılar. Her tarafta onları öldürmeğe başladılar. Hama
sahibi Melik Mansur ve Emir Farisüddin Aktay el-Müsta-rab (askerlerin atabeği
idi) Melik Muzaffer Kutuz'un yanında yer alarak Tatarlarla savaşmışlardı.
Kutboğa Noyan'ın etrafındaki adamlardan
bir grubu, Melik Said
b. Aziz b. Âdil esir almıştı. Melik Muzaffer Kutuz ona, bu esirlerin
boyunlarını vurmasını emretmişti. Humus sahibi Eşref, bu savaşta Tatarların
yanında yer almıştı. Sonra Muzaffer Ku-tuz'dan eman diledi. Hülaguhan onu bütün
Şam mıntıkasına naib olarak atamıştı. Melik Muzaffer Kutuz ona eman verdi ve
Humus şehrini tekrar kendisine iade etti. Aynı şekilde Hama şehrini de Melik
Man-sur'a geri verdi. Ek olarak Maarra'yı ve diğer beldeleri de ona verdi.
Sil-miye şehrini ise Şerefüddin İsa b. Mühenna b. Manî'ye verdi. O, Arapların
emiri idi. Emir Baybars el-Bendakdarî ve bir grup bahadır, Tatarları kovalamaya
devam ettiler. Onları buldukları her mekânda öldürdüler. Nihayet Tatarlar
kaçarak Halep'e geldiler. Tatarların Dımaşk'ta bulunan askerleri, ramazan
ayının yirmiyedisinde pazar günü şehri terk edip kaçtılar. Dımaşklı Müslümanlar
onları kovaladılar. Bir kısmını öldürdüler. Ellerinde bulunan Müslüman
esirleri kurtardılar. Bu müjde Muzaffer Kutuz'a geldi. Önceki musibetleri
telafi ettiği için Allah'a hamd olsun. Müjde davulları kalenin her tarafında
çalınmağa başladı. Mü'minler Allah'ın müyesser kıldığı bu zaferden ötürü çok
sevindiler. Cenâb-ı Allah İslâmiyet'i ve Müslümanları çok güçlendirdi.
Hristiyan, Yahudi ve münafıkları perişan etti. Allah'ın dini onların hoşuna
gitmese de açığa çıkıp yükseldi. O esnada Müslümanlar daha önce büyük haçın
çıkarıldığı Hristiyan kilisesine hücum ettiler. Oradaki eşyaları yağmaladılar.
Kiliseyi ateşe verdiler. Çevresini de yaktılar. Çevrede Hristi-yanlara ait bir
çok ev yandı. Allah evlerini ve mezarlarını ateşle doldurdu. Yakubi
kilisesinin de bir kısmı yandı. Bir grup İslâm askeri Yahudilerin mallarını
yağmalamağa yöneldiler. Anlatıldığına göre Yahudiler Hristiyanlar kadar
taşkınlık yapmamışlardı. Halk, Dımaşk Camii'nin ortasında, Müslümanların
mallarını yağmalamaları için Tatarlara yol gösteren, onlara dalkavukluk yapan
Rafızî bir şeyhi öldürdü. Bu şeyhin adı Fahr Muhammed b. Yusuf b. Muhammed
el-Gencî idi. İçi bozuk olup Tatarlarla iş birliği içindeydi. Allah kahretsin.
Müslümanlar bu arada münafıklardan da bir topluluğu öldürdüler. «Alemlerin
Rabbi Allah'a hamd olsun, zulmeden milletin kökü böylece kesildi.» (el-En'âm,
45).
Hülaguhan; Şâm,
Cezire, Musul, Mardin, Hısnü'l-Ekrad ve diğer mıntıkaların kadılığına
Kemaleddin Ömer b. Bidar et-Tiflisî'yi atadığına dair bir ferman yazıp
gönderdi. Kemaledin Ömer, onbir seneden beri Dımaşk'ta Kadı Sadreddin Ahmed b.
Yahya b. Hibetüllah b. Sünniy-yü'd-Devle'ye vekillik yapmaktaydı. Ferman, bu
senenin rebiyülevvel ayının yirmialtısında Dımaşk'a ulaştığında Meydan-ı Ahdar'da
okundu. Böylece Kemaleddin Ömer Dımaşk'a bağımsız, asil kadı oldu. Faziletli
bir kimseydi. Azledilen Kadı Sadreddin b. Sünniyyü'd-Devle ile Kadı Muhyiddin
b. Zeki, Haleb'e Hülaguhan'ın hizmetinde bulunmağa gittiler. İbn Zeki, İbn
Sünniyü'd-Devle'ye hile yaptı. Bunun için bol miktarda para sarfetti. Kendisi
Dımaşk kadılığına atandı. İbn Sünniyyü'd-Devle, Baalbek'te vefat etti. İbn
ez-Zekî kadı olarak Dımaşk'a geldi. Beraberinde fermanı ve mezhebinin hü'atı
da vardı. Hü'atini giydi ve Ba-bü'1-Kebir'deki Nesr kubbesinin altında
Abalsiyan'm hizmetinde bulunmak üzere oturdu. Aralarında, Abalsiyan'ın karısı
Hatun da yüzünü açmış halde oturuyordu. Ferman orada bu vaziyette okundu.
Hüla-gu'nun adı anıldığında altın ve gümüşler halkın başı üzerine savruldu.
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.)
Allah bu kadıyı, Abalsiyan'ı, karısını ve Hülaguhan'ı kahretsin.
Ebu Şâme'nin
anlattığına göre İbn ez-Zekî bu kısa süreli görevinde
birçok medreseyi eline
geçirmiş, sene başından önce de azledilmişti. Bu süre zarfında Azraviye,
Sultaniye, Felekiye, Rükniye, Kaymaziye ve Aziziye medreseleri İbn ez-Zekî'nin
eline geçmişti. Takaviye ve Aziziye medreseleri ise zaten elinde bulunmaktaydı.
Oğlu İsa'yı Emmiye medresesinin müderrisliğine ve şeyhüşüyuhluğa tayin
ettirdi. Ümmü Salih medresesini arkadaşlarından İmad el-Mısrî'ye verdirdi.
Şâmiyetü'l-Barraniye medresesini de yine bir arkadaşına verdirdi. Ana bir
kardeşi Şihabeddin İsmail b. Esad b. Hubeyşî'yi kadılığa atadı ve Revaniye ile
Şamiyetü'l-Berraniye medresesinin idaresini de ona verdirdi. Ebu Şâme dedi ki:
«Oysa Şamiyetü'l-Berraniye vakfiyesinde bu medresenin başka bir medrese ile
birleştirilemeyeceğine dair bir hüküm vardı.»
Dımaşk ve diğer
beldeler, Tatarlardan alınıp Müslümanların eline geçince İbn ez-Zekî, kadılıkta
kalmak için çok çaba sarfetti. Bu görevden atılmaması ve medrese yönetiminin
elinde kalması için çok para harcadı. Ancak bu görevler uzun süre elinde
kalmadı. Aksine azledildi. Yerine Kadı Necmeddin Ebu Bekir b. Sadreddin b.
Sünniyyü'd-Devle atandı. Atanma fermanı zilkade ayının yirmibirinde cuma günü
namazdan sonra Dımaşk Camii'nin Osman mesnedinin yanındaki Kemalî penceresinin
önünde okundu.
Melik Muzaffer Kutuz,
Ayn-ı Calut'ta Tatarları kırıp geçirdikten sonra peşlerine düştü. Onları
kovalamağa devam etti. Büyük bir debdebeyle Dımaşk'a geldi. Halk onun gelişine
çok sevindi. Ona çokça dualar edildi. Melik Muzaffer, Humus valisi Melik
Eşrefi, Hama valisi Man-sur'u görevlerinde bıraktı. Halep şehrini Hülagu'nun
elinden aldı. Hak yerini buldu. Kurallar yerlerine oturdu. Melik Muzaffer daha
önce Emir Rükneddin Baybars el-Bendakdarî'yi, Tatarları kovması ve teslim alması
için Haleb'e göndermiş, Baybars'ı da Halep valiliğine atayacağına dair söz
vermişti. Baybars Tatarları Halep'ten kovup çıkararak şehri teslim aldığında
Melik Muzaffer oraya Baybars'ı değil de Musul sahibinin oğlu Alaaddin'i atadı.
Bu sebeple Muzaffer Kutuz'la Baybars arasında düşmanlık meydana geldi ve bu,
kısa sürede Melik Muzaffer Kutuz'un öldürülmesiyle sonuçlandı. Hüküm bundan
öncesinde de bundan sonrasında da elbetteki yüce Allah'ın elindeydi.
Muzaffer Kutuz
Şam'daki işlerini tamamladıktan sonra Mısır'a dönmeğe niyetlendi. Dımaşk'ta
Emir Alemüddin Sencer el-Halebî el-Kebîr ile Emir Mücireddin b. Hüseyin b. Aksa
Timur'u naib olarak bıraktı. Kadı İbn ez-Zekî'yi Dımaşk kadılığından azletti,
yerine İbn Sün-niyyü'd-Devle'yi atadı. Sonra askerleriyle beraber Mısır
diyarına döndü. Halkın önde gelenleri, ayan ve eşraf onun şiddetli heybetinden
ötürü yüzüne rahatça bakamıyorlardı. [40]
Kükremiş bir arslan
gibiydi. Öldürülmesinin sebebi de şuydu: Melik Muzaffer Kutuz Mısır'a dönmeğe
niyetlenip yola koyulduğunda Ga-zaliye ile Salihiye arasındaki bir yere geldi.
Orada komutanlar üzerine hücum ettiler ve oracıkta onu öldürdüler. Melik
Muzaffer Kutuz salih bir insandı. Cemaatle birlikte çok namaz kılardı. Sarhoş
edici şeyleri olmaz ve zorba hükümdarların yaptıklarını yapmazdı. Üstadının
oğlu Mansur Ali b. Muiz et-Türkmanî"yi geçen sene zilkade ayının sonlarında
azlettiğinden bu yana yaklaşık bir sene geçti. Allah kendisine rahmet etsin.
İslâmiyet ve Müslümanlar için yaptıklarından ötürü kendisine hayır mükâfat
versin.
Emir Rükneddin Baybars
el-Bendakdarî, onu öldürmek için bir grup ümera ile ittifak yapmıştı. Muzaffer
Kutuz bu mıntıkaya ulaştığında okunun yayını gerdi ve bir tavşanın peşine
düştü. Kendileriyle ittifak kurduğu komutanlar ve emirler de onunla birlikte
tavşanın peşine düştüler. Rükneddin Baybars bir konuda güya Muzaffer Kutuz'a
ricada bulundu. Ricasını kabul edince Baybars elini öpecekmiş gibi yapıp onu
tuttu. Diğer emirler de gelip ona kılıçla vurdular, atından yere düşürüp ok
yağmuruna tuttular. Nihayet onu öldürdüler. Allah ona rahmet etsin. Sonra
ellerindeki yalın kılıçlarıyla çadırların yanına döndüler. Orada bulunan
insanlara durumu haber verdiler. Oradakilerden biri, «Muzaffer Kutuz'u kim
öldürdü?» diye sorunca Rükneddin Baybars cevabını verdiler. Rükneddin
Baybars'a, «Onu sen mi öldürdün?» dediklerinde, «evet» diye cevap verdi. O
zaman, «Öyleyse bundan sonra hükümdar sensin» dediler. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre ise Melik Muzaffer Kutuz öldürüldüğünde, emirler kendi
aralarında kimi tahta geçirecekleri hususunda şaşkına dönmüşler, hayretler
içine düşmüşlerdi. Her biri bu işin sonucundan korkmağa başlamıştı.
Başkalarının başına gelen bu belanın kendi başlarına da geleceğinden
korkmuşlardı. Neticede Baybars el-Bandakdarî'ye beyat etmek hususunda söz
birliği ettiler. Baybars her ne kadar büyüklerinden değildiyse de onu denemek
istediler ve ona Melik Zahir lakabım taktılar. Böylece Baybars, memleket idaresini
eline aldı ve tahta oturdu. Bu nedenle sevinç davulları çalındı, borazanlar
öttürüldü. Islıklar eşliğinde liderlik borusu öttü. O gün görülmeğe değer
muazzam bir gündü. Tahta oturan Baybars el-Bendakdarî Allah'a tevekkül edip
yardım diledi. Sonra Askerler de hizmetinde olduğu halde Mısır'a girdi. Cebel
kalesine girip kürsüsünde oturdu. Hükmetti. Adaletle hüküm verdi. Bazı
ilişkileri kesti. Bazılarını yeniledi. Yeni ilişkiler kurdu. Adam atadı, adam
azletti, şehametli ve şecaatti bir kimseydi. Bu sıkıntılı demde ve şiddetle
fakrü zaruret içinde bulundukları bir sırada Cenâb-ı Allah onu insanların
başına hükümdar olarak geçirmişti. İlk olarak kendine Melikül-Kahir Lakabını
taktı. Vezir ona, «Bu lakabı takınan kimse iflah olmaz. Çünkü Kahir b. Mutemid
bu lakabı takınmıştı. Ancak hükümdarlığı uzun sürmedi. Nihayet hal'edüip
gözlerine mil çekildi. Musul sahibi de kahir lakabını takınmıştı. O da zehirlenip
öldürülmüştü» deyince o zaman bu lakabı bırakıp Melikü'z-Za-hir lakabını
takındı. Sonra da kendi nefsinde reislik duygusunu besleyen büyük emirleri ve
komutanları yakalamaya başladı. Böylece otoritesini sağlamlaştırdı.
