4-
Hz. Süleyman'ın Bir Arzusu:
B-
Allah'ın Hz. Süleyman'a Bahşettiği Bazı Hasletler
1-
Hz. Süleyman'ın Kuş Dilini Bilmesi:
5-
Hz. Süleyman'a Verilen "Aynü'1-Kitr":
7-
Hz. Süleyman'ın Yağmur Duası:
2-
Hz. Süleyman'ın Harem-i Şerifte Kestiği Kurbanlar:
4-
Hz. Süleyman'ın Cerade'nin Babasıyla Savaşması:
5-
Hz. Süleyman'ın Yüzüğünü Çalan Cine Verilen Ceza:
6-
Hz. Süleyman'ın Yüzüğünün Nakşı:
8-
Kışlasının Genişliği ve Eb'âdı:
9-
Süleyman Mülkünün Genişliği:
10-
Süleyman Ordusunun Günlük İaşesi:
12-
Hz. Süleyman'ın Bir Çiftçi İle Konuşması:
1-
Belkıs'ın Anasının Cin Olduğu Söylentisi:
a)
Hz. Süleyman Hüdhüdü Niçin Aradı?
b)
Hz. Süleyman Hüdhüdün Yokluğunu Nasıl Anladı?
c)
Hz. Süleyman'ın Hüdhüde Vermeyi Tasarladığı Cezalar:
e)
Yemen Hüdhüdü İle Süleyman Hüdhüdiinün Konuşmaları:
4-
Belkıs'ın Tahtının Getirilmesi:
5-
Kitab İlmine Vâkıf Olan Kişi:
6-
Belkıs'ın Hz. Süleyman'a Takdim Ettiği Hediyeler ve Bazı Sorular:
11-
Hz. Süleyman Belkıs ile Evlendi mi?
2-
Ölümü Bildiren "Dâbbetü'1-Arz":
3-
Hz. Süleyman Cennet'e Ne Zaman Girecek?
Hz. Süleyman, Davud
(a.s.)'un oğludur[1] ve babasına - malda değil[2] -
saltanat ve nübüvvette varis olmuştur[3]
Anası, ibadete düşkün,
saliha bir kadındı ve oğlu Süleyman'a "geceleri az uyumasını"
öğütlemiştir; [4] zira
geceleri uyumak kişiyi ahirette fakir bırakır.[5]
Rivayete göre Hz.
Süleyman beyaz tenli, iri gövdeli, nur yüzlü bir zat olup tüy ve kılları çoktu.
Beyaz elbise giyerdi[6]
Hz. Süleyman'ın hanımları
ve cariyelerinin sayısı ile ilgili olarak verilen rakamlar çeşitlidir:
a) 700
hanımı, 300 odalığı vardı[7]
b) 300
hanımı, 700 odalığı vardı.[8]
c) 300
hanımı, 900 odalığı vardı. [9]
Kitaplarında bu
mübalağalı rakamlara yer veren müellifler, bu kadar hanımın hakkını eda için
Hz. Süleyman'a yüz erkeğin şehveti verildiğine dair haberler de
kaydetmişlerdir. [10] Bu konuda : "Bu
bizim vergimizdir. Artık (dilediğine) hesapsız ver, yahut tut" ayetine[11]
istinad ederler. Bu ayetten önceki kısımlarda ifade edildiğine göre Hz.
Süleyman Cenab-ı Hak'tan, kendisinden başka hiç bir kimseye layık görülmeyen
"bir mülk ve saltanat" talebinde bulunmuş ve bu talebi müsbet olarak
neticelenmiştir. Bu talebi ifade eden ayetten sonraki üç ayet, Hz. Süleyman'a
bahşedilen şeyleri[12] dile
getirir. Bunlardan hemen sonra da Allah: "Bu, bizim vergimizdir. Artık
(dilediğine) hesapsız ver, yahut tut" buyurur. Müteakip ayette de Hz.
Süleyman'ın Allah'a yakınlığı ve akıbetinin hayırla dolu olduğundan
bahsedilir. Yukarıda meali verilen ayetlerde, Hz. Süleyman'a verildiği
söylenen şehvet ve erkeklik gücüne - dolaylı da olsa - en ufak bir işaret
yoktur[13].
Büyük müfessir allâme Ta-beri (v. 310 H.) tefsirine bahsi geçen ayetle ilgili
rivayetleri kaydettikten sonra iki yerde tercih yapma ihtiyacı duyar ve Hz.
Süleyman'a verilen şeyin "şehvet" değil "mülk ve saltanat"
olduğunu ifade eder[14]
Hz. Süleyman'ın eş ve
cariyelerinin toplam "bin" olduğu yolunda tefsirlere geçen
rivayetlerin kaynağı Kitab-ı Mukaddes'tir. I. Krallar (bab. 113)'da aynen şöyle
denir:"... Ve onun 700 karısı kral kızı olup, 300 de cariyesi vardı".
Sahih hadis mecmualarında ise Hz. Süleyman'ın 90 hammından[15]bahsedilmiştir[16]
Ebu Hayyan, haklı
olarak Hz. Süleyman'la ilgili 1000 hanım rivayetlerine dikkati çeker ve bu tip
şeylerin sahih nakillere muhtaç olduğunu söyler. [17]
Merfu ve mevkuf olarak
rivayet edilen bir hadise göre bir gün Hz. Süleyman şöyle bir arzu izhar eder:
"Vallahi bu gece 70 (60,90,100) kadını dolaşırım da, onların her biri
Allah yolunda vuruşacak birer süvari dünyaya getirir" diye yemin etti.
Kendisine: "inşaallah de!" denildi. Süleyman "inşaallah"
demeyi unuttu ve bütün hanımlarını dolaştı. Sonuçta hanımlarından sadece biri
hamile kaldı. O da"eksik doğumlu" bir çocuk dünyaya getirdi. Hz.
Peygamber: "Eğer Süleyman "inşaallah" deseydi, o kadınlardan
herbiri, muhakkak süvari olacak ve Allah yolunda savaşacak birer oğlan
doğururdu" dedi.[18]
Bazı haberlerde, Hz.
Süleyman'ın yukarıdaki arzuyu 700 ve 1000 hanım için izhar ettiğine yer
verilir. Bu rivayetler hem sahih haberlere zıtlığı ve hem de en seri şekilde de
olsa, bir gecede, bu kadar çok sayıda kadını dolaşmanın imkansız oluşundan
dolayı kabule şayan bulunmamıştır.[19]
"înşaallah"
dememenin çocukların doğumunu engellediğini ifade eden haber ile, 70 kadını bir
gecede "dolaşma"nın mucize ile izah edilmek istenmesi eleştirilere
sebeb olmuştur.[20]
Ehl-i Kitab, Hz
Süleyman'ı peygamber olarak tanımaz[21].
Kendisinden Kitab-ı Mukaddes'te daima "kral" olarak bahsedilir[22]
Kur'an-ı Kerim ise Süleyman (a.s.)'ı vahye mazhar peygamberler arasında sayar[23];
kendisine bahşedilen nimetlerden bazısını dile getirir: [24]
Nemi Suresi'nin 16.
ayetinde Süleyman (a.s.): "...Ey insanlar, bize kuşların dili
(=manhku't-tayr) öğretildi. Bize her şeyden behre verildi..." der.
Kuşların, hayvanların
ve haşeratm dilini bilmesi Hz. Süleyman'a Allah'ın bahşettiği bir mucizeydi'[25]. Ona
bu mucize sayesinde, kuşların hislerindeki münasebetleri sezecek kadar derin
ve uzaklardaki cüz'i şeylere nüfuz edecek kadar yüksek bir his ve idrakle
birlikte, aynı zamanda kuşların tabiatı olan "uçma"nm ilmi
öğretilmişti[26]
Süleyman'a kuş dilinin
öğretilmesi kesin olmakla birlikte işin detayları ve nasıl olduğu bizce
meçhuldür. Vaziyet bu olmakla birlikte bazı tarih ve tefsir kitaplarına Hz.
Süleymanın muhtelif kuşların ötüşlerinin ve hareketlerinin ne manaya geldiğini
açıklayan haberler dercedilmiştir.[27]'.
Mesela:
Tavus kuşunun öttüğünü
duyan Süleyman (a.s.): "Nasıl muamele edersen, öyle karşılık
görürsün"; Çavuşkuşunun ötüşünü: "Ey günahkârlar, Allah'a istiğfar
ediniz"; Bağırtlak kuşunun ötüşünü : "Sükut eden selâmete
ulaşır"; Horozun ötüşünü: "Ey gafiller, Allah'ı zikredin";
Doğanın Ötüşünü: "Ey ademoğlu, dilediğin gibi yaşa, sonun ölümdür"
diyor tarzında manalandırmiştır.
Müfessirlerin
eserlerine almış oldukları bu tür rivayetlerin doğruluğunu Allah bilir[28].
Çünkü bunları doğrulayacak delilere malik değiliz.
Bazı haberlerde Hz.
Süleyman'ın nebatların dilini de bildiği söylenmişti; lakin bu konuya dair de
elimizde sahih haberler yoktur[29]Tevrat'da
Hz. Süleyman'ın ağaçlar, otlar ve balıkların da dilini bildiğine dair bir cümle
vardır (I. Krallar, 4/. 33). Son rivayet muhtemelen Tevrat'dan veya Ehl-i
Kitab'tan naklen İslami eserlere geçmiş olabilir. [30]
Kur'an-ı Kerim, Hz.
Süleyman'ın atlarından şöyle bahseder: "Hani ona öğleden sonra, bir ayağım
tırnağı üstüne dikip üç ayağının üzerinde duran süratli koşu atları gösterilmişti
de, ("-Gerçek ben, mal (yani at) sevgisine sırf Rabbimi zikretmek için
düştüm"-) demişti. Nihayet (bu atlar) perdenin arkasına gizlenmişlerdi.
(Dedi ki) : ("Onları bana döndürün"-). Hemen ayaklarını, boyunlarını
sıvazlayıp okşamaya başladı "[31]
Atın üç ayağını yere
basıp, dördüncünün tırnağını dikerek duruşu, en güzel duruşu ifade eder ki bu
hal ekseriya safkan arap atlarında görülür. Ayette bir de Süleyman'ın
atlarının güzel koştuğuna İşaret edilmiştir. En fazla beğenilip övülen iki
sıfatı dile getirilen bu atların sayısı hakkmda hayli değişik rivayetler
vardır:
a) 20 tane
idi[32];
b) Kanatlı
20 at id[33];
c) Bin tane
idi[34];
d) 13 bin
idi[35];
e) 20 bin
idi[36];
f) Kanatlı
20 bin at idi[37]
Bu atların Hz.
Süleyman'a nereden geldiği de merak konusu olmuştur:
a) Kelbî'den
gelen bir rivayete göre bu atlar Hz. Süleyman'ın Dımeşk ve Nusaybin'e yaptığı
bir seferden ganimet olarak ele geçmiştir.
Bu rivayet sahih
hadiselere aykırıdır. Zira Hz. Peygamber, harp ganimetlerinin kendisinden önce
hiçbir peygambere helal olmadığını beyan etmiştir[38]. Bu
nedenle Kelbi'nin beyanını kabule imkan yoktur.
b)
Mukatil'den gelen rivayete göre atlar Hz. Süleyman'a babası Davud (a.s.)'dan
miras kalmıştır. Davud da bunları Amalika ile yaptığı bir cenkten elde etmişir.
Bu rivayet de,
peygamberlerin miras bırakamayacağı yolundaki hadise[39] aykırı
olduğu için kabule şayan değildir.
c) Atların
kanatlı olduğu ve Hz. Süleyman için denizden çıkarıldığı söylenmiştir.[40]
Bu haberi de kabule
yarayacak herhangi bir tutamağa malik değiliz.
İşin doğrusu, Hz.
Süleyman'a atların şu veya bu yoldan geldiği tarzındaki dedikoduları bir
kenara atmaktır. Diğer peygamberlerin sahib olduğu şeyler nereden gelmişse, Hz.
Süleyman'a da oradan gelmiştir[41]. Aksi
davranışlar hatalıdır ve ihtimaller peşinde koşmak boş gayretlerdir.
Hz. Süleyman'ın
atlarının kanatlı olduğu yolunda da rivayetler vardır. Bunlar da gerçekten çok
"garip" rivayetlerdir. Hz. Peygamber'den mervi sahih haberler olmadığı
için[42]
bunları da kabule imkan tasavvur olunamaz.
Hz. Peygamber Tebük
(veya Hayber) gazasından dönüşünde, Aişe validemizin oyuncakları arasında,
paçavradan kanat takılmış bir at görür ve Hz. Aişe'ye bunun ne olduğunu sorar,
"at'tir" der. Kanatlarını kasdederek "üzerindeki nedir ya?"
deyince, "kanat'tır" cevabını verir. Hz. Peygamber: "Kanatlı at
öyle mi? " deyince de Aİşe validemiz: "Sen Süleyman'ın kanatlı
atlarının bulunduğunu duymadın mı?" der. Bu söze Efendimiz yan dişleri
görülünceye kadar güler. [43]
Hz. Süleyman'ın atlarının
kanatlı olduğuna dair Hz. Aişe'nin bu sözüne Hz. Peygamber sadece gülmüştür.
"Evet öyledir" demediği gibi red de etmemiştir. "Kanatlı at
ha!" demesine bakılırsa bunu kabul etmediği neticesine varılır.
Süleyman'ın atlarından ve onların kanatlarından bahsedenlerin, Hz. Aişe'den
rivayet edilen bu hadise istinad ettiklerine rastlanmamıştır. Hadisin sarihleri
de buna hiç temas etmemişlerdir. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Süleyman'ın
atlarının kanatlı olması sadece bir söylentiden ibarettir.
Hz. Süleyman'ın bu
güzel atları kesip -kesmediği konusu da uzun münakaşalara sebeb olmuştur.
Atlardan bahseden iki ayetin (-"Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu
atlan sunulmuştur. Süleyman: "Doğrusu ben bu iyi mallan, Rabbimi anmayı
sağladıkları için severim" demişti. Koşup, toz perdesi arkasında
kayboldukları zaman: "Artık yeter, onları bana geri getirin" dedi.
Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başlamıştı"-). Ayette geçen
"toz perdesi arkasında kaybolma" ile "bacaklarını ve boyunlarını
sıvazlama" ifadelerinden neyin kasdedildiği açık değildir. Bazıları,
"toz perdesi arkasında kaybolma" dan maksat güneşin batmasıdır;
"bacaklarını ve boyunların sıvazlama" da, kılıçla atları
doğramasıdır, demişlerdir. Bunlara göre olay şöyle cerayan etmiştir: Hz.
Süleyman Dımeşk-i Şam ve Nusaybin yöresine ordusuyla sefer etmek istediğinde,
öğle vaktine mahsus ibadetini eda ettikten sonra tahtı üzerine oturarak harp
aletlerini ve gerekli hazırlıkları kontrol ederken sıra atlara gelmiş ve tam bu
sırada da ikindi ibadetinin vakti girmişti. Atları teftiş edip onların resmi
geçitlerini tamamlayıncaya kadar da vakit geçmişti. Vaktin geçtiğini
farkedince, son derece üzülmüş ve kendini kınayarak: "Ben atlara, bir
hayra bağlanırcasına bağlandım.
Onlar beni Allah'ı
zikirden alıkoydular. At sevgisini Allah'ın zikrine tercih etmiş oldum. Güneş
battı. Getirin atları bana" demişti. Atlar gelince kılıcını çekmiş ve
hepsinin ayaklarını ve boyunlarını doğramıştı. Bundan maksadı, at sevgisini kalbinden
tamamen atmak ve Allah'ın hoşnutluğunu temin için, geçirdiği zikrine
kef-faret olsun diye atların etlerini
sadaka olarak dağıtmaktı. [44]
Diğer bazıları da,
ayette geçen "toz perdesi arkasında kaybolma", koşturulan at-Iarm
gözden uzaklaşması, ufukta veya arkada bıraktıkları toz ve duman bulutu içinde
kaybolmaları; "bacaklarını ve boyunlarını sıvazlama" da, tekrar
huzuruna getirilen atların sevgi ve şefkatle taranması, okşanması demektir,
demişlerdir.
Bunlara göre de olay
şöyle cerayan etmiştir:
Süleyman (a.s.) harbe
gideceği bir seferinde atları teftiş için kürsüsüne oturmuştu. Atların
hazırlanmasını ve idman için koşturulmasını emretti. Onlara şöyle baktı ve
"Benim atlara karşı sevgim dünya için değildir; Allah'ın emrinden ve O'nun
dinini takviye etmek arzusundan dolayıdır" demişti. Sonra atları yine
koşturdu, bunlar uzaklaşıp gözden kayboldular. Bundan sonra da süvarilere,
atların kendisine geri getirilmesini emretti. Atlar gelince ayaklarını ve
boyunlarını sığadı, taradı. Böylece Hz. Süleyman atların şerefini ortaya
koymuş, onlarla bizzat ilgilendiğini göstermiştir. Bu aynı zamanda, atlara
süvarilerin İyi bakmasını anlatmak, memleketi idare ve korumada padişahların
kendi elleriyle işe girişmelerinin ehemmiyetini göstermek gayesine matufdur.
Her türlü harp alet ve teçhizatının noksanlıklarını bizzat başkumandan olarak
görmek ve bu arada atların eksiğini ikmal, hastalık ve sakatlıklarının bulunup
bulunmadığını kontroldür. Yukarıda mealleri verilen ayetlerde geçen atlarla
ilgili tefsir bundan ibarettir. Bunun dışında bir mana, Kuf'an'ın hem lafzına ve
hem de ruhuna aykırıdır. Sonuç olarak Hz. Süleyman atları kesmemiştir. [45]
Konu ile ilgili
ihtilafların menşei ayetteki "meseha" fiilidir. Bu kelime Arap dilinde,
birşeyi okşamak, taramak anlamına geldiği gibi, kesmek manasına da gelir. [46] Hz.
Süleyman atlarını kesti diyenler, ayette zikredilmediği halde "güneş"
ten bahsediyorlar. Ayrıca bunlar ayetteki zikre "namaz" manası
veriyorlar ki, keza bu da kesin değildir. [47]
Atların - hangi sebeple olursa olsun - Allah yolunda kurban edilmesi muhakkak
ki, iyi bir kulluk örneğidir ve Hz. Süleyman lehine bir puandır. Eğer bu
kurban ediş, harbe sürmek suretiyle öldürülmüş olmaları ise, hem güzel bir
mana, [48] hem de Süleyman (a.s.)'m
faziletine bir delildir. Ayeti her iki istikamette tefsir etme - tefsir
tarzını haklı çıkaracak elde delil bulunmadığı için - kat'î değildir; kesin bir
şey söylemek fmkânsızdır. [49]
Yalnız ayeti
"kesme" istikametinde manalandırma Hz. Süleyman'ı töhmet altına alma
gibi bir netice tevlid eder. Şöyle ki:
a) Hz.
