Hz. İSA (A.S.) 1

1. Hayatı ve Misyonu: 11

2. Hz. isa'nın Beşeri Yönü: 11

3. Maide Kıssası: 20

 

 

 

Hz. İSA (A.S.)[1]

 

Kur'ân'a göre Hz.İsa hak peygamberdir; getirdiği dinin adı Hıristiyanlıktır ve Hıristiyanlık bu gün semavi dinler içerisinde taraftar itibariyle ilk sırayı işgal eder görünmektedir. Kur'ân ana hatlarıyla Hz.İsa'yı şöyle tanıtmaktadır:

İsa Meryem'in oğludur[2]. Bakire olan Meryem'den Allah'ın yaratıcı kudretinin bir nişanesi olarak doğmuştur; Allah'tan bir kelime'dir veya Allah'ın kelimesi'dir ki[3] Allah onu Meryem'e ilka etmiş ve ona "ol!" (kün) demiş o da olmuştur (Nisa, 4/171). Hz.İsa'nın babasız dünyaya gelişini yadırgayanlara Kur'ân Hz.Adem'i ör­nek göstermektedir. Allah Adem'i nasıl anasız ve babasız yaratmışsa ve buna gücü yetmişse İsa'yı da babasız yaratmıştır. Bunda Allah'a ve O'nun yüce kudretine ina­nanlar için bir gariplik yoktur (Al-i İmran, 3/59). Hz.İsa'nın babasız doğmuş olma­sı Cenâb-i Hakk'ın kudretinin bir delilidir. Hz. Adem'i annesiz yaratan da O'dur. Göklerin ve yerin yaratılması; kozmosdaki fevkalâde düzen insanınkinden ve Hz.İsa'nm babasız yaratılmış olmasından daha hayret vericidir.

Hz.îsa'mn bir unvan ve sıfatı da Mesih'tir. Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem, Allah seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor: Adı Meryem Oğlu İsa Mesih'tir (Al-i İmran, 3/45). Bir ayette İsa'dan "Allah'ın Ruhu" olarak bahsedilmektedir: "Mer­yem Oğlu İsa Mesih... O'ndan bir ruhtur[4]. Başka ayetlerde Yüce Allah'ın Adem'e de ruhundan üflediği ifade edilmiştir (bkz. Hıcr, 15/29; Sad, 38/72).

Hz.İsa Kur'ân-ı Kerîm'e göre ancak bir kuldur (Zuhruf, 43/59), Abdullah yani Allah'ın kuludur (Meryem, 19/30). Kur'ân onun kul olmanın ötesinde bir sıfatla anılmasını veya insan üstü bir varlık olarak düşünülmesini reddeder ve Hz.İsa'nm da, gözde meleklerin de Allah'a kul olmaktan asla çekinmeyeceklerini belirtir (Nisa, 4/171). Birer insan olan peygamberlere tapılmaz, onlara ilah muamelesi yapıl­maz. Çünkü onlardan hiç biri kendisini Allah'ın kulu olarak hissetmekten ve bunu her fırsatta ifade etmekten utanç duymamışlar, aksine bundan gurur duymuşlar, haz almışlardır.

İsa (a.s.) dünya ve ahirette şerefli (vecîh) ve Allah'a yakın kılınanlardandır (mukarrebin)[5]; mübarek (Meryem, 19/31) yani kendisinde başkaları için hayır ve be­reket bulunan biridir. Beşikte iken konuşmuştur (Al-i İmran, 3/46; Maide; 5/110). Şahsiyet olarak cebbar, zorba ve şaki biri değildir (Meryem, 19/32). Bir nebidir: "Allah beni peygamber yaph"[6]; kitabı vardır[7]; rasuldür[8]; "Kavlu'1-Hakk" hakika­tin sözüdür veya gerçek sözdür (Meryem, 19/34). Salihler (iyiler)'dendir[9]; muha­taplarına "Beni ilah edinin" dememiştir (Maide, 5/116); kitabı vardır (Meryem, 19/ 30) ve bu kitabm adı İncil'dir[10]. Kendinden önce geçen peygamberleri ve kutsal ki­tapları tasdik edip doğrulayan bir Allah elçİsidir[11]. Kendisi ve anası mucize ol­dukları gibi (Mü'minun, 23/50) peygamberliği de bir mucize ve rahmettir (Mer­yem, 19/21).

Hz. İsa İsrail Oğullarına bir mesel, bir remz kılınmış (Zuhruf, 43/57, 59), muha­taplarına belgeler ve hikmet getirmiş[12] ve Allah tarafından Ruhu'1-Kuds ile des­teklenmiştir (Bakara, 2/87), Allah kendisine Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğ­retmiştir (Maide, 5/110). İnkar eden yahudiler onun dili ile lanetlenmiştir (Maide, 5/78),

Hz.Muhammed'in geleceğini "Ey İsrail Oğullan! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjde­leyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim" diyerek haber vermiştir (Saff, 61/ )[13]

Tevrat'ta olduğu gibi İncil'de de ümmî peygamber'in geleceği yazılıdır (Araf, 7/157). Hz.İsa'nın has ve sadık arkadaşları Havariler Allah'a ve O'nun elçisi Hz.İsa'ya inanarak Müslüman olmuşlardır.[14]

Kur'ân-ı Kerîm Hz.İsa'nın bazı mucizelerine de temas etmektedir. Allah'ın izni ile o, ölüleri diriltmiş, hastalara şifa vermiş, balçıktan kuşlar yaparak onlara can vermiş, anadan doğma körü, alaca hastalığına tutulmuş kişiyi iyileştirmiş, İsrail Oğullarının yediklerini ve evlerinde sakladıkları şeyleri kendilerine haber vermiş­tir: "... Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemişün de iznimle kuş ol­muştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun" (Maide, 5/10); "...Yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim. İnanmışsanız bunda size delil vardır" (Al-i İmran, 3/49).

Hz. İsa, kulluk görevlerini bizzat yaptığını muhatapları olan insanara şöyle İfa­de buyurmuştur: "Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana Kitab verdi ve beni peygamber yaptı; nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, ze­kât vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti..," (Meryem,19/30-33).

Kur'an-ı Kerim Hz. İsa hakkında gerçek dışı beyan ve inançlarında ısrar eden Ehl-i Kitab'a şöyle seslenmiştir:

"Ey Kitab Ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin, Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryempğlu İsa Mesih, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine inanın. Üçtür demeyin, vazgeçin, bu haynnızadır. Allah ancak bir tek tanrıdır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da yerde olan­lar da O'nundur" (Nisa, 4/171). Kur'an değişik yerlerde Allah'ın "çocuğu olmadığı" gereceğini sık sık vurgulamaktadır.[15]

İsa (a.s.) kendisine insan olmanın dışında bir sıfat izafe etmek isteyenlere kul ol­duğunu hatırlatma ihtiyacı duymuştur: "Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum" (Meryem, 19/30). Yukarıda da geçtiği gibi kendisinin ilâh edinilmesini, ilâh olarak düşünül­mesini istememiştir: "Allah: Ey Meryemoğlu İsa! Sen mi İnsanlara 'Beni ve annemi Al­lah'tan başka iki tanrı olarak benimseyin' dedin? Demişti de, "Haşa!" hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz" demişti (Maide, 5/116). Muhataplarına ne söyleyip, neyi tavsiye ettiğini şöylece açıklamıştır: "Ben onlara sadece 'Rabbim ve Rabbiniz olan Al­lah 'a kulluk edin' diye bana emrettiğini söyledim" (Maide, 5/117).

Kur'an bütün peygamberlerin yolunun ve tabiatiyle Hz. İsa'nın yolunun da "İs­lâm" olduğunu onların Müslüman olarak ölmeyi çocuklarına vasiyet edip öğütle-diklerini (Bakara,2/132); kendilerini teslim olanlardan kılması, nesillerinden de teslim olan bir ümmet göndermesi için Yüce Allah'a duada bulunduklarını (Baka­ra, 2/128) zikrettikten sonra şu soruyu yöneltmektedir: "Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının, Yahudi yahut Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mî? "[16].

Kur'an'a göre, vaktiyle Yahudiler nasıl Allah'a verdikleri sözde durmamışlarsa, Hıristiyanlar da aynı yolu izleyip ahidlerini bozmuşlar ve bu sebepten dolayı da kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin salmmıştır; Hz. Muhammed onlara da gönderilmiş bir elçidir. O, Ehl-i Kitab'ın gizledikleri ve sakladıkları şeylerin çoğu­nu kendilerine açıklamıştır. Ancak Yahudi ve Hıristiyan toplumlar, kendilerini "Allah'ın oğulları ve sevgilileri" sayarak O'na karşı çıkmışlardır. Ehl-i Kitab aynı' zamanda Uzeyr'i, İsa (a.sj'yı Allah'ın oğlu sayan kimselerdir ve bu davranışları ya­ni insanları tanrılaştırdıkları için küfre girmişlerdir.[17] Halbuki Allah İhlas suresin­de de ifade edildiği gibi tektir, birdir, ortağı yoktur, mutlak hüküm sahibidir, hiç bir şeye muhtaç değildir; kimseden doğmadığı gibi kimseyi de doğurma mıştır. Bu konu Kur'an'da çözüme kavuşturulmuş ve onların bu tür iddiaları bir ayette şöyle­ce cevaplandırılmıştır: "Allah Meryem Oğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmeyi dilerse kim ona karşı koyabilir?" (Maide, 5/17).

Kur'an Hz. İsa'nın tevhid inancını tebliğ eden bir Allah elçisi olduğunu açıklar ve onun tannlaştırılmasma karşı çıkar; Kur'an'a göre ona verilen gerçek İncil bir hi­dayet ve nur kaynağıdır; Öğüt vercidir, yol göstericidir (Maide, 5/46). Hz. İsa'ya verilen saf ve gerçek İncil'de Hıristiyanlara, Allah'a ve ahiret gününe inanmaları ve iyi işler yapmaları emredilmiştir. Fakat Ehl-i Kitab, Tevrat ve İncil'e uymamış, Rabbe kul olanlar ve bilginler günah söz söylemek, haram yemekten çevresindeki­leri yasaklamamışlardır (Maide, 5/63).

Kur'an Yahudiler ve Hıristiyanların dost edinilmesini hoş karşılamaz: "Ey ina­nanlar! Yahudi ve Hıristİyanlan dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudur­lar. Sizden kim onları dost edinirse o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalim olan toplumu doğru yola eriştirmez" (Maide,5/51). Yani onlara veli olmayınız değil,''onları-veli tutmayınız, yardaklık etmeyiniz, velayetlerine, hükümlerine, yardımlarına başvur­mak bir yana onlara gerçek anlamda bir ahbap gibi içtenlikle güvenip kendinizi kaptırmayınız; onları gerçek bir yar ve dost sanıp sıkı fıkı olmayınız, gayet dikkatli davranınız, tuzaklarına düşmeyiniz.[18] Ayette "Yahudi ve Hıris ti yanlarla dost ol­mayınız" denmemiş, "onları dost edinmeyiniz" buyrulmuştur. Çünkü İslam her za­man barıştan ve uzlaşmadan yana olmuş, barış için daima ilk adımı atmış, barış için uzanan eli kolay kolay geri çevirmemiştir. "Allah, din uğrunda sizinle savaşma­yan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davran­manızı yasak etmez; doğrusu Allah adil olanları sever" '(Mümtehine, 60/8) ayeti inan­mış mü'minleri Yahudi ve Hırİstiyanlara iyilik etmekten, onlarla dostluk yapmaktan, onlara baş olmaktan yasaklamamış, onları veli edinmekten, onlara yardaklık etmekten yasaklamıştır. Burada vurgulanmak istenen incelik dikkatten uzak tutulmamalıdır. Kur'an onların mü'minlere gerçek anlamda yar olmayacakla­rını çünkü onların biribirlerine yar ve dost olduklarını söylüyor: "Onlar birbirleri­nin dostudurlar". Yani Yahudiler Yahudilerin, Hıristiyanlar da Hıristiyanların dos­tudurlar. Bunlar kendilerinin dışındakilere dost ve yar olmazlar. Bu konuda dikkatli davranmayan mü'minler şöylece uyarılmıştır: "Sizden her kim onları yar ta­nır, veli olarak kabullenirse şüphesiz o da onlardandır"; onların huyunu kapmıştır, o ar­tık hakka değil onlara ve arzularına hizmet eder; sonuç olarak da onlardan sayılır. Ahirette de onlarla beraber haşrolunur.[19]

Çok kısa cümlelerle temas edilen bu Özet bilgileri biraz açmalıyız:

Kur'an-ı Kerim "Meryem Oğlu mesih (İsa), sadece bir peygamberdir, - Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir - annesi de dosdoğru biridir. İkisi de (diğer insanlar gibi) ye­mek yerlerdi... "[20] der.

Hz. İsa da kendisinden önce yaşamış peygamberler gibi normal bir insandı; Al­lah'ın elçisi idi. Diğerlerinden farklı bir yanı yoktu. Tek harikuladeliği babasız dün­yaya gelmiş olmasıydı. O'nun sadece bu gözle görülmesi, böyle düşünülmesi gere­kirdi. Fakat Hıristiyanlar böyle davranmadılar. Onu Allah'ın tanıttığından başka türlü tanımaya ve tanıtmaya çalıştılar. Azıp saptılar; doğru yoldan çıktılar ve:

"Hıristiyanlar 'Mesih Allah'ın oğludur', dediler"[21].

Allah'ın oğlu ve kızı olmayacağı gerçeğini bir kenara ittiler. Peygamberlerin uyarılarını dikkate almadılar. Kur'an onların bu iddialarının hiç bir haklı ve mantı­ki gerekçesinin olmadığını, "Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir" cüm­lesiyle ortaya koyar. Ve bu inançlarıyla da müşriklere benzediklerini belirtir[22].

Gerçekleri bu ölçüde saptıran kişileri de şöyle lanetler: "Allah onları kahretsin! "[23].

Hıristiyanlar Hz. isa'ya Allah'ın oğlu demekle de yetinmediler. Daha da ileri gittiler:, "Allah Meryem oğlu Mesih'tir, dediler".[24]

' Bu sözleriyle Meryem Oğlu Mesih'in Allah olduğunu öne sürdüler. Kur'an böy-lebir inancın kabul edilemezliğini, Hz. İsa'nın ve anasının, daha önce ifade edildiği gibi, sadece birer insan olduklarını, insan üstü hiç bir yönlerinin bulunmadığını şöyle bir soru İle anlatır: "...Allah (ilah olduğu söylenen) Meryem Oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yoketmek istese kimin elinden bir şey gelir? Kim Allah'a karşı durabilir?[25].

Elbette kimsenin elinden bir şey gelmez. Çünkü, "Göklerde, yerde ve ikisinin ara­sında bulunan her şey O'nundur. O dilediğini (yapar ve) yaratır. Allah, dilediğini yapabi­lendir"[26]

Kur'an-ı Kerim'in başka bir ayeti, Hıristiyanların Hz. İsa ile ilgili ve bir önceki ile parelellik arzeden bir başka yönlerine işaret eder: "(Hıristiyanlar) Meryem Oğlu Mesih'i "Rab" edindiler...".[27]

Önce, "Mesih (Hz. Isa) Allah'ın oğludur", dediler; sonra da, "Meryem Oğlu Me­sih Rab'dır" diye tutturdular. Ona böyle üçlü bir inançla ma'bud, ilah, diye taptılar, Rab ıtlak ettiler; Rab'lığı Onda topladılar.[28]

"Oysa kendilerine yalnız tek mabud olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti".[29]

Bu emri dinlemediler. Azdılar ve saptılar. Şirkin en kötüsüne düştüler. Halbuki, Hz. İsa'nın dilinden kendilerine şöyle seslenilmişti:

"...Benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin (şirke düşmeyin). Zira kim Al­lah 'a ortak koşarsa şüphe yok ki Allah ona Cenneti haram etmiştir ve onun (neticede dönüp dolaşıp) varacağı yer Cehennemdir; zalimlerin (böyle şirke düşenlerin) asla yardımcıları yoktur "[30].

