BÎRINCI BOLÜM... 2

PEYGAMBERİMİZİN YARATILIŞI. 2

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in, Hz. Adem'den İtibaren Adının Açıkça Belirtilmesi 2

Hz. Muhammedin Yaratıldığı Çamur. 4

İbrahim Halil Peygamberin Hz. Muhammedin Yaratılmasıyla İlgili Duası 4

Hz. Peygamber Ve Ümmetinin Tevrat Ve İncil'de Zikredilmesi, Ehl-İ Kitap Alimlerinin Bunu İtiraf Etmeleri 5

Hz. Peygamberin Tevrat'ta Bildirilmesi 23

Hz. Peygamberin İncil'de Bildirilmesi 27

Mekke, Harem Ve Beytin Önceki Kitaplarda Bildirilmesi 28

Mekke Yolunun İşaya’dabildirilmesi 29

İş'aya Kitabında Haremin Bildirilmesi 30

Hz. Peygamberin Ashabının Ve Bedir Gününün Bildirilmesi 30

Ehl-i Kitaptan Duyduklarına Göre Ka'b İbn Luey İbn Ka'b İbn Galibin Hz. Peygamberin Gönderileceğini Bildirmesi 31

Nasr İbn Rabia El-Lahmînin Gördüğü Rüya Peygamberimizin Varlığına Delalet Eder. 32

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Nesebi 33

Rasulullah'ın Atalarının Temiz Ve Şerefli Olduğu. 34

Bütün Arapların Rasulullah'la Akraba Oldukları 34

Peygamberin "Ben Nikah Mahsulü Olarak Meydana Geldim. Zinadan Meydana Gelmedim" Demesi 35

Abdulmuttalib'in Gördüğü Rüya Rasulullah'ın Varlığına Delalet Eder. 35

Halid İbn Said İbn Elasın Gördüğü Rüya Rasulullah'a Delalet Eder. 36

Amr İbn Murre'nin Gördüğü Rüyaallahın Rasultrne Delalet Eder. 36

Abdülmuttalib'in Ve Oğlu Abdullah'ın Zuhre Oğullarından Olan Hanımlarla Evlenmeleri 39

Peygamberimizin Babası Abdullah. 39

Abdullah'ın Amine Bint Vehble Evlenmesi 40

Rasulullah’a Hamileliği Sırasında Amine'nin Başına Gelenler. 41

Abdullah İbn Abdilmuttalib’in Vefatı 42

Peygamberimizin Doğumu. 43

Fil Olayı 44

Amine'nin Rasulullahı Doğurduğunda Meydana Gelen Olaylar. 46

Rasulullah Göbeği Kesik Ve Sünnetli Olarak Doğmuştur. 47

Rasulullah'ın Doğduğu Gece Meydana Gelen Olaylar. 48

Rasulullahın Yaşadığı Yıllarda Meydana Gelen En Önemli Olaylar. 49

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in İsimleri 51

Rasulullah'ın Künyesi 52

Rasulullah'ı İlk Emzirenler 53

Suveybe’den Sonra Hz. Peygamberi Emziren Halime. 54

Hz. Peygamberin Çocukken Göğsünün Yarılması 56

Beş Yaşını Doldurduktan Sonra Rasûlullahın Başına Gelenler. 59

Rasûlullahın Annesi Amine'nin Vefatı 60

Annesi Aminenin Vefatından Sonra, Rasûlullah'a Abdulmuttalib'in Bakması 62

Abdulmuttalibin, Rukaykanın Rüyasında Yağmur İstemeğe Rasûlullah’la Birlikte Çıkması 62

Abdulmuttalibin Seyf İbn Ziyezen'in Hükümdarlığını Tebriğe Gitmesi Ve Seyfin Abdulmuttalib'e Rasûlullah’ın Onun Soyundan Çıkacağını Müjdelemesi 63

Abdulmuttalib’in Ölümü. 68

Rasûlüllah'ın Bakımını Ebu Talib'in Üstlenmesi' 69

Rasûlüllah'ın Amcası Ebu Talib’le Birlikte Şam'a (Kuzey Arabistan'a) Gitmesi Ve Bahîra İle Karşılaşması 70

Rasûlüllah'ın Ficar Savaşında Bulunması 72

Rasûlullah’ın Hılfu'l-Fudul’da Bulunması 73

Rasûlüllah, Peygamber Olmadan Önce Nasıl İbadet Ederdi?. 75

Yirmi Yaşındayken Rasûlüllah'a Meleklerin Gelmesi Ve Bunu Amcası Ebu Talib'e Söylemesi 76

Rasûlullah’ın Koyun Gütmesi 77

Rasûlüllah'în Peygamber Olmadan Önce Ticaretle Meşgul Olması 77

Rasûlüllah'ın, Hz. Hadice'nin Ticaret Kervanıyla Tekrar Şama Gitmesi 78

Rasûlüllah’ın Hadîce’yle Evlenmesi 78

Rasûlüllah'ın Kabe'nin Yapılışında (Tamirinde) Bulunması Ve Hacer-i Esved'i Eliyle Koyması 80

 

 

 

BÎRINCI BOLÜM

 

PEYGAMBERİMİZİN YARATILIŞI

 

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in, Hz. Adem'den İtibaren Adının Açıkça Belirtilmesi

 

1) El-Irbaz ibn Sariye, Allah'ın Rasulünün (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir.

"Ben, Adem daha balçık halindeyken Allah katında hatemi'l-enbiyaydım (peygamberlerin sonuncusuydum)." [1]

2) Meyseratu'1-Fecr şunu rivayet etmiştir.

- Ya Rasulellah! Sen ne zaman paygamber oldun? dedim.

Rasulullah da şöyle buyurdu:

- "Adem (a.s.), daha ruhla ceset arasındayken." [2]

3) Meysera şöyle der:

- Ya Rasulellah! Sen ne zaman peygamber oldun? diye sordum. Rasulullah da şu cevabı verdi:

- "Yüce Allah yeri yaratınca göğü yaratmaya niyet etti. Yedi kat o-larak göğü yarattı. Arşı da yaratıp arş'm bacağına: "Muhammed, Al­lah'ın elçisidir ve peygamberlerin sonuncusudur" diye yazdı. Yüce Allah, Adem'le Havva'yı yerleştirdiği cenneti yarattıktan sonra, kapılara, yap­raklara, kubbelerin ve çadırların üzerine, Adem daha ruhla ceset ara­sındayken benim adımı yazdı. Yüce Allah Adem'e can verince o, Arş'a baktı ve benim adımı gördü. Allah ona, Muhammed'in, Adem oğlunun efendisi olduğunu söyledi. Şeytan, Adem'le Havva'yı aldattığında, onlar tövbe edip benim adımın Allah'a şefaatçi olmasını istediler." [3]

4)  Ömer ibnu'l-Hattab rivayet etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Adem (a.s.) günah işlediğinde başını kaldırıp:

- Rabbim! Muhammed'in hakkı için beni bağışla, dedi. Bunun ü-zerine   Allah  Teala ona:

- Muhammed nedir?   Muhammed kimdir? diye vahyetti. Adem şöyle cevap verdi:

- Rabbim!   Benim yaratılışımı  tamamladığında, başımı   Arş'ma doğru  kaldırdım.   Bir de   ne   göreyim!    Arşın  üzerinde    "La  ilahe ü-lallah Muhammedu'r-Rasulullah" yazılı. Anladım  ki o senin yarat­tıklarının en değerlisidir. Çünkü sen onun adıyla kendi adını yanyana getirdin. Yüce Allah:

- Evet seni bağışladım. O, senin zürriyetinden gelen peygamberle­rin sonuncusudur. Eğer o olmasaydı, seni yaratmazdım" buyurdu, [4]

5) Said ibn Cubeyr, şöyle demiştir:

Adem oğulları; Allah katında en değerli yaratık hangisidir? diye tartışma yaptılar.

Bir kısmı; Adem'dir. Allah onu eliyle yaratıp meleklerini; ona secde ettirmiştir, dedi.

Diğer bir kısmı da; Allah'a isyan etmeyen meleklerdir, dedi.

Bunu kendisine söylediklerinde Adem: Bana ruh üfürüldüğünde, ayaklarıma ulaşmadan, oturmuş vaziyette doğruldum. Arş karşımda parladı. Oraya baktım, "Muhammed Resulullah" (Muhammed Allah'ın elçisidir) yazısını gördüm. îşte o Allah katında, yaratıkların en değerli-siydi, dedi.

6) Vehb şunu rivayet etmiştir:

Allah Teala Adem'e şöyle vahy etmiş tir: Ben Bekke'nin sahibi [5] Allah'ım. Oranın halkı benim seçtiğim kimselerdir. Ziyaretçileri benim heyetimdir ve onlar benim korumam altındadır. Orada benim beytim (evim=Ka'bem) vardır. Onu semadakiler ve yerdekilerle şenlendiririm. Onlar grup grup, saçları başları dağınık olarak ve toz toprak içinde ona gelirler. Onlar yüksek sesle tekbir getirirler (Allahu ekber derler). Tel-biyede bulunurlar (Lebbeyk Allahümme lebbeyk derler), sel gibi gözyaşı dökerek ağlarlar. Ondan başkasını kastedmeden ona dayanıp güvenen beni ziyaret etmiş, bana misafir olmuş, bana gelmiş ve benim evimde konaklamış demektir. Benim ona cömertliğimi göstermem, o beyti, adı­nı, şerefini, izzetini ve yüceliğini senin oğullarından İbrahim adlı bir peygambere ayırmam gerekli oldu. Temellerini onun için yükseltirim ve onun vasıtasıyla imarım tamamlarım. Onun suyunu ona çıkarırım, onun helal olan yeriyle haram olan yerini ona gösteririm. Ona, oranın hac yapılan yerlerini öğretirim. Sonra orayı başka milletler şenlendirir. So­nunda senin oğullarından, Muhammed denilen bir peygamber gelir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Onu, o beytin sakinlerinden, idarecile­rinden, bakıcılarından ve suyunu temin edenlerinden yaparım. Kim o gün, beni sorarsa ben, saçı başı dağınık, üstü toz topraklı, adaklarını yerine getiren ve Rablerine gelenlerle birlikteyimdir."

7)  îbn Abbas rivayet etmiştir: Allah Teala Hz. İsa'ya (a.s.) şöyle vahyetti:

Muhammed olmasaydı Adem'i yaratmazdım. Arş'ı yarattığımda sallandı. Üzerine "La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah" yazdım, sakinleşti. [6]

 

Hz. Muhammedin Yaratıldığı Çamur

 

8) Ka'bu'l-Ahbar şöyle rivayet etmiştir: Allah Teala, Muhammed'i yaratmak istediğinde, Cebrail'e (a.s.), kendisine gelmesini emretti. Ceb­rail (a.s.), Rasulullah'm kabrinin bulunduğu yer olan kabza-i beyza'yı ona getirdi. O, Tesnim (cennette bir pınar) suyuyla yoğruldu. Sonra cennet nehirlerine daldırıldı, göklerde ve yerde dolaştırıldı. Melekler Adem'i tanımadan önce Muhanımed'i ve faziletini tamdılar. Daha sonra Muhammed'in nuru Adem'in alnında görülüyordu. Ona: Adem! Bu, se­nin soyundan olan peygamberlerin efendisidir, denildi.

Havva, Şife hamile kalınca, ö nur Adem'den Havva'ya geçti. O, her batında iki çocuk doğurmuştu. Ancak Şit böyle değildi. Çünkü Muham­med'in şerefine onu tek başına doğurdu.

O (nur), Rasulullah (s.a.v.) doğuncaya kadar devamlı temiz olandan temiz olana geçti.

9) İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir:

- Ey Allah'ın elçisi! Adem cennetteyken neredeydin? dedim. Rasu­lullah (s.a.v.):

- "Onun sulbündeydim (belkemiğindeydim). Ben onun sulbünde o-larak, dünyaya indim. Babam Nuh'un sulbünde gemiye bindim. Babam

İbrahim'in sulbünde ateşe atıldım. Benim anne ve babam asla zina ya­parak birleşme dil er. Ben, Ademoğulları soylarının en hayırlı en temiz olanlarından, devirden devire, aileden aileye geçe geçe, sonunda, şu i-çinde bulunduğum aileden meydana getirildim. Allah, bana peygam­berlik vaadetti. Beni Tevrat'ta müjdeledi. İncil'de de adımı ilan etti. Yer benim yüzümden gök de beni görmek için parlar" dedi. El-Abbas:

- Ya Rasulellah! Ben seni övmek istiyorum, dedi. Rasulullah ona:

- "Söyle, ağzma sağlık" dedi. El-Abbas şu şiiri söylemeğe başladı:

- "Daha önce gölgelerde ve yaprağın ayıp yerlerini örttüğü yerde iyi bir hayat sürüyordun.

Sonra dünyaya geldin. Ama ne insandın, ne et parçasıydm, ne pıhtıydın.

Nesr ve ona tapanlar sulara boğulurken sen gemilere binen meni daml asıydın.

Görünmeden Halil'in (İbrahim'in a.s.) atıldığı ateşe geldin. Yan­madan onun içinde dolaşıyordun.

Bir sulbten bir rahime geçiyorsun. Bir alem gidince, başka bir alem ortaya çıkıyor.

Hindif ten gelen faziletine şahit olan senin soyun çok şereflidir.

Sen doğunca yeryüzünü aydınlattın.

Senin nurunla ufuk aydınlandı.

Biz o ışıkta, nurda ve doğruluk yollarında yürüyoruz. [7]

 

İbrahim Halil Peygamberin Hz. Muhammedin Yaratılmasıyla İlgili Duası

 

10) Hz. İbrahim Kabe'yi inşa ettiğinde Mekke halkı için şöyle dua etti: "Ey Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden bir elçi gönder." [8]

Es-Suddi şeyhlerine dayanarak: O elçinin Muhammed (s.a.v.) ol­duğunu söylemiştir.

11) El-Irbaz b. Sariye şunu rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.):

"Ben, Adem daha balçık halindeyken, Allah katında hatemu'l-enbiyaydım (peygamberlerin sonucusuydum). Bunun başlangıcını size haber vereceğim.

Ben atam İbrahim'in duasıyım. İsa'nın kavmine geleceğini müjde­lediği peygamberim. Annemin rüyasıyım. Zaten, peygamberlerin anne­leri, böyle rüya görürler." [9]

Leys bunu Muaviye'den rivayet edip şunu ilave etmiştir. Annesi onu doğurduğunda, Şam köşklerini aydınlatan bir nur görmüştür. [10]

 

Hz. Peygamber Ve Ümmetinin Tevrat Ve İncil'de Zikredilmesi, Ehl-İ Kitap Alimlerinin Bunu İtiraf Etmeleri

 

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi (okuma yazma bilmeyen) peygamber'e uyanlar (var ya)..." [11] Onlar onun sıfatını (tarifini) bulurlar manasına gelmektedir.

"İşte o peygamber onlara iyiliği emreder." [12]                 

Buradaki "iyilikten" maksat, güzel ahlak ve akrabayı gözetip on­lardan ilgiyi kesmemektir.

"Onları kötülükten meneder." [13]

Bu ayetteki münkerden maksat da, şirktir. (Allah'a ortak koş­maktır.)

"Onlara temiz (ve güzel) şeyleri helal kılar." [14]

Bu ayetteki "teiniz şeyler"den maksat Arapların temiz ve iyi bul­dukları şeylerdir. Şöyle denilmiştir: Bunlar israil oğullarına haram olan yağlar, bahira, şaibe, vasile ve hamdır. [15]

"Pis (ve zararlı) şeyleri haram kılar." [16]

Buradaki "pis şeyler", Arapların pis buldukları şeyler ve helal gördükleri leş, kan ve domuz etidir.

"Ve üzerlerindeki ağırlıkları atar." [17]

Buradaki "ağırlıklar"dan maksat, İsrail oğullarının cumartesi gü­nünü haram kılmak, yağlar ve damar gibi ağırlıklardır.

"Üzerlerindeki zincirleri atar." [18]

Ebu İshak ez-Zeccac bu konuda şöyle demiştir: Zincirlerin zikre­dilmesi temsildir (misal getirmedir). Onların katilde (öldürmede) diyet kabul etmemeleri, cumartesi günü çalışmamaları ve ellerine geçen pa­rayı ödünç vermeleri gerekiyordu.

12) Ali îbn Ebi Talib "Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [19] ayeti hakkında şöyle demiştir:

Yüce Allah Adem ve ondan sonra birisini peygamber olarak gön­dersin de, Muhammed hakkında ondan şu sözü almış olmasın. Eğer o peygamber sağken Muhammed gönderilirse, o Muhammed'e inanacak ve Ona yardım edecek, Allah o peygamberlere, kavimlerinden söz alma­larını da emretti.

13) Katade: "Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [20] ayeti hakkında şöyle demiştir. Bu Allah Teala'nın peygamberlerden, birbirle­rini tasdik etmek üzere aldığı sözdür. Allah, peygamberlerinin kendile­rine tebliğ ettiklerinden dolayı Muhammed'e inanmak ve onu tasdik etmek üzere ehl-i kitap'tan da söz almıştır.

14) Ata ibn Yesar şöyle demiştir: Abdullah ibn Amr ibn el-As'la (r.a.) karşılaştım ve ona:

- Bana Rasulullah'm (s.a.v.) Tevrat'taki vasfını söyle dedim. O:

- Evet, vallahi Rasulullah Kur'an'daki bazı vasfıyle Tevrat'ta tavsif edilmiştir ki, bu kesinlikle olacaktır. Şöyleki: "Ey peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik." [21] Ümmiler içinde koruyucu olarak gönderdik. Sen, elbette benim kulum ve peygamberimsin. Sana ben mütevekkil adını verdim. Bu peygamber, kötü huylu, katı kalpli, çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. O kö­tülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine affederek ve bağışlayarak kar­şılık verir.

Allah (şirke) sapan (Arap) kavmini, bu peygamberin irşadıyle la i-lahe illallah diyerek tevhit kıblesine doğrultmadıkça onun ruhunu al­mayacaktır. Allah, kör gözleri, sağır kulakları, kapalı gönülleri bu kelimenin büyüleyici etkisiyle açacaktır. [22]

15) Abdullah ibn Selam; Rasulullah'ın vasfı Tevrat'ta vardır.

"Biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik." [23] Ümmi­ler içinde koruyucu olarak gönderdik. O, kötü huylu, katı kalpli, çarşı­larda bağırıp çağıran birisi değildir. O kötülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine affederek ve bağışlayarak karşılık verir. Ben sapan kavmi bu peygamber vasıtasıyla la ilahe illallah diyerek doğrultmadık­ça, sağır kulakları, kapalı gönülleri ve kör gözleri açmadıkça onun ru­hunu almam, demiştir.

16) îbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Kab'a sordum:

- Rasulullah'ı (s.a.v.) Tevrat'ta nasıl buluyorsun? Ka'bda şöyle ce­vap verdi:

- Onu, Muhammed Allah'ın Rasulü'dür şeklinde buluyoruz. Mekke doğumludur. Hicret yeri Tabe'dir. Şam'a hakim olacak. Ahlaksız değil­dir. Çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. Kötülüğe kötülükle karşı­lık vermez. Aksine affederek karşılık verir.

Ka'b şöyle de demiştir: Şunların yazılı olduğunu görüyoruz. Mu-hammed, Allah'ın elçisidir. O, kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda ba­ğırıp çağıran birisi, değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Aksine aiîederek ve bağışlayarak karşılık verir. Onun ümmeti çok hamdeden kimselerdir. Her yüksek yerde Allah'a tekbir getirirler ve her mevkide O'na hanıdederler. Bellerine izar denilen kıyafeti (peştemal v.s.) tutarlar. Kol ve bacaklarını yıkayarak abdest alırlar. Ezanlarının sesleri gok boşluğunda duyulur. Savaşta saf oldukları gibi namazda saf olurlar. E-zanlarımn sesleri, geceleyin, gök boşluğunda arı uğultusu gibi ses çıka­rır. Onun doğum yeri Mekke, hicret yeri de Tabe (Medine) dir.

17) Ka'b şöyle demiştir: İlk yansında şunlar vardır: Allah'ın elçisi olan Muhammed, benim seçkin kulumdur. O, kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez  fakat  affeder ve bağışlar.  Doğum  yeri  Mekke,  hicret  yeri Tabe'dir. Şam'a hakim olacaktır.

ikinci yarısında da şunlar vardır: Muhammed Allah'ın Rasulüdür. Onun Ümmeti çok hamdeden kimselerdir. İyi ve kötü günde Allah'a hamdederler. Her mevkide Allah'a hamdederler. Her yüksek yerde ona tekbir getirirler. Onlar güneşi gözetlerler. Vakti gelince, nerede olursa olsun, namaz kılarlar. Bellerine izar (peştemal, eteklik) bağlarlar, kol ve bacaklarını yıkayarak abdest alırlar, geceleyin gökteki sesleri an sesi gibidir, [24]

18) Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Musa, Tevrat inince okudu ve içinde bu ümmet hakkında zik­redilenleri gördü. Bunun üzerine o:

- Rabbim! Ben levhalarda, sonuncu olan ama öne geçen ve kendi­lerine şefaat edilen bir ümmet görüyorum. Onu benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, buyurdu. Musa:

- Rabbim! Levhalarda, dua eden ve duaları kabul edilen bir ümmet görüyorum. Onu benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, dedi. Musa:

- Rabbim! Ben levhalarda, kitapları  göğüslerinde olan    ve    onu açıktan okuyan bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, dedi. Musa:

- Rabbim! Levhalarda sadakayı karınlarına koyan (sadaka yiyen) ve sadakadan dolayı kendilerine sevap verilen bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, cevabını verdi. Musa:

- Rabbim! Levhalarda birisi bir kötülüğe niyet eder yapmazsa, ü-zerine günah yazılmayan, eğer o kötülüğü yaparsa üzerine bir kötülük yazılan bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, dedi. Musa:

- Rabbim! Levhalarda, kendilerine ilk ve son ilmin verildiği ve sa­pıklığın boynuzu Mesih Deccal'ı öldüren bir ümmeti görüyorum, o üm­meti benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, dedi. Musa:

- Rabbim! Beni Ahmed'in ümmetinden yap ki bana o sırada iki ö-zellik verilsin, dedi. Allah Teala:

-  Musa! Sana risaletlerimi vermekle ve seninle konuşmakla, seni diğer insanlara tercih ettim. Sana verdiklerimi al ve şükredenl erden ol, buyurdu. Bunun üzerine Musa:

- Rabbim! Tamam razı oldum, dedi." [25]

19) Şöyle rivayet edildi: Ka'bul-Ahbar, bir yahudi aliminin ağla­dığını gördü. Ona:

- Niçin ağlıyorsun? diye sordu. Yahudi alimi:

- Sen bazı söyler söyledin, dedi. Ka'b:

- Allah aşkına! Ağlamana sebep olan şeyleri sana haber verirsem bana inanacak mısın? Yahudi alimi:

-Evet dedi. Ka'b:

-  Allah aşkına! Sen indirilen Allah'ın kitabında, Musa'nın fa.s.) Tevrat'a bakıp Rabbim! Ben insanlar için çıkarılan ümmetlerin en ha­yırlısı olan bir ümmet görüyorum. Onlar iyiliği emredip kötülükten men ediyorlar. İlk kitaba da inanıyorlar; son kitaba da. Dalalet ehliyle (doğru yoldan sapanlarla) savaşıyorlar. Hatta tek gözlü Deccal ile bile savaşı­yorlar. Onları benim ümmetim yap dediğini, Allah Teala'mn da: O Ah­med'in ümmetidir, diye cevap verdiğini görüyor musun? dedi.

Yahudi alimi:

- Evet diye cevap verdi. Ka'b:

-  Söyle Allah'ın aşkına! Allah'ın indirilen kitabında, Musa'nın Tevrat'a bakıp: Rabbim! Ben çok hamdeden, güneşin seyrini takip eden, ve münakaşa halinde kendilerine hakem tayin eden, bir şeyler yapmak istediklerinde, înşaallah biz onu yaparız diyen bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap dediğim, Allah Teala'mn da: Onlar Ahmed'in ümmetidir dediğini görüyor musun? dedi. Yahudi alim;

- Evet diye cevap verdi. Ka'b:

- Allah aşkına söyle: Allah'ın indirilen kitabında Musa'nın Tevrat'a bakıp: Rabbim! aralarından birininbir yüksek yere çıkınca Allahü Ekber dediğini, bir vadiye inince Allah'a hamdettiğini, toprağın onlar için te­miz olduğunu, yeryüzünün neresinde olurlarsa olsun, onlara mescit ol­duğunu, cünüplükten temizlendiklerini, su   bulamadıkları  yerde toprakla temizlenmelerinin su ile temizlenme gibi olduğunu, abdest al­malarının eseri olarak alınları ve ayakları parlak bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap, deyince, Allah Teala'nın: Musa! Onlar Ah-med'in ümmetidir diye cevap verdiğini görüyor musun? dedi. Alim:

- Evet dedi. Ka'b:

- Allah aşkma söyle! Allah'ın indirilen  kitabında Musa'nın Tev­rat'a bakıp: Rabbim! Ben kendilerim seçtiğim alimlere mirasçı olan, bir kısmı kendine zulm eden, bir kısmı da orta yolda giden, bir kısmı da iyi işlerde öne geçen, merhamet edilen zayıf bir ümmet görüyorum. Onlar­dan hiç birine merhamet edilmediğini görmüyorum. Onları benim üm­metim yap dediğini, Yüce Allah'ın da: Onlar Ahmed'in ümmeti, Musa! dediğini görüyor musun? Alim:

- Evet diye cevap verdi. Ka'b:

-  Allah aşkına söyle! Allah'ın inen kitabında Musa'nın, Tevrat'a bakıp: Rabbim! Ben Tevrat'ta mushaflan göğüslerinde saflarında me­leklerin saf durdukları gibi, mescitlerinde arı uğultusu gibi ses çıkaran, hiç birinin cehenneme girmeyeceği, sadece ormanın ağaçsız olduğu gibi iyilikten uzak kimselerin cehenneme girdiği bir ümmeti görüyorum, bunları benim ümmetim yap deyince, Allah Teala'nın: Musa! Onlar, Ahmed'in ümmetidir, dediğini görüyor musun? Yahudi alimi:

- Evet, Musa Allah'ın Muhammed ve ümmetine verdiği iyiliğe şa-şırmca, keşke ben de Muhammed'in ashabından olsaydım, dedi.

Allah, O'na razı olacağı üç ayet vahyetti:

"Ey Musa! Ben risaletlerimle ve seninle konuşmamla, seni insan­ların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol. Onun için, nasihat ve herşeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini levhalarda yaz­dık." [26]

Allah Teala şöyle de buyurdu: "Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir topluluk vardır." [27]

Bunun üzerine Musa tamamen razı oldu.

20) Yine Ka'b'tan rivayet edilmiştir.

Ka'b bir adamın: Rüyamda insanların hesap için toplandıklarını, peygamberler çağınhnca her peygamberle birlikte ümmetinin de geldiğini, her peygamberin iki nuru olduğunu, ona tabi olanlardan her biri­nin, onun vasıtasıyla yürüdüğü bir nura sahip olduğunu, Muhammed (s.a.v.) çağrılınca, baktı ki onun her bir kılında, başında ve yüzünde bir nur olduğunu, ona tabi olan herkesin de, onlar vasıtasıyla yürüdüğü iki nura sahip olduklarını gördüğünü söyleyen bir adam dinledi. Ka'b:

- O, bunun bir rüya olduğunu bilmiyor mu? Bunu sana kim anlattı, dedi. Adam:

- Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki, bu rü­yayı ben gördüm, dedi. Ka'b:

- Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun. Bunu rü­yanda sen mi gördün? dedi. Adam:

- Evet diye cevap verdi. Ka'b:

- Ka'b'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun veya Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun. Bu gördüklerin Muhammed'le ümmetinin, diğer peygamberlerle ümmetlerinin Allah'ın kitabındaki vasıflandır. Sanki onu Tevrat'tan okudu.

21) İbn Ebi Nemle şöyle demiştir: Benu Kureyza yahudileri, Resu-lullah'm adını kitaplarında okuyorlar, çocuklara vasfını, adını, hicret e-deceği yerin Medine olduğunu bildiriyorlardı. O ortaya çıkınca hased edip kabul etmediler. [28]

22) Ebu Said El-Hudrî şöyle rivayet eder: Ebu Malik Ibn Sinan'ın şöyle dediğini duydum: Bir gün aralarında konuşmak için Abdül Eşhel oğullarına geldim, o sırada biz savaşı kesmiştik. Yahudi Yuşa'nın şöyle dediğini duydum:

-Harem'den çıkacak, adına Ahmed denilen bir peygamberin gel­mesi yaklaştı.

Halife îbn Salebe El-Eşheli, onunla alay ederek:

- Sıfatı (özellikleri) nelerdir? dedi. Yuşa:

- Boyu ne uzun ne de kısa olan, gözlerinde kırmızılık olan, semle giyip, eşeğe binen bir adam. Burası da (Medine) onun hicret yeridir, dedi.

Ebu Said:

"O gün Yuşa'nın söylediklerinden dehşete kapılmış bir halde kav­mim Hudre oğullarına döndüm."

Bizden birisinin: Bunu sadece Yuşa mı söylüyor?! Yesrib'teki bütün yahudiler söylüyorlar, dediğini duydum.

Ebu Malik îbn Sinan: Kureyza oğullarına kadar gittim. Hepsi de bunu kabul edip aralarında peygamberin (s.a.v.) durumunu görüştüler.

Ez-Zubeyir ibn Bata şöyle demiştir: Sadece bir peygamberin çık­masından dolayı doğan kırmızı yıldız doğmuştur. Artık Ahmed'den baş­kası kalmadı. Burası onun hicret yeridir.

Ebu Said- Resulu1lah (s.a.v.) Medine'ye gelince, babam ona, bu haberi anlattı. Resuluilah (s.a.v.; bunun üzerine: "Ez-Zübeyir ve yahu-dilerin reisi olan akrabaları müslüman olsalardı,.bütün yah udiler müs-lüman olurlardı. Ancak onlar, ez-Zübeyir'e tabi olmuşlardır buyurdu.[29]

Muhammed İbn Mesleme şöyle demiştir: Abdül Eşhel oğulları a-rasında bir tek yahudi vardı, onun adı da Yuşa idi. Çocukken onun şöyle dediğini duydum. Size bu beytin yanından gönderilecek bir peygamberin gelmesi yaklaşmıştır. Sonra eliyle Beytullah'a işaret ederek: Kim ona yetişirse, onu tasdik etsin. Nihayet, Resuluilah (s.a.v.) gönderildi. Ve biz O (Yuşa) aramızda iken müslüman olduk. Yuşa hasedinden ve düşman­lığından müslüman olmadı.

23) Umara İbn Huzeyme Ibn Sabitten rivayet edilmiştir: Evs'le Hazrec kabileleri arasında Muhammed'i (s.a.v.) rahip Ebu Amir'den daha iyi tarif edeni yoktu. Onun yahudilerle tanışıklığı vardı. Onlara din konusunda sorular sorar, yahudüer de ona Resulullah'm (s.a.v.) özellik­lerini ve oranın (Medine'nin) onun hicret yurdu olduğunu söylerlerdi. Daha sonra o Teyma yahudilenne gitti. Onlar. Ebu Amir'e aynı bilgileri verdiler. Bundan sonra da Şama gitti. Hıristiyanlar a sordu, onlar da peygamberin özelliklerini ve onun hicret yerinin Yesrib (Medine) oldu­ğunu söylediler. Ebu Amir: Ben Haniflik dinindeyim diyerek döndü. Bir ibadetgah kurdu ve kendisi rahip oldu. Kendisinin İbrahim'in (a.s.) di­ninde olduğunu ve peygamberin gelmesini beklediğini iddia etti.

Resuluilah (s.a.v.) Mekke'de ortaya çıkınca, ona gitmeyip olduğu yerde kaldı. Peygamber (s.a.v.) Medine ye gelince, hased edip düşman oldu. İki yüzlülük yapmaya başladı. Peygamber'e (s.a.v.) gelip:

- Muhammed! Sen ne ile gönderildin? dedi. Peygamber (s.a.v.):

- "İbrahim'in dini Haniflik'le" diye cevap verdi. O:

- Ben de ondayım, dedi. Peygamber (s.a.v.):

- "Sen onda değilsin" dedi. O:

- Sen O'nu başkası ile karıştırıyorsun, dedi- Peygamber (s.a.v.):

- "Ben onu beyaz ve temiz olarak getirdim. Yahudi ve hınstiyan a-limlerinin sana daha önce benim Özelliklerim hakkında söyledikleri ne­rede ya?" dedi. O:

- Sen onların tarif ettikleri kimse değilsin, dedi. Resuluilah (s.a.v.): -Yalan söylüyorsun, dedi. O:

- Yalan söylemiyorum, dedi. Resuiullah fs.a.v.):

-  "Yalancı olanı Allah tek başına ve kovulmuş olarak öldürsün" dedi. Ebu Amir:

- Amin, öyle olsun, dedi. [30]

Daha sonra Mekke'ye dönüp Kureyş'Hlerin dinine uyup onlarla birlikte yaşadı. Daha önceki dinini böylece bırakmış oldu.

Başka bir rivayette şöyle denilmektedir: Taifliler müslüman olunca Şam'a sığındı. Orada kovulmuş olarak, tek başına ve garip bir şekilde Ölmüştür.

24) İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir: Yahudiler, Resuiullah (s.a.v.) gönderilmeden Önce onunla Evs'le Hnzrec'e karşı yardım istiyorlardı. Allah Muhammedi Arap'lardan gondenace onu ve daha önceki söyle­diklerini inkar ettiler.

Muaz İbn Cebelle Bişr Îbnül-Bera onlara:

Ey Yahudi topluluğu! Allah'tan korkun ve müslüman olun. Biz müşrikken, Muhammed'le bize karşı yardım istiyordunuz. Onun gönde­rileceğim söylüyor ve onun özelliklerini anlatıyordunuz, dediler.

v Selam, İbn Mişkem: O, size söylediğimiz kişi değildir. O, bize bil­diğimiz birşey getirmemiştir.

Allah Teala onların sözleri hakkında şu ayeti indirmiştir: "Daha önce kafirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından elle­rindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitap gelipte Tevrat'tan bilip Öğrendik­leri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkar ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır." [31]

Yani onlar Muhammed'in gelmesiyle müşrik Araplara karşı yar­dım istiyorlardı. Yardım isteyenler de ehl-i kitab'dı. Yüce Allah Mu­hammedi gönderip, onun kendilerinden olmadığını görünce, onu inkar ettiler ve onu çekemediler.

25) Katâde: "Daha önce kafirlere karşı yardım istiyorlardı" [32] ayetini şöyle tefsir etmiştir:

Yahudiler, Muhammed'le kafir Araplara karşı yardım istiyorlardı. Onlar şöyle diyorlardı: Allah'ım! Tevrat'ta gördüğümüz peygamberi gönder de onlara eziyet edelim ve onları öldürelim.

O peygamber, başkasından gonderilince Arapları çekemedikleri için onu inkar ettiler.

26) El-Muğire ibn Şube: Mukavkıs'ın huzuruna girdiğinde, Mu-kavkıs'm kendisine: Muhammed, gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer o, kıbtilere ve rumlara gelseydi, ona tabi olurlardı, dediğini rivayet etmiş­tir.

El-Muğire şunu da anlattı: tskenderiyye'de kaldım. Bir kilise görür görmez oraya giriyor ve kıbti ve rum piskoposlarına, Muhammed'e dair buldukları özellikleri soruyordum. Kıbtilerin Ebu Yuhannes kilisesinin başı olan bir piskoposu vardı. Kıbtiler hastalarını ona getirirler, o da onlar için dua ederdi. O güne kadar beş vakit namazı kılmada ondan daha gayretli bir kimse görmemiştim. Ben;

- Söyle bana, gelecek bir peygamber kaldı mı? dedim. Şöyle cevap verdi:

- Evet, o gelecek peygamber peygamberlerin sonuncusudur. O-nunla İsa İbn Meryem arasında başka bir peygamber yoktur. O, İsa'nın bize uymamızı emrettiği peygamberdir. O, ümmi (okuma yazma bilme­yen) Arap peygamberdir. Adı Ahmed'dir. Boyu ne uzundur, ne de kısa, gözlerinde kırmızılık vardır. Ne beyazdır ne de esmerdir. Kılıcı omzun-dadır. Karşılaştığı kimseden çekinmeyip doğrudan doğruya kendisi sa­vaşa koşar. Yanında onun için canlarını feda eden arkadaşları vardır. Onlar onu çocuklarından ve babalarından daha çok severler. O, selem ağaçlı yerden çıkar, bir haremden başka bir hareme gelir. Çorak topraklı ve hurma ağaçları olan bir yere hicret eder. O, İbrahim'in (a.s.) dini ü-zeredir. El-Muğire ibn Şube:

- Onun özelliklerinden biraz daha anlat, dedi. O şöyle devam etti:

- Beline izar sarar, kol ve bacaklarını (abdest almak için) yıkar. Daha önceki peygamberlerde olmayan özellikleri vardır.   Daha önceki bir peygamber sadece kendi kavmine gönderiliyordu. O, bütün insanlara gönderilecek. Yeryüzü onun için mescit ve temiz kılınmıştır. Nerede na­maz vakti gelirse, orada teyemmüm edip namaz kılabilir. Halbuki ken­disinden Önceki peygamberler, bu hususta zora koşulmuştur.

El-Muğire gelip müslüman. oldu. Bütün bunları Rasulullah'a (s.a.v.) anlattı. Ashabının da onu dinlemesini istedi.

El-Muğire şöyle demiştir; iki veya üç gün onlara bunu anlatmıştım..[33]

27) Yine şöyle anlatıldı: Varaka ibn Nevfel'le Zeyd İbn Said, dini (hanifliği) aramağa çıktılar. Sonunda, Musul'da bir rahibe vardılar. Ra­hip, Zeyd'e:

- Sen nereden geldin? diye sordu. Zeyd:

- İbrahim'in (a.s.) evinden, cevabım verdi. Rahip:

- Peki ne arıyorsun? dedi. Zeyd:

- Dini, diye cevap verdi. Rahip:

- Dön, senin aradığın kendi yurdunda zuhur etmek üzeredir, dedi. Zeyd:

- Hakkı kabul ederim, ona ibadet eder, onun kulu kölesi olurum, diyerek geri döndü.

28) Halife ibn Abde El-Minkari şunu rivayet etmiştir: Muhammed ibn Adiyy'e;

- Baban sana Muhammed adını nasıl koydu? Muhammed şu cevabı verdi:

-  Bana sorduğunu babama sordumda şu cevabı verdi: Temim o-ğullarından dört kişi olarak yola çıktık. Dört kişiden birisi bendim. Di­ğerleri Sufyan ibn Mücaşir ibn Darim, Yezid ibn Amr ibn Rabia, Usame ibn Malik ibn Cundeb'ti... Biz, İbn Cefne El-Gassani'yi arıyorduk.

Şam'a gelince, içinde ağaç fidanları bulunan bir gölün yanında ko­nakladık. Gölün yakınında bir manastır, manastırda da iki rahip vardı. O bizimle ilgilenip:

- Bu dil, bu memleket halkının dili değil, dedi. Biz de:

- Evet, biz Muzar'danız. O da :

- îki Muzar'm hangisinden, dedi. Biz:

- Hındef ten dedik. Bunun üzerine o:

- Yakında sizin aranızdan bir peygamber gönderilecek, ona koşun, ondan nasibinizi alın ki doğruyu bulaşınız. Çünkü o, peygamberlerin sonuncusudur. Adı da Muhammed'dir, dedi.

îbn Cefne'nin yanından ayrılıp ailelerimizle bir olunca, hepimizin birer oğlu oldu ve adlarım Muhammed koyduk.

29) Seleme ibn Selame ibn Vakş anlatmıştır: Bizim Abduleşhel o-ğulları içinde yahudi bir komşumuz vardı.

Peygamber (s.a.v.) gönderilmeden az önce bir gün evinden çıkıp Abduleşhel oğullarının toplandıkları yere geldi.

.    Ben o gün, oradakilerin en genciydim. Ailemin avlusunda, üzerime bir bürde bürünmüş olarak yatıyordum.

O yahudi, ba'sı (öldükten sonra dirilmeyi), kıyameti, hesabı, miza­nı, cennet ve cehennemi anlattı.

