HZ. SÜLEYMAN.. 2

A- Hz. Süleyman Kimdir?. 2

1- Soyu: 2

2- Şekil ve Şemaili: 2

3- Hanımları ve Cariyeleri: 2

4- Hz. Süleyman'ın Bir Arzusu: 3

B- Allah'ın Hz. Süleyman'a Bahşettiği Bazı Hasletler. 3

1- Hz. Süleyman'ın Kuş Dilini Bilmesi: 4

2- Hz. Süleyman'ın Atları: 4

3- Hz. Süleyman'ın Üç Duası: 8

4- Rüzgârın Emrine Verilmesi: 9

5- Hz. Süleyman'a Verilen "Aynü'1-Kitr": 10

6- Timsaller ve Dalgıçlar: 10

7- Hz. Süleyman'ın Yağmur Duası: 11

1-Süleyman ve Nemle: 11

2- Hz. Süleyman'ın Harem-i Şerifte Kestiği Kurbanlar: 13

4- Hz. Süleyman'ın Cerade'nin Babasıyla Savaşması: 18

5- Hz. Süleyman'ın Yüzüğünü Çalan Cine Verilen Ceza: 18

6- Hz. Süleyman'ın Yüzüğünün Nakşı: 19

7- Süleyman'ın Tahtının Süsü: 19

8- Kışlasının Genişliği ve Eb'âdı: 20

9- Süleyman Mülkünün Genişliği: 20

10- Süleyman Ordusunun Günlük İaşesi: 21

11- Kubbe ve Hz. Süleyman: 21

12- Hz. Süleyman'ın Bir Çiftçi İle Konuşması: 22

13- Süleyman Şehri: 23

D- Belkıs Ve Süleyman (A.S.) 23

1- Belkıs'ın Anasının Cin Olduğu Söylentisi: 23

2- Hüdhüd ve Süleyman (a.s.): 24

a) Hz. Süleyman Hüdhüdü Niçin Aradı?. 24

b) Hz. Süleyman Hüdhüdün Yokluğunu Nasıl Anladı?. 25

c) Hz. Süleyman'ın Hüdhüde Vermeyi Tasarladığı Cezalar: 25

d) Hüdhüdün Adı: 25

e) Yemen Hüdhüdü İle Süleyman Hüdhüdiinün Konuşmaları: 26

3- Belkıs'm Sarayı: 26

4- Belkıs'ın Tahtının Getirilmesi: 26

5- Kitab İlmine Vâkıf Olan Kişi: 27

6- Belkıs'ın Hz. Süleyman'a Takdim Ettiği Hediyeler ve Bazı Sorular: 28

7- Belkıs'm Maiyeti: 29

8- Belkıs'ın Danışma Kurulu: 30

9- Belkıs'ın Tahtının Süsü: 30

10- Belkıs'ın Tırnağı: 31

11- Hz. Süleyman Belkıs ile Evlendi mi?. 32

E- Süleyman'ın Son Günleri 32

1- Öleceği Zamanı Sorması: 32

2- Ölümü Bildiren "Dâbbetü'1-Arz": 32

3- Hz. Süleyman Cennet'e Ne Zaman Girecek?. 34

 

 

 

 

HZ. SÜLEYMAN

 

A- Hz. Süleyman Kimdir?

 

1- Soyu:

 

Hz. Süleyman, Davud (a.s.)'un oğludur[1] ve babasına - malda değil[2] - saltanat ve nübüvvette varis olmuştur[3]

Anası, ibadete düşkün, saliha bir kadındı ve oğlu Süleyman'a "geceleri az uyumasını" öğütlemiştir; [4] zira geceleri uyumak kişiyi ahirette fakir bırakır.[5]          

 

2- Şekil ve Şemaili:

 

Rivayete göre Hz. Süleyman beyaz tenli, iri gövdeli, nur yüzlü bir zat olup tüy ve kılları çoktu. Beyaz elbise giyerdi[6]

 

3- Hanımları ve Cariyeleri:

 

Hz. Süleyman'ın hanımları ve cariyelerinin sayısı ile ilgili olarak verilen rakam­lar çeşitlidir:

a) 700 hanımı, 300 odalığı vardı[7]

b) 300 hanımı, 700 odalığı vardı.[8]

c) 300 hanımı, 900 odalığı vardı. [9]

Kitaplarında bu mübalağalı rakamlara yer veren müellifler, bu kadar hanımın hakkını eda için Hz. Süleyman'a yüz erkeğin şehveti verildiğine dair haberler de kaydetmişlerdir. [10] Bu konuda : "Bu bizim vergimizdir. Artık (dilediğine) hesapsız ver, yahut tut" ayetine[11] istinad ederler. Bu ayetten önceki kısımlarda ifade edildiğine göre Hz. Süleyman Cenab-ı Hak'tan, kendisinden başka hiç bir kimseye layık gö­rülmeyen "bir mülk ve saltanat" talebinde bulunmuş ve bu talebi müsbet olarak ne­ticelenmiştir. Bu talebi ifade eden ayetten sonraki üç ayet, Hz. Süleyman'a bahşedi­len şeyleri[12] dile getirir. Bunlardan hemen sonra da Allah: "Bu, bizim vergimizdir. Artık (dilediğine) hesapsız ver, yahut tut" buyurur. Müteakip ayette de Hz. Süley­man'ın Allah'a yakınlığı ve akıbetinin hayırla dolu olduğundan bahsedilir. Yukarı­da meali verilen ayetlerde, Hz. Süleyman'a verildiği söylenen şehvet ve erkeklik gücüne - dolaylı da olsa - en ufak bir işaret yoktur[13]. Büyük müfessir allâme Ta-beri (v. 310 H.) tefsirine bahsi geçen ayetle ilgili rivayetleri kaydettikten sonra iki yerde tercih yapma ihtiyacı duyar ve Hz. Süleyman'a verilen şeyin "şehvet" değil "mülk ve saltanat" olduğunu ifade eder[14]

Hz. Süleyman'ın eş ve cariyelerinin toplam "bin" olduğu yolunda tefsirlere ge­çen rivayetlerin kaynağı Kitab-ı Mukaddes'tir. I. Krallar (bab. 113)'da aynen şöyle denir:"... Ve onun 700 karısı kral kızı olup, 300 de cariyesi vardı". Sahih hadis mec­mualarında ise Hz. Süleyman'ın 90 hammından[15]bahsedilmiştir[16]

Ebu Hayyan, haklı olarak Hz. Süleyman'la ilgili 1000 hanım rivayetlerine dikka­ti çeker ve bu tip şeylerin sahih nakillere muhtaç olduğunu söyler. [17]      

 

4- Hz. Süleyman'ın Bir Arzusu:  

                                                                        

Merfu ve mevkuf olarak rivayet edilen bir hadise göre bir gün Hz. Süleyman şöyle bir arzu izhar eder: "Vallahi bu gece 70 (60,90,100) kadını dolaşırım da, onla­rın her biri Allah yolunda vuruşacak birer süvari dünyaya getirir" diye yemin etti. Kendisine: "inşaallah de!" denildi. Süleyman "inşaallah" demeyi unuttu ve bütün hanımlarını dolaştı. Sonuçta hanımlarından sadece biri hamile kaldı. O da"eksik doğumlu" bir çocuk dünyaya getirdi. Hz. Peygamber: "Eğer Süleyman "inşaallah" deseydi, o kadınlardan herbiri, muhakkak süvari olacak ve Allah yolunda savaşa­cak birer oğlan doğururdu" dedi.[18]

Bazı haberlerde, Hz. Süleyman'ın yukarıdaki arzuyu 700 ve 1000 hanım için iz­har ettiğine yer verilir. Bu rivayetler hem sahih haberlere zıtlığı ve hem de en seri şekilde de olsa, bir gecede, bu kadar çok sayıda kadını dolaşmanın imkansız olu­şundan dolayı kabule şayan bulunmamıştır.[19]

"înşaallah" dememenin çocukların doğumunu engellediğini ifade eden haber ile, 70 kadını bir gecede "dolaşma"nın mucize ile izah edilmek istenmesi eleştirile­re sebeb olmuştur.[20] 

 

B- Allah'ın Hz. Süleyman'a Bahşettiği Bazı Hasletler

 

Ehl-i Kitab, Hz Süleyman'ı peygamber olarak tanımaz[21]. Kendisinden Kitab-ı Mukaddes'te daima "kral" olarak bahsedilir[22] Kur'an-ı Kerim ise Süleyman (a.s.)'ı vahye mazhar peygamberler arasında sayar[23]; kendisine bahşedilen nimetlerden bazısını dile getirir: [24]

 

1- Hz. Süleyman'ın Kuş Dilini Bilmesi:

 

Nemi Suresi'nin 16. ayetinde Süleyman (a.s.): "...Ey insanlar, bize kuşların dili (=manhku't-tayr) öğretildi. Bize her şeyden behre verildi..." der.

Kuşların, hayvanların ve haşeratm dilini bilmesi Hz. Süleyman'a Allah'ın bah­şettiği bir mucizeydi'[25]. Ona bu mucize sayesinde, kuşların hislerindeki münase­betleri sezecek kadar derin ve uzaklardaki cüz'i şeylere nüfuz edecek kadar yük­sek bir his ve idrakle birlikte, aynı zamanda kuşların tabiatı olan "uçma"nm ilmi öğretilmişti[26]

Süleyman'a kuş dilinin öğretilmesi kesin olmakla birlikte işin detayları ve nasıl olduğu bizce meçhuldür. Vaziyet bu olmakla birlikte bazı tarih ve tefsir kitaplarına Hz. Süleymanın muhtelif kuşların ötüşlerinin ve hareketlerinin ne manaya geldiği­ni açıklayan haberler dercedilmiştir.[27]'. Mesela:

Tavus kuşunun öttüğünü duyan Süleyman (a.s.): "Nasıl muamele edersen, öyle karşılık görürsün"; Çavuşkuşunun ötüşünü: "Ey günahkârlar, Allah'a istiğfar edi­niz"; Bağırtlak kuşunun ötüşünü : "Sükut eden selâmete ulaşır"; Horozun ötüşünü: "Ey gafiller, Allah'ı zikredin"; Doğanın Ötüşünü: "Ey ademoğlu, dilediğin gibi yaşa, sonun ölümdür" diyor tarzında manalandırmiştır.

Müfessirlerin eserlerine almış oldukları bu tür rivayetlerin doğruluğunu Allah bilir[28]. Çünkü bunları doğrulayacak delilere malik değiliz.

Bazı haberlerde Hz. Süleyman'ın nebatların dilini de bildiği söylenmişti; lakin bu konuya dair de elimizde sahih haberler yoktur[29]Tevrat'da Hz. Süleyman'ın ağaçlar, otlar ve balıkların da dilini bildiğine dair bir cümle vardır (I. Krallar, 4/. 33). Son rivayet muhtemelen Tevrat'dan veya Ehl-i Kitab'tan naklen İslami eserle­re geçmiş olabilir. [30]

 

2- Hz. Süleyman'ın Atları:

 

Kur'an-ı Kerim, Hz. Süleyman'ın atlarından şöyle bahseder: "Hani ona öğleden sonra, bir ayağım tırnağı üstüne dikip üç ayağının üzerinde duran süratli koşu atları gös­terilmişti de, ("-Gerçek ben, mal (yani at) sevgisine sırf Rabbimi zikretmek için düştüm"-) demişti. Nihayet (bu atlar) perdenin arkasına gizlenmişlerdi. (Dedi ki) : ("Onları bana döndürün"-). Hemen ayaklarını, boyunlarını sıvazlayıp okşamaya başladı "[31]

Atın üç ayağını yere basıp, dördüncünün tırnağını dikerek duruşu, en güzel du­ruşu ifade eder ki bu hal ekseriya safkan arap atlarında görülür. Ayette bir de Sü­leyman'ın atlarının güzel koştuğuna İşaret edilmiştir. En fazla beğenilip övülen iki sıfatı dile getirilen bu atların sayısı hakkmda hayli değişik rivayetler vardır:

a) 20 tane idi[32];

b) Kanatlı 20 at id[33];

c) Bin tane idi[34];

d) 13 bin idi[35];

e) 20 bin idi[36];

f) Kanatlı 20 bin at idi[37]

Bu atların Hz. Süleyman'a nereden geldiği de merak konusu olmuştur:

a) Kelbî'den gelen bir rivayete göre bu atlar Hz. Süleyman'ın Dımeşk ve Nusay­bin'e yaptığı bir seferden ganimet olarak ele geçmiştir.

Bu rivayet sahih hadiselere aykırıdır. Zira Hz. Peygamber, harp ganimetlerinin kendisinden önce hiçbir peygambere helal olmadığını beyan etmiştir[38]. Bu neden­le Kelbi'nin beyanını kabule imkan yoktur.

b) Mukatil'den gelen rivayete göre atlar Hz. Süleyman'a babası Davud (a.s.)'dan miras kalmıştır. Davud da bunları Amalika ile yaptığı bir cenkten elde etmişir.

Bu rivayet de, peygamberlerin miras bırakamayacağı yolundaki hadise[39] aykı­rı olduğu için kabule şayan değildir.

c) Atların kanatlı olduğu ve Hz. Süleyman için denizden çıkarıldığı söylenmiştir.[40]

Bu haberi de kabule yarayacak herhangi bir tutamağa malik değiliz.

İşin doğrusu, Hz. Süleyman'a atların şu veya bu yoldan geldiği tarzındaki dedi­koduları bir kenara atmaktır. Diğer peygamberlerin sahib olduğu şeyler nereden gelmişse, Hz. Süleyman'a da oradan gelmiştir[41]. Aksi davranışlar hatalıdır ve ihti­maller peşinde koşmak boş gayretlerdir.

Hz. Süleyman'ın atlarının kanatlı olduğu yolunda da rivayetler vardır. Bunlar da gerçekten çok "garip" rivayetlerdir. Hz. Peygamber'den mervi sahih haberler ol­madığı için[42] bunları da kabule imkan tasavvur olunamaz.

Hz. Peygamber Tebük (veya Hayber) gazasından dönüşünde, Aişe validemizin oyuncakları arasında, paçavradan kanat takılmış bir at görür ve Hz. Aişe'ye bunun ne olduğunu sorar, "at'tir" der. Kanatlarını kasdederek "üzerindeki nedir ya?" de­yince, "kanat'tır" cevabını verir. Hz. Peygamber: "Kanatlı at öyle mi? " deyince de Aİşe validemiz: "Sen Süleyman'ın kanatlı atlarının bulunduğunu duymadın mı?" der. Bu söze Efendimiz yan dişleri görülünceye kadar güler. [43]

Hz. Süleyman'ın atlarının kanatlı olduğuna dair Hz. Aişe'nin bu sözüne Hz. Peygamber sadece gülmüştür. "Evet öyledir" demediği gibi red de etmemiştir. "Ka­natlı at ha!" demesine bakılırsa bunu kabul etmediği neticesine varılır. Süleyman'ın atlarından ve onların kanatlarından bahsedenlerin, Hz. Aişe'den rivayet edilen bu hadise istinad ettiklerine rastlanmamıştır. Hadisin sarihleri de buna hiç temas et­memişlerdir. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Süleyman'ın atlarının kanatlı olması sadece bir söylentiden ibarettir.

Hz. Süleyman'ın bu güzel atları kesip -kesmediği konusu da uzun münakaşala­ra sebeb olmuştur. Atlardan bahseden iki ayetin (-"Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atlan sunulmuştur. Süleyman: "Doğrusu ben bu iyi mallan, Rabbimi anmayı sağla­dıkları için severim" demişti. Koşup, toz perdesi arkasında kayboldukları zaman: "Artık ye­ter, onları bana geri getirin" dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başlamıştı"-). Ayette geçen "toz perdesi arkasında kaybolma" ile "bacaklarını ve boyunlarını sı­vazlama" ifadelerinden neyin kasdedildiği açık değildir. Bazıları, "toz perdesi arka­sında kaybolma" dan maksat güneşin batmasıdır; "bacaklarını ve boyunların sıvaz­lama" da, kılıçla atları doğramasıdır, demişlerdir. Bunlara göre olay şöyle cerayan etmiştir: Hz. Süleyman Dımeşk-i Şam ve Nusaybin yöresine ordusuyla sefer etmek istediğinde, öğle vaktine mahsus ibadetini eda ettikten sonra tahtı üzerine otura­rak harp aletlerini ve gerekli hazırlıkları kontrol ederken sıra atlara gelmiş ve tam bu sırada da ikindi ibadetinin vakti girmişti. Atları teftiş edip onların resmi geçitle­rini tamamlayıncaya kadar da vakit geçmişti. Vaktin geçtiğini farkedince, son dere­ce üzülmüş ve kendini kınayarak: "Ben atlara, bir hayra bağlanırcasına bağlandım.

Onlar beni Allah'ı zikirden alıkoydular. At sevgisini Allah'ın zikrine tercih etmiş oldum. Güneş battı. Getirin atları bana" demişti. Atlar gelince kılıcını çekmiş ve hepsinin ayaklarını ve boyunlarını doğramıştı. Bundan maksadı, at sevgisini kal­binden tamamen atmak ve Allah'ın hoşnutluğunu temin için, geçirdiği zikrine kef-faret  olsun diye atların etlerini sadaka olarak dağıtmaktı. [44]

Diğer bazıları da, ayette geçen "toz perdesi arkasında kaybolma", koşturulan at-Iarm gözden uzaklaşması, ufukta veya arkada bıraktıkları toz ve duman bulutu içinde kaybolmaları; "bacaklarını ve boyunlarını sıvazlama" da, tekrar huzuruna getirilen atların sevgi ve şefkatle taranması, okşanması demektir, demişlerdir.

