PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU HZ. MUHAMMED (S.A.V.) 1

Resulullah (s.a.v.)'in Şerefli Soyu: 2

Resulullah (s.a.v.)'in Doğumu: 3

İki Kurbanlığın Oğlu: 3

Resuluİlah (s.a.v.)'in Babası Abdullah'ın Kurban Edilme Kıssası: 4

Resulullah (s.a.v.)'in İsimleri: 4

Resulullah (s.a.v.)'in, Tevrat'taki Vasıfları: 6

Resulullah (s.a.v.)'in, Süt Anneleri ve Emzirilmesi: 7

Resulullah (s.a.v.)'in Göğsünün Yarılması Olayı: 8

Resululiah (s.a.v.)'in Çocukları: 9

Kısa İfadelerle Resulullah (s.a.v.)'in Hayatı: 10

Resulullah (s.a.v.)'in Güzel Şemaili: 12

Garip Bir Kıssa ve Haber: 13

Resulullalı (s.a.v.)'in Gönderilmesindeki Büyük Faydalar: 15

Resulullah (s.a.v.)'in Tevrat'taki Sıfatlan: 15

Resulullah (s.a.v.)'in Ahlakı ve Şemaili: 16

Resulullah (s.a.v.)'in, Ümmetine Şefkat ve Merhamet Görüntüleri: 17

                                                    

 

 

 

PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

 

"Ey Peygamber! Biz seni (alemlere) bir şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. (İnsanları Allah'ın bu konuda sana verdiği) izin gereğince Allah 'a (ibadet etmeye) çağıran ve ay­dınlatan bir ışık kıldık (Ahzab: 33/45-46)

Hz. Muhammed (s.a.v.), Allah'ın resulü ve bütün pey­gamberlerin sonuncusudur. Yüce Allah, semavi kitapları Kur'ân-ı Kerîm ile sona erdirdiği gibi risalet ve nübüvveti de Hz. Muhammed (s.a.v.) ile sona erdirdirmiştir. Bu ne kadar güzel bir sona ermedir!

Resulullah (s.a.v.), yaratılış itibariyle peygamberlerin so­nuncusu, rütbe ve mevki bakımından onların ilki, dünya ve afairette Adem oğullarının efendisi ve en üstünüdür.[1]

Nitekim Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Muhammed, sizin adamlarınızdan herhangi birisinin ba­bası değildir. Fakat o, 'Allah'ın resulü' ve peygamberlerin sonuncusudur. "[2]

Resulullah (s.a.v.)'de, kendisi hakkında şunları söylemek­tedir:

"Allah, mahlukatı yarattı. Beni de, mahlûkatm en hayırhsı i. Kabileleri yarattı. Beni de en hayırlı (olan Kureyş) kabilesinden kıldı. Sonrada kabilelerin en hayırlı ailelerini yarattı. Beni de, en hayırlı (olan Haşim) ailesinden kıldı. O halde ben aile ve şahıs itibariyle sizin en hayırlınızım."[3]

Yine Resulullah (s.a.v.) kendisi ile ilgili olarak şöyle bu­yurmaktadır:

"Ben, kıyamet gününde Ademoğullannın efendisiyim. Bunda övünülecek bir durura yoktur. Kıyamet gününde hamd sancağı benim elimde olacak. Bunda övünülecek bir durum yoktur. Adem ve bütün peygamberler ancak benim sancağımın altmda toplanacaklar. Bunda övünülecek bir durum yoktur."[4]

 

Resulullah (s.a.v.)'in Şerefli Soyu:

 

Hz. Muhammed (s.a.v.)'in soyu, yukarıya doğru şöyledir: Hz. Muhammed (s.a.v.) b. Abdullah b. Abdulmuttalib b. Hâşim b. Kusay b. Abdimenaf b. Kilab b. Mürre b. Ka'b b. Lüey b. Galip b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizar b. Mead b. Adnan[5] Hz. îsmâîl b. Hz. İbrâhîm (a.s).[6]

Hz. Muhammed (s.a.v.)'in atalarının hepsi de, ileri gelen­lerden ve soylu kimselerdendir. Soyların en şereflilerindendir. Çünkü Allah, göndereceği peygamberi ancak soyu en şerefli olanların içerisinden gönderir.[7]

Buhârî, "Sahîh" adlı kitabında bu konu ile ilgili olarak şöyle bir hadis nakleder:

"Rum meliki Herakliyus, Ebu Süfyân'a:

- Muhamrned'in soyu içinizde nasıldır?' diye sormuştu. Ebu Süfyan:

- Muhammed, içimizde 'en şerefli soy' sahibiydi' diye cevap verdi. Herakliyus, Ebu Süfyan'm bu sözüne:

- İşte peygamberler, kavminin en şerefli soyu içerisinden böyle gönderilir[8] yani peygamberler, soy bakımından kav­minin en üstünü ve kabile bakımından da kavminin en şerefli-sidir, şeklinde cevap vermiştir.

Resulullah (s.a.v.)'in doğumu, temiz ve şerefli bir doğum­dur. Çünkü ona, cahiliyyet dönemi pislik ve kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmamış ve İslamî nikaha benzeyen Sahîh bir nikahla kurulmuş bir evlilik neticesi doğmuştur. Buna, Resulullah (s.a.v.)'in şu sözü delil teşkil etmektedir:

"Ben, Sahîh bir nikahla kurulmuş bir evlilikten vücuda geldim. Kötü bir nikah yolu ile kurulmuş bir evlilikten meyda­na gelmedim."[9]

Hz. Aişe (f.a.)Man yapılan başka bir rivayette ise: "Kötü olmayan Sahîh bir nikah ile kurulmuş bir evlilikten doğdum" demiştir.

Resulullah (s.a.v.), Hz. İsmâîl (a.s)'ın çocuklarındandır. Hz. İshâk (a.s)'ın çocuklarından değildir. İsrail oğullarına gön­derilen peygamberlerin hepsi, Yakub b. İshâk b. İbrâhîm (a.s)'m soyundandır. Resulullah (s.a.v.) ise, Hz. İsmâîl (a.s)'m soyundandır. Müslim'in "Sahîh" adlı kitabında geçen şu hadis de, buna delâlet etmektedir:

"Allah, İsmâîl evlatları arasından Kinâne'yi seçti. Kinâne (evlatları arasm)dan Kureyş'i seçti. Kureyş (kabilesin)den Haşim oğullarını seçti. Haşim oğullarından da beni seçti."[10]

Tirmizî'de geçen rivayette ise: "O halde ben, aile ve şahıs itibariyle sizin en hayırlınızım" buyurulmaktadır.[11]

 

Resulullah (s.a.v.)'in Doğumu:

 

Resulullah (s.a.v.), Fil yılında doğmuştur. Rebiü'l-Evvel ayının 12. Pazartesi günü Mekke'de dünyaya gelmiştir. Bu da, yaklaşık olarak Miladi 570 yılına rastlamaktadır.

İbn Kesîr bununla ilgili olarak şöyle der: "Resulullah (s.a.v.)'in Pazartesi günü doğduğunda (alimler arasında her­hangi bir) ihtilaf yoktur."[12]

Rivayet edildiğine göre; Abdullah ibn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v.), Pazartesi günü doğdu. Pazartesi günü Peygamber oldu. Mekke'den Medine'ye Pazartesi günü hicret etti ve Pazartesi günü vefat etti." Bu hadisi, Ahmed b. jîanbel rivayet etmiştir.[13]

Resulullah (s.a.v.)'in Fil yılında doğduğu kesindir. Fakat ay ve gününde ihtilaf edilmiştir. İbn İshâk'in "Siyer"in de[14] de anlattığı üzere, alimlerin cumhuruna göre, Resulullah (s.a.v.)'in doğumu, Rebiü'l-Evvel ayının ikinci günüdür.

Abdullah ibn Abbas (r.a.)'m bu konu ile ilgili olarak şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.v.), Fil yılının Rebiü'l-Evvel ayının 12. Pazartesi günü doğdu. Pazartesi günü Peygamber oldu. Pazartesi günü Miraç'a çıktı. Pazartesi günü (Mekke'den Medine'ye) hicret etti ve Pazartesi günü vefat etti.[15]

İbn Kesîr ise "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı tarih kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle der:

"Abdullah ibn Abbas'in bu görüşü, alimlerin cumhurunun yanında kabul edilen meşhur görüştür."[16]

Resulullah (s.a.v.)'in babası, Abdulmuttalib'in oğlu Ab­dullah'tır. Annesi ise, Vehb'in kızı Amine'dir. Resulullah (s.a.v).'in babası ile annesinin soyu, altı göbek yukarıda "Kilâb'da" birleşmektedir. [17]

 

İki Kurbanlığın Oğlu:

 

Tarihçilerin ve siyercilerin kaydettiğine göre; Resulullah (s.a.v.), "İbn Zebîhayn" (iki kurbanlığın oğlu) diye isimlendi­rilmiştir. Çünkü Resulullah (s.a.v.), Hz. İsmâîl (a.s)'m çocuk-larmdandır. Hz. İsmâîl (a.s), Hz. İbrâhîm (a.s)'m, rüyasında kurban etmekle emredildiği oğludur. Bundan dolayı Hz. İsmail (a.s), ilk kurbanlıktır.

İkinci kurbanlık ise, Resuluİlah (s.a.v)'in babası Abdul­lah'tır. Birazdan anlatılacağı üzere; Abdulmuttalib, oğlu Ab­dullah'ı kurban etmek istemişti. [18]

 

Resuluİlah (s.a.v.)'in Babası Abdullah'ın Kurban Edilme Kıssası:

 

İbn İshâk bu olayı şöyle anlatır: "Abdulmuttaîib, Zemzem kuyusunu kazarken Kureyşliler'den gördüğü eziyetten dolayı:

-  'Eğer 10 oğlum olur da bunlar, buluğ çağma erip beni koruyabilecek bir güce erdiklerinde Allah için onlardan birini Kabe'nin önünde kurban edeceğim' diye adakta bulundu.

