Peygamberimiz
Hz. Muhammed'in, Hz. Adem'den İtibaren Adının Açıkça Belirtilmesi
Hz.
Muhammedin Yaratıldığı Çamur
İbrahim Halil
Peygamberin Hz. Muhammedin Yaratılmasıyla İlgili Duası
Hz.
Peygamberin Tevrat'ta Bildirilmesi
Hz.
Peygamberin İncil'de Bildirilmesi
Mekke, Harem
Ve Beytin Önceki Kitaplarda Bildirilmesi
Mekke Yolunun
İşaya’dabildirilmesi
İş'aya
Kitabında Haremin Bildirilmesi
Hz.
Peygamberin Ashabının Ve Bedir Gününün Bildirilmesi
Nasr İbn
Rabia El-Lahmînin Gördüğü Rüya Peygamberimizin Varlığına Delalet Eder
Peygamberimiz
Hz. Muhammed'in Nesebi
Rasulullah'ın
Atalarının Temiz Ve Şerefli Olduğu
Bütün
Arapların Rasulullah'la Akraba Oldukları
Peygamberin
"Ben Nikah Mahsulü Olarak Meydana Geldim. Zinadan Meydana Gelmedim"
Demesi
Abdulmuttalib'in
Gördüğü Rüya Rasulullah'ın Varlığına Delalet Eder.
Halid İbn
Said İbn Elasın Gördüğü Rüya Rasulullah'a Delalet Eder
Amr İbn
Murre'nin Gördüğü Rüyaallahın Rasultrne Delalet Eder
Abdülmuttalib'in
Ve Oğlu Abdullah'ın Zuhre Oğullarından Olan Hanımlarla Evlenmeleri
Peygamberimizin
Babası Abdullah
Abdullah'ın
Amine Bint Vehble Evlenmesi
Rasulullah’a
Hamileliği Sırasında Amine'nin Başına Gelenler
Abdullah İbn
Abdilmuttalib’in Vefatı
Amine'nin
Rasulullahı Doğurduğunda Meydana Gelen Olaylar
Rasulullah
Göbeği Kesik Ve Sünnetli Olarak Doğmuştur
Rasulullah'ın
Doğduğu Gece Meydana Gelen Olaylar
Rasulullahın
Yaşadığı Yıllarda Meydana Gelen En Önemli Olaylar
Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in İsimleri
Suveybe’den
Sonra Hz. Peygamberi Emziren Halime
Hz.
Peygamberin Çocukken Göğsünün Yarılması
Beş Yaşını
Doldurduktan Sonra Rasûlullahın Başına Gelenler
Rasûlullahın
Annesi Amine'nin Vefatı
Annesi
Aminenin Vefatından Sonra, Rasûlullah'a Abdulmuttalib'in Bakması
Abdulmuttalibin,
Rukaykanın Rüyasında Yağmur İstemeğe Rasûlullah’la Birlikte Çıkması
Rasûlüllah'ın
Bakımını Ebu Talib'in Üstlenmesi'
Rasûlüllah'ın
Ficar Savaşında Bulunması
Rasûlullah’ın
Hılfu'l-Fudul’da Bulunması
Rasûlüllah,
Peygamber Olmadan Önce Nasıl İbadet Ederdi?
Yirmi
Yaşındayken Rasûlüllah'a Meleklerin Gelmesi Ve Bunu Amcası Ebu Talib'e Söylemesi
Rasûlüllah'în
Peygamber Olmadan Önce Ticaretle Meşgul Olması
Rasûlüllah'ın,
Hz. Hadice'nin Ticaret Kervanıyla Tekrar Şama Gitmesi
Rasûlüllah’ın
Hadîce’yle Evlenmesi
Rasûlüllah'ın
Kabe'nin Yapılışında (Tamirinde) Bulunması Ve Hacer-i Esved'i Eliyle Koyması
1) El-Irbaz
ibn Sariye, Allah'ın Rasulünün (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir.
"Ben, Adem daha
balçık halindeyken Allah katında hatemi'l-enbiyaydım (peygamberlerin
sonuncusuydum)." [1]
2)
Meyseratu'1-Fecr şunu rivayet etmiştir.
- Ya Rasulellah! Sen
ne zaman paygamber oldun? dedim.
Rasulullah da şöyle
buyurdu:
- "Adem (a.s.),
daha ruhla ceset arasındayken." [2]
3) Meysera
şöyle der:
- Ya Rasulellah! Sen
ne zaman peygamber oldun? diye sordum. Rasulullah da şu cevabı verdi:
- "Yüce Allah
yeri yaratınca göğü yaratmaya niyet etti. Yedi kat o-larak göğü yarattı. Arşı
da yaratıp arş'm bacağına: "Muhammed, Allah'ın elçisidir ve peygamberlerin
sonuncusudur" diye yazdı. Yüce Allah, Adem'le Havva'yı yerleştirdiği
cenneti yarattıktan sonra, kapılara, yapraklara, kubbelerin ve çadırların
üzerine, Adem daha ruhla ceset arasındayken benim adımı yazdı. Yüce Allah
Adem'e can verince o, Arş'a baktı ve benim adımı gördü. Allah ona, Muhammed'in,
Adem oğlunun efendisi olduğunu söyledi. Şeytan, Adem'le Havva'yı aldattığında,
onlar tövbe edip benim adımın Allah'a şefaatçi olmasını istediler." [3]
4) Ömer ibnu'l-Hattab rivayet etmiştir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Adem (a.s.)
günah işlediğinde başını kaldırıp:
- Rabbim! Muhammed'in
hakkı için beni bağışla, dedi. Bunun ü-zerine
Allah Teala ona:
- Muhammed nedir? Muhammed kimdir? diye vahyetti. Adem şöyle
cevap verdi:
- Rabbim! Benim yaratılışımı tamamladığında, başımı Arş'ma doğru
kaldırdım. Bir de ne
göreyim! Arşın üzerinde
"La ilahe ü-lallah
Muhammedu'r-Rasulullah" yazılı. Anladım
ki o senin yarattıklarının en değerlisidir. Çünkü sen onun adıyla kendi
adını yanyana getirdin. Yüce Allah:
- Evet seni
bağışladım. O, senin zürriyetinden gelen peygamberlerin sonuncusudur. Eğer o
olmasaydı, seni yaratmazdım" buyurdu, [4]
5) Said ibn
Cubeyr, şöyle demiştir:
Adem oğulları; Allah
katında en değerli yaratık hangisidir? diye tartışma yaptılar.
Bir kısmı; Adem'dir.
Allah onu eliyle yaratıp meleklerini; ona secde ettirmiştir, dedi.
Diğer bir kısmı da;
Allah'a isyan etmeyen meleklerdir, dedi.
Bunu kendisine
söylediklerinde Adem: Bana ruh üfürüldüğünde, ayaklarıma ulaşmadan, oturmuş
vaziyette doğruldum. Arş karşımda parladı. Oraya baktım, "Muhammed
Resulullah" (Muhammed Allah'ın elçisidir) yazısını gördüm. îşte o Allah
katında, yaratıkların en değerli-siydi, dedi.
6) Vehb şunu
rivayet etmiştir:
Allah Teala Adem'e
şöyle vahy etmiş tir: Ben Bekke'nin sahibi [5]
Allah'ım. Oranın halkı benim seçtiğim kimselerdir. Ziyaretçileri benim
heyetimdir ve onlar benim korumam altındadır. Orada benim beytim (evim=Ka'bem)
vardır. Onu semadakiler ve yerdekilerle şenlendiririm. Onlar grup grup, saçları
başları dağınık olarak ve toz toprak içinde ona gelirler. Onlar yüksek sesle
tekbir getirirler (Allahu ekber derler). Tel-biyede bulunurlar (Lebbeyk
Allahümme lebbeyk derler), sel gibi gözyaşı dökerek ağlarlar. Ondan başkasını
kastedmeden ona dayanıp güvenen beni ziyaret etmiş, bana misafir olmuş, bana
gelmiş ve benim evimde konaklamış demektir. Benim ona cömertliğimi göstermem, o
beyti, adını, şerefini, izzetini ve yüceliğini senin oğullarından İbrahim adlı
bir peygambere ayırmam gerekli oldu. Temellerini onun için yükseltirim ve onun
vasıtasıyla imarım tamamlarım. Onun suyunu ona çıkarırım, onun helal olan
yeriyle haram olan yerini ona gösteririm. Ona, oranın hac yapılan yerlerini
öğretirim. Sonra orayı başka milletler şenlendirir. Sonunda senin
oğullarından, Muhammed denilen bir peygamber gelir. O, peygamberlerin
sonuncusudur. Onu, o beytin sakinlerinden, idarecilerinden, bakıcılarından ve
suyunu temin edenlerinden yaparım. Kim o gün, beni sorarsa ben, saçı başı
dağınık, üstü toz topraklı, adaklarını yerine getiren ve Rablerine gelenlerle
birlikteyimdir."
7) îbn Abbas rivayet etmiştir: Allah Teala Hz.
İsa'ya (a.s.) şöyle vahyetti:
Muhammed olmasaydı
Adem'i yaratmazdım. Arş'ı yarattığımda sallandı. Üzerine "La ilahe
illallah Muhammedün Rasulullah" yazdım, sakinleşti. [6]
8)
Ka'bu'l-Ahbar şöyle rivayet etmiştir: Allah Teala, Muhammed'i yaratmak
istediğinde, Cebrail'e (a.s.), kendisine gelmesini emretti. Cebrail (a.s.),
Rasulullah'm kabrinin bulunduğu yer olan kabza-i beyza'yı ona getirdi. O,
Tesnim (cennette bir pınar) suyuyla yoğruldu. Sonra cennet nehirlerine
daldırıldı, göklerde ve yerde dolaştırıldı. Melekler Adem'i tanımadan önce
Muhanımed'i ve faziletini tamdılar. Daha sonra Muhammed'in nuru Adem'in alnında
görülüyordu. Ona: Adem! Bu, senin soyundan olan peygamberlerin efendisidir,
denildi.
Havva, Şife hamile
kalınca, ö nur Adem'den Havva'ya geçti. O, her batında iki çocuk doğurmuştu.
Ancak Şit böyle değildi. Çünkü Muhammed'in şerefine onu tek başına doğurdu.
O (nur), Rasulullah
(s.a.v.) doğuncaya kadar devamlı temiz olandan temiz olana geçti.
9) İbn Abbas
şöyle rivayet etmiştir:
- Ey Allah'ın elçisi!
Adem cennetteyken neredeydin? dedim. Rasulullah (s.a.v.):
- "Onun
sulbündeydim (belkemiğindeydim). Ben onun sulbünde o-larak, dünyaya indim.
Babam Nuh'un sulbünde gemiye bindim. Babam
İbrahim'in sulbünde
ateşe atıldım. Benim anne ve babam asla zina yaparak birleşme dil er. Ben,
Ademoğulları soylarının en hayırlı en temiz olanlarından, devirden devire,
aileden aileye geçe geçe, sonunda, şu i-çinde bulunduğum aileden meydana
getirildim. Allah, bana peygamberlik vaadetti. Beni Tevrat'ta müjdeledi.
İncil'de de adımı ilan etti. Yer benim yüzümden gök de beni görmek için
parlar" dedi. El-Abbas:
- Ya Rasulellah! Ben
seni övmek istiyorum, dedi. Rasulullah ona:
- "Söyle, ağzma
sağlık" dedi. El-Abbas şu şiiri söylemeğe başladı:
- "Daha önce
gölgelerde ve yaprağın ayıp yerlerini örttüğü yerde iyi bir hayat sürüyordun.
Sonra dünyaya geldin.
Ama ne insandın, ne et parçasıydm, ne pıhtıydın.
Nesr ve ona tapanlar
sulara boğulurken sen gemilere binen meni daml asıydın.
Görünmeden Halil'in
(İbrahim'in a.s.) atıldığı ateşe geldin. Yanmadan onun içinde dolaşıyordun.
Bir sulbten bir rahime
geçiyorsun. Bir alem gidince, başka bir alem ortaya çıkıyor.
Hindif ten gelen
faziletine şahit olan senin soyun çok şereflidir.
Sen doğunca yeryüzünü
aydınlattın.
Senin nurunla ufuk
aydınlandı.
Biz o ışıkta, nurda ve
doğruluk yollarında yürüyoruz. [7]
10) Hz.
İbrahim Kabe'yi inşa ettiğinde Mekke halkı için şöyle dua etti: "Ey
Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden bir elçi gönder." [8]
Es-Suddi şeyhlerine
dayanarak: O elçinin Muhammed (s.a.v.) olduğunu söylemiştir.
11) El-Irbaz
b. Sariye şunu rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.):
"Ben, Adem daha
balçık halindeyken, Allah katında hatemu'l-enbiyaydım (peygamberlerin
sonucusuydum). Bunun başlangıcını size haber vereceğim.
Ben atam İbrahim'in
duasıyım. İsa'nın kavmine geleceğini müjdelediği peygamberim. Annemin
rüyasıyım. Zaten, peygamberlerin anneleri, böyle rüya görürler." [9]
Leys bunu Muaviye'den rivayet
edip şunu ilave etmiştir. Annesi onu doğurduğunda, Şam köşklerini aydınlatan
bir nur görmüştür. [10]
Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye,
o ümmi (okuma yazma bilmeyen) peygamber'e uyanlar (var ya)..." [11]
Onlar onun sıfatını (tarifini) bulurlar manasına gelmektedir.
"İşte o peygamber
onlara iyiliği emreder." [12]
Buradaki
"iyilikten" maksat, güzel ahlak ve akrabayı gözetip onlardan ilgiyi
kesmemektir.
"Onları
kötülükten meneder." [13]
Bu ayetteki münkerden
maksat da, şirktir. (Allah'a ortak koşmaktır.)
"Onlara temiz (ve
güzel) şeyleri helal kılar." [14]
Bu ayetteki
"teiniz şeyler"den maksat Arapların temiz ve iyi buldukları
şeylerdir. Şöyle denilmiştir: Bunlar israil oğullarına haram olan yağlar,
bahira, şaibe, vasile ve hamdır. [15]
"Pis (ve zararlı)
şeyleri haram kılar." [16]
Buradaki "pis
şeyler", Arapların pis buldukları şeyler ve helal gördükleri leş, kan ve
domuz etidir.
"Ve üzerlerindeki
ağırlıkları atar." [17]
Buradaki
"ağırlıklar"dan maksat, İsrail oğullarının cumartesi gününü haram
kılmak, yağlar ve damar gibi ağırlıklardır.
"Üzerlerindeki
zincirleri atar." [18]
Ebu İshak ez-Zeccac bu
konuda şöyle demiştir: Zincirlerin zikredilmesi temsildir (misal getirmedir).
Onların katilde (öldürmede) diyet kabul etmemeleri, cumartesi günü
çalışmamaları ve ellerine geçen parayı ödünç vermeleri gerekiyordu.
12) Ali îbn
Ebi Talib "Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [19]
ayeti hakkında şöyle demiştir:
Yüce Allah Adem ve
ondan sonra birisini peygamber olarak göndersin de, Muhammed hakkında ondan şu
sözü almış olmasın. Eğer o peygamber sağken Muhammed gönderilirse, o Muhammed'e
inanacak ve Ona yardım edecek, Allah o peygamberlere, kavimlerinden söz almalarını
da emretti.
13) Katade:
"Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [20]
ayeti hakkında şöyle demiştir. Bu Allah Teala'nın peygamberlerden, birbirlerini
tasdik etmek üzere aldığı sözdür. Allah, peygamberlerinin kendilerine tebliğ
ettiklerinden dolayı Muhammed'e inanmak ve onu tasdik etmek üzere ehl-i
kitap'tan da söz almıştır.
14) Ata ibn
Yesar şöyle demiştir: Abdullah ibn Amr ibn el-As'la (r.a.) karşılaştım ve ona:
- Bana Rasulullah'm
(s.a.v.) Tevrat'taki vasfını söyle dedim. O:
- Evet, vallahi
Rasulullah Kur'an'daki bazı vasfıyle Tevrat'ta tavsif edilmiştir ki, bu
kesinlikle olacaktır. Şöyleki: "Ey peygamber! Biz seni hakikaten bir
şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik." [21]
Ümmiler içinde koruyucu olarak gönderdik. Sen, elbette benim kulum ve
peygamberimsin. Sana ben mütevekkil adını verdim. Bu peygamber, kötü huylu,
katı kalpli, çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. O kötülüğe kötülükle
karşılık vermez, aksine affederek ve bağışlayarak karşılık verir.
Allah (şirke) sapan
(Arap) kavmini, bu peygamberin irşadıyle la i-lahe illallah diyerek tevhit
kıblesine doğrultmadıkça onun ruhunu almayacaktır. Allah, kör gözleri, sağır
kulakları, kapalı gönülleri bu kelimenin büyüleyici etkisiyle açacaktır. [22]
15) Abdullah
ibn Selam; Rasulullah'ın vasfı Tevrat'ta vardır.
"Biz seni şahit,
müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik." [23] Ümmiler
içinde koruyucu olarak gönderdik. O, kötü huylu, katı kalpli, çarşılarda
bağırıp çağıran birisi değildir. O kötülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine
affederek ve bağışlayarak karşılık verir. Ben sapan kavmi bu peygamber
vasıtasıyla la ilahe illallah diyerek doğrultmadıkça, sağır kulakları, kapalı
gönülleri ve kör gözleri açmadıkça onun ruhunu almam, demiştir.
16) îbn
Abbas'tan rivayet edilmiştir. Kab'a sordum:
- Rasulullah'ı
(s.a.v.) Tevrat'ta nasıl buluyorsun? Ka'bda şöyle cevap verdi:
- Onu, Muhammed
Allah'ın Rasulü'dür şeklinde buluyoruz. Mekke doğumludur. Hicret yeri Tabe'dir.
Şam'a hakim olacak. Ahlaksız değildir. Çarşılarda bağırıp çağıran birisi
değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Aksine affederek karşılık verir.
Ka'b şöyle de
demiştir: Şunların yazılı olduğunu görüyoruz. Mu-hammed, Allah'ın elçisidir. O,
kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda bağırıp çağıran birisi, değildir.
Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Aksine aiîederek ve bağışlayarak karşılık
verir. Onun ümmeti çok hamdeden kimselerdir. Her yüksek yerde Allah'a tekbir
getirirler ve her mevkide O'na hanıdederler. Bellerine izar denilen kıyafeti
(peştemal v.s.) tutarlar. Kol ve bacaklarını yıkayarak abdest alırlar.
Ezanlarının sesleri gok boşluğunda duyulur. Savaşta saf oldukları gibi namazda
saf olurlar. E-zanlarımn sesleri, geceleyin, gök boşluğunda arı uğultusu gibi
ses çıkarır. Onun doğum yeri Mekke, hicret yeri de Tabe (Medine) dir.
17) Ka'b
şöyle demiştir: İlk yansında şunlar vardır: Allah'ın elçisi olan Muhammed,
benim seçkin kulumdur. O, kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda bağırıp çağıran
birisi değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez fakat
affeder ve bağışlar. Doğum yeri
Mekke, hicret yeri Tabe'dir. Şam'a hakim olacaktır.
ikinci yarısında da
şunlar vardır: Muhammed Allah'ın Rasulüdür. Onun Ümmeti çok hamdeden
kimselerdir. İyi ve kötü günde Allah'a hamdederler. Her mevkide Allah'a
hamdederler. Her yüksek yerde ona tekbir getirirler. Onlar güneşi gözetlerler.
Vakti gelince, nerede olursa olsun, namaz kılarlar. Bellerine izar (peştemal,
eteklik) bağlarlar, kol ve bacaklarını yıkayarak abdest alırlar, geceleyin
gökteki sesleri an sesi gibidir, [24]
18) Ebu
Hureyre şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Musa, Tevrat
inince okudu ve içinde bu ümmet hakkında zikredilenleri gördü. Bunun üzerine
o:
- Rabbim! Ben
levhalarda, sonuncu olan ama öne geçen ve kendilerine şefaat edilen bir ümmet
görüyorum. Onu benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:
- O, Ahmed'in
ümmetidir, buyurdu. Musa:
- Rabbim! Levhalarda,
dua eden ve duaları kabul edilen bir ümmet görüyorum. Onu benim ümmetim yap,
dedi. Allah Teala:
- O, Ahmed'in
ümmetidir, dedi. Musa:
- Rabbim! Ben
levhalarda, kitapları göğüslerinde
olan ve onu açıktan okuyan bir ümmet görüyorum,
onları benim ümmetim yap dedi. Allah Teala:
- O, Ahmed'in
ümmetidir, dedi. Musa:
- Rabbim! Levhalarda
sadakayı karınlarına koyan (sadaka yiyen) ve sadakadan dolayı kendilerine sevap
verilen bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:
- O, Ahmed'in
ümmetidir, cevabını verdi. Musa:
- Rabbim! Levhalarda
birisi bir kötülüğe niyet eder yapmazsa, ü-zerine günah yazılmayan, eğer o
kötülüğü yaparsa üzerine bir kötülük yazılan bir ümmet görüyorum, onları benim
ümmetim yap, dedi. Allah Teala:
- O, Ahmed'in
ümmetidir, dedi. Musa:
- Rabbim! Levhalarda,
kendilerine ilk ve son ilmin verildiği ve sapıklığın boynuzu Mesih Deccal'ı
öldüren bir ümmeti görüyorum, o ümmeti benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:
- O, Ahmed'in
ümmetidir, dedi. Musa:
- Rabbim! Beni
Ahmed'in ümmetinden yap ki bana o sırada iki ö-zellik verilsin, dedi. Allah
Teala:
- Musa! Sana risaletlerimi vermekle ve seninle
konuşmakla, seni diğer insanlara tercih ettim. Sana verdiklerimi al ve
şükredenl erden ol, buyurdu. Bunun üzerine Musa:
- Rabbim! Tamam razı
oldum, dedi." [25]
19) Şöyle
rivayet edildi: Ka'bul-Ahbar, bir yahudi aliminin ağladığını gördü. Ona:
- Niçin ağlıyorsun?
diye sordu. Yahudi alimi:
- Sen bazı söyler
söyledin, dedi. Ka'b:
- Allah aşkına!
Ağlamana sebep olan şeyleri sana haber verirsem bana inanacak mısın? Yahudi
alimi:
-Evet dedi. Ka'b:
- Allah aşkına! Sen indirilen Allah'ın
kitabında, Musa'nın fa.s.) Tevrat'a bakıp Rabbim! Ben insanlar için çıkarılan
ümmetlerin en hayırlısı olan bir ümmet görüyorum. Onlar iyiliği emredip
kötülükten men ediyorlar. İlk kitaba da inanıyorlar; son kitaba da. Dalalet
ehliyle (doğru yoldan sapanlarla) savaşıyorlar. Hatta tek gözlü Deccal ile bile
savaşıyorlar. Onları benim ümmetim yap dediğini, Allah Teala'mn da: O Ahmed'in
ümmetidir, diye cevap verdiğini görüyor musun? dedi.
Yahudi alimi:
- Evet diye cevap
verdi. Ka'b:
- Söyle Allah'ın aşkına! Allah'ın indirilen
kitabında, Musa'nın Tevrat'a bakıp: Rabbim! Ben çok hamdeden, güneşin seyrini
takip eden, ve münakaşa halinde kendilerine hakem tayin eden, bir şeyler yapmak
istediklerinde, înşaallah biz onu yaparız diyen bir ümmet görüyorum, onları
benim ümmetim yap dediğim, Allah Teala'mn da: Onlar Ahmed'in ümmetidir dediğini
görüyor musun? dedi. Yahudi alim;
- Evet diye cevap
verdi. Ka'b:
- Allah aşkına söyle:
Allah'ın indirilen kitabında Musa'nın Tevrat'a bakıp: Rabbim! aralarından
birininbir yüksek yere çıkınca Allahü Ekber dediğini, bir vadiye inince Allah'a
hamdettiğini, toprağın onlar için temiz olduğunu, yeryüzünün neresinde
olurlarsa olsun, onlara mescit olduğunu, cünüplükten temizlendiklerini,
su bulamadıkları yerde toprakla temizlenmelerinin su ile
temizlenme gibi olduğunu, abdest almalarının eseri olarak alınları ve ayakları
parlak bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap, deyince, Allah Teala'nın:
Musa! Onlar Ah-med'in ümmetidir diye cevap verdiğini görüyor musun? dedi. Alim:
- Evet dedi. Ka'b:
- Allah aşkma söyle!
Allah'ın indirilen kitabında Musa'nın
Tevrat'a bakıp: Rabbim! Ben kendilerim seçtiğim alimlere mirasçı olan, bir
kısmı kendine zulm eden, bir kısmı da orta yolda giden, bir kısmı da iyi
işlerde öne geçen, merhamet edilen zayıf bir ümmet görüyorum. Onlardan hiç
birine merhamet edilmediğini görmüyorum. Onları benim ümmetim yap dediğini,
Yüce Allah'ın da: Onlar Ahmed'in ümmeti, Musa! dediğini görüyor musun? Alim:
- Evet diye cevap
verdi. Ka'b:
- Allah aşkına söyle! Allah'ın inen kitabında
Musa'nın, Tevrat'a bakıp: Rabbim! Ben Tevrat'ta mushaflan göğüslerinde
saflarında meleklerin saf durdukları gibi, mescitlerinde arı uğultusu gibi ses
çıkaran, hiç birinin cehenneme girmeyeceği, sadece ormanın ağaçsız olduğu gibi
iyilikten uzak kimselerin cehenneme girdiği bir ümmeti görüyorum, bunları benim
ümmetim yap deyince, Allah Teala'nın: Musa! Onlar, Ahmed'in ümmetidir, dediğini
görüyor musun? Yahudi alimi:
- Evet, Musa Allah'ın
Muhammed ve ümmetine verdiği iyiliğe şa-şırmca, keşke ben de Muhammed'in
ashabından olsaydım, dedi.
Allah, O'na razı
olacağı üç ayet vahyetti:
"Ey Musa! Ben
risaletlerimle ve seninle konuşmamla, seni insanların başına seçtim. Sana verdiğimi
al ve şükredenlerden ol. Onun için, nasihat ve herşeyin açıklamasına dair ne
varsa hepsini levhalarda yazdık." [26]
Allah Teala şöyle de
buyurdu: "Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil
davranan bir topluluk vardır." [27]
Bunun üzerine Musa
tamamen razı oldu.
20) Yine
Ka'b'tan rivayet edilmiştir.
Ka'b bir adamın:
Rüyamda insanların hesap için toplandıklarını, peygamberler çağınhnca her
peygamberle birlikte ümmetinin de geldiğini, her peygamberin iki nuru olduğunu,
ona tabi olanlardan her birinin, onun vasıtasıyla yürüdüğü bir nura sahip
olduğunu, Muhammed (s.a.v.) çağrılınca, baktı ki onun her bir kılında, başında
ve yüzünde bir nur olduğunu, ona tabi olan herkesin de, onlar vasıtasıyla
yürüdüğü iki nura sahip olduklarını gördüğünü söyleyen bir adam dinledi. Ka'b:
- O, bunun bir rüya
olduğunu bilmiyor mu? Bunu sana kim anlattı, dedi. Adam:
- Kendisinden başka
ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki, bu rüyayı ben gördüm, dedi. Ka'b:
- Kendisinden başka
ilah olmayan Allah'a yemin olsun. Bunu rüyanda sen mi gördün? dedi. Adam:
- Evet diye cevap
verdi. Ka'b:
- Ka'b'in canı elinde
olan Allah'a yemin olsun veya Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun.
Bu gördüklerin Muhammed'le ümmetinin, diğer peygamberlerle ümmetlerinin
Allah'ın kitabındaki vasıflandır. Sanki onu Tevrat'tan okudu.
21) İbn Ebi
Nemle şöyle demiştir: Benu Kureyza yahudileri, Resu-lullah'm adını kitaplarında
okuyorlar, çocuklara vasfını, adını, hicret e-deceği yerin Medine olduğunu
bildiriyorlardı. O ortaya çıkınca hased edip kabul etmediler. [28]
22) Ebu Said
El-Hudrî şöyle rivayet eder: Ebu Malik Ibn Sinan'ın şöyle dediğini duydum: Bir
gün aralarında konuşmak için Abdül Eşhel oğullarına geldim, o sırada biz savaşı
kesmiştik. Yahudi Yuşa'nın şöyle dediğini duydum:
-Harem'den çıkacak,
adına Ahmed denilen bir peygamberin gelmesi yaklaştı.
Halife îbn Salebe
El-Eşheli, onunla alay ederek:
- Sıfatı (özellikleri)
nelerdir? dedi. Yuşa:
- Boyu ne uzun ne de
kısa olan, gözlerinde kırmızılık olan, semle giyip, eşeğe binen bir adam. Burası
da (Medine) onun hicret yeridir, dedi.
Ebu Said:
"O gün Yuşa'nın
söylediklerinden dehşete kapılmış bir halde kavmim Hudre oğullarına
döndüm."
Bizden birisinin: Bunu
sadece Yuşa mı söylüyor?! Yesrib'teki bütün yahudiler söylüyorlar, dediğini
duydum.
Ebu Malik îbn Sinan:
Kureyza oğullarına kadar gittim. Hepsi de bunu kabul edip aralarında
peygamberin (s.a.v.) durumunu görüştüler.
Ez-Zubeyir ibn Bata
şöyle demiştir: Sadece bir peygamberin çıkmasından dolayı doğan kırmızı yıldız
doğmuştur. Artık Ahmed'den başkası kalmadı. Burası onun hicret yeridir.
Ebu Said- Resulu1lah (s.a.v.)
Medine'ye gelince, babam ona, bu haberi anlattı. Resuluilah (s.a.v.; bunun
üzerine: "Ez-Zübeyir ve yahu-dilerin reisi olan akrabaları müslüman
olsalardı,.bütün yah udiler müs-lüman olurlardı. Ancak onlar, ez-Zübeyir'e tabi
olmuşlardır buyurdu.[29]
Muhammed İbn Mesleme
şöyle demiştir: Abdül Eşhel oğulları a-rasında bir tek yahudi vardı, onun adı
da Yuşa idi. Çocukken onun şöyle dediğini duydum. Size bu beytin yanından
gönderilecek bir peygamberin gelmesi yaklaşmıştır. Sonra eliyle Beytullah'a
işaret ederek: Kim ona yetişirse, onu tasdik etsin. Nihayet, Resuluilah
(s.a.v.) gönderildi. Ve biz O (Yuşa) aramızda iken müslüman olduk. Yuşa
hasedinden ve düşmanlığından müslüman olmadı.
23) Umara
İbn Huzeyme Ibn Sabitten rivayet edilmiştir: Evs'le Hazrec kabileleri arasında
Muhammed'i (s.a.v.) rahip Ebu Amir'den daha iyi tarif edeni yoktu. Onun
yahudilerle tanışıklığı vardı. Onlara din konusunda sorular sorar, yahudüer de
ona Resulullah'm (s.a.v.) özelliklerini ve oranın (Medine'nin) onun hicret
yurdu olduğunu söylerlerdi. Daha sonra o Teyma yahudilenne gitti. Onlar. Ebu
Amir'e aynı bilgileri verdiler. Bundan sonra da Şama gitti. Hıristiyanlar a
sordu, onlar da peygamberin özelliklerini ve onun hicret yerinin Yesrib
(Medine) olduğunu söylediler. Ebu Amir: Ben Haniflik dinindeyim diyerek döndü.
Bir ibadetgah kurdu ve kendisi rahip oldu. Kendisinin İbrahim'in (a.s.) dininde
olduğunu ve peygamberin gelmesini beklediğini iddia etti.
Resuluilah (s.a.v.)
Mekke'de ortaya çıkınca, ona gitmeyip olduğu yerde kaldı. Peygamber (s.a.v.)
Medine ye gelince, hased edip düşman oldu. İki yüzlülük yapmaya başladı.
Peygamber'e (s.a.v.) gelip:
- Muhammed! Sen ne ile
gönderildin? dedi. Peygamber (s.a.v.):
- "İbrahim'in
dini Haniflik'le" diye cevap verdi. O:
- Ben de ondayım,
dedi. Peygamber (s.a.v.):
- "Sen onda
değilsin" dedi. O:
- Sen O'nu başkası ile
karıştırıyorsun, dedi- Peygamber (s.a.v.):
- "Ben onu beyaz
ve temiz olarak getirdim. Yahudi ve hınstiyan a-limlerinin sana daha önce benim
Özelliklerim hakkında söyledikleri nerede ya?" dedi. O:
- Sen onların tarif
ettikleri kimse değilsin, dedi. Resuluilah (s.a.v.): -Yalan söylüyorsun, dedi.
O:
- Yalan söylemiyorum,
dedi. Resuiullah fs.a.v.):
- "Yalancı olanı Allah tek başına ve
kovulmuş olarak öldürsün" dedi. Ebu Amir:
- Amin, öyle olsun,
dedi. [30]
Daha sonra Mekke'ye
dönüp Kureyş'Hlerin dinine uyup onlarla birlikte yaşadı. Daha önceki dinini
böylece bırakmış oldu.
Başka bir rivayette
şöyle denilmektedir: Taifliler müslüman olunca Şam'a sığındı. Orada kovulmuş
olarak, tek başına ve garip bir şekilde Ölmüştür.
24) İbn
Abbas şöyle rivayet etmiştir: Yahudiler, Resuiullah (s.a.v.) gönderilmeden Önce
onunla Evs'le Hnzrec'e karşı yardım istiyorlardı. Allah Muhammedi Arap'lardan
gondenace onu ve daha önceki söylediklerini inkar ettiler.
Muaz İbn Cebelle Bişr
Îbnül-Bera onlara:
Ey Yahudi topluluğu!
Allah'tan korkun ve müslüman olun. Biz müşrikken, Muhammed'le bize karşı yardım
istiyordunuz. Onun gönderileceğim söylüyor ve onun özelliklerini
anlatıyordunuz, dediler.
v Selam, İbn Mişkem:
O, size söylediğimiz kişi değildir. O, bize bildiğimiz birşey getirmemiştir.
Allah Teala onların
sözleri hakkında şu ayeti indirmiştir: "Daha önce kafirlere karşı yardım
isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir
kitap gelipte Tevrat'tan bilip Öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince
derhal inkar ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır." [31]
Yani onlar Muhammed'in
gelmesiyle müşrik Araplara karşı yardım istiyorlardı. Yardım isteyenler de
ehl-i kitab'dı. Yüce Allah Muhammedi gönderip, onun kendilerinden olmadığını
görünce, onu inkar ettiler ve onu çekemediler.
25) Katâde:
"Daha önce kafirlere karşı yardım istiyorlardı" [32] ayetini
şöyle tefsir etmiştir:
Yahudiler, Muhammed'le
kafir Araplara karşı yardım istiyorlardı. Onlar şöyle diyorlardı: Allah'ım!
Tevrat'ta gördüğümüz peygamberi gönder de onlara eziyet edelim ve onları
öldürelim.
O peygamber,
başkasından gonderilince Arapları çekemedikleri için onu inkar ettiler.
26)
El-Muğire ibn Şube: Mukavkıs'ın huzuruna girdiğinde, Mu-kavkıs'm kendisine:
Muhammed, gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer o, kıbtilere ve rumlara gelseydi,
ona tabi olurlardı, dediğini rivayet etmiştir.
El-Muğire şunu da
anlattı: tskenderiyye'de kaldım. Bir kilise görür görmez oraya giriyor ve kıbti
ve rum piskoposlarına, Muhammed'e dair buldukları özellikleri soruyordum.
Kıbtilerin Ebu Yuhannes kilisesinin başı olan bir piskoposu vardı. Kıbtiler
hastalarını ona getirirler, o da onlar için dua ederdi. O güne kadar beş vakit
namazı kılmada ondan daha gayretli bir kimse görmemiştim. Ben;
- Söyle bana, gelecek
bir peygamber kaldı mı? dedim. Şöyle cevap verdi:
- Evet, o gelecek
peygamber peygamberlerin sonuncusudur. O-nunla İsa İbn Meryem arasında başka
bir peygamber yoktur. O, İsa'nın bize uymamızı emrettiği peygamberdir. O, ümmi
(okuma yazma bilmeyen) Arap peygamberdir. Adı Ahmed'dir. Boyu ne uzundur, ne
de kısa, gözlerinde kırmızılık vardır. Ne beyazdır ne de esmerdir. Kılıcı
omzun-dadır. Karşılaştığı kimseden çekinmeyip doğrudan doğruya kendisi savaşa
koşar. Yanında onun için canlarını feda eden arkadaşları vardır. Onlar onu
çocuklarından ve babalarından daha çok severler. O, selem ağaçlı yerden çıkar,
bir haremden başka bir hareme gelir. Çorak topraklı ve hurma ağaçları olan bir
yere hicret eder. O, İbrahim'in (a.s.) dini ü-zeredir. El-Muğire ibn Şube:
- Onun özelliklerinden
biraz daha anlat, dedi. O şöyle devam etti:
- Beline izar sarar,
kol ve bacaklarını (abdest almak için) yıkar. Daha önceki peygamberlerde
olmayan özellikleri vardır. Daha önceki
bir peygamber sadece kendi kavmine gönderiliyordu. O, bütün insanlara
gönderilecek. Yeryüzü onun için mescit ve temiz kılınmıştır. Nerede namaz
vakti gelirse, orada teyemmüm edip namaz kılabilir. Halbuki kendisinden Önceki
peygamberler, bu hususta zora koşulmuştur.
El-Muğire gelip
müslüman. oldu. Bütün bunları Rasulullah'a (s.a.v.) anlattı. Ashabının da onu
dinlemesini istedi.
El-Muğire şöyle
demiştir; iki veya üç gün onlara bunu anlatmıştım..[33]
27) Yine
şöyle anlatıldı: Varaka ibn Nevfel'le Zeyd İbn Said, dini (hanifliği) aramağa
çıktılar. Sonunda, Musul'da bir rahibe vardılar. Rahip, Zeyd'e:
- Sen nereden geldin?
diye sordu. Zeyd:
- İbrahim'in (a.s.)
evinden, cevabım verdi. Rahip:
- Peki ne arıyorsun?
dedi. Zeyd:
- Dini, diye cevap
verdi. Rahip:
- Dön, senin aradığın
kendi yurdunda zuhur etmek üzeredir, dedi. Zeyd:
- Hakkı kabul ederim,
ona ibadet eder, onun kulu kölesi olurum, diyerek geri döndü.
28) Halife
ibn Abde El-Minkari şunu rivayet etmiştir: Muhammed ibn Adiyy'e;
- Baban sana Muhammed
adını nasıl koydu? Muhammed şu cevabı verdi:
- Bana sorduğunu babama sordumda şu cevabı
verdi: Temim o-ğullarından dört kişi olarak yola çıktık. Dört kişiden birisi
bendim. Diğerleri Sufyan ibn Mücaşir ibn Darim, Yezid ibn Amr ibn Rabia, Usame
ibn Malik ibn Cundeb'ti... Biz, İbn Cefne El-Gassani'yi arıyorduk.
Şam'a gelince, içinde
ağaç fidanları bulunan bir gölün yanında konakladık. Gölün yakınında bir
manastır, manastırda da iki rahip vardı. O bizimle ilgilenip:
- Bu dil, bu memleket
halkının dili değil, dedi. Biz de:
- Evet, biz
Muzar'danız. O da :
- îki Muzar'm
hangisinden, dedi. Biz:
- Hındef ten dedik.
Bunun üzerine o:
- Yakında sizin
aranızdan bir peygamber gönderilecek, ona koşun, ondan nasibinizi alın ki
doğruyu bulaşınız. Çünkü o, peygamberlerin sonuncusudur. Adı da Muhammed'dir,
dedi.
îbn Cefne'nin yanından
ayrılıp ailelerimizle bir olunca, hepimizin birer oğlu oldu ve adlarım Muhammed
koyduk.
29) Seleme
ibn Selame ibn Vakş anlatmıştır: Bizim Abduleşhel o-ğulları içinde yahudi bir
komşumuz vardı.
Peygamber (s.a.v.)
gönderilmeden az önce bir gün evinden çıkıp Abduleşhel oğullarının
toplandıkları yere geldi.
. Ben o gün, oradakilerin en genciydim.
Ailemin avlusunda, üzerime bir bürde bürünmüş olarak yatıyordum.
O yahudi, ba'sı
(öldükten sonra dirilmeyi), kıyameti, hesabı, mizanı, cennet ve cehennemi
anlattı.
Bunu, müşrik ve
putları olan, öldükten sonra dirilmeye inanmayan bir topluluğa anlattı. Onlar:
-Kahrolasın be adam!