Bunlara göre de olay şöyle cerayan etmiştir:

Süleyman (a.s.) harbe gideceği bir seferinde atları teftiş için kürsüsüne oturmuş­tu. Atların hazırlanmasını ve idman için koşturulmasını emretti. Onlara şöyle baktı ve "Benim atlara karşı sevgim dünya için değildir; Allah'ın emrinden ve O'nun di­nini takviye etmek arzusundan dolayıdır" demişti. Sonra atları yine koşturdu, bun­lar uzaklaşıp gözden kayboldular. Bundan sonra da süvarilere, atların kendisine geri getirilmesini emretti. Atlar gelince ayaklarını ve boyunlarını sığadı, taradı. Böylece Hz. Süleyman atların şerefini ortaya koymuş, onlarla bizzat ilgilendiğini göstermiştir. Bu aynı zamanda, atlara süvarilerin İyi bakmasını anlatmak, memle­keti idare ve korumada padişahların kendi elleriyle işe girişmelerinin ehemmiyeti­ni göstermek gayesine matufdur. Her türlü harp alet ve teçhizatının noksanlıkları­nı bizzat başkumandan olarak görmek ve bu arada atların eksiğini ikmal, hastalık ve sakatlıklarının bulunup bulunmadığını kontroldür. Yukarıda mealleri verilen ayetlerde geçen atlarla ilgili tefsir bundan ibarettir. Bunun dışında bir mana, Kuf'an'ın hem lafzına ve hem de ruhuna aykırıdır. Sonuç olarak Hz. Süleyman at­ları kesmemiştir. [45]

Konu ile ilgili ihtilafların menşei ayetteki "meseha" fiilidir. Bu kelime Arap di­linde, birşeyi okşamak, taramak anlamına geldiği gibi, kesmek manasına da gelir. [46] Hz. Süleyman atlarını kesti diyenler, ayette zikredilmediği halde "güneş" ten bahsediyorlar. Ayrıca bunlar ayetteki zikre "namaz" manası veriyorlar ki, keza bu da kesin değildir. [47] Atların - hangi sebeple olursa olsun - Allah yolunda kurban edilmesi muhakkak ki, iyi bir kulluk örneğidir ve Hz. Süleyman lehine bir puan­dır. Eğer bu kurban ediş, harbe sürmek suretiyle öldürülmüş olmaları ise, hem gü­zel bir mana, [48] hem de Süleyman (a.s.)'m faziletine bir delildir. Ayeti her iki istika­mette tefsir etme - tefsir tarzını haklı çıkaracak elde delil bulunmadığı için - kat'î değildir; kesin bir şey söylemek fmkânsızdır. [49]

Yalnız ayeti "kesme" istikametinde manalandırma Hz. Süleyman'ı töhmet altına alma gibi bir netice tevlid eder. Şöyle ki:

a) Hz. Süleyman namaz gibi farz ibadeti terketmiş olur;

b) Namazı unutacak tarzda dünyaya düşkün, alelade bir insan seviyesine iner. Bilindiği gibi, insanı Allah yolundan alıkoyacak veya ibadetlerini unutturacak de­receye varan dünya kötülenmiştir. Hz. Peygamber: "Aşırı boyutlara varan dünya mu­habbeti her türlü kusurun başıdır" buyurmuştur. [50]

c) Hz. Süleyman böyle büyük bir günah işlemişse tevbe etmesi gerekirdi. Hal­buki ayette bundan bahis yoktur;

d) Eski devir muharebelerinde atlar savaş sonucunu belirlemede önemli rol oy­nuyorlardı. Bir kumandanın veya devlet başkanının sudan sebeplerle ordunun can daman olan atları sefer arafesinde elinden çıkarması ve onları saf dışı bırakması, kendi eliyle birliklerinin imhası demektir. Peygamberler bu tip ihtiyatsızlıklardan münezzehtir.

e) Bir gün bu ayetin tefsirini İbn Abbas Hz. Ali'ye sormuş; o da soru sahibine: "Bu ayetle ilgili olarak senin bildiğin nedir?" deyince İbn Abbas, Kâ'bu'l Ahbar'dan Hz. Süleyman'ın atlarım kestiğine dair öğrendiklerini anlatınca Hz. Ali: "Kâ'b ya­lan söylemiş; Süleyman (a.s.) cihada gideceği zaman atlarım teftiş etti; onları okşa­dı. Peygamberler temiz ve masum kişilerdir. Ne zulmederler ve ne de zulmü emre­derler" dedi[51].

f) Farz bir ibadeti terketme gafletinden sonra Hz. Süleyman'a suçsuz, masum atları kestirmek şüphesiz ona ikinci bir kusuru yüklemek olur. Hata üstüne hata­dan peygamberler münezzehtir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber yemek ihtiyacı dı­şında hayvanların canına kıymayı da menetmiştir[52].

Bunlar, Kur'an'm lafzı hiç birine delalet etmediği halde Hz. Süleyman'a nisbet edilen büyük suçlardır. Kısaca söylemek gerekirse, Hz. Süleyman'ın şeriatinde tıp­kı bizim dinimizde olduğu gibi at beslemek mendup idi. Muharebe için beslenen bu atları teftiş için koşturdu ve sonra dönüp geldiklerinde onları okşadı, memnuni­yetini izhar etti. Fahruddin Razi'nin konu ile ilgili dikkate şayan bir kaç cümlesi şöyledir: "Ayete bu türlü mana vermek Kur'an'm lafzına tamamen uygundur. Hz. Süleyman'a nisbet edilen münker şeyler bizi ilzam etmez. Ben bazı kimselerin bu tür garip haberleri, akılsızca yapılan yorumları (özellikle peygamberler hakkında) nasıl tecviz ettiklerine cidden şaşıyorum. Akıl da, nakil de bunları reddetmektedir. Karşı görüş sahiplerinin bunları (görüşlerini) isbat için ellerinde delilleri olmadığı gibi şüphe ile bakabilecekleri tutamakları da yoktur"[53].

Büyük bilgin Taberi de rivayetler içinden atların kesilmediği görüşünü tercih etmiş ve Allah elçisinin "kesmek" suretiyle hayvanlara eziyyet etmeyeceğini, sebebsiz yere ve göz göre göre mallarını telef etmeyeceğini söylemiştir[54].

Hz. Peygamberin, Kıyamate kadar atda hayır olduğunu bildirmesine rağmen[55], Hz.-Süleyman'ın elindeki atlan kestiğini öne sürmek son derece sakat bir görüştür[56].

İbn Hazm da şöyle der: "Allah'ın bir nebze akıl verdiği kişinin bile yapmasına imkan olmayan bir işi nasıl olur da bir peygambere atfedebilirler? Bir peygamber kendisini namazdan alıkoydu diye atları nasıl doğrayabilir? Bu hurafedir, yalan ve yakıştırmadır... Şüphesiz bu, bir zındık uydurmasıdır. Zira bu haberde günahsız atları cezalandırma, faydalı ve işe yarar bir malı manasız yere telef etme vardır. Bir peygamber namazının geçmesine sebeb oldu diye, kendi hatasını günahsız ve suç­suz atlara çektirmez. Buradaki manasızlığı ve mantıksızlığı değil bir peygamber, yedi yaşındaki bir çocuk bile anlar. Sonra ayette, bahsedildiği şekilde at kesmeye ve namazı geçirmeğe dair de bir işaret yoktur"[57]    

 

3- Hz. Süleyman'ın Üç Duası:

 

Hz. Peygamber'in bildirdiğine göre, Süleyman (a.s.) "Beytü'l-Makdis"i yapıp bi­tirdiği zaman Allah'tan:

1) Allah'ın hükmüne uygun hüküm[58]

2) Kendisinden sonra hiç bir kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat;

3) Mescidine ibadet niyetiyle girecek herkesin, anasından doğduğu gündeki gi­bi günahlarından arınmasını dilemiş ve bu dilekleri kabul edilmiştir.[59]

Kur'an-ı Kerim Hz. Süleyman'a ait bu dileklerden ikisine temas eder. ŞÖyleki: Gece vakti çobansız bir sürünün bir tarlada meydana getirdiği zararla ilgili olarak Hz. Davud ve oğlu Süleyman (a.s.) ayrı ayrı hüküm vermişlerdi. Meselenin çözü­mü Allah tarafından Süleyman'a anlatılmıştı.[60]

Kur'an ikinci dileğe şöyle temas eder: Süleyman: "Rabbim! beni bağışla, bana ben­den sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulu­nansın" dedi.[61]

Hz. Süleyman'ın bu dileğine nail olduğuna müteakip ayetler işaret eder. Ayrıca Hz. Peygamber'in, bir çok hadis mecmuasında yer alan bir vakıası da bunu teyid eder: İbadetine engel olmak için namaz kıldığı esnada, kendisine hücum eden cin taifesinden bir ifriti zararsız hale getirdikten sonra onu mescidin direklerinden birine bağlamayı ve ashabına göstermeyi düşünmüş, fakat  kardeşi Süleyman pey­gamberin duasını hatırladığı için bundan vazgeçmiştir.[62]    

 

4- Rüzgârın Emrine Verilmesi:

 

Cenab-ı Hak bir ayette şöyle buyurur: "Bereketli kıldığımız yere doğru Süleyman 'in emriyle esen şiddetli rüzgârı, onun buyruğuna verdik"[63] Başka bir ayet bu rüzgârın Süleyman (a.s.)'ı sabahtan öğleye ve öğleden akşama kadarki zaman içerisinde mu-tad yürüyüşle birer aylık mesafeye (takriben 900 km.) götürdüğünü beyan eder.[64]

Bir çok müellif rüzgarın Süleyman'a, boğazladığı atlarına bedel olarak verildiği yolunda rivayetler kaydederler.[65] Hiç şüphesiz atlar da, emrine amade kılınan rüzgar da Hak Tealâ'nın Hz. Süleyman'a bahşettiği iki büyük nimettir. Yalnız bu iki nimet arasında böyle bir irtibatın varlığını düşünmenin doğruluk derecesini kestirmek cidden çok güçtür.

Söylentilere göre Hz. Süleyman'ın ahşaptan mamul bir döşemesi (bisat-taht?) vardı. Bir gezinti, bir sefer, bir kral veya düşmanla savaşmak gerektiğinde, lazım olan her şey bunun üzerine yüklenirdi. Bu öyle geniş bir döşeme idi ki, bütün (por­tatif ?) evler, köşkler, çadırlar, mallar, malzemeler, atlar, develer, ağırlıklar, ins ve cinden erkekler, kuşlar ve diğer hayvanlardan her şeyi istiab ederdi. Yükleme işi bitince rüzgara emreder, o da döşemenin altına girer ve onu havaya kaldırırdı. Muayyen bir yüksekliğe çıktıktan sonra, tatlı ve yumuşak esen rüzgâr onu alır gö­türürdü. Eğer daha seri bir hareket arzu edilirse, o zaman bu işi şiddetli esen rüz­gar yapardi.[66]

Kaynaklar, bir ihtiyaç halinde Süleyman (a.s.) için 600[67] veya 600 bin tahtın ku-rulduğunu[68] kaydederler. Tahtların kurulmasını müteakip önce insanların eşrafı gelerek Hz. Süleman'm yanındaki tahtlara, bundan sonra cinlerin eşrafı gelir ve in­sanlara yakın olan tahtlara oturur; sonra kuşları çağırır ve onlar da bu oturanlara gölge yapar; sonra da rüzgârı çağırırdı....[69]

Hz. Süleyman'ın bu ahşap tahtının bin rüknü bulunduğunu, her rükünde bir evin olduğu, her bir rüknün bin şeytanın omuzunda taşındığı da söylentiler arasındadır.[70]

Kaynaklar bir de, (1x1) fersah ebadında altun ve ibrişimden şeytanlarca dokun­muş bir halıdan bahsederler ki bu, Hz Süleyman'ın havada bir yerden bir yere git­mesinde kullanılırdı. Bunun üzerine Hz. Süleyman'ın oturacağı altun bir minber yerleştirilirdi. Bu minberin sağma konan altın koltuklara peygamberler; soluna ko­nan gümüş koltuklara da bilginler otururdu. Ulemanın etrafında diğer insanlar, in­sanların etrafında da cin ve şeytanlar yerlerini alır ve bütün cemaate, güneşe karşı siper olurdu.[71]

Bunlar  ölçüsü, hesap ve kitaba gelmez rakamlar olup, büyük ihtimalle Hz. Sü­leyman'ı sevmeyenlerce uydurulmuş şeylerdir. Bin rükün, her rükünde bin ev. Her evde on askerin barındığı düşünülse, on milyon eder. On milyonluk bir ordu here-ye sığar? Böyle büyük bir orduya o gün için imkan ve lüzum var mıydı? Allah bilir...-

, Görüldüğü üzere Hz. Süleyman'ın mülk ve saltanatı konusunda bir hayli abart­malar mevcuttur. Bunların içinde sadece Allah'ın kitabında ve Hz. Peygamberin hadislerinde geçenlere itimad edilir[72]. Anlatılan bu gibi şeylerin sahih nakillere muhtaç olduğu unutulmamalı[73] ve bilinmeli ki, rüzgârın Süleyman'ın emrine amade kılınması konusunda pek çok rivayetler vardır ve bu rivayetlerde hakim unsur israiliyyattır; bu rivayetlerden sakınmak evla, Kur'an'ın nassı ile iktifa eşlem yoldur. Hakikatini bilmediğimiz ve tahkikten de uzak olduğumuz bu hurafelere girmedikçe Kur'an'ın beyanına bir şey ekleyemeyiz.[74]     

 

5- Hz. Süleyman'a Verilen "Aynü'1-Kitr":

 

Sebe'Suresi'nin 12. ayetinde Allah: "Aynü'î-Kıtr'ı ona sel gibi akıttık "buyurur. Bütün müfessirler bunun "erimiş bakır madeni" olduğunda müttefiktirler.[75] Bu sayede Hz. Süleyman kendisine lazım olan binaları, âlet ve edevatı, muhtemelen ordusunun teçhizatını kolaylıkla yapmaya ve temine muvaffak olmuştur. Bakır madeni hangi bölgede aktı, nereye aktı, akması ne kadar zaman devam etti gibi bir takım sorular ve bunlara cevap teşkil eden rivayetler varsa da, bunları bir kena­ra atmak icabeder. Çünkü kesin, güvenilir sonuca ulaşmak mümkün değildir.

Bakır madeni bir mucize olarak Hz. Süleyman'a cidden bir pınar gibi mi akıtıl di? Yoksa bu, Süleyman (a.s.)'m ilim ve fen yardımıyla bakırı eritmesinden kinaye midir? sorusu da zihinleri hayli meşgul etmiştir. Fahruddin er-Razi bu işi mucize olarak düşünmeyenleri kınar ve bunları inanç zayıflığı ve Allah'ın kudretine iti-madsızlıkla itham eder[76]. Aksi görüşün sahipleri içinde bakırın illim ve sanatla akıtılmış olmasını peygamberlik makamı için daha mühim görenler de vardır.[77]

Bakır madeninin ilk kez Süleyman (a.s.)'a,verilmiş olduğu yolunda da görüşler varsa da bunlar kabule şayan değildir. Zira ondan önce de bu maden vardı ve Zül-karneyn'e verilmişti.[78]  

 

6- Timsaller ve Dalgıçlar:

 

Kur'an'ı Kerim Süleyman (a.s.)'a iş gören bazı cinlerin ram edildiğini bildirir ki bunlar, ona, mihrablar (mescidler), timsaller, havuz büyüklüğünde çanaklar, sabit kazanlar yaparlardi.[79]

 Timsâl: Canlı veya cansız bir şeyin aslına benzer biçimde yapılan herhangi bir suretidir. Bazı rivayetlere göre buradaki temâsil (=timsâller), peygamberler ve in­sanların suretleridir. Halk görsün de onlar gibi ibadet etsinler diye bakırdan, pi­rinçten, mermerden yapılır ve mescidlere konurmuş. Ve bunların yapılmasına Hz. Süleyman'ın şeriatı müsaitmiş. Bununla beraber "temâsil"in canlı suret olması şart değildir. Ağaç gibi cansız resimler ve manzaralar olması da caizdir.[80] Nitekim Fahruddin er-Razi yalnız "nukuş" (=nakışlar) demekle yetinmiştir[81]. Timsâllerin, minyatür cinsinden olması da mümkündür.

Cinlerin Hz. Süleyman için yaptıkları, onların aynı zamanda sanatkar ve elleri­ne iş yakışır, belli bir seviyede hesap-kitap, ilim-irfan sahibi olduklarını ifade eder. Ve yine aynı ayetler Hz. Süleyman'ın halka son derece şefkatli, onların huzurunu ön planda tutan ve düşünen bir kişi olduğunu da ifade ederler. İri iri çanaklar, ha­vuz büyüklüğünde yerinden kalkmaz çömlek, tencere ve kazan gibi kapların yapıl­ması, Hz. Süleyman'ın fakir dostu olduğunu, kurulan muazzam sofralarda halkın ağırlandığını ifade eder.[82]

Kur'an-ı Kerim Hz. Süleyman'a şeytanlardan bina ustaları, dalgıçlar ve fesadla-rına meydan verilmeyecek bir surette sıkı kontrole tabi olan diğerlerinin deram edildiğini bildirir ki[83], rivayetlere göre dalgıçlar, Hz Süleyman'a denizlerde bulu­nan her çeşit süs eşyasını, cevher ve incileri bulup çıkarırlardı.[84]

Şeytanların Hz. Süleyman'ın emrine ram edilmesinden sonra onun için yaptık­ları ve bunların nelerden ibaret oldukları yolunda bir çok rivayetler varsa da bun­lara itibar etmemek, Kur'an'm nassı ile yetinmek ve dolayısıyla hurafelere dalma­mak en hayırlı iştir[85]. 

 

7- Hz. Süleyman'ın Yağmur Duası:

 

Rivayetlere göre Hz. Süleyman bir gün ümmetinden bir grupla yağmur duasına çıkmış. Yolda, sırt üstü yere yatmış, ayaklarını semaya kaldırmış bir karınca gör­düler. Karınca şu mealde dua ediyordu: "Ya Rab, bizler de Senin yarattığın mahlu-kattamz; Senin rızkına, rahmetine muhtacız. Ya yağmur yağdırır bizi sularsın veya yağdırmaz helak edersin!". Hz. Süleyman arkadaşlarına: "Dönün, (karıncayı kasdederek) sizin dışınızdakilerin duası bereketiyle yağmura kavuştunuz" dedi.[86]      

 

1-Süleyman ve Nemle:

 

Hz. Süleyman maiyetiyle bir sefere çıktığında yolları "Karınca Vadisine" uğrar. Süleyman ve ordusunun kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu gören bir karın­ca (muhtemelen reis durumunda olan biri) : "Ey karıncalar, yuvalarınıza girin. Sakımn, Süleyman ve Ordusu -farkında olmayarak- sizi çiğnemesinler!" dedi. Hz. Süleyman onun bu sözüne hafifçe güldü...[87]

Bu ayetlerde bir karıncanın, kendi hemcinslerini, Süleyman (a.s.)'ın ordusu tara­fından çiğnenmesinler diye uyardığını görüyoruz. Kur'an-ı Kerim ve hadisi şerifr, lerde bunun dışında her hangi bir bilgi mevcut değildir. Buna rağmen tarih ye tef-. sir kitaplarına konuyla ilgili yığın yığın malumat dercedilmiştir.

Rivayetlere göre Hz. Süleyman karıncanın, ayaklar altında ezilmemeleri için hemcinslerine "yuvalarınıza girin" sözünü üç mil mesafeden duymuştur[88] Bir peygamber olarak Hz. Süleyman'ın karıncanın sözünü veya işaretini, veyahut da içinden geçeni duyması, bilmesi normaldir. Ama bu rivayet aynı zamanda karınca­nın Süleyman ve ordusunun gelişini üç mil gibi çok uzak bir mesafeden bilmiş ve anlamış olması demektir ki, bu normal değildir. Akla hayli uzak görünen bu habe­rin inkarında hiç bir zarar yoktur[89], bilakis fayda vardır.

Vehb İbn Münebbih Hz. Süleyman'ın karıncaya "Bisat" üzerinde iken Taif vadi­sinde rastladığını söylemiştir. Bazılarına göre de vadi Şam'dadır.[90]

Bu söylentiler hiç bir değer ifade etmezler. Hz. Süleyman karıncaya nerede rast­larsa rastlasın bu bizi ilgilendirmez. Vadinin şu veya bu olması da mühim değil­dir. Vehb İbn Münebbih'e varan rivayete göre Hz. Süleyman karıncaya rastladığı zaman "Bisat" üzerinde idi, deniliyor. Böyle olsaydı havada seyahat eden Hz Sü­leyman ve maiyyetini karınca nereden görecekti? Niçin çiğnenmekten bahsedecek­ti?.[91] Bu rivayet ayetin manası ile zıddiyet arz etmektedir.                