Süleyman namaz gibi farz ibadeti terketmiş olur;
b) Namazı
unutacak tarzda dünyaya düşkün, alelade bir insan seviyesine iner. Bilindiği
gibi, insanı Allah yolundan alıkoyacak veya ibadetlerini unutturacak dereceye
varan dünya kötülenmiştir. Hz. Peygamber: "Aşırı boyutlara varan dünya muhabbeti
her türlü kusurun başıdır" buyurmuştur. [50]
c) Hz.
Süleyman böyle büyük bir günah işlemişse tevbe etmesi gerekirdi. Halbuki
ayette bundan bahis yoktur;
d) Eski
devir muharebelerinde atlar savaş sonucunu belirlemede önemli rol oynuyorlardı.
Bir kumandanın veya devlet başkanının sudan sebeplerle ordunun can daman olan
atları sefer arafesinde elinden çıkarması ve onları saf dışı bırakması, kendi
eliyle birliklerinin imhası demektir. Peygamberler bu tip ihtiyatsızlıklardan
münezzehtir.
e) Bir gün
bu ayetin tefsirini İbn Abbas Hz. Ali'ye sormuş; o da soru sahibine: "Bu
ayetle ilgili olarak senin bildiğin nedir?" deyince İbn Abbas, Kâ'bu'l
Ahbar'dan Hz. Süleyman'ın atlarım kestiğine dair öğrendiklerini anlatınca Hz.
Ali: "Kâ'b yalan söylemiş; Süleyman (a.s.) cihada gideceği zaman atlarım
teftiş etti; onları okşadı. Peygamberler temiz ve masum kişilerdir. Ne
zulmederler ve ne de zulmü emrederler" dedi[51].
f) Farz bir
ibadeti terketme gafletinden sonra Hz. Süleyman'a suçsuz, masum atları
kestirmek şüphesiz ona ikinci bir kusuru yüklemek olur. Hata üstüne hatadan
peygamberler münezzehtir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber yemek ihtiyacı dışında
hayvanların canına kıymayı da menetmiştir[52].
Bunlar, Kur'an'm lafzı
hiç birine delalet etmediği halde Hz. Süleyman'a nisbet edilen büyük suçlardır.
Kısaca söylemek gerekirse, Hz. Süleyman'ın şeriatinde tıpkı bizim dinimizde
olduğu gibi at beslemek mendup idi. Muharebe için beslenen bu atları teftiş
için koşturdu ve sonra dönüp geldiklerinde onları okşadı, memnuniyetini izhar
etti. Fahruddin Razi'nin konu ile ilgili dikkate şayan bir kaç cümlesi
şöyledir: "Ayete bu türlü mana vermek Kur'an'm lafzına tamamen uygundur.
Hz. Süleyman'a nisbet edilen münker şeyler bizi ilzam etmez. Ben bazı
kimselerin bu tür garip haberleri, akılsızca yapılan yorumları (özellikle
peygamberler hakkında) nasıl tecviz ettiklerine cidden şaşıyorum. Akıl da,
nakil de bunları reddetmektedir. Karşı görüş sahiplerinin bunları (görüşlerini)
isbat için ellerinde delilleri olmadığı gibi şüphe ile bakabilecekleri
tutamakları da yoktur"[53].
Büyük bilgin Taberi de
rivayetler içinden atların kesilmediği görüşünü tercih etmiş ve Allah elçisinin
"kesmek" suretiyle hayvanlara eziyyet etmeyeceğini, sebebsiz yere ve
göz göre göre mallarını telef etmeyeceğini söylemiştir[54].
Hz. Peygamberin,
Kıyamate kadar atda hayır olduğunu bildirmesine rağmen[55],
Hz.-Süleyman'ın elindeki atlan kestiğini öne sürmek son derece sakat bir
görüştür[56].
İbn Hazm da şöyle der:
"Allah'ın bir nebze akıl verdiği kişinin bile yapmasına imkan olmayan bir
işi nasıl olur da bir peygambere atfedebilirler? Bir peygamber kendisini
namazdan alıkoydu diye atları nasıl doğrayabilir? Bu hurafedir, yalan ve
yakıştırmadır... Şüphesiz bu, bir zındık uydurmasıdır. Zira bu haberde günahsız
atları cezalandırma, faydalı ve işe yarar bir malı manasız yere telef etme
vardır. Bir peygamber namazının geçmesine sebeb oldu diye, kendi hatasını
günahsız ve suçsuz atlara çektirmez. Buradaki manasızlığı ve mantıksızlığı
değil bir peygamber, yedi yaşındaki bir çocuk bile anlar. Sonra ayette,
bahsedildiği şekilde at kesmeye ve namazı geçirmeğe dair de bir işaret
yoktur"[57]
Hz. Peygamber'in
bildirdiğine göre, Süleyman (a.s.) "Beytü'l-Makdis"i yapıp bitirdiği
zaman Allah'tan:
1) Allah'ın
hükmüne uygun hüküm[58]
2) Kendisinden
sonra hiç bir kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat;
3) Mescidine
ibadet niyetiyle girecek herkesin, anasından doğduğu gündeki gibi
günahlarından arınmasını dilemiş ve bu dilekleri kabul edilmiştir.[59]
Kur'an-ı Kerim Hz.
Süleyman'a ait bu dileklerden ikisine temas eder. ŞÖyleki: Gece vakti çobansız
bir sürünün bir tarlada meydana getirdiği zararla ilgili olarak Hz. Davud ve
oğlu Süleyman (a.s.) ayrı ayrı hüküm vermişlerdi. Meselenin çözümü Allah
tarafından Süleyman'a anlatılmıştı.[60]
Kur'an ikinci dileğe
şöyle temas eder: Süleyman: "Rabbim! beni bağışla, bana benden sonra
kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın"
dedi.[61]
Hz. Süleyman'ın bu
dileğine nail olduğuna müteakip ayetler işaret eder. Ayrıca Hz. Peygamber'in,
bir çok hadis mecmuasında yer alan bir vakıası da bunu teyid eder: İbadetine
engel olmak için namaz kıldığı esnada, kendisine hücum eden cin taifesinden bir
ifriti zararsız hale getirdikten sonra onu mescidin direklerinden birine
bağlamayı ve ashabına göstermeyi düşünmüş, fakat kardeşi Süleyman peygamberin duasını
hatırladığı için bundan vazgeçmiştir.[62]
Cenab-ı Hak bir ayette
şöyle buyurur: "Bereketli kıldığımız yere doğru Süleyman 'in emriyle esen
şiddetli rüzgârı, onun buyruğuna verdik"[63]
Başka bir ayet bu rüzgârın Süleyman (a.s.)'ı sabahtan öğleye ve öğleden akşama
kadarki zaman içerisinde mu-tad yürüyüşle birer aylık mesafeye (takriben 900
km.) götürdüğünü beyan eder.[64]
Bir çok müellif rüzgarın
Süleyman'a, boğazladığı atlarına bedel olarak verildiği yolunda rivayetler
kaydederler.[65] Hiç şüphesiz atlar da,
emrine amade kılınan rüzgar da Hak Tealâ'nın Hz. Süleyman'a bahşettiği iki
büyük nimettir. Yalnız bu iki nimet arasında böyle bir irtibatın varlığını
düşünmenin doğruluk derecesini kestirmek cidden çok güçtür.
Söylentilere göre Hz.
Süleyman'ın ahşaptan mamul bir döşemesi (bisat-taht?) vardı. Bir gezinti, bir
sefer, bir kral veya düşmanla savaşmak gerektiğinde, lazım olan her şey bunun
üzerine yüklenirdi. Bu öyle geniş bir döşeme idi ki, bütün (portatif ?) evler,
köşkler, çadırlar, mallar, malzemeler, atlar, develer, ağırlıklar, ins ve
cinden erkekler, kuşlar ve diğer hayvanlardan her şeyi istiab ederdi. Yükleme
işi bitince rüzgara emreder, o da döşemenin altına girer ve onu havaya
kaldırırdı. Muayyen bir yüksekliğe çıktıktan sonra, tatlı ve yumuşak esen
rüzgâr onu alır götürürdü. Eğer daha seri bir hareket arzu edilirse, o zaman
bu işi şiddetli esen rüzgar yapardi.[66]
Kaynaklar, bir ihtiyaç
halinde Süleyman (a.s.) için 600[67] veya
600 bin tahtın ku-rulduğunu[68]
kaydederler. Tahtların kurulmasını müteakip önce insanların eşrafı gelerek Hz.
Süleman'm yanındaki tahtlara, bundan sonra cinlerin eşrafı gelir ve insanlara
yakın olan tahtlara oturur; sonra kuşları çağırır ve onlar da bu oturanlara
gölge yapar; sonra da rüzgârı çağırırdı....[69]
Hz. Süleyman'ın bu
ahşap tahtının bin rüknü bulunduğunu, her rükünde bir evin olduğu, her bir
rüknün bin şeytanın omuzunda taşındığı da söylentiler arasındadır.[70]
Kaynaklar bir de,
(1x1) fersah ebadında altun ve ibrişimden şeytanlarca dokunmuş bir halıdan
bahsederler ki bu, Hz Süleyman'ın havada bir yerden bir yere gitmesinde
kullanılırdı. Bunun üzerine Hz. Süleyman'ın oturacağı altun bir minber
yerleştirilirdi. Bu minberin sağma konan altın koltuklara peygamberler; soluna
konan gümüş koltuklara da bilginler otururdu. Ulemanın etrafında diğer
insanlar, insanların etrafında da cin ve şeytanlar yerlerini alır ve bütün
cemaate, güneşe karşı siper olurdu.[71]
Bunlar ölçüsü, hesap ve kitaba gelmez rakamlar olup,
büyük ihtimalle Hz. Süleyman'ı sevmeyenlerce uydurulmuş şeylerdir. Bin rükün,
her rükünde bin ev. Her evde on askerin barındığı düşünülse, on milyon eder. On
milyonluk bir ordu here-ye sığar? Böyle büyük bir orduya o gün için imkan ve
lüzum var mıydı? Allah bilir...-
, Görüldüğü üzere Hz.
Süleyman'ın mülk ve saltanatı konusunda bir hayli abartmalar mevcuttur.
Bunların içinde sadece Allah'ın kitabında ve Hz. Peygamberin hadislerinde
geçenlere itimad edilir[72].
Anlatılan bu gibi şeylerin sahih nakillere muhtaç olduğu unutulmamalı[73] ve
bilinmeli ki, rüzgârın Süleyman'ın emrine amade kılınması konusunda pek çok
rivayetler vardır ve bu rivayetlerde hakim unsur israiliyyattır; bu
rivayetlerden sakınmak evla, Kur'an'ın nassı ile iktifa eşlem yoldur.
Hakikatini bilmediğimiz ve tahkikten de uzak olduğumuz bu hurafelere girmedikçe
Kur'an'ın beyanına bir şey ekleyemeyiz.[74]
Sebe'Suresi'nin 12.
ayetinde Allah: "Aynü'î-Kıtr'ı ona sel gibi akıttık "buyurur. Bütün
müfessirler bunun "erimiş bakır madeni" olduğunda müttefiktirler.[75] Bu
sayede Hz. Süleyman kendisine lazım olan binaları, âlet ve edevatı, muhtemelen
ordusunun teçhizatını kolaylıkla yapmaya ve temine muvaffak olmuştur. Bakır
madeni hangi bölgede aktı, nereye aktı, akması ne kadar zaman devam etti gibi
bir takım sorular ve bunlara cevap teşkil eden rivayetler varsa da, bunları bir
kenara atmak icabeder. Çünkü kesin, güvenilir sonuca ulaşmak mümkün değildir.
Bakır madeni bir
mucize olarak Hz. Süleyman'a cidden bir pınar gibi mi akıtıl di? Yoksa bu,
Süleyman (a.s.)'m ilim ve fen yardımıyla bakırı eritmesinden kinaye midir?
sorusu da zihinleri hayli meşgul etmiştir. Fahruddin er-Razi bu işi mucize
olarak düşünmeyenleri kınar ve bunları inanç zayıflığı ve Allah'ın kudretine
iti-madsızlıkla itham eder[76].
Aksi görüşün sahipleri içinde bakırın illim ve sanatla akıtılmış olmasını
peygamberlik makamı için daha mühim görenler de vardır.[77]
Bakır
madeninin ilk kez Süleyman (a.s.)'a,verilmiş olduğu yolunda da görüşler varsa
da bunlar kabule şayan değildir. Zira ondan önce de bu maden vardı ve
Zül-karneyn'e verilmişti.[78]
Kur'an'ı Kerim
Süleyman (a.s.)'a iş gören bazı cinlerin ram edildiğini bildirir ki bunlar,
ona, mihrablar (mescidler), timsaller, havuz büyüklüğünde çanaklar, sabit
kazanlar yaparlardi.[79]
Timsâl: Canlı veya cansız bir şeyin aslına
benzer biçimde yapılan herhangi bir suretidir. Bazı rivayetlere göre buradaki
temâsil (=timsâller), peygamberler ve insanların suretleridir. Halk görsün de
onlar gibi ibadet etsinler diye bakırdan, pirinçten, mermerden yapılır ve
mescidlere konurmuş. Ve bunların yapılmasına Hz. Süleyman'ın şeriatı müsaitmiş.
Bununla beraber "temâsil"in canlı suret olması şart değildir. Ağaç gibi
cansız resimler ve manzaralar olması da caizdir.[80]
Nitekim Fahruddin er-Razi yalnız "nukuş" (=nakışlar) demekle
yetinmiştir[81]. Timsâllerin, minyatür
cinsinden olması da mümkündür.
Cinlerin Hz. Süleyman
için yaptıkları, onların aynı zamanda sanatkar ve ellerine iş yakışır, belli
bir seviyede hesap-kitap, ilim-irfan sahibi olduklarını ifade eder. Ve yine
aynı ayetler Hz. Süleyman'ın halka son derece şefkatli, onların huzurunu ön
planda tutan ve düşünen bir kişi olduğunu da ifade ederler. İri iri çanaklar, havuz
büyüklüğünde yerinden kalkmaz çömlek, tencere ve kazan gibi kapların yapılması,
Hz. Süleyman'ın fakir dostu olduğunu, kurulan muazzam sofralarda halkın
ağırlandığını ifade eder.[82]
Kur'an-ı Kerim Hz.
Süleyman'a şeytanlardan bina ustaları, dalgıçlar ve fesadla-rına meydan
verilmeyecek bir surette sıkı kontrole tabi olan diğerlerinin deram edildiğini
bildirir ki[83], rivayetlere göre
dalgıçlar, Hz Süleyman'a denizlerde bulunan her çeşit süs eşyasını, cevher ve
incileri bulup çıkarırlardı.[84]
Şeytanların Hz. Süleyman'ın
emrine ram edilmesinden sonra onun için yaptıkları ve bunların nelerden ibaret
oldukları yolunda bir çok rivayetler varsa da bunlara itibar etmemek, Kur'an'm
nassı ile yetinmek ve dolayısıyla hurafelere dalmamak en hayırlı iştir[85].
Rivayetlere göre Hz.
Süleyman bir gün ümmetinden bir grupla yağmur duasına çıkmış. Yolda, sırt üstü
yere yatmış, ayaklarını semaya kaldırmış bir karınca gördüler. Karınca şu
mealde dua ediyordu: "Ya Rab, bizler de Senin yarattığın mahlu-kattamz;
Senin rızkına, rahmetine muhtacız. Ya yağmur yağdırır bizi sularsın veya
yağdırmaz helak edersin!". Hz. Süleyman arkadaşlarına: "Dönün,
(karıncayı kasdederek) sizin dışınızdakilerin duası bereketiyle yağmura
kavuştunuz" dedi.[86]
Hz. Süleyman
maiyetiyle bir sefere çıktığında yolları "Karınca Vadisine" uğrar.
Süleyman ve ordusunun kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu gören bir karınca
(muhtemelen reis durumunda olan biri) : "Ey karıncalar, yuvalarınıza girin.
Sakımn, Süleyman ve Ordusu -farkında olmayarak- sizi çiğnemesinler!" dedi.
Hz. Süleyman onun bu sözüne hafifçe güldü...[87]
Bu ayetlerde bir
karıncanın, kendi hemcinslerini, Süleyman (a.s.)'ın ordusu tarafından
çiğnenmesinler diye uyardığını görüyoruz. Kur'an-ı Kerim ve hadisi şerifr,
lerde bunun dışında her hangi bir bilgi mevcut değildir. Buna rağmen tarih ye
tef-. sir kitaplarına konuyla ilgili yığın yığın malumat dercedilmiştir.
Rivayetlere göre Hz.
Süleyman karıncanın, ayaklar altında ezilmemeleri için hemcinslerine
"yuvalarınıza girin" sözünü üç mil mesafeden duymuştur[88] Bir
peygamber olarak Hz. Süleyman'ın karıncanın sözünü veya işaretini, veyahut da
içinden geçeni duyması, bilmesi normaldir. Ama bu rivayet aynı zamanda karıncanın
Süleyman ve ordusunun gelişini üç mil gibi çok uzak bir mesafeden bilmiş ve
anlamış olması demektir ki, bu normal değildir. Akla hayli uzak görünen bu haberin
inkarında hiç bir zarar yoktur[89],
bilakis fayda vardır.
Vehb İbn Münebbih Hz.
Süleyman'ın karıncaya "Bisat" üzerinde iken Taif vadisinde
rastladığını söylemiştir. Bazılarına göre de vadi Şam'dadır.[90]
Bu söylentiler hiç bir
değer ifade etmezler. Hz. Süleyman karıncaya nerede rastlarsa rastlasın bu
bizi ilgilendirmez. Vadinin şu veya bu olması da mühim değildir. Vehb İbn Münebbih'e
varan rivayete göre Hz. Süleyman karıncaya rastladığı zaman "Bisat"
üzerinde idi, deniliyor. Böyle olsaydı havada seyahat eden Hz Süleyman ve
maiyyetini karınca nereden görecekti? Niçin çiğnenmekten bahsedecekti?.[91] Bu
rivayet ayetin manası ile zıddiyet arz etmektedir.
Hiç bir önemi olmadığı
halde karıncanın büyüklüğünden de söz edilmiştir. Güya o, deve[92] veya
kurt büyüklüğünde imiş[93].
Halbuki asıl ve meşhur olan Nem-le'nin küçük olmasıdır.[94]
Kıssacıların hiç bir delile dayanmadan aktardıkları ve mübalağaya düştükleri bu
haber Ehl-i Kitab'dan alınmıştır[95].
Topal olduğu söylenen
Nemle[96]
"eş - Şeysan" veya "Şeysaban" oğulları kabilesinden olup[97] adı
Cisr= Cers veya Tahıye'dir.[98]
Bunlar son derece
önemsiz şeylerdir; yalan yanlış söylenmiş söz ve kıssalardan ibarettir[99].
Karıncalar cemiyet halinde yaşayan canlılardan iseler de, onların şu veya bu
isimle kabilelere ayrıldığı ve kabilenin her ferdine özel isimler verildiği duyulmuş
şey değildir[100]. Bunlar cidden lüzumsuz
ve manasız rivayetlerdir.