Haris, Zübeyr, Hacel, Dırâr, Mukavvim, Ebu Leheb, Abbas, Hamza, Ebu Talib ve Abdullah adlarında 10 oğlu oldu. Bunların, kendisini koruyabilecek bir güce eriştiklerini anla­yınca, oğullarını toplayarak adağmı onlara anlattı. Onlan, Al­lah'a verilen sözü yerine getirmeye davet etti. Onlarda, babala­rının bu isteğine uyarak:

'Bunu    nasıl    yapalım    dersin?'     diye    sordular. Abdulmuttalib'de:

-  'Her biriniz bir ok alıp üzerine adını yazsın. Yazdıktan sonrada oku bana getirsin' dedi. Onlarda babalarının istediği şekilde yaptılar. Daha sonrada okları, babalarına verdiler. Abdulmuttalib'de, onları, Kabe'nin içinde bulunan Hubel pu­tunun yanma götürdü. Abdulmuttalib, Hubel putunun yanma gelip ok çekince, en çok sevdiği küçük oğlu Abdullah'ın adı­nın yazılı olduğu ok çıktı. Oğlu Abdullah'ın elini tutup bıçağı eline aldı. Sonrada onu kesmek üzere İsaf ve Naile putlarının bulunduğu tarafa götürdü. Öte yandan kendi meclislerinde o-turmakta olan Kureyşliler oraya gelerek:

-  'Ey Abdulmuttalib! Ne yapmak istiyorsun?' diye sordu­lar. O da:

-  'Abdullah'ı keseceğim' diye cevap verdi. Kureyşliler:

-  'Vallahi, sen onu asla kesmeyeceksin. Yoksa bu konuda kusurlu olursun. Çünkü sen oğlunu kesersen, (bu bir adet hali­ne gelecek ve) insanlar oğlunu getirip kesecek. Böylece insan­lar azalacak' dediler. Daha sonra meselenin halledilmesi için Abdulmuttalib'e, "Secâh" adında cincilik yapan falcı bir kadı­na gitmesini tavsiye ettiler.

Bunun üzerine Abdulmuttalib, cincilik yapan falcı kadının yanma giderek meseleyi ona anlattı. Kadın ona, kurban edile­cek olanla 10 deveyi bir araya getirmelerini, sonrada develerle onun üzerine ok çekmesini, eğer deve çıkmazsa Rabbi razı e-dinceye kadar develerin sayısını artırmasını söyledi.

Bunun üzerine Abdulmuttaiib, falcı kadının söylediklerini uygulamak için Abdullah ile on deveyi bir araya getirip oku çekti. Çekilen ok, Abdullah'a çıktı. Daha sonra onar onar artı­rarak ok çekmeye devam etti. Nihayet develerin sayısı yüz olunca, ok develere çıktı. Bunun üzerine Kureyşliler, Abdulmuttalib'e:

-  'Rabbm razı oldu' dediler. Abdulmuttaîib'de, oğlu Ab­dullah'a fidye olarak develeri kurban etti.

İşte bu olaydan dolayı Resuluİlah (s.a.v.), "İbn Zebihayn" (iki kurbanlığın oğlu) diye isimlendirilir oldu.[19]

 

Resulullah (s.a.v.)'in İsimleri:

 

Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Ebu'l-Kasım[20] ve Ebu İbrâhîm[21] diye künyelenmiştir.

Birçok isimleri vardır. Bunlardan bazılan şunlardır:

1. Muhammed[22]

2. Ahmed[23]

3. Mâhî[24] (Allah, Resulullah'm kendisiyle küfrü mahvet­tiği için ona bu ismi vermiştir.)

4. Akib[25] (Bu isim, ona, kendisinden sonra Peygamber gelmediğinden dolayı verilmiştir)

5. Haşir[26] (Bu isim, ona, insanlar kendisinden sonra haşir edileceği için verilmiştir.)

6. Mukaffa

7. Rahmet peygamberi

8. Tevbe peygamberi

9. Savaş (veya kahramanlık) peygamberi

10. Fâtih

11. Tâhâ

12. Yasın

13. Peygamberlerin sonuncusu[27]

Tevrat ve İncîl, Resulullah (s.a.v.)'in geleceğini müjdele­miştir. Tevrat ve İncil'deki vasıfları, Yüce Allah'ın: "Yanla­rındaki Tevrat ve İncil'de 'yazılı buldukları' o resule, o 'üm-mi' peygambere uyanlar (var ya!)" (A'raf: 7/157) ayetinde vasıflandırdığı gibidir.

Resululîah (s.a.v.)'in Tevrat'taki ismi, Ahmed'dir. İn­cil'deki ismi de aynı şekildedir. Hz. İsa (a.s), bu isimle, Resulullah (s.a.v.)'ûı geleceğini müjdelemiştir.

"Hani Meryem oğlu İsa: 'Ey İsrail oğulları! Doğrusu ben, benden önce geçmiş olan Tevrat'ı doğrulayan ve benden son­rada ismi 'Ahmed' olacak bir peygamberi müjdeleyen, Al­lah 'in size gönderdiği bir peygamberiyim' demişti."[28]

Fakat Hıristiyanlar, bütün bu bilgileri tahrif ederek değiş­tirdiler,  Haset ve kinlerinden dolayı İncil'deki  Resululiah (s.a.v.)'e ait bütün vasıfları kabul etmediler. Hz. İsa (as)'m müjdelediği peygamberin, bu Muhammed (s.a.v.) değil de kendilerinin beklemekte oldukları Muhammed olduğunu iddia ettiler. Barnaba İncil'inde geçen Resulullah (s.a.v.)'in vasıfla­rını ise yalanladılar. Resulullah (s.a.v.)'in peygamberliğini ka­bul etmemek içinde o İncil'in aslının olmadığını ileri sürdüler.

Kadı İyâz "eş-Şifâ" adlı kitabında, Resulullah (s.a.v.)'in, "Ahmed" ve "Muhammed" isimleri hakkında şunları söyler:

"Kur'ân-ı Kerîm'den önceki kitaplarda geçen ve peygam­berlerin müjdelediği 'Ahmed' adına gelince, Yüce Allah, kalbi zayıf kimselerin içine şüphe düşmesin ve Allah resulünü baş­kalarıyla karıştırmasınlar diye kendi hikmetinin bir gereği ola­rak Resulullah (s.a.v.)'den başkasının o ismi almasını ve on­dan önce bir kimsenin 'Ahmed' adıyla çağrılmasını menetmiştir.

'Muhammed' kelimesi de böyledir. Fakat 'Muhammed[29] adında bir Peygamber gelecek' haberi yayılınca ve Resulullah (s.a.v.)'in doğumundan kısa bir süre öncesine kadar ne Arap­lardan ve ne de başkalarından hiçbir kimse bu ismi almamıştı. Ama bu haberin yayılmasından sonra ve Resulullah (s.a.v.)'in doğumuna yakın bir zamanda, gelmesi beklenen peygamberin kendi oğulları olması umuduyla Araplardan bazı kimseler, o-ğullanna 'Muhammed[30] ismini vermişlerdi."[31]

Resulullah (s.a.v.), Hz. İbrahim (a.s)'m;

- "Ey Rabbimiz! Onların içerisinde yine onlara ayetlerini okuyacak bir Peygamber gönder" (Bakara: 2/129) şeklindeki duasının eseridir. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben, atam İbrahim'in duası, İsa'nın müjdesi ve ni­nemin, bana hamileyken Şam köşklerini aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını gördüğü rüyasıyım."[32]

 

Resulullah (s.a.v.)'in, Tevrat'taki Vasıfları:

 

imam Ahmed, Ata b. Yesâr'm şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Abdullah b. Arnr b. As ile karşılaşıp ona:

- Resulullah (s.a.v.)'in Tevrat'taki vasıflarını bana anlatır mısın?' diye sordum. O da:

- Evet!  Allah'a yemin ederim ki,  Resulullah  (s.a.v.) Kur'an'daki bazı vasıflarıyla Tevrat'ta vasıflanmıştır. Şöyle ki:

"Ey Peygamber! Biz seni (insanlara) bir şahit, bir müjdeci, bir korkutucu[33] ve ümmiler için de koruyucu olarak gönder­dik. Sen elbette benim kulum ve resulümsün. Ben sana "el-Mütevekkil" ismini verdim. Bu Peygamber; kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda rast gele bağırıp çağıran birisi değildir. O, kötülüğü kötülükle uzaklaştırmaz. Aksine o (kendisine yapılan kötülüğü) affeder ve bağışlar. Allah, eğrilip (haktan) sapan bir milleti bu peygamberin irşadıyla 'La ilahe illallah' tevhid sö­zünü söylemeleri suretiyle doğrultmadıkça onun ruhunu almayacaktır. Allah, bu tevhid kelimesiyle; birçok kör gözleri, sağır kulakları ve kapalı kalpleri açacaktır."[34]

İbn İshâk, Hassan b. Sâbit'in şöyle söylediğini rivayet e-der:

"Ben, yedi veya sekiz yaşlarında yetişkin bir çocuktum. Görüp duyduklarımı anlayabilecek durumdaydım. Bir sabah Yahudi'nin biri, Medine-i Münevvere'de yüksek bir sesle:

- Ey Yahudi topluluğu! diye bağırmaya başladı. Halk et­rafına toplandı. (Ben de söylenenleri dinliyordum.) Ona:

- Yazıklar olsun sana! Ne oluyor sana!' diye sordular. O da:

- Bu gece dünyaya gelen (ve Tevrat'ta geleceği müjdele­nen) 'Ahmed'in yıldızı doğdu' diye cevap verdi." [35]

 

Resulullah (s.a.v.)'in, Süt Anneleri ve Emzirilmesi:

 

Resulullah (s.a.v.)'i; annesi Vehb'in kızı Amine, Süveybe el-Eslemî, Ümmü Eymen, Havle binti Münzîr ve en çok Hali­me es-Sa'diyye emzirmiştir.