Hiç bir önemi olmadığı halde karıncanın büyüklüğünden de söz edilmiştir. Gü­ya o, deve[92] veya kurt büyüklüğünde imiş[93]. Halbuki asıl ve meşhur olan Nem-le'nin küçük olmasıdır.[94] Kıssacıların hiç bir delile dayanmadan aktardıkları ve mübalağaya düştükleri bu haber Ehl-i Kitab'dan alınmıştır[95].

Topal olduğu söylenen Nemle[96] "eş - Şeysan" veya "Şeysaban" oğulları kabile­sinden olup[97] adı Cisr= Cers veya Tahıye'dir.[98]

Bunlar son derece önemsiz şeylerdir; yalan yanlış söylenmiş söz ve kıssalardan ibarettir[99]. Karıncalar cemiyet halinde yaşayan canlılardan iseler de, onların şu ve­ya bu isimle kabilelere ayrıldığı ve kabilenin her ferdine özel isimler verildiği du­yulmuş şey değildir[100]. Bunlar cidden lüzumsuz ve manasız rivayetlerdir.

Karıncanın kanatlı olduğu ve kuşlar arasında bulunduğu yolunda da rivayetler varsa da[101] bunlara itibar etmemek gerekir.

Ebu İshak es-Salebi'nin "bir kitapda gördüm" kaydıyla anlattığına göre Hz. Sü­leyman Nemle'ye karıncaları "yuvalarınıza girin" diye niçin uyardın? Zulüm ede­ceğimden mi korktun? Benim adil bir peygamber olduğumu bilmedin mi? Niçin "Süleyman ve ordusu sizi ezmesin" dedin? tarzında bir takım sorular sorar. Nemle de: "Onlar bilmeden, farkına varmadan" dediğimi duymadın mı?" der ve "ben ne­fislerin değil, kalplerin kırılmasını kasdettim; sana verilen nimetleri görürler de ay­nısını isterler, dünyaya aldanırlar böylece de Allah'ı teşbih ve zikirden vazgeçerler" şeklinde maksadını izah eder. Bunun üzerine Hz. Süleyman Nemle'ye: "Bana nasi­hat et!" der. Nemle, babasına Davut; kendine de Süleyman isminin verilme sebebi­ni bilip bilmediğini sorar, bunlara Hz. Süleyman "bilmiyorum" cevabını verir ve Nemle'nin izahlarını dinler. Nemle aynı şekilde Allah'ın kendisine rüzgârı müsah-har etmesinin nedenini sorar; yine "bilmiyorum" cevabını alır ve sebebini izah eder. Sonra hızlıca kavmine (karıncalara) varır ve Hz. Süleyman'a hediye edebile­cekleri bir şeyin olup - olmadığını sorar. Onlar yanlarında bir tek "köknar yemişi" (=Arabistan kirazı)'nden başka bir şey olmadığını söylerler. Onu ağzına alır ve sü­rükleyerek götürmeye çalışır. Allah'ın emriyle rüzgâr onu alır ve bisat üzerinde se­yahat etmekte olan Hz. Süleyman'ın önüne bırakır. Ağzıyla getirdiği yemişi Hz. Süleyman'ın avucuna koyar ve bu hakir hediyenin kabulü için dört beyitlik bir şiir söyler. Hz. Süleyman da ona bereket duasıyla karşılık verir. Karıncalar bu dua sa­yesinde Allah'a en çok şükreden ve çoğalan bir cemaat olurlar.[102]

Bunların doğruluğunu sadece Allah bilir.[103] 

 

2- Hz. Süleyman'ın Harem-i Şerifte Kestiği Kurbanlar:

 

Hikaye edildiğine göre Hz. Süleyman Beytü'l-Makdis'in inşaatı tamamlanınca maiyetiyle birlikte hac maksadıyla yola çıktı ve Harem-i Şerife vardı ve orada dile­diği kadar kaldı. Orada kaldığı müddetçe her gün beş bin sığır, beş bin deve ve yir­mi bin koyun kesti[104]. Yanında bulunan eşrafa buranın, sıfatı şöyle şöyle olan bir peygamberin mekanı olduğunu söyledi ve Hz. Peygamber'in sıfatlarından bazısını saydı; dinini ve ona inanacakların bahtiyarlığını anlattı; kendisiyle onun arasında kaç yıl olduğunu haber verdi.

Vehb îbn Münebbih'ten yapılan diğer bir rivayete göre de Hz. Süleyman maiye­tiyle hava yolculuğunda Yemene giderken Medine'ye varınca : "Burası ahir zaman peygamberinin hicret mahallidir; ne mutlu ona inananlara!" dedi ve yoluna devam etti. Mekke'ye varınca Kabe'nin etrafında tapmaya mahsus putlar gördü ve yine yoluna devam etti. Bunun üzerine Beyt ağladı. Allah vahy yoluyla ona niçin ağla­dığını sordu. Beyt de, bu peygamberin beraberindeki evliya ile kendisine uğradık­larını, putlara tapıldığmı gördükleri halde inip namaz kılmadıklarını şikayet tar­zında söyledi. Allah da, Hz. Peygamber'i burada çıkaracağını, Kur'an'ı burada inzal edeceğini söyleyerek ve Ümmet-i Muhammed'in bazı sıfatlarını sayarak onu teselli etti".[105]

Birbirine zıt bu iki haberdeki[106] mübalağalar gayet açık bir tarzda görülüyor. Hz. Süleyman hacca gitmiş, çokça kurban kesmiş ve Hz. Peygamber'in geleceğini müjdelemiş olabilir[107]; lakin, teferruatları isbatlamaya imkan yoktur. [108]

 

3- Hz. Süleyman'ın Kürsüsüne Atılan Cesed:

 

Bir ayette Cenab-ı Hak: "Andolsun biz Süleyman'ı imtihan da ettik: Tahtının üstüne bir cesed bırakı verdik. (Nice günlerden) sonra o, yine eski haline döndü" buyurur.[109]

Kürsüye atılan "cesed" konusu müfessirleri çok meşgul etmiş ve buna dair bir hayli değişik izahlara yer verilmiştir:

a) Söylentiye göre Hz. Süleyman'ın Cerade isimli bir hanımı vardı. Günün bi­rinde bu kadının akrabalarından biri ile bir başkası arasında dava konusu bir me­sele ortaya çıktı.   Hz. Süleyman kendisine arzedilen bu davada tarafsız davran­makla birlikte Cerade'nin akrabasının haklı çıkmasını arzu etti. Kalben de olsa bu iki kişi hakkında tarafsız davranmadığı için cezaya çarptırıldı. Allah vahiy yoluyla kendisine: "Yakında sana bir bela gelecektir" dedi. Hz. Süleyman bu belanın kendi­sine gökten mi, yerden mi geleceğini bilmiyordu.

b) Hz. Süleyman'ın hanımları arasında Cerade'nin seçkin bir mevkii vardı. Bu hanım bir gün Hz. Süleyman'a: "Kardeşimle falan kimse arasında bir dava vardır. Senin kardeşim lehinde hüküm vermeni arzu ediyorum" şeklinde bir teklifte bulundu. O da: "Peki" dedi. Fakat, hanımına söz vermekle'birlikte yine de tarafsız davrandı. İşte Hz. Süleyman bu konuda söylediği "söir'! sebebiyle belaya uğratıldı.

c) Hz. Süleyman Cerade'yi, yaptığı bir savaş sonunda esir etmiş ve kendine, ha­nım olarak almıştı. Bir kral kızı olan bu kadm, Hz..Süleyman'ın eşi olduktan sonra Müslüman olmuş yani Hz. Süleyman'a iman da etmişti. Yalnız gece-gündüz der vamlı ağlar ve ağlaması bir türlü bitmezdi. Süleyman; (a.s.) ona bir gün niçin .ağla^ dığını sordu. O da: "Babamı ve onunla beraber olduğum anları düşünüyorum. Nç olur, şeytanlara emretsen de, evimin içinde babamın heykelini yapsalar, ben de onunla teselli bulsam" dedi. Hz. Süleyman bu isteği kabul etti ve heykel yapıldı. Hz. Süleyman evden çıkınca Cerade ve hizmetçileri bu heykele taparlardı. Hz. Sü­leyman'ın evinde bu hal 40 gün devam etti. Hz. Süleyman işin farkına varchktarl sonra heykeli kırdı ve hanımını da cezalandırdı. Sonrada evinde cereyan eden bu halden dolayı Allah'a tevbe ve istiğfarda bulundu. Bu hadiseden sonra şeytân H"?-Süleyman'ın yüzüğüne musallat oldu ki, olay Ve'hb İbn Mûhebbih'e göre şöyle ce­reyan etmiştir.

Haberi olmadan evinde puta tapılmasma müteakip Hz. Süleyman temiz elbise­ler istedi. Kendisine, ipleri bakirelerce eğrilmiş, aybaşılı ve loğusa olan kadının eli değmemiş elbiseler getirildi; bunları giyip tek başına bir çöle gitti. Emri ile çölün belli bir yerine kül serpildi. Allah'a tevbe etmek kasdıyla küle yatıp yuvarlandı. Ağladı. Dua etti. İstiğfarda bulundu. Ve "Ya Rab, Davud hanedanına senden baş­kasına ibadet etmek yakışmaz; evlerinde senden başkasına el açılmaz!" dedi. Bu hal akşama kadar devam etti. Akşam vakti evine döndü Hz. Süleyman'ın Emine is­minde bir hanımı vardı. Abdest bozmak icap ettiği veya hanımlardan biriyle yalnız kalmak istediği zaman, ayak yolundan dönüp tekrar abdest alıncaya veya cünüp-lükten temizleninceye kadar yüzüğünü (mührünü) bu hanımına bırakırdı. Temiz7 lenmedikçe yüzüğüne dokunmazdı. Çünkü yüzüğü yeşil yakuttan olup, Cebaril tarafından verilmişti ve üzerinde, yazılı idi. Süley­man'ın mülk ve saltanatı yüzüğünde idi. Günlerden birinde yüzüğünü hanımı Emine'ye bıraktı. İşte bu sırada okyanusların sahibi olan Sahr isimli şeytan Süley­man kılığında gelip kadından yüzüğü istedi. Ondan şüphe etmeyen kadın yüzüğü verdi ve o da alır almaz parmağına taktı. Sonra gidip Hz. Süleyman'ın tahtına ku­ruldu. Derhal kuşlar, cinler, insanlar ve şeytanlar emrine ram oldular. Bu arada Hz. Süleyman işini bitirip geldi ve Emine'den yüzüğünü istedi. Kılık kıyafeti, fiz­yonomisi değişmişti. Emine: "Sen kimsin?" diye sordu. Süleyman: "Davud oğlu Sü­leyman dedi. Hanımı: "Yalan söylüyorsun! Sen Süleyman değilsin; Süleyman gelip yüzüğünü aldı; o, işte orada tahtında oturmaktadır" dedi. Hz. Süleyman başına ge­lenleri anladı ve dışarı çıktı. Sokaklarda dolaşıyor ve İsrail oğullarının kapılarına varıp: "Ben Davud oğlu Süleyman'ım" diyordu. Fakat bunu duyan herkes ona sö' vüp sayıyor ve başına toprak saçıyordu. Arkasından da: "Bakın şu deliye! Kendini Süleyman sanan şu serseriye!" diyordu. Bunun üzerine Hz. Süleyman şehirden ay^ rıhp deniz kenarına gitmekten başka çare kalmadığını anlayarak yola düştü. Orada deniz ürünleriyle uğraşanlara balık taşıyarak, hamallık yaparak hayatını kazanma­ya çalıştı. Gördüğü hizmete mukabil her gün kendisine iki balık veriyorlardı. O, bunlardan birini satıp parasıyla ekmek alıyor, diğerini de kızartıp karnını doyuru­yordu. Bu hal kırk gün devam etti ki bu Hz. Süleyman'ın evinde puta tapılma müddetidir. Hz. Süleyman'ın veziri olan Asaf İbn Berhıya ve İsrail oğullarının bil­ginleri, Allah düşmanı şeytanın bu 40 gün İçinde verdiği hükümleri yadırgadılar. Asaf bir gün "Süleyman'ın hükümlerinde siz de benim gibi tutarsızlıklar görüyor musunuz?"dîye sordu. Onlar da "Evet" dediler. "Durun" , dedi Asaf; "Ben hanımla­rına varıp umumi ve halka açık işlerinde olduğu gibi özel işlerinde de bazı garip­liklerin olup olmadığını sorayım". Hanımlarının yanma varıp: "Davud oğlu Süley­man'ın sizin hoşlanmadığınız işleri var mı?" diye sordu. Onlar: "Hayızlı hayızsiz demeyip bizlere yaklaşıyor ve gusül abdesti almıyor" dediler. Bu cevabı alan Asaf:", gerçek bu aşikar bir beladır" dedi. Sonra halk içine çıkıp: "Onun özel hayatı, umumisinden de betermiş" diye onları etrafa duyurdu. Kırk gün tamam olunca Hz. Süleyman kılığına bürünmüş Şeytan tahttan inip deryaya vardı ve yüzüğü parmağından çıkarıp suya attı. Yüzüğü bir balık yuttu. Onu avcı­lardan biri yakaladı. Süleyman o gün balıkçının hizmetini görüyordu. Akşam vakti ücreti karşılığı iki balık aldı ki bunlardan biri yüzüğü yutan balıktı. Hz. Süleyman balıklarını alıp iş yerinden ayrıldı. Her zamanki gibi birini satıp parasıyla ekmek aldı. öbürünü de kızartmak maksadıyla karnını yardı. İşte bu balığın karnında yü­züğü buldu ve parmağına taktı ve hemen secdeye kapandı. Yüzüğü takar takmaz derhal kuşlar cinler, insanlar ve şeytanlar etrafına toplandılar.

d) Hz.Süleyman fitneye uğratıldığı zaman yüzüğü elinden düştü. Mülkü bu yü­zükte idi. Yüzüğünü aldı ye eline taktı; yüzük tekrar düştü. Yüzüğün elinde dur­madığını gören Süleyman fitneye uğradığını kesin olarak anladı. Bu hale muttali olan Asaf, Süleyman'a: "Sen günahından ötürü belaya uğramışsın; artık yüzük se­nin elinde 14 gün durmaz. Sen Allah'a iltica et, yalvar. Ben tahtına oturur, seni Al­lah yarlığayıp mülkünü iade edinceye kadar işlerini görürüm" dedi. Asaf'in tavsi­yesine uyan Hz.Süleyman bir kenara çekilip Allah'a yalvardı; Asaf da yüzüğü parmağına takıp tahta geçti ve memeleketi 14 gün idare etti. Cenab-ı Hakkın Kur'anda anlattığı "cesed"den maksat Süleyman'ın katibi olan Asaf'tır ki kendisi ilim sahibi bir zat idi. Hz. Süleyman 14 gün sonra gelip yüzüğü Asaf'tan aldı ve parmağına taktı. Bu sefer yüzük parmağından düşmedi.

e) Said ibnu'l-Müseyyeb'den nakledildiğine göre Hz. Süleyman insanlardan üç gün gizlendi. Bunun üzerine Allah kendisine vahy yoluyla: "Ey Süleyman, sen kul­larımdan üç gün gizlendin; işleriyle ilgilenmedin; bu müddet içinde mazlumu za­limden kurtarmadın" dedi. Ravi bundan sonra "yüzük ve şeytan" hikayesini anlat­mıştır.

f) Eş-Şabi'ye göre Süleyman'ın mülkünün muvakkat olarak elinden alınmasına sebeb şudur: Bir gün Hz. Süleyman'ın bir erkek evladı dünyaya gelmişti. Bunu gö­ren şeytanlar bir toplantı yaparak "şayet bu çocuk yaşarsa, biz daha yıllarca çekti­ğimiz sıkıntılardan  kurtulamayız. (Zira babasının ölümünden sonra oğlu yerine geçer ve bizi çalıştırmaya devam eder). Bizim için tek çıkar yol bu çocuğu öldür­mektir" dediler. Şeytanların bu kararını öğrenen Sülayman, oğlunu alıp götürmesi ve muhafaza etmesi için buluta emir verdi. (Yine onun emriyle) rüzgâr onu aldı ve istenilen yere şevketti. Çocuk bu sayede şeytanların şerrinden kurtulmuş oldu. Al­lah Süleyman (a.s.)'ı şeytanlardan korktuğu için payladı. Neticede çocuk Öldü ve bir cesed halinde kürsüsüne atıldı. İşte Allah'ın Kur'an'da bahis konusu ettiği cesed budur (es-Sa'lebî, Arais,s.290-91).

g) "İnşaallah", demeyi unutarak hanımlarını dolaştıktan sonra dünyaya gelen yarım (eksik doğumlu) çocuğu Hz. Süleyman çok severdi. Bunun sebebi de doğan çocuklarının yaşamaması idi. Bir gün Azrail ile karşılaştığında: "Eceli geldiği za­man bu oğlumun ölümünü sekiz gün geciktirebilir misin?" dedi. Melek: "Hayır, fa­kat vefatından üç gün önce sana haber veririm" dedi. Vefatına üç gün kala Azrail haber verince Hz. Süleyman maiyetindeki cinlere: "Benim bu oğlumu Melekü'l-Mevt'den kim gizleyebilir?" diye sordu. İçlerinden biri: "Ben onu maşrık (doğu) da saklarım" dedi. '"Kimden saklarsın?" sorusuna da "Melekü'l-Mevf'den diye cevap verdi. Hz. Süleyman: "Onun gözü her şeyi görür" dedi. Bir diğeri, mağribde sakla­rım, dedi. Hz. Süleyman aynı şeyleri ona da söyledi. Bir başkası arzın yedinci ka­tında saklayabileceğini söyledi. Buna da diğerlerine söylediğini tekrar etti. Biri de : "Ben onu görülmeyen iki bulutun arasında saklarım" dedi. Hz. Süleyman: "İşte tek çıkar yol budur" dedi. Çocuğun eceli gelince Azrail yeryüzünün doğusunu, batısı­nı, denizleri aradı bulamadı. Nihayet onu iki bulut arasında bulup babasının tahtı üzerinde canını aldı. İşte "cesed" den maksat budur.[110]

Kur'an'da anılan bu cesedin ne olduğu ve bundan neyin kasdedildiği kesin ola­rak belli değildir. Konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber'den de bir açıklama yoktur. Söylenenlerin bir kısmı, mücerred ihtimaller ve "senedsiz" te'villerden öteye geç­memektedir.[111] Hurafelerden uzak kalmak düşüncesiyle bazı müfessirler cesed-den maksadın hadislerde bahis konusu edilen "yarım çocuk" olduğunu ifade edi­yorlarsa da[112] bunlarda da katiyet yoktur.[113] ve bazı yönleriyle tenkide müsaittir.[114] Ayette Hz. Süleyman'ın fitneye düşürüldüğü ve kürsüsüne bir cesedin atıldığı bildirildiğine göre böyle bir şey olmuş demektir. Ama bunun, şu veya bu diye kes­tirip atılmasına imkan yoktur. Muhtemelen Hz. Süleyman'ın Beytü'l-Makdis'i yap­tırdığı sırada inşaat işlerinde çalıştırdığı sanatkârlar içinde, çeşitli hilelere vakıf dessas kişileri vardı. Bu şeytanların veya şeytan ruhluların planladıkları bir ihtilâl yüzünden Hz. Süleyman bir müddet nüfuzunu yitirmiş veya tahtından uzaklaş­mış, bu suretle tahtında ya kendisi kuvvetsiz bir cesed halinde hükümsüz kalmış, yahut tahtı işgal edilip, ona muayyen bir zaman için heykel gibi birisi oturtulmuş olabilir.[115] Rivayetlerde yer alan diğer hususlar da şu tarzda tahlil edilebilir:

a) Hz. Süleyman'ın hanımından yüzüğü istediği anda şeytanın Hz. Süleyman'ın kılığına girdiği söyleniyor ki, bu asla mümkün değildir. Eğer şeytan, herhangi bir peygamberin şekil ve suretine bürünmeye muktedir olsaydı, hiç bir İlâhi şeriate güvenilmezdi. Ve o takdirde, Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Muhammed ve emsali pey­gamberler insanları doğrudan saptırmak için insan ve peygamber olarak zuhur et­miş bir takım şeytanlar olarak düşünülebilirdi. Bu da tahmin edileceği gibi İlâhi dinleri temelinden yıkar.

b) Şayet şeytan, Allah'ın elçisi, Hz. Süleyman'a bunları yapmaya muktedir far-zedilirse, o takdirde bütün din bilginleri ve zahidlere de aynı şeyleri rahatlıkla ya­pabilir. Hatta onları öldürebilir; evlerini, barklarını yıkar ve eserlerini paramparça eder, yakar ve yok eder. Gerçek odur ki şeytan hiç bir din alimine ve en sade, en basit hayatı yaşayan bir zahide bile bunu yapamamıştır ve yapamaz. Bir alime ya-pamaymca, yüce bir nebiye haydi haydi yapamaz. O halde şeytanın Hz. Süley­man'ın suretine girdiği ve hanımından yüzüğü aldığını ifade eden bütün rivayetler yalan ve uydurmadır[116]'; zındıkların ve yahudilerin düzmesidir[117].

c) Şeytanın, Hz Süleyman'ın hanımlarına musallat olmasının doğruluğu bir ta­rafa, nasıl ağıza alıp söylenebilir? Hangi mantıkla kitaplara geçirilebilir?

d) Maalesef bir çok kitaplarda, Hz. Süleyman'ın kürsüsüne atılan cesedin şey­tan olduğu  ve 40 gün bu makamda oturduğu yolundaki rivayete yer verilmiş; imaen dahi olsa bunun yalan olduğuna işaret edilmemiştir. El-Müstedrek sahibi Hakim konu ile ilgili rivayeti kaydettikten sonra, bunu Buhârî ile Müslim'in şartına uygun sahih bir hadis olduğunu[118] söylemiştir ki, buna şaşmamak elde değildir.

e) Bir peygamber, kendisine arzedilen davayı sadece hakkaniyet prensiplerine riayetle karara bağlar. Şunun veya bunun hatırı için muhakemenin normal mecra­sını tersyüz edemez, bunu aklından geçirmez.