Hıristiyanlar sadece Hz. İsa'ya Allah veya Rab demekle yetinmediler. Anası Meryem'e de bu hususta bir paye verdiler. Nitekim bir ayette Yüce Allah Hz. İsa'ya şöyle hitap eder: "Ey Meryem Oğlu İsal 'Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilah edinin'diye sen mi söyledin insanlara?".[31]

Bütün gayesi insanlara tevhidi, Allah'ın hak ve tek mabud olduğunu öğretmek­ten ibaret olan bir peygamber kendisinin veya anasının ilah olduğunu, kendisine veya anasına tapılmasmı arzu edebilir mi? Bunun için en küçük bir imada buluna­bilir mi? Elbette bulunamaz. Nitekim Hz. İsa bu ağır ithama şöyle karşılık vermiş­tir: "Haşa, dedi. Sen Yücesin. Benim için (böylesine) gerecek dışı bir şeyi söylemek yakışmaz. Eğer söylemiş olsam Sen bunu bilirsin; Sen benim nefsimde olanı bilirsin. Ben Sen'in nefsinde olanı bilmem. Çünkü gaybîarı bilen yalnız Sen'sin Sen/"[32].

Hz. İsa muhataplarına neyi telkin ve tavsiye ettiğini açıklama ihtiyacı duydu ve şöyle devam etti: "Ben onlara: Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye se­nin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim "[33].

Zaten bir peygamber bundan başka bir şey de söyleyemez. Onlar, yeryüzüne şirki ve putperestliği sistemleştirmek için gelmemişlerdir. Onların görevi insanlara Allah'ın varlık ve birliğini tanıtmaktır. Ne Hz. İsa'dan, ne de bir başka peygamber­den böyle bir şey sudur eder.

Hz. İsa hakkında gerçek dışı iddialarda bulunan, Onun şan ve şerefine leke ge­tirici sözleri ileri geri sarfederek babasız dünyaya gelmiş olmasından dolayı ona veled-i gayr-i meşru (Meçhul-Inconnu) tarzında iftira atmaya kalkışan Yahudiler­den sonra Hıristiyanlar da Yahudilerle yarışırcasına aynı hatalara düştüler.[34] Yüce Allah kendilerini irşad etti: "Ey Kitab Ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin! Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin! Meryem Oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi Ve O'ndan bir ruhtur.[35]

Bu gerçekler ifade edilip, Ehl-i Kitab'ın yanlış sözleri ve davranışları düzeltil­dikten sonra Yüce Allah önemli bir konuyu yukarıdaki ayetlerin devamında şöyle dile getiriyor: "...Allah'a ve elçilerine inanın; (ilahlar) üçtür, demeyin! Kendi faydanıza olarak buna son verini...Allah ancak bir tek ilahtır ".[36]

Bilindiği gibi Hıristiyanların "ilahlar üçtür" sözüne teslis denir. Bu, ilahlar üç­tür demekten maksatları ister Allah ile Ebb (baba), İbn (oğul), Ruhu'1-Kuds (Ceb­rail) ekanim-İ selâse (üç ukmum) veya eşhas-ı selâse (üç şahısVden mürekkep tek bîr cevherdir izanıyla şirk-i müevvel (yorumlanmış şirk) olsun fark etmez, bu bir küfürdür, şirktir[37].

Yapılacak şey Allah ve peygamberlerine inanmak, Allah'ı Allah bilmek ve O'na hakkı olanı vermek, peygamberi peygamber olarak tanımak ve yolundan gitmek­tir.

Kur'an haber veriyor ki Hıristiyanlar, Hz. İsa'ya Allah'ın Oğlu dediler; O'nu Rab edindiler; Allah Meryem Oğlu Mesih'tir dediler; üç parça olan Allah'ın bir parçasıdır iddiasında bulundular; Yahudiler de : "Meryem Oğlu Mesih'i öldür­dük" dediler.[38] Rabb ölür mü, Allah öldürülür mü, ölen veya öldürülen varlık ilah olur mu, düşünmediler.

Allah, gerçekleri kabul etmeyişleri sebebiyle onlarm kalplerini mühürlemiştir.[39]

Allah Kur'an-ı Kerim'de, Yahudilere ait önemli bir yanlışı daha şöylece düzelti­yor: "Onlar O 'nu (Hz. İsa 'yi) öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü ".[40]

"Kesin olarak O'nu öldürmediler".[41]

Peki Hz. İsa'yı öldürmediler de ne oldu, nereye gitti? "Allah onu yükseltti ve yüceltti.[42]

KÜr'ari-ı Kerim, Yahudi ve Hıristiyanların yukarıda anılanlar dışında bazı hata­larım daha düzeltmiştir:

Hıristiyanlar Hz. İbrahim hakkında da gerçek dışı bir takım iddialar ortaya attı­lar; ileri-geri konuştular, Yahudiler,Hz. İbrahim'in Yahudi olduğunu, Hıristiyanlar da Hıristiyan olduğunu öne sürdüler. Yüce Allah her iki grubun da yalan söyledi­ğini, Hz. İbrahim'e iftira attığım şöylece ortaya koydu:

"Ey Kitab Ehli (olan Yahudi ve Hıristiyanlar)! İbrahim hakkında  niçin tartışıyorsu­nuz? Gerçek şu ki, Tevrat da, İncil de ondan (İbrahim 'den ) sonra indirilmiştir. Akletmiyor musunuz? "[43].

Ayetin devamında bu işi ortaya atanların bildikleri konularda tartışıp münaka­şa etmeleri normal karşılanırken, bilmedikleri konularda da biliyormuşcasma ileri -geri konuşmaları yadırganmış ve diğer konularda olduğu gibi bu İşin özünün de sadece Allah tarafından bilinebileceği ifade edilmiştir[44]. Daha sonra gelen kısımda

ise gerçek son derece net olarak ortaya konmuştur: "İbrahim ne Yahudi ne de Hıristi-yandı; (O) dosdoğru bir Müslümandı. (Ve) müşriklerden de değildi ".[45]

Bu ayetler, ne Yahudilerin, ne Hıristiyanların ve ne de puta tapan müşriklerin Hz. İbrahim'i ırk ya da din itibariyle kendilerinden saymaya haklan bulunmadığı­nı ortaya koyduktan sonra ırk itibariyle Hz. İbrahim'e yakınlığı onların bu yakın­lıklarının da bir faydasının olmayacağım, zira Hz. İbrahim'in tertemiz bir Müslü­man olduğu, Allah'ın birliğine inandığı (muvahhid), her türlü batıl inançtan ve sapıklıklardan uzak kaldığı dile getiriliyor: "O doğruya yönelen bir müslimdi" (AM îmran,3/67).

Yahudi ve Hıristiyanların Tevrat ve İncil'e dayanarak Hz. Musa veya Hz. İsa hakkında konuşmaları bir dereceye kadar normal karşılanabilir. Fakat Hz. İbra;-him konusu daha değişiktir. Doğru yoldan sapmış olan bu gruplar, Hz. İbrahim hakkında tarafsız olamazlar. Söylediklerinde mutlaka bir hata veya tarafgirlik var­dır. Hz. İbrahim'e yakınlık iddia edebilecek bir zümre varsa onlar da "O'na uyanlar ve bu peygamber (Muhammed)'e inanmış (müslüman)'lardır. Allah İnananların dostu­dur".[46]                                                                                                        

Yahudi ve Hıristiyanların Hz. İbrahim konusundaki münakaşaları cahilce bir didişmeden başka bir şey değildir. Çünkü hiç bir haklı sebebe dayanmamaktadır. Şu da bir gerçektir ki "Zalimler Benim ahdime erişemez" ayetinde![47] ifade edildiği gi­bi, Allah onlara bu konuda bir söz vermemiştir. Bu nimete, bu yüce devlete zalim­ler layık değildir.

Yahudi ve Hıristiyanlar bu iddialarını genişletip yayarak sürdürdüler. Bu kez yal7 nız Hz. İbrahim'in değil, diğer bir kısım peygamberlerin de aynı şekilde Yahudi ve Hıristiyan olduklarını öne sürdüler: "(Ey Yahudi ve Hıristiyanlar!) yoksa siz İbrahim, İsmail, İshak , Yakub ve Esbat (bunlunu oğulları iv torunları)''tını, Yahudi veya Hıristiyan olduklarım mı soluyorsunuz? "[48]

Allah bundan sonra Hz. Peygamber'e hitap ediyor: "De ki, 'Siz mi daha İyi bilir­siniz, yoksa Allah mı'?"[49]

Bunlara kafa yormayınız. Bunun içinden çıkmanız mümkün değildir. Bu işin Özünü ancak Allah bilir. O da açıkça ifade ve şahidlik ediyor ki onlar, ne Yahudi, ne de Hıristiyandırlar. Onlar Müslüman idiler; hanif idiler; müşrik ve puta tapıcı değildirler. Gelişi güzel, bilmeden konuşmayın. Bilmediğiniz konularda susmayı tercih edin. "Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin ka­zandıklarınız ise size aittir. Sız onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz"[50]

Kimlerin cennetlik olduğu temel kaynaklarımızda ve özellikle akaidle ilgili eserlerde ortaya konmuştur. Amentü esaslarına inanan kişiler, Allah'ın hesaba ki­taba gelmez nimetleriyle bezenmiş saadet yurdunun sakinleri arasındadırlar. Adem (a.s.)'den itibaren gelen bütün peygamberler, bu konudaki gerçekleri ortaya koymuşlardır. Kimin cennetlik, kimin cehennemlik olduğu belli iken bu gerçeği de kendi lehlerine çevirmeye kalktılar ve : "Yahudi veya Hıristiyan olanlardan başka kimse cennete girmeyecek', dediler".[51]

Yani Yahudiler, Yahudilerden başkası, Hıristiyanlar da, Hıristiyanlardan başka­sı cennete girmeyecek iddiasında bulundular. Her İki grup da sadece kendilerinin cennete gireceğini ileri sürdüler; kendilerinden başka kimsenin buna layık olmadı­ğını söyleyerek bu büyük nimetten kendilerinin dışında kalanları mahrum etmek istediler. Kur'an da onlara şu tarzda karşılık verdi: "Bu, onların hülyalarıdır. De ki! T>oğru iseniz delilinizi getirin"1 (Bakara, 2/111).

Bunlar sözle olmaz; bunların bir takım sağlam esaslara dayanması gerekir. Bu iddianın dayandığı sağlam ve geçerli temellere ihtiyaç vardır.

Önde gelen evrensel nitelikteki semavi dinlerden Museviliğe inanan, Hz. Musa ve Tevrat'ı kabullendiklerini öne süren Yahudiler: "Hıristiyanlığın bir temeli yok­tur, dediler"[52].

Hz. İsa'ya inanan, İncil'i hak kitap kabul eden Hıristiyanlar da benzer bir iddia ile: "Yahudiliğin bir temeli yoktur, dediler"[53].

Her iki din mensubu da karşılarında olanların dinlerini, peygamberlerini, kitap­larını bir çırpıda yok saydılar. Kur'an, onların bu cüretini hayretle karşılar: "Oysa onlar Kitab't da okuyorlar "[54]

Okudukları, okumakta oldukları kitaplar onları bu tür konuşmalardan ve dü­şüncelerden alıkoymaliydı. Hak bir din olan Museviliğe inananlar Hıristiyanlar hakkında, yine hak bir din olan İseviliğe inananlar da Yahudilik hakkında böyle düşünmemeli ve böyle konuşmamalıydılar. Bu, onlara asla' yakışmaz. Onların bu tutumunu ancak "bilmeyenler" sergiler[55]. Bunu, ancak müşrikler yapabilir; avam­dan olanlar yapabilir[56]. Bu, bilenlere ve bilginlere yakışmaz.

Kaynakların kaydettiğine göre bu ayetin nüzul sebebi, Necran Hıristiyanlarını temsilen Hz. Peygamber'in huzuruna gelen heyet ile Medine'de bulunan Yahudi bilginleri arasında geçen münakaşa ve karşılıklı tartışmalardır:

Yahudilerden Rafi İbn Hureymile Hıristiyanlara karşı: "Sizin dininizin aslı yok­tur" dedi ve Hz. İsa'yı da İncil'i de inkar etti; Buna karşılık Necran heyetindeki Hı-ristiyanlardan biri de Yahudilere: "Sizin dininizin de aslı yoktur" dedi ve Hz. Musa ile Tevrat'ı inkar etti.[57]

Burada iki heyet arasında veya heyete katılan şahıslar arasında geçtiği belirtilen görüşler dar bir çerçeveyi ilgilendiren nisbeten ferdi planda kalmış görüşler olma­yıp umumidir. Her biri diğerinin dinini temelinden inkar etmektedir.[58] Halbuki hepsi de sözde Kitab okuyorlar[59] Tevrat okuyanlara, İncil okuyanlara bu yakış­maz. Tali plandaki bazı konularda anlaşmazlık olabilir. Bu bir dereceye kadar nor­maldir. Ama böylesine önemli ve köklü bir konuda ihtilaf olamaz. Kitab ve hele ilahi kitab bu tür şeylere engeldir. Eğer engel olamıyorsa, o kitaba veya kitaplara inananlar imanlarında samimi değillerdir. Gerçek anlamda inanmış olanlar böyle bir durumda olamazlar. Onların ayrı ayrı sergiledikleri bu görüntüler her iki züm­renin de yalan söylediğim ortaya koymaktadır; samimi mü'min olmadıklarının en açık delilidir. Yine bu hal onların, "Cennet bize aittir" ; "Cennet'e sadece biz gire­ceğiz" demelerinin de yalan olduğunu ortay koymaktadır.[60]

Bu iki zümre doğru yolda olmanın şartını şöylece ortaya koymaya çalıştılar: "Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayet bulaşınız" ; doğru yolda olmanın, hida­yeti bulmanın ölçüleri bellidir: Allah'ın hak ve tek mabud olduğuna inanmak ve peygamberin gösterdiği yolda yürümek. Bu açık gerçeğe rağmen, Yahudi ve Hıris­tiyanlar şu iddiayı öne sürdüler:

"Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulaşınız"'[61].

Yahudiler Yahudiliğe, Hıristiyanlar da Hıristiyanlığa çağırdılar. Onlar, doğru yolda olmanın, hidayeti bulmanın şirkte değil, tevhid'de olduğunu unuttular. Al­lah onların bu yanlışlarını Hz. Peygamber'e şöyle buyurarak tashih edip düzeltti:

"Ey Muhammedi Doğruya yönelmiş ve Allah'a eş koşanlardan olmayan İbrahim'in dinine uy,de!".[62]

Zira Hz. İbrahim hanif idi ve puta tapanlardan değildi.[63] Doğru ve hak yol İb­rahim'in yoludur; müşriklerin, Yahudilerin, Hıristiyan'ların yolu değildir. İbra­him'den ve onun milletinden olmak zor bir şey değildir. Şöyle demek ve bunun Şereğini yerine getirmek yeterlidir: "Biz Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail 'e, lshak'a, Yakub'a ve torunları(ın)'a gönderilene; Musa ve İsa'ya verilene; Rableri tarafın­dan (bütün) peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık. Biz O'na teslim olan kimseleriz.[64]

Bizim önemli özelliklerimizden biri de inanç açısından peygamberler arasında fark gözetmemektir. Bir Müslüman Allah'ın gönderdiği bütün elçilere kesin olarak inanır, onların hak olduğunu kabul eder. Bu konuda en ufak bir tereddüt göster­mez. Peygamberlere gönderilen ilahi kitaplara da aynı şekilde inanır. Bu konuda en küçük bir şüphesi olmaz.

Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi, peygamberlerden bir kısmını kabul edip, diğer bir kısmını kabul etmemek bize yakışmaz. Allah Teala hiç bir millete, hiç bir ümmete ve hiç bir peygambere böyle bir talimat vermemiştir. Bu iddia Allah ve peygamberlerine iftiradır.