Halime, şiddetli açlığın hüküm sürdüğü kıtlık senesinde on tane kadınla birlikte emzirecek çocuk bulmak üzere Sa'd oğul­ları yurdundan Mekke'ye geldi. Resulullah (s.a.v.)> emzirilmek için bu gelen süt- annelere verilmek istendiyse de, yetim oldu­ğundan dolayı o süt annelerden hiçbirisi onu kabul etmedi. Zi­ra ne zaman süt annelerden birine verilmek istense, onlar:

- Onu emzirsek bile annesi, bize (ücret olarak) ne verebi­lir ki? Biz sadece babası olan çocuktan bir fayda bekleyebili­riz. Annesi bize bir şey veremez ki?' diyorlardı.

Halim'e, emzirecek bir çocuk istemek üzere Abdulmuttalib'e geldi. Abdulmuttalib, ona:

-  'Yanımda yetim bir çocuk var. Onu Sa'd oğulları kadın­larına vermek istedim. Fakat onlar (yanımdaki çocuğun yetim olmasından dolayı) onu almaktan kaçındılar. Eğer onu sen em­zirecek olursan belki onunla bereketlenirsin" dedi. Bunun üze­rine Halime gidip kocası Haris b. Abduluzza ile görüştü. Ko­cası, ona:

-  'Böyle yapmanda bir sakınca yok. Belki Allah, onda bi­zim   için  bir  bereket  ve  hayr  yaratır'   dedi.   Bende  gidip Resulullah (s.a.v.)'i aldım. Vallahi ondan başka emzirecek bir çocuk bulamadığım için onu almak zorunda kaldım.

Halime, olayı devamla şöyle anlatıyor: Onu dedesinden a-lır almaz kafileye getirdim. Onu, yakınımda bir yere koydum. Süt emmek isteğiyle göğüslerime yöneldi ve dilediği kadar kana kana sütümden içti. (Süt) kardeşi de kana kana içti. Bu sırada kocam, süt vermeyen devemizin yanma gitti. Bir de ne görsün, devenin memeleri sütle dolmuş. Bizim için ondan süt sağdı. Sonra hem o ve hem de biz doyuncaya kadar içtik. Ha­yırlı rahat bir gece geçirdik. Ertesi gün kocam, bana:

-  'Ey Halime! Allah'a yemin ederim ki, bereketli bir insan yavrusu aldığını görüyorum. Onu aldığımız günün gecesinde evimize dolan hayır ve bereketi görmedin mi!!' dedi.

Memleketimize geri dönmek üzere yola çıktığımızda bi­neğim, kafilenin bineklerinin hepsini geride bırakarak geçti. Her geçtiğim arkadaşım, bana:

- Ey Halime! Bu bizimle birlikte gelirken bindiğin o cılız hayvan değil mi?' diye soruyorlar. Ben de:

- Evet!   Allah'a  yemin  ederim  ki,   onun  ta kendisi!' diyordum. Onlarda:

-  'Vallahi, bunda bir iş var' diyorlardı...

Nihayet Sa'd oğullarının yurduna geldik. O zamana kadar dünyanın en kurak ve en kıtlık yeri olarak orasını biliyordum. Ama artık davarlarımız, sabahleyin otlamaya çıkıyor. Akşam­leyin sütle dolu olarak dönüyordu. Bizde dilediğimiz kadar onlardan süt sağıyorduk. Başkalarının davarları ise aç ve me­mesinden bir damla süt olmadığı halde geri dönüyorlardı.

Resulullah (s.a.v.) 2 yaşma basıp sütten kesilinceye kadar Allah, bize hayır ve bereketi göstermeye devam etti. Onun ço­cukluğu, diğer çocuklardan çok farklı bir şekilde yetişti. Al­lah'a yemin ederim ki, iki yaşma basmadan çok gelişmiş, gös­terişli ve güçlü bir çocuk haline gelmişti."[36]

 

Resulullah (s.a.v.)'in Göğsünün Yarılması Olayı:

 

Bir ara Resulullah (s.a.v.) süt kardeşiyle birlikte süt annesi Halime es-Sa'diyye'nin davarlarını otlatmaktayken beyaz elbi­seli iki adam gelip Resulullah (s.a.v.)'i yere yatırıp karnını yardılar. Bunu gören süt kardeşi hemen Halime'nin evine doğ­ru koşarak olayı ona haber verdi.

Halime, olayın gerisini şöyle anlatıyor: Bunun üzerine ben ve süt babası, onun bulunduğu yere doğru koşarak gittik. Fakat onu, ayakta rengi sararmış şekilde bulduk. Süt babası onu ku­caklayarak:

- 'Neyin var yavrum?' diye sordu. O da:

- Beyaz elbiseli iki adam gelip beni yere yatırdılar ve kar­nımı yardılar. Sonrada karnımdan bir şey çıkarıp attılar. Son­rada karnımı yine kapatıp eski haline getirdiler' dedi. Onu alıp eve getirdik. Süt babası:

-  'Ey Halime! Çocuğumuzu cinlerin çarpmış olmasından korkuyorum. Korktuğumuz şey kendisinde görülmeden önce onu sahiplerine götürüp geri verelim' diye teklifte bulundu.

Kocamın bu teklifi üzerine Resulullah (s.a.v.)'i alıp Mek­ke'deki annesine götürdük. Oğlunu getirdiğimizi gören Ami­ne:

-  Onu yanınızda alıkoymak için çok ısrarlı idiniz, ne oldu size?' diye sordu. Onlar da:

- Onun telef olmasından ve başına bazı haller gelmesin­den korkuyoruz' dediler. Sonra da olayı ona anlattılar. Amine:

-  'Şeytanın ona zarar vermesinden mi korktunuz. Hayır, hayır. Allah'a yemin ederim ki, şeytan ona zarar vermek için hiçbir zaman fırsat bulamayacaktır. Allah'a yemin ederim ki, oğlum büyük adam olacaktır' dedi. Daha sonra annesi Amine:

-  Onun (büyük bir adam olacağı) haberini size anlatayım mı?' dedi. Biz de:

-  Evet!'dedik. Oda:

-  Ona hamile olduğum zaman sanki hiç hamile değil misim gibi hafiftim. Bir gün rüyamda, karnımda bir nurun Şam'ın köşklerini aydınlattığını gördüm. Doğduğu zaman ise ellerine dayanmış ve sanki konuşmak istercesine başını sema­ya kaldırmış gibi garip olaylar gördüm' dedi.[37]

İbn Kesîr, Resulullah (s.a.v.)'in göğsünün yarılması olayı ile ilgili olarak şöyle der:

"Bu hadis, başka yollarla rivayet edilmiştir. Bu, siyer ve meğazi alimleri arasında dolaşan meşhur hadislerdendir.

Resulullah (s.a.v.)'in göğsünün yarılması olayı, üç yaşla­rında çocukken Halime es-Sa'diyye'nin yanında bulunduğu sırada meydana gelmiştir. Yine İsra ve Miraç'tan önce de ben­zeri başka bir olay daha meydana gelmişti. Bu olayda; Resulullah (s.a.v.)'in göğsü yarılmış, şerefli kalbi çıkarılmış, zemzem suyu ile yıkanmış, kalbinden şeytanın payı çıkarılmış ve kalbi ilim ve hikmetle doldurulmuştur."[38]

İbn İshâk, "es-Siyer" adlı kitabında naklettiğine göre; sa­habelerden bazıları bir gün Resulullah (s.a.v.)'e:

-  'Bize kendinden söz et' dediler. Resulullah (s.a.v.)'de:

-  'Ben, atam İbrahim'in duası,[39] İsa'nın müjdesi[40] ve an­nemin bana hamileyken Şam köşklerini aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını gördüğü rüyasıyım.' Sa'd b. Bekr oğulla­rı kabilesinde süt emdim. Bir ara ben orada davarlarımızı ot­latmaktayken beyaz elbiseli iki adam yanıma geldi. Beraberle­rinde içi kar dolu altından bir leğen vardı. Beni yere yatırıp karnımı yardılar. Sonrada kalbimi çıkarıp yardılar. Ondan si­yah bir kan pıhtısı çıkarıp attılar. Sonrada kalbimi ve karnımı, o kar ile yıkadılar. Tertemiz hale geldikten sonra kalbimi yeri­ne koyup karnımı eski haline döndürdüler. Bu işi tamamladık­tan sonra biri, diğer arkadaşına:

-  'Onu, kendi ümmetinden on kişi ile tart' dedi. O da, tarttı ve o on kişiye denk geldi. Sonrada:

-  'Ümmetinden yüz kişi ile tart' dedi. O da, tarttı ve o yüz kişiye denk geldi. Sonrada:

-  'Ümmetimden bin kişi ile tart' dedi O da, tarttı ve bin kişiye de denk geldi. Sonunda:

-  'Bırak onu! Eğer onu ümmetinin tamamıyla tartsan yine de o, ümmetine denk gelir' dedi.

İbn Kesîr devamla derki: "Bu hadisin senedi, güzel ve kuvvetlidir."[41]

Kısacası: Resulullah (s.a.v.)'in göğsünün yarılması olayı, iki defa meydana gelmiştir:

1- Çocukluğunda Sa'd oğullan yurdunda süt annesi Hali­me'nin yanında bulunduğu sırada meydana gelmişti.

2- Büyüklüğünde olup bu da Buharı ve Müslim'de geçtiği üzere İsra ve Miraç gecesinde meydana gelmişti.

Resulullah (s.a.v.)'in göğsünün yarılması olayının iki defa olması, Şam Yüce Allah'ın kudreti karşısında garip bir şey sayılamaz. Çünkü günümüzde de göğsün yarılması olayı alı­şılmış bir iş haline gelmiştir. Zira operatör doktor, ameliyatlar­da normal bir şekilde hastanın göğsünü yarar, kalbini çıkarır ve ince işler icra ettikten sonra kalbi yerine kor ve göğsünü eskisi gibi kapatır. Üstelik operatör doktor, hasta üzerinde bun­ları yaparken hasta acı dahi duymaz. Daha sonra hasta, sanki hiç hasta olmamış gibi sağlam ve kuvvetli bir bünyeye kavu­şur. Artık pek çok ülkede kalp nakli ameliyatı yaygın bir iş haline gelmiştir. Bugün cerrahi ameliyatlar bile, bedenin en ince noktalarında yapılan basit ve alışılmış yani normal bir hal olmuştur.