Uzun münakaşa ve tereddütlerden sonra, haddi icabeden bir konuda Mahzum oğulları kabilesinden bir kadın hakkında Hz. Peygamber'den şefaate cesaret eden Üsame'nin nasıl bir karşılık gördüğü malumdur.[119]

 Peygamber olan Hz. Süley­man'ın da dava konusu olan meselelerde Hz. Peygamber'den ayrı düşündüğünü tahayyül etmek dahi caiz değildir.

f) Bir hanımının hatırı için bir peygamber evine put diktirmez; buna müsaade edemez. Böyle bir şeyin ona sorulmadan gizlice yapıldığı söylenebilirse de, vahye mazhar bir peygamber bundan gafil olamaz. Bunlar peygamberlik makamı ile zıt­lık arzeden şeylerdir!

g) Eceli gelmiş bir çocuğu Azrail'den gizlemeğe çalışmak veya o zarar verme­sin diye bulutlarda büyütmek ne mümkün? Bunları bir peygamber hakkında dü­şünmek ne kadar akıl dışı şeylerdir!

h) Hz. Süleyman'ın bütün güç ve kudretinin yüzüğün (mührün) de olduğu şa­yiası da yalandır. Yüzüğü kaybetmesinden sonra kapı kapı dolaşıp kendini takdim ederek ekmek dilenmesi, hakarete maruz kalması, sövülüp sayılması, balıkçılara hamallıkla hayatını kazanması v.s. gibi şeyler de peygamberlik makamına yakış-mayan hususlardır. Bunlar Hz. Süleyman'dan öç almak isteyen yahudilerin uydur-masıdir.[120] Ayrıca bunlarda peygamberlere olan güveni yıkmayı, onları alalede kişiler-miş gibi göstererek inananların gözünden düşürmeyi hedef alan din ve peygamber düş­manı zındıkların da büyük rolü vardır. [121]

 

4- Hz. Süleyman'ın Cerade'nin Babasıyla Savaşması:

 

Vehb İbn Münebbih'in anlattığına göre Hz. Süleyman, denizde bulunan Saydun adlı bir adada kudretli bir hükümdarın varlığını haber aldı. Memleketi deniz için­de olduğundan oraya kimse giremiyordu.'Fakat yüce Allah Süleyman'a öyle bir kuvvet vermişti ki, ne denizde ve ne de karada hiç bir kuvvet onunla baş edemi­yordu. O, istediği yere gidiyor ve dilediği ülkeyi fethediyordu. Çünkü rüzgâr, Sü-leymanla askerini onun arzu ettiği yere götürüyordu. Adalarda saltanat süren bu hükümdara karşı sefer ederken, rüzgâr onu deniz üzerinden oraya götürdü. Hz. Süleyman, insan ve cinlerden müteşekkil ordusuyla oraya inerek hükümdarı öl­dürdü; memleketinde ne varsa ele geçirdi. Bu cümleden hükümdarın, eşi bulun­maz bir güzelliğe malik olan kızını da esir etti....[122]

Hz. Süleyman'a nisbet edilen bu harp olayı hayalidir; uydurmadır. Hiç bir asıl ve esasa müstenid değildir.[123] Tevrat'ın. I. Krallar kitabında (11/4-11) bulanan ba­zı cümleler bunu telmih eder mahiyettedir. İhtimal ki Vehb îbn Münebbih bu riva­yeti yahudilerden öğrenerek aktarmıştır. [124]

 

5- Hz. Süleyman'ın Yüzüğünü Çalan Cine Verilen Ceza:

 

İbn Abbas, Hz. Ali, Said İbnu'l - Müseyyeb ve Zeyd İbn Eşlem gibi kişilerden ri­vayete göre Hz. Süleyman yüzüğünü parmağına takınca şeytanlar, cinler insanlar, kuşlar, vahşi hayvanlar ve rüzgâr hemen kendisine gelip baş eğdiler. Yüzüğü al­mış olan şeytan da kaçıp deryanın ortasındaki bir adaya sığındı. Hz. Süleyman onu yakalatmak gayesiyle emrine amade olan diğer şeytanları gönderdi. Şeytanlar "Biz onu yakalayamayız, yalnız haftada bir gün adada mevcut bir kaynağa su iç­meye gelir. İşte o vakit sarhoş ederek yakalamak mümkündür" dediler. Süleyman (a.s.) pınarın suyunu boşalttırıp yerine şarap koydurdu. Şeytan belli gününde pı­nara geldi; baktı ki şarap akıyor. "Vallahi ben biliyorum ki sen güzel ve hoş bir iç­kisin; lakin içilince yumuşak huylunun aklım başından alır, hirçınlaştınrsm; cahilin de cehlini artırırsın" dedi. Bir hayli gezip dolaştıktan sonra tekrar geldi ve yine ay­nı şeyleri söyledi. Çok susamış olduğu için eğilip içti ve sarhoş oldu. İşte tam bu sırada kendisine Hz. Süleyman'ın yüzüğü gösterildi. Yüzüğü görünce "Başüstüne" deyip boyun eğdi. Hz. Süleyman'a getirdiler. Hz. Süleyman onu bağlattırıp bir da­ğa sürgün etti. Rivayete göre sürgün yeri "Cebelü'd-Dühan   (Dumandağı)'dır. Ve yine söylentiye göre, bu dünyada görülen duman ve sisler bu şeytanın nefesidir; dağlardan çıkan sular da idrarı (küçük abdesti)'dir.

İsmi Asaf ve Habkık olarak bildirilen bu şeytanın yakalandıktan sonra demir bir sandığa konulup kapağının kilitlendiği ve mühürlenip denize atıldığı ve Kıya-met'e kadar denizde kalacağı söylenmiştir[125].

Hz. Süleyman'ın yüzüğünün şeytanın eline geçmesi ve muayyen müddet için mülkünde tasarruftan menedilmesi yolundaki rivayetleri tamamlar nitelikte olan bu rivayet de itimada şayan değildir. Eğer rivayetin İbn Abbas ve Hz. Ali gibi kişi­lere ait oluşu doğru ise, bunlar haberi Ehl-i Kitap'tan almışlar demektir. Ehl-i Kitab da besbellidir ki, Hz. Süleyman'a yalan nisbet ediyorlar.[126] Her ne kadar İbn Cerir et-Taberi bu rivayetlerden bazısını "kavi bir isnadla" Nesâi tarafından tahric edildi­ği gerekçesiyle takviyeye taraftar ise de buna itibar edilmez. Zira bu gibi mühim konularda sadece senedin kuvvetli olması yeterli değildir.[127] Hadisin muhtevasını da düşünmek gerekir.

İmam Müslim'in Sahih'inde bulunan ve Abdullah İbn Amr'dan mervi olan bir hadiste, denizlerde hapsedilmiş ve Hz. Süleymanca bağlanmış bir takım şeytanla­rın mevcudiyetinden bahsedilmiştir ki[128]', bu hadisin israili bir haber olduğu kuv­vetle tahmin edilmektedir[129]. Sonuç olarak söylemek gerekirse, Hz. Süleyman'ın ne gaye ile olursa olsun, bir veya müteaddit şeytanları bağladığı ve onları deryaya hapsettiği yolundaki haberler -Müslim'in Sahih'inde yer alan bir hadise rağmen -asılsızdır; kabule şayan değildir. [130]

 

6- Hz. Süleyman'ın Yüzüğünün Nakşı:

 

Bazı kaynaklarda Hz. Süleyman'ın yüzüğünün nakşından da bahsedilmiştir. Ri­vayetlere göre yüzüğün kaşında yazılı idi[131] ki, bu ta­mamıyla asılsız bir haberdir; uydurmadır. Muhaddislere göre raviler arasında bu­lunan Şeyh İbn Ebi Halid meşhur bir hadis uydurucusudur.[132]

 

7- Süleyman'ın Tahtının Süsü:

 

Vehb İbn Münebbih, Kabu'l-Ahbar ve daha başkalarından rivayete göre Hz. Sü­leyman babası Davud (a.s.)'un yerine geçince, muhakeme sırasında oturmak için bir kürsü (taht) yapılmasını emretti ve tahtın son derece güzel, yalancı şahidler veya haksız dava ikamesine kalkanlara doğruyu söylettirecek şekilde hayretengiz olmasını; fildişinden mamul; inci, yakut ve zebercedle süslenmesini; altun hurma ağaç­larıyla donatılmasını istedi, Taht Hz. Süleyman'ın arzu ettiği gibi dört altun hurma ağacı ile donatıldı ki, dallan kırmızı yakut ve yeşil zeberceddendi. Hurma ağaçla­rından ikisinin üzerinde altundan iki tavus, diğer ikisinin üzerinde de birbirlerine karşı oturtulmuş iki kartal vardı. Kürsünün iki yanına altundan iki aslan konmuş­tu ve her birinin başında yeşil zümrüdden iki direk bulunuyordu. Hurma ağaçla­rının gövdeleri kırmızı altundan mamul asmalarla sarılmıştı. Salkımları kırmızı ya­kuttandı ve asmaların meydana getirdiği sayeban (çardak) tahtı ve hurma ağaçlarını gölgeliyordu. Hz. Süleyman kürsüye çıkmak istediğinde ayağını ilk ba­samağa koyar koymaz kürsü ve ona bağlı şeyler süratli bir değirmen gibi dönerdi. Bu esnada tavus ve kartallar kanatlarım açarlar, aslanlar ön ayaklarını yere yaslar­lar ve kuyruklarıyla yere vururlardı. Hz. Süleyman her basamağa adım atışında bu anlatılanlar tekerrür ederdi. Kürsüye yaslanıp oturduğu zaman ise, hurma ağaçla­rının tepesine oturtulmuş kartallar tacını yerden alır ve başına koyarlardı. Bunu müteakip kürsü kartallar, tavuslar, aslanlarla birlikte tekrar döner ve aslanlar baş­larını Hz. Süleyman'a doğru eğerler ve bu sırada gövdelerinde mevcud misk ve anberi de onun üzerine boşaltırlardı. Kürsünün üzerindeki cevher direklerden biri­nin tepesinde duran bir altun güvercin Hz. Süleyman'a Tevrat'ı verirdi. Süleyman (a.s.) Tevrat'ı açar, insanlara okur ve onları muhakemeye davet ederdi. Ravilerin söylediğine göre İsrail oğullarının ileri gelenleri bu esnada Hz. Süleyman'ın sağın­da duran cevherlerle süslü altın koltuklara otururlardı ki, bunların sayısı bin tane idi. Cin taifesinin ileri gelenleri de Hz. Süleyman'ın solunda bulunan ve sayıları yi­ne bin olan gümüş koltuklara otururlardı. Bütün bunları kuşlar havadan çevreler ve gölge yaparlar ve bu sırada da insanlar muhakeme için huzura yaklaşırlardı. Şa-hidler şehadet için ilerlediğinde, kürsü ve muhteviyatı değirmen hızıyla döner, as­lanlar ön ayaklarını yere serer, kuyruklarını yere vururlar, kartal ve tavuslar kanat­larını açarlardı. Manzarayı gören şahidler İrkİlir ve sadece doğruyu söylerlerdi. Söylentiye göre, kürsüyü döndüren altundan mamul bir ejderha idi ki, kürsü onun üzerinde dururdu....[133]

Peygamberlik ve sultanlığın, şahsında birleştiği Hz. Süleyman'ın elbette otura­cak bir tahtı vardır ve bu normaldir. Fakat onun anlatıldığı tarzda olup - olmadığı­nı Allah bilir. Hele bu haber, israiliyyatın İslami muhitlere intikalinde en büyük ro­lü oynamış Vehb ve Ka'b'dan mervi ise durum daha ciddi olarak kabul edilmelidir. İbn Kesir'in "cidden gariptir" dediği (Tefsir, VI, 62) bu haberi hurafe olarak vasfe-denler de vardır.[134] Gerçekten bunlar, büyük ölçüde hayal mahsulüdür.

Kitab-ı Mukaddes'te yer alan tahtla ilgili kısımlar İslami eserlerdekiler kadar detaylı değildir.[135] Haberde tahtla ilgili aşırı tasvirlerin yanı sıra bir de büyük öl­çüde israf örneği verilmiştir ki bir peygamber bu kadar ölçüsüz israflara değil, bu­nun asgarisine bile razı olamaz. Bu bakımdan da habİrin ihtiyatla karşılanması ge­rekmektedir. [136]

 

8- Kışlasının Genişliği ve Eb'âdı:

 

Muhammed İbn Ka'b el - Kurazi'den nakle göre Hz. Süleyman'ın kışlası 100 fer-sah[137] genişliğinde idi. 25 fersahı insanlara, 25'i çjnlere, 25'i vahşi hayvanlara, geri kalan 25'i de kuşlara aitti[138]. Hz. Süleyman'la ilgili bir çok konuda olduğu gibi, bu mevzuda da sahih nakillere ihtiyaç vardır.[139] Haber ilk bakışta akıl ve nakle zıt görünüyor.[140] ve müfessirlerin mübalağadan kurtulamadığı anlaşılıyor. Kur'ah ve sahih haberlerin dışındaki bilgilere itibar ederek bazı kişilerin dinle alay için ortaya attıkları şeylere "Allah'ın kudretince bu imkansız mıdır?" kılıfıyla müslümanlar yardımcı olmamalıdır.[141]       

 

9- Süleyman Mülkünün Genişliği:   

 

Hz. Süleyman Cenab-ı Hak'tan kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat istemişti. Kur'an, onun duasının kabul edildiğini ve dileğine nail olduğunu haber verir.[142] Bahis konusu mülkün daha ziyade manevi mülk olduğu ve, manevi varlıklara tasarrufta bulunduğu anlaşılıyor. Fakat bilindiği gibi Hz. Sü­leyman peygamber olması yanında aynı zamanda bir kraldı. Kral coğrafi bir vatan üzerinde hükmeden kişi olduğuna göre Hz. Süleyman bundan hariç tutulamaz. Lakin bazı müellifler bu konuda da aşırı tasvirlere yer vermişlerdir:

Hakim'in Müstedrek isimli eserindeki kayda göre Hz. Süleyman'a yeryüzü mülkü verilmişti ve o, arzın "doğularına ve batılarına" hükmederdi. Kendisi 700 sene altı ay hükümdarlık yapmıştır. Dünyada insan, cin, hayvan, kuş ve yırtıcı mahlukat namına ne varsa hepsine malikti; her şey kendisine verilmişti. Her mah­lukun dilini anlardı. Dev eserler ve insanı hayrete düşüren yapıları ve sanat abide­leri onun zamanında yapılmıştı. Eceli geldiği zaman, kendisinde bulunan Allah'ın ilim ve hikmetini kardeşine devretmesi vahyedildi. Hz. Süleyman'ın çocuklarından 480 tanesi risalet verilmeksizin peygamber olmuştur[143];

Zehebi bu haber için "batıldır" der[144]. Hz. Süleyman'ın mülkünün hacmiyle il­gili bir hayli abartmalar varsa da bunları zikre insanın, dili varmıyor; bundan sarfı nazar şüphesiz daha iyidir"[145]. Kitab-ı Mukaddes'te (I. Krallar, bab. 4) Hz. S'üleyman'ın mülkünün genişliği ile ilgili hayli detaylı bilgiler vardır. İslami eserlerde görülenler büyük mikyasta oradan aktarılmıştır. [146]

 

10- Süleyman Ordusunun Günlük İaşesi:

 

Sa'lebi'nin dediğine göre Hz. Süleyman'ın mutfağı için her gün, yemeklerde ye­rilen meyva ve tatlılar ve diğer yiyeceklerden ayrı olarak, 100 bin koyun ve 40 bin sığır kesilirdi. Bununla beraber Hz. Süleyman kendisi tuzu katık yaparak arpa ek­meği yemekten vazgeçmezdi.[147]

Bunların da doğruluğunu Allah'a havele etmekten başka çare yoktur[148].        

