Şeyh Şerefüddîn. 2

Şair Emir Seyfeddîn. 2

Bişare B. Abdullah. 2

Kadı Tâceddîn. 3

Melik Nasır. 3

Melik Muiz. 4

Şeceretüddür Binti Abdullah. 4

Şeyh Esad Hibetüllah B. Said. 4

İbn Ebî'l-Hadid El-Irakî 5

Hicretin Altıyüzellialtıncı Senesi 5

Hicretin Altıyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 9

Zamanın Halîfesi Müstasım Bîllah. 9

Fasıl 15

Fasıl 15

Sarsarî El-Madih. 16

Divan Sahibi Bahâ Züheyr. 17

Hafız Zekiyyüddin El-Münzirî 17

Nur Ebu Bekir B. Muhammed B. Muhammed B. Abdülazîz. 17

Rafızî Vezir İbn Alkamî 18

Muhammed B. Abdüssamed B. Abdullah B. Haydere. 18

Kurtubî 18

Kemal İshak B. Ahmed B. Osman. 19

Îmad Davud B. Ömer B. Yahya. 19

Alî B. Muhammed B. Hüseyin. 19

Şeyh Alî Abid El-Habbaz. 19

Muhammed B. Îsmaîl B. Ahmed B. Ebî'l-Ferec. 19

Ebu Abdîllah El-Makdisî 19

Musul Sahibî Bedreddîn Lü'lü. 19

Melikü'n-Nâsır Davud El-Muazzam.. 20

Hicretin Altıyüzelliyedînci Senesi 21

Melik Muzaffer Kutuz'un Başa Geçmesi 22

Hicretin Altıyüzelliyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 22

Sadrîye Vakfının Sahibi Sadreddin Es'ad B. Mencad. 22

Şeyh Yusuf El-Akminî 22

Muhaddis Şems Ali B. Şebbî 23

Şatîbîye'nîn Sarihi Ebu Abdillah El-Fasî 23

Bedir Müfaddal'ın Kardeşi Necm.. 24

Sadeddîn Muhammed B. Şeyh Muhiddîn B. Arabî 24

Seyfeddin B. Sabüre. 24

Necîb B. Şuayşiaed-Dımaşkî 24

Hicretîn Altıyüzellîsekîzînci Senesi 25

Tatarların Dımaşk'ı Zaptetmeleri Ve Kısa Sürede Burayı Kaybetmeleri 25

Ayn-I Calut Savaşı 27

Melik Zahir Baybars El-Bendakdarî'nin Sultanlığı 29

Hicretin Altıyüzellisekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 31

Kadilkudat Sadreddin Ebü'l-Abbas B. Sünniyyü'd-Devle. 31

Mardin Valisi Melik Said. 32

Melik Said Hasan B. Abdülaziz. 32

Abdurrahman B. Abdürrahîm B. Hasan. 32

Melik Muzaffer Kutuz B. Abdullah. 32

Şeyh Muhammed Fakih El-Yoninî 35

Muhammed B. Halil B. Abdülvehhab B. Bedir. 37

Hicretin Altıyüzellidokuzuncu Senesi 38

Müstansır Bîllah Ebü'l-Kasım Ahmed B. Emîrü'l-Mü'minîn Ez-Zahir'e Hilafet Bet 39

Atının Yapılması 39

Halife Müstansır Billahtn Melik Zahir'e Saltanat Alametlerini Takması 40

Halîfenin Bağdat'a Gidişi 41

Hicretin Altıyüzaltmışıncı Senesi 41

Hakim Bîemrillah El-Abbasî'nîn Hilafeti 42

Hicretin Altıyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 43

Halîfe Müstansır B. Zahir Biemrillah El-Abbasî 43

Nahivci Ve Lügatçı İzz Ed-Darir. 44

Abdülaziz B. Abdüsselam.. 44

Kemaleddîn B. Adîm El-Hanefî 45

Yusuf B. Yusuf B. Selame. 45

Bedir El-Merağî El-Hilafî 46

Muhammed B. Davud B. Yakut Es-Sarimî Muhaddisti. Birçok Tabakat Kitabı Ve Başka Eserler Yazdı. 46

Hicretin Altıyüzaltmışbirinci Senesi 46

Hakim Bi-Emrillah Ebi'l-Abbas'ın Hilafeti 46

Melik Zahirin Kerek'i Zaptetmesi Ve Kerek Sahibini İdam Etmesi 47

 

Şeyh Şerefüddîn

 

Şeyh Şerefüddin Muhamnıed b. Ebi'1-Fadl el-Mirrisî. Faziletli, mu­hakkik, araştırmacı, işini sağlam yapan, çokça hac eden, ekâbir nezdin-de itibarlı olan bir kimseydi. Çok kitap edinmişti. En fazla Hicaz'da ika­met ederdi. Oraya vardığında Hicaz'ın önde gelen kişileri ve reisleri kendisine saygı gösterirlerdi. Orta yollu bir hayat sürerdi. Bu sene rebi­yülevvel ayının ortasında Ariş ile Darum arasındaki Za'ka mıntıkasın­da vefat etti. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [1]

 

Şair Emir Seyfeddîn

 

Asıl adı Ali b. Ömer b. Kızıl olup Dımaşk'ta yaşamıştır. Divan sahi­bi, meşhur şairlerdendir. Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş, ona durumunu sormuş, o da cevaben şu şiiri okumuştu:

«Beni mezar çukuruna ve darlığına naklettiler.

Günahlarımın beni tökezletmesinden korkuyordum.

Şefkatli ve merhametli Rahman ve O'nun nimetleriyle karşılaştım.

Beni korktuğum şeylerden korudu ve bana rahmet suyunu içirdi.

Ölüm anında Allah'ın kendisim affedeceğine güzelce inanıp hüsnü zan sahibi olan kimse için,

Tabii ki af daha uygun ve lâyıktır.» [2]

 

Bişare B. Abdullah

 

Ermeni asıllıdır. Asıl adı Bedreddin'dir. Katiplik yapmıştır. Şebe-lü'd-Devle el-Muazzemî'nin azatlısıdır.

Kindî'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Güzel yazx yazardı. Efen­disi onu kendi vakıflarının nazın olarak görevlendirdi. Bu görev kendi­sinden sonra zürriyetinin eline geçti. Onlar, günümüze kadar Şebeliye vakıflarının nazırlığını yapmaktadırlar. Bişare b. Abdullah, bu sene ra­mazan ayının ortasında vefat etti. [3]

 

Kadı Tâceddîn

 

Ebu Abdillah Muhammed b. Kadükudat Cemaleddin el-Mısrî. Ba­basına naiblik yaptı ve Şamiye medresesinde ders verdi. Şiir yazardı. Şi­irlerinden biri şudur:

«Ağzımı onun ağzına dayayıp peçe yaptım.

Bunu bilerek yaptığımda, onun ön dişlerinin arasından içki damla­cıkları süzüldüğünü gördüm.

Dönüp bana yalan söyleyerek şöyle dedi: Sen fıkıhta imamsın, be­nim tükürüğüm dahi içkidir. Sana göre ise içki haramdır.» [4]

 

Melik Nasır

 

Melik Nasır Davud b. Muazzam İsa b. Adil. Babasından sonra Dı-maşk'a hakim oldu. Daha sonra burası amcası Eşref tarafından onun elinden alındı. Bundan sonra kendisi sadece Kerek ve Nablus'a sahip ol­du. Sonra durumlar onu değiştirdi. Başından çok uzun maceralar geçti. Nihayet elinde hiçbir yer ve mahal kalmadı. 100.000 dinara yakın bir emaneti halife Müstansır'm yanına bıraktı. Halife Müstansır daha son­ra bu emaneti inkâr etti ve ona geri vermedi. Melik Nasır Davud; fesa­hat sahibi, güzel şiir yazan, birçok faziletleri şahsında taşıyan bir kim­seydi. Fahr-i Razî'nin öğrencisi Şems Hüsrevşahî'den kelam ilmini öğ­rendi. Felsefeyi de iyi bilirdi. Şayet doğru ise akidesinin bozukluğuna delalet eden bazı şeyler kendisinden nakledilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Anlatıldığına göre Müstansıriye medresesinde hicretin 632. sene­sinde verilen ilk derste kendisi de hazır bulunmuştur. Şairler Müstan-sır'ı birçok kasidelerle methetmişlerdi. Şairin biri bir kasidesinde şöyle demişti:

«Eğer ilk halifenin seçildiği Sakif oğulları yurdundaki seçim gü­nünde sen hazır bulunsaydm ey Müstansır!

Mutlaka büyük imam olarak sen öne geçirilirdin!»

Nasır Davud şaire dönüp: «Sus! Yanlış konuşuyorsun. Çünkü mü'minlerin emirinin dedesi Abbas o gün orada hazır bulunuyordu. Öne geçirilmedi. Büyük imam sadece Ebu Bekir Sıddîk (r.a.) oldu.» Halife de ona dönüp, «Doğru söyledin» diye karşılık verdi. Bu, onun hakkında nakledilen en güzel menkibelerdendir. Yüce Allah kendisine rahmet et­sin. Melik Nasır Davud'un durumu gittikçe geriledi. Nihayet Nasır b. Aziz, amcası Mecdüddin Yakub'a ait Büveyda köyünün ona verilmesi için bir ferman yazdı. Bu sene Büveyda köyünde vefat etti. İnsanlar ce­nazesinde toplandılar. Cenazesi Büveyda köyünden alınıp Dımaşk'a ge­tirildi. Cenaze namazı kılındı ve Kasyun mezarlığına babasının yanına defnedildi. [5]

 

Melik Muiz

 

Melik Muiz İzzeddin Aybek et-Türknıanî. Türklerin ilk hükümda­rıdır. Salih Necmeddin Eyyub b. Kâmil'in en büyük kol el erindendir. Dindar, iffetli, muhafazakâr ve cömert bir kimseydi. Yedi sene kadar hüküm sürdü. Sonra Zevcesi Şeceretü'd-Dür Ümmü Halil onu öldürdü. Kendisinden sonra yerine oğlu Nureddin Ali geçti ve ona Melikü'1-Man-sur lakabı takıldı. Melikü'l-Mansur'un memleket işlerini babasının kö­lesi Seyfeddin Kutuz yürütüyordu. Bir süre sonra Melikü'l-Mansur, Seyfeddin'i azledip müstakil hükümdar oldu. Bir sene kadar böyle de­vam etti. Muzaffer lakabını aldı. Ayn-ı Calut mıntıkasında Tatarları bozguna uğrattı. Bütün bunları Önceki kısımlarda detaylı olarak anlat­mıştık. Bunlara ileride de değineceğiz. [6]

 

Şeceretüddür Binti Abdullah

 

Halil'in annesi (Ümmü Halil) adıyla meşhur olmuştur. Türktür. Melik Salih Necmeddin Eyyub'un gözdelerindendi. Oğlu Halil'i bu ha­tun doğurdu. Çok güzel suretliydi. Ancak Halil küçük yaşta öldü. Şece­retü'd-Dür, hazarda ve seferde Melik Salih Necmeddin'in yanından asla ayrılmazdı. Melik Salih onu çok severdi. Melik Salih'in oğlu Muazzam Turanşah'm öldürülmesinden sonra Şeceretü'd-Dür, Mısır tahtına oturdu. Adına hutbeler okundu, sikkeler basıldı. Fermanlara onun im­zası atıldı. Bu hal üç ay sürdü. Sonra Muiz başa geçti. Mısır'a hakim ol­duktan birkaç sene sonra Muiz, Şeceretü'd-Dür ile evlendi. Daha sonra Muiz'in Musul sahibi Bedreddin Lü'lü'nün kızıyla evlenmek istediğini duyunca Şeceretü'd-Dür, Muiz'i kıskandı. Ona komplo hazırladı. Niha­yet onu öldürdü. Nitekim bu hususu önceki sayfalarda da anlatmıştık. Öldürülen Muiz'in köleleri, Şeceretü'd-Dür'e karşı birleştiler. Onu öl­dürdüler ve çöplüğe attılar. Cesedi üç gün çöplükte kaldı. Sonra Seyyide Nefise'nin mezarının yakınındaki türbesine nakledildi. Kuvvetli bir şahsiyete sahipti. Etrafının çembere alındığını öğrenince kendisine ait birçok nefis ve kıymetli mücevherlerle incileri bir havanda kırarak zayi etti. Bunlar ne kendisine, ne de başkalarına yaradı. Kendisi tahtta iken veziri, Sahip Bahaeddin Ali b. Muhammed b. Süleyman'dı. Bu vezir İbn Hanna adıyla tanınıyordu. Bu, onun ilk mansıbı idi. [7]

 

Şeyh Esad Hibetüllah B. Said

 

Şerefüddin el-Faizî lakabını taşırdı. Melik Faiz Sabiküddin İbra­him b. Melik Âdil'e hizmet ettiğinden Ötürü Faizî lakabını almıştı. Önce­leri Hristiyandı, sonra Müslüman oldu. Çokça sadaka veren, iyilik ve ih­sanda bulunan bir kimse idi. Muiz onu vezirliğe tayin etti. Onun yanında cidden itibarlı bir kimse haline geldi. Muiz ona başvurmadan ve ona danışmadan hiçbir şey yapmazdı. Kendisinden önce Kadı Taceddin b. Bintü'l-A'azz vezirlik yapmıştı. Taceddin'den önce de Kadı Bedreddin es-Sincarî bu görevi yürütmüştü. Bütün bunlardan sonra vezirlik ma­kamına sözünü ettiğimiz Şeyh Esad el-Müselmanî atandı. Muiz ona hi­taben memluk lakabıyla mektup yazardı. Bilahare Muiz Öldürülünce sözünü ettiğimiz Esad tahkir edildi. Şaki bir insan haline geldi. Emir Seyfeddin Kutuz onun devlete 100.000 dinar ödeyeceğine dair imzasını aldı. Bahaeddin Züheyr b. Ali onu hicvedip şöyle dedi:

«Allah Esad Hibetullah b. Saide ve babasına lanet etsin. Daha aşağı derecelere indirerek oğullarına da lanet etsin. Peşpeşe her birine lanet etsin.»

Bütün bunlardan sonra Esad Hibetullah b. Said öldürüldü ve Kura-fe mezarlığına defnedildi. Kadı Nasirüddin b. Münir onun için bir mersi­ye yazdı. Bu mersiyede cidden fasih ve yüksek manalar içeren methiye­ler ve güzel şiirler vardı. [8]

 

İbn Ebî'l-Hadid El-Irakî

 

Asıl adı Abdülhamid b. Hibetullah b. Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin Ebu Hamid b. Ebi'l-Hadid İzzeddin el-Medainî'dir. Meşhur şair ve yazarlardan olup aşın derecede Şiî'ydi. Nehcü'l-Belağa adlı eseri yir­mi ciltte şerhetmiştir. Hicretin 586. senesinde Medain'de doğdu. Sonra Bağdat'a geldi. Orada halife divanmdaki katipler ve şairler arasına ka­tıldı. Vezir îbn Alkamî'nin yanında itibar sahibi oldu. Şiîlik bakımından aralarında yakınlık, münasebet ve benzerlik vardı. Edebiyat ve fazilette de birbirlerine yakın idiler. İbn Sâî onun yüksek manalar içeren güzel birçok methiye ve şiirlerini nakletmiştir. Kardeşi Ebü'l-Meâlî MuvafEa-küddin b. Hibetüllah'tan -her ne kadar diğeri de faziletli ve yüksek bir şahsiyet idiyse de- fazilet ve edep bakımından daha ileri derecede idi. Her ikisi de bu sene vefat ettiler. Yüce Allah ikisine de rahmet etsin. [9]

 

Hicretin Altıyüzellialtıncı Senesi

 

Bu sene Tatarlar, Bağdat'ı zaptettiler. Başta halife olmak üzere halkın çoğunu öldürdüler. Böylece Abbasîler'in devleti yıkıldı, hakimi­yetleri sona erdi.

Bu sene başında Tatarlar, sultanları Hülaguhan'm öncü birlikleri­nin başında bulunan iki komutanın maiyetinde Bağdat'a gelmişlerdi. Musul valisinin onlara gönderdiği takviye askerler, erzak, hediye ve armağanlar da Bağdat'a ulaşmıştı. Musul valisi Bağdatlılara karşı Ta-tarlar'a yardım ediyordu. Bütün bunları Tatarların kendisine zarar ver­mesinden korktuğu ve onlara yaltaklandığı için yapıyordu. Yüce Allah onları kahretsin. Bağdat, Tatarlar tarafından istila edildi. Oraya yüce Allah'ın takdirini geri çeviremeyecek savunma aletleri, mancınık, arra-de ve diğer silahlar kuruldu. Nitekim bir hadis-i şerifte, «Tedbir kaderi geri çevirmez» denilmiştir. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılamaz.» (Nuh, 4). «Bir millet kendini bozmadıkça Allah onların durumunu değiştir­mez. Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah'tan başka hami de bulunmaz.» (er-Ra'd; ıi).

Tatarlar, hilafet sarayım çembere aldılar. Oraya her taraftan ok yağdırdılar. O sırada Halifenin Önünde oynayan ve onu güldüren Arefe adındaki bir cariyeye atılan bu oklardan biri pencereden geçerek isabet etti. Bu cariye halifenin gözdelerindendi. Halifeye bir çocuk da doğur­muştu. Halife buna çok üzüldü, şiddetli bir paniğe kapıldı. Cariyeye isa­bet eden oku eline alıp baktı. Okun üzerinde şunlar yazılıydı:

«Allah, yargı ve kaderini infaz etmek istediğinde akıl sahiplerinin akıllarını giderir!» Bunun üzerine halife tedbirlerin arttırılmasını em­retti. Hilafet sarayının pencerelerindeki perdeler çoğaltıldı. Hülaguhan bu sene muharrem ayının onikisinde 200.000 savaşçisıyla Bağdat'a gel­di. Halifeye karşı son derece öfkeliydi. Çünkü halife, Cenâb-ı Allah'ın takdir edip hükmettiği buyrukları infaz edip gerçekleştirmişti. Şöyle ki: Hülaguhan, Hemedan'dan Irak'a ilk yöneldiği zaman Vezir Müeyye-düddin Muhammed b. Alkamî halifeye, ülkelerine hücum etmesini en­gellemek ve aralarının yumuşamasını sağlamak için Hülaguhan'a kıy­metli hediyeler göndermesini önermişti. Fakat halifenin küçük mabe­yincisi Aybek ile diğerleri bu öneriyi kabul etmeyerek halifeye, «Vezir böyle yapmakla Tatar hanının kendisine gönderdiği hediyelere karşı ona yaltaklanmak istiyor» dediler ve Hülaguhan'a az miktarda hediye gönderilmesini tavsiye ettiler. Halife de ona az miktarda hediye gönder­di ve Hülaguhan bunları küçümsedi, azımsadı ve halifeye, mezkur ma­beyincisini ve Süleymanşah'ı kendisine göndermesi için haber saldı. Ancak halife bu ikisini ona göndermedi. Hülaguhan'a aldırış etmedi. Ni­hayet Hülaguhan'ın Bağdat'a gelişi yaklaştı. Kâfir, facir, zalim ve zorba savaşçıları ile Bağdat'a ulaştı. Sayılan çok olan bu savaşçılar, Allah'a ve ahiret gününe inanmıyorlardı. Doğu ve batı taraflarından Bağdat'ı çem­bere aldılar. Bağdat askerleri ise son derece az ve bir o kadar da zelil idi­ler. Sayıları 10.000 süvariyi dahi bulmuyordu. Süvariler ve diğer asker­ler ikta' arazilerinin başından ayrılıp Bağdat'a geldikleri için sokaklar­da, mescit kapılarında dilenmek mecburiyetinde kalmışlardı. Şairler onlara mersiyeler yazmışlar, Müslümanların ve İslâmiyet'in bu haline üzülmüşlerdi. Bütün bu haller Vezir Ibn Alkamî denen Rafızî'nin tavsi­yesi üzerine meydana gelmişti. Çünkü geçen senede Ehl-i Sünnet ile Rafizîler arasında büyük bir savaş meydana gelmiş, bu savaşta Kerh mıntıkası ile Rafızî mahallesi yağmalanmış, hatta vezirin yakınlarının evleri bile talan edilmişti. Bu yüzden Müslümanlara öfkesi gittikçe şid­detlenmiş, Bağdat'ta bu zamana kadar tarihin yazmadığı, içinde Müs­lümanlara ve İslâm'a karşı feci sonuçlar doğuracak unsurlar bulunan bir plan kurmaya teşebbüs etmişti. Bunun gereği olarak adamları, aile­si, hizmetçisi ve mabeyncileri ile birlikte yola çıktı. Hülaguhan'la buluş­tu. Allah ona lanet etsin. Sonra Bağdat'a döndü. Halifeye, barış için Irak'ın haracını Hülaguhan'la yarı yarıya paylaşarak barış yapmak üzere Hülaguhan'ın huzuruna gitmesini tavsiye etti. Bunun üzerine ha­life de kadı, fakih, sofi, devlet erkânı, ayan ve emirlerden oluşan 700 ki­şilik bir heyetle Hülaguhan'ın yanma gitmek mecburiyetinde kaldı. Hü­laguhan'ın menziline yaklaştığında etrafındaki adamlar dağıldılar. Ya­nında sadece onyedi kişi kaldı. Bunlar da bineklerinden indirilerek baş­tan sona öldürüldüler. Halife, Hülaguhan'ın huzuruna çıktı. Hülagu­han ona birçok şeyler sordu. Anlatıldığına göre halifenin, gördüğü haka­ret ve zorbalıktan ötürü konuşurken dili titremişti. Sonra Hoca Nası-rüddin et-Tusî, Vezir İbn Alkamî ve diğerleriyle birlikte Bağdat'a dön­dü. Halife burada koruma altına alınmış, malına da el konulmuştu. Hi­lafet sarayından altın, ziynet, takı, mücevher ve kıymetli eşyalar alındı. Rafîzîler ve münafıklar topluluğu Hülaguhan'a, halifeyle barış yapma­masını önermişlerdi. Vezir; «Irak haracı yarı yarıya paylaşılarak barış yapılacak olursa, bu barış bir veya iki sene ancak devam edebilir. Sonra durum yine eski haline döner» demişti. Böylece halifeyi öldürme işini Hülaguhan'a hoş göstermişlerdi. Halife, Hülaguhan'ın yanma döndü­ğünde Hülaguhan onun öldürülmesini emretti. Anlatıldığına göre onu öldürmesi için Hülaguhan'a tavsiyede bulunan kişi, Vezir İbn Alkamî ile Mevla Nasireddin et-Tusî imiş. Nasireddin, Hülaguhan'm yanında bulunuyordu. Hülaguhan, daha önce onu hizmetinde çalıştırmıştı. O, Alamut kalelerinin alınmasında hayli yararlılık göstermiş ve bu kalele­ri îsmailîler'in elinden almıştı. Nasireddin, Şemsü'ş-Şümus'un ve baba­sının, daha önce de Alaeddin b. Ceialeddin'in vezirliğini yapmıştı. Bun­lar Nizar b. Müstansır el-Ubeydî'ye mensup idiler. Hülaguhan, danış­man bir vezir olarak Nasireddin'i hizmetine almıştı. Hülaguhan, halife­yi öldürmekten çekindiğinde vezir ona bu işi kolay göstermiş ve kanı ye­re dökülmesin diye halifeyi bir çuval içinde tekmeleyip ezerek öldür­müşlerdi. Çünkü kendilerine anlatıldığına göre halifenin öcünün ken­dilerinden alınmasından korkmuşlardı. Başka bir rivayete göre ise hali­fe boğazı sıkılarak yahut suda boğularak öldürülmüştür. Doğrusunu Al­lah bilir.

Halifenin ve maiyetindeki alimlerin, kadıların, devlet büyükleri­nin, reislerin, emirlerin, ehl-i hail ve'1-akd'ın günahlarına girdiler. Hali­fenin biyografisi, bu sene ölen meşhur şahsiyetlerden bahsedilirken an­latılacaktır. Tatarlar, Bağdat şehrine dağıldılar. Ele geçirebildikleri er­kek, kadın, çocuk, yaşlı, ihtiyar, genç herkesi öldürdüler. İnsanlar kor­kularından kuyulara, ot ambarlarına, çöplüklere girip oralarda günler­ce gizlendiler. Ortaya çıkmadılar. Bazı insan toplulukları da hanlara gi­rip toplanıyorlar, kapılan üzerlerine kilitliyorlardı. Tatarlar, bu kapıla­rı kırarak, ya da yakarak içeri giriyorlar, içerideki insanlar binaların damına kaçıyorlar, Tatarlar onları orada yakalayıp öldürüyorlardı. Öy­le ki bu damların oluklarından sokaklara kanlar akıyordu. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) Mescitlerde, camilerde ve hankâhlarda aynı hal cereyan ediyordu. Ta­tarların elinden sadece zımmî olan Yahudi ve Hristiyanlar ile onlara ve Vezir İbn Alkamî denen Rafîzî'nin evine sığınan ve kendilerinden aman alan tüccar topluluğundan başkası kurtulamamıştı. Tüccarlar da kendi canlarını ve mallarını korumak için Tatarlara bol miktarda haraç ver­mişlerdi. Babed şehri, şehirlerin en şen ve en mamuru iken harabeye dönmüş, orada az sayıda insan kalmıştı, onlar da korku, açlık ve zillet içindeydiler. Bu hadiseden önce Vezir İbn Alkamî, askerleri dağıtmak, isimlerini divandan düşürmek için epey uğraşmıştı. Müstansır'm son zamanlarında askerlerinin sayısı 100.000 kadardı. Bunların bazı ko­mutanları, kisralan andıran büyük hükümdarlar gibi bir tavır içine gir­mişlerdi. Vezir İbn Alkamî bunların sayısını azaltmış, sadece 10.000 as­ker bırakmıştı. Sonra Tatarlarla mektuplaştı ve onları ülkeyi ele geçir­meğe tamahlandırdı. Bu işin kolay olacağını söyledi. İşin hakikatini kendilerine anlattı. Adamlarının zayıflığını açıkladı. Bütün bunları, Rasûlullâh'ın sünnetini külliyen yok etmek, Rafizîler'in bid'atmı ortaya koymak, Fatımîler'den bir halifeyi tahta geçirmek, alimleri ve müftüleri helak etmek arzusuyla yapmıştı. Oysa Allah kendi işinin hakimidir. Tu­zağım başına geçirdi. Sarsılmaz bir izzetten sonra onu zelil kıldı. Halife­nin veziri iken onu Tatarların uşağı haline getirdi ve o, Bağdat'ta öldü­rülen erkek, kadın ve çocukların günahına girdi. Hüküm, göklerle yerin Rabbi olan yüce Allah'ındır.