Karıncanın kanatlı
olduğu ve kuşlar arasında bulunduğu yolunda da rivayetler varsa da[101]
bunlara itibar etmemek gerekir.
Ebu İshak
es-Salebi'nin "bir kitapda gördüm" kaydıyla anlattığına göre Hz. Süleyman
Nemle'ye karıncaları "yuvalarınıza girin" diye niçin uyardın? Zulüm
edeceğimden mi korktun? Benim adil bir peygamber olduğumu bilmedin mi? Niçin
"Süleyman ve ordusu sizi ezmesin" dedin? tarzında bir takım sorular
sorar. Nemle de: "Onlar bilmeden, farkına varmadan" dediğimi duymadın
mı?" der ve "ben nefislerin değil, kalplerin kırılmasını kasdettim;
sana verilen nimetleri görürler de aynısını isterler, dünyaya aldanırlar
böylece de Allah'ı teşbih ve zikirden vazgeçerler" şeklinde maksadını izah
eder. Bunun üzerine Hz. Süleyman Nemle'ye: "Bana nasihat et!" der.
Nemle, babasına Davut; kendine de Süleyman isminin verilme sebebini bilip
bilmediğini sorar, bunlara Hz. Süleyman "bilmiyorum" cevabını verir
ve Nemle'nin izahlarını dinler. Nemle aynı şekilde Allah'ın kendisine rüzgârı
müsah-har etmesinin nedenini sorar; yine "bilmiyorum" cevabını alır
ve sebebini izah eder. Sonra hızlıca kavmine (karıncalara) varır ve Hz.
Süleyman'a hediye edebilecekleri bir şeyin olup - olmadığını sorar. Onlar
yanlarında bir tek "köknar yemişi" (=Arabistan kirazı)'nden başka bir
şey olmadığını söylerler. Onu ağzına alır ve sürükleyerek götürmeye çalışır.
Allah'ın emriyle rüzgâr onu alır ve bisat üzerinde seyahat etmekte olan Hz.
Süleyman'ın önüne bırakır. Ağzıyla getirdiği yemişi Hz. Süleyman'ın avucuna
koyar ve bu hakir hediyenin kabulü için dört beyitlik bir şiir söyler. Hz.
Süleyman da ona bereket duasıyla karşılık verir. Karıncalar bu dua sayesinde
Allah'a en çok şükreden ve çoğalan bir cemaat olurlar.[102]
Bunların doğruluğunu
sadece Allah bilir.[103]
Hikaye edildiğine göre
Hz. Süleyman Beytü'l-Makdis'in inşaatı tamamlanınca maiyetiyle birlikte hac
maksadıyla yola çıktı ve Harem-i Şerife vardı ve orada dilediği kadar kaldı.
Orada kaldığı müddetçe her gün beş bin sığır, beş bin deve ve yirmi bin koyun
kesti[104]. Yanında bulunan eşrafa
buranın, sıfatı şöyle şöyle olan bir peygamberin mekanı olduğunu söyledi ve Hz.
Peygamber'in sıfatlarından bazısını saydı; dinini ve ona inanacakların
bahtiyarlığını anlattı; kendisiyle onun arasında kaç yıl olduğunu haber verdi.
Vehb îbn Münebbih'ten
yapılan diğer bir rivayete göre de Hz. Süleyman maiyetiyle hava yolculuğunda
Yemene giderken Medine'ye varınca : "Burası ahir zaman peygamberinin
hicret mahallidir; ne mutlu ona inananlara!" dedi ve yoluna devam etti.
Mekke'ye varınca Kabe'nin etrafında tapmaya mahsus putlar gördü ve yine yoluna
devam etti. Bunun üzerine Beyt ağladı. Allah vahy yoluyla ona niçin ağladığını
sordu. Beyt de, bu peygamberin beraberindeki evliya ile kendisine uğradıklarını,
putlara tapıldığmı gördükleri halde inip namaz kılmadıklarını şikayet tarzında
söyledi. Allah da, Hz. Peygamber'i burada çıkaracağını, Kur'an'ı burada inzal
edeceğini söyleyerek ve Ümmet-i Muhammed'in bazı sıfatlarını sayarak onu
teselli etti".[105]
Birbirine zıt bu iki
haberdeki[106] mübalağalar gayet açık
bir tarzda görülüyor. Hz. Süleyman hacca gitmiş, çokça kurban kesmiş ve Hz.
Peygamber'in geleceğini müjdelemiş olabilir[107];
lakin, teferruatları isbatlamaya imkan yoktur.
[108]
3- Hz. Süleyman'ın Kürsüsüne Atılan Cesed:
Bir ayette Cenab-ı
Hak: "Andolsun biz Süleyman'ı imtihan da ettik: Tahtının üstüne bir cesed
bırakı verdik. (Nice günlerden) sonra o, yine eski haline döndü" buyurur.[109]
Kürsüye atılan
"cesed" konusu müfessirleri çok meşgul etmiş ve buna dair bir hayli
değişik izahlara yer verilmiştir:
a)
Söylentiye göre Hz. Süleyman'ın Cerade isimli bir hanımı vardı. Günün birinde
bu kadının akrabalarından biri ile bir başkası arasında dava konusu bir mesele
ortaya çıktı. Hz. Süleyman kendisine
arzedilen bu davada tarafsız davranmakla birlikte Cerade'nin akrabasının haklı
çıkmasını arzu etti. Kalben de olsa bu iki kişi hakkında tarafsız davranmadığı
için cezaya çarptırıldı. Allah vahiy yoluyla kendisine: "Yakında sana bir
bela gelecektir" dedi. Hz. Süleyman bu belanın kendisine gökten mi,
yerden mi geleceğini bilmiyordu.
b) Hz.
Süleyman'ın hanımları arasında Cerade'nin seçkin bir mevkii vardı. Bu hanım bir
gün Hz. Süleyman'a: "Kardeşimle falan kimse arasında bir dava vardır.
Senin kardeşim lehinde hüküm vermeni arzu ediyorum" şeklinde bir teklifte
bulundu. O da: "Peki" dedi. Fakat, hanımına söz vermekle'birlikte
yine de tarafsız davrandı. İşte Hz. Süleyman bu konuda söylediği "söir'!
sebebiyle belaya uğratıldı.
c) Hz.
Süleyman Cerade'yi, yaptığı bir savaş sonunda esir etmiş ve kendine, hanım
olarak almıştı. Bir kral kızı olan bu kadm, Hz..Süleyman'ın eşi olduktan sonra
Müslüman olmuş yani Hz. Süleyman'a iman da etmişti. Yalnız gece-gündüz der
vamlı ağlar ve ağlaması bir türlü bitmezdi. Süleyman; (a.s.) ona bir gün niçin
.ağla^ dığını sordu. O da: "Babamı ve onunla beraber olduğum anları
düşünüyorum. Nç olur, şeytanlara emretsen de, evimin içinde babamın heykelini
yapsalar, ben de onunla teselli bulsam" dedi. Hz. Süleyman bu isteği kabul
etti ve heykel yapıldı. Hz. Süleyman evden çıkınca Cerade ve hizmetçileri bu
heykele taparlardı. Hz. Süleyman'ın evinde bu hal 40 gün devam etti. Hz.
Süleyman işin farkına varchktarl sonra heykeli kırdı ve hanımını da
cezalandırdı. Sonrada evinde cereyan eden bu halden dolayı Allah'a tevbe ve
istiğfarda bulundu. Bu hadiseden sonra şeytân H"?-Süleyman'ın yüzüğüne
musallat oldu ki, olay Ve'hb İbn Mûhebbih'e göre şöyle cereyan etmiştir.
Haberi olmadan evinde
puta tapılmasma müteakip Hz. Süleyman temiz elbiseler istedi. Kendisine, ipleri
bakirelerce eğrilmiş, aybaşılı ve loğusa olan kadının eli değmemiş elbiseler
getirildi; bunları giyip tek başına bir çöle gitti. Emri ile çölün belli bir
yerine kül serpildi. Allah'a tevbe etmek kasdıyla küle yatıp yuvarlandı.
Ağladı. Dua etti. İstiğfarda bulundu. Ve "Ya Rab, Davud hanedanına senden
başkasına ibadet etmek yakışmaz; evlerinde senden başkasına el açılmaz!"
dedi. Bu hal akşama kadar devam etti. Akşam vakti evine döndü Hz. Süleyman'ın
Emine isminde bir hanımı vardı. Abdest bozmak icap ettiği veya hanımlardan
biriyle yalnız kalmak istediği zaman, ayak yolundan dönüp tekrar abdest
alıncaya veya cünüp-lükten temizleninceye kadar yüzüğünü (mührünü) bu hanımına
bırakırdı. Temiz7 lenmedikçe yüzüğüne dokunmazdı. Çünkü yüzüğü yeşil yakuttan olup,
Cebaril tarafından verilmişti ve üzerinde, yazılı idi. Süleyman'ın mülk ve
saltanatı yüzüğünde idi. Günlerden birinde yüzüğünü hanımı Emine'ye bıraktı.
İşte bu sırada okyanusların sahibi olan Sahr isimli şeytan Süleyman kılığında
gelip kadından yüzüğü istedi. Ondan şüphe etmeyen kadın yüzüğü verdi ve o da
alır almaz parmağına taktı. Sonra gidip Hz. Süleyman'ın tahtına kuruldu.
Derhal kuşlar, cinler, insanlar ve şeytanlar emrine ram oldular. Bu arada Hz.
Süleyman işini bitirip geldi ve Emine'den yüzüğünü istedi. Kılık kıyafeti, fizyonomisi
değişmişti. Emine: "Sen kimsin?" diye sordu. Süleyman: "Davud
oğlu Süleyman dedi. Hanımı: "Yalan söylüyorsun! Sen Süleyman değilsin;
Süleyman gelip yüzüğünü aldı; o, işte orada tahtında oturmaktadır" dedi.
Hz. Süleyman başına gelenleri anladı ve dışarı çıktı. Sokaklarda dolaşıyor ve
İsrail oğullarının kapılarına varıp: "Ben Davud oğlu Süleyman'ım"
diyordu. Fakat bunu duyan herkes ona sö' vüp sayıyor ve başına toprak
saçıyordu. Arkasından da: "Bakın şu deliye! Kendini Süleyman sanan şu
serseriye!" diyordu. Bunun üzerine Hz. Süleyman şehirden ay^ rıhp deniz
kenarına gitmekten başka çare kalmadığını anlayarak yola düştü. Orada deniz
ürünleriyle uğraşanlara balık taşıyarak, hamallık yaparak hayatını kazanmaya
çalıştı. Gördüğü hizmete mukabil her gün kendisine iki balık veriyorlardı. O,
bunlardan birini satıp parasıyla ekmek alıyor, diğerini de kızartıp karnını
doyuruyordu. Bu hal kırk gün devam etti ki bu Hz. Süleyman'ın evinde puta
tapılma müddetidir. Hz. Süleyman'ın veziri olan Asaf İbn Berhıya ve İsrail
oğullarının bilginleri, Allah düşmanı şeytanın bu 40 gün İçinde verdiği
hükümleri yadırgadılar. Asaf bir gün "Süleyman'ın hükümlerinde siz de
benim gibi tutarsızlıklar görüyor musunuz?"dîye sordu. Onlar da
"Evet" dediler. "Durun" , dedi Asaf; "Ben hanımlarına
varıp umumi ve halka açık işlerinde olduğu gibi özel işlerinde de bazı garipliklerin
olup olmadığını sorayım". Hanımlarının yanma varıp: "Davud oğlu Süleyman'ın
sizin hoşlanmadığınız işleri var mı?" diye sordu. Onlar: "Hayızlı
hayızsiz demeyip bizlere yaklaşıyor ve gusül abdesti almıyor" dediler. Bu
cevabı alan Asaf:", gerçek bu aşikar bir beladır" dedi. Sonra halk
içine çıkıp: "Onun özel hayatı, umumisinden de betermiş" diye onları
etrafa duyurdu. Kırk gün tamam olunca Hz. Süleyman kılığına bürünmüş Şeytan
tahttan inip deryaya vardı ve yüzüğü parmağından çıkarıp suya attı. Yüzüğü bir
balık yuttu. Onu avcılardan biri yakaladı. Süleyman o gün balıkçının hizmetini
görüyordu. Akşam vakti ücreti karşılığı iki balık aldı ki bunlardan biri yüzüğü
yutan balıktı. Hz. Süleyman balıklarını alıp iş yerinden ayrıldı. Her zamanki
gibi birini satıp parasıyla ekmek aldı. öbürünü de kızartmak maksadıyla karnını
yardı. İşte bu balığın karnında yüzüğü buldu ve parmağına taktı ve hemen
secdeye kapandı. Yüzüğü takar takmaz derhal kuşlar cinler, insanlar ve
şeytanlar etrafına toplandılar.
d)
Hz.Süleyman fitneye uğratıldığı zaman yüzüğü elinden düştü. Mülkü bu yüzükte
idi. Yüzüğünü aldı ye eline taktı; yüzük tekrar düştü. Yüzüğün elinde durmadığını
gören Süleyman fitneye uğradığını kesin olarak anladı. Bu hale muttali olan
Asaf, Süleyman'a: "Sen günahından ötürü belaya uğramışsın; artık yüzük senin
elinde 14 gün durmaz. Sen Allah'a iltica et, yalvar. Ben tahtına oturur, seni
Allah yarlığayıp mülkünü iade edinceye kadar işlerini görürüm" dedi.
Asaf'in tavsiyesine uyan Hz.Süleyman bir kenara çekilip Allah'a yalvardı; Asaf
da yüzüğü parmağına takıp tahta geçti ve memeleketi 14 gün idare etti. Cenab-ı
Hakkın Kur'anda anlattığı "cesed"den maksat Süleyman'ın katibi olan
Asaf'tır ki kendisi ilim sahibi bir zat idi. Hz. Süleyman 14 gün sonra gelip
yüzüğü Asaf'tan aldı ve parmağına taktı. Bu sefer yüzük parmağından düşmedi.
e) Said
ibnu'l-Müseyyeb'den nakledildiğine göre Hz. Süleyman insanlardan üç gün
gizlendi. Bunun üzerine Allah kendisine vahy yoluyla: "Ey Süleyman, sen
kullarımdan üç gün gizlendin; işleriyle ilgilenmedin; bu müddet içinde mazlumu
zalimden kurtarmadın" dedi. Ravi bundan sonra "yüzük ve şeytan"
hikayesini anlatmıştır.
f)
Eş-Şabi'ye göre Süleyman'ın mülkünün muvakkat olarak elinden alınmasına sebeb
şudur: Bir gün Hz. Süleyman'ın bir erkek evladı dünyaya gelmişti. Bunu gören
şeytanlar bir toplantı yaparak "şayet bu çocuk yaşarsa, biz daha yıllarca
çektiğimiz sıkıntılardan kurtulamayız.
(Zira babasının ölümünden sonra oğlu yerine geçer ve bizi çalıştırmaya devam
eder). Bizim için tek çıkar yol bu çocuğu öldürmektir" dediler.
Şeytanların bu kararını öğrenen Sülayman, oğlunu alıp götürmesi ve muhafaza
etmesi için buluta emir verdi. (Yine onun emriyle) rüzgâr onu aldı ve istenilen
yere şevketti. Çocuk bu sayede şeytanların şerrinden kurtulmuş oldu. Allah
Süleyman (a.s.)'ı şeytanlardan korktuğu için payladı. Neticede çocuk Öldü ve
bir cesed halinde kürsüsüne atıldı. İşte Allah'ın Kur'an'da bahis konusu ettiği
cesed budur (es-Sa'lebî, Arais,s.290-91).
g) "İnşaallah",
demeyi unutarak hanımlarını dolaştıktan sonra dünyaya gelen yarım (eksik
doğumlu) çocuğu Hz. Süleyman çok severdi. Bunun sebebi de doğan çocuklarının
yaşamaması idi. Bir gün Azrail ile karşılaştığında: "Eceli geldiği zaman
bu oğlumun ölümünü sekiz gün geciktirebilir misin?" dedi. Melek:
"Hayır, fakat vefatından üç gün önce sana haber veririm" dedi.
Vefatına üç gün kala Azrail haber verince Hz. Süleyman maiyetindeki cinlere:
"Benim bu oğlumu Melekü'l-Mevt'den kim gizleyebilir?" diye sordu.
İçlerinden biri: "Ben onu maşrık (doğu) da saklarım" dedi.
'"Kimden saklarsın?" sorusuna da "Melekü'l-Mevf'den diye cevap
verdi. Hz. Süleyman: "Onun gözü her şeyi görür" dedi. Bir diğeri,
mağribde saklarım, dedi. Hz. Süleyman aynı şeyleri ona da söyledi. Bir başkası
arzın yedinci katında saklayabileceğini söyledi. Buna da diğerlerine
söylediğini tekrar etti. Biri de : "Ben onu görülmeyen iki bulutun
arasında saklarım" dedi. Hz. Süleyman: "İşte tek çıkar yol
budur" dedi. Çocuğun eceli gelince Azrail yeryüzünün doğusunu, batısını,
denizleri aradı bulamadı. Nihayet onu iki bulut arasında bulup babasının tahtı
üzerinde canını aldı. İşte "cesed" den maksat budur.[110]
Kur'an'da anılan bu cesedin
ne olduğu ve bundan neyin kasdedildiği kesin olarak belli değildir. Konu ile
ilgili olarak Hz. Peygamber'den de bir açıklama yoktur. Söylenenlerin bir
kısmı, mücerred ihtimaller ve "senedsiz" te'villerden öteye geçmemektedir.[111]
Hurafelerden uzak kalmak düşüncesiyle bazı müfessirler cesed-den maksadın
hadislerde bahis konusu edilen "yarım çocuk" olduğunu ifade ediyorlarsa
da[112]
bunlarda da katiyet yoktur.[113] ve
bazı yönleriyle tenkide müsaittir.[114]
Ayette Hz. Süleyman'ın fitneye düşürüldüğü ve kürsüsüne bir cesedin atıldığı
bildirildiğine göre böyle bir şey olmuş demektir. Ama bunun, şu veya bu diye
kestirip atılmasına imkan yoktur. Muhtemelen Hz. Süleyman'ın Beytü'l-Makdis'i
yaptırdığı sırada inşaat işlerinde çalıştırdığı sanatkârlar içinde, çeşitli hilelere
vakıf dessas kişileri vardı. Bu şeytanların veya şeytan ruhluların
planladıkları bir ihtilâl yüzünden Hz. Süleyman bir müddet nüfuzunu yitirmiş
veya tahtından uzaklaşmış, bu suretle tahtında ya kendisi kuvvetsiz bir cesed
halinde hükümsüz kalmış, yahut tahtı işgal edilip, ona muayyen bir zaman için
heykel gibi birisi oturtulmuş olabilir.[115]
Rivayetlerde yer alan diğer hususlar da şu tarzda tahlil edilebilir:
a) Hz.