Sen bunun olduğunu mu, insanların Öldükten sonra, orada cennet ve cehennemin
bulunduğu ve istediklerinin karşılığının verileceği bir yurt olduğunu mu
zannediyorsun? dediler. O yahudi:
- Evet, kendisine
yemin edilene yemin ederim ki, ben inanıyorum. Oradaki cehennemde yakılacağım
süre yerine, bu dünyada en büyük tandın ısıtıp beni de içine atıp sonra ağzını
kapatıp sıvasalar, oradaki cehennem azabından kurtulmak için kabul ederdim,
dedi. Onlar:
- Kahrolasıca! Peki,
bu söylediklerinin delili nedir? dediler. Yahudi:
- Şu ülkeden çıkacak
olan bir peygamber, dedi ve eliyle Mekke ve Yemen tarafına işaret etti. Onlar:
- Peki onu ne zaman
göreceğiz? dediler.
Yahudi, bana baktı -ki
ben oradakilerin yaşça en küçük olanıydım- ve:
- Şu çocuk sağ kalırsa
onu görecektir, dedi.
Seleme şöyle der:
Vallahi, uzun zaman geçmeden Allah, elçisi Mu-hammed'i gönderdi. O yahudi halâ
aramızda yaşıyordu. Biz peygambere inandık. Ama yahudi çekememezliği ve
düşmanlığı yüzünden inanmadı. Bunun üzerine biz ona:
- Yazıklar olsun sana!
Bu peygamberin geleceğini bize anlatan sen değil miydin? dedik. O da:
- Evet, bendim ama bu
o değildir, dedi. [34]
30) îbn
Mesud şunu rivayet etti: Allah Teala bir adamı cennete sokmak üzere
peygamberini gönderdi. Bu şöyle oldu: Peygamber (s.a.v.) kiliseye girdi. Bir de
ne görsün, orada bir yahudi, diğerlerine Tevrat o-kumaktaydı. Peygamberlerin
özelliklerine gelince okumayı kestiler. Kilisenin köşesinde hasta bir adam
vardı. Peygamber (s.a.v.):
- Niye durdunuz? dedi.
Hasta adam:
- Çünkü onlar bir peygamberin özelliklerine
geldiler ve okumayı kestiler. Nihayet hasta adam emekleye emekleye geldi.
Tevrat'ı alıp o-kudu. Peygamberin (s.a.v.) tarifine gelince: Bunlar, senin ve
ümmetinin özellikleridir. Ben Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın
elçisi olduğuna şehadet ediyorum, dedi. Daha sonra öldü. Peygamber .(s.a.v.)
ashabına:
- "Kardeşinizi
gömün" dedi. [35]
31) Ubeyy
ibn Ka'b şöyle anlatmıştır: Tubba Medine'ye gelip Ka-nat'ta konakladığında
yahudi alimlerini getirtip onlara: Yahudiliğin ortadan kalkması ve Arapların
dinine dönülmesi için bu şehri yıkacağım, dedi.
O sırada en
bilgilileri olan yahudi Samuk, Tubba'a:
- Ey Kral! Burası,
İsmail'in oğullarından, Mekke doğumlu ve Ah-med adındaki bir peygamberin hicret
edeceği şehirdir. O, buraya hicret edecektir. Senin yaptığın bu öldürme ve
yaralamalar onun ashabı ve düşmanları arasında da çok olan birşeydir, dedi.
Tubba:
- Peki, iddia
ettiklerine göre bir peygamber olduğu halde, o gün o-nunla kimler savaşacak?
dedi. Samuk:
- Kendi kavmi, Onun
üzerine yürüyecek ve burada savaşacaklar. Tubba:
- Onun kabri nerede
olacak? dedi. Samuk:
- Bu şehirde, diye cevap verdi. Tubba:
- Onunla
savaşıldığında, kim yenilecek? dedi. Samuk:
- Bir defasında o, bir
defasında da başkası yenilecek, senin bulunduğun bu yerde o yenilecek. Ashabı
onun için, hiçbir yerde onu Öİdüre-meyecekleri şekilde dövüşecekler. Sonuç onun
lehine olacak. Daha sonra o üstün gelecek ve bu meseleyi onunla hiç kimse
tartışamayacak, dedi. Tubba:
- Peki onun
özellikleri nelerdir? Samuk:
- O, ne kısa ne de uzun boyludur. Gözlerinde
kırmızılık vardır. Deveye biner, semle denen elbiseyi giyer. Kılıcı
omuzundadır. Davasının galip gelmesi için, ne kardeş, ne amca oğlu, ne de amca,
karşısına çıkan hiç kimseye aldırmaz, dedi. Tubba:
- Bu şehre girmenin
çai'esi yok. Burayı harab etmek benim elimde değil, dedi.
Tubba, Yemen'e gitmek
üzere yola çıktı. Abdullah ibn Selam şöyle demiştir. Tubba Yesrib yahudilerinin
anlattıkları şeylerden dolayı pey-gamber'i tasdik etmeden ölmemiştir. Tubba
müslüman olarak Ölmüştür. [36]
32)
Yahudilerin en iyi alimi olan ez-Zubeyr ibn Bata şöyle der: Babamın bana
yasakladığı bir sifr (büyük kitap, Tevrat'ın bölümlerinden biri) buldum. Onun
içinde: Selem ağaçlı yerden çıkacak ve şöyle şöyle özellikleri olan peygamber
Ahmed'den bahsediliyordu.
Ez-Zubeyr bunu daha
peygamber gönderilmeden babasından sonra anlatmıştı.
O, peygamber'in
(s.a.v.) Mekke'de ortaya çıktığını duyar duymaz, sifri yok etti.
Peygamber'in durumunu
ve özelliklerini gizleyip: Öyle bir şey yok, dedi.
33) îbn Abbas şunu rivayet etmiştir: Kureyza,
Nadir, Fedek ve Hayber yahudileri Hz. Peygamber daha gönderilmeden O'nun
özelliklerini ve O'nun hicret yurdunun Medine olduğunu biliyorlardı.
Rasulullah (s.a.v.)
doğunca yahudi bilginleri: Bu gece Ahmed doğdu. Çünkü onun yıldızı doğdu. O,
peygamber olunca, Ahmed, peygamber oldu. Çünkü yıldız doğmuştur, dediler.
Onlar, bunu
biliyorlar, ikrar ediyorlar ve onun tarifini yapıyorlardı. Ancak ona haset
edip düşman oldular!
34) Hz. Aişe
(r.a.) şöyle anlattı: Mekke'de, Mina'da, ticaretle uğraşan bir yahudi oturuyordu.
Rasulullah'm doğduğu gece, Kureyş'in toplantı yerlerinden birinde şöyle dedi:
- Bu gece sizin
aranızda doğan birisi var mı? Onlar:
- Bilmiyoruz, dediler.
Yahudi:
- Ey Kureyş topluluğu!
Bakın! Size söylediklerimi iyi belleyin. Bu gece bu ümmetin peygamberi Ahmed
doğdu. İki omuzunun arasında, üstünde kıllar bulunan bir beni vardır.
Topluluk, onun
konuşmasına şaşırmış bir halde toplandıkları yerden ayrıldılar. Evlerine
varınca bunu ailelerine anlattılar. Bazılarına şöyle denildi: Bu gece Abdullah
ibn Abdümuttalib'in bir oğlu oldu ve a-dım Muhammed koydu.
Yahudinin evine gelip:
- Bizim aramızda bir
çocuk doğduğunu öğrendik, dediler. O:
- Benim verdiğim
haberden sonra mı yoksa önce mi? dedi. Onlar:
- Haberden önce. Adı
da Ahmed, dediler. Yahudi:
- Bizi ona götürün,
dedi.
Birlikte çıkıp
Amine'nin yanma geldiler. Amine onu yanlarına götürdü. Sırtındaki beni
görünce, yahudi bayıldı. Daha sonra ayıldı. Onlar:
- Neyin var?
Kahrolasıca, dediler. Yahudi:
-israil oğullarından
peygamberlik gitti, kitap ellerinden çıktı. Onun, yahudileri öldüreceği ve
alimlerini yok edeceği yazılı, peygamberliği Araplar elde ettiler. Kureyş
topluluğu buna mı sevindiniz? Vallahi onlar haberi doğudan batıya gidecek
şekilde sizi yenecekler, dedi.
35) Ebu Hureyre (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (s.a.v.) Beytulmedaris'e gelip:
- "Benim yanıma
gelin ki size öğreteyim" dedi. Onlar:
- Abdullah ibn Surya
(gelsin) dediler. Rasulullah (s.a.v.) onunla başbaşa kalınca,
- O'nun dini, Allah'ın
onlara lütfettiği şey, onlara yedirdiği kudret helvası ve bıldırcınla onları
gölgeleyen bulut aşkına söyle bakalım. Sen benim Allah'ın elçisi olduğumu
biliyor musun? dedi. O (Abdullah):
- Evet, benim bildiklerimi onlar da biliyorlar.
Senin özelliklerin, Tevrat'ta açıktır. Fakat onlar seni çekemediler. Peygamber
(s.a.v.):
- "Peki, seni ne
engelliyor?" diye sordu. Abdullah:
- "Ben kavmime aykırı hareket etmek
istemiyorum. Belki onlar sana tabi olup müslüman olurlar" dedi ve kendisi
müslüman oldu. [37]
36) Ömer
ibnu'l-Hattab (r.a.) şunu anlattı: Ben, Tevrat'ı okurlarken yahudilerin yanına
gelirdim. Tevrat'la Kur'an'm birbirine uygun olmasına şaşırırdım. Onlar:
- Ömer! Bize senden
başka hiç kimse sevimli değildir. Çünkü sen bizim yanımıza geliyorsun, dediler.
Ben de şöyle dedim:
- Ben sadece Allah'ın
kitabının birbirini tasdik etmesine şaşırdığım için geliyorum.
Ben, bir gün onların
yamndayken Rasulullah (s.a.v.) çıka geldi. Onlar şöyle dediler:
- Bu senin
arkadaşındır. Ben de şöyle dedim:
- Allah ve size
indirdiği kitap aşkına söyleyin! Siz onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyor
musunuz? Onların büyüğü:
- Allah aşkına, ona
söyleyin, dedi. Onlar:
- Sen büyüğümüzsün.
Ona sen söyle, dediler. O:
- Biz onun Allah'ın
elçisi olduğunu biliyoruz, dedi. Ben:
- Eğer onun Allah'ın
elçisi olduğunu biliyor, ve ona uymuyorsanız, sizin haliniz ne kadar perişan!
Onlar:
- Bizim melekler arasında bir düşmanımız bir de
dostumuz var. Düşmanımız, ahlaksızlık ve düşmanlık meleği olan Cebrail'dir.
Dostumuz da merhamet ve yumuşaklık meleği Mikail'dir, dediler. Ben:
- Cebrail'in, Mikail'in dostuna, düşman olması,
Mikail'in de Cebrail'in düşmanına dost olmasının helal olmadığına şehadet
ederim, dedim.
Daha sonra kalktım.
Beni Rasulullah (s.a.v.) karşıladı ve:
- "Bana biraz
önce nazil olan ayetleri okuyayım" dedi ve şu ayetleri okudu: [38]
"De ki: Cebrail'e kim düşmansa şunu iyi bilsin ki, Alllah'ın izniyle
Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve
müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir." [39] Ben:
- Seni hak olanla
gönderen Allah'a yemin ederim ki, sana sadece, yahudilerin dediklerini haber
vermeye gelmiştim. Ama Latîf ve Habîr olan Allah beni geçti, dedim.
Ömer şöyle dedi:
Allah'ın dini konusunda beni taştan daha sert bulursun.
37) Ebu
Sufyan ibn Harb anlatmıştır: Umeyye ibn Ebi's-Salt'la birlikte ticaret yapmak
için Şam'a gittim. Nerede konaklasak, o eşyaları arasından bir kitap çıkarıp
bize onu okuyordu.
Yine hıristiyan
köylerinden birine inmiştik. Köy halkı onu görünce, tanıyıp hediyeler verdiler.
Onlarla birlikte kiliselerine gitti. Sonra günün ortasında dönüp geldi. Kendi
elbiselerini çıkardı. İki siyah elbise getirdi ve onları giydi. Daha sonra:
- Ebu Sufyan! Aklına
geleni sormak üzere kitaplardaki bütün
i-limleri belleyen bir hıristiyan alimine gitmek ister misin? dedi. Ben:
- Hayır, diye cevap
verdim.
Umeyye tek başına
gitti ve gece yarısına doğru geri döndü. Elbiselerini çıkarıp yatağına yattı.
Yarı uykulu yan uykusuz sabahı etti. Gamlı ve üzgündü. Ne o bizimle konuşuyor
ne de biz onunla konuşabiliyorduk. O, üzgün bir haldeyken iki gece yürüdük.
Ona:
- Arkadaşının yanından
hiç böyle dönmemiştin, dedim. Umeyye:
- Bendeki
değişiklikten dolayı, dedi. Ben:
- Sende değişiklik mi var? dedim. O:
- Evet, vallahi, ben
mutlaka öleceğim ve hesaba çekileceğim/dedi. Ben:
- Sen bana güveniyor
musun? dedim.
- Hangi konuda? dedi.
Ben:
- Diriltilineyeceğin
ve hesaba çekilmeyeceğin konusunda, dedim. O, gülüp:
- Hayır, vallahi, biz
öldükten sonra mutlaka diriltileceğiz ve hesaba çekileceğiz. Bazıları cennete
girecek, bazıları da cehenneme, dedi. Ben:
- Arkadaşın senin
hangisine gireceğini söyledi, dedim. O:
- Arkadaşımın bu
konuda, ne benim, ne de kendisi hakkında hiçbir bilgisi yok, dedi.
Geceyi böyle geçirdik.
O, bize hayret ediyor, biz de onunla alay e-diyorduk. Nihayet, Dimeşk (Şam)
havalisine geldik. Mallarımızı sattıktan sonra iki ay orada kaldık.
Tekrar yola koyulduk.
Hıristiyan köylerinden birinde mola verdik. Onu görünce yine yanma geldiler,
hediye verdiler. O da onlarla birlikte kiliselerine gitti. Gece yarısı bizim
yanımıza geldi. Siyah elbiselerini giydi. *Tekrar gitti. O günde gece yarısına
doğru geldi. Elbiselerini çıkardı ve kendini yatağa attı. Yarı uykulu yarı
uykusuz sabahı etti. Yine kederli ye üzgündü. Ne o bizimle konuşuyor, ne de biz
onunla konuşuyorduk.
Yola çıktık. Birkaç
gece yürüdük. Bir ara:
- Sahr! Bana Utbe ibn
Rabia'dan bahset. O, haram olan şeylerden ve haksız davranışlardan sakınıyor
mu? dedi. Ben:
- Evet, vallahi,
dedim. O:
- Akrabayı koruyup
gözetiyor mu? Onlara ilgi gösterilmesini emrediyor mu? dedi. Ben:
- Evet, dedim. O:
- Anne ve baba
tarafından soylu ve sülale içinde şerefli birisi midir? dedi. Ben:
- Evet, dedim. O:
- Kureyş'i ondan daha
şerefli mi biliyorsun? dedi. Ben:
- Hayır vallahi,
dedim. O:
- O, muhtaç mıdır?
dedi. Ben:
- Hayır, çok zengindir,
dedim. O:
- Yaşı nerelerdedir?
dedi.
- O, yetmişine
yaklaşmıştır, dedim.
- Yaş ve şeref onu
gururlandırdı mı? dedi.
- Hayır vallahi,
aksine onu daha da iyileştirdi, dedim.
- Tamam işte, o bende
gördüğün değişiklik sebebi de, o alime gidip beklenen bu adamı sormamdır, dedi.
Yine O: Arapların
haccettiği Beyt'in (Kabe'nin) adamlarından birisidir, dedi. Ben de:
- Bizim Arapların
haccettiği bir Beyt'imiz var, dedim. O:
- Sizin Kureyşli kardeşleriniz ve
komşularınızdandır. Başıma, daha önce benzeriyle karşılaşmadığım birşey geldi.
Dünya ve ahireti kazanma imkanı elimden gitti. Ben kendimin o kimse olacağını
zannediyordum, dedi. Ben:
- Onu bana tarif
etsene, dedim. O:
- Orta yaşa geldiğinde
genç görünen bir adamdır. İlk başta o, haramlardan ve haksız davranışlardan-
korunan birisidir. Akrabayı gözetir ve gözetilmesini ister. Muhtaçtır. Anne ve
baba tarafından soylu bir aileye mensuptur. Sülale içinde şerefli birisidir.
Askerlerinin çoğu melek-lerindendir, dedi. Ben:
- Peki, bunun delili
nedir? dedim. O:
- Şam Meryem oğlu
isa'nın göğe çekilmesinden beri herbirinde bir felaket meydana gelen seksen
sarsıntı geçirdi. Beraberinde bir felaket daha getirecek genel bir sarsıntı
kaldı. Bunun arkasından o gelecek, dedi. Ben:
- Bu asılsız. Allah
bir elçi gönderirse, onu ancak eşraftan bir yaşlıya verir, dedim. Umeyye:
- Kendisiyle yemin
edilene yemin olsun ki, o öyledir, dedi.
Yola çıktık, Mekke'ye
iki gecelik mesafe kalınca, arkamızdan bize bir binitli yetişti ve hemen şöyle
konuştu: Sizden sonra Şam halkı yerin dibine geçiren bir sarsıntı geçirdi ve
onların başına büyük felaketler geldi. Umeyye:
- Ebu Sufyan! Ne
dersin? dedi. Ben:
- Vallahi, arkadaşının
sadece doğru olduğunu düşünüyorum, dedim.
Mekke'ye vardık.
Tekrar yolculuğa çıktım. Ticaret için Habeşistan'a gittim. Orada beş ay
kaldım. Mekke'ye döndüm. Hind, çocuklarıyla oynaşırken, en geride Muhammed
olmak üzere halk, halimi hatırımı sormak için bana geldi. Muhammed, bana selam
verdi, hoş geldin dedi. Yolculuğum ve dönüşüm hakkında bazı sorular sorduktan sonra
ayrıldı.
Ben de şöyle dedim:
Vallahi bu genç tuhaf! Bana bende mallan bulunan Kureyşlilerden gelipde onları
ve ne olduklarını sormayan hiç kimse yok. Vallahi, bende onun da malı var. O,
Kureyşlilerin mala en muhtaç olmayanı da değil ama o konuda hiçbir şey sormadı.
Hind:
- Onunla ilgili
meseleyi duymadın mı? dedi. Ben korkarak:
- Nedir onunla ilgili
mesele? dedim. Hind:
- Allah'ın elçisi
olduğunu iddia ediyor, dedi. Hıristiyanların sözünü hatırladım ve sustum.
Daha sonra Taife
gittim. Umeyye'nin evinde kaldım ve:
- Hıristiyanların
sözünü hatırlıyor musun? dedim. Umeyye:
- Evet, dedi. Ben:
- Oldu, dedim. Umeyye:
- Peki, kim? dedi.
Ben:
- Abdullah'ın oğlu
Muhammed, dedim. Yüzünden ter boşandı ve:
- Ben sağken, ortaya
çıkarsa, ona yardım etme konusunda, Allah'a mazeret göstereceğim, yani ona
yardım etmeyeceğim, dedi.
Yemen'den döndüm. Yine
Umeyye'ye uğrayıp ona:
- O zatın durumunu
öğrenmiş sindir. Ona nasıl davrandın? dedim. O şu cevabı verdi:
- Vallahi Sakif ten
olmayan bir peygambere asla inanmam! [40]
38) Asım ibn
Umer ibn Katade, kavminden bazı kişilerin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Allah'ın rahmeti ve hidayetiyle birlikte bizi islam'a sevkeden şeyler arasında
bir yahudiden duyduklarımız vardır:
Biz, müşrik ve puta
tapan kimselerdik. Ehl-i kitap bizde olmayan bir ilme sahipti. Bizimle onlar
arasında devamlı bir çekişme vardı. Onlara, hoşlanmadıkları bazı sözleri
söylediğimizde bize: Şimdi, gönderilecek bir peygamberin zamanı yaklaştı. Biz
ona uyarız. Ad'la irem'in öldürüldüğü gibi onunla bir olur, sizi öldürürüz,
derlerdi.
Biz bunu onlardan çok
duyardık. Allah, elçisini gönderip o bizi Allah'a, davet edince, ona icabet
ettik. Onların da bize sözünü ettikleri şeyleri öğrendik. Bunu hemen onlara
söyledik. Biz ona inandık, onlar i-nanmadılar.
Bizim ve onların
hakkında şu ayetler indi: "Daha önce kafirlere karşı yardım isterlerken
kendilerine Allah katından ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitap gelip de
Tevrat'tan bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkar
ettiler, işte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır." [41]
39) Asım
şöyle anlattı: Kureyza kabilesinden bir ihtiyar bana:
- Kureyza kabilesinin
kardeşleri Hedel oğullarından olan Saye oğlu Salebe ile Esid ve Ubeyd oğlu
Esed'in neden muslüman olduklarını biliyor musun? Onlar cahiliye devrinde
Kureyza oğullarıyla birlikteydiler. Ama İslam'da, onların ileri gelenleri
oldular.
Ben ihtiyara:
- Bilmiyorum, dedim.
İhtiyar:
- İslam'dan önce Suriye yahudilerinden ibn
Heyyeban adında bir adam buraya gelip aramıza yerleşti. Beş vakit namazı
kılmayanlar arasında ondan daha iyisini görmemiştik. Yağmur yağmadığı zaman bizim
için yağmur duasına çıkar. Bizde suya
kavuşurduk. O, ölüm yatağına düşünce: Ey yahudi topluluğu!
Benim açlık ve yoksulluk ülkesine gelişimin sebebini biliyor musunuz? dedi.
Biz de:
- Sen daha iyi
bilirsin, dedik. Bunun üzerine o:
- Ortaya çıkması yakın
olan bir peygamberin gelmesini beklemek üzere bu şehre geldim. Bu şehir
(Medine) Onun hicret edeceği yurt olacaktır. Onun daha evvel gönderilmesini,
benim de kendisine uymamı isterdim. Onun geleceği yaklaştı. Ey yahudi
topluluğu! Sakın sizden önce ona başka kimseler inanmış olmasınlar. O kendisine
karşı gelecek olanların kanlarını akıtmağa, çocuk ve kadınlarını esir almağa
gönderilecektir. Bu, sizin ona inanmanıza engel olmasın, dedi.
Allah peygamberini
gönderip Kureyza kabilesini kuşattığı zaman bu üç genç o sırada genç
delikanlılardı. Kabilelerinin halkına şöyle dediler:
- Ey Kureyza oğulları!
Vallahi, o (peygamber) İbn Heyyeban'ın size tav., r% ettiği kimsedir.
Kureyzalılar:
- i-Iayır, bu onun
söylediği peygamber değildir, dediler. O üç genç:
- Vallahi, o
peygamberin ta kendisidir, deyip aşağı indiler. Müslüman olup canlarım
mallarını ve ırzlarını kurtardılar. [42]
40) Selman-ı
Farisi'den rivayet edilmiştir: Selman din aramak için rahiplerin yanında
bulunmuştu. Bu rahiplerden birisi ona şöyle demiştir: Yavrum! Vallahi, şu
zamanda, insanlar arasında hareketleri bizim hareketlerimize benzeyen birini
bilmiyorum ki onun yanına gitmeni tavsiye edeyim. Ancak Hz. İbrahim'in dini ile
gönderilip Arap topraklarında ortaya çıkacak bir peygamberin zamanı
yaklaşmıştır. Onun hicret edeceği yer hurma bahçeleri bulunan iki kara dağ
(Harre) arasında bir yerdir. Onun gizli olmayan alametleri vardır: Verilen
hediyeden yer, sadaka olandan yemez, iki omuzu arasında peygamberlik mührü
vardır.[43]
41) Talha
ibn Ubeydillah anlatmıştır: Busra pazarına gitmiştim. Orada, manastırına
çekilmiş bir rahip:
- Gelenlere sorun,
aralarında Harem halkından birisi var mı? diyordu. Talha:
- Evet, ben harem
halkmdamm, dedim. Rahip bana:
- Ahmed Mekke'de halâ
ortaya çıkmadı mı? dedi. Ben:
- A ımed kimdir?
dedim. Rahip:
- Abdulmuttalib'in torunudur. Bu, onun çıkacağı
aydır. O, peygamberlerin sonuncusudur. Onun çıkacağı yer Harem'dir. Hicret
edeceği yer de hurma bahçeli, harreli (siyah dağlı) ve çorak topraklı yerdir,
dedi.
Talha: Rahib'in
söylediği beni etkilemişti. Yola çıktım ve Mekke'ye geldim.
- Yeni bir olay var
mı? diye sordum. Bana:
- Evet, el-Emin
Muhamnıed ibn Abdillah peygamber olduğunu ileri sürdü. Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu
Bekir) de ona uydu, dediler.
Ebu Bekr'e gelip ona
duyduklarımı anlattım: Bu adama uydun mu? dedim.
Ebu Bekr: Evet, git
sen de ona uy. Çünkü o, hakka davet ediyor, dedi ve onun yanına gitti.
Talha şöyle der:
Rasulullah'a (s.a.v.) geldim. Rahib'in verdiği haberi ve bana söylediklerini
ona anlattım.
42) Cubeyr
ibn Mut'im şunu anlatmıştır: Allah Teala peygamberim (s.a.v.) gönderip o
Mekke'de peygamberliğini ilan edince ben Şam'a gittim. Busra'da iken bir grup
hıristiyan bana gelip:
- Sen harem halkından
mısın? dediler. Ben:
- Evet diye cevap
verdim. Onlar:
- Aranızda, peygamber
olduğunu ileri süren kimseyi tanıyor musun? dediler. Ben:
- Evet deyince,
elimden tutup beni içinde heykel ve resimlerin bulunduğu bir manastıra
götürdüler. Bana:
- Bak! Size gönderilen
o peygamberin resmini görüyor musun? dediler. Ben baktım onun resmini
göremedim. Ben:
- Onun resmini
göremiyorum, dedim.
Beni ondan daha büyük
bir manastıra götürdüler. Bu manastırda, öbüründekinden daha çok heykel ve
resim vardı. Bana:
- Bak! Onun resmini
görebiliyor musun? dediler. Baktım. Ben Ra-sulullah'ın (s.a.v.) özellikleri ve
resminin karşısındayım. Yine baktım, Hz. peygamber'den sonra onun yerine
geçecek olan Ebu Bekr'in özellikleri ve resmi karşısındayım. Bana: Onun
Özelliklerini görüyor musun? dediler. Ben:
- Evet, deyip kendi
kendime, söylediklerini öğreninceye kadar onlara söylemeyeyim diye düşündüm.
Onlar:
- Bu o mudur? dediler.
Ben:
- Evet dedim. Rasulullah'm
özelliklerini gösterdiler. Ben: Tamam, ta kendisi olduğuna şehadet ederim,
dedim. Onlar:
- Ondan sonra yerine
geçecek olan şu şahsı tanıyor musun? dediler. Ben:
- Evet, dedim. Onlar:
- Bunun, sizin
arkadaşınız olduğuna, şunun da ondan sonraki halife olduğuna şehadet ediyoruz,
dediler. [44]
43) Cubeyr
ibn Mut'im anlatmıştır: Kureyş'in Rasulullah'a eziyet etmesinden
hoşlanmıyordum. Onların, onu öldüreceklerini sezince, manastırlardan birine
girdim. Manastırdakiler başkanlarına gidip durumu haber verdiler. O:
- Üç gün ona, gereken şeyleri
yerine getirin, dedi. Üç gün geçince, bana bir resim getirdiler. Ben:
- Bu resim kadar
benzeyen hiçbir şey görmedim, dedim. O:
- Onu öldürmelerinden
mi korkuyorsun, dedi. Ben:
- Zannederim, onun
işini bitirmişlerdir, dedim. O:
- Vallahi, onu
öldüremezler o, kendisini Öldürmek isteyenleri öldürecek, dedi. O, bir
peygamberdir. Allah Teala onu destekleyecektir, dedi.
44) Safıyye
bint Huyey anlatmıştır: Allah'ın Rasulü Medine'ye gelip Küba'da kaldığında,
babam Huyey ibn Ahtab'la amcam Ebu Yasir ibn Ahtab sabahleyin gün ağarmadan
onun yanma gittiler.
Onlar güneş batmcaya
kadar dönmediler, güneş battıktan sonra, yorgun ve bitkin bir halde yavaş yavaş
yürüyerek geldiler. Onları neşeyle karşıladım ama onlar üzüntülerinden dönüp bana
bakmadılar. Amcam Ebu Yasir'in babama şöyle dediğini duydum:
- Gerçekten bu o mu?
Babam:
- Evet, vallahi o,
dedi. Amcam:
- O olduğundan emin
misin? Onu tanıyor musun? dedi. Babam:
- Evet, dedi. Amcam:
- Onun hakkında ne
düşünüyorsun? dedi. Babam:
- Ona düşmanlık
yapmayı düşünüyorum. Vallahi, asla böyle kalamam, dedi. [45]
45) Muhayrik
birçok hurma bahçesine sahip bir alimdi. Rasulul-lah'm özelliklerini biliyordu.
Kendi dininin tesiri altında kalarak Uhud savaşma kadar bunları
açıklayamamıştı. Uhud savaşının yapıldığı gün cumartesiydi. Muhayrik:
- "Ey yahudi
topluluğu, vallahi siz, Muhammed'e yardım etmenin üzerinize düşen bir hak
olarak gerektiğini pekala bilirsiniz" dedi. Yahudiler:
- "Bugün
cumartesidir" dediler. Muhayrik:
- "Sizin için
cumartesi diye birşey yoktur" dedi.
Daha sonra Muhayrik
silahını alıp yola düştü. Uhud'da peygamber'e (s.a.v.) geldi. O gün
cumartesiydi. Kavminden, onun peşine düşen birisine: "Eğer bugün
öldürülürsem, malım Muhammed'indir. O, malımda Allah'ın, kendisine gösterdiği
şekilde dilediğini yapar" diyerek vasiyette bulundu.
Şehid düşünceye kadar
çarpıştı. Benim duyduğuma göre: Rasulul-lah (s.a.v.) şöyle diyordu.
- "Muhayrik,
yahudilerin en hayırlısıdır."
Rasulüllah (s.a.v.)
Muhayrik'in mallarını aldı. Rasulullah'm vakıfları umumiyetle, Muhayrik'in
mallarmdandz. [46]
46) İbn
Abbas'tan rivayet edilmiştir: Aralarında ei-Velid ibnu'l-Muğire, el-As ibn
Vail, Ebu Cehil, Halefin oğulları Umeyye ve Ubeyy, el-Esved ibn el-Muttalib ve
başkaları olmak üzere Kureyşliler toplandılar. İçlerinden beş kişiyi,
Rasulullah'ı, Özelliklerini ve peygamberliğini yahudilere sormaları için
Medine'ye gönderdiler. Gönderilenlerin arasında Ukbe İbn Ebi Muayt'la en Nadr
ibn el-Haris de vardı. Onlar şöyle dediler:
- "O, peygamber
olduğunu iddia ediyor. Adı Muhammed'dir. Yetim ve fakirdir. Biz, onun
Museylemetu'l-Kezzab'tan Öğrendiğini zannediyoruz." Yahudiler:
- "Biz, Tevrat'ta, onun vasıflarını ve iki
omuzunun arasında peygamberlik mührü olduğunu okuyoruz" dediler.
Yahudiler şunu da
ilave'ettiler:
"Eğer o, tarif
ettiğiniz gibiyse, gönderilmiş bir peygamberdir. Davası haktır. Ona uyun,
fakat ona üç soru sorun. Eğer peygamberse iki soruya cevap verir. Üçüncüsüne
cevap veremez. Biz bu üç soruyu Mü-seylenıe'ye sorduk. Bunların ne olduğunu
bilemedi. Halbuki siz O'nun Museyleme'den öğrendiğini ileri sürdünüz."
Elçiler, yahudilerin
verdikleri haberleri Kureyş'e ilettiler. Bunun üzerine Kureyşliler Rasulullah'a
gelip:
- "Muhammed! Bize şu üç sorunun cevabını
ver: Zulkarneyn, ruh ve ashab-ı kehf (mağarada uzun yıllar kalanlar)."
Muhammed:
- "Bunları size
yarın anlatayım" dedi. Fakat "înşaallah" demedi.
"înşaallah"
demediği için Cebrail ona on beş gün gelmedi. Bu durum Rasulullah'ın zoruna
gitti. Cebrail gelince Rasulüllah:
- "Bana gelmekte
geciktin" dedi. Cebrail:
- "înşaallah demediğin için" dedi ve
şu ayeti indirdi. "înşaallah demedikçe, hiçbir şey için, bunu yarın
yapacağım, deme." [47]
Daha sonra ona;
Zulkarneyn ve ashab-ı kehf le ilgili haberleri anlattı. Ruh hakkında da:
- "Ruh, Rabbimin
emrindendir. Benim onun hakkında bilgim yok" dedi. [48]
Bunun üzerine
Kureyşiuer:
- "Birbirleriyle yardımlaşan iki
büyücü" dediler. Bu sözleriyle Tevrat ve Kur'an'ı kastediyorlardı.
47) Anır ibn
Abese'den rivayet edilmiştir.
"Ben cahiliyede
kavmimin ilahlarından yüz çevirdim. İlahların, a-sılsız, boş şeyler oldukları,
kavmiminde zararı ve faydası olmayan taşlara taptıkları görüşündeydim. Ehl-i
kitaptan birisiyle karşılaştım. Ona en iyi dinin hangisi olduğunu sordum. Bana
şu cevabı verdi:
"Mekke'den bir
adam çıkacak, Kavminin ilahlarından uzak duracak ve en iyi dini getirecek.
Eğer onu duyarsan, ona tabi ol."
Mekke'ye gidip orada
birşey olup olmadığını sormaktan başka bir-şey yapmıyordum. Onlar da:
- "Hayır,
olmadı" diyorlardı.
Ailemin yanma dönünce
hayvanlarıyla gidip gelenlerle karşılaşıyordum. Onlara da soruyor ve
"hayır" cevabını alıyordum. Bir gün otururken bana, hayvamyla gelen
birisi uğradı:
- "Nereden
geliyorsun? dedim.
-
"Mekke'den" cevabım verdi.
- "Orada yeni bir
olay oldu mu?" dedim.
- "Evet, bir adam
kavminin ilahlarına karşı çıkıp başkasına davet etti" dedi.
- "İşte bu,
istediğim adam" dedim.
Bineğime binip geldim
ve müslüman oldum. [49]
48) îbn
Abbas anlatmaktadır: Necran piskoposlarından sekizi Ra-sulullah'a (s.a.v.)
geldi. Aralarında es-Seyyid'le el-Akıp da vardı. Bunun üzerine Allah Teala şu
ayeti indirdi: "Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda
tartışanlara "geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, karşılıklı
olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım, sonra dua edelim de Allah'tan
yalancılar üzerine lanet diyelim" de." [50]
Necranlılar:
"Bize üç gün
mühlet ver" deyip Kureyza, Nadir ve Kaynuka oğullarına gittiler. Onlara
danıştılar. Danıştıkları kimseler onunla anlaşmalarını mulaane (iki kişinin
birbirine lanet etmesi), etmemelerini tavsiye ettiler. O, bizim Tevrat ve
încil'de bulduğumuz kişidir, dediler,.
Bunun üzerine
Necranlılar peygamberle Safer ayında bin kat, Recep ayında da bin kat elbise
ve her elbiseyle birlikte kırk dirhem cizye vermek üzere anlaştılar. ,
49) İkrime
rivayet etmiştir: Ehl-i kitabtan bazıları Muhammed'e daha gönderilmeden önce
iman etmişlerdi. Gönderilince de ona inanmadılar. Bunun delili şu ayettir:
"Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin karardığı günü (düşün). İmdit
yüzleri kararanlara, 'İnanmanızdan sonra kafir mi oldunuz? Öyleyse inkar etmiş
olmanız yüzünden tadın azabı" denilir." [51]
50)
Useyme'nin mevlası (azatlı kölesi) Sehl bir hıristiyandı ve babasıyla
amcasının himayesinde yaşayan bir yetimdi. O, İncil okurdu.
Şöyle anlatmaktadır:
"Amcama ait bir kitabı aldım ve onu okudum. Bir yaprak okuyup geçtim ama
onun kalınlığını yadırgadım. Baktım ki iki ıprnk birbirine yapışmış. Onları
birbirinden ayırdım. O bitişik olan yaprağın içinde Muhammed'in özelliklerini
buldum. Şöyle yazıyordu; Onun boyu ne kısadır, ne de uzun, rengi beyazdır. İki
omuzu arasında peygamberlik mührü vardır. İhtibayı çok yapar. [52]
Sadaka kabul etmez. Eşek ve deveye biner. Koyun sağar. Yamalı elbise giyer. O,
İsmail'in so-yundandır. Adı 4-hmed'dir."
Amcam geldi. Kağıt
yaprağını gördü. Beni dövdü ve:
- "Niye bu
yaprağı açtın" dedi. Ben:
- "Onda peygamber
Ahmed'in özellikleri var" dedim. Amcam:
- "O, henüz
gelmedi" dedi.
51) İyi ve
seçkin insanlardan olan Ömer ibn Hafs anlatmıştır: Babam veya dedem islam'dan
önce, bir süre miras yoluyla elde ettikleri bir kağıt yaprağa sahiptiler. Onda
şunlar yazılıydı: Allah'ın adıyla. Onun sözü haktır. Zalimlerin sözü,
zararlıdır. Bu söz, ahir zamanda gelecek bir millet hakkındadır. Bellerine izar
(peştemal) tutarlar. Kol ve bacaklarını yıkarlar (abdest alırlar).
Düşmanlarının peşinden giderlerken denize dalarlar. Onlarda namaz vardır. Eğer
o namaz Nuh'un milletinde olsaydı, onlar tufan yüzündan helak olmazlardı veya
Semud'da olsaydı, sayha (nara, çığlık) yüzünden onlar yok olmazlardı.
Bana, onların bunu
Rasulullah'a (s.a.v.) getirdiklerini ve ona o-kuduklarını, bununla ilgili
haberleri ona anlattıklarını, Rasulullah'm da onlara, bunun çoğaltılmasını
emrettiğini haber verdiler.
52) İbn
Abbas anlatmıştır: Allah Teala Hz. İsa'ya şöyle vahyetti: Muhammed'i tasdik et.
Ümmetinden O'na yetişenlere, O'na inanmalarını emret. Muhammed olmasaydı,
Adem'i yaratmazdım. Muhammed olmasaydı, cennet ve cehennemi yaratmazdım, Arş'ı
yarattım, sallandı. Üzerine "La İlahe İllallah, Muhammedan
Rasulullah" yazdım, durdu.
53) Vehb ibn
Munebbih anlattı: Allah Teala Şa'ya'ya şöyle vahyetti: Ben, kendisiyle sağır
kulakları, kapalı kalpleri açacağım, sekineti (kalp huzuru, temkin) elbisesi,
doğruluğu parolası, takvayı vicdanı, hikmeti aklı, doğruluk ve vefakarlığı
tabiatı, affetmeyi ve iyiliği huyu, adaleti haz ve davranışı, hakkı yürüdüğü
yolu, hidayeti imanı, islam'ı milleti
(dini), Ahmed'i adı yapacağım, dalaletten sonra kendisiyle hidayet vereceğim,
cehaletten sonra kendisiyle öğreteceğim, azlıktan sonra kendisiyle çoğaltacağım.
(Fakirlikten sonra kendisiyle zenginleştireceğim), ayrılıktan sonra kendisiyle
toplayacağım, farklı gönül ve arzularla değişik milletleri birleştireceğim,
onun ümmetini en hayırlı ümmet yapacağım
-ki onlar güneşin seyrini takip ederler, ne mutlu o kalplere-ümmî (okuma
yazma bilmeyen) bir peygamber göndereceğim. [53]
54) Eş'iya
İlya'ya şöyle dedi: Beytulmakdis'te bir köydür. Adı "Uraşilîm"dir:
Uraşilîm'e müjdele. Şimdi sana eşeğe binen geliyor (yani İsa geliyor). Ondan
sonra sana deveye binen gelecek (yani Muhammed gelecek).
55) Rivayet
edildi ki, Şam halkından hıristiyan birisi Mekke'ye geldi. Kocaları işe
gittikten sonra eğlence düzenlemek için toplanan kadınlara uğradı. Onlara şu
konuşmayı yaptı:
"Ey Kureyş
kadınları! Sizin aranızda Ahmed adında bir peygamber olacak. Hanginiz ona yatak
olabilirse olsun (hanginiz onun hanımı olabilirse olsun)."
Adam gitti ve Hadice onun
konuşmasını belledi. [54]
56) Allah
Teala'nın Tevrat'ın ilk sifrinde Hz. İbrahim'e söylediği şu söz,
peygamberimizin, Allah'ın eski kitaplarında mevcut olan alametle-rindendir:
"Senin İsmail
hakkındaki duanı kabul ettim. Onu mübarek kıldım. Onu çoğalttım ve onu pek çok
yücelttim. O, oniki büyük doğurtacak ve ben onu büyük bir ümmete vereceğim."