Hidayette olmanın, doğruyu bulmanın yolu da yine Allah tarafından gösteril­miştir: "Eğer Yahudi ve Hıristianlar, sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu

bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirir (ve inanmazlarsa) şüphesiz onlar bir çıkmazdadırlar. Onlara karşı sana Allah yetecektir. O işitir ve bilir ".[65]

Ey Muhammed, kendilerine hak dini getirmiş olmana rağmen, Yahudi ve Hıris­tiyanlar senden memnun olmazlar. Sen Tevrat'ı ve İncil'i tasdik eden bir peygam­ber olduğun halde, Hz. Musa ve Hz. İsa'ya inandığın ve bütün muhataplarını da aynı çizgiye çağırdığın halde yine de senden hoşnut olmazlar. Onları memnun et­menin tek şartı izlerince gitmendir: "Kendi dinlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyan­lar senden asla hoşnut olmayacaklardır! De ki: Doğru yol, ancak Allah 'in yoludur ".[66]

Âyet son derece açık bîr tarzda, Hz. Peygamber onların dinine uymadıkça, Ya­hudi ve Hıristiyanların kendisinden hoşnut olmayacaklarını ortaya koymuştur. Halbuki onlar, birbirlerini hak yolda olmamakla itham ederek, aslında tek ve aynı şey olması gereken dini arzularına uydurmuşlar, sonra da Hz. Peygamber'in, din olmaktan çıkardıkları bu batıl yola tabi olmasını istemek gibi bir cür'ette bulun­muşlardır. Hz. Peygamber'in onlara uyması ve onların peşinden gitmesi düşünüle­bilecek bir şey midir? Bu teklifin reddedilmesi için Allah, Hz. Peygamber'e yol gös­termiş ve : "Ey Muhammed! Onlara deki: Allah-'m yolu, işte asıl tabi olunacak en doğruyol budur"[67] buyurmuştur166). Bu yol sadece Yahudi peygamberlerine ve Hz. İsa'ya değil, fakat ilk peygamberden son peygambere kadar akaid ve diğer erkamyla de­rece derece geliştirilmiş ve mükemmelleştirilmiş olarak indirilen İslam'ın yoludur. Bununla beraber ey Muhammedi Onların kitaplarına izafe ederek dinlerinin asılla­rından saydıkları bu heva ve heveslerine tabi olursan ve bunu da ilahi vahiy gel­dikten ve bu konuda kesin bilgi sahibi olduktan sonra yaparsan, bilesin ki, Allah'ın dostluğunu bulamaz, yardımını göremezsin.[68]

Bir görüşe göre Ehl-i Kitab ismi verilen Yahudi ve Hiristiyanlar,daha kuvvetli rivayete göre de Yahudiler'[69], Allah'ı gerçek anlamda tanıyamamaktan ötürü: "Al­lah insanlara hiç bir vahiy göndermemiştir" dediler. Kur'an bu iddiayı ortaya atan­lara'şu soruyu sormaktadır: "Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? - ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.[70] Kur'an bu soruyu yine kendisi cevaplamaktadır: "Allah, de, sonra da onları daldıkları bataklıkta bırak, oynasınlar".[71]

Bu ayet, vahye karşı toptan bir inkara yönelmiş olanlara kolay kolay bir şeyin tesir etmeyeceğini ifadeden ayrı olarak, Ehl-i Kitab'ın ve Özellikle de Yahudilerin ilahi gerçekleri insanlardan gizlediklerini haber vermektedir.

Kur'an, vahye karşı ortaya koydukları tutum sebebiyle, aralarında anlaşmazlık çıkan, gruplara ayrılan, görüş ayrılıklar) ileri boyutlara varanlardan da bahseder.[72] Aynı dine ve aynı peygambere inanmış kişiler arasında başgösteren farklı görüş ve yorumlar, belki politik bazı ihtiraslarla da bütünleşince, ilahi vahyi bozucu bir hal almıştır. Kur'an bunu özellikle Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında, genelde de kendilerine açık bilgiler geldikten sonra gerçekleri saptırarak tefrikaya düşenler için kullanmaktadır.[73]

Yahudi ve Hıristiyanlar arasında daha Önce görülmüş ve halen devam etmekte olan siyasi nitelikli mezhep ayrılıklarından Müslümanlar sakindırılmakta ve bu ko­nuda uyanık olmaya davet edilmektedirler: "Toptan Allah'ın İpine sarılın, ayrılma­yın "[74]; "Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın ".[75]

Hz. Peygamber gibi Hz. İsa da, muhataplarının çeşitli ithamlarına maruz kal­mıştır: "(İsa) İsrail Oğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi"[76]. Yüce Allah onların vermeleri muhtemel zarar-lardan İsa (a.s.)'ı korumuştu.[77]

Başka bir ayet, kendisinden önce Hz. Musa'ya İndirilmiş Tevrat'ı doğrulayan bir peygamber olduğunu söylemesine ve getirdiği belgelere (beyyinât) rağmen Hz. İsa'nın yine Benî İsrail'in: "Bu apaçık bir sihirdir" ithamına maruz kaldığını haber vermektedir.[78]

Belgeler ve mucizelere rağmen insanların, peygamberlerin getirdiklerine ve vahye karşı kalplerinin ne ölçüde katı olduğunun en güzel delili bu ayetlerdir. [79]

 

1. Hayatı ve Misyonu:

 

Hıristiyan kaynaklarına göre Hz. İsa yaklaşık 30 yaşına geldiği zaman, Vaftizci Yahya insanları şu tarzda uyarmaya başlamıştı: "Tevbe edin, çünkü göklerin salta­natı yakındır"[80]. Vaftizci Yahya'nın Yahudiye çölündeki bu irşad hareketine Hz. İsa da katılmış ve diğer insanlarla beraber o da vaftiz edilmişti. Bir gün dua eder­ken gökler açılmış ve kendisine "Ruhu'1-Kuds" aracılığı ile ilk "ses" gelmiştir.[81] Hz. İsa'nın söyledikleri halkı sevindirmiş ve onların etrafında kümelenmelerine yol açmıştır. Ancak Yahudilerin önderleriyle okumuşları onu devrimci bulmuş ve öğrettiklerini tehlikeli saymışlardır. Önceleri ses çıkarmamışlarken, sonraları amansız düşman kesilmişlerdir. Bundan sonra Hz. İsa "Havariler" diye anılan 12 Öğrenci ile daha çok meşgul olmuş ve onları eğitmiştir. Baştan kendisinden hoşla­nan halk - karşı telkinlerin de tesiriyle - onu reddetmiş hatta ailesi bile bu harekete sıcak bakmaz olmuştur. Kudüsteki dini otoritelerin İsa (a.s.)'yı tutuklatmalarından Önce onun aktif bir çalışma içinde olduğu anlaşılmaktadır.[82] Tutuklanan Hz. İsa Yahudi Yüksek Mahkemesince ölüme mahkum edilmiş bu mahkumiyet Roma va-lisince çarmıha germe şekline dönüştürülmüştür.

îsa (a.s.)'nm askerlerce götürülmesi ve tutuklanması üzerine bütün öğrencileri ve sevenleri kendisini yalnız bırakmışlardır. Belki de pek çoğu ümitleri tamamen sönmüş vaziyette evlerine çekilmişlerdir. Haçta Ölen ve mezarı kapatılan Hz. İsa'nın kabrinin iki gün sonra boş bulunduğu söylenmektedir.[83]

Hz. İsa'nın kıyam etmiş olduğuna kendi öğrencileri bile önceden güçlükle inan­mışken sonradan yaşadığı kanaatini benimsemişlerdir (Bkz. Luka, 24/44-51). [84]

 

2. Hz. isa'nın Beşeri Yönü:

 

Bir kaç kez temas edildiği gibi Kur'an'a göre Hz. îsa bir insandır ve Meryem'in oğludur. Kur'an ona izafe edilen ilah olma veya ilahlıkta ona da bir paye verme gi­bi görüşleri şiddetle reddeder.

Hz. İsa'nın normal bir insan olduğuna dair dört İncil'in hemen her sayfasında satırlara veya bunu ifade eden anlatımlara rastlanmaktadır:

"Çocuk, büyüyor, kuvvetleniyor ve hikmetle doluyordu; Allah'ın. İnayeti de onun üzerinde idi"[85]

'İsa, hikmette ve kamette (boy ve bosca), Allah ve insanlar yanında terakki ediyordu.[86]

" Ve Meryem de gebe idi. Ve vaki oldu ki, orada bulunurlarken, doğurması günleri geldi. İlk oğlunu doğurdu; kundağa sardı..." (Luka, 2/5-7);

". .Yemlikte yatan, kundağa sarılmış bir çocuk bulacaksınız" (Luka, 2/12); ".. Ve yemlikte yatan çocuğu buldular" (Luka, 2/16).

Hz. îsa, bir çocuk olarak konuşmaya son derece arzulu idi ve özellikle dine kar­şı büyük bir ilgi duymakta idi... Fazlaca seyahat etmiş ve bu seyahatlerden yorgun düşmüştü. Susayan, yiyip içen, uyuyan, neşelenen, dertlenen bir İnsandı. Bilgisi ve gücü sınırlı idi. Dostluklardan hoşlanır, kişisel dikkatli davranışları takdir eder­di. Memleketini ve halkını seviyor, dertleriyle dertleniyordu. Doğaya, çiçeklere, kuşlara düşkündü. 26 defa Allah'a dua ettiği bildirilmektedir. Bir düzineden fazla kez, Allah'ın iradesini aradığı belirtilmiş; şuurlu bir şekilde Allah'a bağlı kalmış­tır. Hz. İsa'nın kendisi için kullandığı deyim, bir "insan oğlu" olduğudur. Bu deyim dört İncil'de en az 70 defa geçmektedir. Bu ifade Hz. İsa'nın kendisini normal bir insan saydığını en açık bir şekilde göstermektedir. Bununla beraber her insanın hemcinsleriyle ortak yönünü teşkil eden bu beşeri tecrübeler, bazı olağan üstü (ila­hi kökenli) şeylerle birleşmiş bulunmaktaydı.[87] Buradan hareketle Hıristiyan kili­sesinin, Hz. İsa'yı bir ilah hüviyetinde görmesi Kur'an'a göre kabul edilemez bir so­nuçtur.

İncil metinlerinin 37 yerinde Hz. İsa kendisinin Allah tarafından gönderilmiş olduğunu belirtmiştir. Daha önceki dinin bazı kısımlarını değiştirmesine rağmen 30 dan fazla yerde Eski Âhid (Tevrat)'i tamamlamak üzere gönderildiğini bildirmiştir. İslam'ın peygamber inancına tıpa tıp uygun olarak bir yerde şunu söylemektedir: "Ben kendiliğimden bir şey yapamam; işittiğim gibi hükmederim ve benim hük­müm doğrudur. Zira ben kendi irademi değil, fakat beni gönderenin iradesini ara­rım" (Yuhanna, 5/30). Bu cümleleri söyleyen birinin ilah olması veya kendini ilah diye takdim etmesi veya bu konuda en küçük bir imada bulunmuş olması düşünü­lemez.

Yahudilikte olduğu gibi Hıristiyanlıkta da Tanrı (Allah), dünyanın sahibi ve malikidir'.[88] Yeni Ahit'te onun özellikleri anlatılmıştır: Q, her şeyi görür ve bilir; yer ve göklerin Efendisidir. Fazilet sahibidir, kutsaldır, lutfedicidir. Adil bir hakim ve büyük bir hükümdardır. Hz. İsa telkin ettiği "tek tanrı" inancına Yahudilikte pek görülmeyen bir de "sevgi" mefhumunu eklemiştir. Bu sevginin kaçınılmaz so­nucu olarak kişi komşusunusevecek ve bu sevgi karşılıksız olacaktır.[89]

Hıristiyanlıkta Allah'tan daha ziyade "Baba" olarak bahsedilmektedir.[90] Dört İncil'de çeşitli vesilelerle Hz. İsa'nın 150 defa "baba" kelimesini kullandığı belirtil­mekte ve aynı kelimenin YeniAhid'de 300 kez geçtiği görülmektedir. Hıristiyan yazarlar Allah'a izafe edilen bu kelimenin "Allah", "Tanrı" gibi kavramlara göre daha duygulu, daha samimi, daha sade olduğunu savunmaktadırlar.

Yine Hıristiyan yazar ve din adamlarından azımsanmayacak bir grup da aynı kelimenin İncillerdeki kullanımım mecazi bir kavram olarak ele almaktadırlar. Bir yazar, İndileri birer kutsal kitap değil birer manevi tarih olarak niteledikten sonra aynen şöyle söylemektedir: "(Bugünkü İndilerde) İsa, kendini de Allah'ın oğlu ola­rak tavsif etmiştir. Fakat bu tabir herhalde, mecazi (metaphorique) bir manada kul­lanılmaktadır. İsa'nın kendi sözlerinde daha büyük bir rol aynayan bir mefhum, "insanoğlu" dur.[91]

Belki bir şefkat bağışlama, güven ifadesi olarak kullanılan "baba" kelimesi son­radan Hz. İsa'nın babası olarak karşımıza çıkmıştır. Tabiatiyle İsa da "Allah'ın oğ­lu" olmuştur. Zamanla "Allah'ın oğlu" nun alelade biri olarak görülmesiyle yetinil-memiş ona önce ilahlıkta bir paye verilmiş ve daha sonra da "ilah" olarak karşımıza çıkmıştır ve işin sonu tesliste karar kılmıştır.

Bu öylesine karanlık ve dipsiz bir ummandır ki asırlardan beri bütün fikir akım­ları, felsefeleri, ruhani lider kadroları, sınırsız imkanları ye dünya Ölçüsünde bir benzeri görülmeyen teşkilatlarıyla çalıştıkları halde bu bataklıktan kurtulamamış­lardır. Bu fikir ve felsefe doğrultusunda kaldıkları sürece de kurtulacağa benzeme­mektedirler.

Bu bataklıktan çıkabilmeleri için Kur'an onlara 15 asır önce yaptığı çağrıyı her an ve her gün yeniden tekrarlamaktadır:

"De ki: 'Ey Kitab Ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Al­lah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak   benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin'. Eğer yüz çevirirlerse 'Bizim Müslüman olduğumuza şahid olun', deyin" (AI-İ îmran,3/64).

Hıristiyanlara göre teslisin asıl unsuru Baba'dir. Allah'ın özü, Baba Allah, Oğul Allah ve Kutsal Ruh Allah olarak görünse de yine de o birdir. Bir "cevher" , bir "öz" dür ki bölünmez. Çünkü bu cevher, ruh'tur. Ruhta bölünme kabiliyeti yoktur. Bunun için de Allah'ın "bir" olduğunu iddia etmektedirler. Allah, mukaddes üçlük­tür. "Kutsal Üçlük" ün üç şahsının her biri Tann'dır: Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve Kutsal Ruh Tanrı". Bunlar, bir olan Tann'nm değişik tezahürleri, sıfatları olarak izah edilmeye çalışılmaktadır. Hıristiyanlarca bu üçlük, "İzahı zor, fakat inanıl­ması gerekli bir sır" olarak formüle edilmiştir. Az yukarıda denildiği gibi dört İn­cil'de de Tann'nm birliği, yüceliği sonsuz gücü, yaratıcılığı vardır. Yalnız İndilerde Allah'ın varlığı konusunda ayrıntılı bilgi ve düşünceler ileri sürülmemiştir; sadece Tanrı vardır, önsüz ve sonsuzdur (ezeli ve ebedi).

Hıristiyan inancına göre "Baba" olarak nitelendirilen Tanrı, nurdur; İsa da o'nun oğludur. Tanrı, İsa'nın şahsında insan ile birleşmiştir. İsa'nın bedeni insan, ruhu tanrıdır. Onda tanrılık bir öz vardır.[92] Bu görüşler nasıl tevil edilirse edilsin Kur'an'a göre sonuç "şirk"tir, Allah'a eş koşma ktır.[93] Kur'an'a göre Hz. İsa bir tev­hit peygamberi olarak bunlardan münezzehtir.[94] O, babası Adem'den, öz kardeşi Hz. Muhammed'e kadar gelip geçen peygamberlerin söylediklerinin dışında bir şey söylemiş değildir. "Tevhid"e aykırı bir emir veya davranışı herhangi bir pey­gambere izafe etmek inanmış kişinin hayalinden bile geçemez. İleride görüleceği gibi bunların temelinde İndilerin bize saf bir vahiy mahsulü alarak intikal etmemiş olması yatmaktadır. Bozulmamış bir din ve onun kutsal kitabında bu tür şeylere rastlama imkanı yoktur.