Süleyman'ın hanımından yüzüğü istediği anda şeytanın Hz. Süleyman'ın kılığına
girdiği söyleniyor ki, bu asla mümkün değildir. Eğer şeytan, herhangi bir
peygamberin şekil ve suretine bürünmeye muktedir olsaydı, hiç bir İlâhi şeriate
güvenilmezdi. Ve o takdirde, Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Muhammed ve emsali peygamberler
insanları doğrudan saptırmak için insan ve peygamber olarak zuhur etmiş bir
takım şeytanlar olarak düşünülebilirdi. Bu da tahmin edileceği gibi İlâhi
dinleri temelinden yıkar.
b) Şayet
şeytan, Allah'ın elçisi, Hz. Süleyman'a bunları yapmaya muktedir far-zedilirse,
o takdirde bütün din bilginleri ve zahidlere de aynı şeyleri rahatlıkla yapabilir.
Hatta onları öldürebilir; evlerini, barklarını yıkar ve eserlerini paramparça
eder, yakar ve yok eder. Gerçek odur ki şeytan hiç bir din alimine ve en sade,
en basit hayatı yaşayan bir zahide bile bunu yapamamıştır ve yapamaz. Bir alime
ya-pamaymca, yüce bir nebiye haydi haydi yapamaz. O halde şeytanın Hz. Süleyman'ın
suretine girdiği ve hanımından yüzüğü aldığını ifade eden bütün rivayetler
yalan ve uydurmadır[116]';
zındıkların ve yahudilerin düzmesidir[117].
c) Şeytanın,
Hz Süleyman'ın hanımlarına musallat olmasının doğruluğu bir tarafa, nasıl
ağıza alıp söylenebilir? Hangi mantıkla kitaplara geçirilebilir?
d) Maalesef
bir çok kitaplarda, Hz. Süleyman'ın kürsüsüne atılan cesedin şeytan olduğu ve 40 gün bu makamda oturduğu yolundaki
rivayete yer verilmiş; imaen dahi olsa bunun yalan olduğuna işaret
edilmemiştir. El-Müstedrek sahibi Hakim konu ile ilgili rivayeti kaydettikten
sonra, bunu Buhârî ile Müslim'in şartına uygun sahih bir hadis olduğunu[118]
söylemiştir ki, buna şaşmamak elde değildir.
e) Bir
peygamber, kendisine arzedilen davayı sadece hakkaniyet prensiplerine riayetle
karara bağlar. Şunun veya bunun hatırı için muhakemenin normal mecrasını
tersyüz edemez, bunu aklından geçirmez.
Uzun münakaşa ve
tereddütlerden sonra, haddi icabeden bir konuda Mahzum oğulları kabilesinden
bir kadın hakkında Hz. Peygamber'den şefaate cesaret eden Üsame'nin nasıl bir
karşılık gördüğü malumdur.[119]
Peygamber olan Hz. Süleyman'ın da dava konusu
olan meselelerde Hz. Peygamber'den ayrı düşündüğünü tahayyül etmek dahi caiz
değildir.
f) Bir
hanımının hatırı için bir peygamber evine put diktirmez; buna müsaade edemez.
Böyle bir şeyin ona sorulmadan gizlice yapıldığı söylenebilirse de, vahye
mazhar bir peygamber bundan gafil olamaz. Bunlar peygamberlik makamı ile zıtlık
arzeden şeylerdir!
g) Eceli
gelmiş bir çocuğu Azrail'den gizlemeğe çalışmak veya o zarar vermesin diye
bulutlarda büyütmek ne mümkün? Bunları bir peygamber hakkında düşünmek ne
kadar akıl dışı şeylerdir!
h) Hz.
Süleyman'ın bütün güç ve kudretinin yüzüğün (mührün) de olduğu şayiası da
yalandır. Yüzüğü kaybetmesinden sonra kapı kapı dolaşıp kendini takdim ederek
ekmek dilenmesi, hakarete maruz kalması, sövülüp sayılması, balıkçılara
hamallıkla hayatını kazanması v.s. gibi şeyler de peygamberlik makamına
yakış-mayan hususlardır. Bunlar Hz. Süleyman'dan öç almak isteyen yahudilerin
uydur-masıdir.[120]
Ayrıca bunlarda peygamberlere olan güveni yıkmayı, onları alalede kişiler-miş
gibi göstererek inananların gözünden düşürmeyi hedef alan din ve peygamber düşmanı
zındıkların da büyük rolü vardır. [121]
Vehb İbn Münebbih'in
anlattığına göre Hz. Süleyman, denizde bulunan Saydun adlı bir adada kudretli
bir hükümdarın varlığını haber aldı. Memleketi deniz içinde olduğundan oraya
kimse giremiyordu.'Fakat yüce Allah Süleyman'a öyle bir kuvvet vermişti ki, ne
denizde ve ne de karada hiç bir kuvvet onunla baş edemiyordu. O, istediği yere
gidiyor ve dilediği ülkeyi fethediyordu. Çünkü rüzgâr, Sü-leymanla askerini
onun arzu ettiği yere götürüyordu. Adalarda saltanat süren bu hükümdara karşı
sefer ederken, rüzgâr onu deniz üzerinden oraya götürdü. Hz. Süleyman, insan ve
cinlerden müteşekkil ordusuyla oraya inerek hükümdarı öldürdü; memleketinde ne
varsa ele geçirdi. Bu cümleden hükümdarın, eşi bulunmaz bir güzelliğe malik
olan kızını da esir etti....[122]
Hz. Süleyman'a nisbet
edilen bu harp olayı hayalidir; uydurmadır. Hiç bir asıl ve esasa müstenid
değildir.[123] Tevrat'ın. I. Krallar
kitabında (11/4-11) bulanan bazı cümleler bunu telmih eder mahiyettedir.
İhtimal ki Vehb îbn Münebbih bu rivayeti yahudilerden öğrenerek aktarmıştır. [124]
İbn Abbas, Hz. Ali,
Said İbnu'l - Müseyyeb ve Zeyd İbn Eşlem gibi kişilerden rivayete göre Hz.
Süleyman yüzüğünü parmağına takınca şeytanlar, cinler insanlar, kuşlar, vahşi
hayvanlar ve rüzgâr hemen kendisine gelip baş eğdiler. Yüzüğü almış olan
şeytan da kaçıp deryanın ortasındaki bir adaya sığındı. Hz. Süleyman onu
yakalatmak gayesiyle emrine amade olan diğer şeytanları gönderdi. Şeytanlar
"Biz onu yakalayamayız, yalnız haftada bir gün adada mevcut bir kaynağa su
içmeye gelir. İşte o vakit sarhoş ederek yakalamak mümkündür" dediler.
Süleyman (a.s.) pınarın suyunu boşalttırıp yerine şarap koydurdu. Şeytan belli
gününde pınara geldi; baktı ki şarap akıyor. "Vallahi ben biliyorum ki
sen güzel ve hoş bir içkisin; lakin içilince yumuşak huylunun aklım başından
alır, hirçınlaştınrsm; cahilin de cehlini artırırsın" dedi. Bir hayli
gezip dolaştıktan sonra tekrar geldi ve yine aynı şeyleri söyledi. Çok susamış
olduğu için eğilip içti ve sarhoş oldu. İşte tam bu sırada kendisine Hz.
Süleyman'ın yüzüğü gösterildi. Yüzüğü görünce "Başüstüne" deyip boyun
eğdi. Hz. Süleyman'a getirdiler. Hz. Süleyman onu bağlattırıp bir dağa sürgün
etti. Rivayete göre sürgün yeri "Cebelü'd-Dühan (Dumandağı)'dır. Ve yine söylentiye göre, bu
dünyada görülen duman ve sisler bu şeytanın nefesidir; dağlardan çıkan sular da
idrarı (küçük abdesti)'dir.
İsmi Asaf ve Habkık
olarak bildirilen bu şeytanın yakalandıktan sonra demir bir sandığa konulup
kapağının kilitlendiği ve mühürlenip denize atıldığı ve Kıya-met'e kadar
denizde kalacağı söylenmiştir[125].
Hz. Süleyman'ın
yüzüğünün şeytanın eline geçmesi ve muayyen müddet için mülkünde tasarruftan
menedilmesi yolundaki rivayetleri tamamlar nitelikte olan bu rivayet de itimada
şayan değildir. Eğer rivayetin İbn Abbas ve Hz. Ali gibi kişilere ait oluşu
doğru ise, bunlar haberi Ehl-i Kitap'tan almışlar demektir. Ehl-i Kitab da
besbellidir ki, Hz. Süleyman'a yalan nisbet ediyorlar.[126] Her
ne kadar İbn Cerir et-Taberi bu rivayetlerden bazısını "kavi bir
isnadla" Nesâi tarafından tahric edildiği gerekçesiyle takviyeye taraftar
ise de buna itibar edilmez. Zira bu gibi mühim konularda sadece senedin kuvvetli
olması yeterli değildir.[127]
Hadisin muhtevasını da düşünmek gerekir.
İmam Müslim'in
Sahih'inde bulunan ve Abdullah İbn Amr'dan mervi olan bir hadiste, denizlerde
hapsedilmiş ve Hz. Süleymanca bağlanmış bir takım şeytanların mevcudiyetinden
bahsedilmiştir ki[128]',
bu hadisin israili bir haber olduğu kuvvetle tahmin edilmektedir[129].
Sonuç olarak söylemek gerekirse, Hz. Süleyman'ın ne gaye ile olursa olsun, bir
veya müteaddit şeytanları bağladığı ve onları deryaya hapsettiği yolundaki
haberler -Müslim'in Sahih'inde yer alan bir hadise rağmen -asılsızdır; kabule
şayan değildir. [130]
Bazı kaynaklarda Hz.
Süleyman'ın yüzüğünün nakşından da bahsedilmiştir. Rivayetlere göre yüzüğün
kaşında yazılı idi[131] ki,
bu tamamıyla asılsız bir haberdir; uydurmadır. Muhaddislere göre raviler
arasında bulunan Şeyh İbn Ebi Halid meşhur bir hadis uydurucusudur.[132]
Vehb İbn Münebbih,
Kabu'l-Ahbar ve daha başkalarından rivayete göre Hz. Süleyman babası Davud
(a.s.)'un yerine geçince, muhakeme sırasında oturmak için bir kürsü (taht)
yapılmasını emretti ve tahtın son derece güzel, yalancı şahidler veya haksız
dava ikamesine kalkanlara doğruyu söylettirecek şekilde hayretengiz olmasını;
fildişinden mamul; inci, yakut ve zebercedle süslenmesini; altun hurma ağaçlarıyla
donatılmasını istedi, Taht Hz. Süleyman'ın arzu ettiği gibi dört altun hurma
ağacı ile donatıldı ki, dallan kırmızı yakut ve yeşil zeberceddendi. Hurma
ağaçlarından ikisinin üzerinde altundan iki tavus, diğer ikisinin üzerinde de
birbirlerine karşı oturtulmuş iki kartal vardı. Kürsünün iki yanına altundan
iki aslan konmuştu ve her birinin başında yeşil zümrüdden iki direk
bulunuyordu. Hurma ağaçlarının gövdeleri kırmızı altundan mamul asmalarla
sarılmıştı. Salkımları kırmızı yakuttandı ve asmaların meydana getirdiği
sayeban (çardak) tahtı ve hurma ağaçlarını gölgeliyordu. Hz. Süleyman kürsüye
çıkmak istediğinde ayağını ilk basamağa koyar koymaz kürsü ve ona bağlı şeyler
süratli bir değirmen gibi dönerdi. Bu esnada tavus ve kartallar kanatlarım
açarlar, aslanlar ön ayaklarını yere yaslarlar ve kuyruklarıyla yere
vururlardı. Hz. Süleyman her basamağa adım atışında bu anlatılanlar tekerrür
ederdi. Kürsüye yaslanıp oturduğu zaman ise, hurma ağaçlarının tepesine
oturtulmuş kartallar tacını yerden alır ve başına koyarlardı. Bunu müteakip
kürsü kartallar, tavuslar, aslanlarla birlikte tekrar döner ve aslanlar başlarını
Hz. Süleyman'a doğru eğerler ve bu sırada gövdelerinde mevcud misk ve anberi de
onun üzerine boşaltırlardı. Kürsünün üzerindeki cevher direklerden birinin
tepesinde duran bir altun güvercin Hz. Süleyman'a Tevrat'ı verirdi. Süleyman
(a.s.) Tevrat'ı açar, insanlara okur ve onları muhakemeye davet ederdi.
Ravilerin söylediğine göre İsrail oğullarının ileri gelenleri bu esnada Hz.
Süleyman'ın sağında duran cevherlerle süslü altın koltuklara otururlardı ki,
bunların sayısı bin tane idi. Cin taifesinin ileri gelenleri de Hz. Süleyman'ın
solunda bulunan ve sayıları yine bin olan gümüş koltuklara otururlardı. Bütün
bunları kuşlar havadan çevreler ve gölge yaparlar ve bu sırada da insanlar
muhakeme için huzura yaklaşırlardı. Şa-hidler şehadet için ilerlediğinde, kürsü
ve muhteviyatı değirmen hızıyla döner, aslanlar ön ayaklarını yere serer,
kuyruklarını yere vururlar, kartal ve tavuslar kanatlarını açarlardı.
Manzarayı gören şahidler İrkİlir ve sadece doğruyu söylerlerdi. Söylentiye
göre, kürsüyü döndüren altundan mamul bir ejderha idi ki, kürsü onun üzerinde
dururdu....[133]
Peygamberlik ve
sultanlığın, şahsında birleştiği Hz. Süleyman'ın elbette oturacak bir tahtı
vardır ve bu normaldir. Fakat onun anlatıldığı tarzda olup - olmadığını Allah
bilir. Hele bu haber, israiliyyatın İslami muhitlere intikalinde en büyük rolü
oynamış Vehb ve Ka'b'dan mervi ise durum daha ciddi olarak kabul edilmelidir.
İbn Kesir'in "cidden gariptir" dediği (Tefsir, VI, 62) bu haberi
hurafe olarak vasfe-denler de vardır.[134]
Gerçekten bunlar, büyük ölçüde hayal mahsulüdür.
Kitab-ı
Mukaddes'te yer alan tahtla ilgili kısımlar İslami eserlerdekiler kadar detaylı
değildir.[135] Haberde tahtla ilgili
aşırı tasvirlerin yanı sıra bir de büyük ölçüde israf örneği verilmiştir ki
bir peygamber bu kadar ölçüsüz israflara değil, bunun asgarisine bile razı
olamaz. Bu bakımdan da habİrin ihtiyatla karşılanması gerekmektedir. [136]
Muhammed İbn Ka'b el -
Kurazi'den nakle göre Hz. Süleyman'ın kışlası 100 fer-sah[137]
genişliğinde idi. 25 fersahı insanlara, 25'i çjnlere, 25'i vahşi hayvanlara,
geri kalan 25'i de kuşlara aitti[138].
Hz. Süleyman'la ilgili bir çok konuda olduğu gibi, bu mevzuda da sahih
nakillere ihtiyaç vardır.[139]
Haber ilk bakışta akıl ve nakle zıt görünüyor.[140] ve
müfessirlerin mübalağadan kurtulamadığı anlaşılıyor. Kur'ah ve sahih haberlerin
dışındaki bilgilere itibar ederek bazı kişilerin dinle alay için ortaya
attıkları şeylere "Allah'ın kudretince bu imkansız mıdır?" kılıfıyla
müslümanlar yardımcı olmamalıdır.[141]
Hz. Süleyman Cenab-ı
Hak'tan kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat
istemişti. Kur'an, onun duasının kabul edildiğini ve dileğine nail olduğunu
haber verir.[142] Bahis konusu mülkün daha
ziyade manevi mülk olduğu ve, manevi varlıklara tasarrufta bulunduğu
anlaşılıyor. Fakat bilindiği gibi Hz. Süleyman peygamber olması yanında aynı
zamanda bir kraldı. Kral coğrafi bir vatan üzerinde hükmeden kişi olduğuna göre
Hz. Süleyman bundan hariç tutulamaz. Lakin bazı müellifler bu konuda da aşırı
tasvirlere yer vermişlerdir:
Hakim'in Müstedrek
isimli eserindeki kayda göre Hz. Süleyman'a yeryüzü mülkü verilmişti ve o,
arzın "doğularına ve batılarına" hükmederdi. Kendisi 700 sene altı ay
hükümdarlık yapmıştır. Dünyada insan, cin, hayvan, kuş ve yırtıcı mahlukat
namına ne varsa hepsine malikti; her şey kendisine verilmişti. Her mahlukun
dilini anlardı. Dev eserler ve insanı hayrete düşüren yapıları ve sanat abideleri
onun zamanında yapılmıştı. Eceli geldiği zaman, kendisinde bulunan Allah'ın ilim
ve hikmetini kardeşine devretmesi vahyedildi. Hz. Süleyman'ın çocuklarından 480
tanesi risalet verilmeksizin peygamber olmuştur[143];
Zehebi bu haber için
"batıldır" der[144].
Hz. Süleyman'ın mülkünün hacmiyle ilgili bir hayli abartmalar varsa da bunları
zikre insanın, dili varmıyor; bundan sarfı nazar şüphesiz daha iyidir"[145].
Kitab-ı Mukaddes'te (I. Krallar, bab. 4) Hz. S'üleyman'ın mülkünün genişliği
ile ilgili hayli detaylı bilgiler vardır. İslami eserlerde görülenler büyük
mikyasta oradan aktarılmıştır. [146]
Sa'lebi'nin dediğine
göre Hz. Süleyman'ın mutfağı için her gün, yemeklerde yerilen meyva ve
tatlılar ve diğer yiyeceklerden ayrı olarak, 100 bin koyun ve 40 bin sığır
kesilirdi. Bununla beraber Hz. Süleyman kendisi tuzu katık yaparak arpa ekmeği
yemekten vazgeçmezdi.[147]
Bunların da
doğruluğunu Allah'a havele etmekten başka çare yoktur[148].
Vehb İbn Münebbih'in
anlattığına göre, gökte geçen seyahatlarından birinde Hz. Süleyman'ın yolu bir
sahile uğramıştı. Denizin iri dalgalarına bakarken deryanın tabanını merak
etti. Havâi bineğinden inip; yere tahtına oturdu. Sonra dalgıçların başkanını
çağırıp: "Bana yüz dalgıç seç!" dedi. Seçimden sonra "Bunların
içinden 30'unu seç" dedi. Daha sonra 30'dan 10, 10'dan da üç kişi
seçtirdi. Bunlardan birine: "Denize dal ve bana dibinden haber getir"
emrini verdi. Dalgıç geri döndüğü zaman, neler gördüğünü sordu. O da dalgalar,
balıklar ve büyük bir sultandan gayri nesne görmediğini ve sultanla arasında
geçen konuşmayı anlattı. Dalgıcın Hz. Süleyman'dan aldığı emri dinleyen sultan,
Hz. Süleyman'a selam göndermiş ve 40 yıldan beri bu denizin dibini keşf için
müteaddit defalar teşebbüsler yapıldığını ve fakat hiç birinin muvaffak
olmadığını, bu teşebbüs sahiplerinden birinin düşürdüğü keserin 40 yıldır
tabana doğru gittiği halde henüz dibe ulaşmadığını söylemiş. Dalgıç gelip
bunları Hz. Süleyman (a.s.)'a anlattı ve Hz. Süleyman dinlediklerinden hayrete
düştü.