Daha sonra Musa'ya
bunun aynısını sifr'da (Tevrat'ta) haber verdi ve biraz daha ilave etti.
Şöyle anlatılmaktadır:
Hacer, Sare'den ayrılınca Allah'ın meleği Hacer'e:
"Ey Sare'nin
cariyesi Hacer! Hanımefendine dön ve ona boyun eğ! Ben senin soyunu ve
çocuklarını sayılamayacak kadar çoğaltacağım. İşte sen hamile kalıp bir oğlan
doğuracaksın. Adını da İsmail koyacaksın, çünkü Allah Teala senin gösterdiğin
huşuyu duymuştur. Onun eli herkesin elinin üzerindedir. Herkesin eli de boynu
bükük olarak ona a-çılmıştır" dedi.
İbn Kuteybe şöyle
demiştir: Bu sözü düşün! Onda, kastedilenin Rasulullah (s.a.v.) olduğuna açık
delil vardır.
Çünkü İsrail'in eli
İshak'm elinin üzerinde değildi. İshak'ın eli. ona boynu bükük olarak açılmamıştır.
Saltanat ve peygamberlik İsrail'le îyas'ın oğlundayken bu nasıl olabilirdi? O
ikisi îshak'ın oğullarıydı. Rasulullah (s.a.v.) gönderilince peygamberlik
İsmail'in oğluna geçti. Krallar ve milletler ona buyun eğdiler. Allah bütün
şeriatları onunla kaldırdı. Peygamberleri onunla sona erdirdi. Ahir zamanda
onlara halifelik ve saltanat verdi. Onların elleri herkesin elinin üstünde
oldu. Herkesin eli arzu ve istekle, boynu bükük olarak onlara açıldı.
57)
"Allah, Sina'dan geldi, Sair'den parladı ve Faran dağlarından
göründü" demesi onun Tevrat'taki alam etler indendir.
Bunda, düşünüp
inceleyene hiç bir gizlilik ve kapalılık yoktur. Çünkü Allah'ın Sina'dan
gelmesi, Onun Tur-i Sina'da Musa'ya Tevrat'ı indirmesi demektir. Bu, Ehl-â
Kitap ve bize göre böyledir. Yine onun Sair'den parlaması Mesih'e (İsa'ya)
İncil'i indirmesidir. Mesih, Halil'in yurdu, Sair de, Nasıra demlen köyde
oturuyordu. Onun müntesipleri, oranın adından dolayı Nasara (hıristiyanlar)
diye adlandırılmıştır. Onun Sair'den parlamasının Mesih sebebiyle olması
gerektiği gibi yine Faran dağlarından görünmesinin, Faran dağlarında Muhammed'e
(s.a.v.) Kur'an'ı indirmesi sebebiyle olması gerekir. Faran dağları, Mekke
dağlarıdır. Müslümanlarla ehl-i kitab arasında Faran'm Mekke olduğunda ihtilaf
yoktur. Oranın Mekke olmadığını -ki bunun, onların yaptığı bir tahrif ve iftira
olduğu inkar edilemez- iddia ederlerse biz de Tevrat'ta İbrahim'in Hacer'le
İsmail'i Faran'a yerleştirdiği yok mudur? deriz.
Şöyle de deriz:
Allah'ın göründüğü, adı Faran olan, Mesih'ten sonra kendisine kitap indirdiği
yeri bize gösterin. İslam gibi ortaya çıkan ve dünyanın her yerinde yayılan bir
din biliyor musunuz?
58) Allah
Teala'mn "Beşinci Sifr"de Musa'ya: "Ben, İsrail oğullarına
senin gibi, kardeşlerinden olan bir peygamberi ikame ediyorum ve sözümü onun
ağzına koyuyorum" demesi onun Tevrattaki alametlerin-dendir.
İsrail oğullarının
kardeşlerinden olan kimse İsmail'in oğlundan başkası değildir. Nitekim şöyle
dersin: Bekr ve Tağlip, Vaü'in oğullarıdır. Sonra da şöyle dersin: Tağlib,
Bekr'in kardeşidir. Tağîib oğulları, Bekr oğullarının kardeşleridir. Bu konuda,
iki babanın kardeş olmalarına dayanılır.
Eğer onlar: Allah'ın
kendileri için ikame edeceğini vadettiği bu peygamberde İsrail oğullarmdandır.
Çünkü İsrail oğulları, İsrail o-ğullarının kardeşleridir, deseler, onları
Tevrat ve görüş (akıl) yalanlar. Çünkü Tevrat'ta Onun, İsrail oğulları içinde
Musa gibisini ikame etmediği vardır.
Görüşe (akıla)
gelince; eğer o, ben onlara Musa gibi İsrail oğullarından bir peygamber ikame
edeceğim demek isteseydi. Ben onlara, Musa gibi kendilerinden ikame edeceğim,
derdi. O, kardeşlerinden dememiştir. Nitekim bir adam elçisine, bana Tağlib
ibni Vail oğullarından birini getir, dese, onun ona Bekr oğullarından birini
getirmemesi gerekir.
tbn Kuteybe şunu
anlatmıştır: Danyal zamanında peygamber geçinen Habkun şöyle demiştir. Allah,
Teyemmun'den Kıddis de Faran dağlarından geldi. Ahmed'i tahmid ve takdisten
yeryüzü doldu. Sağ e-liyle yeryüzüne ve milletlerin kölelerine sahip oldu.
Yine şöyle dediğini
anlatmıştır: Onun nuru sebebiyle yeryüzü aydınlanır ve denizde onun atlarına
binilir.
Ehl-i kitab'ın bir
kısmında, Habkun'un sözü hakkında şöyle denildiği ilavesi vardır: Kıtlık
senesinde dolduracaksın. Senin emrinle oklar bükülecek ey Muhammedi
Bu, onun adının ve
özelliklerinin açıkça belirtilmesi demektir.
Onun, peygamberimiz
olmadığını iddia ederlerse -bu, onların inkar ve tahriflerinden dolayı zor
olan birşey değildir- onu tahmidden dolayı yeryüzünün dolduğu Ahmed ve Faran
dağlarından gelip yeryüzüne ve milletlerin kölelerine sahip olan kişi kimdir?
îbn Kuteybe şöyle
demiştir: Şu da, İsa'ya da Allah'ın (azze ve celle) onu nasıl zikrettiğine dair
geçen şeylerdendir. Nefsimin kendisiyle sevindiği kulum.
Başka birisi bunu
şöyle açıkladı: Kulum, seçtiğim kişi, gönlümün hoşnut olduğu, ruhumu ona
akıttığım.
Başka biri onu şöyle
tarif etti: Ona vahyimi indiririm de milletlerde onun adaleti görülür.
Milletlere vasiyetlerde bulunur. Gülmez, sesini çarşılarda duyurmaz. Görmeyen
gözleri açar, sağır kulakları duyar hale getirir, kapalı kalpleri canlandırır.
Ona verdiğimi başkasına vermem. Ahmed, Allah'a yeni bir şekilde hamdeder. O,
yeryüzünün en uzak yerinden gelir. İnsanları ve yeryüzünde oturanları
sevindirir. Onlar, her yüksek yerde "la ilahe illallah" ve
"Allahu ekber" derler.
Bir başkası onun
tarifine şunları da ilave etti: Zayıf değildir. Yenilmez, Nefsinin arzu ve
isteklerine meyletmez. Çarşılarda sesi duyulmaz. Zayıf parmak kemiği gibi olan
salihleri (iyi kimseleri) zelil kılmaz (alçaltmaz). Sıddıkları (doğruları)
güçlendirir. O, mütevazilerin desteğidir. O, Allah'ın, yeryüzünde varlığımı
isbat edinceye, onunla mazeret bulma kalkıncaya kadar, söndürülemeyen ve
karşısında durulamayan nurudur. Tevrat'ına cinler de uyarlar.
Bu da onun adının ve
vasıflarının açıkça belirtilmesi demektir.
Eğer: Hangi Tevrat
onundur, derlerse, biz de: Size Tevrat'ın yerine geçecek bir kitap getirdiğini
kastedmiştir, deriz.
59)
Bunlardan birisi de Ka'b'ın sözüdür: Beytulmakdis (Kudüs) Allah Teala'ya, harab
olduğundan yakındı. Ona şöyle denildi: Seni, yeni bir Tevrat ve yeni işçilerle
değiştireceğim. Geceleyin, kartalların kanatlarım açtıkları gibidirler
(kollarını açıp dua ederler). Güvercinin yumurtasını kırmamaya çalıştığı gibi
onlarda sana dikkat ve itina ile davranırlar. Yanaklarını sürerek ve secde
ederek seni doldururlar.
îbn Kuteybe şöyle
demiştir: îş'aya'nm onun hakkında söylediği sözlerden biri de şudur: "Ben
Allah'ım! Seni hak ile yücelttim. Körlerin gözlerini açman, esirleri
karanlıklardan kurtarıp nura götürmen için seni milletlerin nuru ve Arapların
ahdi yaptım."
İbn Kuteybe şunu ilave
eder: O, beşinci bölümde de şöyle demiştir: "îlya, sultam (güç ve
otoritesi) kürek kemiğinin üzerinde olandır."
Peygamberlik
alametinin, kürek kemiği üzerinde olduğunu kas-tedmektedir. Bu, Süryani
tefsirde geçmektedir. İbrani, dilindeki tefsirde de şöyle demektedir: Kürek
kemiğinin üzerinde peygamberlik alameti vardır.
İbn Kuteybe şunu da
söylemiştir: Şu da Davud'un Zebur'da onun hakkındaki sözüdür: "Rabbi
yeniden teşbih edin. Şekli salihler olan kimseyi teşbih edin. İsrail,
yaratıcısına ve Sahyun'un evlerine sevinsin. Allah, onun için, ümmetini
seçtiğinden, ona zafer verdiğinden ve onun yüzünden salihlerin değerini
artırdığı için, yataklarında onu teşbih e-derler. Yüksek sesle "Allahu
ekber" derler, kılıçları vardır. Allah'a ibadet etmeyen milletlerden
(Allah için) intikam almak için ellerinde iki uçlu kılıçlar vardır. Onlar
krallarını iplerle, eşraftan olan kimselerini zincirlerle bağlarlar."
îbn Kuteybe şöyle
demiştir: îki uçlu kılıçları olan Araplardan başka hangi millettir?
O kılıçlarla Allah'a
ibadet etmeyen milletlerden inkikam alan kimdir?
Peygamberler arasında
kılıçla gönderilen bizim peygamberimizden başka kimdir?
Yine Îbn Kuteybe şöyle
demiştir: Başka bir Mezmur'da da şöyledir: "Ey Cebbar (güçlü kuvvetli,
kahredeci) kılıcı kuşan! Çünkü senin kanun ve şeriatlerin senin sağ elinin
heybetine bağlıdır. Senin okların düzeltilmiştir. Milletler senin altına
yıkılırlar."
Peygamberler arasında
bizimkinden başka kılıç kuşanan var mıdır?
Milletlerin altına
yıkıldıkları kimse, ondan başka kimdir?
Kanunları korkuya
bağlı yani ya kabul etmek, ya cizye vermek yahut kılıca bağlı olan kimdir?
Rasulullah'ın
(s.a.v.): "Bana (düşmana) korku vermekle yardım olundu" [55] sözü
bunun benzeridir.
Yine şunu da
söylemiştir: Başka bir Mezmur'da şu vardır: "Allah onu, peygamberliğin
mahmud (övülen) bir tacı olarak çıkardı."
"Tac"
kelimesini başkanlık ve imamlığa (önderliğe) Örnek olarak getirdi. Mahmud da:
Muhammed'dir (s.a.v.).
Bir de şunu söylemiştir:
Başka bir Mezmur'da şunlar vardır: "O denizden (nehire kadar), nehirlerin
yanından (nehirlere kadar) toprağın kesildiği yere kadar sahiptir. Ehl-i Cezair
Onun önünde dizleri üzere çöker. Düşmanları toprağı yalarlar. Hükümdarlar ona
kurbanlarla gelirler ve ona secde ederler, milletler ona itaat edip boyun
eğerler, çünkü o, yoksul mazlumu kendisinden daha güçlü olandan kurtarır.
Yardımcısı olmayan zayıfı kurtarır, zayıf ve zavallılara acır. Ona Sebe
ülkesinin altınından verilir. Her zaman ona salât getirilir, onun her günü mübarektir.
Adı ebediyete kadar devam eder."
İbn Kuteybe şunu
söyler: Denizle nehir arasındaki yere, toprağın kesildiği yere kadar Dicle'yle
Fırat arasına sahip olan kimdir? Kendisine salât getirilen peygamberlerden her
vakti mübarek olan ondan başa kimdir?!
Ibn Kuteybe şunu da
nakletmiş tir: Zebur'un başka bir yerinde şu vardır: Davud şöyle demiştir:
"Allah'ım! Sünneti taşıyanı gönder ki insanlar onun insan olduğunu
bilsinler."
Bu, kendilerinden uzun
yıllar önce Mesih'in ve Muhammed'în (s.a.v.) haber verilmesi demektir. Yani
Muhammed'i gönder ki Mesih'in insan olduğunu insanlara bildirsin demektedir.
Davud'a, iddia
ettiklerini Mesih için de iddia edeceklerini bildirmektedir.
Şunu da nakletmiştir:
İş'aya da şöyledir: Bana şöyle denildi: îyi bir bakıcı olarak kalk! Gördüğün
şeye bak. Ona benim şöyle dediğimi haber ver: Gelen iki binitli görüyorum.
Birisi eşeğin üzerinde diğeri deve üzerindedir. Birisi diğerine şöyle der:
"Babil ve marangozlar tarafından yapılmış putları yıkıldı."
Ibn Kuteybe şunu
söylemiştir: Eşeğe binen kimse bize ve hıristi-yanlara göre Mesih'tir. Eşeğe
binen Mesih olduğuna göre, Muhammed (s.a.v.) niye deveye binen kimse olmasın?!
Babil'le marangozlar
tarafından yapılmış putların yıkılması onun ve onun vasıtasıyla olmamış mıdır?
Mesih vasıtasıyla değildir. Halbuki, Babil yöresinde, Hz. İbrahim (a.s.)
zamanından beri putlara tapan hükümdarlar vardı. Onun deveye binmesi Mesih'in
eşeğe binmesinden daha meşhur değil midir? [56]
Ibn Kuteybe
anlatmıştır: Peygamberin (s.a.v.) İncil'de bildirilmesi şöyledir:
Mesih havarilere:
"Ben gidiyorum. Size, kendi tarafından konuşmayan hakkın ruhu Faraklit
gelecek. O'nun sözü, ancak kendisine söylenildiği gibidir. O, benim hakkımda
şehadet edecek. Siz de şehadet edeceksiniz, çünkü siz insanlardan önce olanla
birliktesiniz. Allah'ın sizin için hazırladığı her şeyi o size haber verecek1'
dedi. ,
îbn Kuteybe şunu da
söylemiştir: Yuhanna Mesih'i anlatırken şöyle demiştir: "Ben gitmedikçe
size Faraklit gelmez. O gelince, insanları günahlarından dolayı azarlayacak.
O, kendi tarafından konuşmaz. Ancak size işittikleriyle konuşur. Sizi hak ile
idare edecek. Size gaybtan ve olaylardan bahsedecek." Yine onu başka bir
şekilde anlatmıştır: "Faraklit, babamın benim adımla gönderdiği Hakkın
ruhudur. O, size her şeyi öğretecektir."
Şöyle de anlatmıştır:
"Ben babamdan size başka bir Faraklit göndermesini istiyorum ki o,
ebediyete kadar sizinle birlikte olsun ve size her şeyi öğretsin."
Şu şekilde de anlatılmıştır:
"Müjdeci gidiyor. Ondan sonraki Fa-raklit size sırlar getiriyor ve size
her şeyi açıklıyor. O, benim ona şehadet ettiğim gibi, bana şehadet ediyor. Ben
size masallar getiriyorum. O, size tevil (yorum, açıklama) getiriyor."
İbn Kuteybe şöyle
demiştir: Farklı olmalarına rağmen bunlar birbirine yakın şeylerdir.
İncil'i Mesih'ten
nakledenler çok olduğu için farklıdır.
Hakkın ruhu olan
kimdir ki sadece kendisine vahyedüeni konuşmaktadır.
Mesih'ten sonra gelen
ve onun tebliğ ettiğine şehadet eden kimdir?
Deccal ve Dabbetul
Arz'ın çıkması, güneşin batıdan doğması v.s. gibi çeşitli zamanlardaki
hadiseleri, kıyamet, hesap, cennet, cehennem v.s. gibi Tevrat ve İncil'de
zikredilmeyen gayble ilgili meşeleri bizim peygamberimizden başka haber veren
kimdir?
îbn Kuteybe şöyle
demiştir: Matta incil'inde şöyledir: Yahya ibn Zekeriya öldürülmek için
hapsedildiğinde öğrencilerini Mesih'e gönderip: Ona şöyle söyleyin, gelecek
olan o peygamber sen misin, yoksa bir başkasını mı bekleyelim, dedi.
Mesih ona şu cevabı
verdi: Hak kesindir. Kadınlar, Yahya ibn Ze-keriya'dan daha faziletli olanın
yerine geçmedi. Tevrat ve peygamberlerin kitapları birbirlerini peygamberlik
ve vahiyle takip ediyorlar.
Nihayet Yahya geldi.
"Şimdi, isterseniz öldürün. Çünkü İlya'nın gelmesi kararlaştırılmıştır.
Kimin onu duyan bir kulağı varsa dinlesin."
îbn Kuteybe şöyle der:
Bu isimde bir bozukluk vardır.
"Ahmed'in gelmesi
kararlaştırılmıştır" demiş olabilir. Onlar ismi değiştirmişlerdir.
Nitekim Allah Teala
şöyle buyurmuştur: "Onlar kelimeleri yerlerinden sonrasına kaydırıp
değiştirirler." [57]
Böylece onu îlya yaptılar.
"İrin gelmesi
kararlaştırılmıştır" demiş olabilir.
"İl" Aziz ve
Celil olan Allah'tır. Allah'ın gelmesi demek, elçisinin onu getirmesi demektir.
Nitekim Tevrat'ta şöyle demiştir: "Allah Sina'dan geldi." Burada Musa
Sina'dan Allah'ın kitabını getirdi demek istemiştir. Mesih'ten sonra hiçbir
kitap gelmemiş sadece Kur'an gelmiştir.
O, bu ismin verildiği
peygamberi kasdetmiş olabilir. Bu onlara göre caiz değildir. Çünkü onlar
Mesih'ten sonra peygamber olmadığında ittifak etmişlerdir. [58]
îbn Kuteybe: Mekke,
Harem ve Beyt'in önceki kitaplarda bildirildiğini söylemiştir.
"İş'aya kitabında
şunlar vardır: "Çöller ve şehirleri Alu Kaydar'm sarayları dolduracak.
Onlar teşbih ederler. Dağların tepelerinden seslenirler. Onlar, Allah'ı
yüceltirler. Karada ve denizde onun teşbihini yayarlar."
"Uzaktan bütün
milletler için bayrağı kaldırırım. Yeryüzünün en uzak yerlerinden onları
çağırır ve onlar gelmek üzere acele ederler."
İbn Kuteybe: Kaydar
oğulları Araplardır. Çünkü Kaydar, herkesin ittifakıyle İsmail'in oğludur.
Kaldırılan bayrak ise,
peygamberliktir.
Onların çağırılması
da: Onları, dünyanın en uzak yerlerinden hacca davet etmesi ve onların da hemen
gelmeleridir. Bu, yüce Allah'ın şu sözünde olduğu gibidir: 'İnsanlar arasında
haccı ilan et ki, gerek, yaya olarak gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun
argın develer üzerinde kendilerine ait bir takım yararları yakinen görmeleri,
Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar ü-zerine belli
günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Ka'be'ye)
gelsinler." [59]
Iş'aya kitabının başka
bir yerinde: Saba1 dan bir kavim gönderilecek. Onlar doğudan, toprak öbekleri
gibi grup grup telbiyeler getirerek, ayaklarıyla çamur çiğneyen gibi
gelirler."
Saba doğudan gelir.
Allah oradan, Horasanlıları ve çevresindekileri gönderecek.
Sabanın estiği gibi
inen kimdir? Toprak Öbeği gibi kalabalık gruplar halinde gelenler, ayaklarıyla
çamur çiğneyici gibi olan kimdir.
Onlardan bazılarının
yumuşak kimseler olduğunu kasdediyor. Beyt'i tavaf ettiklerinde' herveleyi
(koşmaya benzeyen yürümeyi) kas-detmiş olabilir.
Ibn Kuteybe şöyle
söylemiştir: İstilam edilen (dokunularak saygı gösterilen) taş hakkında îş'aya
şöyle der: "Efendi Rab: Ben Sahyun'u kuran kimseyim. O, mükerrem köşedeki
(zaviyedeki) taş olarak Allah'ın beytidir, demiştir."
Taş, Beyt'in
köşesindedir. Yücelik (mükerrem olma) onun istilam edilmesi ve öpülmesidir.
İş'aya Mekke hakkında
şöyle demiştir: "Ey Akır (doğurmayan kadın) yürü ve sallan! Teşbih ederek
konuş. Sevin çünkü sen hamile kalmadın. Senin ehlin (aile, akraba, halk)
benimkinden daha çoktur.
Ehliyle
Beytulmakdis'in (Kudüs'ün) israil oğullarından olan halkını kasdetmektedir.
Mekke halkının,
kendilerine gelen hacı ve umrecilerle Beytul-makdis halkından daha kalabalık
olduğunu kasdetmiştir.
Mekke'yi doğurmayan
kısır kadına benzetmiştir. Çünkü Rasulul-lah'tan (s.a.v.) önce orada sadece
ismail vardı. Orada hiçbir kitap nazil olmamıştı.
Akır'la (kısır
kadınla) Beytulmakdis'i kasdetmiş olmaz. Çünkü o peygamberlerin evi ve vahyin
yatağıdır. O, kısır kadınlara benzetilemez.
Yine iş'aya da Mekke
hakkında şu zikredilmiştir:
"Nuh'un
günlerinde Tufanla yeryüzünü suya batırmaya yemin ettiğim gibi kendi kendime
yemin ettim. Yine sana öfkelenmemeye seni terketmemeye yemin ettim. Dağlar
gider, yelkenler iner. Sana olan nimetim gitmez."
Sonra şöyle dedi:
"Ey miskine (zavallı)! Ey mazlume! Güzellikle senin taşlarını yapan, seni
mücevherlerle süsleyen, tavanına inciden taç geçiren, kapılarını zebercedle
yapan benim. Sen zulümden uzaksın, korkma, zayıflıktan da uzaksın. Zayıf olma,
sana karşı yapılan hiçbir silah, kullanılamaz. Sana düşmanlık için kullanılan
her dilin kötülüğünden sen kurtulursun."
Şunu da söyledi:
"Allah sana yeni bir isim verecek."
Daha önce Ka'be
denilmekteyken Mescid-i Haram denildiğini kasdetmektedir.
"Kalk, parla.
Çünkü senin nurun ve Allah'ın senin üzerindeki vakarı yaklaşmıştır."
"Gözlerinle
etrafına bak. Onlar toplanmışlar.
Sabah erkenden sana
oğulların ve kızların geliyorlar. O zaman sen seviniyor ve parlıyorsun.
Düşmanın korkuyor ve senin için rahatlıyor. Kaydar'm her sürüsü senin yanında
toplanıyor. Benavat'm efendileri sana hizmet ediyorlar."
Benavat, ismail'in
oğludur.
Kaydar, peygamber'in
(s.a.v.) atasıdır. Benavat'm kardeşidir.
Daha sonra şöyle dedi:
"Kapılarını gece gündüz daima açacaksın kapatmayacaksın, onlar seni kıble
edinecekler. Bundan sonra sen Rab-bin .jehri diye çağrılacaksın."
Yani o, Beytullah'tır.
(Allah'ın evidir). İş'aya'nm başka bir yerinde de şöyledir:
"Etrafındakilere
gözünü kaldır. Denizin hazineleri sana geldiği, milletlerin askerleri sana
yöneldiği, besili deve katarları seni süslediği, etrafında toplanan katarlardan
yerin daraldığı, Medyen'in koçları sana doğru sürüldüğü, Sebe halkı sana
geldiği, Kaydar'm sürüleri sana hizmet ettikleri için yüzün gülsün ve sen
sevmesin." Yani Kabe'ye hizmeti kasdetmektedir. Ancak onlar, İsmail'in
oğlu Benavat'ın çocuğundandır. [60]
İbn Kuteybe: Mekke
yolu, îş'aya'da şöyle zikredilmektedir, der.
Allah Teala îş'aya da
şöyle buyurmaktadır: "Ben badiyeye (çöle) Lübnan'ın yüceliğini (şerefini)
ve Kermal'in güzelliğini veriyorum."
Kermal ve Lübnan; Şam
(Kuzey Arabistan) ve Beytulmakdis'tir.
Yani şunu kasdediyor:
Kendisinde vahiyle ve peygamberlerin çıkmasıyla meydana gelen yüceliği
(şerefi) hac ve peygamber (s.a.v.) sebebiyle Badiye'ye veriyorum.
"Badiye'de sular,
çöl toprağında su kanalları ortaya çıkar. Geniş çöller ve susuz yerler, pınar
ve su olur. Orası dosdoğru yol olur. Harem'in yolundan milletlerin pis ve
günahkarları geçmez. Ondan habersiz olan oraya gelmez. Orada ne yırtıcı olur ne
de aslan. Orası, ihlaslı ve samimi olanların geçidi olur."
"Hazkil",
kitabında, israil oğullarının günahlarını zikredip onları, tek başına olan bir
asma ağacına benzeterek şöyle der: "Çok geçmez bu asma öfkeyle sökülür,
yere atılır ve sam yelleri onun meyvelerini yakar. Öyle olunca, Badiyenin susuz
terkedilmiş toprağına ağaç dikilir. Onun güçlü dallarından meyvelerini yiyen
bir ateş çıkar, böylece orada ne güçlü bir değnek ne de dal parçası
kalır." [61]
İbn Kuteybe: Îş'aya
kitabında Harem zikredilmektedir, der.
Şöyle ki: "Kurtla
deve orada birlikte otlanırlar." Yine bütün yırtıcılar Harem'in tamamında
zarar vermezler ve kötülük yapmazlar. Daha sonra görürsün ki, bu vahşi
hayvanlar Harem'den çıkınca korkmaya başlarlar ve diğer vahşi hayvanlardan
kaçarlar. Yırtıcı hayvan av peşinde koşma konusunda Harem'e girmeden nasılsa,
öyledir. [62]
İbn Kuteybe: Hz.
Peygamber'in ashabı ve Bedir günü îş'aya'da bildirilmektedir, der.
Bedir günündeki
Araplar şöyle anlatılmaktadır; "Onlar milletleri, harman yerlerini çiğner
gibi çiğnerler. Arap müşriklerinin başına bela iner ve onlar yenilirler."
Daha sonra İş'aya
şöyle demiştir; "Onlar kınından sıyrılmış kılıçlar, intikamını
alamadıkları taş gibi insanlar karşısında; savaşın şiddetinden dolayı
yenilgiye uğrarlar."
îbn Kuteybe şöyle der:
Bunlar, Allah'ın, ehl-i kitab'm elinde kalan daha önceki kitaplarındaki
şeylerdir. Ehl-i kitab onları okur ve peygamberimizin adı hariç, zahirlerini
inkar etmezler. Onlar, açıkça onun ikrar edilmesine müsaade etmezler. Onların
bu yaptıkları önemli değildir. Çünkü onlara göre Hz. Peygamberin Süryani
dilindeki adı "Muşak-kah"tır. Muşakkah hiç şüphesiz Muhammed'dir.
Onların "El-Hamdu
lillah" demek istediklerinde "Şakha li-ilahina" dediklerine
itibar ederek, "el-Hamdü" "Şakhan" olduğuna göre
"Muşakkah" da "Muhammed" olur.
İkrar ettikleri
sıfatlar onun hallerine, zamanına, çıkmasına, gönderilmesine ve yaşayışına
uygun olduğu için, bize, kendisinde bu sıfatlar bulunan kimseyi, karşısında
milletlerin yere yıkıldıkları, itaat ettikleri için boyun büktükleri ve
davetine icabet ettikleri kimseyi, Babil'in ve putlarının onun yüzünden helak
olduğu deveye binen kimseyi göstersinler. Dağların tepelerinden telbiye
getirerek (Lebbeyk Allahumme lebbeyk diyerek) ve ezan okuyarak seslenen, karada
ve denizde onun teşbihini yayan İsmail'in oğlu Kaydar'm evladından olan bu
millet nerede? Hani?
Bunu ancak Muhammed'le
ümmetinde bulabilirler.
İbn Kuteybe şunu da
söylemiştir; Eğer bu haberler, onların kitaplarında olmasaydı, Kur'an'da
gelenlerin onların kendi kitaplarında da zikredildiğine dair hiç bir delil
olmazdı.
Nitekim Allah Teala:
"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi
peygamber'e uyanlar (varya)." [63]
"Ey Ehl-i kitap!
(gerçeği) görüp bildiğiniz halde, niçin Allah'ın a-yetlerini inkar
edersiniz." [64]
"Kendilerine
kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi) öz oğullarını tanıdıkları gibi
tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizler." [65]
"Kafir olanlar
"Sen Rasul olarak gönderilmiş bir kimse değilsin" derler. De ki:
Benimle sizin aranıza şahit olarak Allah ve yanında kitap ilmi olan yeter"
buyurmuştur. [66]
Rasulullah'm (s.a.v.),
onlarda olmayanı onlara delil olarak getirmesi ve onlar bulmadıkları
görmedikleri halde beni yanınızda yazılı o-larak bulmanız benim
peygamberliğimin alametindendir, demesi nasıl caiz olabilir? Rasulullah'm
(s.a.v.) onları hoşlanmadıkları şeye davet etmeye ihtiyacı yoktu.
Abdullah ibn Selam
durumu iyice öğrenince müslüman oldu ve onlarda müslüman oldular.
Ben de derim ki: Ehl-i
kitap her zaman Rasulullah'ı sıfatlarıyla (özellikleriyle) biliyor ve bunu
ikrar ediyordu. Onlar onun çıkacağını (geleceğini) söylüyorlar, kendi halkından
olanlara O'na iman etmelerini tavsiye ediyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) çıkınca,
akıllı olanları iman etti. Huyey ibn Ahtab, rahip Ebu Amir ve Ümeyye ibn
Ebi's-Salt gibi diğer ehl-i kitabı inat ve çekememezlik aldı.
Ehl-i kitabın son
devir alimlerinden bir kısmı müslüman olmuş ve onun Tevrat ve İncil'deki
sıfatlarını anlatan kitaplar yazmışlardır.
Hakkın varlığını kesin
olarak anlayıp da sonra, ebediyyen cehennemde yanmaya razı olarak kıskançlığı
tutanlara hayret! [67]
60)
Abdurrahman ibn Avf anlattı: Ka'b ibn Luey ibn Galib ibn Fihr ibn Malik, cuma
günü, kavmini toplar -Cuma gününe, Cuma ismini ilk defa o, vermişti. Araplar,
daha önce, Cuma gününe Arube derlerdi- şu şekilde hitab ederdi:
"Dinleyiniz,
öğreniniz, anlayınız, biliniz. Gece sakin, gündüz a-çıktır. Yeryüzü yatak
gibidir. Gök bina gibidir. Dağlar kazıklar gibidir. Yıldızlar bayrak gibidir.
Öncekiler sonrakiler gibidir. Kadın erkek ve eşler çürüyecekler.
Akrabalarınızla görüşünüz ve görüşme hukukunu gözetiniz. Mallarınızı üretiniz.
Ölenin geri döndüğünü
veya dirilmiş Ölü gördünüz mü? Yurt önünüzdedir. Zan, söylediğinizden başkadır.
Hareminizi süsleyiniz, ona saygı gösteriniz ve sımsıkı sarılınız. Yakında onun
hakkında büyük bir haber gelecek. Oradan kerim (değerli, yüce) bir peygamber
çıkacak."
Sonra Ka'b şu şiiri
söyler:
"Gündüzler ve
geceler hep, yeni haber getirmektedir.
Haberin, gece veya
gündüz gelmesi, bizim için birdir.
Onlar dönerlerken de
hadiselerle ve korkuları
Üzerimizde artan
nimetlerle dönerler.
Herkes gaflet
üzereyken Muhammed gelecek.
Dosdoğru söyleyici ve
en iyi bilici, haber verici olarak birçok haberler verecektir."
Sonra şöyle der:
"Vallahi, ben
onun daveti esnasında işiten kulak, gören göz, tutan el, yürüyen ayak olsaydım
(sağ olsaydım) devenin dimdik durduğu gibi durur, davasına aygır deve gibi
hızla koşardım."
"Ne olurdu, onun
gizlice davete başladığı ve kabilesinin, hakka ve kendisine yardımı
terkettikleri zaman bulunsaydım."
Ka'b ibn Luey'in
ölümüyle Rasulullah'ın peygamber olarak gönderilişi arasında 560 yıl vardı. [68]
Siyerciler şöyle
anlatırlar:
Nasr ibn Rabia
korkunç*bir rüya gördü. O, gitmedik kahin ve müneccim bırakmadı. Onlara şöyle
dedi:
- Ben korkunç bir rüya
gördüm. Bana onun yorumunu yapar mısınız? dedi.
- Bize rüyanı anlat,
dediler. Nasr:
- Onun yorumunu ancak
ben anlatmadan önce bilen kimse yapabilir, dedi.
- Bunu istiyorsan, Satih'le Şıkk'a gelmeleri
için haber gönder. Bunlar kahindir, dediler.
Nasr onlara haber
gönderdi. Bunun üzerine Satih geldi. Ona:
*- Korkunç bir rüya
gördüm. Rüyamın ne olduğunu bilirsen yorumunu da yapabilirsin, dedi. Satih:
- Sen rüyanda
karanlıktan çıkıp sahile bakan topraklara düşerek orada bulunan canlıyı yiyen
bir siyah kömür parçası gördün, dedi. Hükümdar Nasr:
- Satih! Rüyamı
tamamen bildin. Peki yorumu hakkında ne diyeceksin, dedi. Satih:
- îki siyah tepe arasındaki hayvanlar üzerine
yemin ederim ki, topraklarınıza Habeşliler inip Ebyen'le Cüreş arasındaki
bölgeleri ele geçirecekler, dedi. Hükümdar:
- Babana yemin ederim
ki! Bu söylediklerin bizim için acı ve can sıkıcıdır. Bu olay ne zaman olacak?
Benim zamanımda mı yoksa daha sonra mı? dedi. Satih:
- Hayır! Zamanımızdan
atmış veya yetmiş yıl sonra olacak, dedi. Hükümdar:
- Habeşlilerin bizim ülkemizdeki hakimiyeti
devam edip gictecek mi? Yoksa bir süre sonra sona erecek mi? dedi. Satih:
-Hayır! Doksan küsur
sene içinde sona erecek. Oradan çıkarılacaklar, dedi. Hükümdar:
-Onları kim çıkaracak?
diye^sordu. Satih:
-Bunu, İrem Zuyezen
yapacak, irem, Adem'den gelecek. Yemen'de Habeşlilerden hiç kimseyi
bırakmayacak" dedi. Hükümdar:
-irem'in hakimiyeti
Yemen'de sürüp gidecek mi yoksa bir gün sona erecek mi? dedi. Satih:
-Hayır! Sürüp
gitmeyecek, dedi. Hükümdar: -Onun hakimiyetini kim sona erdirecek? dedi. Satih:
-Bunu, kendisine yüce
(Allah'tan) vahiy gelecek olan asil bir peygamber yapacak, dedi. Hükümdar;
- Kim bu peygamber?
dedi. Satih:
- Nadr oğlu Malik oğlu
Pihr oğlu Galib'in neslinden birisi. Hakimiyet, zamanın sona ermesine kadar
onun kavminde olacak, dedi. Hükümdar:
- Zamanın sonu var mı
ki? dedi. Satih:
- Evet! Var. O gün
öncekiler ve sonrakilerin hepsi toplanacak, i-yiler mesut, kötüler bedbaht
olacaklar, dedi. Hükümdar:
- Bu anlattıkların
doğru mu? dedi. Satih:
-Evet! Grup
kızıllığına, tan yerine ve sabaha yemin ederimM, sana söylediklerim şüphesiz
doğrudur, dedi.
Satih'le olan konuşma
sona erince, Şikk geldi. Hükümdar ona:
- Bir rüya gördüm.
Bana onu anlat, dedi.
Şikk da Satih'in
anlattıklarını anlattı. Satih'in dediği şekilde memleketlerin yıkılışını haber
verdi, sonunda şöyle dedi:
-Daha sonra hak ve
adaleti getirecek bir peygamber gelir. Hakimiyet Fasl gününe (Kıyamet gününe)
kadar bu peygamberin soyunda kalacak.
Hükümdar:
-Peki, bu Fasl günü de
nedir? dedi. Şıkk:
- O gün idareciler cezalandırılacaklar
ve hesap vakti için bütün insanlar bir araya toplanacaklar, dedi. [69]
O, Adnan'ın oğlu
Ma'ad'm oğlu, Nizar'ın oğlu, Mudar'm oğlu, II-yas'm oğlu, Mudrike'nin oğlu,
Huzeyme'nin oğlu, Kinane'nin oğlu, Nadr'm oğlu, Malik'in oğlu, Fihr'in oğlu,
Lueyy'in oğlu, Ka'b'm oğlu, Murre'nin oğlu, Kilab'ın oğlu, Kusayy'm oğlu,
Abdumenafin oğlu, Ha-şim'in oğlu, Abdulmuttalib'in oğlu, Abdullah'ın oğlu
Muhammed'dir.
Nesep bilginlerinin
Adnan'a kadar ihtilafları yoktur.
Onlar Adnan'dan sonra
ihtilaf ederler. Bir kısmı: İbrahim'in oğlu ismail, Kaydar'ın'oğlu Hamel,
Humeysa'nm oğlu Udd, Udd'un oğlu Adnan, derler.
Bir kısmı da: Uded'in
oğlu Udd'i zikretmeden Adnan derler. [70]
62) Ummu
Seleme'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadiste şöyledir: "Adnan ibn
Uded ibn Lueyy ibn A'rakussera." [71]
Ummu Seleme şöyle
demiştir: Zeyd, Humeysa'dır. Yera, Nebt'tir. A'rakussera, İsmail'dir. Ez-Zubeyr
ibn Bekkar böyle anlattı.
Yine A'rakussera'mn
İbrahim olduğunu söyledi. Çünkü onlar, onun ateşte yamnadığını görünce: O,
A'rakussera'dan başkası değildir, dediler.
Yine Zeyd olarak
tesbit etti: Ebu Ahmed el-Askeri'den, Ebu Dulame'nin adı gibi onun Zeyd
olduğunu rivayet etti
63) Urve’nin
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Adnan’ın ötesindekini bilen birisini
göremedik.
64) İbn Ebi
Hayseme de şöyle demiştir:
Hiçbir alimin ilminde,
hiçbir şairin şiirinde Adnan’ın oğlu Maad’ın ötesini sağlam olarak bilen
hiçkimseyi göremedik. [72]
65) VasiIe
Ibnu'1-Eska Hz. Peygamberi şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Allah, İbrahim’in
soyundan İsmail’i, İsmail’in oğullarından Kinane oğullarını, Kinane
oğullarından Kureyş’i, Kureyş’ten Haşimoğullarını, Haşim oğullarından da beni
seçti.”[73]
66) Hz. Aişe
(r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Cebrail şöyle
dedi: Yeryüzünün doğu ve batısını alt üst ettim Muhammed'den (s.a.v.) daha
üstün birisini bulamadım. Yine yeryüzü nün doğusuyla batısını tamamen dolaştım.