Bunu, müşrik ve putları olan, öldükten sonra dirilmeye inanmayan bir topluluğa anlattı. Onlar:

-Kahrolasın be adam! Sen bunun olduğunu mu, insanların Öldük­ten sonra, orada cennet ve cehennemin bulunduğu ve istediklerinin karşılığının verileceği bir yurt olduğunu mu zannediyorsun? dediler. O yahudi:

- Evet, kendisine yemin edilene yemin ederim ki, ben inanıyorum. Oradaki cehennemde yakılacağım süre yerine, bu dünyada en büyük tandın ısıtıp beni de içine atıp sonra ağzını kapatıp sıvasalar, oradaki cehennem azabından kurtulmak için kabul ederdim, dedi. Onlar:

- Kahrolasıca! Peki, bu söylediklerinin delili nedir? dediler. Yahudi:

- Şu ülkeden çıkacak olan bir peygamber, dedi ve eliyle Mekke ve Yemen tarafına işaret etti. Onlar:

- Peki onu ne zaman göreceğiz? dediler.

Yahudi, bana baktı -ki ben oradakilerin yaşça en küçük olanıy­dım- ve:

- Şu çocuk sağ kalırsa onu görecektir, dedi.

Seleme şöyle der: Vallahi, uzun zaman geçmeden Allah, elçisi Mu-hammed'i gönderdi. O yahudi halâ aramızda yaşıyordu. Biz peygambere inandık. Ama yahudi çekememezliği ve düşmanlığı yüzünden inanmadı. Bunun üzerine biz ona:

- Yazıklar olsun sana! Bu peygamberin geleceğini bize anlatan sen değil miydin? dedik. O da:

- Evet, bendim ama bu o değildir, dedi. [34]

30) îbn Mesud şunu rivayet etti: Allah Teala bir adamı cennete sokmak üzere peygamberini gönderdi. Bu şöyle oldu: Peygamber (s.a.v.) kiliseye girdi. Bir de ne görsün, orada bir yahudi, diğerlerine Tevrat o-kumaktaydı. Peygamberlerin özelliklerine gelince okumayı kestiler. Ki­lisenin köşesinde hasta bir adam vardı. Peygamber (s.a.v.):

- Niye durdunuz? dedi. Hasta adam:

-  Çünkü onlar bir peygamberin özelliklerine geldiler ve okumayı kestiler. Nihayet hasta adam emekleye emekleye geldi. Tevrat'ı alıp o-kudu. Peygamberin (s.a.v.) tarifine gelince: Bunlar, senin ve ümmetinin özellikleridir. Ben Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın el­çisi olduğuna şehadet ediyorum, dedi. Daha sonra öldü. Peygamber .(s.a.v.) ashabına:

- "Kardeşinizi gömün" dedi. [35]

31) Ubeyy ibn Ka'b şöyle anlatmıştır: Tubba Medine'ye gelip Ka-nat'ta konakladığında yahudi alimlerini getirtip onlara: Yahudiliğin or­tadan kalkması ve Arapların dinine dönülmesi için bu şehri yıkacağım, dedi.

O sırada en bilgilileri olan yahudi Samuk, Tubba'a:

- Ey Kral! Burası, İsmail'in oğullarından, Mekke doğumlu ve Ah-med adındaki bir peygamberin hicret edeceği şehirdir. O, buraya hicret edecektir. Senin yaptığın bu öldürme ve yaralamalar onun ashabı ve düşmanları arasında da çok olan birşeydir, dedi. Tubba:

- Peki, iddia ettiklerine göre bir peygamber olduğu halde, o gün o-nunla kimler savaşacak? dedi. Samuk:

- Kendi kavmi, Onun üzerine yürüyecek ve burada savaşacaklar. Tubba:

- Onun kabri nerede olacak? dedi. Samuk:

-  Bu şehirde, diye cevap verdi. Tubba:

- Onunla savaşıldığında, kim yenilecek? dedi. Samuk:

- Bir defasında o, bir defasında da başkası yenilecek, senin bulun­duğun bu yerde o yenilecek. Ashabı onun için, hiçbir yerde onu Öİdüre-meyecekleri şekilde dövüşecekler. Sonuç onun lehine olacak. Daha sonra o üstün gelecek ve bu meseleyi onunla hiç kimse tartışamayacak, dedi. Tubba:

- Peki onun özellikleri nelerdir? Samuk:

-  O, ne kısa ne de uzun boyludur. Gözlerinde kırmızılık vardır. Deveye biner, semle denen elbiseyi giyer. Kılıcı omuzundadır. Davasının galip gelmesi için, ne kardeş, ne amca oğlu, ne de amca, karşısına çıkan hiç kimseye aldırmaz, dedi. Tubba:

- Bu şehre girmenin çai'esi yok. Burayı harab etmek benim elimde değil, dedi.

Tubba, Yemen'e gitmek üzere yola çıktı. Abdullah ibn Selam şöyle demiştir. Tubba Yesrib yahudilerinin anlattıkları şeylerden dolayı pey-gamber'i tasdik etmeden ölmemiştir. Tubba müslüman olarak Ölmüştür. [36]

32) Yahudilerin en iyi alimi olan ez-Zubeyr ibn Bata şöyle der: Babamın bana yasakladığı bir sifr (büyük kitap, Tevrat'ın bölümlerin­den biri) buldum. Onun içinde: Selem ağaçlı yerden çıkacak ve şöyle şöyle özellikleri olan peygamber Ahmed'den bahsediliyordu.

Ez-Zubeyr bunu daha peygamber gönderilmeden babasından sonra anlatmıştı.

O, peygamber'in (s.a.v.) Mekke'de ortaya çıktığını duyar duymaz, sifri yok etti.

Peygamber'in durumunu ve özelliklerini gizleyip: Öyle bir şey yok, dedi.

33)  îbn Abbas şunu rivayet etmiştir: Kureyza, Nadir, Fedek ve Hayber yahudileri Hz. Peygamber daha gönderilmeden O'nun özellikle­rini ve O'nun hicret yurdunun Medine olduğunu biliyorlardı.

Rasulullah (s.a.v.) doğunca yahudi bilginleri: Bu gece Ahmed doğ­du. Çünkü onun yıldızı doğdu. O, peygamber olunca, Ahmed, peygamber oldu. Çünkü yıldız doğmuştur, dediler.

Onlar, bunu biliyorlar, ikrar ediyorlar ve onun tarifini yapıyorlar­dı. Ancak ona haset edip düşman oldular!

34) Hz. Aişe (r.a.) şöyle anlattı: Mekke'de, Mina'da, ticaretle uğra­şan bir yahudi oturuyordu. Rasulullah'm doğduğu gece, Kureyş'in top­lantı yerlerinden birinde şöyle dedi:

- Bu gece sizin aranızda doğan birisi var mı? Onlar:

- Bilmiyoruz, dediler. Yahudi:

- Ey Kureyş topluluğu! Bakın! Size söylediklerimi iyi belleyin. Bu gece bu ümmetin peygamberi Ahmed doğdu. İki omuzunun arasında, üstünde kıllar bulunan bir beni vardır.

Topluluk, onun konuşmasına şaşırmış bir halde toplandıkları yer­den ayrıldılar. Evlerine varınca bunu ailelerine anlattılar. Bazılarına şöyle denildi: Bu gece Abdullah ibn Abdümuttalib'in bir oğlu oldu ve a-dım Muhammed koydu.

Yahudinin evine gelip:

- Bizim aramızda bir çocuk doğduğunu öğrendik, dediler. O:

- Benim verdiğim haberden sonra mı yoksa önce mi? dedi. Onlar:

- Haberden önce. Adı da Ahmed, dediler. Yahudi:

- Bizi ona götürün, dedi.

Birlikte çıkıp Amine'nin yanma geldiler. Amine onu yanlarına gö­türdü. Sırtındaki beni görünce, yahudi bayıldı. Daha sonra ayıldı. Onlar:

- Neyin var? Kahrolasıca, dediler. Yahudi:

-israil oğullarından peygamberlik gitti, kitap ellerinden çıktı. Onun, yahudileri öldüreceği ve alimlerini yok edeceği yazılı, peygam­berliği Araplar elde ettiler. Kureyş topluluğu buna mı sevindiniz? Val­lahi onlar haberi doğudan batıya gidecek şekilde sizi yenecekler, dedi.

35)  Ebu Hureyre (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v.) Beytulmedaris'e gelip:

- "Benim yanıma gelin ki size öğreteyim" dedi. Onlar:

- Abdullah ibn Surya (gelsin) dediler. Rasulullah (s.a.v.) onunla başbaşa kalınca,

- O'nun dini, Allah'ın onlara lütfettiği şey, onlara yedirdiği kudret helvası ve bıldırcınla onları gölgeleyen bulut aşkına söyle bakalım. Sen benim Allah'ın elçisi olduğumu biliyor musun? dedi. O (Abdullah):

-  Evet, benim bildiklerimi onlar da biliyorlar. Senin özelliklerin, Tevrat'ta açıktır. Fakat onlar seni çekemediler. Peygamber (s.a.v.):

- "Peki, seni ne engelliyor?" diye sordu. Abdullah:

-  "Ben kavmime aykırı hareket etmek istemiyorum. Belki onlar sana tabi olup müslüman olurlar" dedi ve kendisi müslüman oldu. [37]

36) Ömer ibnu'l-Hattab (r.a.) şunu anlattı: Ben, Tevrat'ı okurlar­ken yahudilerin yanına gelirdim. Tevrat'la Kur'an'm birbirine uygun olmasına şaşırırdım. Onlar:

- Ömer! Bize senden başka hiç kimse sevimli değildir. Çünkü sen bizim yanımıza geliyorsun, dediler. Ben de şöyle dedim:

- Ben sadece Allah'ın kitabının birbirini tasdik etmesine şaşırdığım için geliyorum.

Ben, bir gün onların yamndayken Rasulullah (s.a.v.) çıka geldi. Onlar şöyle dediler:

- Bu senin arkadaşındır. Ben de şöyle dedim:

- Allah ve size indirdiği kitap aşkına söyleyin! Siz onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyor musunuz? Onların büyüğü:

- Allah aşkına, ona söyleyin, dedi. Onlar:

- Sen büyüğümüzsün. Ona sen söyle, dediler. O:

- Biz onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyoruz, dedi. Ben:

- Eğer onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyor, ve ona uymuyorsanız, sizin haliniz ne kadar perişan! Onlar:             

-  Bizim melekler arasında bir düşmanımız bir de dostumuz var. Düşmanımız, ahlaksızlık ve düşmanlık meleği olan Cebrail'dir. Dostu­muz da merhamet ve yumuşaklık meleği Mikail'dir, dediler. Ben:

-  Cebrail'in, Mikail'in dostuna, düşman olması, Mikail'in de Ceb­rail'in düşmanına dost olmasının helal olmadığına şehadet ederim, de­dim.

Daha sonra kalktım. Beni Rasulullah (s.a.v.) karşıladı ve:

- "Bana biraz önce nazil olan ayetleri okuyayım" dedi ve şu ayetleri okudu: [38] "De ki: Cebrail'e kim düşmansa şunu iyi bilsin ki, Alllah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir." [39] Ben:

- Seni hak olanla gönderen Allah'a yemin ederim ki, sana sadece, yahudilerin dediklerini haber vermeye gelmiştim. Ama Latîf ve Habîr olan Allah beni geçti, dedim.

Ömer şöyle dedi: Allah'ın dini konusunda beni taştan daha sert bulursun.

37) Ebu Sufyan ibn Harb anlatmıştır: Umeyye ibn Ebi's-Salt'la birlikte ticaret yapmak için Şam'a gittim. Nerede konaklasak, o eşyaları arasından bir kitap çıkarıp bize onu okuyordu.

Yine hıristiyan köylerinden birine inmiştik. Köy halkı onu görünce, tanıyıp hediyeler verdiler. Onlarla birlikte kiliselerine gitti. Sonra gü­nün ortasında dönüp geldi. Kendi elbiselerini çıkardı. İki siyah elbise getirdi ve onları giydi. Daha sonra:

- Ebu Sufyan! Aklına geleni sormak üzere kitaplardaki   bütün i-limleri belleyen bir hıristiyan alimine gitmek ister misin? dedi. Ben:

- Hayır, diye cevap verdim.

Umeyye tek başına gitti ve gece yarısına doğru geri döndü. Elbise­lerini çıkarıp yatağına yattı. Yarı uykulu yan uykusuz sabahı etti. Gamlı ve üzgündü. Ne o bizimle konuşuyor ne de biz onunla konuşabiliyorduk. O, üzgün bir haldeyken iki gece yürüdük. Ona:

- Arkadaşının yanından hiç böyle dönmemiştin, dedim. Umeyye:

- Bendeki değişiklikten dolayı, dedi. Ben:   

-  Sende değişiklik mi var? dedim. O:

- Evet, vallahi, ben mutlaka öleceğim ve hesaba çekileceğim/dedi. Ben:

- Sen bana güveniyor musun? dedim.

- Hangi konuda? dedi. Ben:

- Diriltilineyeceğin ve hesaba çekilmeyeceğin konusunda, dedim. O, gülüp:

- Hayır, vallahi, biz öldükten sonra mutlaka diriltileceğiz ve hesaba çekileceğiz. Bazıları cennete girecek, bazıları da cehenneme, dedi. Ben:

- Arkadaşın senin hangisine gireceğini söyledi, dedim. O:

- Arkadaşımın bu konuda, ne benim, ne de kendisi hakkında hiçbir bilgisi yok, dedi.

Geceyi böyle geçirdik. O, bize hayret ediyor, biz de onunla alay e-diyorduk. Nihayet, Dimeşk (Şam) havalisine geldik. Mallarımızı sattık­tan sonra iki ay orada kaldık.

Tekrar yola koyulduk. Hıristiyan köylerinden birinde mola verdik. Onu görünce yine yanma geldiler, hediye verdiler. O da onlarla birlikte kiliselerine gitti. Gece yarısı bizim yanımıza geldi. Siyah elbiselerini giydi. *Tekrar gitti. O günde gece yarısına doğru geldi. Elbiselerini çı­kardı ve kendini yatağa attı. Yarı uykulu yarı uykusuz sabahı etti. Yine kederli ye üzgündü. Ne o bizimle konuşuyor, ne de biz onunla konuşu­yorduk.

Yola çıktık. Birkaç gece yürüdük. Bir ara:

- Sahr! Bana Utbe ibn Rabia'dan bahset. O, haram olan şeylerden ve haksız davranışlardan sakınıyor mu? dedi. Ben:

- Evet, vallahi, dedim. O:

- Akrabayı koruyup gözetiyor mu? Onlara ilgi gösterilmesini em­rediyor mu? dedi. Ben:

- Evet, dedim. O:

- Anne ve baba tarafından soylu ve sülale içinde şerefli birisi midir? dedi. Ben:

- Evet, dedim. O:

- Kureyş'i ondan daha şerefli mi biliyorsun? dedi. Ben:

- Hayır vallahi, dedim. O:

- O, muhtaç mıdır? dedi. Ben:

- Hayır, çok zengindir, dedim. O:

- Yaşı nerelerdedir? dedi.

- O, yetmişine yaklaşmıştır, dedim.

- Yaş ve şeref onu gururlandırdı mı? dedi.

- Hayır vallahi, aksine onu daha da iyileştirdi, dedim.

- Tamam işte, o bende gördüğün değişiklik sebebi de, o alime gidip beklenen bu adamı sormamdır, dedi.

Yine O: Arapların haccettiği Beyt'in (Kabe'nin) adamlarından bi­risidir, dedi. Ben de:

- Bizim Arapların haccettiği bir Beyt'imiz var, dedim. O:

-  Sizin Kureyşli kardeşleriniz ve komşularınızdandır. Başıma, daha önce benzeriyle karşılaşmadığım birşey geldi. Dünya ve ahireti kazanma imkanı elimden gitti. Ben kendimin o kimse olacağını zanne­diyordum, dedi. Ben:

- Onu bana tarif etsene, dedim. O:

- Orta yaşa geldiğinde genç görünen bir adamdır. İlk başta o, ha­ramlardan ve haksız davranışlardan- korunan birisidir. Akrabayı gözetir ve gözetilmesini ister. Muhtaçtır. Anne ve baba tarafından soylu bir aileye mensuptur. Sülale içinde şerefli birisidir. Askerlerinin çoğu melek-lerindendir, dedi. Ben:

- Peki, bunun delili nedir? dedim. O:

- Şam Meryem oğlu isa'nın göğe çekilmesinden beri herbirinde bir felaket meydana gelen seksen sarsıntı geçirdi. Beraberinde bir felaket daha getirecek genel bir sarsıntı kaldı. Bunun arkasından o gelecek, dedi. Ben:

- Bu asılsız. Allah bir elçi gönderirse, onu ancak eşraftan bir yaşlı­ya verir, dedim. Umeyye:

- Kendisiyle yemin edilene yemin olsun ki, o öyledir, dedi.

Yola çıktık, Mekke'ye iki gecelik mesafe kalınca, arkamızdan bize bir binitli yetişti ve hemen şöyle konuştu: Sizden sonra Şam halkı yerin dibine geçiren bir sarsıntı geçirdi ve onların başına büyük felaketler geldi. Umeyye:

- Ebu Sufyan! Ne dersin? dedi. Ben:

- Vallahi, arkadaşının sadece doğru olduğunu düşünüyorum, de­dim.

Mekke'ye vardık. Tekrar yolculuğa çıktım. Ticaret için Habeşis­tan'a gittim. Orada beş ay kaldım. Mekke'ye döndüm. Hind, çocuklarıyla oynaşırken, en geride Muhammed olmak üzere halk, halimi hatırımı sormak için bana geldi. Muhammed, bana selam verdi, hoş geldin dedi. Yolculuğum ve dönüşüm hakkında bazı sorular sorduktan sonra ayrıl­dı.

Ben de şöyle dedim: Vallahi bu genç tuhaf! Bana bende mallan bulunan Kureyşlilerden gelipde onları ve ne olduklarını sormayan hiç kimse yok. Vallahi, bende onun da malı var. O, Kureyşlilerin mala en muhtaç olmayanı da değil ama o konuda hiçbir şey sormadı.

Hind:

- Onunla ilgili meseleyi duymadın mı? dedi. Ben korkarak:

- Nedir onunla ilgili mesele? dedim. Hind:

- Allah'ın elçisi olduğunu iddia ediyor, dedi. Hıristiyanların sözünü hatırladım ve sustum.

Daha sonra Taife gittim. Umeyye'nin evinde kaldım ve:      

- Hıristiyanların sözünü hatırlıyor musun? dedim. Umeyye:

- Evet, dedi. Ben:

- Oldu, dedim. Umeyye:

- Peki, kim? dedi. Ben:

- Abdullah'ın oğlu Muhammed, dedim. Yüzünden ter boşandı ve:

- Ben sağken, ortaya çıkarsa, ona yardım etme konusunda, Allah'a mazeret göstereceğim, yani ona yardım etmeyeceğim, dedi.

Yemen'den döndüm. Yine Umeyye'ye uğrayıp ona:

- O zatın durumunu öğrenmiş sindir. Ona nasıl davrandın? dedim. O şu cevabı verdi:

- Vallahi Sakif ten olmayan bir peygambere asla inanmam! [40]

38) Asım ibn Umer ibn Katade, kavminden bazı kişilerin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Allah'ın rahmeti ve hidayetiyle birlikte bizi is­lam'a sevkeden şeyler arasında bir yahudiden duyduklarımız vardır:

Biz, müşrik ve puta tapan kimselerdik. Ehl-i kitap bizde olmayan bir ilme sahipti. Bizimle onlar arasında devamlı bir çekişme vardı. On­lara, hoşlanmadıkları bazı sözleri söylediğimizde bize: Şimdi, gönderile­cek bir peygamberin zamanı yaklaştı. Biz ona uyarız. Ad'la irem'in öldürüldüğü gibi onunla bir olur, sizi öldürürüz, derlerdi.

Biz bunu onlardan çok duyardık. Allah, elçisini gönderip o bizi Al­lah'a, davet edince, ona icabet ettik. Onların da bize sözünü ettikleri şeyleri öğrendik. Bunu hemen onlara söyledik. Biz ona inandık, onlar i-nanmadılar.

Bizim ve onların hakkında şu ayetler indi: "Daha önce kafirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitap gelip de Tevrat'tan bilip öğren­dikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkar ettiler, işte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır." [41]

39) Asım şöyle anlattı: Kureyza kabilesinden bir ihtiyar bana:

- Kureyza kabilesinin kardeşleri Hedel oğullarından olan Saye oğlu Salebe ile Esid ve Ubeyd oğlu Esed'in neden muslüman olduklarını bi­liyor musun? Onlar cahiliye devrinde Kureyza oğullarıyla birlikteydiler. Ama İslam'da, onların ileri gelenleri oldular.

Ben ihtiyara:                                                            

- Bilmiyorum, dedim. İhtiyar:

-  İslam'dan önce Suriye yahudilerinden ibn Heyyeban adında bir adam buraya gelip aramıza yerleşti. Beş vakit namazı kılmayanlar arasında ondan daha iyisini görmemiştik. Yağmur yağmadığı zaman bi­zim için yağmur duasına çıkar.  Bizde suya kavuşurduk.  O,  ölüm yatağına düşünce: Ey yahudi topluluğu! Benim açlık ve yoksulluk ülke­sine gelişimin sebebini biliyor musunuz? dedi. Biz de:

- Sen daha iyi bilirsin, dedik. Bunun üzerine o:

- Ortaya çıkması yakın olan bir peygamberin gelmesini beklemek üzere bu şehre geldim. Bu şehir (Medine) Onun hicret edeceği yurt ola­caktır. Onun daha evvel gönderilmesini, benim de kendisine uymamı isterdim. Onun geleceği yaklaştı. Ey yahudi topluluğu! Sakın sizden önce ona başka kimseler inanmış olmasınlar. O kendisine karşı gelecek olanların kanlarını akıtmağa, çocuk ve kadınlarını esir almağa gönderi­lecektir. Bu, sizin ona inanmanıza engel olmasın, dedi.

Allah peygamberini gönderip Kureyza kabilesini kuşattığı zaman bu üç genç o sırada genç delikanlılardı. Kabilelerinin halkına şöyle de­diler:

- Ey Kureyza oğulları! Vallahi, o (peygamber) İbn Heyyeban'ın size tav., r% ettiği kimsedir. Kureyzalılar:

- i-Iayır, bu onun söylediği peygamber değildir, dediler. O üç genç:

- Vallahi, o peygamberin ta kendisidir, deyip aşağı indiler. Müslü­man olup canlarım mallarını ve ırzlarını kurtardılar. [42]

40) Selman-ı Farisi'den rivayet edilmiştir: Selman din aramak için rahiplerin yanında bulunmuştu. Bu rahiplerden birisi ona şöyle demiş­tir: Yavrum! Vallahi, şu zamanda, insanlar arasında hareketleri bizim hareketlerimize benzeyen birini bilmiyorum ki onun yanına gitmeni tavsiye edeyim. Ancak Hz. İbrahim'in dini ile gönderilip Arap toprakla­rında ortaya çıkacak bir peygamberin zamanı yaklaşmıştır. Onun hicret edeceği yer hurma bahçeleri bulunan iki kara dağ (Harre) arasında bir yerdir. Onun gizli olmayan alametleri vardır: Verilen hediyeden yer, sadaka olandan yemez, iki omuzu arasında peygamberlik mührü vardır.[43]

41) Talha ibn Ubeydillah anlatmıştır: Busra pazarına gitmiştim. Orada, manastırına çekilmiş bir rahip:

- Gelenlere sorun, aralarında Harem halkından birisi var mı? di­yordu. Talha:

- Evet, ben harem halkmdamm, dedim. Rahip bana:

- Ahmed Mekke'de halâ ortaya çıkmadı mı? dedi. Ben:

- A ımed kimdir? dedim. Rahip:

-  Abdulmuttalib'in torunudur. Bu, onun çıkacağı aydır. O, pey­gamberlerin sonuncusudur. Onun çıkacağı yer Harem'dir. Hicret edeceği yer de hurma bahçeli, harreli (siyah dağlı) ve çorak topraklı yerdir, dedi.

Talha: Rahib'in söylediği beni etkilemişti. Yola çıktım ve Mekke'ye geldim.

- Yeni bir olay var mı? diye sordum. Bana:

- Evet, el-Emin Muhamnıed ibn Abdillah peygamber olduğunu ileri sürdü. Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir) de ona uydu, dediler.

Ebu Bekr'e gelip ona duyduklarımı anlattım: Bu adama uydun mu? dedim.

Ebu Bekr: Evet, git sen de ona uy. Çünkü o, hakka davet ediyor, dedi ve onun yanına gitti.

Talha şöyle der: Rasulullah'a (s.a.v.) geldim. Rahib'in verdiği ha­beri ve bana söylediklerini ona anlattım.

42) Cubeyr ibn Mut'im şunu anlatmıştır: Allah Teala peygamberim (s.a.v.) gönderip o Mekke'de peygamberliğini ilan edince ben Şam'a git­tim. Busra'da iken bir grup hıristiyan bana gelip:

- Sen harem halkından mısın? dediler. Ben:

- Evet diye cevap verdim. Onlar:

- Aranızda, peygamber olduğunu ileri süren kimseyi tanıyor mu­sun? dediler. Ben:

- Evet deyince, elimden tutup beni içinde heykel ve resimlerin bu­lunduğu bir manastıra götürdüler. Bana:

- Bak! Size gönderilen o peygamberin resmini görüyor musun? de­diler. Ben baktım onun resmini göremedim. Ben:

- Onun resmini göremiyorum, dedim.

Beni ondan daha büyük bir manastıra götürdüler. Bu manastırda, öbüründekinden daha çok heykel ve resim vardı. Bana:

- Bak! Onun resmini görebiliyor musun? dediler. Baktım. Ben Ra-sulullah'ın (s.a.v.) özellikleri ve resminin karşısındayım. Yine baktım, Hz. peygamber'den sonra onun yerine geçecek olan Ebu Bekr'in özellik­leri ve resmi karşısındayım. Bana: Onun Özelliklerini görüyor musun? dediler. Ben:

- Evet, deyip kendi kendime, söylediklerini öğreninceye kadar on­lara söylemeyeyim diye düşündüm. Onlar:

- Bu o mudur? dediler. Ben:

- Evet dedim. Rasulullah'm özelliklerini gösterdiler. Ben: Tamam, ta kendisi olduğuna şehadet ederim, dedim. Onlar:

- Ondan sonra yerine geçecek olan şu şahsı tanıyor musun? dediler. Ben:

- Evet, dedim. Onlar:

- Bunun, sizin arkadaşınız olduğuna, şunun da ondan sonraki ha­life olduğuna şehadet ediyoruz, dediler. [44]

43) Cubeyr ibn Mut'im anlatmıştır: Kureyş'in Rasulullah'a eziyet etmesinden hoşlanmıyordum. Onların, onu öldüreceklerini sezince, ma­nastırlardan birine girdim. Manastırdakiler başkanlarına gidip durumu haber verdiler. O:

- Üç gün ona, gereken şeyleri yerine getirin, dedi. Üç gün geçince, bana bir resim getirdiler. Ben:

- Bu resim kadar benzeyen hiçbir şey görmedim, dedim. O:

- Onu öldürmelerinden mi korkuyorsun, dedi. Ben:

- Zannederim, onun işini bitirmişlerdir, dedim. O:

- Vallahi, onu öldüremezler o, kendisini Öldürmek isteyenleri öl­dürecek, dedi. O, bir peygamberdir. Allah Teala onu destekleyecektir, dedi.

44) Safıyye bint Huyey anlatmıştır: Allah'ın Rasulü Medine'ye ge­lip Küba'da kaldığında, babam Huyey ibn Ahtab'la amcam Ebu Yasir ibn Ahtab sabahleyin gün ağarmadan onun yanma gittiler.

Onlar güneş batmcaya kadar dönmediler, güneş battıktan sonra, yorgun ve bitkin bir halde yavaş yavaş yürüyerek geldiler. Onları ne­şeyle karşıladım ama onlar üzüntülerinden dönüp bana bakmadılar. Amcam Ebu Yasir'in babama şöyle dediğini duydum:

- Gerçekten bu o mu? Babam:

- Evet, vallahi o, dedi. Amcam:

- O olduğundan emin misin? Onu tanıyor musun? dedi. Babam:

- Evet, dedi. Amcam:

- Onun hakkında ne düşünüyorsun? dedi. Babam:

- Ona düşmanlık yapmayı düşünüyorum. Vallahi, asla böyle kala­mam, dedi. [45]

45) Muhayrik birçok hurma bahçesine sahip bir alimdi. Rasulul-lah'm özelliklerini biliyordu. Kendi dininin tesiri altında kalarak Uhud savaşma kadar bunları açıklayamamıştı. Uhud savaşının yapıldığı gün cumartesiydi. Muhayrik:

- "Ey yahudi topluluğu, vallahi siz, Muhammed'e yardım etmenin üzerinize düşen bir hak olarak gerektiğini pekala bilirsiniz" dedi. Ya­hudiler:

- "Bugün cumartesidir" dediler. Muhayrik:

- "Sizin için cumartesi diye birşey yoktur" dedi.

Daha sonra Muhayrik silahını alıp yola düştü. Uhud'da peygamber'e (s.a.v.) geldi. O gün cumartesiydi. Kavminden, onun peşine düşen birisine: "Eğer bugün öldürülürsem, malım Muhammed'indir. O, ma­lımda Allah'ın, kendisine gösterdiği şekilde dilediğini yapar" diyerek vasiyette bulundu.

Şehid düşünceye kadar çarpıştı. Benim duyduğuma göre: Rasulul-lah (s.a.v.) şöyle diyordu.

- "Muhayrik, yahudilerin en hayırlısıdır."

Rasulüllah (s.a.v.) Muhayrik'in mallarını aldı. Rasulullah'm va­kıfları umumiyetle, Muhayrik'in mallarmdandz. [46]

46) İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir: Aralarında ei-Velid ibnu'l-Muğire, el-As ibn Vail, Ebu Cehil, Halefin oğulları Umeyye ve Ubeyy, el-Esved ibn el-Muttalib ve başkaları olmak üzere Kureyşliler toplandı­lar. İçlerinden beş kişiyi, Rasulullah'ı, Özelliklerini ve peygamberliğini yahudilere sormaları için Medine'ye gönderdiler. Gönderilenlerin ara­sında Ukbe İbn Ebi Muayt'la en Nadr ibn el-Haris de vardı. Onlar şöyle dediler:

- "O, peygamber olduğunu iddia ediyor. Adı Muhammed'dir. Yetim ve fakirdir. Biz, onun Museylemetu'l-Kezzab'tan Öğrendiğini zannediyo­ruz." Yahudiler:

-  "Biz, Tevrat'ta, onun vasıflarını ve iki omuzunun arasında pey­gamberlik mührü olduğunu okuyoruz" dediler.

Yahudiler şunu da ilave'ettiler:

"Eğer o, tarif ettiğiniz gibiyse, gönderilmiş bir peygamberdir. Da­vası haktır. Ona uyun, fakat ona üç soru sorun. Eğer peygamberse iki soruya cevap verir. Üçüncüsüne cevap veremez. Biz bu üç soruyu Mü-seylenıe'ye sorduk. Bunların ne olduğunu bilemedi. Halbuki siz O'nun Museyleme'den öğrendiğini ileri sürdünüz."

Elçiler, yahudilerin verdikleri haberleri Kureyş'e ilettiler. Bunun üzerine Kureyşliler Rasulullah'a gelip:

-  "Muhammed! Bize şu üç sorunun cevabını ver: Zulkarneyn, ruh ve ashab-ı kehf (mağarada uzun yıllar kalanlar)." Muhammed:

- "Bunları size yarın anlatayım" dedi. Fakat "înşaallah" demedi.

"înşaallah" demediği için Cebrail ona on beş gün gelmedi. Bu du­rum Rasulullah'ın zoruna gitti. Cebrail gelince Rasulüllah:

- "Bana gelmekte geciktin" dedi. Cebrail:

-  "înşaallah demediğin için" dedi ve şu ayeti indirdi. "înşaallah demedikçe, hiçbir şey için, bunu yarın yapacağım, deme." [47]

Daha sonra ona; Zulkarneyn ve ashab-ı kehf le ilgili haberleri an­lattı. Ruh hakkında da:

- "Ruh, Rabbimin emrindendir. Benim onun hakkında bilgim yok" dedi. [48]

Bunun üzerine Kureyşiuer:

-  "Birbirleriyle yardımlaşan iki büyücü" dediler. Bu sözleriyle Tevrat ve Kur'an'ı kastediyorlardı.

47) Anır ibn Abese'den rivayet edilmiştir.

"Ben cahiliyede kavmimin ilahlarından yüz çevirdim. İlahların, a-sılsız, boş şeyler oldukları, kavmiminde zararı ve faydası olmayan taş­lara taptıkları görüşündeydim. Ehl-i kitaptan birisiyle karşılaştım. Ona en iyi dinin hangisi olduğunu sordum. Bana şu cevabı verdi:

"Mekke'den bir adam çıkacak, Kavminin ilahlarından uzak dura­cak ve en iyi dini getirecek. Eğer onu duyarsan, ona tabi ol."

Mekke'ye gidip orada birşey olup olmadığını sormaktan başka bir-şey yapmıyordum. Onlar da:

- "Hayır, olmadı" diyorlardı.

Ailemin yanma dönünce hayvanlarıyla gidip gelenlerle karşılaşı­yordum. Onlara da soruyor ve "hayır" cevabını alıyordum. Bir gün otu­rurken bana, hayvamyla gelen birisi uğradı:

- "Nereden geliyorsun? dedim.

- "Mekke'den" cevabım verdi.

- "Orada yeni bir olay oldu mu?" dedim.

- "Evet, bir adam kavminin ilahlarına karşı çıkıp başkasına davet etti" dedi.

- "İşte bu, istediğim adam" dedim.

Bineğime binip geldim ve müslüman oldum. [49]          

48) îbn Abbas anlatmaktadır: Necran piskoposlarından sekizi Ra-sulullah'a (s.a.v.) geldi. Aralarında es-Seyyid'le el-Akıp da vardı. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: "Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara "geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım, sonra dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lanet diyelim" de." [50]

Necranlılar:

"Bize üç gün mühlet ver" deyip Kureyza, Nadir ve Kaynuka oğul­larına gittiler. Onlara danıştılar. Danıştıkları kimseler onunla anlaş­malarını mulaane (iki kişinin birbirine lanet etmesi), etmemelerini tavsiye ettiler. O, bizim Tevrat ve încil'de bulduğumuz kişidir, dediler,.

Bunun üzerine Necranlılar peygamberle Safer ayında bin kat, Re­cep ayında da bin kat elbise ve her elbiseyle birlikte kırk dirhem cizye vermek üzere anlaştılar.                 ,

49) İkrime rivayet etmiştir: Ehl-i kitabtan bazıları Muhammed'e daha gönderilmeden önce iman etmişlerdi. Gönderilince de ona inan­madılar. Bunun delili şu ayettir: "Nice yüzlerin ağardığı, nice yüz­lerin karardığı günü (düşün). İmdit yüzleri kararanlara, 'İnan­manızdan sonra kafir mi oldunuz? Öyleyse inkar etmiş olmanız yüzünden tadın azabı" denilir." [51]

50) Useyme'nin mevlası (azatlı kölesi) Sehl bir hıristiyandı ve ba­basıyla amcasının himayesinde yaşayan bir yetimdi. O, İncil okurdu.

Şöyle anlatmaktadır: "Amcama ait bir kitabı aldım ve onu okudum. Bir yaprak okuyup geçtim ama onun kalınlığını yadırgadım. Baktım ki iki ıprnk birbirine yapışmış. Onları birbirinden ayırdım. O bitişik olan yaprağın içinde Muhammed'in özelliklerini buldum. Şöyle yazıyordu; Onun boyu ne kısadır, ne de uzun, rengi beyazdır. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardır. İhtibayı çok yapar. [52] Sadaka kabul etmez. Eşek ve deveye biner. Koyun sağar. Yamalı elbise giyer. O, İsmail'in so-yundandır. Adı 4-hmed'dir."

Amcam geldi. Kağıt yaprağını gördü. Beni dövdü ve:

- "Niye bu yaprağı açtın" dedi. Ben:

- "Onda peygamber Ahmed'in özellikleri var" dedim. Amcam:

- "O, henüz gelmedi" dedi.

51) İyi ve seçkin insanlardan olan Ömer ibn Hafs anlatmıştır: Babam veya dedem islam'dan önce, bir süre miras yoluyla elde ettikleri bir kağıt yaprağa sahiptiler. Onda şunlar yazılıydı: Allah'ın adıyla. Onun sözü haktır. Zalimlerin sözü, zararlıdır. Bu söz, ahir zamanda gelecek bir millet hakkındadır. Bellerine izar (peştemal) tutarlar. Kol ve bacaklarını yıkarlar (abdest alırlar). Düşmanlarının peşinden giderlerken denize dalarlar. Onlarda namaz vardır. Eğer o namaz Nuh'un milletinde ol­saydı, onlar tufan yüzündan helak olmazlardı veya Semud'da olsaydı, sayha (nara, çığlık) yüzünden onlar yok olmazlardı.

Bana, onların bunu Rasulullah'a (s.a.v.) getirdiklerini ve ona o-kuduklarını, bununla ilgili haberleri ona anlattıklarını, Rasulullah'm da onlara, bunun çoğaltılmasını emrettiğini haber verdiler.

52) İbn Abbas anlatmıştır: Allah Teala Hz. İsa'ya şöyle vahyetti: Muhammed'i tasdik et. Ümmetinden O'na yetişenlere, O'na inanmala­rını emret. Muhammed olmasaydı, Adem'i yaratmazdım. Muhammed olmasaydı, cennet ve cehennemi yaratmazdım, Arş'ı yarattım, sallandı. Üzerine "La İlahe İllallah, Muhammedan Rasulullah" yazdım, durdu.

53) Vehb ibn Munebbih anlattı: Allah Teala Şa'ya'ya şöyle vahyetti: Ben, kendisiyle sağır kulakları, kapalı kalpleri açacağım, sekineti (kalp huzuru, temkin) elbisesi, doğruluğu parolası, takvayı vicdanı, hikmeti aklı, doğruluk ve vefakarlığı tabiatı, affetmeyi ve iyiliği huyu, adaleti haz ve davranışı, hakkı yürüdüğü yolu,  hidayeti imanı, islam'ı milleti (dini), Ahmed'i adı yapacağım, dalaletten sonra kendisiyle hidayet ve­receğim, cehaletten sonra kendisiyle öğreteceğim, azlıktan sonra kendi­siyle çoğaltacağım. (Fakirlikten sonra kendisiyle zenginleştireceğim), ayrılıktan sonra kendisiyle toplayacağım, farklı gönül ve arzularla de­ğişik milletleri birleştireceğim, onun ümmetini en hayırlı ümmet yapa­cağım   -ki onlar güneşin seyrini takip ederler, ne mutlu o kalplere-ümmî (okuma yazma bilmeyen) bir peygamber göndereceğim. [53]

54) Eş'iya İlya'ya şöyle dedi: Beytulmakdis'te bir köydür. Adı "Uraşilîm"dir: Uraşilîm'e müjdele. Şimdi sana eşeğe binen geliyor (yani İsa geliyor). Ondan sonra sana deveye binen gelecek (yani Muhammed ge­lecek).

55) Rivayet edildi ki, Şam halkından hıristiyan birisi Mekke'ye geldi. Kocaları işe gittikten sonra eğlence düzenlemek için toplanan ka­dınlara uğradı. Onlara şu konuşmayı yaptı:

"Ey Kureyş kadınları! Sizin aranızda Ahmed adında bir peygamber olacak. Hanginiz ona yatak olabilirse olsun (hanginiz onun hanımı ola­bilirse olsun)."

Adam gitti ve Hadice onun konuşmasını belledi. [54]

 

Hz. Peygamberin Tevrat'ta Bildirilmesi

 

56) Allah Teala'nın Tevrat'ın ilk sifrinde Hz. İbrahim'e söylediği şu söz, peygamberimizin, Allah'ın eski kitaplarında mevcut olan alametle-rindendir:

"Senin İsmail hakkındaki duanı kabul ettim. Onu mübarek kıldım. Onu çoğalttım ve onu pek çok yücelttim. O, oniki büyük doğurtacak ve ben onu büyük bir ümmete vereceğim."                                      

Daha sonra Musa'ya bunun aynısını sifr'da (Tevrat'ta) haber verdi ve biraz daha ilave etti.

Şöyle anlatılmaktadır: Hacer, Sare'den ayrılınca Allah'ın meleği Hacer'e:

"Ey Sare'nin cariyesi Hacer! Hanımefendine dön ve ona boyun eğ! Ben senin soyunu ve çocuklarını sayılamayacak kadar çoğaltacağım. İşte sen hamile kalıp bir oğlan doğuracaksın. Adını da İsmail koyacak­sın, çünkü Allah Teala senin gösterdiğin huşuyu duymuştur. Onun eli herkesin elinin üzerindedir. Herkesin eli de boynu bükük olarak ona a-çılmıştır" dedi.