Vehb'in ifadesine göre
Hz. Süleyman deniz kenarında iken dalgaların arasında bir kubbe gördü.
Dalgıçlara emir verip getirtti. Kubbe sahile konunca, ikişer kanatlı iki kapı
açıldı ve içinden sütten daha beyaz giysili, başından sular damlayan bir genç
çıktı. Genci Hz. Süleyman'ın huzuruna getirdiler. Hz. Süleyman ona cinlerden
mi, insanlardan mı olduğunu sordu. O, insanlardan olduğunu söyledi ve macerasını
şöyle hikâye etti:
"Benim yaşlı bir
annem vardı. Ben ona yedirir, içirirdim. Ve gerekli hiç bir hizmetini ihmal
etmezdim. Öleceğine yakın bana dua etmesini istedim. Başını göklere çevirdi ve:
Ya Rab, oğlumun bana nasıl iyilik ettiğini biliyorsun. İblis ve avenesinin
tasallutundan uzak bir yerde ona ibadet etmeyi lütfet, dedi ve öldü. Kendisini
defnettikten sonra bir gün buraya geldim ve bu kubbe ile karşılaştım. İçine
girmeyi arzu ettim. Girince de kapıları kapandı ve dalgalar deryaya
sürükledi" dedi. Hz. Süleyman yiyecek ve içeceğinin nereden geldiğini
sordu. O da: "gece vakti olup karanlık basınca beyaz bir kuş gagasıyla
beyaz bir şey getirir ve bırakır. Onu yiyince doyarım" cevabını verdi.
Gece ve gündüzü nasıl bildiği yolundaki bir soruya da, kubbede beyaz ve siyah
iki ip bulunduğunu, beyaz (in beyazlığı) artınca gündüz; siyahdn siyahlığı)
artınca da gece olduğunu anlarım dedi ve gene yerine çekilip
gitti.[149]
Vehb İbn Münebbih'in
hayalhanesinde imal ettiği bu hikâyeleri sağlam bir zemine oturtmak ve
sıhhatlerini garanti etmek imkansızdır. Bitmez tükenmez bir mesai ile
hurafeleri müslümanlar arasında yayan bu zata ve onunla aynı paralelde çalışan
Ka'bu'l-Ahbâr'a[150]
hayret etmemek mümkün değildir. [151]
Yine Vehb İbn
Münebbih'ten nakledildiğine göre Hz. Süleyman havâi seyahat-larından birini
yaptığı sırada yolu bir çiftçinin bulunduğu yere uğradı. Çiftçi onu görünce:
"Sübhânallah! Gerçekten Allah Davud hanedanına mülk ve saltanat vermiş!"
dedi. Çiftçinin bu sözünü rüzgâr götürüp Süleyman'ın kulağına yetiştirdi.
Hz.Süleyman çiftçinin huzuruna celbini emretti ve ona sözünü tekrar sordu ve:
"Ben senin fitneye düşmenden endişe ettim; dünyada bir kere
"Sübhânallah" demenin sevabı, Kıyamet gününde Allah katında Davud
hanedanına verildiğini gördüğün şeylerden daha iyidir" dedi. Çiftçi:
"Benim sıkıntımı giderdin. Allah da senin sıkıntını gidersin!" diye
hoşnutluğunu ifade etti[152].
Kur'an ve sahih
hadislerin ihtiva ettiği haberler dışında kalan bu rivayetlerin doğruluğu
şüphelidir. Kıssacılar ve tarihçilerin dört elle sarıldıkları bu rivayetlerden
İslam adına medet ummamalıdır[153].
Kaynaklar (10 bin x 10
bin) zira ebadında, bin kubbeli, tabanı demirden daha sağlam, üstü sudan daha
berrak, dışından içi, içinden dışı görünen, insanın arzu ettiği her şeyi
ihtiva eden, şeytanların omuzlarında kurulu, zemin katı atların ve diğer
hayvanların tavla, ahır ve yuvası hizmetini gören, gerektiğinde Hz. Süleyman'ın
havai seyahatlarında kullanılan bir şehirden bahsederlerse de[154], bu
tam bir hayali şehirdir. Gerçekle ilgisi yoktur. Hz. Süleyman'ı bir peygamber
olmaktan ziyade, sihirbaz kılığına sokarak insanlara takdime çalışan din
düşmanı ve zındıkların uydurma ve yakıştırmasıdır. [155]
Belkıs, Seba melikesi
(kraliçesi)nin ismidir. Hz. Süleyman'in hizmetinde bulunan Hüdhüd'ün haberi
sonucu Süleyman (a.s.) ona mektup yazar. Durumu kendi adamlarıyla görüşen
Belkıs maiyetinden bazısı ve bir takım hediyelerle yurdundan kalkar ve Hz.
Süleyman'ın ziyaretine gelir. Bu ziyaret ve ona tekaddüm eden mektup olayı
üzerine teşekkül eden hayli zengin efsaneler kitaplara konu olmuştur. [156]
Tarihçilerin, ataları
ve nesebi hususunda görüş ayrılığı içinde oldukları[157] Belkıs'ın,
anasının peri kızı olduğu söylenmiştir[158] ve
konu ili ilgili olarak Hz. Peygamber'e de bazı haberler nisbet edilmiştir.[159]
Eserlerini münker
haberlerle doldurmuş müelliflere göre Belkıs'ın babası av esnasında kavgaya
tutuşan iki yılan gördü. Kavgada üstünlük kuran siyah yılanı öldürerek
bayılmış olan beyaz yılanı, üzerine su dökerek ayılttı ve salıverdi. Evinde
yalnız bulunduğu bir sırada yanında bir genç peyda oldu ve korktu. Genç:
"Korkma, ben kurtarıp hayat verdiğin beyaz yılanım. Hasmım ise kölemizdi
ve bize başkaldırıp nicelerimizi öldürmüştü" dedi. Yaptığı iyilikten
dolayı bazı dünyalıklar teklif ettiyse de: "Benim mala ihtiyacım yok;
şayet kızın varsa beni onunla evlendir" dedi ve o da bu dileği yerine
getirdi. İşte Belkıs bu cinden doğmadır.
Ebu Hureyre'den mervi
bir hadise göre Hz. Peygamber, Belkıs'ın ebeveyninden birinin cinlerden
olduğunu söylemiştir (İbn Kesir, el-Bidâye, II, 21; Tefsîru'l-Âlusi, XIX, 189).
Belkıs'ın anasının
peri kızı olduğu ve babasıyla evlenmesine tekaddüm eden günlerde vukuu
farzedilen olaylar, av partileri v.s. gibi uzun ve detaylı rivayetler Kur'an ve
hadise müstenid değildir[160];
tamamı aslı olmayan hurafelerden ibaret[161] ikn
Asakir'in nakline göre bir gün, el - Hasenül'-Basrî'nin huzurunda Belkıs'ın
ebeveyninden birinin cinni olduğu söylenince o bunu reddetmiş ve: "Hiç bir
kadın, cin dünyaya getirmediği gibi, hiç bir dişi cin de insan doğurmaz"
demiştir.[162]
Konu ile ilgili olarak
Hz. Peygamber'e nisbet edilen hadise gelince o, "garib" ve senedi
"zayıf" bir haberdir;[163]
hadis münekkidlerince itimad dışı bırakılmış ve "uydurma" olduğu
söylenmiştir.[164]
Halkımız arasında
"ibibik" ve "çavuş kuşu" gibi isimlerle anılan hüdhüd
Müslü-manlarca muhterem tanınan bir kuştur ve Hz. Peygamber öldürülmesini ve
avlanmasını yasak etmiştir.[165]
Başında dikkate şayan bir sorgucu bulunan bu kuşun tabiat ve itiyatları
hakkında pek çok şey söylenmiştir. Ana ve babasına gösterdiği hürmet bilhassa
belirtilir. Hüdhüdün ölen anasını kefenleyerek cesedini, bir istirahat yeri
buluncaya kadar, sırtında ve başında taşıdığı yolunda bir hikaye anlatılır ve
sırtının kahverengi oluşu buna bağlanır. Eşi ölünce hüdhüd yeni bir eş aramaz.
Ebeveyni yaşlanınca, onların yiyeceklerini temin eder.[166]
Kısaca tanıtılmaya
çalışılan hüdhüdün Hz. Süleyman ile Belkıs kıssasında rolü büyüktür. İbn
Abbas'tan nakle göre, Hz. Süleyman (a.s.)'m bilhassa havai seyahat-larında
kendisi ve ordusu su lazım olduğunda hüdhüdü çağırırdı. Hz. Süleyman'ın
mühendisi olan bu kuş, insanların yeryüzünde olan bir cismi gördükleri gibi
arzın derinliklerinde bulunan suyu görür ve onun ne kadar derinlikte olduğunu
da anlardı. Suyun yer ve derinliği böylece keşfedildikten sonra Süleyman
cinlere emreder, orası kazılır ve su çıkarılırdı.[167]
Ordusunda bu kadar önemli bir görev yaptığı söylenen hüdhüdü bir gün Hz.
Süleyman arar. [168]
Bir ayette şöyle
buyrulur: "Süleyman kuşları araştırıp dedi ki: Hüdhüdü niçin görmüyorum ?
Yoksa gaiplerden mi oldu?"[169]
Abdullah İbn Selâm, Vehb İbn Münibbih ve benzeri zevattan hüdhüdün niçin
arandığı yolunda hayli değişik rivayetler varsa da bunların hiç biri kesinlik
ifade etmez Zira büyük bilgin Taberi'nin de dediği gibi buna dair elimizde nas
yoktur. Konuya ne Kur'an'da ne de sahih hadislerde temas edilmiştir. Allah
bize, Süleyman tarafından kuşun sadece aranmış olduğunu bildiriyor. Bu, ihmal
ettiği nöbetten veya su İhtiyacından olabileceği gibia[170] bir
başka şeyden de olabilir. Bunu tesbite imkan yoktur. [171]
Bir sefer sırasında
Hz.Süleyman, bütün maiyetiyle birlikte, Arabistan rüzgârları tarafından
uçurularak, bir halı üzerinde seyahat etmekte iken, maiyetini güneşten korumak
maksadıyla, bütün kuşlar halının üzerinde yoğun bir kütle halinde uçmak üzere
emir almışlardı. Fakat Süleyman (a.s.) bir noktadan bir ışık çizgisinin başına
sızması üzerine, kuşlardan birinin yokluğunun farkına vardı. Derhal yaptırdığı
yoklama sonucu hüdhüdün eksik olduğunu anladı[172].
Değişik tarzlarda
anlatılan bu hikâyenin ve benzerlerinin doğruluğunu Allah bilir. [173]
Hüdhüdü aradığı anda
bulamayan Hz. Süleyrnan kızar ve : "Onu herhalde çetin bir azaba
uğratacağım. Yahut onu kestireceğim" der fen-Nernl, 27/21). Bu ayette
geçen "çetin azap"dan maksadın neler olabileceği müfeşşirleri bir
hayli meşgul etmiştir. Rivayetlere göre Süleyman (a.s.) bundan ;
1) Bütün
tüylerinin yolunmasını;
2) sadece
kanat tüylerinin yolunmasını;
3) vücut
tüylerinin yarısının yolunmasını, tüyleri yolunduktan sonra karıncalara veya
güneşe atılmasını;
4) katran
içine daldırılıp çıkartıldıktan sonra güneşe bırakılmasını;
5) kafese
hapsedilmesini;
6) kendi
cinsinin haricindeki kuşlarla yaşamaya mecbur edilmesini;
7) kendi
hizmetinden tardedilrnesini;
8) eşinden
ayırmayı;
9) kendi
seviyesindekilere köle gibi hizmet ettirilmesi v.s. gibi cezalardan birini
kasdetmiştir[174].
Demek oluyor ki, Hz.
Süleyman bunlardan birini kasdetmiş olabilir. Fakat hangisi olduğu belli
değildir. Belki de ö, rivayetlere konu olan bu cezalardan hiç birini de
kasdetmemiş olabilir. Bunlar tamamıyla hayali şeylerdir. Her şeyi bitirdik de
sıra buna mı geldi? Ebu Hayyan'm dediği gibi, bunlar birbirine zıt sözlerdir.
En doğru ve geçerli olan bunları "teşbih ve temsili" ifadeler olarak
kabullenmek[175] ve dedikoduların peşini
takipten vazgeçmektir. [176]
Hz. Süleyman'ın
hüdhüdü için; Ya'fur, Yağfur, Unfur, Anber, Gabr ve Gaber gibi bir takım
isimler sayılmış ve bunlardan bazısı da el-Hasenü'1-Basri'ye nisbet edilmiştir[177].
Fakat bunlar tıpkı Hz. İbrahim'in oğlu İsmail yerine kestiği koça,
As-habü'l-Kehf'in köpeğine, Benî İsrail'in buzağısına verilen adlar gibi
lüzumsuz ve delilsiz şeylerdir. Kendilerinde zerre kadar fayda yoktur. Dayanağı
"recmen bi'l-ğayb" (=karanlığa taş atma; delilsiz ve mesnedsiz
konuşmazdır ve İslâm'ın, akıl, izan ye mantığın yasak ettiği şeylerdendir.[178]
Hz. Süleyman yine
havai seyahatlarından birini yaptığı sırada bir öğle vakti Sa-na'ya varır ve
güzelliğine hayran olduğu yeşil bir sahada yemek ve namaz molası verir. Bundan
bilistifade hüdhüd dünyanın uzunluğunu ve genişliğini görme niyetiyle
havalanır. Sağa sola bakarken gözü Belkıs'ın bir bahçesine ilişir. Hoşuna giden
bu yeşilliğe iner. İşte tam bu sırada ismi Yafir olan başka bir hüdhüdle
karşılaşır. Yemen Hüdhüdü ötekine nereden gelip, nereye gittiğini sorar. Hz.
Süleyman'la Şam'dan geldiğini öğrenince, Süleyman'ın kim olduğunu sorar. Bu
vesileyle onun insanlar, cinler, şeytanlar, yırtıcılar ve rüzgârın maliki ve
mutasarrıfı olduğunu öğrenir. Söz sırası kendisine gelen misafir hüdhüd
arkadaşından, Yemen ülkesinin kraliçesi Belkıs ve mülkü hakkında epey bilgi
sahibi olur. Birlikte yaptıkları bir gezinti ile de Belkıs'ı ve ülkesin^
bizzat görür. Dönüşünde gördüklerini ve intibalarım Hz. Süleyman'a
anlatır"[179]
Hiç
şüphe yok ki bunlar hayalidir, uydurmadır, yakıştırmadır. Bunları bir esasa
istinad ettirmek imkan'dışıdır. [180]
Rivayetlere bakılacak
olursa, Hz. Süleyman'ın mektubunu Belkıs'a götüren Hüdhüd saraya istirahat
anında vardı ve onu uyur vaziyette buldu. Sarayda 360 pencere vardı ve güneş
yılın her günü bir pencereden içeriyi aydınlatırdı. Aradan bir sene geçmeden
güneş aynı pencereden görünmezdi. Diğer bazı rivayetlere göre de güneşe tapan
Belkıs'ın sarayında güneşin girmesine ve girdikçe tapılmaya mahsus bir pencere
vardı ki, bunun yapımına 300 bin okka altun sarfedilmişti[181]
El-Kamil sahibi
İbnü'1-Esir, bu tür yalan ve izan dışı haberlerin cahil kafalarla alay
maksadıyla uydurulmuş olduğunu söyledikten sonra, "peki bunları kitabına
niçin aldın?" mukadder sorusuna da "bunlara kanmış olanları doğruya
irşad için"[182]
cevabını verir. [183]
Hz. Süleyman kendisini
ziyarete gelmekte olan Belkıs ve maiyetini muvasalatından önce kraliçenin
tahtının getirilmesini arzu etti. Allah'ın bir lütfü olarak taht çok kısa bir
müddet içinde getirilip Hz. Süleyman (a.s.)'m yanına kondu, (en-Neml, 27/38-41)
Tahtm nasıl geldiğini
merak edenler bu konuda sözü hayli uzatmışlar ve özetle şunları söylemişlerdir:
a) Yemen
ülkesinde yere batan taht, arzın altından seyrederek geldi ve Süleyman'ın
tahtının yanından çıktı;
b) Allah'ın
emriyle melekler yüklenip getirdi; ,
c) Rüzgâr
getirdi;
d) Allah'ın
kendisinde halk ettiği devamlı bir hareketle geldi;
e) Bulunduğu
yeryarıldı ve Süleyman'ın yanından zuhur etti;
f) Yer
dürüldü ve böylece Süleyman'a ulaştı;
g) Allah
tahtı bulunduğu yerde yok etti, sonra Süleyman'ın meclisinde tekrar yarattı.[184]
Yanına gelmiş olan
tahtın Belkıs tarafından tanınıp tanınmayacağını anlamak kasdıyla Hz. Süleyman
adamlarına "Onun tahtım değiştirip başkalaştmn!" emrini verdi
(en-Neml, 27/41). Belkıs gelince: "Senin tahtın böyle miydi?, denildi. O
da: "Sanki bu, odur" cevabını verdi.[185]
Bu ayette bahsi geçen,
tahtı "değiştirip başkalaştırma" nın nasıl bir ameliye ile
gerçekleştirilmiş olduğu hakkında hayli değişik şeyler söylenmiştir:
a) Taht'ta
ziyadelik ve noksanlık yapıldı;
b) Tahtta
bulunan altun kısımlar, gümüş kısımlarla ve gümüşlü olan yerler al-tunlu
olanlarla; yakutlar
zebercedlerle; küçük
inciler, büyük incilerle; zeberced ayaklar da yakut ayaklarla değiştirildi;
c)
Üzerindeki süs ve cevherleri söküp aldılar;
d) Kırmızı
yerlerini yeşil, yeşil yerlerini kırmızı yaptılar;
e) Önünü
arkasına, altını üstüne getirip tahtta eksiklik ve fazlalık yaptılar;
f) Bir takım
balık tasvirleriyle sağını solunu donattılar.[186]
Belkıs'm tahtının
gerek Hz. Süleyman'ın bulunduğu yere getirilmesi ve gerekse tahtın
"başkalaştınlması" ile ilgili olarak söylenenler tamamen hayali
şeylerdir. Doğrusu şudur demeye imkan yoktur. Çünkü bunlar sağlam ve inanılır
mesned-lerden yoksundur. Bunlar, bazı kişilerin olayı tasvir ve ihtimalleri
kendi kabiliyetlerine göre şekillendirmelerinden ibarettir. İşin Özünü ve
hakikatini sadece Allah bilir. [187]
Belkıs'ın tahtının
getirilmesi konusu Hz. Süleyman'ın meclisinde görüşülürken, "Kitab"
ilmine vakıf olan biri: "Ben onu henüz sen gözünü yumup açmadan
getiri-rim"[188]
diyen zatı tesbite çalışan müfessirler, önce bunun meleklerden mi, yoksa
insanlardan mı olduğu konusunda, sonra da her iki takdire göre ismi ve kimliği
üzerinde ihtilafa düşmüşler ve Cebrail (a.s.) idi; Cenab-ı Hakk'ın kendisiyle
Hz. Süleyman'ı teyid ettiği bir melekti; Hızır (a.s.) idi; Cenab-ı Hakk'ın
İsm-i Azam'ını bilen ve aynı zamanda "sıddîk" bir kişi olan Hz.