Bağdatlıların başına gelen bu felakete yakın bir felaket de Ku­düs'teki İsrail oğullarının başına gelmişti. Yüce Allah bu hadiseyi şöyle beyan buyuruyor:

«Biz, Kitap'ta İsrailoğullan'na: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çı­karacaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bil­dirdik. Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kul­larımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu yerine getirilmiş bir vaad'idi.» (ei-isrâ, 4-5).

İsrail oğullarından bir grup salih insan öldürüldü. Peygamber ço­cuklarından bir cemaat de esir alındı. Daha önceleri abid, zahid, din ali­mi ve peygamberlerle şen ve mamur olan Beyt-i Makdis tahrip edildi; bi­naları çöktü, ıssız hale geldi.

İnsanlar bu hadisede Bağdat'ta öldürülen Müslümanların sayısı­nın ne kadar olduğunu değişik rakamlarla ifade etmişlerdir. Kimi 800.000, kimi 1.800.000, kimi de 2.000.000 Müslümanm Öldürüldüğünü söylemişlerdir. înna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a ai­diz ve O'na dönücüleriz.) Güç ve kuvvet, ancak yüce Allah'ındır.

Tatarlar, muharrem ayının sonlarında Bağdat'a girmişler, kılıçları kırk gün müddetle adam öldürmüşlerdi. Mü'minlerin emiri halife Muş­tasını Billah da bu sene safer ayının ondördünde çarşamba günü Öldü­rülmüş, mezarının izi kaybedilmişti. Öldürüldüğünde kırkyedi yaşın­dan dört ay almıştı. Onbeş sene, sekiz ay ve birkaç gün süreyle halifelik yaptı. Kendisiyle birlikte büyük oğlu Ebü'l-Abbas Ahmed de öldürül­müştü. Ebü'l-Abbas o zaman yirmibeş yaşındaydı. Daha sonra yirmiüç yaşında olan ortanca oğlu Ebü'1-Fadl Abdurrahman öldürüldü. Küçük oğlu Mübarek ile kızkardeşleri Fatıma, Hatice ve Meryem esir alındılar. Anlatıldığına göre hilafet sarayından 1.000'e yakın da bakire esir alın­mıştır. Doğrusunu Allah bilir, inna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).

Hilafet sarayının üstadı Şeyh Muhiddin Yusuf b. Şeyh Ebü'l-Ferec b. Cevzî de öldürüldü. Bu zat vezirin düşmanıydı. Oğulları Abdullah, Abdurrahman ve Abdülkerim de Öldürülmüşlerdi. Bu arada devlet erkânı da peşpeşe öldürülmüştü. Öldürülenler arasında küçük mabe­yinci Mücahidüddin Aybek ile Şihabüddin Süleymanşah ve ehl-i sünnet emirlerinden ve beldenin büyüklerinden bir topluluk da vardı. Abbas oğullarından öldürülecek bir kişi hilafet sarayından çağırılıyor, o da ço­luk çocuğunu, kadınlarını alıp saraydan çıkarak Hallal mezarlığına gi­diyordu. Burası sarayın balkonunun karşısında bulunuyordu. Sonra orada koyun boğazlanır gibi boğazlanıyordu. Tatarlar, seçtikleri kızları ve cariyeleri ise öldürmeyip, esir alıyorlardı. Halifenin eğitmeni Şey-hü'ş-Şüyûh Sadreddin Ali b. Neyar, hatipler, imamlar ve Kur'an hafızla­rı da öldürüldüler. Bu yüzden Bağdat'taki mescitler birkaç ay kapalı kaldı. Cemaat camilerde toplanıp cuma namazlarını dahi kılamadılar. Vezir îbn Alkamî -Allah ona lanet etsin ve onu kahretsin- Bağdat'taki mescitleri, medreseleri ve hankâhlan kapatmak istedi. Meşhedlerin ve Rafizî mahallelerinin ise açık kalmasını, Rafizîler için de muazzam bir medrese yapılmasını arzu etti. Burada ilimlerini yaymayı ve bayrakla-nnı damına dikmeyi diliyordu. Ancak Cenâb-ı Allah bunu ona nasib et­medi. Aksine nimetini elinden aldı. Ömrünü kısalttı. Bu hadiseden bir­kaç ay sonra öldü. Peşi sıra oğlu da öldü. Allah bilir ya ikisi cehennemindip çukurunda bir araya gelmişlerdir.

Mukadder olan bu iş tamamlanıp Bağdat'da kırk günlük felaket so­na erince şehrin altı üstüne gelmişti. Orada tek tük insandan başkası kalmamıştı. Yollarda ölü yığınları tepecikler meydana getirmiş, yağ­mur yağınca suretler değişmişti. Bu ölülerden ötürü şehir kokuşmuş, hava bozulmuş, bundan dolayı şiddetli bir veba salgını meydana gelmiş­ti. Bu salgın hava zerrecikleri vasıtasıyla Şam ülkesine de sirayet etmiş, havanın bozulması ve kokunun pis oluşu nedeniyle bir çok insan ölmüş­tü. İnsanlar kıtlık, veba, ölüm ve taun belalarına maruz kalmışlardı. İn-na lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücü­leriz.)

Artık şehirde güven hasıl olduğu ilan edilince Bağdat'ın yer altın­daki bodrumlarında, mezarlarda ve dehlizlerde gizlenmiş olan kimseler sanki mezarlarından çıkmış ölüler gibi ortaya çıktılar. Birbirlerini tanı­yamadılar. Baba oğlunu, kardeş kardeşini tanıyamıyordu. Şiddetli bir vebaya yakalandılar. Hepsi öldüler. Kendilerinden önce ahirete göçen­lerin peşine takılıp onlara kavuştular. Gizliyi, gizlinin de gizlisini bilen zatın emri ile toprak altında bir araya geldiler. En güzel isimlere sahip olan Allah'tan başka bir ilah yoktur. Bağdat'a musallat olan Hülagu-han, bu sene cenıaziyelevvel ayında Bağdat'tan ayrılıp ülkesinin baş­kentine döndü. Bağdat idaresini Emir Ali Bahadır ile Vezir İbn Alkamî'ye bıraktı. Emir Ali Bahadır şahnelik (emniyet müdürlüğü) ya­pacaktı. Ancak Cenâb-ı Allah, Vezir İbn Alkamî'ye nrsat vermedi. O, bu sene cemaziyelahir ayının başında altmışüç yaşında öldü. Vezir İbn Alkamî inşâ ve edebiyatta ileri derecelere ulaşmış, katıksız bir Şiî ve pis bir Rafızî idi. Yorgunluktan, kederden, hüzünden ve pişmanlıktan ötü­rü ölmüştü. Ölümün kendisini götüreceği yere kadar gitti. Kendisinden sonra vezirliğe oğlu İzzeddin b. Fadl Muhammed geçti. Allah onu da bu sene sonunda babasına kavuşturdu. Hamd ve minnet Allah'adır.

Ebu Şâme, şeyhimiz Ebu Abdillah ez-Zehebî ve Kutbeddin el-Yonî'nin anlattıklarına göre bu sene Şam'da insanlara şiddetli bir veba musallat olmuştu. Bunun sebebi de Irak'taki ölülerin çokluğundan Ötü­rü havanın bozulması idi. Bu nedenle hastalık Şam mıntıkasına da sira­yet etmişti. Doğrusunu Allah bilir.

Bu sene Mısırlılar, Kerek sahibi Melik Muğis Ömer b. Adil el-Kebîr ile savaştılar. Melik Muğis'in zindanında deniz komutanlarından bir topluluk mahpus bulunuyordu. Mahpuslar arasında Rükneddin Bay-bars el-Bendakdarî de vardı. Mısırlılar, Melik Muğis'i ve askerlerini bozguna uğrattılar. Beraberlerindeki malları ve eşyaları yağmaladılar. Komutanlarının büyüklerinden bir grubu esir alıp, elleri kolları bağlı vaziyette öldürdüler. Bundan sonra Melik Muğis ve askerleri, çok feci ve perişan bir halde Kerek'e döndüler. Yollarda fesat çıkarıp, ülkeyi bozguna sürüklediler. Dımaşk valisi Nasır, onlara karşı çıktı. Ona aldırış et­mediler. Askerler Rükneddin Baybars'm işareti üzerine içinde otur­makta olduğu otağın iplerini, kopardılar. Aralarında, anlatımı burada uzun sürecek savaşlar ve vak'alar cereyan eti. Yardımına başvurulacak olan zât, yüce Allah'tır. [10]

 

Hicretin Altıyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Zamanın Halîfesi Müstasım Bîllah

 

Irak'taki Abbasî halifelerinin sonucusuydu. Allah ona rahmet et­sin. Şeceresi şöyledir:

Ebu Ahmed Abdullah b. Müstansır Billah Ebu Cafer Mansur b. Za­hir Biemrillah Ebu Nasır Muhammed b. Nasır Lidinillah Ebü'l-Abbas Ahmed b. Müstadî Biemrillah Muhammed el-Hasan b. Müstencid Bil­lah Ebu Muzaffer Yusuf b. Muktefî Lienırillah Ebu Abdillah Muham­med b. Müstazhir Billah Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muktedî Billah Ebü'l-Kasım Abdullah b. Zahire Ebu Abbas Muhammed b. Kaim Biemrillah Abdullah b. Kadir Billah Ebü'l-Abbas Ahmed b. Emir îshak b. Muktedir Billah Ebü'1-Fadl Cafer b. Mutedid Billah Ebü'l-Abbas Ahmed b. Emir el-Muvaffak Ebu Ahmed Talha b. Mütevekkil Alallah Ebü'1-Fadl Cafer b. Mu'tasım Billah Ebu İshak Muhammed b. Reşid Ebu Muhammed Ha­run b. Mehdi Ebu Abdillah Muhammed b. Mansur Ebu Cafer Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim el-Haşimî el-Abbasî. Hicretin 609. senesinde doğdu. Hicretin 640. senesi­nin cemaziyelahir ayının yirmisinde halifeliğine biat edildi. Hicretin 656. senesinin safer ayının ondördünde çarşamba günü öldürüldü. Öl­dürüldüğünde kırkyedi yaşındaydı. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. Sureti güzel, içi temiz, akidesi sağlam bir kimseydi. Adalette, çokça sa­daka vermede, alim ve abidlere ikramda bulunmada, babasının yolunu takip ediyordu. Hafız İbn Neccar, Müeyyed et-Tusî, Ebu Ruh Abdülaziz b. Muhammed el-Herevî, Ebu Bekir Kasım b. Abdullah b. Seffar ve baş­kalarının da bulunduğu Horasan alimlerinin bir cemaatından onun için icazet alındığını söylemiştir. Aralarında Şeyhü'ş-Şuyuh Sadreddin Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Meyar'm da bulunduğu bir cemaat, kendisinden hadis rivayet etmiştir ki Şeyhüşşuyuh Sadreddin onun müeddibi ve terbiyecisi idi. Kendisi de İmam Muhyiddin b. Cevzî'ye, Şeyh Necnıeddin el-Baderafye icazet vermiştir. Bu ikisi de kendisinden almış oldukları icazete dayanarak hadis rivayet etmişlerdir. Allah ken­disine rahmet etsin. Sünnî bir kimseydi. Selefîlerin yolundaydı. Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat itikadına sahipti. Babası ve dedesi de böyleydiler. Yalnız kendisinde biraz yumuşaklık, dalgınlık, mal toplama sevgisi var­dı. Bu cümleden olmak üzere Nasır Davud b. Muazzam'm 100.000 dinar değerindeki emanet malını inkâr etmişti. Kendisinden aşağı durumda­ki bir kimsenin böyle yapması çok çirkin karşılanacağına göre bir halife­nin böyle yapması elbetteki daha da çirkindir. Ehl-i kitaptan bile bazı kimseler vardır ki, onlara kantarlarca mal versen onlar bu emaneti sa­na iade ederler. Nitekim yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuş­tur:

«Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade et­mez.» (Âl-t îmrân, 75).

Tatarlar, halife Müstasım'ı bu sene safer ayının ondördünde çar­şamba günü mazlum olarak öldürdüler. Öldürülürken kırkyedi yaşın­dan dört ay almıştı. Onbeş sene sekiz ay ve birkaç gün süreyle halifelik yapmıştı. Allah ona rahmet etsin. Makamını âli kılsın. Toprağını da rahmet ile ıslatsın. Kendisinden sonra iki oğlu öldürüldü. Üçüncü oğlu da kendi sulbünden üç kızıyla birlikte esir alındı. Kendisinden sonra hi­lafet makamı boş kaldı. Abbas oğullarından onun yerini dolduracak bir kimse kalmamıştı. Adaletle insanlar arasında hükmeden, kendilerin­den bağış umulan, satvetlerinden korkulan Abbasîlerin sonuncu halife­si o olmuştu. Abbas oğullarının hilafeti Abdullah es-Seffah ile başladığı gibi Abdullah el-Müstasım ile de sona ermişti. Önceki kısımlarda da an­latıldığı gibi Emevî devletinin yıkılmasından sonra hicretin 132. sene­sinde Seffah'a bey'at edilmiş, böylece hakimiyeti teessüs etmişti. Abbasîlerin sonuncu halifesi Abdullah el-Müstasım'ın hakimiyet ve hi­lafeti bu sene yok olmuştu. Toplam olarak Abbas oğullarının hakimiyeti 524. sene sürmüştü. Irak'taki hakimiyetleri hicretin 450. senesinden sonra Besasirî'nin zamanında bir yıl ve bir kaç aylık süre için geçici ola­rak ortadan kaldırılmıştı. Ama daha sonra Irak'ta yine hakimiyet kur­dular. Bütün bunları halife Kaim Biemrillah'ın zamanından bahseder­ken detaylı olarak anlatmıştık. Allah'a hamd olsun.

Abbas oğulları İslâm ülkesinin tümüne hakim olamamışlardı. Oy­sa Emevîler İslâm ülkesinin her tarafina, bütün şehirlerine ve beldeleri­ne hakim olmuşlardı. Mağrip diyarı Abbas oğullarının hakimiyeti dışı­na çıkmıştı. Burayı ilk zamanlarda Ümeyye oğullarından Abdurrah-man b. Muaviye b. Hişam b. Abdülmelik ele geçirmişti. Ondan sonra ora­da uzun zamanlar Tavaifü'l-Mülûk hüküm sürmüştü. Abbasîler zama­nında Mısır'da ve Mağrip diyarının bir kısmı ile o çevrede ve bir zaman­larda da Şam'da, Haremeyn'de, Fatımîlerden olduğunu iddia edenler ortaya çıkmışlar, buralara hükmetmişlerdi. Bunlar Abbas oğullarının

elinden Horasan'ı ve Maveraünnehir'i almışlardı. Buralara zaman za­man çeşitli hükümdarlar el koymuşlardı. Hatta öyle zamanlar olmuştu ki, Abbasi halifesinin elinde sadece Bağdat şehri ile Irak'ın bazı şehirle­ri kalmıştı. Çünkü Abbasî hilafeti zayıflamıştı. Halifeler şehvetlerinin peşine düşmüşler, mal toplamakla uğraşmışlardı. Nitekim hadiseler­den ve ölümlerden bahsederken bunları detaylı olarak anlatmıştık.

Fatımî devleti 300 seneye yakın devam etti. Sonuncu halifeleri Adid olmuştu ki, bu, Selahaddin-i Eyyubî'nin devletinin hakim olduğu hicri 560. seneden s,onra ölmüştü. Fatımilerin peşpeşe ondört hüküm­darı tahta geçmişti. Bunlar 297 sene kadar hüküm sürmüşlerdi. Niha­yet Adid, hicretin 560. senesinden sonra vefat etmişti. Rasûlullah (s.a.v.)'m zamanını takip eden peygamberlik hilafeti sahih hadiste de ifade buyurulduğu gibi otuz senelik bir süreyi içine almıştır ki, bu süre­de Ebu Bekir, Ömer, sonra Osman, Ali, Ali'nin oğlu Hasan halifelik yap­mışlardı. Delâilü'n-Nübüvve adlı eserde de anlattığımız gibi bunların toplanı hilafet süresi otuz yılı doldurmuştur. Ali'nin oğlu Hasan'mki altı ay sürmüştü. Bundan sonra hilafetin yerini hükümdarlık almıştı. İslâm hükümdarlarının ilki Muaviye b. Ebî Süfyan Sahr b. Harp b. Ümeyye idi. Ondan sonra oğlu Yezid, Yezid'in oğlu Muaviye tahta geçmişti. Mua­viye ile başlayan bu batın, başka bir Muaviye ile sona ermişti. Bunlar­dan sonra Mervan b. Hakem b. Ebi'l-Âs b, Ümeyye b. Abdişşems b. Abd-i Menaf b. Kusay tahta geçmişti. Mervan'dan sonra oğlu Abdülmelik, Ve-lid b. Abdülmelik, Velid'in kardeşi Süleyman, Velid'in amcasının oğlu Ömer b. Abdülaziz, Yezid b. Velid, Yezid b. Velid'in kardeşi İbrahim en-Nakıs b. Velid, Mervan b. Muhammed b. Mervan (bu eşek lakabını taşır­dı ve bu batnm da sonuncusu idi) tahta geçtiler. Bunların birincisinin adı Mervan olduğu gibi sonuncusu da Mervan adlı biriydi. Bundan son­ra Emevî hakimiyeti yıkıldı. Yerlerine geçen Abbas oğullarının ilk hü­kümdarı Abdullah es-Seffah, son hükümdarı da Abdullah el-Müstasım oldu. Aynı şekilde Fatımî halifelerinin de ilkinin adı Abdullah el-Adid, sonuncusunun adı da Abdullah el-Adid idi. Bu, cidden garip bir rastlan­tıdır. Bunun farkına varanlar çok azdır. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.

Faziletli şairlerden biri bütün halifelerin adlarını içeren şöyle bir

şiir yazmıştır:

«Ârş'ı yüce olan, herşeyi kahredici güce sahip tek ve yakalaması güçlü olan Allah'a hamd olsun.

O, günleri ve zamanları dolap gibi çevirir.

Mahlukatı mahşer yerinde toplar.

Sonra ebede kadar salât-ü selam,

Peygamber Muhammed Mustafa'ya olsun.

Onun kıymetli, önder, lider ve meşhur şahsiyetler olan âline ve as­habına da salât-ü selamlar olsun.

İmdi bu yazdığım recez bahrindeki şiiri,

Latif ve veciz bir şekilde nazmettim.

Bu şiirimde Peygamber Mustafa'dan sonra hakimiyeti ele alan ra-şid halifelerin adlarını saydım.

Onlardan sonrakileri de sırasıyla zikrettim.

Bu şiirimi bir ibret ve anı yaptım ki,

Akıllı ve tasavvur sahibi kimseler,

İşlerin ve hadiselerin nasıl cereyan ettiğini anlasınlar.

Her güç ve iktidar sahibi kimseler,

Eninde sonunda fani ve yok olacaklardır.

Gecelerin ve gündüzlerin peşpeşe gelişinde,

İbret sahibi kimseler için dersler vardır.

Acı gücün sahibi olan Melik,

Dilediği kullarını dünyada hükümran kılar.

Her mahluk, eninde sonunda yok olacaktır.

Her hakimiyetin de bir sonu olacaktır.

Yaratıcı olan hükümdarın hükmünden başka bir hakimiyet devam etmeyecektir.

Kahredici güce sahip olan Melik ise noksanlıklardan münezzeh ve yücedir.

Sadece O, izzet sahibi ve bakidir.

Onun dışındakilerin bir sonu vardır.

Peygamberden sonra kendisine hilafet bey'atı sunulan ilk zat îbn Ebi Kuhafe'dir.

Onunla hidayet rehberi Sıddîk'ı kastediyorum.

Ondan sonra halife olan Faruk beğenildi.

O, ülkeleri ve şehirleri fethetti.

Onun askerlerinin kılıçları, kâfirlerin kökünü kazıdı.

Adaletle ülkeye hükmetti.

Böylece göklerin ve yerin eşsiz gücüne sahip Melik'ini memnun kıl­dı.

Ondan sonra insanlar Osman Zinnureyn'e razı oldular.

Onun ardı sıra Ali geldi ki, Rasûlullah'ın iki torununun babasıdır.

Sonra Hasan'la birlikte müfrezeler geldiler.

Neredeyse fitneleri yenileyeceklerdi.

Allah onun vasıtasıyla sulhu getirdi.

Nitekim o, peygamberimize mensuptur.

İnsanlar daha sonra Muaviye'nin etrafında toplandılar.

Böylece her râvi kıssayı nakletti.

Muaviye dilediği gibi hüküm sürdü.

Kendisinden sonra yerine Yezid geçti.

Yezid'in ardı sıra iyi ve doğru yolda olan oğlu başa geçti.

Onunla Ebu Leyla'yı kastediyorum ki, o zahid bir kimseydi.

Herhangi bir kimsenin tasallutunda kalmaksızın,

O hükümdarlığı terk etti.

Hükümdarlığa talebi hiç yoktu.

Daha sonra Hicaz'da îbn Zübeyr ortaya çıktı.

Hükümdarlığı talep etti ve o makama göz dikti.

Şam'da Mervan'a bey'at ettiler.

Bu da ol deyince herşeyin oluverdiği yüce Zât'ın hükmüyle oldu.

Ancak Mervan'm hakimiyeti bir seneden fazla sürmedi.

Ölüm okları onu yakaladılar.

Daha sonra hakimiyet, Abdülmelik'in eline geçti.

Şans yıldızı kâinatta parladı.

Hakimiyette onunla çekişen herkes,

Ölüm kılıcıyla vurulup yere düştü.

Mus'ab Irak'ta öldürüldü.

Sonra zalim Haccac hüküm sürdü.

Hicaz'a intikam kılıçlarıyla yürüdü.

îbn Zübeyr Harem'e sığındı.

îbn Zübeyr'i öldürüp astıktan sonra zulmetti.

Yönetimde Rabbinden hiç korkmadı.

îşler onun için yoluna girince,

Zamanlar onun cismini de evirip çevirerek götürdüler.

Ondan sonra yerine oğlu Velid geçti.

Ondan sonra yiğit ve doğru yoldaki Süleyman başa geçti.

Daha sonra halk arasında Ömer'in adaleti yayıldı.

O Rabbinin buyruğuna uyarak hükmetti.

Ömer b. Abdülaziz'e,

Kavmin ak yüzlüsü deniliyordu.

Namaz kılan, oruç tutan, takvalı bir kimseydi.

Adalet ve ihsanı getirdi.

Zalimleri ve taşkınları frenledi.

Rasûlullah'm ve akıl sahibi raşid halifelerin yoluna girdi.

Nihayet İslâmiyet onun yokluk şerbetini içti.

Kendisinden sonra onun gibisinin geldiği rivayet edilmemiştir.

Ondan sonra Yezid, Yezid'den sonra Hişarn,

Hişam'dan sonra Velid başa geçti.

Ölüm, Velid'i de kapıp götürdü.

Sonra Yezid geldi. Ona Yezid-i Nakıs deniliyordu.

Ölüm gelip onu da kapıp götürdü.

İbrahim'in hakimiyet süresi uzamadı.

Bütün işleri sakat oldu.

Hakimiyeti Mervan'a dayadı.

O da yapacağını yaptı.

Hakimiyet onun elindeyken inkiraz buldu.

Zamanın musibeti ona galebe çaldı.

Saîd mıntıkasında öldürüldü.

Askerlerinin çokluğu ona yarar sağlamadı.

Onun sebebiyle Hakem ailesi helak oldu.

Çeşitli nimetler ellerinden alındı.

Sonra Abbas oğulları tahta geçtiler.

Aramızda onların temelleri sabit olmakta devam ediyor.

Acem diyarından da bey'atler geldi.

Bütün ümmetler onlara be/atlerini sundular.

Onlarla çekişen ümmetlerin tümü.

Elleri kesilip, ağızlan kapanıp yere düştüler.

Onlardan başa geçenlerin adlarını zikrettim.

Kaim Müstasım başa geçtiği zaman,

Abbasîlerin ilk hükümdarının sıfatı Seffah (çok kandöken) idi.

Ondan sonra Mansur Züicenah başa geçti.

Mansur'dan sonra Mehdî tahta geçti.

Ardı sıra Musa el-Hadî es-Safî hükümdar oldu.

Musa'dan sonra Harun Reşid geldi.

Sonra Emin, Harun'un ölümü nedeniyle tahta geçti.

Emin'in öldürülmesinden sonra Me'mun tahta geçti.

Me'mun'dan sonra da Mu'tasım el-Mekin hükümdar oldu.

Mu'tasım'dan sonra Vasık halife oldu.

Sonra kardeşi Cafer başa geçti ki, o zimmetlere riayet ederdi.

Ardı sıra halis niyetli Mütevekkil Alallah geldi ki,

O kıymetli Arş'ın sahibi Allah'a dayanıyordu.

Zamanında bid'atlerin kökü kazındı.

Vaktinde sünnetler ihya edildi

Onun zamanında saptırıcı bir bid'at ortada kalmadı.

Mutezilîler'e zillet elbisesini giydirdi.

Göklerde yıldızlar parladığı sürece Allah'ın rahmeti,

Ebediyen onun üzerine oîsun

Mütevekkil'den sonra Mu'temid hükümdar oldu, tahta geçti,

Yönetimi düzeltti.

Ondan sonra Muktesid idareye el koydu.

Muktesid'in şehit edilişinden sonra Muntasır başa geçti.

Söylendiği gibi ardısıra Müstain tahta geçti.

Mustain'in ölümünden sonra Mu'tez başa geçti.

Mutez'den sonra Mühtedî el-Mültezim ve ondan sonra da A'azz hükümdar oldu.

Muktefî'nin ise sayfanın üst kısmında adı yazıldı.

Ondan sonra Muktedir hakim oldu.

Muktedir'den sonra Kahir'in izzetiyle yönetim sağlanılaştı.

Ondan sonra övünçlerin sahibi Radî tahta geçti.