Söz buraya gelmişken, ilk bakışta hemen farked ilebilen İndilerde mevcut çeliş­kilere bir kaç örnek verelim:    .

Hz. İsa'm nesebi, Luka İncil'inde, Matta İncil'inden farklı anlatılır. Meryem'in

kocası Yusuf, Luka'ya göre Hali'nin, Matta'ya göre Yakub'un oğludur.[95]

Markos İncilî'nde İncil Allah'ın İncili" şeklinde, Pavlus'un Romalılara Mektu-bu'nda "Oğlumun İncili" tarzında Hz. İsa'ya nisbet edilmektedir.[96]

Aynı Markos İncili'nde bir yerde "İsa Mesih"in İncili" dendiği halde diğer bir yerde "Allah'ın İncili" denilmektedir.[97]

Luka İncili'nde bir yerde "Kurtarıcım Allah", diğer bir yerde "Kurtarıcı İsa" sö­züyle karşılaşılmaktadır.[98]

İndiler ve Yeni Ahid'i teşkil eden Hıristiyan kutsal kitaplarının geçmişine bir göz atalım:

Ahd-i Cedid"i meydana getiren kitapların sayısı 27'dir. Zaman içinde bu eserler üç kısma ayrılmıştır: 1 .Tarihi Kitaplar ki bunlar dört İncil ve Rasullerin İçleri'dir; 2. Talimi Kitaplar: Pavlus'un mektupları ile "Katolik" diye adlandırılan yedi mek­tup; 3. Peygamberlik: Yuhanna'nın Vahyi.

Hz. İsa Aramca konuştuğu halde, başta İndiler olmak üzere, Ahd-i Cedid kitap­larının hepsi Grekçe'dir. Sadece Matta İndli'nin Aramca olduğu söylentisi varsa da orijinali mevcut değildir.

Ahd-i Cedid'i meydana getiren 27 kitabın metinlerine ait pek çok yazma bulun­maktadır ve bunların tamamı Grekçe'dir ve hiçbiri Ahd-i Cedİd yazarlarına ait de­ğildir. Orijinal nüshalar dayanıklı malzemeye yazılmamış oldukları için koruna­mamış ve bu nüshalar ilk Hıristiyan cemaatler tarafından kutsal metin olarak benimsenmemiştir. 27 kitabın tamamını veya bir kısmını ihtiva eden yazmaların sayısı 5.000'den fazladır ve her biri diğerinden farklıdır. Ahd-i Cedid'e ait papirüs­ler 3 üncü veya 4 üncü asra aittir. Yani Hz. İsa'dan 200-300 veya 300-400 yıl sonra­sından kalmadır. Bu papirüsler ve muhtevaları birbirinden oldukça farklıdır. Bu yazmalardan Codex Bezae olarak adlandırılanı 6. asra yani Hz. İsa'dan 500-600 yıl sonraya aittir. İndileri, Rasullerin işleri'ni ve oldukça eksik olarak Yuhanna'nın Üçüncü Mektubu'nu ihtiva eden Codex Bezae Latince ve Grekçe olarak iki dilde yazılmıştır. Latince metin Grekçe'nin tercümesi değildir ve bu iki metin arasında 2.000'den fazla fark vardır.

Kutsal metinlerin -belki de fazlaca istinsahından dolayı - nüshalar arasında pek çok değişiklik ve fark gözlenmektedir. Öyle ki Grekçe metnin veya eski tercümele­rin tamamiyle aynı olan iki nüshası bile yoktur. Nüshalar arası farklılıkların 17. asrın sonuna doğru yaklaşık 30.000 olduğu tahmin edilmektedir. Bu gün bu rakam 250.000'e çıkmıştır. Bu kadar varyant ve farklılık arasında asıl metne ulaşmanın im­kansızlığı ortadadır. Münekkitlerin ortak kanaatine göre Ahd-İ Cedid'in gerek ta­mamının, gerekse içlerinden sadece birinin, doğru ve detaylı bir orijinal metnini bi­ze ulaştıran hiç bir belge yoktur.

Ahd-i Cedid'i teşkil eden kitaplar aynı zamanda ortaya çıkmış ve aynı tarihte yazılmış olmayıp Ahd-i Atik (Tevrat)'te olduğu gibi uzun süre şifahi (sözlü) ola­rak nakledilmiştir.

Hıristiyan inancına göre Hz. tsa ne yazmış ve ne de yazdırmıştır. O sadece teb­liğ etmiştir. Havariler ise bunları uzun süre şifahi olarak nakletmişlerdir. Bu sebep­le Allah'ın vahyettiği ve Hz. İsa'nın tebliğde bulunduğu gerçek İncil korunamamış­tır,

Kitab-ı Mukaddes gerçekte, farklı yazarların, farklı devirlerin ve farklı edebi tarzların kitaplarından meydana gelmiştir. Bir yazarın ismi altında bazan bir çok kişi yazmış ve yazdıklarını tanınmış birinin ismine izafe etmişlerdir. Tarihi kitap­lar, siyasi ve dini nutuklar, dualar, hikmet kitapları, felsefi konuşmalar ve kanun mecmuaları vardır. Bir ilhamla coşup yazan tarihçi yazdığına "Musa" imzası atmış veya hiç imzalamamış; filozof da "Süleyman" imzası atmıştır. Kitab-ı Mukaddes yazarları genelde söyleyecekleri şeyin arkasında gölgede kalmışlardır.[99]

Az önce de ifade edildiği gibi, Hz. İsa yazmaz, devamlı konuşurdu.Vahyini yazdırmayan veya tarihi sebeplerle yazdırmak istemeyen Hz. İsa'nın Havarileri ve Havarileri takip edenlerden her biri kaybolan veya hayatı -Hıristiyan inancına göre - unutulmaz bir acı ile son bulan rehber için birer hatıra yazmışlardır. İndiler Hz. İsa'nın söyledikleri veya yaptıklarının karışık ifadeleriyle İncil yazarlarının başka kaynaklardan da öğrenmiş olduklarının tekrarından ibarettir. Bu haliyle İncil ne Kur'an ve ne de Hadis gibidir. İncil bir bakıma bazıları sahabe, bazıları da daha sonraki nesillerce kaleme alınan siyer veya Hz. Peygamber'in hayatına ait eserlere benzemekted ir.[100]

Bir yazarın İfade ettiği gibi Hz. İsa'nın hayatını ve doktirinini, dört tanesi elde olan İndilerden anlayamayız... İndiler ilmi bir hal tercümesi (biyografi) değil, eski Hıristiyanlığın problemlerine dokunan ve yeni Hıristiyanların kullanacağı birer manevi tarih, birer katekese'den başka bir şey değildirler... İncil'in bugünkü muh­teviyatının (içeriği), tarihi bir muamelenin sonucu olarak kabul edilmesi gerekir.[101]

Hz. İsa'yı bizzat görüp duyanlar azalıp Hıristiyan cemaatler çoğalınca mesihi krallık beklentisi zayıflamaya başlayınca, Hz. İsa'nın sözlerinin yazıya aktarılma zarureti ortaya çıkmıştır. Böylece "Havarilerin Hatıratı" da denilen İndiler kaleme alınmıştır. Ancak 3 üncü yüzyılın başında Ahd-i Cedid'e ait liste oluşmaya başla­mıştır. 4 üncü yüzyılın ikinci yarısında Grek kiliselerinde muhtelif kişiler tarafın­dan listeler hazırlanmıştır. Bunlardan bir kısmı Yuhanna'nm dışındaki kitapları kendi listesine almış, bir kısmı ise vahiy kitabını da listeye eklemiştir. Grek kilise­sinde Ahd-i Cedid'in listesi 4 üncü yüzyılın ikinci yansında tesbit edilmiştir. Vahiy kitabıyla ilgili tartışmalar ise yedi asır devam etmiştir. Latin kiliselerinde ise, Afri­ka'da Hippon (393) ve Kartaca (397) konsillerinde, İtalya ve Gaules'de 5. aşırın baş­larında, ahd-i cedid listesi tesbit edilmiştir. Nihai olarak ise 8 Nisan 1546'da Trente Konsili'nde ahd-i Cedid'e dair liste bugünkü şekliyle resmen ilan edilmiş tir[102]. Bu ilanın Hz. İsa'dan 16 asır sonra olduğu gerçeğinin altı çizilmelidir.

Kilise 4 asır boyunca bütün Hıristiyanlar tarafından tasvip ve tasdik edilen bir listeden mahrum kalmıştır. 2. yüzyılın ortalarına kadar hep bir tek İncil'den bah-sedilmesine rağmen bugün kilisenin benimsediği sayı dörttür.

Daha önce de ifade edildiği gibi İslam'a göre Hıristiyanlığın muteber saydığı dört İncil'den hiç birini Hz. İsa'ya nisbet etmek mümkün değildir. Bu dört İncil, ne Hz. İsa'ya vahyedilen İncil'dir, ne de onun yaşadığı dönemde kaleme alınmıştır. Zaten Hıristiyanlar da bunu kabul etmektedirler. Mevcut İndiler Hz. İsa'nın^ ref'inden çok sonra muhtelif kimseler tarafından kaleme alınmıştır. Ve ilk dönem­lerde "Havarilerin Hatıratı" olarak tavsif edilmiştir. Ancak İndileri Havarilere nis­bet etmek de doğru değildir. Her ne kadar kilise, kitapların kutsal kabul edilmesi için Havarilere nisbetini şart koşuyorsa da buna evet demek mümkün değildir.

Bazı vesilelerle ifade edildiği gibi Kur'an-i Kerim'de verilen bilgilerle İndilerin içeriği arasında çelişkiler bulunmaktadır. Kur'an, Hz. İsa'nın "tevhid" inancını teb­liğ ettiğini bildirdiği halde, İndiler onu cisimleşmiş (tecessüd etmiş) ilahi kelam ve tanrı olarak takdim etmektedir. Kur'an'da Hz. İsa'nın öldürülmediği, çarmıha geril-mediği bildirilirken (Nisa, 4/157) İndilerde O'nun çarmıha gerilişi tasvir edilmek­tedir. Kur'an'da bildirilen ve mesela Hz. İsa'nın kendisinden sonra adı Ahmed olan bir peygamberin geleceğini müjdelediği halde (Saff, 61/6) bugünkü İndilerde bu bilgi mevcut değildir. Zira Yahudiler gibi Hıristiyanlar da kendilerine verilen ilahî kitabı asli şekliyle korumamış ve onu tahrif etmişlerdir.[103]

Kilise ilk dönemlerde, benimsediği kutsal metinlerin tamamiyle Allah tarafın­dan yazdınldığı inancını zaman içinde terkederek bunların, kutsal metin yazarları eliyle tertip edildiğini kabul etmiştir. Bu nedenle bu metinlerin muhteva (içerik), dil, üslup ve edebi ifade bakımından bu yazarlara ait olduğuna inanmaktadır. Ay­rıca Kitab-ı Mukaddes'in asıl hedefinin iman ve ahlakla ilgili meseleler olduğuna dikkat çeken kilise, ortaya çıkan çelişkiler ve ilmi sonuçlara zıt bilgiler karşısında, metin yazarlarının yamlabileceğini de kabul etmiş olmaktadır.[104]

Hıristiyan kaynaklarına göre Hz. İsa, Yahudilerin şikayeti üzerine, Romalılar ta­rafından çarmıha gerilmiş ve çarmıhta insanların günahları için ölmüştür. Gömül­mesinden üç gün sonra kıyam etmiş, Havarilerine görünmüş, onlarla yemek yemiş ve sonunda Allah'ın yanına çıkarak O'nun sağına yerleşmiştir.[105] Kıyametten Önce gelecek, dünyayı sulh ve adaletle dolduracak, kendisine inanmayanlardan öç alacak[106] ve saltanantı ebedi olarak sürecektir[107].

Kur'an-ı Kerim, Hıristiyanların bu konudaki görüşlerine hiç iltifat etmemiş ve muazzam sayılabilecek hacminde bu konuda net bir işarete de yer vermemiştir. Tekrarında fayda görüyorum: Kur'an'a göre Hz. İsa, Yüce Allah'ın İsrail Oğullarına gönderdiği ve mucizevi bir şekilde doğmuş bir peygamberidir; Ruhu'1-Kuds ile desteklenmiştir; Allah'ın bir kelimesi (söz)'dir. Kendisinden önce Hz. Musa'ya veri­len Tevrat'ı tasdik etmekle birlikte, Musa'nın kavmine Kitab'ı Hikmet'i, Tevrat ve İncil'i öğretmek üzere gelmiş ve muhataplarını Yüce Yaratıcı'nın kulluğuna yönel­meye teşvik etmiştir. O bir ilah veya yarı ilah değil, yalnızca Allah'ın mütevazi ve seçkin kullarından biri ve peygamberidir (Bkz. Bakara, 2/87; Nisa, 4/171,172; Tev-be, 9/30-31). Kul olma çizgisinden yaşadığı sürece asla ayrılmamıştır.

Kur'an, Hz. İsa'nın öldürüldüğü ve çarmıha gerildiği tezini reddetmektedir. O öldürülmemiş, çarmıha gerilmemiştir. Allah onu kendi katına "Ref" etmiş, yücelt­miş ve yükseltmiştir.[108] Hz. İsa'ya ait bu yüceltme ve yükseltme işinin beden ile mi, yoksa ruh ile mi; beden ve ruh diri olarak mı, yoksa beden Ölü yalnız ruh ola­rak mı gerçekleştiği hususu müphemdir ve asırlar boyu Kur'an yorumcularını meşgul etmiştir. Bu konuyu aydınlığa kavuşturmaya çalışan tarih ve kıssa yazarla­rıyla müfessirler belli ölçüde Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarından ve onların sözlü geleneğinden etkilenmişlerdir. Keza Hz. İsa'nın nüzulü ve, kıyametten Önce dönü­şü konusu da tartışılmaktadır. Eldeki rivayetlerin gözden geçirilerek değerlendiril­mesinde fayda vardır. Hadislerde yer alan Hz. İsa'nın dönüşü konusu müfessirleri, ayetlerde geçen kelimeleri (Ali-i İmran, 3/55; Nisa, 4/156-159; Maide, 5/117) yoru­ma (te'vil) zorlamış ve "ahad" olsalar da onları değerlendirmeye almışlardır. Ger­çekten de bu haberlerde, oldukça detaylı bilgiler yer almaktadır. İki asırdan beri Hıristiyan ilahiyatçıların ve oryantalistlerin Hz. İsa'nın dönüşü konusunu değişik metodlarla Müslüman camia içinde yayma gayretlerinin doğurduğu antipatinin de tesiriyle İslam dünyasında konu bazı bilginlerce yeniden ele alınmış ve selef çığırı­nın dışına taşan tartışma ve yorumlara neden olmuştur.[109]

Konuyu bitirirken bazı hatırlatmalara gerek duyuyorum:

Diğer peygamberler meyanında Hz. Musa ve îsa'ya ve onlara Tevrat ve İncil adında kutsal kitaplar verildiğine inanmak İslam'ın iman esaslarmdandır. Buna inanmayan kişi din ile ilgisini kesmiş olur. Gönderildikleri dönemde birer nur ve hidayet kaynağı olan bu kitaplar asırlar boyu insanlığa rehber olmuşlardır. Ne var ki zaman içinde bunların asılları bozulmuş, ilahi hüviyetinden insanların eliyle uzaklaştırılmışlardır.[110] İncil'in gelişiyle Tevrat, Kur'an'm gelişiyle de İncil yürür­lükten kaldırılmıştır. Daha iyi anlaşılması için bunu, yaşadığımız dönemde parlementolardan çıkan kanunlara benzetebiliriz.