Süleyman'ın veziri Âsaf idi; İsm-i Azam'ı bilen herhangi bir şahıstı; deniz
içinde bir adada ikamet eden ve fakat tesadüfen olayın cereyan ettiği gün
Süleyman'ı görmeye gelmiş bulunan salih bir kul idi; Hz. Süleyman'ın bizzat
kendisi idi; İsrail oğullarından bir "âbid" di; mahrukatın kaderim
elinde bulunduran bir melekti gibi ihtimaller ortaya atmışlardır.[189]
Şurası bir gerçektir
ki, bu isimleri sayanların ellerinde asla delil yoktur.[190] Tümü
aslı ve esası olmayan söylentilerden ibarettir[191]'.
Hal böyle iken bu şahsın bizzat Hz. Süleyman'ın kendisi olduğunu çeşitli
vecihlerle tercih etmiş olan Fahrud-din er-Razi'ye ve onunla aynı görüşü
paylaşanlara hayli itirazlar olmuştur[192].
Allah içhf söylemek
gerekirse Cenab-ı Hak bu zatın ismini ve kimliğini açıklamamıştır. Bize düşen
de onun ismiyle uğraşmamaktır[193].
Allah Kur'an'ında veya Hz. Peygamber, hadislerinde bundan bahsetmemişlerse biz
nereden bileceğiz? Buna imkan tasavvur edilebilir mi?
Tahtı getiren kişinin,
bu işi yaparken okuduğu rivayet edilen dua[194] yi
da tesbit etmemize ne imkan ve ne de gerek vardır! [195]
Hz. Süleyman'ın,
müslüman olmalarını isteyen mektubunu alan Belkıs durumu maiyetiyle istişare
eder ve neticede, önce Hz. Süleyman (a.s.)'a elçiler ve hediyeler göndermeye
sonra da bizzat ziyaret etmeye karar verir.
Ziyaretinden Önce
gönderdiği hediyeler, bir gerekçe ile redde uğrar. Kendisinin dünyalık peşinde
koşan bir insan değil, hak dini yayma çabasında bir peygamber olduğunu karşı
tarafa oldukça sert ve kesin bir lisanla bildiren Hz. Süleyman sonuç olarak
misafirlerini karşısında bulur.[196]
Kraliçenin, ziyereti
Öncesi Hz. Süleyman'a gönderdiği ve biraz da imtihan maksadına matuf
hediyeleri kitaplarda hayli yer işgal eder:
Erkek elbisesi
giydirilmiş 500 cariye, kadın giysileri içinde, kolları altun bilezikler,
boyunları altun kordonlar; kulakları, çeşitli cevherlerle süslenmiş salkım küpeler
içinde 500 oğlan. Cariyeler 500 ata, oğlanlar 500 beygire bindirilmiş. Her ata,
cevherlerle donatılmış altun eğerler vurulmuş; atların diğer yerleri renkli
atlaslarla süslenmiş. 500 altun kerpiç, 500 gümüş kerpiç inci ve yakutlarla
müzeyyen bir taş. Yük yük misk, anber ve ud. Uzunluğu bir karış olan kırmızı
bir yakut...
Belkıs, tecrübeli bazı
devlet adamlarının nezaretinde gönderdiği bu hediyelerle birlikte Hz.
Süleyman'a bir de mektup yazmıştı ve orada şöyle diyordu: "Sana bir takım
hediyeler gönderdim; bunları kabul et! Bir karış uzunluğundaki yakutu del; bir
ipe al, İpin iki ucunu bir araya getirip mühürle! Gönderdiğim cariye ve oğlanları
birbirinden tefrik et!".
Belkıs'ın ülkesinde bu
hazırlıklar yapılıp mektup kaleme alınırken şeytanların reisi, olup bitenleri
ve hazırlıkları Hz. Süleyman'a haber verdi. Bunun üzerine Hz. Süleyman'ın emri
ile mukabil bir ihtişam gösterisi hazırlığına girişildi. Derhal temin edilen
altun ve gümüş kerpiçlerle Hz. Süleyman'ın gelen heyeti karşılamak için
tahtının kurulacağı yerden başlamak kaydıyla (8x8) millik bir meydan hazırlandı.
Yolun, elçilerin gelmesine mahsus kısmına kırmızı yakuttan sütunlar dikildi.
Meydanın etrafı duvarla çevrildi. Duvarın münasip yerlerine altun ve gümüşten
burçlar yapıldı. Hz. Süleyman'ın maiyetine: "Kara ve deniz hayvanları
içinde gördüğünüz en güzel yaratık hangisidir?" sorusu üzerine, denizde
yaşadığı bilinen ve tarife uyan hayvanlardan derhal bol miktarda yakalanıp
meydanın sağ tarafına bağlandı. Sol tarafındaki altun ve gümüş döşemelerin
üzerine de bu hayvanların yiyecekleri kondu. Bundan sonra Süleyman (a.s.)
cinlere çocuklarını getirmeleri emrini verir vermez muazzam bir kalabalık
toplandı ve bunlar meydanın sağ ve solunda yerlerini aldılar. Bu anda Hz.
Süleyman gelip tahtına oturdu ki, tahtmm sağında dört bin, solunda dört bin
koltuk vardı. Emir gereğince şeytanlar, insanlar, vahşi hayvanlar, yırtıcı
mahrukat, haşereler ve kuşlar sağında ve solunda fersahlar boyu saf saf
dizildiler.
Heyet erkânı gelip
manzarayı temaşa edince dizlerinin bağı çözüldü ve getirdikleri hediyeleri
ativerdiler. Diğer bir rivayete göre, meydan yapılırken bir köşesinde muayyen
bir kısım bilerek boş bırakılmıştı. Belkıs'ın elçileri hırsızlıkla itham
edilmelerinden endişe ederek yanlarında getirdikleri kerpiçleri oracığa atı
verdiler...
Bir kısım rivayetler
Belkıs'ın Hz. Süleyman'a bir kap göndererek bunun, yer ve gök sulan ile ilgisi olmayan
bir su ile doldurulmasını istediğini; Süleyman (a.s.)'ın da atlan koşturarak
onların teriyle kabın doldurulduğunu ifade ederler..[197]
Bir kraliçenin, mevkii
kendisininkinden hiç de aşağı olmayan bir diğerine gönderdiği hediyelerin
oldukça ihtişamlı olması normaldir. Bugün müzeleri dolduran ve mazinin yadına
vesile olan binlerce eser bunun şahididir. Fakat Belkıs tarafından Hz.
Süleyman'a gönderildiği rivayet edilen şeylerde oldukça mübalağa yapılmıştır
ve bunların bu Ölçüde sayılıp dökülmesinde hiç bir fayda mevcut değildir.[198]
Doğruluğunu veya yalan oluşunu kafi olarak tesbitten aciz olduğumuz bu haberlerin
bazısının yalan olmasına gönül "evet" diyor[199].
Maalesef ki bir çok konuda olduğu gibi bunların da ekserisi "israiliyyat"
tan alınmıştır.[200]
Hediyelerin en ince teferruatına kadar sayılıp dökülmesi karşısında İbn Atıyye:
"Uydurma oluşu sebebiyle bu konuda sözü uzatmaya lüzum görmedim" der.[201]
Kitab-ı Mukaddes'in
bir yerinde Belkıs'ın Hz. Süleyman'ı ziyaretine, getirdiği hediyelerle, gördüğü
muhteşem manzaradan etkilendiğini dile getiren sözlerine temas edilir.[202] Pek
de muhtasar olmayan bu bilgiler ve bunlara Tevrat'ın şerhleriyle şifahi
rivayetler de eklenince tafsilat öyle görülüyor ki islami muhitlere girmiş ve
kitaplara aktarılmıştır. [203]
Hz. Süleyman'ı
ziyarete gelirken Belkıs'a eşlik ettiği söylenen hükümdar, beğ ve bunların
kumanda ettiği askeri birliklerin sayısı ile ilgili olarak verilen rakamlar oldukça
değişiktir: 3210 hükümdar ve her birinin kumandasında 10 asker; bin hükümdar
ve her birinin emrinde 100 bin kişi; 12 bin hükümdar ve her birinin kumandasında
binlerce kuvvet; 10 milyonluk bir ordu; 100 bin hükümdar ve her birinin yanıda
100 bin kişilik bir kuvvet[204].
Bu rakamların en
küçüğü 3210, en büyüğü 10 milyardır. Böyle bir yolculuk ve ziyaret için üç bin
kişi - aslında bu bile fazladır ya haydi diyelim normaldir. Ama artık rakamlar
bu hududu aştıktan sonra işe yalan ve mübalağanın girmemesi imkansızdır.
Rivayetlerden birinde Belkıs'ın maiyetinde 12 bin hükümdarın bulunduğu
söyleniyor ki bu da çok gariptir. Bu kadar hükümdarın ne işi var Yemen Ülkesinde?
Bunlar köy muhtarlarının toplam sayısı olsa bile fazladır. Kabile başkanı
olarak düşünülmeleri ise mantıksızlık olur. Nerede kaldı hükümdar? 3210 maiyet
memuru ve erkan ile 12 bin hükümdar dışında kalan rivayetlerde en küçük rakam
10 milyardır.Bunlar insan değil de çekirge sürüsü olsa, bulundukları mıntıkada
değil yiyicek, bir tane bile yeşil ot bırakmazlar. Yirminci asırda dünyanın
tekmil nüfusu beş milyar civarındadır. Bundan binlerce yıl önce - hem de bir
tek kraliçenin emrinde -böyle bir ordu tasavvuru tam bir hayâldir. Kitapları bu
türlü yalan ve hayali haberlerle dolduranlara şaşmamak elden gelmez.
Aynı masalcılar işi,
Belkıs'ın 12 bin kumandanı, herbir kumandanın emrinde 100 bin savaşçı, her
savaşçının idaresinde 70 bin ordu vardı. Her orduda,yaşları 25 olan 70 bin
mübariz (düellocu ?)'den müteşekkildi[205]
diyecek kadar ileri gitmişlerdir ki eğer bu cahillik ve akılsızlık eseri
değilse, işin içinde mutlaka hainlik aramak gerekir. Bu, tirilyonlarla da ifade
edilmeyen bir rakamdır. Astronomik rakamlardan meydan gelen bu ordunun her
ferdinin yaşları da sadece 25 olunca iş büsbütün çığırından çıkar. O zaman
işin içine ister istemez bu orduyu çıkaran memleket ahalisinin sayısı hatıra
gelir ve iş cinnet noktasına varır.[206]
Umumiyetle rivayetler
kurulun 312 veya 313 kişiden ibaret olduğu ve her birinin nezdinde 10 binlik
bir kuvvetin bulunduğu noktasında birleşiyorlarsa da[207],
bunların da doğruluğunu sadece Allah bilir.[208]
Rivayetler tahtı
farklı tazlarda tavsif etmişlercUr. Hepsinde ortak olan husus onun son derece
muhteşem bir güzelliğe sahip olduğu noktasında birleşiyor: Ön tarafı yeşil
zümrüt ve kırmızı yakutlarla süslenmiş olup altundandı, arka cephesi çeşitli
renklerdeki cevherlerle müzeyyen olup gümüştendi. Dört ayağından biri kırmızı
yakuttan, diğeri yeşil yakuttan, bir diğeri yeşil zümrütten en sonuncu da sarı
incidendi. Yan tarafları altundandı. Üst kısmında 70 ev (odacık ?) vardı. Her
evin kapalı bir kapısı bulunuyordu. Ebadı (80x80x80) zira idi.[209]
Bu mübalağalı
haberlerin iç yüzünü sadece Allah bilir.[210]
Öyle anlaşılıyor ki, haberler son derece abartılmış ve hayale geniş pay
ayırılmıştır. Bu kadar taş ve mücevheratın sarfedildiği kabul edilse bile
tahtın ebadı ve üzerine yapıldığı söylenen 70 ev (veya odacık) nasıl izah
edilecek? [211]
Kur'an-ı Kerim'in
bildirdiğine göre Hz. Süleyman Belkıs'ı sırçadan mamul mücella bir köşkte karşıladı.
Köşkün avlusu da yine cam gibi parlaktı. Köşke giden bu meydana varınca Belkıs
onun parlaklığını su sandı ve ıslanmasın diye eteklerini topladı. Hz. Süleyman
"O sırçalardan döşenmiş müceila bir meydandır" diyerek Belkıs'ı
uyardı.[212] Manzaradan son derece
etkilenen Belkıs, kendi kendini kınadı ve Allah'a arzı teslimiyet etti.[213]
Bazı eserler bu köşkün
niçin yapıldığını izah sadedinde değişik rivayetler kaydederler ki bunların
ortak noktasına göre, Hz. Süleyman'ın, anası peri kızı olan Belkıs'Ia
evlenebileceğinden endişe eden ve evlenmeleri halinde esarette daim kalacaklarından
korkan şeytanlar, onu yar güçleriyle Hz. Süleyman (a.s.)'m gözünden düşürmek
ve evlenmelerine engel olmak için gayret sarfederler: Ayağının merkep ayağına
benzediğini son derece kıllı olduğunu ve tırnağının hayvan (katır) tırnağına
benzediğini sansasyonal bir haber niteliğinde yayarlar. Hz. Süleyman köşkün
meydanının girişine büyük bir havuz yaptırıp içine balık ve kurbağaya kadar
deniz hayvanları saldırır. Bunu gören Belkıs da paçaları sıvar. Kadının ayaklarını
bu fırsattan bilistifade gören Hz. Süleyman onları son derece güzel ve fakat biraz
kıllıca bulur. Kraliçenin ayağının kıllı olmasını bekarlığına bağlayan raviler
hemen Hz. Süleyman'ın bu kılların izalesi için çare sormasına şeytanlar
usturayı salık verirler. "Ustura kadının bacaklarını keser"
gerekçesiyle razı olmayan Hz. Süleyman (a.s.)'a şeytanlar "hamam
otunu" icad ederler.[214]
Bazı haberlere göre
Hz. Peygamber, Belkıs'ın bacakları itibariyle dünya kadınlarının en güzeli
olduğunu ve Cennet'de Hz. Süleyman'ın hanımları arasında yer alacağını
bildirmiştir. Hz. Aişe'nin: "onun bacakları benimkilerden de mi
güzel?" tarzındaki endişe ve kıskançlık ifade eden sorsunu da: "Sen
Cennet1 de ondan daha güzel bacaklı olacaksın" diyerek karşılık vermiştir[215].
Sa'lebi'nin Ebu
Muse'l-Eşarî'den rivayetine göre Hz. Peygamber, ilk hamam yaptıran ve hamamda
yıkanan kişinin Hz. Süleyman olduğunu söylemiştir'[216].
Sa-bun'u ilk kez icad edenin de keza Süleyman (a.s.) olduğu söylenmiştir[217].
Belkıs'm ayağının
hayvan ayağına benzediği, tırnağının katır tırnağı gibi olduğu yolundaki
haberler zayıftır[218] ve
itimada şayan değildir. Kadının bacaklarının kılları, ustura ve hamam otu gibi
şeyler de son derece,"garip" ve "münker" dir. Ka-bu'1-Ahbar
ve Vehb İbn Münebbih gibi zevat kanalıyla ehl-i Kitab'tan alınmış
"isra-iliyyat" makulesi şeylerdir. Ayrıca haberlerin kaynağının Ata
İbn es-Saib tarafından İbn Abbas olarak gösterilmesi ise muhtemelen
"evham" dan başka bir şey olmasa gerektir.[219] Hz.
Süleyman gibi bir peygamber, bir Allah elçisi şeytanların dedikodusuna
aldırmaz, onların söylentilerinin kıymetini bilir. Bunun için emek sarfederek
köşk yaptırmaz. Bütün bunları bir kadının bacaklarını görmek için yapması
mümkün değildir. Belkıs'm bacaklarının Hz. Feygamber'in hadislerine mevzu
olması ise hiç düşünülemez. Keza Hz. Süleyman'ın ilk sabun icad eden[220] ve
ilk hamama giren olması da vakıalara mutabık değildir ve haberlerin sıhhatinde
"nazar" vardır[221].
Hz: Süleyman'ın
Belkıs'ı alıp almadığı da merak konusu olmuş, soruya hem müsbet, hem de menfi
karşılıklar verilmiştir. Rivayetlerin ekseriyyeti evlendiklerini beyan
ediyorsa da buna dair Kur'an ve hadislerde.hiç bir açıklama yoktur; sıhhatine
inanılır bir haber mevcut değildir[222]..Aynı
şekilde Hz. Süleyman'ın onu, bir başkasıyla evlendirdiğine ait olan haberler de
inandırıcı olmaktan uzaktır[223].
Abdullah İbn Utbe,
Belkıs'm Hz. Süleyman'la evlenip evlenmediğini kendisinden soran bir kişiye :
"Belkıs ile ilgili bu konu "Ben Süleyman'ın maiyetinde alemlerin
Rabbi olan Allah'a teslim oldum" cümlesiyle biter[224].
Bizim bunun Ötesinde bilgimiz yoktur" cevabını vermiş[225] ve
işi bir ölçüde dedikodudan kurtarmıştır. [226]
Kaç yıl ömür sürdüğü
kesinlikle tesbit edilemeyen[227] Hz.
Süleyman'ın toplam 700 sene 6 ay hükümdarlık yaptığı söylenmiştir ki[228] bu,
tarihi gerçeklere zıt, asılsız ve batıl bir söylentidir.[229] Bir
hadisten öğrendiğimize göre Hz. Süleyman "Me-lekü'1-Mevt" den öleceği
zamanın kendisine bildirmesi talebinde bulunmuş, o da: "Ben bunu senden
daha iyi bilmem; (ecel denilen şey) bana verilen ve içinde öleceklerin
isimleri yazılı birtakım listelerden ibarettir" diye cevap vermiştir.[230]
Yüce Allah "gaybı
bilirim" iddiasında bulunan cinlere ve onlarla aynı paralelde hareket
etmek için çaba sarfeden kötü ruhlu insanlara ebedi bir ders vermek için Hz.