Radî'den sonra Muttaki, ondan sonra da Müstekfî geldi.

Mutî tahta geçti. Onda hiç yanlışlık yoktu.

Sonra Tâî, onun ardı sıra Kadir,

Ondan sonra da zahid ve şâkir olan Kaim tahta geçti.

Kaim'den sonra Muktedî, ondan sonra da Müstazhir geldi .

Sonra ağır başlı bir insan olan Müsterşid tahta geçti.

Müsterşid'den sonra Raşid, ardı sıra Muktefî geldi.

Muktefî vefat edince insanlar Yusuf tan güç aldılar. O tahta geçti.

işlerinde adil, sözlerinde sadık ve dürüst bir kimse olan Müstadî başa geçti.

Müstadî'den sonra güçlü ve şehametli Nasır tahta geçti.

Onun hakimiyeti uzun sürdü. İnsanlara uzunca bir süre halifelik

yaptı.

Ardı sıra kerem sahibi Zahir geldi. Onun adaletini herkes biliyordu. Memlekette onun zamanı uzun sürmedi. Birkaç ay hüküm sürdükten sonra vefat etti. Kendisinden sonra yönetime adaletli, ihsan sahibi, Cömert ve mayası teiniz Müstansır geldi.

İyilik ve ihsanda bulunarak onyedi ay müddetle insanları idare et­ti.

Sonra kırkıncı yılın cemaziyelevvel ayında ölümle karşılaşarak ve­fat etti.

Ondan sonra Müstasım'a bey'at ettiler. Rabbimiz ona rahmet etsin, onu korusun. Çeşitli ülkelere elçilerini gönderdi.

Çeşitli ülkelerin insanları ona muvafakat edip be/atlerini sundu­lar.

Onun adım zikrederek minberleri şereflendirdiler.

Onun cömertliğiyle Övünçlerini yaydılar.

Güzel idaresi her tarafa ulaştı.

Son derece fazla olan adaleti halka yayıldı.»

Şeyh İmadüddin b. Kesir dedi ki: Bundan sonra ben de şu beyitleri

dile getirdim:

«Sonra Cenâb-ı Allah Müstasım'ı Tatar belasına uğrattı. Tatarlar ki zorba Cengizhan'm tabileri idiler.

Tatar Cengizhan'm torunu Hülagu, onun karşısına çıktı. Artık ona karşı kurtuluş çaresi bulamadı. Tatarlar onun askerlerini ve düzenini darmadağın ettiler. Kendisini ve çoluk çocuğunu öldürdüler. Bağdat'ı ve beldeleri tahrip ettiler. -  Torunları ve dedeleri öldürdüler. Namusla birlikte malları da yağmaladılar. Yüce Allah'ın satvetinden korkmadılar. O'nun sabır ve hilmi, onları aldattı. Adalet ve hikmetinin hicabı, sabredişi onları yanılttı. Müstasım'dan sonra hilafet makamı boş kaldı. Tarih böyle bir afeti yazmamıştı. Daha sonra tahta, halife olarak Zahir geçti. Ben onunla Müstansır'ı kastediyorum. Bu hakimden sonra yönetime, Alim bir imam olan Meysem Baybars geldi. Ardı sıra oğlu halife Müstekfî geldi. Bunların bir kısmı bile şeref için kâfidir. Daha sonra bir cemaat geldi ki, Onlarda ne ilim, ne de eşya vardı. Zamanımızda Mu'tedit tahta geçti. Zaman, onun gibisini bulamamıştır.

O kadar güzel huylu, itikat sahibi, meziyetli bir kimseydi ki, O nasıl birinci kaliteden olmasın. Bunlar faziletleriyle ülkeye ve kullara hükmettiler. Ülkeyi hüküm ve adaletle doldurdular. Bunlar Muhammed Mustafa'nın amcazadeleridir. Şüphesiz bunlar, insanlığın en faziletlileridir. Azamet sahibi yüce Allah, günler ve

geceler devam ettiği sürece ona rahmet eylesin.» [11]

 

Fasıl

 

«Fatımîlerin kuvveti ve teçhizatı azdı. Ama zamanları uzun sürdü. 260 küsur sene hükmettiler, ama bu bir sene gibiydi. Onlardan on-dört kişi hükümdar oldu: Mehdî, Kaim, Mansur, el-Ma'dî. Ma'dî ismiyle, Kahire'nin kurucusu Muiz'i kastediyorum. Sonra Aziz, kâfirlerin başı Hakim, Zahir, Müstansır, Müsta'lî, Ondan sonra Hafız ki onun yönetimi berbattı. Zafîr, Faiz, sonra da Adid. Bu onların sonuncusuydu.

Bunu inkâr eden kimse yoktur.

Adid, hicretin 500 senesinden sonra helak oldu.

Bunların aslı Yahudidir. Şerefli değildirler.

Bütün imamlar böyle fetva vermişlerdir.

O imamlar ki, bu ümmette Allah'ın dininin yardımcılarıdırlar.» [12]

 

Fasıl

 

«Enıevî halifeleri de tıpkı Rafızî halifelerinin sayısmcadır. Ama sü­releri onlarınkinden 100 sene eksiktir.

Hepsi, bir önceki halife tarafından veliahd olarak atanmıştı. Sade­ce îmanı Ömer b. Abdülaziz bundan müstesnadır. O, takvalı biriydi. Muaviye, sonra oğlu Yezid, Muaviye'nin torunu, doğru yoldaki Muaviye, Mervan, sonra oğlu Abdülmelik, îbn Zübeyr ile savaştı, nihayet îbn Zübeyr öldürüldü. Sonra ülkenin her tarafında o şüphesiz müstakim hükümdar oldu. Ardı sıra Dımaşk Camii'nin banisi Velid geldi. Dımaşk Camii'ne benzer başka bir cami yoktur.

Sonra cömert Süleyman, ardı sıra Ömer, Ömer'den sonra Yezid, sonra da Hişam geldi ki, o ihanet etti.

Yani Velid b. Yezid'e gadretti ki, o fasıktı.

Sonra Yezid b. Velid tahta geçti.

Ona nakıs lakabı takıldığı halde kendisi kâmildi.

Sonra İbrahim başa geçti. O akıllıydı.

Sonra eşek lakabını taşıyan Mervan el-Ca'dî geldi.

Bu, onların sonuncusuydu. Bu bilgiyi sen benden al.

Allah'a eksiksiz hamd olsun.

Nimetlerden ötürü de O'na aynı şekilde hamd ediyoruz.

Sonra Peygamber Muhammed Mustafa'ya bir o kadar eksiksiz sa-

lat-ü selâm olsun.

Onun seçkin âline ve ashabına her vakitte ve çağda selâm olsun. Bu beyitleri sekiz tane olarak menkıbelerde katip nazmetti.»

Halife Muştasını ile birlikte Dımaşk'ta hilafet sarayının üstadı ve Cevziye vakfının sahibi Muhyiddin Yusuf b. Şeyh Cenıaleddin Ebül-Fe-rec b. Cevzî Abdurrahman b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Ubeydullah b. Hammad b. Ahmed b. Cafer b. Abdullah b. Kasım b. Nadir b. Muhammed b. Ebibekir es-Sıddîk el-Kureşî el-Teymî el-Bekrî eî-Bağdadî el-Hanbelî de öldürülmüştü. Bu zat İbn Cevzî diye meşhur olmuştur. Hicretin 580. senesinin zilkade ayında doğmuş ve Bağdat'ta yetişip genç bir vaiz olmuştu. Babası vefat edince onun yerine oturup vaaz vermeğe başlamıştı. Son derece güzel ve faydalı vaazlar veriyordu. Sonra dünya makamlarında da yükseldi. Vaizlikle birlikte Bağdat muh-tesipliğine de atandı. Güzel şiirler yazardı. Sonra hicretin 632. senesin­de Hanbelîlere mahsus Müstansiriye medresesinde ders vermeye baş­ladı. Başka yerlerde de ders veriyordu. Hilafet sarayının üstadhğını yaptı. Eyyubîlerin ve halifelerin elçisi olarak çeşitli hükümdarlara gön­derildi. Kendisinden sonra oğlu Abdurrahman, yerine nıuhtesipliğe ve vaizliğe atandı. Muhtesiplik, oğulları Abdurrahman1 dan sonra Abdul­lah ve Abdülkerim arasında peşpeşe devam etti. Bunlar da bu sene öldü­rülmüşlerdi. Allah kendilerine rahmet etsin. Muhyiddin, İmam Ahmed b, Hanbel'in mezhebine dair eserde tasnif etmiştir. îbn Sâî onun güzel şiirlerini nakletmiştir. Şiirlerinden birinde, halifeyi mevsimlerde ve bayramlarda tebrik ediyordu. Bu şiirler onun fazilet ve fesahatini ispat­lamaktadırlar. Dımaşk'taki Cevziye medresesinin vakfedicisidir. Bu, en güzel medreselerden biridir. Allah bu hayrını kabul buyursun. [13]

                                                                                                                   

Sarsarî El-Madih

 

Yahya b. Yusuf b. Yahya b. Mansur b. Muammer Abdüsselam şeyh imam allame Cemaîeddin Ebu Zekeriya es-Sarsarî. Çeşitli ilimlere va­kıf büyük bir alimdi. Fazilet sahibi bir insan olup Hanbelî mezhebine mensuptu. Amâ idi. Bağdatlıdır. Şiirlerinin çoğu Rasûlullah'a methiye türündendir. Bu alanda meşhur bir divanı vardır. Bunun üstünlüğünü herkes kabul eder. Anlatıldığına göre o lügate dair Sihah-ı Cevherî'yi ta­mamen ezberlemiştir. Şeyh Abdülkadir'in öğrencisi Şeyh Ali b. İdris'îe arkadaşlık etmiştir. Zeki bir insandı. Yüzünden nur fışkırırdı. Hiç dü­şünmeksizin irticalen şiir inşâd ederdi. Fesahat ve belagat sahibiydi. Muvaffaküddin b. Kudanıe'nin te'lif ettiği el-Kâfî adlı eseri nazma çevir­miştir. Muhtasarü'l-Harakî'yi de nesirden nazma çevirmiştir. Rasû-lullah (s.a.v.) için yazdığı methiyelere gelince, denildiğine göre bunların toplamı yirmi cildi bulmaktadır. Peygamberlerden başkasını methetti­ği duyulmamıştır. Tatarlar, Bağdat'a girdiklerinde Kermon b. Hülagu onu yanına çağırdı. O ise gitmedi. Evinde taş biriktirdi. Tatarlar içeri girdiklerinde onları, hazırlamış olduğu bu taşlarla vurdu ve bir kısmı­nın yüzünü, gözünü, başını paraladı. Yanma vardıklarında bastonuyla onlardan birini öldürdü. Sonra Tatarlar onu şehit ettiler. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. Şehit edildiğinde altmışsekiz yaşındaydı. Kut-beddin el-Yoninî onun biyografisini ez-Zeyl adlı eserde anlatırken diva­nının güzel bir kısmım nakletmiştir. Alfabetik sıraya göre hazırlanmış bir divanı vardır. Ayrıca uzun kasideleri mevcuttur. Hepsi de güzeldir. [14]

 

Divan Sahibi Bahâ Züheyr

 

Züheyr b. Muhammed b. Ali b. Yahya b. Hüseyin b. Cafer el-Mühellebî el-Atikî el-Mısrî. Mekke'de doğdu. Kos'ta büyüdü. Kahire'de ikamet etti. Meşhur şairdir. Çok güzel yazı yazardı. Meşhur bir divanı vardır. Sultan Salih Eyyub'un yanma geldi. Çok mürüvvet sahibi bir kimseydi. İnsanlara hayrın ulaştırılmasında güzelce aracılık eder, in­sanlara yaklaşmakta olan şerri def ederdi. İbn Hallikan onu övmüş ve, «Divanını rivayet etmem için bana icazet vermiştir» demiştir. Kutbed-din el-Yoninî onun biyografisini uzun uzadıya anlatmıştır. [15]

 

Hafız Zekiyyüddin El-Münzirî

 

Abdülazim b. Abdülkavî b. Abdullah b. Selame b. Sa'd b. Saîd İmam Allame Muhammed Ebu Zekiyyüddin el-Münzirî eş-Şafiî. Aslen Şamlı­dır. Mısır'da doğmuş, uzun bir süre orada hadis şeyhliği yapmıştır. Baş­ka beldelerden insanlar onu ziyarete gelirlerdi. Bir rivayette anlatıldı­ğına göre hicretin 581. senesinde Şam'da dünyaya gelmiştir. Çokça ha­dis dinlemiş, hadis toplamak amacıyla çeşitli beldelere seyahatlerde bu­lunmuş ve bu işle ilgilenmiş, nihayet bu alanda kendi zamanının insan­larının üstüne çıkmış, konuyla ilgili tasnifatlar yapıp rivayetlerde bu­lunmuştur. Sahih-i Müslim'i, Sünen-i Ebî Davud'u ihtisar etmiştir ki, bu ihtisarı öncekinden daha güzeldir. Lügatta, fıkıhta ve tarihte otori­teydi. Sika, hüccet, araştırmacı ve zahid bir kimseydi. Bu sene zilkade ayının dördünde cumartesi günü Mısır'daki Kâmiliye darülhadisinde vefat etti. Kurafe mezarlığına defnedildi. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [16]

 

Nur Ebu Bekir B. Muhammed B. Muhammed B. Abdülazîz

 

Nur Ebu Bekir b. Muhammed b. Muhammed b. Abdülaziz b. Abdur-rahim b. Rüstem el-Eş'arî. Utanmayı bir tarafa bırakmış meşhur bir şa­irdir. Kadı Sadreddin b. Sinâü'd-Devle, şahitlerle birlikte onu saat kule­sinin alt tarafında, yanında oturtmuştu. Sonra beldenin sahibi Nasır onu yanma çağırdı ve onu meclisine, arkadaşlarının arasına kattı. Ona asker hil'ati giydirdi. O da bu işi bırakıp başka alana kaydı. ez-Zercun fi'1-Hilâa ve'1-Mücûn adlı bir kitap derledi. Bu kitabında bir çok man­zum ve mensur fikralar yer alıyordu. Şiirlerinden biri şudur. Ancak bu pek de övünülecek bir şiir değildir:

«Ömrün lezzeti beştir, bunları ele geçir.

Bunları edip ve fakih olan bir şakacıdan öğren.

Bu lezzetler içki sofrasmdaki nedimden, şarkıcı cariyeden, sevgiliden, içkiye devam etmekten elde edilir. Bu şeyleri kötüleyenlere söv-mekle de bu lezzet elde edilir.» [17]

 

Rafızî Vezir İbn Alkamî

 

Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ali b. Ebî Talip el-Vezir Mü-eyyedüddin Ebu Talip b. Alkamî. Bağdatlıdır. Müstansır'ın zamanında uzun süre hilafet sarayının üstadlığını yaparak hizmette bulundu. Son­ra Müstasım'm vezirliğine atandı. Hem kendisine, hem halifeye, hem de Müslümanlara karşı kötü davrandı. İnşâda ve edebiyatta yüksek dere­cede idi. Rafızî olup kalbi İslâm'a ve Müslümanlara karşı kötü niyetlerle dolu habis bir kişiydi. Müstasım'ın zamanında itibar ve şeref sahibi ol­du. Diğer vezirler bu kadar şerefe ve itibara sahip olamamışlardı. Sonra İslâm'a ve Müslümanlara karşı kâfir Hülaguhan'la işbirliğine girdi, böylece İslâm'a ve Müslümanlara yapacağını yaptı. Allah onu kahret­sin. Nitekim bu hususlar önceki sayfalarda da anlatılmıştır. Daha sonra kendileriyle işbirliğine girdiği Tatarlar tarafından tahkir edilip, zillete maruz bırakıldı. Allah onu korumadı. Dünya hayatında rüsvaylığı ve perişanlığı tattı. Ahiret azabına gelince o daha şiddetli ve kalıcıdır. Ta­tarların zamanında kadının biri onu bir beygire bindirilmiş halde gör­müş, yanı başında durup ona şöyle demişti: «Ey İbn Alkamî! Abbasîler sana böyle mi muamele ediyorlardı?» Kadının bu sözü ona çok tesir etti. Evine kapandı. Keder, üzüntü, sıkıntı, yokluk ve zillet içinde bu sene ce-maziyelahir ayı başında altmışüç yaşındayken öldü ve Rafîzîlerin me­zarlığına defnedildi. Tatarlardan ve Müslümanlardan haddi, evsafı be­lirtil emeyecek derecede hakaretler gördü ve işitti. Kendisinden sonra habis oğlu vezirliğe geçti. Sonra Cenâb-ı Allah, halkı zalim olan beldele­rin insanlarını yakalarcasma onu da çabucak yakaladı ve canını aldı. Şairin biri onu şöyle hicvetmiştir:

«Ey İslâm'ın bağlıları, ağlayın, ağıt yakın, Müstasım'ın başına ge­lenlere üzülün.

Vezirlik makamı ondan önce İbn Fürat'ın elindeydi, şimdi İbn Alkamî'nin eline geçti.» [18]

 

Muhammed B. Abdüssamed B. Abdullah B. Haydere

 

Fethüddin Ebu Abdillah b. Adil. Dımaşk muhtesibi idi. İdaresi hoş­tu. Yolu güzeldi. Dedesi, adil bir insan olan Necibüddin Ebu Muhammed Abdullah b. Haydere'dir. Hicretin 590. senesinde Zebedan'daki medre­seyi vakfeden kişidir. Allah bu hayrını kabul buyursun ve ona hayır mükâfat versin. [19]

 

Kurtubî

 

Ahmed b. Ömer b. İbrahim b. Ömer Ebü'l-Abbas el-Ensarî el-Kurtubî el-Malikî. Hicretin 578. senesinde Kurtuba'da doğdu. Fakih, muhaddis ve müderristi. İskenderiye'de yaşadı. Orada çok hadis dinle­di. Buharı ve Müslim'in Sahih'lerinin muhtasarlarını hazırladı. el-Müf-hem fî Şerh-i Müslim adlı eserin sahibidir. Bu eserinde faydalı ve güzel bilgiler bulunmaktadır. Yüce Allah rahmet etsin. [20]

 

Kemal İshak B. Ahmed B. Osman

 

Şafiî alimlerindendir. Şeyh Muhiddin en-Nevevîve diğerleri, ken­disinden ilim tahsil etti. Kemal İshak, Revaniye medresesinde müder­rislik yapardı. Bu sene zilkade ayında vefat etti. [21]

 

Îmad Davud B. Ömer B. Yahya

 

İmad Davud b. Ömer b. Yahya b. Ömer b. Kâmil Ebü'l-Mealî Ebü's-Süleyman Ez-Zebidî el-Makdisî ed-Dımaşkî. Beytülâbâr'da hatiplik, Gazaliye medresesinde müderrislik yaptı. Emevî Camii'nde de İbn Ab-düsselam'dan sonra altı sene hatiplik görevinde bulundu. Sonra Beytülâbâr'a döndü ve bu sene orada vefat etti. [22]

 

Alî B. Muhammed B. Hüseyin

 

Sadreddın Ebü'l-Hasan b. Neyar. Bağdat'ta şeyhüşşüyuh idi. Hali­fe Müstasım'ın eğitmenliğini yaptı. Müstasım hilafete geçince onu yük­sek makamlarda tuttu, saygı gösterdi. Ali b. Muhammed onun yanında itibarlı oldu, yönetimin iplerini eline aldı. Ama daha sonra Tatarlar ta­rafından hilafet sarayında koyun gibi boğazlandı. [23]

 

Şeyh Alî Abid El-Habbaz

 

Bağdat'ta arkadaşları ve tabileri ile ziyaret edilen bir zaviyesi var­dı. Tatarlar onu öldürdüler, cesedini zaviyesinin kapısındaki çöplüğe attılar. Orada üç gün kaldı. Onun cesedini köpekler buldular ve etini ye­diler. Anlatıldığına göre kendisi ölümünden Önce bu akibete uğrayaca­ğım sağlığında haber vermiştir. [24]

 

Muhammed B. Îsmaîl B. Ahmed B. Ebî'l-Ferec

 

Ebu Abdîllah El-Makdisî

 

Berat hatibi idi. Hicretin 553. senesinde doğdu. Çokça hadis dinle­di. Doksan sene yaşadı. İnsanlara hadis rivayet etti. Dımaşk'ta çok kim­seler ondan hadis dinledi. Sonra memleketine döndü. Bu sene memleke­ti Berada'da vefat etti. Allah rahmet etsin. [25]

 

Musul Sahibî Bedreddîn Lü'lü

 

Meîikü'r-Rahim lakabını taşırdı. Yüz yaşındayken bu sene şaban ayında vefat etti. Elli sene kadar Musul'a hükmetti. Akıllı, dahi ve tak­tik sahibi bir kimseydi. Üstadının çocuklarının aleyhine çalıştı. Nihayet onları yok etti. Musul'daki Atabekiye devletine son verdi. Hülaguhan o feci ve dehşetli hadiseden sonra Bağdat'tan ayrılınca Bedreddin Lü'lü gönüllü olarak hizmetine gitti. Yanında hediye ve armağanlar da götür­müştü. Hülagu ona saygı gösterip, ikramda bulunmuştu. Bundan sonra Bedreddin oradan ayrılıp Musul'a dönmüş ve Musul'da birkaç gün daha yaşadıktan sonra vefat etmiş ve Bedriye medresesine defnedilmiş ti. İdaresi güzel, adaletli ve cömert bir kimse olduğu için insanlar onun ölü­müne üzülmüşlerdi. Şeyh İzzeddin onun için el-Kâmil fi't-Tarih adlı ese­rini yazmıştı. Bedreddin de bu eserinden ötürü Şeyh îzzeddin'e arma­ğan verip ihsanda bulunmuştu. Bazı şairlere 1.000 dinar armağan ver­diği görülmüştür. Kendisinden sonra yerine oğlu Salih İsmail geçti. Bedreddin Lü'lü, Ermeniydi. Bir terzi onu satın almıştı. Sonra Musul valisi Melik Nureddin Arslanşah b. İzzeddin Mes'ud b. Mevdud b. Zengî b. Aksungur el-Atabekî'nin yanma verildi. Sureti güzeldi. Melik Nured-din'in yanında itibar gördü. Devlet kademelerinde yükseldi. Nihayet devran ona güldü. Çeşitli ülkelerin elçileri onu ziyarete geldiler. Sonra o, üstadı Melik Nureddin'in çocuklarını suikastler düzenleyerek birer birer öldürdü ve onlardan hiçbirini hayatta bırakmadı ve kendisi müs­takil olarak tahta oturdu, işler onun için yoluna girdi. Her sene Hz. Ali'nin türbesine 1.000 dinar ağırlığında altın bir kandil gönderirdi. Doksan yaşında olmasına rağmen yüzü çok parlak, şekli güzel olduğu için genç görünümlü idi. İnsanlar ona altın kırbacı lakabını takmıştı. Himmeti yüksek, dahi, çok hilekâr ve dessastı. Hz. Ali'nin türbesine her sene altın bir kandil göndermesi, onun Şiî olduğuna bir delildir. Doğru­sunu Allah bilir. [26]

 

Melikü'n-Nâsır Davud El-Muazzam

 

Şeyh Kutbeddin el-Yoninî, el-Mir'at adlı eser üzerine yazdığı zey­linde, bu senenin hadiselerini anlatırken onun biyografisinden uzun uzun bahsetmiştir. Onun karşılaştığı durumları da baştan sona anlat­mıştır. Biz, Melikü'n-Nasır'm biyografisini bu senenin hadiselerinden bahsederken anlatmıştık. Bu meyanda onun halife Müstasım'a, hicre­tin 647. senesinde 100.000 dinar değerinde bir emanet bıraktığım, an­cak halifenin bu emaneti inkâr ettiğini de söylemiştik. Bu emaneti ken­disine geri vermesi için defalarca heyetler göndermiş, araya aracılar koymuş, ancak bunların hiçbir yararı olmamıştı. Şairin biri halifeyi bir şiirle methetmiş, ancak o bunu karşı çıkıp itirazda bulunmuştu. Şair şöyle demişti:

«Eğer Ebu Bekir'in seçildiği Sakif gününde hazır bulunsaydm, Ey takva sahibi imam! Öne sen geçirilirdin.»

Melikü'n-Nasır, halifeyi öven şaire itirazda bulunup şöyle demişti: «Yanlış söylüyorsun. Çünkü halifenin dedesi Abbas o günde hazır bulu­nuyordu. Fakat öne geçirilmedi. Oysa Abbas, halifeden daha üstün ve faziletliydi. Aksine o gün öne geçirilip halife seçilen zât, Ebu Bekir es-

Sıddîk'ti!»

Bunu duyan halife, «Melikü'n-Nasır doğru söylüyor» dedi ve ona hü'at giydirdi. Şair el-Fezarî'yi de Mısır'a sürgün etti.

Melikü'n-Nasır Davud, bu sene Büveyda köyünde vefat etti. Cena­ze merasimine Drnıaşk valisi de katılmıştı. [27]

 

Hicretin Altıyüzelliyedînci Senesi

 

Bu sene başında Müslümanların halifesi yoktu. Dımaşk'm ve Ha­leb'in sultanı, Melik Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz Muhammed b. Ebî Zahir Gazî b. Nasır Selahaddin'di. Onunla Mısırlılar arasında anlaş­mazlık vardı. Mısırlılar, Nureddin Ali b. Muin Aybek et-Türkmanî'yi başlarına hükümdar olarak geçirdiler ve ona Mansur lakabını verdiler.

Zorba hükümdar Hülaguhan, Dımaşk sahibi Melikü'n-Nasır1 a ha­ber göndererek onu yanma çağırdı. O da küçük yaştaki oğlu Aziz'i birçok hediye ve armağanlarla ona gönderdi. Ancak Hülaguhan onun küçük oğluna iltifat etmedi, aksine Melikü'n-Nasır'a kızdı, yanına gelmeyisin-den ötürü öfkelendi. Oğlunu yanında alıkoyup, «Bizzat ben onun ülkesi­ne gideceğim!» dedi. Melikü'n-Nasır bundan tedirgin oldu. Ailesini ve çoluk çocuğunu koruma altına almak amacıyla Kerek'e gönderdi. Di-maşklılar da bundan ötürü şiddetli bir korkuya kapıldılar. Özellikle Ta­tarların Fırat'ı geçtiğini duyunca daha da korktular. Dımaşkhların çoğu kışın Mısır'a gittiler. Çokları öldü. Malları yağmalandı. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.)