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Bu sözü düşün! Onda, kastedilenin Rasulullah (s.a.v.) olduğuna açık delil vardır.

Çünkü İsrail'in eli İshak'm elinin üzerinde değildi. İshak'ın eli. ona boynu bükük olarak açılmamıştır. Saltanat ve peygamberlik İsrail'le îyas'ın oğlundayken bu nasıl olabilirdi? O ikisi îshak'ın oğullarıydı. Ra­sulullah (s.a.v.) gönderilince peygamberlik İsmail'in oğluna geçti. Kral­lar ve milletler ona buyun eğdiler. Allah bütün şeriatları onunla kaldırdı. Peygamberleri onunla sona erdirdi. Ahir zamanda onlara hali­felik ve saltanat verdi. Onların elleri herkesin elinin üstünde oldu. Her­kesin eli arzu ve istekle, boynu bükük olarak onlara açıldı.

57) "Allah, Sina'dan geldi, Sair'den parladı ve Faran dağlarından göründü" demesi onun Tevrat'taki alam etler indendir.

Bunda, düşünüp inceleyene hiç bir gizlilik ve kapalılık yoktur. Çünkü Allah'ın Sina'dan gelmesi, Onun Tur-i Sina'da Musa'ya Tevrat'ı indirmesi demektir. Bu, Ehl-â Kitap ve bize göre böyledir. Yine onun Sair'den parlaması Mesih'e (İsa'ya) İncil'i indirmesidir. Mesih, Halil'in yurdu, Sair de, Nasıra demlen köyde oturuyordu. Onun müntesipleri, oranın adından dolayı Nasara (hıristiyanlar) diye adlandırılmıştır. Onun Sair'den parlamasının Mesih sebebiyle olması gerektiği gibi yine Faran dağlarından görünmesinin, Faran dağlarında Muhammed'e (s.a.v.) Kur'an'ı indirmesi sebebiyle olması gerekir. Faran dağları, Mek­ke dağlarıdır. Müslümanlarla ehl-i kitab arasında Faran'm Mekke ol­duğunda ihtilaf yoktur. Oranın Mekke olmadığını -ki bunun, onların yaptığı bir tahrif ve iftira olduğu inkar edilemez- iddia ederlerse biz de Tevrat'ta İbrahim'in Hacer'le İsmail'i Faran'a yerleştirdiği yok mudur? deriz.

Şöyle de deriz: Allah'ın göründüğü, adı Faran olan, Mesih'ten sonra kendisine kitap indirdiği yeri bize gösterin. İslam gibi ortaya çıkan ve dünyanın her yerinde yayılan bir din biliyor musunuz?

58) Allah Teala'mn "Beşinci Sifr"de Musa'ya: "Ben, İsrail oğulları­na senin gibi, kardeşlerinden olan bir peygamberi ikame ediyorum ve sözümü onun ağzına koyuyorum" demesi onun Tevrattaki alametlerin-dendir.

İsrail oğullarının kardeşlerinden olan kimse İsmail'in oğlundan başkası değildir. Nitekim şöyle dersin: Bekr ve Tağlip, Vaü'in oğulları­dır. Sonra da şöyle dersin: Tağlib, Bekr'in kardeşidir. Tağîib oğulları, Bekr oğullarının kardeşleridir. Bu konuda, iki babanın kardeş olmala­rına dayanılır.

Eğer onlar: Allah'ın kendileri için ikame edeceğini vadettiği bu peygamberde İsrail oğullarmdandır. Çünkü İsrail oğulları, İsrail o-ğullarının kardeşleridir, deseler, onları Tevrat ve görüş (akıl) yalanlar. Çünkü Tevrat'ta Onun, İsrail oğulları içinde Musa gibisini ikame etme­diği vardır.

Görüşe (akıla) gelince; eğer o, ben onlara Musa gibi İsrail oğulla­rından bir peygamber ikame edeceğim demek isteseydi. Ben onlara, Musa gibi kendilerinden ikame edeceğim, derdi. O, kardeşlerinden de­memiştir. Nitekim bir adam elçisine, bana Tağlib ibni Vail oğullarından birini getir, dese, onun ona Bekr oğullarından birini getirmemesi gerekir.

tbn Kuteybe şunu anlatmıştır: Danyal zamanında peygamber ge­çinen Habkun şöyle demiştir. Allah, Teyemmun'den Kıddis de Faran dağlarından geldi. Ahmed'i tahmid ve takdisten yeryüzü doldu. Sağ e-liyle yeryüzüne ve milletlerin kölelerine sahip oldu.

Yine şöyle dediğini anlatmıştır: Onun nuru sebebiyle yeryüzü ay­dınlanır ve denizde onun atlarına binilir.

Ehl-i kitab'ın bir kısmında, Habkun'un sözü hakkında şöyle denil­diği ilavesi vardır: Kıtlık senesinde dolduracaksın. Senin emrinle oklar bükülecek ey Muhammedi

Bu, onun adının ve özelliklerinin açıkça belirtilmesi demektir.

Onun, peygamberimiz olmadığını iddia ederlerse -bu, onların in­kar ve tahriflerinden dolayı zor olan birşey değildir- onu tahmidden dolayı yeryüzünün dolduğu Ahmed ve Faran dağlarından gelip yeryü­züne ve milletlerin kölelerine sahip olan kişi kimdir?

îbn Kuteybe şöyle demiştir: Şu da, İsa'ya da Allah'ın (azze ve celle) onu nasıl zikrettiğine dair geçen şeylerdendir. Nefsimin kendisiyle se­vindiği kulum.

Başka birisi bunu şöyle açıkladı: Kulum, seçtiğim kişi, gönlümün hoşnut olduğu, ruhumu ona akıttığım.

Başka biri onu şöyle tarif etti: Ona vahyimi indiririm de milletlerde onun adaleti görülür. Milletlere vasiyetlerde bulunur. Gülmez, sesini çarşılarda duyurmaz. Görmeyen gözleri açar, sağır kulakları duyar hale getirir, kapalı kalpleri canlandırır. Ona verdiğimi başkasına vermem. Ahmed, Allah'a yeni bir şekilde hamdeder. O, yeryüzünün en uzak ye­rinden gelir. İnsanları ve yeryüzünde oturanları sevindirir. Onlar, her yüksek yerde "la ilahe illallah" ve "Allahu ekber" derler.

Bir başkası onun tarifine şunları da ilave etti: Zayıf değildir. Ye­nilmez, Nefsinin arzu ve isteklerine meyletmez. Çarşılarda sesi duyul­maz. Zayıf parmak kemiği gibi olan salihleri (iyi kimseleri) zelil kılmaz (alçaltmaz). Sıddıkları (doğruları) güçlendirir. O, mütevazilerin desteği­dir. O, Allah'ın, yeryüzünde varlığımı isbat edinceye, onunla mazeret bulma kalkıncaya kadar, söndürülemeyen ve karşısında durulamayan nurudur. Tevrat'ına cinler de uyarlar.

Bu da onun adının ve vasıflarının açıkça belirtilmesi demektir.

Eğer: Hangi Tevrat onundur, derlerse, biz de: Size Tevrat'ın yerine geçecek bir kitap getirdiğini kastedmiştir, deriz.

59) Bunlardan birisi de Ka'b'ın sözüdür: Beytulmakdis (Kudüs) Allah Teala'ya, harab olduğundan yakındı. Ona şöyle denildi: Seni, yeni bir Tevrat ve yeni işçilerle değiştireceğim. Geceleyin, kartalların kanat­larım açtıkları gibidirler (kollarını açıp dua ederler). Güvercinin yu­murtasını kırmamaya çalıştığı gibi onlarda sana dikkat ve itina ile davranırlar. Yanaklarını sürerek ve secde ederek seni doldururlar.

îbn Kuteybe şöyle demiştir: îş'aya'nm onun hakkında söylediği sözlerden biri de şudur: "Ben Allah'ım! Seni hak ile yücelttim. Körlerin gözlerini açman, esirleri karanlıklardan kurtarıp nura götürmen için seni milletlerin nuru ve Arapların ahdi yaptım."

İbn Kuteybe şunu ilave eder: O, beşinci bölümde de şöyle demiştir: "îlya, sultam (güç ve otoritesi) kürek kemiğinin üzerinde olandır."

Peygamberlik alametinin, kürek kemiği üzerinde olduğunu kas-tedmektedir. Bu, Süryani tefsirde geçmektedir. İbrani, dilindeki tefsirde de şöyle demektedir: Kürek kemiğinin üzerinde peygamberlik alameti vardır.

İbn Kuteybe şunu da söylemiştir: Şu da Davud'un Zebur'da onun hakkındaki sözüdür: "Rabbi yeniden teşbih edin. Şekli salihler olan kimseyi teşbih edin. İsrail, yaratıcısına ve Sahyun'un evlerine sevinsin. Allah, onun için, ümmetini seçtiğinden, ona zafer verdiğinden ve onun yüzünden salihlerin değerini artırdığı için, yataklarında onu teşbih e-derler. Yüksek sesle "Allahu ekber" derler, kılıçları vardır. Allah'a ibadet etmeyen milletlerden (Allah için) intikam almak için ellerinde iki uçlu kılıçlar vardır. Onlar krallarını iplerle, eşraftan olan kimselerini zincir­lerle bağlarlar."

îbn Kuteybe şöyle demiştir: îki uçlu kılıçları olan Araplardan baş­ka hangi millettir?

O kılıçlarla Allah'a ibadet etmeyen milletlerden inkikam alan kimdir?

Peygamberler arasında kılıçla gönderilen bizim peygamberimiz­den başka kimdir?

Yine Îbn Kuteybe şöyle demiştir: Başka bir Mezmur'da da şöyledir: "Ey Cebbar (güçlü kuvvetli, kahredeci) kılıcı kuşan! Çünkü senin kanun ve şeriatlerin senin sağ elinin heybetine bağlıdır. Senin okların düzel­tilmiştir. Milletler senin altına yıkılırlar."

Peygamberler arasında bizimkinden başka kılıç kuşanan var mı­dır?

Milletlerin altına yıkıldıkları kimse, ondan başka kimdir?

Kanunları korkuya bağlı yani ya kabul etmek, ya cizye vermek yahut kılıca bağlı olan kimdir?

Rasulullah'ın (s.a.v.): "Bana (düşmana) korku vermekle yardım olundu" [55] sözü bunun benzeridir.

Yine şunu da söylemiştir: Başka bir Mezmur'da şu vardır: "Allah onu, peygamberliğin mahmud (övülen) bir tacı olarak çıkardı."

"Tac" kelimesini başkanlık ve imamlığa (önderliğe) Örnek olarak getirdi. Mahmud da: Muhammed'dir (s.a.v.).

Bir de şunu söylemiştir: Başka bir Mezmur'da şunlar vardır: "O denizden (nehire kadar), nehirlerin yanından (nehirlere kadar) toprağın kesildiği yere kadar sahiptir. Ehl-i Cezair Onun önünde dizleri üzere çöker. Düşmanları toprağı yalarlar. Hükümdarlar ona kurbanlarla ge­lirler ve ona secde ederler, milletler ona itaat edip boyun eğerler, çünkü o, yoksul mazlumu kendisinden daha güçlü olandan kurtarır. Yardımcısı olmayan zayıfı kurtarır, zayıf ve zavallılara acır. Ona Sebe ülkesinin altınından verilir. Her zaman ona salât getirilir, onun her günü müba­rektir. Adı ebediyete kadar devam eder."

İbn Kuteybe şunu söyler: Denizle nehir arasındaki yere, toprağın kesildiği yere kadar Dicle'yle Fırat arasına sahip olan kimdir? Kendisine salât getirilen peygamberlerden her vakti mübarek olan ondan başa kimdir?!

Ibn Kuteybe şunu da nakletmiş tir: Zebur'un başka bir yerinde şu vardır: Davud şöyle demiştir: "Allah'ım! Sünneti taşıyanı gönder ki in­sanlar onun insan olduğunu bilsinler."

Bu, kendilerinden uzun yıllar önce Mesih'in ve Muhammed'în (s.a.v.) haber verilmesi demektir. Yani Muhammed'i gönder ki Mesih'in insan olduğunu insanlara bildirsin demektedir.

Davud'a, iddia ettiklerini Mesih için de iddia edeceklerini bildir­mektedir.

Şunu da nakletmiştir: İş'aya da şöyledir: Bana şöyle denildi: îyi bir bakıcı olarak kalk! Gördüğün şeye bak. Ona benim şöyle dediğimi haber ver: Gelen iki binitli görüyorum. Birisi eşeğin üzerinde diğeri deve üze­rindedir. Birisi diğerine şöyle der: "Babil ve marangozlar tarafından ya­pılmış putları yıkıldı."

Ibn Kuteybe şunu söylemiştir: Eşeğe binen kimse bize ve hıristi-yanlara göre Mesih'tir. Eşeğe binen Mesih olduğuna göre, Muhammed (s.a.v.) niye deveye binen kimse olmasın?!

Babil'le marangozlar tarafından yapılmış putların yıkılması onun ve onun vasıtasıyla olmamış mıdır? Mesih vasıtasıyla değildir. Halbuki, Babil yöresinde, Hz. İbrahim (a.s.) zamanından beri putlara tapan hü­kümdarlar vardı. Onun deveye binmesi Mesih'in eşeğe binmesinden daha meşhur değil midir? [56]

 

Hz. Peygamberin İncil'de Bildirilmesi

 

Ibn Kuteybe anlatmıştır: Peygamberin (s.a.v.) İncil'de bildirilmesi şöyledir:

Mesih havarilere: "Ben gidiyorum. Size, kendi tarafından konuş­mayan hakkın ruhu Faraklit gelecek. O'nun sözü, ancak kendisine söy­lenildiği gibidir. O, benim hakkımda şehadet edecek. Siz de şehadet edeceksiniz, çünkü siz insanlardan önce olanla birliktesiniz. Allah'ın si­zin için hazırladığı her şeyi o size haber verecek1' dedi. ,

îbn Kuteybe şunu da söylemiştir: Yuhanna Mesih'i anlatırken şöyle demiştir: "Ben gitmedikçe size Faraklit gelmez. O gelince, insan­ları günahlarından dolayı azarlayacak. O, kendi tarafından konuşmaz. Ancak size işittikleriyle konuşur. Sizi hak ile idare edecek. Size gaybtan ve olaylardan bahsedecek." Yine onu başka bir şekilde anlatmıştır: "Faraklit, babamın benim adımla gönderdiği Hakkın ruhudur. O, size her şeyi öğretecektir."

Şöyle de anlatmıştır: "Ben babamdan size başka bir Faraklit gön­dermesini istiyorum ki o, ebediyete kadar sizinle birlikte olsun ve size her şeyi öğretsin."

Şu şekilde de anlatılmıştır: "Müjdeci gidiyor. Ondan sonraki Fa-raklit size sırlar getiriyor ve size her şeyi açıklıyor. O, benim ona şehadet ettiğim gibi, bana şehadet ediyor. Ben size masallar getiriyorum. O, size tevil (yorum, açıklama) getiriyor."

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Farklı olmalarına rağmen bunlar bir­birine yakın şeylerdir.

İncil'i Mesih'ten nakledenler çok olduğu için farklıdır.

Hakkın ruhu olan kimdir ki sadece kendisine vahyedüeni konuş­maktadır.

Mesih'ten sonra gelen ve onun tebliğ ettiğine şehadet eden kim­dir?

Deccal ve Dabbetul Arz'ın çıkması, güneşin batıdan doğması v.s. gibi çeşitli zamanlardaki hadiseleri, kıyamet, hesap, cennet, cehennem v.s. gibi Tevrat ve İncil'de zikredilmeyen gayble ilgili meşeleri bizim peygamberimizden başka haber veren kimdir?

îbn Kuteybe şöyle demiştir: Matta incil'inde şöyledir: Yahya ibn Zekeriya öldürülmek için hapsedildiğinde öğrencilerini Mesih'e gönde­rip: Ona şöyle söyleyin, gelecek olan o peygamber sen misin, yoksa bir başkasını mı bekleyelim, dedi.

Mesih ona şu cevabı verdi: Hak kesindir. Kadınlar, Yahya ibn Ze-keriya'dan daha faziletli olanın yerine geçmedi. Tevrat ve peygamberle­rin kitapları birbirlerini peygamberlik ve vahiyle takip ediyorlar.

Nihayet Yahya geldi. "Şimdi, isterseniz öldürün. Çünkü İlya'nın gelmesi kararlaştırılmıştır. Kimin onu duyan bir kulağı varsa dinle­sin."

îbn Kuteybe şöyle der: Bu isimde bir bozukluk vardır.

"Ahmed'in gelmesi kararlaştırılmıştır" demiş olabilir. Onlar ismi değiştirmişlerdir.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Onlar kelimeleri yerle­rinden sonrasına kaydırıp değiştirirler." [57] Böylece onu îlya yaptılar.

"İrin gelmesi kararlaştırılmıştır" demiş olabilir.

"İl" Aziz ve Celil olan Allah'tır. Allah'ın gelmesi demek, elçisinin onu getirmesi demektir. Nitekim Tevrat'ta şöyle demiştir: "Allah Sina'dan geldi." Burada Musa Sina'dan Allah'ın kitabını getirdi demek istemiştir. Mesih'ten sonra hiçbir kitap gelmemiş sadece Kur'an gelmiştir.

O, bu ismin verildiği peygamberi kasdetmiş olabilir. Bu onlara göre caiz değildir. Çünkü onlar Mesih'ten sonra peygamber olmadığında itti­fak etmişlerdir. [58]

 

Mekke, Harem Ve Beytin Önceki Kitaplarda Bildirilmesi

 

îbn Kuteybe: Mekke, Harem ve Beyt'in önceki kitaplarda bildiril­diğini söylemiştir.

"İş'aya kitabında şunlar vardır: "Çöller ve şehirleri Alu Kaydar'm sarayları dolduracak. Onlar teşbih ederler. Dağların tepelerinden sesle­nirler. Onlar, Allah'ı yüceltirler. Karada ve denizde onun teşbihini ya­yarlar."

"Uzaktan bütün milletler için bayrağı kaldırırım. Yeryüzünün en uzak yerlerinden onları çağırır ve onlar gelmek üzere acele ederler."

İbn Kuteybe: Kaydar oğulları Araplardır. Çünkü Kaydar, herkesin ittifakıyle İsmail'in oğludur.

Kaldırılan bayrak ise, peygamberliktir.

Onların çağırılması da: Onları, dünyanın en uzak yerlerinden hacca davet etmesi ve onların da hemen gelmeleridir. Bu, yüce Allah'ın şu sözünde olduğu gibidir: 'İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek, yaya olarak gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde kendilerine ait bir takım yararları yakinen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar ü-zerine belli günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Ka'be'ye) gelsinler." [59]

Iş'aya kitabının başka bir yerinde: Saba1 dan bir kavim gönderile­cek. Onlar doğudan, toprak öbekleri gibi grup grup telbiyeler getirerek, ayaklarıyla çamur çiğneyen gibi gelirler."

Saba doğudan gelir. Allah oradan, Horasanlıları ve çevresindeki­leri gönderecek.

Sabanın estiği gibi inen kimdir? Toprak Öbeği gibi kalabalık grup­lar halinde gelenler, ayaklarıyla çamur çiğneyici gibi olan kimdir.

Onlardan bazılarının yumuşak kimseler olduğunu kasdediyor. Beyt'i tavaf ettiklerinde' herveleyi (koşmaya benzeyen yürümeyi) kas-detmiş olabilir.

Ibn Kuteybe şöyle söylemiştir: İstilam edilen (dokunularak saygı gösterilen) taş hakkında îş'aya şöyle der: "Efendi Rab: Ben Sahyun'u kuran kimseyim. O, mükerrem köşedeki (zaviyedeki) taş olarak Allah'ın beytidir, demiştir."

Taş, Beyt'in köşesindedir. Yücelik (mükerrem olma) onun istilam edilmesi ve öpülmesidir.

İş'aya Mekke hakkında şöyle demiştir: "Ey Akır (doğurmayan ka­dın) yürü ve sallan! Teşbih ederek konuş. Sevin çünkü sen hamile kal­madın. Senin ehlin (aile, akraba, halk) benimkinden daha çoktur.

Ehliyle Beytulmakdis'in (Kudüs'ün) israil oğullarından olan hal­kını kasdetmektedir.

Mekke halkının, kendilerine gelen hacı ve umrecilerle Beytul-makdis halkından daha kalabalık olduğunu kasdetmiştir.

Mekke'yi doğurmayan kısır kadına benzetmiştir. Çünkü Rasulul-lah'tan (s.a.v.) önce orada sadece ismail vardı. Orada hiçbir kitap nazil olmamıştı.

Akır'la (kısır kadınla) Beytulmakdis'i kasdetmiş olmaz. Çünkü o peygamberlerin evi ve vahyin yatağıdır. O, kısır kadınlara benzetilemez.

Yine iş'aya da Mekke hakkında şu zikredilmiştir:

"Nuh'un günlerinde Tufanla yeryüzünü suya batırmaya yemin et­tiğim gibi kendi kendime yemin ettim. Yine sana öfkelenmemeye seni terketmemeye yemin ettim. Dağlar gider, yelkenler iner. Sana olan ni­metim gitmez."

Sonra şöyle dedi: "Ey miskine (zavallı)! Ey mazlume! Güzellikle senin taşlarını yapan, seni mücevherlerle süsleyen, tavanına inciden taç geçiren, kapılarını zebercedle yapan benim. Sen zulümden uzaksın, korkma, zayıflıktan da uzaksın. Zayıf olma, sana karşı yapılan hiçbir silah, kullanılamaz. Sana düşmanlık için kullanılan her dilin kötülü­ğünden sen kurtulursun."

Şunu da söyledi: "Allah sana yeni bir isim verecek."

Daha önce Ka'be denilmekteyken Mescid-i Haram denildiğini kas­detmektedir.

"Kalk, parla. Çünkü senin nurun ve Allah'ın senin üzerindeki va­karı yaklaşmıştır."

"Gözlerinle etrafına bak. Onlar toplanmışlar.

Sabah erkenden sana oğulların ve kızların geliyorlar. O zaman sen seviniyor ve parlıyorsun. Düşmanın korkuyor ve senin için rahatlıyor. Kaydar'm her sürüsü senin yanında toplanıyor. Benavat'm efendi­leri sana hizmet ediyorlar."

Benavat, ismail'in oğludur.

Kaydar, peygamber'in (s.a.v.) atasıdır. Benavat'm kardeşidir.

Daha sonra şöyle dedi: "Kapılarını gece gündüz daima açacaksın kapatmayacaksın, onlar seni kıble edinecekler. Bundan sonra sen Rab-bin .jehri diye çağrılacaksın."

Yani o, Beytullah'tır. (Allah'ın evidir). İş'aya'nm başka bir yerinde de şöyledir:

"Etrafındakilere gözünü kaldır. Denizin hazineleri sana geldiği, milletlerin askerleri sana yöneldiği, besili deve katarları seni süslediği, etrafında toplanan katarlardan yerin daraldığı, Medyen'in koçları sana doğru sürüldüğü, Sebe halkı sana geldiği, Kaydar'm sürüleri sana hiz­met ettikleri için yüzün gülsün ve sen sevmesin." Yani Kabe'ye hizmeti kasdetmektedir. Ancak onlar, İsmail'in oğlu Benavat'ın çocuğundandır. [60]

 

Mekke Yolunun İşaya’dabildirilmesi

 

İbn Kuteybe: Mekke yolu, îş'aya'da şöyle zikredilmektedir, der.

Allah Teala îş'aya da şöyle buyurmaktadır: "Ben badiyeye (çöle) Lübnan'ın yüceliğini (şerefini) ve Kermal'in güzelliğini veriyorum."

Kermal ve Lübnan; Şam (Kuzey Arabistan) ve Beytulmakdis'tir.

Yani şunu kasdediyor: Kendisinde vahiyle ve peygamberlerin çık­masıyla meydana gelen yüceliği (şerefi) hac ve peygamber (s.a.v.) sebe­biyle Badiye'ye veriyorum.

"Badiye'de sular, çöl toprağında su kanalları ortaya çıkar. Geniş çöller ve susuz yerler, pınar ve su olur. Orası dosdoğru yol olur. Harem'in yolundan milletlerin pis ve günahkarları geçmez. Ondan habersiz olan oraya gelmez. Orada ne yırtıcı olur ne de aslan. Orası, ihlaslı ve samimi olanların geçidi olur."

"Hazkil", kitabında, israil oğullarının günahlarını zikredip onları, tek başına olan bir asma ağacına benzeterek şöyle der: "Çok geçmez bu asma öfkeyle sökülür, yere atılır ve sam yelleri onun meyvelerini yakar. Öyle olunca, Badiyenin susuz terkedilmiş toprağına ağaç dikilir. Onun güçlü dallarından meyvelerini yiyen bir ateş çıkar, böylece orada ne güçlü bir değnek ne de dal parçası kalır." [61]

 

İş'aya Kitabında Haremin Bildirilmesi

 

İbn Kuteybe: Îş'aya kitabında Harem zikredilmektedir, der.

Şöyle ki: "Kurtla deve orada birlikte otlanırlar." Yine bütün yırtı­cılar Harem'in tamamında zarar vermezler ve kötülük yapmazlar. Daha sonra görürsün ki, bu vahşi hayvanlar Harem'den çıkınca korkmaya başlarlar ve diğer vahşi hayvanlardan kaçarlar. Yırtıcı hayvan av pe­şinde koşma konusunda Harem'e girmeden nasılsa, öyledir. [62]

 

Hz. Peygamberin Ashabının Ve Bedir Gününün Bildirilmesi

 

İbn Kuteybe: Hz. Peygamber'in ashabı ve Bedir günü îş'aya'da bildirilmektedir, der.

Bedir günündeki Araplar şöyle anlatılmaktadır; "Onlar milletleri, harman yerlerini çiğner gibi çiğnerler. Arap müşriklerinin başına bela iner ve onlar yenilirler."

Daha sonra İş'aya şöyle demiştir; "Onlar kınından sıyrılmış kılıç­lar, intikamını alamadıkları taş gibi insanlar karşısında; savaşın şidde­tinden dolayı yenilgiye uğrarlar."

îbn Kuteybe şöyle der: Bunlar, Allah'ın, ehl-i kitab'm elinde kalan daha önceki kitaplarındaki şeylerdir. Ehl-i kitab onları okur ve pey­gamberimizin adı hariç, zahirlerini inkar etmezler. Onlar, açıkça onun ikrar edilmesine müsaade etmezler. Onların bu yaptıkları önemli değil­dir. Çünkü onlara göre Hz. Peygamberin Süryani dilindeki adı "Muşak-kah"tır. Muşakkah hiç şüphesiz Muhammed'dir.

Onların "El-Hamdu lillah" demek istediklerinde "Şakha li-ilahina" dediklerine itibar ederek, "el-Hamdü" "Şakhan" olduğuna göre "Muşak­kah" da "Muhammed" olur.

İkrar ettikleri sıfatlar onun hallerine, zamanına, çıkmasına, gön­derilmesine ve yaşayışına uygun olduğu için, bize, kendisinde bu sıfatlar bulunan kimseyi, karşısında milletlerin yere yıkıldıkları, itaat ettikleri için boyun büktükleri ve davetine icabet ettikleri kimseyi, Babil'in ve putlarının onun yüzünden helak olduğu deveye binen kimseyi göster­sinler. Dağların tepelerinden telbiye getirerek (Lebbeyk Allahumme lebbeyk diyerek) ve ezan okuyarak seslenen, karada ve denizde onun teşbihini yayan İsmail'in oğlu Kaydar'm evladından olan bu millet ne­rede? Hani?

Bunu ancak Muhammed'le ümmetinde bulabilirler.

İbn Kuteybe şunu da söylemiştir; Eğer bu haberler, onların kitap­larında olmasaydı, Kur'an'da gelenlerin onların kendi kitaplarında da zikredildiğine dair hiç bir delil olmazdı.

Nitekim Allah Teala: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bul­dukları o elçiye, o ümmi peygamber'e uyanlar (varya)." [63]

"Ey Ehl-i kitap! (gerçeği) görüp bildiğiniz halde, niçin Allah'ın a-yetlerini inkar edersiniz." [64]

"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi) öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizler." [65]

"Kafir olanlar "Sen Rasul olarak gönderilmiş bir kimse değilsin" derler. De ki: Benimle sizin aranıza şahit olarak Allah ve yanında kitap ilmi olan yeter" buyurmuştur. [66]

Rasulullah'm (s.a.v.), onlarda olmayanı onlara delil olarak getir­mesi ve onlar bulmadıkları görmedikleri halde beni yanınızda yazılı o-larak bulmanız benim peygamberliğimin alametindendir, demesi nasıl caiz olabilir? Rasulullah'm (s.a.v.) onları hoşlanmadıkları şeye davet et­meye ihtiyacı yoktu.

Abdullah ibn Selam durumu iyice öğrenince müslüman oldu ve onlarda müslüman oldular.

Ben de derim ki: Ehl-i kitap her zaman Rasulullah'ı sıfatlarıyla (özellikleriyle) biliyor ve bunu ikrar ediyordu. Onlar onun çıkacağını (geleceğini) söylüyorlar, kendi halkından olanlara O'na iman etmelerini tavsiye ediyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) çıkınca, akıllı olanları iman etti. Huyey ibn Ahtab, rahip Ebu Amir ve Ümeyye ibn Ebi's-Salt gibi diğer ehl-i kitabı inat ve çekememezlik aldı.

Ehl-i kitabın son devir alimlerinden bir kısmı müslüman olmuş ve onun Tevrat ve İncil'deki sıfatlarını anlatan kitaplar yazmışlardır.

Hakkın varlığını kesin olarak anlayıp da sonra, ebediyyen cehen­nemde yanmaya razı olarak kıskançlığı tutanlara hayret! [67]

 

Ehl-i Kitaptan Duyduklarına Göre Ka'b İbn Luey İbn Ka'b İbn Galibin Hz. Peygamberin Gönderileceğini Bildirmesi

 

60) Abdurrahman ibn Avf anlattı: Ka'b ibn Luey ibn Galib ibn Fihr ibn Malik, cuma günü, kavmini toplar -Cuma gününe, Cuma ismini ilk defa o, vermişti. Araplar, daha önce, Cuma gününe Arube derlerdi- şu şekilde hitab ederdi:

"Dinleyiniz, öğreniniz, anlayınız, biliniz. Gece sakin, gündüz a-çıktır. Yeryüzü yatak gibidir. Gök bina gibidir. Dağlar kazıklar gibidir. Yıldızlar bayrak gibidir. Öncekiler sonrakiler gibidir. Kadın erkek ve eşler çürüyecekler. Akrabalarınızla görüşünüz ve görüşme hukukunu gözetiniz. Mallarınızı üretiniz.

Ölenin geri döndüğünü veya dirilmiş Ölü gördünüz mü? Yurt önünüzdedir. Zan, söylediğinizden başkadır. Hareminizi süsleyiniz, ona saygı gösteriniz ve sımsıkı sarılınız. Yakında onun hakkında büyük bir haber gelecek. Oradan kerim (değerli, yüce) bir peygamber çıkacak."

Sonra Ka'b şu şiiri söyler:

"Gündüzler ve geceler hep, yeni haber getirmektedir.

Haberin, gece veya gündüz gelmesi, bizim için birdir.

Onlar dönerlerken de hadiselerle ve korkuları

Üzerimizde artan nimetlerle dönerler.

Herkes gaflet üzereyken Muhammed gelecek.

Dosdoğru söyleyici ve en iyi bilici, haber verici olarak birçok ha­berler verecektir."

Sonra şöyle der:

"Vallahi, ben onun daveti esnasında işiten kulak, gören göz, tutan el, yürüyen ayak olsaydım (sağ olsaydım) devenin dimdik durduğu gibi durur, davasına aygır deve gibi hızla koşardım."

"Ne olurdu, onun gizlice davete başladığı ve kabilesinin, hakka ve kendisine yardımı terkettikleri zaman bulunsaydım."

Ka'b ibn Luey'in ölümüyle Rasulullah'ın peygamber olarak gönde­rilişi arasında 560 yıl vardı. [68]

 

Nasr İbn Rabia El-Lahmînin Gördüğü Rüya Peygamberimizin Varlığına Delalet Eder

 

Siyerciler şöyle anlatırlar:

Nasr ibn Rabia korkunç*bir rüya gördü. O, gitmedik kahin ve mü­neccim bırakmadı. Onlara şöyle dedi:

- Ben korkunç bir rüya gördüm. Bana onun yorumunu yapar mısı­nız? dedi.

- Bize rüyanı anlat, dediler. Nasr:

- Onun yorumunu ancak ben anlatmadan önce bilen kimse yapa­bilir, dedi.

-  Bunu istiyorsan, Satih'le Şıkk'a gelmeleri için haber gönder. Bunlar kahindir, dediler.

Nasr onlara haber gönderdi. Bunun üzerine Satih geldi. Ona:

*- Korkunç bir rüya gördüm. Rüyamın ne olduğunu bilirsen yoru­munu da yapabilirsin, dedi. Satih:

- Sen rüyanda karanlıktan çıkıp sahile bakan topraklara düşerek orada bulunan canlıyı yiyen bir siyah kömür parçası gördün, dedi. Hü­kümdar Nasr:

- Satih! Rüyamı tamamen bildin. Peki yorumu hakkında ne diye­ceksin, dedi. Satih:

-  îki siyah tepe arasındaki hayvanlar üzerine yemin ederim ki, topraklarınıza Habeşliler inip Ebyen'le Cüreş arasındaki bölgeleri ele geçirecekler, dedi. Hükümdar:

- Babana yemin ederim ki! Bu söylediklerin bizim için acı ve can sıkıcıdır. Bu olay ne zaman olacak? Benim zamanımda mı yoksa daha sonra mı? dedi. Satih:

- Hayır! Zamanımızdan atmış veya yetmiş yıl sonra olacak, dedi. Hükümdar:

-  Habeşlilerin bizim ülkemizdeki hakimiyeti devam edip gictecek mi? Yoksa bir süre sonra sona erecek mi? dedi. Satih:

-Hayır! Doksan küsur sene içinde sona erecek. Oradan çıkarıla­caklar, dedi. Hükümdar:

-Onları kim çıkaracak? diye^sordu. Satih:

-Bunu, İrem Zuyezen yapacak, irem, Adem'den gelecek. Yemen'de Habeşlilerden hiç kimseyi bırakmayacak" dedi. Hükümdar:

-irem'in hakimiyeti Yemen'de sürüp gidecek mi yoksa bir gün sona erecek mi? dedi. Satih:

-Hayır! Sürüp gitmeyecek, dedi. Hükümdar: -Onun hakimiyetini kim sona erdirecek? dedi. Satih:

-Bunu, kendisine yüce (Allah'tan) vahiy gelecek olan asil bir pey­gamber yapacak, dedi. Hükümdar;

- Kim bu peygamber? dedi. Satih:

- Nadr oğlu Malik oğlu Pihr oğlu Galib'in neslinden birisi. Haki­miyet, zamanın sona ermesine kadar onun kavminde olacak, dedi. Hü­kümdar:

- Zamanın sonu var mı ki? dedi. Satih:

- Evet! Var. O gün öncekiler ve sonrakilerin hepsi toplanacak, i-yiler mesut, kötüler bedbaht olacaklar, dedi. Hükümdar:

- Bu anlattıkların doğru mu? dedi. Satih:

-Evet! Grup kızıllığına, tan yerine ve sabaha yemin ederimM, sana söylediklerim şüphesiz doğrudur, dedi.

Satih'le olan konuşma sona erince, Şikk geldi. Hükümdar ona:

- Bir rüya gördüm. Bana onu anlat, dedi.

Şikk da Satih'in anlattıklarını anlattı. Satih'in dediği şekilde memleketlerin yıkılışını haber verdi, sonunda şöyle dedi:

-Daha sonra hak ve adaleti getirecek bir peygamber gelir. Haki­miyet Fasl gününe (Kıyamet gününe) kadar bu peygamberin soyunda kalacak.

Hükümdar:

-Peki, bu Fasl günü de nedir? dedi. Şıkk:

- O gün idareciler cezalandırılacaklar ve hesap vakti için bütün insanlar bir araya toplanacaklar, dedi. [69]

 

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Nesebi

 

O, Adnan'ın oğlu Ma'ad'm oğlu, Nizar'ın oğlu, Mudar'm oğlu, II-yas'm oğlu, Mudrike'nin oğlu, Huzeyme'nin oğlu, Kinane'nin oğlu, Nadr'm oğlu, Malik'in oğlu, Fihr'in oğlu, Lueyy'in oğlu, Ka'b'm oğlu, Murre'nin oğlu, Kilab'ın oğlu, Kusayy'm oğlu, Abdumenafin oğlu, Ha-şim'in oğlu, Abdulmuttalib'in oğlu, Abdullah'ın oğlu Muhammed'dir.

Nesep bilginlerinin Adnan'a kadar ihtilafları yoktur.

Onlar Adnan'dan sonra ihtilaf ederler. Bir kısmı: İbrahim'in oğlu ismail, Kaydar'ın'oğlu Hamel, Humeysa'nm oğlu Udd, Udd'un oğlu Ad­nan, derler.

Bir kısmı da: Uded'in oğlu Udd'i zikretmeden Adnan derler. [70]

62) Ummu Seleme'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadiste şöyledir: "Adnan ibn Uded ibn Lueyy ibn A'rakussera." [71]

Ummu Seleme şöyle demiştir: Zeyd, Humeysa'dır. Yera, Nebt'tir. A'rakussera, İsmail'dir. Ez-Zubeyr ibn Bekkar böyle anlattı.

Yine A'rakussera'mn İbrahim olduğunu söyledi. Çünkü onlar, onun ateşte yamnadığını görünce: O, A'rakussera'dan başkası değildir, dediler.

Yine Zeyd olarak tesbit etti: Ebu Ahmed el-Askeri'den, Ebu Dulame'nin adı gibi onun Zeyd olduğunu rivayet etti

63) Urve’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Adnan’ın ötesindekini bilen birisini göremedik.

64) İbn Ebi Hayseme de şöyle demiştir:

Hiçbir alimin ilminde, hiçbir şairin şiirinde Adnan’ın oğlu Maad’ın ötesini sağlam olarak bilen hiçkimseyi göremedik. [72]

 

Rasulullah'ın Atalarının Temiz Ve Şerefli Olduğu

 

65) VasiIe Ibnu'1-Eska Hz. Peygamberi şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Allah, İbrahim’in soyundan İsmail’i, İsmail’in oğullarından Kinane oğullarını, Kinane oğullarından Kureyş’i, Kureyş’ten Haşimoğullarını, Haşim oğullarından da beni seçti.”[73]

66) Hz. Aişe (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Cebrail şöyle dedi: Yeryüzünün doğu ve batısını alt üst ettim Muhammed'den (s.a.v.) daha üstün birisini bulamadım. Yine yeryüzü nün doğusuyla batısını tamamen dolaştım. Haşim oğullarının evindeı daha üstün olan bir ev bulamadım." [74]

67) Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah'm (s.a.v.) şöyle dediğini rivayeı etmiştir:

"Ben -devirden devre ve aileden aileye geçerek seçilen- Adem o> ğulları soylarının en temizinden naklolundum. Sonunda şu içinde bu­lunduğum (Haşimi) topluluğundan ortaya çıktım." [75]

68) El-Abbas İbn Abdümuttalib şöyle anlattı:

-Ya Rasulellah! Kureyş oturup haseplerini (atalardan gelen şerei ve soyluluklarını) saydılar. Seni de çöplükte biten bir hurma ağacı gibi saydılar, dedim.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

-Yüce Allah mahlukatı yarattı ve beni onların en hayırlılarının i-çinde bulundurdu. Onları fırkalara ayırdığında beni iki fırkanın en ha­yırlısında bulundurdu. Sonra onları kabilelere ayırdı ve beni, en hayırlı kabilenin içinde bulundurdu. Sonra onları ailelere ayırdı ve beni onların en hayırlısı içinde bulundurdu. Ben sizin, aile yönünden de, en hayırlı-mzım, nefis yönünden de en hayırlmızım." [76]

69) Rabia da şöyle demiştir: Ensar'dan bazıları Hz. Peygamber'e (s.a.v.):

- Kendi kabilenden bazılarının Muhammed çöplükte biten hurma ağacı gibidir, dediklerini duyuyoruz, dediler.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

-  "Yüce Allah mahlukatmı yarattı sonra onları iki fırkaya ayırdı. Beni en hayırlı fırkanın içinde bulundurdu. Daha sonra onları kabilelere ayırdı. Beni en hayırlı olan kabilenin içinde bulundurdu. Ben sizin aile yönünden en hayırlmızım, nefis yönündende en hayırlmızım" dedi. [77]

 

Bütün Arapların Rasulullah'la Akraba Oldukları

 

70) Ibn Abbas şöyle demiştir. Kureyş'ten bir batın yoktur ki Rasu-lullah'la bir akrabalığı bulunmasın. Bunun üzerine şu ayet-i kerime in­miştir: "De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum." [78]

Yani aramızdaki akrabalık hukukuna riayet etmenizi istiyorum.