Hülaguhan Ayn-ı Calut
savaşında Müslümanların kendi askerlerinin başına getirdiği felaketleri
duyunca Şam'ı Müslümanlardan geri almak için çok sayıda askeri harekete
geçirdi. Ancak bunlar emellerine ulaşamadılar. Kayıp ve ziyan içinde geri döndüler.
Çünkü kırıcı aslan, kesici kılıç olan Melikü'z-Zahir Dımaşk'a gelmiş,
karşılarına çıkarak sınırları ve kaleleri silahlarla korumaları için her
tarafa asker salmıştı. Tatarlar ona yaklaşamadılar. İslâm devletinin
güçlendiğini, askerlerin iyi savaştıklarını, Cenâb-ı Allah'ın Şam'a ve
Şamlılara yardım ettiğini, rahmetini de üzerlerine indirdiğini gördüler. İşte o
zaman geri döndüler. Salih amellerin ve hayırlı işlerin kendi nimetleriyle
tamamlandığı yüce Allah'a hamd olsun.
Melik Muzaffer Kutuz
(Allah rahmet etsin) Dımaşk'ta Emir Alemüddin Sencer el-Halebî adındaki bir
Türk komutanı naib olarak bırakmıştı. Emir Alemüddin Sencer, Melik Muzaffer'in
öldürüldüğünü duyunca kaleye girdi, kendisi için dua etti ve Melikü'l-Mücahid
lakabını takındı. Melik Zahir'e be^at edildiği bu sene zilhicce ayının
altısında cuma günü onun adına hutbe okundu. Hatip hutbede önce
Melikü'1-Müca-hid'in yani Emir Alemüddin'in adını, sonra da Melikü'z-Zahir'in
adını okudu ve onlara duâ etti. Paralar ikisinin adıyla bastırıldı. Sonra
Meli-kü'1-Mücahid'in adı kaldırıldı. Nitekim bu husus ileride de anlatılacaktır.
Bu sene acaip
hadiseler meydana geldi. Şöyle M: Sene başında Şam vilayeti, Sultan Nasır b.
Aziz'in elinde bulunuyordu. Safer ayının ortasında ise Şam, Tatar hanı Hülagu'nun
eline geçti. Ramazan ayı sonunda ise Melik Muzaffer Kutuz'un eline, zilkade
ayının sonunda da Zahir Baybarsln eline geçti. Dınıaşk vilayetinin idaresinde
Melikü'l-Mücahid Sencer, ona ortak olmuştu. Aynı şekilde Dımaşk şehrinin
kadılığı da sene başında İbn Sünniyyü'd-Devle Sadreddin'in elinde bulunuyordu.
Sonra Hülagu tarafından atanan Kemaleddin Ömer et-Tiflisî'nin eline geçti. Daha
sonra îbn ez-Zekî'nin, onun ardı sıra da Necmeddin b. Sünniyyü'd-Devle'nin
eline geçti. Dımaşk Camii'nin hatibi de uzun senelerden beri İmadüddin b.
Haristani idi. Bu zat bu sene şevval ayında bu görevden azledildi. Yerine İmad
el-İsirdî atandı. Kötülüklerden korunmuş bir zat olup güzel kıraat sahibi idi.
Bu sene zilkade ayının başında îmad el-Haristanî tekrar hatipliğe iade edildi.
Hüküm, noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan Cenâb-ı Allah'ındır. [41]
Ahmed b. Yahya b.
Hibetüllah b. Hüseyin b. Yahya b. Muhammed b. Ali Yahya b. Sadaka b. Hayyat
Kadilkudat Sadreddin Ebü'l-Abbas b. Sünniyyü'd-Devle et-Tağlibî ed-Dımaşkî
eş-Şafîî. Sünniyyü'd-Devle Hüseyin b. Yahya, hicretin 500. senesi içinde Dımaşk
hükümdarlarından biri tarafından atanmış bir kadı idi. Zürriyeti için kurduğu
vakıfları vardı. Divan sahibi Şair İbn Hayyat Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b.
Ali b. Yahya b. Sadaka et-Tağlibî, Sünniyyü'd-Devle'nin amcasıdır. Hicretin
559. senesinde doğdu. Haşvî'den, İbn Taberzet'den, Kindî'den ve diğerlerinden
hadis dinledi. Kendisi de birkaç medresede hadis rivayet edip ders ve fetva
verdi. Mezhepleri iyi bilirdi. Güzel yoldaydı. Ancak Ebu Şâme onu eleştirir ve
onu yererdi. Doğrusunu Allah bilir.
Kadilkudat Sadreddin
Dımaşk kadılığına müstakil olarak hicretin 643. senesinde atandı ve görevini bu
seneye kadar sürdürdü. Azledilip yerine Kemaleddin et-Tiflisî atandığında Kadı
Muhyiddin b. Zeki ile birlikte Haleb'i istila eden Hülaguhan'm yanına
gittiler. Hülaguhan, İbn ez-Zekî'yi kadılığa atadı. İbn Sünniyyü'd-Devle yani
Kadilkudat Sad-reddin'i Baalbek kadılığına atadı. Kadilkudat Sadreddin b.
Sünniyyü'd-Devle, Baalbek'e hasta olarak gitti. Orada vefat etti. Şeyh Abdullah
el-Yoninî'nin yanına defnedildi. Melikü'n-Nasır onu çok överdi. Melik Zahir
Baybars otoritesini sağlamlaştırınca Kadilkudat Sadreddin'in oğlu Necmeddin b.
Sünniyyü'd-Devle'yi kadılığa atadı. Necmeddin, Müşem-mes Bettaletüddürus'un
zamanında yetişmişti. Onun Ardü's-Sehim denen yerde bir bahçesi vardı.
Müşemmes'ten ayrılmak ve medreselere yerleşmek çok ağırına gidiyordu. O
günlerde insanlar, işsiz güçsüz kalıp kendisine tabi oldular. Nefisler her
zaman rahatı ve tenbelliği tercin ediyorlar. Özellikle meyvelerin olgunlaştığı
zamanda bahçe sahipleri böyle yaparlar. Şehvetlerin, arzuların ve emellerin
kabardığı o günlerde kadılar da tenbelliği ve rahatı tercih ediyorlardı. [42]
Asıl adı Necmeddin b.
İlgazi b. Mansur Artuk b. Arslan b. İlgazî b. Sünnî b. Timurtaş b. İlgazî b.
Erisî'dir. Şecaatli bir hükümdardı. Turan-şah b. Melik Selahaddin, Melik Zahir
b. Abdülaziz b. Zahir b. Nasır'm tayin ettiği Haleb naibi idi. Haleb'i
Moğollara karşı bir ay süreyle tahkim etti. Şiddetli bir kuşatmadan sonra şehri
barış yoluyla onlardan teslim aldı. Bu sene vefat etti ve evinin dehlizine defnedildi. [43]
Melik Said Hasan b.
Abdülaziz b. Adil Ebu Bekir b. Eyyub. Babasından sonra Sabibe'nin ve Banyas'm
emirliğini yaptı. Sonra bu iki şehir elinden alındı ve Münire kalesine
hapsedildi. Tatarlar geldiklerinde onlarla beraber oldu. Sonra Tatarlar
şehirlerini ona geri verdiler. Ayn-ı Calut savaşı vuku bulduğunda Muzaffer
Kutuz'un önüne esir olarak getirildi. Muzaffer Kutuz, boynunu vurdurdu. Çünkü
Tatarların serpuşunu giymiş ve Müslümanlara karşı onlarla işbirliği yapmıştı. [44]
Abdurrahman b.
Abdürrahim b. Hasan b. Abdurrahman b. Tahir b. Muhammed b. Hüseyin b. Ali b.
Ebi Talip Şerefüddin b. Acemî el-Halebî eş-Şafiî. İlim ve riyaset ailesinden
gelmektedir. Haleplidir. Zahiriye'de ders verdi ve orada bir medrese yaptırıp
vakfetti. Kendisi de oraya defnedildi. Sonra Tatarlar bu senenin safer ayında
Haleb'e girdiklerinde vefat etmişti. Kendisine işkence etmişler. Kış mevsiminde
üzerine çok soğuk sular dökmüşlerdi. Bu yüzden adaleleri gerildi, kramp geçirdi
ve nihayet öldü. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [45]
Türk olup lakabı
Seyfeddin'di. Muiz et-Türkmanî'nin ve Salih Eyub b. Kâmil'in has
kölelerindendi. Üstadı Muizz'i öldürdüğü zaman yerine oğlu Nureddin Mansur
Ali'nin geçirilmesi için çabaladı. Tatarların durumunu işitince Nureddin'in
yaşının küçüklüğü nedeniyle askerlerin ona itaat etmeyeceklerinden korktu. Bu
sebeple Nureddin Mansuru azledip ümeraya, kendisine bey'at etmeleri için
çağrıda bulundu. Hicretin 657. senesinin zilkade ayında kendisine bey'at
edildi. Nitekim bu husus önceki sayfalarda da anlatılmıştır. Bey'at aldıktan
sonra Tatarların üzerine yürüdü. Cenâb-ı Allah onun vasıtasıyla İslâm'ın
muzafferiyeti-ni nasip eyledi. Şecaatti, bahadır, çok hayır işleyen, islâm'ın
ve Müslümanların yararına çalışan bir kimseydi. Halk kendisini çok sever ve
onun için çok dua ederdi. Anlatıldığına göre Ayn-ı Calut savaşı yapılırken atı
öldürülmüştü. O anda yedek atları bulunduran sorumlulardan hiç birini yanında
bulamayınca kendisi atından indi ve bir süre yerinde hareketsiz kaldı. Savaş
devam ediyordu. Kendisi sultanın yeri olan ordunun merkezinde duruyordu.
Emirlerden biri onu bu halde görünce atından indi ve ona, kendi atma binmesi
için yemin verdirdi. Fakat o binmedi ve o emire, «Müslümanları senin yararından
yoksun bırakmam» dedi. Nihayet yedek atların sorumlusu geldi. Ona bir at
verdi. O da ata bindi. Emirlerden biri kendisini kınayıp şöyle dedi:
- Ey han, niçin o
emirin atına binmedin? Düşmanlardan biri seni o halde görseydi öldürürdü. Senin
ölümün nedeniyle de İslâmiyet helak olurdu!
- Ben öldürülseydim
Cennet'e giderdim. İslâm'a gelince, onun sahibi vardır. Falan, falan, falan ve
falan hükümdarlar öldüler, öldürüldüler; ama îslâmiyeti onlardan koruyacak
başka kimseler ortaya çıktılar. Böylece İslâmiyet zayi olmadı!
Allah kendisine rahmet
etsin, maiyetinde bir çok denizci komutan ve askerler olduğu halde Mısır'dan
hareket etmişti. Yanında Hama emiri Mansur ile hükümdar çocukları da vardı.
Hama emirine haber gönderip ona, «Bu günlerde sofra kurmakla vaktini geçirme,
askerlerle beraber ol. Askerlerin yiyeceği bir parça et bulunsun. Acele et,
acele et» demişti. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi bu senenin ramazan
ayının son on gününde düşmanla karşı karşıya gelip savaşmış ve onları mağlup
etmişti. Bu büyük bir müjdeydi. Çünkü Bedir savaşı da ramazan ayının bir cuma
gününde vuku bulmuş ve o savaşta Müslümanlar muzaffer olmuşlardı.
Melik Muzaffer Kutuz,
thmaşk'a şevval ayında geldi ve orada adaletle hükmetti. İşleri düzene soktu.
Baybars'ı da Halep'ten çıkarıp kovmak için Tatarların peşine taktı. Baybars'a
Halep naibliğini vereceğini vadetti. Ancak maslahat gereği bu görevi ona
vermedi. Bu yüzden aralarında düşmanlık meydana geldi. Mısır'a dönüşünde
Baybars ve bazı emirler ona komplo kurdular, onu Karabiye ile Salihiye
arasındaki bir yerde öldürdüler. Cenazesi Kasr'a defnedildi. Mezarı, ziyaret
edilen bir yerdi. Melik Zahir Baybars tahta oturunca mezarının izini
kaybettirdi. Artık mezarının yeri bilinmemektedir. Melik Muzaffer Kutuz, bu
sene zilkade ayının onaltısmda cumartesi günü öldürüldü. Allah kendisine rahmet
etsin.