Hülaguhan gelip askerleri ve ordusuyla Şam'a yöneldi. Meyyafari-kin (Silvan) ona karşı bir buçuk sene direndi. O da oğlu Eşmot'u oraya gönderdi. Eşmot, Silvan'ı güç kullanarak fethetti. Silvan hükümdarı Kâmil b. Şihab Gazi b. Adü'i kaleden indirip Halep'te kuşatma altına alınmış olan babasının yanma gönderdi ve orada babasının gözü önünde Öldürttü. Haleb'e de Eşrefin komutanlarından birini naib tayin etti. KâmiVin kesik başını ülkede dolaştırdı. Kesik başı Dımaşk'a da götür­düler. Daha sonra bu kesik baş, Babü'l-Feradisi'l-Berranî'ye dikildi. Sonra Babül-Feradisi'l-Cevvanî dahilindeki Mescidü'r-Re's'e defnedil­di. Ebu Şâme bu konuda bir kaside nazmetti. Bu kasidede Kâmil'in fazi­letini, cihad eden bir kimse olduğunu, mazlumen öldürülüşü nedeniyle Hz. Hüseyin'e benzediğini anlattı ve Kâmil'in kesik başı, Hz. Hüseyin'in kesik başının yanına defnedildi.

Bu sene Hâce Nasirüddin et-Tusî Merağa şehrinde rasathane kur­du ve orada çalıştı. Bağdat'ta bulunan birçok vakıf kitabını oraya nak­letti. Dârülhikme'yi kurdu, felsefecileri oraya tayin etti. Her felsefeciye günlük üç dirhem maaş bağladı. Orada ayrıca bir de tıp evi kurdu. Bura­ya atadığı tabiblere günlük iki dirhem maaş bağladı. Medrese kurdu. Orada her fakihe günlük bir dirhem maaş bağladı. Orada kurduğu dârülhadise de tayin ettiği her muhaddis için günlük yarım dirhem ma­aş bağladı.

Bu sene Kadı Vezir Kemaleddin Ömer b. Ebî Cerad (İbn Adim adıy­la meşhur olmuştur), Dımaşk valisi Nasır b. Aziz'in elçisi olarak Mısır'a gönderildi. Tatarlarla savaşmak için Mısırlılardan yardım istiyordu. Tatarların, Dımaşk'a yaklaştıklarını, Cezire ülkesini ve diğer yerleri is­tila ettiklerini, Hülaguhan'm oğlu Eşnıot'un Fırat'ı aşıp Haleb'e gel­mekte olduğunu bildirdi. O zaman Mansur b. Muiz et-Türkmanî'nin hu­zurunda bir meclis kuruldu. Bu mecliste Mısır kadısı Bedreddin es-Sincarî, Şeyh İzzeddin b. Abdüsselam da hazır bulundu. Bunlar orduya yardım için halkın malından bir miktarını alma konusunu görüştüler. Neticede İbn Abdüsselam'ın görüşü esas alındı. İbn Abdüsselam özetle şunları söyledi:

«Beytü'l-mal'de para kalmadığında kadınlarımızın ziynetlerini ve gümüşlerini harcarsınız, böylece savaş aletleri dışında giyecek husu­sunda halkla aynı seviyeye gelirsiniz; öyle ki askerin binek atı dışında başka hiçbir şeyi kalmazsa, o zaman Hakim'in, düşmanları geri püs­kürtmek için halkın malından bir şeyler alması caiz olur. Çünkü düş­man ülkeye hücum ettiğinde halkın tümünün canları ve mallarıyla ona karşı koyması üzerlerine vacip olur.» [28]

 

Melik Muzaffer Kutuz'un Başa Geçmesi

 

Bu sene Emir Seyfeddin Kutuz, üstadı Nureddin'in el-Mansur la­kabını taşıyan oğlu Ali'yi tutukladı. Bunu babasının köle komutanların­dan çoğunun ve diğerlerinin avda oldukları bir zamana denk düşürmüş­tü. Annesi, oğulları ve kardeşleriyle birlikte onu Eşkerî'nin beldesine gönderdi. Sonra kendisi sultan oldu ve Melikül-Muzaffer adını aldı. Bu, Cenâb-ı Allah'ın Müslümanlara bir rahmeti idi. Çünkü Cenâb-ı Allah, Emir Seyfeddin Kutuz vasıtasıyla Tatarları bozguna uğrattı. Nitekim bununla ilgili açıklama inşaallahü Teala ileride de gelecektir. Bu zât, fa-kihlere, kadılara ve İbn Adim'e kendini şöyle savunmuştu: «Müslüman­ların düşmanlarıyla savaşacak güçlü, kuvvetli bir sultana ihtiyaçları vardır. Ali ise küçük yaşta bir çocuk olup, memleket idaresini hakkıyla bilmemektedir.»

Bu sene Dımaşk valisi Melikü'n-Nasır, Veta'ya gitti. Askerler, gö­nüllüler, Arabiler ve diğerlerinden oluşan karışık bir grupla sefere çıktı, ancak bunların Moğollara karşı direnecek güce sahip olmadıklarını an­layınca hepsini terk etti. Ne kendisi, ne de onlar yollarına devam edebil­diler, înna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) [29]

 

Hicretin Altıyüzelliyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Sadrîye Vakfının Sahibi Sadreddin Es'ad B. Mencad

 

Sadreddin Es'ad b. Mencad b. Berekât b. Müemmel et-Tenuhî el-Mağribî ed-Dımaşkî el-Hanbelî. Adil insanlardan olup servet, mürüv­vet, bolca sadaka veren hayırhah bir kimseydi. Hanbeliler için bir med­rese vakfetti. Mezarı Emevî Camii taraflarındaki Derbürreyhan'ın ba­şında, Kadı Mısrî'nin türbesinin yanındadır. Sağlığında bir süre Emevî Camii'nin nazırlığını yapmış, caminin kıble tarafındaki Bakırcılar çar­şısının büyük bir kısmını onarmış, kuyumcuları şimdiki yerlerine nak-letmişti. Kuyumcular daha önce eski kuyumcu çarşısında icray-ı sanat etmekteydiler. Ziyaretin sütunları arasındaki dükkânları da yeniledi. Emevî Camü'ne bol kazanç sağladı. Kendisinin de bir çok sadaka verdiği vakidir. Anlatıldığına göre kendisi kimya sanatını da bilirmiş. Gümüş yaptığına dair sahih rivayetler de vardır. Ama bence bu doğru değildir. Böyle birşey yaptığı sahih değildir. Doğrusunu Allah bilir. [30]

 

Şeyh Yusuf El-Akminî

 

Şehid Nureddin'in hamamının külhanında yatıp kalktığı için kül­hancı anlamına gelen Akminî adıyla meşhur olmuştur. Yerde sürünen uzun giysiler giyer, elbisesine işerdi. Başı açıktı. Onun harika halleri ve mükâşefeleri olduğu söylenmiştir. Halktan ve diğerlerinden bir çokları onun salih ve veli bir kimse olduğuna inanırlardı. Çünkü onlar, veliliğin ve salihliğin şartlarını bilmiyorlar. Yine onlar mükâşefenin iyi, kötü, mü'min, kâfir, rahip ve başkalarında, Deccal'da, İbn Seyyad'da ve diğer­lerinde de görülebildiğinin farkında değildirler. Zira cinler gökteki haberleri çalarak insanların kulaklarına, özellikle de deli veya elbisesi necasetten arınmamış kimselerin kulaklarına ulaştırırlar. Şu halde mükâşefe sahibi ve harika haller gösteren kimseleri kitap ve sünnet mi-hengine vurup denemek gerekir. Durumu Allah'ın kitabına, Rasûlünün sünnetine uygun olan kimse, ister mükâşefe sahibi olsun, ister olmasın, salih kimsedir. Durumu Allah'ın kitabına ve Rasûlünün sünnetine uy­gun olmayan kimse de, ister mükâşefe sahibi olsun, ister olmasın, Salih kimse değildir. Nitekim İmam-ı Şafiî bu hususta şöyle demiştir:

«Bir kimsenin su üzerinde yürüdüğünü, havada uçtuğunu görseniz dahi, onun durumunu kitaba ve sünnete vurmadıkça salan ona aldan-mayınız.»

Akminî, Ölünce Kasyun dağı eteklerindeki türbesine defnedildi. Burası Revahiye'nin doğusunda olup oldukça meşhur, süslü, püslü bir türbedir. Halktan ona inanan bazı kimseler bu türbeyi yaldızla süsle­mişler, mezarının üstüne nakışlı taşlar koyup yazılar yazmışlardır ki bütün bunlar bid'atlerdendir. Akminî, bu sene şaban ayının altısında vefat etti. Şeyh İbrahim b. Said Ci'ane, -kendi dediğine göre- Akminî ha­yatta iken Dımaşk'a girmeğe cesaret edemeznıiş. Ancak onun vefat etti­ği gün Dımaşk'a girebilmiştir. Avam tabakasından onunla beraber olan bazı kimseler de bağırıp çağırarak «Şehre girmemize izin verildi» deyip Dımaşk'a girmişlerdi. Bunların tümü bağırana tâbi olan ve ilim nuruyla aydınlanmayan kimselerdi. Ci'ane'ye şöyle denilmişti:

- Bugüne kadar Dımaşk'a girmene engel olan şey neydi?

- Şehir kapılarından herhangi birine geldiğimde bu canavarın orada çökmüş olduğunu görüyor ve bu nedenle şehre gir emiyordum!

Kendisi Şagor'da ikamet etmekteydi. Bu, yalan, hile ve göz boyama­dır. Ci'ane de Akminî'nin Kasyun dağı eteklerindeki türbesine nakledil­miştir. Kulların durumunu en iyi bilen zât elbetteki yüce Allah'tır. [31]

 

Muhaddis Şems Ali B. Şebbî

 

Sadr el-Bekrî'nin yerine muhtesip vekilliği yaptı. Kıraat ilimlerini öğrendi. Çoklarına da bunu öğretti. Hadis dinledi ve rivayet etti. Kendi el yazısıyla çok hadis yazdı. Bu sene vefat etti. Yüce Allah rahmet etsin. [32]

 

Şatîbîye'nîn Sarihi Ebu Abdillah El-Fasî

 

Ebu Abdillah künyesiyle meşhur olmuştur. Adının Kasım olduğu söylenir. Halep'te bu sene vefat etti. Alim bir kimse olup Arapça'da, kıra­at ilimlerinde ve diğer ilimlerde üstün bir şahsiyetti. Şatibiye adlı eseri güzelce şerh etti. Faydalı bilgiler verdi. Şeyh Şihabüddin Ebu Şâme bu şerhi ve sahibini çok övmüştür. [33]

 

Bedir Müfaddal'ın Kardeşi Necm

 

Külase'deki Fadıliye medresesinin şeyhi idi. Akabiye hatibi Selefi Bedreddin Yahya b. Şeyh İzzeddin b. Abdüsselam'dan icazet almıştı. Babü's-Sağir'de dedesinin mezarına defnedildi. Cenazesine büyük bir kalabalık iştirak etmişti. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [34]

 

Sadeddîn Muhammed B. Şeyh Muhiddîn B. Arabî

 

Ebu Şame kendisinden bahsetmiş, faziletli, edip ve şair bir kimse olduğunu Övgüyle söylemiştir. Ebu Şâme, bu sene Nasır Davud'un vefat ettiğini de söylemiştir. [35]

 

Seyfeddin B. Sabüre

 

Dımaşk güvenlik kuvvetlerinin amiri idi. Ebu Şâme'nin anlattığı­na göre, vefat ederken bir yılan gelmiş, onun baldırlarım parçalamıştır. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise o yılan, Seyfeddin'in kefenine sarılmış, insanlar onu def etmekte aciz kalmışlardır. Yine Ebu Şâme'nin dediğine göre bazı kimseler onun hakkında şöyle demişlerdir: «Seyfeddin b. Sabüre; Nusayri, Rafızî, habis ve sürekli içki içen bir kim­seydi!» Cenâb-ı Allah'tan günahlarını affedip onu örtmesini diliyoruz. [36]

 

Necîb B. Şuayşiaed-Dımaşkî

 

Dımaşk'ta şahitlik yapanlardandı. Hadis dinlemiştir. Banyas yo­lundaki evini dârülhadis olarak vakfetmiştir. Şeyhimiz Hafiz el-Mizzî, Eşrefi darülhadisine geçmeden örice bu darülhadiste ikamet ederdi. Ebu Şâme onun hakkında şöyle demiştir:

«İbn Şuayşia Necib Ebü'1-Feth Nasrullah b. Ebî Talip eş-Şeybanî, yalancılıkla ve dinî hislerinin zayıf oluşuyla tanınmış, kötü halleriyle şöhret bulmuştur. Eleştirilen şahitlerdendir. Kendisinden bilgi alınma­ya layık bir kimse değildir. Ahmed b. Yahya Sadr b. Sünniyyü'd-Devle, Dımaşk kadısı iken onu yanında şahit olarak oturtmuştu. Bunun üzeri­ne şairin biri onun hakkında şöyle bir şiir söylemişti:

«Şakî bir kimse olan Şuayşia şahitlik yapmak için mecliste oturdu. Kahrolasmız! Artık bundan sonra o daha neler yapacak, göreceksiniz.

Deprem mi oldu, yoksa Deccal mı ortaya çıktı, yahut hidayet sahibi adamlar mı kalmadı?

Akidesi bozuk ve şeriatı bilmeyen cahil bir kimsenin, Adalet meclisinde oturmasına izin verildiğine şaşıyorum.»

Ebu Şâme dedi ki: «Hicretin 657. senesinde felsefe ve mantıkla uğ­raşan bir zındık öldü. Bu zındık Müslümanların medreselerinde kalırdı. Duyduğuma göre ilim tahsil eden bir çok gencin akidesini bozmuştu. Onun çeşitli tasnif eserlerin sahibi İbn Hatibü'r-Rey er-Rozî'nin Öğren­cilerinden olduğu iddia edilmiştir. Yılan oğlu yılandır!» [37]

 

Hicretîn Altıyüzellîsekîzînci Senesi

 

Bu senenin başı perşembe günüydü. Sene başında insanların

hali­fesi yoktu. Iraklıların, Horasanlıların ve diğer doğu beldelerinin sultanı Tatar hükümdarı, Hülaguhan'dı. Mısır sultanı da, Melik Muzaffer Sey-feddin Kutuz'du. Bu kişi, Muiz Aybek et-Türknıanî'nin kölesiydi. Dı-maşk'in ve Haleb'in sultanı ise Melikü'n-Nasır b. Aziz b. Zahir'di. Kerek ve Şobek hükümdarı ise Muğis b. Adil b. Kâmil Muhammed b. Adil Ebu Bekir b. Eyyub'du. Muğis, Dımaşk valisi Nasır'la birlikte Mısırlılarla sa­vaşmaktaydı. Nasır ve Muğis'in beraberinde Rükneddin Baybars el-Bundukdarî de bulunmaktaydı. Bunlar Mısırlılarla savaşıp Mısır'ı elle­rinden almak niyetini taşıyorlardı. İnsanlar bu haldeyken Tatarların Şam'a yöneldiklerini ve Hülaguhan komutasındaki Moğol askerlerinin Fırat'ı aşıp kendi yaptıkları köprüleri geride bıraktıklarını duydular. Tatarlar bu sene safer ayının ikisinde Haleb'e ulaşmışlar, orayı yedi gün süreyle kuşatma altında tuttuktan sonra halka aman vererek fethet­mişler, sonra halka ihanet edip sayılarını Aziz ve Celil olan Allah'ın bil­diği miktarda Halepliyi öldürmüşler, mallarını yağmalamışlar, kadın­ları ve çocukları esir almışlardı. Bağdatlıların başına gelen felaket ve musibet, Haleplilerin de başına gelmişti. Tatarlar şehrin her tarafını kontrolleri altına almışlar, şehrin aziz olanlarını, zelil hale getirmişler­di. İnna lillah ive inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dö­nücüleriz.)

Kale halkı Tatarlara karşı bir ay süreyle direnmişti. Sonra aman vererek kaleyi teslim aldılar. Kalenin ve şehrin surlarını yıktılar. Halep şehri semersiz merkebe döndü. Halep naibi Melik Muazzam Turanşah b. Selahaddin, akıllı ve tedbirli bir kimseydi. Ancak askerler, Tatarlarla savaş hususunda ona muvafakat etmemişlerdi. Allah'ın emri, yerine ge­lecek bir takdirdir ve yerine geldi de. Hülaguhan Haleplilere şu mesajı göndermişti:

«Biz sadece Dımaşk'ta Melik Nasırla savaşmağa geldik. Şehrinize bir şahne (emniyet müdürü) atayacağız. Eğer muzaffer olursak ülkenin tümü hakimiyetimiz altına girer. Eğer yenilirsek, dilerseniz şahnemizi kabul edersiniz, dilerseniz onu salıverirsiniz.»

Halepliler, «Bizim yanımızda senin için sadece kılıç vardır!» diye ce­vap verdiler. Hülaguhan onların zayıf durumda olmalarına rağmen böyle bir cevabı vermelerine şaştı. İşte o zaman askerlerini harekete ge­çirdi ve şehri kuşatma altına aldı. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'ın takdiri yerine geldi. Halep şehri düştü. Halep fethedilince Hama sahibi, şehrin anahtarlarını Hülagu'ya gönderdi. Hülagu da Hama'ya Acemlerden Hüsrevşah adında birini naib olarak atadı. Bu na-ib, Halid b. Velid'in soyundan geldiğini iddia ediyordu. Tıpkı Halep şeh­ri gibi Hama'nm da surlarını yıktı. [38]

                                                          

Tatarların Dımaşk'ı Zaptetmeleri Ve Kısa Sürede Burayı Kaybetmeleri

 

Hülagu, Halep'te konakladığı esnada devlet erkânından Kutboğa Noyan komutasında bir askeri birliği Dınıaşk'a sevk etti. Bunlar safer ayının sonunda Dımaşk'a vardılar. Orayı hiç bir güçle karşılaşmaksızm kısa zamanda ele geçirdiler. Ayrıca şehrin ileri gelenleri, onları karşıla­yıp hoş geldiniz, safalar getirdiniz diye mukabele ettiler. Hülagu da şe­hir halkına bir emânname yazdı. Bu enıânname, Meydan-ı Ahdar'da okundu ve halka duyuruldu. İnsanlar da ihanete uğramaktan korkma-yıp emin oldular. Haleplilerin başına gelen felaketten böylece kurtuldu­lar. Bu arada kale halkı teslim olmamış, aksine savunmaya girmişti. Kalenin tepelerinde mancınıklar kuruluydu. Durum şiddetlenmişti. Tatarlar, bir arabaya bindirilen ve atlarla çekilen mancınıklarını getir­diler ve kalenin batı tarafına kurdular. Kendileri de atlara bindiler, si­lahlarını da hayvanlara yüklediler. Kale duvarlarını mancınıklarla yık­tılar. Yıkılan duvarların taşlarını alıp kaleye doğru fırlattılar. Kalenin üst tarafları ve balkonları çöktü. Kale komutanı barışa razı olduğunu bildirdi. Tatarlar, kaleyi fethettiler. Oradaki bütün yapıları tahrip etti­ler. Yüksek burçları yıktılar. Bu hadise, bu sene cemaziyelevvel ayının ortasında vuku bulmuştu. Kale komutanı Bedreddin b. Karaca ile nakip Cemaleddin b. Sayrefî el-Halebî'yi öldürüp, şehri ve kaleyi kendilerin­den bir emir olan Abalsiyan'a teslim ettiler. Allah kendisine lanet etsin. O, Hıristiyanlığa çok saygı gösteriyor, o dini yüceltmeğe çalışıyordu. Et­rafında papazlar ve keşişler toplandılar. Onları aşırı bir saygıyla karşı­ladı. Kiliselerini ziyaret etti. Böylece Hristiyanlarm hakimiyeti ve sat-vetleri arttı. Hristiyanlardan bir gurup, Hülagu'yu ziyarete gittiler. Be­raberlerinde ona birçok hediye ve armağanlar da götürdüler. Onun ya­nından dönerlerken Hülagu'dan eman da almışlardı. Torna kapısından Dımaşk'a girerlerken beraberlerinde insanların başı üzerinde taşımak­ta oldukları haçlarım da getirmişlerdi. Şehre girerken şu sloganı atıyor­lardı: «Doğru din olan Mesih'in dini ortaya çıktı!» Böyle derken İslâmiyet'i ve Müslümanları da yeriyorlardı. Yanlarında içki dolu kap­lar vardı. Geçtikleri her kapıya, insanların suratına ve elbiselerine içki saçıyorlardı. Caddelerden ve sokaklardan geçmekte oldukları esnada halkın, haçlarına saygı göstermelerini ve ayağa kalkmalarını emredi­yorlardı. Darbü'l-Hacer'e girdiler. Şeyh Ebü'1-Beyan'ın hankâhımn önünde durdular. Hankâha içki saçtılar. Darbü'l-Hacer'deki mescidin kapısına da aynı şekilde içki serptiler. Çarşıyı dolaştılar. Nihayet Dar-bürreyhan'a, veya oraya yakın bir yere geldiler. İşte orada Müslümanlar toplanarak onlara karşı koydular. Onları Meryem Kilisesi'nin bulundu­ğu sokağa ittiler. Hatipleri» çarşının orta yerindeki bir dükkânın tezgahına çıkarak Hristiyan dinini övdü, İslâmiyet'i ve Müslümanları yerdi, inna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönü­cüleriz).

Bundan sonra Meryem Kilisesi'ne girdiler. Orası mamur haldeydi Ancak bu hal oranın yıkılmasına neden oldu. Allah'a hamd olsun.

Şeyh Kutbeddin, el-Mir'at adlı eser üzerine yazdığı zeylinde der ki: «Hristiyanlar, o zaman Meryem Kilisesi'nde çan çaldılar.» Doğrusunu Allah bilir.

Yine Şeyh Kutbeddin'in anlattığına göre Hristiyanlar içkileriyle beraber camiye girmişlerdi. Amaçları -şayet Tatarlar orada uzun süre kalırlarsa- şehirdeki bir çok mescitleri ve diğer yerleri yıkmaktı. Şehir­de bu acı durumlar meydana gelince Müslümanların kadıları, şahitler ve fakihler bir araya gelip toplandılar ve kaleye giderek durumu, şehri teslim alan Abalsiyan'a şikâyet ettiler. Ancak oradan horlanarak kovul­dular. Abalsiyan, Hristiyan reislerinin sözlerini tercih etmiş, Müslü­manları hiçe saymıştı. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Al­lah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) Bu sene başında bu hadiseler meydana gelirken o esnada Şâm sultanı Nasır b. Aziz, Vefa mıntıkasında sefer halinde bulunuyordu. Etrafında çok sayıda asker, emir ve hükümdar çocuğu vardı. Bunlar -şayet üzerlerine gelecek olurlarsa- Tatarlarla savaşmayı düşünüyorlardı. Beraberindeki emirler arasında Baybars el-Bundukdarî ve bir grup denizci askerler de vardı. Ancak askerlerin söz­leri birbirini tutmadı, görüşleri muhtelif oldu, anlaşamadılar. Bu da yü­ce Allah'ın hikmetinin gereği idi. Emirlerden bir grup, Nasır'ı hal' edip zindana atmaya ve öz kardeşi Melik Zahir Ali'ye bey^at etmeğe niyetlen­diler. Nasır bu durumu öğrenince kaleye kaçtı. Askerleri dağılıp herbiri bir tarafa gitti. Emir Rükneddin Baybars da adamlarıyla birlikte Gazze taraflarına gitti. Melik Muzaffer Kutuz onu yanma çağırdı, Kalyop şeh­rini ikta' olarak verdi. Onu vezaret konağına yerleştirdi. Böylece Rük­neddin Baybars onun yanında yüksek şân ve şeref sahibi bir kimse oldu. Ancak ölümü de onun eliyle oldu. [39]

 

Ayn-I Calut Savaşı

 

Bütün bunlar bu sene ramazan ayının son on gününde cereyan et­mişti. Aradan üç gün geçmeden Müslümanların Ayn-ı Calut savaşında Tatarlara karşı muzaffer oldukları müjdesi geldi. Şöyle ki: Mısır sahibi Melik Muzaffer Kutuz, Tatarların Şam'da -anlattığımız şeyleri- yaptık­larını, ülkenin tümünü yağmaladıklarını, Gazze'ye ulaştıklarım, Mısır'a girmeye azmettiklerini ve Dımaşk sahibi Melik Nasır'ın Mısır'a göçe niyetlendiğini - Keşke oraya gitmiş olsaydı- beraberinde de Hama sahibi Melik Mansur ile amirlerden ve melik çocuklarından bir grubun bulunduğunu ve Katiyye'ye ulaştığını haber aldı. Melik Muzaffer Kutuz, Hama sahibine ikramda bulundu. Şehrini ona vereceğim vaad etti ve ona iyilik yaptı. Melik Nasır, Mısır'a girmedi. Aksine İsrail çölüne doğru çekildi. Beraberindekilerin çoğu Mısır'a girdiler. Onun Mısır'a girmesi, çöle çekilmesinden daha iyi olacaktı. Ancak aradaki düşmanlık nedeniyle onlardan korktu. Kerek taraflarına yöneldi. Orada istihkâm tedbirleri aldı. Keşke orada kalmaya devam etseydi. Ama tedirginliği vardı. Çöle doğru harekete geçti. Ama gitmedi. Keşke gitmiş olsaydı. Bedevî emirlerinin birinden eman diledi. Tatarlar oraya hücum ettiler. Oradaki malları yağmaladılar, evleri yıktılar, büyük, küçük herkesi öl­dürdüler. Kadınları ve çocukları esir aldılar. Bundan sonra Araplar, Ta­tarlardan öç aldılar. Bu sene şaban ayının ortasında meralarmdaki at­lara hücum ettiler. Onları tümüyle ele geçirip önlerine katarak götürdü­ler. Tatarlar peşlerine düştüler. Ama onlara ulaşamadılar. Onlardan geri ne bir at, ne bir merkep alabildiler. Tatarlar, Nasır'ın peşine düştü­ler. Onu kovalamağa devam ettiler. Nihayet onu Zizi sarnıcının yanında yakaladılar. Onu, küçük yaştaki oğlu Aziz'i ve kardeşini Hülaguhan'a gönderdiler. O zaman Hülaguhan Halep'te konaklamış bulunuyordu. Hülaguhan bunları yanında esir tuttu. Nihayet müteakip sene üçünü de öldürdü. Bu hususu ileride de anlatacağız.