Yüce Allah kainata son mesajı olan Kur'an'ı himaye ve korumasına almıştır;[111] sonsuza kadar onda bir bozulma ve değişme olmayacaktır.

Belli bir kültür düzeyini yakalamış kişi elde mevcut Tevrat ve İncil'i dikkatlice okursa onların tamamının ilahi kökenli olmadığının farkına varabilir. Şu anda elde mevcut bu kitaplar hakkında bir müslümanın takınması gerekli tavır Hz. Peygam­berce: "Ehl-i Kitab (olan Yahudi ve Hıristiyanlar)'ı tasdik de, tekzip de etmeyin; sizler: 'Biz Allah'a ve O'nun tarafından indirilene inandık' deyiniz" buyurmak suretiyle orta­ya konmuştur.[112] Hadisin devamında, eğer onların anlattıklarına "yalandır" deni­lirse bunun anılan kitaplarda yer alan gerçek bir vahiy ve Allah sözü olması ihti­malinden dolayı vebal altında kalınması gibi bir sakınca vardır; eğer "doğrudur" denilirse bunun da, Yahudi veya Hıristiyanlarca Allah sözü imiş gibi kitaplarına yazdıkları bir kul sözü ve Allah'a isnad ettikleri bir uydurma ve yalan olma ihtima­li vardır. Sadece bu hadis bile şu anda elde mevcut İncil ve Tevrat'ın sıhhatlerini tesbitte önemli bir belgedir. Aktaracağımız bir kaç cümle bu konuda bir fikir vere­bilir:

Ve Nuh çiftçi olmağa başladı, ve bir bağ dikti; ve Şaraptan içip sarhoş oldu; ve çadırının içinde çıplak oldu. Ve Kenan'ın atası olan Ham, babasının çıplaklığını gördü, ve dışarda iki kardeşine söyledi (Tekvin, 9/20-22);

Ve vaki oldu ki, Süleyman'ın ihtiyarlığı zamanında karılan onun yüreğini baş­ka ilahların ardınca saptırdılar; ... O'nun yüreği bütün değildi. Ve Süleyman Say-dalıların ilahesi Astartin'in ardınca, ve Ammonîlerin mekruh şeyi Milkom'un ar-dmca gitti. Ve Süleyman Rabbin gözünde kötü olanı yaptı... (I. Krallar, 11/4-6 ve ayrıca bkz. 11/7-20);

...Musa'nın geciktiğini kavm görünce, kavm Harun'un yanına toplandı, ve ona dediler: Kalk, bizim için ilah yap, Önümüzden gitsinler... Harun onlara dedi: Karı­larınızın, oğullarınızın, ve kızlarınızın kulaklarmdaki altın küpeleri kırıp çıkarın, ve onları bana getirin... ve onu dökme bir buzağı yaptı... (Çıkış, 32/1-4);

...Ve İsrail Oğullan Musa'nın sözüne göre yaptılar; ve Mısırlılardan gümüş şey­ler ve altın şeyler ve esvap istediler; ve Rab Mısırlıların gözünde kavme lütuf ver­di, ve istediklerini verdiler. Ve Mısırlıları soydular (Çıkış, 13/35-36);

...Davud yatağırdan kalktı, ve kral evinin damı üzerinde geziniyordu; ve yıkan­makta olan bir kadını damdan gördü; ve kadının bakılışı çok güzeldi. Ve Davud gönderip kadm hakkında soruşturdu. Ve biri dedi: Bu kadın Hittî Uriya'nm karısı Eliam'ın kızı Bat-Şeba değil mi? Ve Davud ulaklar gönderip onu getirtti; ve kadm onun yanma geldi, ve murdarlığından tathir edilmiş olduğundan Davud onunla ,yattı; ve kadm evine dönü. Ve kadın gebe kaldı, ve gönderip Davud'a bildirdi, ve : "Ben gebe kaldım', dedi (II. Samuel, 11 inci bab);

Ve Lut ve iki kızı bir mağarada oturdular. Ve büyük kızı küçüğüne dedi: Baba­mız kocamıştır, ve bütün dünyanın oluna göre yanımıza girmek için memlekette erkek yoktur; gel, babamıza şarap içirelim,ve babamızdan zürriyeti yaşatmak için onunla yatarız. Ve o gecede babalarına şarap içirdiler; ve büyük kız girip babasıy­la yattı, ve onun yatmasını ve kalkmasını bilmedi. Ve vaki oldu ki, ertesi gün bü­yük kız küçüğüne dedi: İşte, dün gece babamla yattım; bu gece de ona şarap içire-lim, ve babamızdan zürriyet yaşatmak için, gir, onunla yat. Ve o gecede dahi babalarına şarap içirdiler, ve küçük kız kalkıp onunla yattı; ve onun yatmasını ve kakmasını bilmedi. Lut'un iki kızı böylece babalarından gebe kaldılar. Ve büyük kız bir oğul doğurdu.. Ve küçük kız, o da bir oğul doğurdu.. (Tekvin, 19/30-36)1

Ahd-i Cedid'i teşkil eden İnciller ve diğer eserlerde - yukarıda bazı örnekleri ve: rilen cinsten - ilahi bir kitaba yakışmayan çok şey vardır. Bunlarla yazının hacmini kabartmak istemiyoruz.

İnsanlığın ikinci atası peygamber Hz. Nuh'u sarhoş ve ayyaş; yine peygamerler-den Hz. Süleyman ve Harun'u putçu, Hz. Musa'yı hırsız ve dolandırıcı, Davud (a.s.)'u zinakâr ve şehvetini tatmin için cephede vatanı uğruna vuruşan bir komu­tanı harpte ön saflara tekrar tekrar sürdürmek suretiyle ölümüne ve katline sebep olan biri, Hz. İbrahim'i yalancı ve ahlaksız, Lut (a.s.)'u öz kızlarıyla zina eden ve bunun sonucu çocuk ve zürriyet sahibi olan adi bir suçlu diye takdim eden bu me­tinler vahiy mahsulü olabilir mi, Yücelerin Yücesinden, Arş'm ötesinden gelen bo­zulmamış ilâhi metinler bunlar mıdır? Kilise ve havralarda icra edilen tören, ayin ve ibadetlerde bunlar mı terennüm edilecektir?

Bunlar tasvibi mükün olmayan şeylerdir.

Şimdi lütfen düşünülsün: İlâhî kökenli bir dîn kitabı ne öğretir? Bir din kitabı herhalde, insanlara yapmaları gereken hususlarla yapmamaları gereken şeyleri öğ­retir; onlara dünya ve ahiret hakkında fikir verir; onları fena hareketlerden sakındı­rır, iyi davranışlara yöneltir. Yüce Allah'a karşı ne gibi borçları olduğunu, birbirle­rine karşı nasıl muamele etmeleri gerektiğini anlatır. Dünyada barış içinde mutlu yaşamak için neler yapmak gerektiğini bildirir. Kısaca bir din kitabı ağırlıklı olarak bir ahlâk kitabıdır.

Yukarıya alınan parçalarda bunlara ait ne var?

Akl-ı selîm (doğru düşünen bir kafa), peygamberlere izafe edilen ve sıradan bir kişininkinden daha faziletsiz ve daha adi olan hayat hikayelerine inanmaktansa Kur'an-ı Kerim'e hak vermekte gecikmeyecektir. Şayet peygamberler Örnek insan­lar olmasalardı, beşeriyet için hiç bir ümit olmazdı.

Peygamber olarak ortaya çıkmasından kısa bir zaman sonra Yahudiler Hz. İsa ve kutsal kitabı İncil'i reddettiler, onu yalancı ve sahtekâr olmakla suçladılar; Esk-i Ahid de Hıristiyanlarca mensuh sayıldı ve içindeki ahlâk dışı pasaj ve öykülerden dolayı kadınların Tevrat okumalarına izin verilmedi; onlar için ahlâka aykırı yerle­ri çıkarılmış baskılar yayımlandı.[113]

Mü'minlerin kendisini her zaman saygıyla andığı, ismi geçtiği zaman dua oku­duğu Hz. İsa'yı ve kutsal kitabı İncil'i kısaca tanıtmaya çalıştık. Bu kutsal kitabın bozulmamış olduğunu bir müslüman olarak ne çok arzu ederdik! Ama ne yazık ki, tarih ve vak'alar bizden yana tavır koymuyorlar! [114]

 

3. Maide Kıssası:

 

Hz. İsa'ya ait mucizeler içinde Maide'ye özel bir önem atfedilmiş ve bu isim et­rafında hayli zengin sayılabilecek haberler İslami eserlerde yer almıştır. Haberlerin değerlerdirilmesi açısından konu üzerinde biraz etraflıca durmak gerekmektedir:

Kur'an-ı Kerim'in 120 ayetten müteşekkil olan beşinci suresi "Maide" adım taşır. Anılan sure bu adı 112-115 inci ayetlerde bahis konusu edilen kıssadan almıştır. Kıssa, Kur'an'm genel üslubuna ve kıssa anlatmada takip ettiği prensibe uygundur, her türlü fazlalık ve tafsilâttan uzaktır. Tamamı dört ayetten ibaret olan kıssa şu­dur:

Havariler, "Ey Meryem oğlu İsa! Rabbİn bize gökten bir sofra indirebilir mi?" demiş­lerdi de, "İnanıyorsanız Allah'tan sakının" demişti, "ondan yemeyi, kalplerimizin kan­masını ve senin bize doğru söylediğini bilmeyi, ona şahid olmayı istiyoruz" dediler. Mer­yem oğlu İsa, "Allahım! Rabbimiz! Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen'den bir delil olarak gökten bir sofra indir, bizi rızâdandır, Sen nztk verenlerin en hayırltsısın" dedi. Allah, "Ben onu size indireceğim; bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, dünyâlar­da kimseye azap etmiyeceğim şekilde ona azap edeceğim" dedi.[115]

Kıssa bundan ibarettir; görüldüğü gibi tafsilattan uzaktır. Zaman yoktur, yer bahis konusu edilmemiştir. Aşağıda görüleceği gibi "Maide" hakkında bir hatyli ri­vayet vardır ve bunları isbat etmek, doğruluğunu göstermek maalesef mümkün değildir.    

Rivayetlerden bazısı:

İbn Abbas'tan: Hz. İsa İsrail oğullarına şöyle bir teklifte bulundu: "Sizler Allah rızası için 30 gün oruç tutabilir misiniz? Eğer siz bu 30 günlük orucu tutarsanız, istediği­niz konularda O da size karşılık verip arzularınızı yerine getirir, Zira bir hayrı ve iyiliği yapanın mükâfatı yapılana aittir". İsrail Oğulları, Hz. İsa'nın teklifine müsbet cevap verip orucu tuttular ve sonra şöyle dediler: "Ey hayrın muallimi, sen bize: 'Bir iş yapanın ecir ve mükâfatı yapılana aittir' demiş ve 30 gün oruç tutrnamızı emret­miştin. Biz bu emri yerine getirdik. Acaba, şimdi Rabbin bize gökten bir sofra indi­rebilir mi?". Bunun üzerine Hz. İsa:

"Eğer inanmış adamlarsanız Allah'ın kudretinden ve benim peygamberliğimden şüphe­ye düşmekten korkun " demişti. Bunun üzerine onlar:

"Diliyoruz ki biz de ondan yiyelim, kalplerimiz yatışsın; senin bize gerçekten doğru söylediğini bilelim. Biz de bunun üzerine sahİdük edenlerden olalım"dediler. Meryem Oğlu İsa dua ederek dedi ki:

"Ey Allah 'im, ey Rabbimiz, bize gökten bir sofra İndir ki, bizim hem evvelimiz, hem ahi­rimiz için bir bayram ve Senden bir ayet (mucize) olsun; bizi nzıklandır, sen nzık verenle­rin en hayırhsısın " Allah dedi ki: "Ben onu size şüphesiz indireceğim. Artık ondan sonra İçinizden kim nankörlük eder (küfre döner)' se ben ona muhakkak ki kainattan hiç birini azaplandırmıyacağım bir azap ile azaplandınnm ".[116]

İbn Abbas sözüne devamla şöyle dedi: "Melekler bir sofra ile gökten, indiler. Sofranın üzerinde 7 balık, 7 yufka (çörek) vardı. Onları Havarilerin önüne koydu­lar. Yediden yetmişe herkes bu sofradan yedi".[117]                         

Ammar İbn Yasir Hz. Peygamberden naklediyor: Sofra semadan indi; üzerin­de ekmek ve balık vardı. Sofrayı isteyenlere, doya doya yemeleri, nankörlük edip de ertesi gün için sofradan bazı şeyleri alıp saklamamaları tenbih edildi. Buna rağ­men onlar nankörlük ettiler; bazı şeyleri alıp ertesi gün için sakladılar. Bundan do­layı da, uyuz maymun ve domuzlar haline çevrili verdiler.[118]

Taberi'nin rivayetine göre, sofra gökten indi; üzerinde Cennet meyvelerinden bazı şeyler vardı. Sofradakilerden hiç bir şeyi gizlememeleri , nankörlük yapma­maları ve ondan bazı şeyler alıp diğer günler için ayırmamaları kendilerine tenbih edildi. Buna rağmen onlar, hıyanet ettiler, gizlediler, biriktirdiler. Allah da onları uyuz maymun ve domuz haline getiriverdi.[119]

İshak İbn Abdillah'tan gelen bir rivayete göre, İsrail Oğullarından bazıları, sof­radan bazı şeyler çaldılar. Hz. İsa: "Zannedersem sofra yarm inmez" dedi. Sofra gö­ğe çekildi ve bir daha inmedi.[120]

Atıyyetu'l-Avfî'den nakle göre sofra, her şeyin tadı içinde mevcut ve gizli bir balıktan ibaretti.                                                                            

Vehb İbn Münebbih'ten: Allah sofrayı semadan İsrail Oğullarına indirmişti. Onlara her Allah'ın günü bu sofra ile Cennet meyveleri geliyordu. Çeşit çeşit olan bu Cennet meyvelerinden, diledikleri kadar ve diledikleri tarzda yiyorlardı. Her defasında sofranın çevresine dört bin kişi oturuyordu (sofra, bu kadar insanın çev­releyebileceği genişlikte idi). Dört bin kişi yiyip çekildiği zaman Cenab-ı Hak dört bin kişinin yiyebileceği miktar kadar daha taam indiriyordu. Bu hal böylece Al­lah'ın dilediği kadar devam etti.

Yine Vehb'den : İsrail Oğullarına bir külçe arpa ekmeği ve çeşit çeşit balıklar in­di. Allah bu sayede onların zayıflarına bolluk ve bereket ihsan etti. Onlardan bir grup yiyorlar ve sonra çıkıyorlardı. Arkadan bir grup daha geliyor, yiyorlar ye sonra çıkıp gidiyorlardı. Bu şekilde hepsi sofradan yediler.[121]

A'meş'in nakline göre Said İbn Cübeyr şöyle demiştir: "Sofranın üzerinde etten başka her şey vardı". Ikrime'ye göre, sofrada bulunan ekmek pirinç unundandı.[122]

Selmanu'l-Hayr'dan: Havariler Meryem Oğlu İsa'dan sofrayı isteyince bundan memnun olmadı ve şöyle dedi: "Allah'ın yeryüzündeki rızıklanyla yetinin; semadan bir de sofra istemeyin. Eğer istediğiniz olursa bu, Rabbinizden size bir mucize olur. Şunu hatırdan çıkarmayın ki Semud kavmi peygamberlerinden mucize iste­dikleri için helak oldular". Bu öğütler onlara kâr etmedi; isteklerinde direndiler ve "Diliyoruz ki biz ondan yiyelim, kalplerimiz yatışsın" dediler.[123] Hz. İsa onların is­teklerinden vazgeçmeyeceklerini anlayınca dua etmekten başka çare bulamadı. Kalktı, üzerindeki yün elbiseyi çıkardı; siyah kıldan yapılmış bir cübbe, bir aba giy­di; sonra abdest aldı, yıkandı, namazgahına girdi; Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı. Namazını bitirince kıbleye yöneldi; iki ayağını bir hizaya getirdi; topuklarını birleştirdi; parmaklarını aynı seviyeye getirdi. Göğsünde sağ elini sol elinin üstüne koydu. Gözlerini yumdu, başını eğdi. Sonra göz yaşlarını sel gibi koyuverdi. Göz yaşları yanaklarından süzüldü; sakallarından damla damla yere indi ve yer ıs­landı. İş bu raddeye gelince Allah'a şöyle yalvardı: "Ey Allahım, ey bizim Rabbİmiz, 'üstümüze gökten bir sofra indir.[124]

Yüce Allah iki bulut arasında kırmızı bir sofra indirdi; bir bulut altında, bir bu­lut üstünde... Onlar semadan kendilerine doğru süzülüp gelen bu sofraya bakıyor­lardı. Bu anda Hz. İsa ağlıyordu. Zira Allah, kendilerine ağır şartlar koşarak söz al­mıştı. O, bunlara uyulma masından korkuyordu. Eğer onlardan sofraya nankörlük eden olursa, Allah onu, kâinattan hiç birini azaplandırmayacağı bir azap ile ceza­landıracaktı'.