Süleyman'ın ölümünü gizlemiş, onu hayatta sanan cinler uzun bir müddet daha
tıpkı sağlığında olduğu gibi ağır işlerde çalışmaya devam etmişler ve beyhude
yere "zillet verici azab içinde" beklemiş durmuşlardır.[231]
Bu işin nasıl cereyan
ettiği hakkında, birisi hadis olmak üzere bir kaç rivayet vardır:
Sahabeden olan bazı
zevattan rivayete göre Hz. Süleyman yiyip içeceğini de alarak Beytü'l-Makdis'te
bazan bir iki yıl, bazan da bir iki ay inzivaya çekilirdi. Hz. Süleyman (a.s.)
son defa girişinde, her sabah vakti Beytü'l-Makdis'te bir ağacın büyümekte
olduğunu görüyor ve ona yaklaşarak ismini ve ne işe yaradığını soruyordu. Eğer
dikilmek için ise alıp münasip bir yere dikiyor. Bir derde deva içinse onu o
yolda kullanıyor veya şifalı bitkiler grubuna kaydediyordu. Harûbe (Hurnub) ismindeki
ağaç büyümeye başlayınca adeti gereğince Hz. Süleyman (a.s.) ona da ismini ve
neye yaradığını sordu. Sonuncuya cevap olarak ağaçtan: "Bu mescidi harap
etmek için büyüyorum" karşılığını aldı. Süleyman (a.s.): "Ben sağken
Allah bu mescidi harap etmez" dedi ve fidanı sökerek götürüp kendi bahçesine
dikti. Bunu müteakip mihraba girdi, asasına yaslanarak namaza başladı ve bu
vaziyette iken vefat etti. Efendilerinin ölümünden habersiz olan cinler
vazifelerine devam ettiler. Cinler arada bir Hz. Süleyman'ın ön ve arkadan iki
penceresi olan mihrabın çevresinde toplanırlardı. Bu içtimalardan birinde bir
cin, bu pencerenin birinden girip ötekinden çıktı ve Süleyman (a.s.)'ın sesini
işitmedi. Hz. Süleyman mihrapta iken içeri giren ve onu gören şeytanlar
yanardı; fakat buna bir şey olmadı. Tekrar girip çıktı yine ses duymadı ve bir
şey olmadı. Üçüncüde mihrabın içine indi, yine de bir şey olmadı ve baktı ki,
Süleyman ölmüş yatıyor. Dışarı çıkıp Süleyman'ın ölümünü halka duyurdu. Kapıyı
açıp cenazeyi çıkardılar. Baktılar ki ağaç kurdu asasını yemiş ve içi yenmiş
olan asa ağırlığa dayanamayıp göçmüş. Ne zaman öldüğünü merak edenler,
deneyler neticesi Hz. Süleyman'ın bir yıl önce ölmüş olduğunu anladılar.
Böylece insanlar, şeytanların gaybı bildikleri yolundaki sözlerinin yalan
olduğuna kesin olarak hükmettiler. Eğer gerçekten gaybı bilselerdi, bir yıl
gibi uzun müddet Hz. Süleyman'a ırgatlık yapmazlar, o ölür Ölmez derhal işi
bırakarak bayram yaparlardı.
Olayı müteakip
şeytanlar, Hz. Süleyman'ın asasını yemiş olan ağaç kurduna, minnet duygularının
bir ifadesi olmak üzere: "Eğer yersen sana en güzel yiyecekleri temin
edelim; içersen en güzel içecekleri takdim edelim" dediler. O günden bu
güne ona su ve toprak taşımaya devam ettiler. Ravi: "Ağaç gövdelerindeki
toprağı görmüyor musun? o, şeytanların teşekkürlerine bir nişane olmak üzere
ağaç kurduna götürdükleri şeylerdendir" demiştir.[232]
Ibn Abbas'ın Hz.
Peygamber'den rivayet ettiği ve büyük ölçüde yukarıdaki habere benzerlik
arzeden hadise göre öleceğini, namaz kıldığı anda önünde biten ağaçtan öğrenen
Hz. Süleyman: "Ya Rab! Ölümümü cinlerden gizle de, insanlar onların gaybı
bilmediğini anlasınlar" niyazında bulunduktan sonra, bahsi geçen ağaçtan
bir asa yaptı ve ona dayalı vaziyette cinlerin gözü önünde bir yıl ölü olarak
kaldı. Bu müddet zarfında cinler aksatmadan işlerine devam ettiler. Bu hal,
ağaç kurdunun asayı yemesi ve cesedin ağırlığına dayanamayacak kadar içi oyulan
ağacın kırılmasına kadar sürdü.[233]
Hz. Süleyman'ın vefatı
ile ilgili olan bu rivayetleri bazı bilginler - muhtemelen sıhhatleri sabit
olmadığı için - kitaplarına almaktan sarf-ı nazar ettiklerini bizzat
belirtmişler[234];
bazıları da, doğruluklarına delil bulunmadığı gerekçesiyle "mün-kerât"
tan saymışlardır.[235]
Hz. Peygamber'in
ashabından mervi olduğu söylenen ilk haber ve bu arada zikri geçen şeytanların
ağaç kurduna teşekkürleri, ona su ve toprak taşımaları yolundaki haberlerin
israiliyyat olduğu ısrarla ifade edilmiştir.[236]
İbn Abbas vasıtasıyla
Hz. Peygamber'e nisbet edilen hadise gelince, bunun "merfu" oluşu
"garip" dir ve sıhhatinde şüphe vardır. Mevkuf olması ihtimali üzerinde
önemle durulan bu hadisin ravilerinden olan Ata İbn Ebi Müslim el-Horasâni'nin
haberleri garipliklerle doludur; bir kısım hadisleri de münkerdir.[237]
Sonuç olarak söylemek
gerekirse, Cenab-i Hakk'ın Hz. Süleyman'ın vefatını asası vasıtasıyla halka
duyurduğu mutlak bir gerçek olmakla beraber bu işin şekli, nasil cerayan ettiği
ve tafsilatı bizce meçhuldür. Konuyu vuzuha kavuşturmak için nakledilenler ise,
İslami esaslara uyduğu zaman tasdik edilmesi/ zıddiyet arzetti-ğinde tekzibi,
bu iki halin dışında olduğu zaman sükut edilmesi gereken israiliyyat
cinsindendîr.[238]
Bazı eserlerde yer
alan ve Hz. Süleyman'ın dünyada mahzar olduğu saltanat sebebiyle
peygamberlerin sonuncusu olarak Cennet'e gireceğini veya 40 yıl gecikeceğini
ifade eden haberler, ayetler ve sahih hadislere zıddiyyetinden ötürü batıl ve sılsizdir.[239]
Sonuç olarak
özetlersek,
Davud Peygamber'in
oğlu olan Süleyman (a.s.) dillere destan ve darb-ı mesellere konu olan muazzam
bir saltanatın sahibidir. Kur'an kendine verilen harikulade nimet ve
hasletlerden "bazısını zikreder. Hz. Peygamber'in hadislerinde de
"Süleyman" ismine oldukça sık rastlanır. Kuş dilini bilen Hz.
Süleyman'a maddi ve manevi sahada eşsiz bir tasarruf gücü verilmişti. İstediği
takdirde rüzgâr kendisini çok kısa bir müddet zarfında "bir aylık"
mesafeye götürür; şeytanlar kendisine muazzam kapkacak, çanak çömlek gibi
mutfak eşyaları yanında devâsâ binalar inşa ederlerdi. Tarihte ilk kez bakır
madeninin kendisine Yüce Allah'ın kudreti eseri "su gibi" akıtıldığı
Süleyman (a.s.) bu sayede de son derece dayanıklı malzeme ve evlere,
muhtemelen ordusunun ihtiyacı olan silahlara, harp araç ve gereçlerine,
kışlalar ve kervansaraylara sahip olmuştur.
Sağlığında halk içinde
cereyan eden hadiselerde hakem, davalarda yargıç vazifesi gören Hz. Süleyman
son derece isabetli sonuçlara varmış ve hatta bu konuda babası Davud'u
geçmiştir. Kur'an onun bu durumuna kısaca temas eder.
Mevki sahibi olan ve
nimet içinde yüzen herkes için olduğu gibi Hz. Süleyman için de sağlığında
sayıları oldukça kabarık bir gayr-i memnunlar zümresi türemiş ve şeytan ruhlu
bu adamlarla İblis ve avanesinin iş birliği sonucu, iktidarı aleyhine hayli
kesif bir propaganda ve yıkım faaliyeti sürdürülmüş, bunların bir sonucu olarak
Hz. Süleyman bir müddet tahtından ayrı kalmış veya güç ve nüfuzunu yitirmiştir.
Hüdhüdün haberi sonucu
Yemen ülkesinin kraliçesi Belkıs ile irtibat kuran Hz. Süleyman (a.s.) önce
mektup yazmış, sonra da ziyaretine gelen bu kadının muvasalatından önce
tahtını da getirmiş, gördüğü manzaradan hayretler içinde kalan kraliçenin
maiyeti ile birlikte Allah'a teslimiyetine vesile olmuştur. Cenab-ı Hakk'ın
"ağaç kurdu" ile ölümünü insanlara ve cinlere bildirdiği Hz. Süleyman
elli küsur yıl ömür sürdükten sonra bu fani aleme veda etmiştir. Tarifinden dil
ve kalemin aciz kaldığı görkemli saltanatın yerinde sahibinin ölümünü müteakip
yelleresmiş; ondan bize, dünyaya karşı zühdü Öğütleyen bir kaç cümle ve atasözü
miras kalmıştır.
Hz. Süleyman'ın Kur'an
ve hadiste çok muhtasar olarak anlatılan bazı halleri ve buna bağlı olan diğer
şeyler, meraklı yazarlarca, rivayetlerin kaynağına bakılmaksızın
zenginleştirilmiş ve bu iş yapılırken de kritik bir zihniyete sahip olunmadığı
için onun bilhassa yüzüğü (mührü), havai seyahatları, hanımları, atları, emrine
amade cinler ve şeytanlar, Belkıs'ın ziyareti, ihtişamı ve ölümü gibi konularda
anlamsız, gereksiz, mantık dışı, geniş ölçüde hayal mahsulü' olan bilgilere,
israili haberlere, efsanelere yer verilmiştir. Bunlar onu gerçek bir kral ve
Allah elçisi değil, destani bir hüviyete büründürmüştür. Hz. Süleyman'ı anlatan
tefsir ve tarih kitaplarındaki bilgilerin büyük ekseriyeti gerçekle irtibatlı
değildir; Hz. Süleyman hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin bunu gözönüne
bulundurmaları faydalı olur. [240]
[1] Sâd, 38/30.
[2] Yakubi, Tarih, î, 57; et-Taberi, Tefsir XVII, 57; XIX, T41; İbn Kesir,
el-Bidaye, II,
18.
[3] en-Neml, 27/16. Rivayetlere göre Davud'un, 19 evladı
vardı (ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 353; îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 159). Bu 19
kardeş içinden Süleyman babasına varis oimuştur. Hz. Peygamberin bir hadisinin
açık ifadesine göre peygamberler arkalarında paylaşılacak mal bırakmazlar.
Onlardan geriye kalan sadaka muamelesi görür (el-Buhari, Meğazi 14,38; müslim
Cihad 51,52; Ebu Ûavud, imara 19).
[4] el-Bidaye, II, 20.
[5] İbn Mace,İkame 174 (Muhammed Fuad Abdülbaki neşri).
Zevaid' de belirtildiğine göre bu hadisin iki ravisi zayıftır. Süyuti'nin
ifadesine göre tbnu'l-Cevzi senetteki "metruk" bir raviden ötürü
hadisi Kitabu'l-Mevduat' ma almıştır. Diğer iki muhaddis ise İbnu'l-Cevzi'nin
aksine, ravi Yusuf ibn Muhammed hakkında hüsnü şehadette bulunmuşlardır (ibn
Mace, I, 422; bahsi geçen hadise eklenen notlar).
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 187.
[6] et-Taberi, Tarih, II, 573; es-Salebi, Arais s.260;
Ibnu'I-Esir, el-Kâmil, I, 229.
Doç. Dr. Abdullah
Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
187.
[7] ibn Sa'd, et-Tabakahı'1-Kübra, VIII, 202; ibn Kesir,
el-Bidaye, II, 29.
[8] el-Beğavi, Tefsir, V, 114; Îbnul-Esir, el-Kâmil,
1,230; İbn Kesir, el-Bidaye, II, 29.
[9] et~Taberi, Tefsir, XXIII, 163.
[10] et-Taberi, Tefsir XXXIII, 162-63; el-Kurtubi, Tesfir,
XV, 206.
[11] Sâd, 38/39.
[12] Rüzgâr, şeytanlardan bina ustaİan ve dalgıçlar ve yine
şeytanlardan bukağılarla bağlanmış olanlar.
[13] el-Kurtubi, Tefsir, XV, 206, not. 3 (Ebu Hayyan
tefsirinden naklen).
[14] et-Taberi, Tefsir, XXIII, 163,164.
[15] Yetmiş ve yüz rakamlarına da yer verilir.
[16] el-Buhari, Nikâh 119; Müslim, Eyman 22,24.
[17] Ebu Hayyan, el-Bahru'1-Muhit, VII, 60.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 187-188.
[18] el-Buhari, Nikâh, 119; Keffarat 9;Müslim, Eyman 22,25;
et-Tirmizi, Nüzur 7; en-Nesai, Eyman 43.
[19] Ibn Kesir, el-Bidaye, II, 29-30; Abdülvehhab
en-Neccar, Kasasu'l-Enbiya, s. 331.
[20] Abdülvehhab en-Neccar, Kasau'l-Enbiya, s. 331.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 188-189.
[21] Aynı kaynak,s. 318.
[22] Misalolmaküzerebkz.I.KraUar,10/23;ll/l.
[23] en-Nisa, 4/163.
[24] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 189.
[25] tbnul-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'an, III, 1437.
[26] Elmahlj, Tefsir, V, 3666.
[27] es-Salebi, Aiais,s. 26-62; ez-Zemahşeri, Tefsir, III,
353; el-Beğavi, Tefsir, V, 112-13; el-Kurtubi, Tefsir, XIII, 165-66;
en-Nesefi, Medarikü't-Tenzil, III, 205; el-Hazin, Tefsir, V, 112-13; Ebussuud,
Efendi, Tefsir, IV, 125; el-AIusi, Tefsir, XIX, 171-72.
[28] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 59; el-Alusi, Tefsir, XIX, 172.
[29] el-Alusi, Tefsir, XIX,172.
[30] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 189-190.
[31] Sâd, 38/31-33.
[32] el-Beğavi, Tefsir, VI, 45; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VII,
128.
[33] et-Taberi, Tesfir, XXIII, 154.
[34] Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VII, 128.
[35] Aynı kaynak, aynı yer.
[36] 'lbn Kesir Tefsir, VI, 57.
[37] el-Beğavi, Tefsir, VI, 45.
[38] Bkz. el-Buhari, Teyemmüm, 1; Salat 56; Müslim Mesacid
3,5; Ebu Davud, Cihad 121.
[39] el-Buhari, Meğazi 14,38; Müslim, Cİhad 51,52.
[40] et-Tabresi, Tefsir, IV, 474; el-Alusi, Tefsir, XXIII, 191.
[41] el-Alusi, Tefsir, XXIII, 191.
[42] Aynı yer.
[43] Ebud Davud, Edeb 54; Ahmed tbn Hanbel, el-Müsned, H,
289; Abdurrahman Muhammed, Avtıü'l-Ma'bud, XIII, 279; İbn Kesir, Tefsir, VI,
57.
[44] et-Taberi, Tefsir, XXIII, 156,160; İbnu'l-Arabi,
Ahkâmü'l-Kur'an, IV, 1636-37; el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; VI, 45,46;
İbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 438; VII, 130,131; et-Tabresi, Tefsir, VI, 475;
el-AIusi, Tefsir, XXIII, 196-98.
[45] el-Taberi, Tefsir, XXIII, 156; et-Tabresi, Tefsir, IV,
475; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VTI, 131; er-Razi, Tefsir; XXVI, 205,206; Elmalih,
Tefsir, VI, 4096.
[46] İbn Manzur, Lisanu'1-Arab, II, 595-96.
[47] et-Tabresi, Tefsir IV, 475.
[48] Elmalılı, Tefsir, VI, 4097.
[49] Seyyid Kutup, Fi Zılali'l-Kur'an, cüz 23,s.l00.
[50] el-Aduni, Keşfu'1-Hafa, I, 344.
[51] et-Tabresi, Tefsir, IV, 475.
[52] er-Razi, Tefsir, XXVI, 206.
[53] er-Razi, Tefsir, XXVI, 206; el-Hazin el-Bağdadi, Tefsir, VI, 46.
[54] et-Taberi, Tefsir, XXIII, 156.
[55] el-Buhari, Cihad 43; Müslim, İmara 96; tmam Malik,
el-Muvatta', Cihad 44'.
[56] Abdülvehhab en-Neccar, Kasasu'l-Enbiya, s. 322.
[57] îbn Hazm el-Fasl, IV, 20.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 190-194.
[58] Maksat, insanlar arasındaki dava konusu problemlerde
ve içtihada dayanan hususlarda Allah'ın kendisini doğruya ulaştırmasıdır
(en-Nesaî, II, 34, Süyuti Şerhi).
[59] en-Nesai, Sünen, II, 34 (Süyuti şerhi). Bu hadisin başka varyantlarmdaki ifadeye göre
Süleyman (a.s.)'a ilk iki dileği verilmiştir. Hz. Peygamber, "sonuncu
dileğin biz (Muhammed Ümmetinde verilmesini umarız" buyurmuştur (İbn
Mace, İkame 196; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, II, 176; îbn Kesir, el-Bidaye,
II, 26)
[60] el-Enbiya, 21/78. Mevsuk hadislerde bir de yine Davud
(a.s.)'la oğlu Hz. Süleyman arasında geçmiş fetva konusu başka bir probleme yer
verilir. Bir çocuk üzerinde hak iddia eden iki anne arasında geçen olayla
İlgili hükümde de yine Hz. Süleyman haklı çıkmıştır {bkz. Diyanet Dergisi, XIV,
sayı 6, s.347-48).
[61] Sâd, 38/35.
[62] el-Buhari, Salat 75; Enbiya 40; Müslim, Mesacid 39,40;
el-Ayni, Umdetu'1-Kari, rV, 223 v.d.; en-Nevevi, Müslim Şerhi, V, 28; en-Nesai,
Sehiv 19; es-Süyuti, Nesai Şerhi, III, 13; Îbnu'l-Arabi, Ah-kâmü'l-Kur'an, IV,
1639; îbnu'I-Cevzi, Tefsir, VII, 138.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 194-195.
[63] el-Enbiya, 21/81.
[64] Sebe', 34/12.
[65] et-Taberi, Tarih, H, 574-75; Tefsir, XXIII, 160;
Ibnu'l-Arabi, Ahkamü'l-Kur'an, IV, 1637; el-Şeğavi, Tefsir, IV, 248; VI, 45;
tbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 438; lbn Kesir, Tefsir, VI, 58; İbn Kesir, el-Bidaye,
11,27.
[66] et-Taberi, Tarih, II, 574-75; îbn Kesir, el-Bidaye, II, 27.
[67] et-Taberi, Tefsir, XIX, 144; Tarih, II, 575-76.
[68] el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; el-Hakim, el-Müstedrek,
II, 405-406; ez-Zehebi, et-Telhis, II, 405-406; ez-, Zemahşeri, Tefsir, III,
354.