Kısaca diyeceğimiz şudur ki: Muzaffer Kutuz, Tatarların Şam'da yaptıklarını, onların Şam'da hakimiyet kurduktan sonra Mısır diyarına girmeye azmettiklerini duyunca, onlar kendisine baskın yapmadan ön­ce kendisi onlara karşı harekete geçti. Askerleriyle birlikte yola koyul­du. Askerleri hep birlikte ona itaat etmekteydiler. Nihayet Şam'a vardı. Kutboğa Noyan komutasındaki Moğol askerleri ona karşı alarma geçti­ler. O zaman Kutboğa Noyan, Bika'da bulunuyordu. Humus sahibi Eş­ref ve Mucir İbn ez-Zekî ile istişare yaptı. Bunlar ona, Muzaffer Kutuz'a karşı koyamayacağını, Hülaguhan'dan gelecek takviye kuvvetleri bek­lemesini önerdiler. O da acele edip hemen Muzaffer Kutuz'un karşısına çıkmaya karar verdi. Hep birlikte Muzaffer'e karşı harekete geçtiler. Muzaffer de onların üzerlerine yürüdü. Bu sene ramazan ayının yirmi-beşinde cuma günü Ayn-ı Calut'ta karşı karşıya geldiler. Şiddetli bir sa­vaşa tutuştular. Muzaffer Kutuz onlara karşı muzaffer oldu. Allah'a hamd olsun. Bu zafer, Müslümanlara ve İslâm'a kutlu olsun. Müslü­manlar onları korkunç bir hezimete uğrattılar. Moğol komutanı Kutbo­ğa Noyan ve ailesinden bir topluluğu öldürdüler. Anlatıldığına göre Kutboğa Noyan'ı öldüren kişi, Emir Cemaleddin Akkuş eş-Şemsî'dir. İslâm askerleri onları kovaladılar. Her tarafta onları öldürmeğe başla­dılar. Hama sahibi Melik Mansur ve Emir Farisüddin Aktay el-Müsta-rab (askerlerin atabeği idi) Melik Muzaffer Kutuz'un yanında yer alarak Tatarlarla savaşmışlardı. Kutboğa Noyan'ın etrafındaki adamlardan

bir grubu, Melik Said b. Aziz b. Âdil esir almıştı. Melik Muzaffer Kutuz ona, bu esirlerin boyunlarını vurmasını emretmişti. Humus sahibi Eş­ref, bu savaşta Tatarların yanında yer almıştı. Sonra Muzaffer Ku-tuz'dan eman diledi. Hülaguhan onu bütün Şam mıntıkasına naib ola­rak atamıştı. Melik Muzaffer Kutuz ona eman verdi ve Humus şehrini tekrar kendisine iade etti. Aynı şekilde Hama şehrini de Melik Man-sur'a geri verdi. Ek olarak Maarra'yı ve diğer beldeleri de ona verdi. Sil-miye şehrini ise Şerefüddin İsa b. Mühenna b. Manî'ye verdi. O, Arapla­rın emiri idi. Emir Baybars el-Bendakdarî ve bir grup bahadır, Tatarları kovalamaya devam ettiler. Onları buldukları her mekânda öldürdüler. Nihayet Tatarlar kaçarak Halep'e geldiler. Tatarların Dımaşk'ta bulu­nan askerleri, ramazan ayının yirmiyedisinde pazar günü şehri terk edip kaçtılar. Dımaşklı Müslümanlar onları kovaladılar. Bir kısmını öl­dürdüler. Ellerinde bulunan Müslüman esirleri kurtardılar. Bu müjde Muzaffer Kutuz'a geldi. Önceki musibetleri telafi ettiği için Allah'a hamd olsun. Müjde davulları kalenin her tarafında çalınmağa başladı. Mü'minler Allah'ın müyesser kıldığı bu zaferden ötürü çok sevindiler. Cenâb-ı Allah İslâmiyet'i ve Müslümanları çok güçlendirdi. Hristiyan, Yahudi ve münafıkları perişan etti. Allah'ın dini onların hoşuna gitmese de açığa çıkıp yükseldi. O esnada Müslümanlar daha önce büyük haçın çıkarıldığı Hristiyan kilisesine hücum ettiler. Oradaki eşyaları yağma­ladılar. Kiliseyi ateşe verdiler. Çevresini de yaktılar. Çevrede Hristi-yanlara ait bir çok ev yandı. Allah evlerini ve mezarlarını ateşle doldur­du. Yakubi kilisesinin de bir kısmı yandı. Bir grup İslâm askeri Yahudi­lerin mallarını yağmalamağa yöneldiler. Anlatıldığına göre Yahudiler Hristiyanlar kadar taşkınlık yapmamışlardı. Halk, Dımaşk Camii'nin ortasında, Müslümanların mallarını yağmalamaları için Tatarlara yol gösteren, onlara dalkavukluk yapan Rafızî bir şeyhi öldürdü. Bu şeyhin adı Fahr Muhammed b. Yusuf b. Muhammed el-Gencî idi. İçi bozuk olup Tatarlarla iş birliği içindeydi. Allah kahretsin. Müslümanlar bu arada münafıklardan da bir topluluğu öldürdüler. «Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun, zulmeden milletin kökü böylece kesildi.» (el-En'âm, 45).

Hülaguhan; Şâm, Cezire, Musul, Mardin, Hısnü'l-Ekrad ve diğer mıntıkaların kadılığına Kemaleddin Ömer b. Bidar et-Tiflisî'yi atadığı­na dair bir ferman yazıp gönderdi. Kemaledin Ömer, onbir seneden beri Dımaşk'ta Kadı Sadreddin Ahmed b. Yahya b. Hibetüllah b. Sünniy-yü'd-Devle'ye vekillik yapmaktaydı. Ferman, bu senenin rebiyülevvel ayının yirmialtısında Dımaşk'a ulaştığında Meydan-ı Ahdar'da okun­du. Böylece Kemaleddin Ömer Dımaşk'a bağımsız, asil kadı oldu. Fazi­letli bir kimseydi. Azledilen Kadı Sadreddin b. Sünniyyü'd-Devle ile Ka­dı Muhyiddin b. Zeki, Haleb'e Hülaguhan'ın hizmetinde bulunmağa git­tiler. İbn Zeki, İbn Sünniyü'd-Devle'ye hile yaptı. Bunun için bol miktarda para sarfetti. Kendisi Dımaşk kadılığına atandı. İbn Sünniyyü'd-Devle, Baalbek'te vefat etti. İbn ez-Zekî kadı olarak Dımaşk'a geldi. Be­raberinde fermanı ve mezhebinin hü'atı da vardı. Hü'atini giydi ve Ba-bü'1-Kebir'deki Nesr kubbesinin altında Abalsiyan'm hizmetinde bu­lunmak üzere oturdu. Aralarında, Abalsiyan'ın karısı Hatun da yüzünü açmış halde oturuyordu. Ferman orada bu vaziyette okundu. Hüla-gu'nun adı anıldığında altın ve gümüşler halkın başı üzerine savruldu. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönü­cüleriz.) Allah bu kadıyı, Abalsiyan'ı, karısını ve Hülaguhan'ı kahret­sin.

Ebu Şâme'nin anlattığına göre İbn ez-Zekî bu kısa süreli görevinde

birçok medreseyi eline geçirmiş, sene başından önce de azledilmişti. Bu süre zarfında Azraviye, Sultaniye, Felekiye, Rükniye, Kaymaziye ve Aziziye medreseleri İbn ez-Zekî'nin eline geçmişti. Takaviye ve Aziziye medreseleri ise zaten elinde bulunmaktaydı. Oğlu İsa'yı Emmiye med­resesinin müderrisliğine ve şeyhüşüyuhluğa tayin ettirdi. Ümmü Salih medresesini arkadaşlarından İmad el-Mısrî'ye verdirdi. Şâmiyetü'l-Barraniye medresesini de yine bir arkadaşına verdirdi. Ana bir kardeşi Şihabeddin İsmail b. Esad b. Hubeyşî'yi kadılığa atadı ve Revaniye ile Şamiyetü'l-Berraniye medresesinin idaresini de ona verdirdi. Ebu Şâme dedi ki: «Oysa Şamiyetü'l-Berraniye vakfiyesinde bu medresenin başka bir medrese ile birleştirilemeyeceğine dair bir hüküm vardı.»

Dımaşk ve diğer beldeler, Tatarlardan alınıp Müslümanların eline geçince İbn ez-Zekî, kadılıkta kalmak için çok çaba sarfetti. Bu görevden atılmaması ve medrese yönetiminin elinde kalması için çok para harca­dı. Ancak bu görevler uzun süre elinde kalmadı. Aksine azledildi. Yerine Kadı Necmeddin Ebu Bekir b. Sadreddin b. Sünniyyü'd-Devle atandı. Atanma fermanı zilkade ayının yirmibirinde cuma günü namazdan son­ra Dımaşk Camii'nin Osman mesnedinin yanındaki Kemalî penceresi­nin önünde okundu.

Melik Muzaffer Kutuz, Ayn-ı Calut'ta Tatarları kırıp geçirdikten sonra peşlerine düştü. Onları kovalamağa devam etti. Büyük bir debde­beyle Dımaşk'a geldi. Halk onun gelişine çok sevindi. Ona çokça dualar edildi. Melik Muzaffer, Humus valisi Melik Eşrefi, Hama valisi Man-sur'u görevlerinde bıraktı. Halep şehrini Hülagu'nun elinden aldı. Hak yerini buldu. Kurallar yerlerine oturdu. Melik Muzaffer daha önce Emir Rükneddin Baybars el-Bendakdarî'yi, Tatarları kovması ve teslim al­ması için Haleb'e göndermiş, Baybars'ı da Halep valiliğine atayacağına dair söz vermişti. Baybars Tatarları Halep'ten kovup çıkararak şehri teslim aldığında Melik Muzaffer oraya Baybars'ı değil de Musul sahibi­nin oğlu Alaaddin'i atadı. Bu sebeple Muzaffer Kutuz'la Baybars arasın­da düşmanlık meydana geldi ve bu, kısa sürede Melik Muzaffer Kutuz'un öldürülmesiyle sonuçlandı. Hüküm bundan öncesinde de bun­dan sonrasında da elbetteki yüce Allah'ın elindeydi.

Muzaffer Kutuz Şam'daki işlerini tamamladıktan sonra Mısır'a dönmeğe niyetlendi. Dımaşk'ta Emir Alemüddin Sencer el-Halebî el-Kebîr ile Emir Mücireddin b. Hüseyin b. Aksa Timur'u naib olarak bı­raktı. Kadı İbn ez-Zekî'yi Dımaşk kadılığından azletti, yerine İbn Sün-niyyü'd-Devle'yi atadı. Sonra askerleriyle beraber Mısır diyarına dön­dü. Halkın önde gelenleri, ayan ve eşraf onun şiddetli heybetinden ötürü yüzüne rahatça bakamıyorlardı. [40]

 

Melik Zahir Baybars El-Bendakdarî'nin Sultanlığı

 

Kükremiş bir arslan gibiydi. Öldürülmesinin sebebi de şuydu: Me­lik Muzaffer Kutuz Mısır'a dönmeğe niyetlenip yola koyulduğunda Ga-zaliye ile Salihiye arasındaki bir yere geldi. Orada komutanlar üzerine hücum ettiler ve oracıkta onu öldürdüler. Melik Muzaffer Kutuz salih bir insandı. Cemaatle birlikte çok namaz kılardı. Sarhoş edici şeyleri ol­maz ve zorba hükümdarların yaptıklarını yapmazdı. Üstadının oğlu Mansur Ali b. Muiz et-Türkmanî"yi geçen sene zilkade ayının sonların­da azlettiğinden bu yana yaklaşık bir sene geçti. Allah kendisine rah­met etsin. İslâmiyet ve Müslümanlar için yaptıklarından ötürü kendisi­ne hayır mükâfat versin.

Emir Rükneddin Baybars el-Bendakdarî, onu öldürmek için bir grup ümera ile ittifak yapmıştı. Muzaffer Kutuz bu mıntıkaya ulaştığın­da okunun yayını gerdi ve bir tavşanın peşine düştü. Kendileriyle ittifak kurduğu komutanlar ve emirler de onunla birlikte tavşanın peşine düş­tüler. Rükneddin Baybars bir konuda güya Muzaffer Kutuz'a ricada bu­lundu. Ricasını kabul edince Baybars elini öpecekmiş gibi yapıp onu tut­tu. Diğer emirler de gelip ona kılıçla vurdular, atından yere düşürüp ok yağmuruna tuttular. Nihayet onu öldürdüler. Allah ona rahmet etsin. Sonra ellerindeki yalın kılıçlarıyla çadırların yanına döndüler. Orada bulunan insanlara durumu haber verdiler. Oradakilerden biri, «Muzaf­fer Kutuz'u kim öldürdü?» diye sorunca Rükneddin Baybars cevabını verdiler. Rükneddin Baybars'a, «Onu sen mi öldürdün?» dediklerinde, «evet» diye cevap verdi. O zaman, «Öyleyse bundan sonra hükümdar sensin» dediler. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise Melik Muzaf­fer Kutuz öldürüldüğünde, emirler kendi aralarında kimi tahta geçire­cekleri hususunda şaşkına dönmüşler, hayretler içine düşmüşlerdi. Her biri bu işin sonucundan korkmağa başlamıştı. Başkalarının başına gelen bu belanın kendi başlarına da geleceğinden korkmuşlardı. Netice­de Baybars el-Bandakdarî'ye beyat etmek hususunda söz birliği ettiler. Baybars her ne kadar büyüklerinden değildiyse de onu denemek istediler ve ona Melik Zahir lakabım taktılar. Böylece Baybars, memleket ida­resini eline aldı ve tahta oturdu. Bu nedenle sevinç davulları çalındı, bo­razanlar öttürüldü. Islıklar eşliğinde liderlik borusu öttü. O gün görül­meğe değer muazzam bir gündü. Tahta oturan Baybars el-Bendakdarî Allah'a tevekkül edip yardım diledi. Sonra Askerler de hizmetinde oldu­ğu halde Mısır'a girdi. Cebel kalesine girip kürsüsünde oturdu. Hük­metti. Adaletle hüküm verdi. Bazı ilişkileri kesti. Bazılarını yeniledi. Yeni ilişkiler kurdu. Adam atadı, adam azletti, şehametli ve şecaatti bir kimseydi. Bu sıkıntılı demde ve şiddetle fakrü zaruret içinde bulunduk­ları bir sırada Cenâb-ı Allah onu insanların başına hükümdar olarak ge­çirmişti. İlk olarak kendine Melikül-Kahir Lakabını taktı. Vezir ona, «Bu lakabı takınan kimse iflah olmaz. Çünkü Kahir b. Mutemid bu laka­bı takınmıştı. Ancak hükümdarlığı uzun sürmedi. Nihayet hal'edüip gözlerine mil çekildi. Musul sahibi de kahir lakabını takınmıştı. O da ze­hirlenip öldürülmüştü» deyince o zaman bu lakabı bırakıp Melikü'z-Za-hir lakabını takındı. Sonra da kendi nefsinde reislik duygusunu besle­yen büyük emirleri ve komutanları yakalamaya başladı. Böylece otori­tesini sağlamlaştırdı.

Hülaguhan Ayn-ı Calut savaşında Müslümanların kendi askerleri­nin başına getirdiği felaketleri duyunca Şam'ı Müslümanlardan geri al­mak için çok sayıda askeri harekete geçirdi. Ancak bunlar emellerine ulaşamadılar. Kayıp ve ziyan içinde geri döndüler. Çünkü kırıcı aslan, kesici kılıç olan Melikü'z-Zahir Dımaşk'a gelmiş, karşılarına çıkarak sı­nırları ve kaleleri silahlarla korumaları için her tarafa asker salmıştı. Tatarlar ona yaklaşamadılar. İslâm devletinin güçlendiğini, askerlerin iyi savaştıklarını, Cenâb-ı Allah'ın Şam'a ve Şamlılara yardım ettiğini, rahmetini de üzerlerine indirdiğini gördüler. İşte o zaman geri döndü­ler. Salih amellerin ve hayırlı işlerin kendi nimetleriyle tamamlandığı yüce Allah'a hamd olsun.

Melik Muzaffer Kutuz (Allah rahmet etsin) Dımaşk'ta Emir Ale­müddin Sencer el-Halebî adındaki bir Türk komutanı naib olarak bırak­mıştı. Emir Alemüddin Sencer, Melik Muzaffer'in öldürüldüğünü du­yunca kaleye girdi, kendisi için dua etti ve Melikü'l-Mücahid lakabını takındı. Melik Zahir'e be^at edildiği bu sene zilhicce ayının altısında cu­ma günü onun adına hutbe okundu. Hatip hutbede önce Melikü'1-Müca-hid'in yani Emir Alemüddin'in adını, sonra da Melikü'z-Zahir'in adını okudu ve onlara duâ etti. Paralar ikisinin adıyla bastırıldı. Sonra Meli-kü'1-Mücahid'in adı kaldırıldı. Nitekim bu husus ileride de anlatılacak­tır.

Bu sene acaip hadiseler meydana geldi. Şöyle M: Sene başında Şam vilayeti, Sultan Nasır b. Aziz'in elinde bulunuyordu. Safer ayının orta­sında ise Şam, Tatar hanı Hülagu'nun eline geçti. Ramazan ayı sonunda ise Melik Muzaffer Kutuz'un eline, zilkade ayının sonunda da Zahir Baybarsln eline geçti. Dınıaşk vilayetinin idaresinde Melikü'l-Mücahid Sencer, ona ortak olmuştu. Aynı şekilde Dımaşk şehrinin kadılığı da se­ne başında İbn Sünniyyü'd-Devle Sadreddin'in elinde bulunuyordu. Sonra Hülagu tarafından atanan Kemaleddin Ömer et-Tiflisî'nin eline geçti. Daha sonra îbn ez-Zekî'nin, onun ardı sıra da Necmeddin b. Sün­niyyü'd-Devle'nin eline geçti. Dımaşk Camii'nin hatibi de uzun seneler­den beri İmadüddin b. Haristani idi. Bu zat bu sene şevval ayında bu gö­revden azledildi. Yerine İmad el-İsirdî atandı. Kötülüklerden korun­muş bir zat olup güzel kıraat sahibi idi. Bu sene zilkade ayının başında îmad el-Haristanî tekrar hatipliğe iade edildi. Hüküm, noksanlıklar­dan münezzeh ve yüce olan Cenâb-ı Allah'ındır. [41]

 

Hicretin Altıyüzellisekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Kadilkudat Sadreddin Ebü'l-Abbas B. Sünniyyü'd-Devle

 

Ahmed b. Yahya b. Hibetüllah b. Hüseyin b. Yahya b. Muhammed b. Ali Yahya b. Sadaka b. Hayyat Kadilkudat Sadreddin Ebü'l-Abbas b. Sünniyyü'd-Devle et-Tağlibî ed-Dımaşkî eş-Şafîî. Sünniyyü'd-Devle Hüseyin b. Yahya, hicretin 500. senesi içinde Dımaşk hükümdarların­dan biri tarafından atanmış bir kadı idi. Zürriyeti için kurduğu vakıfları vardı. Divan sahibi Şair İbn Hayyat Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Ali b. Yahya b. Sadaka et-Tağlibî, Sünniyyü'd-Devle'nin amcasıdır. Hicretin 559. senesinde doğdu. Haşvî'den, İbn Taberzet'den, Kindî'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Kendisi de birkaç medresede hadis riva­yet edip ders ve fetva verdi. Mezhepleri iyi bilirdi. Güzel yoldaydı. Ancak Ebu Şâme onu eleştirir ve onu yererdi. Doğrusunu Allah bilir.

Kadilkudat Sadreddin Dımaşk kadılığına müstakil olarak hicretin 643. senesinde atandı ve görevini bu seneye kadar sürdürdü. Azledilip yerine Kemaleddin et-Tiflisî atandığında Kadı Muhyiddin b. Zeki ile bir­likte Haleb'i istila eden Hülaguhan'm yanına gittiler. Hülaguhan, İbn ez-Zekî'yi kadılığa atadı. İbn Sünniyyü'd-Devle yani Kadilkudat Sad-reddin'i Baalbek kadılığına atadı. Kadilkudat Sadreddin b. Sünniyyü'd-Devle, Baalbek'e hasta olarak gitti. Orada vefat etti. Şeyh Abdullah el-Yoninî'nin yanına defnedildi. Melikü'n-Nasır onu çok överdi. Melik Za­hir Baybars otoritesini sağlamlaştırınca Kadilkudat Sadreddin'in oğlu Necmeddin b. Sünniyyü'd-Devle'yi kadılığa atadı. Necmeddin, Müşem-mes Bettaletüddürus'un zamanında yetişmişti. Onun Ardü's-Sehim de­nen yerde bir bahçesi vardı. Müşemmes'ten ayrılmak ve medreselere yerleşmek çok ağırına gidiyordu. O günlerde insanlar, işsiz güçsüz kalıp kendisine tabi oldular. Nefisler her zaman rahatı ve tenbelliği tercin ediyorlar. Özellikle meyvelerin olgunlaştığı zamanda bahçe sahipleri böyle yaparlar. Şehvetlerin, arzuların ve emellerin kabardığı o günlerde kadılar da tenbelliği ve rahatı tercih ediyorlardı. [42]

 

Mardin Valisi Melik Said

 

Asıl adı Necmeddin b. İlgazi b. Mansur Artuk b. Arslan b. İlgazî b. Sünnî b. Timurtaş b. İlgazî b. Erisî'dir. Şecaatli bir hükümdardı. Turan-şah b. Melik Selahaddin, Melik Zahir b. Abdülaziz b. Zahir b. Nasır'm ta­yin ettiği Haleb naibi idi. Haleb'i Moğollara karşı bir ay süreyle tahkim etti. Şiddetli bir kuşatmadan sonra şehri barış yoluyla onlardan teslim aldı. Bu sene vefat etti ve evinin dehlizine defnedildi. [43]

 

Melik Said Hasan B. Abdülaziz

 

Melik Said Hasan b. Abdülaziz b. Adil Ebu Bekir b. Eyyub. Babasın­dan sonra Sabibe'nin ve Banyas'm emirliğini yaptı. Sonra bu iki şehir elinden alındı ve Münire kalesine hapsedildi. Tatarlar geldiklerinde on­larla beraber oldu. Sonra Tatarlar şehirlerini ona geri verdiler. Ayn-ı Calut savaşı vuku bulduğunda Muzaffer Kutuz'un önüne esir olarak ge­tirildi. Muzaffer Kutuz, boynunu vurdurdu. Çünkü Tatarların serpuşu­nu giymiş ve Müslümanlara karşı onlarla işbirliği yapmıştı. [44]

 

Abdurrahman B. Abdürrahîm B. Hasan

 

Abdurrahman b. Abdürrahim b. Hasan b. Abdurrahman b. Tahir b. Muhammed b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talip Şerefüddin b. Acemî el-Halebî eş-Şafiî. İlim ve riyaset ailesinden gelmektedir. Haleplidir. Zahiriye'de ders verdi ve orada bir medrese yaptırıp vakfetti. Kendisi de oraya def­nedildi. Sonra Tatarlar bu senenin safer ayında Haleb'e girdiklerinde vefat etmişti. Kendisine işkence etmişler. Kış mevsiminde üzerine çok soğuk sular dökmüşlerdi. Bu yüzden adaleleri gerildi, kramp geçirdi ve nihayet öldü. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [45]

 

Melik Muzaffer Kutuz B. Abdullah

 

Türk olup lakabı Seyfeddin'di. Muiz et-Türkmanî'nin ve Salih Eyub b. Kâmil'in has kölelerindendi. Üstadı Muizz'i öldürdüğü zaman yerine oğlu Nureddin Mansur Ali'nin geçirilmesi için çabaladı. Tatarların du­rumunu işitince Nureddin'in yaşının küçüklüğü nedeniyle askerlerin ona itaat etmeyeceklerinden korktu. Bu sebeple Nureddin Mansuru az­ledip ümeraya, kendisine bey'at etmeleri için çağrıda bulundu. Hicretin 657. senesinin zilkade ayında kendisine bey'at edildi. Nitekim bu husus önceki sayfalarda da anlatılmıştır. Bey'at aldıktan sonra Tatarların üzerine yürüdü. Cenâb-ı Allah onun vasıtasıyla İslâm'ın muzafferiyeti-ni nasip eyledi. Şecaatti, bahadır, çok hayır işleyen, islâm'ın ve Müslü­manların yararına çalışan bir kimseydi. Halk kendisini çok sever ve onun için çok dua ederdi. Anlatıldığına göre Ayn-ı Calut savaşı yapılır­ken atı öldürülmüştü. O anda yedek atları bulunduran sorumlulardan hiç birini yanında bulamayınca kendisi atından indi ve bir süre yerinde hareketsiz kaldı. Savaş devam ediyordu. Kendisi sultanın yeri olan or­dunun merkezinde duruyordu. Emirlerden biri onu bu halde görünce atından indi ve ona, kendi atma binmesi için yemin verdirdi. Fakat o binmedi ve o emire, «Müslümanları senin yararından yoksun bırak­mam» dedi. Nihayet yedek atların sorumlusu geldi. Ona bir at verdi. O da ata bindi. Emirlerden biri kendisini kınayıp şöyle dedi:

- Ey han, niçin o emirin atına binmedin? Düşmanlardan biri seni o halde görseydi öldürürdü. Senin ölümün nedeniyle de İslâmiyet helak olurdu!

- Ben öldürülseydim Cennet'e giderdim. İslâm'a gelince, onun sa­hibi vardır. Falan, falan, falan ve falan hükümdarlar öldüler, öldürüldü­ler; ama îslâmiyeti onlardan koruyacak başka kimseler ortaya çıktılar. Böylece İslâmiyet zayi olmadı!