Şeyh Kutbeddin
el-Yoninî, el-Mir'at adlı eser üzerine yazılan Zeyl adlı kitapta, Şeyh Alaeddin
b. Ganim tarikiyle, Dımaşk sahibi Nasır'ın zamanında sır katipliği yapmış olan
Mevla Taceddin Ahmed b. Esîr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Berze
açıklarında Nasır'la birlikte bulunduğumuz esnada ulak, Muzaffer Kutuz'un
Mısır'a hakim olduğu haberini getirdi, ben bu haberi sultana ilettim. Sultan
Nasır da bana, «Falana ve falana git, bu haberi onlara da ilet» dedi. Sultanın
yanından çıktığımda askerlerden biriyle karşılaştım. Asker bana «Mısır'dan
bana gelen habere göre Muzaffer Kutuz, hükümdar olmuş» dedi. Ben de kendisine,
«Bu konuda bilgim yok, sen bunu nereden duydun?» diye sorunca asker şu
karşılığı verdi: «Evet, vallahi o, Mısır mülküne hükümdar olacak ve Tatarları
bozguna uğratacaktır.» Kendisine, «Sen bunu nereden biliyorsun?» diye sorduğum
da şu cevabı verdi:
«O küçücük bir çocuk
iken kendisine hizmet ediyordum. Üzerinde çok miktarda bit ve pire vardı.
Bitleri ve pireleri ayıklarken, onu horluyor ve yeriyordum. Bir gün bana,
«Hey, bana bak, Mısır diyarına hakim olduğumda sana ne vermemi istersin?» diye
sordu. Ben de kendisine, «Sen deli misin?» dedim. Bana şu karşılığı verdi:
«Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyamda gördüm. Bana, «Sen Mısır diyarına hakim olacak
ve Tatarları kırıp geçireceksin!» buyurdu. Rasûlullah'm sözü hak ve gerçektir.
İçinde şüphe yoktur.» O zaman kendisine- isteğimi ilettim: «Senden, beni elli
süvariye komutan yapmanı istiyorum» dediğimde, o da «Olur, bu komutanlık
müjdesini şimdiden sana veriyorum» dedi.
Îbntfl-Esir dedi ki:
Asker bana bunları söyleyince, ben de kendisine, «İşte Mısırlıların mektubu
gelmiş, bu mektupta Muzaffer Kutuz'un saltanat tahtına oturduğu söyleniyor»
dedim. Asker, «Vallahi, o, Tatarları da kırıp geçirecektir» dedi ve dediği
gibi de oldu.
Nasır, Mısır diyarına
döndüğünde şehre girmek istedi. Sonra geri döndü. Ancak Şam askerlerinin çoğu
Mısır'a girdiler. Bu olayı anlatan komutan da Mısır'a girenler arasındaydı.
Melik Muzaffer Kutuz ona elli süvariye komutan olma yetkisi verdi. Böylece
vaadini yerine getirdi. Bu komutanın adı, Emir Cemaleddin et-Türknıanî idi.
İbnü'1-Esir dedi ki:
Bu komutan Mısır'da elli süvarinin başına geçtikten sonra benimle karşılaştı
ve Muzaffer Kutuz hakkında bana verdiği haberi tekrarladı, ben de ona aynı
şeyleri söyledim. Bunun ardısıra Tatarların vak'ası meydana geldi. Muzaffer
Kutuz onları kırıp geçirdi ve ülkeden kovdu.
Anlatıldığına göre
Muzaffer Kutuz, Tatarları gördüğünde, emirlerine ve askerlerine şu talimatı
verdi: «Güneş zevale ermedikçe ve rüzgar esmedikçe onlarla savaşmayın. Hatipler
ve insanlar, namazlarında bize dua etsinler.» Yüce Allah kendisine rahmet
etsin.
Bu sene Hülagu'nun Şam
naibliğine atadığı Kutboğa Noyan öldü. Allah ona lanet etsin. Noyan kelimesi,
10.000 askerin komutanı anlamına gelir. Bu murdar komutan, üstadı Hülagu adına
Acem ülkesinin bir ucundan başlayarak Şam'a kadar fütuhat yapmıştı. Hülagu'nun
dedesi Cengizhan'ın sağlığında da yaşamıştı. Kutboğa Müslümanlarla yaptığı
savaşlarda daha önce hiç kimsenin uygulamadığı metodları uygulamıştı. Şöyle
ki: Kutboğa bir İslâm beldesini fethettiğinde, o beldedeki Müslüman
savaşçıları, fethedeceği bir sonraki Müslüman beldeye sevkeder-di. Bu Müslüman
savaşçılar da o belde halkından kendilerini yanlarında barındırmalarım talep
ederlerdi. Şayet barmdırırlarsa Kutboğa'nın amacı gerçekleşirdi. Böylece ikinci
İslâm beldesindeki halkın yiyecek ve içeceği azalırdı. Kendisi de gidip onları
kuşatma altına aldığında, kuşatma kısa sürede sona ererdi. Şayet bu Müslüman
savaşçıları barındırmayacak olurlarsa, o zaman kendi maiyetindeki Tatar
savaşçıları o beldeye gönderirdi. Fetih gerçekleşirse mesele biterdi, aksi
halde sevk etmiş olduğu İslâm savaşçıları orada yok oluncaya kadar kalırlar,
böylece o belde halkının azığı da azalırdı. Fetih bu defa gerçekleşirse ne
alâ, aksi halde kendi dinlenmiş askerleriyle üzerlerine hücum eder, onlarla
savaşır, belde halkını yorgun ve bitkin düşürür ve fethi çabucak
gerçekleştirirdi. Fethedeceği belde halkına önce şu haberi iletirdi:
«Suyunuz azalmıştır.
Korkarım ki güç kullanarak şehrinizi zapte-deriz ve sizi baştan sona öldürürüz.
Kadınlarınızı ve çocuklarınızı da esir alırız. Suyunuz bittikten ve yok
olduktan sonra artık siz nasıl hayatta kalırsınız? Bari zor kullanarak
şehrinizi ele geçirmemizden Önce fırsatı değerlendirin de barış yoluyla şehrin
kapılarını bize açın.»
Şehir halkı da ona şu
cevabı verirdi: «Bizim suyumuz çoktur, suya ihtiyacımız yoktur.» Kutboğa Noyan,
«Hayır, sözünüze inanmıyorum. Yalnız suyu kontrol edecek adamlarımı yanınıza
göndereceğim. Eğer suyunuz çoksa sizi bırakıp geri döneceğim» derdi. Onlar da
«gönder» derlerdi. Bunun üzerine içi oyulmuş, zehirle dolu mızraklar taşıyan askerlerinden
birkaç adamı güya suyu kontrol etmek amacıyla kaleye gönderirdi. Bunlar fethi
zorlaşan ve kendilerini yoran kaleye girdiklerinde suyu mızraklarıyla kontrol
etme sadedinde, mızraklarını suyun dibine daldırırlar ve içindeki zehirleri
suya akıtırlardı. Bu zehirler suya karışınca su zehirlenmiş olur ve böylece
kale halkının -farkında olmaksızm-ölümlerine sebep oluyordu. Allah Kutboğa
Noyan'a, lanet etsin. Kutboğa Noyan, yaşlı bir adamdı. Hristiyanîığa meyyaldi.
Ancak Cengiz-han'm yasalarının dışına çıkma imkânı bulamıyordu.
Şeyh Kutbeddin
el-Yoninî dedi ki: «Kutboğa Noyan'ı Baalbek kalesini kuşattığında görmüştüm.
Siması güzel bir ihtiyardı. Salıverilmiş uzunca bir sakalı vardı ve bunu saç
örgüsü gibi örmüştü. Bazan sakalının örgüsünü kulağının arkasına atardı.
Heybetli ve satveti şiddetli
olan bîr kimseydi.
Kaleyi gözetleyip durumu muhakeme etmek için camiye girip minayere çıkmıştı.
Sonra batı tarafındaki kapıdan çıkıp harabe bir dükkana girmiş, orada avreti
açık bir halde insanların gözleri Önünde def-i hacette bulunmuştu. İşini
tamamladıktan sonra da adamlarından biri bir pamuk parçasıyla abdest mahallini
silmişti. Muzaffer Kutuz'un, askerleriyle birlikte Mısır'dan çıktığı haberini
alınca ne yapacağını bilemedi. Şaşkına döndü. Sonra onu karşılamağa karar
verdi ve adet üzere bu defa da muzaffer olacağını zannetti. O gün Muzaffer
Kutuz'un ordusunun sol kanadına hamle yaptı. O kanadı kırdı. Sonra Cenâb-ı
Allah Müslümanlara kuvvet verdi. Onları savaşta sebat ettirdi. Müslümanlar bu
defa Tatarlara kuvvetli bir hamle yaptılar. Onları öyle bir hezimete uğrattılar
ki, bu yaraları asla iyileşemeyecekti. Emirleri Kutboğa Noyan bu savaşta
öldürüldü, oğlu esir alındı. Oğlu genç ve güzel biriydi. Esir alınıp Muzaffer
Kutuz'un huzuruna götürüldü. Muzaffer Kutuz ona, «Baban kaçtı mı?» diye
sorunca oğlu, «Babam kaçmaz!» diye cevap verdi. Bunun üzerine Kutboğa'yı
aradılar. Cesedini ölüler arasında buldular. Oğlu, babasının cesedini görünce
hıçkıra hıçkıra ağladı, feryad-ü figan etmeğe başladı. Muzaffer Kutuz da
cesedin Kutbo-ğa'ya ait olduğunu kesin olarak anlayınca Allah'a şükür secdesi
yaptı. Sonra, «Gönlüm rahatladığı için biraz uyuyacağım» dedi ve sözünü şöyle
sürdürdü: «Kutboğa, Tatarların mutluluğuydu. Onun öldürülmesiyle Tatarların
mutluluğu gitti.»
Ve öyle de oldu. Artık
bundan sonra Tatarlar asla iflah olmadılar. Kutboğa, bu sene ramazan ayının
yirmibeşinde cuma günü öldürülmüştü. Onu öldüren kişi, Emir Akkuş eş-Şemsî
idi. Yüce Allah Akkuş'a rahmet etsin. [46]
Hanbelî mezhebine
mensuptu. Baalbekliydi. Hadis hafızıydı. Şeceresi şöyledir: Muhammed b. Ahmed
b. Abdullah b. İsa b. Ebi'r-Rical Ah-med b. Ali b. Muhammed b. Muhammed b.
Muhammed b. Hüseyin b. İs-hak b. Cafer-i Sadık. Şeyh Kutbeddin el-Yoninî bu
şecereyi büyük kardeşi Ebü'l-Hüseyin'in el yazısıyla yazdığını görmüştür. Yine
kardeşi, babalarının kendisine «Biz Cafer-i Sadık sülalesindeniz» dediğini
haber vermiştir. Ancak Şeyh Muhammed el-Fakih bu sözü oğluna zekat kabul
etmekten kurtulmaları için vefat ederken söylemişti.
Şeyh Muhammed
el-Fakih'in künyesi, Ebu Abdillah b. Ebi'1-Hüse-yin el-Yoninî'dir. Yukarıda da
söylediğimiz gibi Hanbeli mezhebine mensuptur. Takiyyüddin lakabını taşırdı.
Fakih ve hadis hafızıydı. İlimde yüksek ve abid bir şahsiyetti. Hicretin 572.
senesinde doğdu. Haşvî'den, Hanbel'den, Kindî'den, Hafız Abdülganî'den hadis
dinledi.
Hafız Abdülganî onu
çok överdi. Muvaffak'tan da fıkıh dersleri aldı. Şeyh Abdullah el-Yoninî'nin
yanında bulundu. İlim sahasında ondan yararlandı. Şeyh Abdullah da onu över,
onu öne geçirir, fetvalarda ona uyardı. Şeyhinin şeyhi Abdullah el-Betaihî ona
hırka giydirdi. Hadis ilminde ilerledi. Buharî ve Müslim'in Sahihlerini bir
araya getiren eseri ezberledi. Yine İmam Ahnıed b. Hanbel'in Müsned'inden
kendisine yetecek kadar hadis ezberledi. Arapça'yı Tac el-Kindî'den öğrendi.
Güzel huylu, güzel suretli bir kimseydi. İnsanlar her hususta ondan istifade
ederler ve dini kendisinden öğrenirlerdi. Hükümdarlar nezdinde de itibar
sahibi olmuş, onlar katında çok yüksek bir mevkiye gelmişti. Bir defasında
kalede MeKk Eşrefin yanında, Zebidî'nin Buharî'yi okuduğu bir mecliste abdest
almıştı. Abdestini tamamladıktan sonra seccadesini Sultan Melikü'l-Eşref yere
serdi. Melik Kâmil, Dımaşk'ta bulunan kardeşi Melik Eşrefin ziyaretine
gelmişti. Melik Eşref onu kalede konuk etti. Darü's-Seade'ye geçerek Melik
Kâmil'e Şeyh Muhammed Fakih el-Yoninî'nin güzelliklerini anlatmağa başladı.