Haşim oğullarının evindeı daha üstün olan bir ev bulamadım." [74]
67) Ebu
Hureyre (r.a.) Rasulullah'm (s.a.v.) şöyle dediğini rivayeı etmiştir:
"Ben -devirden
devre ve aileden aileye geçerek seçilen- Adem o> ğulları soylarının en
temizinden naklolundum. Sonunda şu içinde bulunduğum (Haşimi) topluluğundan
ortaya çıktım." [75]
68) El-Abbas
İbn Abdümuttalib şöyle anlattı:
-Ya Rasulellah! Kureyş
oturup haseplerini (atalardan gelen şerei ve soyluluklarını) saydılar. Seni de
çöplükte biten bir hurma ağacı gibi saydılar, dedim.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.):
-Yüce Allah mahlukatı
yarattı ve beni onların en hayırlılarının i-çinde bulundurdu. Onları fırkalara
ayırdığında beni iki fırkanın en hayırlısında bulundurdu. Sonra onları
kabilelere ayırdı ve beni, en hayırlı kabilenin içinde bulundurdu. Sonra onları
ailelere ayırdı ve beni onların en hayırlısı içinde bulundurdu. Ben sizin, aile
yönünden de, en hayırlı-mzım, nefis yönünden de en hayırlmızım." [76]
69) Rabia da
şöyle demiştir: Ensar'dan bazıları Hz. Peygamber'e (s.a.v.):
- Kendi kabilenden
bazılarının Muhammed çöplükte biten hurma ağacı gibidir, dediklerini duyuyoruz,
dediler.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.):
- "Yüce Allah mahlukatmı yarattı sonra
onları iki fırkaya ayırdı. Beni en hayırlı fırkanın içinde bulundurdu. Daha
sonra onları kabilelere ayırdı. Beni en hayırlı olan kabilenin içinde
bulundurdu. Ben sizin aile yönünden en hayırlmızım, nefis yönündende en
hayırlmızım" dedi. [77]
70) Ibn
Abbas şöyle demiştir. Kureyş'ten bir batın yoktur ki Rasu-lullah'la bir
akrabalığı bulunmasın. Bunun üzerine şu ayet-i kerime inmiştir: "De ki:
Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret
istemiyorum." [78]
Yani aramızdaki
akrabalık hukukuna riayet etmenizi istiyorum.
71) Eş-Şa'bi
şöyle demiştir: Halk bize: "De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık
sevgisinden başka bir ücret istemiyorum" ayeti hakkında çok gelip gitti.
Yani aramızdaki
akrabalık hukukuna riayet etmenizi istiyorum diye manâ verilmiştir.
Bunun üzerine Ibn
Abbas'a bir mektup yazdım. O da bana şu cevabı verdi: Rasulullah (s.a.v.)
Kureyş arasında soylu^ birisiydi. Kureyş boylarından hiçbiri yoktur ki onu
kendi soylarından saymasınlar. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "De ki: Ben
buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum." [79]
Yani benim size akraba
olmamı istersiniz ve beni bu konuda ko-rursunuz demek istiyor.
72) İbn
Abbas, Allah Teala'nm: "Size kendinizden bir peygamber gelmiştir" [80]
ayeti hakkında şöyle demiştir: Araplardan hiçbir kabile yoktur ki, Mudarlılan,
Rabilüeri ve Yemanhları Hz. Peygamber'in soyundan kabul etmesinler. [81]
73) Ali tbn
Ebi Talib şöyle anlattı: Peygamber (s.a.v.): "Ben cahiliye devrinin
kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmadan, ana ve babamdan meydana geldim.
Adem'den, babama ve anneme gelip ulaşıncaya kadar, hep nikah mahsulü olarak
meydana geldim, zinadan meydana gelmedim" demiştir. [82]
74) Ibn
Abbas, Rasulullah'm şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Benim anne ve babam
asla zina yaparak birleşmediler. Allah beni devamlı temiz sulblerden temiz
rahimlere süzülmüş ve tertemiz olarak nakletti. Ben en temiz cinsi birleşmede
ortaya çıktım.' [83]
75) Abdulmuttalib
anlatmıştır: Hicr'da uyurken beni korkuta bir rüya gördüm. Bu rüya sebebiyle
çok huzursuz oldum. Kureyş'in bir kadın kahinine geldim. Üzerimde boncuklu bir
ipek elbise vardı. Saçımın topuzu da omzuma vuruyordu.
Bana bakınca yüzümdeki
değişikliği anladı. O sırada ben kavmimin efendisi olduğumdan bana:
- Efendimiz bana niçin rengi değişik bir
vaziyette geldi. Onu bir felaket mi korkuttu acaba? dedi. Ona:
- Evet, dedim. Herkes
önce kahin kadının sağ elini öpüyor, sonra onun elini kendi başına koyuyor ve
isteğini açıklıyordu. Ben öyle yapmadım, çünkü kavmimin büyüğüydüm.
Oturup anlattım: Gece
uykumda şöyle bir rüya gördüm. Yerden bir ağaç bitti. Tepesi göğe değdi.
Dallarıyla doğu ve batıyı kapladı. Ondan daha parlak bir nur görmemiştim. O,
güneşin ışığından doksan kat daha büyüktü. Arap ve Arap olmayanların ona secde
ettiklerini gördüm. Onun büyüklüğü, ışığı ve yüksekliği her an artıyordu. Bir
süre kayboluyor, bir süre de parlıyordu. Kureyş'ten bazılarının onun dallarına
takıldıklarını gördüm. Bazı Kureyşlilerin de onu kesmek istediklerini gördüm.
Onlar ağaca yaklaşınca bir genç onları geriye itti. Şimdiye kadar, ondan daha
güzel yüzlü ve ondan daha güzel kokulu hiç kimse görmemiştim. O genç, onların
bellerini kırıyor ve gözlerini oyuyordu. O ağaçtan biraz almak için elimi
kaldırdım. O bana:
- Senin onda payın
yok, dedi. Ben de:
- Peki, kimin payı
var? dedim. O:
- Ona tırmananların ve
senden önce yetişenlerin onda payı vardır, dedi.
Korku ve ürpertiyle
uyandım. Kahin kadının yüzünün değiştiğini gördüm. Sonra bana: Eğer rüyan
doğruysa, senin sulbünden, doğu ve batıya sahip olacak ve insanların kendisine
boyun eğecekleri birisi çıkacak, dedi.
Daha sonra Ebu
Talib'e: Belki sen bu çocuğun amcasj olacaksın, dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
peygamber olarak ortaya çıktığında Ebu Talib bu olayı anlatır ve şöyle derdi:
Allahu a'lem, o ağaç Ebu'l-Kasım Emin (Muhammed) di.
Ebu Talib'e: Ona
inanmayacak mısın? denildiğinde; "Ayıbıma gidiyor, utanıyorum,"
derdi. [84]
76) Halid
ibn Said şöyle anlatmıştır: Rasulullah (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmeden
Önce bir gece uykumda şu rüyayı gördüm: Mekke'yi bir karanlık kaplamış ve
kimse gözünün önünü göremiyordu. Bu haldeyken, (zemzemden) bir ışık çıktı ve
göğe yükseldi. Beyti aydınlattı. Sonra bütün Mekke aydınlandı. Oradan Yesrib'in
hurmalarına kadar gitti ve orayı da aydınlattı. Öyleki ben hurmaların
koruk-larmı bile görebilecek durumdaydım. Uyanınca rüyamı kardeşim Amr ibn
Said'e anlattım. Görüşleri isabetli birisiydi. Bana: Kardeşim! Bu iş,
Abdul-muttalib oğulları içinde olacak. Onun, babalarının kabrinden çıktığını
görmüyor musun? dedi.
Allah beni (onun
vasıtasıyla) islam'a hidayet edince, Halid'in annesi (Ummu Halid): İslam'a ilk
giren oğlumdur. Çünkü o, rüyasını Ra-sulullah'a (s.a.v.) anlattı. Rasulullah
da:
- "Halid!
Vallahi, o nur benim. Ben Allah'ın elçisiyim" dedi.
Rasulullah (s.a.v.),
Allah'ın kendisiyle gönderdiği şeyi (dini) Ha-lid'e anlattı. Bunun üzerine
Halid nıüslüman oldu. Ondan sonra da Amr müslüman oldu. [85]
77) Amr ibn
Murre el-Cuheni anlatır: Cahiliye devrinde kavmimden bazılarıyla, birlikte
hacca gittim. Bir gün Mekke'de uyurken rüyamda, Ka'be'den çıkarak yayılan bir
ışık gördüm. Öyle ki bu ışık bana Ka'be'den, ta Yesrib'in dağına ve
Cuheynelilerin tırnak altındaki etine varıncaya kadar aydınlattı. Işığın içinde
bir ses duydum: Karanlıklar dağılıp ışık yayıldı. Peygamberlerin sonuncusu
gönderildi.
Daha sonra başka bir
aydınlık meydana geldi. Öyle ki Hîre'nin saraylarını ve Medainlilerin tırnak
diplerini bile gördüm, ışığın içinde hî^ ses duydum. Şöyle diyordu: îslam
ortaya çıktı. Putlar kırıldı ve akrabalar haklarını gözettiler.
Korku ve dehşet içinde
uyandım. Kavmime:
- Vallahi, Kureyş'in bu kabilesi içinde bir
olay olacak, dedim ve gördüğüm rüyayı onlara anlattım.
Memleketimize varınca,
bize Ahmed adında birisinin peygamber olarak gönderildiği haberi geldi. Çıkıp
yanına geldim. Gördüğüm rüyayı ona da anlattım. Bana şöyle dedi:
- "Amr ibn Murre! Ben, Allah'ın bütün
kullarına gönderilmiş bir peygamberim. Onları islam'a davet ediyorum. Onlara
kan dökmemelerini, sıla-i rahmi ve Allah'a ibadeti, putları reddetmeyi, Beyt'i
haccetmeyi, Ramazan'da oruç tutmayı emrediyorum -ramazan on iki aydan
birisidir,- Kim icabet ederse, cennete
girer. Kim isyan ederse, ona cehennem vardır. Amr ibn Murre! Allah'a iman et
ki Allah seni cehennem korkusundan emin kılsın." [86]
Ben de şöyle dedim:
- Ya Rasulallah! Her
ne kadar birçok kimsenin hoşuna gitmese de senin getirdiğin bütün helal ve
haramlara iman ettim.
Sonra, adını
duyduğumda söylediğim beyitleri okudum. Bizim bir putumuz vardı. Babam, o putun
reisiydi. Kalkıp onun yanma gittim ve onu kırdım. Sonra da peygamber'e (s.a.v.)
geldim.
- Ben Allah'ın hak
olduğuna ve kendimin, taştan ilahları ilk ter-keden olduğuma şehadet ettim.
Kendisi ve babası
insanların en hayırlısı, yıldızların üstünde, insanların hükümdarı olan
Rasulle birlikte olmak için, engebeli yerlerden sonraki düz yerleri katetmek ve
sana hicret etmek üzere paçaları sıvadım.
Peygamber (s.a.v.):
- "Hoş geldin,
Amr ibn Murre!" dedi. Ben de:
- "Ey Allah'ın
Rasulü! Anam, babam sana feda olsun! Beni kavmime gönder. Belki Aziz ve Celil
olan Allah, senin vasıtanla bana iyilikte bulunduğu gibi, benim vasıtamla
onlara iyilikte bulunur," dedim.
Peygamber beni onlara
gönderip:
- "Yumuşak ve
doğru sözlü olman gerekir. Kaba, kibirli ve kıskanç olma," dedi. Kavmime
geldim ve şöyle dedim:
- "Ey Rifaa oğulları! Hayır, ey Cuheyne
topluluğu! Ben Rasulul-lah'm size gönderdiği elçiyim. Sizi cennete davet
ediyorum ve sizi cehennemden sakındırıyorum. Size kan dökmemeyi, akrabaya ilgi
göstermeyi, Allah'a ibadeti, putlara tapmamayı, Beyti haccetmeyi, on iki aydan
birisi olan Ramazan'da oruç tutmayı
emrediyorum. Kim icabet ederse
ona cennet vardır. îsyan edene de cehennem vardır. Ey Cüheyne topluluğu! Allah
sizi -hamd onadır- içinde bulunduğunuz kimselerin en seçkinlerinden kıldı.
Cahiliye devrinde, diğer Araplara sevdirdiği şeyleri size sevdirmedi. Onlar iki
kız kardeşi bir erkeğe nikahlıyorlardı. Erkek, babası öldükten sonra hanımını
alabiliyordu (babasının, başka hanımını). Haram ayda savaşıyorlardı. Lueyy ibn
Galib oğullarından olan bu peygambere icabet edin ki, dünya ve ahiret şerefini
elde edesiniz. Bu konuda acele edin ki Aziz ve Celil olan Allah'ın yanında
sizin bir üstünlüğünüz olsun."
Bir kişi hariç onlar
bu davete icebet ettiler. Kabul etmeyen o kişi, kalkıp şöyle dedi:
- "Amr ibn Murre!
Allah senin hayatını zehir etti! Bize, ilahlarımızı terkedip topluluğumuzu
dağıtmamızı, Tihame halkından olan, atalarımızın dinine karşı çıkıp bu
Kureyşlinin davasını kabul etmeyi mi emrediyorsun?! Bunu kabul edemem."
Sonra pis herif şu
şiiri söylemeğe başladı:
Bu tbn Murre, Öyle bir
söz getirdi ki, bu söz salâh (iyilik) isteyen kimsenin sözü değildir.
Ben onun sözünün ve
hareketlerinin, uzun zaman geçse de birgün rüzgar (gibi gelip geçici) olacağını
zannediyorum.
Geçmişdeki büyükleri
ve liderleri akılsız mı sayalım? Kim bunu isterse, felaha eremez. Ben de:
- "Hangimiz yalan
söylüyorsa Allah onun hayatını zehir etsin. Dilsiz hale getirsin ve gözünü kör
etsin" dedim.
Bu konuşmayı yapanın
önce ağzı yerinden oynamıştı. Yediği yemeğin tadını anlayamazdı. Gözleri de
kör olmuş ve konuşamaz hale gelmişti.
Amr ibn Murre'yle
kavminden müslüman olanlar Rasulullah'a geldiler. Rasulullah (s.a.v.) onlara
hoş geldin deyip hal hatırlarını sordu. Onlara, içinde şunların yazılı olduğu
belgeyi verdi:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adiyle.
Bu, Allah Teala'dan
doğru bir hak ve konuşan bir kitabla gelen Rasulünün diliyle Cuheyne ibn Zeyd'e
ait Amr ibn Murre'nin yanında bir eman belgesidir: Humusu (beşte bir vergiyi)
kabul etmek ve beş vakti kılmak üzere yerin içindekiler ve üzerindekiler,
vadilerin yamaçların-dakiler ve üstündekiler size aittir. O, vadilerin
bitkilerini (hayvanlarınıza) otlatırsınız ve sularını içersiniz. Eğer bir
arada bulunursa kırk koyun ve otuzdan az devede iki koyun (zekat) vardır. Eğer
ayrı ayrı o-lurlarsa, birer koyun vardır. Erzak sahibine sadaka (zekat) yoktur.
A-ramızda yaptığımız (şu anlaşmaya) Allah ve hazır olan müslümanlar
şahittir."
Bu olay, Amr ibn
Murre'nin şu şiiri söylediği sırada olmuştur.
Görmedin mi? Allah,
dinini üstün getirdi ve Amir'e Kur'an'ın delilini açıkladı.
O, Rahman'dan gelen
bir kitaptır. Hepimize ve bütün bedevi ve şehirli nesillerimize bir nurdur.
O (kitap), dünyanın
çok karışık ve karanlık olduğu bir sırada, bütün yeryüzünde yürüyenlerin en
hayırlısına ve en üstününe gelmiştir.
Düşmanların karınları
ve böğürleri kılıç ve mızraklarla delik deşik olduğunda, biz Rasulullah'a itaat
ettik.
Biz, savaşta,
büyüklerin başları çekilip götürülürken, etrafımızda şerefin yükseldiği bir
topluluğuz.
Biz savaşçı
kimseleriz. Savaşı, cesur kimsenin avuçlarında parlayan uzun ve beyaz şeylerle
(kılıçlarla) karşılarız.
Etrafındaki Ensar'ın,
onun göğsünü çeşitli mızraklarla koruduklarını görürsün.
Harp başladığında o,
her türlü tehlikenin içindedir. Aslanlarla birlikte savaşa devam ederken onun
rengi açılır ve aslanlar arasındaki dolunayın ışığı gibi, yüzünün parlaklığı
artar.
78) Yasir
ibn Suveydi'den rivayet edildi: Rasulullah (s.a.v.) Yasir'i bir süvari birliği
veya seriyye içinde yola çıkarmıştı. O sırada hanımı hamileydi. Onun bir çocuğu
doğdu. Annesi çocuğu Rasulullah'a (s.a.v.) götürdü ve:
- Ya Rasulallah! Bu
çocuğu, babası süvariler arasındayken doğurdum, dedi.
Peygamber (s.a.v.)
elini çocuğun üzerinde gezdirdikten sonra şöyle buyurdu:
- "Allah'ım! Onların erkeklerini çoğalt!
Kadınlarını azalt. Onları muhtaç ve yoksul yapma! Onların gençlerine fakirlik
gösterme." Daha sonra şunu ilave etti: "Ona "Müsri=çabuk ve
hızlı davranan" adını koy. Çünkü bu, islam'da çabuk ve hızlılıktır." [87]
79)
Abdulmuttalib, kendisi anlatmıştır:
"Kış seferinde
Yemen'e gittim. Zebur okuyan bir yahudinin yanında konakladım. Yahudi bana:
- Abdulmuttalib!
Vücudunun bazı yerlerine bakabilir miyini? dedi. Ben:
- Evet, ama avret
olmayan yerlerine, dedim. Burun deliğimin birine baktı ve:
- Burun deliklerinden
birinde hükümdarlık, diğerinde de peygamberlik görüyorum, dedi ve "Senin
"şa'a"n var mı? diye sordu.
- Şa'a ne demektir?
dedim
- Zevce demektir,
dedi. Ben de:
- Şimdilik yok, dedim.
Yahudi:
- Mekke'ye varınca
evlen, dedi.
Abdulmuttalib gelip
Hale bint Vehb ibn Abdimenaf ibn Zuhre ile evlendi. Hale: Hanıza ve Safıyye'yi
doğurdu.
Abdulmuttalib'in oğlu
Abdullah, Amine bint Vehb'le evlendi.
A-mine de Rasulullah'ı (s.a.v.) doğurdu.
Kureyş, Abdullah
babasına üstün geldi, derdi. Başka bir rivayette; o yahudi şöyle demiştir:
"Burnunun öbür
deliğinde peygamberlik var. Biz bunu, Zuhre o-ğullarında görüyoruz. Dönünce
onlardan bir kadınla evlen." [88]
Abdullah, Kbu Talib ve
ez-Zubeyr, Fatıma Bint Amr isimli aynı annedendi.
Abdulmuttalib'e
birisi, rüyasında Zemzem kuyusunu kaz, demiş, ve yerini ona tarif etmişti.
Kazmaya başladı. O
sırada el-Haris'ten başka çocuğu yoktu. Ku-reyş ona muhalefet etti. Bunun
üzerine şöyle bir adakta bulundu. Eğer on oğlu olur, onlar da kendilerini
koruyacak çağa erişirlerse, içlerinden birini Ka'be'nin yanında Allah'a kurban
edecekti.
Abdulmuttalib
oğullarının sayısı ona ulaşıp kendilerini koruyacak çağa geldiklerini görünce
onlara yaptığı adağı söyledi. Çocuklar babalarına itaat ettiler. Her biri
adını bir fal okuna yazdı. Onları toplayıp Hu-bel'in bakıcısına verdi ve ona;
"Bunların (oğullarımın) oklarım çek bakalım" dedi.
Abdullah'ın adı yazılı
olan ok çıktı. Abdulmuttalib, Abdullah'ın e-linden tuttu. Onu kesmek için bir
bıçak aldı. Bunu gören Kureyşliler toplantı yerlerinden kalkıp Abdulmuttalib'in
yanına gittiler ve ona:
- Bunu yapma. Yoksa bu
konuda mazur sayılmazsın onu bir arra-feye (kahin kadına) götür, dediler.
Kahin kadın
Abdulmuttalib'e:
- Sizde bir insanın
diyeti ne kadardır? dedi Abdulmuttalib:
- On devedir, dedi.
Kahin kadın:
- Adamınızı ve on
deveyi ok çektiğiniz yere yaklaştırın. Her ikisi arasında ok çekin. Ok
adamınıza çıkarsa Rabbinız kabul edinceye kadar develerin sayısını artırıp ok
çekmeye devam edin. Ok develere çıktığı zaman, onları boğazlarsınız. Artık
Rabbiniz razı olmuş, adamınız da kurtulmuş demektir, dedi.
Abdullah'ı ve on
deveyi ok çekme yerine yaklaştırdılar. Ok, Abdullah'a çıktı. Bunun üzerine on
deve daha artırdılar. Develerin sayısı yirmiyi buldu. Ok yine Abdullah'a çıktı.
Yine artırdılar. Yüz deveye u-îaşmcaya kadar böyle yapmaya devam ettiler. Bu
defa ok develere çıktı. Artık develer boğazlandı. Boğazlanan develerin
etlerinden insan hayvan, kurt kuş hiçbir canlının yemesine, almasına engel
olunmadı. [89]
80)
Abdullah'ın yerine develer kesilince, Abdullah babasıyla birlikte giderken
Varaka'nın kız kardeşi olan Unımu Kattal bint Nevfel ibn Esed ibn Abdiluzza'ya
rastladı, Ummu Kattal:
- Abdullah! Nereye
gidiyorsun? dedi. Abdullah:
- Babama gidiyorum,
dedi. Ummu Kattal:
- Gel, şimdi benimle
münasebette bulun. Senin yerine boğazlanan develer kadar sana deve var, dedi.
Abdullah:
- Ben babamla
birlikteyim. Ondan ayrılamam, dedi.
Abdulmuttalib onu Vehb
İbn Abdimenaf İbn Zuhre'ye götürdü. Ona Amine'yi istedi. Abdullah onunla
gerdeğe girdi ve bulunduğu yerde münasebette bulundu. Böylece Amine,
Rasulullah'a (s.a.v.) hamile kaldı.
Abdullah Amine'nin
yanından çıkıp kendisini ona teklif eden kadına geldi. Ona:
- Dün bana teklif
ettiğini, bugün niye bana teklif etmiyorsun? dedi. Kadın ona:
- Dün sende olan nur,
senden ayrıldı. Bugün sana ihtiyacım yok, diye cevap verdi.
Kadın bunu hıristiyan
dininde olan ve kitapları okuyan kardeşi Varaka ibn Nevfel'den duymuştu.
Varaka, bu ümmet içinde İsmail'in soyundan bir peygamber çıkacağını
bilenlerdendi. [90]
81) İbn
Abbas şunu anlattı: Abdulmuttalib evlendirmek için Abdullah'ı götürdüğünde,
Tubalelilerden Fatıma Bint Murr isimli bir kahin kadının yanından geçirmişti.
O kadın kitapları okumuştu. Abdullah'ın yüzünde bir nur görmüş ve şöyle
demişti:
- Delikanlı! Sana yüz
deve vereyim, benimle cinsi münasebet yapar mısın? Abdullah da ona:
- Ölmek haramı
işlemekten daha kolaydır. Helal da, helal olmayan da açıktır.
Senin istediğin şey
nasıl yerine getirilebilir? diyerek çekip gitmişti. [91]
82) Ebu'l-Feyyaz da
şunu anlatmıştır:
Abdullah, Has'amlı
Fatıma Bint Murr isimli bir kadının yanından geçti Fatıma, en güzel ve en
namuslu kadınlardandı. Kitapları okumuştu. O, kureyş gençlerinin dilindeydi.
Abdullah'ın yüzünde peygamberlik nurunu görünce:
- Delikanlı! Sen
kimsin? diye sordu. Abdullah ona kim olduğunu anlattı. Fatıma:
- Yüz deve karşılığında benimle münasebette
bulunur musun? dedi. Abdullah:
- Ölmek haramı
işlemekten daha kolaydır. Helal de helal olmayan da açıktır.
Senin istediğin şey
nasıl yerine getirilebilir? dedi ve hanımı Amine bint Vehb'in yanına gitti.
Çünkü o, Amine'nin evinde kalıyordu. Daha sonra Has'amlı kadını, onun
güzelliğini ve kendisine teklif ettiği şeyi hatırladı. Onun yanına gitti.
İkinci gelişinde, ondan birinci defada gördüğü iltifatı görmedi. Abdullah:
- Söylediğin şeyi yine
istiyor musun? dedi. Kadın:
- Bu, ilk defaydı.
Şimdi değil, diye cevap verdi. Böylece o kadın darb-ı mesel oldu. Kadın:
- Benden sonra ne
yaptın? dedi. Abdullah:
- Hanımım Amine Bint
Vehb'le yattım, dedi. Kadın:
* Vallahi, ben
töhmetli birisi değilim. Fakat senin yüzünde peygamberlik nurunu gördüm. Bunun
bende olmasını istedim. Şu var ki Allah, onu vermek istediği yere verdi, dedi.
Kureyş gençleri,
Fatıma'nm, Abdullah İbn Abdilmuttalib'e teklif ettiği şeyi ve Abdullah'ın da
ondan uzak durmasını duyunca bunu Fatı-ma'ya hatırlattılar. Fatıma şu şiiri
söylemeğe başladı:
"Ben onun yüzünde
hayrın parıldadığını gördüm.
Onun ziyasıyla,
parlamasıyla, yağmur yağdıran siyah bulutlar parladı.
Ben, göz ucuyle ona
baktığım zaman
Bu nurun, onu ve
çevresindekileri dolunayın dünyayı aydınlattığı gibi, aydınlatmakta olduğunu
gördüm.
Ben, onu elde etmekle,
her zaman, Övünebileceğim bir şeref kazanmak istemiştim.
Fakat, her çakmak
taşım çakan, kıvılcım çıkaramaz ki.
Umeyne'nin Haşim
oğullarından nuru ve aydınlığı çekip alması, Fitillerin, kandilin yağım
çekmesine benzer!
Gencin elde ettiği her
kıymetli şey bir azm mahsulü olmadığı gibi, Her kaybettiği de bir za'f eseri
değildir. Sen birşey talep ettiğin zaman, usulünce, güzelce hareket et.
Seni, ya uyuşup
buruşmuş olan el, ya da, parmak uçlarıyla birlikte açılmış olan el, ona
kavuşturur.
Umeyne ondan nuru
çekip alınca, gözüm onu görmez oldu ve dilimin gücü kalmadı. [92]
83) Vehb Ibn
Rabia'mn halası anlatmıştır: Amine Bint Vehb'in Rasulullah'a hamileyken şöyle
dediğini duymuştuk: Ona hamile olduğumu hissetmedim. Diğer kadınlar gibi onun
ağırlığını duymadım. Hatta hayız görmemin kalktığını kabul etmedim. Uykuyla
uyanıklık a-rasmdayken birisi bana gelip şöyle dedi: Sen hamile olduğunu
biliyor musun? Ben de sanki şöyle diyordum: Bilmiyorum. Bunun üzerine o: Sen bu
ümmetin seyyidine (efendisine) ve peygamberine hamilesin, dedi.
Bu olay pazartesi gunu
olmuştu.
Bu bana, hamileliğin;i
bildiren hallerden birisiydi. Aradan bir müddet geçti. Doğum yapma zamanım
yaklaştı, daha önce gelen kimse yine geldi ve şöyle dedi:
- Her hasetçinin
şerrinden onu, tek olana ısmarlanın, de.
Dilimle bunu tekrar
edip duruyordum. Kadınlar, kollarına ve boynuna bir demir takın dediler
Dediklerini yaptım.
Birkaç gun sonra onun kopmuş olduğunu görüyordum. Sanra onu takınmaktan
vazgeçtim.
Amine şöyle de
demiştir: Onu takındım. Doğuruncaya kadar hiçbir meşakkat çekmedim.
Amine'ye çocuğun adını Ahmed
koyması emredilmişti. [93]
Abdullah, Kisra
Nuşirevan'm hükümdar oluşundan yirmidört yıl sonra doğdu. Sonra Amine ile
evlendi. Amine, Rasulullah'a (s.a.v.) hamileyken Abdullah vefat etti.
84) Eyyub
ibn Abdirrahman anlattı:
Abdullah ibn
Abdilmuttalib, Kureyşlilerin ticaret mallarını taşıyan kafilelerden birine
katılarak Şam'a gitti. Yüklerini boşaltıp geri dönmek üzere yola çıktılar.
Medine'ye uğradılar.
Abdullah o sırada
hastaydı. Arkadaşlarına:
- Ben burada,
dayılarım Adiyy ibn Neccar oğullarının yanında biraz kalayım, dedi ve hasta
olarak onların yanında bir ay kaldı. Kafile arkadaşları yollarına devam edip
Mekke'ye geldiler.
Abduhnuttalib onlara
Abdullah'ı sordu. Onlar:
- Onu, dayılarının
yanında bıraktık. O, hastaydı, dediler.
Bunun üzerine,
Abdulmuttalib en büyük oğlu, el-Haris'i, Medine'ye Abdullah'ın yanma gönderdi.
El-Haris, Abdullah'ın vefat etmiş ve Adiyy ibnu'n-Neccar oğullarından birisi
olan en-Nabiğa'nm evine gömülmüş olduğunu öğrendi.
El-Haris Mekke'ye
dönüp durumu babasına haber verdi. Abdulmuttalib çok üzüldü.
Peygamber (s.a.v.) o
sırada annesinden doğmamıştı. Abdullah vefat ettiğinde, yirmibeş yaşındaydı.
85)
El-Vakıdi şöyle demiştir:
Abdullah miras olarak
şunları bırakmıştır:
Ummu Eymen isimli bir
cariye, beş deve, birkaç davar. Bunlara Rasulullah (s.a.v.) mirasçı olmuştur.
Abdullah'ın Rasulullah
(s.a.v.) doğduktan sonra vefat ettiği de söylenmiştir. Bu doğru değildir. [94]
Peygamber (s.a.v.) fîl
yılında, rabiulevvel ayının onunda pazartesi günü doğmuştur.
Rabiulevvelin ikisinde
ve onikisinde doğduğu da söylenmiştir. İbn Abbas: Fil yılında doğdu, demiştir.
Filin gelişi ve
sahiplerinin helak oluşu, Muharrem ayının çıkmasına onüç gece kala, pazar günü
olmuştu. O yıl Muharrem'in ilk günü cuma günüydü. Bu da Kisra Nuşirevan
hükümdar olduktan kırk iki yıl sonra oldu.
Hz. Peygamberin
Haccac'ın kardeşi Muhammed ibn Yusuf es-Sekafî'nin evi diye bilinen evde
doğduğu söylenmiştir.
Yine Rasulullah'm
(s.a.y.) o evi, Akil İbn Ebi Talib'e verdiği söylenmiştir. Ev, vefatına kadar
Akil'de kaldı. Akil'in vefatından sonra oğlu, evi Muhammed ibn Yusuf a sattı. O
da, ibn Yusuf konağı denen evi inşa etti. O evi kendi evine katmıştı. Sonunda
Hayzuran hatun onu çıkarıp içinde namaz kılınan bir mescit haline getirdi.
86) Ebu
Katade «öyle der:
Bir adam, Rasulullaha
\t>.a.\.) pazartesi günü oruç tutmak hakkında sordu. Rasulullah (s.a.v.) şu
cevabı verdi: "Bu, benim doğduğum ve bana Kur'an'ın indirildiği
gündür." [95]
87) İbn
îshak şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.),
Fil yılında Rabiulevvel ayının onikisinde, pazartesi günü doğdu. [96]
88)
Ez-Zuhri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Filden on yıl sonra doğdu. Bu,
doğru değildir.
89) El-Bera
şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.),
Rabiulevvelin sekizinde, nisanın onuncu gününde, pazartesi günü doğdu.
90) Hassan
ibn Sabit şöyle demiştir:
Ben, yedi sekiz
yaşlarında duyduklarımı kavrayabilecek vücudu gelişkin bir çocuktum, bin gün,
bir yahudinin:
- Ey yahudi topluluğu!
diye bağırdığını duydum. Yahudiler toplanınca:
- Kahrolasıca! Neyin
var? dediler. Yahudi:
- Ahmed dünyaya geldiğinde doğacak olan yıldız
bu gece doğdu, dedi. [97]
Yahudi O'na
(Rasulullah'a) yetişti ama iman etmedi.
91) Yine
Hassan şöyle anlattı:
Ben, sabah vakti,
yüksek bir köşkteydim. O güne kadar daha etkilisini duymadığım bir ses
işittim. Medine köşklerinden birinde, yanında bir meşale tutan bir yahudinin
sesiydi bu. Halk onun etrafına toplanıp:
- Kahrolasıca! Neyin
var? dedi. O da:
- Bu Ahmed'in
yıldızıdır, doğdu. Bu sadece peygamberlik sebebiyle doğan yıldızdır.
Peygamberlerden de sadece Ahmed kaldı, dedi.
Halk onunla alay
etmeğe ve yaptıklarını tuhaf görmeğe başladılar. [98]
Siyer alimlerinin
bildirdiğine göre: Ebrehe benzeri görülmemiş bir kilise yaptırıp: "Arap
hacılarının haclarını buraya çevirmedikçe geri durmayacağım" dedi.
Araplar bunu
öğrenince, birisi gidip kilisenin içine pisledi.
Ebrehe buna çok kızdı
ve Ka'be'ye gidip onu yıkacağına yemin etti.
Ebrehe yola çıktı. Fil
de yanındaydı. Mekke'ye varınca malları yağmaladı. Arkadaşlarından birine Mekke
halkının liderini ara bul ve ona:
-Biz sizinle çarpışmak
için gelmedik. Ancak şu Beyt'i (Ka'be'yi) yıkmağa geldik de, dedi.
Ona Mekke halkının
lideri olarak Abdulmuttalib gösterildi. Arkadaşı, Ebrehe'nin dediklerini
Abdulmuttalib'e bildirdi. Abdulmuttalib de şu cevabı verdi:
-Vallahi, biz onunla
çarpışmak istemeyiz. Zaten, bizde, buna yetecek güç de yoktur. Bu, Allah'ın
Beyt-i haramıdır ve Halil'i (dostu) İbrahim'in Beyti'dir. Eğer, Allah Beyt'ini
ondan korursa, o kendi Beyt'idir.
Daha sonra
Abdulmuttalib Ebrehe'ye götürüldü. Ebrehe ona ikramda bulunup saygıda kusur
etmedi. Ebrehe:
- Arzun nedir? diye
sordu. Abdulmuttalib:
- Dileğim: Ebrehe'nin
ele geçirdiği ikiyüz devemin bana geri verilmesidir, dedi. Ebrehe tecrümanma:
- Ona şöyle söyle: Seni gördüğüm zaman hoşuma-
gitmiştin. Benimle konuşunca gözümden düştün.
Çünkü sen, yıkmak için
geldiğim, senin dinin ve atalarının dini olan Beyt'i bırakıp götürdüğüm ikiyüz
deven hakkında benimle konuştun da, Beyt hakkında benimle hiç konuşmadın,
dedi. Abdulmuttalib:
- Ben develerin
sahibiyim, Beyt'in de sahibi yardır. Onu, koruyacak O'dur, dedi.
Abdulmuttalib
Kureyş'in yanına gitti. Onlara, Ebrehe'nin askerlerinin zararlarından korunmak
için Mekke'den çıkıp dağ başlarına ve kuytu yerlere dağılmalarını emretti.
Sonra kalkıp Ka'be'nin halkasından tuttu ve şöyle dedi:
"Rabbim! Onlara
karşı sadece seni istiyorum. Rabbim! onlardan yardımını esirge. Beyt'in düşmanı
senin de düşmanındır. Onların;, avlunu ftaA.\~u "^melerine engel ol. Bir
kul bile evini barkını sakınır, korur.
Sende buraya
konanları, hürmeti tehlikeye uğramış olanları koru.
Onların haçları ve
kuvvetleri, Yarın, senin kuvvetine asla üstün gelemeyecektir. Onlar
beldelerinin topluluklarım ve bir de Fili çektiler, getirdiler, Iyaline hakaret
etmek için.
Hileleriyle
-cahillikleri yüzünden- senin koruna kasdettiler. Senin celalini ve büyüklüğünü
gözetmediler. Eğer, sen onları Ka'bemizle başbaşa bırakacak olursan, O da senin
bileceğin bir iştir."
Daha sonra Ebrehe
Mekke'ye girmeye hazırlandı. Fili de hazırladı. Nafeyl ibn Habib el-Has'ami
gelip filin kulağına: Mahmud! Çök! Geldiğin yerden dön. Çünkü sen, Allah'ın
haram olan beldesindesin, dedi ve fil kendini yere attı.
Nufeyl koşarak dağa gitti.
Kalkması için file vurdular. Fil ayağa kalkmadı. Filin yönünü Yemen'e doğru
çevirdiklerinde hemen kalktı. Yönünü Mekke'ye çevirdiklerinde yere çöktü.
Yüce Allah,
kırlangıçlara benzeyen kuşlar gönderdi. Her kuş biri gagasında, ikisi de
ayaklarında olmak üzere, nohut ve mercimek büyüklüğünde üçer taş taşımaktaydı.
Taşlar dokunduğu herkesi öldürüyordu.
Ebrehe'nin askerleri
geldikleri yolu takip ederek kaçmaya başladılar. Nerede olsalar, dağlarda ve
ovalarda ölüyorlardı.
Ebrehe'nin vücudu bir
hastalığa yakalandı. Parmakları döküldü. Onu San'a'ya götürdüler. Vücudu civciv
kadar kalmıştı. Kalbi parçala-nıncaya kadar ölmemişti.
İşte bu yılda,
Rasulullah (s.a.v.) doğdu. [99]
tbn Kuteybe şöyle
demiştir: Rasulullah'ın (s.a.v.) Fil yılında doğduğunda insanlar ittifak
etmişlerdir.
Hakim ibn Hizam,
Huveytıb ibn Abdiluzza ve Hassan ibn Sabit
bunu gözleriyle
görmüşlerdir. Bunların hepsi altmış yıl cahiliye devrinde altmış yıl da
islanıi devirde yaşamışlardır. Şairler bu konuda, gözle gördüklerim
söylemişlerdir.
Bunlar arasında
cahiliye devrinde yaşayan Nufeyl ibn Habib de vardı. Habeşistanlılar Mekke'ye
giden yolu kendilerine göstermesi için onu tutmuşlar, o da bir yolunu bularak
onlardan kaçmıştı.
Nufeyl bu arada şu
şiiri söylemişti:
"Ey Rudeyne! Sana
bizden selam söylenmedi mi?
Bu sabah, biz size:
Gözleriniz aydın olsun dedik.
O Muhassab'ın çakıllı
derenin yanında
Bizim gördüğümüzü
görseydin,
Her halde beni mazur
görürdün.
Bir takım kuşlar görüp
üzerimize atılan taşlardan korktuğum zaman Allah'a hamdettim.
Sanki, üzerimde,
Habeşlilere bir borcum varmış gibi,
Herkes Nufeyl'i sorup
duruyordu."
Umeyye İbn Ebi's-Salt
da şu beyitleri söylemişti:
Şüphe yok ki,
Rabbimizin ayetleri apaçıktır.
Onlar hakkında, katı
inkarcı olanlardan başkası tartışmaz.
Rab, Muğammis'te Fili
tuttu yürütmedi.
Fil, böğründen vurulup
yaralanmış,
Ayakları tutmaz olmuş
gibi süründü.
92) Hz. Aişe
(r.a.) şöyle demiştir:
"Ben filin
sürücüsüyle seyisini Mekke'de her ikisinin de gözleri kör, kütürüm bir halde
halktan yiyecek dilenirlerken gördüm." [100]
îbn Kuteybe şöyle
demiştir: Fil olayında kuşları musallat eden ilaha delil vardır. İlah bunu,
beğendiği kimseleri üstün kılmak, beğenmediklerini de helak etmek için
yapmıştır. Bunu Kureyş'in galip gelmesi için yapmamıştır. Çünkü onlar,
kitapları olmayan kafirlerdi. Habeşli-lerin ise kitapları vardı.
Bununla kastedilenin
Muhammed'in tevhide davet eden birisi olduğu açıktır.
93) Yine Hz.
Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben, Mekke'de filin
sürücüsüyle seyisini gözleri kör ve kütürüm bir vaziyette ek-mek parası
dilenirlerken gördüm." [101]
94) Amine
şöyle demiştir; Muhammed'in doğduğu gece Şam-saraylarım aydınlatan bir ışık
gördüm. Bu ışık sayesinde o sarayları gördüm. [102]
95) Amine
şunu da anlatmıştır: Doğum sancısı tuttuğunda, yıldızlara bakmaya başladım.
Yıldızların sarktıklarını görüyor ve üzerime düşecekler" diyordum. [103]
Amine, Rasulullah'ı
(s.a.v.) doğurduğunda, ondan evin aydınlandığı bir ışık çıktı ve o ışıktan
başka birşey göremez olmuştu.
96) Eş-Şifa
Ummu Abdirrahman şöyle anlattı: Muhammed doğunca ellerini yere dayamış yüksek
sesle bağırmıştı. Onun Rabbin sana merhamet etsin, dediğini duydum.
Es-Şifa şunu da
anlattı:
Doğuyla batının arası
benim için aydınlandı. Öyle ki Şam'ın bazı saraylarını gördüm.
Daha sonra yattım.
Devamlı, karanlıkta kalma korkusu ve titreme hissediyordum. Sonra sağımda bir
aydınlık oldu. Birisinin: Onu nereye götürdün? dediğini duydum.
O kişi: Onu batıya
götürdüm, dedi. Korku, karanlıkta kalma ve titreme hissi bana tekrar geldi.