Mesele böyle olunca, Resulullah(sav)'in göğsünün yarıl­ması olayı şanı yüce olan Allah'ın kudreti karşısında imkansız olur mu? Ki bazı imanı zayıf kimseler bunu inkar etsin!! Veya olayı batıl bir şekilde tevil etsin ve Allah bu konuda bir delil indirmedi desin!! [42]

 

Resululiah (s.a.v.)'in Çocukları:

 

Resulullah (s.a.v.)'in çocukları, 7 tanedir. Mariye el-Kıptî'den olma İbrâhîm dışındaki bütün çocukları, Hz. Hatice (r.a.)'dan olmuştur. Bu çocuklar şunlardır:

1. Kasım:   Resulullah  (s.a.v.)'in  en  büyük  çocuğudur. Resulullah (s.a.v.), bu çocuğun ismiyle künyelenmiştir. Kasım, iki sene yaşamış ve daha sonra vefat etmiştir.

2. Abdullah:    Resulullah    (s.a.v.)'in    ikinci    oğludur. Resulullah (s.a.v.) zamanında küçükken vefat etmiştir.

3. Zeynep: Resulullah (s.a.v.)'in en büyük kızıdır, Ebu'l-As ile evlenmiştir.

4. Rukiyye: Hz. Osman (r.a.) ile evlenmiştir.

5. Ümmü Gülsüm: Rukiyye'nin vefat edişinden bir sene sonra Hz. Osman (r.a.) ile evlenmiştir.

6. Fatımatü'z-Zehra: Hz. Ali (r.a.) ile evlenmiştir. Pey­gamberin ev halkı (Ehl-i Beyt), onunla devam etmiştir.

Resuluîlah (s.a.v.)'in Fatıma adlı kızı dışında bütün çocuk­ları, bi'setten önce doğmuştur. Sadece Fatıma, bi'setten bir sene sonra doğmuştur. Falıma dışında bütün çocukları, Resulullah (s.a.v.)'den önce vefat etmiştir. Sadece Hz. Fatıma, Resulullah (s.a.v.)'den 6 ay sonra vefat etmiştir. Allah onların hepsinden razı olsun.

İbn Hişam, bu konuda şunları söyler:

"Resulullah (s.a.v.), Hz. Hatice (r.a.) ile evlendiğinde 25 yaşında idi. Hz. Hatice (r.a.)'m vefat edinceye kadar hiç evlilik yapmamıştı.[43] İşte Resulullah (s.a.v.)'in çok kadınla evlenme­si, 'talimi', 'teşriî', 'içtimai' ve 'siyasi' birtakım yüce hik­metlere mebnîdir."[44]

Allah, başarılı kılan ve dosdoğru yola iletendir. [45]

 

Kısa İfadelerle Resulullah (s.a.v.)'in Hayatı:

 

Resulullah (s.a.v.)'in hayatını anlatabilmek için doğumu­nu, yetişmesini, davetini ve risaletini ihtiva eden ciltler dolusu kitaba ve detaylı yazılara ihtiyaç vardır. İşte bundan dolayı bu­rada bazı önemli noktalan anlatıp bununla yetineceğiz:

1. Resulullah (s.a.v.), yetim ve garip olarak hayatın acı ve sıkıntıları içinde doğmuştu. Çünkü daha doğmadan önce -annesinin karnında bir cenin iken- babası Abdullah vefat et­mişti. Bundan dolayı da baba şefkati ve sevgisinden mahrum bir yetim olarak dünyaya gelmişti.

2. Dört yaşma geldiğinde süt annesi Halime, onu alıp Mekke'deki annesi Amine'nin yanma götürdü, Altı yaşma ka­dar annesi ve dedesi Abdulmuttalib ile birlikte Allah'ın koru­ması, gözetimi ve himayesi altında kaldı. Allah onun yüceliği­ni ve başarılı olmasını istediğinden dolayı onu güzel bir şekil­de yetiştirdi.

3. Resulullah (s.a.v.) altı yaşma geldiğinde annesi Amine, oğlunu yanma alarak babası Abdullah'ın dayıları olan Neccâr oğullarmı ziyaret etmek için Medine-i Münevvereye götürdü.

Medine'den Mekke'ye geri dönerken annesi Amine, Mek­ke ile Medine arasında bulunan "el-Ebvâ" denilen yerde vefat etti. Böylece Resulullah (s.a.v.), hem anne ve hem de babadan dolayı yetim kaldı.

4. Resulullah (s.a.v.), annesi Amine'nin vefat edişinden,, sonra dedesi Abdulmuttalib'in koruması altına girdi.

Dedesi onu son derece sever ve değer verirdi. Kendisi için Kabe'nin gölgesinde serilen mindere onu oturturdu. Resulullah (s.a.v.)'in amcaları da, babalarına olan saygılarından dolayı onun yanına oturamazlardı. Fakat Resulullah (s.a.v.), gelişmiş bir çocuk olduğu halde onların yanma gelip dedesinin yanına oturmak istediğinde, amcaları onu oraya oturmasını engelle­mek için tutup geri çekerlerdi. Ama dedesi Abdulmuttalib, o-ğulİarmm bu hareketini görünce, onlara:

- 'Oğluma karışmayın. Allah'a yemin ederim ki, o büyük bir adam olacaktır' der. Sonrada onu, yanındaki minderin üze­rine oturtur, eliyle sırtını okşar ve onunla şakalaşırdı. Bu ise; Yüce Allah'ın, Resulullah (s.a.v.)'e verdiği inayeti ve güzel ihsanmdandır. Zira Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)'e verdiği bu inayeti ve ihsanı şöyle anlatmaktadır:

"(Rabbin) seni yetim olarak bulup da (dedenin) yanında barındırmadı mı?" (Duha: 93/6)

5. Resulullah (s.a.v.), dedesi Abdulmuttalib'in koruması altmda 2 sene kaldı. Daha sonra dedesi vefat etti. Dedesinin , vefat etmesinden sonra Resulullah (s.a.v.) 8 yaşındayken amcası Ebu Talib'in koruması altma girdi.                                  

Dedesi Abdulmuttalib, vefat edeceği zaman Resulullah I (s.a.v.)'e bakması için Ebu Talib'e vasiyette bulundu.  Ebu.'l Talib'e babasının vefatından sonra yeğenini koruması altına aldı. Çünkü Resulullah (s.a.v.), hem kardeşi Abdullah'ın oğlu olduğu için ve hem de babasının vasiyetini yerine getirmek için kendi çocuğundan daha fazla onu seviyor, değer veriyor ve şefkat gösteriyordu.

Görüldüğü üzere Resulullah (s.a.v.)'in üzerine musibetler peş peşe geldi. Çünkü anne karnındayken babasını, altı yaşın­dayken annesini ve sekiz yaşındayken dedesini kaybetmişti. Resulullah (s.a.v.) annesiz ve babasız olduğu halde onu, ne bir terbiye edici yetiştirmiş ve ne de maharetli bir kimse yönlen­dirmişti. Fakat Yüce Allah, onu, her türlü kötülüklerden koruyor, gözetimi altında bulunduruyor, mükemmel ve büyük bir ahlak ile onu yetiştiriyordu. Nitekim Resulullah (s.a.v.)'in;

"Beni, Rabbim terbiye etti. Terbiyemi de ne güzel yap­tı."[46] buyurmasının sebebi de işte budur.

6. Resulullah (s.a.v.), 25 yaşma geldiğinde Hz. Hatice (r.a.) ile evlendi. 40 yaşma geldiğinde ise Allah ona vahyetti ve peygamberlik verdi.

Resulullah (s.a.v.)'in Peygamber olması, Hz. İsa (a.s)'in doğumunun yaklaşık olarak 610 senesine rastlamaktadır.

Peygamberliğinin 3. senesinden itibaren Yüce Allah'ın kendisine indirdiği vahyi insanlara açıkça tebliğ etmesini ona emretti. Bunun üzerine insanları hikmet dolu sözlerle ve güzel Öğütlerle Allah'a davet etmeye başladı.

Yüce Allah, Medine-i Münevvere'ye hicret etmesine izin verinceye kadar 10 yıldan fazla Mekke'de insanları Allah'a davet etmeye devam etti.

7.  Resulullah (s.a.v.), Allah'ın emri ve gözetimi altmda Medine'ye hicret etti. Medine'yi de, davetinin merkezi ve İs­lam devletinin başkenti yaptı. İşte bu, Yüce Allah'ın emri ve yönlendirmesiyle olmuştu. Ebu Bekr es-Sıddîk ile yaptığı hic­ret, ne ölümden ve ne de düşmandan kaçma değildi. Çünkü hicret, bizzat Yüce Allah'ın kontrolü ve gözetimi altında ger­çekleşmişti.

Hicretle İslam devletinin çekirdeği oluşmuş, daha sonrada yeryüzünün doğusunu ve batısını fetheden İslam cemaatının binası kurulmuş, İslam dini dünyanın dört bir tarafına yayılmış ve Allah'ın kelâmı "Kelime-i Tevhid" layık olduğu mevkiye çıkarılmıştı.

8. Yüce Allah insanların dinini kemâle erdirip onların üze­rine nimetlerini tamamladığı zaman ve peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'de emâneti eda ettiği, risaletini tebliğ ettiği, ümmetine nasihat ettiği ve onlara yeryüzünü feth etmeye açtığı zaman Allah, Resulullah (s.a.v.)'i (görevi tamamladığından dolayı) kendi komşuluğuna seçti. Nebevi hicretin 11 'inci sene­sinde Rebiü'l-Evvel ayının 12'inci Pazartesi günü de onun ru­hunu almıştı.

Allah'ın salât ve selâmı, kulu ve peygamberi olan Efendi­miz Hz. Muhamnıed (s.a.v.)'e, aile halkına ve bütün ashabına olsun.

Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. [47]

 

Resulullah (s.a.v.)'in Güzel Şemaili:

 

İzzetli ve yüce bir hayata koşan milletlerin görevlerinden birisi de; -milletin anısını uzun zaman devam ettiren, kadr-ü kıymetini yükselten ve saygısını diğer milletlere karşı artıran-büyük kimseleri, komutanları ve liderleri insanlara tanıtması ve onları şerefli ve değerli bir mevkiye oturtması olduğuna göre bu yüce peygamberin şemailini bilmek her müslüman için değil de her akıllı insan için geçerli bir görevdir. Çünkü bu Peygamber; insanları hidayete ileten güvenilir, merhametli ve hidayete erdirici, Yüce Allah'ın onunla insanlığı şereflendirdi­ği aydınlatıcı bir kandil, sapıklık içerisine doğru yürüyen ve delâlet ile cehennem çukurunun içine düşmeye az kalmış in­sanlığın kendisiyle merhamet edildiği bir peygamberdir.

Yüce Allah, insanlara, peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'i göndermekle büyük bir lütufta bulundu­ğuna göre; Yüce Allah'ın, hem Arap milletini ve hem de diğer milletleri şereflendirme ve değer verme bakımından kendileri­nin içinden Resulullah (s.a.v.)'i Peygamber olarak göndermesi ise Allah'ın, Araplara olan en büyük ve en yüce bir lütfudur. Çünkü Yüce Allah, bu peygamberle, onları; cehalet uykusun­dan uyandırmış, içine düştükleri sapıklık çukurundan kurtar­mış, bir ağırlığı ve kadr-ü kıymeti olmayan ölüm hallerinden diriltmiştir. Ayrıca onlara, bu peygamberi göndermekle oluşan bereketi sebebiyle onları en hayırlı millet ve yine bu peygam­berle onları yeryüzündeki nur ve aydınlık meşalesi yapmıştır.

Hz. İsa (a.s)'ın mucizesi, ölüleri diriltme şeklindeydi. Resulullah (s.a.v.)'in mucizesi ise, dünyanın dört bir tarafında liderlik koltuğuna oturması için yokluktan yeni bir ümmet çı­kartması şeklindedir. Nitekim bu düşünce, şairlerin liderlerinin şu sözünde de en güzel şekilde şöyle ifade edilmektedir:

"(Ey Muhammed!) Kardeşin İsa Peygamber, (Kabirde yatmakta olan) bir ölüyü kendine çağırdığında o ölü (Allah tarafından) ayağa kalkmaktaydı. Sen ise yokluktan bir ümmeti dirilttin"

İşte bunu, Kur'ân-ı Kerîm, bize, kainatın efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'în Peygamber olarak gönderilmesinden bahsettiğinde şöyle anlatmıştır:

"Ümmiler (Araplar) 'in kendi içerisinden yine kendilerine (Allah'ın) ayetlerini okuyan, onları (çirkin pisliklerinden, cahiliyyenin kirliliklerinden,  ahlakın kötülüklerinden) arıtan onlara kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti (peygamberliği) öğreten bir Peygamber gönderen odur. Gerçektende onlar (Araplar) daha öncekileri (Muhammed'in Peygamber olarak gönderil­mesinden önce) apaçık bir sapıklık (küfür ve bilgisizlik) içerisindeydiler."[48]

Evet! Allah'a yemin ederim ki, (ayette de görüldüğü üze­re) atamız Araplar[49] apaçık bir sapıklık, küfür ve hüsran içeri­sindeydiler. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Peygamber ola­rak gönderilmesinden Önce Araplar, bilgisiz ve küfür içerisin­de bulunduklarından dolayı, onlardan birisi, bir taş alır ve onu eliyle yontar, daha sonrada onu çeşitli şekillere girdirir, sonra­da onun için rüku eder ve secdeye kapanır; yaratan için yara­tılmışa ibadet eder, nzık ile şifayı elde etmek için ve kötülük ile musibeti kendisinden uzaklaştırmak için kendisine boyun eğen varlığı Rabb edinir!!

Nitekim Yüce Allah, sapıklık ve küfür içerisinde bulunan insanların bu durumunu şöyle güzel bir şekilde ifade etmekte­dir:

"Allah'tan başka taptıklarınız (ilahların, putların vb. şey­lerin) hepsi biraya gelseler, (şunu-bunu bırakın) bir sinek dahi yaratamazlar. Üstelik (Allah 'in yarattığı) bir sinek onlardan bir şey kapsa, (kaptırdıkları şeyi) sinekten kurtaramazlar. Çünkü isteyende aciz ve istenen de aciz-"[50]

Bundan daha garibi ise; bir insanın, kendisi için hurmadan veya hamurdan bir ilah edinip sonrada acıktığı zaman onu ye­mesi olayıdır!! Üstelik bununla yetinmeyip -zahmetlerle ve zorluklarla yetiştirilip de- işlediği bir günahı veya yaptığı bir suçu olmadığı halde sadece kız olduğu için diri diri toprağın altına gömmeye koşan insandan daha büyük akılsız ve daha büyük cahil kim var? Çünkü bu kimse, sapıklık ve cehalet içe­risinde olduğundan dolayı erkek çocuklarına değer vermekte ve kız çocuklarına kötü davranmaktadır. Nitekim Yüce Allah, cahil Arapların bu durumunu şöyle anlatmaktadır:

"Diri diri toprağa gömülen kıza: 'Hangi günahı yüzünden Öldürüldü?' diye sorulduğu zaman" (Tekvîr: S1/8-9) yani kız çocuğu, ne günah işledi ve suç işledi ki onu diri diri toprağın altına gömüyorsun?' demektir.

Hanımları, kız çocuğu doğurduğundan dolayı bunu uğur­suzluk ve kötülük sayan atalarımız Arapların hayatmdanki bo­zuk itikadı gösteren şu ayetler de gayet çarpıcı

"O (cahiliyyet döneminde yaşayan Araplardan) birine, kız çocuğu olduğu müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir ve kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. (Şimdi) o doğan kız çocuğunu, ha-karete (uğramış bir şekilde evinde) tutsun? Yoksa onu toprağa mı gömsün?.."[51]

Yani bu kız çocuğu, yaşaması için hayata bırakıp böyle yaptığından dolayı kavminden çekindiği için zillet ve horluk kendisine mi gelsin?

"Yoksa (bu kız çocuğunu diri diri) toprağa mı gömsün? Bak! Ne de kötü hüküm veriyorlar!" (Nahl: 16/59)[52]

 

Garip Bir Kıssa ve Haber:

 

Neredeyse insanın kabul edemeyeceği, gerçek manada meydana gelemeyeceği, kalbin sızladığı ve acı ile hasretin fiş-kırdığı şu kıssayı bir dinleyelim:

Rivayet edildiğine göre; sahabelerden birisi, Resulullah (s.a.v.)'in meclisine üzüntülü ve kederli olarak gelip gidiyor­du. Resulullah (s.a.v.) bir gün onun bu durumunun farkına va­rarak ona:

-  'Şimdiye kadar seni hiçbir şekilde üzüntülü ve kederli görmemiştim?' buyurdu. Sahabede:

-  'Ey Allah'ın Resulü! Doğrusu (nu söylemek gerekirse) cahilliye döneminde iken bir günah işlemiştim. Müslüman ol­duğum halde bile Yüce Allah'ın, (cahilliye de İken işlemiş ol­duğum bu günahımdan dolayı) beni bağışlamamasından kor-

•kuyorum!' dedi. Resulullah (s.a.v.):

-  'Haydi işlemiş olduğun günahı bana anlat?' buyurdu. Sahabede:

-  'Ey Allah'ın Resulü! Ben, kız çocuklarını diri diri topra­ğa gömen birisiydim. Bir gün hanımım, kız çocuğu doğurdu. (Hanımım benden, onu Öldürmeyeceğime dair kendisine söz vermemi istedi.) Bende kız çocuğunu hanımıma vermeye dair söz verdim. Nihayet o büyüdü ve her şeyi anlayabilecek bir duruma geldi. Üstelik çok güzel birisi olmuştu. (Kızımın çok güzel olmasından dolayı) birçok kimseler kızımı (evlenmek için) istedi. Bu durum izzet-i nefsime çok ağır geldi. Onu ev­lendirmeye veya bekar olarak evde bırakmaya da kalbim ta­hammül etmedi. Hanımıma bir hile kurup ona: 'Akrabalarımı ziyarete gitmeyi istiyorum. Onu da benimle birlikte gönderde teselli bulsun' dedim? Hanım, benim bu düşünceme sevindi. Hemen onu mücevherlerle ve güzel elbiselerle süsledi. Sonra­da onu benimle birlikte gönderdi. Onu şehrin dışındaki bir ku­yunun başına götürdüm. Sonrada kuyunun içerisine baktım. Kuyunun içine baktığımı gören kız çocuğu, benim kendisini kuyunun içine atmayı istediğimi anladı. Bunun üzerine bana sarılıp kendisini kuyuya atmamama dair yalvarmaya ve ağla­maya başlayarak: 'Babacığım! Annemin vasiyetini zayi etme!' diyordu. Bende onun bu durumuna acıdım (ve onu öldürmekten vazgeçtim). Fakat ikinci kez tekrar izzet-i nefis ağır bastı ve kendimi utançtan kurtarmak için şeytan bana galip geldi. Bundan dolayı onu kuvvetli bir şekilde tutup ters çevrilmiş olarak kuyunun içine attım. Sesi kesilinceye kadar orada bek­ledim, (sesi kesildikten sonra) yaptığım işten mutmain olarak evime geri döndüm. Artık benden, bu utanç verici durum kay­bolup gitmişti' dedi.