Melik Kâmil «Onu görmek isterim» deyince Melik Eşref, Baalbek'e bir pusula
gönderdi. Şeyh Mu-hammed'i yanma davet etti. O da gelip Dârü's-Seade'ye konuk
oldu. Kalede bulunan Melik Kâmil yanına geldi. Sohbet ettiler. İlmi
tartışmalar yaptılar. Sohbet esnasında ağır bir nesneyle adam öldürme meselesi
ele alındı. Bir Yahudi tarafından başı iki taş arasında ezilerek öldürülen bir
cariyeyle ilgili hadisten bahsedildi. Bu hadiste Rasûlullah (s.a.v.)'m o katil
Yahudinin de Öldürülmesini emrettiği zikrediliyordu. Melik Kâmil o katil
Yahudinin suçunu itiraf etmediğini ileri sürdü. Şeyh Muhammed ise «Sahih-i
Müslim'de o katil Yahudinin suçunu itiraf ettiği yazılıdır» dedi. Melik Kamil,
«Sahih-i Müslim'i ben özetleyip kısalttım. Onda böyle bir hadis görmedim» dedi
ve kendisinin ihtisar etmiş olduğu beş ciltlik Sahih-i Müslim'i getirtti. Kâmil
bir cildini, Eşref bir başka cildini, îma-düddin b. Musik başka bir cildini,
Şeyh Muhammed ise başka bir cildini ellerine aldılar. Şeyh Muhammed'in açtığı
ilk sayfada mezkur hadis bulundu ve onun dediği gibi çıktı. Melik Kâmil, onun
hafızasının sağlamlığına ve hadisi hemen keşfedişine hayran kaldı. Onu yanına
alarak Mısır'a götürmek istedi. Melik Eşref onu çabucak memleketi Baalbek'e
gönderdi ve Melik Kâmil'e, «O Baaîbek'e başka hiçbir şehiri tercih etmez»
deyince, Melik Kâmil ona çok miktarda altın gönderdi. Şeyh Muhammed'in oğlu
Kutbeddin şöyle demiştir: «Babam hükümdarların ihsanlarını kabul eder ve
«Benim Beytü'l-malde bundan daha fazla hakkım vardır» derdi. Emirlerden ve
vezirlerden ise hiçbir şeyi kabul etmezdi. Sadece hediye olarak sunulan bazı
yiyecekleri alır, sonra bunları onlara gönderirdi. Onlar da bunları bir
teberrük ve şifâ vesilesi olarak kabul ederlerdi.»
Anlatıldığına göre
Şeyh Muhammed el-Fakih el-Yoninî'nin çok malı ve serveti varmış. Melik Eşref,
Yonin karyesinin kendisine ikta' olarak verilmesi için bir ferman yazmış ve
halife tarafından onaylanması için Muhyiddin b. Cevzî'ye bu fermanı verip
göndermişti. Oğlunun anlattığına göre Şeyh Muhammed, ben buna muhtaç değilim,
demiş ve fermanı alıp parçalamıştır. Yine oğlu babasını anlatırken şöyle
demiştir: «Babam sadaka kabul etmezdi. Kendisinin Ali b. Ebi Talip soyundan '
geldiğini ve Cafer-i Sadık b. Muhammed el-Bakır b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi
Talip silsilesine mensup olduğunu söylerdi. Babam daha önce fakirdi. Hiçbir
şeyi yoktu.» Şeyh Abdullah'ın bir zevcesi, bu zevcesinden doğma güzel bir de
kızı vardı. Şeyh Abdullah zevcesine «Gel şu kızı Şeyh Muhammed'le evlendirelim»
der, ancak zevcesi bunu kabul etmeyip, «O yoksuldur, kızımın zengin bir evde
mutlu olmasını istiyorum» derdi. Şeyh Abdullah da zevcesine, «Öyle görüyorum ki
kızınız ve kocası olacak Şeyh Muhammed, bereketli ve bol rızıkh bir evdedirler,
hükümdarlar ziyaretlerine geleceklerdir» diye karşılık vermiş ve karısı da kızlarının
şeyh Muhammedle evlenmesine rıza göstermiş, neticede kızlarını Şeyh Muhammed
el-Fakih el-Yoninî ile evlendirmişlerdi. Şeyh Abdullah'ın dediği gibi Şeyh
Muhammed zengin olmuş, hükümdarlar onun ziyaretine gelmişlerdi. Bu hatun, Şeyh
Muhammed el-Fakih el-Yoninî'nin baş-tacı edilen ilk zevcesi idi. Allah ona
rahmet etsin.
Hükümdarların tümü ona
saygı gösterirler, onun bulunduğu şehre gelip kendisini ziyaret ederlerdi.
Melik Adil, oğulları ve diğerleri aynı şekilde ona hürmet ederlerdi. İbn Salah,
İbn Abdisselam, İbn Hacip, Husarî, Şemseddin b. Sünniyyü'd-Devle, İbn Cevzî ve
diğer büyük fa-kihler de ona saygı gösterirler, sözünü kabul ederlerdi. Çünkü
onun ilmi, ameli, diyaneti ve güvenirliği vardı. Onun birçok harika
hallerinin, keramet ve mükâşefelerinin görüldüğü anlatılır. Allah kendisine rahmet
etsin. Bazılarının anlattıklarına göre o oniki seneden beri kutuptu. Doğrusunu
Allah bilir. Şeyh Fakih el-Yoninî şöyle demiştir:
«Bir defasında
Harran'a gitmeye niyet ettim. Orada feraiz ilmini iyi bilen bir adam
bulunduğunu duymuştum. Sabahında yola çıkacağım gecede Şeyh Abdullah
el-Yoninî'den bana bir mektup geldi. Kudüs-ü Şerife gitmemi emrediyordu. Ben
bundan hoşlanmadım. Mushaf-ı Şerifi açıp baktığımda karşıma şu ayet-i kerime
çıktı:
«Sizden bir ücret istemeyenlere
uyun onlar doğru yoldadırlar.» (Yasin, 21).
Kudüs'e gittim.
Harranlı feraiz alimini orada buldum. Kendisinden feraiz ilmini öğrendim. Öyle
ki kendisinden daha yüksek derecede bir feraizci olduğum düşüncesine dahi
kapıldım!»
Şeyh Ebu Şâme dedi ki:
«Şeyh Muhammed el-Fakih el-Yoninî iri yarı bir adamdı. Emirlerden ve
diğerlerinden hüsn-ü kabul gördü. Yünlü kısmım ters çevirip dışa gelecek
şekilde bir takke giyerdi. Nitekim şeyhi Abdullah el-Yoninî de böyle yapardı.
Mirac'a dair bir eser tasnif etti. Ben de ona karşı el-Vadihül-Celî fiV-Reddi
ale'l-Hanbelî adını verdiğim bir reddiyeyi yazdım.»
Oğlu Kutbeddin'in
anlattığına göre Şeyh Muhammed el-Fakih el-Yoninî, bu sene ramazan ayının
ondokuzunda, seksensekiz yaşındayken vefat etmiştir. Yüce Allah kendisine
rahmet etsin. [47]
Künyesi Ebu Abdillah
el-Beytar el-Ekkâl'dir. Aslen Benî Hilal kabilesinin bulunduğu Cebel
tarafındandır. Kasr-ı Haccac'da doğdu. Şa-gor'da ikamet etti. Salih, dindar,
yoksullarla muhtaçları ve mahpusları gözeten, onları başkalarına tercih eden,
garip halleri bulunan bir kimseydi. Başkalarının verdiği şeyleri, ücretini
ödemeksizin alıp yemezdi. Yemesi için belde sakinleri ona çok kıymetli ve nefis
yiyecekleri zorla verirlerdi, üzerine atarlardı. O da karşılığında tam ücret
ödemeden o şeyleri yemezdi. Böyle yapınca da insanların nazarında kıymetli
biri haline geldi. Halk onu sevdi ona meyletti.Tatlı, kebap ve benzeri birçok
yiyecekleri kendisine getirdiler. O da bunun karşılığında onlara tam ücret
ödedi. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. Keremiyle ondan razı olsun, amin. [48]
Bu sene aralık ayından
birkaç gün geçtikten sonra pazartesi günü, yeni hicri yıla girildiğinde
Müslümanların halifesi henüz yoktu. Mekke emiri, Ebu Numey b. Ebi Said b. Ali
b. Katade el-Hasenî'ydi. Bu görevde ortağı da amcası İdris b. Ali idi. Medine
emiri, İzzeddin Cemmaz b. Şihe el-Hüseynî, Mısır ve Şam'ın sahibi, Sultan
Melikü'z-Zahir Baybars el-Bendakdarî idi. Dımaşk, Baalbek, Sabibe ve
Banyas'taki ortağı da Meli-kül-Mücahid Emir Alemüddin Sencer'di. Halep'teki
ortağı ise Emir Hü-sameddin Laçin el-Cogendarî el-Azizî idi. Kerek ve Şobek
ise, Melik Mu-ğis Fethüddin Ömer b. Adil b. Seyfeddin Ebu Bekir el-Kâmil Muhammed
b. Adilü'l-Kebir Seyfeddin Ebu Bekir b. Eyyub'un elinde bulunuyordu. Hısn-ı
Cehyon ve Bazerya ise Emir Muzafferüddin Osman b. Nasi-rüddin Mengürs'ün elinde
bulunuyordu. Hama sahibi Melik Mansur b. Takiyyüddin Mahmud, Humus sahibi Eşref
b. Mansur İbrahim b. Ese-düddin Nasır, Musul sahibi Bedir Lü'lü'ün oğlu Melik
Salih^ Ceziretü İbn Ömer'in sahibi Bedir Lülülin oğlu Melikü'l-Mücahid, Mardin
sahibi Melikü's-Said Necmeddin îlgazi b. Artuk, Anadolu'nun sahibi Rük-neddin
Kılıç Arslan b. Keyhüsrev es-Selçukî idi. Kılıç Arslan'ın hükümdarlıktaki
ortağı, kardeşi Keykâvus'tu. Ülke, ikisinin arasında yarıya-rıya paylaşılmıştı.
Doğu illeri Hülaguhan'm adamları olan Tatarların elinde bulunuyordu. Yemen
ülkesine ise bir çok hükümdar hükmediyordu. Mağrip'teki Cogendî beldelerinde
ise her bir mıntıkada ayrı bir hükümdar vardı.
Bu sene Tatarlar,
Haleb'e hücum ettiler. Karşılarına Halep sahibi Hüsameddin el-Azizî, Hama
sahibi Mansur, Humus sahibi Eşref çıktı. Savaş, Halid b. Velid'in mezarının
yakınında Humus'un şimal tarafında cereyan etti. Tatarların sayısı 6.000'di.
Müslümanlarınki ise 1.400'dü. Aziz ve Celil olan Allah, Tatarları hezimete
uğrattı. Müslümanlar, onların çoğunu öldürdüler. Tatarlar bu defa Haleb'e
döndüler. Dört ay süreyle orayı kuşatma altında tuttular. Ahalinin azıklarını
kıstılar. Bir grup garibi orada önlerinde elleri ve kolları bağlı vaziyette
öldürdüler, înna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve
O'na dönücüleriz.)
Tatarları bozguna
uğratan İslâm askerleri Humus'ta kaldılar. Haleb'e dönmediler. Aksine Mısır'a
doğru ilerlediler. Melikü'z-Zahir onları debdebe ve alayişle karşıladı. Onlara
ihsanda bulundu. Bu kuşatma süresinde Halep sahipsiz kaldı. Ancak yüce Allah
orayı Tatarlara karşı
muhafaza etti.
Bu sene safer ayının
yedisinde pazartesi günü Melik Zahir saltanat merasimine çıktı, dolaştı.
Emirler ve askerler önünde yürüdü. Bu onun ilk saltanat yürüyüşüne çıkışıydı.
Bundan sonra bu merasimler birbirini izledi. Küre ile oynamaya başladı.
Bu sene safer ayının
onyedisinde emirler, Dımaşk'ta hükümdarları Alemüddin Sencer'e karşı
ayaklandılar. Onunla savaştılar. Onu hezimete uğrattılar. O da kaleye sığındı.
Bu defa onu kalede kuşatma altına aldılar, O da Dımaşk kalesinden kaçıp Baalbek
kalesine gitti. Dımaşk kalesini Emir Alemüddin Aytekin el-Bendekdarî teslim
aldı. Bu, önceleri Cemaleddin Yağmur'un, sonra da Salih Eyyub b. Kâmil'in
kölesi olmuştu. Melik Zahir'in onun nesebinden geldiği söylenir. Melik Zahir,
Dımaşk'ı Alemüddin Sencer'den teslim alması için onu gönderdi. O da orayı teslim
aldı. Melik Zahir'e niyabeten Dımaşk kalesinde ikamet etti. Sonra Baalbek
kalesinde bulunan Alemüddin Sencer el-Halebî'yi kuşatma altına aldı. Nihayet
onu yakalayıp bir katıra bindirerek Mısır'da bulunan Melik Zahir'e gönderdi.