 

11- Kubbe ve Hz. Süleyman:

 

Vehb İbn Münebbih'in anlattığına göre, gökte geçen seyahatlarından birinde Hz. Süleyman'ın yolu bir sahile uğramıştı. Denizin iri dalgalarına bakarken derya­nın tabanını merak etti. Havâi bineğinden inip; yere tahtına oturdu. Sonra dalgıçla­rın başkanını çağırıp: "Bana yüz dalgıç seç!" dedi. Seçimden sonra "Bunların için­den 30'unu seç" dedi. Daha sonra 30'dan 10, 10'dan da üç kişi seçtirdi. Bunlardan birine: "Denize dal ve bana dibinden haber getir" emrini verdi. Dalgıç geri döndü­ğü zaman, neler gördüğünü sordu. O da dalgalar, balıklar ve büyük bir sultandan gayri nesne görmediğini ve sultanla arasında geçen konuşmayı anlattı. Dalgıcın Hz. Süleyman'dan aldığı emri dinleyen sultan, Hz. Süleyman'a selam göndermiş ve 40 yıldan beri bu denizin dibini keşf için müteaddit defalar teşebbüsler yapıldı­ğını ve fakat hiç birinin muvaffak olmadığını, bu teşebbüs sahiplerinden birinin düşürdüğü keserin 40 yıldır tabana doğru gittiği halde henüz dibe ulaşmadığını söylemiş. Dalgıç gelip bunları Hz. Süleyman (a.s.)'a anlattı ve Hz. Süleyman dinle­diklerinden hayrete düştü.

Vehb'in ifadesine göre Hz. Süleyman deniz kenarında iken dalgaların arasında bir kubbe gördü. Dalgıçlara emir verip getirtti. Kubbe sahile konunca, ikişer kanat­lı iki kapı açıldı ve içinden sütten daha beyaz giysili, başından sular damlayan bir genç çıktı. Genci Hz. Süleyman'ın huzuruna getirdiler. Hz. Süleyman ona cinler­den mi, insanlardan mı olduğunu sordu. O, insanlardan olduğunu söyledi ve ma­cerasını şöyle hikâye etti:

"Benim yaşlı bir annem vardı. Ben ona yedirir, içirirdim. Ve gerekli hiç bir hiz­metini ihmal etmezdim. Öleceğine yakın bana dua etmesini istedim. Başını göklere çevirdi ve: Ya Rab, oğlumun bana nasıl iyilik ettiğini biliyorsun. İblis ve avenesinin tasallutundan uzak bir yerde ona ibadet etmeyi lütfet, dedi ve öldü. Kendisini def­nettikten sonra bir gün buraya geldim ve bu kubbe ile karşılaştım. İçine girmeyi ar­zu ettim. Girince de kapıları kapandı ve dalgalar deryaya sürükledi" dedi. Hz. Sü­leyman yiyecek ve içeceğinin nereden geldiğini sordu. O da: "gece vakti olup karanlık basınca beyaz bir kuş gagasıyla beyaz bir şey getirir ve bırakır. Onu yiyince doyarım" cevabını verdi. Gece ve gündüzü nasıl bildiği yolundaki bir soruya da, kubbede beyaz ve siyah iki ip bulunduğunu, beyaz (in beyazlığı) artınca gündüz; siyahdn siyahlığı) artınca da gece olduğunu anlarım dedi ve gene yerine çekilip

gitti.[149]

Vehb İbn Münebbih'in hayalhanesinde imal ettiği bu hikâyeleri sağlam bir ze­mine oturtmak ve sıhhatlerini garanti etmek imkansızdır. Bitmez tükenmez bir me­sai ile hurafeleri müslümanlar arasında yayan bu zata ve onunla aynı paralelde ça­lışan Ka'bu'l-Ahbâr'a[150] hayret etmemek mümkün değildir. [151]

 

12- Hz. Süleyman'ın Bir Çiftçi İle Konuşması:

 

Yine Vehb İbn Münebbih'ten nakledildiğine göre Hz. Süleyman havâi seyahat-larından birini yaptığı sırada yolu bir çiftçinin bulunduğu yere uğradı. Çiftçi onu görünce: "Sübhânallah! Gerçekten Allah Davud hanedanına mülk ve saltanat ver­miş!" dedi. Çiftçinin bu sözünü rüzgâr götürüp Süleyman'ın kulağına yetiştirdi. Hz.Süleyman çiftçinin huzuruna celbini emretti ve ona sözünü tekrar sordu ve: "Ben senin fitneye düşmenden endişe ettim; dünyada bir kere "Sübhânallah" deme­nin sevabı, Kıyamet gününde Allah katında Davud hanedanına verildiğini gördü­ğün şeylerden daha iyidir" dedi. Çiftçi: "Benim sıkıntımı giderdin. Allah da senin sıkıntını gidersin!" diye hoşnutluğunu ifade etti[152].

Kur'an ve sahih hadislerin ihtiva ettiği haberler dışında kalan bu rivayetlerin doğruluğu şüphelidir. Kıssacılar ve tarihçilerin dört elle sarıldıkları bu rivayetler­den İslam adına medet ummamalıdır[153].   

 

13- Süleyman Şehri:

 

Kaynaklar (10 bin x 10 bin) zira ebadında, bin kubbeli, tabanı demirden daha sağlam, üstü sudan daha berrak, dışından içi, içinden dışı görünen, insanın arzu et­tiği her şeyi ihtiva eden, şeytanların omuzlarında kurulu, zemin katı atların ve di­ğer hayvanların tavla, ahır ve yuvası hizmetini gören, gerektiğinde Hz. Süley­man'ın havai seyahatlarında kullanılan bir şehirden bahsederlerse de[154], bu tam bir hayali şehirdir. Gerçekle ilgisi yoktur. Hz. Süleyman'ı bir peygamber olmaktan ziyade, sihirbaz kılığına sokarak insanlara takdime çalışan din düşmanı ve zındık­ların uydurma ve yakıştırmasıdır. [155]

 

D- Belkıs Ve Süleyman (A.S.)

 

Belkıs, Seba melikesi (kraliçesi)nin ismidir. Hz. Süleyman'in hizmetinde bulu­nan Hüdhüd'ün haberi sonucu Süleyman (a.s.) ona mektup yazar. Durumu kendi adamlarıyla görüşen Belkıs maiyetinden bazısı ve bir takım hediyelerle yurdundan kalkar ve Hz. Süleyman'ın ziyaretine gelir. Bu ziyaret ve ona tekaddüm eden mek­tup olayı üzerine teşekkül eden hayli zengin efsaneler kitaplara konu olmuştur. [156]

 

1- Belkıs'ın Anasının Cin Olduğu Söylentisi:

 

Tarihçilerin, ataları ve nesebi hususunda görüş ayrılığı içinde oldukları[157] Bel­kıs'ın, anasının peri kızı olduğu söylenmiştir[158] ve konu ili ilgili olarak Hz. Peygamber'e de bazı haberler nisbet edilmiştir.[159]

Eserlerini münker haberlerle doldurmuş müelliflere göre Belkıs'ın babası av es­nasında kavgaya tutuşan iki yılan gördü. Kavgada üstünlük kuran siyah yılanı öl­dürerek bayılmış olan beyaz yılanı, üzerine su dökerek ayılttı ve salıverdi. Evinde yalnız bulunduğu bir sırada yanında bir genç peyda oldu ve korktu. Genç: "Kork­ma, ben kurtarıp hayat verdiğin beyaz yılanım. Hasmım ise kölemizdi ve bize başkaldırıp nicelerimizi öldürmüştü" dedi. Yaptığı iyilikten dolayı bazı dünyalıklar teklif ettiyse de: "Benim mala ihtiyacım yok; şayet kızın varsa beni onunla evlen­dir" dedi ve o da bu dileği yerine getirdi. İşte Belkıs bu cinden doğmadır.

Ebu Hureyre'den mervi bir hadise göre Hz. Peygamber, Belkıs'ın ebeveyninden birinin cinlerden olduğunu söylemiştir (İbn Kesir, el-Bidâye, II, 21; Tefsîru'l-Âlusi, XIX, 189).

Belkıs'ın anasının peri kızı olduğu ve babasıyla evlenmesine tekaddüm eden günlerde vukuu farzedilen olaylar, av partileri v.s. gibi uzun ve detaylı rivayetler Kur'an ve hadise müstenid değildir[160]; tamamı aslı olmayan hurafelerden ibaret[161] ikn Asakir'in nakline göre bir gün, el - Hasenül'-Basrî'nin huzurunda Bel­kıs'ın ebeveyninden birinin cinni olduğu söylenince o bunu reddetmiş ve: "Hiç bir kadın, cin dünyaya getirmediği gibi, hiç bir dişi cin de insan doğurmaz" demiştir.[162]

Konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber'e nisbet edilen hadise gelince o, "garib" ve senedi "zayıf" bir haberdir;[163] hadis münekkidlerince itimad dışı bırakılmış ve "uydurma" olduğu söylenmiştir.[164]  

 

2- Hüdhüd ve Süleyman (a.s.):

 

Halkımız arasında "ibibik" ve "çavuş kuşu" gibi isimlerle anılan hüdhüd Müslü-manlarca muhterem tanınan bir kuştur ve Hz. Peygamber öldürülmesini ve avlanmasını yasak etmiştir.[165] Başında dikkate şayan bir sorgucu bulunan bu kuşun ta­biat ve itiyatları hakkında pek çok şey söylenmiştir. Ana ve babasına gösterdiği hürmet bilhassa belirtilir. Hüdhüdün ölen anasını kefenleyerek cesedini, bir istira­hat yeri buluncaya kadar, sırtında ve başında taşıdığı yolunda bir hikaye anlatılır ve sırtının kahverengi oluşu buna bağlanır. Eşi ölünce hüdhüd yeni bir eş aramaz. Ebeveyni yaşlanınca, onların yiyeceklerini temin eder.[166]

Kısaca tanıtılmaya çalışılan hüdhüdün Hz. Süleyman ile Belkıs kıssasında rolü büyüktür. İbn Abbas'tan nakle göre, Hz. Süleyman (a.s.)'m bilhassa havai seyahat-larında kendisi ve ordusu su lazım olduğunda hüdhüdü çağırırdı. Hz. Süley­man'ın mühendisi olan bu kuş, insanların yeryüzünde olan bir cismi gördükleri gi­bi arzın derinliklerinde bulunan suyu görür ve onun ne kadar derinlikte olduğunu da anlardı. Suyun yer ve derinliği böylece keşfedildikten sonra Süleyman cinlere emreder, orası kazılır ve su çıkarılırdı.[167] Ordusunda bu kadar önemli bir görev yaptığı söylenen hüdhüdü bir gün Hz. Süleyman arar. [168]

 

a) Hz. Süleyman Hüdhüdü Niçin Aradı?

 

Bir ayette şöyle buyrulur: "Süleyman kuşları araştırıp dedi ki: Hüdhüdü niçin gör­müyorum ? Yoksa gaiplerden mi oldu?"[169] Abdullah İbn Selâm, Vehb İbn Münibbih ve benzeri zevattan hüdhüdün niçin arandığı yolunda hayli değişik rivayetler var­sa da bunların hiç biri kesinlik ifade etmez Zira büyük bilgin Taberi'nin de dediği gibi buna dair elimizde nas yoktur. Konuya ne Kur'an'da ne de sahih hadislerde te­mas edilmiştir. Allah bize, Süleyman tarafından kuşun sadece aranmış olduğunu bildiriyor. Bu, ihmal ettiği nöbetten veya su İhtiyacından olabileceği gibia[170] bir başka şeyden de olabilir. Bunu tesbite imkan yoktur. [171]

 

b) Hz. Süleyman Hüdhüdün Yokluğunu Nasıl Anladı?

 

Bir sefer sırasında Hz.Süleyman, bütün maiyetiyle birlikte, Arabistan rüzgârları tarafından uçurularak, bir halı üzerinde seyahat etmekte iken, maiyetini güneşten korumak maksadıyla, bütün kuşlar halının üzerinde yoğun bir kütle halinde uç­mak üzere emir almışlardı. Fakat Süleyman (a.s.) bir noktadan bir ışık çizgisinin başına sızması üzerine, kuşlardan birinin yokluğunun farkına vardı. Derhal yaptır­dığı yoklama sonucu hüdhüdün eksik olduğunu anladı[172].

Değişik tarzlarda anlatılan bu hikâyenin ve benzerlerinin doğruluğunu Allah bilir. [173]

 

c) Hz. Süleyman'ın Hüdhüde Vermeyi Tasarladığı Cezalar:

 

Hüdhüdü aradığı anda bulamayan Hz. Süleyrnan kızar ve : "Onu herhalde çetin bir azaba uğratacağım. Yahut onu kestireceğim" der fen-Nernl, 27/21). Bu ayette geçen "çetin azap"dan maksadın neler olabileceği müfeşşirleri bir hayli meşgul etmiştir. Rivayetlere göre Süleyman (a.s.) bundan ;

1) Bütün tüylerinin yolunmasını;

2) sa­dece kanat tüylerinin yolunmasını;

3) vücut tüylerinin yarısının yolunmasını, tüy­leri yolunduktan sonra karıncalara veya güneşe atılmasını;

4) katran içine daldırı­lıp çıkartıldıktan sonra güneşe bırakılmasını;

5) kafese hapsedilmesini;

6) kendi cinsinin haricindeki kuşlarla yaşamaya mecbur edilmesini;

7) kendi hizmetinden tardedilrnesini;

8) eşinden ayırmayı;

9) kendi seviyesindekilere köle gibi hizmet et­tirilmesi v.s. gibi cezalardan birini kasdetmiştir[174].

Demek oluyor ki, Hz. Süleyman bunlardan birini kasdetmiş olabilir. Fakat han­gisi olduğu belli değildir. Belki de ö, rivayetlere konu olan bu cezalardan hiç birini de kasdetmemiş olabilir. Bunlar tamamıyla hayali şeylerdir. Her şeyi bitirdik de sı­ra buna mı geldi? Ebu Hayyan'm dediği gibi, bunlar birbirine zıt sözlerdir. En doğ­ru ve geçerli olan bunları "teşbih ve temsili" ifadeler olarak kabullenmek[175] ve de­dikoduların peşini takipten vazgeçmektir. [176]

 

d) Hüdhüdün Adı:

 

Hz. Süleyman'ın hüdhüdü için; Ya'fur, Yağfur, Unfur, Anber, Gabr ve Gaber gi­bi bir takım isimler sayılmış ve bunlardan bazısı da el-Hasenü'1-Basri'ye nisbet edilmiştir[177]. Fakat bunlar tıpkı Hz. İbrahim'in oğlu İsmail yerine kestiği koça, As-habü'l-Kehf'in köpeğine, Benî İsrail'in buzağısına verilen adlar gibi lüzumsuz ve delilsiz şeylerdir. Kendilerinde zerre kadar fayda yoktur. Dayanağı "recmen bi'l-ğayb" (=karanlığa taş atma; delilsiz ve mesnedsiz konuşmazdır ve İslâm'ın, akıl, izan ye mantığın yasak ettiği şeylerdendir.[178]

 

e) Yemen Hüdhüdü İle Süleyman Hüdhüdiinün Konuşmaları:

 

Hz. Süleyman yine havai seyahatlarından birini yaptığı sırada bir öğle vakti Sa-na'ya varır ve güzelliğine hayran olduğu yeşil bir sahada yemek ve namaz molası verir. Bundan bilistifade hüdhüd dünyanın uzunluğunu ve genişliğini görme ni­yetiyle havalanır. Sağa sola bakarken gözü Belkıs'ın bir bahçesine ilişir. Hoşuna gi­den bu yeşilliğe iner. İşte tam bu sırada ismi Yafir olan başka bir hüdhüdle karşıla­şır. Yemen Hüdhüdü ötekine nereden gelip, nereye gittiğini sorar. Hz. Süleyman'la Şam'dan geldiğini öğrenince, Süleyman'ın kim olduğunu sorar. Bu vesileyle onun insanlar, cinler, şeytanlar, yırtıcılar ve rüzgârın maliki ve mutasarrıfı olduğunu öğrenir. Söz sırası kendisine gelen misafir hüdhüd arkadaşından, Yemen ülkesinin kraliçesi Belkıs ve mülkü hakkında epey bilgi sahibi olur. Birlikte yaptıkları bir ge­zinti ile de Belkıs'ı ve ülkesin^ bizzat görür. Dönüşünde gördüklerini ve intibalarım Hz. Süleyman'a anlatır"[179]

Hiç şüphe yok ki bunlar hayalidir, uydurmadır, yakıştırmadır. Bunları bir esasa istinad ettirmek imkan'dışıdır. [180]

 

3- Belkıs'm Sarayı:

 

Rivayetlere bakılacak olursa, Hz. Süleyman'ın mektubunu Belkıs'a götüren Hüdhüd saraya istirahat anında vardı ve onu uyur vaziyette buldu. Sarayda 360 pencere vardı ve güneş yılın her günü bir pencereden içeriyi aydınlatırdı. Aradan bir sene geçmeden güneş aynı pencereden görünmezdi. Diğer bazı rivayetlere gö­re de güneşe tapan Belkıs'ın sarayında güneşin girmesine ve girdikçe tapılmaya mahsus bir pencere vardı ki, bunun yapımına 300 bin okka altun sarfedilmişti[181]

El-Kamil sahibi İbnü'1-Esir, bu tür yalan ve izan dışı haberlerin cahil kafalarla alay maksadıyla uydurulmuş olduğunu söyledikten sonra, "peki bunları kitabına niçin aldın?" mukadder sorusuna da "bunlara kanmış olanları doğruya irşad için"[182] cevabını verir. [183]

 

4- Belkıs'ın Tahtının Getirilmesi:

 

Hz. Süleyman kendisini ziyarete gelmekte olan Belkıs ve maiyetini muvasala­tından önce kraliçenin tahtının getirilmesini arzu etti. Allah'ın bir lütfü olarak taht çok kısa bir müddet içinde getirilip Hz. Süleyman (a.s.)'m yanına kondu, (en-Neml, 27/38-41)

Tahtm nasıl geldiğini merak edenler bu konuda sözü hayli uzatmışlar ve özetle şunları söylemişlerdir:

a) Yemen ülkesinde yere batan taht, arzın altından seyrederek geldi ve Süley­man'ın tahtının yanından çıktı;

b) Allah'ın emriyle melekler yüklenip getirdi; ,

c) Rüzgâr getirdi;

d) Allah'ın kendisinde halk ettiği devamlı bir hareketle geldi;

e) Bulunduğu yeryarıldı ve Süleyman'ın yanından zuhur etti;

f) Yer dürüldü ve böylece Süleyman'a ulaştı;

g) Allah tahtı bulunduğu yerde yok etti, sonra Süleyman'ın meclisinde tekrar yarattı.[184]

Yanına gelmiş olan tahtın Belkıs tarafından tanınıp tanınmayacağını anlamak kasdıyla Hz. Süleyman adamlarına "Onun tahtım değiştirip başkalaştmn!" emrini verdi (en-Neml, 27/41). Belkıs gelince: "Senin tahtın böyle miydi?, denildi. O da: "Sanki bu, odur" cevabını verdi.[185]

Bu ayette bahsi geçen, tahtı "değiştirip başkalaştırma" nın nasıl bir ameliye ile gerçekleştirilmiş olduğu hakkında hayli değişik şeyler söylenmiştir:

a) Taht'ta ziyadelik ve noksanlık yapıldı;

b) Tahtta bulunan altun kısımlar, gümüş kısımlarla ve gümüşlü olan yerler al-tunlu olanlarla; yakutlar

zebercedlerle; küçük inciler, büyük incilerle; zeberced ayaklar da yakut ayaklarla değiştirildi;

c) Üzerindeki süs ve cevherleri söküp aldılar;

d) Kırmızı yerlerini yeşil, yeşil yerlerini kırmızı yaptılar;

e) Önünü arkasına, altını üstüne getirip tahtta eksiklik ve fazlalık yaptılar;

f) Bir takım balık tasvirleriyle sağını solunu donattılar.[186]

Belkıs'm tahtının gerek Hz. Süleyman'ın bulunduğu yere getirilmesi ve gerekse tahtın "başkalaştınlması" ile ilgili olarak söylenenler tamamen hayali şeylerdir. Doğrusu şudur demeye imkan yoktur. Çünkü bunlar sağlam ve inanılır mesned-lerden yoksundur. Bunlar, bazı kişilerin olayı tasvir ve ihtimalleri kendi kabiliyet­lerine göre şekillendirmelerinden ibarettir. İşin Özünü ve hakikatini sadece Allah bilir. [187]

 

5- Kitab İlmine Vâkıf Olan Kişi:

 

Belkıs'ın tahtının getirilmesi konusu Hz. Süleyman'ın meclisinde görüşülürken, "Kitab" ilmine vakıf olan biri: "Ben onu henüz sen gözünü yumup açmadan getiri-rim"[188] diyen zatı tesbite çalışan müfessirler, önce bunun meleklerden mi, yoksa insanlardan mı olduğu konusunda, sonra da her iki takdire göre ismi ve kimliği üzerinde ihtilafa düşmüşler ve Cebrail (a.s.) idi; Cenab-ı Hakk'ın kendisiyle Hz. Süleyman'ı teyid ettiği bir melekti; Hızır (a.s.) idi; Cenab-ı Hakk'ın İsm-i Azam'ını bilen ve aynı zamanda "sıddîk" bir kişi olan Hz. Süleyman'ın veziri Âsaf idi; İsm-i Azam'ı bilen herhangi bir şahıstı; deniz içinde bir adada ikamet eden ve fakat tesa­düfen olayın cereyan ettiği gün Süleyman'ı görmeye gelmiş bulunan salih bir kul idi; Hz. Süleyman'ın bizzat kendisi idi; İsrail oğullarından bir "âbid" di; mahrukatın kaderim elinde bulunduran bir melekti gibi ihtimaller ortaya atmışlardır.[189]

Şurası bir gerçektir ki, bu isimleri sayanların ellerinde asla delil yoktur.[190] Tü­mü aslı ve esası olmayan söylentilerden ibarettir[191]'. Hal böyle iken bu şahsın biz­zat Hz. Süleyman'ın kendisi olduğunu çeşitli vecihlerle tercih etmiş olan Fahrud-din er-Razi'ye ve onunla aynı görüşü paylaşanlara hayli itirazlar olmuştur[192].