71) Eş-Şa'bi şöyle demiştir: Halk bize: "De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum" ayeti hak­kında çok gelip gitti.

Yani aramızdaki akrabalık hukukuna riayet etmenizi istiyorum diye manâ verilmiştir.

Bunun üzerine Ibn Abbas'a bir mektup yazdım. O da bana şu ce­vabı verdi: Rasulullah (s.a.v.) Kureyş arasında soylu^ birisiydi. Kureyş boylarından hiçbiri yoktur ki onu kendi soylarından saymasınlar. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum." [79]

Yani benim size akraba olmamı istersiniz ve beni bu konuda ko-rursunuz demek istiyor.

72) İbn Abbas, Allah Teala'nm: "Size kendinizden bir peygamber gelmiştir" [80] ayeti hakkında şöyle demiştir: Araplardan hiçbir kabile yoktur ki, Mudarlılan, Rabilüeri ve Yemanhları Hz. Peygamber'in so­yundan kabul etmesinler. [81]

 

Peygamberin "Ben Nikah Mahsulü Olarak Meydana Geldim. Zinadan Meydana Gelmedim" Demesi

 

73) Ali tbn Ebi Talib şöyle anlattı: Peygamber (s.a.v.): "Ben cahiliye devrinin kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmadan, ana ve babamdan meydana geldim. Adem'den, babama ve anneme gelip ulaşıncaya kadar, hep nikah mahsulü olarak meydana geldim, zinadan meydana gelme­dim" demiştir. [82]

74) Ibn Abbas, Rasulullah'm şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Be­nim anne ve babam asla zina yaparak birleşmediler. Allah beni devamlı temiz sulblerden temiz rahimlere süzülmüş ve tertemiz olarak nakletti. Ben en temiz cinsi birleşmede ortaya çıktım.' [83]

 

Abdulmuttalib'in Gördüğü Rüya Rasulullah'ın Varlığına Delalet Eder.

 

75) Abdulmuttalib anlatmıştır: Hicr'da uyurken beni korkuta bir rüya gördüm. Bu rüya sebebiyle çok huzursuz oldum. Kureyş'in bir ka­dın kahinine geldim. Üzerimde boncuklu bir ipek elbise vardı. Saçımın topuzu da omzuma vuruyordu.

Bana bakınca yüzümdeki değişikliği anladı. O sırada ben kavmi­min efendisi olduğumdan bana:

-  Efendimiz bana niçin rengi değişik bir vaziyette geldi. Onu bir felaket mi korkuttu acaba? dedi. Ona:

- Evet, dedim. Herkes önce kahin kadının sağ elini öpüyor, sonra onun elini kendi başına koyuyor ve isteğini açıklıyordu. Ben öyle yap­madım, çünkü kavmimin büyüğüydüm.

Oturup anlattım: Gece uykumda şöyle bir rüya gördüm. Yerden bir ağaç bitti. Tepesi göğe değdi. Dallarıyla doğu ve batıyı kapladı. Ondan daha parlak bir nur görmemiştim. O, güneşin ışığından doksan kat daha büyüktü. Arap ve Arap olmayanların ona secde ettiklerini gördüm. Onun büyüklüğü, ışığı ve yüksekliği her an artıyordu. Bir süre kayboluyor, bir süre de parlıyordu. Kureyş'ten bazılarının onun dallarına takıldıklarını gördüm. Bazı Kureyşlilerin de onu kesmek istediklerini gördüm. Onlar ağaca yaklaşınca bir genç onları geriye itti. Şimdiye kadar, ondan daha güzel yüzlü ve ondan daha güzel kokulu hiç kimse görmemiştim. O genç, onların bellerini kırıyor ve gözlerini oyuyordu. O ağaçtan biraz almak için elimi kaldırdım. O bana:

- Senin onda payın yok, dedi. Ben de:

- Peki, kimin payı var? dedim. O:

- Ona tırmananların ve senden önce yetişenlerin onda payı vardır, dedi.

Korku ve ürpertiyle uyandım. Kahin kadının yüzünün değiştiğini gördüm. Sonra bana: Eğer rüyan doğruysa, senin sulbünden, doğu ve batıya sahip olacak ve insanların kendisine boyun eğecekleri birisi çı­kacak, dedi.

Daha sonra Ebu Talib'e: Belki sen bu çocuğun amcasj olacaksın, dedi.

Rasulullah (s.a.v.) peygamber olarak ortaya çıktığında Ebu Talib bu olayı anlatır ve şöyle derdi: Allahu a'lem, o ağaç Ebu'l-Kasım Emin (Muhammed) di.

Ebu Talib'e: Ona inanmayacak mısın? denildiğinde; "Ayıbıma gi­diyor, utanıyorum," derdi. [84]

 

Halid İbn Said İbn Elasın Gördüğü Rüya Rasulullah'a Delalet Eder

 

76) Halid ibn Said şöyle anlatmıştır: Rasulullah (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmeden Önce bir gece uykumda şu rüyayı gördüm: Mek­ke'yi bir karanlık kaplamış ve kimse gözünün önünü göremiyordu. Bu haldeyken, (zemzemden) bir ışık çıktı ve göğe yükseldi. Beyti aydınlattı. Sonra bütün Mekke aydınlandı. Oradan Yesrib'in hurmalarına kadar gitti ve orayı da aydınlattı. Öyleki ben hurmaların koruk-larmı bile gö­rebilecek durumdaydım. Uyanınca rüyamı kardeşim Amr ibn Said'e an­lattım. Görüşleri isabetli birisiydi. Bana: Kardeşim! Bu iş, Abdul-muttalib oğulları içinde olacak. Onun, babalarının kabrinden çıktığını görmüyor musun? dedi.

Allah beni (onun vasıtasıyla) islam'a hidayet edince, Halid'in an­nesi (Ummu Halid): İslam'a ilk giren oğlumdur. Çünkü o, rüyasını Ra-sulullah'a (s.a.v.) anlattı. Rasulullah da:

- "Halid! Vallahi, o nur benim. Ben Allah'ın elçisiyim" dedi.

Rasulullah (s.a.v.), Allah'ın kendisiyle gönderdiği şeyi (dini) Ha-lid'e anlattı. Bunun üzerine Halid nıüslüman oldu. Ondan sonra da Amr müslüman oldu. [85]

 

Amr İbn Murre'nin Gördüğü Rüyaallahın Rasultrne Delalet Eder

 

77) Amr ibn Murre el-Cuheni anlatır: Cahiliye devrinde kavmim­den bazılarıyla, birlikte hacca gittim. Bir gün Mekke'de uyurken rü­yamda, Ka'be'den çıkarak yayılan bir ışık gördüm. Öyle ki bu ışık bana Ka'be'den, ta Yesrib'in dağına ve Cuheynelilerin tırnak altındaki etine varıncaya kadar aydınlattı. Işığın içinde bir ses duydum: Karanlıklar dağılıp ışık yayıldı. Peygamberlerin sonuncusu gönderildi.

Daha sonra başka bir aydınlık meydana geldi. Öyle ki Hîre'nin sa­raylarını ve Medainlilerin tırnak diplerini bile gördüm, ışığın içinde hî^ ses duydum. Şöyle diyordu: îslam ortaya çıktı. Putlar kırıldı ve akraba­lar haklarını gözettiler.

Korku ve dehşet içinde uyandım. Kavmime:

-  Vallahi, Kureyş'in bu kabilesi içinde bir olay olacak, dedim ve gördüğüm rüyayı onlara anlattım.

Memleketimize varınca, bize Ahmed adında birisinin peygamber olarak gönderildiği haberi geldi. Çıkıp yanına geldim. Gördüğüm rüyayı ona da anlattım. Bana şöyle dedi:

-  "Amr ibn Murre! Ben, Allah'ın bütün kullarına gönderilmiş bir peygamberim. Onları islam'a davet ediyorum. Onlara kan dökmemele­rini, sıla-i rahmi ve Allah'a ibadeti, putları reddetmeyi, Beyt'i haccet­meyi, Ramazan'da oruç tutmayı emrediyorum -ramazan on iki aydan birisidir,-  Kim icabet ederse, cennete girer. Kim isyan ederse, ona ce­hennem vardır. Amr ibn Murre! Allah'a iman et ki Allah seni cehennem korkusundan emin kılsın." [86]

Ben de şöyle dedim:

- Ya Rasulallah! Her ne kadar birçok kimsenin hoşuna gitmese de senin getirdiğin bütün helal ve haramlara iman ettim.

Sonra, adını duyduğumda söylediğim beyitleri okudum. Bizim bir putumuz vardı. Babam, o putun reisiydi. Kalkıp onun yanma gittim ve onu kırdım. Sonra da peygamber'e (s.a.v.) geldim.

- Ben Allah'ın hak olduğuna ve kendimin, taştan ilahları ilk ter-keden olduğuma şehadet ettim.

Kendisi ve babası insanların en hayırlısı, yıldızların üstünde, in­sanların hükümdarı olan Rasulle birlikte olmak için, engebeli yerlerden sonraki düz yerleri katetmek ve sana hicret etmek üzere paçaları sıva­dım.

Peygamber (s.a.v.):

- "Hoş geldin, Amr ibn Murre!" dedi. Ben de:

- "Ey Allah'ın Rasulü! Anam, babam sana feda olsun! Beni kavmi­me gönder. Belki Aziz ve Celil olan Allah, senin vasıtanla bana iyilikte bulunduğu gibi, benim vasıtamla onlara iyilikte bulunur," dedim.

Peygamber beni onlara gönderip:

- "Yumuşak ve doğru sözlü olman gerekir. Kaba, kibirli ve kıskanç olma," dedi. Kavmime geldim ve şöyle dedim:

-  "Ey Rifaa oğulları! Hayır, ey Cuheyne topluluğu! Ben Rasulul-lah'm size gönderdiği elçiyim. Sizi cennete davet ediyorum ve sizi ce­hennemden sakındırıyorum. Size kan dökmemeyi, akrabaya ilgi gös­termeyi, Allah'a ibadeti, putlara tapmamayı, Beyti haccetmeyi, on iki aydan birisi olan Ramazan'da oruç tutmayı   emrediyorum.   Kim icabet ederse ona cennet vardır. îsyan edene de cehennem vardır. Ey Cüheyne topluluğu! Allah sizi -hamd onadır- içinde bulunduğunuz kimselerin en seçkinlerinden kıldı. Cahiliye devrinde, diğer Araplara sevdirdiği şeyleri size sevdirmedi. Onlar iki kız kardeşi bir erkeğe nikahlıyorlardı. Erkek, babası öldükten sonra hanımını alabiliyordu (babasının, başka hanımı­nı). Haram ayda savaşıyorlardı. Lueyy ibn Galib oğullarından olan bu peygambere icabet edin ki, dünya ve ahiret şerefini elde edesiniz. Bu konuda acele edin ki Aziz ve Celil olan Allah'ın yanında sizin bir üstün­lüğünüz olsun."

Bir kişi hariç onlar bu davete icebet ettiler. Kabul etmeyen o kişi, kalkıp şöyle dedi:

- "Amr ibn Murre! Allah senin hayatını zehir etti! Bize, ilahlarımızı terkedip topluluğumuzu dağıtmamızı, Tihame halkından olan, ataları­mızın dinine karşı çıkıp bu Kureyşlinin davasını kabul etmeyi mi emre­diyorsun?! Bunu kabul edemem."

Sonra pis herif şu şiiri söylemeğe başladı:

Bu tbn Murre, Öyle bir söz getirdi ki, bu söz salâh (iyilik) isteyen kimsenin sözü değildir.

Ben onun sözünün ve hareketlerinin, uzun zaman geçse de birgün rüzgar (gibi gelip geçici) olacağını zannediyorum.

Geçmişdeki büyükleri ve liderleri akılsız mı sayalım? Kim bunu isterse, felaha eremez. Ben de:

- "Hangimiz yalan söylüyorsa Allah onun hayatını zehir etsin. Dil­siz hale getirsin ve gözünü kör etsin" dedim.

Bu konuşmayı yapanın önce ağzı yerinden oynamıştı. Yediği ye­meğin tadını anlayamazdı. Gözleri de kör olmuş ve konuşamaz hale gelmişti.

Amr ibn Murre'yle kavminden müslüman olanlar Rasulullah'a geldiler. Rasulullah (s.a.v.) onlara hoş geldin deyip hal hatırlarını sordu. Onlara, içinde şunların yazılı olduğu belgeyi verdi:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyle.

Bu, Allah Teala'dan doğru bir hak ve konuşan bir kitabla gelen Rasulünün diliyle Cuheyne ibn Zeyd'e ait Amr ibn Murre'nin yanında bir eman belgesidir: Humusu (beşte bir vergiyi) kabul etmek ve beş vakti kılmak üzere yerin içindekiler ve üzerindekiler, vadilerin yamaçların-dakiler ve üstündekiler size aittir. O, vadilerin bitkilerini (hayvanları­nıza) otlatırsınız ve sularını içersiniz. Eğer bir arada bulunursa kırk koyun ve otuzdan az devede iki koyun (zekat) vardır. Eğer ayrı ayrı o-lurlarsa, birer koyun vardır. Erzak sahibine sadaka (zekat) yoktur. A-ramızda yaptığımız (şu anlaşmaya) Allah ve hazır olan müslümanlar şahittir."

Bu olay, Amr ibn Murre'nin şu şiiri söylediği sırada olmuştur.

Görmedin mi? Allah, dinini üstün getirdi ve Amir'e Kur'an'ın deli­lini açıkladı.  

O, Rahman'dan gelen bir kitaptır. Hepimize ve bütün bedevi ve şehirli nesillerimize bir nurdur.

O (kitap), dünyanın çok karışık ve karanlık olduğu bir sırada, bü­tün yeryüzünde yürüyenlerin en hayırlısına ve en üstününe gelmiştir.

Düşmanların karınları ve böğürleri kılıç ve mızraklarla delik deşik olduğunda, biz Rasulullah'a itaat ettik.

Biz, savaşta, büyüklerin başları çekilip götürülürken, etrafımızda şerefin yükseldiği bir topluluğuz.

Biz savaşçı kimseleriz. Savaşı, cesur kimsenin avuçlarında parla­yan uzun ve beyaz şeylerle (kılıçlarla) karşılarız.

Etrafındaki Ensar'ın, onun göğsünü çeşitli mızraklarla koruduk­larını görürsün.

Harp başladığında o, her türlü tehlikenin içindedir. Aslanlarla birlikte savaşa devam ederken onun rengi açılır ve aslanlar arasındaki dolunayın ışığı gibi, yüzünün parlaklığı artar.

78) Yasir ibn Suveydi'den rivayet edildi: Rasulullah (s.a.v.) Yasir'i bir süvari birliği veya seriyye içinde yola çıkarmıştı. O sırada hanımı hamileydi. Onun bir çocuğu doğdu. Annesi çocuğu Rasulullah'a (s.a.v.) götürdü ve:

- Ya Rasulallah! Bu çocuğu, babası süvariler arasındayken doğur­dum, dedi.

Peygamber (s.a.v.) elini çocuğun üzerinde gezdirdikten sonra şöyle buyurdu:

-  "Allah'ım! Onların erkeklerini çoğalt! Kadınlarını azalt. Onları muhtaç ve yoksul yapma! Onların gençlerine fakirlik gösterme." Daha sonra şunu ilave etti: "Ona "Müsri=çabuk ve hızlı davranan" adını koy. Çünkü bu, islam'da çabuk ve hızlılıktır." [87]

 

Abdülmuttalib'in Ve Oğlu Abdullah'ın Zuhre Oğullarından Olan Hanımlarla Evlenmeleri

 

79) Abdulmuttalib, kendisi anlatmıştır:

"Kış seferinde Yemen'e gittim. Zebur okuyan bir yahudinin yanın­da konakladım. Yahudi bana:

- Abdulmuttalib! Vücudunun bazı yerlerine bakabilir miyini? dedi. Ben:

- Evet, ama avret olmayan yerlerine, dedim. Burun deliğimin birine baktı ve:

- Burun deliklerinden birinde hükümdarlık, diğerinde de peygam­berlik görüyorum, dedi ve "Senin "şa'a"n var mı? diye sordu.

- Şa'a ne demektir? dedim

- Zevce demektir, dedi. Ben de:

- Şimdilik yok, dedim. Yahudi:

- Mekke'ye varınca evlen, dedi.

Abdulmuttalib gelip Hale bint Vehb ibn Abdimenaf ibn Zuhre ile evlendi. Hale: Hanıza ve Safıyye'yi doğurdu.

Abdulmuttalib'in oğlu Abdullah, Amine bint Vehb'le   evlendi. A-mine de Rasulullah'ı (s.a.v.) doğurdu.

Kureyş, Abdullah babasına üstün geldi, derdi. Başka bir rivayette; o yahudi şöyle demiştir:

"Burnunun öbür deliğinde peygamberlik var. Biz bunu, Zuhre o-ğullarında görüyoruz. Dönünce onlardan bir kadınla evlen." [88]

 

Peygamberimizin Babası Abdullah

 

Abdullah, Kbu Talib ve ez-Zubeyr, Fatıma Bint Amr isimli aynı annedendi.

Abdulmuttalib'e birisi, rüyasında Zemzem kuyusunu kaz, demiş, ve yerini ona tarif etmişti.

Kazmaya başladı. O sırada el-Haris'ten başka çocuğu yoktu. Ku-reyş ona muhalefet etti. Bunun üzerine şöyle bir adakta bulundu. Eğer on oğlu olur, onlar da kendilerini koruyacak çağa erişirlerse, içlerinden birini Ka'be'nin yanında Allah'a kurban edecekti.

Abdulmuttalib oğullarının sayısı ona ulaşıp kendilerini koruyacak çağa geldiklerini görünce onlara yaptığı adağı söyledi. Çocuklar babala­rına itaat ettiler. Her biri adını bir fal okuna yazdı. Onları toplayıp Hu-bel'in bakıcısına verdi ve ona; "Bunların (oğullarımın) oklarım çek bakalım" dedi.

Abdullah'ın adı yazılı olan ok çıktı. Abdulmuttalib, Abdullah'ın e-linden tuttu. Onu kesmek için bir bıçak aldı. Bunu gören Kureyşliler toplantı yerlerinden kalkıp Abdulmuttalib'in yanına gittiler ve ona:

- Bunu yapma. Yoksa bu konuda mazur sayılmazsın onu bir arra-feye (kahin kadına) götür, dediler.

Kahin kadın Abdulmuttalib'e:

- Sizde bir insanın diyeti ne kadardır? dedi Abdulmuttalib:

- On devedir, dedi. Kahin kadın:

- Adamınızı ve on deveyi ok çektiğiniz yere yaklaştırın. Her ikisi arasında ok çekin. Ok adamınıza çıkarsa Rabbinız kabul edinceye kadar develerin sayısını artırıp ok çekmeye devam edin. Ok develere çıktığı zaman, onları boğazlarsınız. Artık Rabbiniz razı olmuş, adamınız da kurtulmuş demektir, dedi.

Abdullah'ı ve on deveyi ok çekme yerine yaklaştırdılar. Ok, Ab­dullah'a çıktı. Bunun üzerine on deve daha artırdılar. Develerin sayısı yirmiyi buldu. Ok yine Abdullah'a çıktı. Yine artırdılar. Yüz deveye u-îaşmcaya kadar böyle yapmaya devam ettiler. Bu defa ok develere çıktı. Artık develer boğazlandı. Boğazlanan develerin etlerinden insan hay­van, kurt kuş hiçbir canlının yemesine, almasına engel olunmadı. [89]

 

Abdullah'ın Amine Bint Vehble Evlenmesi

 

80) Abdullah'ın yerine develer kesilince, Abdullah babasıyla bir­likte giderken Varaka'nın kız kardeşi olan Unımu Kattal bint Nevfel ibn Esed ibn Abdiluzza'ya rastladı, Ummu Kattal:

- Abdullah! Nereye gidiyorsun? dedi. Abdullah:

- Babama gidiyorum, dedi. Ummu Kattal:

- Gel, şimdi benimle münasebette bulun. Senin yerine boğazlanan develer kadar sana deve var, dedi. Abdullah:

- Ben babamla birlikteyim. Ondan ayrılamam, dedi.

Abdulmuttalib onu Vehb İbn Abdimenaf İbn Zuhre'ye götürdü. Ona Amine'yi istedi. Abdullah onunla gerdeğe girdi ve bulunduğu yerde münasebette bulundu. Böylece Amine, Rasulullah'a (s.a.v.) hamile kaldı.

Abdullah Amine'nin yanından çıkıp kendisini ona teklif eden ka­dına geldi. Ona:

- Dün bana teklif ettiğini, bugün niye bana teklif etmiyorsun? dedi. Kadın ona:

- Dün sende olan nur, senden ayrıldı. Bugün sana ihtiyacım yok, diye cevap verdi.

Kadın bunu hıristiyan dininde olan ve kitapları okuyan kardeşi Varaka ibn Nevfel'den duymuştu. Varaka, bu ümmet içinde İsmail'in soyundan bir peygamber çıkacağını bilenlerdendi. [90]

81) İbn Abbas şunu anlattı: Abdulmuttalib evlendirmek için Ab­dullah'ı götürdüğünde, Tubalelilerden Fatıma Bint Murr isimli bir ka­hin kadının yanından geçirmişti. O kadın kitapları okumuştu. Abdullah'ın yüzünde bir nur görmüş ve şöyle demişti:

- Delikanlı! Sana yüz deve vereyim, benimle cinsi münasebet yapar mısın? Abdullah da ona:

- Ölmek haramı işlemekten daha kolaydır. Helal da, helal olmayan da açıktır.

Senin istediğin şey nasıl yerine getirilebilir? diyerek çekip gitmişti. [91]              

82) Ebu'l-Feyyaz da şunu anlatmıştır:

Abdullah, Has'amlı Fatıma Bint Murr isimli bir kadının yanından geçti Fatıma, en güzel ve en namuslu kadınlardandı. Kitapları okumuş­tu. O, kureyş gençlerinin dilindeydi. Abdullah'ın yüzünde peygamberlik nurunu görünce:

- Delikanlı! Sen kimsin? diye sordu. Abdullah ona kim olduğunu anlattı. Fatıma:

-  Yüz deve karşılığında benimle münasebette bulunur musun? dedi. Abdullah:

- Ölmek haramı işlemekten daha kolaydır. Helal de helal olmayan da açıktır.

Senin istediğin şey nasıl yerine getirilebilir? dedi ve hanımı Amine bint Vehb'in yanına gitti. Çünkü o, Amine'nin evinde kalıyordu. Daha sonra Has'amlı kadını, onun güzelliğini ve kendisine teklif ettiği şeyi hatırladı. Onun yanına gitti. İkinci gelişinde, ondan birinci defada gör­düğü iltifatı görmedi. Abdullah:

- Söylediğin şeyi yine istiyor musun? dedi. Kadın:

- Bu, ilk defaydı. Şimdi değil, diye cevap verdi. Böylece o kadın darb-ı mesel oldu. Kadın:

- Benden sonra ne yaptın? dedi. Abdullah:

- Hanımım Amine Bint Vehb'le yattım, dedi. Kadın:

* Vallahi, ben töhmetli birisi değilim. Fakat senin yüzünde pey­gamberlik nurunu gördüm. Bunun bende olmasını istedim. Şu var ki Allah, onu vermek istediği yere verdi, dedi.

Kureyş gençleri, Fatıma'nm, Abdullah İbn Abdilmuttalib'e teklif ettiği şeyi ve Abdullah'ın da ondan uzak durmasını duyunca bunu Fatı-ma'ya hatırlattılar. Fatıma şu şiiri söylemeğe başladı:

"Ben onun yüzünde hayrın parıldadığını gördüm.

Onun ziyasıyla, parlamasıyla, yağmur yağdıran siyah bulutlar parladı.

Ben, göz ucuyle ona baktığım zaman

Bu nurun, onu ve çevresindekileri dolunayın dünyayı aydınlattığı gibi, aydınlatmakta olduğunu gördüm.

Ben, onu elde etmekle, her zaman, Övünebileceğim bir şeref ka­zanmak istemiştim.

Fakat, her çakmak taşım çakan, kıvılcım çıkaramaz ki.

Umeyne'nin Haşim oğullarından nuru ve aydınlığı çekip alması, Fitillerin, kandilin yağım çekmesine benzer!

Gencin elde ettiği her kıymetli şey bir azm mahsulü olmadığı gibi, Her kaybettiği de bir za'f eseri değildir. Sen birşey talep ettiğin zaman, usulünce, güzelce hareket et.

Seni, ya uyuşup buruşmuş olan el, ya da, parmak uçlarıyla birlikte açılmış olan el, ona kavuşturur.

Umeyne ondan nuru çekip alınca, gözüm onu görmez oldu ve dili­min gücü kalmadı. [92]

 

Rasulullah’a Hamileliği Sırasında Amine'nin Başına Gelenler

 

83) Vehb Ibn Rabia'mn halası anlatmıştır: Amine Bint Vehb'in Rasulullah'a hamileyken şöyle dediğini duymuştuk: Ona hamile oldu­ğumu hissetmedim. Diğer kadınlar gibi onun ağırlığını duymadım. Hatta hayız görmemin kalktığını kabul etmedim. Uykuyla uyanıklık a-rasmdayken birisi bana gelip şöyle dedi: Sen hamile olduğunu biliyor musun? Ben de sanki şöyle diyordum: Bilmiyorum. Bunun üzerine o: Sen bu ümmetin seyyidine (efendisine) ve peygamberine hamilesin, dedi.

Bu olay pazartesi gunu olmuştu.

Bu bana, hamileliğin;i bildiren hallerden birisiydi. Aradan bir müddet geçti. Doğum yapma zamanım yaklaştı, daha önce gelen kimse yine geldi ve şöyle dedi:

- Her hasetçinin şerrinden onu, tek olana ısmarlanın, de.

Dilimle bunu tekrar edip duruyordum. Kadınlar, kollarına ve boy­nuna bir demir takın dediler

Dediklerini yaptım. Birkaç gun sonra onun kopmuş olduğunu gö­rüyordum. Sanra onu takınmaktan vazgeçtim.

Amine şöyle de demiştir: Onu takındım. Doğuruncaya kadar hiçbir meşakkat çekmedim.

Amine'ye çocuğun adını Ahmed koyması emredilmişti. [93]  

 

Abdullah İbn Abdilmuttalib’in Vefatı

 

Abdullah, Kisra Nuşirevan'm hükümdar oluşundan yirmidört yıl sonra doğdu. Sonra Amine ile evlendi. Amine, Rasulullah'a (s.a.v.) ha­mileyken Abdullah vefat etti.

84) Eyyub ibn Abdirrahman anlattı:

Abdullah ibn Abdilmuttalib, Kureyşlilerin ticaret mallarını taşı­yan kafilelerden birine katılarak Şam'a gitti. Yüklerini boşaltıp geri dönmek üzere yola çıktılar. Medine'ye uğradılar.

Abdullah o sırada hastaydı. Arkadaşlarına:

- Ben burada, dayılarım Adiyy ibn Neccar oğullarının yanında bi­raz kalayım, dedi ve hasta olarak onların yanında bir ay kaldı. Kafile arkadaşları yollarına devam edip Mekke'ye geldiler.

Abduhnuttalib onlara Abdullah'ı sordu. Onlar:

- Onu, dayılarının yanında bıraktık. O, hastaydı, dediler.

Bunun üzerine, Abdulmuttalib en büyük oğlu, el-Haris'i, Medi­ne'ye Abdullah'ın yanma gönderdi. El-Haris, Abdullah'ın vefat etmiş ve Adiyy ibnu'n-Neccar oğullarından birisi olan en-Nabiğa'nm evine gö­mülmüş olduğunu öğrendi.

El-Haris Mekke'ye dönüp durumu babasına haber verdi. Abdul­muttalib çok üzüldü.

Peygamber (s.a.v.) o sırada annesinden doğmamıştı. Abdullah vefat ettiğinde, yirmibeş yaşındaydı.

85) El-Vakıdi şöyle demiştir:

Abdullah miras olarak şunları bırakmıştır:

Ummu Eymen isimli bir cariye, beş deve, birkaç davar. Bunlara Rasulullah (s.a.v.) mirasçı olmuştur.

Abdullah'ın Rasulullah (s.a.v.) doğduktan sonra vefat ettiği de söylenmiştir. Bu doğru değildir. [94]

 

Peygamberimizin Doğumu

 

Peygamber (s.a.v.) fîl yılında, rabiulevvel ayının onunda pazartesi günü doğmuştur.

Rabiulevvelin ikisinde ve onikisinde doğduğu da söylenmiştir. İbn Abbas: Fil yılında doğdu, demiştir.

Filin gelişi ve sahiplerinin helak oluşu, Muharrem ayının çıkma­sına onüç gece kala, pazar günü olmuştu. O yıl Muharrem'in ilk günü cuma günüydü. Bu da Kisra Nuşirevan hükümdar olduktan kırk iki yıl sonra oldu.

Hz. Peygamberin Haccac'ın kardeşi Muhammed ibn Yusuf es-Sekafî'nin evi diye bilinen evde doğduğu söylenmiştir.

Yine Rasulullah'm (s.a.y.) o evi, Akil İbn Ebi Talib'e verdiği söy­lenmiştir. Ev, vefatına kadar Akil'de kaldı. Akil'in vefatından sonra oğlu, evi Muhammed ibn Yusuf a sattı. O da, ibn Yusuf konağı denen evi inşa etti. O evi kendi evine katmıştı. Sonunda Hayzuran hatun onu çıkarıp içinde namaz kılınan bir mescit haline getirdi.

86) Ebu Katade «öyle der:

Bir adam, Rasulullaha \t>.a.\.) pazartesi günü oruç tutmak hak­kında sordu. Rasulullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Bu, benim doğduğum ve bana Kur'an'ın indirildiği gündür." [95]

87) İbn îshak şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.v.), Fil yılında Rabiulevvel ayının onikisinde, pa­zartesi günü doğdu. [96]

88) Ez-Zuhri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Filden on yıl sonra doğdu. Bu, doğru değildir.

89) El-Bera şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.v.), Rabiulevvelin sekizinde, nisanın onuncu gü­nünde, pazartesi günü doğdu.

90) Hassan ibn Sabit şöyle demiştir:

Ben, yedi sekiz yaşlarında duyduklarımı kavrayabilecek vücudu gelişkin bir çocuktum, bin gün, bir yahudinin:

- Ey yahudi topluluğu! diye bağırdığını duydum. Yahudiler topla­nınca:

- Kahrolasıca! Neyin var? dediler. Yahudi:

-  Ahmed dünyaya geldiğinde doğacak olan yıldız bu gece doğdu, dedi. [97]

Yahudi O'na (Rasulullah'a) yetişti ama iman etmedi.

91) Yine Hassan şöyle anlattı:

Ben, sabah vakti, yüksek bir köşkteydim. O güne kadar daha et­kilisini duymadığım bir ses işittim. Medine köşklerinden birinde, ya­nında bir meşale tutan bir yahudinin sesiydi bu. Halk onun etrafına toplanıp:

- Kahrolasıca! Neyin var? dedi. O da:

- Bu Ahmed'in yıldızıdır, doğdu. Bu sadece peygamberlik sebebiyle doğan yıldızdır. Peygamberlerden de sadece Ahmed kaldı, dedi.

Halk onunla alay etmeğe ve yaptıklarını tuhaf görmeğe başladılar. [98]

 

Fil Olayı

 

Siyer alimlerinin bildirdiğine göre: Ebrehe benzeri görülmemiş bir kilise yaptırıp: "Arap hacılarının haclarını buraya çevirmedikçe geri durmayacağım" dedi.

Araplar bunu öğrenince, birisi gidip kilisenin içine pisledi.

Ebrehe buna çok kızdı ve Ka'be'ye gidip onu yıkacağına yemin etti.

Ebrehe yola çıktı. Fil de yanındaydı. Mekke'ye varınca malları yağmaladı. Arkadaşlarından birine Mekke halkının liderini ara bul ve ona:

-Biz sizinle çarpışmak için gelmedik. Ancak şu Beyt'i (Ka'be'yi) yıkmağa geldik de, dedi.

Ona Mekke halkının lideri olarak Abdulmuttalib gösterildi. Arka­daşı, Ebrehe'nin dediklerini Abdulmuttalib'e bildirdi. Abdulmuttalib de şu cevabı verdi:

-Vallahi, biz onunla çarpışmak istemeyiz. Zaten, bizde, buna yete­cek güç de yoktur. Bu, Allah'ın Beyt-i haramıdır ve Halil'i (dostu) İbra­him'in Beyti'dir. Eğer, Allah Beyt'ini ondan korursa, o kendi Beyt'idir.

Daha sonra Abdulmuttalib Ebrehe'ye götürüldü. Ebrehe ona ik­ramda bulunup saygıda kusur etmedi. Ebrehe:

- Arzun nedir? diye sordu. Abdulmuttalib:

- Dileğim: Ebrehe'nin ele geçirdiği ikiyüz devemin bana geri veril­mesidir, dedi. Ebrehe tecrümanma:

-  Ona şöyle söyle: Seni gördüğüm zaman hoşuma- gitmiştin. Be­nimle konuşunca gözümden düştün.

Çünkü sen, yıkmak için geldiğim, senin dinin ve atalarının dini olan Beyt'i bırakıp götürdüğüm ikiyüz deven hakkında benimle konuş­tun da, Beyt hakkında benimle hiç konuşmadın, dedi. Abdulmuttalib:

- Ben develerin sahibiyim, Beyt'in de sahibi yardır. Onu, koruyacak O'dur, dedi.

Abdulmuttalib Kureyş'in yanına gitti. Onlara, Ebrehe'nin askerle­rinin zararlarından korunmak için Mekke'den çıkıp dağ başlarına ve kuytu yerlere dağılmalarını emretti. Sonra kalkıp Ka'be'nin halkasın­dan tuttu ve şöyle dedi:

"Rabbim! Onlara karşı sadece seni istiyorum. Rabbim! onlardan yardımını esirge. Beyt'in düşmanı senin de düşmanındır. Onların;, avlunu ftaA.\~u "^melerine engel ol. Bir kul bile evini barkını sakınır, korur.

Sende buraya konanları, hürmeti tehlikeye uğramış olanları koru.

Onların haçları ve kuvvetleri, Yarın, senin kuvvetine asla üstün gelemeyecektir. Onlar beldelerinin topluluklarım ve bir de Fili çektiler, getirdiler, Iyaline hakaret etmek için.

Hileleriyle -cahillikleri yüzünden- senin koruna kasdettiler. Senin celalini ve büyüklüğünü gözetmediler. Eğer, sen onları Ka'bemizle başbaşa bırakacak olursan, O da senin bileceğin bir iştir."

Daha sonra Ebrehe Mekke'ye girmeye hazırlandı. Fili de hazırladı. Nafeyl ibn Habib el-Has'ami gelip filin kulağına: Mahmud! Çök! Geldi­ğin yerden dön. Çünkü sen, Allah'ın haram olan beldesindesin, dedi ve fil kendini yere attı.

Nufeyl koşarak dağa gitti. Kalkması için file vurdular. Fil ayağa kalkmadı. Filin yönünü Yemen'e doğru çevirdiklerinde hemen kalktı. Yönünü Mekke'ye çevirdiklerinde yere çöktü.

Yüce Allah, kırlangıçlara benzeyen kuşlar gönderdi. Her kuş biri gagasında, ikisi de ayaklarında olmak üzere, nohut ve mercimek bü­yüklüğünde üçer taş taşımaktaydı. Taşlar dokunduğu herkesi öldürü­yordu.

Ebrehe'nin askerleri geldikleri yolu takip ederek kaçmaya başla­dılar. Nerede olsalar, dağlarda ve ovalarda ölüyorlardı.

Ebrehe'nin vücudu bir hastalığa yakalandı. Parmakları döküldü. Onu San'a'ya götürdüler. Vücudu civciv kadar kalmıştı. Kalbi parçala-nıncaya kadar ölmemişti.

İşte bu yılda, Rasulullah (s.a.v.) doğdu. [99]

tbn Kuteybe şöyle demiştir: Rasulullah'ın (s.a.v.) Fil yılında doğ­duğunda insanlar ittifak etmişlerdir.

Hakim ibn Hizam, Huveytıb ibn Abdiluzza ve Hassan ibn Sabit

bunu gözleriyle görmüşlerdir. Bunların hepsi altmış yıl cahiliye devrin­de altmış yıl da islanıi devirde yaşamışlardır. Şairler bu konuda, gözle gördüklerim söylemişlerdir.

Bunlar arasında cahiliye devrinde yaşayan Nufeyl ibn Habib de vardı. Habeşistanlılar Mekke'ye giden yolu kendilerine göstermesi için onu tutmuşlar, o da bir yolunu bularak onlardan kaçmıştı.

Nufeyl bu arada şu şiiri söylemişti:

"Ey Rudeyne! Sana bizden selam söylenmedi mi?

Bu sabah, biz size: Gözleriniz aydın olsun dedik.

O Muhassab'ın çakıllı derenin yanında

Bizim gördüğümüzü görseydin,

Her halde beni mazur görürdün.

Bir takım kuşlar görüp üzerimize atılan taşlardan korktuğum za­man Allah'a hamdettim.

Sanki, üzerimde, Habeşlilere bir borcum varmış gibi,

Herkes Nufeyl'i sorup duruyordu."

Umeyye İbn Ebi's-Salt da şu beyitleri söylemişti:

Şüphe yok ki, Rabbimizin ayetleri apaçıktır.

Onlar hakkında, katı inkarcı olanlardan başkası tartışmaz.

Rab, Muğammis'te Fili tuttu yürütmedi.

Fil, böğründen vurulup yaralanmış,

Ayakları tutmaz olmuş gibi süründü.

92) Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

"Ben filin sürücüsüyle seyisini Mekke'de her ikisinin de gözleri kör, kütürüm bir halde halktan yiyecek dilenirlerken gördüm." [100]

îbn Kuteybe şöyle demiştir: Fil olayında kuşları musallat eden ilaha delil vardır. İlah bunu, beğendiği kimseleri üstün kılmak, beğen­mediklerini de helak etmek için yapmıştır. Bunu Kureyş'in galip gelmesi için yapmamıştır. Çünkü onlar, kitapları olmayan kafirlerdi. Habeşli-lerin ise kitapları vardı.

Bununla kastedilenin Muhammed'in tevhide davet eden birisi ol­duğu açıktır.

93) Yine Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben, Mek­ke'de filin sürücüsüyle seyisini gözleri kör ve kütürüm bir vaziyette ek-mek parası dilenirlerken gördüm." [101]

 

Amine'nin Rasulullahı Doğurduğunda Meydana Gelen Olaylar

 

94) Amine şöyle demiştir; Muhammed'in doğduğu gece Şam-sa­raylarım aydınlatan bir ışık gördüm. Bu ışık sayesinde o sarayları gör­düm. [102]

95) Amine şunu da anlatmıştır: Doğum sancısı tuttuğunda, yıldız­lara bakmaya başladım. Yıldızların sarktıklarını görüyor ve üzerime düşecekler" diyordum. [103]

Amine, Rasulullah'ı (s.a.v.) doğurduğunda, ondan evin aydınlan­dığı bir ışık çıktı ve o ışıktan başka birşey göremez olmuştu.

96) Eş-Şifa Ummu Abdirrahman şöyle anlattı: Muhammed do­ğunca ellerini yere dayamış yüksek sesle bağırmıştı. Onun Rabbin sana merhamet etsin, dediğini duydum.

Es-Şifa şunu da anlattı:

Doğuyla batının arası benim için aydınlandı. Öyle ki Şam'ın bazı saraylarını gördüm.

Daha sonra yattım. Devamlı, karanlıkta kalma korkusu ve titreme hissediyordum. Sonra sağımda bir aydınlık oldu. Birisinin: Onu nereye götürdün? dediğini duydum.

O kişi: Onu batıya götürdüm, dedi. Korku, karanlıkta kalma ve titreme hissi bana tekrar geldi. Daha sonra solumda bir aydınlık oldu. Yine birinin: Onu nereye götürdün? dediğini duydum.

O kişi: Onu doğuya götürdüm, asla dönmeyecek diye cevap verdi.