Geceleyin Melik Zahir'in yanma vardılar. Melik Zahir onu önce kınayıp
azarladı, sonra ona bir şeyler verdi ve
ikramda bulundu.
Bu sene rebiyülevvel
ayının sekizinde pazartesi günü Melik Zahir, İbn Hanna adıyla meşhur Bahaeddin
Ali b. Muhammed'i vezirliğe tayin etti.
Rebiyülahir ayında da
kendisine karşı ayaklanma hazırlığında olduklarını duyduğu bir gurup emiri
tutukladı. Yine bu ayda Şobek'e asker sevk etti. Burayı Kerek sahibi Muğis'in
naiblerinin elinden teslim aldı.
Bu sene Melik Zahir,
Tatarları kovmak için bir grup askeri Haleb'e gönderdi. Askerler Gazze'ye
vardıklarında Haçlılar Tatarlara mektup yazarak onları uyardılar. Onlar da tez
davranıp Halep'ten geri çekilmeğe başladılar. Ahaliden bir kısmının mallarını
yağmaladılar, paralarına el koydular. Halktan 1.600.000 dirhem para aldılar.
Böylece amaçlarına ulaştılar. Melik Zahir'in askerleri oraya gelip bütün bu
olumsuzlukları ortadan kaldırdılar. Sonra Emir Şemseddin Akkuş et-Türkî, Melik
Zahir tarafından Haleb'e gönderildi. Şehri teslim alan Şemseddin Akkuş,
adaletle hükmetti. Bazı ilişkileri kopardı, yeni bazı ilişkiler kurdu.
Bu sene cemaziyelevvel
ayının onunda salı günü Mısır'da Taceddin Abdülvehhab b. Kadi'l-E'azz
Ebi'l-Kasım Halef b. Reşidüddin b. Ebü's-Senâ Mahmud b. Bedir el-Alaî kadılığa
atandı. Atanmadan önce Melik Zahir'e bazı ağır şartlar ileri sürdü. Bu şartları
kabul edildikten sonra göreve başladı. Kadılık görevinde bulunan Bedreddin
Ebü'l-Mehasin Yusuf b. Ali es-Sincarî azledildi. Bir kaç gün tutuklu kaldıktan
sonra salıverildi. [49]
Müstansır Billah,
Bağdat'ta tutuklu bulunduğu hapishaneden salıverildi. Irak diyarında bir grup
Arabî ile birlikte bulunuyordu. Sonra tahta geçtiğini duyduğu Melik Zahir'in
yanına gitmek üzere yola koyuldu. On kadar Arap emirinin beraberinde Mısır'a
doğru harekete geçti. Yamdaki emirler arasında Nasirüddin Muhenna da vardı. Bu
senenin recep ayının sekizinde Mısır'a ulaştı. Sultan, vezir, şahitler ve
müezzinler onu karşıladılar. Bu görülmeğe değer muazzam bir andı. Museviler
Tevratlarıyla, Hristiyanlar da İncilleriyle onu karşılamağa gelmişlerdi.
Müstansır Billah, Babünnasır'dan büyük bir debdebeyle Mısır'a girdi. Recep
ayının' onüçünde pazartesi günü sultan ve halife, Cebel kalesinin eyvanında
oturdular. Vezir, kadı ve emirler de kendi rütbe ve makamlarına göre orada
yerlerini aldılar. Hakim Taceddin b. E'azz, halife Müstansır'm nesebini tespit
etti. Bu, Müstansiriye'nin kurucusu halife Müstansır'm kardeşi ve Müstasım'ın
da amcası idi. Mısır'da halifeliğine be/at edildi. Melik Zahir, kadı, vezir ve
emirler ona beyitlerini sundular. Müstansır, Mısır diyarında hilafet arabasına
bindi. Emirler önüsı-ra, insanlar da etrafında yürümeğe başladılar. Receb
ayının onüçünde
Kahire'yi baştan başa
dolaştı. Abbasilerin otuzsekizinci halifesi oldu. Kendisiyle Hz. Abbas arasında
yirmidört nesil vardır. Kendisine be/atını sunan ilk kişi, Kadı Taceddin'di.
Çünkü nesebini o tespit etmişti. Kadı Taceddin'den sonra sultan, ondan sonra
Şeyh îzzeddin b. Abdüsselam, ondan sonra emirler ve rütbelerine göre devlet
erkânı bey*at ettiler. Minberlerde adına hutbe okundu. Sikkelere adı nakşedildi.
Hilafet makamı üçbuçuk seneden beri boş bulunuyordu. Çünkü Muştasını, hicretin
656. senesinde öldürülmüştü. Kendisinden bahsetmekte olduğumuz Müstansır
Billah'a ise bu sene, yani hicri 659. senenin receb ayının onüçünde pazartesi
günü be/at edildi. Esmer tenli, endamı düzgün, güçlü, himmeti yüksek, şecaatli
ve atılgan bir kimseydi. Medresenin banisi olan kardeşine verilen lakabın
aynısı kendisine de verildi. Müstansır lakabını aldı. Kendilerinden Önce başka
iki kardeş halifenin böyle müşterek bir lakabı kullandıkları vaki değildir. Ama
bunlar gibi iki, üç veya dört kardeşin halife oldukları görülmüştür. Örneğin Seffah
ile kardeşi Mansur, Hadî ile kardeşi Reşid, Müstazhir'in oğulları Müs-terşid
ile kardeşi Muktefî, halifelik tahtına oturmuş kardeşlerdir. Emin, Me'mun ve
Mu'tasım'a gelince, bunlar da Reşid'in çocukları olup hilafet tahtına oturmuş
üç kardeştirler. Müntasır, Mu'tez ve Muti'e gelince, bunlar da Muktedir'in
çocukları olup hilafet tahtına oturmuş üç kardeştirler, Velid, Süleyman, Yezid
ve Hişam'a gelince, bunlar da Ab-dülmelik b. Mervan'm çocukları olup hilafet
tahtına oturmuş dört kardeştirler.
İleride de
anlatılacağı gibi Müstansır Billah'ın hilafeti, öldürüldüğü güne kadar beş ay
yirmi gün sürmüştür ki, bütün Abbasî halifelerinin en kısa sürelisidir. Ümeyye
oğullarına gelince, bunlar arasında Mu-aviye b. Yezid b. Muaviye'nin hilafeti
kırk gün, İbrahim b. Yezid en-Na-kıs'mki yetmiş gün, İbrahim'in kardeşi Yezid
b. Velid'inki ise beş ay sürmüştür. Hasan b. Ali hazretlerinin babasından
sonraki hilafetine gelince bu da yedi ay onbir gündür. Mervan b. Hakenı'inki
ise dokuz ay on gün sürmüştür. Abbasi halifeleri arasında bir seneyi hilafet
makamında doldurmayanlar da vardır. Bunlardan Müntazır b. Mütevekkil altı ay,
Mehdi b. Vasık onbir ay ve birkaç gün süreyle halifelik yapmışlardır. Halife
Müstansır Billah adamlarıyla birlikte Cebel kalesinin bir burcuna
yerleştirildiler. Bu sene receb ayının yedinci gününde maiye-tiyle birlikte
kaledeki camiye geldi. Minbere çıkıp bir hutbe irad etti. Hutbesinde Abbas
oğullarının şerefini anlattı. Sonra En'am suresinin baş taraflarım okudu. Daha
sonra Peygamber (s.a.v.)'e salatü selam getirdi. Allah'ın, sahabilerden razı
olmasını diledi. Sultan Zahir'e dualar yaptı. Sonra minberden indi. Cemaate
namaz kıldırdı. Bu davranışı hoş karşılandı. O gün güzel ve görülmeğe değer
muazzam bir gündü. [50]
Bu sene şaban ayının
dördünde pazartesi günü halife, sultan, vezir kadı, emirler, ehl-i hail ve akd
büyük bir otağa gittiler. Bu otağ, Kahire dışında kurulmuştu. Orada oturdular.
Halife, kendi eliyle sultana siyah bir hil'at giydirdi. Boynuna gerdanlık
taktı. Ayaklarına altından halhal-lar geçirdi. Reisülküttap Fahreddin İbrahim
b. Lokman minbere çıktı. Cemaate, kendi el yazısı ile yazdığı sultanın
sultanlığa atanma fermanını okudu. Sonra sultan bu debdebe ve alayişle
boynunda gerdanlığı, ayaklarında altın hamalları olduğu halde yürüyüşe çıktı.
Vezir önünde, emirler ve devlet erkanı da hizmetçiler gibi yanında
yürüyorlardı. Bunlar arasında sadece vezir bineğine binmişti. Diğerleri yaya
yürüyorlar-dı. Kahire'nin bir başından diğer başına gidildi. O gün görülmeğe
değer muazzam bir gündü. Şeyh Kutbeddin, sultanın sultanlığa atanma fermanını
harfi harfine nakletmiştik. Bu, uzunca bir fermandır. Doğrusunu Allah bilir. [51]
Halife, sultandan kendisini
Bağdat'a göndermesini talep etti. Sultan da onun için büyük bir askeri birlik
hazırladı ve halifelere, hükümdarlara özgü gerekli hazırlıkları yaptı. Sonra
sultanın kendisi de halifeyle birlikte Dımaşk'a gitti. Sultanın Mısır'ı
bırakıp onunla birlikte Şam mıntıkasına gitmesinin sebebi şuydu: Seyfeddin
et-Türkî, önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Haleb'i istila etmişti. Sultan
Zahir ona karşı Emir Alemüddin Sencer el-Halebî'yi göndermişti. Alemüddin
Sencer, onu Halep'ten kovmuş ve şehri teslim almış, orada Sultan Za-hir'e
niyabeten kalmıştı. Sonra Seyfeddin et-Türkî bu işten vazgeçmemiş, çalışıp
çabalamış, nihayet Haleb'i tekrar geri almış ve Emir Alemüddin Sencer'i oradan
kovmuştu.
Bu seferinde Sultan
Zahir, Mısır'da îzzeddin Aydemir el-Halebî'yi vekil bıraktı. Memleketin
idaresini Vezir Behaeddin b. Hanna'ya teslim etti. Oğlu Fahreddin'i de vezir
olarak beraberinde bu sefere iştirak ettirdi. Ordunun ve askerlerin idaresini
de Emir Bedreddin Bilik el-Hazine-dar'a teslim etti. Sonra yola koyuldular.
Zilkade ayının yedisinde pazartesi günü Dımaşk'a vardılar. O gün görülmeğe
değer muazzam bir gündü. Halife ve sultan cuma namazını Dımaşk Camii'nde
kıldılar. Halife şehire Babülberid'den, sultan ise Babüzziyare'den girmişti.
Sonra sultan, halifeyi Musul sahibinin oğullarının refakatinde Bağdat'a gönderdi.
Ona, maiyetindekilere ve Allah'ın takdiri dışındaki şeyleri kendisinden geri
çevirecek muhafız askerlere, halis altından 1.000.000 dinar verdi. Halifeye
bundan ayrı bazı şeyler de verdi. Allah ona hayır nnikâfat versin
"Humus sahibi
Melik Eşref yanma geldi. Ona in. O
esnada Humussa Sî Haleb'i istilâ etmiş,
orada fesat çıkarmıştı.
Bunlar, bu senenin
olaylan ile ilgili olarak bize ulaşan özet bilgilendir. [52]
Geçen sene receb
ayında Mısır'da halifeliğine bey'at edilen Müs-tansır Billah, bu sene muharrem
ayının üçünde Irak toprağında -maiyetindeki askerler hezimete uğratıldıktan
sonra- öldürüldü. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz
ve O'na dönücüleriz.) Onun öldürülmesinden sonra Melik Zahir, bütün Şam ve
Mısır mıntıkasına bağımsız hükümdar oldu. İşler onun için yoluna girdi.
Seyfeddin et-Türkî dışında onunla hükümdarlık hususunda çekişen başka bir kimse
kalmamıştı. Seyfeddin et-Türkî Münire'ye gitmiş, orayı istila ederek Sultan
Zahir'e isyan etmişti. Bu sene muharrem ayının üçünde Sultan Melik Zahir,
Mısır'daki bütün emirlere, devlet erkânı ile vezire ve Kadı Taceddin binti
E'azz'e hil'at giydirdi. Burhaneddin es-Sincarî'yi kadılıktan azletti.
Muharrem ayının sonlarında Emir Bedreddin Bilik el-Hazinedar, Musul sahibi Emir
Lü'lü'ün kızıyla evlendi. Sultan Zahir bu düğüne çok ilgi gösterdi.
Harcamalarda bulundu.