Allah kendisine rahmet etsin, maiyetinde bir çok denizci komutan ve askerler olduğu halde Mısır'dan hareket etmişti. Yanında Hama emiri Mansur ile hükümdar çocukları da vardı. Hama emirine haber gönderip ona, «Bu günlerde sofra kurmakla vaktini geçirme, askerlerle beraber ol. Askerlerin yiyeceği bir parça et bulunsun. Acele et, acele et» demişti. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi bu senenin ramazan ayı­nın son on gününde düşmanla karşı karşıya gelip savaşmış ve onları mağlup etmişti. Bu büyük bir müjdeydi. Çünkü Bedir savaşı da rama­zan ayının bir cuma gününde vuku bulmuş ve o savaşta Müslümanlar muzaffer olmuşlardı.

Melik Muzaffer Kutuz, thmaşk'a şevval ayında geldi ve orada ada­letle hükmetti. İşleri düzene soktu. Baybars'ı da Halep'ten çıkarıp kov­mak için Tatarların peşine taktı. Baybars'a Halep naibliğini vereceğini vadetti. Ancak maslahat gereği bu görevi ona vermedi. Bu yüzden arala­rında düşmanlık meydana geldi. Mısır'a dönüşünde Baybars ve bazı emirler ona komplo kurdular, onu Karabiye ile Salihiye arasındaki bir yerde öldürdüler. Cenazesi Kasr'a defnedildi. Mezarı, ziyaret edilen bir yerdi. Melik Zahir Baybars tahta oturunca mezarının izini kaybettirdi. Artık mezarının yeri bilinmemektedir. Melik Muzaffer Kutuz, bu sene zilkade ayının onaltısmda cumartesi günü öldürüldü. Allah kendisine rahmet etsin.

Şeyh Kutbeddin el-Yoninî, el-Mir'at adlı eser üzerine yazılan Zeyl adlı kitapta, Şeyh Alaeddin b. Ganim tarikiyle, Dımaşk sahibi Nasır'ın zamanında sır katipliği yapmış olan Mevla Taceddin Ahmed b. Esîr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Berze açıklarında Nasır'la birlikte bu­lunduğumuz esnada ulak, Muzaffer Kutuz'un Mısır'a hakim olduğu ha­berini getirdi, ben bu haberi sultana ilettim. Sultan Nasır da bana, «Fa­lana ve falana git, bu haberi onlara da ilet» dedi. Sultanın yanından çık­tığımda askerlerden biriyle karşılaştım. Asker bana «Mısır'dan bana ge­len habere göre Muzaffer Kutuz, hükümdar olmuş» dedi. Ben de kendi­sine, «Bu konuda bilgim yok, sen bunu nereden duydun?» diye sorunca asker şu karşılığı verdi: «Evet, vallahi o, Mısır mülküne hükümdar ola­cak ve Tatarları bozguna uğratacaktır.» Kendisine, «Sen bunu nereden biliyorsun?» diye sorduğum da şu cevabı verdi:

«O küçücük bir çocuk iken kendisine hizmet ediyordum. Üzerinde çok miktarda bit ve pire vardı. Bitleri ve pireleri ayıklarken, onu horlu­yor ve yeriyordum. Bir gün bana, «Hey, bana bak, Mısır diyarına hakim olduğumda sana ne vermemi istersin?» diye sordu. Ben de kendisine, «Sen deli misin?» dedim. Bana şu karşılığı verdi: «Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyamda gördüm. Bana, «Sen Mısır diyarına hakim olacak ve Tatarları kırıp geçireceksin!» buyurdu. Rasûlullah'm sözü hak ve gerçektir. İçin­de şüphe yoktur.» O zaman kendisine- isteğimi ilettim: «Senden, beni el­li süvariye komutan yapmanı istiyorum» dediğimde, o da «Olur, bu ko­mutanlık müjdesini şimdiden sana veriyorum» dedi.

Îbntfl-Esir dedi ki: Asker bana bunları söyleyince, ben de kendisi­ne, «İşte Mısırlıların mektubu gelmiş, bu mektupta Muzaffer Kutuz'un saltanat tahtına oturduğu söyleniyor» dedim. Asker, «Vallahi, o, Tatar­ları da kırıp geçirecektir» dedi ve dediği gibi de oldu.

Nasır, Mısır diyarına döndüğünde şehre girmek istedi. Sonra geri döndü. Ancak Şam askerlerinin çoğu Mısır'a girdiler. Bu olayı anlatan komutan da Mısır'a girenler arasındaydı. Melik Muzaffer Kutuz ona elli süvariye komutan olma yetkisi verdi. Böylece vaadini yerine getirdi. Bu komutanın adı, Emir Cemaleddin et-Türknıanî idi.

İbnü'1-Esir dedi ki: Bu komutan Mısır'da elli süvarinin başına geç­tikten sonra benimle karşılaştı ve Muzaffer Kutuz hakkında bana verdi­ği haberi tekrarladı, ben de ona aynı şeyleri söyledim. Bunun ardısıra Tatarların vak'ası meydana geldi. Muzaffer Kutuz onları kırıp geçirdi ve ülkeden kovdu.

Anlatıldığına göre Muzaffer Kutuz, Tatarları gördüğünde, emirle­rine ve askerlerine şu talimatı verdi: «Güneş zevale ermedikçe ve rüzgar esmedikçe onlarla savaşmayın. Hatipler ve insanlar, namazlarında bi­ze dua etsinler.» Yüce Allah kendisine rahmet etsin.

Bu sene Hülagu'nun Şam naibliğine atadığı Kutboğa Noyan öldü. Allah ona lanet etsin. Noyan kelimesi, 10.000 askerin komutanı anlamı­na gelir. Bu murdar komutan, üstadı Hülagu adına Acem ülkesinin bir ucundan başlayarak Şam'a kadar fütuhat yapmıştı. Hülagu'nun dedesi Cengizhan'ın sağlığında da yaşamıştı. Kutboğa Müslümanlarla yaptığı savaşlarda daha önce hiç kimsenin uygulamadığı metodları uygulamış­tı. Şöyle ki: Kutboğa bir İslâm beldesini fethettiğinde, o beldedeki Müs­lüman savaşçıları, fethedeceği bir sonraki Müslüman beldeye sevkeder-di. Bu Müslüman savaşçılar da o belde halkından kendilerini yanların­da barındırmalarım talep ederlerdi. Şayet barmdırırlarsa Kutboğa'nın amacı gerçekleşirdi. Böylece ikinci İslâm beldesindeki halkın yiyecek ve içeceği azalırdı. Kendisi de gidip onları kuşatma altına aldığında, kuşat­ma kısa sürede sona ererdi. Şayet bu Müslüman savaşçıları barındırma­yacak olurlarsa, o zaman kendi maiyetindeki Tatar savaşçıları o beldeye gönderirdi. Fetih gerçekleşirse mesele biterdi, aksi halde sevk etmiş ol­duğu İslâm savaşçıları orada yok oluncaya kadar kalırlar, böylece o bel­de halkının azığı da azalırdı. Fetih bu defa gerçekleşirse ne alâ, aksi hal­de kendi dinlenmiş askerleriyle üzerlerine hücum eder, onlarla savaşır, belde halkını yorgun ve bitkin düşürür ve fethi çabucak gerçekleştirirdi. Fethedeceği belde halkına önce şu haberi iletirdi:

«Suyunuz azalmıştır. Korkarım ki güç kullanarak şehrinizi zapte-deriz ve sizi baştan sona öldürürüz. Kadınlarınızı ve çocuklarınızı da esir alırız. Suyunuz bittikten ve yok olduktan sonra artık siz nasıl ha­yatta kalırsınız? Bari zor kullanarak şehrinizi ele geçirmemizden Önce fırsatı değerlendirin de barış yoluyla şehrin kapılarını bize açın.»

Şehir halkı da ona şu cevabı verirdi: «Bizim suyumuz çoktur, suya ihtiyacımız yoktur.» Kutboğa Noyan, «Hayır, sözünüze inanmıyorum. Yalnız suyu kontrol edecek adamlarımı yanınıza göndereceğim. Eğer suyunuz çoksa sizi bırakıp geri döneceğim» derdi. Onlar da «gönder» derlerdi. Bunun üzerine içi oyulmuş, zehirle dolu mızraklar taşıyan as­kerlerinden birkaç adamı güya suyu kontrol etmek amacıyla kaleye gön­derirdi. Bunlar fethi zorlaşan ve kendilerini yoran kaleye girdiklerinde suyu mızraklarıyla kontrol etme sadedinde, mızraklarını suyun dibine daldırırlar ve içindeki zehirleri suya akıtırlardı. Bu zehirler suya karı­şınca su zehirlenmiş olur ve böylece kale halkının -farkında olmaksızm-ölümlerine sebep oluyordu. Allah Kutboğa Noyan'a, lanet etsin. Kutbo­ğa Noyan, yaşlı bir adamdı. Hristiyanîığa meyyaldi. Ancak Cengiz-han'm yasalarının dışına çıkma imkânı bulamıyordu.

Şeyh Kutbeddin el-Yoninî dedi ki: «Kutboğa Noyan'ı Baalbek kale­sini kuşattığında görmüştüm. Siması güzel bir ihtiyardı. Salıverilmiş uzunca bir sakalı vardı ve bunu saç örgüsü gibi örmüştü. Bazan sakalı­nın örgüsünü kulağının arkasına atardı. Heybetli ve satveti şiddetli

olan bîr kimseydi. Kaleyi gözetleyip durumu muhakeme etmek için ca­miye girip minayere çıkmıştı. Sonra batı tarafındaki kapıdan çıkıp ha­rabe bir dükkana girmiş, orada avreti açık bir halde insanların gözleri Önünde def-i hacette bulunmuştu. İşini tamamladıktan sonra da adam­larından biri bir pamuk parçasıyla abdest mahallini silmişti. Muzaffer Kutuz'un, askerleriyle birlikte Mısır'dan çıktığı haberini alınca ne ya­pacağını bilemedi. Şaşkına döndü. Sonra onu karşılamağa karar verdi ve adet üzere bu defa da muzaffer olacağını zannetti. O gün Muzaffer Kutuz'un ordusunun sol kanadına hamle yaptı. O kanadı kırdı. Sonra Cenâb-ı Allah Müslümanlara kuvvet verdi. Onları savaşta sebat ettirdi. Müslümanlar bu defa Tatarlara kuvvetli bir hamle yaptılar. Onları öyle bir hezimete uğrattılar ki, bu yaraları asla iyileşemeyecekti. Emirleri Kutboğa Noyan bu savaşta öldürüldü, oğlu esir alındı. Oğlu genç ve gü­zel biriydi. Esir alınıp Muzaffer Kutuz'un huzuruna götürüldü. Muzaf­fer Kutuz ona, «Baban kaçtı mı?» diye sorunca oğlu, «Babam kaçmaz!» diye cevap verdi. Bunun üzerine Kutboğa'yı aradılar. Cesedini ölüler arasında buldular. Oğlu, babasının cesedini görünce hıçkıra hıçkıra ağ­ladı, feryad-ü figan etmeğe başladı. Muzaffer Kutuz da cesedin Kutbo-ğa'ya ait olduğunu kesin olarak anlayınca Allah'a şükür secdesi yaptı. Sonra, «Gönlüm rahatladığı için biraz uyuyacağım» dedi ve sözünü şöyle sürdürdü: «Kutboğa, Tatarların mutluluğuydu. Onun öldürülmesiyle Tatarların mutluluğu gitti.»

Ve öyle de oldu. Artık bundan sonra Tatarlar asla iflah olmadılar. Kutboğa, bu sene ramazan ayının yirmibeşinde cuma günü öldürülmüş­tü. Onu öldüren kişi, Emir Akkuş eş-Şemsî idi. Yüce Allah Akkuş'a rah­met etsin.   [46]                        

 

Şeyh Muhammed Fakih El-Yoninî

 

Hanbelî mezhebine mensuptu. Baalbekliydi. Hadis hafızıydı. Şece­resi şöyledir: Muhammed b. Ahmed b. Abdullah b. İsa b. Ebi'r-Rical Ah-med b. Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin b. İs-hak b. Cafer-i Sadık. Şeyh Kutbeddin el-Yoninî bu şecereyi büyük kar­deşi Ebü'l-Hüseyin'in el yazısıyla yazdığını görmüştür. Yine kardeşi, babalarının kendisine «Biz Cafer-i Sadık sülalesindeniz» dediğini haber vermiştir. Ancak Şeyh Muhammed el-Fakih bu sözü oğluna zekat kabul etmekten kurtulmaları için vefat ederken söylemişti.

Şeyh Muhammed el-Fakih'in künyesi, Ebu Abdillah b. Ebi'1-Hüse-yin el-Yoninî'dir. Yukarıda da söylediğimiz gibi Hanbeli mezhebine mensuptur. Takiyyüddin lakabını taşırdı. Fakih ve hadis hafızıydı. İlimde yüksek ve abid bir şahsiyetti. Hicretin 572. senesinde doğdu. Haşvî'den, Hanbel'den, Kindî'den, Hafız Abdülganî'den hadis dinledi.

Hafız Abdülganî onu çok överdi. Muvaffak'tan da fıkıh dersleri aldı. Şeyh Abdullah el-Yoninî'nin yanında bulundu. İlim sahasında ondan yararlandı. Şeyh Abdullah da onu över, onu öne geçirir, fetvalarda ona uyardı. Şeyhinin şeyhi Abdullah el-Betaihî ona hırka giydirdi. Hadis il­minde ilerledi. Buharî ve Müslim'in Sahihlerini bir araya getiren eseri ezberledi. Yine İmam Ahnıed b. Hanbel'in Müsned'inden kendisine ye­tecek kadar hadis ezberledi. Arapça'yı Tac el-Kindî'den öğrendi. Güzel huylu, güzel suretli bir kimseydi. İnsanlar her hususta ondan istifade ederler ve dini kendisinden öğrenirlerdi. Hükümdarlar nezdinde de iti­bar sahibi olmuş, onlar katında çok yüksek bir mevkiye gelmişti. Bir de­fasında kalede MeKk Eşrefin yanında, Zebidî'nin Buharî'yi okuduğu bir mecliste abdest almıştı. Abdestini tamamladıktan sonra seccadesini Sultan Melikü'l-Eşref yere serdi. Melik Kâmil, Dımaşk'ta bulunan kar­deşi Melik Eşrefin ziyaretine gelmişti. Melik Eşref onu kalede konuk et­ti. Darü's-Seade'ye geçerek Melik Kâmil'e Şeyh Muhammed Fakih el-Yoninî'nin güzelliklerini anlatmağa başladı. Melik Kâmil «Onu görmek isterim» deyince Melik Eşref, Baalbek'e bir pusula gönderdi. Şeyh Mu-hammed'i yanma davet etti. O da gelip Dârü's-Seade'ye konuk oldu. Ka­lede bulunan Melik Kâmil yanına geldi. Sohbet ettiler. İlmi tartışmalar yaptılar. Sohbet esnasında ağır bir nesneyle adam öldürme meselesi ele alındı. Bir Yahudi tarafından başı iki taş arasında ezilerek öldürülen bir cariyeyle ilgili hadisten bahsedildi. Bu hadiste Rasûlullah (s.a.v.)'m o katil Yahudinin de Öldürülmesini emrettiği zikrediliyordu. Melik Kâmil o katil Yahudinin suçunu itiraf etmediğini ileri sürdü. Şeyh Muhammed ise «Sahih-i Müslim'de o katil Yahudinin suçunu itiraf ettiği yazılıdır» dedi. Melik Kamil, «Sahih-i Müslim'i ben özetleyip kısalttım. Onda böy­le bir hadis görmedim» dedi ve kendisinin ihtisar etmiş olduğu beş ciltlik Sahih-i Müslim'i getirtti. Kâmil bir cildini, Eşref bir başka cildini, îma-düddin b. Musik başka bir cildini, Şeyh Muhammed ise başka bir cildini ellerine aldılar. Şeyh Muhammed'in açtığı ilk sayfada mezkur hadis bu­lundu ve onun dediği gibi çıktı. Melik Kâmil, onun hafızasının sağlamlı­ğına ve hadisi hemen keşfedişine hayran kaldı. Onu yanına alarak Mı­sır'a götürmek istedi. Melik Eşref onu çabucak memleketi Baalbek'e gönderdi ve Melik Kâmil'e, «O Baaîbek'e başka hiçbir şehiri tercih et­mez» deyince, Melik Kâmil ona çok miktarda altın gönderdi. Şeyh Mu­hammed'in oğlu Kutbeddin şöyle demiştir: «Babam hükümdarların ih­sanlarını kabul eder ve «Benim Beytü'l-malde bundan daha fazla hak­kım vardır» derdi. Emirlerden ve vezirlerden ise hiçbir şeyi kabul etmez­di. Sadece hediye olarak sunulan bazı yiyecekleri alır, sonra bunları on­lara gönderirdi. Onlar da bunları bir teberrük ve şifâ vesilesi olarak ka­bul ederlerdi.»

Anlatıldığına göre Şeyh Muhammed el-Fakih el-Yoninî'nin çok ma­lı ve serveti varmış. Melik Eşref, Yonin karyesinin kendisine ikta' ola­rak verilmesi için bir ferman yazmış ve halife tarafından onaylanması için Muhyiddin b. Cevzî'ye bu fermanı verip göndermişti. Oğlunun an­lattığına göre Şeyh Muhammed, ben buna muhtaç değilim, demiş ve fer­manı alıp parçalamıştır. Yine oğlu babasını anlatırken şöyle demiştir: «Babam sadaka kabul etmezdi. Kendisinin Ali b. Ebi Talip soyundan ' geldiğini ve Cafer-i Sadık b. Muhammed el-Bakır b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talip silsilesine mensup olduğunu söylerdi. Babam daha önce fa­kirdi. Hiçbir şeyi yoktu.» Şeyh Abdullah'ın bir zevcesi, bu zevcesinden doğma güzel bir de kızı vardı. Şeyh Abdullah zevcesine «Gel şu kızı Şeyh Muhammed'le evlendirelim» der, ancak zevcesi bunu kabul etmeyip, «O yoksuldur, kızımın zengin bir evde mutlu olmasını istiyorum» derdi. Şeyh Abdullah da zevcesine, «Öyle görüyorum ki kızınız ve kocası olacak Şeyh Muhammed, bereketli ve bol rızıkh bir evdedirler, hükümdarlar ziyaretlerine geleceklerdir» diye karşılık vermiş ve karısı da kızlarının şeyh Muhammedle evlenmesine rıza göstermiş, neticede kızlarını Şeyh Muhammed el-Fakih el-Yoninî ile evlendirmişlerdi. Şeyh Abdullah'ın dediği gibi Şeyh Muhammed zengin olmuş, hükümdarlar onun ziyareti­ne gelmişlerdi. Bu hatun, Şeyh Muhammed el-Fakih el-Yoninî'nin baş-tacı edilen ilk zevcesi idi. Allah ona rahmet etsin.

Hükümdarların tümü ona saygı gösterirler, onun bulunduğu şehre gelip kendisini ziyaret ederlerdi. Melik Adil, oğulları ve diğerleri aynı şekilde ona hürmet ederlerdi. İbn Salah, İbn Abdisselam, İbn Hacip, Husarî, Şemseddin b. Sünniyyü'd-Devle, İbn Cevzî ve diğer büyük fa-kihler de ona saygı gösterirler, sözünü kabul ederlerdi. Çünkü onun il­mi, ameli, diyaneti ve güvenirliği vardı. Onun birçok harika hallerinin, keramet ve mükâşefelerinin görüldüğü anlatılır. Allah kendisine rah­met etsin. Bazılarının anlattıklarına göre o oniki seneden beri kutuptu. Doğrusunu Allah bilir. Şeyh Fakih el-Yoninî şöyle demiştir:

«Bir defasında Harran'a gitmeye niyet ettim. Orada feraiz ilmini iyi bilen bir adam bulunduğunu duymuştum. Sabahında yola çıkacağım gecede Şeyh Abdullah el-Yoninî'den bana bir mektup geldi. Kudüs-ü Şe­rife gitmemi emrediyordu. Ben bundan hoşlanmadım. Mushaf-ı Şerifi açıp baktığımda karşıma şu ayet-i kerime çıktı:

«Sizden bir ücret istemeyenlere uyun onlar doğru yoldadırlar.» (Ya­sin, 21).

Kudüs'e gittim. Harranlı feraiz alimini orada buldum. Kendisin­den feraiz ilmini öğrendim. Öyle ki kendisinden daha yüksek derecede bir feraizci olduğum düşüncesine dahi kapıldım!»

Şeyh Ebu Şâme dedi ki: «Şeyh Muhammed el-Fakih el-Yoninî iri ya­rı bir adamdı. Emirlerden ve diğerlerinden hüsn-ü kabul gördü. Yünlü kısmım ters çevirip dışa gelecek şekilde bir takke giyerdi. Nitekim şeyhi Abdullah el-Yoninî de böyle yapardı. Mirac'a dair bir eser tasnif etti. Ben de ona karşı el-Vadihül-Celî fiV-Reddi ale'l-Hanbelî adını verdiğim bir reddiyeyi yazdım.»

Oğlu Kutbeddin'in anlattığına göre Şeyh Muhammed el-Fakih el-Yoninî, bu sene ramazan ayının ondokuzunda, seksensekiz yaşınday­ken vefat etmiştir. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [47]

 

Muhammed B. Halil B. Abdülvehhab B. Bedir

 

Künyesi Ebu Abdillah el-Beytar el-Ekkâl'dir. Aslen Benî Hilal ka­bilesinin bulunduğu Cebel tarafındandır. Kasr-ı Haccac'da doğdu. Şa-gor'da ikamet etti. Salih, dindar, yoksullarla muhtaçları ve mahpusları gözeten, onları başkalarına tercih eden, garip halleri bulunan bir kim­seydi. Başkalarının verdiği şeyleri, ücretini ödemeksizin alıp yemezdi. Yemesi için belde sakinleri ona çok kıymetli ve nefis yiyecekleri zorla ve­rirlerdi, üzerine atarlardı. O da karşılığında tam ücret ödemeden o şey­leri yemezdi. Böyle yapınca da insanların nazarında kıymetli biri haline geldi. Halk onu sevdi ona meyletti.Tatlı, kebap ve benzeri birçok yiye­cekleri kendisine getirdiler. O da bunun karşılığında onlara tam ücret ödedi. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. Keremiyle ondan razı olsun, amin. [48]

 

Hicretin Altıyüzellidokuzuncu Senesi

 

Bu sene aralık ayından birkaç gün geçtikten sonra pazartesi günü, yeni hicri yıla girildiğinde Müslümanların halifesi henüz yoktu. Mekke emiri, Ebu Numey b. Ebi Said b. Ali b. Katade el-Hasenî'ydi. Bu görevde ortağı da amcası İdris b. Ali idi. Medine emiri, İzzeddin Cemmaz b. Şihe el-Hüseynî, Mısır ve Şam'ın sahibi, Sultan Melikü'z-Zahir Baybars el-Bendakdarî idi. Dımaşk, Baalbek, Sabibe ve Banyas'taki ortağı da Meli-kül-Mücahid Emir Alemüddin Sencer'di. Halep'teki ortağı ise Emir Hü-sameddin Laçin el-Cogendarî el-Azizî idi. Kerek ve Şobek ise, Melik Mu-ğis Fethüddin Ömer b. Adil b. Seyfeddin Ebu Bekir el-Kâmil Muham­med b. Adilü'l-Kebir Seyfeddin Ebu Bekir b. Eyyub'un elinde bulunuyor­du. Hısn-ı Cehyon ve Bazerya ise Emir Muzafferüddin Osman b. Nasi-rüddin Mengürs'ün elinde bulunuyordu. Hama sahibi Melik Mansur b. Takiyyüddin Mahmud, Humus sahibi Eşref b. Mansur İbrahim b. Ese-düddin Nasır, Musul sahibi Bedir Lü'lü'ün oğlu Melik Salih^ Ceziretü İbn Ömer'in sahibi Bedir Lülülin oğlu Melikü'l-Mücahid, Mardin sahi­bi Melikü's-Said Necmeddin îlgazi b. Artuk, Anadolu'nun sahibi Rük-neddin Kılıç Arslan b. Keyhüsrev es-Selçukî idi. Kılıç Arslan'ın hükümdarlıktaki ortağı, kardeşi Keykâvus'tu. Ülke, ikisinin arasında yarıya-rıya paylaşılmıştı. Doğu illeri Hülaguhan'm adamları olan Tatarların elinde bulunuyordu. Yemen ülkesine ise bir çok hükümdar hükmediyor­du. Mağrip'teki Cogendî beldelerinde ise her bir mıntıkada ayrı bir hü­kümdar vardı.

Bu sene Tatarlar, Haleb'e hücum ettiler. Karşılarına Halep sahibi Hüsameddin el-Azizî, Hama sahibi Mansur, Humus sahibi Eşref çıktı. Savaş, Halid b. Velid'in mezarının yakınında Humus'un şimal tarafında cereyan etti. Tatarların sayısı 6.000'di. Müslümanlarınki ise 1.400'dü. Aziz ve Celil olan Allah, Tatarları hezimete uğrattı. Müslümanlar, onla­rın çoğunu öldürdüler. Tatarlar bu defa Haleb'e döndüler. Dört ay sü­reyle orayı kuşatma altında tuttular. Ahalinin azıklarını kıstılar. Bir grup garibi orada önlerinde elleri ve kolları bağlı vaziyette öldürdüler, înna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönü­cüleriz.)

Tatarları bozguna uğratan İslâm askerleri Humus'ta kaldılar. Ha­leb'e dönmediler. Aksine Mısır'a doğru ilerlediler. Melikü'z-Zahir onları debdebe ve alayişle karşıladı. Onlara ihsanda bulundu. Bu kuşatma sü­resinde Halep sahipsiz kaldı. Ancak yüce Allah orayı Tatarlara karşı

muhafaza etti.

Bu sene safer ayının yedisinde pazartesi günü Melik Zahir saltanat merasimine çıktı, dolaştı. Emirler ve askerler önünde yürüdü. Bu onun ilk saltanat yürüyüşüne çıkışıydı. Bundan sonra bu merasimler birbiri­ni izledi. Küre ile oynamaya başladı.