Bu anlattıklarım zihinlerden çıkmadan Allah Rasulünü gönderdi. Ben ilk müslümanlar arasındaydım.

97) Amine şöyle demiştir: Onu (Muhammed'i) dizleri üzere çök­müş, semaya bakar bir halde doğurdum. O, yerden bir avuç toprak aldı. Secde etmek üzere eğildi. Göbeği kesik olarak doğdu. Onun üzerine bir kap koymuştum. Süt getirmek için baş parmağım emerken kabın onun için yarılmış olduğunu gördüm. [104]

98) Rasulullah (s.a.v.) doğduğunda, Mekke'de bir yahudi vardı. Sabah olunca yahudi:

-Kureyşliler! Bu gece, sizlerden birisinin çocuğu doğdu mu? diye sordu. Kureyşliler:

-Bilmiyoruz, dediler. Yahudi:

-Bu gece Arapların peygamberi doğdu. Onun iki kürek kemiği a-rasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan-bir ben vardır, dedi.

Kureyşliler evlerine döndüklerinde ailelerine: Abdulmuttalib'in oğlu oldu mu? diye sordular. Aileleri:

- Evet, dediler. Bunun üzerine yahudi:

- Peygamberlik İsrail oğullarından gitti, dedi. [105]

99) Ebu Umame'den rivayet edildiğine göre, Rasuluüah (s.a.v.) şöyle demiştir: Annem, kendisinden, Şam saraylarının aydınlandığı bir ışık çıktığım gördü. [106]

100) Ikrime'nin rivayet ettiğine göre: Annesi Rasulullah'ı doğur­duğunda onu bir çanağın altına koydu. Çanak onun için yarıldı. Onun, çanağın yarığından gözünü semaya dikerek baktığını gördüm. [107]

101) Vehb Ibn Zem'a'nın halası şunu anlatmıştır: Amine Rasulul­lah'ı (s.a.v.) doğurunca, Abdulmuttalib'e haber gönderdi. Müjdeci geldi­ğinde Abdulmuttalib, Hıcr'da oğlu ve kavminden bazı kimselerle birlikte oturuyordu. Ona Amine'nin bir erkek çocuğu doğurduğunu haber verdi­ler. Abdulmuttalib buna çok sevindi. Kendisi ve oradakiler hemen kalkıp Amine'yi görmeye geldiler. Amine gördüğü her şeyi kendisine söylenen ve emredilenleri ona anlattı. Abdulmuttalib çocuğu alıp Ka'be'nin içine götürdü. Orada Allah'a dua etmek ve bu ihsanından dolayı şükretmek üzere ayağa kalktı.

îbn Vakıd; Bana Abdulmuttalib'in n gün şu şiiri söylediği haber verildi demiştir.

"Bu, elbisesi hoş çocuğu bana veren Allah'a hamdolsun. O, daha beşikteyken çocuklara efendi olmuştur.               (Hacer-i esved v.s. gibi) rükünleri olan Beyt (Kabe) onun sığınağı ol­sun.

Ta ki ben onu yetişmiş görünceye kadar kötülerin şerrinden ko­runsun.

Tutarsız hasetciden korunsun."

102) El-Abbas şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) sünnetli ve göbeği kesik olarak doğmuştur. Dedesi Abdulmuttaiib şaşırarak: Benim oğlu­mun önemli bir durumu ve şanı yüce olacak, dedi. [108]

103) Abdurrahman ibn Avf şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.v.) doğduğunda aslında mezarlık olan ve Kureyşlile-rin elbiselerini yıkadığı Hacun'da, Ebu Kubeys'in tepesinde cin şöyle dedi:

Yemin ederim! Zühre oğullarından övünç sahibi ve birçok şerefli kabile arasında Rabbiyle konuşanı doğurduğu gibi hiçbir insan dişisi onun gibi birisim doğurmamış tır.

O, insanların en hayırlısı Ahmed'i doğurmuştur. Bir çocuk ikram­da bulundu ve onun babasına ikramda bulunuldu.

Ebu Kubeys'teki şu şiirleri de söyledi:

Ey Mekke sakinleri, hata yapmayın! (Bu) işi, daha önceki hare­ketle ayırın.

Zuhre oğulları, geçen meselede, sizin ve bedevilerin en iyilerin-dendi.

O, sizden birisidir. Bize, daha önceki insanlar ve şimdikiler ara­sından, çocuğu Allah'tan korkan peygamber gibi olan ve onlara benze­meyen birisini getir. [109]

 

Rasulullah Göbeği Kesik Ve Sünnetli Olarak Doğmuştur

 

104) Enes'ten rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Benim sünnet edilmiş olarak doğmam ve hiçbir kimsenin ayıp yerlerimi görmemesi şerefli oluşumdandır," [110]

Eğer şöyle denilirse; Niye şeytanın nasibinden temiz kalpli olarak doğmadı da göğsü yarılıp kalbi çıkarıldı?

İbn Akil şu cevabı verdi: Çünkü Allah Teala, iki temizliğin en dü­şüğü olan, ebe ve doktorun yapmasıyla gerçekleşenini sakladı. Bunların en şereflisi olan kalp temizliğini açığa vurdu. Güzelleşme alametlerini ve vahiy yollarında masum olmaya (günahsız olmaya) gösterilen itinayı gösterdi. [111]

 

Rasulullah'ın Doğduğu Gece Meydana Gelen Olaylar

 

105) Mahzum ibn Hani, yüzelli yaşındaki babasından rivayet et­miştir:

Rasulullah'ın (s.a.v.) doğduğu gece Kisra'nm sarayı sarsıldı ve on~ dört şerefesi yıkıldı. Save gölünün suyu çekildi. İranlıların bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri söndü.

İran'ın başkadısı ve din adamı Mubezan, aynı gece, rüyasında bazı serkeş develerin bazı arap atlarını Önlerine katarak Dicle nehrini geç­tiklerini ve Iran topraklarına yayıldıklarını gördü.

Iran Kisrası sabah olunca, başına gelen hadiseden dolayı çok korktu. Bir süre cesaretli görünmeye çalıştıysa da sonra vezirlerinden ve ileri gelen kişilerden saklamamayı uygun gördü.

Tacım giydi. Tahtına oturdu. Onları huzuruna, çağırıp topladı. Onlara:

-Benim size niye haber gönderdiğimi biliyor musunuz? dedi. On­lar:

- Hayır! Biz, hükümdarın, bu konuda, bize vereceği bilgiden başka bir şey bilmiyoruz, dediler.

O sırada, iranlıların ateşlerinin söndüğünü bildiren mektup geldi ve bu, Kisra'nm üzüntüsünü tamamen artırdı. Mubezan:

-Allah, hükümdara iyilikler versin! Ben de bu gece, bir rüya gör­düm diyerek develerin rüyasında yaptıklarını anlattı. Kisra:

-Mubezan! Acaba bu neye delalettir? dedi. Mubezan:

-Araplar tarafından önemli bir olay olacağına delalet olabilir, dedi.

Bunun üzerine Kisra şunları yazdı:

"Krallar kralı Kisra'dan en-Nu'man ibnu'l-Munzir'e,

îmdi sen bana bir ilim adamı gönder. Ona, bazı şeyler sormak is­tiyorum."

En-Nu'man ibnu'l-Munzir, Kisra'ya Abdulmesih ibn Amr ibn Hay-yan ibn Bukayle el-Gassani'yi gönderdi.

Abdulmesih gelince, Kisra:

- Senden sormak istediklerim hakkında bilgin var mı? diye sordu. Abdulmesih:

- Hükümdar, soracaklarım bana bildirsin, eğer o konuda bir bilgim varsa, sorusunu cevaplandırırım. Cevaplandıramazsam, bunu cevapla­yabilecek birisini haber veririm, dedi.

Kisra, gördüklerini Abdulmesih'e anlatınca, Abdulnıesih:

- Bunu Meşarif-i Şam'da oturan dayım Satih bilir, dedi. Kisra:

-  Öyleyse hemen ona git, sana sorduklarımı ona sor ve cevabını bana getir, dedi.

Abdulmesih hayvanına atlayıp ölmek üzere olan Satih'e yetişti. Ona selam verdi. Hal ve hatırını sordu. Satih hiç cevap vermedi.

Bunun üzerine Abdulmesih şu şiiri söylemeğe başladı:

"Yemen diyarının ulu kişisi sağır mıdır?

Yoksa işitiyor da, aldırış mı etmiyor?

Yoksa ölüp gitti de, bizleri büsbütün ye's içinde mi bıraktı.

Ey mühim ve müşkil meselelerin çözümleyicisi şeyh!

Büyük ve sayılır cemaatin şeyhi olan hemşirezaden,

Iran şahı tarafından gönderilmekle,

Dağ ve ova, gündüz ve gece demeden ve yollardaki tehlikelere

Aldırış etmeden son süratle sana geldi.

Bütün bilginlerin aciz kaldığı büyük işleri,

Senden sorup öğrenmek ister."

Satih, Abdulmesih'in şiirini duyunca, başını kaldırdı ve:

- Abdulmesih, devesine binerek Satih'e geldi. Ama o şimdi, kabre girmek üzeredir. Seni Sasan oğullarının hükümdarı, sarayının sarsıl­ması, ateşlerin sönmesi, Mubezan'ın rüyası sebebiyle gönderdi. Mube-zan rüyasında bazı arap atlarını önüne katan serkeş develerin Dicle nehrini geçip İran topraklarına yayıldıklarını gördü.

Abdulmesih! Ne zaman (ilahi vahyi) okuma çoğalır, asa sahibi gönderilir, Semave vadisi taşar, Save gölünün suyu çekilir, Farslılarm ateşleri sönerse, artık Şam, Satih'in Şam'ı değildir. Yıkılan şerefeleri sayısınca, onlardan kral ve kraliçe gelir ve artık olacak olur dedi ve ol­duğu yerde öldü.

Abdulmesih şu şiiri söyleyerek hayvanına atladı:

"Paçaları sıva! Çünkü sen yapmağa niyet ettiğini yapan tecrübeli birisin. Seni, ne tefrika ne de değişiklik korkutur.

Sasan oğullarının mülkü (saltanatı) giderse, bu dehir (zaman) de­nen şey halden hale geçer.

Belki bir gün onlar, aslanların bile saldırılarından korktukları de­recede olabilirler.

Sarh'ın kardeşi Buhram, onun kardeşleri, Hürmüzan ve Sahurlar onlardandır.

İnsanlar bir babanın başka annelerden olan çocuklarıdır. Onun, azalttığını anlarlarsa, o hakir görülür ve terkedilir.

Onlar, aynı annenin oğullarıdır. Eğer bir savaş çıktığını görürler­se, (bilirler ki) o, gaybteki tarafından korunur ve muzaffer kılınır.

iyilik ve kötülük aynı ipe bağlanmışlardır. Ancak iyiliğe uyulur, kötülükten sakınılır."

Abdulmesih, Kisra'nın yanına gelince Satih'in söylediklerini ona haber verdi. Kisra:

-Bizden ondört hükümdar çıkıncaya kadar hakimiyetimiz sürüp gidecek, dedi.

Onlardan, dört yıl içinde on hükümdar gelip geçmiş,, kalan dördü de Osman ibn Affan'm halifeliğine kadar hüküm sürebilmiştir.

Satih et yığını halindeydi. Vücudunun kafatası ve elleri hariç hiç­bir yerinde kemik ve sinir yoktu. Elbise gibi, köprücük kemiğinin bu­lunması gereken yerden ayaklarına kadar durulurdu. Onun dilinden başka hiçbir şeyi hareket etmezdi. Bir tahta döşeme üzerinde taşınırdı. [112]

 

Rasulullahın Yaşadığı Yıllarda Meydana Gelen En Önemli Olaylar

 

Eyvanın çatlaması, Fil olayı ve Cebele günü, Rasulullah'm (s.a.v.) doğumunun ilk yılında meydana gelen en büyük olaylardandı.

106) Ebu Ubeyde şöyle demiştir:

Cebele günü, Arapların en büyük olaylarındandır. O, Rasulullah'm doğduğu yılda olmuştu. Amirle Abs'in lehine, Zibyan'la Temim'in aley­hine neticelenmişti.

Er-Razi şöyle demiştir: Abs'la Zibyan, zarardan çekindikleri için kafataslarını kılıçlarının üzerinde bıraktılar.

* Yedi yaşındayken o, şiddetli bir göz ağrısına tutuldu. Mekke'de tedaviye çalışıldı ama tedavi fayda vermedi. Abdulmuttalib'e: Ukaz ta­rafında gözleri tedavi eden bir rahip var, denildi.

Abdulmuttalib hayvanına binip o rahibe gitti. Manastır kapalıydı. Rahib'e seslendi. Abdulmuttalib'e cevap vermedi. Rahib'in manastırı sallandı. Başına yıkılmasından korkup hemen dışarı çıktı ve:

-Abdulmuttalib! Bu çocuk bu ümmetin peygamberidir. Eğer ben senin yanına çıkmasaydım, manastırım tepeme çökerdi. Onu geri götür ve koru. Ehl-i kitaptan bazısı onu öldürebilir, dedi.

Sonra onu tedaviye başladı ve onu iyileştirecek ilacı verdi.

Allah Teala kavminin ve kendisini gören herkesin kalbine onun sevgisini verdi.

* Sekiz yaşındayken Abdulmuttalib öldü ve Ebu Talib onu hima­yesine aldı. Kisra Nuşirevan Öldü ve yerine oğlu Hürmüz geçti.

* On yaşındayken birinci Ficar oldu.

On yaşım geçtikten sonra amcası ez-Zubeyr'Ie birlikte bir yolculu­ğa çıktı. Geçmek isteyenlere engel olan aygır develerin bulunduğu bir vadiye uğradılar. Diğerleri dönmek istediler. Rasulullah (s.a.v.) da: Bu konuda ben size yardımcı olabilirim, dedi ve kafilenin önüne geçti. Deve onu görünce çöktü ve göğsünü yer& yapıştırdı. Rasulullah (s.a.v.) deve­sinden inip ona bindi. Vadiyi geçinceye kadar gitti. Daha sonra ondan indi. Yolculuklarından dönünce, yerden kaynayan sularla dolu bir vadi­ye uğradılar. Orada durdular. Rasulullah (s.a.v.):

-Beni takip edin, dedi ve ilerledi. Diğerleri de onu takip etti. Böy­lece Allah suyu kuruttu. Mekke'ye vardıklarında, bunu anlattılar. Halk bunun üzerine: Bu çocuğun Önemli bir durumu var, dedi.

Ka'be'nin gölgesinde Abdulmuttalib'e bir minder serilir, oğullan onun etrafında otururlardı. Rasulullah (s.a.v.), daha küçük çocukken, ge­lir dedesinin yerine otururdu. Amcaları onu, geri çekmek için tuttukların­da, dedesi: Bırakın oğulumu, Vallahi onun önemli bir durumu var, derdi.

* Ondört yaşındayken sonuncu Ficar oldu.

* Onbeş yaşındayken Ukaz panayırı kuruldu.

* Ondokuz yaşındayken Kisra'nm oğlu Hürmüz öldü, yerine oğlu Perviz geçti.

* Yirmi yaşındayken Hilfu'l-fudul oldu.

* Otuzbeş yaşındayken Ka'be yıkılıp yeniden yapıldı.

* Kırk yaşına gelince peygamber oldu ve ona vahiy geldi.

* Peygamber olduktan yirmi gün sonra, şeytanlar alevden taşlarla taşlandı.

* Peygamberliğini üç yıl gizledikten sonra: "Sana emredileni açıkça şöyle" ayeti indi. [113].

Kureyş Önce ona karşı çıkmıyordu. Rasulullah onların ilahlarına hakaret edince, ona ve ashabına işkence ettiler.

* Peygamberliğinin beşinci senesinde, ashabına, Habeşistan'a hicret etmelerini emretti.

* Peygamberliğinin yedinci senesinde Buas vakası meydana geldi.

* Peygamberliğinin onuncu yılında Ebu Talib Öldü. Üç gün sonra da Hadice öldü.

* Onbirinci yılda kendisini kabilelere arzetmeye başladı.

* Onikinci yılda miraç oldu.

* Onüçüncü yılda, Akabe'de Ensar'la beyatleşti.

* Hicretin ilk yılında, mağaraya gitti. Orada Muhacirlerle Ensarı birbiriyle kardeş yaptı.

* Hicretin ikinci yılında kıble Ka'be'ye doğru çevrildi. Ramazan'da oruç tutmak farz kılındı. Bedir Savaşı oldu.

* Hicretin üçüncü yılında Uhud savaşı yedinci yılında Hayber sa­vaşı oldu.

*Sekizinci yılda Mekke fethedildi.

* Onuncu yılda Rasulullah (s.a.v.) haccetti.

* Onbirinci yılda da vefat etti. [114]

 

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in İsimleri

 

107) Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'im babasından şunu rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Benim beş adım vardır. Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Manî'yim ki Allah küfrü benimle yok edecektir. Ben insanların benden hemen sonra haşrolacakları Haşir'im. Ben Akıb'ım." [115]

108) Yine Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'im babasından rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v.): "Benim bazı isimlerim vardır: Ben Mu­hammed'im. Ben Ahmed'im. Ben, insanların benden hemen sonra haş-rolacağı Haşir'im. Ben, Allah'ın küfrü benimle yok edeceği Manî'yim. Ben, benden sonra peygamber olmayan Akıb'im" dedi. [116]

109) Ebu Musa şöyle dedi: Rasulullah bize, kendisine ait isimleri saydı. Biz onların bir kısmını belledik. Bir kısmını da ezberlemedik. Rasulullah şöyle buyurmuştu:

"Ben Muhammed'im. Ben Ahmed'im. Mukaffı'yim. Haşirim. Tövbe peygamberiyim (Nebiyyu't-Tevbe) ve Melah'ım (savaşlar) peygamberi­yim (Nebiyyu'l-Melahım) [117]

110) Yine Ebu Musa şöyle demiştir:

Rasulullah bizim için, kendisine bir takım isimler verdi. Bizde on­lardan bazılarım belledik. O, şöyle demişti:

"Ben Muhammed'im. Ben Ahmed'im. Ben Mukaffı'yim. Haşir'im. Nebiyyu't-Tevbe'yim ve Nebiyyu'l-Melhame'yim." [118]

111) Cabir, Rasulullah'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Benim adımın bulunduğu bir sofrada yemek yenilir ve orada otu­rulursa iki defa yemek yenilecek kadar bereket verilir." [119]

112) Ali İbn Ebi Talib, Rasulullah'm (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir kavim birşeyi danışmak üzere toplanır ve aralarında Mu-hammed isminde biri bulunduğu halde onu danışmağa almazlarsa, ona danışmadan alınacak kararda kesinlikle hayır yoktur." [120]

113) İbn Farisu'l-luğavi şöyle demiştir: Peygamberimizin yirmi üç adı vardır. Bunlar: Muhammed, Ahmed, Mahî, Haşir, Akıb, Mukaffî, Nebuyyu'r-rahme, Nebiyyu't-tevb'e, Nebiyyü'l-melahim, Şahid. Mübeş-şir, Bedr, Dahuk, Kattal, Mütevekkil, Fatih, Emîn, Hatem, Mustafa, Rasulj Nebi, Ummî, Kusem'dir. [121]

Haşir: insanların hemen onun arkasından haşrolduğu kimsedir. Mukaffî: Peygamberlerin sonuncusu demektir. Akıb da öyledir. Melahım: Savaşlar manasına gelir.

Dahuk: Onun Tevrat'taki adıdır. Güzel latife yaptığı için böyle de­nilmiştir.

Kuşem: Kasım kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Vermek manasına gelir. O insanların en cömerdi ve en iyisiydi.         

Mahi isminde: Dininin saltanata üstün geleceğine, küfrü   yok edeceğine ve çok fetihler yapacağına işaret vardır.

İbn Kuteybe: Allah'ın bu ismi koruyup muhafaza etmesi için daha önce hiç kimsenin bu ismi almaması onun peygamberliğinin alametle-rindendir. Nitekim yüce Allah Zekeriyya'nm oğlu Yahya'ya da öyle yap­mıştır. Çünkü daha önce onunla aynı isimde olan birisini yaratmamıştı.

Allah, daha önceki kitaplarda onun adını zikretmiş ve peygam­berler onunla müjdelenmişlerdi. Eğer Allah, ismi onun hakkında müş­terek yapsaydı, davalar da müşterek olur ve şüphe ortaya çıkardı. Nitekim onun zamanı yaklaştığında ve ehl-i kitaba O'nun gelme zama­nının yaklaştığı müjdelendiğinde, dört kişi [122] bir rahibe gitti. Rahip onlara onun adını ve zamanının yaklaştığını söyledi. Onlar başkalarının haberi olmadan çocuklarını böyle isimlendirdiler. [123]

 

Rasulullah'ın Künyesi

 

Rasulullah'ın künyesi Ebu'l-Kasım'dı. Çünkü o, annesinin dünya­ya getirdiği ilk çocuktu.

114) Enes İbn Malik şöyle anlatmıştır: Mariye'den Hz. Peygam-ber'in oğlu İbrahim doğduğunda, Rasulüllah bundan etkilenmek üze­reydi ki Cebrail (a.s.) ona geldi ve Es-selamu aleyke Ebu İbrahim! dedi. Onun künyesinin takılmasını yasakladı,

115) Enes'ten rivayet edilmiştir: Rasulüllah (s.a.v.) Bakî'deydi. Bir adam başka birisine:

-Ebu'l-Kasım! diye seslendi.

Bunun üzerine peygamber (s.a.v.) döndü. Adam:   

-Seni kasdetmedim ya Rasulallah! Ben falancayı kasdettim, dedi. Rasulüllah (s.a.v.):

- "Benim ismimi koyun ama künyemi koymayın" buyurdu. [124]

116) Cabir'den rivayet edilmiştir: Ensar'dan birisinin bir oğlu oldu. Ona Muhammed adım koymak istedi. Peygamber'e (s.a.v.) gelip bunda bir sakınca bulunup bulunmadığını sordu. Peygamber (s.a.v.):

-  "Benim adımı koyun ona künyemi koymayın" cevabını verdi. [125]

117) Ebu'z-Zubeyr, Cabir'den şunu rivayet etti: Rasulullah (s!a.v.):

- "Kim benim adımı koyarsa, künyemi koymasın kim künyemi a-lırsa, adımı alamaz." [126]

Ahmed İbn Hanbel'den gelen rivayet farklıdır. Ondan, peygam-ber'in ismiyle künyesini birleştirmeyi kerih gördüğü rivayet edilmiştir.

Eğer sadece ismi konulursa, bunu kerih görmemiştir.

Ondan genel olarak, hem ismini hem künyesini koyma ve bunlar­dan sadece bir tanesini koyma konusunda rivayet vardır.

Ondan, genellikle kerih olmadığı hakkında rivayet vardır. Şöyleki: Hz. Aişe'nin rivayet ettiği bir hadiste: Bir kadın Rasulullah'a (s.a.v.) ge-lip:

-Ben bir oğlan doğurdum. Ona Muhammed adını ve Ebu'l-Kasım künyesini taktım, ama bana senin bunu kerih gördüğün söylendi, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

- "Benim adımı helal, künyemi de haram kılan şey nedir?!" yahut "Benim künyemi haram, adımı helal kılan şey nedir?" dedi.

Ben de şöyle derim: Bu, Rasulullah'tan sonra doğacak bir çocuk hakkında Hz. Ali'ye cevap olmuştur.

Hz. Ali şöyle demiştir:

-Ya Rasulallah! Senden sonra, doğacak çocuğuma, senin adım ve künyeni takmamı uygun görür müsün? Rasulullah (s.a.v.):

- "Evet" diye cevap verdi.

,Bu, Rasulullah'tan Hz Aliye bir ruhsattı.

Yine ben şöyle derim: Hadislerin incelenmesini gerektiren şey onun künyesini almayı kerih görmesidir. Çünkü başkasına aynı kün­yeyle hitap edilir. Onun ölümünden sonra künye kerih görülmez ve künyeyle isim bir araya getirilmez. [127]

 

Rasulullah'ı İlk Emzirenler [128]

 

* Rasulullah'ı (s.a.v.) ilk defa Ebu Leheb'in azatlı cariyesi Suveybe bir kaç gün emzirmiştir.

* Daha sonra Halime gelmiştir.

Abdulmuttalib kendisi aynı mecliste Hale bint Vehb ibn Abdime-nafla evlenmiş, oğlu Abdullah'ı, Amine bint Vehb ibn Abdimenafla evlendirmişti. Önce kendi oğlu Hamza doğdu. Sonra torunu Rasulullah doğdu. Suveybe, oğlu Mesruh'la birlikte birkaç gün Rasululîah'ı emzirdi. Bu sebeble, Rasulullah'a Hamza'nın kızıyla evlenmesi teklif edildiğinde:

- "O, bana helal değildir. O, kardeşimin kızıdır. Suveybe beni ve onun babasını emzirmiştir." [129]

Suveybe, Rasulullah (s.a.v.) Hadice'yle evlendikten sonra, onun yanma gider, Rasulullah'la Hz. Hadice Suveybe'ye ikramda bulunurlar­dı. O sırada Suveybe cariyeydi. Daha sonra Ebu Leheb onu azat etmiştir,

Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye hicret ettikten sonra ona elbise ve harçlık gönderirdi. O, Hayber'in fethinden sonra, Ölmüştür. Müslüman olup olmadığı bilinmemektedir.

Ebu Nuaym el-Isbehani şöyle demiştir: Bu alimler, onun Islama girip girmediğinde ihtilaf olduğunu söylemişlerdir.

118) Urve şunu söylemiştir: Suveybe, Ebu Leheb'in azatlı kölesiy-di. O, Peygamberi (s.a.v.) emzirmiştir. Ebu Leheb öldükten sonra, aile halkından biri onu rüyada gördü ve:

-Ebu Leheb! Ne ile karşılaştın? Sana ne oldu? diye sordu. Ebu Le­heb:

-Sizden sonra, Suveybe'yi azat ettiğim için, sununla sulanmaktan başka bir rahatlık görmedim, diyerek baş parmağının üzerindeki bir deliği gösterdi.

Suveybe, Hz. Peygamberle (s.a.v.) Ebu Seleme'yi emzirmişti. [130]

 

Suveybe’den Sonra Hz. Peygamberi Emziren Halime

 

Halime, Ebu Zueyb'in kızıdır. Ebu Zueyb'in asıl adı, Abdullah ibnu'l-Haris ibn Sicne'dir. Hatimenin kocası ise, el-Haris ibn Abdiluzza ibn Rifaa'dır.

Hz. Peygamberin Halime'den olan süt kardeşleri şunlardır: Ab­dullah, Uneyse ve Hidame bintu'l-Haristir. Hıdame: Eş-Şeyma'dır. Bu isimle meşhur olmuştur ve ancak onunla tanınmaktadır. Eş-Şeyma'nın Huneyn savaşında esir edilip: Haberiniz olsun! Ben sizin peygamberi­nizin kız kardeşiyim, dediği, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) getirildiğinde, Ra-sulullah (s.a.v.) onu tanıdığı ve ihtiyaçlarını temin ettiğini rivayet ederler.

Halime, Sa'd ibn Bekr oğullanndandı.

119) Halime şöyle anlatır: Ben zayıflığından dolayı kafiledekiler-den geride kalan kır bir merkeple yola çıktım. Kocam el-Haris ibn Ab-diluzza'yla birlikte hiçbir şey bırakmayan bir kuraklık ve kıtlık senesinde yola çıkmıştık.

Yanımızda yaşlı bir devemizde bulunuyordu. Vallahi, bize bir damla bile süt yermiyordu. Yanımda bebeğimiz de vardı. Vallahi, onun ağlamasından, geceleri uyuyamıyorduk. Mememde ona yetecek kadar süt yoktu. Yaşlı devemizde de onu besleyecek süt yoktu. Biz darlıktan kurtulmayı umut ediyorduk.

Mekke'ye gelince içimizde hiçbir kadın yoktu ki, Rasûlullah fs.a.v.) Ona teklif edilsin de onu almaktan kaçınmış olmasın. Çünkü, biz emzi-receğimiz çocuğun babasından bahşişe kavuşmayı umuyor ve onun hakkında: Yetimdir, annesi bize ne ihsan yapabilecek ki diyor ve onu emzirmek üzere almayı kabul etmiyorduk.

Arkadaşlarımdan emzirilecek çocuk almayan, benden başka kal­mamıştı. Hiç çocuk almadan döneyim, dedim. Ama bu hoşuma gitmedi. Arkadaşlarım almışlardı. Kocama: Vallahi, bu yetim çocuğu gidip ala­cağım dedim, ona geldim ve aldım. Sonra bindiğimiz hayvanların ve eş­yalarımızın yanına çocukla birlikte döndüm. Kocam bana: Onu aldın mı? dedi. Ben de: Evet, başkasını bulamadığım için bunu aldım dedim. O da: Doğru karar verdin. Belki Allah onun yüzünden hayır ihsan eder, dedi.

Vallahi, onu kucağıma koyar koymaz, onun yüzünden memelerime dilediği kadar süt geldi. Bebejc ve kardeşi kanıncaya kadar süt emdiler. Kocam kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığında memeleri­nin sütle dolu olduğunu gördü. Deve bize dilediğimiz kadar süt verdi. Kocam doyasıya içti. Ben de aynı şekilde doyup kanıncaya kadar süt iç­tim.

Karnımız tok su ve süte ihtiyaç duymadığımız hayırlı bir gece ge­çirdik. Kocam: Halime! Senin pek mübarek bir çocuk almış olduğun gö­rüşündeyim. Çocuklarımız da uyudu. Kendimiz de süte kandık, dedi.

Sonra yola çıktık. Vallahi merkebim kafıledekilerin hepsinin önü­ne geçti. Hiçbirisi ona yetişemiyordu. Hatta onlar şöyle diyorlardı: el-Haris'in kızı! Yazıklar olsun sana! Biraz durup bizi bekleşene! Hem bu, senin gelirken üzerine bindiğin merkep değil mi?

Ben de onlara: Evet, vallahi, diyordum. Onlar da: Bu eşeğin şaşı­lacak bir durumu var, diyorlardı.

Nihayet, Sa'd oğulları diyarındaki evlerimize geldik.

Allah'ın yarattığı yerlerin en kurağına gelmiştik. Halime'nin canı elinde olana yemin olsun! Sabahleyin herkes davarlarını otlatmaya gönderiyor ben de küçük sürümü otlatmaya gönderiyordum. Akşamleyin benim davarlarım, karnı dolu olarak, onların davarları ise aç ve bitkin bir halde dönüyorlardı. Onların içmek için hiç sütleri yoktu. Biz istedi­ğimiz kadar süt içiyorduk. Halbuki, hiçbir kimse davarlarından sağıp i-çecek bir damla süt bulamıyordu. Sürü sahipleri çobanlarına: Yazıklar olsun size! Halîme'nin çobanı nerede otlatıyorsa, sizde onunla birlikte otlatsanıza, diyorlardı. Onlar, Halîmenin çobanının otlattığı yerlerde otlatıyorlar ama onların davarları, karınları aç, hiç sütsüz, benim da­varlarım ise memeleri süt dolu olarak dönüyordu.

Çocuk, bir günde, bir aydaki kadar, bir ayda da bir senede büyü­düğü kadar büyüyordu.

Daha dört aylıkken iki yaşında gösteriyordu. Onu annesine getir­dik. Ben ve kocam annesine şöyle dedik: Çocuğu bırak. Biz onu geri ge­tiririz. Çünkü Mekke'de çıkan vebanın ona zarar vermesinden korkuyoruz. Böylece, onun yüzünden gördüğümüz bereketten dolayı, onun bir süre daha yanımızda kalmasını çok istiyorduk.

Onu tekrar götürün deyinceye kadar yanından ayrılmadık. Çocuk iki ay daha yanımızda kaldı.

Bir gün, çocuk evin arkasında kardeşleriyle birlikteyken, süt kar­deşi (Abdullah) koşarak geldi. Bana ve babasına: Kureyşli kardeşime yetişin.

İki adam gelip onu yere yatırdılar. Karnını yardılar, dedi. Baba­sıyla birlikte koşarak onun yanma gittik. Yanma vardığımızda onu yüzü sararmış bir halde bulduk. Bağrımıza bastık ve: Neyin var n'oldu yav­rum? dedik. O da: Üzerlerinde beyaz elbiseler bulunan iki adam gelip beni yere yatırdılar ve karnımı yardılar. Vallahi ne yaptıklarını bilmi­yorum.

Onu alıp geri döndük. Kocam: Halime! Ben, bu çocuğun başına bir felâket gelmesinden korkuyorum, git başına bir felaket gelmeden, onu annesine teslim edelim, dedi.

*Onu annesine götürdük. Annesi: Onu geri getirmenize sebep nedir? Halbuki onu yanınızda alakoymakta çok istekliydiniz. Biz de şöyle cevap verdik: Hayır, Vallahi, biz ona baktık, o konuda üzerimize düşeni yerine getirdik. Onun başına bazı hadiselerin gelmesinden korktuk ye anasının yanında olsun dedik.

Annesi: Vallahi; siz böyle değildiniz. Bana sizin ve onun başına gelenleri anlatın, dedi.

Vallahi, ona bütün olanları anlatmadan benden ayrılmadı.

Amine: Yoksa sen ona şeytan'ın mı musallat olacağından korktun? Hayır vallahi benim bu oğlumun önemli bir durumu vardır. Ben sana onun haberini bildireyim mi? Ona hamileliğimde, bana hamilelikten daha hafif, daha kolay gelen ve ondan daha bereketli olan birşey gör­medim. Doğurduğum» zaman o, başka çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini yere koymuş, başım göğe kaldırmış olarak doğmuştur. Onu bırakıp doğruca gidebilirsiniz. [131]

 

Hz. Peygamberin Çocukken Göğsünün Yarılması [132]

 

120) Muhammed İbn Sa'd anlatmaktadır:

Rasûlullah (s.a.v.) Halîme'nin yanında dört yıl kaldı. O, süt kar­deşleriyle mahallenin yakınında yayılan kuzuların arasında koşarken, orada ona iki melek gelip karnını yardılar, içinden siyah bir kan pıhtısını çıkarıp attılar, altın bir leğenin içinde kar suyuyla kalbini yıkadılar. Sonra ümmetinden bin kişiyle tarttılar ve onlardan ağır geldi.

Birisi diğerine: Artık onu tartmayı bırak! Onu bütün ümmetiyle tartsan, yine de o ağır gelir, dedi.

Erkek kardeşi (Abdullah): Anneciğim! Kureyşli kardeşime yetiş diye bağırarak geldi. Annesi ve babası koşarak gittiler. Yanma vardık­larında Rasûlullah'ı (s.a.v.) rengi soluk bir vaziyette gördüler. Onu, A-mine Bint Vehb'e götürüp olanları ona anlattılar. Halime; Biz onu kolay kolay vermeyiz, dedi.

Halime,onu tekrar götürdü. Halîme'nin yanında bir sene veya bir sene kadar kaldı. Onun uzak bir yere gitmesine müsaade etmiyordu. Daha sonra Halime ona gölge yapan bir bulutu gördü. Çocuk durunca bulut da duruyor, yürüyünce o da yürüyordu. Bu, onun durumu hak­kında Halîme'ye dehşet verdi. Beş yaşındayken teslim etmek için onu annesine götürdü.

121) Şöyle rivayet edildi: Bir adam Rasûlullah'a (s.a.v.): Allah'ın Rasûlü! Senin işinin (peygamberliğinin) başlangıcı nasıldı? diye sordu.

Rasûlullah (s.a.v.) da şu cevabı verdi:

"Benim dadım Sa'd Ibn Bekr oğullarındandı. Birgün süt karde­şimle kuzularımızın yanma gitmiştik. Yanımıza azık almamıştık. Ben: Kardeşim! Git, annemizden bize azık getir, dedim. Kardeşim gitti. Ben kuzuların yanında kaldım kartala benzeyen beyaz iki kuş geldi. Beni tutup ensemin üzerine yatırdılar. Karnımı yarıp kalbimi çıkardılar. Kalbimi de yarıp içinden iki siyah kan pıhtısı çıkardılar. Birisi öbürüne: Bana kar suyunu ver, dedi. Onunla içimi yıkadılar. Daha sonra o: Bana dolu suyunu ver dedi. Onunla da kalbimi yıkadılar. Bu defa da, Bana sekineti (iç huzuru, sükunet) ver, dedi, sekineti kalbimin içine serptiler. Birisi diğerine: Onu (kalbini) dik, dedi. O da kalbimi dikti ve onun üze­rine peygamberlik mührünü bastı. Birisi diğerine; Onu terazinin bir kefesine koy, öbür kefeye de ümmetinden bin kişiyi koy, dedi. Üstümdeki bin kişiye baktım da bazılarının üzerime düşmelerine acıdım. O, bütün ümmeti onunla tartılsa, yine de onlara ağır gelir, dedi.

Daha sonra o ikisi beni kendi halime bırakarak çekip gittiler. Ben çok korktum. Anneme gittim. Başıma gelenleri ona anlattım. Benim birşeylere (cinlere) karışmış olmama acıdı ve seni Allah'ın korumasına havale ediyorum, dedi. Beni hayvana yerleştirdi. Kendisi de arkama bindi. Anneme gelip: Emanetimi ve sözümü yerine getirdim, deyip başı­ma gelenleri ona anlattı. Bu anneme garip gelmedi ona şöyle dedi: O, doğduğunda Şam saraylarını aydınlatan bir nur gördüm.

122) Enes îbn Malik anlatmaktadır: Çocuklarla oynarken Rasû-lullah'a (s.a.v.) Cebrail geldi. Onu tutup yere yıktı. Karnını yarıp kalbini çıkardı. Sonra kalbini yardı. Oradan bir kan pıhtısı çıkardı. Bu, şey­tan'm sendeki payı, dedi. Onu zemzem suyuyla  altın bir  leğenin içinde yıkadı. Sonra alıp yerine koydu.

Çocuklar koşarak onun annesine -süt annesine- geldiler ve: Mu-hammed öldürüldü, dediler. Onu rengi soluk bir halde görmüşlerdi.

Enes şöyle derdi: Onun göğsündeki dikiş izini görürdüm.

123)  Şeddad îbn Evs anlatmaktadır: Rasûlullah'm yanında otu­rurken Amir oğullarından bir ihtiyar çıkageldi ve, Muhammed! Bana peygamberliğinin nasıl başladığını anlatsana dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle anlattı:

- "Ben atam İbrahim'in duasıyım. Kardeşim İsa'nın geleceğini müjdelediği peygamberim. Annem'beni dünyaya getirince Sa'd İbn Bekr oğulları (kabilesi) arasında emzirildim. Bir gün ben, ailemden uzakta, vadinin ortasında yaşıtım olan çocuklarla birlikteyken, ansızın yanla­rında kar dolu altın bir leğen bulunan üç kişi çıka geldi. Beni arkadaş­larımın arasından çekip aldılar. Arkadaşlarım vadinin kenarına kadar kaçtılar. Daha sonra adamların yanına gelip: Bu çocuktan ne istiyorsu­nuz? O bizden değildir. Kureyş'in efendisinin oğludur. Eğer onu mutlaka öldürücekseniz, bizden istediğiniz birini seçin ve onu öldürün, dediler.

Onlardan birisi gelip beni yere yatırdı, göğsümü yardı. Karnımın içindekileri çıkardı. Onları o karla iyice yıkadı. Sonra da onları yerlerine koydu. Daha sonra gelenlerin ikincisi kalkıp arkadaşına: Uzaklaş, dedi. Adam benden uzaklaştı. Elini karnıma soktu ve kalbimi çıkardı. Gözü­mün önünde onu yardı. İçinden siyah bir parça çıkarıp attı. Daha sonra, sanki birşey alıyorcasına eliyle ondan bahsetti. Elinde, görenleri şaşır­tan nurdan bir mühür vardı. Onunla kalbimi mühürledi ve kalbim nur doldu. Onu tekrar yerine koydu kalbimde uzun süre mührün soğuklu­ğunu hissettim. Üçüncü kişi: Uzaklaş, dedi. Elini göğsümün en üst ta­rafından kasığıma kadar gezdirdi. Böylece yarık Allah Teâlâ1 nın izniyle bitişti. Daha sonra elimden tuttu. Nazik bir şekilde beni yerimden kal­dırdı. Sonra beni bağırlarına bastılar. Alnımdan öptüler şöyle dediler: Ey Allah'ın sevgilisi! Niye korkuyorsun? Eğer sen hakkında murad edi­leni buseydin, çok sevinirdin.

Yine biz, evlerimizin yanındayken hepsi çıkageldi. Annem yani süt annem evin önünde, sesinin çıktığı kadar: Ah zavallı garibim! Sen ne i-yisin! Ne yücesin! diye bağırıyordu.