İbn Hallikan dedi ki:
«Bu sene Sultan Zahir'in emirlerinden biri Hama şehrinin sınırlarında vahşi bir
eşek avladı. Onu kesip pişirmek istediler, ama ne kadar çok ateş yaktılarsa da
eti pişmedi. Ateş onun etini dahi etkilemedi. Sonra eşeğin vücudunu
araştırdılar. Kulağında «Buh-ramcur» adının yazılı olduğunu gördüler. Onu
yanıma getirdiler, okudum, doğruydu. Eğer gerçekten Behramcur'a ait idiyse
demek ki o eşek, yaklaşık 800 yaşındaydı. Çünkü Behramcur, Peygamber
efendimizin bi'setinden çok önceleri yaşamış bir hükümdardı. Yabani eşekler,
gerçekten uzun süre yaşarlar.»
Muhtemeldir ki o eşek,
Behramşah Melikü'l-Emced'e aittir. Çünkü 800 seneden beri yabani bir eşeğin
avlanmamış olması akla uygun düşmemektedir. Olabilir ki Behramcur yazısını
onun kulağına yazan katip, Behramşah yazmak istediği halde hataen Behramcur
yazmıştır. Böylece bir karışıklık meydana gelmiştir. Yine de doğrusunu Allah
bilir. [53]
Bu sene rebiyülahir
ayının yirmiyedisinde halife Ebü'l-Abbas el-Hakim Biemrillah Ahmed b. Emir Ebu
Ali el-Kubbî İbn Emir Ali b. Emir
Ebu Bekir b. İmam
Müsterşid Billah b. Müstazhir Billah Ebü'l-Abbas Ahmed, şark beldelerinden bir
grup reisle birlikte Mısır'a geldi. Kendisi müteveffa Müstansır'la birlikte
çatışmada hazır bulunmuş, ancak o çatışmadan bir grup adamıyla birlikte kaçıp
kurtulmuştu. Mısır'a girdiği zaman onu Sultan Zahir karşılamış, ona sevgi ve
alaka göstermiş, onu Cebel kalesinin büyük burcuna yerleştirmiş, ihsanda
bulunmuş, bolca erzak vermişti. Rebiyülahir ayında Melik Zahir, Emir Cemaleddin
Ak-kuş en-Necibî'yi saray üstadlığından azletti. Yerine başkasını atadı. Bir
süre sonra da Cemaleddin Akkuş'u Şam naibliğine atadı. Nitekim bu husus,
ileride de anlatılacaktır.
Bu sene receb ayının
dokuzunda salı günü Sultan Zahir, bir kuyu davasının muhakemesi için Kadı
Taceddin Abdülvehhab b. bintü'l-E'azz'ın makamına geldi, kadı dışında herkes
ona saygı için ayağa kalktı. Ayağa kalkmaması için kadıya işaret etmişti. Dava
sultanın lehine sonuçla di. Kuyu, davalının elinden alındı. Çünkü sultanın
elinde sağlam belgeler vardı. Davalı da emirlerden biriydi.
Bu sene şevval ayında
Melik Zahir, Haleb'e Emir Alaeddin Aytekin eş-Şihabî'yi naib olarak atadı o
zaman sis askerleri kaleye doğru çekildiler, Halep diyarını terkettiler.
Şihabî, üzerlerine yürüdü. Onlarla savaştı. Onları bozguna uğrattı. Bir kısmım
esir alıp Mısır'a gönderdi. Daha sonra bu askerler Mısır'da öldürüldüler.
Bu sene Melik Zahir,
Dımaşk'a Emir Cemaleddin Akkuş en-Nicibî'yi naib olarak atadı. Bu, büyük
komutanlardandı. Orada naib olarak bulunan Alaaddin Taybars el-Vezirî'yi azletti
ve Kahire'ye gönderilmesini emretti.
Bu sene zilkade ayında
sultan, Kadı Taceddin b. bintül Eazz'e kendi mezhebi dışındaki üç mezhepten
naib atamasını emreden bir ferman gönderdi. Bunun üzerine Kadı Taceddin de
Hanefîlerden Sadreddin Süleyman el-Hanefî'yi, Hanbelilerden Şemseddin Muhammed
b. Şeyh el-İmad'ı, Malikilerden de Şerefüddin Ömer es-Sübkî el-Malikî'yi naib
olarak atadı.
Bu sene zilhicce
ayında Tatarlardan birçok heyet Melik Zahir'e gelip eman diledi. Melik Zahir
de onlara ikramda bulunup güzel iktalar verdi. İhsanlarda bulundu. Aynı şeyi
Musul sahibinin oğullarına da yaptı. Onlara da yeter miktarda maaş bağladı.
Bu sene Hülaguhan,
10.000 kadar askerini Musul'a sevk etti. Bunlar şehri kuşattılar. Oraya
yirmidört mancınık diktiler. Halkın erzakını azalttılar. Onları sıkıntıya
düşürdüler.
Bu sene Melik Salih
İsmail b. Lü'lü, Seyfeddin et-Türkî'ye haber göndererek yardımını istedi. O da
yardıma geldi. Tatarları bozguna uğrattı. Ancak daha sonra Tatarlar sebat
ettiler. Onunla tekrar savaşmağa başladılar. Seyfeddin et-Türkî'nin maiyetinde
700 savaşçı vardı. Onu hezimete uğratıp yaraladılar. O da Birey'e döndü.
Adamlarının çoğu kendisinden ayrılıp Mısır'a gittiler. Sonra kendisi de Melik
Zahir'in yanına gitti. Melik Zahir ona ihsanda bulundu. Emrine yetmiş süvari
verdi. Tatarlara gelince, onlar da Musul'a döndüler. Nihayet Musul sahibi
Melik Salih, yanlarına gitti, teslim oldu. Tatarlar şehir halkına eman
verdiklerini ilân ettiler. İnsanlar onlara güvenip rahatladılar, ama daha
sonra halka hücum ettiler. Dokuz gün süreyle insanları öldürdüler. Melik Salih
İsmail'i ve oğlu Alaeddin'i de öldürdüler. Şehrin surlarını yıktılar. Orayı
yapışız, dümdüz bir hale getirdiler. Yerle bir ettikten sonra geri döndüler.
Allah onları kahretsin.
Bu sene Hülaguhan'la
amcasının oğlu Sultan Berekehan arasında anlaşmazlık meydana geldi. Berekehan,
ona haber göndererek fethetmiş olduğu beldelerden ele geçirdiği mallardan ve
esirlerden payına düşen miktarı hükümdarların adetine uygun olarak kendisine
vermesini istedi. Ancak Hülaguhan onun göndermiş olduğu elçileri öldürünce Berekehan
ona çok kızdı ve Melik Zahir'le mektuplaşarak Hülaguhan'a karşı kendisiyle
ittifak kurmasını istedi.
Bu sene Şam'da
şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Bir çuval buğday 400 dirheme, bir çuval arpa
250 dirheme, bir ntü (462 gram) et altı ya da yedi dirheme satılır oldu.
Bu sene şaban ayının
ortasında halk, Tatarlardan şiddetle korkmağa başladı. Bir çok insan Mısır'a
gitmeğe hazırlandı. Ürünler, hatta kaledeki eşyalar ve emirlerin malları satıldı.
Yöneticiler de gücü yetenlerin Dımaşk'ı bırakıp Mısır'a göçmelerini
emrettiler. Şam'da ve Anadolu'da büyük bir tedirginlik meydana geldi.
Anlatıldığına göre Tataris-tan'da da şiddetli bir korku meydana gelmiştir.
Yapmak istediğini yapan ve hükmü elinde bulunduran zât, noksanlıklardan
münezzeh ve yüce olan Allah'tır. Dımaşklıların şehri terkedip Mısır'a
göçmelerini emreden kişi, nâib Emir Alaeddin Taybars el-Vezirî idi. Bunu haber
alan Sultan Zahir, bu sene zilkade ayında görevlilerini Dımaşk'a gönderdi. Onu
tutukladı. Sultan onu azledip yerine Behaeddin en-Necibî'yi naib olarak atadı.
Dımaşk'a vezir olarak da İzzeddin b. Vedaa'yı tayin eti.
Bu sene İbn Hallikan,
Rükniye medr es esindeki müderrislik görevinden Ebu Şâme lehine feragat etti.
Ebu Şâme orada ders verirken kendisi de hazır bulundu. İlk derste Müzenî'nin
muhtasarı ders kitabı olarak okutuldu. [54]
Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi Sultan Zahir Mısır'da kendisine be/at etmişti. Halife
Müstansır, bu sene
muharrem ayının üçünde
Öldürüldü. Şehametli, şecaatli, atılgan ve cesur bir kimseydi. Sultan Zahir
1.000.000 dinardan fazla harcama yaparak onun için bir ordu kurmuş, hizmetinde
bulunmuştu. Devlet erkânı, büyük emirler ve Musul sahibinin çocuklarıyla
birlikte kendisi de onu Dımaşk'a kadar uğurla-mıştı. Melik Salih İsmail, Sultan
Zahir'in ziyaretine gelen ilk heyet arasında bulunuyordu. Melik Salih İsmail,
ülkesine döndükten sonra Tatarlar gelip halifeyi kuşatma altına aldılar, onu
öldürdüler, ülkesini tahrip ettiler. înna lillahi ve inna ileyhi raciun
(doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) [55]
Asıl adı Hasan b.
Muhammed b. Ahmed b. Neca'dır, Nusaybinli olup Erbil'de yetişmiş, felsefe ile
çok meşgul olmuştur. Zimmîler ve başkaları gelip kendisinden ders alırlardı.
Dinî duyguları zayıf bir kimse olarak itham edilmiştir. Namaz kılmadığı da
söylenir. Zeki bir kimse sanılırdı, ama hakikatte zeki sayılmazdı. Çünkü dili
bilgiliydi, ama kalbi cahildi. Sözü zekice idi, ama fiili kötüydü. Şeyh
Kutbeddin onun biyografisinden bahsederken biraz da şiirlerini nakletnıiştir.
O Ebü'1-Alâ el-Maarrî'ye benzemekte idi. Allah ikisini de kahretsin. [56]
Abdülaziz b.
Abdüsselam b. Kasım b. Hasan b. Muhammed el-Mü-hezzeb Şeyh İzzeddin b.
Abdüsselam Ebu Muhammed es-Sülemi ed-Dımaşkî. Şafiî mezhebine mensuptu.
Mezhebinin şeyhi olup Şanîlere faydalı bilgiler vermiştir. Güzel tasnif
eserleri vardır. Tefsir, İhtisârü'n-Nihâye, ei-Kavâidü'1-Kübra ve's-Süğra,
Kitabü's-Salât, el-Fetave'1-Mu-suliye bunlardan bazılarıdır. Hicretin 577 veya
578. senesinde doğmuş, çok hadis dinlemiş, Fahreddin b. Asakir'den ve
diğerlerinden ilim tahsil etmiş, mezhebinde ileri derecede bir alim haline
gelmişti. Bir çok ilimleri şahsında toplamış, talebelere faydalı bilgiler
öğretmiş, Dımaşk'taki bir kaç medresede hocalık yapmıştır. Drnıaşk hatipliğine
atanmış, sonra Mısır'a göçmüş, orada ders hutbe ve hüküm vermiştir. Mısır'da
Şafiîlerin reisliği kendisine verildi. Kendisinden fetva almak üzere başka
beldelerden insanlar yanma gelirlerdi. Latif ve zarif bir kimse olup,
delillerini şiirlerden seçip ileri sürerdi. Şam'dan çıkış sebebi Salih İsmail'e
karşı çıkmasıydı. Çünkü Salih İsmail, Sifd ve Sakifi Franklara teslim etmiş, o
da bu yüzden onu protesto etmişti. Protestosu hususunda Şeyh Ebu Amr b. Hacib
el-Malikî de ona katılmıştı. Bu yüzden Melik Salih İsmail her ikisini de
Dımaşk'tan sürgün etmişti. Ebu Amr, Kerek sahibi Nasır Davud'un yanıma gitmiş,
Nasır Davud ona ikramda bulunmuştu. İbn Abdüsselam ise Mısır sahibi
Melikü's-Salih Eyyub b. Kâmü'in yanına gitmiş, Melikü's-Salih Eyyub da ona
ikramda bulunmuş, onu Mısır kadılığına ve Camiü'1-Atik hatipliğine atamıştı.
Sonra bu iki görevi de ondan almış, onu Salihiye müderrisliğine tayin etmişti.
Abdülaziz b. Abdüsselam bu sene cemaziyelevvel ayının onunda seksen küsur
yaşında vefat etti. Ertesi sabah Sefhü'l-Mukattam mezarlığına defnedildi.
Cenazesinde Sultan Zahir ve büyük bir kalabalık hazır bulundu. Yüce Allah
kendisine rahmet etsin. [57]
Ömer b. Ahmed b.
Hibetüllah b. Muhammed b. Hibetüllah b. Ah-med b. Yahya b. Züheyr b. Harun b.