Allah içhf söylemek gerekirse Cenab-ı Hak bu zatın ismini ve kimliğini açıkla­mamıştır. Bize düşen de onun ismiyle uğraşmamaktır[193]. Allah Kur'an'ında veya Hz. Peygamber, hadislerinde bundan bahsetmemişlerse biz nereden bileceğiz? Bu­na imkan tasavvur edilebilir mi?

Tahtı getiren kişinin, bu işi yaparken okuduğu rivayet edilen dua[194] yi da tesbit etmemize ne imkan ve ne de gerek vardır! [195]

 

6- Belkıs'ın Hz. Süleyman'a Takdim Ettiği Hediyeler ve Bazı Sorular:

 

Hz. Süleyman'ın, müslüman olmalarını isteyen mektubunu alan Belkıs durumu maiyetiyle istişare eder ve neticede, önce Hz. Süleyman (a.s.)'a elçiler ve hediyeler göndermeye sonra da bizzat ziyaret etmeye karar verir.

Ziyaretinden Önce gönderdiği hediyeler, bir gerekçe ile redde uğrar. Kendisinin dünyalık peşinde koşan bir insan değil, hak dini yayma çabasında bir peygamber olduğunu karşı tarafa oldukça sert ve kesin bir lisanla bildiren Hz. Süleyman so­nuç olarak misafirlerini karşısında bulur.[196]                                          

Kraliçenin, ziyereti Öncesi Hz. Süleyman'a gönderdiği ve biraz da imtihan mak­sadına matuf hediyeleri kitaplarda hayli yer işgal eder:

Erkek elbisesi giydirilmiş 500 cariye, kadın giysileri içinde, kolları altun bilezik­ler, boyunları altun kordonlar; kulakları, çeşitli cevherlerle süslenmiş salkım küpe­ler içinde 500 oğlan. Cariyeler 500 ata, oğlanlar 500 beygire bindirilmiş. Her ata, cevherlerle donatılmış altun eğerler vurulmuş; atların diğer yerleri renkli atlaslarla süslenmiş. 500 altun kerpiç, 500 gümüş kerpiç inci ve yakutlarla müzeyyen bir taş. Yük yük misk, anber ve ud. Uzunluğu bir karış olan kırmızı bir yakut...

Belkıs, tecrübeli bazı devlet adamlarının nezaretinde gönderdiği bu hediyelerle birlikte Hz. Süleyman'a bir de mektup yazmıştı ve orada şöyle diyordu: "Sana bir takım hediyeler gönderdim; bunları kabul et! Bir karış uzunluğundaki yakutu del; bir ipe al, İpin iki ucunu bir araya getirip mühürle! Gönderdiğim cariye ve oğlanla­rı birbirinden tefrik et!".

Belkıs'ın ülkesinde bu hazırlıklar yapılıp mektup kaleme alınırken şeytanların reisi, olup bitenleri ve hazırlıkları Hz. Süleyman'a haber verdi. Bunun üzerine Hz. Süleyman'ın emri ile mukabil bir ihtişam gösterisi hazırlığına girişildi. Derhal temin edilen altun ve gümüş kerpiçlerle Hz. Süleyman'ın gelen heyeti karşılamak için tahtının kurulacağı yerden başlamak kaydıyla (8x8) millik bir meydan hazır­landı. Yolun, elçilerin gelmesine mahsus kısmına kırmızı yakuttan sütunlar dikildi. Meydanın etrafı duvarla çevrildi. Duvarın münasip yerlerine altun ve gümüşten burçlar yapıldı. Hz. Süleyman'ın maiyetine: "Kara ve deniz hayvanları içinde gör­düğünüz en güzel yaratık hangisidir?" sorusu üzerine, denizde yaşadığı bilinen ve tarife uyan hayvanlardan derhal bol miktarda yakalanıp meydanın sağ tarafına bağlandı. Sol tarafındaki altun ve gümüş döşemelerin üzerine de bu hayvanların yiyecekleri kondu. Bundan sonra Süleyman (a.s.) cinlere çocuklarını getirmeleri emrini verir vermez muazzam bir kalabalık toplandı ve bunlar meydanın sağ ve solunda yerlerini aldılar. Bu anda Hz. Süleyman gelip tahtına oturdu ki, tahtmm sağında dört bin, solunda dört bin koltuk vardı. Emir gereğince şeytanlar, insanlar, vahşi hayvanlar, yırtıcı mahrukat, haşereler ve kuşlar sağında ve solunda fersahlar boyu saf saf dizildiler.

Heyet erkânı gelip manzarayı temaşa edince dizlerinin bağı çözüldü ve getir­dikleri hediyeleri ativerdiler. Diğer bir rivayete göre, meydan yapılırken bir köşe­sinde muayyen bir kısım bilerek boş bırakılmıştı. Belkıs'ın elçileri hırsızlıkla itham edilmelerinden endişe ederek yanlarında getirdikleri kerpiçleri oracığa atı verdi­ler...

Bir kısım rivayetler Belkıs'ın Hz. Süleyman'a bir kap göndererek bunun, yer ve gök sulan ile ilgisi olmayan bir su ile doldurulmasını istediğini; Süleyman (a.s.)'ın da atlan koşturarak onların teriyle kabın doldurulduğunu ifade ederler..[197]

Bir kraliçenin, mevkii kendisininkinden hiç de aşağı olmayan bir diğerine gön­derdiği hediyelerin oldukça ihtişamlı olması normaldir. Bugün müzeleri dolduran ve mazinin yadına vesile olan binlerce eser bunun şahididir. Fakat Belkıs tarafın­dan Hz. Süleyman'a gönderildiği rivayet edilen şeylerde oldukça mübalağa yapıl­mıştır ve bunların bu Ölçüde sayılıp dökülmesinde hiç bir fayda mevcut değildir.[198] Doğruluğunu veya yalan oluşunu kafi olarak tesbitten aciz olduğumuz bu haber­lerin bazısının yalan olmasına gönül "evet" diyor[199]. Maalesef ki bir çok konuda olduğu gibi bunların da ekserisi "israiliyyat" tan alınmıştır.[200] Hediyelerin en ince teferruatına kadar sayılıp dökülmesi karşısında İbn Atıyye: "Uydurma oluşu sebe­biyle bu konuda sözü uzatmaya lüzum görmedim" der.[201]

Kitab-ı Mukaddes'in bir yerinde Belkıs'ın Hz. Süleyman'ı ziyaretine, getirdiği hediyelerle, gördüğü muhteşem manzaradan etkilendiğini dile getiren sözlerine te­mas edilir.[202] Pek de muhtasar olmayan bu bilgiler ve bunlara Tevrat'ın şerhleriyle şifahi rivayetler de eklenince tafsilat öyle görülüyor ki islami muhitlere girmiş ve kitaplara aktarılmıştır. [203]

 

7- Belkıs'm Maiyeti:

 

Hz. Süleyman'ı ziyarete gelirken Belkıs'a eşlik ettiği söylenen hükümdar, beğ ve bunların kumanda ettiği askeri birliklerin sayısı ile ilgili olarak verilen rakamlar ol­dukça değişiktir: 3210 hükümdar ve her birinin kumandasında 10 asker; bin hü­kümdar ve her birinin emrinde 100 bin kişi; 12 bin hükümdar ve her birinin ku­mandasında binlerce kuvvet; 10 milyonluk bir ordu; 100 bin hükümdar ve her birinin yanıda 100 bin kişilik bir kuvvet[204].

Bu rakamların en küçüğü 3210, en büyüğü 10 milyardır. Böyle bir yolculuk ve ziyaret için üç bin kişi - aslında bu bile fazladır ya haydi diyelim normaldir. Ama artık rakamlar bu hududu aştıktan sonra işe yalan ve mübalağanın girmemesi im­kansızdır. Rivayetlerden birinde Belkıs'ın maiyetinde 12 bin hükümdarın bulundu­ğu söyleniyor ki bu da çok gariptir. Bu kadar hükümdarın ne işi var Yemen Ülke­sinde? Bunlar köy muhtarlarının toplam sayısı olsa bile fazladır. Kabile başkanı olarak düşünülmeleri ise mantıksızlık olur. Nerede kaldı hükümdar? 3210 maiyet memuru ve erkan ile 12 bin hükümdar dışında kalan rivayetlerde en küçük rakam 10 milyardır.Bunlar insan değil de çekirge sürüsü olsa, bulundukları mıntıkada de­ğil yiyicek, bir tane bile yeşil ot bırakmazlar. Yirminci asırda dünyanın tekmil nü­fusu beş milyar civarındadır. Bundan binlerce yıl önce - hem de bir tek kraliçenin emrinde -böyle bir ordu tasavvuru tam bir hayâldir. Kitapları bu türlü yalan ve ha­yali haberlerle dolduranlara şaşmamak elden gelmez.

Aynı masalcılar işi, Belkıs'ın 12 bin kumandanı, herbir kumandanın emrinde 100 bin savaşçı, her savaşçının idaresinde 70 bin ordu vardı. Her orduda,yaşları 25 olan 70 bin mübariz (düellocu ?)'den müteşekkildi[205] diyecek kadar ileri gitmişler­dir ki eğer bu cahillik ve akılsızlık eseri değilse, işin içinde mutlaka hainlik aramak gerekir. Bu, tirilyonlarla da ifade edilmeyen bir rakamdır. Astronomik rakamlar­dan meydan gelen bu ordunun her ferdinin yaşları da sadece 25 olunca iş büsbü­tün çığırından çıkar. O zaman işin içine ister istemez bu orduyu çıkaran memleket ahalisinin sayısı hatıra gelir ve iş cinnet noktasına varır.[206]  

 

8- Belkıs'ın Danışma Kurulu:

 

Umumiyetle rivayetler kurulun 312 veya 313 kişiden ibaret olduğu ve her biri­nin nezdinde 10 binlik bir kuvvetin bulunduğu noktasında birleşiyorlarsa da[207], bunların da doğruluğunu sadece Allah bilir.[208]

 

9- Belkıs'ın Tahtının Süsü:

 

Rivayetler tahtı farklı tazlarda tavsif etmişlercUr. Hepsinde ortak olan husus onun son derece muhteşem bir güzelliğe sahip olduğu noktasında birleşiyor: Ön tarafı yeşil zümrüt ve kırmızı yakutlarla süslenmiş olup altundandı, arka cephesi çeşitli renklerdeki cevherlerle müzeyyen olup gümüştendi. Dört ayağından biri kırmızı yakuttan, diğeri yeşil yakuttan, bir diğeri yeşil zümrütten en sonuncu da sarı incidendi. Yan tarafları altundandı. Üst kısmında 70 ev (odacık ?) vardı. Her evin kapalı bir kapısı bulunuyordu. Ebadı (80x80x80) zira idi.[209]

Bu mübalağalı haberlerin iç yüzünü sadece Allah bilir.[210] Öyle anlaşılıyor ki, haberler son derece abartılmış ve hayale geniş pay ayırılmıştır. Bu kadar taş ve mücevheratın sarfedildiği kabul edilse bile tahtın ebadı ve üzerine yapıldığı söyle­nen 70 ev (veya odacık) nasıl izah edilecek? [211]       

 

10- Belkıs'ın Tırnağı:

 

Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre Hz. Süleyman Belkıs'ı sırçadan mamul mücella bir köşkte karşıladı. Köşkün avlusu da yine cam gibi parlaktı. Köşke giden bu meydana varınca Belkıs onun parlaklığını su sandı ve ıslanmasın diye eteklerini topladı. Hz. Süleyman "O sırçalardan döşenmiş müceila bir meydandır" diyerek Bel­kıs'ı uyardı.[212] Manzaradan son derece etkilenen Belkıs, kendi kendini kınadı ve Allah'a arzı teslimiyet etti.[213]            

Bazı eserler bu köşkün niçin yapıldığını izah sadedinde değişik rivayetler kay­dederler ki bunların ortak noktasına göre, Hz. Süleyman'ın, anası peri kızı olan Belkıs'Ia evlenebileceğinden endişe eden ve evlenmeleri halinde esarette daim ka­lacaklarından korkan şeytanlar, onu yar güçleriyle Hz. Süleyman (a.s.)'m gözün­den düşürmek ve evlenmelerine engel olmak için gayret sarfederler: Ayağının merkep ayağına benzediğini son derece kıllı olduğunu ve tırnağının hayvan (katır) tırnağına benzediğini sansasyonal bir haber niteliğinde yayarlar. Hz. Süleyman köşkün meydanının girişine büyük bir havuz yaptırıp içine balık ve kurbağaya ka­dar deniz hayvanları saldırır. Bunu gören Belkıs da paçaları sıvar. Kadının ayakla­rını bu fırsattan bilistifade gören Hz. Süleyman onları son derece güzel ve fakat bi­raz kıllıca bulur. Kraliçenin ayağının kıllı olmasını bekarlığına bağlayan raviler hemen Hz. Süleyman'ın bu kılların izalesi için çare sormasına şeytanlar usturayı salık verirler. "Ustura kadının bacaklarını keser" gerekçesiyle razı olmayan Hz. Sü­leyman (a.s.)'a şeytanlar "hamam otunu" icad ederler.[214]

Bazı haberlere göre Hz. Peygamber, Belkıs'ın bacakları itibariyle dünya kadınla­rının en güzeli olduğunu ve Cennet'de Hz. Süleyman'ın hanımları arasında yer ala­cağını bildirmiştir. Hz. Aişe'nin: "onun bacakları benimkilerden de mi güzel?" tarzındaki endişe ve kıskançlık ifade eden sorsunu da: "Sen Cennet1 de ondan daha güzel bacaklı olacaksın" diyerek karşılık vermiştir[215].

Sa'lebi'nin Ebu Muse'l-Eşarî'den rivayetine göre Hz. Peygamber, ilk hamam yaptıran ve hamamda yıkanan kişinin Hz. Süleyman olduğunu söylemiştir'[216]. Sa-bun'u ilk kez icad edenin de keza Süleyman (a.s.) olduğu söylenmiştir[217].

Belkıs'm ayağının hayvan ayağına benzediği, tırnağının katır tırnağı gibi oldu­ğu yolundaki haberler zayıftır[218] ve itimada şayan değildir. Kadının bacaklarının kılları, ustura ve hamam otu gibi şeyler de son derece,"garip" ve "münker" dir. Ka-bu'1-Ahbar ve Vehb İbn Münebbih gibi zevat kanalıyla ehl-i Kitab'tan alınmış "isra-iliyyat" makulesi şeylerdir. Ayrıca haberlerin kaynağının Ata İbn es-Saib tarafın­dan İbn Abbas olarak gösterilmesi ise muhtemelen "evham" dan başka bir şey olmasa gerektir.[219] Hz. Süleyman gibi bir peygamber, bir Allah elçisi şeytanların dedikodusuna aldırmaz, onların söylentilerinin kıymetini bilir. Bunun için emek sarfederek köşk yaptırmaz. Bütün bunları bir kadının bacaklarını görmek için yap­ması mümkün değildir. Belkıs'm bacaklarının Hz. Feygamber'in hadislerine mev­zu olması ise hiç düşünülemez. Keza Hz. Süleyman'ın ilk sabun icad eden[220] ve ilk hamama giren olması da vakıalara mutabık değildir ve haberlerin sıhhatinde "nazar" vardır[221].       

 

11- Hz. Süleyman Belkıs ile Evlendi mi?        

 

Hz: Süleyman'ın Belkıs'ı alıp almadığı da merak konusu olmuş, soruya hem müsbet, hem de menfi karşılıklar verilmiştir. Rivayetlerin ekseriyyeti evlendikleri­ni beyan ediyorsa da buna dair Kur'an ve hadislerde.hiç bir açıklama yoktur; sıh­hatine inanılır bir haber mevcut değildir[222]..Aynı şekilde Hz. Süleyman'ın onu, bir başkasıyla evlendirdiğine ait olan haberler de inandırıcı olmaktan uzaktır[223].