Bu sene safer ayının onyedisinde emirler, Dımaşk'ta hükümdarları Alemüddin Sencer'e karşı ayaklandılar. Onunla savaştılar. Onu hezi­mete uğrattılar. O da kaleye sığındı. Bu defa onu kalede kuşatma altına aldılar, O da Dımaşk kalesinden kaçıp Baalbek kalesine gitti. Dımaşk kalesini Emir Alemüddin Aytekin el-Bendekdarî teslim aldı. Bu, öncele­ri Cemaleddin Yağmur'un, sonra da Salih Eyyub b. Kâmil'in kölesi ol­muştu. Melik Zahir'in onun nesebinden geldiği söylenir. Melik Zahir, Dımaşk'ı Alemüddin Sencer'den teslim alması için onu gönderdi. O da orayı teslim aldı. Melik Zahir'e niyabeten Dımaşk kalesinde ikamet etti. Sonra Baalbek kalesinde bulunan Alemüddin Sencer el-Halebî'yi ku­şatma altına aldı. Nihayet onu yakalayıp bir katıra bindirerek Mısır'da bulunan Melik Zahir'e gönderdi. Geceleyin Melik Zahir'in yanma vardı­lar. Melik Zahir onu önce kınayıp azarladı, sonra ona bir şeyler verdi ve

ikramda bulundu.

Bu sene rebiyülevvel ayının sekizinde pazartesi günü Melik Zahir, İbn Hanna adıyla meşhur Bahaeddin Ali b. Muhammed'i vezirliğe tayin etti.

Rebiyülahir ayında da kendisine karşı ayaklanma hazırlığında ol­duklarını duyduğu bir gurup emiri tutukladı. Yine bu ayda Şobek'e as­ker sevk etti. Burayı Kerek sahibi Muğis'in naiblerinin elinden teslim aldı.

Bu sene Melik Zahir, Tatarları kovmak için bir grup askeri Haleb'e gönderdi. Askerler Gazze'ye vardıklarında Haçlılar Tatarlara mektup yazarak onları uyardılar. Onlar da tez davranıp Halep'ten geri çekilme­ğe başladılar. Ahaliden bir kısmının mallarını yağmaladılar, paraları­na el koydular. Halktan 1.600.000 dirhem para aldılar. Böylece amaçla­rına ulaştılar. Melik Zahir'in askerleri oraya gelip bütün bu olumsuz­lukları ortadan kaldırdılar. Sonra Emir Şemseddin Akkuş et-Türkî, Me­lik Zahir tarafından Haleb'e gönderildi. Şehri teslim alan Şemseddin Akkuş, adaletle hükmetti. Bazı ilişkileri kopardı, yeni bazı ilişkiler kur­du.

Bu sene cemaziyelevvel ayının onunda salı günü Mısır'da Taceddin Abdülvehhab b. Kadi'l-E'azz Ebi'l-Kasım Halef b. Reşidüddin b. Ebü's-Senâ Mahmud b. Bedir el-Alaî kadılığa atandı. Atanmadan önce Melik Zahir'e bazı ağır şartlar ileri sürdü. Bu şartları kabul edildikten sonra göreve başladı. Kadılık görevinde bulunan Bedreddin Ebü'l-Mehasin Yusuf b. Ali es-Sincarî azledildi. Bir kaç gün tutuklu kaldıktan sonra sa­lıverildi. [49]

 

Müstansır Bîllah Ebü'l-Kasım Ahmed B. Emîrü'l-Mü'minîn Ez-Zahir'e Hilafet Bet

 

Atının Yapılması

 

Müstansır Billah, Bağdat'ta tutuklu bulunduğu hapishaneden sa­lıverildi. Irak diyarında bir grup Arabî ile birlikte bulunuyordu. Sonra tahta geçtiğini duyduğu Melik Zahir'in yanına gitmek üzere yola koyul­du. On kadar Arap emirinin beraberinde Mısır'a doğru harekete geçti. Yamdaki emirler arasında Nasirüddin Muhenna da vardı. Bu senenin recep ayının sekizinde Mısır'a ulaştı. Sultan, vezir, şahitler ve müezzin­ler onu karşıladılar. Bu görülmeğe değer muazzam bir andı. Museviler Tevratlarıyla, Hristiyanlar da İncilleriyle onu karşılamağa gelmişlerdi. Müstansır Billah, Babünnasır'dan büyük bir debdebeyle Mısır'a girdi. Recep ayının' onüçünde pazartesi günü sultan ve halife, Cebel kalesinin eyvanında oturdular. Vezir, kadı ve emirler de kendi rütbe ve makamla­rına göre orada yerlerini aldılar. Hakim Taceddin b. E'azz, halife Müs­tansır'm nesebini tespit etti. Bu, Müstansiriye'nin kurucusu halife Müstansır'm kardeşi ve Müstasım'ın da amcası idi. Mısır'da halifeliğine be/at edildi. Melik Zahir, kadı, vezir ve emirler ona beyitlerini sundu­lar. Müstansır, Mısır diyarında hilafet arabasına bindi. Emirler önüsı-ra, insanlar da etrafında yürümeğe başladılar. Receb ayının onüçünde

Kahire'yi baştan başa dolaştı. Abbasilerin otuzsekizinci halifesi oldu. Kendisiyle Hz. Abbas arasında yirmidört nesil vardır. Kendisine be/atını sunan ilk kişi, Kadı Taceddin'di. Çünkü nesebini o tespit et­mişti. Kadı Taceddin'den sonra sultan, ondan sonra Şeyh îzzeddin b. Abdüsselam, ondan sonra emirler ve rütbelerine göre devlet erkânı bey*at ettiler. Minberlerde adına hutbe okundu. Sikkelere adı nakşedil­di. Hilafet makamı üçbuçuk seneden beri boş bulunuyordu. Çünkü Muş­tasını, hicretin 656. senesinde öldürülmüştü. Kendisinden bahsetmekte olduğumuz Müstansır Billah'a ise bu sene, yani hicri 659. senenin receb ayının onüçünde pazartesi günü be/at edildi. Esmer tenli, endamı düz­gün, güçlü, himmeti yüksek, şecaatli ve atılgan bir kimseydi. Medrese­nin banisi olan kardeşine verilen lakabın aynısı kendisine de verildi. Müstansır lakabını aldı. Kendilerinden Önce başka iki kardeş halifenin böyle müşterek bir lakabı kullandıkları vaki değildir. Ama bunlar gibi iki, üç veya dört kardeşin halife oldukları görülmüştür. Örneğin Seffah ile kardeşi Mansur, Hadî ile kardeşi Reşid, Müstazhir'in oğulları Müs-terşid ile kardeşi Muktefî, halifelik tahtına oturmuş kardeşlerdir. Emin, Me'mun ve Mu'tasım'a gelince, bunlar da Reşid'in çocukları olup hilafet tahtına oturmuş üç kardeştirler. Müntasır, Mu'tez ve Muti'e ge­lince, bunlar da Muktedir'in çocukları olup hilafet tahtına oturmuş üç kardeştirler, Velid, Süleyman, Yezid ve Hişam'a gelince, bunlar da Ab-dülmelik b. Mervan'm çocukları olup hilafet tahtına oturmuş dört kar­deştirler.

İleride de anlatılacağı gibi Müstansır Billah'ın hilafeti, öldürüldü­ğü güne kadar beş ay yirmi gün sürmüştür ki, bütün Abbasî halifeleri­nin en kısa sürelisidir. Ümeyye oğullarına gelince, bunlar arasında Mu-aviye b. Yezid b. Muaviye'nin hilafeti kırk gün, İbrahim b. Yezid en-Na-kıs'mki yetmiş gün, İbrahim'in kardeşi Yezid b. Velid'inki ise beş ay sür­müştür. Hasan b. Ali hazretlerinin babasından sonraki hilafetine gelin­ce bu da yedi ay onbir gündür. Mervan b. Hakenı'inki ise dokuz ay on gün sürmüştür. Abbasi halifeleri arasında bir seneyi hilafet makamında doldurmayanlar da vardır. Bunlardan Müntazır b. Mütevekkil altı ay, Mehdi b. Vasık onbir ay ve birkaç gün süreyle halifelik yapmışlardır. Halife Müstansır Billah adamlarıyla birlikte Cebel kalesinin bir burcuna yerleştirildiler. Bu sene receb ayının yedinci gününde maiye-tiyle birlikte kaledeki camiye geldi. Minbere çıkıp bir hutbe irad etti. Hutbesinde Abbas oğullarının şerefini anlattı. Sonra En'am suresinin baş taraflarım okudu. Daha sonra Peygamber (s.a.v.)'e salatü selam ge­tirdi. Allah'ın, sahabilerden razı olmasını diledi. Sultan Zahir'e dualar yaptı. Sonra minberden indi. Cemaate namaz kıldırdı. Bu davranışı hoş karşılandı. O gün güzel ve görülmeğe değer muazzam bir gündü. [50]

 

Halife Müstansır Billahtn Melik Zahir'e Saltanat Alametlerini Takması

 

Bu sene şaban ayının dördünde pazartesi günü halife, sultan, vezir kadı, emirler, ehl-i hail ve akd büyük bir otağa gittiler. Bu otağ, Kahire dışında kurulmuştu. Orada oturdular. Halife, kendi eliyle sultana siyah bir hil'at giydirdi. Boynuna gerdanlık taktı. Ayaklarına altından halhal-lar geçirdi. Reisülküttap Fahreddin İbrahim b. Lokman minbere çıktı. Cemaate, kendi el yazısı ile yazdığı sultanın sultanlığa atanma fermanı­nı okudu. Sonra sultan bu debdebe ve alayişle boynunda gerdanlığı, ayaklarında altın hamalları olduğu halde yürüyüşe çıktı. Vezir önünde, emirler ve devlet erkanı da hizmetçiler gibi yanında yürüyorlardı. Bun­lar arasında sadece vezir bineğine binmişti. Diğerleri yaya yürüyorlar-dı. Kahire'nin bir başından diğer başına gidildi. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü. Şeyh Kutbeddin, sultanın sultanlığa atanma fer­manını harfi harfine nakletmiştik. Bu, uzunca bir fermandır. Doğrusu­nu Allah bilir. [51]

 

Halîfenin Bağdat'a Gidişi

 

Halife, sultandan kendisini Bağdat'a göndermesini talep etti. Sul­tan da onun için büyük bir askeri birlik hazırladı ve halifelere, hüküm­darlara özgü gerekli hazırlıkları yaptı. Sonra sultanın kendisi de hali­feyle birlikte Dımaşk'a gitti. Sultanın Mısır'ı bırakıp onunla birlikte Şam mıntıkasına gitmesinin sebebi şuydu: Seyfeddin et-Türkî, önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Haleb'i istila etmişti. Sultan Zahir ona karşı Emir Alemüddin Sencer el-Halebî'yi göndermişti. Alemüddin Sencer, onu Halep'ten kovmuş ve şehri teslim almış, orada Sultan Za-hir'e niyabeten kalmıştı. Sonra Seyfeddin et-Türkî bu işten vazgeçme­miş, çalışıp çabalamış, nihayet Haleb'i tekrar geri almış ve Emir Ale­müddin Sencer'i oradan kovmuştu.

Bu seferinde Sultan Zahir, Mısır'da îzzeddin Aydemir el-Halebî'yi vekil bıraktı. Memleketin idaresini Vezir Behaeddin b. Hanna'ya teslim etti. Oğlu Fahreddin'i de vezir olarak beraberinde bu sefere iştirak ettir­di. Ordunun ve askerlerin idaresini de Emir Bedreddin Bilik el-Hazine-dar'a teslim etti. Sonra yola koyuldular. Zilkade ayının yedisinde pazar­tesi günü Dımaşk'a vardılar. O gün görülmeğe değer muazzam bir gün­dü. Halife ve sultan cuma namazını Dımaşk Camii'nde kıldılar. Halife şehire Babülberid'den, sultan ise Babüzziyare'den girmişti. Sonra sul­tan, halifeyi Musul sahibinin oğullarının refakatinde Bağdat'a gönder­di. Ona, maiyetindekilere ve Allah'ın takdiri dışındaki şeyleri kendisin­den geri çevirecek muhafız askerlere, halis altından 1.000.000 dinar verdi. Halifeye bundan ayrı bazı şeyler de verdi. Allah ona hayır nnikâfat versin

"Humus sahibi Melik Eşref yanma geldi. Ona  in. O esnada Humussa  Sî Haleb'i istilâ etmiş, orada fesat çıkarmıştı.

Bunlar, bu senenin olaylan ile ilgili olarak bize ulaşan özet bilgilendir. [52]

 

Hicretin Altıyüzaltmışıncı Senesi

 

Geçen sene receb ayında Mısır'da halifeliğine bey'at edilen Müs-tansır Billah, bu sene muharrem ayının üçünde Irak toprağında -maiye­tindeki askerler hezimete uğratıldıktan sonra- öldürüldü. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) Onun öldürülmesinden sonra Melik Zahir, bütün Şam ve Mısır mıntıka­sına bağımsız hükümdar oldu. İşler onun için yoluna girdi. Seyfeddin et-Türkî dışında onunla hükümdarlık hususunda çekişen başka bir kimse kalmamıştı. Seyfeddin et-Türkî Münire'ye gitmiş, orayı istila ederek Sultan Zahir'e isyan etmişti. Bu sene muharrem ayının üçünde Sultan Melik Zahir, Mısır'daki bütün emirlere, devlet erkânı ile vezire ve Kadı Taceddin binti E'azz'e hil'at giydirdi. Burhaneddin es-Sincarî'yi kadı­lıktan azletti. Muharrem ayının sonlarında Emir Bedreddin Bilik el-Hazinedar, Musul sahibi Emir Lü'lü'ün kızıyla evlendi. Sultan Zahir bu düğüne çok ilgi gösterdi. Harcamalarda bulundu.

İbn Hallikan dedi ki: «Bu sene Sultan Zahir'in emirlerinden biri Hama şehrinin sınırlarında vahşi bir eşek avladı. Onu kesip pişirmek is­tediler, ama ne kadar çok ateş yaktılarsa da eti pişmedi. Ateş onun etini dahi etkilemedi. Sonra eşeğin vücudunu araştırdılar. Kulağında «Buh-ramcur» adının yazılı olduğunu gördüler. Onu yanıma getirdiler, oku­dum, doğruydu. Eğer gerçekten Behramcur'a ait idiyse demek ki o eşek, yaklaşık 800 yaşındaydı. Çünkü Behramcur, Peygamber efendimizin bi'setinden çok önceleri yaşamış bir hükümdardı. Yabani eşekler, ger­çekten uzun süre yaşarlar.»

Muhtemeldir ki o eşek, Behramşah Melikü'l-Emced'e aittir. Çünkü 800 seneden beri yabani bir eşeğin avlanmamış olması akla uygun düş­memektedir. Olabilir ki Behramcur yazısını onun kulağına yazan katip, Behramşah yazmak istediği halde hataen Behramcur yazmıştır. Böyle­ce bir karışıklık meydana gelmiştir. Yine de doğrusunu Allah bilir. [53]

 

Hakim Bîemrillah El-Abbasî'nîn Hilafeti

 

Bu sene rebiyülahir ayının yirmiyedisinde halife Ebü'l-Abbas el-Hakim Biemrillah Ahmed b. Emir Ebu Ali el-Kubbî İbn Emir Ali b. Emir

Ebu Bekir b. İmam Müsterşid Billah b. Müstazhir Billah Ebü'l-Abbas Ahmed, şark beldelerinden bir grup reisle birlikte Mısır'a geldi. Kendisi müteveffa Müstansır'la birlikte çatışmada hazır bulunmuş, ancak o ça­tışmadan bir grup adamıyla birlikte kaçıp kurtulmuştu. Mısır'a girdiği zaman onu Sultan Zahir karşılamış, ona sevgi ve alaka göstermiş, onu Cebel kalesinin büyük burcuna yerleştirmiş, ihsanda bulunmuş, bolca erzak vermişti. Rebiyülahir ayında Melik Zahir, Emir Cemaleddin Ak-kuş en-Necibî'yi saray üstadlığından azletti. Yerine başkasını atadı. Bir süre sonra da Cemaleddin Akkuş'u Şam naibliğine atadı. Nitekim bu husus, ileride de anlatılacaktır.

Bu sene receb ayının dokuzunda salı günü Sultan Zahir, bir kuyu davasının muhakemesi için Kadı Taceddin Abdülvehhab b. bintü'l-E'azz'ın makamına geldi, kadı dışında herkes ona saygı için ayağa kalk­tı. Ayağa kalkmaması için kadıya işaret etmişti. Dava sultanın lehine sonuçla di. Kuyu, davalının elinden alındı. Çünkü sultanın elinde sağ­lam belgeler vardı. Davalı da emirlerden biriydi.

Bu sene şevval ayında Melik Zahir, Haleb'e Emir Alaeddin Aytekin eş-Şihabî'yi naib olarak atadı o zaman sis askerleri kaleye doğru çekildi­ler, Halep diyarını terkettiler. Şihabî, üzerlerine yürüdü. Onlarla sa­vaştı. Onları bozguna uğrattı. Bir kısmım esir alıp Mısır'a gönderdi. Da­ha sonra bu askerler Mısır'da öldürüldüler.

Bu sene Melik Zahir, Dımaşk'a Emir Cemaleddin Akkuş en-Nicibî'yi naib olarak atadı. Bu, büyük komutanlardandı. Orada naib ola­rak bulunan Alaaddin Taybars el-Vezirî'yi azletti ve Kahire'ye gönderil­mesini emretti.

Bu sene zilkade ayında sultan, Kadı Taceddin b. bintül Eazz'e kendi mezhebi dışındaki üç mezhepten naib atamasını emreden bir ferman gönderdi. Bunun üzerine Kadı Taceddin de Hanefîlerden Sadreddin Sü­leyman el-Hanefî'yi, Hanbelilerden Şemseddin Muhammed b. Şeyh el-İmad'ı, Malikilerden de Şerefüddin Ömer es-Sübkî el-Malikî'yi naib ola­rak atadı.

Bu sene zilhicce ayında Tatarlardan birçok heyet Melik Zahir'e ge­lip eman diledi. Melik Zahir de onlara ikramda bulunup güzel iktalar verdi. İhsanlarda bulundu. Aynı şeyi Musul sahibinin oğullarına da yaptı. Onlara da yeter miktarda maaş bağladı.

Bu sene Hülaguhan, 10.000 kadar askerini Musul'a sevk etti. Bun­lar şehri kuşattılar. Oraya yirmidört mancınık diktiler. Halkın erzakını azalttılar. Onları sıkıntıya düşürdüler.

Bu sene Melik Salih İsmail b. Lü'lü, Seyfeddin et-Türkî'ye haber göndererek yardımını istedi. O da yardıma geldi. Tatarları bozguna uğ­rattı. Ancak daha sonra Tatarlar sebat ettiler. Onunla tekrar savaşma­ğa başladılar. Seyfeddin et-Türkî'nin maiyetinde 700 savaşçı vardı. Onu hezimete uğratıp yaraladılar. O da Birey'e döndü. Adamlarının çoğu kendisinden ayrılıp Mısır'a gittiler. Sonra kendisi de Melik Zahir'in ya­nına gitti. Melik Zahir ona ihsanda bulundu. Emrine yetmiş süvari ver­di. Tatarlara gelince, onlar da Musul'a döndüler. Nihayet Musul sahibi Melik Salih, yanlarına gitti, teslim oldu. Tatarlar şehir halkına eman verdiklerini ilân ettiler. İnsanlar onlara güvenip rahatladılar, ama da­ha sonra halka hücum ettiler. Dokuz gün süreyle insanları öldürdüler. Melik Salih İsmail'i ve oğlu Alaeddin'i de öldürdüler. Şehrin surlarını yıktılar. Orayı yapışız, dümdüz bir hale getirdiler. Yerle bir ettikten sonra geri döndüler. Allah onları kahretsin.

Bu sene Hülaguhan'la amcasının oğlu Sultan Berekehan arasında anlaşmazlık meydana geldi. Berekehan, ona haber göndererek fethet­miş olduğu beldelerden ele geçirdiği mallardan ve esirlerden payına dü­şen miktarı hükümdarların adetine uygun olarak kendisine vermesini istedi. Ancak Hülaguhan onun göndermiş olduğu elçileri öldürünce Be­rekehan ona çok kızdı ve Melik Zahir'le mektuplaşarak Hülaguhan'a karşı kendisiyle ittifak kurmasını istedi.

Bu sene Şam'da şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Bir çuval buğday 400 dirheme, bir çuval arpa 250 dirheme, bir ntü (462 gram) et altı ya da yedi dirheme satılır oldu.

Bu sene şaban ayının ortasında halk, Tatarlardan şiddetle kork­mağa başladı. Bir çok insan Mısır'a gitmeğe hazırlandı. Ürünler, hatta kaledeki eşyalar ve emirlerin malları satıldı. Yöneticiler de gücü yeten­lerin Dımaşk'ı bırakıp Mısır'a göçmelerini emrettiler. Şam'da ve Anado­lu'da büyük bir tedirginlik meydana geldi. Anlatıldığına göre Tataris-tan'da da şiddetli bir korku meydana gelmiştir. Yapmak istediğini ya­pan ve hükmü elinde bulunduran zât, noksanlıklardan münezzeh ve yü­ce olan Allah'tır. Dımaşklıların şehri terkedip Mısır'a göçmelerini emre­den kişi, nâib Emir Alaeddin Taybars el-Vezirî idi. Bunu haber alan Sul­tan Zahir, bu sene zilkade ayında görevlilerini Dımaşk'a gönderdi. Onu tutukladı. Sultan onu azledip yerine Behaeddin en-Necibî'yi naib olarak atadı. Dımaşk'a vezir olarak da İzzeddin b. Vedaa'yı tayin eti.

Bu sene İbn Hallikan, Rükniye medr es esindeki müderrislik göre­vinden Ebu Şâme lehine feragat etti. Ebu Şâme orada ders verirken ken­disi de hazır bulundu. İlk derste Müzenî'nin muhtasarı ders kitabı ola­rak okutuldu. [54]

 

Hicretin Altıyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Halîfe Müstansır B. Zahir Biemrillah El-Abbasî

 

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Sultan Zahir Mısır'da kendisine be/at etmişti. Halife Müstansır, bu sene

muharrem ayının üçün­de Öldürüldü. Şehametli, şecaatli, atılgan ve cesur bir kimseydi. Sultan Zahir 1.000.000 dinardan fazla harcama yaparak onun için bir ordu kur­muş, hizmetinde bulunmuştu. Devlet erkânı, büyük emirler ve Musul sahibinin çocuklarıyla birlikte kendisi de onu Dımaşk'a kadar uğurla-mıştı. Melik Salih İsmail, Sultan Zahir'in ziyaretine gelen ilk heyet ara­sında bulunuyordu. Melik Salih İsmail, ülkesine döndükten sonra Ta­tarlar gelip halifeyi kuşatma altına aldılar, onu öldürdüler, ülkesini tahrip ettiler. înna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) [55]

 

Nahivci Ve Lügatçı İzz Ed-Darir

 

Asıl adı Hasan b. Muhammed b. Ahmed b. Neca'dır, Nusaybinli olup Erbil'de yetişmiş, felsefe ile çok meşgul olmuştur. Zimmîler ve baş­kaları gelip kendisinden ders alırlardı. Dinî duyguları zayıf bir kimse olarak itham edilmiştir. Namaz kılmadığı da söylenir. Zeki bir kimse sa­nılırdı, ama hakikatte zeki sayılmazdı. Çünkü dili bilgiliydi, ama kalbi cahildi. Sözü zekice idi, ama fiili kötüydü. Şeyh Kutbeddin onun biyogra­fisinden bahsederken biraz da şiirlerini nakletnıiştir. O Ebü'1-Alâ el-Maarrî'ye benzemekte idi. Allah ikisini de kahretsin. [56]

 

Abdülaziz B. Abdüsselam

 

Abdülaziz b. Abdüsselam b. Kasım b. Hasan b. Muhammed el-Mü-hezzeb Şeyh İzzeddin b. Abdüsselam Ebu Muhammed es-Sülemi ed-Dımaşkî. Şafiî mezhebine mensuptu. Mezhebinin şeyhi olup Şanîlere faydalı bilgiler vermiştir. Güzel tasnif eserleri vardır. Tefsir, İhtisârü'n-Nihâye, ei-Kavâidü'1-Kübra ve's-Süğra, Kitabü's-Salât, el-Fetave'1-Mu-suliye bunlardan bazılarıdır. Hicretin 577 veya 578. senesinde doğmuş, çok hadis dinlemiş, Fahreddin b. Asakir'den ve diğerlerinden ilim tahsil etmiş, mezhebinde ileri derecede bir alim haline gelmişti. Bir çok ilimle­ri şahsında toplamış, talebelere faydalı bilgiler öğretmiş, Dımaşk'taki bir kaç medresede hocalık yapmıştır. Drnıaşk hatipliğine atanmış, son­ra Mısır'a göçmüş, orada ders hutbe ve hüküm vermiştir. Mısır'da Şafiîlerin reisliği kendisine verildi. Kendisinden fetva almak üzere baş­ka beldelerden insanlar yanma gelirlerdi. Latif ve zarif bir kimse olup, delillerini şiirlerden seçip ileri sürerdi. Şam'dan çıkış sebebi Salih İsma­il'e karşı çıkmasıydı. Çünkü Salih İsmail, Sifd ve Sakifi Franklara tes­lim etmiş, o da bu yüzden onu protesto etmişti. Protestosu hususunda Şeyh Ebu Amr b. Hacib el-Malikî de ona katılmıştı. Bu yüzden Melik Sa­lih İsmail her ikisini de Dımaşk'tan sürgün etmişti. Ebu Amr, Kerek sa­hibi Nasır Davud'un yanıma gitmiş, Nasır Davud ona ikramda bulunmuştu. İbn Abdüsselam ise Mısır sahibi Melikü's-Salih Eyyub b. Kâmü'in yanına gitmiş, Melikü's-Salih Eyyub da ona ikramda bulun­muş, onu Mısır kadılığına ve Camiü'1-Atik hatipliğine atamıştı. Sonra bu iki görevi de ondan almış, onu Salihiye müderrisliğine tayin etmişti. Abdülaziz b. Abdüsselam bu sene cemaziyelevvel ayının onunda seksen küsur yaşında vefat etti. Ertesi sabah Sefhü'l-Mukattam mezarlığına defnedildi. Cenazesinde Sultan Zahir ve büyük bir kalabalık hazır bu­lundu. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [57]

 

Kemaleddîn B. Adîm El-Hanefî

 

Ömer b. Ahmed b. Hibetüllah b. Muhammed b. Hibetüllah b. Ah-med b. Yahya b. Züheyr b. Harun b. Musa b. İsa b. Abdullah b. Muham­med b. Ebi Cerade Amir b. Rebia b. Huveylid b. Avf b. Amir b. Ukayl el-Halebî el-Hanefî Ebül-Kasım b. Adim el-Emir el-Vezir er-Reisü'1-Kebîr. Hicretin 586. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Hadis rivayet etti. Fıkıh tahsili yaptı. Fetva verdi. Ders verdi. Kitap tasnif etti. Birçok ilimlerde önderdi. Defalarca, halifelere ve meliklere elçi olarak gönderildi. Güzel yazı yazardı. Yaklaşık kırk ciltlik çok faydalı bir eser olan Halep tarihini tasnif etti. Hadis uzmanıydı. Yoksullara ve salih kimselere çokça ihsan eder, onlara hüsnüzan beslerdi. Nasıriye devletinin son zamanlarında Dınıaşk'ta ikamet etti. Bu sene Mısır'da vefat etti. Sefhü'l-Mukattam mezarlığına defnedildi. Abdülaziz b. Abdüsselam'dan on gün sonra ve­fat etmişti. Kutbeddin onun güzel şiirlerinden bir kısmını nakletmiştir. [58]

 

Yusuf B. Yusuf B. Selame

 

Yusuf b. Yusuf b. Selame b. İbrahim b. Hasan b. İbrahim b. Musa b. Cafer b. Süleyman b. Muhammed el-Kakanî ez-Zeynebî b. İbrahim b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalip Muhiddin Ebül-Muiz (Ebü'l-Mehasin de denilirdi) el-Haşimi el-Abbasî el-Havselî. İbn Zeblak adıyla da bilinirdi. Şairdi. Bu sene Tatarlar Musul'u zaptet­tiklerinde onu öldürdüler. Öldürüldüğünde elliyedi yaşındaydı. Şiirle­rinden biri şöyledir:

«Gözlerinin büyüsünden bize bir uyuklama gönderdin.