Musa b. İsa b. Abdullah b. Muhammed b. Ebi Cerade Amir b. Rebia b. Huveylid b.
Avf b. Amir b. Ukayl el-Halebî el-Hanefî Ebül-Kasım b. Adim el-Emir el-Vezir
er-Reisü'1-Kebîr. Hicretin 586. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Hadis rivayet
etti. Fıkıh tahsili yaptı. Fetva verdi. Ders verdi. Kitap tasnif etti. Birçok
ilimlerde önderdi. Defalarca, halifelere ve meliklere elçi olarak gönderildi.
Güzel yazı yazardı. Yaklaşık kırk ciltlik çok faydalı bir eser olan Halep
tarihini tasnif etti. Hadis uzmanıydı. Yoksullara ve salih kimselere çokça
ihsan eder, onlara hüsnüzan beslerdi. Nasıriye devletinin son zamanlarında
Dınıaşk'ta ikamet etti. Bu sene Mısır'da vefat etti. Sefhü'l-Mukattam
mezarlığına defnedildi. Abdülaziz b. Abdüsselam'dan on gün sonra vefat
etmişti. Kutbeddin onun güzel şiirlerinden bir kısmını nakletmiştir. [58]
Yusuf b. Yusuf b.
Selame b. İbrahim b. Hasan b. İbrahim b. Musa b. Cafer b. Süleyman b. Muhammed
el-Kakanî ez-Zeynebî b. İbrahim b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b.
Abdülmuttalip Muhiddin Ebül-Muiz (Ebü'l-Mehasin de denilirdi) el-Haşimi
el-Abbasî el-Havselî. İbn Zeblak adıyla da bilinirdi. Şairdi. Bu sene Tatarlar
Musul'u zaptettiklerinde onu öldürdüler. Öldürüldüğünde elliyedi yaşındaydı.
Şiirlerinden biri şöyledir:
«Gözlerinin büyüsünden
bize bir uyuklama gönderdin.
Uykumuz kaçtı. Uykuyu
bizden uzaklaştırdı. Kirpiklerimizin yumulmasına engel oldu.
Bedenime senin
böğürünün zayıflık ve inceliğinin güzelliğini gösterdi.
Her şeyi ona anlattı,
ama ince manayla daha fazla şeyleri bildirdi.
Doğan sabah güneşini
utandıracak güzel bir yüzü bize gösterdin.
Endamının güzelliğiyle
yarış atlarını dahi aciz bıraktın ey yumuşak ve ince dal!
Kardeşin dolunaya bir
geceyi anlattım ki,
Mehtapta ışık
saçıyordun.
Çünkü mehtap ve
aydınlık yaşça birbirlerine benzerler.»
Bir yere çağırılmıştı.
Gitmemek için özür dileyerek şu iki beyiti yazıp davet sahiplerine gönderdi:
«Ben evimdeyim say ki,
Allah bana bir arkadaşı, bir çalgıcıyı ve bir
sofrayı bahsetmiştir.
Size gecikip gelmemek
için özür beyan edildi.
Hiç işi olmayan kimsenin
meşguliyetinin oluşu gibi utanılacak bir şeyi Özür olarak gösterdiler.»
Ebu Şame'nin ifadesine
göre Yusuf b. Yusuf b. Selame, bu sene ce-maziyelahir ayının onikisinde vefat
etmiştir. [59]
Tavü adıyla meşhur
olmuştur. Dinî duyguları zayıf, namaz kılmayan bir kimseydi. Cedel ilmine
kıskanılacak derecede vakıftı. Müteah-hirinin ıstılahına göre hilaf ilminden de
çok iyi derecede anlardı. Faydalı olmayan hususlarda uzmanlaşmıştı. Bu sene
vefat etti. [60]
Hayırlı ve dindar bir
kimseydi. Kitaplarını başkalarına emaneten verirdi. Sürekli hadis dinlemekle
meşguldü. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [61]
Bu sene başında Şam ve
Mısır beldelerinin sultanı Zahir Bay-bars'tı. Şam'da onun naibi Akkuş en-Necibî
görev yapıyordu. Dımaşk kadısı, İbn Hallikan'dı. Dımaşk'ın veziri ise îzzeddin
b. Vedaa idi, Müslümanların halifesi yoktu. Paralar, katledilen Müstansır'm adına
basılmaktaydı. [62]
Ahmed b. Emir Ebu Ali
el-Kubbî b. Emir Ali b. Emir Ebu Bekir b.
İmam el-Müsterşid
Billah Emirü'l-Mü'minin Ebu Mansur el-Fadl b.
İmam el-Müstazhir
Billah Ahmed el-Abbasî el-Haşimî. Bu sene muharrem ayının ikisinde perşembe
günü Sultan Zahir, emirler ve diğer devlet erkânı, Cebel kalesinin büyük
eyvanında oturdular. Halife Hakim Bi-emrillah bineğine binmiş olarak oraya
geldi, eyvanın yanında indi. Nesebi tespit edildikten sonra sultanın yanında
kendisine bir halı serildi. Üzerine oturdu. Sonra nesebi insanlara okundu.
Bunun ardı sıra Sultan Zahir Baybars yanma gidip ona bey'at etti. Sultanın
ardısıra diğerleri de ona beyitlerini sundular. O gün görülmeğe değer muazzam
bir gündü. Bey'atm ikinci günü olan cuma gününde halife insanlara bir hutbe
irâd etti, Hutbesinde şunları söyledi:
«Abbas ailesi için
güçlü bir rüknü ortaya koyan, kendi katından onlara yardımcı bir sultan
gönderen Allah'a hamd olsun. Sevinçte ve tasada Rabbime hamd eder, bahşettiği
bunca nimetlerden ötürü kendisine layıkıyla şükredebilmem için bana gerekli
gücü vermesini diler, savaşta düşmanları yenebilmemiz için bize zafer nasip
etmesini temenni ederim. Kendisinden başka ilâh bulunmayan ortaksız Allah'ın
varlığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim. Allah,
Muhammed'e, onun âline ve hidayet yıldızları olup izlerinden gidilecek imamlar
olan ashabına, özellikle Hulafa-i Raşidin'e ve Abbas'a salât-ü selâm eylesin. O
Abbas ki, Rasûlullah'm gam ve kederini gidermiştir. Efendilerimiz olan
halifelerin dedesidir. Allah'ın salât-ü selâmı diğer sahabilere ve kıyamet
gününe kadar güzel yola tâbi olan kimselere de olsun.
Ey insanlar! Bilesiniz
ki imamet (halifelik), İslâm'ın farzlarından bir farzdır. Cihad bütün halka
yüklenmiş zorunlu bir görevdir. Cihad bayrağı ancak kulların sözbirliği
etmeleriyle ayakta durabilir. Haramlar işlenmedikçe ırzlar kirletilmez.
Cürümler irtikab edilmedikçe kanlar akıtılmaz. İslâm düşmanlarının İslâm
ülkesine girdiklerini, Müslümanların kanlarım akıttıklarını, mallarım
yağmaladıklarını, adamları ve çocukları öldürdüklerim, çocukları ve kızları
esir aldıklarını, çocukları anneden ve babadan yoksun bırakıp öksüz hale
getirdiklerini, hilafetin haremini kirlettiklerini, o uzun günde insanların
korkudan ötürü çığlıklarının yükseldiğini, nice yaşlı kimselerin vücutlarından
akan kandan ötürü ak saçlarının ve sakallarının kana boyandığını, nice çocukların
ağladıkları halde merhamet görmediklerini gördüğünüz zaman ey Allah'ın
kulları, gayrete gelin, birlik olun cihad farizasını yerine getirin. Gücünüz
yettiğince Allah'a karşı takvalı olun. «Allah'ın buyruklarını dinleyin. İtaat
edin; kendinizin iyiliğine olarak mallarınızdan sarfedin. Nefsinin
tamahkârlığından korunan kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.»
(et-Teğabün; 16).
Din düşmanlarına karşı
tembelce oturmanın ve Müslümanları himaye etmekten kaçınmanın mazereti artık
kalmamıştır. İşte din ve dünyanın rüknü olan muzaffer bir mücahid, alicenap,
alim ve adil bir sultan olan Melikü'z-Zahir, yardımcıların azlığı anında
hilafete destek vermek üzere harekete geçmiştir. Ülkenin kontrolünü ellerine
geçirdikten sonra küfür askerlerini ülkeden kovmuştur. Onun himmeti sayesinde
halifeye usulüne uygun olarak bey'at edilmiştir. Abbasi devleti onun
vasıtasıyla büyük bir orduya kavuşmuştur. Ey Allah'ın kulları! Bu nimete karşı
şükretmek için hemen harekete geçin. Niyetinizi halis tutunuz ki zafer
bulaşınız. Şeytanın dostlarıyla savaşın ki muzaffer olasınız. Ortada cereyan
eden hadiseler sizi korkutmasın. Savaş değişebilir, ama akibet takva
sahiplerinin lehine olacaktır. Zaman iki andır. Biri sizin lehinize, diğeri
başkasının lehine olandır, ama sevap mü'minlerindir. Allah işinizi hidayet
yolunda kolaylaştırsın. İman sayesinde zaferinizi güçlendirsin. Kendim için ve
diğer Müslümanlar için Allah'tan mağfiret diliyorum. Allah'tan siz de mağfiret
dileyin. Çünkü o bağışlayan ve merhamet edendir.» Bundan sonra hutbenin ikinci
bölümünü de okudu. Minberden inip namaz kıldırdı.
Adına hutbe okunması ve
sikke basılması için halife Hakim Biem-rillah'a bey'at edildiği, ülkenin her
tarafına bildirildi.
Ebu Şâme dedi ki:
«Dımaşk Camii'nde ve diğer camilerde bu sene muharrem ayının onaltısmda cuma
günü halife Hakim Biemrillah adına hutbe okundu. Bu, Abbasilerin otuzdokuzuncu
halifesi idi. Seffah ve Mansur'dan sonra bundan başka babası ve dedesi halife
olmayan bir Abbasî, halifeliğe geçmiş değildi. Sadece babası halife olmayan
Abbasi halifeleri ise çoktur. Örneğin Müstain Ahmed b. Muhammed b. Mu'ta-sım,
Mu'tedid b. Talha b. Mütevekkil, Kadir b. İshak b. Muktedir ve Muktedî b.
Zahîre b. Kaim Biemrillah bunlardandır.» [63]
Melik Zahir Muzaffer,
askerleriyle birlikte Mısır'dan Kerek'e doğru hareket etti. Kerek sahibi Melik
Muğis Ömer b. Axl.il Ebu Bekir b. Kâmil'i yanma çağırdı. Binbir uğraşıdan sonra
Muğis Ömer, yanma gelince, Zahir onu tutukladı ve Mısır'a gönderdi. Bu, onunla
son görüşmesi oldu. Çünkü Melik Muğis Ömer, Şam'a yeniden baskın yapması için
Hu-laguhan'a mektup yazmış ve onu bu işe kışkırtmıştı. Tatarlar da ona, yerinde
sebat etmesi ve Kerek naibliğinde kalması için mektup yazmışlardı. Mısır
diyarını fethetmek üzere 20.000 askerle oralara geleceklerini bildirmişlerdi.
Melik Zahir, onun öldürülmesinin caiz olduğuna dair fa-kihlerin fetvalarını
çıkarıp Dımaşk'|an yanına davet ettiği İbn Halli-kan'a gösterdi. Bu fetvaları
bir grup ümeraya da gösterdikten sonra yoluna devam etti. Cemaziyelevvel
ayının onüçünde cuma günü Kerek şehrini teslim aldı. Oraya büyük bir debdebe ve
azametle girdi. Sonra da muzaffer ve güçlenmiş olarak Mısır'a döndü.
Bu sene Berekehan'ın
elçileri, Melik Zahir'e gelip ona şu mesajı ilettiler:
«Benim İslâm'a olan
sevgimi biliyorsun. Hülagu'nun Müslümanlara neler yaptığını da biliyorsun. Sen
Mısır'dan hareket edip falan yere gel. Ben de oraya geleceğim ki, el birliği
ederek Hülagu'nun kökünü kazıyıp, onu ülkeden kovalım ve onun elinde bulunan
İslâm beldelerinin tümünü sana geri vereyim.»
Melik Zahir onun bu
görüşünü uygun buldu. Ona teşekkür etti. Elçilerine hil'at giydirip ikramda
bulundu.
Bu sene Musul'da büyük
bir deprem meydana geldi. Musul'un evlerinin çoğu yıkıldı.
Bu sene ramazan ayında
Melik Zahir; ağaç, alet ve birçok malzeme hazırladı. Yangında yanan Rasûlullah'm
mescidini onarmaya karar verdi. Bu tahtaları, malzemeleri ve aletleri, Mescid-i
Nebevî'nin şanını yüceltmek ve sevincini ortaya koymak gayesiyle Mısır'da
dolaştıktan sonra Medine-i Nebevî'ye gönderdi.