Resulullah(sav) bu kıssayı dinlediğinde ağladı. Sahabeler­de onunla birlikte ağladılar. Daha sonra Resulullah (s.a.v), o sahabeye:

- 'Eğer ben, cahiliyyede yaptığı herhangi bir şeyden dolayı bir kimseyi cezalandırsaydım, elbette seni bu günahın sebebiy­le cezalandırırdım' buyurdu."[53]

Diri diri kız çocuğunu toprağa gömme veya öldürme olayı, Arapların İslam dininden önceki cahiliyyede yaptıkları sapık­lıkların ve akılsızlıklarının sadece bir kısmıdır.

Zemahşerî, "el-Keşşâf isimli tefsirinde, cahilliye döne­minin 'yemin şekli' ile ilgili olarak şunları söyler:

"Cahilliye döneminde adamın birisi, eğer kendisinin bu şekilde çocukları doğduğu takdirde onlardan birisini -Abdulmuttalib'in yemin ettiği gibi- boğazlayacağına dair ye­min ederdi."

Abdullah ibn Abbas (r.a.) ise Arapların cahilliği ile ilgili olarak şunları söyler: "Sen Arapların cahilliklerini bilmek istiyorsan, En'am Suresinin 139'uncu ayeti kerimesinden son­ra yer alan Yüce Allah'ın:

"Cahillikleri yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı Allah'a iftira ederek ha­ram sayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar (cahil-tiye döneminde böyle yapan Araplar) şüphesiz sapıtmışlardır. Zaten hidayete erenlerden olmamışlardır." (En'am: 6/140) buyruğunu okuyabilirsiniz.[54]

 

Resulullalı (s.a.v.)'in Gönderilmesindeki Büyük Faydalar:

 

Şimdi bizim, Arapların cahilliye dönemindeki cahillikleri­ni anlatma gibi bir düşüncemiz yok. Çünkü konumuz bununla ilgili değildir. Biz sadece Yüce Allah'ın, bize, Resulullah (s.a.v.)'i göndermesindeki lütfunu bilelim ve onunla bizi şirk ile cehaletin karanlıklarından İslam'ın nuruna çıkarması gibi büyük faydaları bize sunan Allah'a şükredelim diye az bir şeyi anlattık.

Bu peygamberin siretinden anlatmamız gereken ilk önemli şey; Yüce Allah'ın, Resulullah (s.a.v.)'e insanlığı şereflendir­mesi, insanları onunla hidayete iletici ve hayrı müjdeleyici kılması, Allah'ın izniyle insanları yine O'na davet edici bir kandil ve aydınlatıcı bir ışık olması, en büyük faydalan ve en üstün değerleri Müslümanların lütfuna sunmasıdır ki buda, a-nndınci, hidayete iletici ve dosdoğru yolu gösterici peygam­berlerin sonuncusu olarak gönderilmesidir.

Şimdi de Rabbimizin yüce kitabı Kur'ân-ı Kerîm'de, Resulullah (s.a.v.) ile ilgili büyük faydaların anlatıldığı şu aye­ti okuyalım:

"Andolsun ki Allah, (genel olarak bütün) müminlere (Özel olarak ta Araplara) büyük bir lütufta bulunmuştur. Zira onlara kendi içlerinden, yine onlara Allah 'in ayetlerini okuyan, onları şirk, küfür, cehalet vb şeylerden) arındıran, kitabı (Kur'ân-ı Kerîmi) ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermiştir. Hal­buki onlar, daha önce (Resulullah 'ı Peygamber olarak gönde­rilmesinden önce) apaçık bir sapıklık (ve cehalet) içinde idi­ler." (Al-i tmrân: 3/164)

Resulullah (s.a.v.)'in Peygamber olarak gönderilmesi ge­nel olarak bütün insanlara ve Özelde Araplara büyük bir lütuf ve yüce bir nimettir. Çünkü

Resulullah (s.a.v.), yeryüzü halkına bir rahmet ve onları hidayete erdirmek üzere Peygamber olarak gönderilmiştir. Zira Resulullah (s.a.v.), kendisinin bu vasıflarıyla ilgili olarak şun­ları söylemektedir:

"Ben ancak (insanlara) bir rahmet ve (onlara) bir hidayet (olmak için Peygamber olmak için gönderildiim."[55]

Cenab-ı Allah, Resulullah (s.a.v).'i; "Biz, seni ancak a-lemlere bir rahmet (peygamberi olarak) gönderdik." (Enbiyâ: 21/107) şeklinde vasfetmiştir. İşte bu, Resulullah (s.a.v.) hak­kında Kur'ân-ı Kerîmin nitelediği vasıflandırmanın en güzel bir şeklidir. [56]

 

Resulullah (s.a.v.)'in Tevrat'taki Sıfatlan:

 

Yüce Allah'ın Resulullah (s.a.v.) ile ilgili semavi kitaplar­da vasfettiği sıfatları, bazı övülmüş özellikleri ve vasıfları yal­nızca ona mahsus kıldığını dikkatli bir şekilde incelememiz gerekmektedir. Çünkü bu konu, Resulullah (s.a.v.)'in Pey­gamber olarak gönderilişini belgeleyen önemli bilgilerdir. Bundan dolayı bu konuyu tekrar anlatmaya ihtiyaç duyduk...

İmam Buhârî, "Sahîh" adlı hadis kitabında şöyle bir hadis rivayet etmiştir:

"Abdullah b. Amr b. As'a, Resulullah (s.a.v.)'in Tev­rat'taki vasıflarından soruldu. -Zira Abdullah, müslüman ol­madan Önce Tevrat'ı okuyan birisiydi- Bunun üzerine Abdul­lah:

-  'Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v.), Kur'an'da geçen bazı sıfatlarıyla Tevrat'ta da vasıflanmıştır. Şöyle ki:

-  'Ey Peygamber! Biz seni insanlara bir şahit, bir müjdeci, bir korkutucu ve ümmiler (okuma-yazma bilmeyen o zamanın cahil Arapları) için de bir koruyucu olarak gönderdik. Sen el­bette benim kulum ve resulümsün. Ben sana "el-Mütevekkil" ismini verdim. Bu Peygamber; kötü huylu, katı kalpli ve çarşı­larda rast gele bağırıp çağıran birisi değildir. O, kötülüğü kötü­lükle uzaklaştırmaz. Aksine (kendisine yapılan kötülüğü) affe­der ve bağışlar. Allah, eğilip (haktan) sapan bir milleti bu pey­gamberin irşadıyla "La ilahe İllallah" tevhit sözünü söylemele­ri suretiyle doğrultmadıkça onun ruhunu almayacaktır. Allah, bu tevhid kelimesiyle; birçok kör gözleri, sağır kulakları ve kapalı kalpleri açacaktır."[57]

Gerçekten Yüce Allah, bu söz ile; haktan eğilip sapan mil­letleri düzeltti, kör gözleri açtı, ölü kalpleri diriltti, İslam nuru­nu dünyanın dört bir tarafına yaydı, dünyaya nur ile adaleti ve hikmet ile ilimi doldurdu, "La ilahe illallah" Tevhid sancağını yüceltti, cahilliye döneminde yaşayan insanların; görmeyen, işitmeyen, hiçbir kimseye zarar veremeyen ve kendisine tapa­na bir fayda sağlamayan taşlara taptıktan sonra Allah'ın dinine toplu halde girmesini sağladı. Hakkın nurunu görmeyi sapıklı­ğın kör ettiği gözleri, kelime-i tevhidi işitmeyi sapıklığın sağır ettiği kulakları ve Allah'ın varlığı ile birliğinin delillerini mü­şahede etmeyi sapıklığın perdelediği gözlen bununla açtı...

Birde bakıyorsunuz ki, bu söz sebebiyle; gözlerde ve ku­laklarda oluşan perde yok olmuş ve haktan eğrilip sapan mil­letlerin üzerine çökmüş bulut dağılmıştı!! Bundan dolayı da birçok nesillerin üzerine karanlığın çökmesinden bir müddet sonra (bu söz sebebiyle) hidayet, dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır.

Birde bakıyorsunuz ki, bu söz sebebiyle; koyun çobanlan, milletlerin liderleri ve alemin hükümdarları olmuş!! İzzet, üs­tünlük, devlet ve hükümdarlık onların olmuş!! [58]

 

Resulullah (s.a.v.)'in Ahlakı ve Şemaili:

 

Müminlerin annesi Hz. Aişe (r.a.)'a, Resulullah (s.a.v.)'in ahlakı soruldu. O da:

- 'Onun ahlakı "Kur'an" idi[59] diyerek lafız yönünden az ve mana yönünden çok geniş olan bu sözü söyledi.

Bu çok önemli cümlenin manası; Resulullah (s.a.v)'in ah­lakının ve şemailinin, Kur'ân-ı Kerîm'de canlı bir varlık olarak ortaya çıktığı ve vücut bulduğu şeklindedir.

Zira Kur'an'ın çağırdığı fazilet, dinin teşvik ettiği ahlak ve cömertlik ancak Resulullah (s.a.v.)'de ve onun ahlakında orta­ya çıkmış ve vücut bulmuştur. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.v.); insanlar için mükemmel bir model, örnek bir şahsiyet, Kur'an'ın adaplarına ve yüce faziletlerine bürünen ve bunu konuşmakta olan canlı bir vücut haline getiren bir hâl almıştır, işte bütün bunlardan dolayı izzet ve celal sahibi Allah'tan, bu yüce peygambere şöyle güzel bir övgü gelmiştir:

"(Ey Muhammedi) Gerçekten sen, 'büyük bir ahlak'a' sahipsin."[60]

Bunun açıklamaya ve izaha ihtiyacı vardır. Şöyle ki: Her ne kadar bazı insanlar; olgunluk ile faziletin zirvesine yüksel­miş de olsalar ve efendilik ile yüceliğin doruk noktasına ulaş­mış ta olsalar, Yüce Allah, bu insanlarda bulunması mümkün olmayan özellikleri, şemailleri, vasıfları vb şeyleri Resulullah (s.a.v.)'e vermiştir.