Daha sonra solumda bir aydınlık oldu. Yine birinin: Onu nereye götürdün?
dediğini duydum.
O kişi: Onu doğuya
götürdüm, asla dönmeyecek diye cevap verdi.
Bu anlattıklarım
zihinlerden çıkmadan Allah Rasulünü gönderdi. Ben ilk müslümanlar arasındaydım.
97) Amine
şöyle demiştir: Onu (Muhammed'i) dizleri üzere çökmüş, semaya bakar bir halde
doğurdum. O, yerden bir avuç toprak aldı. Secde etmek üzere eğildi. Göbeği
kesik olarak doğdu. Onun üzerine bir kap koymuştum. Süt getirmek için baş
parmağım emerken kabın onun için yarılmış olduğunu gördüm. [104]
98)
Rasulullah (s.a.v.) doğduğunda, Mekke'de bir yahudi vardı. Sabah olunca yahudi:
-Kureyşliler! Bu gece,
sizlerden birisinin çocuğu doğdu mu? diye sordu. Kureyşliler:
-Bilmiyoruz, dediler.
Yahudi:
-Bu gece Arapların
peygamberi doğdu. Onun iki kürek kemiği a-rasında kırmızımtırak, üzerinde
tüyler bulunan-bir ben vardır, dedi.
Kureyşliler evlerine
döndüklerinde ailelerine: Abdulmuttalib'in oğlu oldu mu? diye sordular.
Aileleri:
- Evet, dediler. Bunun
üzerine yahudi:
- Peygamberlik İsrail
oğullarından gitti, dedi. [105]
99) Ebu
Umame'den rivayet edildiğine göre, Rasuluüah (s.a.v.) şöyle demiştir: Annem,
kendisinden, Şam saraylarının aydınlandığı bir ışık çıktığım gördü. [106]
100)
Ikrime'nin rivayet ettiğine göre: Annesi Rasulullah'ı doğurduğunda onu bir
çanağın altına koydu. Çanak onun için yarıldı. Onun, çanağın yarığından gözünü
semaya dikerek baktığını gördüm. [107]
101) Vehb
Ibn Zem'a'nın halası şunu anlatmıştır: Amine Rasulullah'ı (s.a.v.) doğurunca,
Abdulmuttalib'e haber gönderdi. Müjdeci geldiğinde Abdulmuttalib, Hıcr'da oğlu
ve kavminden bazı kimselerle birlikte oturuyordu. Ona Amine'nin bir erkek
çocuğu doğurduğunu haber verdiler. Abdulmuttalib buna çok sevindi. Kendisi ve
oradakiler hemen kalkıp Amine'yi görmeye geldiler. Amine gördüğü her şeyi
kendisine söylenen ve emredilenleri ona anlattı. Abdulmuttalib çocuğu alıp
Ka'be'nin içine götürdü. Orada Allah'a dua etmek ve bu ihsanından dolayı
şükretmek üzere ayağa kalktı.
îbn Vakıd; Bana
Abdulmuttalib'in n gün şu şiiri söylediği haber verildi demiştir.
"Bu, elbisesi hoş
çocuğu bana veren Allah'a hamdolsun. O, daha beşikteyken çocuklara efendi
olmuştur. (Hacer-i esved
v.s. gibi) rükünleri olan Beyt (Kabe) onun sığınağı olsun.
Ta ki ben onu yetişmiş
görünceye kadar kötülerin şerrinden korunsun.
Tutarsız hasetciden
korunsun."
102) El-Abbas
şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) sünnetli ve göbeği kesik olarak doğmuştur.
Dedesi Abdulmuttaiib şaşırarak: Benim oğlumun önemli bir durumu ve şanı yüce
olacak, dedi. [108]
103)
Abdurrahman ibn Avf şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.)
doğduğunda aslında mezarlık olan ve Kureyşlile-rin elbiselerini yıkadığı
Hacun'da, Ebu Kubeys'in tepesinde cin şöyle dedi:
Yemin ederim! Zühre
oğullarından övünç sahibi ve birçok şerefli kabile arasında Rabbiyle konuşanı
doğurduğu gibi hiçbir insan dişisi onun gibi birisim doğurmamış tır.
O, insanların en
hayırlısı Ahmed'i doğurmuştur. Bir çocuk ikramda bulundu ve onun babasına
ikramda bulunuldu.
Ebu Kubeys'teki şu
şiirleri de söyledi:
Ey Mekke sakinleri,
hata yapmayın! (Bu) işi, daha önceki hareketle ayırın.
Zuhre oğulları, geçen
meselede, sizin ve bedevilerin en iyilerin-dendi.
O, sizden birisidir. Bize,
daha önceki insanlar ve şimdikiler arasından, çocuğu Allah'tan korkan
peygamber gibi olan ve onlara benzemeyen birisini getir. [109]
104)
Enes'ten rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Benim sünnet
edilmiş olarak doğmam ve hiçbir kimsenin ayıp yerlerimi görmemesi şerefli
oluşumdandır," [110]
Eğer şöyle denilirse;
Niye şeytanın nasibinden temiz kalpli olarak doğmadı da göğsü yarılıp kalbi
çıkarıldı?
İbn Akil şu cevabı
verdi: Çünkü Allah Teala, iki temizliğin en düşüğü olan, ebe ve doktorun
yapmasıyla gerçekleşenini sakladı. Bunların en şereflisi olan kalp temizliğini
açığa vurdu. Güzelleşme alametlerini ve vahiy yollarında masum olmaya (günahsız
olmaya) gösterilen itinayı gösterdi. [111]
105) Mahzum
ibn Hani, yüzelli yaşındaki babasından rivayet etmiştir:
Rasulullah'ın (s.a.v.)
doğduğu gece Kisra'nm sarayı sarsıldı ve on~ dört şerefesi yıkıldı. Save
gölünün suyu çekildi. İranlıların bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri
söndü.
İran'ın başkadısı ve
din adamı Mubezan, aynı gece, rüyasında bazı serkeş develerin bazı arap
atlarını Önlerine katarak Dicle nehrini geçtiklerini ve Iran topraklarına
yayıldıklarını gördü.
Iran Kisrası sabah
olunca, başına gelen hadiseden dolayı çok korktu. Bir süre cesaretli görünmeye
çalıştıysa da sonra vezirlerinden ve ileri gelen kişilerden saklamamayı uygun
gördü.
Tacım giydi. Tahtına
oturdu. Onları huzuruna, çağırıp topladı. Onlara:
-Benim size niye haber
gönderdiğimi biliyor musunuz? dedi. Onlar:
- Hayır! Biz,
hükümdarın, bu konuda, bize vereceği bilgiden başka bir şey bilmiyoruz,
dediler.
O sırada, iranlıların
ateşlerinin söndüğünü bildiren mektup geldi ve bu, Kisra'nm üzüntüsünü tamamen
artırdı. Mubezan:
-Allah, hükümdara
iyilikler versin! Ben de bu gece, bir rüya gördüm diyerek develerin rüyasında
yaptıklarını anlattı. Kisra:
-Mubezan! Acaba bu
neye delalettir? dedi. Mubezan:
-Araplar tarafından
önemli bir olay olacağına delalet olabilir, dedi.
Bunun üzerine Kisra
şunları yazdı:
"Krallar kralı
Kisra'dan en-Nu'man ibnu'l-Munzir'e,
îmdi sen bana bir ilim
adamı gönder. Ona, bazı şeyler sormak istiyorum."
En-Nu'man
ibnu'l-Munzir, Kisra'ya Abdulmesih ibn Amr ibn Hay-yan ibn Bukayle
el-Gassani'yi gönderdi.
Abdulmesih gelince,
Kisra:
- Senden sormak
istediklerim hakkında bilgin var mı? diye sordu. Abdulmesih:
- Hükümdar,
soracaklarım bana bildirsin, eğer o konuda bir bilgim varsa, sorusunu
cevaplandırırım. Cevaplandıramazsam, bunu cevaplayabilecek birisini haber
veririm, dedi.
Kisra, gördüklerini
Abdulmesih'e anlatınca, Abdulnıesih:
- Bunu Meşarif-i
Şam'da oturan dayım Satih bilir, dedi. Kisra:
- Öyleyse hemen ona git, sana sorduklarımı ona
sor ve cevabını bana getir, dedi.
Abdulmesih hayvanına
atlayıp ölmek üzere olan Satih'e yetişti. Ona selam verdi. Hal ve hatırını
sordu. Satih hiç cevap vermedi.
Bunun üzerine
Abdulmesih şu şiiri söylemeğe başladı:
"Yemen diyarının
ulu kişisi sağır mıdır?
Yoksa işitiyor da,
aldırış mı etmiyor?
Yoksa ölüp gitti de,
bizleri büsbütün ye's içinde mi bıraktı.
Ey mühim ve müşkil
meselelerin çözümleyicisi şeyh!
Büyük ve sayılır
cemaatin şeyhi olan hemşirezaden,
Iran şahı tarafından
gönderilmekle,
Dağ ve ova, gündüz ve
gece demeden ve yollardaki tehlikelere
Aldırış etmeden son
süratle sana geldi.
Bütün bilginlerin aciz
kaldığı büyük işleri,
Senden sorup öğrenmek
ister."
Satih, Abdulmesih'in
şiirini duyunca, başını kaldırdı ve:
- Abdulmesih, devesine
binerek Satih'e geldi. Ama o şimdi, kabre girmek üzeredir. Seni Sasan
oğullarının hükümdarı, sarayının sarsılması, ateşlerin sönmesi, Mubezan'ın
rüyası sebebiyle gönderdi. Mube-zan rüyasında bazı arap atlarını önüne katan
serkeş develerin Dicle nehrini geçip İran topraklarına yayıldıklarını gördü.
Abdulmesih! Ne zaman
(ilahi vahyi) okuma çoğalır, asa sahibi gönderilir, Semave vadisi taşar, Save
gölünün suyu çekilir, Farslılarm ateşleri sönerse, artık Şam, Satih'in Şam'ı
değildir. Yıkılan şerefeleri sayısınca, onlardan kral ve kraliçe gelir ve artık
olacak olur dedi ve olduğu yerde öldü.
Abdulmesih şu şiiri
söyleyerek hayvanına atladı:
"Paçaları sıva!
Çünkü sen yapmağa niyet ettiğini yapan tecrübeli birisin. Seni, ne tefrika ne
de değişiklik korkutur.
Sasan oğullarının
mülkü (saltanatı) giderse, bu dehir (zaman) denen şey halden hale geçer.
Belki bir gün onlar,
aslanların bile saldırılarından korktukları derecede olabilirler.
Sarh'ın kardeşi
Buhram, onun kardeşleri, Hürmüzan ve Sahurlar onlardandır.
İnsanlar bir babanın
başka annelerden olan çocuklarıdır. Onun, azalttığını anlarlarsa, o hakir
görülür ve terkedilir.
Onlar, aynı annenin
oğullarıdır. Eğer bir savaş çıktığını görürlerse, (bilirler ki) o, gaybteki
tarafından korunur ve muzaffer kılınır.
iyilik ve kötülük aynı
ipe bağlanmışlardır. Ancak iyiliğe uyulur, kötülükten sakınılır."
Abdulmesih, Kisra'nın
yanına gelince Satih'in söylediklerini ona haber verdi. Kisra:
-Bizden ondört
hükümdar çıkıncaya kadar hakimiyetimiz sürüp gidecek, dedi.
Onlardan, dört yıl
içinde on hükümdar gelip geçmiş,, kalan dördü de Osman ibn Affan'm halifeliğine
kadar hüküm sürebilmiştir.
Satih et yığını
halindeydi. Vücudunun kafatası ve elleri hariç hiçbir yerinde kemik ve sinir
yoktu. Elbise gibi, köprücük kemiğinin bulunması gereken yerden ayaklarına
kadar durulurdu. Onun dilinden başka hiçbir şeyi hareket etmezdi. Bir tahta
döşeme üzerinde taşınırdı. [112]
Eyvanın çatlaması, Fil
olayı ve Cebele günü, Rasulullah'm (s.a.v.) doğumunun ilk yılında meydana gelen
en büyük olaylardandı.
106) Ebu
Ubeyde şöyle demiştir:
Cebele günü, Arapların
en büyük olaylarındandır. O, Rasulullah'm doğduğu yılda olmuştu. Amirle Abs'in
lehine, Zibyan'la Temim'in aleyhine neticelenmişti.
Er-Razi şöyle
demiştir: Abs'la Zibyan, zarardan çekindikleri için kafataslarını kılıçlarının
üzerinde bıraktılar.
* Yedi yaşındayken o,
şiddetli bir göz ağrısına tutuldu. Mekke'de tedaviye çalışıldı ama tedavi fayda
vermedi. Abdulmuttalib'e: Ukaz tarafında gözleri tedavi eden bir rahip var,
denildi.
Abdulmuttalib
hayvanına binip o rahibe gitti. Manastır kapalıydı. Rahib'e seslendi.
Abdulmuttalib'e cevap vermedi. Rahib'in manastırı sallandı. Başına
yıkılmasından korkup hemen dışarı çıktı ve:
-Abdulmuttalib! Bu
çocuk bu ümmetin peygamberidir. Eğer ben senin yanına çıkmasaydım, manastırım
tepeme çökerdi. Onu geri götür ve koru. Ehl-i kitaptan bazısı onu öldürebilir,
dedi.
Sonra onu tedaviye
başladı ve onu iyileştirecek ilacı verdi.
Allah Teala kavminin
ve kendisini gören herkesin kalbine onun sevgisini verdi.
* Sekiz yaşındayken
Abdulmuttalib öldü ve Ebu Talib onu himayesine aldı. Kisra Nuşirevan Öldü ve
yerine oğlu Hürmüz geçti.
* On yaşındayken
birinci Ficar oldu.
On yaşım geçtikten
sonra amcası ez-Zubeyr'Ie birlikte bir yolculuğa çıktı. Geçmek isteyenlere
engel olan aygır develerin bulunduğu bir vadiye uğradılar. Diğerleri dönmek
istediler. Rasulullah (s.a.v.) da: Bu konuda ben size yardımcı olabilirim, dedi
ve kafilenin önüne geçti. Deve onu görünce çöktü ve göğsünü yer&
yapıştırdı. Rasulullah (s.a.v.) devesinden inip ona bindi. Vadiyi geçinceye
kadar gitti. Daha sonra ondan indi. Yolculuklarından dönünce, yerden kaynayan
sularla dolu bir vadiye uğradılar. Orada durdular. Rasulullah (s.a.v.):
-Beni takip edin, dedi
ve ilerledi. Diğerleri de onu takip etti. Böylece Allah suyu kuruttu. Mekke'ye
vardıklarında, bunu anlattılar. Halk bunun üzerine: Bu çocuğun Önemli bir durumu
var, dedi.
Ka'be'nin gölgesinde
Abdulmuttalib'e bir minder serilir, oğullan onun etrafında otururlardı.
Rasulullah (s.a.v.), daha küçük çocukken, gelir dedesinin yerine otururdu.
Amcaları onu, geri çekmek için tuttuklarında, dedesi: Bırakın oğulumu, Vallahi
onun önemli bir durumu var, derdi.
* Ondört yaşındayken
sonuncu Ficar oldu.
* Onbeş yaşındayken
Ukaz panayırı kuruldu.
* Ondokuz yaşındayken
Kisra'nm oğlu Hürmüz öldü, yerine oğlu Perviz geçti.
* Yirmi yaşındayken
Hilfu'l-fudul oldu.
* Otuzbeş yaşındayken
Ka'be yıkılıp yeniden yapıldı.
* Kırk yaşına gelince
peygamber oldu ve ona vahiy geldi.
* Peygamber olduktan
yirmi gün sonra, şeytanlar alevden taşlarla taşlandı.
* Peygamberliğini üç
yıl gizledikten sonra: "Sana emredileni açıkça şöyle" ayeti indi. [113].
Kureyş Önce ona karşı
çıkmıyordu. Rasulullah onların ilahlarına hakaret edince, ona ve ashabına
işkence ettiler.
* Peygamberliğinin
beşinci senesinde, ashabına, Habeşistan'a hicret etmelerini emretti.
* Peygamberliğinin
yedinci senesinde Buas vakası meydana geldi.
* Peygamberliğinin
onuncu yılında Ebu Talib Öldü. Üç gün sonra da Hadice öldü.
* Onbirinci yılda
kendisini kabilelere arzetmeye başladı.
* Onikinci yılda miraç
oldu.
* Onüçüncü yılda,
Akabe'de Ensar'la beyatleşti.
* Hicretin ilk
yılında, mağaraya gitti. Orada Muhacirlerle Ensarı birbiriyle kardeş yaptı.
* Hicretin ikinci
yılında kıble Ka'be'ye doğru çevrildi. Ramazan'da oruç tutmak farz kılındı.
Bedir Savaşı oldu.
* Hicretin üçüncü
yılında Uhud savaşı yedinci yılında Hayber savaşı oldu.
*Sekizinci yılda Mekke
fethedildi.
* Onuncu yılda
Rasulullah (s.a.v.) haccetti.
* Onbirinci yılda da vefat
etti. [114]
107)
Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'im babasından şunu rivayet etmiştir: Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Benim beş adım
vardır. Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Manî'yim ki Allah küfrü benimle yok
edecektir. Ben insanların benden hemen sonra haşrolacakları Haşir'im. Ben
Akıb'ım." [115]
108) Yine
Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'im babasından rivayet etmiştir: Rasulullah
(s.a.v.): "Benim bazı isimlerim vardır: Ben Muhammed'im. Ben Ahmed'im.
Ben, insanların benden hemen sonra haş-rolacağı Haşir'im. Ben, Allah'ın küfrü
benimle yok edeceği Manî'yim. Ben, benden sonra peygamber olmayan Akıb'im"
dedi. [116]
109) Ebu
Musa şöyle dedi: Rasulullah bize, kendisine ait isimleri saydı. Biz onların bir
kısmını belledik. Bir kısmını da ezberlemedik. Rasulullah şöyle buyurmuştu:
"Ben Muhammed'im.
Ben Ahmed'im. Mukaffı'yim. Haşirim. Tövbe peygamberiyim (Nebiyyu't-Tevbe) ve
Melah'ım (savaşlar) peygamberiyim (Nebiyyu'l-Melahım) [117]
110) Yine
Ebu Musa şöyle demiştir:
Rasulullah bizim için,
kendisine bir takım isimler verdi. Bizde onlardan bazılarım belledik. O, şöyle
demişti:
"Ben Muhammed'im.
Ben Ahmed'im. Ben Mukaffı'yim. Haşir'im. Nebiyyu't-Tevbe'yim ve
Nebiyyu'l-Melhame'yim." [118]
111) Cabir,
Rasulullah'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Benim adımın
bulunduğu bir sofrada yemek yenilir ve orada oturulursa iki defa yemek
yenilecek kadar bereket verilir." [119]
112) Ali İbn
Ebi Talib, Rasulullah'm (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir
kavim birşeyi danışmak üzere toplanır ve aralarında Mu-hammed isminde biri
bulunduğu halde onu danışmağa almazlarsa, ona danışmadan alınacak kararda
kesinlikle hayır yoktur." [120]
113) İbn
Farisu'l-luğavi şöyle demiştir: Peygamberimizin yirmi üç adı vardır. Bunlar:
Muhammed, Ahmed, Mahî, Haşir, Akıb, Mukaffî, Nebuyyu'r-rahme, Nebiyyu't-tevb'e,
Nebiyyü'l-melahim, Şahid. Mübeş-şir, Bedr, Dahuk, Kattal, Mütevekkil, Fatih,
Emîn, Hatem, Mustafa, Rasulj Nebi, Ummî, Kusem'dir. [121]
Haşir: insanların
hemen onun arkasından haşrolduğu kimsedir. Mukaffî: Peygamberlerin sonuncusu
demektir. Akıb da öyledir. Melahım: Savaşlar manasına gelir.
Dahuk: Onun
Tevrat'taki adıdır. Güzel latife yaptığı için böyle denilmiştir.
Kuşem: Kasım
kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Vermek manasına gelir. O insanların en
cömerdi ve en iyisiydi.
Mahi isminde: Dininin
saltanata üstün geleceğine, küfrü yok
edeceğine ve çok fetihler yapacağına işaret vardır.
İbn Kuteybe: Allah'ın
bu ismi koruyup muhafaza etmesi için daha önce hiç kimsenin bu ismi almaması
onun peygamberliğinin alametle-rindendir. Nitekim yüce Allah Zekeriyya'nm oğlu
Yahya'ya da öyle yapmıştır. Çünkü daha önce onunla aynı isimde olan birisini
yaratmamıştı.
Allah, daha önceki
kitaplarda onun adını zikretmiş ve peygamberler onunla müjdelenmişlerdi. Eğer
Allah, ismi onun hakkında müşterek yapsaydı, davalar da müşterek olur ve şüphe
ortaya çıkardı. Nitekim onun zamanı yaklaştığında ve ehl-i kitaba O'nun gelme
zamanının yaklaştığı müjdelendiğinde, dört kişi [122] bir
rahibe gitti. Rahip onlara onun adını ve zamanının yaklaştığını söyledi. Onlar
başkalarının haberi olmadan çocuklarını böyle isimlendirdiler. [123]
Rasulullah'ın künyesi
Ebu'l-Kasım'dı. Çünkü o, annesinin dünyaya getirdiği ilk çocuktu.
114) Enes
İbn Malik şöyle anlatmıştır: Mariye'den Hz. Peygam-ber'in oğlu İbrahim
doğduğunda, Rasulüllah bundan etkilenmek üzereydi ki Cebrail (a.s.) ona geldi
ve Es-selamu aleyke Ebu İbrahim! dedi. Onun künyesinin takılmasını yasakladı,
115)
Enes'ten rivayet edilmiştir: Rasulüllah (s.a.v.) Bakî'deydi. Bir adam başka
birisine:
-Ebu'l-Kasım! diye
seslendi.
Bunun üzerine
peygamber (s.a.v.) döndü. Adam:
-Seni kasdetmedim ya
Rasulallah! Ben falancayı kasdettim, dedi. Rasulüllah (s.a.v.):
- "Benim ismimi
koyun ama künyemi koymayın" buyurdu. [124]
116)
Cabir'den rivayet edilmiştir: Ensar'dan birisinin bir oğlu oldu. Ona Muhammed
adım koymak istedi. Peygamber'e (s.a.v.) gelip bunda bir sakınca bulunup
bulunmadığını sordu. Peygamber (s.a.v.):
- "Benim adımı koyun ona künyemi
koymayın" cevabını verdi. [125]
117) Ebu'z-Zubeyr,
Cabir'den şunu rivayet etti: Rasulullah (s!a.v.):
- "Kim benim
adımı koyarsa, künyemi koymasın kim künyemi a-lırsa, adımı alamaz." [126]
Ahmed İbn Hanbel'den
gelen rivayet farklıdır. Ondan, peygam-ber'in ismiyle künyesini birleştirmeyi
kerih gördüğü rivayet edilmiştir.
Eğer sadece ismi
konulursa, bunu kerih görmemiştir.
Ondan genel olarak,
hem ismini hem künyesini koyma ve bunlardan sadece bir tanesini koyma
konusunda rivayet vardır.
Ondan, genellikle
kerih olmadığı hakkında rivayet vardır. Şöyleki: Hz. Aişe'nin rivayet ettiği
bir hadiste: Bir kadın Rasulullah'a (s.a.v.) ge-lip:
-Ben bir oğlan
doğurdum. Ona Muhammed adını ve Ebu'l-Kasım künyesini taktım, ama bana senin
bunu kerih gördüğün söylendi, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
- "Benim adımı
helal, künyemi de haram kılan şey nedir?!" yahut "Benim künyemi
haram, adımı helal kılan şey nedir?" dedi.
Ben de şöyle derim:
Bu, Rasulullah'tan sonra doğacak bir çocuk hakkında Hz. Ali'ye cevap olmuştur.
Hz. Ali şöyle
demiştir:
-Ya Rasulallah! Senden
sonra, doğacak çocuğuma, senin adım ve künyeni takmamı uygun görür müsün?
Rasulullah (s.a.v.):
- "Evet"
diye cevap verdi.
,Bu, Rasulullah'tan Hz
Aliye bir ruhsattı.
Yine ben şöyle derim:
Hadislerin incelenmesini gerektiren şey onun künyesini almayı kerih görmesidir.
Çünkü başkasına aynı künyeyle hitap edilir. Onun ölümünden sonra künye kerih
görülmez ve künyeyle isim bir araya getirilmez. [127]
* Rasulullah'ı
(s.a.v.) ilk defa Ebu Leheb'in azatlı cariyesi Suveybe bir kaç gün emzirmiştir.
* Daha sonra Halime
gelmiştir.
Abdulmuttalib kendisi
aynı mecliste Hale bint Vehb ibn Abdime-nafla evlenmiş, oğlu Abdullah'ı, Amine
bint Vehb ibn Abdimenafla evlendirmişti. Önce kendi oğlu Hamza doğdu. Sonra
torunu Rasulullah doğdu. Suveybe, oğlu Mesruh'la birlikte birkaç gün
Rasululîah'ı emzirdi. Bu sebeble, Rasulullah'a Hamza'nın kızıyla evlenmesi
teklif edildiğinde:
- "O, bana helal
değildir. O, kardeşimin kızıdır. Suveybe beni ve onun babasını
emzirmiştir." [129]
Suveybe, Rasulullah
(s.a.v.) Hadice'yle evlendikten sonra, onun yanma gider, Rasulullah'la Hz.
Hadice Suveybe'ye ikramda bulunurlardı. O sırada Suveybe cariyeydi. Daha sonra
Ebu Leheb onu azat etmiştir,
Rasulullah (s.a.v.)
Medine'ye hicret ettikten sonra ona elbise ve harçlık gönderirdi. O, Hayber'in
fethinden sonra, Ölmüştür. Müslüman olup olmadığı bilinmemektedir.
Ebu Nuaym el-Isbehani
şöyle demiştir: Bu alimler, onun Islama girip girmediğinde ihtilaf olduğunu
söylemişlerdir.
118) Urve
şunu söylemiştir: Suveybe, Ebu Leheb'in azatlı kölesiy-di. O, Peygamberi
(s.a.v.) emzirmiştir. Ebu Leheb öldükten sonra, aile halkından biri onu rüyada
gördü ve:
-Ebu Leheb! Ne ile
karşılaştın? Sana ne oldu? diye sordu. Ebu Leheb:
-Sizden sonra,
Suveybe'yi azat ettiğim için, sununla sulanmaktan başka bir rahatlık görmedim,
diyerek baş parmağının üzerindeki bir deliği gösterdi.
Suveybe, Hz.
Peygamberle (s.a.v.) Ebu Seleme'yi emzirmişti.
[130]
Halime, Ebu Zueyb'in
kızıdır. Ebu Zueyb'in asıl adı, Abdullah ibnu'l-Haris ibn Sicne'dir. Hatimenin
kocası ise, el-Haris ibn Abdiluzza ibn Rifaa'dır.
Hz. Peygamberin
Halime'den olan süt kardeşleri şunlardır: Abdullah, Uneyse ve Hidame
bintu'l-Haristir. Hıdame: Eş-Şeyma'dır. Bu isimle meşhur olmuştur ve ancak
onunla tanınmaktadır. Eş-Şeyma'nın Huneyn savaşında esir edilip: Haberiniz
olsun! Ben sizin peygamberinizin kız kardeşiyim, dediği, Hz. Peygamber'e
(s.a.v.) getirildiğinde, Ra-sulullah (s.a.v.) onu tanıdığı ve ihtiyaçlarını
temin ettiğini rivayet ederler.
Halime, Sa'd ibn Bekr
oğullanndandı.
119) Halime
şöyle anlatır: Ben zayıflığından dolayı kafiledekiler-den geride kalan kır bir
merkeple yola çıktım. Kocam el-Haris ibn Ab-diluzza'yla birlikte hiçbir şey
bırakmayan bir kuraklık ve kıtlık senesinde yola çıkmıştık.
Yanımızda yaşlı bir
devemizde bulunuyordu. Vallahi, bize bir damla bile süt yermiyordu. Yanımda
bebeğimiz de vardı. Vallahi, onun ağlamasından, geceleri uyuyamıyorduk. Mememde
ona yetecek kadar süt yoktu. Yaşlı devemizde de onu besleyecek süt yoktu. Biz
darlıktan kurtulmayı umut ediyorduk.
Mekke'ye gelince
içimizde hiçbir kadın yoktu ki, Rasûlullah fs.a.v.) Ona teklif edilsin de onu
almaktan kaçınmış olmasın. Çünkü, biz emzi-receğimiz çocuğun babasından bahşişe
kavuşmayı umuyor ve onun hakkında: Yetimdir, annesi bize ne ihsan yapabilecek
ki diyor ve onu emzirmek üzere almayı kabul etmiyorduk.
Arkadaşlarımdan
emzirilecek çocuk almayan, benden başka kalmamıştı. Hiç çocuk almadan döneyim,
dedim. Ama bu hoşuma gitmedi. Arkadaşlarım almışlardı. Kocama: Vallahi, bu
yetim çocuğu gidip alacağım dedim, ona geldim ve aldım. Sonra bindiğimiz
hayvanların ve eşyalarımızın yanına çocukla birlikte döndüm. Kocam bana: Onu
aldın mı? dedi. Ben de: Evet, başkasını bulamadığım için bunu aldım dedim. O
da: Doğru karar verdin. Belki Allah onun yüzünden hayır ihsan eder, dedi.
Vallahi, onu kucağıma
koyar koymaz, onun yüzünden memelerime dilediği kadar süt geldi. Bebejc ve
kardeşi kanıncaya kadar süt emdiler. Kocam kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin
yanına vardığında memelerinin sütle dolu olduğunu gördü. Deve bize dilediğimiz
kadar süt verdi. Kocam doyasıya içti. Ben de aynı şekilde doyup kanıncaya kadar
süt içtim.
Karnımız tok su ve
süte ihtiyaç duymadığımız hayırlı bir gece geçirdik. Kocam: Halime! Senin pek
mübarek bir çocuk almış olduğun görüşündeyim. Çocuklarımız da uyudu. Kendimiz
de süte kandık, dedi.
Sonra yola çıktık.
Vallahi merkebim kafıledekilerin hepsinin önüne geçti. Hiçbirisi ona
yetişemiyordu. Hatta onlar şöyle diyorlardı: el-Haris'in kızı! Yazıklar olsun
sana! Biraz durup bizi bekleşene! Hem bu, senin gelirken üzerine bindiğin
merkep değil mi?
Ben de onlara: Evet,
vallahi, diyordum. Onlar da: Bu eşeğin şaşılacak bir durumu var, diyorlardı.
Nihayet, Sa'd oğulları
diyarındaki evlerimize geldik.
Allah'ın yarattığı
yerlerin en kurağına gelmiştik. Halime'nin canı elinde olana yemin olsun!
Sabahleyin herkes davarlarını otlatmaya gönderiyor ben de küçük sürümü
otlatmaya gönderiyordum. Akşamleyin benim davarlarım, karnı dolu olarak,
onların davarları ise aç ve bitkin bir halde dönüyorlardı. Onların içmek için
hiç sütleri yoktu. Biz istediğimiz kadar süt içiyorduk. Halbuki, hiçbir kimse
davarlarından sağıp i-çecek bir damla süt bulamıyordu. Sürü sahipleri
çobanlarına: Yazıklar olsun size! Halîme'nin çobanı nerede otlatıyorsa, sizde
onunla birlikte otlatsanıza, diyorlardı. Onlar, Halîmenin çobanının otlattığı
yerlerde otlatıyorlar ama onların davarları, karınları aç, hiç sütsüz, benim davarlarım
ise memeleri süt dolu olarak dönüyordu.
Çocuk, bir günde, bir
aydaki kadar, bir ayda da bir senede büyüdüğü kadar büyüyordu.
Daha dört aylıkken iki
yaşında gösteriyordu. Onu annesine getirdik. Ben ve kocam annesine şöyle
dedik: Çocuğu bırak. Biz onu geri getiririz. Çünkü Mekke'de çıkan vebanın ona
zarar vermesinden korkuyoruz. Böylece, onun yüzünden gördüğümüz bereketten
dolayı, onun bir süre daha yanımızda kalmasını çok istiyorduk.
Onu tekrar götürün
deyinceye kadar yanından ayrılmadık. Çocuk iki ay daha yanımızda kaldı.
Bir gün, çocuk evin
arkasında kardeşleriyle birlikteyken, süt kardeşi (Abdullah) koşarak geldi.
Bana ve babasına: Kureyşli kardeşime yetişin.
İki adam gelip onu
yere yatırdılar. Karnını yardılar, dedi. Babasıyla birlikte koşarak onun yanma
gittik. Yanma vardığımızda onu yüzü sararmış bir halde bulduk. Bağrımıza bastık
ve: Neyin var n'oldu yavrum? dedik. O da: Üzerlerinde beyaz elbiseler bulunan
iki adam gelip beni yere yatırdılar ve karnımı yardılar. Vallahi ne yaptıklarını
bilmiyorum.
Onu alıp geri döndük.
Kocam: Halime! Ben, bu çocuğun başına bir felâket gelmesinden korkuyorum, git
başına bir felaket gelmeden, onu annesine teslim edelim, dedi.
*Onu annesine
götürdük. Annesi: Onu geri getirmenize sebep nedir? Halbuki onu yanınızda
alakoymakta çok istekliydiniz. Biz de şöyle cevap verdik: Hayır, Vallahi, biz
ona baktık, o konuda üzerimize düşeni yerine getirdik. Onun başına bazı
hadiselerin gelmesinden korktuk ye anasının yanında olsun dedik.
Annesi: Vallahi; siz
böyle değildiniz. Bana sizin ve onun başına gelenleri anlatın, dedi.
Vallahi, ona bütün
olanları anlatmadan benden ayrılmadı.
Amine: Yoksa sen ona
şeytan'ın mı musallat olacağından korktun? Hayır vallahi benim bu oğlumun
önemli bir durumu vardır. Ben sana onun haberini bildireyim mi? Ona
hamileliğimde, bana hamilelikten daha hafif, daha kolay gelen ve ondan daha
bereketli olan birşey görmedim. Doğurduğum» zaman o, başka çocukların yere
düştükleri gibi düşmeyip ellerini yere koymuş, başım göğe kaldırmış olarak doğmuştur.
Onu bırakıp doğruca gidebilirsiniz. [131]
120)
Muhammed İbn Sa'd anlatmaktadır:
Rasûlullah (s.a.v.)
Halîme'nin yanında dört yıl kaldı. O, süt kardeşleriyle mahallenin yakınında
yayılan kuzuların arasında koşarken, orada ona iki melek gelip karnını
yardılar, içinden siyah bir kan pıhtısını çıkarıp attılar, altın bir leğenin
içinde kar suyuyla kalbini yıkadılar. Sonra ümmetinden bin kişiyle tarttılar ve
onlardan ağır geldi.
Birisi diğerine: Artık
onu tartmayı bırak! Onu bütün ümmetiyle tartsan, yine de o ağır gelir, dedi.
Erkek kardeşi
(Abdullah): Anneciğim! Kureyşli kardeşime yetiş diye bağırarak geldi. Annesi ve
babası koşarak gittiler. Yanma vardıklarında Rasûlullah'ı (s.a.v.) rengi soluk
bir vaziyette gördüler. Onu, A-mine Bint Vehb'e götürüp olanları ona
anlattılar. Halime; Biz onu kolay kolay vermeyiz, dedi.
Halime,onu tekrar
götürdü. Halîme'nin yanında bir sene veya bir sene kadar kaldı. Onun uzak bir
yere gitmesine müsaade etmiyordu. Daha sonra Halime ona gölge yapan bir bulutu
gördü. Çocuk durunca bulut da duruyor, yürüyünce o da yürüyordu. Bu, onun
durumu hakkında Halîme'ye dehşet verdi. Beş yaşındayken teslim etmek için onu
annesine götürdü.
121) Şöyle
rivayet edildi: Bir adam Rasûlullah'a (s.a.v.): Allah'ın Rasûlü! Senin işinin
(peygamberliğinin) başlangıcı nasıldı? diye sordu.
Rasûlullah (s.a.v.) da
şu cevabı verdi:
"Benim dadım Sa'd
Ibn Bekr oğullarındandı. Birgün süt kardeşimle kuzularımızın yanma gitmiştik.
Yanımıza azık almamıştık. Ben: Kardeşim! Git, annemizden bize azık getir,
dedim. Kardeşim gitti. Ben kuzuların yanında kaldım kartala benzeyen beyaz iki
kuş geldi. Beni tutup ensemin üzerine yatırdılar. Karnımı yarıp kalbimi
çıkardılar. Kalbimi de yarıp içinden iki siyah kan pıhtısı çıkardılar. Birisi
öbürüne: Bana kar suyunu ver, dedi. Onunla içimi yıkadılar. Daha sonra o: Bana
dolu suyunu ver dedi. Onunla da kalbimi yıkadılar. Bu defa da, Bana sekineti
(iç huzuru, sükunet) ver, dedi, sekineti kalbimin içine serptiler. Birisi
diğerine: Onu (kalbini) dik, dedi. O da kalbimi dikti ve onun üzerine
peygamberlik mührünü bastı. Birisi diğerine; Onu terazinin bir kefesine koy,
öbür kefeye de ümmetinden bin kişiyi koy, dedi. Üstümdeki bin kişiye baktım da
bazılarının üzerime düşmelerine acıdım. O, bütün ümmeti onunla tartılsa, yine
de onlara ağır gelir, dedi.
Daha sonra o ikisi
beni kendi halime bırakarak çekip gittiler. Ben çok korktum. Anneme gittim.
Başıma gelenleri ona anlattım. Benim birşeylere (cinlere) karışmış olmama acıdı
ve seni Allah'ın korumasına havale ediyorum, dedi. Beni hayvana yerleştirdi.
Kendisi de arkama bindi. Anneme gelip: Emanetimi ve sözümü yerine getirdim,
deyip başıma gelenleri ona anlattı. Bu anneme garip gelmedi ona şöyle dedi: O,
doğduğunda Şam saraylarını aydınlatan bir nur gördüm.
122) Enes
îbn Malik anlatmaktadır: Çocuklarla oynarken Rasû-lullah'a (s.a.v.) Cebrail
geldi. Onu tutup yere yıktı. Karnını yarıp kalbini çıkardı. Sonra kalbini
yardı. Oradan bir kan pıhtısı çıkardı. Bu, şeytan'm sendeki payı, dedi. Onu
zemzem suyuyla altın bir leğenin içinde yıkadı. Sonra alıp yerine
koydu.
Çocuklar koşarak onun
annesine -süt annesine- geldiler ve: Mu-hammed öldürüldü, dediler. Onu rengi
soluk bir halde görmüşlerdi.
Enes şöyle derdi: Onun
göğsündeki dikiş izini görürdüm.
123) Şeddad îbn Evs anlatmaktadır: Rasûlullah'm
yanında otururken Amir oğullarından bir ihtiyar çıkageldi ve, Muhammed! Bana
peygamberliğinin nasıl başladığını anlatsana dedi.
Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle anlattı:
- "Ben atam
İbrahim'in duasıyım. Kardeşim İsa'nın geleceğini müjdelediği peygamberim.
Annem'beni dünyaya getirince Sa'd İbn Bekr oğulları (kabilesi) arasında
emzirildim. Bir gün ben, ailemden uzakta, vadinin ortasında yaşıtım olan
çocuklarla birlikteyken, ansızın yanlarında kar dolu altın bir leğen bulunan
üç kişi çıka geldi. Beni arkadaşlarımın arasından çekip aldılar. Arkadaşlarım
vadinin kenarına kadar kaçtılar. Daha sonra adamların yanına gelip: Bu çocuktan
ne istiyorsunuz? O bizden değildir. Kureyş'in efendisinin oğludur. Eğer onu
mutlaka öldürücekseniz, bizden istediğiniz birini seçin ve onu öldürün,
dediler.
Onlardan birisi gelip
beni yere yatırdı, göğsümü yardı. Karnımın içindekileri çıkardı. Onları o karla
iyice yıkadı. Sonra da onları yerlerine koydu. Daha sonra gelenlerin ikincisi
kalkıp arkadaşına: Uzaklaş, dedi. Adam benden uzaklaştı. Elini karnıma soktu ve
kalbimi çıkardı. Gözümün önünde onu yardı. İçinden siyah bir parça çıkarıp
attı. Daha sonra, sanki birşey alıyorcasına eliyle ondan bahsetti. Elinde,
görenleri şaşırtan nurdan bir mühür vardı. Onunla kalbimi mühürledi ve kalbim
nur doldu. Onu tekrar yerine koydu kalbimde uzun süre mührün soğukluğunu
hissettim. Üçüncü kişi: Uzaklaş, dedi. Elini göğsümün en üst tarafından
kasığıma kadar gezdirdi. Böylece yarık Allah Teâlâ1 nın izniyle bitişti. Daha
sonra elimden tuttu. Nazik bir şekilde beni yerimden kaldırdı. Sonra beni
bağırlarına bastılar. Alnımdan öptüler şöyle dediler: Ey Allah'ın sevgilisi!