Bu sene şevval ayında
Melik Zahir İskenderiye'ye gitti. Şehrin durumunu inceledi. Kadı ve Hatip
Nasirüddin Ahmed b. Münir'i azledip yerine bir başkasını atadı.
Bu sene Berekehan ile
Hülagu karşı karşıya geldiler. Herbirinin maiyetinde çok sayıda asker vardı.
Savaştılar. Cenâb-ı Allah, Hüla-gu'yu feci bir bozguna uğrattı. Adamlarının
çoğu öldürüldü. Geride kalanlar da boğuldu. Kendisi az sayıda bir toplulukla
kaçtı. Allah'a hamd olsun. Berekehan, öldürülen Tatarların çokluğunu görünce
«Moğolların birbirlerini Öldürmeleri çok ağrıma gidiyor, ama Cengizhan'm
yasalarını değiştiren bir adamdan kurtulmanın da başka çaresi yoktu» dedi.
Sonra Kostantiniye'ye hücum etti. Kostantiniye kralı onunla barış yaptı. Melik
Zahir de Berekehan'a büyük hediyeler gönderdi. Seyfeddin et-Türkî Halep'te
Hakim lakabını taktığı başka birini hilafete geçirmişti.Müstansır'ın yanından
geçerken onu da alıp birlikte Irak'a doğru yola koyulmuş ve Müslümanların
maslahatı gereği onunla ittifak etmiş idi. Yaşça kendisinden daha büyük olduğu
için Hakim, Müstansır'ın halifeliğini kabul etmişti. Allah'a hamd olsun. Fakat
yolda gittikleri sırada Tatarlardan bir grup karşılarına çıkarak
beraberlerindeki adamların bir kısmım öldürdüler, düzenlerim bozdular,
topluluklarını dağıttılar. Bu kargaşada Müstansır da hayatım kaybetti. Hakim de
Bedevilerden bir grupla birlikte kaçtı. Sözünü ettiğimiz Müstansır, bir çok
beldeleri Şam'dan Irak'a giderken fethetmişti. Bahadır, Bağdat şahneliği için
onunla savaşırken Müstansır onu bozguna uğratmış ve onun adamlarının çoğunu
öldürmüştü. Fakat Tatarlardan pusuda yatan biri yardıma gelip Bedevileri ve
Müstansır'm maiyetindeki Kürtleri bozguna uğratmıştı. Bunlar kaçıp gidince
Müstansır, beraberindeki birkaç Türkle birlikte kalmıştı. Ancak bunların da
çoğu öldürüldü. Kendisi de arada kayboldu. Hakim ise bir grup adamıyla
birlikte kaçıp kurtuldu. Bu hadise, hicretin 660. senesinin muharrem ayı
başında meydana gelmişti. Bu durum, askerlerinin çokluğuyla birlikte Irak
diyarının içlerine daldığı zaman Hz. Hüseyin'in başına gelen duruma ne kadar
da çok benzemektedir. Aslında en uygun olan, Halife Müstansır'ın işler yoluna
girinceye dek Şam'da kalmasıydı, ama Cenâb-ı Allah'ın takdiri böyleydi. Her zaman
O'nun dilediği olur.
Sultan Melikü'z-Zahir
Dımaşk'tan bir orduyu Haçlı beldelerine şevketti. Bu ordu oralarda baskınlar
düzenledi. Haçlıların bir kısmını öldürdü. Bir kısmını esir aldı ve salimen
geri döndü. Haçlılar ondan barış talebinde bulundular. Halep ve kazalarıyla
meşgul olduğu için Sultan Melik Zahir onlarla bir süre için geçerli olacak bir
barış antlaşması imzaladı. Bu sene şevval ayında Mısır kadısı Taceddin b.
Bintü'l-E'azz'ı azledip yerine Burhaneddin Hızır b. Hüseyin es-Sincarî'yi
atadı. Dı-maşk kadısı Necmeddin Ebu Bekir b. Sadreddin Ahmed b. Şemseddin b.
Hibetüllah b. Sünniyyü'd-Devle'yi de azlederek yerine Şemseddin Ahmed b.
Muhammed b. İbrahim b. Ebu Bekir b. Hallikan'ı atadı. Bu zât, Kahire'de uzun
bir süre Bedreddin es-Sincarî'ye vekillik yapmıştı. Sultan Melik ez-Zahir,
Dımaşk kadılığı görevine ek olarak ona vakıfların nazırlığını, Emevî Camii ile
hastahanenin idareciliğini; Adiliye, Nasıri-ye, Azraviye, Felekiye, Rükniye,
İkbaliye ve Behnesiye medreselerinin müderrisliğini de verdi. Atama fermanı
arefe gününe dek gelen bir cuma gününde namazdan sonra Dımaşk Camii'nin Kemali
eyvanında okundu. Azledilen Kadı Necmeddin Ebu Bekir ise gözetim altında
Dı-maşk'ı terk etti. Şeyh Ebu Şâme, azledilen Kadı Necmeddin Ebu Bekir'i
eleştirmiş ve onun kendisine emanet olarak bırakılan altın paralan inkâr edip
yerlerine fülus koyduğunu söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir. Onun kadılığı
bir yıl ve birkaç ay sürmüştü.
Bu sene bayram gününde
(cumartesi günü) Sultan Melikü'z-Zahir Mısır'a gitti. İsmaililerin elçisi
Dımaşk'ta bulunduğu bir sırada Sultan Melik Zahir'e gelip onu tehdit etmiş ve
ondan birçok arazileri ikta olarak İsmaililere vermesini istemişti. Bunun
üzerine sultan onlarla çarpıştı. Nihayet köklerim kazıdı ve beldelerini eline
geçirdi.
Bu sene rebiyülevvel
ayının yirmialtısında Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz Muhammed
b. Zahir Gazi b. Nasır Selahaddin Yusuf b. Eyyub b. Sadî'nin taziyet töreni
yapıldı. Bu tören, Mısır'ın Cebel kalesinde düzenlendi. Bunun yapılmasını
Sultan Zahir Rükneddin Baybars emretmişti. Çünkü Tatar hanı Hülagu'nun
Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz'i öldürdüğü haberini almıştı.
Öldürülen Meli-kü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz, bir süreden beri Hülagu'nun
elinde bulunuyordu. Hülagu, kendi adamlarının Ayn-ı Calut'ta bozguna uğratıldıklarını
duyunca Melikü'n-Nasır Selahaddin Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz'i huzuruna
çağırmış ve ona, «Mısır askerlerine sen mi haber saldın, Ayn-ı Calut'a
gelmelerini sen mi söyledin? Çünkü onlar Moğollarla savaştılar ve Moğolları
bozguna uğrattılar!» diye sordu. Sonra öldürülmesini emretti. Bir rivayette
anlatıldığına göre de Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf ondan özür
dilemiş ve Mısırlıların kendisine düşman olduklarını söylemiş, bunun üzerine
Hülagu onu afTetmiş-ti. Ancak Hülagu'nun yanındaki rütbesi de düşmüştü. Sonra
onun hizmetinde bulunmuş, ikram görmüştü. Hülagu, Mısır'ı ele geçirdiği takdirde
kendisini Şam'da naib olarak görevlendireceğini vaat etmişti, ancak bu sene
Humus savaşında Hülagu'nun askerleri ile öncü kuvvetleri komutanı Beydere
öldürülünce Hülagu, Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz'e kızarak
şöyle demişti:
«Aziziye'deki
adamların, babanın emirleridirler» Nasıriye'deki adamların da bizim
adamlarımızı Öldürdüler!» Böyle dedikten sonra onun Öldürülmesini emretti.
Anlatıldığına göre Hülagu onu önünde durdurmuş, ona ok atmış, o da Hülagu'dan af
dilemiş, ancak Hülagu onu affetmemiş, nihayet onu öldürmüştü. Onunla birlikte
öz kardeşi Zahir Ali'yi de öldürmüştü. Ancak bunların çocukları Aziz Muhammed
b. Nasır ile Zübale b. Zahir'i serbest bırakmıştı. Bunlar küçük yaştaydılar.
Adem oğullarının en güzelleri ve en hoş sûretlileriydiler. Aziz, Tatarların
esareti altında oracıkta ölmüştü. Zübale ise Mısır'a gitmiş, orada rahat bir
hayat yaşamıştı. Annesi, Vechü'l-Kamer adındaki bir cariye idi. Üstadının
öldürülmesinden sonra emirlerden biri Vechül-Kamer'le evlendi. Bir rivayette
anlatıldığına göre ise Hülagu, Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b.
Aziz'in Öldürülmesini isteğinde, birbirine uzak olan dört ağacın tepelerinin
birbirine yaklaş tınlmasını ve bu halde bir iple bağlanmasını emretmiş, sonra
Nasır'ın iki eliyle iki ayağından her birini bir ağaca bağlatmış, sonra da
ağaçlan birbirine bağlayan ipi çözmüş, ağaçlardan her biri kendi merkezine
çekilmişti. Çekilirken de Nasır'ın kendisine bağlı olan elini veya ayağım
koparıp almıştı. Allah, Nasır'a rahmet etsin.
Zayıf bir rivayette
anlatıldığına göre bu hadise hicretin 658. senesin şevval ayının yirmibeşinde
cereyan etmiştir. Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz, hicretin 627.
senesinde Halep'te doğmuştu. Babası, hicretin 634. senesinde vefat edince
Halepte yedi yaşındayken kendisinin sultanlığına bey'at edilmişti. Memleket
idaresini babasının kölelerinden bir grup üstlenmişti. Ancak yönetimde söz
sahibi, ninesi Üm-mü Hatun binti Adil Ebu Bekir b. Eyyub'tu. Bu hatun, hicretin
640. senesinde vefat edince Nasır müstakil sultan oldu. İdaresi güzeldi, halka
iyi davranırdı. Halk tarafından çok sevilirdi. Çokça ihsanlarda bulunurdu.
Özellikle Halep'le birlikte Dımaşk'ı, Baalbek'i, Harran'ı ve Cezire
beldelerinin büyük bir kısmını eline geçirdiğinde çok cömert bir insan haline
gelmişti. Anlatıldığına göre her gün 400 baş koyun kestirerek büyük bir
ziyafet sofrası kurdururdu. Bu sofrada çeşitli yiyecekler, kızartmalar,
haşlamalar bulundurulurdu. Bir günlük sofranın masrafı 20.000 dirhemi bulurdu.
Masrafın büyük bir kısmını kendi parasıyla Öderdi. Kendisi de hemen hemen bu
sofradan birşey yemezdi. Aşhanede yapılan yemekler, kale kapısında çok ucuz
fiyata satılırdı. Hatta birçok ev sahipleri kendi evlerinde yemek yapmazlar,
gelip çok ucuza bu yemekleri satın alırlardı. Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin
Yusuf b. Aziz'in zamanında erzak boldu, Ve her tarafta bulunurdu. Kendisi şakacı,
zarif, şekli güzel, yakışıklı ve edebiyatla ilgilenen bir kimseydi. Güzel
manalar içeren kuvvetli ifadelerle bezenmiş şiir söylerdi. Şeyh Kutbed-din,
ez-Zeyl adlı eserde onun yüksek manalar içeren şiirlerinden bir kısmını
nakletmiştir. Meşrik diyarında öldürüldü. Oraya defnedildi. Kendisi için
Kasyun dağı eteklerinde yaptırmış olduğu hankâhında bir türbe hazırlamıştı. Ancak
oraya defni mukadder olmadı. Nasıriyetü'1-Ber-raniye binası, Kasyun dağı
eteklerindeki en garip ve en güzel binalardandır. Sağlam ve müstahkem bir yapı
olup Efrem Camii'nin kıble tara-findadır. Ancak Efrem Camii'nden uzun bir süre
sonra inşâ edilmiştir. Babü'l-Feradis dahilinde yaptırdığı
Nasıriyetül-Cevvaniye medresesi de en güzel medreselerdendir. Zincarî
karşısındaki büyük hanı da kendisi yaptırmıştır. Sonra orası yemekhaneye
dönüştürülmüştür. Daha önce yemekler kalenin batısındaki sultan tavlasında
hazırlanmaktaydı. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [64]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/358
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/358.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/358.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/359.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/359.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/360.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/360.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/360-361.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/361.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/361-367.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/367-374.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/374-375.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/375.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/376.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/377.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/377.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/377-378.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/378.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/378.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/380.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/380-381.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/382.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/382-383.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/383.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/383-384.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/384.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/384.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/384.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/385.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/385.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/385.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/386.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/387-388.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/388-392.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/392-394.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/394-395.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/395.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/395.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/395.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/395-399.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/399-402.
[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/402.
[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/402-404.
[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/404-406.
[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/406.
[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/406-407.
[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/408.
[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/408-410.
[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/410-411.
[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/411.
[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/411-412.
[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413.
[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/412-413.
[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413.
[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413.
[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413.
[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413-415.
[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/415-419.