Uykumuz kaçtı. Uykuyu bizden uzaklaştırdı. Kirpiklerimizin yu­mulmasına engel oldu.

Bedenime senin böğürünün zayıflık ve inceliğinin güzelliğini gös­terdi.

Her şeyi ona anlattı, ama ince manayla daha fazla şeyleri bildirdi.

Doğan sabah güneşini utandıracak güzel bir yüzü bize gösterdin.

Endamının güzelliğiyle yarış atlarını dahi aciz bıraktın ey yumu­şak ve ince dal!

Kardeşin dolunaya bir geceyi anlattım ki,

Mehtapta ışık saçıyordun.

Çünkü mehtap ve aydınlık yaşça birbirlerine benzerler.»

Bir yere çağırılmıştı. Gitmemek için özür dileyerek şu iki beyiti ya­zıp davet sahiplerine gönderdi:

«Ben evimdeyim say ki, Allah bana bir arkadaşı, bir çalgıcıyı ve bir

sofrayı bahsetmiştir.

Size gecikip gelmemek için özür beyan edildi.

Hiç işi olmayan kimsenin meşguliyetinin oluşu gibi utanılacak bir şeyi Özür olarak gösterdiler.»

Ebu Şame'nin ifadesine göre Yusuf b. Yusuf b. Selame, bu sene ce-maziyelahir ayının onikisinde vefat etmiştir. [59]

 

Bedir El-Merağî El-Hilafî

 

Tavü adıyla meşhur olmuştur. Dinî duyguları zayıf, namaz kılma­yan bir kimseydi. Cedel ilmine kıskanılacak derecede vakıftı. Müteah-hirinin ıstılahına göre hilaf ilminden de çok iyi derecede anlardı. Fayda­lı olmayan hususlarda uzmanlaşmıştı. Bu sene vefat etti. [60]

 

Muhammed B. Davud B. Yakut Es-Sarimî Muhaddisti. Birçok Tabakat Kitabı Ve Başka Eserler Yazdı.

 

Hayırlı ve dindar bir kimseydi. Kitaplarını başkalarına emaneten verirdi. Sü­rekli hadis dinlemekle meşguldü. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [61]

 

Hicretin Altıyüzaltmışbirinci Senesi

 

Bu sene başında Şam ve Mısır beldelerinin sultanı Zahir Bay-bars'tı. Şam'da onun naibi Akkuş en-Necibî görev yapıyordu. Dımaşk kadısı, İbn Hallikan'dı. Dımaşk'ın veziri ise îzzeddin b. Vedaa idi, Müs­lümanların halifesi yoktu. Paralar, katledilen Müstansır'm adına basıl­maktaydı. [62]

 

Hakim Bi-Emrillah Ebi'l-Abbas'ın Hilafeti

 

Ahmed b. Emir Ebu Ali el-Kubbî b. Emir Ali b. Emir Ebu Bekir b.

İmam el-Müsterşid Billah Emirü'l-Mü'minin Ebu Mansur el-Fadl b.

İmam el-Müstazhir Billah Ahmed el-Abbasî el-Haşimî. Bu sene muharrem ayının ikisinde perşembe günü Sultan Zahir, emirler ve diğer devlet erkânı, Cebel kalesinin büyük eyvanında oturdular. Halife Hakim Bi-emrillah bineğine binmiş olarak oraya geldi, eyvanın yanında indi. Ne­sebi tespit edildikten sonra sultanın yanında kendisine bir halı serildi. Üzerine oturdu. Sonra nesebi insanlara okundu. Bunun ardı sıra Sultan Zahir Baybars yanma gidip ona bey'at etti. Sultanın ardısıra diğerleri de ona beyitlerini sundular. O gün görülmeğe değer muazzam bir gün­dü. Bey'atm ikinci günü olan cuma gününde halife insanlara bir hutbe irâd etti, Hutbesinde şunları söyledi:

«Abbas ailesi için güçlü bir rüknü ortaya koyan, kendi katından on­lara yardımcı bir sultan gönderen Allah'a hamd olsun. Sevinçte ve tasa­da Rabbime hamd eder, bahşettiği bunca nimetlerden ötürü kendisine layıkıyla şükredebilmem için bana gerekli gücü vermesini diler, savaşta düşmanları yenebilmemiz için bize zafer nasip etmesini temenni ede­rim. Kendisinden başka ilâh bulunmayan ortaksız Allah'ın varlığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim. Allah, Muhammed'e, onun âline ve hidayet yıldızları olup izlerinden gidilecek imamlar olan ashabına, özellikle Hulafa-i Raşidin'e ve Abbas'a salât-ü selâm eylesin. O Abbas ki, Rasûlullah'm gam ve kederini gidermiştir. Efendilerimiz olan halifelerin dedesidir. Allah'ın salât-ü selâmı diğer sahabilere ve kıyamet gününe kadar güzel yola tâbi olan kimselere de ol­sun.

Ey insanlar! Bilesiniz ki imamet (halifelik), İslâm'ın farzlarından bir farzdır. Cihad bütün halka yüklenmiş zorunlu bir görevdir. Cihad bayrağı ancak kulların sözbirliği etmeleriyle ayakta durabilir. Haram­lar işlenmedikçe ırzlar kirletilmez. Cürümler irtikab edilmedikçe kan­lar akıtılmaz. İslâm düşmanlarının İslâm ülkesine girdiklerini, Müslü­manların kanlarım akıttıklarını, mallarım yağmaladıklarını, adamları ve çocukları öldürdüklerim, çocukları ve kızları esir aldıklarını, çocuk­ları anneden ve babadan yoksun bırakıp öksüz hale getirdiklerini, hila­fetin haremini kirlettiklerini, o uzun günde insanların korkudan ötürü çığlıklarının yükseldiğini, nice yaşlı kimselerin vücutlarından akan kandan ötürü ak saçlarının ve sakallarının kana boyandığını, nice ço­cukların ağladıkları halde merhamet görmediklerini gördüğünüz za­man ey Allah'ın kulları, gayrete gelin, birlik olun cihad farizasını yerine getirin. Gücünüz yettiğince Allah'a karşı takvalı olun. «Allah'ın buyruk­larını dinleyin. İtaat edin; kendinizin iyiliğine olarak mallarınızdan sarfedin. Nefsinin tamahkârlığından korunan kimseler, işte onlar saa­dete erenlerdir.» (et-Teğabün; 16).

Din düşmanlarına karşı tembelce oturmanın ve Müslümanları hi­maye etmekten kaçınmanın mazereti artık kalmamıştır. İşte din ve dünyanın rüknü olan muzaffer bir mücahid, alicenap, alim ve adil bir sultan olan Melikü'z-Zahir, yardımcıların azlığı anında hilafete destek vermek üzere harekete geçmiştir. Ülkenin kontrolünü ellerine geçirdik­ten sonra küfür askerlerini ülkeden kovmuştur. Onun himmeti sayesin­de halifeye usulüne uygun olarak bey'at edilmiştir. Abbasi devleti onun vasıtasıyla büyük bir orduya kavuşmuştur. Ey Allah'ın kulları! Bu ni­mete karşı şükretmek için hemen harekete geçin. Niyetinizi halis tutu­nuz ki zafer bulaşınız. Şeytanın dostlarıyla savaşın ki muzaffer olasınız. Ortada cereyan eden hadiseler sizi korkutmasın. Savaş değişebilir, ama akibet takva sahiplerinin lehine olacaktır. Zaman iki andır. Biri sizin le­hinize, diğeri başkasının lehine olandır, ama sevap mü'minlerindir. Al­lah işinizi hidayet yolunda kolaylaştırsın. İman sayesinde zaferinizi güçlendirsin. Kendim için ve diğer Müslümanlar için Allah'tan mağfiret diliyorum. Allah'tan siz de mağfiret dileyin. Çünkü o bağışlayan ve mer­hamet edendir.» Bundan sonra hutbenin ikinci bölümünü de okudu. Minberden inip namaz kıldırdı.

Adına hutbe okunması ve sikke basılması için halife Hakim Biem-rillah'a bey'at edildiği, ülkenin her tarafına bildirildi.

Ebu Şâme dedi ki: «Dımaşk Camii'nde ve diğer camilerde bu sene muharrem ayının onaltısmda cuma günü halife Hakim Biemrillah adı­na hutbe okundu. Bu, Abbasilerin otuzdokuzuncu halifesi idi. Seffah ve Mansur'dan sonra bundan başka babası ve dedesi halife olmayan bir Abbasî, halifeliğe geçmiş değildi. Sadece babası halife olmayan Abbasi halifeleri ise çoktur. Örneğin Müstain Ahmed b. Muhammed b. Mu'ta-sım, Mu'tedid b. Talha b. Mütevekkil, Kadir b. İshak b. Muktedir ve Muktedî b. Zahîre b. Kaim Biemrillah bunlardandır.» [63]

 

Melik Zahirin Kerek'i Zaptetmesi Ve Kerek Sahibini İdam Etmesi

 

Melik Zahir Muzaffer, askerleriyle birlikte Mısır'dan Kerek'e doğ­ru hareket etti. Kerek sahibi Melik Muğis Ömer b. Axl.il Ebu Bekir b. Kâmil'i yanma çağırdı. Binbir uğraşıdan sonra Muğis Ömer, yanma ge­lince, Zahir onu tutukladı ve Mısır'a gönderdi. Bu, onunla son görüşmesi oldu. Çünkü Melik Muğis Ömer, Şam'a yeniden baskın yapması için Hu-laguhan'a mektup yazmış ve onu bu işe kışkırtmıştı. Tatarlar da ona, ye­rinde sebat etmesi ve Kerek naibliğinde kalması için mektup yazmışlar­dı. Mısır diyarını fethetmek üzere 20.000 askerle oralara geleceklerini bildirmişlerdi. Melik Zahir, onun öldürülmesinin caiz olduğuna dair fa-kihlerin fetvalarını çıkarıp Dımaşk'|an yanına davet ettiği İbn Halli-kan'a gösterdi. Bu fetvaları bir grup ümeraya da gösterdikten sonra yo­luna devam etti. Cemaziyelevvel ayının onüçünde cuma günü Kerek şehrini teslim aldı. Oraya büyük bir debdebe ve azametle girdi. Sonra da muzaffer ve güçlenmiş olarak Mısır'a döndü.

Bu sene Berekehan'ın elçileri, Melik Zahir'e gelip ona şu mesajı ilet­tiler:

«Benim İslâm'a olan sevgimi biliyorsun. Hülagu'nun Müslümanla­ra neler yaptığını da biliyorsun. Sen Mısır'dan hareket edip falan yere gel. Ben de oraya geleceğim ki, el birliği ederek Hülagu'nun kökünü ka­zıyıp, onu ülkeden kovalım ve onun elinde bulunan İslâm beldelerinin tümünü sana geri vereyim.»

Melik Zahir onun bu görüşünü uygun buldu. Ona teşekkür etti. El­çilerine hil'at giydirip ikramda bulundu.

Bu sene Musul'da büyük bir deprem meydana geldi. Musul'un evle­rinin çoğu yıkıldı.

Bu sene ramazan ayında Melik Zahir; ağaç, alet ve birçok malzeme hazırladı. Yangında yanan Rasûlullah'm mescidini onarmaya karar verdi. Bu tahtaları, malzemeleri ve aletleri, Mescid-i Nebevî'nin şanını yüceltmek ve sevincini ortaya koymak gayesiyle Mısır'da dolaştıktan sonra Medine-i Nebevî'ye gönderdi.

Bu sene şevval ayında Melik Zahir İskenderiye'ye gitti. Şehrin du­rumunu inceledi. Kadı ve Hatip Nasirüddin Ahmed b. Münir'i azledip yerine bir başkasını atadı.

Bu sene Berekehan ile Hülagu karşı karşıya geldiler. Herbirinin maiyetinde çok sayıda asker vardı. Savaştılar. Cenâb-ı Allah, Hüla-gu'yu feci bir bozguna uğrattı. Adamlarının çoğu öldürüldü. Geride ka­lanlar da boğuldu. Kendisi az sayıda bir toplulukla kaçtı. Allah'a hamd olsun. Berekehan, öldürülen Tatarların çokluğunu görünce «Moğolların birbirlerini Öldürmeleri çok ağrıma gidiyor, ama Cengizhan'm yasaları­nı değiştiren bir adamdan kurtulmanın da başka çaresi yoktu» dedi. Sonra Kostantiniye'ye hücum etti. Kostantiniye kralı onunla barış yap­tı. Melik Zahir de Berekehan'a büyük hediyeler gönderdi. Seyfeddin et-Türkî Halep'te Hakim lakabını taktığı başka birini hilafete geçirmiş­ti.Müstansır'ın yanından geçerken onu da alıp birlikte Irak'a doğru yola koyulmuş ve Müslümanların maslahatı gereği onunla ittifak etmiş idi. Yaşça kendisinden daha büyük olduğu için Hakim, Müstansır'ın halife­liğini kabul etmişti. Allah'a hamd olsun. Fakat yolda gittikleri sırada Tatarlardan bir grup karşılarına çıkarak beraberlerindeki adamların bir kısmım öldürdüler, düzenlerim bozdular, topluluklarını dağıttılar. Bu kargaşada Müstansır da hayatım kaybetti. Hakim de Bedevilerden bir grupla birlikte kaçtı. Sözünü ettiğimiz Müstansır, bir çok beldeleri Şam'dan Irak'a giderken fethetmişti. Bahadır, Bağdat şahneliği için onunla savaşırken Müstansır onu bozguna uğratmış ve onun adamları­nın çoğunu öldürmüştü. Fakat Tatarlardan pusuda yatan biri yardıma gelip Bedevileri ve Müstansır'm maiyetindeki Kürtleri bozguna uğratmıştı. Bunlar kaçıp gidince Müstansır, beraberindeki birkaç Türkle bir­likte kalmıştı. Ancak bunların da çoğu öldürüldü. Kendisi de arada kay­boldu. Hakim ise bir grup adamıyla birlikte kaçıp kurtuldu. Bu hadise, hicretin 660. senesinin muharrem ayı başında meydana gelmişti. Bu du­rum, askerlerinin çokluğuyla birlikte Irak diyarının içlerine daldığı za­man Hz. Hüseyin'in başına gelen duruma ne kadar da çok benzemekte­dir. Aslında en uygun olan, Halife Müstansır'ın işler yoluna girinceye dek Şam'da kalmasıydı, ama Cenâb-ı Allah'ın takdiri böyleydi. Her za­man O'nun dilediği olur.

Sultan Melikü'z-Zahir Dımaşk'tan bir orduyu Haçlı beldelerine şevketti. Bu ordu oralarda baskınlar düzenledi. Haçlıların bir kısmını öldürdü. Bir kısmını esir aldı ve salimen geri döndü. Haçlılar ondan ba­rış talebinde bulundular. Halep ve kazalarıyla meşgul olduğu için Sul­tan Melik Zahir onlarla bir süre için geçerli olacak bir barış antlaşması imzaladı. Bu sene şevval ayında Mısır kadısı Taceddin b. Bintü'l-E'azz'ı azledip yerine Burhaneddin Hızır b. Hüseyin es-Sincarî'yi atadı. Dı-maşk kadısı Necmeddin Ebu Bekir b. Sadreddin Ahmed b. Şemseddin b. Hibetüllah b. Sünniyyü'd-Devle'yi de azlederek yerine Şemseddin Ah­med b. Muhammed b. İbrahim b. Ebu Bekir b. Hallikan'ı atadı. Bu zât, Kahire'de uzun bir süre Bedreddin es-Sincarî'ye vekillik yapmıştı. Sul­tan Melik ez-Zahir, Dımaşk kadılığı görevine ek olarak ona vakıfların nazırlığını, Emevî Camii ile hastahanenin idareciliğini; Adiliye, Nasıri-ye, Azraviye, Felekiye, Rükniye, İkbaliye ve Behnesiye medreselerinin müderrisliğini de verdi. Atama fermanı arefe gününe dek gelen bir cu­ma gününde namazdan sonra Dımaşk Camii'nin Kemali eyvanında okundu. Azledilen Kadı Necmeddin Ebu Bekir ise gözetim altında Dı-maşk'ı terk etti. Şeyh Ebu Şâme, azledilen Kadı Necmeddin Ebu Bekir'i eleştirmiş ve onun kendisine emanet olarak bırakılan altın paralan inkâr edip yerlerine fülus koyduğunu söylemiştir. Doğrusunu Allah bi­lir. Onun kadılığı bir yıl ve birkaç ay sürmüştü.

Bu sene bayram gününde (cumartesi günü) Sultan Melikü'z-Zahir Mısır'a gitti. İsmaililerin elçisi Dımaşk'ta bulunduğu bir sırada Sultan Melik Zahir'e gelip onu tehdit etmiş ve ondan birçok arazileri ikta ola­rak İsmaililere vermesini istemişti. Bunun üzerine sultan onlarla çar­pıştı. Nihayet köklerim kazıdı ve beldelerini eline geçirdi.

Bu sene rebiyülevvel ayının yirmialtısında Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz Muhammed b. Zahir Gazi b. Nasır Selahaddin Yusuf b. Eyyub b. Sadî'nin taziyet töreni yapıldı. Bu tören, Mısır'ın Ce­bel kalesinde düzenlendi. Bunun yapılmasını Sultan Zahir Rükneddin Baybars emretmişti. Çünkü Tatar hanı Hülagu'nun Melikü'n-Nasır Se­lahaddin Yusuf b. Aziz'i öldürdüğü haberini almıştı. Öldürülen Meli-kü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz, bir süreden beri Hülagu'nun elinde bulunuyordu. Hülagu, kendi adamlarının Ayn-ı Calut'ta bozguna uğ­ratıldıklarını duyunca Melikü'n-Nasır Selahaddin Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz'i huzuruna çağırmış ve ona, «Mısır askerlerine sen mi ha­ber saldın, Ayn-ı Calut'a gelmelerini sen mi söyledin? Çünkü onlar Mo­ğollarla savaştılar ve Moğolları bozguna uğrattılar!» diye sordu. Sonra öldürülmesini emretti. Bir rivayette anlatıldığına göre de Sultan Meli­kü'n-Nasır Selahaddin Yusuf ondan özür dilemiş ve Mısırlıların kendi­sine düşman olduklarını söylemiş, bunun üzerine Hülagu onu afTetmiş-ti. Ancak Hülagu'nun yanındaki rütbesi de düşmüştü. Sonra onun hiz­metinde bulunmuş, ikram görmüştü. Hülagu, Mısır'ı ele geçirdiği tak­dirde kendisini Şam'da naib olarak görevlendireceğini vaat etmişti, an­cak bu sene Humus savaşında Hülagu'nun askerleri ile öncü kuvvetleri komutanı Beydere öldürülünce Hülagu, Sultan Melikü'n-Nasır Sela­haddin Yusuf b. Aziz'e kızarak şöyle demişti:

«Aziziye'deki adamların, babanın emirleridirler» Nasıriye'deki adamların da bizim adamlarımızı Öldürdüler!» Böyle dedikten sonra onun Öldürülmesini emretti. Anlatıldığına göre Hülagu onu önünde durdurmuş, ona ok atmış, o da Hülagu'dan af dilemiş, ancak Hülagu onu affetmemiş, nihayet onu öldürmüştü. Onunla birlikte öz kardeşi Zahir Ali'yi de öldürmüştü. Ancak bunların çocukları Aziz Muhammed b. Na­sır ile Zübale b. Zahir'i serbest bırakmıştı. Bunlar küçük yaştaydılar. Adem oğullarının en güzelleri ve en hoş sûretlileriydiler. Aziz, Tatarla­rın esareti altında oracıkta ölmüştü. Zübale ise Mısır'a gitmiş, orada ra­hat bir hayat yaşamıştı. Annesi, Vechü'l-Kamer adındaki bir cariye idi. Üstadının öldürülmesinden sonra emirlerden biri Vechül-Kamer'le ev­lendi. Bir rivayette anlatıldığına göre ise Hülagu, Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz'in Öldürülmesini isteğinde, birbirine uzak olan dört ağacın tepelerinin birbirine yaklaş tınlmasını ve bu halde bir iple bağlanmasını emretmiş, sonra Nasır'ın iki eliyle iki ayağından her birini bir ağaca bağlatmış, sonra da ağaçlan birbirine bağlayan ipi çözmüş, ağaçlardan her biri kendi merkezine çekilmişti. Çekilirken de Nasır'ın kendisine bağlı olan elini veya ayağım koparıp almıştı. Allah, Nasır'a rahmet etsin.

Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre bu hadise hicretin 658. sene­sin şevval ayının yirmibeşinde cereyan etmiştir. Melikü'n-Nasır Sela­haddin Yusuf b. Aziz, hicretin 627. senesinde Halep'te doğmuştu. Baba­sı, hicretin 634. senesinde vefat edince Halepte yedi yaşındayken kendi­sinin sultanlığına bey'at edilmişti. Memleket idaresini babasının köle­lerinden bir grup üstlenmişti. Ancak yönetimde söz sahibi, ninesi Üm-mü Hatun binti Adil Ebu Bekir b. Eyyub'tu. Bu hatun, hicretin 640. se­nesinde vefat edince Nasır müstakil sultan oldu. İdaresi güzeldi, halka iyi davranırdı. Halk tarafından çok sevilirdi. Çokça ihsanlarda bulunurdu. Özellikle Halep'le birlikte Dımaşk'ı, Baalbek'i, Harran'ı ve Cezire beldelerinin büyük bir kısmını eline geçirdiğinde çok cömert bir insan haline gelmişti. Anlatıldığına göre her gün 400 baş koyun kestirerek bü­yük bir ziyafet sofrası kurdururdu. Bu sofrada çeşitli yiyecekler, kızart­malar, haşlamalar bulundurulurdu. Bir günlük sofranın masrafı 20.000 dirhemi bulurdu. Masrafın büyük bir kısmını kendi parasıyla Öderdi. Kendisi de hemen hemen bu sofradan birşey yemezdi. Aşhanede yapılan yemekler, kale kapısında çok ucuz fiyata satılırdı. Hatta birçok ev sahipleri kendi evlerinde yemek yapmazlar, gelip çok ucuza bu ye­mekleri satın alırlardı. Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf b. Aziz'in zamanında erzak boldu, Ve her tarafta bulunurdu. Kendisi şaka­cı, zarif, şekli güzel, yakışıklı ve edebiyatla ilgilenen bir kimseydi. Güzel manalar içeren kuvvetli ifadelerle bezenmiş şiir söylerdi. Şeyh Kutbed-din, ez-Zeyl adlı eserde onun yüksek manalar içeren şiirlerinden bir kıs­mını nakletmiştir. Meşrik diyarında öldürüldü. Oraya defnedildi. Ken­disi için Kasyun dağı eteklerinde yaptırmış olduğu hankâhında bir tür­be hazırlamıştı. Ancak oraya defni mukadder olmadı. Nasıriyetü'1-Ber-raniye binası, Kasyun dağı eteklerindeki en garip ve en güzel binalar­dandır. Sağlam ve müstahkem bir yapı olup Efrem Camii'nin kıble tara-findadır. Ancak Efrem Camii'nden uzun bir süre sonra inşâ edilmiştir. Babü'l-Feradis dahilinde yaptırdığı Nasıriyetül-Cevvaniye medresesi de en güzel medreselerdendir. Zincarî karşısındaki büyük hanı da ken­disi yaptırmıştır. Sonra orası yemekhaneye dönüştürülmüştür. Daha önce yemekler kalenin batısındaki sultan tavlasında hazırlanmaktay­dı. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [64]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/358

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/358.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/358.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/359.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/359.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/360.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/360.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/360-361.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/361.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/361-367.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/367-374.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/374-375.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/375.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/376.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/377.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/377.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/377-378.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/378.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/378.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/379.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/380.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/380-381.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/382.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/382-383.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/383.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/383-384.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/384.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/384.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/384.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/385.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/385.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/385.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/386.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/387-388.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/388-392.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/392-394.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/394-395.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/395.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/395.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/395.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/395-399.

[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/399-402.

[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/402.

[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/402-404.

[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/404-406.

[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/406.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/406-407.

[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/408.

[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/408-410.

[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/410-411.

[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/411.

[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/411-412.

[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413.

[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/412-413.

[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413.

[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413.

[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413.

[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/413-415.

[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/415-419.