Hz. İsa, bulunduğu yerde devamlı dua ediyor ve şöyle diyordu: "Allahım bu sofrayı İsrail Oğullarına rahmet kil; onu azap vesilesi yapma; ya Rab! Senden nice şeyler istendi ve verdin; ya Rab! Bizi kendine şükredenlerden kıl! Ya Rab! Bu sofra­yı bize gazap ve horlama vesilesi olarak indirmiş olmandan Sana sığnırım; ya Rab! Onu bize selamet ve afiyet kıl! Ya Rab onu azap ve işkence vesilesi yapma!

Sofra önüne inip gelinceye kadar Hz. İsa duasına devam etti. Havariler ve onla­rın arkadaşları Hz. İsa'nın etrafında idiler. Bundan Önce asla duymadıkları ve kok-lamadıkları gayet enfes bir kokuyu duymaya başladılar. Hiç ummadıkları tarzda Ceriab-ı Hak tarafından böyle bir nimet kendilerine ihsan edildiğinden dolayı Hz. İsa ve Havariler Allah'a secdeye kapandılar.

Yahudiler bölük bölük gelip olup bitenlere bakıyorlardı. Kendilerini gam ve ke­dere boğan garip bir manzaraya şahid oldular. Manzarayı görenler, kin ve nefretle oradan ayrılıp gidiyorlardı.

Hz. İsa, Havariler ve arkadaşları vardılar, sofranın etrafına oturdular. Bir de baktılar ki, sofranın üzeri bir mendille örtülmüş. Hz. İsa: "İçimizde bu sofranın mendilini açmaya en cesaretli olanımız, kendisine en çok güvenenimiz Rabbine karşı en iyi imtihanı vermiş olanımız şu mucizenin mendilini açsın (içeriğini) göre­lim; Rabbimize hamdedelim, ismini analım, bize verdiği şu rızıktan yiyelim" dedi. Havariler: "Ey Allah'ın Ruhu ve Kelimesi! İçimizde buna en lâyık olan sensin" de­diler. Hz. İsa kalktı, yeniden bir abdest daha aldı; namazgahına girdi. Bir önceki gi­bi uzun uzadıya namaz kıldı. Sonra uzun müddet ağladı. Sofra örtüsünü açmasına izin vermesi, kendisi ile kavmi için sofrada bereket yaratması niyazı ile Allah'a yalvardı. Dua ve niyazını bitirdikten sonra sofranın başına vardı, oturdu; mendili aldı ve şöyle dua etti: "Rızık verenlerin en hayırlısı olan Allah adıyla!". Baktılar ki, kı­zarmış, üzeri pulsuz ve kılçıksız, iri bir balık!... Balıktan durmadan yağ damlıyor­du... Pırasadan başka her çeşit sebze ve iştah açıcı şeylerle etrafı donatılmış: Başu-cunda sirke, kuyruk tarafında tuz, sebzelerin etrafında beş yufka...Yufkalardan birinin üzerinde zeytin, ötekinde hurma, diğerinde beş nar... Havarilerin başkam olan Şem'un, Hz. îsa'ya sordu: "Ya Ruhullah, Ya Kelimetullah! Bu, dünya taamın­dan mı yoksa Cennet taamından mı?" Hz. İsa cevap verdi: "Şimdi, gördüğünüz manzaradan ibret alma zamanıdır, konuyu çeşitli sorularla deşme zamanı değildir; beni şu anda en çok korkutan şey, bu mucizenin inmiş olmasından dolayı azaba uğramanızdır" dedi. Bunun üzerin Şem'un:

"Ey Siddîka'nın oğlu, İsrail Oğullarının ilahına yemin ederim ki ben, sorumla meseleyi deşmek istemedim" dedi. Buna karşı Hz. İsa: "Bu gördüğünüz ne dünya taamıdır, ne de Cennet taamı, O, Cenab-ıHakk'm galip ve kahir kudretiyle havada yarattığı bir şeydir. Allah ona "ol!" emrini verdi, o da, göz açıp yumacak müddet­ten daha kısa bir an içinde hemen oldu. İstediğiniz bu sofradan Allah'ın admı ana­rak yiyiniz, bundan dolayı da Rabbinize hamdediniz. Allah size yardım eder ve bol bol verir. Zira O, her şeye gücü yetendir, Şükredenin şükrüne cevap verendir" dedi. Havariler: "Ya Ruhullah, ya Kelimetullah! Biz bu mucizeden, bize başka bir mucize gösterilmesini arzu ediyoruz" dediler. Buna karşı Hz. İsa: "Sübhanallah! Bu gördüğünüz mucize yetmedi mi de, bundan bir başka mucize daha istersiniz" de­di. Sonra balığa döndü ve:

"Ey balık, Allah'ın izni ile diril" dedi. Allah onu Hz. İsa'nın duası bereketiyle di­riltti. Kımıldadı, taptaze, diri bir balık olurverdi. Ağzını açıp yumdu, gözleri yuva­sında döndü. Pullan tekrar hasıl oldu... Etraftakiler bu halden kuşkulandılar. Hz. İsa onların bu halini görünce:

"Şaşıyorum size! Hem mucize istiyorsunuz, hem de gösterildiği zaman korku­yorsunuz. Bu yaptıklarınızdan dolayı cezaya çarptırılmanız (ihtimali) beni korku­tuyor.. Ey balık, Allah'ın izni ile dön evvelki haline" dedi. Balık da Allah'ın izni ile eski kızarmış haline döndü. Etraftakiler (veya Havariler):

"Balıktan Önce sen ye!" dediler. Hz. İsa:

"Mazallah (ilk önce yemekten Allah'a sığınırım), sofrayı isteyenlerin ilk önce ye­mesi gerekir" dedi. Havariler ve etrafındakiler Hz. İsa'nın yemekten çekindiğini görünce, sofranın bir azap olarak inmiş olmasından korktular. Bu hal karşısında Hz. İsa, fakir ve düşkünleri çağırdı ve onlara:

"Rabbinizin rızkı ve peygamberinizin davetinden yiyiniz. Bunu size İndiren Al­lah'a hamdediniz ki, safası sizin, mihneti başkalarının olsun. Yemeğe başlarken Bismillah deyin; sonunu da Elhamdülillah ile bağlayın" dedi. Onlar da Hz. İsa'nın talimatım aynen yerine getirdiler; sofradan erkekli kadınlı bin üç yüz kişi yedi. Bu manzarayı Hz. İsa ve Havariler geriden takip ettiler.

Sofranın üzeri olduğu gibi duruyor ve hiç eksilmiyordu. Yeme işi bitince sofra gözler önünde gökyüzüne uçup gitti.

Bu sofradan yiyen fakirler zengin oldu. Hastalar ve düşkünler şifa buldu. Hepsi de zengin ve zinde olarak dünyadan göçüp gittiler. Bu hali gördükten sonra Hava­riler ve çevredekiler sofradan yemediklerine pişman oldular.

(Ravi sözüne devamla) şöyle dedi: Bu birinci denemeden sonra sofra inince İs­rail Oğulları zengin, fakir, büyük-küçük, hasta-sağ var güçleriyle her taraftan sof­raya koşarlardı ve bu hal izdihama sebebiyet verirdi. Bunun için sofra gün aşırı iner oldu. Bu hal 40 gün devam etti. Sonunda sofra uçtu; İsrail Oğulları yerdeki gölgesine bakıyorlardı, derken tamamen kaybolup gitti.

(Ravi devam ediyor): Cenab-ı Hak, Hz.. İsa'ya:

"Soframdaki rizıklan fakirler, yetimler ve düşkünlere tahsis et; zenginler değil" emrini verdi...

Bazı insanlar Maide hakkında şüpheye sapmışlardı. Bunlar akşam olunca, son derece güzel yüzlü olarak, huzur ve emniyet içinde yataklarına yattılar. Gecenin sonu yaklaştığı zaman Allah onları domuz biçimine sokuverdi. Sabah olunca (ye­mek maksadıyla) sokaklarda pislik aramaya koyuldular. Çöplüklere döküldüler.[125]

Bir başka rivayette, insanlar domuz biçimine çevrilenleri görünce Hz. İsa'ya va­rıp yalvardılar ve ağladılar. Onların eski hallerine döndürülmesin! istediler. Do­muz şekline girenler Hz. İsa'yı görünce ağladılar ve etrafında dolaşmaya başladı­lar. O da, tek tek isimlerini zikrederek Allah'a dua etti. Onlar mütemadiyen ağlıyor ve başlarıyla işaret ediyorlar, fakat konuşamıyorlardı. Neticede bunlar üç gün ya­şadıktan sonra helak oldular.[126]

Maide hakkında şöyle bir rivayet de vardır: Allah Maide'nin inmesini şarta bağ­layınca, istiğfar ettiler ve "böyle bir tehlikeyi arzu etmeyiz" dediler. Binaenaleyh sofra inmedi.[127]

Yukarıya alınan rivayetler tefsir, tarih ve kasas kitaplarında muhtelif uzunlukta yer almaktadır[128].

Rivayetlerin tahlilinde şunlar dikkatimizi çekmektedir:

Rivayetlerin tahliline başlamadan şunu ifade etmek gerekir ki, yukarıya alınan çeşitli uzunluktaki kıssaların dikkati çeken bir çok yönleri vardır. Kur'an ve hadis­lerin herhangi bir konuda verdiği bilgi ile yetinilmezse, işin asıl ve esasından uzak­laşmak kaçınılmaz hale gelir. Kür.'an-ı Kerim kıssayı dört ayet içinde sunmuştur ve gaye ibretten başka bir şey değildir.

Dikkat çeken hususları sıralarsak:

1. Biraz sonra göreceğiz ki, Maide'nin inip inmediği bile İslam bilginleri arasın­da münakaşa konusu iken, rivayetlerden birinde sofranın rengi tayin edilmiştir, "kırmızı sofra".                                                                        

2. Hz. İsa'nın dua halini tasvir eden rivayet de enteresandır:'.. Üzerindeki ,yün elbiseyi çıkardı, siyah kıldan yapılmış bir cübbe, bir aba giydi; sonra abdest aldı, yıkandı, namazgahına girdi...Namazı bitirince kıbleye karşı yöneldi; iki ayağını bir hizaya getirdi; topuklarını birleştirdi; göğsünde sağ elini sol elinin üzerine köydü; gözlerini yumdu; başını öne eğdi; sonra gözlerinin yaşını koyu verdi... "

Bu kadar güzel tasviri kim, nasıl yapabilir? Tasvir sahibinin bu hali bizzat gör­mesi gerekir. Aksi halde böyle güzel bir tasvir yapılamaz. Ravi bu sahneyi şüphe­siz görmedi; görmediğine göre söylenenleri ihtiyatla karşılamaktan başka çare yoktur.

3. Dua etmeden evvel Hz. İsa'nın üzerinde bulunan elbisenin neden yapıldığı bile tesbit edilmiş: "Yünden elbise". Dua etmek istediği zaman giydiği elbisenin kaç parçadan olduğu da belli: "İki parça". Bu elbiselerini de neden yapıldığı ve kumaş­ların rengi de belirlenmiş: "siyah kıldan" yapılmış elbise.

4. Sofra gökten indikten sonra Hz. İsa'nın yapmış olduğu dualar olduğu gibi zaptedilip ezberlenmiş; hiç bir kelimesi bile unutulmamış; ravi herhangi bir konu­da şüpheye düşmemiş.

Halbuki Hz. Peygamber'in hadislerinde durum böyle değildir. Hadislerde veya onların şerhlerinde ara sıra da olsa" şekkun mine'r-ravî" veya "şekke'r-ravî" de­yimleri geçer. Ama Hz. İsa, Peygamberimiz Hz. Muhammed'den yaklaşık altı asır Önce yaşadığı ve hayatı bile normal bir seyir içinde bilinmediği halde Maide'nin İnişi vesilesiyle yaptığı dua nasıl olur da aynen muhafaza edilebilir?

5. Rivayetlerden birinde Maide'nin üzerinin mendil ile örtülü olduğu kaydedili­yor. Bir başka yerde ise, etrafına bir anda 4.000 kişinin oturduğu söyleniyor. Etrafı­na 4.000 kişi oturabilen sofra mendille örtülebilir mi? Üzerine mendil örtülebilen sofranın etrafına 4.000 kişi oturabilir mi?

6. Rivayetler bize sofranın şeklini de tarif etmektedir: "Yuvarlaktı", "köşeli idi".

7. İsrail Oğulları yeme işini bitirince sofra, uçup gidiyordu. Yiyenler de gölgesin­de onun uçuşuna ve uzaklaşıp kaybolmasına hayran hayran bakıyorlardı. Sofranın üzerinde -belirtildiğine göre- bir balık, bir kaç yufka, tuz, sirke v.s. vardı. Muhtevi­yatı bu olan sofranın bir hayli küçük olması gerekmez mi? Nihayet orta büyüklük­te bir tepsi kadar olsun! Peki bu tepsi nasıl olur da uçup giderken binlerce insanı gölgeleyebilir?

8. Eğer sofra inmişse - ki çoğunluk indiği görüşündedir - bu, bir sefer indi. Açıl­dığı zaman üzerinde ne olduğu Hz. İsa ve yanmdakilerce görüldü. Buna göre sofra muhteviyatının değişmemesi lazımdır. Halbuki sofra muhteviyatı ile ilgili rivayet­ler sekize varmaktadır:

a. Ekmek ve et idi (Ammar Yasir'den)[129]    

b. Kızarmış bir balık, beş yufka, hurma, zeytin ve nar idi (Selman'dan);

c. Bir takım Cennet meyveleri, idi (Ammar İbn Yasir ve Katade'den);

d. Ekmek ve balık idi;                                                       

e. Bir parça tirit idi;                                                                      

f. Sofra üzerinde etten başka her şey vardı;'

g. Her şeyin tadı içinde saklı bir tek balık;

h. Pirinç veya diğer baklagillerden yapılmış ekmek İdi.      

Sofradan yiyenlerin sayısı da değişmektedir: 1.300; 4.000; '5.00'0[130]. Bunlardan hiç birini kesin olarak soyl ey emiyoruz.                                  

Sofranın üzerinde bulunanlar dünya yiyeceklerinden mi, Cennet taamı mı? Bel­li değil.

Rivayetlerden birinde domuz şekline girenlerin helak oldukları kaydedilmiş, diğerinde ise buna temas edilmemiş.                                          

Sofranın indiği zamanlar da belirlenmiş; öğle üzeri, sabah, akşam v:s.

Sofrada bulunduğu belirtilen yufkalar üzerine nelerin konduğu da keza zapte-dilmiş: Bal, tereyağı, zeytin, peynir, pastırma...