İşte bütün bunlar, Resulullah (s.a.v.)'in bu özellikler ve vasıflar ile insanlar arasında benzersiz kaldığı ve Kur'ân-ı Ke-rîm'in de bize en güzel bir şekilde vasıflandırdığı özellikleri ve şemailleridir. Nitekim Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.) hakkın­da şunları söylemektedir:

"Andolsun ki içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün ve müminlere karşı da rauf ve rahim bir Peygamber gelmiştir. "[61] Görüldüğü üzere Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)'i, en güzel övgüler ve çok önemli yüce va­sıflarla ve özelliklerle vasıflandırmıştır. Zira Allah, Resulullah (s.a.v.)'i kendi kudsî isimlerinden olan "Rauf ve "Rahim" isimleriyle niteleyerek "müminlere karşı da 'Rauf ve 'Ra­him, ."buyurmuştur.

Abdullah ibn Abbas (r.a.) bu iki isim hakkında şöyle der: "Yüce Allah'ın bu kudsî iki isminin arası sadece Hz. Muham-med (s.a.v.)'de bir araya gelmiştir,"

İşte Resulullah (s.a.v.)'in bu durumu; Yüce Allah'ın, onu, alemler üzerine kadrü kıymetini yükselttiği ve bütün nebiler ile resuller üzerine üstün kıldığı bir makamdır. Şimdide bu ayeti kerimeyi dikkatli bir şekilde inceleyelim:

Yüce Allah, bu peygamberi göndermek suretiyle bize olan yüce nimetini ve büyük faydalarım bildirmek için ayeti keri-me'nin    Arapça    metninde    geçen    "Lekad"    sözcüğünde,

"Lâm'u'l-Kasem" ile "Kad" edatları ard arda tekit üslubuyla şöyle gelmiştir:"Le kad câe küm Resulün" (Andolsun ki size bir Peygam­ber gelmiştir.) Yani ey insanlar! Size kadrü kıymeti büyük ve şanı yüce olan bir Peygamber gelmiştir. Daha sonrada Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İçinizden" yani sizin beşer cin­sinizden Arap, Haşimî ve Kureyşî bir Peygamber. Siz onun kendi içinizdeki şerefini, soyunu, doğruluğunu, güvenirliliğini, temizliğini ve her türlü kötülüklerden uzak olduğunu bilirsiniz. Daha sonrada Yüce Allah, bu peygamberin bibliyografyasının güzelliğini apaçık bir şekilde şöyle anlatmaktadır: "Sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen." yani sizin günaha, zorluğa ve sıkıntıya düşmeniz kendisine zor ve güç gelen "Size düş­kün" yani hidayet bulmanıza, dünyevî ve uhrevî faydaların size ulaşmasına düşkündür. "Müminlere karşıda rauf ve ra­him." yani ümmetine karşıda alabildiğine sevgisi çok, şefkatli, merhametli, ümmeti için sadece bütün güzelliği ve ihsanı iste­yen, hayr ve kurtuluşunu arzulayan bir kimsedir.

İşte Kur'ân-ı Kerîm, Resulullah (s.a.v.)'in faziletliğini böy­le övüyor. İzzet ve celâl sahibi Allah'ın bu seçkin peygambere olan güzel övgüsü baksana ne güzel!! [62]

 

Resulullah (s.a.v.)'in, Ümmetine Şefkat ve Merhamet Görüntüleri:

 

Biz, bu peygamberin ümmetine olan şefkat ve merhameti­nin çok az bir kısmını belki anlayabiliriz. Çoğunu ise anlaya-mayabiliriz. Ama yinede Resulullah (s.a.v.), ümmetinin; zillete düşmesinden, sapıtmasından veya -önceki ümmetlerin kendi­lerine gelen peygamberleri yalanlamaları veya Allah'ın şeria­tından ve dininden yüz çevirmeleri sebebiyle azaba uğramaları gibi- azaba uğramasından ve helak olmasından korktuğu için onların böyle bir duruma düşebileceğini hatırladığı zaman göz­leri doluyordu. Resulullah (s.a.v.)'in, ümmeti için korkuya ve endişeye kapılıp ağlamasının sebebi işte budur. Yüce Allah ise Resulullah (s.a.v.)'in bu durumunu gördüğünde ona şöyle gü­vence verdi:

"Oysa sen onların içinde bulunduğun müddetçe Allah on­lara azap edecek değildir. Yine onlar (in içlerinde) istiğfar e~ denler varken de Allah onlara azap edecek değildir."

Bundan dolayı Yüce Allah, kendilerine gönderilen pey­gamberleri yalanlamalarından ötürü geçmiş ümmetlere isabet eden kökten helak ve yok olmayı, Resulullah (s.a.v.)'in bere­keti sebebiyle bu ümmetten kaldırmıştır.

Hz. Peygamber(sav)'e gelince ise Allah onu, alemlere rahmet olarak göndermiştir. İşte bu özellikten Ötürü Resulullah(sav), bütün mahrukata bir rahmet, öldürülmekten kurtulan münafıklara verilen güvence sebebiyle onlara bir rahmet ve gelmekte olan azabı ertelemek suretiyle kafirlere bir rahmet olmuştur.

Az önce geçen Kur'an'ın, Resulullah (s.a.v.) hakkındaki açık ifadesini dikkatli bir şekilde inceleyelim:

"Oysa sen onların içerisinde bulunduğun müddetçe Allah onlara azap edecek değildir." Sanki ayet şöyle demektedir: "Ey Muhammedi -Onlardan önce geçen ümmetlerde olduğu gibi- Allah'ın sana bir ikramı olarak onları kökten yok etme şeklinde helak etmeyecektir. İşte bu, Yüce Allah'ın bu ümmet sebebiyle yeryüzü halkına bahşettiği rahmet eserleri ile Resulullah (s.a.v.)'in ümmetine olan şefkat ve rahmet görüntü-lerindendir. Nitekim bu husus; Müslim'in, "Sahîh" adlı hadis kitabında Abdullah b. Amr b. As'tan şöyle rivayet edilmiştir:

Enfâl: 8/33- "Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. İbrâhîm (a.s)'ın; "Rabbim! (insanların tapmakta oldukları) o putlar insanlardan çoğunu saptırdı. Doğrusu (insanlardan) bana uyan bendendir. Bana karşı gelen kimseyi de (sana bırakırım). Çünkü sen, (dilediği­ni) bağışlarsın ve (dilediğine de) merhamet edersin." (İbrâhîm: 14/36) sözünü okudu. Ardından da Hz. İsa (a.s)'ın: "Eğer sen insanlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan muhakkak ki sen aziz ve hakim olan-sm."(Maide: 5/118) sözünü okudu. Daha sonrada ellerini kal­dırıp:

-  'Allahım! Ümmetim, ümmetim' buyurdu ve ağladı. Bu­nun üzerine Şanı Yüce Allah:

-  'Ey Cebrail! Muhammed'e git. -Rabbin en iyi bilen ol­makla birlikte- niçin ağladığını ona sor?' buyurdu. Cebrail'de ona gelip (ağlamasının sebebini) sordu. Cebrail'de, Resulullah (s.a.v.)'den aldığı bilgiyi -bunu en iyi bilen Allah olduğu hal­de- Ona bildirdi. Yüce Allah:

-  'Ey Cebrail! Muhammed'e git ve ona: 'Ümmetin konu­sunda muhakkak Biz seni razı edeceğiz, seni üzmeyeceğiz' de. [63]

Nitekim Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)'in bu durumu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Rabbin sana yakında  (nimetlerini)   verecek  ve sende (bunlara) hoşnut olacaksın. "'

Ey Allah'ım! Bizi dünya ve ahirette Resulullah (s.a.v.)'e uyan ve seven ümmetinden kıl.[64]

 



[1] Okuyucunun dikkatine: Burada peygamberlerin sonuncusu olan Resulullah (s.a.v.)'in risaleüni sadece kısa bir şekilde zikrettik. Genişçe allatmadık. Çünkü Kesulullah (s.a.v.)'in hayatım ve davetini anlatmak için detaylı bir kitaba ihtiyaç ardır. Bundan dolayı da Resulullah (s.a.v.)'in hsyatı ve daveti kısa bir şekilde an­ılacaktır. (Yazar).

[2] Ahzâb: 33/40.

[3] Bu hadisi; Tirmizî, Menâkib (3610)'da rivayet edilmiştir. Tirmizî de bu hadis hakkında, "hasen" demiştir. Ayrıca bu hadisi Ahmed b. Hanbel'in, "Müsned" adil kitabında rivayet edilmiştir. (Benzeri hadisler için b.k.z: Mislim, Fezâil 1(2276); Tirmizî, Menakib 1(3609), (3847), (3848) (ç).

[4] Bu hadisi; Tirmizî, Menakib (3618)'de rivayet etmiştir. Tirmizî, bu hadis h&-_ kında "hasen" demiştir. (Benzeri hadisler için b.k.z: Buhâri, Enbiyâ 3, Tefsir Isra suresi 5; Müslim, İmân 327, 328, Fezâil 3; Tirmizî, Kıyamet 10, Menakib 1, Ttfsir İsrâ suresi 19; Darimi, Mukaddime 8; Ebu Davûd, Sünnet 13; İbn Mace, Zühd37; Müsned, 1/281, 295, 2/435, 540, 3/6,144, 5/388) (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 497-498.

[5] Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Adnan'a kadar olan soy zincirindeki isimlerde yoksa da Adnan'dan Hz. İbrâhîm (a.s)'a ve Hz. İbrâhîm (a.s)'daı Hz. Adem (a-s^a kadar o!an İsimlerde ihtilaf vardır. Fakat Buhârî, Tarih'inde Resulullah (s.a.v.) >n Adnan'dan sonra Hz. İbrâhîm (a.s)'a kadar uzanan yedi ceddini daha sayar. Abo_" lalı ibn Abbas (r.a.)'dan gelen bir rivayetle; Resulullah (s.a.v.), nesebini sayd1!? zaman Meadd b. Adnan'dan ileri geçmez arada dururmuş. (ç).

[6] Bununla ilgili hadis için b.k.z: Buhârî, Mcnâkibu'l-Ensâr 28 (ç).