Abdullah İbn Utbe, Belkıs'm Hz. Süleyman'la evlenip evlenmediğini kendisin­den soran bir kişiye : "Belkıs ile ilgili bu konu "Ben Süleyman'ın maiyetinde alem­lerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum" cümlesiyle biter[224]. Bizim bunun Ötesinde bilgimiz yoktur" cevabını vermiş[225] ve işi bir ölçüde dedikodudan kurtarmıştır. [226]

 

E- Süleyman'ın Son Günleri

 

1- Öleceği Zamanı Sorması:

 

Kaç yıl ömür sürdüğü kesinlikle tesbit edilemeyen[227] Hz. Süleyman'ın toplam 700 sene 6 ay hükümdarlık yaptığı söylenmiştir ki[228] bu, tarihi gerçeklere zıt, asıl­sız ve batıl bir söylentidir.[229] Bir hadisten öğrendiğimize göre Hz. Süleyman "Me-lekü'1-Mevt" den öleceği zamanın kendisine bildirmesi talebinde bulunmuş, o da: "Ben bunu senden daha iyi bilmem; (ecel denilen şey) bana verilen ve içinde öle­ceklerin isimleri yazılı birtakım listelerden ibarettir" diye cevap vermiştir.[230]    

 

2- Ölümü Bildiren "Dâbbetü'1-Arz":

 

Yüce Allah "gaybı bilirim" iddiasında bulunan cinlere ve onlarla aynı paralelde hareket etmek için çaba sarfeden kötü ruhlu insanlara ebedi bir ders vermek için Hz. Süleyman'ın ölümünü gizlemiş, onu hayatta sanan cinler uzun bir müddet da­ha tıpkı sağlığında olduğu gibi ağır işlerde çalışmaya devam etmişler ve beyhude yere "zillet verici azab içinde" beklemiş durmuşlardır.[231]

Bu işin nasıl cereyan ettiği hakkında, birisi hadis olmak üzere bir kaç rivayet vardır:

Sahabeden olan bazı zevattan rivayete göre Hz. Süleyman yiyip içeceğini de alarak Beytü'l-Makdis'te bazan bir iki yıl, bazan da bir iki ay inzivaya çekilirdi. Hz. Süleyman (a.s.) son defa girişinde, her sabah vakti Beytü'l-Makdis'te bir ağacın bü­yümekte olduğunu görüyor ve ona yaklaşarak ismini ve ne işe yaradığını soruyor­du. Eğer dikilmek için ise alıp münasip bir yere dikiyor. Bir derde deva içinse onu o yolda kullanıyor veya şifalı bitkiler grubuna kaydediyordu. Harûbe (Hurnub) is­mindeki ağaç büyümeye başlayınca adeti gereğince Hz. Süleyman (a.s.) ona da is­mini ve neye yaradığını sordu. Sonuncuya cevap olarak ağaçtan: "Bu mescidi ha­rap etmek için büyüyorum" karşılığını aldı. Süleyman (a.s.): "Ben sağken Allah bu mescidi harap etmez" dedi ve fidanı sökerek götürüp kendi bahçesine dikti. Bunu müteakip mihraba girdi, asasına yaslanarak namaza başladı ve bu vaziyette iken vefat etti. Efendilerinin ölümünden habersiz olan cinler vazifelerine devam ettiler. Cinler arada bir Hz. Süleyman'ın ön ve arkadan iki penceresi olan mihrabın çevre­sinde toplanırlardı. Bu içtimalardan birinde bir cin, bu pencerenin birinden girip ötekinden çıktı ve Süleyman (a.s.)'ın sesini işitmedi. Hz. Süleyman mihrapta iken içeri giren ve onu gören şeytanlar yanardı; fakat buna bir şey olmadı. Tekrar girip çıktı yine ses duymadı ve bir şey olmadı. Üçüncüde mihrabın içine indi, yine de bir şey olmadı ve baktı ki, Süleyman ölmüş yatıyor. Dışarı çıkıp Süleyman'ın ölümünü halka duyurdu. Kapıyı açıp cenazeyi çıkardılar. Baktılar ki ağaç kurdu asasını ye­miş ve içi yenmiş olan asa ağırlığa dayanamayıp göçmüş. Ne zaman öldüğünü me­rak edenler, deneyler neticesi Hz. Süleyman'ın bir yıl önce ölmüş olduğunu anla­dılar. Böylece insanlar, şeytanların gaybı bildikleri yolundaki sözlerinin yalan olduğuna kesin olarak hükmettiler. Eğer gerçekten gaybı bilselerdi, bir yıl gibi uzun müddet Hz. Süleyman'a ırgatlık yapmazlar, o ölür Ölmez derhal işi bırakarak bayram yaparlardı.

Olayı müteakip şeytanlar, Hz. Süleyman'ın asasını yemiş olan ağaç kurduna, minnet duygularının bir ifadesi olmak üzere: "Eğer yersen sana en güzel yiyecekle­ri temin edelim; içersen en güzel içecekleri takdim edelim" dediler. O günden bu güne ona su ve toprak taşımaya devam ettiler. Ravi: "Ağaç gövdelerindeki toprağı görmüyor musun? o, şeytanların teşekkürlerine bir nişane olmak üzere ağaç kur­duna götürdükleri şeylerdendir" demiştir.[232]

Ibn Abbas'ın Hz. Peygamber'den rivayet ettiği ve büyük ölçüde yukarıdaki ha­bere benzerlik arzeden hadise göre öleceğini, namaz kıldığı anda önünde biten ağaçtan öğrenen Hz. Süleyman: "Ya Rab! Ölümümü cinlerden gizle de, insanlar on­ların gaybı bilmediğini anlasınlar" niyazında bulunduktan sonra, bahsi geçen ağaç­tan bir asa yaptı ve ona dayalı vaziyette cinlerin gözü önünde bir yıl ölü olarak kal­dı. Bu müddet zarfında cinler aksatmadan işlerine devam ettiler. Bu hal, ağaç kurdunun asayı yemesi ve cesedin ağırlığına dayanamayacak kadar içi oyulan ağa­cın kırılmasına kadar sürdü.[233]

Hz. Süleyman'ın vefatı ile ilgili olan bu rivayetleri bazı bilginler - muhtemelen sıhhatleri sabit olmadığı için - kitaplarına almaktan sarf-ı nazar ettiklerini bizzat

belirtmişler[234]; bazıları da, doğruluklarına delil bulunmadığı gerekçesiyle "mün-kerât" tan saymışlardır.[235]

Hz. Peygamber'in ashabından mervi olduğu söylenen ilk haber ve bu arada zik­ri geçen şeytanların ağaç kurduna teşekkürleri, ona su ve toprak taşımaları yolun­daki haberlerin israiliyyat olduğu ısrarla ifade edilmiştir.[236]

İbn Abbas vasıtasıyla Hz. Peygamber'e nisbet edilen hadise gelince, bunun "merfu" oluşu "garip" dir ve sıhhatinde şüphe vardır. Mevkuf olması ihtimali üze­rinde önemle durulan bu hadisin ravilerinden olan Ata İbn Ebi Müslim el-Horasâni'nin haberleri garipliklerle doludur; bir kısım hadisleri de münkerdir.[237]

Sonuç olarak söylemek gerekirse, Cenab-i Hakk'ın Hz. Süleyman'ın vefatını asa­sı vasıtasıyla halka duyurduğu mutlak bir gerçek olmakla beraber bu işin şekli, nasil cerayan ettiği ve tafsilatı bizce meçhuldür. Konuyu vuzuha kavuşturmak için nakledilenler ise, İslami esaslara uyduğu zaman tasdik edilmesi/ zıddiyet arzetti-ğinde tekzibi, bu iki halin dışında olduğu zaman sükut edilmesi gereken israiliyyat cinsindendîr.[238]         

 

3- Hz. Süleyman Cennet'e Ne Zaman Girecek?

 

Bazı eserlerde yer alan ve Hz. Süleyman'ın dünyada mahzar olduğu saltanat se­bebiyle peygamberlerin sonuncusu olarak Cennet'e gireceğini veya 40 yıl gecikece­ğini ifade eden haberler, ayetler ve sahih hadislere zıddiyyetinden ötürü batıl ve sılsizdir.[239]

Sonuç olarak özetlersek,

Davud Peygamber'in oğlu olan Süleyman (a.s.) dillere destan ve darb-ı meselle­re konu olan muazzam bir saltanatın sahibidir. Kur'an kendine verilen harikulade nimet ve hasletlerden "bazısını zikreder. Hz. Peygamber'in hadislerinde de "Süley­man" ismine oldukça sık rastlanır. Kuş dilini bilen Hz. Süleyman'a maddi ve mane­vi sahada eşsiz bir tasarruf gücü verilmişti. İstediği takdirde rüzgâr kendisini çok kısa bir müddet zarfında "bir aylık" mesafeye götürür; şeytanlar kendisine muaz­zam kapkacak, çanak çömlek gibi mutfak eşyaları yanında devâsâ binalar inşa ederlerdi. Tarihte ilk kez bakır madeninin kendisine Yüce Allah'ın kudreti eseri "su gibi" akıtıldığı Süleyman (a.s.) bu sayede de son derece dayanıklı malzeme ve evle­re, muhtemelen ordusunun ihtiyacı olan silahlara, harp araç ve gereçlerine, kışlalar ve kervansaraylara sahip olmuştur.

Sağlığında halk içinde cereyan eden hadiselerde hakem, davalarda yargıç vazi­fesi gören Hz. Süleyman son derece isabetli sonuçlara varmış ve hatta bu konuda babası Davud'u geçmiştir. Kur'an onun bu durumuna kısaca temas eder.

Mevki sahibi olan ve nimet içinde yüzen herkes için olduğu gibi Hz. Süleyman için de sağlığında sayıları oldukça kabarık bir gayr-i memnunlar zümresi türemiş ve şeytan ruhlu bu adamlarla İblis ve avanesinin iş birliği sonucu, iktidarı aleyhine hayli kesif bir propaganda ve yıkım faaliyeti sürdürülmüş, bunların bir sonucu olarak Hz. Süleyman bir müddet tahtından ayrı kalmış veya güç ve nüfuzunu yi­tirmiştir.

Hüdhüdün haberi sonucu Yemen ülkesinin kraliçesi Belkıs ile irtibat kuran Hz. Süleyman (a.s.) önce mektup yazmış, sonra da ziyaretine gelen bu kadının muva­salatından önce tahtını da getirmiş, gördüğü manzaradan hayretler içinde kalan kraliçenin maiyeti ile birlikte Allah'a teslimiyetine vesile olmuştur. Cenab-ı Hakk'ın "ağaç kurdu" ile ölümünü insanlara ve cinlere bildirdiği Hz. Süleyman elli küsur yıl ömür sürdükten sonra bu fani aleme veda etmiştir. Tarifinden dil ve ka­lemin aciz kaldığı görkemli saltanatın yerinde sahibinin ölümünü müteakip yelleresmiş; ondan bize, dünyaya karşı zühdü Öğütleyen bir kaç cümle ve atasözü miras kalmıştır.

Hz. Süleyman'ın Kur'an ve hadiste çok muhtasar olarak anlatılan bazı halleri ve buna bağlı olan diğer şeyler, meraklı yazarlarca, rivayetlerin kaynağına bakılmak­sızın zenginleştirilmiş ve bu iş yapılırken de kritik bir zihniyete sahip olunmadığı için onun bilhassa yüzüğü (mührü), havai seyahatları, hanımları, atları, emrine amade cinler ve şeytanlar, Belkıs'ın ziyareti, ihtişamı ve ölümü gibi konularda an­lamsız, gereksiz, mantık dışı, geniş ölçüde hayal mahsulü' olan bilgilere, israili ha­berlere, efsanelere yer verilmiştir. Bunlar onu gerçek bir kral ve Allah elçisi değil, destani bir hüviyete büründürmüştür. Hz. Süleyman'ı anlatan tefsir ve tarih ki­taplarındaki bilgilerin büyük ekseriyeti gerçekle irtibatlı değildir; Hz. Süleyman hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin bunu gözönüne bulundurmaları faydalı olur. [240]                                   

 

 



[1] Sâd, 38/30.

[2] Yakubi, Tarih, î, 57; et-Taberi, Tefsir XVII, 57; XIX, T41; İbn Kesir, el-Bidaye, II, 18.

[3] en-Neml, 27/16. Rivayetlere göre Davud'un, 19 evladı vardı (ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 353; îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 159). Bu 19 kardeş içinden Süleyman babasına varis oimuştur. Hz. Peygamberin bir hadisinin açık ifadesine göre peygamberler arkalarında paylaşılacak mal bırakmazlar. Onlardan geriye kalan sadaka muamelesi görür (el-Buhari, Meğazi 14,38; müslim Cihad 51,52; Ebu Ûavud, imara 19).

[4] el-Bidaye, II, 20.

[5] İbn Mace,İkame 174 (Muhammed Fuad Abdülbaki neşri). Zevaid' de belirtildiğine göre bu hadisin iki ravisi zayıftır. Süyuti'nin ifadesine göre tbnu'l-Cevzi senetteki "metruk" bir raviden ötürü hadisi Kitabu'l-Mevduat' ma almıştır. Diğer iki muhaddis ise İbnu'l-Cevzi'nin aksine, ravi Yusuf ibn Mu­hammed hakkında hüsnü şehadette bulunmuşlardır (ibn Mace, I, 422; bahsi geçen hadise eklenen notlar).

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 187.

[6] et-Taberi, Tarih, II, 573; es-Salebi, Arais s.260; Ibnu'I-Esir, el-Kâmil, I, 229.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 187.

[7] ibn Sa'd, et-Tabakahı'1-Kübra, VIII, 202; ibn Kesir, el-Bidaye, II, 29.

[8] el-Beğavi, Tefsir, V, 114; Îbnul-Esir, el-Kâmil, 1,230; İbn Kesir, el-Bidaye, II, 29.

[9] et~Taberi, Tefsir, XXIII, 163.

[10] et-Taberi, Tefsir XXXIII, 162-63; el-Kurtubi, Tesfir, XV, 206.

[11] Sâd, 38/39.

[12] Rüzgâr, şeytanlardan bina ustaİan ve dalgıçlar ve yine şeytanlardan bukağılarla bağlanmış olanlar.

[13] el-Kurtubi, Tefsir, XV, 206, not. 3 (Ebu Hayyan tefsirinden naklen).

[14] et-Taberi, Tefsir, XXIII, 163,164.

[15] Yetmiş ve yüz rakamlarına da yer verilir.

[16] el-Buhari, Nikâh 119; Müslim, Eyman 22,24.

[17] Ebu Hayyan, el-Bahru'1-Muhit, VII, 60.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 187-188.

[18] el-Buhari, Nikâh, 119; Keffarat 9;Müslim, Eyman 22,25; et-Tirmizi, Nüzur 7; en-Nesai, Eyman 43.

[19] Ibn Kesir, el-Bidaye, II, 29-30; Abdülvehhab en-Neccar, Kasasu'l-Enbiya, s. 331.

[20] Abdülvehhab en-Neccar, Kasau'l-Enbiya, s. 331.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 188-189.

[21] Aynı kaynak,s. 318.

[22] Misalolmaküzerebkz.I.KraUar,10/23;ll/l.

[23] en-Nisa, 4/163.

[24] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 189.

[25] tbnul-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'an, III, 1437.

[26] Elmahlj, Tefsir, V, 3666.

[27] es-Salebi, Aiais,s. 26-62; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 353; el-Beğavi, Tefsir, V, 112-13; el-Kurtubi, Tef­sir, XIII, 165-66; en-Nesefi, Medarikü't-Tenzil, III, 205; el-Hazin, Tefsir, V, 112-13; Ebussuud, Efen­di, Tefsir, IV, 125; el-AIusi, Tefsir, XIX, 171-72.

[28] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 59; el-Alusi, Tefsir, XIX, 172.

[29] el-Alusi, Tefsir, XIX,172.

[30] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 189-190.

[31] Sâd, 38/31-33.

[32] el-Beğavi, Tefsir, VI, 45; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VII, 128.

[33] et-Taberi, Tesfir, XXIII, 154.

[34] Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VII, 128.

[35] Aynı kaynak, aynı yer.

[36] 'lbn Kesir Tefsir, VI, 57.

[37] el-Beğavi, Tefsir, VI, 45.

[38] Bkz. el-Buhari, Teyemmüm, 1; Salat 56; Müslim Mesacid 3,5; Ebu Davud, Cihad 121.

[39] el-Buhari, Meğazi 14,38; Müslim, Cİhad 51,52.

[40] et-Tabresi, Tefsir, IV, 474; el-Alusi, Tefsir, XXIII, 191.

[41] el-Alusi, Tefsir, XXIII, 191.

[42] Aynı yer.

[43] Ebud Davud, Edeb 54; Ahmed tbn Hanbel, el-Müsned, H, 289; Abdurrahman Muhammed, Avtıü'l-Ma'bud, XIII, 279; İbn Kesir, Tefsir, VI, 57.

[44] et-Taberi, Tefsir, XXIII, 156,160; İbnu'l-Arabi, Ahkâmü'l-Kur'an, IV, 1636-37; el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; VI, 45,46; İbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 438; VII, 130,131; et-Tabresi, Tefsir, VI, 475; el-AIusi, Tefsir, XXIII, 196-98.

[45] el-Taberi, Tefsir, XXIII, 156; et-Tabresi, Tefsir, IV, 475; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VTI, 131; er-Razi, Tefsir; XXVI, 205,206; Elmalih, Tefsir, VI, 4096.

[46] İbn Manzur, Lisanu'1-Arab, II, 595-96.

[47] et-Tabresi, Tefsir IV, 475.

[48] Elmalılı, Tefsir, VI, 4097.

[49] Seyyid Kutup, Fi Zılali'l-Kur'an, cüz 23,s.l00.

[50] el-Aduni, Keşfu'1-Hafa, I, 344.

[51] et-Tabresi, Tefsir, IV, 475.

[52] er-Razi, Tefsir, XXVI, 206.

[53] er-Razi, Tefsir, XXVI, 206; el-Hazin el-Bağdadi, Tefsir, VI, 46.

[54] et-Taberi, Tefsir, XXIII, 156.

[55] el-Buhari, Cihad 43; Müslim, İmara 96; tmam Malik, el-Muvatta', Cihad 44'.

[56] Abdülvehhab en-Neccar, Kasasu'l-Enbiya, s. 322.

[57] îbn Hazm el-Fasl, IV, 20.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 190-194.

[58] Maksat, insanlar arasındaki dava konusu problemlerde ve içtihada dayanan hususlarda Allah'ın kendisini doğruya ulaştırmasıdır (en-Nesaî, II, 34, Süyuti Şerhi).

[59] en-Nesai, Sünen, II, 34 (Süyuti şerhi). Bu hadisin başka varyantlarmdaki ifadeye göre Süleyman (a.s.)'a ilk iki dileği verilmiştir. Hz. Peygamber, "sonuncu dileğin biz (Muhammed Ümmetinde ve­rilmesini umarız" buyurmuştur (İbn Mace, İkame 196; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, II, 176; îbn Kesir, el-Bidaye, II, 26)

[60] el-Enbiya, 21/78. Mevsuk hadislerde bir de yine Davud (a.s.)'la oğlu Hz. Süleyman arasında geçmiş fetva konusu başka bir probleme yer verilir. Bir çocuk üzerinde hak iddia eden iki anne arasında geçen olayla İlgili hükümde de yine Hz. Süleyman haklı çıkmıştır {bkz. Diyanet Dergisi, XIV, sayı 6, s.347-48).

[61] Sâd, 38/35.

[62] el-Buhari, Salat 75; Enbiya 40; Müslim, Mesacid 39,40; el-Ayni, Umdetu'1-Kari, rV, 223 v.d.; en-Nevevi, Müslim Şerhi, V, 28; en-Nesai, Sehiv 19; es-Süyuti, Nesai Şerhi, III, 13; Îbnu'l-Arabi, Ah-kâmü'l-Kur'an, IV,

1639; îbnu'I-Cevzi, Tefsir, VII, 138.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 194-195.

[63] el-Enbiya, 21/81.

[64] Sebe', 34/12.