Niye korkuyorsun? Eğer sen hakkında murad edileni buseydin, çok sevinirdin.
Yine biz, evlerimizin
yanındayken hepsi çıkageldi. Annem yani süt annem evin önünde, sesinin çıktığı
kadar: Ah zavallı garibim! Sen ne i-yisin! Ne yücesin! diye bağırıyordu.
Benim önümde diz çöküp
alnımdan öptüler ve: Bir zayıf olarak sen ne iyisin, dediler. Dadım: Sen
ashabının arasında zayıf görülüp, zayıflığından dolayı öldürülecek birisi
misin? dedi ve beni kucağına bastı.
Canım elinde olana
yemin olsun! Ben onun kucağmdayken ve elim bazılarının elindeyken herkesin
onları gördüğünü zannetmiştim. Halbuki onlar görmüyorlarmış.
insanlardan bazıları:
Bu çocuğu cin çarpmış veya gözüne cinler görünüyor dediler.
Beni bir kahine
götürüp durumumu ona anlattılar. Kahin: Bu çocuğu dinleyinceye kadar susun,
çünkü durumunu o sizden daha iyi bilir, dedi.
Kahin bana sordu, ben
de başımdan geçenleri ona anlattım. Hemen yanıma gelip beni kucağına bastı.
Sonra avazı çıktığı kadar:
Arablar! Bu çocuğu
öldürün, Onunla birlikte beni de öldürün, Lafla Uzza'ya yemin olsun! Eğer onu
bırakırsanız ve o yetişirse, mutlaka dininizi değiştirecek diye bağırdı.
Daha sonra beni
aldılar. İşte benim peygamberliğimin başlangıcı böyle oldu" dedi.
124) Zeyd
İbn Eşlem babasından rivayet etmiştir:
Ukaz panayırı
kurulduğunda Halime Rasûlullah'ı (s.a.v.) halkın çocuklarını gösterdiği
Huzeyl'li bir arrafa (kâhin, müneccim) götürmüştü.
Arraf çocuğu görünce:
Huzeylliler! Arap topluluğu! diyerek haykırdı.
Panayır halkı onun
etrafında toplandı. Arraf:
- Bu çocuğu öldürün,
dedi.
Bunun üzerine Halime,
hemen oradan çocukla birlikte sıvıştı. Halk:
- Hangi çocuk? diye
sormaya başladı. Arraf ise:
- Şu çocuğu, diyordu.
Onlar hiçbir şeyi göremiyorlardı. Annesi (süt annesi) onu çoktan götürmüştü.
Arraf a:
- Yok öyle bir çocuk!
diyorlardı. Arraf:
- Bir çocuk görmüştüm.
O sizin dininizden olanları öldürecek, putlarınızı kıracak ve onun davası sizi
yenecektir, dedi.
Çocuk Ukaz'm her
yerinde arandı ama bulunamadı.
125) Muhammed İbn Ömer anlatır: Huzeylli bir
ihtiyar şöyle bağırmaya başladı: Ey Huzeyl ve putları! Şüphesiz bu, gökten bir
emir bekliyor. O, peygambere (s.a.v.) (inanmağa) teşvik ediyordu. Çok sürmedi,
o ihtiyar aklını kaybetti ve kafir olarak öldü.
126) İbn
Abbas şunu rivayet etti:
Halime Peygamberi
aramak üzere çıktı. Onu kız kardeşinin yanında buldu ve: Yavrum! Bu ne sıcak
böyle! dedi. Kız kardeşi: Anneciğim! Kardeşim hiç sıcak görmedi. Ben ona gölge
yapan bir bulut gördüm, kardeşim durunca bulut da duruyor, o yürüyünce bulut da
onunla birlikte yürüyordu. Böylece buraya kadar geldi.
127) Bize
şöyle rivayet edildi: Halime Mekke'de Rusûlullah'ın yanma geldi. O sırada
Hadice ile evliydi. Ona, memleketindeki kuraklıktan ve hayvanların
kırıldığından dert yandı.
Rasûlullah (s.a.v.),
bu hususta Hadice ile konuştu. Hadice ona, kırk koyun, binmek ve yüklerini
taşımak için bir de deve verdi. O da ailesinin yanma gitti.
îslâm geldikten sonra
Rasûlullah'ın yanma gelip kendisi ve kocası müslüman oldular ve Rasûlullah'a
beyat ettiler.
128)
Muhammed İbnu'l-Munkedir anlatmaktadır:
Rasûlullah'ı emzirmiş
olan bir kadın yanma girmek için ondan izin istedi. Kadın yanına girince
Rasûlullah (s.a.v.): Annem annem! dedi. Ridasını alıp onun oturması için yere
serdi. Kadın da onun üzerine o-turdu.
Aynı kadının daha
sonra Ebu Bekr'e ve Ömer'e de geldiği ve onlarında kadına ikramda bulundukları
rivayet edilmiştir.
Rasûlullah'ın on yaşını
tamamladıktan sonra göğsünün tekrar ya-rıldığı rivayet edilmiştir.
129) Ubeyy
îbn Ka'b anlatmaktadır: Ebu Hureyre,
başkalarının soramadığı bazı şeyler hakkında Rasûlullah'a (s.a.v.) soru sorma
konusunda cesaretliydi. O şöyle sordu:
- Allah'ın Rasûlü!
Peygamberlikle ilgili gördüğün ilk şey nedir? Rasûlullah oturur vaziyette
doğruldu ve:
- "Ebu Hureyre!
Sen sordun. Ben on yaşını bir kaç ay geçtiğim sıralarda birgün çöldeyken
ansızın tepemde bir konuşma duydum. Bir adam başka bir adama: Bu, O mu? dedi. O
ikisi beni o güne kadar hiç kimsede görmediğim yüzlerle karşıladılar. Yürüyerek
yanıma geldiler Her ikiside pazumdan tuttular. Onların tutmalarından dolayı
hiçbir dokunma hissi duymadım. Birisi diğerine. Onu yatır, dedi. Hırpalamadan
beni yere yatırdılar. Birisi diğerine: Göğsünü yar, dedi. Öbürü göğsüme eğilip
ben kan görmeden ve ağrı hissetmeden gösterdiğim yerden göğsümü yardı. Ona: Kin
ve hasedi çıkar, dedi. Pıhtı şeklinde birşey çıkardı. Sonra onu attı. Ona:
Rifet ve rahmeti (merhamet ve acımayı) koy, dedi. Göğsün içine koyduğu şey
gümüşe benziyordu. Sonra sağ ayağımın baş parmağını salladı ve: Sağlıklı olarak
git, dedi. Ben de küçüğe şefkat, büyüğe merhamet duyuyor olarak geri döndüm.[133]
130)
Ka'b'tan rivayet edilmiştir: Halime şöyle anlattı: Eşeğime bindim. Götürmek
üzere Muhammed'i önüme aldım. Mekke'nin giriş kapılarından büyük kapıya kadar
geldim. Orada toplanmış bir topluluk vardı. İhtiyaç gidermek ve ustumü başımı
düzeltmek için çocuğu orada bıraktım. Şiddetli bir gürültü işittim. Döndüm,
baktım ki çocuğu orada göremedim:
- Ey insanlar! Çocuk
nerede? diye bağırdım.
- Hangi çocuk?
dediler. Ben:
- Muhammed îbn
Abdullah tbn Abdulmuttalib. Allah, onunla benim yüzümü ağarttı ve açlığımı giderdi.
Onu büyütüp yetiştirdim. Şo-' nunda, onu, annesine götürüp teslim ederek
emanetimden çıkarıp sevincime kavuşacağım sırada, önümden kapıp kaçtılar. Lâfla
Uzza'ya yemin olsun! Onu göremeyecek olursam, kendimi şu dağın tepesinden
atacağım, dedim. İnsanlar:
- Biz hiçbir şey görmedik, dediler. Onlar, beni
ümitsizliğe düşürünce, elimi başıma koyup:
- Vah Muhammed'im! Vah
yavrum! dedim. Ben ağlamamla genç kızları bile ağlattım. Orda bulunan insanlar
da, benimle birlikte feryat ederek ağlaştılar.
Hemen Abdulmuttalib'in
yanına gittim. Durumu ona anlattım. Kılıcını çekip: Ey Al-i Galib! dedi.
Cahiliye devrinde davet parolası böyleydi. Kureyş Abdulmuttalib'in yaptığı
davete icabet etti. Abdulmuttalib:
- Oğlum Muhammed
kayboldu, dedi. Kureyşliler:
- Hayvanına bin, biz
de seninle birlikte binelim, dediler. Sen denize dalarsan, biz de seninle
birlikte dalarız, dediler.
Böylece Abdulmuttalib
hayvanına bindi, onlar da bindiler. Mekke'nin yukarı tarafına vardılar. Oradan
da Mekke'nin aşağısına indiler. Abdulmuttalib hiçbir şey göremedi. Halktan
ayrılıp Beyt-i Haram'a geldi. Yedi kere tavaf ettikten sonra şöyle demeğe
başladı:
- Ya Rab Muhammed'i
aramak için hayvana bindirdiğim kimseleri ona doğru gönder.
Onu bana geri döndür.
Onu, benim yanımda bir el edin.
Havadan birisinin
şöyle seslendiğini duydular: Ey cemaat! Feryat etmeyin. Muhammed'in Rabbi
vardır. Onu yardımsız bırakmaz ve zayi etmez.
Abdulmuttalib: Ey
seslenenkimse! Bize, onunnerde olduğunu dabil-dir? dedi. Seslenen: O, Tihame
vadisinde, sağdaki ağacın yanındadır, dedi.
Abdulmuttalib gitti,
gerçektenRasûlullah(s.a.v.) bir ağacın altında, ağacın dallarını çekiyor ve
yapraklarıyla oynuyordu. Abdulmuttalib onu Mekke'ye getirdi. Halîme'yi en güzel
şekilde (geri dönmeye) hazırladı.
131) Bir
başka rivayette de şöyledir:
Halime, onu
-Rasûlullah'ı (s.a.v.)- getirdiğinde, çocuk topluluğun arasında kayboldu.
Durumu Abdulmuttalib'e haber verdi. O da Kâ'be'ye gelip şöyle dedi.
Rabbim! (Muhammed'i
aramak için hayvanlara) binenleri Mu-hammed'e gönder.
Rabbim! Onu geri ver!
(Onu) benim yanımda bir el edin. a Onu
bana bir pazı (destek) yapan sensin.
Bir başka rivayette de
şöyledir: Abdulmuttalib onu bir ihtiyacı için göndermiş ve bu sözü söylemiştir.
132) Ebu
Hazim anlatmıştır:
Rasûlullah (s.a.v.)
beş yaşındayken Mekke'ye bir kâhin geldi. Süt annesi onu Abdulmuttalib'e
getirmişti. Kahin:
- Ey Kureyş topluluğu!
Şu çocuğu öldürün. Çünkü o sizi tefrikaya düşürecek ve sizi öldürecek dedi.
Bunun üzerine Abdulmuttalib onu hemen kaçırdı.
Kâhinin bu uyarısı
Kureyşlileri devamlı, Rasûlullah'm durumundan korkutmuştur. [134]
133) İbn
Abbas anlatmaktadır: Rasûlullah (s.a.v.) annesi Amine Bint Vehb'le beraberdi.
Altı yaşma erişince, Medine'deki dayıları Adiyy Ibnu'n-Neccar oğullarına
ziyarete götürdü. Onun yanında dadısı Ümmü Eymen de vardı. Onlar iki deveyle
gitmişlerdi. Amine onu en-Nabiğa'nm evine indirdi ve orada çocuğuyla birlikte
bir ay kaldı. [135]
Rasûlullah (s.a.v.),
bu ikameti esnasındaki bazı şeyleri hatırlardı.
Rasûlullah (s.a.v.),
Adiyy Îbnu'n-Neccar oğullarının köşklerini görünce tamdı ve şöyle dedi: Bu
köşklerde ikamet eden Ensar'a mensup Uneyse isimli bir cariyeyle oynardım.
Dayılarımın oğullarıyla birlikte köşkün üzerine konan kuşları uçururduk.
Bir eve bakıp: îşte,
annem beni bu eve indirdi. Bu evde, babam Abdullah îbnu Abdülmuttalib'in kabri
vardır. Adiyy Îbnu'n-Neccar o-ğullarının kuyusunda yüzmeyi ilerletmiştim, dedi.
Bir grup yahudi ona
bakarak münakaşa ediyorlardı. Ummu Eymen şunu anlattı: Onlardan birisinin
şöyle dediğini duydum: O, bu ümmetin peygamberidir. Burası, onun hicret
yurdudur. Bunu belledim.
Ummu Eymen onu
Mekke'ye götürdü. Onun dadılığını da o yapıyordu.
Rasûlullah (s.a.v.)
Hudeybiye umresine giderken Ebva köyüne uğradığında:
"Allah,
Muhammed'e annesinin kabrini ziyaret için izin verdi" dedi. Rasûlullah
(s.a.v.) kabre geldi. Kabrin üzerini eliyle düzeltti. Orada ağladı ve
müslümanları da ağlattı. Ona niçin ağladığı sorulunca:
"Rahmet duygusu
beni rikkate getirdi de ağladım" buyurdu. [136]
134) Ebu
Mersed anlatmıştır:
Rasûlullah (s.a.v.)
Mekke'yi fethedince, bir kabire doğru gitti, Onun yanma oturdu. Cemaat da onun
etrafına oturdu. Konuşma yapacakmış gibi durdu ve sonra ağlayarak ayağa
kalktı. Onu Ömer karşıladı, -Çünkü cemaatteküerin Ona karşı en cesuru o idi-
Ömer: Anam babam feda olsun! Allah'ın Rasûlü! Seni ağlatan nedir? dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) "Bu, annemin kabridir. Rabbime, onu ziyaret edip
edemeyeceğimi sordum. Ziyaret için bana izin verdi. Yine Rabbime af dileyip
dileyemeye-ceğimi sordum. Bana o konuda izin vermedi. Onu hatırladım da durup
ağladım." [137]
Rasûlullah'm (s.a.v.)
o günkünden daha çok ağladığı görülmedi.
İbn Sa'd: Bu,
yanlıştır. Annesinin kabri Mekke'de değil, Ebva'dadır, der.
135) Ebu
Hureyre anlatmaktadır: Rasûlullah (s.a.v.), arinesinin kabrim ziyaret etti.
Kendisi ağladı ve etrafmdakileri de ağlattı.
Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: '
"Aziz ve Celü
olan Rabbimden ona (anneme) mağfiret dilemem için izin istedim. Bana izin
verilmedi. Kabrini ziyaret etme konusunda ondan izin istedim. Bana izin
verildi. Kabirleri ziyaret edin. Çünkü kabir ziyareti size ölümü
hatırlatır." [138]
136) Ebu
Bureyde babasından şunu rivayet etmiştir:
Peygamberle (s.a.v.)
birlikte gittim. Usfanda durdu. Sağa sola baktı ve annesinin kabrim gördü. Su
getirildi. Abdest alıp iki rekat namaz kıldı. Ansızın ağlamağa başladı.
Rasûlullah ağladığı
için biz de ağladık. Sonra bizim yanımıza ge-lip:
- "Sizi ağlatan
nedir?" dedi.
- Sen ağladın, biz de
ağladık ya Rasûlallah! dediler. Rasûlullah:
- "Peki ne
zannettiniz?" dedi.
- Üzerimize azap
inecek zannettik, dediler. Rasûlullah (s.a.v.):
- "Öyle birşey
olmadı" dedi.
- Ümmetine, güçlerinin
yetmeyeceği ameller yüklendiğini zannettik, dediler. Rasûlullah (s.a.v.):
- "Öyle birşey de
olmadı. Fakat ben annemin kabrine uğradım, iki rekat namaz kıldım. Rabbimden
ona af dilemem konusunda izin istedim ve yasaklandım. Bunun üzerine ağladım.
Sonra tekrar iki rekat namaz kıldım. Rabbimden ona af dilemem konusunda izin
istedim ve yine me-nedildim. Bunun üzerine ağlama sesim yükseldi" dedi. [139]
Daha sonra hayvanını
getirtip ona bindi. Biraz yürüdükten sonra, vahyin ağırlığından dolayı hayvan
durdu. Allah Teâlâ şu ayet-i indirdi: "(Kafir olarak Ölüp) cehennem ehli
oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar (Allah'a)
ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır ne de inananlara." [140]
Peygamber (s.a.v.) de
hemen şöyle dedi:
- "İbrahim'in
babasından berî olduğu gibi, ben de Amine'den berî olduğuma sizi şahit
kılıyorum." [141]
137) El-Hasen tbn Cabir'den rivayet edilmiştir: O,
Mekke'deki mücavirlerdendi (kendi vatanını terkedip Kabe'de ibadet
edenlerdendi). Memun'a sel sularının, Rasûlullah'ın (s.a.v.) annesinin kabri
olarak bilinen yere girdiği bildirildi.
Me'mun onun s ağlaml
aş tinim asını emretti.
Îbnu'1-Berâ, Onun
nerede olduğu bana tarif edildi. Ben Mekke'deyken onu yaptı, demiştir.
Rasûlullah'ın annesi,
Ebva'da vefat etmiş sonra Mekke'ye taşınmış ve orada defnedilmiş olabilir. [142]
138) Nafî
Ibn Cubeyr anlatmaktadır:
Rasûlullah (s.a.v.)
annesi Amine Bint Vehb'in yanında kalıyordu. Annesi vefat edince onu dedesi
Abdulmuttalib yanma aldı. Onu bağrına basıp hiçbir oğluna göstermediği şefkati
ona gösterdi. Onu kendine yaklaştırır, yalnızken ve uyurken onu odasına alır.
Minderinin üzerine oturturdu. Abdulmuttalib, onun minderinin üzerine oturduğunu
görünce de şöyle derdi: Oğlumu bırakın. Ona mutlaka mülk verilecek, derdi.
Mudiin oğullarından
bir grup Abdulmuttalib1 e: Ona dikkat et, biz makamdaki ayağa ondan daha çok
benzeyen ayak görmedik, dedi. Bunun üzerine Abdulmuttalib Ebu Talib'e:
Bunların dediklerini dinle, dedi. Ebu Talib ona dikkat eder ve onu korurdu.
Abdulmuttalib
Rasûlullah'ın dadısı Ummu Eymen'e şöyle demişti: Bereke! Oğlumu ihmal etme, ona
karşı dikkatli ol. Çünkü ehl-i kitap, oğlumun, bu ümmetin peygamberi olduğunu
söylüyorlar.
Abdulmuttalib onu
yanına almadıkça yemek yemezdi. Oğlumu yanıma getirin, der, o da yanma
getirilirdi,
Abdulmuttalib ölüm
döşeğindeyken Ebu Talib'e Rasûluîah'ı koruyup gözetmelerini vasiyet etmişti.
139) îbn
Abbas anlatmaktadır; Babamın şöyle dediğini duydum:
Abdulmuttalib'in,
Hıcr'da üzerine kendisinden başkasının oturmadığı bir minderi vardı. Harb Ibn
Umeyyeyle ondan daha aşağı seviyede kimseler, minderin önünde, onun çevresinde
otururlardı. Rasû-lullah (s.a.v.) bir gün, daha buluğa erişmemiş küçük çocukken
gelip minderin üstüne oturdu. Birisi onu çekti. Rasûlullah (s.a.v.) ağlayınca
Abdulmuttalib: Oğlum ne için ağlıyor? diye sordu. -O sırada gözleri kör
olmuştu- Ona: Mindere oturmak istedi. îsteğine engel oldular, dediler.
Abdulmuttalib, oğlumu bırakın, minderin üzerine otursun. O, kendisinde bir
şeref duyuyor. Onun, ne kendinden önceki, ne de kendinden sonraki hiçbir
Arab'ın erişemeyeceği bir şerefe ulaşacağım umuyorum, dedi. [144]
140)
Abdulmuttalib'in yaşıtı olan Rukayka anlatmaktadır:
Peşpeşe gelen kuraklık
ve kıtlık yılları, Kureyşlilerin mallarını alıp götürmüş, kemikleri
inceltmişti. Uyurken veya dalgınken, birisinin boğuk bir sesle: Ey Kureyş
topluluğu! O gönderilecek olan peygamber, sizin aranızdan çıkacaktır. Onun
ortaya çıkma zamanının gölgesi, üzerinize düşmüştür. Bu, onun yıldızlarının
başlangıcıdır. O, size yağmur ve bolluk getirecektir. Dikkat edin! Sizin soyca
en üstününüz ve şerefliniz olan, uzun boylu, iri kemikli, ak tenli, kaşları ve
kirpikleri uzun, yanakları düz, kalkık burunlu, iyi bir şöhreti ve kendisine
ait bir sünneti olan kişiye bakan. O ve oğlu gitsir Sizden de her kabileden bir
adam gitsin. Yıkansınlar, koku sürünsünler. Rüknü (Hacer-i esvedi) istilam
etsinler. Sonra Ebu Kubeys'e çıksınlar. O adam yağmur duası yapsın ve cemaat de
amin desin. O zaman istediğiniz yağmura, geçim bolluğuna kavuşursunuz.
Allah biliyor, çok
korkmuş, tüylerim diken diken olmuş ve aklım karışmış bir halde sabahı ettim.
Rüyamı anlattım. Harem'e yemin olsun! Mekke vadisindeki herkes: Bu, ancak,
Şeybetulhamd'dir, Şeybe'dir, dedi.
Kureyşlilerin hepsi
onun başına toplandı. Aynı zamanda her kabileden birer adam gitti. Yıkandılar,
koku süründüler, Hacer-i esved'i istilam edip Ebu Kubeys dağının
çıkabildikleri kısmına kadar çıktılar.
Hepsi dağın zirvesinde
yerlerini alınca, Abdulmuttalib, yanında henüz buluğa ermemiş veya ermek üzere
olan Rasûlullah (s.a.v.) olduğu halde ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ey
ihtiyaçları gideren, gam ve kederleri kaldıran Allah'ım, sen Öğretilmeden
bilensin. Nimet ve ihsanları esirgenmeyen, karşılıksız istenilensin. Bunlar,
senin erkek ve kadın kullarındır. Bunlar, senin Harem'inin yanında
barınıyorlar, (kurak geçen) yıllarını sana şikâyet ediyorlar. Kurak geçen yıl,
deve ve davarları gibi hayvanlarını yok etti. Allah'ım! Bize, bereket, bolluk
ve ucuzluk getiren yağmur yağdır.
Kâ'be'ye yemin olsun!
Çok geçmeden, gök yarılıp yağmur boşanmış, vadi sel sularıyla dolmuştu.
Kureyş'in yaşlılarından ve büyüklerinden Abdullah Ibn Cud'ân, Harb İbn Unıeyye
ve Hişam Ibnu'l-Muğire'nin Abdulmuttalib'e şöyle dediklerini duydum: Batha
halkı (Mekke halkı) senin sayende yaşadı.
Bu konuda Rukayka,
yüce Allah'ın kendilerine Abdulmuttalib sayesinde yağmur ihsan ettiğini
açıklayan dört beyitlik bir şiir söylemiştir. [145]
Yağmur ve bereketi
kaybettiğimizde, Allah, Şeyhe tul-hamd vasıtasıyla, memleketimizi hemen
yağmurla suladı.
Yağmur getiren bir
bulut gökten cömertçe su verdi. Onun sayesinde hayvanlar ve ağaçlar canlı
kaldı.
Onun işi mübarektir.
Onun vasıtasıyla bulutlardan yağmur istenir. Halbuki insanlar arasında onun
hiçbir değeri yoktur.
O, Allah'ın, uğurlu
bir lutfudur. Muzar'ın birgün müjde ettiği kimselerin en hayırhsıdır. [146]
141)
İbnu'l-Kelbi anlatmıştır:
Seyf İbn Ziyezen Yemen
hükümdarı olduktan ve Habeşlileri öldürüp ortadan kaldırınca, Allah'ın
kendisine lütfettiği zaferi kutlamak için Arap eşraf ve liderleri heyetler
halinde ona geldiler.
Kureyş heyeti de yola
çıktı. Bunlar, Kureyş eşrafından beş kişiydi: Abdulmuttalib Ibn Haşim, Ümeyye İbn
Abdişems, Abdullah îbn Cud'an, Huveylid îbn Useyd, Vehb îbn Abdimenaf İbn
Zuhre.
Heyet San'a şehrine
vardı. Seyf îbn Ziyezen Gumdan isimli bir sarayda kalıyordu. Bu, Süleyman'ın
emriyle Belkıs için şeytanların yaptığı saraylardan birisiydi. Abdulmuttalib ve
arkadaşları develerini çöktürüp Seyf in huzuruna girmek için izin istediler.
Seyf içeri girmelerine izin verdi. Altından bir taht üzerinde otururken içeri
girdiler. Etrafında, altın sandalyeler üzerinde Yemen'in eşrafı oturuyordu.
Anber sürünmüş-tü. Miskin parlaklığı da başındaki saç ayrım yerinden belli
oluyordu. Onu hükümdarlara mahsus selamla selâmladılar. Onlar için de altından
sandalyeler konuldu. Abdulmuttalib'in dışında hepsi sandalyelere oturdu.
Abdulmuttalib temsilci olarak hükümdarın önünde ayakta durdu. O, konuşmak için
hükümdardan izin istedi.
Ona, eğer hükümdarlar
önünde konuşabilen kimseİerdense, konuş bakalım! denildi. Abdulmuttalib şöyle
konuştu:
- Ey hükümdar! Allah
seni, yüksek, üstün ve muhkem bir yere getirdi. Seni, kökü iyi bir bitki ve
toprağı değerli bir bitki gibi yetiştirdi. Kökünü en iyi fidanlıkta veren tatlı
bahçede sabit kılıp dalını yükseltti. Ey hükümdar! Sen Arapların kendisine
sığındıkları baharlarısın ve kendisine döndükleri güllerisin! Senin selefin
(baban) en iyi seleftir. Sen bizim için onlardan kalan en iyi halefsin. Allah
halefi sen olanı helak etmeyecektir. Selefi sen olan kimseyi de adını sanını
silmeyecektir.
Ey hükümdar! Biz
Allah'ın Harem'inin halkıyız ve Onun Beyt'inin hizmetçileriyiz. Bizi üzerimize
ağır gelen kötü durumdan kurtararak sevindiren kişi olarak sana geldik. Biz
tebrik heyetiyiz. Ziyaretçi heyet değiliz. Seyf:
- Demek siz
Kureyşulebatıh (Mekke halkının Kureyş kabileyisiniz) dedi. Onlar:
- Evet, diye cevap
verdiler. Hükümdar:
- Hoş geldiniz, safa geldiniz.
Sizler yanında emniyet ve huzur bulacağınız, bol bol lütuf ve ihsanda bulunan
bir hükümdarın yanına geldiniz. Hükümdar sizin sözlerinizi dinledi ve
faziletinizi anladı. Siz, şerefli, övgüye lâyık kimselersiniz. Siz burada
kaldığınız sürece ikram edilmeğe, ayrılıp giderken de ihsan olunmağa lâyık
kimselersiniz, dedi. Sonra Abdulmuttalib'e: Sen kimsin ya? dedi. O:
- Ben Abdulmuttalib
îbn Haşim'im diye cevap verdi. Hükümdar:
- Sadece seni istedim
ve senin için toplantı yaptım. Çünkü sen insanların baharısın ve milletlerin
efendisisin. Sizler gidin ve sizi çağırın-caya kadar kalın, dedi.
Daha sonra onların
barındırılma] arı ve onlara ikram edilmesi için adamlarına emir verdi.
Bir ay kaldılar.
Hükümdar onları çağırmadı. Bir gün hükümdar Kureyş heyetini hatırladı.
Abdulmuttalib'e: Arkadaşlarının arasından, sadece sen, benim yanıma gel, dedi.
Abdulmuttalib
hükümdarın huzuruna vardığında, onu tek basma buldu. Yanında hiç kimse yoktu.
Hükümdar,
Abdulmuttalib'i yanma yaklaştırdı. Onu yanma, tahtının üzerine oturttu. Sonra
şöyle dedi:
- Abdulmuttalib! Ben sana bildiğim bir sırrı
vereceğim. Başkası olsaydı, bu sırrı açmazdım. Ancak seni onun madeni olarak
gördüm. Allah bu hususta izin verinceye kadar sende mahfuz kalsın. Çünkü Allah
emrini yerine getirir, dedi. Abduhnuttalib:
- Allah seni doğrudan
ayırmasın, dedi. Seyf şöyle konuştu:
- Ben doğru kitaplarda
ve kendimizden başkasına kapalı tuttuğumuz ilimlerde; yaşamanın şerefi,
ölmenin fazileti bulunan, umumiyetle bütün Arapları ve heyetteki arkadaşları,
özellikle de, seni ilgilendiren çok büyük ve önemli bir haber buluyorum.
Abdulmuttalib:
- Ey hükümdar! Bir elçinin umduğunun en iyisini
gördüm. Eğer hükümdarlık makamının heybeti ve yüceliği olmasaydı, sevincimi
artıracak olan şeyi biraz daha açıklamanı isterdim, dedi. Seyf:
- Senin soyundan bir
nebi, senin yakınlarından bir resul gönderilecek. Onun adı Ahmed ve
Muhammed'dir. Bu onun doğacağı zamandır. Hatta belki de doğmuştur. Babası ve
annesi Ölecek. Onun bakımını dedesi ve amcası üstlenecek (bizden niceleri
doğdu). Allah onu açıkça tebligat yapan peygamber olarak gönderecek. Bizden
ona Ensar (yardımcılar) yapacak. Dostlarını onlarla aziz, düşmanlarını da
onlarla zelil kılacak. Onun doğumu esnasında ateşler sönecek, Mennan (çok
iyilik yapan) olan tek Allah'a ibadet edilecek. Küfür ve taşkınlıklar yasaklanacak.
Lat ve diğer putlar kırılacak. Onun sözü, hak ile batılı birbirinden ayırıcı,
hükmü ise adalettir. O iyiliği emredecek ve işleyecek, kötülükten sakındıracak
ve onu ortadan kaldıracaktır, dedi. Abdulmuttalib:
- Şan ve şerefin yüce olsun! Saltanatın
devamlı, ömrün de uzun olsun. Acaba, hükümdar, bu konuda beni sevindirecek bazı
açıklamalar daha yapabilir mi? dedi. Seyf:
- Örtülerle örtülü Beyt'e, mucizelere ve
kitaplara yemin olsun! Abdulmuttalib! Sen, kesinlikle onun atasısm, bunda yalan
yok, dedi.
Abdulmuttalib
(sevincinden) yere kapandı.
Seyf: Başını kaldır,
için rahatladı, ömrün uzadı. îşin yükseldi. Sana anlattıklarımdan birşey
hissettin mi? dedi. Abdulmuttalib:
- Evet, hükümdar!
Benim çok sevdiğim bir oğlum vardı. Onu, kavmimin şerefli kişilerinden birinin
kızı olan Amine Bint Vehb'le evlendirdim. Amine bir oğlan dünyaya getirdi.
Onun adını Muhammed ve Ahmed koydum. Onun babası ve annesi öldü. Onun bakımını
da, ben ve amcası üstlenmiş bulunuyoruz. Bunun üzerine hükümdar:
- Tamam işte, onun
hakkında düşmanlarından sakın. Gerçi Allah onlara, bu konuda yol ve fırsat
vermeyecektir. Eğer onun peygamber o-larak gönderilmeden Önce ölmeyeceğimi
bilseydim, süvarilerim ve piyadelerimle birlikte gider, Yesrib'i devletime
başkent yapardım. Ben, atalarımın
kitaplarında, onun işinin Yesrib'te muhkemleşeceğini, Yes-rib'lilerin onun
davet ettiği ve kendisine yardım eden kimseler olduğunu, kabrinin de orada
bulunacağını buluyorum. Eğer Onun üstün makamlara, ulaştığını ve afetlerden
korunduğunu görmeseydim, onun adını açıklar ve onun peşindeki Arapları perişan
ederdim. Eğer yaşarsam bunu ona yapacağım. Kalk, yanındaki arkadaşlarınla
birlikte git. Kureyş heyetinden her bir kişiye ikiyüzer deve, onar Habeşli köle,
onar rıtıl altın, yemen elbiselerinden ikişer kat elbise verilmesini emretti.
Abdulnıuttalib'e ise bütün bunların iki mislinin verilmesini emretti. Ayrıca
Abdulmuttalib'e: Abdulmuttalib! Muhammed büyüyüp yetişince, bana onunla ilgili
haberleri getir, dedi.
Daha sonra Kureyş
heyeti ona veda edip Mekke'ye döndüler.
Abduhnmuttalib şöyle
derdi: İçinizden hiç kimse, hükümdarın, bana olan bol ihsanına gıbta ve
kıskançlık etmesin. Asıl siz beni, onun bana ve benden sonra soyumdan
geleceklerle ilgili söylediği, şeref konusunda kıskanın.
Abdulmuttalib'e: O
nedir? diye soruyorlar, O da: Kısa bir süre sonra onu öğreneceksiniz, derdi.
Seyf, Yemen'de birkaç
yıl hükümdar olarak kaldı. Bir gün ava çıkıyormuş gibi hayvanına bindi.
Siyahlardan, mızraklarıyla savaşa hazırlanan bazı kimseleri hizmetçi
edinmişti. O gün onlar ona saldırıp öldürdüler. Kisra Nuşirevan'a haber
verildi. Nuşirevan onlara Hürmüz'ü gönderip öldürülmedik hiç bir siyah
bırakılmamasını emretti.[147]
142) İbn
Abbas anlatmıştır:
Peygamber'in (s.a.v.)
doğumundan sonra İbn Ziyezen Habeşlileri yenince Arap heyetleri ve şairleri onu
tebrik etmeye ve övmeye geldiler. Gelen heyetler arasında Kureyş heyeti de
vardı. Kureyş heyetinde Abdulmuttalib İbn Haşim, Umeyye ibn Abdişems, Abdullah
ibn Cud'an, Huveylid İbn Esed ve başkaları vardı. San'a'daki îbn Ziyezen'e
gittiler. İbn Ziyezen, Umeyye ibn Ebi's-Salt'ın dediği gibi o, Re's-i
Gum-dan'daydı.
Re's-i Gumdan'daki
evine oturup, başına da tacı geçirerek afiyetle iç.
Ondan içeri girmesi
için izin istendi. Onların yerlerini ona haber verdi ve kendilerine müsaade
etti.
Abdulmuttalib yaklaşıp
konuşmak için ondan izin istedi. Seyf İbn Ziyezen ona:
- Hükümdarlar
karşısında konuşabilecek kimselerdensen sana izin veririz, dedi. Abdulmuttalib:
- Ey hükümdar! Allah
seni, yüksek, zorlu, muhkem, üstün ve yüce bir mevkiye getirdi. Seni, koku iyi
ve toprağı değerli bir bitki gibi yetiştirdi. En kıymetli yurt ve yerde o
bitkinin kökünü sabit kılıp dalını yükseltti. Sen Arapların hükümdarısın ve
onlara bolluk veren baharlarısın, sen Arapların kendisine uyup itaat ettikleri
emirisin. Direğin ü-zerine konduğu sütıjr>larj(gma kulların kendisine
sığındıkları kale ve sığmağısın. Senin selefin hayırlı seleftir ve sen bizim
için onlardan kalan en hayırlı halefsin. Selen"sen olan kimsenin adı sanı
batmayacaktır. Halefi de sen olan kimse de helak, (yok) olmayacaktır. Ey hükümdar!
Biz, Allah'ın Harem'inin halkıyız ve onun Beyt'inin hizmetçileriyiz. Bizi,
üzerimize ağır gelen sıkıntıdan kurtararak sevindiren kişi olarak sana geldik.
Biz tebrik heyetiyiz, ziyaretçi heyet değiliz. Hükümdar:
- Konuşan! Sen kimsin
ya! dedi. O:
- Ben, Abdulmuttalib
İbn Haşim'im, dedi. Hükümdar:
- Sen kız kardeşimizin
oğlu musun? Yani Ensar'dan mısın?
- Evet, dedi.
Hükümdar:
- Yaklaştır onu, dedi.
Muhafız onu yaklaştırdı. Daha sonra kendisi ona ve heyettekilere yaklaşıp: Hoş
geldiniz, safa geldiniz. Sizler, yanında güven ve huzur bulacağınız, bol bol
ihsanlar veren bir hükümdarın yanma geldiniz. Hükümdar sizin sözlerinizi
dinledi. Sizin akraba olduğunuzu anladı ve ziyaret vesilenizi kabul etti.
Sizler, burada oturduğunuz sürece gece gündüz sohbet edilmeye, ağırlanmağa ve
ayrılıp giderken de ihsan olunmağa layık kimselersiniz.
Onlar, misafirhaneye
götürüldüler. Bir ay orada kaldılar. Ne hükümdarla görüşebildiler, ne de
yurtlarına dönüp gitmelerine izin verildi. Bir gün hükümdar onları hatırladı.
Abdulmuttalib'e gelmesi için haber gönderdi. Abdulmuttalib'i yanma yaklaştırdı.
İkisi başbaşa kalarak:
- Abdulmuttalib! Ben sana, bildiğim bir sırrı
vereceğim. O sırrı, senden başkası olsaydı, açmazdım. Fakat seni onun madeni
gördüm. Bundan dolayı, onu sana açıklayacağım. Allah o konuda izin verinceye
kadar, sende gizli kalsın çünkü Allah, emrini yerine getirir. Ben gizli kitapta
ve kendimize ayırıp başkasına kapalı tuttuğumuz ilimde; yaşamanın şerefi,
ölmenin fazileti bulunan umumiyetle bütün insanları ve heyettekileri,
özelliklede, seni ilgilendiren büyük ve önemli bir haber buldum, dedi.
Abdulmuttalib:
- Ey kral! Sen yüce
birisisin! O nedir. Bütün göçebe halkı peşpeşe sana feda olsun! dedi. Kral:
- Tihame'de bir çocuk
doğacak, alâmet olarak iki küreği arasında bir ben bulunacak. Kıyamet gününe
kadar, imamlık (önderlik) onda, liderlik de sizde olacak, dedi. Abdulmuttalib:
- Senden laneti
gerektirecek haller sadır olmasın! Ben bir elçinin umduğunun en iyisini gördüm.
Eğer hükümdarlık makamının heybeti ve yüceliği olmasaydı, sevincimi artıracak
olan şeyi biraz daha açıklamanı isterdim, dedi. İbn Ziyezen:
- Bu, onun doğacağı
zamandır. Hatta belki de doğmuştur. Onun adı Muhammed'dir. Onun annesi ve
babası ölecek. Onun bakımını dedesi ve amcası üstlenecek. Bizden niceleri
doğdu. Allah onu açıkça tebligat yapan peygamber olarak gönderecek. Bizden ona
Ensar (yardımcılar) yapacak. Dostlarını onlarla aziz, düşmanlarını da onlarla
zelîl kılacak, insanlar onlara değer verecek. O, dünyanın en kıymetli yerlerini
fethe-, decek, putları kıracak, ateşleri söndürecek. Rahman'a ibadet edilecek,
şeytan kovulacak. Onun sözü, hak ile batılın arasını ayırıcıdır. Hükmü
adalettir. O, iyiliği emreder ve onu yapar, kötülükten sakındırır ve onu
ortadan kaldırır, dedi. Abdülmuttalib:
- Şan ve şerefin yüce
olsun! Saltanatın devamlı ve ömrün uzun olsun. Acaba, hükümdar, bu hususta
beni sevindirecek bazı açıklamalar yapabilir mi? dedi. Ibn Zîyezen:
- Örtülerle örtülü
Beyt'e ve yol gösterici alâmetlere yemin
olsun! Sen onun dedesisin, Abdülmuttalib! Bunda yalan yok, dedi.
Abdülmuttalib
(sevincinden) yere kapandı. Hükümdar ona: Başını kaldır için rahatladı. İşin
yükseldi. Sana anlattıklarımdan dolayı birşey hissettin mi? dedi.
Abdülmuttalib:
- Ey hükümdar! Benim
bir oğlum vardı. Onu çok sever ve üzerine titrerdim. Onu kavmimin
şereflilerinden birinin kızı olan Amine Bint Vehb'le evlendirdim. Amine bir
oğlan dünyaya getirdi. Ona Muhammed adını koydum. Babası ve annesi öldü. Onun
bakımını ben ve amcası üstlendik, dedi. İbn Ziyezen:
- Sana söylediklerim, senin söylediğin gibidir.