[69] Bkz. et-Taberi, Tarih, H, 574-75; Tefsir, XXIII, 160;
İbnu'I-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'an, IV, 1637; el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; VI, 45;
tbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 438; İbn Kesir, Tefsir, VI, 58; îbn Kesir, el-Bidaye,
II, 27.
[70] et-Taberi, Tefsir, XXII, 69; el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; el-Alusi, Tefsir, XVII, 78.
[71] et-Taberi,Tefsir, XIX, 141; es-Salebi, Arais,s.26î;
el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 354.
[72] Ebu Hayyan, Tefsir, VI, 333.
[73] Aynı kaynak, VII, 60.
[74] Seyyid Kutup, Fi Zılâli'l-Kur'an, cüz 22,s.68.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 195-196.
[75] et,-Taberi, Tefsir, XXII, 69; îbnu'I-Cevzi, Tefsir,
VI, 438; İbn Kesir, Tefsir, V, 534. Bu ayette geçen "aynu'1-Kıtr" in
petrol olduğunu iddia edenler varsa da bu, hiç bir delile dayanmayan hayali bir
görüştür.
[76] er-Razi, Tesfir, XXV, 247.
[77] Elmalık, Tefsir, VI, 3951.
[78] el-Kehf, 18/96.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 196-197.
[79] Sebe', 34/12-13.
[80] ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 572; Elmahh, Tefsir, VI,
3952.
[81] er-Razi, Tefsir, XXV, 248.
[82] Elmahlı, Tefsir, VI, 3953.
[83] Sâd, 38/37-38.
[84] el-Beğavi, Tefsir, IV, 249; Ibnu'l-Cevzi, V, 374; VII,
140; er-Razi, Tefsir
[85] Seyyid Kutup, Fi ZıIalİ'l-Kur'an, cüz 17,s. 48.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 197.
[86] es-Salebİ, Arais,s.263; İbn Kesir, Tefsir, V, 227; İbn
Kesir, el-Bidaye, II, 20; eş-Şevkani, Fethu'l-Kadir, IV, 134.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 198.
[87] en-Neml, 27/18-19.
[88] el-Beğavi, Tefsir, V, 115; ez-Zemahşeri, Tefsir, III,
355; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 162.
[89] el-Alusi, Tefsir, XIX, 176.
[90] et-Tabresi Tefsir, IV, 215; İbn Kesir, Tefsir, V, 227;
İbn Kesir, el-Bidaye, II, 19.
[91] ibn Kesir, Tefsir, V, 227; tbn Kesir, el-Bidaye, II,
19
[92] el-Beğavi, Tefsir, V, 114.
[93] Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 161; el-Hazin, el-Bağdadi, Tefsir,
V, 114.
[94] el-Beğavi, Tefsir, V, 114.
[95] el-Alusi, Tefsir, XIX, 176; eş-Şevkâni, Fethu'l-Kadir,
IV, 135.
[96] ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 355.
[97] îbn Kesir, Tefsir, V, 227; Ibn Kesir, el-Bİdaye, II,
19.
[98] es-Salebi, Arais, s. 264; ez-Zemahşeri, Tefsir, III,
355; İbn Kesir, ei-Bidaye, II, 19.
[99] eş-Şevkani, Fethu'l-Kadir, IV, 130.
[100] et-Taberi, Tefsir, XIII, 169-70.
[101] İbnu'l-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'an, III, 1439; el-Beğavi,
Tefsir, V, 114; el-Hazin, Tefsir, V, 114.
[102] es-Saİebi, Arais, s. 264; el-Kurtubi, Tefsir, XIII,
171-72.
[103] Ebu Hayyan, el-Bahru'1-Muhıt, VII, 62; el-Alusi,
Tefsir, XIX, 79.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 198-199.
[104] Bazı rivayetlere göre hergün yirmi bin koç keserdi
(el-Beğavi, Tefsir, V, 116).
[105] Her iki haber için bkz. es-Salebi, Arais, s. 263;
el-Beğavi, Tefsir, V, 116; ez-Zemahşeri, Tefsir, ÜI, 358; el-Alusi, Tefsir,
XIX, 183.
[106] el-Alusi, Tefsur, XIX, 183.
[107] Aynı yer.
[108] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 200.
[109] Sâd, 38/34.
[110] Bunlar için bkz. en-Nesai; Tefsir, varak 4a-b (îst,
Üniversite Kütüphanesi, no.A/3257); İbn Sa'd, etTabakatu'I-Kübra, VIII, 203;
et-Taberi Tefsir, XXIII, 157-58; Tarih, II, 591-93; es-Salebi, Ara-is,s.288-289-90;
Yakubi, Tarih, I, 59-60; el-Beğavi, Tefsir, VI, 48-49; ez-Zemahşeri, Tefsir,
IV, 94; İbnu'l-Cevzi, Tefsir, VII, 132 v.d.; Îbnu'1-Esir, el-Kâmil, I, 238
v.d.; es-Süyııti, ed-Dümı'1-Mensur, V,311.
[111] Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, cüz 23,s.99-100.
[112] Beyzavi, Tefsir, II, 345; Ebu Hayyan, Tesfir, VII,
397; el-Hazin, Tefsir, VI, 49-50; Ebussud Efendi, Tefsir, IV, 290; el-Alusi,
Tefsir, XXIII, 198,200.
[113] Seyyid Kutub, Fi Zılâli'l-Kur'an, cüz 23.S.99-100.
[114] et-Tusi, Tefsir, VIII, 514; et-Tabresi, Tefsir, IV, 475. .
[115] er-Razi, Tefsir, XXVI, 209; et-Tabresi, Tefsir, IV, 476; el-Alusi, Tefsir, XXIII, 199-200;
Elmalık, Tef-
sir, VI, 4097.
[116] er-Razi, Tefsir, XXVI, 208; ez-Zemahşeri, Tefsir, IV,
94; en-Nesefi, Tefsir, IV, 42; Ebu Hayyan, Tef-
sir, VII, 397.
[117] İbn Hazm, el-Fasl, IV, 19-20; tbn Kesir, el-Bidaye,
II, 26; îbn Kesir, Tefsir VI, 61-62.
[118] el-Hakim, el-müstedrek,II, 433-34.
[119] el-Buhari, Hudud 12; Müslim Hudud 8,9; Ebu Davud,
Hudud 4.
[120] îbn Kesir, Tefsir, VI, 62.
[121] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 200-205.
[122] et-Taberi, Tarih, II, 586 v.d.; es-Salebi,
Arais,s.287-88; el-Beğavi, Tefsir, VI, 46-47; er-Razi, Tefsir, XXVI, 207;
Îbnu'1-Esir, el-Kâmil, 1,228.
[123] ez-Zemahşeri /Tefsir, IV, 94; Abdülvehhab en-Neccar,
Kasasu'l-Enbiya, s.324,33l.
[124] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 205.
[125] en-Nesai,Tefsir, varak 4^-b; et-Taberi , Tarih, II,
591; es-Salebi, Arais, s. 289,290; ez-Zemahşeri, Tefsir, IV, 94; el-Kurtubi,
Tefsir, XV, 291; îbn Kesir, Tefsir, VI, 62.
[126] İbn Kesir, Tefsir, VI, 62; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VII,
134, not 2.
[127] el-Kasimi, Tefsir, XIV, 5104.
[128] Müslim Mukaddeme 4; en-Nevevi, Müslim-Şerhi, I, 79-80.
[129] Remzi Na'na'a, el-İsrailiyyat fİ't-Tefsir
ve'l-Hadis,s. 153,159.
[130] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 205-206.
[131] es-Salebi, Arais,S-288.
[132] ez-Zehebi,
Mizanu'l-İtidâl, II, 286;
eş-Şevkâni, eJ-Fevaidu'1-Mecmu'a,
s. 497; Ebu'1-Fadl el-Makdisi,
Tezkirahı'l-Mevduat,s. 64.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 206.
[133] es-Salebi, Arais,s. 272-73; el-Kurtubi, Tefsir, XV,
202-203.
[134] Abdülvehhab en-Neccar, Kasasu'I-Enbiya, s. 321.
[135] I. Krallar, 10/18-20; II. Tarihler, 9/17-19.
[136] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 206-207.
[137] et-Taberi, Tefsir, XIX, 141; es-Salebi, Arais,s.261;
el-Hakim, el-Müstedrek, II, 589; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 354.
[138] et-Taberi, Tefsir, XIX, 141; es-Salebi, Arais,s.261;
el-Hakim, el-Müstedrek, II, 589; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 354.
[139] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 60.
[140] Remzi Na'na'a, el-tsrailiyyat,s.311.
[141] el-Alusi, Tefsir, XIX, 175.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 208.
[142] Sâd,38/35-40.
[143] el-Hakim, el-Müstedrek, II, 588; es-Süyuti, ed-Dürru'l
Mensur, V, 103; eş-Şevkâni, Fethu'I-Kadir,
IV, 134.
[144] ez-Zehebi, et-Telhis, II, 588.
[145] eş-Şevkâni, Fethu'l-Kadir, IV, 134.
[146] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 208-209.
[147] ibn lyas, Bedai'u'z-Zühur,s. 146^7.
[148] Kitab-ı mukaddes'te (I. Krallar, 4/22-23) mevcut aynı
konuyla ilgili bilgiler daha detaylı ve fakat
daha az mübalağalıdır.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 209.
[149] es-Salebi, Arais,s. 270-71.
[150] ibn Kesir, Tefsir, V, 240; el-Kasimi, Tefsir, XIII,
4670.
[151] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 209-210.
[152] es-Süyuti, ed-Dürru'1-Mensur, V, 103; el-Alusi, Tefsir, XIX, 175.
[153] el-Alusi, Tefsir, XIX, 175.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 210.
[154] es-Salebi, Araİs, s. 271-72.
[155] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 210.
[156] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 210-211.
[157] İbnu'1-Esir, el-Kâmil, I, 230 v.d.
[158] et-Taberi, Tefsir, XIX , 168-169; es-Salebi, Arais, s. 278; el-Beğavi, Tefsir, V, 117; Ibnu'l-Cevzi, Tef-
sir, VI, 165-176; îbnul Esir, el-Kâmil, 1,231; tbn Kesir, el-Bidaye, II,
21-24; İbn Kesir, Tefsir, V, 229.
[159] tbn Kesir, el-Bidaye, II, 21-22; es-Süyurİ,
ed-Dürru'l-Mensur, V, 105; el-Ahısi, Tefsir, XIX, 189.
[160] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 67; el-Alusi, Tefsir, XIX, 189.
[161] Îbnu'1-Esir, el-Kâmİly I, 232.
[162] el-Aîusi, Tefsir, XIX, 189; Malikiler insanların
cinlerle evlenmesini caiz görürler, (bkz. îbnu'l-Arabİ
Ahkâmu'l-Kur'an, III, 1444; el-Kurtubi, Tefsir, X, 289; XIII,
182-83,213; el-Alusi, Tefsir, XIX, 189)
[163] İbn Kesir, el-Bidaye, II, 21.
[164] el-Alusi, Tefsir, XIX, 189.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 211.
[165] Ebu Davud, Edeb 164; ibn Mace, Sayd 10; ed-Darimi,
Edahî, 26.
[166] islâm Ansiklopedisi "hüdhüd" maddesi.
[167] et-Taberi, Tefsir, XIX, 143; Tarih, II, 576 v.d.;
İbnu'I-Cevzi, Tefsir, VI, 163; İbn Kesir, Tefsir, V, 227-
28.
[168] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 211-212.
[169] en-Neml, 27/20.
[170] et-Taberi, Tefsir, XIX, 144.
[171] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 212.
[172] es-Salebi, Arais, s. 277; el-Beğavi, Tefsir, V, 115.
[173] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 212.
[174] es-Saîebi, Arais, s. 277; el-Beğavi, Tefsir, V, 116;
ez-Zemahşeri, Tefsir, IH, 358-59; el-Hakim, el-Müstedrek, II 405; er-Razi,
Tefsir, XXIV, 189; Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 65; el-Hazin, Tefsir, V, 116;
el-AIusi, Tefsir, XIX, 183.
[175] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 65; el-Alusi, Tefsir, XIX, 183.
[176] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 213.
[177] tbn Kesir/Tefsir, IV, 374; V, 228; eş-Şevkani,
Fethu'l-Kadir, IV, 135.
[178] îbn Kesir, Tefsir, IV, 374.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 213.
[179] es-Salebi, Arais, s.277; el-Beğavi, Tefsir, V, 116;
eUHazin, Tefsir, V, 116-17.
[180] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 213-214.
[181] et-Taberi, Tefsir, XIX, 151; Ibnu'1-Esir, el-Kâmil, I,
234; Ibn tyas, BedaiVz-ZÜhur,s.l49. Belkıs'ın,
sarayının ölçüleri ve diğer tafsilat için bkz. es-Salebi, Arais,s.279.
[182] İbnu'1-Esir, el-Kâmil, 1,234.
[183] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 214.
[184] et-Tabresi, Tefsir, IV, 223.
[185] en-Neml, 27/42.
[186] İbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 177.
[187] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 214-215.
[188] en-Neml, 27/40.
[189] es-Salebi, Arais, s. 248; et-Tabresi, Tefsir, IV, 223;
ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 367; er-Razi,
Tefsir, XXrV, 197; el-Kurtubi, Tefsir, XIII, 204-205.
[190] Seyyid Kutub, Fi Zılâli'l-Kur'an, cüz 19,s.U9.
[191] eş-Şevkani, Fethu'l-Kadir, IV, 139.
[192] et-Tabresi, Tefsir, IV, 223; Ebu Hayyan,Tefsir, VII,
76-77; Ebussuud Efendi, Tefsir, IV, 132; eş-Şevkani, Fethu'l-Kadir, IV, 139;
Seyyid Kutub, Fi Zılali'l-Kur'an, cüz 19, s.149.
[193] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 76-77.
[194] et-Tabresi, Tefsir, IV, 223.
[195] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 215-216.
[196] Olay Kur'an'da epeyce detaylıca anlatılır (bkz.
en-Neml, 27/28 v.d.)
[197] et-Taberi, Tefsir, XIX, 155-158; Tarih, II, 581-82;
es-Salebi, Arais,s. 281-82, 286; et-Tabresi, Tefsir, IV, 221, el-Beğavi,
Tefsir, V, 121; İbnu'I-Cevzi, Tefsir, VI, 170-71; el-Alusi, Tefsir, XIX,
198-200.
[198] eş-Şevkâni, t'ethu'l-Kadir, IV, 137-138,140.
[199] el-Alusi, Tefsir, XIX, 200; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI,
171, not. 1
[200] ) İbn Kesir, Tefsir, V, 234.
[201] Remzi Na'na'a, el-İsrailiyyat, s,282.311.
[202] I. Krallar, 10/1-10.
[203] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 216-217.
[204] et-Taberi, Tefsir, XIX, 154,160; et-Taberi, tarih, II, 580,584; es-Salebi, Arais,s. 283; el-Beğavi, Tefsir,
V, 116,119,122; İbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 168,173; Ibn Kesir, Tefsir, V,
229-30,234.
[205] Sonuç, bunların çarpımından elde edilen 588 sayısının
sağına onaltı sıfır eklenerek okunur.
[206] Bu konudaki rivayet ve tenkidi İçin bkz. Îbnu'1-Esir,
el-Kâmil, 1,233-34.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 218.
[207] et-Taberi, Tefsir, XIX, 152; el-Beğavi, Tefsir, V,
119; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 364; İbn Kesir, Tef-
sir, V, 230.
[208] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 73.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 218.
[209] et-Taberi, Tefsir, XIX, 160-161; es-Salcbi,
Arais,s,279; el-Beğavi, Tefsir, V, 118; ez-Zemahşeri, Tefsir, İli, 360; İbn
Kesir, Tefsir, V, 230-235.
[210] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 67; el-AIusi, Tefsir, XIX, 190.
[211] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 219.
[212] en-Neml, 27/44.
[213] Aynı yer.
[214] et-Taberi, Tefsir, XIX, 152,166,168,169; Tarih, II,
583; tbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 165; el-Beğavi, Tefsir, V, 124; ez-Zemahşeri,
Tefsir, III, 370; tbn Kesir, el-Bidaye, II, 24.
[215] el-Kurtubi, Tefsir, XIII, 210.
[216] Aynı yer
[217] îbn Kuteybe, el-Me'ârif,s.554 (tahkik, Servet Ukkâşe,
Mısır 1960).
[218] îbn Kesir, el-Bidaye, II, 24.
[219] ibn Kesir,Tefsir, V, 240.
[220] el-Alusi, Tefsir, XIX, 210.
[221] tbn Kesir, el-Bidaye, II, 24.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 219-220.
[222] er-Razi, Tefsir, XXIV, 201.
[223] el-Kurtubi,Tefsİr, XIII, 210-211.
[224] en-Neml, 27/44.
[225] el-Beğavi Tefsir, V,. 125; el-Hazin, Tefsir, V, 125.
[226] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 220.
[227] Bazı kaynaklar genellikle elli küsur yıl üzerinde
dururlar; bkz. et-Taberi, Tarih, II, 597; Yakubi, Tarih, 1,60; tbnu'1-Esir,
el-Kâmil, I,244.
[228] el-Hakim, el-Müstedrek, II, 588; el-Beğavi, Tefsir, V,
113; et-Tabresi, Tefsir, IV, 214; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 160.
[229] ez-Zehebi, et-Telhis, II, 588; es-Süyuti,
ed-Dürru'1-Mensur, V, 103.
[230] İbn Kesir, el-Bidaye, II, 31.
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 221.
[231] Sebe', 34/14.
[232] et-Taberi, Tefsir, XXII, 75; Tarih, II, 595-97;
es-Salebi, Arais, s.291; el-Beğavi, Tefsir, V, 23-235; ez-Zemahşeri, Tefsir,
III, 574; et-Tabresi, Tefsir, IV, 383-84; İbnu'I-Esir, el-Kâmil, 1,243.
[233] et-Taberi, Tefsir, XXII, 74; Tarih, II, 594; İbn
Kesir, el-Bidaye, II, 31; es-Süyuti, ed-Dürru'1-Mensur,
V, 230.
[234] Elmahh, Tefsir, VI, 3954.
[235] Abdulvehhab en-Neccar, Kasasu'l-Enbiya,s.338-348.
[236] İbn Kesir, Tefsir, V, 538; İbn Kesir, el-Bidaye, II,
31; el-Alusi, Tefsir, XXII, 124.
[237] îbn Kesir, Tefsir, V, 536 (ravi hakkında geniş bilgi
için bkz. ez-Zehebi, Mizanu'l-İtidal, III, 73 v.d.).
[238] Durum bu olduğu halde Müstedrek yazan Hakim'in ilk
rivayet için, "bu isnadı sahih bir hadistir"demesine asla itibar
edilmemelidir (bkz. el-Müstedrek, II, 423).
Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları: 221-223.
[239] el-Kurtubi, Tefsir, XV, 204.
[240] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre
Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 223-224.