Benim önümde diz çöküp alnımdan öptüler ve: Bir zayıf olarak sen ne iyisin, dediler. Dadım: Sen ashabının arasında zayıf görülüp, zayıflı­ğından dolayı öldürülecek birisi misin? dedi ve beni kucağına bastı.

Canım elinde olana yemin olsun! Ben onun kucağmdayken ve elim bazılarının elindeyken herkesin onları gördüğünü zannetmiştim. Hal­buki onlar görmüyorlarmış.

insanlardan bazıları: Bu çocuğu cin çarpmış veya gözüne cinler görünüyor dediler.

Beni bir kahine götürüp durumumu ona anlattılar. Kahin: Bu ço­cuğu dinleyinceye kadar susun, çünkü durumunu o sizden daha iyi bilir, dedi.

Kahin bana sordu, ben de başımdan geçenleri ona anlattım. Hemen yanıma gelip beni kucağına bastı. Sonra avazı çıktığı kadar:

Arablar! Bu çocuğu öldürün, Onunla birlikte beni de öldürün, Lafla Uzza'ya yemin olsun! Eğer onu bırakırsanız ve o yetişirse, mutla­ka dininizi değiştirecek diye bağırdı.

Daha sonra beni aldılar. İşte benim peygamberliğimin başlangıcı böyle oldu" dedi.

124) Zeyd İbn Eşlem babasından rivayet etmiştir:

Ukaz panayırı kurulduğunda Halime Rasûlullah'ı (s.a.v.) halkın çocuklarını gösterdiği Huzeyl'li bir arrafa (kâhin, müneccim) götürmüştü.

Arraf çocuğu görünce: Huzeylliler! Arap topluluğu! diyerek hay­kırdı.

Panayır halkı onun etrafında toplandı. Arraf:

- Bu çocuğu öldürün, dedi.

Bunun üzerine Halime, hemen oradan çocukla birlikte sıvıştı. Halk:

- Hangi çocuk? diye sormaya başladı. Arraf ise:

- Şu çocuğu, diyordu. Onlar hiçbir şeyi göremiyorlardı. Annesi (süt annesi) onu çoktan götürmüştü. Arraf a:

- Yok öyle bir çocuk! diyorlardı. Arraf:

- Bir çocuk görmüştüm. O sizin dininizden olanları öldürecek, put­larınızı kıracak ve onun davası sizi yenecektir, dedi.

Çocuk Ukaz'm her yerinde arandı ama bulunamadı.

125)  Muhammed İbn Ömer anlatır: Huzeylli bir ihtiyar şöyle ba­ğırmaya başladı: Ey Huzeyl ve putları! Şüphesiz bu, gökten bir emir bekliyor. O, peygambere (s.a.v.) (inanmağa) teşvik ediyordu. Çok sür­medi, o ihtiyar aklını kaybetti ve kafir olarak öldü.

126) İbn Abbas şunu rivayet etti:

Halime Peygamberi aramak üzere çıktı. Onu kız kardeşinin ya­nında buldu ve: Yavrum! Bu ne sıcak böyle! dedi. Kız kardeşi: Anneci­ğim! Kardeşim hiç sıcak görmedi. Ben ona gölge yapan bir bulut gördüm, kardeşim durunca bulut da duruyor, o yürüyünce bulut da onunla bir­likte yürüyordu. Böylece buraya kadar geldi.

127) Bize şöyle rivayet edildi: Halime Mekke'de Rusûlullah'ın ya­nma geldi. O sırada Hadice ile evliydi. Ona, memleketindeki kuraklıktan ve hayvanların kırıldığından dert yandı.

Rasûlullah (s.a.v.), bu hususta Hadice ile konuştu. Hadice ona, kırk koyun, binmek ve yüklerini taşımak için bir de deve verdi. O da ai­lesinin yanma gitti.

îslâm geldikten sonra Rasûlullah'ın yanma gelip kendisi ve kocası müslüman oldular ve Rasûlullah'a beyat ettiler.

128) Muhammed İbnu'l-Munkedir anlatmaktadır:

Rasûlullah'ı emzirmiş olan bir kadın yanma girmek için ondan izin istedi. Kadın yanına girince Rasûlullah (s.a.v.): Annem annem! dedi. Ridasını alıp onun oturması için yere serdi. Kadın da onun üzerine o-turdu.

Aynı kadının daha sonra Ebu Bekr'e ve Ömer'e de geldiği ve onla­rında kadına ikramda bulundukları rivayet edilmiştir.

Rasûlullah'ın on yaşını tamamladıktan sonra göğsünün tekrar ya-rıldığı rivayet edilmiştir.

129) Ubeyy îbn Ka'b anlatmaktadır:   Ebu Hureyre, başkalarının soramadığı bazı şeyler hakkında Rasûlullah'a (s.a.v.) soru sorma konusunda cesaretliydi. O şöyle sordu:

- Allah'ın Rasûlü! Peygamberlikle ilgili gördüğün ilk şey nedir? Rasûlullah oturur vaziyette doğruldu ve:

- "Ebu Hureyre! Sen sordun. Ben on yaşını bir kaç ay geçtiğim sı­ralarda birgün çöldeyken ansızın tepemde bir konuşma duydum. Bir adam başka bir adama: Bu, O mu? dedi. O ikisi beni o güne kadar hiç kimsede görmediğim yüzlerle karşıladılar. Yürüyerek yanıma geldiler Her ikiside pazumdan tuttular. Onların tutmalarından dolayı hiçbir dokunma hissi duymadım. Birisi diğerine. Onu yatır, dedi. Hırpalama­dan beni yere yatırdılar. Birisi diğerine: Göğsünü yar, dedi. Öbürü göğ­süme eğilip ben kan görmeden ve ağrı hissetmeden gösterdiğim yerden göğsümü yardı. Ona: Kin ve hasedi çıkar, dedi. Pıhtı şeklinde birşey çı­kardı. Sonra onu attı. Ona: Rifet ve rahmeti (merhamet ve acımayı) koy, dedi. Göğsün içine koyduğu şey gümüşe benziyordu. Sonra sağ ayağımın baş parmağını salladı ve: Sağlıklı olarak git, dedi. Ben de küçüğe şefkat, büyüğe merhamet duyuyor olarak geri döndüm.[133]

 

Beş Yaşını Doldurduktan Sonra Rasûlullahın Başına Gelenler

 

130) Ka'b'tan rivayet edilmiştir: Halime şöyle anlattı: Eşeğime bindim. Götürmek üzere Muhammed'i önüme aldım. Mekke'nin giriş kapılarından büyük kapıya kadar geldim. Orada toplanmış bir topluluk vardı. İhtiyaç gidermek ve ustumü başımı düzeltmek için çocuğu orada bıraktım. Şiddetli bir gürültü işittim. Döndüm, baktım ki çocuğu orada göremedim:

- Ey insanlar! Çocuk nerede? diye bağırdım.

- Hangi çocuk? dediler. Ben:

- Muhammed îbn Abdullah tbn Abdulmuttalib. Allah, onunla be­nim yüzümü ağarttı ve açlığımı giderdi. Onu büyütüp yetiştirdim. Şo-' nunda, onu, annesine götürüp teslim ederek emanetimden çıkarıp sevincime kavuşacağım sırada, önümden kapıp kaçtılar. Lâfla Uzza'ya yemin olsun! Onu göremeyecek olursam, kendimi şu dağın tepesinden atacağım, dedim. İnsanlar:

-  Biz hiçbir şey görmedik, dediler. Onlar, beni ümitsizliğe düşü­rünce, elimi başıma koyup:

- Vah Muhammed'im! Vah yavrum! dedim. Ben ağlamamla genç kızları bile ağlattım. Orda bulunan insanlar da, benimle birlikte feryat ederek ağlaştılar.

Hemen Abdulmuttalib'in yanına gittim. Durumu ona anlattım. Kılıcını çekip: Ey Al-i Galib! dedi. Cahiliye devrinde davet parolası böy­leydi. Kureyş Abdulmuttalib'in yaptığı davete icabet etti. Abdulmuttalib:

- Oğlum Muhammed kayboldu, dedi. Kureyşliler:

- Hayvanına bin, biz de seninle birlikte binelim, dediler. Sen denize dalarsan, biz de seninle birlikte dalarız, dediler.

Böylece Abdulmuttalib hayvanına bindi, onlar da bindiler. Mek­ke'nin yukarı tarafına vardılar. Oradan da Mekke'nin aşağısına indiler. Abdulmuttalib hiçbir şey göremedi. Halktan ayrılıp Beyt-i Haram'a gel­di. Yedi kere tavaf ettikten sonra şöyle demeğe başladı:

- Ya Rab Muhammed'i aramak için hayvana bindirdiğim kimseleri ona doğru gönder.

Onu bana geri döndür. Onu, benim yanımda bir el edin.

Havadan birisinin şöyle seslendiğini duydular: Ey cemaat! Feryat etmeyin. Muhammed'in Rabbi vardır. Onu yardımsız bırakmaz ve zayi etmez.

Abdulmuttalib: Ey seslenenkimse! Bize, onunnerde olduğunu dabil-dir? dedi. Seslenen: O, Tihame vadisinde, sağdaki ağacın yanındadır, dedi.

Abdulmuttalib gitti, gerçektenRasûlullah(s.a.v.) bir ağacın altında, ağacın dallarını çekiyor ve yapraklarıyla oynuyordu. Abdulmuttalib onu Mekke'ye getirdi. Halîme'yi en güzel şekilde (geri dönmeye) hazırladı.

131) Bir başka rivayette de şöyledir:

Halime, onu -Rasûlullah'ı (s.a.v.)- getirdiğinde, çocuk topluluğun arasında kayboldu. Durumu Abdulmuttalib'e haber verdi. O da Kâ'be'ye gelip şöyle dedi.

Rabbim! (Muhammed'i aramak için hayvanlara) binenleri Mu-hammed'e gönder.

Rabbim! Onu geri ver! (Onu) benim yanımda bir el edin.   a Onu bana bir pazı (destek) yapan sensin.

Bir başka rivayette de şöyledir: Abdulmuttalib onu bir ihtiyacı için göndermiş ve bu sözü söylemiştir.

132) Ebu Hazim anlatmıştır:

Rasûlullah (s.a.v.) beş yaşındayken Mekke'ye bir kâhin geldi. Süt annesi onu Abdulmuttalib'e getirmişti. Kahin:

- Ey Kureyş topluluğu! Şu çocuğu öldürün. Çünkü o sizi tefrikaya düşürecek ve sizi öldürecek dedi. Bunun üzerine Abdulmuttalib onu he­men kaçırdı.

Kâhinin bu uyarısı Kureyşlileri devamlı, Rasûlullah'm durumun­dan korkutmuştur. [134]

 

Rasûlullahın Annesi Amine'nin Vefatı

 

133) İbn Abbas anlatmaktadır: Rasûlullah (s.a.v.) annesi Amine Bint Vehb'le beraberdi. Altı yaşma erişince, Medine'deki dayıları Adiyy Ibnu'n-Neccar oğullarına ziyarete götürdü. Onun yanında dadısı Ümmü Eymen de vardı. Onlar iki deveyle gitmişlerdi. Amine onu en-Nabiğa'nm evine indirdi ve orada çocuğuyla birlikte bir ay kaldı. [135]

Rasûlullah (s.a.v.), bu ikameti esnasındaki bazı şeyleri hatırlardı.

Rasûlullah (s.a.v.), Adiyy Îbnu'n-Neccar oğullarının köşklerini gö­rünce tamdı ve şöyle dedi: Bu köşklerde ikamet eden Ensar'a mensup Uneyse isimli bir cariyeyle oynardım. Dayılarımın oğullarıyla birlikte köşkün üzerine konan kuşları uçururduk.

Bir eve bakıp: îşte, annem beni bu eve indirdi. Bu evde, babam Abdullah îbnu Abdülmuttalib'in kabri vardır. Adiyy Îbnu'n-Neccar o-ğullarının kuyusunda yüzmeyi ilerletmiştim, dedi.

Bir grup yahudi ona bakarak münakaşa ediyorlardı. Ummu Ey­men şunu anlattı: Onlardan birisinin şöyle dediğini duydum: O, bu üm­metin peygamberidir. Burası, onun hicret yurdudur. Bunu belledim.

Ummu Eymen onu Mekke'ye götürdü. Onun dadılığını da o yapı­yordu.

Rasûlullah (s.a.v.) Hudeybiye umresine giderken Ebva köyüne uğ­radığında:

"Allah, Muhammed'e annesinin kabrini ziyaret için izin verdi" dedi. Rasûlullah (s.a.v.) kabre geldi. Kabrin üzerini eliyle düzeltti. Ora­da ağladı ve müslümanları da ağlattı. Ona niçin ağladığı sorulunca:

"Rahmet duygusu beni rikkate getirdi de ağladım" buyurdu. [136]

134) Ebu Mersed anlatmıştır:

Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'yi fethedince, bir kabire doğru gitti, Onun yanma oturdu. Cemaat da onun etrafına oturdu. Konuşma yapa­cakmış gibi durdu ve sonra ağlayarak ayağa kalktı. Onu Ömer karşıladı, -Çünkü cemaatteküerin Ona karşı en cesuru o idi- Ömer: Anam babam feda olsun! Allah'ın Rasûlü! Seni ağlatan nedir? dedi. Rasûlullah (s.a.v.) "Bu, annemin kabridir. Rabbime, onu ziyaret edip edemeyeceğimi sor­dum. Ziyaret için bana izin verdi. Yine Rabbime af dileyip dileyemeye-ceğimi sordum. Bana o konuda izin vermedi. Onu hatırladım da durup ağladım." [137]

Rasûlullah'm (s.a.v.) o günkünden daha çok ağladığı görülmedi.

İbn Sa'd: Bu, yanlıştır. Annesinin kabri Mekke'de değil, Ebva'dadır, der.

135) Ebu Hureyre anlatmaktadır: Rasûlullah (s.a.v.), arinesinin kabrim ziyaret etti. Kendisi ağladı ve etrafmdakileri de ağlattı.

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:          '

"Aziz ve Celü olan Rabbimden ona (anneme) mağfiret dilemem için izin istedim. Bana izin verilmedi. Kabrini ziyaret etme konusunda on­dan izin istedim. Bana izin verildi. Kabirleri ziyaret edin. Çünkü kabir ziyareti size ölümü hatırlatır." [138]

136) Ebu Bureyde babasından şunu rivayet etmiştir:

Peygamberle (s.a.v.) birlikte gittim. Usfanda durdu. Sağa sola baktı ve annesinin kabrim gördü. Su getirildi. Abdest alıp iki rekat na­maz kıldı. Ansızın ağlamağa başladı.

Rasûlullah ağladığı için biz de ağladık. Sonra bizim yanımıza ge-lip:

- "Sizi ağlatan nedir?" dedi.

- Sen ağladın, biz de ağladık ya Rasûlallah! dediler. Rasûlullah:

- "Peki ne zannettiniz?" dedi.

- Üzerimize azap inecek zannettik, dediler. Rasûlullah (s.a.v.):

- "Öyle birşey olmadı" dedi.

- Ümmetine, güçlerinin yetmeyeceği ameller yüklendiğini zannet­tik, dediler. Rasûlullah (s.a.v.):

- "Öyle birşey de olmadı. Fakat ben annemin kabrine uğradım, iki rekat namaz kıldım. Rabbimden ona af dilemem konusunda izin istedim ve yasaklandım. Bunun üzerine ağladım. Sonra tekrar iki rekat namaz kıldım. Rabbimden ona af dilemem konusunda izin istedim ve yine me-nedildim. Bunun üzerine ağlama sesim yükseldi" dedi. [139]

Daha sonra hayvanını getirtip ona bindi. Biraz yürüdükten sonra, vahyin ağırlığından dolayı hayvan durdu. Allah Teâlâ şu ayet-i indirdi: "(Kafir olarak Ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır ne de inananlara." [140]

Peygamber (s.a.v.) de hemen şöyle dedi:

- "İbrahim'in babasından berî olduğu gibi, ben de Amine'den berî olduğuma sizi şahit kılıyorum." [141]

137)  El-Hasen tbn Cabir'den rivayet edilmiştir: O, Mekke'deki mücavirlerdendi (kendi vatanını terkedip Kabe'de ibadet edenlerdendi). Memun'a sel sularının, Rasûlullah'ın (s.a.v.) annesinin kabri olarak bi­linen yere girdiği bildirildi.

Me'mun onun s ağlaml aş tinim asını emretti.

Îbnu'1-Berâ, Onun nerede olduğu bana tarif edildi. Ben Mek­ke'deyken onu yaptı, demiştir.

Rasûlullah'ın annesi, Ebva'da vefat etmiş sonra Mekke'ye taşınmış ve orada defnedilmiş olabilir. [142]

 

Annesi Aminenin Vefatından Sonra, Rasûlullah'a Abdulmuttalib'in Bakması[143]

 

138) Nafî Ibn Cubeyr anlatmaktadır:

Rasûlullah (s.a.v.) annesi Amine Bint Vehb'in yanında kalıyordu. Annesi vefat edince onu dedesi Abdulmuttalib yanma aldı. Onu bağrına basıp hiçbir oğluna göstermediği şefkati ona gösterdi. Onu kendine yaklaştırır, yalnızken ve uyurken onu odasına alır. Minderinin üzerine oturturdu. Abdulmuttalib, onun minderinin üzerine oturduğunu görün­ce de şöyle derdi: Oğlumu bırakın. Ona mutlaka mülk verilecek, derdi.

Mudiin oğullarından bir grup Abdulmuttalib1 e: Ona dikkat et, biz makamdaki ayağa ondan daha çok benzeyen ayak görmedik, dedi. Bu­nun üzerine Abdulmuttalib Ebu Talib'e: Bunların dediklerini dinle, dedi. Ebu Talib ona dikkat eder ve onu korurdu.

Abdulmuttalib Rasûlullah'ın dadısı Ummu Eymen'e şöyle demişti: Bereke! Oğlumu ihmal etme, ona karşı dikkatli ol. Çünkü ehl-i kitap, oğlumun, bu ümmetin peygamberi olduğunu söylüyorlar.

Abdulmuttalib onu yanına almadıkça yemek yemezdi. Oğlumu yanıma getirin, der, o da yanma getirilirdi,

Abdulmuttalib ölüm döşeğindeyken Ebu Talib'e Rasûluîah'ı koru­yup gözetmelerini vasiyet etmişti.

139) îbn Abbas anlatmaktadır; Babamın şöyle dediğini duydum:

Abdulmuttalib'in, Hıcr'da üzerine kendisinden başkasının otur­madığı bir minderi vardı. Harb Ibn Umeyyeyle ondan daha aşağı sevi­yede kimseler, minderin önünde, onun çevresinde otururlardı. Rasû-lullah (s.a.v.) bir gün, daha buluğa erişmemiş küçük çocukken gelip minderin üstüne oturdu. Birisi onu çekti. Rasûlullah (s.a.v.) ağlayınca Abdulmuttalib: Oğlum ne için ağlıyor? diye sordu. -O sırada gözleri kör olmuştu- Ona: Mindere oturmak istedi. îsteğine engel oldular, dediler. Abdulmuttalib, oğlumu bırakın, minderin üzerine otursun. O, ken­disinde bir şeref duyuyor. Onun, ne kendinden önceki, ne de kendinden sonraki hiçbir Arab'ın erişemeyeceği bir şerefe ulaşacağım umuyorum, dedi. [144]

 

Abdulmuttalibin, Rukaykanın Rüyasında Yağmur İstemeğe Rasûlullah’la Birlikte Çıkması

 

140) Abdulmuttalib'in yaşıtı olan Rukayka anlatmaktadır:

Peşpeşe gelen kuraklık ve kıtlık yılları, Kureyşlilerin mallarını alıp götürmüş, kemikleri inceltmişti. Uyurken veya dalgınken, birisinin boğuk bir sesle: Ey Kureyş topluluğu! O gönderilecek olan peygamber, sizin aranızdan çıkacaktır. Onun ortaya çıkma zamanının gölgesi, üze­rinize düşmüştür. Bu, onun yıldızlarının başlangıcıdır. O, size yağmur ve bolluk getirecektir. Dikkat edin! Sizin soyca en üstününüz ve şerefli­niz olan, uzun boylu, iri kemikli, ak tenli, kaşları ve kirpikleri uzun, yanakları düz, kalkık burunlu, iyi bir şöhreti ve kendisine ait bir sünneti olan kişiye bakan. O ve oğlu gitsir Sizden de her kabileden bir adam gitsin. Yıkansınlar, koku sürünsünler. Rüknü (Hacer-i esvedi) istilam etsinler. Sonra Ebu Kubeys'e çıksınlar. O adam yağmur duası yapsın ve cemaat de amin desin. O zaman istediğiniz yağmura, geçim bolluğuna kavuşursunuz.

Allah biliyor, çok korkmuş, tüylerim diken diken olmuş ve aklım karışmış bir halde sabahı ettim. Rüyamı anlattım. Harem'e yemin olsun! Mekke vadisindeki herkes: Bu, ancak, Şeybetulhamd'dir, Şeybe'dir, dedi.

Kureyşlilerin hepsi onun başına toplandı. Aynı zamanda her kabi­leden birer adam gitti. Yıkandılar, koku süründüler, Hacer-i esved'i is­tilam edip Ebu Kubeys dağının çıkabildikleri kısmına kadar çıktılar.

Hepsi dağın zirvesinde yerlerini alınca, Abdulmuttalib, yanında henüz buluğa ermemiş veya ermek üzere olan Rasûlullah (s.a.v.) olduğu halde ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ey ihtiyaçları gideren, gam ve kederleri kaldıran Allah'ım, sen Öğretilmeden bilensin. Nimet ve ihsanları esir­genmeyen, karşılıksız istenilensin. Bunlar, senin erkek ve kadın kulla­rındır. Bunlar, senin Harem'inin yanında barınıyorlar, (kurak geçen) yıllarını sana şikâyet ediyorlar. Kurak geçen yıl, deve ve davarları gibi hayvanlarını yok etti. Allah'ım! Bize, bereket, bolluk ve ucuzluk getiren yağmur yağdır.

Kâ'be'ye yemin olsun! Çok geçmeden, gök yarılıp yağmur boşan­mış, vadi sel sularıyla dolmuştu. Kureyş'in yaşlılarından ve büyükle­rinden Abdullah Ibn Cud'ân, Harb İbn Unıeyye ve Hişam Ibnu'l-Muğire'nin Abdulmuttalib'e şöyle dediklerini duydum: Batha halkı (Mekke halkı) senin sayende yaşadı.

Bu konuda Rukayka, yüce Allah'ın kendilerine Abdulmuttalib sa­yesinde yağmur ihsan ettiğini açıklayan dört beyitlik bir şiir söylemiştir. [145]

Yağmur ve bereketi kaybettiğimizde, Allah, Şeyhe tul-hamd vası­tasıyla, memleketimizi hemen yağmurla suladı.

Yağmur getiren bir bulut gökten cömertçe su verdi. Onun sayesin­de hayvanlar ve ağaçlar canlı kaldı.

Onun işi mübarektir. Onun vasıtasıyla bulutlardan yağmur iste­nir. Halbuki insanlar arasında onun hiçbir değeri yoktur.

O, Allah'ın, uğurlu bir lutfudur. Muzar'ın birgün müjde ettiği kimselerin en hayırhsıdır. [146]

 

Abdulmuttalibin Seyf İbn Ziyezen'in Hükümdarlığını Tebriğe Gitmesi Ve Seyfin Abdulmuttalib'e Rasûlullah’ın Onun Soyundan Çıkacağını Müjdelemesi

 

141) İbnu'l-Kelbi anlatmıştır:

Seyf İbn Ziyezen Yemen hükümdarı olduktan ve Habeşlileri öldü­rüp ortadan kaldırınca, Allah'ın kendisine lütfettiği zaferi kutlamak için Arap eşraf ve liderleri heyetler halinde ona geldiler.

Kureyş heyeti de yola çıktı. Bunlar, Kureyş eşrafından beş kişiydi: Abdulmuttalib Ibn Haşim, Ümeyye İbn Abdişems, Abdullah îbn Cud'an, Huveylid îbn Useyd, Vehb îbn Abdimenaf İbn Zuhre.

Heyet San'a şehrine vardı. Seyf îbn Ziyezen Gumdan isimli bir sa­rayda kalıyordu. Bu, Süleyman'ın emriyle Belkıs için şeytanların yaptığı saraylardan birisiydi. Abdulmuttalib ve arkadaşları develerini çöktürüp Seyf in huzuruna girmek için izin istediler. Seyf içeri girmelerine izin verdi. Altından bir taht üzerinde otururken içeri girdiler. Etrafında, al­tın sandalyeler üzerinde Yemen'in eşrafı oturuyordu. Anber sürünmüş-tü. Miskin parlaklığı da başındaki saç ayrım yerinden belli oluyordu. Onu hükümdarlara mahsus selamla selâmladılar. Onlar için de altından sandalyeler konuldu. Abdulmuttalib'in dışında hepsi sandalyelere oturdu. Abdulmuttalib temsilci olarak hükümdarın önünde ayakta durdu. O, konuşmak için hükümdardan izin istedi.

Ona, eğer hükümdarlar önünde konuşabilen kimseİerdense, konuş bakalım! denildi. Abdulmuttalib şöyle konuştu:

- Ey hükümdar! Allah seni, yüksek, üstün ve muhkem bir yere ge­tirdi. Seni, kökü iyi bir bitki ve toprağı değerli bir bitki gibi yetiştirdi. Kökünü en iyi fidanlıkta veren tatlı bahçede sabit kılıp dalını yükseltti. Ey hükümdar! Sen Arapların kendisine sığındıkları baharlarısın ve kendisine döndükleri güllerisin! Senin selefin (baban) en iyi seleftir. Sen bizim için onlardan kalan en iyi halefsin. Allah halefi sen olanı helak etmeyecektir. Selefi sen olan kimseyi de adını sanını silmeyecektir.

Ey hükümdar! Biz Allah'ın Harem'inin halkıyız ve Onun Beyt'inin hizmetçileriyiz. Bizi üzerimize ağır gelen kötü durumdan kurtararak sevindiren kişi olarak sana geldik. Biz tebrik heyetiyiz. Ziyaretçi heyet değiliz. Seyf:

- Demek siz Kureyşulebatıh (Mekke halkının Kureyş kabileyisiniz) dedi. Onlar:

- Evet, diye cevap verdiler. Hükümdar:

- Hoş geldiniz, safa geldiniz. Sizler yanında emniyet ve huzur bu­lacağınız, bol bol lütuf ve ihsanda bulunan bir hükümdarın yanına gel­diniz. Hükümdar sizin sözlerinizi dinledi ve faziletinizi anladı. Siz, şerefli, övgüye lâyık kimselersiniz. Siz burada kaldığınız sürece ikram edilmeğe, ayrılıp giderken de ihsan olunmağa lâyık kimselersiniz, dedi. Sonra Abdulmuttalib'e: Sen kimsin ya? dedi. O:

- Ben Abdulmuttalib îbn Haşim'im diye cevap verdi. Hükümdar:

- Sadece seni istedim ve senin için toplantı yaptım. Çünkü sen in­sanların baharısın ve milletlerin efendisisin. Sizler gidin ve sizi çağırın-caya kadar kalın, dedi.

Daha sonra onların barındırılma] arı ve onlara ikram edilmesi için adamlarına emir verdi.

Bir ay kaldılar. Hükümdar onları çağırmadı. Bir gün hükümdar Kureyş heyetini hatırladı. Abdulmuttalib'e: Arkadaşlarının arasından, sadece sen, benim yanıma gel, dedi.

Abdulmuttalib hükümdarın huzuruna vardığında, onu tek basma buldu. Yanında hiç kimse yoktu.

Hükümdar, Abdulmuttalib'i yanma yaklaştırdı. Onu yanma, tah­tının üzerine oturttu. Sonra şöyle dedi:

-  Abdulmuttalib! Ben sana bildiğim bir sırrı vereceğim. Başkası olsaydı, bu sırrı açmazdım. Ancak seni onun madeni olarak gördüm. Al­lah bu hususta izin verinceye kadar sende mahfuz kalsın. Çünkü Allah emrini yerine getirir, dedi. Abduhnuttalib:

- Allah seni doğrudan ayırmasın, dedi. Seyf şöyle konuştu:

- Ben doğru kitaplarda ve kendimizden başkasına kapalı tuttuğu­muz ilimlerde; yaşamanın şerefi, ölmenin fazileti bulunan, umumiyetle bütün Arapları ve heyetteki arkadaşları, özellikle de, seni ilgilendiren çok büyük ve önemli bir haber buluyorum. Abdulmuttalib:

-  Ey hükümdar! Bir elçinin umduğunun en iyisini gördüm. Eğer hükümdarlık makamının heybeti ve yüceliği olmasaydı, sevincimi artı­racak olan şeyi biraz daha açıklamanı isterdim, dedi. Seyf:

- Senin soyundan bir nebi, senin yakınlarından bir resul gönderi­lecek. Onun adı Ahmed ve Muhammed'dir. Bu onun doğacağı zamandır. Hatta belki de doğmuştur. Babası ve annesi Ölecek. Onun bakımını de­desi ve amcası üstlenecek (bizden niceleri doğdu). Allah onu açıkça teb­ligat yapan peygamber olarak gönderecek. Bizden ona Ensar (yar­dımcılar) yapacak. Dostlarını onlarla aziz, düşmanlarını da onlarla zelil kılacak. Onun doğumu esnasında ateşler sönecek, Mennan (çok iyilik yapan) olan tek Allah'a ibadet edilecek. Küfür ve taşkınlıklar yasakla­nacak. Lat ve diğer putlar kırılacak. Onun sözü, hak ile batılı birbirinden ayırıcı, hükmü ise adalettir. O iyiliği emredecek ve işleyecek, kötülükten sakındıracak ve onu ortadan kaldıracaktır, dedi. Abdulmuttalib:

-  Şan ve şerefin yüce olsun! Saltanatın devamlı, ömrün de uzun olsun. Acaba, hükümdar, bu konuda beni sevindirecek bazı açıklamalar daha yapabilir mi? dedi. Seyf:

-  Örtülerle örtülü Beyt'e, mucizelere ve kitaplara yemin olsun! Abdulmuttalib! Sen, kesinlikle onun atasısm, bunda yalan yok, dedi.

Abdulmuttalib (sevincinden) yere kapandı.

Seyf: Başını kaldır, için rahatladı, ömrün uzadı. îşin yükseldi. Sana anlattıklarımdan birşey hissettin mi? dedi. Abdulmuttalib:

- Evet, hükümdar! Benim çok sevdiğim bir oğlum vardı. Onu, kav­mimin şerefli kişilerinden birinin kızı olan Amine Bint Vehb'le evlen­dirdim. Amine bir oğlan dünyaya getirdi. Onun adını Muhammed ve Ahmed koydum. Onun babası ve annesi öldü. Onun bakımını da, ben ve amcası üstlenmiş bulunuyoruz. Bunun üzerine hükümdar:

- Tamam işte, onun hakkında düşmanlarından sakın. Gerçi Allah onlara, bu konuda yol ve fırsat vermeyecektir. Eğer onun peygamber o-larak gönderilmeden Önce ölmeyeceğimi bilseydim, süvarilerim ve piya­delerimle birlikte gider, Yesrib'i devletime başkent yapardım.  Ben, atalarımın kitaplarında, onun işinin Yesrib'te muhkemleşeceğini, Yes-rib'lilerin onun davet ettiği ve kendisine yardım eden kimseler olduğu­nu, kabrinin de orada bulunacağını buluyorum. Eğer Onun üstün makamlara, ulaştığını ve afetlerden korunduğunu görmeseydim, onun adını açıklar ve onun peşindeki Arapları perişan ederdim. Eğer yaşar­sam bunu ona yapacağım. Kalk, yanındaki arkadaşlarınla birlikte git. Kureyş heyetinden her bir kişiye ikiyüzer deve, onar Habeşli köle, onar rıtıl altın, yemen elbiselerinden ikişer kat elbise verilmesini emretti. Abdulnıuttalib'e ise bütün bunların iki mislinin verilmesini emretti. Ayrıca Abdulmuttalib'e: Abdulmuttalib! Muhammed büyüyüp yetişince, bana onunla ilgili haberleri getir, dedi.

Daha sonra Kureyş heyeti ona veda edip Mekke'ye döndüler.

Abduhnmuttalib şöyle derdi: İçinizden hiç kimse, hükümdarın, bana olan bol ihsanına gıbta ve kıskançlık etmesin. Asıl siz beni, onun bana ve benden sonra soyumdan geleceklerle ilgili söylediği, şeref ko­nusunda kıskanın.

Abdulmuttalib'e: O nedir? diye soruyorlar, O da: Kısa bir süre sonra onu öğreneceksiniz, derdi.

Seyf, Yemen'de birkaç yıl hükümdar olarak kaldı. Bir gün ava çı­kıyormuş gibi hayvanına bindi. Siyahlardan, mızraklarıyla savaşa ha­zırlanan bazı kimseleri hizmetçi edinmişti. O gün onlar ona saldırıp öldürdüler. Kisra Nuşirevan'a haber verildi. Nuşirevan onlara Hür­müz'ü gönderip öldürülmedik hiç bir siyah bırakılmamasını emretti.[147]

142) İbn Abbas anlatmıştır:

Peygamber'in (s.a.v.) doğumundan sonra İbn Ziyezen Habeşlileri yenince Arap heyetleri ve şairleri onu tebrik etmeye ve övmeye geldiler. Gelen heyetler arasında Kureyş heyeti de vardı. Kureyş heyetinde Ab­dulmuttalib İbn Haşim, Umeyye ibn Abdişems, Abdullah ibn Cud'an, Huveylid İbn Esed ve başkaları vardı. San'a'daki îbn Ziyezen'e gittiler. İbn Ziyezen, Umeyye ibn Ebi's-Salt'ın dediği gibi o, Re's-i Gum-dan'daydı.

Re's-i Gumdan'daki evine oturup, başına da tacı geçirerek afiyetle iç.

Ondan içeri girmesi için izin istendi. Onların yerlerini ona haber verdi ve kendilerine müsaade etti.

Abdulmuttalib yaklaşıp konuşmak için ondan izin istedi. Seyf İbn Ziyezen ona:

- Hükümdarlar karşısında konuşabilecek kimselerdensen sana izin veririz, dedi. Abdulmuttalib:

- Ey hükümdar! Allah seni, yüksek, zorlu, muhkem, üstün ve yüce bir mevkiye getirdi. Seni, koku iyi ve toprağı değerli bir bitki gibi yetiştirdi. En kıymetli yurt ve yerde o bitkinin kökünü sabit kılıp dalını yükseltti. Sen Arapların hükümdarısın ve onlara bolluk veren baharla­rısın, sen Arapların kendisine uyup itaat ettikleri emirisin. Direğin ü-zerine konduğu sütıjr>larj(gma kulların kendisine sığındıkları kale ve sığmağısın. Senin selefin hayırlı seleftir ve sen bizim için onlardan kalan en hayırlı halefsin. Selen"sen olan kimsenin adı sanı batmaya­caktır. Halefi de sen olan kimse de helak, (yok) olmayacaktır. Ey hü­kümdar! Biz, Allah'ın Harem'inin halkıyız ve onun Beyt'inin hizmetçileriyiz. Bizi, üzerimize ağır gelen sıkıntıdan kurtararak sevin­diren kişi olarak sana geldik. Biz tebrik heyetiyiz, ziyaretçi heyet değiliz. Hükümdar:

- Konuşan! Sen kimsin ya! dedi. O:

- Ben, Abdulmuttalib İbn Haşim'im, dedi. Hükümdar:

- Sen kız kardeşimizin oğlu musun? Yani Ensar'dan mısın?

- Evet, dedi. Hükümdar:

- Yaklaştır onu, dedi. Muhafız onu yaklaştırdı. Daha sonra kendisi ona ve heyettekilere yaklaşıp: Hoş geldiniz, safa geldiniz. Sizler, yanında güven ve huzur bulacağınız, bol bol ihsanlar veren bir hükümdarın ya­nma geldiniz. Hükümdar sizin sözlerinizi dinledi. Sizin akraba olduğu­nuzu anladı ve ziyaret vesilenizi kabul etti. Sizler, burada oturduğunuz sürece gece gündüz sohbet edilmeye, ağırlanmağa ve ayrılıp giderken de ihsan olunmağa layık kimselersiniz.

Onlar, misafirhaneye götürüldüler. Bir ay orada kaldılar. Ne hü­kümdarla görüşebildiler, ne de yurtlarına dönüp gitmelerine izin verildi. Bir gün hükümdar onları hatırladı. Abdulmuttalib'e gelmesi için haber gönderdi. Abdulmuttalib'i yanma yaklaştırdı. İkisi başbaşa kalarak:

-  Abdulmuttalib! Ben sana, bildiğim bir sırrı vereceğim. O sırrı, senden başkası olsaydı, açmazdım. Fakat seni onun madeni gördüm. Bundan dolayı, onu sana açıklayacağım. Allah o konuda izin verinceye kadar, sende gizli kalsın çünkü Allah, emrini yerine getirir. Ben gizli kitapta ve kendimize ayırıp başkasına kapalı tuttuğumuz ilimde; yaşa­manın şerefi, ölmenin fazileti bulunan umumiyetle bütün insanları ve heyettekileri, özelliklede, seni ilgilendiren büyük ve önemli bir haber buldum, dedi. Abdulmuttalib:

- Ey kral! Sen yüce birisisin! O nedir. Bütün göçebe halkı peşpeşe sana feda olsun! dedi. Kral:

- Tihame'de bir çocuk doğacak, alâmet olarak iki küreği arasında bir ben bulunacak. Kıyamet gününe kadar, imamlık (önderlik) onda, li­derlik de sizde olacak, dedi. Abdulmuttalib:

- Senden laneti gerektirecek haller sadır olmasın! Ben bir elçinin umduğunun en iyisini gördüm. Eğer hükümdarlık makamının heybeti ve yüceliği olmasaydı, sevincimi artıracak olan şeyi biraz daha açıkla­manı isterdim, dedi. İbn Ziyezen:

- Bu, onun doğacağı zamandır. Hatta belki de doğmuştur. Onun adı Muhammed'dir. Onun annesi ve babası ölecek. Onun bakımını dedesi ve amcası üstlenecek. Bizden niceleri doğdu. Allah onu açıkça tebligat ya­pan peygamber olarak gönderecek. Bizden ona Ensar (yardımcılar) ya­pacak. Dostlarını onlarla aziz, düşmanlarını da onlarla zelîl kılacak, insanlar onlara değer verecek. O, dünyanın en kıymetli yerlerini fethe-, decek, putları kıracak, ateşleri söndürecek. Rahman'a ibadet edilecek, şeytan kovulacak. Onun sözü, hak ile batılın arasını ayırıcıdır. Hükmü adalettir. O, iyiliği emreder ve onu yapar, kötülükten sakındırır ve onu ortadan kaldırır, dedi. Abdülmuttalib:

- Şan ve şerefin yüce olsun! Saltanatın devamlı ve ömrün uzun ol­sun. Acaba, hükümdar, bu hususta beni sevindirecek bazı açıklamalar yapabilir mi? dedi. Ibn Zîyezen:

- Örtülerle örtülü Beyt'e ve yol gösterici alâmetlere  yemin olsun! Sen onun dedesisin, Abdülmuttalib! Bunda yalan yok, dedi.

Abdülmuttalib (sevincinden) yere kapandı. Hükümdar ona: Başını kaldır için rahatladı. İşin yükseldi. Sana anlattıklarımdan dolayı birşey hissettin mi? dedi. Abdülmuttalib:

- Ey hükümdar! Benim bir oğlum vardı. Onu çok sever ve üzerine titrerdim. Onu kavmimin şereflilerinden birinin kızı olan Amine Bint Vehb'le evlendirdim. Amine bir oğlan dünyaya getirdi. Ona Muhammed adını koydum. Babası ve annesi öldü. Onun bakımını ben ve amcası üstlendik, dedi. İbn Ziyezen:

-  Sana söylediklerim, senin söylediğin gibidir. Oğlunu, iyi koru, onun hakkında yahudilerden sakın. Çünkü onlar onun düşmanıdırlar. Ancak! Allah, onlara bu konuda yol ve fırsat vermeyecektir. Sana söyle­diğim şeyleri yanındaki heyet arkadaşlarından da gizli tut. Sizde bulu­nacak reisliği, onların ve oğullarının da kıskanıp senin basma gaileler (dertler) açmayacaklarından ve sana tuzaklar kurmayacaklarından emin değilim, eğer, onun peygamber olarak gönderilmeden Önce ölme­yeceğimi bilseydim süvarilerim ve piyadelerimle birlikte gider, Yesrib'i, devletime başkent yapardım. Ben, natık kitapta ve sabık (daha önceki) ilimde, onun işinin Yesrib'de muhkemleşeceğini, yardımcılarının ve kabrinin orada olacağını buluyorum. Eğer ona afet ve belelardan kork-masaydım, yaşının küçüklüğüne rağmen onun işini açıklar ve onun pe­şindeki Arapları perişan ederdim. Fakat ben, bu işi, eksiksiz sana bırakıyorum.