- Bazı kaynaklarda daha başka şeyler.[131]                          

Sofradaki yufkaların sayısında da ittifak yok: Beş, yedi v.s,

Maide hakkında şüpheye düşenlerin domuz biçimine sokuldukları bazı rivayet­lerde dile getirilmişti. Ravi bunların sayısını da hatırlıyor: 30 kişi.[132]

Bir rivayette sofranın indiği yer de belirtilmiş; Vakıdi'ye göre sofra Sıhyevn kili­sesine iniyordu'.[133] O zaman Hz. İsa'nın etrafında kendisine inanan oniki Havari vardı. Farzedilsin ki Havarilerin on katı kadar da başkaları iman etmişti. Demek oluyor ki bunlar için muhtelif kiliseler yapılmıştı. Bunlardan biri de "Sıhyevn" kili­sesi idi. Acaba Hz.İsa'nın hayatında kilise var mıydı? Zalimlerin elinden canını zor kurtaran Hz. İsa, mabed inşasına nereden zaman ve fırsat bulacaktı?

Sofranın indiği gün de belli: Pazar günü.[134]

Bunlardan sonra şuna da temas edilmeli ki, İslam bilginleri Maide'nin inip in­mediği hususunda ittifak halinde değildirler. Ekseriyet indiğini kabul etmiştir.[135] Bazı bilginler "Sofranın indiği kesin değil ki, üzerindekileri ve diğer detayları dü­şünelim" demiş lerdir.[136]

Sofranın inmediğini savunan İslam bilginleri, bunun bir darb-ı mesel olduğu görüşündedirler. İbn Kesir'in kaydettiğine göre, Maide'nin inmediği yolundaki ri­vayetler sahih senedlerle Mücahid ve Hasen'e ulaşmaktadır. Bu görüşün sahipleri, Hıristiyanların kutsal kitabı İncil'de (ve İncil'in şerhi mahiyetindeki diğer eserler­de) Maide'den hiç .bahsedilmediğine dikkatimizi çekiyorlar; "Eğer, diyorlar,,böyle bir şey olsaydı bu, muazzam kütlelerce rivayet edilerek bize ulaşırdı. Hır-is.tiyanlar bunu anlata anlata bitiremezdi. Hıristiyanlığa ait eserlerde bu, tevatüren, yeya. hiç değilse ahad yollarla nakledilirdi".,   .                                                

Yukarıda da söylendiği gibi, Yüce Allah Maide'nin indirileceğini haber verdiği için çoğunluk indiğini kabul etmiştir.[137]                        

Maide hakkında ortaya atılan detaylı bigileri şu bakımdan da ihtiyatla karşıla­mak gerekmektedir; bize Hz. Peygamberden tafsilâtı doğrulayacak hiç bir haber ulaşmamıştır. Binlerce yıl öncesine ait bu tafsilâtı kabul edebilmemiz için mutlaka sağlam nakillere ihtiyaç vardır.

Tirmizi'nin Sünen'i ile Taberi 'nin Tefsirinde Maide ile İlgili bir cümlelik bir ha­dis vardır. Buna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sofra gökten ekmek ve et olarak indi, onlar (sofraya) nankörlük etmemek ve ertesi gün için (biriktirip) sak-lamamakla emrolunduklan halde, nankörce davrandılar, biriktirdiler ve ertesi günler (in ihtiyatı olmak üzere sofradan bazı şeyleri) kaldırdılar; bu sebeple de uyuz maymunlar ve domuzlara çevrildiler"'[138]

Tirmizi, bu hadisin merfu ve mevkuf olarak bir kaç varyantı bulduğunu, fakat mevkuf olan varyantın (yani hadisin Hz. Peygambere ait olmadığının) daha doğru olduğunu kabul etmiştir.

Öyle görülüyor ki bu hususta, Hz. Peygamberden bir açıklama gelmemiştir. Şa­yet gelmiş olsaydı İslam bilginleri sofranın inip inmediği hususunda ihtilâfa düş­mezlerdi.

Ayrıca:

Rivayetleri tefsirine alan İbn Kesir, bazıları için kuşkulu ifadeler kullanmıştır.[139]

Reşid Rıza (Tefsiru'l-Menar, VII, 256)' sofra ve muhteviyatı ile ilgili çeşitli rivay-telere temas ettikten sonra : "Bu rivayetlerin esanidinden hiç bir şey sahih değildir" der ve ilave eder: "Biz onun üzerinde bulunan yiyecekleri belir ley emiyoruz. Zira onun inip inmediği bile belli değildir. Sofranın üzerindekileri bilirsek, bilmenin bi­ze ne faydası dokunacak, eğer bilmezsek ne zararı olacak?"

Cemaleddin Kasimi tefsirinde (Mehasinu't-Te'vil, VI, 2218) -İbn Kesir'e karşı duyduğu engin hürmete rağmen - İbn Kesir'in sofranın inişi ile ilgili olarak kaydet­tiği rivayetlere takılır ve onlar hakkında şöyle der: "Bunlar, açıkça görüldüğü gibi, siyaklarında garabet ve nekâretten hali değildirler".

Matta İncil'i bab 15'te, Hz. İsa'nın Havarileri ile bir seyahatinden bahsedilir. Bu seyahatte erzakları tükenir. Yanlarında 7 ekmek ve bir kaç küçük balık kalır. Hz. İsa bunların ortaya konmasını emreder. Yemeğe başlarlar,herkes doyar. Yiyenlerin kadınlar ve çocuklar hariç 4,000 kişi oldukları görülür.

Maide ile ilgili olarak, Vehb İbn Münebbih'ten sofradan yiyenlerin 4.000 kişi ol­duğuna dair bir rivayet geçmişti. İsraili rivayetlerin yayılmasında "mühim rol oy­nayan Vehb, ihtimal ki bu rivayeti de İncil'den veya Hıristiyan çevrelerden öğrenip nakletmiştir. Maide üzerindeki yufkaların 7 olduğu da bir kaç yerde geçmişti. Bu­rada da bir yedi rakamı var. Bu sayıda yine aynı yolla - sadece buraya ait olmak kaydıyla - İslami eserlere geçmiş olabilir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, sofra ile ilgili olarak söylenenlerin pek çoğu Ehl-i Ki-tab'a ait nakillerdir ve ihtiyatla karşılanmaları gerekir. İslam Ansiklopedisi (V/2, 1602)'ne İsa maddesini yazan Macdonald'm Maide 'nin menşei İle ilgili sözleri de keza ihtiyatla karşılanmalıdır. [140]

 

 



[1] İslâm tarihi ve milli tarihimiz boyunca kendileriyle sayısız ekonomik, politik ilişkilere girdiğimiz, içi-çe yaşadığımız, devlet veya fert bazmda komşu olduğumuz Hıristiyan dünyasının peygamberi Hz. İsa ve Kutsal Kitabı İncil hakkında biraz detaylı bilgi verilmiş ve bilerek eserin işlenişindeki genel çizgiden zaman zaman inhiraf edilmiş ve İncil'in tarihi geçmişine de göz atma ihtiyacı doğmuştur. Konunun işlenişi esnasında az da olsa tekrarlardan kaçınmak mümkün olmamıştır. Kur'ân'da geçen "Kendinden bir ruh", "Allah'tan bir ruh", "Ruhumuzdan", "Bizim ruhumuzdan", "Ondan bir ruh" ifadeleri, Allah'ın emrinden, yaratıklar aleminden bir ruh demektir, Allah'ın ruhu, Allah'ın kendisi demek değildir.

Bir erkek olmadan, sırf melek vasıtasıyla üflenen ruhtan yaratıldığı için, Hz. İsa'ya "Allah'tan bir ruh" veya "Ruhumuzdan" denmiştir. "Meryem'e kendi ruhumuzdan üfledik" ayeti de aynı anlam­dadır.

Bazı şeylerin Allah'a nisbet edilmesi, onların Allah'a nisbet edilmesi, onların Allah katındaki değer ve itibarını belirtmek içindir. Hz. İsa da, Allah'ın yarattığı ruhtan, sperm aracılığı olmadan ve sadece meleğin üflemesiyle ana rahminde oluştuğu için "Allah'tan bir ruh" denmiştir (Elmahh, tefsir, II, 1100-3; es-Sabûnî, tefsir, Beyrut 1981/1402, î, 321-22).

[2] AI-i îmran, 3/45; Nisa, 4/171; Meryem, 19/34

[3] Al-i îmran, 3/45; Nisa, 4/171.

[4] Nisa, 4/171.

[5] Al-i İmran, 3/45.

[6] Meryem, 19/30.

[7] Meryem, 19/30.

[8] Nisa, 4/156,171; Maide, 5/79; Saff, 61 /6.

[9] AH imran, 3/46; En'am, 6/85.

[10] Maide, 5/50; Hadid, 57/27.

[11] Maide, 5/46; Al-i İmran, 3/50.

[12] Zuhruf, 43/63; Maide, 5/109; Bakara, 2/87,253.

[13] Kendisini müjdeleyen İsa (a.s.) için Hz. Peygamber: "Ben Meryem oğlu İsa'ya dünya ve ahirette in­sanların en yakınıyım" buyurmuştur (bkz. Buhari, Enbiya 48; Müslim, Fezail 145).

[14] Al-i İmran, 3/52-53; Maide, 5/111; Saff, 61/14.

[15] Misa] olmak üzere bkz. Bakara, 2/116; Yunus, 10/68; îsra, 17/170; Meryem, 19/88,92; Enbiya, 21, 26;Furkan,25/2.

[16] Bakara, 2/140.

[17] Maide, 5/12-18.

[18] Razı, Tefsir XII, 1546; Elmalık, Hak Dini Kur'an Dili, III, 1711.

[19] Elmalıîı, Hak Dİnî Kur'an Dili, III, 1712.

[20] Maide,5/75.

[21] Tevbe, 9/30.

[22] Tevbe,9/30.

[23] Tevbe,9/30.

[24] Maide,5/17.

[25] Maide, 5/17.

[26] Maide,5/17.

[27] Tevbe,9/31.

[28] Elmalık, Hak Dini Kur'an Dili, IV, 2515.

[29] Tevbe,9/31.

[30] Maide, 5/72.

[31] Maide, 5/116. İbn Hazm'a göre Hz. Meryem'in ilah olduğunu söyleyenler Hıristiyanlardan Berbe-

raniyye fırkasıdır (Elmahh, Hak Dini Ku'an Dili, III, 1851).

[32] Maide, 5/116.

[33] Maide, 5/117.

[34] Elmalık, Hak Dini Kur'an Dili, III, 1536.

[35] Nisa, 4/171.

[36] Nisa, 4/171.

[37] Elmalık, Hak Dini Kur'an Dili, III, 1537.

[38] Nisa, 4/157.

[39] Nisa, 4/155.

[40] Nisa, 4/157.

[41] Nisa, 4/157.

[42] Nisa, 4/158.

[43] AH İmran, 3/65.

[44] AM İmran, 3/66.

[45] Al-i İmran, 3/67.

[46] Al-i imran, 3/68; ve ayrıca bkz. er-Razi, Tefsir, VIİÎ, 93 v.d.; Elmalık, Hak Dini Kur'an Dili, II,1134.

[47] Bakara, 2/124.

[48] Bakara, 2/140.

[49] Bakara, 2/140.

[50] Bakara, 2/141.

[51] Bakara, 2/111.

[52] Bakara, 2/113.

[53] Bakara, 2/113.

[54] Bakara, 2/113.

[55] Bakara, 2/113.

[56] îbnu'I-Cevzi, Zadu'l-Mesir,1,133;er-Razi,Tefsir, IV,9.

[57] İbn Kesir, Tefsir, I, 271-272; en-Neysaburi, Esbabu'n-Nuzûl, s. 22; et-Taberi, Tefsir, I, 495-497; es-Süyurî, Lübabu'n-Nukûl, s-16.

[58] Elmalıh Tefsir, I, 469; karşılaştırınız: er-Razi, Tefsir, IV, 8-9.

[59] Bakara, 2/113.

[60] Elmalık, Tefsir, 1,470; er-Razi, Tefsir, IV, 2 v.d.

[61] Bakara, 2/135.

[62] Bakara, 2/135.

[63] Bakara 2/135.

[64] Bakara, 2/136. Bu ayeti Baraka suresinin 285 ve 286'mcı ayetleriylp karşı I aştırın iz.

[65] Bakara, 2/137.

[66] Bakara, 2/120.

[67] Bakara, 2/120.

[68] Taiat Koçyiğit-İsmail Cerrahoğlu, Kur'an-i Kerim, Meal ve Tefsiri, I, 217 (Ank. 1984). Kur'an-ı Ke­rim

Yahudi ve Hıristiyanlara bir başka açıdan bakarak Müslümanları aydınlatır. Buna göre, mü­minlere en yaman iki düşmandan biri Yahudiler, Diğeri de müşrik (puta tapan)' lerdir:

"Ey Muhammedi İnananlara en şiddetli düşman olarak insanlardan yahudÜeri ve Allah'a eş koşan­ları bulursun..."(Maide, 5/82).

Kur'an, Yahudi.ve müşriklere ait bu tespitten sonra, nazarlarımızı Hıristiyanlara çevirir: "İnananlara sevgice en yakın olarak 'Biz Hıristiyanız1 diyenleri bulursun" (Maide, 5/82). Kur'an-bu yakınlığa sebep olarak onların içinde bilginler ve rahiplerin bulunmasını ve bunların mütevazili-ğini gösterir (Maide, 5/82).

Kur'an-ı Kerim'e görç, Yahudi ve müşrikler imandan uzak ve fasık kimselerdir. Dünyaya, menfaat­lerine bağlılıkları son derece aşırıdır. Allah'a bağlanma derecesinde ve hatta ondan daha ileri de­recede dünyaya düşkündürler. Halta bir başka ayet Yahudilerin dünyaya düşkünlüğünün müşrik­lerden daha İleri olduğunu belirtir (Bakara, 2/96). Bunun sebebini Kur'an kalplerinin katı, kasvetli ve merhametsiz oluşuna bağlar (Maide, 5/13). Bunlar, fesada meyilli, hakka karşı fevkalede kibirli kişilerdir; peygamberleri yalanlama ve öldürmede, isyan ve ihtilâl çıkarmada tecrübeleri çok fazla­dır (er-Razi,Tefsîr, XII, 65-67 ve karşılaştırınız : Elmahlı, Tefsir, III, 1791 v.d.).

Kur'an Yahudilere nazaran Hıristiyanlar! daha mutedil bulur. Gerçi genelde Hıristiyanlar mü'min değildirler; inanmışlara düşmanlık bunlarda da vardır. Fakat, ikisi karşılaştırıldığı zaman Yahudi­lerin düşmanlığının, Hıristiyanların ise mü'minleri sevebilme kabiliyetlerinin daha fazla olduğu görülür. Yani Yahudilerin sevgi ve dostluk ihtimali hiç yok değildir. Ama çok da değildir. Yok de­necek kadar azdır. Hıristiyan! arınki ise, onlara nisbetle daha. fazladır (Elmalıh, Tefsir, Iîî, 1792). Tarihi bir gerçek olarak da, nüfuslarına oranla Müslüman olan Hıristiyanlar Yahudilerden kat kat fazladır. Hıristiyanların, Yahudiler kadar mağrur ve merhametsiz olmadıklarına Kur'an, bir başka ayette de işaret etmektedir (Hadid, 57/27).

Ehl-i Kitab'ın iki kanadını teşkil eden Yahudi ve Hıristiyanlari Müslümanlara karşı tutumları açı­sından tahlil, eden Kur'an-ı Kerim, bir başka ayette, bunların yiyeceklerinin ve belli usulier daire­sinde kestikleri şeylerle kadınlarını nikahlamanın ümmet-i Muhammed'e helâl olduğunu bildirir (Maide, 5/5). 8u ayet, Özellikle yadellerde yaşayan veya gayr-i müslim nüfusun yoğun olduğu ül­kelerde çalışmak zorunda olan Müslümanlar için ferahlık getirmektedir.

[69] Bkz. İbnul-Cevzi, Tefsir, III, 82-83

[70] En'am,6/91.

[71] En'am,6/91.

[72] Meryem, 19/37.

[73] Bakara, 2/213; Yunus, 10/93; Casiye, 45/17; Al-i îmran, 3/7-8.

[74] Al-iİmran, 3/103.

[75] Ali İmran,3/105.

[76] Maide, 5/110.