[7] Gerçekten de Yüce Allah ne kadar Peygamber göndermişse hepsi de kavminin seçkinlerinden, ileri gelenlerinden şeref]ilg-indendir. Kur'ân-i Kerîm'de kıssaları katılan peygamberlerin hayatları incelendiğinde bu apaçık bir şekilde görülür, (ç).

[8] Bu hadis için b.k.z: Buhârî, İman 37, Bed'ü'I-Vahy I, Şehâdât 28, Cihat 11, 99, J°2> 122, Cizye 13, Tefsirü Âl-i İmrân 4, Edeb 8, İstizan 24, Ahkâm 40; Müslim, y*ad73 (1773); Tirmizî, İsti'zan 24 (2718)(ç).

[9] Bu hadisi;    el-Esbehânİ,    Delâilü'n-Nübüvvet,    1/65'de   rivayet    etmiştir, eranî'de, e]-Evsâf ta rivayel etmiştir- Tabcrânî, bu hadisin güzelliğine işaret N   'ŞTtI" (Ayrıca bu hadisi; Beyhâkî, İbn Adiy ve îbn Kesîr'de, el-Bidâye ve'n-Ihifye, de 2/255-256 rivayet etmiştir.) (ç).

[10] Bu hadisi; Müslim, Fezâil 1 (2276)'de rivayet edilmiştir. Tirmizf de, Menâkib 1 (3609)'da rivayet etmiştir. Tirnıizî, bu hadis hakkmda, 'HaseitSahîh' demiştır Hadisin tamamı için b.k.z; îbn Esîr, el-Câmİırl-Usûl, 8/535.

[11] Tırmizî, Menâkib (3610) (ç)..

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 498-500.

[12] İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1/ 260.

[13] Musned, 1/ 8, 277 (ç).

[14] İbn îshâk, Siyer, sh. 25 (M. Hamidullah tahkiki ve ta'lüri) (ç).

[15] ibn Kesîr, el-Bidaye ve7n-Nihaye, 1/ 260.

[16] İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1/ 260.

[17] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 500-501.

[18] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 501-502.

[19] İbn ishâk, Siyer, sh. 10-18 (M. Hamidullah tahkiki ve ta'liki) (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 502-503.

[20] Hz. Peygamber (s.a.v.), oğlu Kasım'a nispetle bu isimle künyelenmiştir. Medine'deki Yahudiler, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i, "Ebu'l-Kasım" (Kasım'm babası) diye çağırırlardı, (ç).

[21] Yine Resulullah (s.a.v.), oğlu İbrahim'e nispetle bu isimle künyelenmiştir. Bu, "ibrahim'in babası" anlamında kullanılır, (ç).

[22] "Muhammed" kelimesi, hamd kökünden gelmiştir. Tef îi babından geldiğinlen dolayı mübalağa ifade eder. "Tekrar tekrar övülmüş" manasmdadır. Yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)Mn bu İsmini, Kur'ân-ı Kerîmin dört yerinde zikretmiştir. Bunla'-da; Âl-i İmrân: 3/144, Ahzâb: 33/40, Muhammed: 47/2, Feth: 48/29'dur. (ç).

[23] "Ahmed" kelimesi, hamd kökünden gelir. İsmi tafdil siğasındadır. "En çok hamd eden" anlamında kullanılır. Bununla ilgili başka açıklamalar da yapılmıştır. Ayrca bu ismi, Hz. İsa, Saff: 61/6'da haber vermiştir. Ahmed kelimesi, Yunanca'daki Faraklit kelimesinin karşılığıdır. Bununla ilgili açıklama daha önce geçmişti, (ç).

[24] "el-Mâhî" kelimesi, "mahv" kökünden gelir. Mahveden, yok eden, ortadan kal­dıran demektir. Küfrü kaldıran veya kendisine tabi olanlardan kötülükleri kâdıran anlamında yorumlar yapılmıştır. Ayrıca bunun dışında başka açıklamalarda yapıl­mıştır, (ç).

[25] "el-Akib" kelimesi, "sonuncu" demektir. Bazı rivayetlerde, "kendinden sonra Peygamber olmayan" diye açıklama gelmiştir. Nitekim ayet ve birçok hadistea gelen delil; Resulullah (s.a.v.)'den sonra Peygamber olmayacağını, onun "Hâtemü;l-Enbiyâ" olduğunu belirtmiştir. Şu halde "Âkİb" ismi, Resululiah (s.a.v.)'in bu mümtaz yönünü belirtmektedir, (ç).

[26] 'el-Hâşir" kelimesi, "toplayan" demektir. Kıyamet günü ilk önce Resulullah (s.a.v.) diriltilecek sonrada geri kalan insanlar onun peşinden diriltüecektir. Bir başka hadiste; "Kendisinden arz ilk yarılacak olan benim" buyurmuştur. Yani k-yamet günü ilk dirilen o olacaktır. Daha sonrada diğerleri diriltilip onun peşnden haşir edileceklerdir, (ç).

[27] Bu isimlerin geçtiği yerler ise şuralardır: Buhârî, Menâkıb 17, Tefsirü Saff suresi !: Müslim, Fezâil 125 (2354); Muvatta, Esmaırn-nebi 1; Tirmizî, Edeb 67 (2842).

[28] Saff: 61/6.

[29] Hz. Peygamber (s.a.v.)'den önce Muhammed ismini kullananlar şunlardır: Mı-hammed b. Uheyha b. Cülah ei-Evsî, Muhammed b. Mesleme e]-Ensarî (sahabe), Muhammed b. Berrâ el-Berkî, Muhammed b. Süfyân b. Mücaşî, Muhammed b. Humrân el-Cufî, Muhammed b. Huzaî es-Sülemî. Tarihçilerin belirttiğine göre; bu altı kişiden başka Muhammed İsmini alan bir başkası joktur. İlk olarak Muhammed ismini alan şahsın, Muhammed b. Süfyân b. Mücaşî olduğu söylenmtktedİr. (ç).

[30] Tercümesini yapmakla olduğumuz kitabın orijinal metninde, Mulıammed yeme Ahmed ismi geçmektedir. Bunun bir matbaa hatası olduğu kanısındayız. Tercürneet ise Ahmed yerine Muhammed ismi kullanılmıştır.(ç).

[31] İmam Kadı İyâz, cş-Şitâ, s. 90 (Osmanlı Baskısı).

[32] Bu hadisi, İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/127'de rivayet etmiştir.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 504-507.

[33] Buraya kadar olan kısım, Ahzâb: 33/45'te de geçmektedir. Ayrıca bu konuyla ı]gıli olarak şuralara da bakılabilir. Feth: 48/8; Fâtır: 35/24; Sebe'- 34/28- Furkân-25/56; Enbiyâ: 21/107 (ç).

[34] Bu hadisi Buhârî, Tefsirü Feth suresi 3, Büyü 50'de rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel'de Müsned, 3/74'de rivayet etmiştir..

[35] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 507-508.

[36] İbn İshâk, Siyer, sh.26-28 (M. Hamidullah tahkiki ve ta'liki) (ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 508-510.

[37] ibn Kesîr, cl-Bidâye ve;n-Nihâye, slı.275.

[38] Resulullah'ın Halime es-Sa'diyye'nin yanındayken göğsünün yarılmasına dair diğer rivayetler için b.k.z: Dârimi, Mukaddime 3, Miisned, 4/184. (ç)

Resulullah (s.a.v.)'in İsrâ ve Mi'raç gecesinde göğsünün yarılmasına dairrivayd-ler için b.k.z: Buhâri, Salât 1,

Hacc 76, Enbiyâ 5, Tevhid 37; Müslim, İman 260 262, 263 (163), 264 (164); Müsned, 5/143, 4/184; Nesai, Salât

2 (ç).

[39] Bakara: 2/127 (ç).

[40] Saff:61/61(ç).

[41] İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 2/275.

[42] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 510-514.

[43] Resulullah (s.a.v.)'in evlendiği kadınlar şunlardır: V Hatice binti Hüveylid, 2-pvfc binti Zem'a, 3- Aişc bint Ebi Bekr, 4- Hafsa binti Ömer, 5- Zeynep binti aIı5. .6- Zeynep binti Huzeyme, 7-Ümmü Seleme binti Ebi Ümeyye, 8- Ümmü . «abibc binti Ebi Süiyân, 9- Meymune binti Haris, 10- Cüveyriye binti Haris, 11-fjtfye binti Huzeyy.

[44] Bu konuyu. "Ahkam Tefsiri" 2/330 adlı kitabımızda detaylı bir şekilde anlâtık.

[45] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 514-515.

[46] Aclmıî, Keşfii'1-Hafa, H.No:164 (ç).

[47] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 515-518.

[48] Cum'a: 62/2 (Benzeri ayetler için b.k.z: Bakara: 2/129; Âl-i İmrân: 3/20) (ç)

[49] Yazarımız Sabûnî, burada milliyetçilik gibi bir duyguya kapılmamakladır, öı-sözde de belirtildiği üzere, bu kitap. Şeriat Fakültesindeki Öğrencilere verilen ken-t'eranslardan oluşmaktadır. Bu konferansla" ise, Arap Öğrencilere hitaben yapıim^-tır (ç)

[50] Hacc: 22/73

[51] Nahl: 16/58-59

[52] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 518-521.

[53] Kurtubî, Câmiul-Ahkamri-Kufan, 7/97

[54] İbn Kesîr. Muhtasarı İbn Kesîr Tefsin. 1/ 624 (Hadis için b.k.z: Buhârî, Menakıb 1D(Ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 521-524.

[55] Müslim, Fezâil 3 26, Bin- 87; Tirmizî, Da'vât 118; ibn Mace. ikâme 25, 189; Ebu Davûd, Sünnet 10 (ç)

[56] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 524-525.

[57] Buhârî, Tefsir-i Feth Suresi 3, Büyü' 50; Müsncd, 3/174

[58] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 525-527.

[59] Ahmed b. Hanbel, Müsncd, 6/183 (ç)

[60] Kalem: 68/4

[61] Tevbe: 9/128

[62] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 527-529.

[63] Müslim, iman (202)

[64] Duha: 93/5

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 529-531.