Heyettekilerden her birine on erkek köle, on kadın köle, yüz deve, ikişer kat çizgili aba kumaştan elbise, beş rıtıl alim, on rıtıl gümüş ve içi anber dolu birer kutu verilmesini emretti. Abdülmuttalib'e de, bunlar-

dan onar kat verilmesini emretti. Abdulmuttalib'e: Bir yıl geçince, bana gel, dedi. İbn Ziyezen bir yılı doldurmadan öldü.

Abdulmuttalib sık sık şöyle derdi: Ey Kureyş topluluğu! İçinizden hiç kimse, kralın bana ?^n bol ihsanını kıskanmasın. Çok olsa bile, o (bir gün) tükenecektir. Fakat bant*.,_ «enden sonra gelecek, neslime kalacak şan ve şereften dolayı beni kıskanın. Abdulmuttalib'e: Bu ne zaman o-lacak diye sorulduğunda: Bir süre sonra olsa bile o bilinecek, öğrenile­cek, diye cevap verirdi.

Umuyye İbn Abdişems bu konuda şu şiiri söylemektedir.

Develer yüklerini derin bir vadiden San'a'ya hızla götürürlerken, biz de develerin sırtlarında taşıdığı kadar nasihat getirdik.

İbn Ziyezen bizim başımıza geçiyor ve ona yol üzerindeki obalarda oturanlara ikramda bulunuyor.

"San'a" uygun görünce, saltanat ve köklü şeref yurduna yerleşi­yor. [148]

 

Abdulmuttalib’in Ölümü

 

Anlatırlar ki: Abdulmuttalib ölüm döşeğine düşünce, Ebu Talib'e, Rasûlüllah'ı iyi korumasını vasiyet etti. Kızlarına da: Bana ağlayın da sizleri dinleyeyim, dedi. Her bir kızı söyledikleri birer şiirle babalarına ağıt yaktılar.

Umeyme'nin mersiyesini dinlerken, Abdulmuttalib'in dili tutuldu. Başını: Doğru söyledin, ben böyleydim, manasında hareket ettirmeye başladı. Umeyme şunları söylemişti:

Ey gözlerim! Ahlâkı güzel ve cömert olana,

Dedesi şerefli, çakmağı parlamış, yüzü güzel ve değeri büyük olana, İyi hasletler sahibi, şeref, izzet ve övünç sahibi Şeybetu'l-hamd'e, Yine, belâ ve sıkıntılarda şeref ve fazilet sahibi,

iyilikleri ve öğünülecek şeyleri çok olana inci gibi gözyaşlarını e-sirgeme.

Ölümler ona geldi ama gecelerin ve kaderin getirdiği olaylarda onu öldürmedi.

Birisi şöyle dedi:

Abdulmuttalib seksen iki yaşındayken öldü yüz on ve yüz yirmi yaşlarında öldüğü de söylenmektedir.

143) Rasûlullah'a (s.a.v.):

- Abdulmuttalib'in Ölümünü hatırlayabiliyor musunuz? diye sorul­du. Rasulullah (s.a.v.):

- "Evet. O zaman, ben sekiz yaşlarındaydım," buyurdu. [149]

144) Ummu Eymen: Ben, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) Abdulmuttalib'in ta­butunun arkasında ağlarken gördüm, demiştir.

145) İbn Cureyc'den rivayet edilmiştir:

Ata Ibn Ebî Rabah'la, Mescid-i Haram'da oturuyorduk. îbn Ab-bas'la faziletini ve onun arkasında tavaf eden Ali İbn Abdillah konuştuk onların boylarının mükemmelliğine ve yüzlerinin güzelliğine hayret et­tik.

Ata şöyle dedi: Abdullah îbn Abbas'm güzelliği yanında onların güzelliği nedir ki! Ayın, ondördüncü gecesinde, Mescid-i Haram'da Ebu Kubeys dağından doğduğunu görür görmez, Abdullah tbn Abbas'm yü­zünü hatırladım. Sen bizi Hıcr'da onunla birlikte otururken gördüm. Tam o sırada bastonuna dayanarak Huzeylli yaşlı bir şeyh geldi. Ona bir meseleyi sordu. O da ona cevap verdi. Şeyh, mesciddeküerden bazısına: Kim bu genç? dedi.

Onlar: Bu, Abdullah İbn Abbas İbn Abdilmuttalib'tir, dediler.

Şeyh: Subhanellah! Abdullah îbn Abbas îbn Abdümuttalib'in gü­zelliği şu gördüğüm şekle çevrilmiş, dedi.

146) Ata anlatmıştır:

îbn Abbas'm şöyle dediğini duydum: Babamdan işittiğime göre: Abdulmuttalib, halkın en boylu boslusu, en güzel yüzlüsüydü. Onu gö­rüp de sevmeyen kimse yoktu. Hıcr'da onun bir minderi vardı. Onun ü-zerine kendisinden, başkası oturmazdı. Kureyş'in danışma meclisi sayılan Darun-nedve üyesi Harb îbn Umeyye ile ondan aşağı seviyede olanlar, minderlerden dış kısmında otururlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) daha buluğa ermemiş bir çocukken, bir gün gelip minderlerin üzerine oturdu. Bir adam onu çekti. Rasûlüllah (s.a.v.) ağladı, -gözleri kör olan- Abdul­muttalib: Oğlum niye ağlıyor? dedi.

Minderlerin üzerine oturmak istedi ve onu menettiler diye cevap verdi.

Abdulmuttalib: Oğlumu bırakın, minderin üzerine otursun. O, kendisinde bir şeref duyuyor. Onun, ne kendinden önce geçmiş, ne de sonradan gelecek hiçbir Arab'ın erişemeyeceği bir şerefe ereceğini u-muyorum, dedi.

Abdulmuttalib, Peygamber (s.a.v.) sekiz yaşındayken ölmüştür. Peygamber (s.a.v.), Abdulmuttalib'in cenazesini Hacun kabristanına gömülünceye kadar ağlayarak, takip etmişti.

Abdulmuttalib Hacun'a defnedilmiş tir.

Abdulmuttalib, Rasûlullahı (s.a.v.) Ebu Talib'e vasiyet etmiştir. Çünkü Ebu Talib'le Abdullah ana bir kardeşlerdi. Ez-Zübeyr de aynı annedendi. Ancak Ebu Talib'i tercih etmesinin sebebi hakkında üç görüş vardır:

1. Abdulmuttalib'in ona vasiyette bulunması,

2. Îki kardeşin aralarında, kura çekmeleri ve kur'anm Ebu Talib'e çıkması,                '

3. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) onu seçmesi, [150]

 

Rasûlüllah'ın Bakımını Ebu Talib'in Üstlenmesi'

 

147) İbn Abbas anlatmaktadır:

Abdulmuttalib vefat edince, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) Ebu Talib yanına aldı. Rasûlüllah onun yanında kalıyordu. Ebu Talib'in malı yoktu. Rasûlullah'ı (s.a.v.) çok severdi. Kendi çocuklarını onu sevdiği kadar sevmezdi. Onu yanma almadıkça uyumazdı. Bir yere giderse onu da ya­nında götürürdü. Ebu Talib onun üzerine düştüğü kadar hiçbir şeyin ü-zerine düşmezdi. Ona ayrı sofra kurdurduğu olurdu. Ebu Talib'in aile efradı, toplu veya tek olarak yemek yedikleri zaman doymazlardı. Pey­gamber (s.a.v.) onlarla birlikte yediği zaman doyarlardı. Ebu Talib, on­lara yemek yedirmek istediği zaman: Durun! Sizin gibi, oğlum da gelsin hazır olsun derdi. Rasûlüllah (s.a.v.) gelip onlarla birlikte yemek yerdi. Onun bulunduğu sofrada yemeklerini artırırlardı. Eğer o, yemekte on­larla birlikte bulunmazsa, doymazlardı. Ebu Talib Ona: Şüphesiz, sen mübareksin! derdi.

Ebu Talib'in çocukları, sabahleyin yataklarından gözleri çapaklı ve saçları dağınık olarak kalkarlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) ise sabahleyin parlak yüzlü, sürmeli gözlü olarak kalkardı.

148) Amr İbn Sa'id şöyle demiştir:

Ebu Talib için, üzerine oturacağı bir minder konulurdu. Peygam­ber (s.a.v.) çocukken, o minderin üzerine oturmağa geldi. Bunun üzerine Ebu Talib'i Rabianın ilahına yemin olsun! Kardeşimin oğlu büyük bir saadet hissediyor (onun için büyük bir şeref vardır), dedi.

149) Amr îbn Saîd, Ebu Talib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Zulmecazdaydım. Yanımda yeğenim de yani Peygamber (s.a.v.) de vardı. Susamıştım. Ona: Yeğenim! Ben susadım, dedim. Onun yanında karın doyuracak birşeyler olduğunu zannederek acıktığımı söylememiştim. Dizini büktü. Sonra indi: Amca! Susadın mı? dedi. Ben de: Evet, dedim. Topuğunu yere eğdi. Baktım ki su akıyor. Bana: Amca! İç dedi. Ben de içtim. [151]

 

Rasûlüllah'ın Amcası Ebu Talib’le Birlikte Şam'a (Kuzey Arabistan'a) Gitmesi Ve Bahîra İle Karşılaşması

 

150) Davud İbnu'l-Huseyn anlatmıştır:

Ebu Talib Şam'a gittiğinde, yanında ilk defa, oniki yaşındayken, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) da götürdü. Kafile Şam'daki Busra'da konakladı. 0-rada bir rahip vardı. O rahibin, içinde kaldığı bir manastın vardı. Hris-tiyan alimleri büyükten büyüğe geçerek gelen bir kitabı incelemek üzere bu manastırda bulunurlardı.

Kureyşliler çoğunlukla Bahîra'ya uğrarlardı.

Bu yıl da onlar, Bahîra'nın manastırına yakın bir yerde konakla­mışlardı. Daha önceki yıllarda defalarca gelip uğradıkları halde, Bahîra, onlarla hiç konuşmazdı. Bu defa onlara yemek hazırlamış ve onları ma­nastırına davet etmişti. Onları şunun için davet etmişti. Bahîra, ma­nastırında bulunduğu sırada, kafile ilerlerken, bir bulutun, kervan-dakiler arasında Rasûlüllah'ı (s.a.v.) gölgelediğini, sonra gelip manastı­rın yakınında bir ağacın gölgesine indikleri zaman, bulutun, ağacı göl­gelediğini, ağacın dallarının da, Rasûlüllah'm üzerine eğildiğini ve onu, gölgesinin altına aldığını görmüştü. Bahîra, bütün bunları görünce, manastırından indi. Yemek yapılmasını emretti. Kafiledekilere de şu haberi gönderdi. Ey Kureyş topluluğu! Ben sizin için yemek yaptım. Sizin, küçük, büyük, köle, hür hepinizin yemekte hazır bulunmanızı arzu ediyorum. Bu beni şereflendireceğiniz birşeydir. Birisi ona:

- Bahîra! Bugün senin şaşılacak bir halin var. Sen böyle yapmaz­dın. Bugün sendeki bu hal nedir? dedi. Bahîra:

- Ben sizi ağırlamayı arzu ediyorum. Ağırlanmağa lâyıksınız, dedi.

Hepsi gelip toplandılar. Rasûlüllah yaşça onların en küçüğü olduğu için, ağacın altındaki yüklerinin yanında bekçi olarak geride kalmıştı.

Bahîra, gelenlere bakıp bildiği ve kitapta bulduğu sıfatları hiçbi­rinde göremeyince, bakınmağa başladı. Bulutu, gelenlerden hiçbirinin üzerinde göremiyordu, Onun, Rasûlüllah'm (s.a.v.) üzerinde kaldığını görüyordu. Bahîra:

- Ey Kureyş topluluğu! Sizden, bu yemekte hazır bulunmayan ge­ride kalan birisi var mı? diye sordu.

- Bir çocuktan başka, kimse geride kalmadı. O da, bizim yaşça en küçüğümüz olduğundan yük ve eşyalarımızın yanında kaldı, dediler. Bahîra:

-  Onu da çağırın. Yemekte O da hazır olsun. Sizin bulunup da, kendisini sizden saydığım bir tek kişinin bulunmaması ne kadar çirkin bir şey, dedi. Topluluk:

- Vallahi O, bizim en soylumuzdur. Ebu Talib'i kastederek, bu a-damm yeğinidir. O, Abdulmuttalib'in soyundandır, dediler. El-Harîs tbn Abdulmuttalib:

-  Vallahi, aramızdan, Abdulmuttalib'in oğlunun geride kalması bizim için kınanacak bir tutumdur, dedi. Sonra kalkıp onun yanma gitti ve kucaklayıp getirdi. Onu sofraya oturttu. Bulut onun başının üzerinde yürüyordu.

Bahîra, dikkatle ona bakmağa ve vücudunun bazı organlarını in­celemeğe başladı. Ona baktıkça, sıfatlarım onda buluyordu.

Topluluk yemeklerini yeyip dağılınca, Bahîra Rasûlüllah'm (s.a.v.) yanma geldi ve:

-Çocuk, Lat ve Uzza hakkı için, sana soracağım sorulara cevap ver, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):

-  "Lât ve Uzza adına yemin vererek, bana birşey sorma. Vallahi, ben, onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem" dedi. Bahîra:

- Öyleyse, Allah için, sana soracağım şeylerin cevabını ver.

- Bana, istediğim sor, dedi.

Rasûlüllah (s.a.v.) ona cevap vermeye başladı.

Rahip de aldığı cevapları edindiği bilgilere uygun buluyordu. Daha sonra, gözlerinin arasına bakmağa başladı. Sırtını açtı. iki omzu ara­sındaki peygamberlik mührünün de, bildiği şekilde, yerli yerinde oldu­ğunu gördü.

Kureyşliler: Muhammed'in, rahip yanında büyük bir değeri var, dediler.

Ebu Talib, rahipden gördüğü şeyler sebebiyle yeğenine bir zarar gelmesinden korkmağa başladı. Rahip, Ebu Talib'e:

- Bu çocuk senin neyin olur? dedi. Ebu Talip:

- Oğlumdur, dedi. Rahip:

-  Bu, senin oğlun değildir. Bu çocuğun babasının sağ olmaması lâzım, dedi. Ebu Talib:

- Yeğenimdir, dedi. Rahip:

- Babasına ne oldu? dedi. Ebu Talib:

- Annesi buna hamileyken öldü diye cevap verdi. Rahip:

- Annesi ne oldu? dedi. Ebu Talib:

'    - Yakın zaman önce, öldü. dedi. Rahip:

- Doğru söyledin. Yeğenini hemen memleketine götür, yahudilerin ona zarar vermelerinden sakın. Vallahi yahudiler onu görür ve benim onda olduğunu bildiğim şeylerin onda bulunduğunu anlayacak olurlar­sa, onu mutlaka öldürmeğe kalkışırlar. Senin bu yeğeninin çok Önemli bir durumu olacak. Biz onu, kitabımızda ve atalarımızda bize yapılan rivayetlerde bulduk. Benim sana karşı öğüt vazifesini yerine getirmiş olduğumu bil.

Kureyşliler alışverişlerini bitirince Ebu Talib onu hemen götürdü. Bazı yahudiler, Rasûlüllah'ı görüp özelliklerini tanıdılar. Onu öldürmek istediler. Bahîra'ya gidip meseleyi'onunla görüştüler. Bahîra onları ke­sin bir şekilde menetti. Onlara: Onun özelliklerini (kitapta) buluyor musunuz? dedi. Onlar: Evet, buluyoruz, dediler.

Bahîra: Öyleyse, sizin, onu öldürme imkânınız yoktur, dedi. Yahudiler ona inanıp bırakıp gittiler.

Ebu Talib geri döndü ve zarar geleceği endişesiyle bir daha onu yolculuğa çıkarmadı. [152]

151) Ebu Bekr Ibn Ebî Musa anlatmıştır:

Ebu Talib Şam'a gitti. Beraber gittiği Kureyş'in bazı şeyhleri a-rasında Rasulullah'ı da götürdü. Yokuştayken Rahibi gördüler. Daha önce ona uğrarlar kendilerinin yanına gelmez ve ilgi göstermezdi. Onlar yük ve eşyalarını indirirken, rahip yanlarına geldi. Aralarında dolaş­mağa başladı ve nihayet geldi, Rasulullah'ın (s.a.v.) elinden tutup:,

- Bu alemlerin efendisidir. Bu alemlerin Rabbi'nin elçisidir. nunu Allah alemlere rahmet olarak göndermiştir, dedi, Kureyş'in bazı büyük­leri:

- Nerden biliyorsun? dediler. Rahip:

- Siz yokuştayken, ona secde etmedik hiçbir ağaç ve taş kalmadı. Onlar sâdece bir Peygambere secde ederler. Omuzundaki kıkırdağın (en altında) elma gibi peygamberlik mührünün olduğunu biliyorum, dedi.

Sonra dönüp onlara yemek yaptı. Onlara yemeği getirdiğinde, a-deta deve sürüsünün ortasmdaymış gibiydi. Ona haber gönderin de, gelsin dedi. O, üzerindeki bir bulut kendisine gölge yapar bir halde geldi. Topluluğa yaklaşınca, hemen onlar ağacın gölgelerine geçtiler. Oturun­ca, ağacın gölgesi onun üzerine sarktı. Rahip: Ağacın gölgesine bakın, O'nun üzerine sarktı, dedi.

Rahip onların yanındayken, ısrarla, onu rumlarm (Bizanslıların) yanlarına götürmemelerini istedi. Çünkü rumlar onu görürlerse onu sı­fatlarıyla birlikte tanırlar ve öldürürlerdi. Döndü baktı ki Bizanstan gelen yedi kişiyi gördü, onları karşıladıktan sonra:

- Sizin gelmenize sebep nedir? dedi. Bizanslılar:

- O, Peygamberin bu ayda çıkacağını öğrendik. İnsan gönderilme­dik hiçbir yol kalmadı. Bize haber verildi ve biz de senin bulunduğun bu yola gönderildik, dediler. Rahip:

- Arkanızda sizden daha hayırlı birisi var mı? dedi. Onlar:

- Hayır, dediler. Rahip:

- Allah'ın takdir ettiği birşeyi mi düşünüyorsunuz? Onu, insanlar­dan birisi geri çevirebilir mi? dedi. Onlar:

-  Hayır, dediler. (Ona beyat edip onunla birlikte kaldılar). Daha sonra rahip:

- Allah'ınızın aşkına! Hanginiz onun velisidir? dedi. Ebu Talib:

- Benim, dedi. Ona devamlı soru sordu ve o da cevabını verdi. Rahip ona yol azığı olarak pasta da verdi. [153]

 

Rasûlüllah'ın Ficar Savaşında Bulunması

 

Ficar ikidir: Birinci Ficar, İkinci Ficar.

Birinci Ficar'da Rasûlullah (s.a.v.) on yaşındaydı. Ficar'da savaş üç defa oldu.

îlkinin sebebi şudur: Bedir İbn Muaşşir el-Gıfarî insanlara Övünürdü. Bir gün ayağını uzatıp: "Ben Arapların en şereflisiyim. Benden daha şerefli olduğunu iddia eden varsa ayağıma kılıçla vursun bakalım," dedi.

Nasr Ibn Muaviye oğullarından eJ-Ahmer İbn Mazin atlayıp onun dizine vurdu. Bunun üzerine birbirleriyle söz düellosu yapmışlar ve sonra dövüşmüşlerdir.

İkincisinin sebebi de şöyledir. Amir oğullanndan bir kadın Ukaz panayırında oturuyordu. Kureyş'ten Kinane oğulları kabilesinden bir­kaç genç, kadını döndürüp ondan yüzünü açmasını istediler. Kadın bunu kabul etmedi, gençlerden birisi arkasına oturup elbisesinin ucunu bir dikenle yukarı iliştirdi. Kadın kalkınca arkası açılıp göründü. Bunun ü-zerine gençler: "Sen, bizi yüzüne baktırmadın. Arkana bakmamıza mü­saade ettin" dikerek gülüştüler.

Kadın da: Ey Al-i Amir! diyerek bağırdı. Amir oğulları kılıçlarını sıyırdılar ye Kinane oğullarıyla çarpıştılar. Aralarında kan döküldü. Harb Ibn Ümeyye aracı oldu ve onları barıştırdı.

Üçüncüsünün sebebi de şöyledir: Cuşem İbn Amir oğullarından birisinin Kinane oğullarından birinde alacağı vardı. Borçlu, borcunu vaktinde ödemeyince aralarında düşmanlık başlamıştı. İki taraf bir bir-leriyle çarpışınca, îbn Cud'an borcu, kendi cebinden ödemişti.

Rasûlüllah (s.a.v.) bunlarda bulunmamıştı.

İkinci Ficar Hevazin'le Kureyş arasında olmuştur. Kinane oğulla­rıyla Hevazinliler haram ayı helâl sayıp savaşmak suretiyle günah işle­diklerinden dolayı Ficar (günah işlemek) adı verilmişti.

152) Rasûlüllah (s.a.v,) gelip şöyle buyurdu:

"Ben Ficar gününde amcalarımın yanında bulunarak, düşman ta­rafından atılan okları toplayıp amcalarıma veriyordum." [154]

Rasûlüllah o sırada ondört yaşındaydı. Yirmi yaşındaydı da denil­mektedir. [155]

 

Rasûlullah’ın Hılfu'l-Fudul’da Bulunması

 

Bu hılf in (andın) sebebi, Kureyş'in, Harem'de zulüm ve haksızlık yapmasıydı.

Abdullah İbn Cud'an la ez-Zubeyr İbn Abdilmuttalib birbirlerine, mazlumu zalimden kurtarma konusunda yardımlaşmak için andlaşma-ya çağırdılar. Bu çağrıyı kabul edip İbn Cud'an'm evinde andlaştılar.

153) Ebu Ubeyde anlatmıştır:

Hılfulfudul'un sebebi şuydu: Yemenli birisi satmak üzere Mekke'ye bir mal getirmişti. Bu malı Sehm oğullarından birisi satın almıştı. Adam satıcının hakkını, vaktinde ödemedi. ^Satıcı malın bedelini istedi. Öbürü ödemeye yanaşmadı. Satan adam malını istedi, alan malı da geri ver­medi. Bunun üzerine Hıcr'da şöyle söyledi:

Ey Fihr hanedanı! Yurdundan ve kavminden uzaktayken Mek­ke'de malıyla zulme uğrayana yardım edin. Sözlerini yerine getirecekler mi? Sehm oğulları yoksa, umre yapanın malının kaybolup gitmesi görü­şünde midir?

Bazı alimler de şöyle demiştir: Kays îbn Şebbe es-Sulemî, Ubeyy Ibn Haleften bir mal satın aldı. Kays borcunu erteledikçe erteledi ve hakkını vermedi. Cumah'tan birisinin himayesini istedi... Cumahlı kişi, onu himaye etmedi. Kays şöyle dedi:

- Ey Kusayy! Harem'de, bu nasıl olur? Beyt'e hürmet ve iyi ahlâk'm benden mahrum edilmesi, zulümden daha zalimcedir.

El-Abbas'la Ebu Sufyan kalkıp onun hakkını geri verdiler.

Kays'tan bazı kişiler Abdullah îbn Cud'an'm evinde toplandılar. Mekke'de zulmü önlemek, hiçbir kimseye zulmedilmemesi, zulmedenle­re engel olunması ve zulme uğrayanın hakkının alınması için andlaştı-lar. Andlaşma Abdullah İbn Cüd'an'ın evinde yapıldı.

154) Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- "Ben Ibn Cud'an'm evindeki Hılf te (andlaşmada) bulundum. Be­nim o andı bozup da, kızıl tüylü develere (dünyanın en iyi nimetlerine) nail olmam, bana ondan daha sevgili değildir. Ben ona, Islâmî devirde bile, çağırılsam, hemen icabet ederdim." [156]

Kureyş'ten bazıları: Vallahi, bu, hılftan gelen, bir faaldir (lütuftur) dediler ve böylece: Hüfulfudul adı verildi.

155) Ez-Zubeyr şöyle demiştir. Bir başkası da şöyle demiştir: Bu meselede, Curhüm kabilesinden bazı kişilerin yaptıkları gibi Mekke'de zulmü barındırmamak ve onu adalete çevirmek üzere andlaştılar, Cur-hümlu bu kişilerin adları el-Fadl îbn Şira'a, el-Fadl İbn Bida'a ve el-Fadl îbn Kudaâ'ydı.                                   

156) Ez-Zubeyr şunu anlatmıştır: Bana Abdulaziz İbn Ömer el-Ansî şöyle dedi. Hılfulfudulda bulunanlar şunlardır: Haşim oğulları, el-Muttalib oğulları, Esed îbn Abdihızza oğulları, Zuhre oğulları, Teym o-ğullarıdır. Bunlar, hiçbir kimseye zulmedilmemesi için ister güçlü ister zayıf olsun zulmedenden mazlumun hakkını alıncaya kadar zalime karşı hep birlikte mazlumun yanında olacağız diye Allah'a yemin ettiler.

157) Ez-Zubeyr anlattı: İbrahim İbn Hamza bana, dedem Abdullah îbn Mu&'ab'dan o da babasından şunu rivayet etti: Hılfulfudul adının verilmesi şöyledir: Cürhümlüler içinde yapılan haksızlıkları geri çevi­ren, hakları sahiplerine iade eden bazı kimseler vardı. Onlara, Fudayl, fudâl, mifdal ve fadl denilirdi. Bundan dolayı Hılfulfudul adı verilmiş­tir.

158) Şöyle dedi: Bana Muhammed   Ibn Huseyn, Nevfel   îbn U-mara'dan o da İshak Îbnu'l-Fadl'dan şunu rivayet etti: Kureyş, bu andı

Hılfulfudul diye adlandırdı, çünkü cürhüm kabilesinden el-fadl, fudal ve el-fadl isimli bazı kişiler, bu kabilelerin anlaştığına benzer şey üzere andlaşmışlardı.

159) Ma'ruf îbn Hırbuz şunu rivayet etmiştir: Haşim oğulları, el-Muttalib oğulları, Esed ve Teym birbirlerine çağrıda bulunup Mekke'nin tamamında ve Ehabîş içinde birbirlerini yardımına çağırıp da kurtar­madıkları ve hakkını geri vermedikleri mazlum bırakmamak veya bu konuda hiçbir mazeret göstermemek üzere andlaştılar. Mutayyebunun ve müttefiklerin hepsi bundan hoşlanmadılar ve onu ayıplamak için Hılfulfudul (lüzumsuzların andlaşması) adını koydular. Onlar: Bu, kav­min fıdulünden (haksızhklarındandır) dediler. Bunun üzerine Hılfulfu­dul denildi.

160) Hakim Ibn Hizam şöyle demiştir:

Hılfulfudul Kureyş'in ficar'dan çekilmesiydi. Rasûlüllah (s.a.v.) o sırada yirmi yaşındaydı.

161) Ed-Dahhak'tan başka birisi bana şöyle rivayet etti: Picar, şevval aynıdaydı. Bu mlf (and) zulki'de'de olmuştur, o güne kadar ya­pılmış en şerefli andlaşmaydı. Böyle bir andlaşma yapma çağrısında bulunan ilk kişi ez-Zubeyr Ibn Abdilmuttalib'ti. Haşim oğulları, Zuhre ve Teym oğulları Abdullah ibn Cud'an'm evinde toplandılar. Abdullah onlara yemek hazırladı. Denizin bir kıl parçasını ıslatacak kadar suyu bulundukça, mazlumun hakkını alıncaya kadar onunla birlikte olmak ve yardımlaşmak üzere akid ve andlaşma yaptılar. Böylece Kur'eyş bu andlaşmayı Hılfulfudul diye adlandırmıştır.

162)  Cubeyr Ibn Mut'im şöyle demiştir. Rasûlüllah (s.a.v.): "îbn Cud'an'm evinde şahid olduğum andı bozup da kızıl tüylü develere nail olmam bana ondan daha sevgili değildir. Eğer ben ona çağrılsaydım, i-cabet ederdim" buyurdu. [157]

Bu, hılfulfuduldur.

Muhammed İbn Amr şöyle demiştir: Bu hılfı (andlaşmayı) Haşim oğullarından daha önce yapan birisi bilinmemektedir.

163) Abdurrahman Ibn Avf Rasûlüllah'm şöyle buyurduğunu ri­vayet etmiştir: "Çocukken amcalarımla birlikte Hılfulfudul'da bulun­dum. O andı bozup da kızıl tüylü develere nail olmam, bana ondan daha sevgili değildir."[158]

Muhammed Ibn Habîb el-Haşimî bu andlaşmanm Rasûlüllah'a (s.a.v.) vahiy gelmeden beş yıl önce olduğunu zikretmiştir. [159]

 

Rasûlüllah, Peygamber Olmadan Önce Nasıl İbadet Ederdi?

 

Rasûliülah (s.a.v.) çocukluğunda, putlardan nefret ederdi. Onlara dönüp bakmazdı. Akrabaları, kendileriyle birlikte onların yanma gitme­sini isterler, O da bunu yapmaz, putlara yaklaşmaz ve onları kınardı.

164) Ibn Abbas şunu rivayet etti:

Ummu Eymen bana şöyle anlattı: Buvane Kureyşlilerin gelip saygı gösterdikleri ve taptıkları bir puttu. Onun yanında başlarım traş ederler yine onun yanında bir gün, gece oluncaya kadar kalırlardı. Senede bir gün böyle yaparlardı. Ebu Talib de kavmiyle birlikte oraya gelir. Rasû-lüllah'a, bu bayrama, kavmiyle birlikte gelmesini söylerdi. Hatta Ebu Talib'in ona kızdığını, halalarının da çok kızdıklarını ve ona: İlâhları­mızdan uzak durduğun için sana bir zarar gelmesinden korkuyoruz, Mahammed! Sen kavminin bayramına gelmek ve onların topluluğunu kalabalıklaştırmak istemiyorsun, deyip durduklarını gördüm.

Ona devamlı ısrar ettiler, nihayet gitti. Biraz onların, gözlerinin önünden kayboldu. Sonra korku ve dehşet içinde döndü. Halaları ona:

- Neyin var? diye sordular. Rasûlüllah (s.a.v.):

-  "Bana, birşeyler olmasından (cin veya şeytan çarpmasından) korkuyorum" dedi. Halaları:

- Allah, seni asla şeytanla denemez. Sende, iyi hasletler var. Gör­düğün şey nedir? dediler. Rasûlüllah (s.a.v.):

- Putlardan birine yaklaşır yaklaşmaz karşıma uzun boylu beyaz bir adam çıkıp: "Geri çekil Muhammedi Ona dokunma diye bağırıyor", dedi. [160]

Ummu Eymen: Onların bayramına gider gitmez ona (s.a.v.) bildi­rildi, dedi.

165) Muhammed tbn Aînr'ın şeyhleri şunu söylediler: Rasûlüllah (s.a.v.) Bahîra'ya: Bana, Lât ve Uzza'ya yemin ederek sorma. Vallahi, on-lardannefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmedim" demiştir. [161]

166) Ahmed Ibn Hanbel şöyle rivayet etmiştir. Rasûlüllah (s.a.v.) kavminin dini üzereydi diyen kötü söz söylemiş olur. O, dikili taşlar a-dına kesilenleri yemeyen birisi değil miydi?

167) Ebu'1-Vefa Ali İbn Akü şöyle demiştir: Rasûlüllah (s.a.v.), peygamberlik gelmeden ve kendisene vahiy inmeden önce, ona göre İb­rahim'in şeriatinden olması uygun olanları yaşıyordu.

Peygamberlik gelmeden önce, kendinden öncekinin şeriatiyle mi ibadet ediyordu?

Bu konuda iki rivayet vardır:

Birincisi: O, kendisine vahyedilmek yoluyla, onların cihetlerinden, onların ilimleriyle ve onların indirilmiş kitaplarıyla değil, kendisine va­hiy gelmesi şekliyle kendinden önceki sahih şeriatlerle ibadet ediyordu. Ebu'l-Hasen et-Temîmî bu görüşü tercih etmiştir. Bu, Ebu Hanife ta­raftarlarının da görüşüdür.

İkincisi: O, kendi şeriatinde kendisine vahyedilenin dışında hiçbir şeriatle ibadet etmiyordu. Bu da, Mutezile ve Eşariyye'nin görüşüdür.

Şafii taraftarlarının da iki görüşü vardır: Onun kendinden önceki­nin şeriatiyle ibadet ettiğini söyleyenler şunda ihtilâf etmişlerdi: Hangi şeriatle' ibadet ediyordu. Bazıları: Özellikle İbrahim'in şeriatiyle de­mektedir ve Şafii de bu görüştedir.

Onlardan bir kısmı, onun bizim şeriatimizde kaldırılanı hariç Musa'nın şeriatiyle ibadet ettiği görüşündedirler.

Ahmed İbn Hanbel'in sözünden anlaşılanda şudur: O, kendinden önceki peygamberin şeriatinde neshedildiği sabit olmayan sahih her şeyle ibadet ediyordu. Yüce Allah'ın şu sözü buna delâlet eder: "İşte o Peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy." [162]

İbn Kuteybe: Araplar daima İsmail'in dininin kalıntıları üzerin-deydiler.

Bu kalıntılardan bazıları şunlardır: Beyti haccetmek, sünnet ol-. inak, üç defa olduğunda talakın düşmesi (boşanmanın gerçekleşmesi), bir ve iki defa boşamada, kocanın ricat (dönme) hakkı olması. Bir kişinin diyetinin yüz deve olması, cünüplükten dolayı gusül abdesti almak, kan akrabalığı ve evlilik yoluyla meydana gelen akrabalık sebebiyle mahrem olanlarla evlenmenin haram kılınması.

Rasûlüllah (s.a.v.), Hz. İsmail'in dinindekiler gibi Allah'a iman e-diyor, sünnet olma, gusletme ve haccetme konusunda onların esaslarıyla amel ediyordu.

Allah Teâlâ "Sen kitap nedir, iman nedir, bilmezdin" [163] sözüyle: Sen İslâm'ın esaslarını bilmezdin manasını kasdetmektedir. Bununla Allah'ı ikrar demek olan imanı kasdetmemiştir. Çünkü müşrik olarak ölen ataları Allah'a iman ediyorlar, müşrik olmalarına rağmen onun için haccediyorlardı. [164]

 

Yirmi Yaşındayken Rasûlüllah'a Meleklerin Gelmesi Ve Bunu Amcası Ebu Talib'e Söylemesi

 

168) Abdullah İbnu'z-Zubeyr; Ubeyd İbn Umeyr'e Rasûlüllah'ın (s.a.v.) Peygamber olarak gönderilmesi konusunda bir soru sordu. O da şöyle cevap verdi: Sana Rasûlüllah'm ashabından ve zevcelerinden an­latıyorum, Rasûlüllah (s.a.v.) yirmi yaşlarındayken amcası Ebu Talib'e şöyle diyerek yakındı:

- "Amca! Bir kaç geceden beri, yanıma, iki arkadaşıyla birlikte bi­risi geliyor. Bana bakıp birbirlerine: Bu, odur. Fakat daha davet zama­nına erişmedi.  Eğer senin görüşün onlardan susan birinin görüşü gibiyse, bu durum beni korkutuyor." Ebu Talib:

- Yeğenim! Korkulacak birşey yok. Herhalde sen rüya gördün, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) tekrar Ebu Talib'in yanına gelip:

- "Amca! Sana anlatmış olduğum adam beni yakalayıp elini karnı­mın içine soktu. Hatta şu anda bile onun elinin soğukluğunu hissediyo­rum" dedi.

Amcası onu, Mekke'de doktorluk yapan ehli kitaptan birisine gö­türdü. Yeğeninin başından geçenleri ona anlattı ve: Bunu iyileştir, dedi.

Doktor onu yatırdı, kaldırdı, ayaklarını kontrol etti, iki omzunun arasına baktı ve şöyle dedi: Abdulmenaf in oğlu! Senin bu oğlun, terte­miz ve sağlamdır. Onda, hayır alâmetleri vardır. Yahudiler bunu ele geçirirlerse, Öldürürler. Bunun gördükleri, şeytan değil, fakat peygam­berlik için kalpleri araştıran meleklerdendir.

Döndükten sonra Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir süre hiçbir şey hissetme­dim. Sonunda rüyamda bir adam gördüm. Elini omuzlarımın üzerine koydu. Sonra elini sokup kalbimi çıkardı. Sonra şöyle dedi: Temiz bir be­dende temiz bir kalp. Onu tekrar yerine koydu ve ben de uyandım" dedi.

Daha sonra şöyle dedi: "Uyurken, rüyamda, içinde bulunduğum evin tavanının tahtasını söktüm, gümüş bir merdiven getirdim. O merdi­venden benim yanıma iki adam indi. Birisi bir tarafıma, diğeri de öbür tarafıma oturdu. Yandan kaburga kemiğimi açtı. Kalbimi çıkardı ve: Kalbi ne iyi kalp, salih bir adamın ve tebliğ edici bir peygamberin kalbi, dedikten sonra kalbimle kaburga kemiğimi tekrar yerine koydular. Sonra merdivenden yukarı çıktılar. Uyandığımda tavan eski halindeydi. Hadi-ce'ye yakındığımda: Allah sana hayırdan başkasını yapmaz, dedi." [165]

 

Rasûlullah’ın Koyun Gütmesi

 

169) Ebu Hureyre, Rasûlüîlah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu riva­yet etmiştir:

- "Koyun gütmeyen hiçbir peygamber yoktur." Ashab:

- Sen de mi güttün? diye sorunca:

- "Evet. Kararit'ta Mekke'lilerin koyunlarını güderdim" diye cevap vermiştir. [166]

Suveyd îbn Saîd: Kırat karşılığında her koyunu güderdim mana­sına gelir, demiştir.

îbrahim el-Harbî: Kararit, bir yer adıdır. Bununla gümüş kıratları kasdetmemiştir.

îbn Akıl de şöyle demiştir: Çobanın idare etmek için halka karşı müsamahakâr ve rahat olması gerektiğine ve peygamberlerde milletleri ıslaha müsait olduklarına göre, bu onlar hakkında güzel birşeydir. [167]

 

Rasûlüllah'în Peygamber Olmadan Önce Ticaretle Meşgul Olması

 

170) Rasûlüllah'a (s.a.v.), îslâm gelmeden önce es-Saib onun ticarî ortağıydı.

Mekke'nin fethi günü, Rasûlüllah'm (s.a.v.) yanma geldi. Peygam­ber (s.a.v.):

- "Merhaba kardeşime ve ortağıma! Sen, ne fitne ve fesat yollarına sapar, ne de boş yere münakaşa ederdin" demiştir. [168]

 

Rasûlüllah'ın, Hz. Hadice'nin Ticaret Kervanıyla Tekrar Şama Gitmesi

 

171) Ya'la îbnMunye'nin kızkardeşiNefîse Bint Munye anlatmıştır:

Rasûlüllah (s.a.v.) yirmibeş yaşma gelince, Ebu Talib ona: Ben malı olmayan bir adamım. Zamanın, üzerimize çöken sıkıntısı son nok­taya ulaştı. îşte, kavminin ticaret kervanı, Şam'a gitmeye hazırlanmış bulunuyor. Hadîce Bint Huveylid, mallarının başında kavminden bazı adamlar gönderecek. Gidip dileğini ona arzedecek olursan, seni mutlaka kabul eder.

Hadice, Ebu Talib'le yeğeni arasında geçen konuşmayı duyduğun­da, bu hususta ona haber gönderip: Sana, kavminden hiç kimseye ver­mediğim ücretin iki katını vereceğim, dedi.

Ebu Talib: Bu, Allah'ın sana gönderdiği bir rızıktır, dedi.

Rasûlüllah (s.a.v.), Hatice'nin kölesi Meysere'yle birlikte yola çıktı. Rasûlüllah'm amcaları, kervandakilere, onunla ilgilenmelerini tavsiye ettiler.

Nihayet onlar Şam topraklarındaki Busra'ya vardılar. Rasû-lüllah'la Meysere bir ağacın gölgesine indiler. Rahip Nastura:

-  Şimdiye kadar, bu ağacın altına, Peygamberden başkası inme­miştir, dedi. Meysere'ye: Onun gözlerinde hiç gitmeyen bir kırmızılık var mı? diye sordu. Meysere:

- Evet, dedi. Rahip Nastura:

- Bu bir peygamberdir. O, peygamberlerin sonuncusudur, dedi.