[77] Maide, 5/110.

[78] Saff,61/6.

[79] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 235-246.

[80] Matta, 3/1.

[81] Luka,3/21.

[82] Bkz. Rasullerin İşleri, 10/37-38; İşaya, 61 /1-2; Luka, 4/16-19.

[83] Markos, 16/2-6; Rasullerin İşleri, 2/23-24; Luka, 24/44-5].

[84] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 246-247.

[85] Luka, 2/40-43,48,51.

[86] Luka, 2/52.

[87] Hüseyin G. Yurdaydm M.Dağ, Dinler Tarihi, s. 190-191.

[88] Yani Allah tektir, üç değildir.

[89] İslam'ın savaşla ilgili hükümlerini dünyaya korkunç bir tablo içinde takdim eden sayısız denecek kadar Hıristiyan din adamı ve yazar vardır, Bütün îslami muhitlerde Hz. isa'nın insanlara sürekli bir şekilde barış ve sükun tavsiye ettiği, onlara her an iyiliği öğütlediği, "sağ yanağa tokat atana solyanağın çevrilmesi" yolunda emirler verdiği bilinir. Buna kıyas edilerek İslam'ın harp talimatı tenkid edilir. Bu, büyük bir haksızlıktır. Çünkü Hz. İsa'nın öğütleri bundan ibaret değildir. Hz. İsa'yı bir sulh prensi, buna karşılık Allah Rasulü Hz. Muhammed'i sadece bir harpçi olarak takdim etmek çok yanlıştır. Buna İncil'den bazı örnekler verelim: Aziz Luka mühim bir pasaj içinde Hz.İsa'dan şu sözü nakleder:

"Lâkin üzerine kral olmamı istemeyen o düşmanlarımı buraya getirin ve Önümde öldürün" (Luka, 19/27).

Bu ifadeyi kelime manalarına bakarak ele alırsak, Hz. İsa nazarında insan kanının hiç bir değer taşı­madığı, haris bir menfeat-perest ve korkunç bir egoist gibi gözükür. Bir Müslüman olarak ben, Al­lah'ın peygamberi olan b'ir zata böyle bir sıfat isnad etmeyi reddederim. Hz. İsa herhalde, bizim Kur'an'da rastladığımız (Bakara, 2/190) hususu kasdetmiş olmalıdır:

"Size harp açanlarla Allah yolunda sîz de döğüşün (savunma harbi yapın. Ancak) aşırı gitmeyin, Şüphesiz ki Allah, aşırı gidenleri sevmez".

Burada harp (yukarıda da geçtiği gibi) iki şartla meşru kılınmıştır:

1. O sadece Allah yolunda ve Allah için olmahdır;

2. Sizinle savaşanlara karşı olmalıdır. Yukarıya mealini aldığımız ayetten hemen sonra gelen veya daha başka yerlerde zikredilen, "onlan nerede kıstırırsanız öldürün" mealindeki ayetler, kendîie-riyle harp halinin devam ettiği muhariplerle ilgilidir. Herhangi bir dini zorla kabul ettirmek maksa­dıyla harbetmı..k, "Dinde zorlama yoktur" diyen Kur'an-ı Kerim tarafından (Bakara, 2/256) yasak edilmiştr. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bütün hayatı boyunca bir tek dahi tecavüz harbi mevcut değil­dir; hepsi de ya müdafaa harbi veya düşman taarruzunun çok yakın olduğu hallerde mani olucu veya tecziye edici idi. Belki Hz. Isa da aynı şeyi kasdetmiştir. Doğrusu nebisi tarafından getirilen Allah hakimiyetini istemeyenler ve hatta ona karşı harp açanlar, kendilerine karşı pasif kalınacak kimseler değildirler. Matta'ya göre Hz. İsa şöyle demiştir:

"Yeryüzüne selmat getirmeye geldim sanmayın. Ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim" (Matta, 10/34).

Görevi Allah adına ve Allah için harbetmek olan bir peygamberin geleceğini önceden haber verir gibi duran bir pasaj daha mevcuttur İncil'de (Markos, 12/1-9; ayrıca karşılaştırınız: Matta, 21/33-41; Luka, 20/9-16):

Onlara meselelerle söylemeye başladı: Bir adam bağ dikti çevresine çit çevirdi, bir ma'sara kazdı, bir kule yaptı ve onu bağcılara kiralayıp başka memlekete gitti. Ve mevsiminde, bağcılardan bağın mahsulünü alsın diye bağcılara bir hizmetçi gönderdi. Bağcılar onu tutup dövdüler ve boş gönder­diler. Ve kendilerine yine başka hizmetçi gönderdi; fakat onlar hizmetçiyi başmdan yaraladılar ve ona hakaret ettiler. Bir başkasını gönderdi; onu da öldürdüler. Ve başka bir çoklarını gönderdi; ki­mini dövdüler, kimini öldürdüler. Bir de sevgili oğlu vardı: Oğluna hürmet ederler diye en son on­lara onu gönderdi. Fakat bağcılar birbirlerine dediler: "Mirasçı budur; gelin onu öldürelim, miras bizim olur". Onu da tutup öldürdüler ve onu bağdan dışarı attılar. İmdi bağın sahibi ne yapacaktır? Gelecek;' bağcıları helak edecek ve bağı başkalarına verecektir". Bu meselde bahçe sahibi Allah'tır; bahçe yeryüzüdür; bahçıvanlar biz insanları ifade etmektedir;

hizmetçiler de peygamberlerdir; oğul da Hz. İsa'yı temsil etmelidir; nitekim incil'e göre (Matta, 26/ 63-64; Markos, 14/60-62) Hz. İsa hakiki bir oğul manasına değüde "genç" manasına olmak üzere mistik bir muhtevada kendisi için "Allah'ın oğlu" tabirini kullanmıştır. Şüphesiz en sonunda gön­derilecek müfrezenin kumandanı, geleceği hakkında gerek Mezmurlar'da (45/3-8) ve gerekse Hin­distan Brahmanlarırun din kitaplarında önceden haber verilen "harp peygamberini", yani Hz. Mu-hammed Mustafa'yı ifade etmektedir. Ve Hz. İsa, ziraatçılar kıssasında Matta'nm rivayetiyle (21/ 43) sözünü bağlar:

"Bundan dolay: size derim, Allah'ın melekutu sizden alınacak ve onun meyvelerini yetiştirecek bir millete verilecektir".

" Hulasa Hz.İsa'nm sadece sevgi ve merhametten bahsettiği söylenemez. O, Kur'an-ı Kerim tarafın­dan kabul edilen harpten çok daha korkunç.bir harp tehdidinde bulunmaktadm Bu Talimatın Tatbîtkati: Papalar, dinlerinin mensuplarınca Hz. İsa'nın hata etmez ve mukaddes Ruh'tan ilham alan halefleri olarak kabul edilirler. "Allah'ın bahçesi" ni iki asır boyunca tahrip eden Haçlı Seferlerini teşkilatlandıranların papalar olduğunu bilmeyen var mıdır? Hatta o günden beri onlar ister Asya'da olsun, isterse Afrika'da olsun, müstemlekeciliğin (sömürgeciliğin) tahrikçisi

1 ve baş adamı olmuşlardır. Buraya, papaz Las Casas'a göre Avrupalı ilk müstevlilerin (işgalci) yal­nız ve yalnız Hıristiyan olmayı kabul etmediklerinden dolayı, 30 sene içinde, 12.000.000 (oniki mil­yon) Kızılderelileri öldürdükleri yer olan Amerika dahil değildir (Muhammed Hamidullah, Diya­net Dergisi (özel sayı), Ank. 1970,s.88-90).

Hz. İsa'nın bir sevgi prensi olduğu yolundaki mubalağalandırılmış söylentileri bir de bu pasajlar ışığında düşünmekte fayda vardır.

[90] Luka, 23/46.

[91] Annemarie Schimmel, Dînler Tarihine Giriş, s. 121 (Ank. 1955).

[92] G. Tümer-A.KÜçük, Dinler Tarihi, s. 150 (Ank. 1989).

[93] Maide, 5/17,72-73; Tevbe, 9/30,31.

[94] Maide,5/72.

[95] Luka, 3/23; Matta, 1/16.

[96] Markos, 1/14; Romalılara Mektup, 1/10.

[97] Markos, 1/1; 1/14..

[98] Luka, 1/47; 2/11. Örneklerin devamını okuyalım:

Hz. İsa için sık sık hem "Allah'ın oğlu" hem de "Yusuf Oğlu", "Davud Oğlu", "Adem Oğlu" deyimleri kullanılmaktadır.

Bir İncil'de bulunan bilgi, ötekinde yoktur. Bazen bir bilgi, dört incil arasında sadece bir tanesinde bulunup ötekilerde bulunmamaktadır. Bazen de üç İncilde bulunup dördüncüsünde bulunmamak­tadır. Mesela Hz. İsa'nın Vaftizci Yahya tarafından vaftiz edildiği Matta, Markos ve Luka'da mev­cut iken Yuhanna'da yoktur( Matta, 3/13-16; Markos, 1/9-12; Luka, 3/21-22). İlk üç fndl'e göre Hz. İsa'nın esas memleketi Galile, Yuhanna'ya göre Yahudiye'dir (Matta, 13/54-58; Markos, 6/4; Luka, 4/29-31; Yuhanna, 4/3-43-45).

Matta ve Luka'ya göre Hz. İsa Beytlehem'de doğmuştur (Matta, 2/1; Luka, 4/14); Markos ve Yu­hanna'da bu konuda bir netlik bulunmamaktadır ve İsa'nın Galile'den geldiği belirtilmektedir (Markos, 1/9; Yuhanna, 7/42).

Oruçlu olup Hz. İsa'ya soru soranlar Matta'ya göre Yuhanna'nın öğrencileri, Markos'a göre "Yazıcı­lar" ve Ferisilerdir (Matta, 9/14; Markos, 2/18).

Hz. İsa, Eriha'dan çıktığında, kendisine Matta'ya göre iki, Markos'a göre bir kör, gözlerinin açılma­sı için başvurmuştur (Matta, 20/30; Markos, 10/46).

Matta ve Markos'a göre Hz. İsa'nın göreve başlaması Vaftizci Yahya hapse altıdıktan sonra, Yuhan­na'ya göre ise hapisten öncedir (Matta, 4/12-17; Markos, 1/14-15; Yuhanna, 3/22-26; 4/1-3). Bu örnekleri bir kaç kat artırmak mümküdür. Bununla ilgili oldukça dikkatli hazırlanmış muhtasar bir liste için bkz. G. Tümer, A. Küçük, Dînler Tarihi, s. 154-155.

[99] M. Hamdullah, Kur'an Tarihi, İst, 1965,s. 17-18.

[100] Aynı kaynak,s. 18-19.

[101] A. Schimmel Dinler Tarihine Giriş, s. 117.

[102] Hikmet Tanyu, Ahd-i Cedid, s. 501-503 (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi^. I).

[103] Aynı kaynak, s.506; Hz. İsa ile ilgili bu yazının bitiminden sonra muttali olduğum Mehmed Ay-

dın'a ait "Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konulan" {Kon­ya 1989) isimli hacimli eserde iki konu özellikle dikkat çekicidir: 1. Hz. İsa'nın kulluğunun ve peygamberliğinin delilleri (s. 149-172), 2. Tahrif Problemi (s. 172-216). Ayrıntılı bilgi için anılan esere başvurulabilir; Tevrat'ın tahrifi ile ilgili değişik konulardaki örnekler için bkz. Süleyman Ateş Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri, îst. 1989, II, 393-410. Ve ayrıca bkz. II, 65-71.

[104] H. Tanyu, Ahd-i Cedid,s. 507.

[105] E. Ruhi, Fığlalı Kadıyanîlik,s.7'den naklen (İzmir 1986).

[106] "Sulhçü", "barışçı" Hz. İsa ile bu öç almaya adeta yemin etmiş İsa'yı nasıl bağdaştırmak? Sorusu

zihinlerde ebedî olarak kalacak ve cevabı verilemeyecektir.

[107] Krintoslulara Birinci .Mektup, 15/22 v.d. dan naklen E. Ruhi Fığlah, Kadiyanîlik, s. 7, not.18.

[108] Nisa, 4/157-158.

[109] Bkz. Mahmut Şeltut, İsa'nın Ref'i, Ank Ü. İlahiyat Fak. Dergisi, XXIII, 319-324, Ank. 1978 (tere.

E.Ruhi Fığlah). Bu konuda nisbeten ayrıntılı bilgi İçin bkz. E.R.Fığlah, Kadıyanîlik, İzmir, 1986,s.5-15.

[110] Bkz. Nisa, 4/46; En'am, 6/91; Maide, 5/13,41.

[111] Fussılet, 41 /41-42; Hıcr, 15/9.

[112] Buhari, Şelıadat 24; Tefsir, Bakara suresi 11; İ'tisam 25; Tevhid 51; Ebu Davud, İlm, 2; Ahmed îbn

Hanbel, Müsned, IV, 136; Taberi, Tefsir, XXI, 3; fon Kesir, Tefsir, V, 329; el-Bidaye, II, 133; 'Aynî, 'Umdehı'1-Kari, XXV, 75; XVIII, 93-94; İbn Hacer, Fethu'1-Bari, IX, 237; XVII, 101.

[113] Muhammed Hamidullah, Kur'an-ı Kerim Tarihi,. 25,26.

[114] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 247-257.

[115] el-Maide,5/m,n5.

[116] el-Maide, 5/112415.

[117] et-Taberi, Tefsir, VII, 130-131.

[118] Rivayet- İbn Ebi Hafeı'e aittir (İbn Kesir Tefsir, II, 682).

[119] et-Taberi, Tefsir, VII, 134.

[120] Aynı kaynak, VII, 133.

[121] ibn Kesir, Tefsir, II, 682.

[122] Rivayet ibn Ebi Hatim'indir (îbn Kesir, Tefsir, II, 682).

[123] el-Maide, 5/113.

[124] Aynı sure, 5/114.

[125] Rivayet İbn Ebi Hatim'e aittir. (İbn Kesir, Tefsir, II, 682-85).

[126] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 1,693-694; er-Razi, Mefatîhu'I-Ğayb, III, 697 v.d.

[127] Rivayetler bazı hallerde küçük tasarruflarla alınmıştır.

[128] Bkz. et-Taberi, Tefsir, VII, 129 v.d.; es-Sa'Iebî, Arais, s. 357 v.d.; et-Tusî, et-Tibyan, IV, 58; et-Tabresi, Tefsir, II, 263 v.d.; ez-Zemahşeri, Tefsir, I, 693-94; el-Beğavî, Tefsir, I, 293-94; îbnu'I-Cevzî, Tefsir, II, 73-74; İbnu'I-Esir, el-Kâmil, I, 3-16; İbn Kesir, el-Bidaye, II, 86 v.d.; İbn lyas, Be-dai'u'z-Zühûr, s. 186 v.d.

[129] et-Taberi, Tefsir, XI, 228 (Ahmed Muhammed Şakır neşri); Tirmizi, Tefsiru'l-Kur'an, 6.

[130] lbnu'1-Esir, el-Kamil, 1,316.

[131] el-Beğavî, Tefsir, i, 294; el-AIûsî, Tefsir, VII, 63.

[132] ibn Iyas, BedaiVz-Zühûr, s. 188.

[133] Aynı eser, s. 187; kelime için bkz. Kamus Tercemesi (Asım Efendi), IV, 1046.

[134] et-Tusî, et-Tibyan, IV, 61; îbnu'I-Cevzi, Tefsir, II, 460-461.

[135] et-Taberi, Tefsir, VII, Î33; İbnu'I-Cevzi, Tefsir, II, 460-461.

[136] Reşid Rıza, Tefsiru'l-Menar, VII, 256.

[137] îbn Kesir, Tefsir, II, 685.

[138] et-Tirmizi, Tefsir'ul-Kur'an 6; et-Taberi, Tefsir, XI, 228 (Ahmed Muhamed Şakir neşri).

[139] îbn Kesir, Tefsir, II, 685.

[140] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 257-265.