Oğlunu, iyi koru, onun hakkında yahudilerden sakın. Çünkü onlar onun
düşmanıdırlar. Ancak! Allah, onlara bu konuda yol ve fırsat vermeyecektir. Sana
söylediğim şeyleri yanındaki heyet arkadaşlarından da gizli tut. Sizde bulunacak
reisliği, onların ve oğullarının da kıskanıp senin basma gaileler (dertler)
açmayacaklarından ve sana tuzaklar kurmayacaklarından emin değilim, eğer, onun
peygamber olarak gönderilmeden Önce ölmeyeceğimi bilseydim süvarilerim ve
piyadelerimle birlikte gider, Yesrib'i, devletime başkent yapardım. Ben, natık
kitapta ve sabık (daha önceki) ilimde, onun işinin Yesrib'de muhkemleşeceğini,
yardımcılarının ve kabrinin orada olacağını buluyorum. Eğer ona afet ve
belelardan kork-masaydım, yaşının küçüklüğüne rağmen onun işini açıklar ve onun
peşindeki Arapları perişan ederdim. Fakat ben, bu işi, eksiksiz sana
bırakıyorum.
Heyettekilerden her
birine on erkek köle, on kadın köle, yüz deve, ikişer kat çizgili aba kumaştan
elbise, beş rıtıl alim, on rıtıl gümüş ve içi anber dolu birer kutu verilmesini
emretti. Abdülmuttalib'e de, bunlar-
dan onar kat
verilmesini emretti. Abdulmuttalib'e: Bir yıl geçince, bana gel, dedi. İbn
Ziyezen bir yılı doldurmadan öldü.
Abdulmuttalib sık sık
şöyle derdi: Ey Kureyş topluluğu! İçinizden hiç kimse, kralın bana ?^n bol
ihsanını kıskanmasın. Çok olsa bile, o (bir gün) tükenecektir. Fakat bant*.,_
«enden sonra gelecek, neslime kalacak şan ve şereften dolayı beni kıskanın.
Abdulmuttalib'e: Bu ne zaman o-lacak diye sorulduğunda: Bir süre sonra olsa
bile o bilinecek, öğrenilecek, diye cevap verirdi.
Umuyye İbn Abdişems bu
konuda şu şiiri söylemektedir.
Develer yüklerini
derin bir vadiden San'a'ya hızla götürürlerken, biz de develerin sırtlarında
taşıdığı kadar nasihat getirdik.
İbn Ziyezen bizim
başımıza geçiyor ve ona yol üzerindeki obalarda oturanlara ikramda bulunuyor.
"San'a"
uygun görünce, saltanat ve köklü şeref yurduna yerleşiyor. [148]
Anlatırlar ki:
Abdulmuttalib ölüm döşeğine düşünce, Ebu Talib'e, Rasûlüllah'ı iyi korumasını
vasiyet etti. Kızlarına da: Bana ağlayın da sizleri dinleyeyim, dedi. Her bir
kızı söyledikleri birer şiirle babalarına ağıt yaktılar.
Umeyme'nin mersiyesini
dinlerken, Abdulmuttalib'in dili tutuldu. Başını: Doğru söyledin, ben
böyleydim, manasında hareket ettirmeye başladı. Umeyme şunları söylemişti:
Ey gözlerim! Ahlâkı
güzel ve cömert olana,
Dedesi şerefli,
çakmağı parlamış, yüzü güzel ve değeri büyük olana, İyi hasletler sahibi,
şeref, izzet ve övünç sahibi Şeybetu'l-hamd'e, Yine, belâ ve sıkıntılarda şeref
ve fazilet sahibi,
iyilikleri ve
öğünülecek şeyleri çok olana inci gibi gözyaşlarını e-sirgeme.
Ölümler ona geldi ama
gecelerin ve kaderin getirdiği olaylarda onu öldürmedi.
Birisi şöyle dedi:
Abdulmuttalib seksen
iki yaşındayken öldü yüz on ve yüz yirmi yaşlarında öldüğü de söylenmektedir.
143)
Rasûlullah'a (s.a.v.):
- Abdulmuttalib'in
Ölümünü hatırlayabiliyor musunuz? diye soruldu. Rasulullah (s.a.v.):
- "Evet. O zaman,
ben sekiz yaşlarındaydım," buyurdu. [149]
144) Ummu
Eymen: Ben, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) Abdulmuttalib'in tabutunun arkasında
ağlarken gördüm, demiştir.
145) İbn
Cureyc'den rivayet edilmiştir:
Ata Ibn Ebî Rabah'la,
Mescid-i Haram'da oturuyorduk. îbn Ab-bas'la faziletini ve onun arkasında tavaf
eden Ali İbn Abdillah konuştuk onların boylarının mükemmelliğine ve yüzlerinin
güzelliğine hayret ettik.
Ata şöyle dedi:
Abdullah îbn Abbas'm güzelliği yanında onların güzelliği nedir ki! Ayın,
ondördüncü gecesinde, Mescid-i Haram'da Ebu Kubeys dağından doğduğunu görür
görmez, Abdullah tbn Abbas'm yüzünü hatırladım. Sen bizi Hıcr'da onunla
birlikte otururken gördüm. Tam o sırada bastonuna dayanarak Huzeylli yaşlı bir
şeyh geldi. Ona bir meseleyi sordu. O da ona cevap verdi. Şeyh, mesciddeküerden
bazısına: Kim bu genç? dedi.
Onlar: Bu, Abdullah
İbn Abbas İbn Abdilmuttalib'tir, dediler.
Şeyh: Subhanellah!
Abdullah îbn Abbas îbn Abdümuttalib'in güzelliği şu gördüğüm şekle çevrilmiş,
dedi.
146) Ata
anlatmıştır:
îbn Abbas'm şöyle
dediğini duydum: Babamdan işittiğime göre: Abdulmuttalib, halkın en boylu
boslusu, en güzel yüzlüsüydü. Onu görüp de sevmeyen kimse yoktu. Hıcr'da onun
bir minderi vardı. Onun ü-zerine kendisinden, başkası oturmazdı. Kureyş'in
danışma meclisi sayılan Darun-nedve üyesi Harb îbn Umeyye ile ondan aşağı
seviyede olanlar, minderlerden dış kısmında otururlardı. Rasûlüllah (s.a.v.)
daha buluğa ermemiş bir çocukken, bir gün gelip minderlerin üzerine oturdu. Bir
adam onu çekti. Rasûlüllah (s.a.v.) ağladı, -gözleri kör olan- Abdulmuttalib:
Oğlum niye ağlıyor? dedi.
Minderlerin üzerine
oturmak istedi ve onu menettiler diye cevap verdi.
Abdulmuttalib: Oğlumu
bırakın, minderin üzerine otursun. O, kendisinde bir şeref duyuyor. Onun, ne
kendinden önce geçmiş, ne de sonradan gelecek hiçbir Arab'ın erişemeyeceği bir
şerefe ereceğini u-muyorum, dedi.
Abdulmuttalib,
Peygamber (s.a.v.) sekiz yaşındayken ölmüştür. Peygamber (s.a.v.),
Abdulmuttalib'in cenazesini Hacun kabristanına gömülünceye kadar ağlayarak,
takip etmişti.
Abdulmuttalib Hacun'a
defnedilmiş tir.
Abdulmuttalib,
Rasûlullahı (s.a.v.) Ebu Talib'e vasiyet etmiştir. Çünkü Ebu Talib'le Abdullah
ana bir kardeşlerdi. Ez-Zübeyr de aynı annedendi. Ancak Ebu Talib'i tercih
etmesinin sebebi hakkında üç görüş vardır:
1.
Abdulmuttalib'in ona vasiyette bulunması,
2. Îki
kardeşin aralarında, kura çekmeleri ve kur'anm Ebu Talib'e çıkması, '
3.
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) onu seçmesi, [150]
147) İbn
Abbas anlatmaktadır:
Abdulmuttalib vefat
edince, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) Ebu Talib yanına aldı. Rasûlüllah onun yanında
kalıyordu. Ebu Talib'in malı yoktu. Rasûlullah'ı (s.a.v.) çok severdi. Kendi
çocuklarını onu sevdiği kadar sevmezdi. Onu yanma almadıkça uyumazdı. Bir yere
giderse onu da yanında götürürdü. Ebu Talib onun üzerine düştüğü kadar hiçbir
şeyin ü-zerine düşmezdi. Ona ayrı sofra kurdurduğu olurdu. Ebu Talib'in aile
efradı, toplu veya tek olarak yemek yedikleri zaman doymazlardı. Peygamber
(s.a.v.) onlarla birlikte yediği zaman doyarlardı. Ebu Talib, onlara yemek
yedirmek istediği zaman: Durun! Sizin gibi, oğlum da gelsin hazır olsun derdi.
Rasûlüllah (s.a.v.) gelip onlarla birlikte yemek yerdi. Onun bulunduğu sofrada
yemeklerini artırırlardı. Eğer o, yemekte onlarla birlikte bulunmazsa,
doymazlardı. Ebu Talib Ona: Şüphesiz, sen mübareksin! derdi.
Ebu Talib'in
çocukları, sabahleyin yataklarından gözleri çapaklı ve saçları dağınık olarak
kalkarlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) ise sabahleyin parlak yüzlü, sürmeli gözlü
olarak kalkardı.
148) Amr İbn
Sa'id şöyle demiştir:
Ebu Talib için,
üzerine oturacağı bir minder konulurdu. Peygamber (s.a.v.) çocukken, o
minderin üzerine oturmağa geldi. Bunun üzerine Ebu Talib'i Rabianın ilahına
yemin olsun! Kardeşimin oğlu büyük bir saadet hissediyor (onun için büyük bir
şeref vardır), dedi.
149) Amr îbn
Saîd, Ebu Talib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Zulmecazdaydım. Yanımda
yeğenim de yani Peygamber (s.a.v.) de vardı. Susamıştım. Ona: Yeğenim! Ben
susadım, dedim. Onun yanında karın doyuracak birşeyler olduğunu zannederek
acıktığımı söylememiştim. Dizini büktü. Sonra indi: Amca! Susadın mı? dedi. Ben
de: Evet, dedim. Topuğunu yere eğdi. Baktım ki su akıyor. Bana: Amca! İç dedi.
Ben de içtim. [151]
150) Davud
İbnu'l-Huseyn anlatmıştır:
Ebu Talib Şam'a
gittiğinde, yanında ilk defa, oniki yaşındayken, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) da
götürdü. Kafile Şam'daki Busra'da konakladı. 0-rada bir rahip vardı. O rahibin,
içinde kaldığı bir manastın vardı. Hris-tiyan alimleri büyükten büyüğe geçerek
gelen bir kitabı incelemek üzere bu manastırda bulunurlardı.
Kureyşliler çoğunlukla
Bahîra'ya uğrarlardı.
Bu yıl da onlar,
Bahîra'nın manastırına yakın bir yerde konaklamışlardı. Daha önceki yıllarda
defalarca gelip uğradıkları halde, Bahîra, onlarla hiç konuşmazdı. Bu defa
onlara yemek hazırlamış ve onları manastırına davet etmişti. Onları şunun için
davet etmişti. Bahîra, manastırında bulunduğu sırada, kafile ilerlerken, bir
bulutun, kervan-dakiler arasında Rasûlüllah'ı (s.a.v.) gölgelediğini, sonra
gelip manastırın yakınında bir ağacın gölgesine indikleri zaman, bulutun,
ağacı gölgelediğini, ağacın dallarının da, Rasûlüllah'm üzerine eğildiğini ve
onu, gölgesinin altına aldığını görmüştü. Bahîra, bütün bunları görünce,
manastırından indi. Yemek yapılmasını emretti. Kafiledekilere de şu haberi
gönderdi. Ey Kureyş topluluğu! Ben sizin için yemek yaptım. Sizin, küçük,
büyük, köle, hür hepinizin yemekte hazır bulunmanızı arzu ediyorum. Bu beni
şereflendireceğiniz birşeydir. Birisi ona:
- Bahîra! Bugün senin
şaşılacak bir halin var. Sen böyle yapmazdın. Bugün sendeki bu hal nedir?
dedi. Bahîra:
- Ben sizi ağırlamayı
arzu ediyorum. Ağırlanmağa lâyıksınız, dedi.
Hepsi gelip
toplandılar. Rasûlüllah yaşça onların en küçüğü olduğu için, ağacın altındaki
yüklerinin yanında bekçi olarak geride kalmıştı.
Bahîra, gelenlere
bakıp bildiği ve kitapta bulduğu sıfatları hiçbirinde göremeyince, bakınmağa
başladı. Bulutu, gelenlerden hiçbirinin üzerinde göremiyordu, Onun,
Rasûlüllah'm (s.a.v.) üzerinde kaldığını görüyordu. Bahîra:
- Ey Kureyş topluluğu!
Sizden, bu yemekte hazır bulunmayan geride kalan birisi var mı? diye sordu.
- Bir çocuktan başka,
kimse geride kalmadı. O da, bizim yaşça en küçüğümüz olduğundan yük ve
eşyalarımızın yanında kaldı, dediler. Bahîra:
- Onu da çağırın. Yemekte O da hazır olsun.
Sizin bulunup da, kendisini sizden saydığım bir tek kişinin bulunmaması ne
kadar çirkin bir şey, dedi. Topluluk:
- Vallahi O, bizim en
soylumuzdur. Ebu Talib'i kastederek, bu a-damm yeğinidir. O, Abdulmuttalib'in
soyundandır, dediler. El-Harîs tbn Abdulmuttalib:
- Vallahi, aramızdan, Abdulmuttalib'in oğlunun
geride kalması bizim için kınanacak bir tutumdur, dedi. Sonra kalkıp onun yanma
gitti ve kucaklayıp getirdi. Onu sofraya oturttu. Bulut onun başının üzerinde
yürüyordu.
Bahîra, dikkatle ona
bakmağa ve vücudunun bazı organlarını incelemeğe başladı. Ona baktıkça,
sıfatlarım onda buluyordu.
Topluluk yemeklerini
yeyip dağılınca, Bahîra Rasûlüllah'm (s.a.v.) yanma geldi ve:
-Çocuk, Lat ve Uzza
hakkı için, sana soracağım sorulara cevap ver, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
- "Lât ve Uzza adına yemin vererek, bana
birşey sorma. Vallahi, ben, onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret
etmem" dedi. Bahîra:
- Öyleyse, Allah için,
sana soracağım şeylerin cevabını ver.
- Bana, istediğim sor,
dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.)
ona cevap vermeye başladı.
Rahip de aldığı
cevapları edindiği bilgilere uygun buluyordu. Daha sonra, gözlerinin arasına
bakmağa başladı. Sırtını açtı. iki omzu arasındaki peygamberlik mührünün de,
bildiği şekilde, yerli yerinde olduğunu gördü.
Kureyşliler:
Muhammed'in, rahip yanında büyük bir değeri var, dediler.
Ebu Talib, rahipden
gördüğü şeyler sebebiyle yeğenine bir zarar gelmesinden korkmağa başladı.
Rahip, Ebu Talib'e:
- Bu çocuk senin neyin
olur? dedi. Ebu Talip:
- Oğlumdur, dedi.
Rahip:
- Bu, senin oğlun değildir. Bu çocuğun
babasının sağ olmaması lâzım, dedi. Ebu Talib:
- Yeğenimdir, dedi.
Rahip:
- Babasına ne oldu?
dedi. Ebu Talib:
- Annesi buna
hamileyken öldü diye cevap verdi. Rahip:
- Annesi ne oldu?
dedi. Ebu Talib:
' - Yakın zaman önce, öldü. dedi. Rahip:
- Doğru söyledin.
Yeğenini hemen memleketine götür, yahudilerin ona zarar vermelerinden sakın.
Vallahi yahudiler onu görür ve benim onda olduğunu bildiğim şeylerin onda
bulunduğunu anlayacak olurlarsa, onu mutlaka öldürmeğe kalkışırlar. Senin bu
yeğeninin çok Önemli bir durumu olacak. Biz onu, kitabımızda ve atalarımızda
bize yapılan rivayetlerde bulduk. Benim sana karşı öğüt vazifesini yerine
getirmiş olduğumu bil.
Kureyşliler
alışverişlerini bitirince Ebu Talib onu hemen götürdü. Bazı yahudiler,
Rasûlüllah'ı görüp özelliklerini tanıdılar. Onu öldürmek istediler. Bahîra'ya
gidip meseleyi'onunla görüştüler. Bahîra onları kesin bir şekilde menetti.
Onlara: Onun özelliklerini (kitapta) buluyor musunuz? dedi. Onlar: Evet,
buluyoruz, dediler.
Bahîra: Öyleyse,
sizin, onu öldürme imkânınız yoktur, dedi. Yahudiler ona inanıp bırakıp
gittiler.
Ebu Talib geri döndü
ve zarar geleceği endişesiyle bir daha onu yolculuğa çıkarmadı. [152]
151) Ebu
Bekr Ibn Ebî Musa anlatmıştır:
Ebu Talib Şam'a gitti.
Beraber gittiği Kureyş'in bazı şeyhleri a-rasında Rasulullah'ı da götürdü.
Yokuştayken Rahibi gördüler. Daha önce ona uğrarlar kendilerinin yanına gelmez
ve ilgi göstermezdi. Onlar yük ve eşyalarını indirirken, rahip yanlarına geldi.
Aralarında dolaşmağa başladı ve nihayet geldi, Rasulullah'ın (s.a.v.) elinden
tutup:,
- Bu alemlerin
efendisidir. Bu alemlerin Rabbi'nin elçisidir. nunu Allah alemlere rahmet
olarak göndermiştir, dedi, Kureyş'in bazı büyükleri:
- Nerden biliyorsun?
dediler. Rahip:
- Siz yokuştayken, ona
secde etmedik hiçbir ağaç ve taş kalmadı. Onlar sâdece bir Peygambere secde ederler.
Omuzundaki kıkırdağın (en altında) elma gibi peygamberlik mührünün olduğunu
biliyorum, dedi.
Sonra dönüp onlara
yemek yaptı. Onlara yemeği getirdiğinde, a-deta deve sürüsünün ortasmdaymış
gibiydi. Ona haber gönderin de, gelsin dedi. O, üzerindeki bir bulut kendisine
gölge yapar bir halde geldi. Topluluğa yaklaşınca, hemen onlar ağacın
gölgelerine geçtiler. Oturunca, ağacın gölgesi onun üzerine sarktı. Rahip:
Ağacın gölgesine bakın, O'nun üzerine sarktı, dedi.
Rahip onların
yanındayken, ısrarla, onu rumlarm (Bizanslıların) yanlarına götürmemelerini
istedi. Çünkü rumlar onu görürlerse onu sıfatlarıyla birlikte tanırlar ve
öldürürlerdi. Döndü baktı ki Bizanstan gelen yedi kişiyi gördü, onları
karşıladıktan sonra:
- Sizin gelmenize
sebep nedir? dedi. Bizanslılar:
- O, Peygamberin bu
ayda çıkacağını öğrendik. İnsan gönderilmedik hiçbir yol kalmadı. Bize haber
verildi ve biz de senin bulunduğun bu yola gönderildik, dediler. Rahip:
- Arkanızda sizden
daha hayırlı birisi var mı? dedi. Onlar:
- Hayır, dediler.
Rahip:
- Allah'ın takdir
ettiği birşeyi mi düşünüyorsunuz? Onu, insanlardan birisi geri çevirebilir mi?
dedi. Onlar:
- Hayır, dediler. (Ona beyat edip onunla
birlikte kaldılar). Daha sonra rahip:
- Allah'ınızın aşkına!
Hanginiz onun velisidir? dedi. Ebu Talib:
- Benim, dedi. Ona
devamlı soru sordu ve o da cevabını verdi. Rahip ona yol azığı olarak pasta da
verdi. [153]
Ficar ikidir: Birinci
Ficar, İkinci Ficar.
Birinci Ficar'da
Rasûlullah (s.a.v.) on yaşındaydı. Ficar'da savaş üç defa oldu.
îlkinin sebebi şudur:
Bedir İbn Muaşşir el-Gıfarî insanlara Övünürdü. Bir gün ayağını uzatıp:
"Ben Arapların en şereflisiyim. Benden daha şerefli olduğunu iddia eden
varsa ayağıma kılıçla vursun bakalım," dedi.
Nasr Ibn Muaviye oğullarından
eJ-Ahmer İbn Mazin atlayıp onun dizine vurdu. Bunun üzerine birbirleriyle söz
düellosu yapmışlar ve sonra dövüşmüşlerdir.
İkincisinin sebebi de
şöyledir. Amir oğullanndan bir kadın Ukaz panayırında oturuyordu. Kureyş'ten
Kinane oğulları kabilesinden birkaç genç, kadını döndürüp ondan yüzünü
açmasını istediler. Kadın bunu kabul etmedi, gençlerden birisi arkasına oturup
elbisesinin ucunu bir dikenle yukarı iliştirdi. Kadın kalkınca arkası açılıp
göründü. Bunun ü-zerine gençler: "Sen, bizi yüzüne baktırmadın. Arkana
bakmamıza müsaade ettin" dikerek gülüştüler.
Kadın da: Ey Al-i
Amir! diyerek bağırdı. Amir oğulları kılıçlarını sıyırdılar ye Kinane
oğullarıyla çarpıştılar. Aralarında kan döküldü. Harb Ibn Ümeyye aracı oldu ve
onları barıştırdı.
Üçüncüsünün sebebi de
şöyledir: Cuşem İbn Amir oğullarından birisinin Kinane oğullarından birinde
alacağı vardı. Borçlu, borcunu vaktinde ödemeyince aralarında düşmanlık
başlamıştı. İki taraf bir bir-leriyle çarpışınca, îbn Cud'an borcu, kendi
cebinden ödemişti.
Rasûlüllah (s.a.v.)
bunlarda bulunmamıştı.
İkinci Ficar
Hevazin'le Kureyş arasında olmuştur. Kinane oğullarıyla Hevazinliler haram ayı
helâl sayıp savaşmak suretiyle günah işlediklerinden dolayı Ficar (günah
işlemek) adı verilmişti.
152)
Rasûlüllah (s.a.v,) gelip şöyle buyurdu:
"Ben Ficar
gününde amcalarımın yanında bulunarak, düşman tarafından atılan okları
toplayıp amcalarıma veriyordum." [154]
Rasûlüllah o sırada ondört
yaşındaydı. Yirmi yaşındaydı da denilmektedir. [155]
Bu hılf in (andın)
sebebi, Kureyş'in, Harem'de zulüm ve haksızlık yapmasıydı.
Abdullah İbn Cud'an la
ez-Zubeyr İbn Abdilmuttalib birbirlerine, mazlumu zalimden kurtarma konusunda
yardımlaşmak için andlaşma-ya çağırdılar. Bu çağrıyı kabul edip İbn Cud'an'm
evinde andlaştılar.
153) Ebu
Ubeyde anlatmıştır:
Hılfulfudul'un sebebi
şuydu: Yemenli birisi satmak üzere Mekke'ye bir mal getirmişti. Bu malı Sehm
oğullarından birisi satın almıştı. Adam satıcının hakkını, vaktinde ödemedi.
^Satıcı malın bedelini istedi. Öbürü ödemeye yanaşmadı. Satan adam malını
istedi, alan malı da geri vermedi. Bunun üzerine Hıcr'da şöyle söyledi:
Ey Fihr hanedanı!
Yurdundan ve kavminden uzaktayken Mekke'de malıyla zulme uğrayana yardım edin.
Sözlerini yerine getirecekler mi? Sehm oğulları yoksa, umre yapanın malının
kaybolup gitmesi görüşünde midir?
Bazı alimler de şöyle
demiştir: Kays îbn Şebbe es-Sulemî, Ubeyy Ibn Haleften bir mal satın aldı. Kays
borcunu erteledikçe erteledi ve hakkını vermedi. Cumah'tan birisinin himayesini
istedi... Cumahlı kişi, onu himaye etmedi. Kays şöyle dedi:
- Ey Kusayy! Harem'de,
bu nasıl olur? Beyt'e hürmet ve iyi ahlâk'm benden mahrum edilmesi, zulümden
daha zalimcedir.
El-Abbas'la Ebu Sufyan
kalkıp onun hakkını geri verdiler.
Kays'tan bazı kişiler
Abdullah îbn Cud'an'm evinde toplandılar. Mekke'de zulmü önlemek, hiçbir
kimseye zulmedilmemesi, zulmedenlere engel olunması ve zulme uğrayanın
hakkının alınması için andlaştı-lar. Andlaşma Abdullah İbn Cüd'an'ın evinde
yapıldı.
154)
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- "Ben Ibn
Cud'an'm evindeki Hılf te (andlaşmada) bulundum. Benim o andı bozup da, kızıl
tüylü develere (dünyanın en iyi nimetlerine) nail olmam, bana ondan daha
sevgili değildir. Ben ona, Islâmî devirde bile, çağırılsam, hemen icabet
ederdim." [156]
Kureyş'ten bazıları:
Vallahi, bu, hılftan gelen, bir faaldir (lütuftur) dediler ve böylece:
Hüfulfudul adı verildi.
155)
Ez-Zubeyr şöyle demiştir. Bir başkası da şöyle demiştir: Bu meselede, Curhüm
kabilesinden bazı kişilerin yaptıkları gibi Mekke'de zulmü barındırmamak ve onu
adalete çevirmek üzere andlaştılar, Cur-hümlu bu kişilerin adları el-Fadl îbn
Şira'a, el-Fadl İbn Bida'a ve el-Fadl îbn Kudaâ'ydı.
156) Ez-Zubeyr
şunu anlatmıştır: Bana Abdulaziz İbn Ömer el-Ansî şöyle dedi. Hılfulfudulda
bulunanlar şunlardır: Haşim oğulları, el-Muttalib oğulları, Esed îbn Abdihızza
oğulları, Zuhre oğulları, Teym o-ğullarıdır. Bunlar, hiçbir kimseye
zulmedilmemesi için ister güçlü ister zayıf olsun zulmedenden mazlumun hakkını
alıncaya kadar zalime karşı hep birlikte mazlumun yanında olacağız diye Allah'a
yemin ettiler.
157)
Ez-Zubeyr anlattı: İbrahim İbn Hamza bana, dedem Abdullah îbn Mu&'ab'dan o
da babasından şunu rivayet etti: Hılfulfudul adının verilmesi şöyledir: Cürhümlüler
içinde yapılan haksızlıkları geri çeviren, hakları sahiplerine iade eden bazı
kimseler vardı. Onlara, Fudayl, fudâl, mifdal ve fadl denilirdi. Bundan dolayı
Hılfulfudul adı verilmiştir.
158) Şöyle
dedi: Bana Muhammed Ibn Huseyn,
Nevfel îbn U-mara'dan o da İshak
Îbnu'l-Fadl'dan şunu rivayet etti: Kureyş, bu andı
Hılfulfudul diye
adlandırdı, çünkü cürhüm kabilesinden el-fadl, fudal ve el-fadl isimli bazı
kişiler, bu kabilelerin anlaştığına benzer şey üzere andlaşmışlardı.
159) Ma'ruf
îbn Hırbuz şunu rivayet etmiştir: Haşim oğulları, el-Muttalib oğulları, Esed ve
Teym birbirlerine çağrıda bulunup Mekke'nin tamamında ve Ehabîş içinde
birbirlerini yardımına çağırıp da kurtarmadıkları ve hakkını geri vermedikleri
mazlum bırakmamak veya bu konuda hiçbir mazeret göstermemek üzere andlaştılar.
Mutayyebunun ve müttefiklerin hepsi bundan hoşlanmadılar ve onu ayıplamak için
Hılfulfudul (lüzumsuzların andlaşması) adını koydular. Onlar: Bu, kavmin
fıdulünden (haksızhklarındandır) dediler. Bunun üzerine Hılfulfudul denildi.
160) Hakim
Ibn Hizam şöyle demiştir:
Hılfulfudul Kureyş'in
ficar'dan çekilmesiydi. Rasûlüllah (s.a.v.) o sırada yirmi yaşındaydı.
161)
Ed-Dahhak'tan başka birisi bana şöyle rivayet etti: Picar, şevval aynıdaydı. Bu
mlf (and) zulki'de'de olmuştur, o güne kadar yapılmış en şerefli andlaşmaydı.
Böyle bir andlaşma yapma çağrısında bulunan ilk kişi ez-Zubeyr Ibn
Abdilmuttalib'ti. Haşim oğulları, Zuhre ve Teym oğulları Abdullah ibn Cud'an'm
evinde toplandılar. Abdullah onlara yemek hazırladı. Denizin bir kıl parçasını
ıslatacak kadar suyu bulundukça, mazlumun hakkını alıncaya kadar onunla
birlikte olmak ve yardımlaşmak üzere akid ve andlaşma yaptılar. Böylece Kur'eyş
bu andlaşmayı Hılfulfudul diye adlandırmıştır.
162) Cubeyr Ibn Mut'im şöyle demiştir. Rasûlüllah
(s.a.v.): "îbn Cud'an'm evinde şahid olduğum andı bozup da kızıl tüylü
develere nail olmam bana ondan daha sevgili değildir. Eğer ben ona
çağrılsaydım, i-cabet ederdim" buyurdu. [157]
Bu, hılfulfuduldur.
Muhammed İbn Amr şöyle
demiştir: Bu hılfı (andlaşmayı) Haşim oğullarından daha önce yapan birisi
bilinmemektedir.
163)
Abdurrahman Ibn Avf Rasûlüllah'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Çocukken amcalarımla birlikte Hılfulfudul'da bulundum. O andı bozup da
kızıl tüylü develere nail olmam, bana ondan daha sevgili değildir."[158]
Muhammed Ibn Habîb
el-Haşimî bu andlaşmanm Rasûlüllah'a (s.a.v.) vahiy gelmeden beş yıl önce
olduğunu zikretmiştir. [159]
Rasûliülah (s.a.v.)
çocukluğunda, putlardan nefret ederdi. Onlara dönüp bakmazdı. Akrabaları,
kendileriyle birlikte onların yanma gitmesini isterler, O da bunu yapmaz,
putlara yaklaşmaz ve onları kınardı.
164) Ibn
Abbas şunu rivayet etti:
Ummu Eymen bana şöyle
anlattı: Buvane Kureyşlilerin gelip saygı gösterdikleri ve taptıkları bir
puttu. Onun yanında başlarım traş ederler yine onun yanında bir gün, gece
oluncaya kadar kalırlardı. Senede bir gün böyle yaparlardı. Ebu Talib de
kavmiyle birlikte oraya gelir. Rasû-lüllah'a, bu bayrama, kavmiyle birlikte
gelmesini söylerdi. Hatta Ebu Talib'in ona kızdığını, halalarının da çok
kızdıklarını ve ona: İlâhlarımızdan uzak durduğun için sana bir zarar
gelmesinden korkuyoruz, Mahammed! Sen kavminin bayramına gelmek ve onların
topluluğunu kalabalıklaştırmak istemiyorsun, deyip durduklarını gördüm.
Ona devamlı ısrar
ettiler, nihayet gitti. Biraz onların, gözlerinin önünden kayboldu. Sonra korku
ve dehşet içinde döndü. Halaları ona:
- Neyin var? diye
sordular. Rasûlüllah (s.a.v.):
- "Bana, birşeyler olmasından (cin veya
şeytan çarpmasından) korkuyorum" dedi. Halaları:
- Allah, seni asla
şeytanla denemez. Sende, iyi hasletler var. Gördüğün şey nedir? dediler.
Rasûlüllah (s.a.v.):
- Putlardan birine
yaklaşır yaklaşmaz karşıma uzun boylu beyaz bir adam çıkıp: "Geri çekil
Muhammedi Ona dokunma diye bağırıyor", dedi. [160]
Ummu Eymen: Onların
bayramına gider gitmez ona (s.a.v.) bildirildi, dedi.
165)
Muhammed tbn Aînr'ın şeyhleri şunu söylediler: Rasûlüllah (s.a.v.) Bahîra'ya:
Bana, Lât ve Uzza'ya yemin ederek sorma. Vallahi, on-lardannefret ettiğim kadar
hiçbir şeyden nefret etmedim" demiştir. [161]
166) Ahmed
Ibn Hanbel şöyle rivayet etmiştir. Rasûlüllah (s.a.v.) kavminin dini üzereydi
diyen kötü söz söylemiş olur. O, dikili taşlar a-dına kesilenleri yemeyen
birisi değil miydi?
167)
Ebu'1-Vefa Ali İbn Akü şöyle demiştir: Rasûlüllah (s.a.v.), peygamberlik
gelmeden ve kendisene vahiy inmeden önce, ona göre İbrahim'in şeriatinden
olması uygun olanları yaşıyordu.
Peygamberlik gelmeden
önce, kendinden öncekinin şeriatiyle mi ibadet ediyordu?
Bu konuda iki rivayet
vardır:
Birincisi: O,
kendisine vahyedilmek yoluyla, onların cihetlerinden, onların ilimleriyle ve
onların indirilmiş kitaplarıyla değil, kendisine vahiy gelmesi şekliyle
kendinden önceki sahih şeriatlerle ibadet ediyordu. Ebu'l-Hasen et-Temîmî bu
görüşü tercih etmiştir. Bu, Ebu Hanife taraftarlarının da görüşüdür.
İkincisi: O, kendi
şeriatinde kendisine vahyedilenin dışında hiçbir şeriatle ibadet etmiyordu. Bu
da, Mutezile ve Eşariyye'nin görüşüdür.
Şafii taraftarlarının
da iki görüşü vardır: Onun kendinden öncekinin şeriatiyle ibadet ettiğini
söyleyenler şunda ihtilâf etmişlerdi: Hangi şeriatle' ibadet ediyordu.
Bazıları: Özellikle İbrahim'in şeriatiyle demektedir ve Şafii de bu
görüştedir.
Onlardan bir kısmı, onun
bizim şeriatimizde kaldırılanı hariç Musa'nın şeriatiyle ibadet ettiği
görüşündedirler.
Ahmed İbn Hanbel'in
sözünden anlaşılanda şudur: O, kendinden önceki peygamberin şeriatinde
neshedildiği sabit olmayan sahih her şeyle ibadet ediyordu. Yüce Allah'ın şu
sözü buna delâlet eder: "İşte o Peygamberler Allah'ın hidayet ettiği
kimselerdir. Sen de onların yoluna uy." [162]
İbn Kuteybe: Araplar
daima İsmail'in dininin kalıntıları üzerin-deydiler.
Bu kalıntılardan
bazıları şunlardır: Beyti haccetmek, sünnet ol-. inak, üç defa olduğunda
talakın düşmesi (boşanmanın gerçekleşmesi), bir ve iki defa boşamada, kocanın
ricat (dönme) hakkı olması. Bir kişinin diyetinin yüz deve olması, cünüplükten
dolayı gusül abdesti almak, kan akrabalığı ve evlilik yoluyla meydana gelen akrabalık
sebebiyle mahrem olanlarla evlenmenin haram kılınması.
Rasûlüllah (s.a.v.),
Hz. İsmail'in dinindekiler gibi Allah'a iman e-diyor, sünnet olma, gusletme ve
haccetme konusunda onların esaslarıyla amel ediyordu.
Allah Teâlâ "Sen
kitap nedir, iman nedir, bilmezdin" [163]
sözüyle: Sen İslâm'ın esaslarını bilmezdin manasını kasdetmektedir. Bununla
Allah'ı ikrar demek olan imanı kasdetmemiştir. Çünkü müşrik olarak ölen ataları
Allah'a iman ediyorlar, müşrik olmalarına rağmen onun için haccediyorlardı. [164]
168)
Abdullah İbnu'z-Zubeyr; Ubeyd İbn Umeyr'e Rasûlüllah'ın (s.a.v.) Peygamber
olarak gönderilmesi konusunda bir soru sordu. O da şöyle cevap verdi: Sana
Rasûlüllah'm ashabından ve zevcelerinden anlatıyorum, Rasûlüllah (s.a.v.)
yirmi yaşlarındayken amcası Ebu Talib'e şöyle diyerek yakındı:
- "Amca! Bir kaç
geceden beri, yanıma, iki arkadaşıyla birlikte birisi geliyor. Bana bakıp
birbirlerine: Bu, odur. Fakat daha davet zamanına erişmedi. Eğer senin görüşün onlardan susan birinin
görüşü gibiyse, bu durum beni korkutuyor." Ebu Talib:
- Yeğenim! Korkulacak
birşey yok. Herhalde sen rüya gördün, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) tekrar Ebu
Talib'in yanına gelip:
- "Amca! Sana
anlatmış olduğum adam beni yakalayıp elini karnımın içine soktu. Hatta şu anda
bile onun elinin soğukluğunu hissediyorum" dedi.
Amcası onu, Mekke'de
doktorluk yapan ehli kitaptan birisine götürdü. Yeğeninin başından geçenleri
ona anlattı ve: Bunu iyileştir, dedi.
Doktor onu yatırdı,
kaldırdı, ayaklarını kontrol etti, iki omzunun arasına baktı ve şöyle dedi:
Abdulmenaf in oğlu! Senin bu oğlun, tertemiz ve sağlamdır. Onda, hayır
alâmetleri vardır. Yahudiler bunu ele geçirirlerse, Öldürürler. Bunun
gördükleri, şeytan değil, fakat peygamberlik için kalpleri araştıran
meleklerdendir.
Döndükten sonra
Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir süre hiçbir şey hissetmedim. Sonunda rüyamda
bir adam gördüm. Elini omuzlarımın üzerine koydu. Sonra elini sokup kalbimi
çıkardı. Sonra şöyle dedi: Temiz bir bedende temiz bir kalp. Onu tekrar yerine
koydu ve ben de uyandım" dedi.
Daha sonra şöyle dedi:
"Uyurken, rüyamda, içinde bulunduğum evin tavanının tahtasını söktüm,
gümüş bir merdiven getirdim. O merdivenden benim yanıma iki adam indi. Birisi
bir tarafıma, diğeri de öbür tarafıma oturdu. Yandan kaburga kemiğimi açtı.
Kalbimi çıkardı ve: Kalbi ne iyi kalp, salih bir adamın ve tebliğ edici bir
peygamberin kalbi, dedikten sonra kalbimle kaburga kemiğimi tekrar yerine
koydular. Sonra merdivenden yukarı çıktılar. Uyandığımda tavan eski halindeydi.
Hadi-ce'ye yakındığımda: Allah sana hayırdan başkasını yapmaz, dedi." [165]
169) Ebu
Hureyre, Rasûlüîlah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
- "Koyun gütmeyen
hiçbir peygamber yoktur." Ashab:
- Sen de mi güttün?
diye sorunca:
- "Evet.
Kararit'ta Mekke'lilerin koyunlarını güderdim" diye cevap vermiştir. [166]
Suveyd îbn Saîd: Kırat
karşılığında her koyunu güderdim manasına gelir, demiştir.
îbrahim el-Harbî:
Kararit, bir yer adıdır. Bununla gümüş kıratları kasdetmemiştir.
îbn Akıl de şöyle demiştir:
Çobanın idare etmek için halka karşı müsamahakâr ve rahat olması gerektiğine ve
peygamberlerde milletleri ıslaha müsait olduklarına göre, bu onlar hakkında
güzel birşeydir. [167]
170)
Rasûlüllah'a (s.a.v.), îslâm gelmeden önce es-Saib onun ticarî ortağıydı.
Mekke'nin fethi günü,
Rasûlüllah'm (s.a.v.) yanma geldi. Peygamber (s.a.v.):
- "Merhaba
kardeşime ve ortağıma! Sen, ne fitne ve fesat yollarına sapar, ne de boş yere
münakaşa ederdin" demiştir. [168]
171) Ya'la
îbnMunye'nin kızkardeşiNefîse Bint Munye anlatmıştır:
Rasûlüllah (s.a.v.)
yirmibeş yaşma gelince, Ebu Talib ona: Ben malı olmayan bir adamım. Zamanın,
üzerimize çöken sıkıntısı son noktaya ulaştı. îşte, kavminin ticaret kervanı,
Şam'a gitmeye hazırlanmış bulunuyor. Hadîce Bint Huveylid, mallarının başında
kavminden bazı adamlar gönderecek. Gidip dileğini ona arzedecek olursan, seni
mutlaka kabul eder.
Hadice, Ebu Talib'le
yeğeni arasında geçen konuşmayı duyduğunda, bu hususta ona haber gönderip:
Sana, kavminden hiç kimseye vermediğim ücretin iki katını vereceğim, dedi.
Ebu Talib: Bu, Allah'ın
sana gönderdiği bir rızıktır, dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.),
Hatice'nin kölesi Meysere'yle birlikte yola çıktı. Rasûlüllah'm amcaları,
kervandakilere, onunla ilgilenmelerini tavsiye ettiler.
Nihayet onlar Şam
topraklarındaki Busra'ya vardılar. Rasû-lüllah'la Meysere bir ağacın gölgesine
indiler. Rahip Nastura:
- Şimdiye kadar, bu ağacın altına, Peygamberden
başkası inmemiştir, dedi. Meysere'ye: Onun gözlerinde hiç gitmeyen bir
kırmızılık var mı? diye sordu. Meysere:
- Evet, dedi. Rahip
Nastura:
- Bu bir peygamberdir.