Daha sonra mallarını sattı. Rasûlüllah'm (s.a.v.) alış-veriş yaptığı adamla aralarında anlaşmazlık çıktı. Adam ona: Lât ve Uzza adına ye­min et dedi.

Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben, şimdiye kadar onlar adına hiç yemin et­medim. Onların'yanından da yüzümü çevirerek geçerim" dedi.

Adam: "Doğrusu senin söylediğin sözdür, dedi. Daha sonra Meyse­re'ye: Vallahi, bu zat Peygamberdir. Bizim alimlerimiz kitaplarında onun vasıflarını buluyorlar, dedi.

Meysere, öğle sıcağının arttığı zamanlarda, Rasûlüllah'ı iki mele­ğin, güneşten gölgelediklerini gördü ve bunların hepsini aklında tuttu.

Mallarını sattılar ve daha önceki satışlarından bir kat daha fazla kazandılar.

Rasûlüllah (s.a.v.) öğlenin en sıcak saatinde Mekke'ye girdi. Hadi­ce oturdukları evin üst katmdaydı. Devesinin üzerindeki Rasûlüllah'a (s.a.v.) iki meleğin gölge yaptıkların gördü. Onu kadın, arkadaşlarınada gösterdi. Hepsi de hayret içinde kaldılar.

Peygamber (s.a.v.), Hazreti Hadice'nin yanma gitti. Malların satı­şından ne kazandıklarını ona haber verdi. Hadice buna sevindi.

Meysere Hz. Hadice'nin yanma gelince gördüklerini ona anlattı ve: Şam'dan çıkışımızdan itibaren onu seyrettim dedi. Ayrıca Rahip Nastu­ra1 mn ve alış-veriş yaparken münakaşa yaptığı kimseye söylediklerini de Hadice'ye anlattı. [169]

 

Rasûlüllah’ın Hadîce’yle Evlenmesi

 

172) Nefise Bint Munye anlatmaktadır:

Rasûlüllah (s.a.v.) Şam dönüşünde, Hadîce, evinin en üst katm-dayken Mekke'ye girdi. Ona gölge yapan iki meleği gördü. O, sağlam karekterli bir kadındı, Hadîce, o sırada, Kureyş kadınlarının soyca en üstünü, onların en zenginiydi. Kavminin her erkeği elinden gelse onunla evlenmek isterdi. Kavminin erkekleri ona dünür olmuşlar ve onun, uğ­runda mallarını sarfetmişlerdi.

Muhammed, Şam'dan döndükten sonra (kendisiyle evlenip evlen­meyeceğini) anlamak için beni ona gönderdi. Ben:

- Muhammed! Seni, evlenmekten alakoyan nedir? diye sordum.

- "Elimde evlenecek param yok" dedi. Ben:

- Madem öyle, sen güzelliğe, mala, şerefe ve denkliğe davet olunsan icabet etmez misin? dedim. Peygamber:

- Kim bu kadın? dedi.

- Hadîce, dedim

- Peki, bu, benim için nasıl olabilir? dedi. Ben:

- Orası benim üzerime vazifedir, dedim. Peygamber:

- O halde ben de dediğini yapmağa, hazırım, dedi.

Gidip durumu Hadice'ye haber verdim. Şu saatte gel diye Rasûlüllah'a (s.a.v.) haber gönderdim. Hadice'nin amcası Amr İbn Esed'e de onun nikâhım kıyması için haber gönderdim.

Amr Ibn Esed geldi. Rasûlüllah (s.a.v.) amcalarının arasında ol­duğu halde gerdeğe girdi. Rasûlüllah Hadice'yle kendisi yirmibeş, Ha-dice'de kırk yaşındayken evlendi.                                           3

Hadice'yi babasının evlendirdiği rivayet edilmiştir. Bu doğru de­ğildir. Çünkü Hadice'nin babası Ficar'dan önce ölmüştü.

Ebu'l-Huseyn İbn Faris, Ebu Talib'in o gün şöyle bir konuşma yaptığını söylemiştir:

Bizi, îbrahim'in zürriyetinden, İsmail'in neslinden, Maadd'in ma­deninden ve Mudar'ın aslından yaratan Allah'a hamdolsun! O, bizi Beyt'inin bakıcısı, Harem'inin idarecisi yaptı. Bize haccedilecek bir Beyt ve içinde emniyet ve huzur duyulacak bir Harem verdi. Bizi, böylece, halkın idarecileri yaptı.

Bu yeğenim Muhammed İbn Abdullah'la kim tartılsa Muhammed ona üstün gelir. Malı az olsa da, mal nedir ki? Mal, geçici bir gölgedir. Eğreti birşeydir. Muhammed, akrabalık (soyluluk) derecesini bildiğiniz kimsedir. O, şimdi kızınız Hadice Bint Huveylid'le evlenmeyi arzu etmektedir. Ona, benim malımdan şu kadar mehir vermiştir.

Vallahi, bundan sonra onun büyük bir haberi ve çok önemli bir durumu olacaktır.

Böylece Rasûlüllah (s.a.v.) Hadice'yle evlendi.

Hadice'nin Varaka İbn Nevfel'le adı çıkmıştı. Fakat aralarında nikâh akdedilmemişti. Daha önce onunla Ebu Hale evlenmişti. Onun adı Hind'di. Onun Malik Îbnu'n-Nebbaş olduğu da söylenmiştir. Hadice'nin Ebu Hale'den Hind ve Hale adında iki erkek çocuğu olmuştur. Hadice, Ebu Hale'den sonra Atık îbn Aiz el-Mahzumi'yle evlenmiş ondanda Hind isimli bir kız çocuğu olmuştur.

Bazıları Atık, Ebu Hale'den öncedir der. Daha sonra da onunla Rasûlüllah (s.a.v.) evlenmiştir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) îbrahim hariç bü­tün çocukları Hz. Hadîce'dendir. [170]

 

Rasûlüllah'ın Kabe'nin Yapılışında (Tamirinde) Bulunması Ve Hacer-i Esved'i Eliyle Koyması

 

Beyt'in ilk yapılışı şöyledir: Allah Teâlâ Beyt-i Mamur'u indirdi. Onu Kabe'nin yerine koydu. O, kırmızı yakuttu. Daha sonra yükseltildi. Adem, onun yerine Beyt'i bina etti. Daha sonra onu Adem'in çocukları çamur ve taşla yaptılar. Nuh (a.s.), zamanında su altında kaldı. Onun yeri Halil (İbrahim) yapıncaya kadar sellerin ulaşamadığı bir tepe ola­rak kaldı. Ondan'sonra Amalika yaptı. Arkasından onu Curhum yaptı. Sonra da Kureyş yaptı.

173) Talha şöyle anlattı: îlk yıkılışında Beyt'te üzerine yazı yazıl­mış bir taş bulundu. Bir adam çağırıldı. Adem taştaki yazıyı okudu Şunlar yazılıydı: Sevgili, şanı yüce, sebatkâr, hakikati delille isbat eden seçkin kulun. O, Mekke'de doğacak, Taybe'ye hicret edecek. Eğri olan milleti düzgün hale getirmedikçe O gitmez. O, Allah'tan başka ilâh ol­madığına şehadet edecek. Onun ümmeti çok hamdedenlerdir. Onlar, her tepede Allah Teâlâ'ya hamdederler. Bellerine izar sararlar. Kol ve ba­caklarını temizlerler (abdest alırlar).

Rasûlüllah (s.a.v.) otuzbeş yaşma erişince, Kureyş Kabe'yi yıkıp yeniden yaptı. Çünkü seller yüzünden tahrib olmuştu.

Rasûlüllah (s.a.v.) da onlarla birl^te taş taşımıştı. Duvarlar örü­lüp Hacer-i Esved'in konulacağı yere ulaşıldığında, Kureyş kalibeleri a-rasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile onu biz koyacağız diyordu. Nihayet çarpışma için hazırlık yaptılar. Abduddar oğulları, ortaya içi kan dolu bir çanak getirdiler. Ellerini, içi kan dolu çanağa hatırdılar. Ölünceye kadar çarpışmak üzere andlaştılar. Bundan dolayı onlara "Kan yalayı­cıları" adı verildi.

Kureyşliler birkaç gece bu halde kaldıktan sonra oturup aralarında konuştular. Kureyş'in başı olarak Ebu Umeyye İbnu'l-Muğire: Bu mes­cidin kapısından ilk girecek olanı, aranızda hakem yapın, dedi.

İçeriye ilk giren Rasûlüllah (s.a.v.) oldu.

O'nu görünce: işte bu el-Emîn, razıyız ona, dediler.

Rasûlüllah (s.a.v.) yanlarına gelince, meseleyi ona anlattılar. O da: "Bir örtü getirin" dedi. Örtü getirildi. Hacer-i Esved'i alıp eliyle örtünün içine koydu. Sonra: "Her kalibe, örtünün birer ucundan tutsun ve hep birden, onu, yukarı doğru kaldırın" dedi. [171] Hacer-i Esved'in konu­lacağı yerin hizasına geldiklerinde, onu eliyle yerleştirip üzerine duvar örmeğe devam etti.

Peygamberlik gelmeden önce Rasûlüllah'a (s.a.v.) el-Emîn adını vermişlerdi. [172]

 

 



[1] Bu hadis şu kaynaklarda geçmektedir. Hakim, Mustedrek 11/418, 600; Taberanî, Mucemu'l-Kebîr, XVIII/253; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, I/83; Ibn Asakir, Tarihu Dimeşk, I/38. Bunların hepsinde şu lafızla geçmiştir. "Ben, Adem daha balçık halindeyken, Ummu'l-Kitab'da Abdullah ve Haternu'l-Enbiyaydım."

Yukarıdaki metinde geçen lafzın kaynaklan şunlardır: Beyhakî, Delaüun-Nubuvve, I/ 81. Ibn Hibban, Sahih, 2093 (Mevaridu'z-Zaman); İmam Ahmed, Musned, İV/127, 128.

Hakim, Mustedrek'te (II600) şöyle demiştir "Bunun isnadı sahihtir" Zehebı de böyle söylemiştir

Heysemî bu hadisi, Mecmau'z-Zevaid'de (VIH/223) zikredip şöyle demiştir. "Bunu Ah­med, Taberani ve Bezzar rivayet-etmiştir. İmam Ahmed'ın senedlerinden birindeki raviler, Sa-hih'in ravileridır. Ancak Saıd ibn Suveyd müstesna İbn Hibban onu sika -güvenilir-saymıştır."

Zebıdî de bunu ithafu's-Sadetı'l-Muttakîn'de (VI1/144) rivayet etmiştir. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye (11/321) de, Taberı Tefsır'ınde (I/435), Bağavî, Şerhu's-Sunne'de (Xlll/ 207), Tebrizi, Mişkatu'l-Mesabih'de (s. 5759), İbn Kesir, tefsirinde (I/268.VI/425), Suyutî, Durru'l-Mensur'da (329. hadiste), Sehavi, Makasıdu'l-Hasene'de (s, 737), Aclunî, Keşfu'l-Hafa'da (s, 2017), Karı, Esraru'l-Merfu'a'da (s. 352), Zerkeşi, Tezkiresinde (babu'l-fezaili, 16. hadiste) ve Hindi, Kenzu'l-Ummal'de (s. 3196 ve 32114) zikretmişlerdir.

[2] Bu hadisin rivayet edildiği kaynaklar şunlardır: Tırmİzî, Sünen, 3609; imam Ahmed, Musned, V/59; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/85, H/129, Hakim, Müsîedrek, H/608, 609 Hakim şöyle demiştir: "Bu, Buharı ile Müslim'in rivayet etmedikleri, isnadı sahih bir hadistir." Zehebi de aynı şeyi söylemiştir. Yine Ebu Nuaym, Hılyetu'l-Evlıya (lX/53); Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, (Vlll/223); Suyutî, Durru'l-Mensur'da (V/184); Aclunî, Keşfu11-Hatada (11/187) ve Suyutî ayrıca Menahılu'z-Za'f'da, (S. 28) rivayet etmiştir.

[3] 2 nolu dipnota bakınız.

[4] Bakınız- Tarihu't-Taberi, 1/160.

[5] Bekke: Mekke-i Mükerreme.

[6] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 17-19.

[7] 9 nolu hadis şu kaynaklarda geçmektedir: İbn Asakir, Tarih, 1/349, İbnu'l-Cevzi kendisi de el-Mevzuat'ta (1/281) rivayet etmiş ve şöyle demiştir: "Bu hadis uydurmadır. Bunu bazı hikayeciler uydurmuşlardır. Hennad'a güvenilmez. Belki bu hadis onun şeyhinin uydur­masıdır veya onun şeyhinin şeyhi Ali'nin uydurmasıdır. Ali İbn Asım onun hakkında Yezid İbn Harun'un yalancı olduğu bizim malumumuzdur. Yahya şöyle demiştir: İşe yaramaz, müta-ahhirin onu itham etmekte haklıdır. El-Abbas'ın güvenilirliğinde ihtilaf yoktur." Suyutî, el-Leali'l-Masnua'da (1/264) rivayet etmiş ve şöyle demiştir: "Derim ki: Mizan'da şöyle dedi: Ali ibn Muhammed İbn Bekran, Hennad en-Nesefi'nin bir şeyhidir. O, bozuk bir haber getirmiş, asılsız olarak güzel göstermişti.-. Halilî şöyle demiştir: Halef çok zayıftır. Bilinmeyen bazı metinleri rivayet etmiştir. Allahu a'lem." Hindi, Kenzu'l-Ummal'de (35489), İbn Kesir de el-Bidaye ve'n-Nİhaye'de (U/8) rivayet etmiştir.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi:19-20.

[8] Bakara Suresi, 129.

[9] İbn Hişam, Siretu'n-Nebevİyye'nin tahkikinin mukaddimesi, tahkik: Mustafa es-Saka ibrahim el-Ebyari ve Abdulhafız Şelebi, I/5, 6, 7, 8 Mısır el-Halebi baskısı 1955 miladi (biraz tasarruf ederek).

[10] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 21.

[11] A'raf Suresi, 157.

[12] A'raf Suresi, 157.

[13] A'raf Suresi, 157.

[14] A'raf Suresi, 157.

[15] islam öncesi arapların batıl inanç ve adetlerinden biri de bazı sebep ve bahane­lerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri, onları putlar adına serbest bırakmalarıydı. Bu cümleden olarak beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan deveye "bahira" denir, kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put namına serbest bırakılan ve sütünden yalnızca misafirlerin faydalandığı develere "şaibe" denirdi. Bîri erkek diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye "vasile" erkek yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesli döl-leyen erkek deveye "ham" denir, o da serbest bırakılırdı. (Mütercimin notu).

[16] A'raf Suresi, 157.

[17] A'raf Suresi, 157.

[18] A'raf Suresi, 157.

[19] Al-i İmran Suresi, 81.

[20] Al-i İmran Suresi, 81.

[21] Ahzab Suresi, 45.

[22] Buharı bu hadisi Sahihinde 48. surenin tefsiri, kitabu'l-buyu, 50. babta rivayet etmiştir. Yine İmam Ahmed, Musned, 11/174, 448; VI/236, 246 da rivayet etmiştir. Tırmizİ de 'bu hadisin bir kısmı nı, Sünen, kitabu'l-birr, 69. babta rivayet etmiştir. Darımi, Sünen, mukad­dime 2. babta, Bey haki, Delailu'n-Nubuvve, I/375 de rivayet etmiştir.

[23] Feth Suresi, 8.

[24] Bu haber, İbn Sa'd'in Tabakat'ında birçok tarikten nakledilmiştir. 1/360; Beyhakî, Delaiiu'n-Nubuvve, 1/376

[25] Bu hadisi Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübuvve'de rivayet edip şöyle dedi: "Bu hadis, Süheyl'in garib hadislerinden biridir. Bu vecihten hariç, hadisi merfru olarak rivayet eden hiç kimseyi bilmiyorum. Er-Rubi İbnu'n-Nu'man bu hadisi ve Süheyl'in diğer hadislerini rivayet eden tek kişidir. O, zayıftır."

Bu hadisi Suyuti de Ed-Dürru'l-Mensur'da rivayet etmiştir.

[26] A'raf Suresi, 144-145

[27] A'raf Suresi, 159

[28] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübuvve, 1/18, no: 40

[29] Ebu Nuaym, Delailü'n-Nübuvve, 1/18; İbn Kesir, el- Bidaye ve'n-Nihaye, U/297

[30] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübuvve, 1/18

[31] Bakara Suresi, 89.

[32] Bakara Suresi, 89.

[33] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 1/20. Orada daha uzundur.

[34] Ahmed İbn Hanbel, Musned, İÜ/468; İbn Hişam, es-Sire, 1/231; Beyhak', Delai-u n Nubuvve, H/78; Salihi, Sıretu'ş-Şamiyye, 1/135, Buhari'ninTarih'te, Hakim'inMustedrek'te nvayet ettiğini belirtmiştir,

[35] Ahmed İbn Hanbel, Musned, 1/416; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, VII/273; İbn A-sakir, Tarih, I/342; İbn Kesir, el-Bıdayeve'n-Nıhaye, VI/20; Heysemî, Mecrnau'z-Zevaid Vlll/ 231.

[36] Maverdİ, A'lamu'n-Nubuvve.

[37] ibn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/1; ibn Asakir, Tarih, I/352; Suyutî, Durru'l-Mensur, 111/133.

[38] Tefsiru't-Taberi, I/334.

[39] Bakara Suresi, 97.

[40] Beyhakî, DelailıTn-Nubuvve, 11/116; el-iktifa, I/244; Sebilu'r-Reşad, 1/135, 136.

[41] Bakara Suresi, 89. Bu haber, İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/211 de geçmek­tedir.

[42] İbn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, 1/214.

[43] İbn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, 1/214,222. Haber daha uzun olarak rivayet edilmiştir.

[44] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 18; Buhari, Tarıhu'l-Kebır, 1/179; Beyhakî, Dela-ilu'n-Nubuvve, I/384.

[45] Ebu Nuayrn, Delaılu'n-Nubuvve, 39; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, 11/533, ibn Hi-şam, Siretu'n-Nebevıyye, H/140, 141.

[46] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/183; Tarihu ibn Asakir, IH/245; X/87; İbn Kesir, el-Bidayeve'n-Nihaye, IH/237; İV/36; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve 1/11.

[47] Kehf Suresi, 23, 24.

[48] Buharı, Sahih, kitabu'l-i'tisam, babu mayukrehumin kesrati's-sual, hadis no: 7297; Müslim, Sahih, kitabu sıfati'l-munafikin, babu r.uali'l-yehudi'n-nebiyye anir-ruhi, hadis: 32; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/270, 271; İbn Hışam, SıretuYı-Nebeviyye, 1/321, 323.

[49] Daha uzun olarak Ebu Nuaym, Delaıİu'n-Nubuvve, s. 211, 212; Amr ibn Abe-se'nin müslüman oluşunu Ebu Umame'den birçok kışı rivayet etmiştir. Müslim, Şeddad ibn Ammar'la, Yahya İbn Ebi Kesir'in hadisinden Ebu Umame'den rivayet etmiştir. Bkz: Müslim, Sahih, kitabu salati'l-musafirin ve kısarına, babı islamı Amr İbn Abese, hadis no:   294; Bey­hakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/168, 169.

[50] Al-i Imran Suresi, 61.

[51] Al-İ İmran Suresi, 106.

[52] İhtiba: Elbiseye sarınıp bürünmek, tülbent ve kemer gibi şeylerle sırtı ve dizleri sarıp toplamak suretiyle oturmaktır. Bu, ellerini dizlerinin üzerine bağlamak suretiyle de olur. (Mü­tercimin notu).

[53] Ebu Nuaym, Delaılü’n-Nubuvve

[54] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 21-46.

[55] Buharî, Sahih, kitabu't-teyemmun, 1; es-Sala, 56; el-cıhad, 122; ta'birür-rüya,11, 22; el-İtisam bi's-Sünne, 1; Müslim, Sahih, kitabu'l-mesacid, 3, 5, 6, 7, 8; Tirmizİ, Sünen, kı-tabu's-siyer, 5; Nesai, Sünen, kitabu'l-gasl, 26; el-Cihad 1; Darımi, Sünen, kıtabu's-sala; 111; es-sıyer, 28; İmam Ahmed, Musned, 1/301; H/222,264, 268,314,396, 412, 455, 510; III/304; IV/416;V/162, 248, 256.

[56] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 47-51.

[57] Maıde Suresi, 41.

[58] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 51-52.

[59] Hac Suresi, 27-28.

[60] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 53-55.

[61] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 55.

[62] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 55.

[63] A'raf Suresi, 157.

[64] Al-ı İmran Suresi, 70.

[65] Bakara Suresi, 146.

[66] Ra'd Suresi, 43.

[67] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 56-57.

[68] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 57-58.

[69] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 58-60.

[70] İbn Hişam, Siretu'n-Nebevıyye; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, 1/179, 80. Rasulul-lah'ın insanlığın babası Adem'e kadar nesebi (soyu).

Rasulullah'ın (s.a.v.) soyunun daha öteye geçmeden Adnan'a kadar sayılması uy­gundur. Hatta İbn Abbas'ın Adnan'a varınca, iki veya üç defa "soy bilginleri yalan söylediler" dediği rivayet edilmiştir.

Ayrıca İmam Malik ve bazı alimler, kişinin nesebinin (soyunun) Adem'e kadar çıkarıl­masını kerih görmüşlerdir.

[71] Tarihu't-Taberi, II/272; Hafız İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, JI/194; Suheyli, Ravdu'l-Unf, I/8; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/177, 178.

Delailu'n-Nubuvve ve başkalarında metni şöyledir: "A'rak'ın oğlu, Yera'nın oğlu, Zend'in oğlu, Uded'in oğlu, Adnan'ın oğlu Maad."

İbnu'l-Cevzi onu burada lafız yönünden muzdarıb olarak rivayet etmiştir.

[72] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 60-61.

[73] Müslim, Sahih, kitabu'l-fezail, babu fazli nesebi'n-nebiyy (s.a.v.), hadis no: 1; Tir-mizî, Sünen, kitabu'l-menakıb, V/583. Tirmİzi hadis hakkında şöyle demiştir. "Bu hasen sahih bir hadistir." imam Ahmed, Musned, İV/107; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/165; Benzeri: İbn Sa'd, Tabakat, I/2; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/256; Tarihu'l-Buharİ, I/4; Tarihu'l-Hatib XIII/64; Bağavî, Şerhu's-Sunne, VII/297.

[74] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/167; ibn Ebi Asım, Sunne, II/632; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, U/257; Tefsir, IH/325; Suyutî, el-Havi, II/370; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 111/319; Heysemı, Mecmau'z-Zevaid, VIII/217; Heysemî, Et-Taberani'nin Evsafta rivayet et­tiğini ve şunu söylemiştir. "Bu hadisin ravileri arasında Musa İbn Ubeyde er-Rabezi vardır. O, zayıftır."

[75] Buharî, Sahih, kitabu'l-menakıb, bab: 23, sıfatun nebiyyi (s.a.v.); Beyhakî, Delai­lu'n-Nubuvve, 1/175; İmam Ahmed, Musned, H/373; Tefsiru İbn Kesir, IH/325.

[76] İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 11. bab, 1/50; Tİrmizî, Sünen, kitabu'l-menakıb.

[77] Hakim, Mustedrek, III/247; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/168,169; İmam Ahmed, Musned, İV/166, 167; Suyutî, Durru'l-Mensur, IH/295.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 61-62.

[78] Şura Suresi, 23. Hadisin kaynağı: Buharî, Sahih, kitabul-menakıb ve tefsin sure-tı'ş-Şura; Tirmizî, Sünen, tefsıru suretı'ş-Şura, V/377, Tırmizı hadis hakkında şöyle demiştir: hasen, sahih; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/175.

[79] Şura Suresi, 23.

[80] Tevbe Suresi, 128.

[81] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 62-63.

[82] Tarihu Ibn Asakir, I/349; Suyutî, Durru'l-Mensur, IH/294, V/98.

[83] Beyhaki Sunenu'l-Kubra, VII/160; Ebu Nuaym, Delaıİu'n-Nubuvve 1/11; Tarihu Curcan, S. 361; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, H/256; Ibn Sa'd, TabakatıTI-Kubra, I/32; Heysemı, Mecmau'z-Zevaıd, VIII/214; Ibn Hacer, Nasbu'r-Raye, S. 257; el-Hİndî, Kenzu'l-Ummal, 31871, 32016, 32017.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 63.

[84] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 63-64.

[85] Tarihu İbn Asakir, V/48; el-Hındî, Kenzu'l-Ummal, 35, 36; Hatib, muvazzihu ev-hami-cem ve't-tefrık 1/20.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 64-65.

[86] İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nınaye, 11/319,320,351, 353; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, S. 67; Camiu'l-Kebir, U/582.

[87] Suyutî, Camiu'l-Kebir, 10025; Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, VIII/246; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 33666.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 65-68.

[88] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/106; İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, I/86; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 88, 89; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/251; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, 1/40.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 68-69.

[89] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/85 ve devamı; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/ 108 ve devamı.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 69.

[90] Bu haberler uydurmadır. Asılları yoktur. Sahih hadislere aykırıdır. Bu haberler siyer kitaplarında nakledilmelerine rağmen biz şüphelendirme esası üzere nakledil­dikleri görüşündeyiz. Taberİ: Siyecılerın bunları şüphelendirme esası üzere naklettiklerini söylemiştir. Taberİ, tarihinde bunu rivayet ederken (11/243) "iddia ettiklerine göre" demiştir. Bu haberleri ne mantık ne de akıl teyit eder. Hz. Peygamberin soyu, bu yalan ve asılsız ha­berlerden uzaktır. Bu haberin bütün rivayetlerinin çelişkili ve karışık olduğu, metninin muzta-rib, karışık ve senetsiz olduğu görüşündeyiz. Senedi ne merfudi"- ne de muttasıldır. Bu da onun batıl bir haber olduğunu göstermektedir. Haberin kaynağı için bakınız: Beyhakİ, Delaı-lu'n-Nubuvve, 1/102; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, S. 90.

[91] Bir önceki dipnota bakınız.

[92] Bir önceki dipnota bakınız.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi:70-72.

[93] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 72.

[94] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 72-73.

[95] Müslim, Sahih, kıtabu's-sıyam, babu istihbabı siyam selaseti eyyam min külli şehr, no: 197; İmam  Ahmed, Musned, V/297, 298, 299; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, I/72; Sü-nenu'l-Kubra, İV/293.

[96] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, I/74; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/171. Tirmi-zi'nin Sunen'inde geçen bir hadis onu desteklemektedir. (İV/579); Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 101; Beyhakî, Delaüu'n-Nubuvve, I/77; İmam Ahmed, Musned, İV/215, Mu­hammed İbn İshak'ın Kays İbn Mahreme, onun da babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği şu hadis "Ben ve Rasulullah (s.a.v.) Fil yılında doğduk." Tirmizi: Bu, ancak Muhammed ibn İshak'm hadisinden bildiğimiz hasen garib bir hadistir.

[97] Hakim, Mustedrek, IH/486; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/110; İbn Hışam, Sıre-tu'n-Nebevıyye, 1/171.

[98] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 73-75.

[99] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/49, 51; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, S.100, 108; İbn Kesir, el-Bidayeve'n-Nihaye, H/170, 176;Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/115.

[100] Beyhakî, Delaıiu'n-Nubuvve, 1/125; ibn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, I/59; İbn Ke­sir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 11/174.

[101] Yukardaki dipnota bakınız.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 75-77.

[102] Hakim, Mustedrek'te daha uzun olarak rivayet etmiştir. 11/616, 617; İmam Ahmed, Musned, İV/184; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, H/8.

[103] Beyhakî, Delaıiu'n-Nubuvve, 1/111; Heysemt, Mecmau'z-Zevaid, Vlll/220. Hey-semî, bu haberi, Taberanı'ye nısbet etmiş ve şöyle demiştir: "Bu haberin ravileri arasında Abdulazız İbn İmran vardır ve O, Metruktür."

[104] Tafsilatlı olarak, Beyhakî, Delaıiu'n-Nubuvve, 1/113; İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, H/264; Tehzibu Tarihi İbn Asakır, I/282.

[105] Bu haber daha önce geçmişti.

[106] İbn Asakir, Tarihu Dimaşk, VI/131, Suyutî, Menahilu'z-Zaf S. 30; el-Hindî, Ken-zu'MJmmal, 31832, 31907.

[107] İmam-Ahmed, Musned, V/262. Bu haberde az önce geçmiştir. İbn Sa'd, Taba-katu'l-Kubra 1/103; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, N/264,265; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/111, 12; ibn Asakir, Tarih, I/284 (Tehzıb) (Biraz farklı olarak).

[108] Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/114; Tarıhu İbn Asakir. I/282 (tehzib); İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nİhaye, I!'265; Tabakatu İbn Sa'cl, i/103, Bu rivayetin senedinde, Süleyman İbn Seleme el-Habaın vardır. Bu zat, metruktür.

[109] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 78-80.

[110] Ebu Nuaym, Deiaılu'n-Nubuvve, I'46: İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, H/265: Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, VIN/224; el-Hindî, Kenzu'l-Ummaİ, 31924, 32134; İbnu'l-Cevzı, eMlelu'İ-Mütenahİye, S. 171; Suyutf, Hasaısu'l-Kubra, 1/132; Zehebî, el-Mizan, ü/172.

[111] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 80.

[112] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/11, 14;Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/126,129; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, S. 96, 99; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, 1/51; Tarihu't-Taberi, İl/ 131, 132; ibn Manzur, Lisanu'l-Arab 111/312; el-Kulai, el-!ktifa, 1/120, 122; Kastalanî, Mevahi-bu'l-Ledunniye (Zurkani'yle birlikte) 1/121, el-Ezheri şöyle demiştir: Hadis, hasen garibtir. Bu kıssanın sıhhatten uzak olduğu görüşündeyiz.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 81-83.

[113] Hicr Suresi, 94.

[114] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 83-85.

[115] Buharî, Sahih, kitabu'l-rnenakıb, bab: 17 macae esmai rasulillah (s.a.v.); Müslim, Sahih, kıtabu'l-fedaıl, babu esmai rasulillah (s.a.v.) hadis: 124; Tirmizî, Sünen, kitabu'l-edeb, babu macae fi esmai'n-nebiyyi (s.a.v.), V/135; Daremi, Sünen, kitabu'r-rikak, babu fi esma-i'n-nebiyyi (s.a.v.), 11/317; Malık, Muvatta', fi esmaı'n-nebiyyı (s.a.v.), 11/1004; İmam Ahmed, Musned, İV/80, 81, 84; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/152; 153; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, S. 26.

[116] Yukardaki dipnota bakınız.

[117] Müslim,.Sahih, kitabu'î-fedaıl, babu esmaİ'n-nebiyyi, Delaİlu'n-Nubuvve, 1/156, 157; ed-Dulebİ, İl-kuna ve'l-esmai, I/2; Ebu Nuaym, Hılyetü'l-Evliya, V/100; Taberani, Mu-cemu's-Sağır, I/80; İbn Ebı Şeybe, Musannef X!/458; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, i/65; Tefsiru İbn Kesir, V/382; VI/425; VIII/135.

[118] Yukarıdaki dipnota bakınız.

[119] Suyutî, el-Leali'l-Masnua, i/52; el-Fetteni, Tezkiraîu'l-Mevzuat, S.89; İbn Hacer, lisanu'l-mizan, i/778; Zehebî, Mizanu'f-itidal, S.522. Bu, mevzu (uydurma) bir hadistir. Ravi-leri arasında Ahmed İbn Kinane vardır, ibn Adıyy de şöyle demiştir: Onun rivayet ettiği ha­disler münkerdir.

[120] Abdurrezzak, Musannef, 19788; İbnu'l-Cevzi, el-Mevzüat; el-llelu'l-Mutenahiye; 1/168; İbn Arrak, Tenzihu'ş-Şeria 11/173; Fetteni, Tezkiratu'l-Mevzuat S.88; Suyutî, el-leali-masnu'a, I/54; Zehebi, Mizanu'l-İ'tidal, S. 522.

[121] Beyhakî, Delaİlu'n-Nubuvve (1/160) de bu isimlerden bazılarım zikretmiştir.

[122] Bunlar: Muhammed İbn Adıyy, Muhammed İbn Yezid ibn Amr, Muhammed İbn Suîyan İbn Mucaşİ, Muhammed İbn Usame İbn Melik'tir.

[123] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 85-87.

[124] Buharî, Sahih, kitabul menakıb, bab: 20 kunyetu'n-nebi, Cabır'ın rivayet ettiği hadis; kitabu'l-edeb, bab: 106, Hz. Peygamberin (s.a.v.): "Benim adımı koyun..." hadisi. Müslim, Sahih, kitabu'l edeb 111/1682; İbn Mace, Sünen, kıtabu'l-edeb, bab: 33 el-cem'u beyne'smi'n-nebiyyivekünyetıhı;Tirmizî, Sünen, kitabu'l-edeb, V/136; Darimi, Sünen, II/294; İmam Ahmed, Musned, II/248, 260,270, 392, 457, 461, 470, 491, 499, 519; 111/114,121, 189, 298, 301, 313, 369, 370, 385; Beyhakî, Sunenu'l-Kubra, IX/308, 309; DeJailu'n-Nubuvve, \! 162, 163; Dulabİ, el-kuna ve'l esma, I/40; Buharî, Edebu'l-Mufred, S. 836, 837, 839; Ebu Nuaym, Hılyetu'l-Evliya, 29518; Tarihu'l-Hatıb, 111/127; XI/264; İbn Adiyy, el-Kamil, 1/281; Abdurrezzak, Musannef, 19866.

[125] Yukarıdaki dipnotta geçti.

[126] Ebu Davud, Sünen, 4966; İmam Ahmed, 11/313, 454; Beyhaki, Sunenu'l-Kubra İV/309; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, VIII/352; Zebîdî, İthaf, V/389; Tebrızı, Mişkatul-Mesabih; 4770; el-Hındî, Kenzu'l-Ummal, 45997, 45999; Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, VII/48

[127] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 87-88.

[128] Hz. Peygamber'ın emzırıimesiyle ilgili haberler şu kaynaklarda geçmektedir: İbn Hışam, Sıretu'n-Nebeviyye, 1/173; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/131 ve devamı.

[129] Buhari, Sahih, VII/14; Müslim, Sahih, kıtabu'r-nda 11, 12, 15; Ebu Davud, Sü­nen, 2056; Nesaı, Sünen, VI/96, 99, 100; İmam Ahmed, Musned, 11/291, 309; Beyhaki, Su-nenu'l-Kubra, VII/75, 452, 453; Ebu Nuaym, Hılyetu'l-Evlıya, İV/366; İbn Ebi Şeybe, el-Musannef İV/288, 289, 290.

[130] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 89.

[131] Ebu Nuaym, Delâilu'n-Nubuvve, s. 111-113; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, I/ 133-136; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/173-175; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, il/ 273.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 89-92.

[132] Hz. Peygamber'in göğsünün yarılmasıyla ilgili haberlerin geçtiği yerler: Müslim, Sahih, kitabu'l-iman, babu'l-İsra bi-Rasûlillah (s.a.v.), 261; İmam  Ahmed, Musned, 111/149; Beyhakî Delâilu'n-Nubuvve, II/5-7; Hakim, Müstedrek, 11/616, 617.

[133] Bakınız: 107 Dipnot.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 92-96.

[134] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 96-97.

[135] Bak: Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/188.

[136] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/73.

[137] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/74; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/189; Zebîdî, el-lthaf, VI/300, X/351,352; Müslim, Sahih, kitabu'l-cenaiz, bab: 36 muhtasar olarak yakında gelecek.

[138] Müslim, Sahih, kitabu'l-cenaiz, bab: 36; Nesaî, Sünen, kitabu'l-cenaiz, babu zi-yarati'l-kubur, İV/90; İbn Mace, Sünen, kitabu'l-cenaiz, babu ma cae fi ziyarati kuburi'l-müşrikîn, hadis: 1572; Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, 1/190.

[139] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/189; Tef sim İbn Kesir, VH/378; Suyutî, Durru'l-Mensur,lll/284.

[140] Tevbe Suresi, 113.

[141] Berî: Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam.

[142] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 99-100.

[143] Bakınız: Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, H/20, 21,22.

[144] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 100-101.

[145] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/15-19; Ibn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, I/90; Maverdi, Alamu'n-Nubuvve.

[146] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 101-102.

[147] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/9-14; Ebu Nuaym, Delaİlu'n-Nubuvve, s. 52-60; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/330; el-Kulaî, el-lktıfa.

[148] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 102-108.

[149] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 1/51.

[150] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 108-110.

[151] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 110.

[152] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, il/26, 27, 28, 29.

[153] Tirmizî, Sünen, kitabu'l-menakıb, babu ma cae îî bed'İ nubuvveti'n-nebiyyi (s.a.v.) hadis: 3620. Tırmızî şöyle demiştir: "Bu, hasen garîb bir hadistir. Onu sadece bu ve-cihten biliyoruz."

Beyhakî, Delaİlu'n-Nubuvve, M/24, 25, 26. Şöyle demiştir: Kıssa mağazi ehlince meşhurdur.

Hakim, Mustedrek, 11/615, 616, 617. O da: "Bu, Buhari'yle Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Fakat onlar rivayet etmemişlerdir" demişti'-. Zehebî: "Bunun mevzu (uydurma) ol­duğunu zannediyorum. Bir kısmı da batıldır (asılsızdır}" demiştir. İbn Kesir, el-Bİdaye ve'n-Nİhaye, II/285-286. İbn Kesîr de, bunu, Beyhakî, Hakim, Tirmizî ve İbn Asakir'e nisbet edip şöyle demiştir: "Onda garib şeyler vardır ki sahabenin mürsellerindendir. Çünkü Ebu Musa el-Eş'arî Hayber yılında gelmiştir. İbn İshak'ın onun Mekke'den Habeşistan'a hicret ettiği gö­rüşüne itibar edilmez. Her değerlendirmeye göre, mürseldir. Bu olay, Rasûlullah (s.a.v.) oniki yaşındayken olmuştur. Belki Ebu Musa onu Peygamber'den (s.a.v.) aldı ki bu en uygunudur veya bazı büyük sahabeden aldı yahut İstifaza yoluyla alındığı zikredilen meşhurdur. Onun hakkında bulutun bundan daha sahih hadiste zikredilmediği görüşü vardır."

Ebu Nuaym, Delailun-Nubuvve, s. 125; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, I/85; Ibn Hişam, Si-retu'n-Nebeviyye, 1/203.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 111-114.

[154] İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/290.

[155] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 114-115.

[156] Beyhakî, Sûnenu'l-Kubra, VI/167; Tefsîrü'l-Kurtubî, VI/33; X/169; İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nıhaye H/291.

[157] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/82.

[158] İmam Ahmed Ibn Hanbel, Musned, 1/190.

[159] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 115-117.

[160] Ebu Nuaym, Detaılu'n-Nubuvve, I/58, 59; Ibn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/103.

[161] 120 nolu dipnotta kaynağı belirtilmiştir.

[162] En'am Suresi, 90.

[163] Şura Suresi, 52.

[164] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 118-119.

[165] Bu haber doğru değildir. Kastalani buna şu sözüyle işaret etmiştir: Denildiğine göre, yirmi yaşındayken beşinci defa göğsünün yarıldığı rivayet edilmiştir. Sabit değildir. An­cak sabit olmaya yakın olarak zikredilmiştir. (EI-Mevahİb, 1/153) Basılanın dipnotundan. Şakk-ı Sadr (göğsün yarılması) olayı şuralarda geçmektedir: Tabakatu ibn Sa'd, 1/112; Bey-hakî, Delâilu'n-Nubuvve, 1/153; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 111; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/275; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/176; Suyutî, Hasaısu'l-Kubra, I/54.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 120.

[166] Buharî, Sahih, 111/116; İbn Sa'd, Tabakatul-Kubra, 1/80; İbn Kesir, el-Btdaye ve'n-Nİhaye, M/295; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 1/55; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/65; Ibn Mace, Sünen, hadis: 2149.

[167] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 121.

[168] imam Ahmed İbn Hanbel, Musned, IH/425; Taberanî, Mu'cemu'l-Kebir, VII/165; İbn Ebî Şeybe, Musannef, XIV/505; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 1/194.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 121.

[169] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/83, 101; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, I/54; Tarıhu İbn Asakır, I/274.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 121-122.

[170] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 123-124.

[171] Tefsîru İbn Kesir, I/263.

[172] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 124-125.