[65] et-Taberi, Tarih, H, 574-75; Tefsir, XXIII, 160; Ibnu'l-Arabi, Ahkamü'l-Kur'an, IV, 1637; el-Şeğavi, Tefsir, IV, 248; VI, 45; tbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 438; lbn Kesir, Tefsir, VI, 58; İbn Kesir, el-Bidaye, 11,27.

[66] et-Taberi, Tarih, II, 574-75; îbn Kesir, el-Bidaye, II, 27.

[67] et-Taberi, Tefsir, XIX, 144; Tarih, II, 575-76.

[68] el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; el-Hakim, el-Müstedrek, II, 405-406; ez-Zehebi, et-Telhis, II, 405-406; ez-, Zemahşeri, Tefsir, III, 354.

[69] Bkz. et-Taberi, Tarih, H, 574-75; Tefsir, XXIII, 160; İbnu'I-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'an, IV, 1637; el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; VI, 45; tbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 438; İbn Kesir, Tefsir, VI, 58; îbn Kesir, el-Bidaye, II, 27.

[70] et-Taberi, Tefsir, XXII, 69; el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; el-Alusi, Tefsir, XVII, 78.

[71] et-Taberi,Tefsir, XIX, 141; es-Salebi, Arais,s.26î; el-Beğavi, Tefsir, IV, 248; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 354.

[72] Ebu Hayyan, Tefsir, VI, 333.

[73] Aynı kaynak, VII, 60.

[74] Seyyid Kutup, Fi Zılâli'l-Kur'an, cüz 22,s.68.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 195-196.

[75] et,-Taberi, Tefsir, XXII, 69; îbnu'I-Cevzi, Tefsir, VI, 438; İbn Kesir, Tefsir, V, 534. Bu ayette geçen "aynu'1-Kıtr" in petrol olduğunu iddia edenler varsa da bu, hiç bir delile dayanmayan hayali bir gö­rüştür.

[76] er-Razi, Tesfir, XXV, 247.

[77] Elmalık, Tefsir, VI, 3951.

[78] el-Kehf, 18/96.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 196-197.

[79] Sebe', 34/12-13.

[80] ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 572; Elmahh, Tefsir, VI, 3952.

[81] er-Razi, Tefsir, XXV, 248.

[82] Elmahlı, Tefsir, VI, 3953.

[83] Sâd, 38/37-38.

[84] el-Beğavi, Tefsir, IV, 249; Ibnu'l-Cevzi, V, 374; VII, 140; er-Razi, Tefsir

[85] Seyyid Kutup, Fi ZıIalİ'l-Kur'an, cüz 17,s. 48.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 197.

[86] es-Salebİ, Arais,s.263; İbn Kesir, Tefsir, V, 227; İbn Kesir, el-Bidaye, II, 20; eş-Şevkani, Fethu'l-Kadir, IV, 134.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 198.

[87] en-Neml, 27/18-19.

[88] el-Beğavi, Tefsir, V, 115; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 355; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 162.

[89] el-Alusi, Tefsir, XIX, 176.

[90] et-Tabresi Tefsir, IV, 215; İbn Kesir, Tefsir, V, 227; İbn Kesir, el-Bidaye, II, 19.

[91] ibn Kesir, Tefsir, V, 227; tbn Kesir, el-Bidaye, II, 19

[92] el-Beğavi, Tefsir, V, 114.

[93] Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 161; el-Hazin, el-Bağdadi, Tefsir, V, 114.

[94] el-Beğavi, Tefsir, V, 114.

[95] el-Alusi, Tefsir, XIX, 176; eş-Şevkâni, Fethu'l-Kadir, IV, 135.

[96] ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 355.

[97] îbn Kesir, Tefsir, V, 227; Ibn Kesir, el-Bİdaye, II, 19.

[98] es-Salebi, Arais, s. 264; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 355; İbn Kesir, ei-Bidaye, II, 19.

[99] eş-Şevkani, Fethu'l-Kadir, IV, 130.

[100] et-Taberi, Tefsir, XIII, 169-70.

[101] İbnu'l-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'an, III, 1439; el-Beğavi, Tefsir, V, 114; el-Hazin, Tefsir, V, 114.

[102] es-Saİebi, Arais, s. 264; el-Kurtubi, Tefsir, XIII, 171-72.

[103] Ebu Hayyan, el-Bahru'1-Muhıt, VII, 62; el-Alusi, Tefsir, XIX, 79.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 198-199.

[104] Bazı rivayetlere göre hergün yirmi bin koç keserdi (el-Beğavi, Tefsir, V, 116).

[105] Her iki haber için bkz. es-Salebi, Arais, s. 263; el-Beğavi, Tefsir, V, 116; ez-Zemahşeri, Tefsir, ÜI, 358; el-Alusi, Tefsir, XIX, 183.

[106] el-Alusi, Tefsur, XIX, 183.

[107] Aynı yer.

[108] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 200.

[109] Sâd, 38/34.

[110] Bunlar için bkz. en-Nesai; Tefsir, varak 4a-b (îst, Üniversite Kütüphanesi, no.A/3257); İbn Sa'd, etTabakatu'I-Kübra, VIII, 203; et-Taberi Tefsir, XXIII, 157-58; Tarih, II, 591-93; es-Salebi, Ara-is,s.288-289-90; Yakubi, Tarih, I, 59-60; el-Beğavi, Tefsir, VI, 48-49; ez-Zemahşeri, Tefsir, IV, 94; İbnu'l-Cevzi, Tefsir, VII, 132 v.d.; Îbnu'1-Esir, el-Kâmil, I, 238 v.d.; es-Süyııti, ed-Dümı'1-Mensur, V,311.

[111] Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, cüz 23,s.99-100.

[112] Beyzavi, Tefsir, II, 345; Ebu Hayyan, Tesfir, VII, 397; el-Hazin, Tefsir, VI, 49-50; Ebussud Efendi, Tefsir, IV, 290; el-Alusi, Tefsir, XXIII, 198,200.

[113] Seyyid Kutub, Fi Zılâli'l-Kur'an, cüz 23.S.99-100.

[114] et-Tusi, Tefsir, VIII, 514; et-Tabresi, Tefsir, IV, 475. .

[115] er-Razi, Tefsir, XXVI, 209; et-Tabresi, Tefsir, IV, 476; el-Alusi, Tefsir, XXIII, 199-200; Elmalık, Tef-

sir, VI, 4097.

[116] er-Razi, Tefsir, XXVI, 208; ez-Zemahşeri, Tefsir, IV, 94; en-Nesefi, Tefsir, IV, 42; Ebu Hayyan, Tef-

sir, VII, 397.

[117] İbn Hazm, el-Fasl, IV, 19-20; tbn Kesir, el-Bidaye, II, 26; îbn Kesir, Tefsir VI, 61-62.

[118] el-Hakim, el-müstedrek,II, 433-34.

[119] el-Buhari, Hudud 12; Müslim Hudud 8,9; Ebu Davud, Hudud 4.

[120] îbn Kesir, Tefsir, VI, 62.

[121] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 200-205.

[122] et-Taberi, Tarih, II, 586 v.d.; es-Salebi, Arais,s.287-88; el-Beğavi, Tefsir, VI, 46-47; er-Razi, Tefsir, XXVI, 207; Îbnu'1-Esir, el-Kâmil, 1,228.

[123] ez-Zemahşeri /Tefsir, IV, 94; Abdülvehhab en-Neccar, Kasasu'l-Enbiya, s.324,33l.

[124] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[125] en-Nesai,Tefsir, varak 4^-b; et-Taberi , Tarih, II, 591; es-Salebi, Arais, s. 289,290; ez-Zemahşeri, Tefsir, IV, 94; el-Kurtubi, Tefsir, XV, 291; îbn Kesir, Tefsir, VI, 62.

[126] İbn Kesir, Tefsir, VI, 62; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VII, 134, not 2.

[127] el-Kasimi, Tefsir, XIV, 5104.

[128] Müslim Mukaddeme 4; en-Nevevi, Müslim-Şerhi, I, 79-80.

[129] Remzi Na'na'a, el-İsrailiyyat fİ't-Tefsir ve'l-Hadis,s. 153,159.

[130] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 205-206.

[131] es-Salebi, Arais,S-288.

[132] ez-Zehebi,  Mizanu'l-İtidâl,  II, 286; eş-Şevkâni,  eJ-Fevaidu'1-Mecmu'a, s.  497; Ebu'1-Fadl el-Makdisi, Tezkirahı'l-Mevduat,s. 64.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 206.

[133] es-Salebi, Arais,s. 272-73; el-Kurtubi, Tefsir, XV, 202-203. 

[134] Abdülvehhab en-Neccar, Kasasu'I-Enbiya, s. 321.

[135] I. Krallar, 10/18-20; II. Tarihler, 9/17-19.

[136] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 206-207.

[137] et-Taberi, Tefsir, XIX, 141; es-Salebi, Arais,s.261; el-Hakim, el-Müstedrek, II, 589; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 354.

[138] et-Taberi, Tefsir, XIX, 141; es-Salebi, Arais,s.261; el-Hakim, el-Müstedrek, II, 589; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 354.

[139] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 60.

[140] Remzi Na'na'a, el-tsrailiyyat,s.311.

[141] el-Alusi, Tefsir, XIX, 175.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 208.

[142] Sâd,38/35-40.

[143] el-Hakim, el-Müstedrek, II, 588; es-Süyuti, ed-Dürru'l Mensur, V, 103; eş-Şevkâni, Fethu'I-Kadir,

IV, 134.

[144] ez-Zehebi, et-Telhis, II, 588.

[145] eş-Şevkâni, Fethu'l-Kadir, IV, 134.

[146] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 208-209.

[147] ibn lyas, Bedai'u'z-Zühur,s. 146^7.

[148] Kitab-ı mukaddes'te (I. Krallar, 4/22-23) mevcut aynı konuyla ilgili bilgiler daha detaylı ve fakat

daha az mübalağalıdır.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 209.

[149] es-Salebi, Arais,s. 270-71.

[150] ibn Kesir, Tefsir, V, 240; el-Kasimi, Tefsir, XIII, 4670.

[151] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 209-210.

[152] es-Süyuti, ed-Dürru'1-Mensur, V, 103; el-Alusi, Tefsir, XIX, 175.

[153] el-Alusi, Tefsir, XIX, 175.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 210.

[154] es-Salebi, Araİs, s. 271-72.

[155] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 210.

[156] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 210-211.

[157] İbnu'1-Esir, el-Kâmil, I, 230 v.d.

[158] et-Taberi, Tefsir, XIX , 168-169; es-Salebi, Arais, s. 278; el-Beğavi, Tefsir, V, 117; Ibnu'l-Cevzi, Tef-

sir, VI, 165-176; îbnul Esir, el-Kâmil, 1,231; tbn Kesir, el-Bidaye, II, 21-24; İbn Kesir, Tefsir, V, 229.

[159] tbn Kesir, el-Bidaye, II, 21-22; es-Süyurİ, ed-Dürru'l-Mensur, V, 105; el-Ahısi, Tefsir, XIX, 189.

[160] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 67; el-Alusi, Tefsir, XIX, 189.

[161] Îbnu'1-Esir, el-Kâmİly I, 232.

[162] el-Aîusi, Tefsir, XIX, 189; Malikiler insanların cinlerle evlenmesini caiz görürler, (bkz. îbnu'l-Arabİ

Ahkâmu'l-Kur'an, III, 1444; el-Kurtubi, Tefsir, X, 289; XIII, 182-83,213; el-Alusi, Tefsir, XIX, 189)

[163] İbn Kesir, el-Bidaye, II, 21.

[164] el-Alusi, Tefsir, XIX, 189.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 211.

[165] Ebu Davud, Edeb 164; ibn Mace, Sayd 10; ed-Darimi, Edahî, 26.

[166] islâm Ansiklopedisi "hüdhüd" maddesi.

[167] et-Taberi, Tefsir, XIX, 143; Tarih, II, 576 v.d.; İbnu'I-Cevzi, Tefsir, VI, 163; İbn Kesir, Tefsir, V, 227-

28.

[168] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 211-212.

[169] en-Neml, 27/20.

[170] et-Taberi, Tefsir, XIX, 144.

[171] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 212.

[172] es-Salebi, Arais, s. 277; el-Beğavi, Tefsir, V, 115.

[173] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 212.

[174] es-Saîebi, Arais, s. 277; el-Beğavi, Tefsir, V, 116; ez-Zemahşeri, Tefsir, IH, 358-59; el-Hakim, el-Müstedrek, II 405; er-Razi, Tefsir, XXIV, 189; Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 65; el-Hazin, Tefsir, V, 116; el-AIusi, Tefsir, XIX, 183.

[175] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 65; el-Alusi, Tefsir, XIX, 183.

[176] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 213.

[177] tbn Kesir/Tefsir, IV, 374; V, 228; eş-Şevkani, Fethu'l-Kadir, IV, 135.

[178] îbn Kesir, Tefsir, IV, 374.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 213.

[179] es-Salebi, Arais, s.277; el-Beğavi, Tefsir, V, 116; eUHazin, Tefsir, V, 116-17.

[180] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 213-214.

[181] et-Taberi, Tefsir, XIX, 151; Ibnu'1-Esir, el-Kâmil, I, 234; Ibn tyas, BedaiVz-ZÜhur,s.l49. Belkıs'ın,

sarayının ölçüleri ve diğer tafsilat için bkz. es-Salebi, Arais,s.279.

[182] İbnu'1-Esir, el-Kâmil, 1,234.

[183] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 214.

[184] et-Tabresi, Tefsir, IV, 223.

[185] en-Neml, 27/42.

[186] İbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 177.

[187] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 214-215.

[188] en-Neml, 27/40.

[189] es-Salebi, Arais, s. 248; et-Tabresi, Tefsir, IV, 223; ez-Zemahşeri, Tefsir, III,  367; er-Razi, Tefsir, XXrV, 197; el-Kurtubi, Tefsir, XIII, 204-205.

[190] Seyyid Kutub, Fi Zılâli'l-Kur'an, cüz 19,s.U9.

[191] eş-Şevkani, Fethu'l-Kadir, IV, 139.

[192] et-Tabresi, Tefsir, IV, 223; Ebu Hayyan,Tefsir, VII, 76-77; Ebussuud Efendi, Tefsir, IV, 132; eş-Şevkani, Fethu'l-Kadir, IV, 139; Seyyid Kutub, Fi Zılali'l-Kur'an, cüz 19, s.149.

[193] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 76-77.

[194] et-Tabresi, Tefsir, IV, 223.

[195] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 215-216.

[196] Olay Kur'an'da epeyce detaylıca anlatılır (bkz. en-Neml, 27/28 v.d.)

[197] et-Taberi, Tefsir, XIX, 155-158; Tarih, II, 581-82; es-Salebi, Arais,s. 281-82, 286; et-Tabresi, Tefsir, IV, 221, el-Beğavi, Tefsir, V, 121; İbnu'I-Cevzi, Tefsir, VI, 170-71; el-Alusi, Tefsir, XIX, 198-200.

[198] eş-Şevkâni, t'ethu'l-Kadir, IV, 137-138,140.

[199] el-Alusi, Tefsir, XIX, 200; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 171, not. 1

[200] ) İbn Kesir, Tefsir, V, 234.

[201] Remzi Na'na'a, el-İsrailiyyat, s,282.311.

[202] I. Krallar, 10/1-10.

[203] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 216-217.

[204] et-Taberi, Tefsir, XIX, 154,160; et-Taberi, tarih, II, 580,584; es-Salebi, Arais,s. 283; el-Beğavi, Tefsir,

V, 116,119,122; İbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 168,173; Ibn Kesir, Tefsir, V, 229-30,234.

[205] Sonuç, bunların çarpımından elde edilen 588 sayısının sağına onaltı sıfır eklenerek okunur.

[206] Bu konudaki rivayet ve tenkidi İçin bkz. Îbnu'1-Esir, el-Kâmil, 1,233-34.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 218.

[207] et-Taberi, Tefsir, XIX, 152; el-Beğavi, Tefsir, V, 119; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 364; İbn Kesir, Tef-

sir, V, 230.

[208] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 73.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 218.

[209] et-Taberi, Tefsir, XIX, 160-161; es-Salcbi, Arais,s,279; el-Beğavi, Tefsir, V, 118; ez-Zemahşeri, Tef­sir, İli, 360; İbn Kesir, Tefsir, V, 230-235.

[210] Ebu Hayyan, Tefsir, VII, 67; el-AIusi, Tefsir, XIX, 190.

[211] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 219.

[212] en-Neml, 27/44.

[213] Aynı yer.

[214] et-Taberi, Tefsir, XIX, 152,166,168,169; Tarih, II, 583; tbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 165; el-Beğavi, Tef­sir, V, 124; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 370; tbn Kesir, el-Bidaye, II, 24.

[215] el-Kurtubi, Tefsir, XIII, 210.

[216] Aynı yer

[217] îbn Kuteybe, el-Me'ârif,s.554 (tahkik, Servet Ukkâşe, Mısır 1960).

[218] îbn Kesir, el-Bidaye, II, 24.

[219] ibn Kesir,Tefsir, V, 240.

[220] el-Alusi, Tefsir, XIX, 210.

[221] tbn Kesir, el-Bidaye, II, 24.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 219-220.

[222] er-Razi, Tefsir, XXIV, 201.

[223] el-Kurtubi,Tefsİr, XIII, 210-211.

[224] en-Neml, 27/44.

[225] el-Beğavi Tefsir, V,. 125; el-Hazin, Tefsir, V, 125.

[226] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 220.

[227] Bazı kaynaklar genellikle elli küsur yıl üzerinde dururlar; bkz. et-Taberi, Tarih, II, 597; Yakubi, Tarih, 1,60; tbnu'1-Esir, el-Kâmil, I,244.

[228] el-Hakim, el-Müstedrek, II, 588; el-Beğavi, Tefsir, V, 113; et-Tabresi, Tefsir, IV, 214; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 160.

[229] ez-Zehebi, et-Telhis, II, 588; es-Süyuti, ed-Dürru'1-Mensur, V, 103.

[230] İbn Kesir, el-Bidaye, II, 31.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 221.

[231] Sebe', 34/14.

[232] et-Taberi, Tefsir, XXII, 75; Tarih, II, 595-97; es-Salebi, Arais, s.291; el-Beğavi, Tefsir, V, 23-235; ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 574; et-Tabresi, Tefsir, IV, 383-84; İbnu'I-Esir, el-Kâmil, 1,243.

[233] et-Taberi, Tefsir, XXII, 74; Tarih, II, 594; İbn Kesir, el-Bidaye, II, 31; es-Süyuti, ed-Dürru'1-Mensur,

V, 230.

[234] Elmahh, Tefsir, VI, 3954.

[235] Abdulvehhab en-Neccar, Kasasu'l-Enbiya,s.338-348.

[236] İbn Kesir, Tefsir, V, 538; İbn Kesir, el-Bidaye, II, 31; el-Alusi, Tefsir, XXII, 124.

[237] îbn Kesir, Tefsir, V, 536 (ravi hakkında geniş bilgi için bkz. ez-Zehebi, Mizanu'l-İtidal, III, 73 v.d.).

[238] Durum bu olduğu halde Müstedrek yazan Hakim'in ilk rivayet için, "bu isnadı sahih bir hadistir"demesine asla itibar edilmemelidir (bkz. el-Müstedrek, II, 423).

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 221-223.

[239] el-Kurtubi, Tefsir, XV, 204.

[240] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 223-224.