O, peygamberlerin sonuncusudur, dedi.
Daha sonra mallarını
sattı. Rasûlüllah'm (s.a.v.) alış-veriş yaptığı adamla aralarında anlaşmazlık
çıktı. Adam ona: Lât ve Uzza adına yemin et dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.):
"Ben, şimdiye kadar onlar adına hiç yemin etmedim. Onların'yanından da
yüzümü çevirerek geçerim" dedi.
Adam: "Doğrusu
senin söylediğin sözdür, dedi. Daha sonra Meysere'ye: Vallahi, bu zat
Peygamberdir. Bizim alimlerimiz kitaplarında onun vasıflarını buluyorlar, dedi.
Meysere, öğle sıcağının
arttığı zamanlarda, Rasûlüllah'ı iki meleğin, güneşten gölgelediklerini gördü
ve bunların hepsini aklında tuttu.
Mallarını sattılar ve
daha önceki satışlarından bir kat daha fazla kazandılar.
Rasûlüllah (s.a.v.)
öğlenin en sıcak saatinde Mekke'ye girdi. Hadice oturdukları evin üst
katmdaydı. Devesinin üzerindeki Rasûlüllah'a (s.a.v.) iki meleğin gölge
yaptıkların gördü. Onu kadın, arkadaşlarınada gösterdi. Hepsi de hayret içinde
kaldılar.
Peygamber (s.a.v.),
Hazreti Hadice'nin yanma gitti. Malların satışından ne kazandıklarını ona
haber verdi. Hadice buna sevindi.
Meysere Hz. Hadice'nin
yanma gelince gördüklerini ona anlattı ve: Şam'dan çıkışımızdan itibaren onu
seyrettim dedi. Ayrıca Rahip Nastura1 mn ve alış-veriş yaparken münakaşa
yaptığı kimseye söylediklerini de Hadice'ye anlattı. [169]
172) Nefise
Bint Munye anlatmaktadır:
Rasûlüllah (s.a.v.)
Şam dönüşünde, Hadîce, evinin en üst katm-dayken Mekke'ye girdi. Ona gölge
yapan iki meleği gördü. O, sağlam karekterli bir kadındı, Hadîce, o sırada,
Kureyş kadınlarının soyca en üstünü, onların en zenginiydi. Kavminin her erkeği
elinden gelse onunla evlenmek isterdi. Kavminin erkekleri ona dünür olmuşlar ve
onun, uğrunda mallarını sarfetmişlerdi.
Muhammed, Şam'dan
döndükten sonra (kendisiyle evlenip evlenmeyeceğini) anlamak için beni ona
gönderdi. Ben:
- Muhammed! Seni,
evlenmekten alakoyan nedir? diye sordum.
- "Elimde
evlenecek param yok" dedi. Ben:
- Madem öyle, sen
güzelliğe, mala, şerefe ve denkliğe davet olunsan icabet etmez misin? dedim.
Peygamber:
- Kim bu kadın? dedi.
- Hadîce, dedim
- Peki, bu, benim için
nasıl olabilir? dedi. Ben:
- Orası benim üzerime
vazifedir, dedim. Peygamber:
- O halde ben de
dediğini yapmağa, hazırım, dedi.
Gidip durumu Hadice'ye
haber verdim. Şu saatte gel diye Rasûlüllah'a (s.a.v.) haber gönderdim.
Hadice'nin amcası Amr İbn Esed'e de onun nikâhım kıyması için haber gönderdim.
Amr Ibn Esed geldi.
Rasûlüllah (s.a.v.) amcalarının arasında olduğu halde gerdeğe girdi.
Rasûlüllah Hadice'yle kendisi yirmibeş, Ha-dice'de kırk yaşındayken
evlendi. 3
Hadice'yi babasının
evlendirdiği rivayet edilmiştir. Bu doğru değildir. Çünkü Hadice'nin babası
Ficar'dan önce ölmüştü.
Ebu'l-Huseyn İbn
Faris, Ebu Talib'in o gün şöyle bir konuşma yaptığını söylemiştir:
Bizi, îbrahim'in
zürriyetinden, İsmail'in neslinden, Maadd'in madeninden ve Mudar'ın aslından
yaratan Allah'a hamdolsun! O, bizi Beyt'inin bakıcısı, Harem'inin idarecisi
yaptı. Bize haccedilecek bir Beyt ve içinde emniyet ve huzur duyulacak bir
Harem verdi. Bizi, böylece, halkın idarecileri yaptı.
Bu yeğenim Muhammed
İbn Abdullah'la kim tartılsa Muhammed ona üstün gelir. Malı az olsa da, mal
nedir ki? Mal, geçici bir gölgedir. Eğreti birşeydir. Muhammed, akrabalık
(soyluluk) derecesini bildiğiniz kimsedir. O, şimdi kızınız Hadice Bint
Huveylid'le evlenmeyi arzu etmektedir. Ona, benim malımdan şu kadar mehir
vermiştir.
Vallahi, bundan sonra
onun büyük bir haberi ve çok önemli bir durumu olacaktır.
Böylece Rasûlüllah
(s.a.v.) Hadice'yle evlendi.
Hadice'nin Varaka İbn
Nevfel'le adı çıkmıştı. Fakat aralarında nikâh akdedilmemişti. Daha önce onunla
Ebu Hale evlenmişti. Onun adı Hind'di. Onun Malik Îbnu'n-Nebbaş olduğu da
söylenmiştir. Hadice'nin Ebu Hale'den Hind ve Hale adında iki erkek çocuğu
olmuştur. Hadice, Ebu Hale'den sonra Atık îbn Aiz el-Mahzumi'yle evlenmiş
ondanda Hind isimli bir kız çocuğu olmuştur.
Bazıları Atık, Ebu Hale'den
öncedir der. Daha sonra da onunla Rasûlüllah (s.a.v.) evlenmiştir.
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) îbrahim hariç bütün çocukları Hz. Hadîce'dendir. [170]
Beyt'in ilk yapılışı
şöyledir: Allah Teâlâ Beyt-i Mamur'u indirdi. Onu Kabe'nin yerine koydu. O,
kırmızı yakuttu. Daha sonra yükseltildi. Adem, onun yerine Beyt'i bina etti.
Daha sonra onu Adem'in çocukları çamur ve taşla yaptılar. Nuh (a.s.), zamanında
su altında kaldı. Onun yeri Halil (İbrahim) yapıncaya kadar sellerin ulaşamadığı
bir tepe olarak kaldı. Ondan'sonra Amalika yaptı. Arkasından onu Curhum yaptı.
Sonra da Kureyş yaptı.
173) Talha
şöyle anlattı: îlk yıkılışında Beyt'te üzerine yazı yazılmış bir taş bulundu.
Bir adam çağırıldı. Adem taştaki yazıyı okudu Şunlar yazılıydı: Sevgili, şanı
yüce, sebatkâr, hakikati delille isbat eden seçkin kulun. O, Mekke'de doğacak,
Taybe'ye hicret edecek. Eğri olan milleti düzgün hale getirmedikçe O gitmez. O,
Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet edecek. Onun ümmeti çok hamdedenlerdir.
Onlar, her tepede Allah Teâlâ'ya hamdederler. Bellerine izar sararlar. Kol ve
bacaklarını temizlerler (abdest alırlar).
Rasûlüllah (s.a.v.)
otuzbeş yaşma erişince, Kureyş Kabe'yi yıkıp yeniden yaptı. Çünkü seller
yüzünden tahrib olmuştu.
Rasûlüllah (s.a.v.) da
onlarla birl^te taş taşımıştı. Duvarlar örülüp Hacer-i Esved'in konulacağı
yere ulaşıldığında, Kureyş kalibeleri a-rasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile
onu biz koyacağız diyordu. Nihayet çarpışma için hazırlık yaptılar. Abduddar
oğulları, ortaya içi kan dolu bir çanak getirdiler. Ellerini, içi kan dolu
çanağa hatırdılar. Ölünceye kadar çarpışmak üzere andlaştılar. Bundan dolayı
onlara "Kan yalayıcıları" adı verildi.
Kureyşliler birkaç
gece bu halde kaldıktan sonra oturup aralarında konuştular. Kureyş'in başı
olarak Ebu Umeyye İbnu'l-Muğire: Bu mescidin kapısından ilk girecek olanı,
aranızda hakem yapın, dedi.
İçeriye ilk giren
Rasûlüllah (s.a.v.) oldu.
O'nu görünce: işte bu
el-Emîn, razıyız ona, dediler.
Rasûlüllah (s.a.v.)
yanlarına gelince, meseleyi ona anlattılar. O da: "Bir örtü getirin"
dedi. Örtü getirildi. Hacer-i Esved'i alıp eliyle örtünün içine koydu. Sonra:
"Her kalibe, örtünün birer ucundan tutsun ve hep birden, onu, yukarı doğru
kaldırın" dedi. [171]
Hacer-i Esved'in konulacağı yerin hizasına geldiklerinde, onu eliyle
yerleştirip üzerine duvar örmeğe devam etti.
Peygamberlik gelmeden
önce Rasûlüllah'a (s.a.v.) el-Emîn adını vermişlerdi. [172]
[1] Bu hadis şu kaynaklarda geçmektedir. Hakim, Mustedrek
11/418, 600; Taberanî, Mucemu'l-Kebîr, XVIII/253; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve,
I/83; Ibn Asakir, Tarihu Dimeşk, I/38. Bunların hepsinde şu lafızla geçmiştir.
"Ben, Adem daha balçık halindeyken, Ummu'l-Kitab'da Abdullah ve
Haternu'l-Enbiyaydım."
Yukarıdaki metinde
geçen lafzın kaynaklan şunlardır: Beyhakî, Delaüun-Nubuvve, I/ 81. Ibn Hibban,
Sahih, 2093 (Mevaridu'z-Zaman); İmam Ahmed, Musned, İV/127, 128.
Hakim, Mustedrek'te
(II600) şöyle demiştir "Bunun isnadı sahihtir" Zehebı de böyle söylemiştir
Heysemî bu hadisi,
Mecmau'z-Zevaid'de (VIH/223) zikredip şöyle demiştir. "Bunu Ahmed,
Taberani ve Bezzar rivayet-etmiştir. İmam Ahmed'ın senedlerinden birindeki
raviler, Sa-hih'in ravileridır. Ancak Saıd ibn Suveyd müstesna İbn Hibban onu
sika -güvenilir-saymıştır."
Zebıdî de bunu ithafu's-Sadetı'l-Muttakîn'de (VI1/144) rivayet etmiştir.
İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye (11/321) de, Taberı Tefsır'ınde (I/435),
Bağavî, Şerhu's-Sunne'de (Xlll/ 207), Tebrizi, Mişkatu'l-Mesabih'de (s. 5759),
İbn Kesir, tefsirinde (I/268.VI/425), Suyutî, Durru'l-Mensur'da (329. hadiste),
Sehavi, Makasıdu'l-Hasene'de (s, 737), Aclunî, Keşfu'l-Hafa'da (s, 2017), Karı,
Esraru'l-Merfu'a'da (s. 352), Zerkeşi, Tezkiresinde (babu'l-fezaili, 16.
hadiste) ve Hindi, Kenzu'l-Ummal'de (s. 3196 ve 32114) zikretmişlerdir.
[2] Bu hadisin rivayet edildiği kaynaklar şunlardır:
Tırmİzî, Sünen, 3609; imam Ahmed, Musned, V/59; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve,
1/85, H/129, Hakim, Müsîedrek, H/608, 609 Hakim şöyle demiştir: "Bu,
Buharı ile Müslim'in rivayet etmedikleri, isnadı sahih bir hadistir."
Zehebi de aynı şeyi söylemiştir. Yine Ebu Nuaym, Hılyetu'l-Evlıya (lX/53);
Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, (Vlll/223); Suyutî, Durru'l-Mensur'da (V/184);
Aclunî, Keşfu11-Hatada (11/187) ve Suyutî ayrıca Menahılu'z-Za'f'da, (S. 28)
rivayet etmiştir.
[3] 2 nolu dipnota bakınız.
[4] Bakınız- Tarihu't-Taberi, 1/160.
[5] Bekke: Mekke-i Mükerreme.
[6] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 17-19.
[7] 9 nolu hadis şu kaynaklarda geçmektedir: İbn Asakir,
Tarih, 1/349, İbnu'l-Cevzi kendisi de el-Mevzuat'ta (1/281) rivayet etmiş ve
şöyle demiştir: "Bu hadis uydurmadır. Bunu bazı hikayeciler
uydurmuşlardır. Hennad'a güvenilmez. Belki bu hadis onun şeyhinin uydurmasıdır
veya onun şeyhinin şeyhi Ali'nin uydurmasıdır. Ali İbn Asım onun hakkında Yezid
İbn Harun'un yalancı olduğu bizim malumumuzdur. Yahya şöyle demiştir: İşe
yaramaz, müta-ahhirin onu itham etmekte haklıdır. El-Abbas'ın güvenilirliğinde
ihtilaf yoktur." Suyutî, el-Leali'l-Masnua'da (1/264) rivayet etmiş ve
şöyle demiştir: "Derim ki: Mizan'da şöyle dedi: Ali ibn Muhammed İbn
Bekran, Hennad en-Nesefi'nin bir şeyhidir. O, bozuk bir haber getirmiş, asılsız
olarak güzel göstermişti.-. Halilî şöyle demiştir: Halef çok zayıftır. Bilinmeyen
bazı metinleri rivayet etmiştir. Allahu a'lem." Hindi, Kenzu'l-Ummal'de
(35489), İbn Kesir de el-Bidaye ve'n-Nİhaye'de (U/8) rivayet etmiştir.
Abdurrahman
İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi:19-20.
[8] Bakara Suresi, 129.
[9] İbn Hişam, Siretu'n-Nebevİyye'nin tahkikinin
mukaddimesi, tahkik: Mustafa es-Saka ibrahim el-Ebyari ve Abdulhafız Şelebi,
I/5, 6, 7, 8 Mısır el-Halebi baskısı 1955 miladi (biraz tasarruf ederek).
[10] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 21.
[11] A'raf Suresi, 157.
[12] A'raf Suresi, 157.
[13] A'raf Suresi, 157.
[14] A'raf Suresi, 157.
[15] islam öncesi arapların batıl inanç ve adetlerinden
biri de bazı sebep ve bahanelerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri,
onları putlar adına serbest bırakmalarıydı. Bu cümleden olarak beş kere doğuran
ve beşinci yavrusu dişi olan deveye "bahira" denir, kulağı çentilir,
sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put namına serbest bırakılan ve sütünden
yalnızca misafirlerin faydalandığı develere "şaibe" denirdi. Bîri
erkek diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye "vasile"
erkek yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesli döl-leyen erkek deveye
"ham" denir, o da serbest bırakılırdı. (Mütercimin notu).
[16] A'raf Suresi, 157.
[17] A'raf Suresi, 157.
[18] A'raf Suresi, 157.
[19] Al-i İmran Suresi, 81.
[20] Al-i İmran Suresi, 81.
[21] Ahzab Suresi, 45.
[22] Buharı bu hadisi Sahihinde 48. surenin tefsiri,
kitabu'l-buyu, 50. babta rivayet etmiştir. Yine İmam Ahmed, Musned, 11/174,
448; VI/236, 246 da rivayet etmiştir. Tırmizİ de 'bu hadisin bir kısmı nı,
Sünen, kitabu'l-birr, 69. babta rivayet etmiştir. Darımi, Sünen, mukaddime 2.
babta, Bey haki, Delailu'n-Nubuvve, I/375 de rivayet etmiştir.
[23] Feth Suresi, 8.
[24] Bu haber, İbn Sa'd'in Tabakat'ında birçok tarikten nakledilmiştir.
1/360; Beyhakî, Delaiiu'n-Nubuvve, 1/376
[25] Bu hadisi Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübuvve'de rivayet edip
şöyle dedi: "Bu hadis, Süheyl'in garib hadislerinden biridir. Bu vecihten
hariç, hadisi merfru olarak rivayet eden hiç kimseyi bilmiyorum. Er-Rubi
İbnu'n-Nu'man bu hadisi ve Süheyl'in diğer hadislerini rivayet eden tek
kişidir. O, zayıftır."
Bu hadisi Suyuti de Ed-Dürru'l-Mensur'da rivayet etmiştir.
[26] A'raf Suresi, 144-145
[27] A'raf Suresi, 159
[28] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübuvve, 1/18, no: 40
[29] Ebu Nuaym, Delailü'n-Nübuvve, 1/18; İbn Kesir, el-
Bidaye ve'n-Nihaye, U/297
[30] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübuvve, 1/18
[31] Bakara Suresi, 89.
[32] Bakara Suresi, 89.
[33] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 1/20. Orada daha
uzundur.
[34] Ahmed İbn Hanbel, Musned, İÜ/468; İbn Hişam, es-Sire,
1/231; Beyhak', Delai-u n Nubuvve, H/78; Salihi, Sıretu'ş-Şamiyye, 1/135,
Buhari'ninTarih'te, Hakim'inMustedrek'te nvayet ettiğini belirtmiştir,
[35] Ahmed İbn Hanbel, Musned, 1/416; Beyhaki,
Delailu'n-Nubuvve, VII/273; İbn A-sakir, Tarih, I/342; İbn Kesir,
el-Bıdayeve'n-Nıhaye, VI/20; Heysemî, Mecrnau'z-Zevaid Vlll/ 231.
[36] Maverdİ, A'lamu'n-Nubuvve.
[37] ibn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/1; ibn Asakir, Tarih,
I/352; Suyutî, Durru'l-Mensur, 111/133.
[38] Tefsiru't-Taberi, I/334.
[39] Bakara Suresi, 97.
[40] Beyhakî, DelailıTn-Nubuvve, 11/116; el-iktifa, I/244;
Sebilu'r-Reşad, 1/135, 136.
[41] Bakara Suresi, 89. Bu haber, İbn Hişam,
Siretu'n-Nebeviyye, 1/211 de geçmektedir.
[42] İbn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, 1/214.
[43] İbn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, 1/214,222. Haber daha
uzun olarak rivayet edilmiştir.
[44] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 18; Buhari,
Tarıhu'l-Kebır, 1/179; Beyhakî, Dela-ilu'n-Nubuvve, I/384.
[45] Ebu Nuayrn, Delaılu'n-Nubuvve, 39; Beyhaki,
Delailu'n-Nubuvve, 11/533, ibn Hi-şam, Siretu'n-Nebevıyye, H/140, 141.
[46] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/183; Tarihu ibn Asakir,
IH/245; X/87; İbn Kesir, el-Bidayeve'n-Nihaye, IH/237; İV/36; Ebu Nuaym,
Delailu'n-Nubuvve 1/11.
[47] Kehf Suresi, 23, 24.
[48] Buharı, Sahih, kitabu'l-i'tisam, babu mayukrehumin
kesrati's-sual, hadis no: 7297; Müslim, Sahih, kitabu sıfati'l-munafikin, babu
r.uali'l-yehudi'n-nebiyye anir-ruhi, hadis: 32; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve,
11/270, 271; İbn Hışam, SıretuYı-Nebeviyye, 1/321, 323.
[49] Daha uzun olarak Ebu Nuaym, Delaıİu'n-Nubuvve, s. 211,
212; Amr ibn Abe-se'nin müslüman oluşunu Ebu Umame'den birçok kışı rivayet
etmiştir. Müslim, Şeddad ibn Ammar'la, Yahya İbn Ebi Kesir'in hadisinden Ebu
Umame'den rivayet etmiştir. Bkz: Müslim, Sahih, kitabu salati'l-musafirin ve
kısarına, babı islamı Amr İbn Abese, hadis no:
294; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/168, 169.
[50] Al-i Imran Suresi, 61.
[51] Al-İ İmran Suresi, 106.
[52] İhtiba: Elbiseye sarınıp bürünmek, tülbent ve kemer
gibi şeylerle sırtı ve dizleri sarıp toplamak suretiyle oturmaktır. Bu,
ellerini dizlerinin üzerine bağlamak suretiyle de olur. (Mütercimin notu).
[53] Ebu Nuaym, Delaılü’n-Nubuvve
[54] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 21-46.
[55] Buharî, Sahih, kitabu't-teyemmun, 1; es-Sala, 56;
el-cıhad, 122; ta'birür-rüya,11, 22; el-İtisam bi's-Sünne, 1; Müslim, Sahih,
kitabu'l-mesacid, 3, 5, 6, 7, 8; Tirmizİ, Sünen, kı-tabu's-siyer, 5; Nesai,
Sünen, kitabu'l-gasl, 26; el-Cihad 1; Darımi, Sünen, kıtabu's-sala; 111;
es-sıyer, 28; İmam Ahmed, Musned, 1/301; H/222,264, 268,314,396, 412, 455, 510;
III/304; IV/416;V/162, 248, 256.
[56] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 47-51.
[57] Maıde Suresi, 41.
[58] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 51-52.
[59] Hac Suresi, 27-28.
[60] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 53-55.
[61] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 55.
[62] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 55.
[63] A'raf Suresi, 157.
[64] Al-ı İmran Suresi, 70.
[65] Bakara Suresi, 146.
[66] Ra'd Suresi, 43.
[67] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 56-57.
[68] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 57-58.
[69] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 58-60.
[70] İbn Hişam, Siretu'n-Nebevıyye; Beyhaki,
Delailu'n-Nubuvve, 1/179, 80. Rasulul-lah'ın insanlığın babası Adem'e kadar
nesebi (soyu).
Rasulullah'ın (s.a.v.)
soyunun daha öteye geçmeden Adnan'a kadar sayılması uygundur. Hatta İbn
Abbas'ın Adnan'a varınca, iki veya üç defa "soy bilginleri yalan
söylediler" dediği rivayet edilmiştir.
Ayrıca İmam Malik ve bazı alimler, kişinin nesebinin (soyunun) Adem'e
kadar çıkarılmasını kerih görmüşlerdir.
[71] Tarihu't-Taberi, II/272; Hafız İbn Kesir, el-Bidaye
ve'n-Nihaye, JI/194; Suheyli, Ravdu'l-Unf, I/8; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve,
1/177, 178.
Delailu'n-Nubuvve ve
başkalarında metni şöyledir: "A'rak'ın oğlu, Yera'nın oğlu, Zend'in oğlu,
Uded'in oğlu, Adnan'ın oğlu Maad."
İbnu'l-Cevzi onu burada lafız yönünden muzdarıb olarak rivayet etmiştir.
[72] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 60-61.
[73] Müslim, Sahih, kitabu'l-fezail, babu fazli
nesebi'n-nebiyy (s.a.v.), hadis no: 1; Tir-mizî, Sünen, kitabu'l-menakıb,
V/583. Tirmİzi hadis hakkında şöyle demiştir. "Bu hasen sahih bir
hadistir." imam Ahmed, Musned, İV/107; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/165;
Benzeri: İbn Sa'd, Tabakat, I/2; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/256;
Tarihu'l-Buharİ, I/4; Tarihu'l-Hatib XIII/64; Bağavî, Şerhu's-Sunne, VII/297.
[74] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/167; ibn Ebi Asım,
Sunne, II/632; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, U/257; Tefsir, IH/325; Suyutî,
el-Havi, II/370; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 111/319; Heysemı, Mecmau'z-Zevaid,
VIII/217; Heysemî, Et-Taberani'nin Evsafta rivayet ettiğini ve şunu
söylemiştir. "Bu hadisin ravileri arasında Musa İbn Ubeyde er-Rabezi
vardır. O, zayıftır."
[75] Buharî, Sahih, kitabu'l-menakıb, bab: 23, sıfatun
nebiyyi (s.a.v.); Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/175; İmam Ahmed, Musned,
H/373; Tefsiru İbn Kesir, IH/325.
[76] İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 11. bab, 1/50; Tİrmizî,
Sünen, kitabu'l-menakıb.
[77] Hakim, Mustedrek, III/247; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve,
1/168,169; İmam Ahmed, Musned, İV/166, 167; Suyutî, Durru'l-Mensur, IH/295.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 61-62.
[78] Şura Suresi, 23. Hadisin kaynağı: Buharî, Sahih,
kitabul-menakıb ve tefsin sure-tı'ş-Şura; Tirmizî, Sünen, tefsıru
suretı'ş-Şura, V/377, Tırmizı hadis hakkında şöyle demiştir: hasen, sahih;
Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/175.
[79] Şura Suresi, 23.
[80] Tevbe Suresi, 128.
[81] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 62-63.
[82] Tarihu Ibn Asakir, I/349; Suyutî, Durru'l-Mensur,
IH/294, V/98.
[83] Beyhaki Sunenu'l-Kubra, VII/160; Ebu Nuaym,
Delaıİu'n-Nubuvve 1/11; Tarihu Curcan, S. 361; İbn Kesir, el-Bidaye
ve'n-Nıhaye, H/256; Ibn Sa'd, TabakatıTI-Kubra, I/32; Heysemı, Mecmau'z-Zevaıd,
VIII/214; Ibn Hacer, Nasbu'r-Raye, S. 257; el-Hİndî, Kenzu'l-Ummal, 31871,
32016, 32017.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 63.
[84] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 63-64.
[85] Tarihu İbn Asakir, V/48; el-Hındî, Kenzu'l-Ummal, 35,
36; Hatib, muvazzihu ev-hami-cem ve't-tefrık 1/20.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 64-65.
[86] İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nınaye, 11/319,320,351, 353;
Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, S. 67; Camiu'l-Kebir, U/582.
[87] Suyutî, Camiu'l-Kebir, 10025; Heysemî,
Mecmau'z-Zevaıd, VIII/246; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 33666.
Abdurrahman
İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 65-68.
[88] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/106; İbn Sa'd,
Tabakatü'l-Kübra, I/86; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 88, 89; İbn Kesir,
el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/251; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, 1/40.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 68-69.
[89] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/85 ve devamı; İbn Hişam,
Siretu'n-Nebeviyye, 1/ 108 ve devamı.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 69.
[90] Bu haberler uydurmadır. Asılları yoktur. Sahih
hadislere aykırıdır. Bu haberler siyer kitaplarında nakledilmelerine rağmen biz
şüphelendirme esası üzere nakledildikleri görüşündeyiz. Taberİ: Siyecılerın
bunları şüphelendirme esası üzere naklettiklerini söylemiştir. Taberİ,
tarihinde bunu rivayet ederken (11/243) "iddia ettiklerine göre"
demiştir. Bu haberleri ne mantık ne de akıl teyit eder. Hz. Peygamberin soyu,
bu yalan ve asılsız haberlerden uzaktır. Bu haberin bütün rivayetlerinin
çelişkili ve karışık olduğu, metninin muzta-rib, karışık ve senetsiz olduğu
görüşündeyiz. Senedi ne merfudi"- ne de muttasıldır. Bu da onun batıl bir
haber olduğunu göstermektedir. Haberin kaynağı için bakınız: Beyhakİ,
Delaı-lu'n-Nubuvve, 1/102; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, S. 90.
[91] Bir önceki dipnota bakınız.
[92] Bir önceki dipnota bakınız.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi:70-72.
[93] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 72.
[94] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 72-73.
[95] Müslim, Sahih, kıtabu's-sıyam, babu istihbabı siyam
selaseti eyyam min külli şehr, no: 197; İmam
Ahmed, Musned, V/297, 298, 299; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, I/72;
Sü-nenu'l-Kubra, İV/293.
[96] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, I/74; İbn Hişam,
Siretu'n-Nebeviyye, 1/171. Tirmi-zi'nin Sunen'inde geçen bir hadis onu
desteklemektedir. (İV/579); Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 101; Beyhakî,
Delaüu'n-Nubuvve, I/77; İmam Ahmed, Musned, İV/215, Muhammed İbn İshak'ın Kays
İbn Mahreme, onun da babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği şu hadis
"Ben ve Rasulullah (s.a.v.) Fil yılında doğduk." Tirmizi: Bu, ancak
Muhammed ibn İshak'm hadisinden bildiğimiz hasen garib bir hadistir.
[97] Hakim, Mustedrek, IH/486; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve,
1/110; İbn Hışam, Sıre-tu'n-Nebevıyye, 1/171.
[98] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 73-75.
[99] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/49, 51; Ebu Nuaym,
Delailu'n-Nubuvve, S.100, 108; İbn Kesir, el-Bidayeve'n-Nihaye, H/170,
176;Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/115.
[100] Beyhakî, Delaıiu'n-Nubuvve, 1/125; ibn Hişam,
Siretu'n-Nebeviyye, I/59; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 11/174.
[101] Yukardaki dipnota bakınız.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 75-77.
[102] Hakim, Mustedrek'te daha uzun olarak rivayet etmiştir.
11/616, 617; İmam Ahmed, Musned, İV/184; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, H/8.
[103] Beyhakî, Delaıiu'n-Nubuvve, 1/111; Heysemt,
Mecmau'z-Zevaid, Vlll/220. Hey-semî, bu haberi, Taberanı'ye nısbet etmiş ve
şöyle demiştir: "Bu haberin ravileri arasında Abdulazız İbn İmran vardır
ve O, Metruktür."
[104] Tafsilatlı olarak, Beyhakî, Delaıiu'n-Nubuvve, 1/113;
İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, H/264; Tehzibu Tarihi İbn Asakır, I/282.
[105] Bu haber daha önce geçmişti.
[106] İbn Asakir, Tarihu Dimaşk, VI/131, Suyutî,
Menahilu'z-Zaf S. 30; el-Hindî, Ken-zu'MJmmal, 31832, 31907.
[107] İmam-Ahmed, Musned, V/262. Bu haberde az önce
geçmiştir. İbn Sa'd, Taba-katu'l-Kubra 1/103; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye,
N/264,265; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/111, 12; ibn Asakir, Tarih, I/284
(Tehzıb) (Biraz farklı olarak).
[108] Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 1/114; Tarıhu İbn Asakir.
I/282 (tehzib); İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nİhaye, I!'265; Tabakatu İbn Sa'cl,
i/103, Bu rivayetin senedinde, Süleyman İbn Seleme el-Habaın vardır. Bu zat,
metruktür.
[109] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 78-80.
[110] Ebu Nuaym, Deiaılu'n-Nubuvve, I'46: İbn Kesir,
el-Bidaye ve'n-Nıhaye, H/265: Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, VIN/224; el-Hindî,
Kenzu'l-Ummaİ, 31924, 32134; İbnu'l-Cevzı, eMlelu'İ-Mütenahİye, S. 171; Suyutf,
Hasaısu'l-Kubra, 1/132; Zehebî, el-Mizan, ü/172.
[111] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 80.
[112] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/11, 14;Beyhakî,
Delaılu'n-Nubuvve, 1/126,129; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, S. 96, 99; Suyutî,
Hasaisu'l-Kubra, 1/51; Tarihu't-Taberi, İl/ 131, 132; ibn Manzur, Lisanu'l-Arab
111/312; el-Kulai, el-!ktifa, 1/120, 122; Kastalanî, Mevahi-bu'l-Ledunniye
(Zurkani'yle birlikte) 1/121, el-Ezheri şöyle demiştir: Hadis, hasen garibtir.
Bu kıssanın sıhhatten uzak olduğu görüşündeyiz.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 81-83.
[113] Hicr Suresi, 94.
[114] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 83-85.
[115] Buharî, Sahih, kitabu'l-rnenakıb, bab: 17 macae esmai
rasulillah (s.a.v.); Müslim, Sahih, kıtabu'l-fedaıl, babu esmai rasulillah
(s.a.v.) hadis: 124; Tirmizî, Sünen, kitabu'l-edeb, babu macae fi
esmai'n-nebiyyi (s.a.v.), V/135; Daremi, Sünen, kitabu'r-rikak, babu fi
esma-i'n-nebiyyi (s.a.v.), 11/317; Malık, Muvatta', fi esmaı'n-nebiyyı
(s.a.v.), 11/1004; İmam Ahmed, Musned, İV/80, 81, 84; Beyhakî,
Delaılu'n-Nubuvve, 1/152; 153; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, S. 26.
[116] Yukardaki dipnota bakınız.
[117] Müslim,.Sahih, kitabu'î-fedaıl, babu esmaİ'n-nebiyyi,
Delaİlu'n-Nubuvve, 1/156, 157; ed-Dulebİ, İl-kuna ve'l-esmai, I/2; Ebu Nuaym,
Hılyetü'l-Evliya, V/100; Taberani, Mu-cemu's-Sağır, I/80; İbn Ebı Şeybe,
Musannef X!/458; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, i/65; Tefsiru İbn Kesir, V/382;
VI/425; VIII/135.
[118] Yukarıdaki dipnota bakınız.
[119] Suyutî, el-Leali'l-Masnua, i/52; el-Fetteni,
Tezkiraîu'l-Mevzuat, S.89; İbn Hacer, lisanu'l-mizan, i/778; Zehebî,
Mizanu'f-itidal, S.522. Bu, mevzu (uydurma) bir hadistir. Ravi-leri arasında
Ahmed İbn Kinane vardır, ibn Adıyy de şöyle demiştir: Onun rivayet ettiği hadisler
münkerdir.
[120] Abdurrezzak, Musannef, 19788; İbnu'l-Cevzi,
el-Mevzüat; el-llelu'l-Mutenahiye; 1/168; İbn Arrak, Tenzihu'ş-Şeria 11/173;
Fetteni, Tezkiratu'l-Mevzuat S.88; Suyutî, el-leali-masnu'a, I/54; Zehebi,
Mizanu'l-İ'tidal, S. 522.
[121] Beyhakî, Delaİlu'n-Nubuvve (1/160) de bu isimlerden
bazılarım zikretmiştir.
[122] Bunlar: Muhammed İbn Adıyy, Muhammed İbn Yezid ibn
Amr, Muhammed İbn Suîyan İbn Mucaşİ, Muhammed İbn Usame İbn Melik'tir.
[123] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 85-87.
[124] Buharî, Sahih, kitabul menakıb, bab: 20
kunyetu'n-nebi, Cabır'ın rivayet ettiği hadis; kitabu'l-edeb, bab: 106, Hz.
Peygamberin (s.a.v.): "Benim adımı koyun..." hadisi. Müslim, Sahih,
kitabu'l edeb 111/1682; İbn Mace, Sünen, kıtabu'l-edeb, bab: 33 el-cem'u
beyne'smi'n-nebiyyivekünyetıhı;Tirmizî, Sünen, kitabu'l-edeb, V/136; Darimi,
Sünen, II/294; İmam Ahmed, Musned, II/248, 260,270, 392, 457, 461, 470, 491,
499, 519; 111/114,121, 189, 298, 301, 313, 369, 370, 385; Beyhakî,
Sunenu'l-Kubra, IX/308, 309; DeJailu'n-Nubuvve, \! 162, 163; Dulabİ, el-kuna
ve'l esma, I/40; Buharî, Edebu'l-Mufred, S. 836, 837, 839; Ebu Nuaym,
Hılyetu'l-Evliya, 29518; Tarihu'l-Hatıb, 111/127; XI/264; İbn Adiyy, el-Kamil,
1/281; Abdurrezzak, Musannef, 19866.
[125] Yukarıdaki dipnotta geçti.
[126] Ebu Davud, Sünen, 4966; İmam Ahmed, 11/313, 454;
Beyhaki, Sunenu'l-Kubra İV/309; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, VIII/352; Zebîdî,
İthaf, V/389; Tebrızı, Mişkatul-Mesabih; 4770; el-Hındî, Kenzu'l-Ummal, 45997,
45999; Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, VII/48
[127] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 87-88.
[128] Hz. Peygamber'ın emzırıimesiyle ilgili haberler şu
kaynaklarda geçmektedir: İbn Hışam, Sıretu'n-Nebeviyye, 1/173; Beyhakî,
Delaılu'n-Nubuvve, 1/131 ve devamı.
[129] Buhari, Sahih, VII/14; Müslim, Sahih, kıtabu'r-nda 11,
12, 15; Ebu Davud, Sünen, 2056; Nesaı, Sünen, VI/96, 99, 100; İmam Ahmed,
Musned, 11/291, 309; Beyhaki, Su-nenu'l-Kubra, VII/75, 452, 453; Ebu Nuaym,
Hılyetu'l-Evlıya, İV/366; İbn Ebi Şeybe, el-Musannef İV/288, 289, 290.
[130] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 89.
[131] Ebu Nuaym, Delâilu'n-Nubuvve, s. 111-113; Beyhakî,
Delailu'n-Nubuvve, I/ 133-136; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/173-175; İbn
Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, il/ 273.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 89-92.
[132] Hz. Peygamber'in göğsünün yarılmasıyla ilgili
haberlerin geçtiği yerler: Müslim, Sahih, kitabu'l-iman, babu'l-İsra
bi-Rasûlillah (s.a.v.), 261; İmam Ahmed,
Musned, 111/149; Beyhakî Delâilu'n-Nubuvve, II/5-7; Hakim, Müstedrek, 11/616,
617.
[133] Bakınız: 107 Dipnot.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 92-96.
[134] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 96-97.
[135] Bak: Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/188.
[136] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/73.
[137] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/74; Beyhakî,
Delailu'n-Nubuvve, 1/189; Zebîdî, el-lthaf, VI/300, X/351,352; Müslim, Sahih,
kitabu'l-cenaiz, bab: 36 muhtasar olarak yakında gelecek.
[138] Müslim, Sahih, kitabu'l-cenaiz, bab: 36; Nesaî, Sünen,
kitabu'l-cenaiz, babu zi-yarati'l-kubur, İV/90; İbn Mace, Sünen,
kitabu'l-cenaiz, babu ma cae fi ziyarati kuburi'l-müşrikîn, hadis: 1572;
Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, 1/190.
[139] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/189; Tef sim İbn Kesir,
VH/378; Suyutî, Durru'l-Mensur,lll/284.
[140] Tevbe Suresi, 113.
[141] Berî: Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti
bulunmayan adam.
[142] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 99-100.
[143] Bakınız: Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, H/20, 21,22.
[144] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 100-101.
[145] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/15-19; Ibn Sa'd,
Tabakatü'l-Kübra, I/90; Maverdi, Alamu'n-Nubuvve.
[146] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 101-102.
[147] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/9-14; Ebu Nuaym,
Delaİlu'n-Nubuvve, s. 52-60; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/330; el-Kulaî,
el-lktıfa.
[148] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 102-108.
[149] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 1/51.
[150] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 108-110.
[151] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 110.
[152] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, il/26, 27, 28, 29.
[153] Tirmizî, Sünen, kitabu'l-menakıb, babu ma cae îî bed'İ
nubuvveti'n-nebiyyi (s.a.v.) hadis: 3620. Tırmızî şöyle demiştir: "Bu,
hasen garîb bir hadistir. Onu sadece bu ve-cihten biliyoruz."
Beyhakî,
Delaİlu'n-Nubuvve, M/24, 25, 26. Şöyle demiştir: Kıssa mağazi ehlince
meşhurdur.
Hakim, Mustedrek,
11/615, 616, 617. O da: "Bu, Buhari'yle Müslim'in şartlarına göre
sahihtir. Fakat onlar rivayet etmemişlerdir" demişti'-. Zehebî:
"Bunun mevzu (uydurma) olduğunu zannediyorum. Bir kısmı da batıldır
(asılsızdır}" demiştir. İbn Kesir, el-Bİdaye ve'n-Nİhaye, II/285-286. İbn
Kesîr de, bunu, Beyhakî, Hakim, Tirmizî ve İbn Asakir'e nisbet edip şöyle
demiştir: "Onda garib şeyler vardır ki sahabenin mürsellerindendir. Çünkü
Ebu Musa el-Eş'arî Hayber yılında gelmiştir. İbn İshak'ın onun Mekke'den
Habeşistan'a hicret ettiği görüşüne itibar edilmez. Her değerlendirmeye göre,
mürseldir. Bu olay, Rasûlullah (s.a.v.) oniki yaşındayken olmuştur. Belki Ebu
Musa onu Peygamber'den (s.a.v.) aldı ki bu en uygunudur veya bazı büyük
sahabeden aldı yahut İstifaza yoluyla alındığı zikredilen meşhurdur. Onun
hakkında bulutun bundan daha sahih hadiste zikredilmediği görüşü vardır."
Ebu Nuaym, Delailun-Nubuvve, s. 125; Suyutî, Hasaisu'l-Kubra, I/85; Ibn
Hişam, Si-retu'n-Nebeviyye, 1/203.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 111-114.
[154] İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/290.
[155] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 114-115.
[156] Beyhakî, Sûnenu'l-Kubra, VI/167; Tefsîrü'l-Kurtubî,
VI/33; X/169; İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nıhaye H/291.
[157] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/82.
[158] İmam Ahmed Ibn Hanbel, Musned, 1/190.
[159] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 115-117.
[160] Ebu Nuaym, Detaılu'n-Nubuvve, I/58, 59; Ibn Sa'd,
Tabakatu'l-Kubra, 1/103.
[161] 120 nolu dipnotta kaynağı belirtilmiştir.
[162] En'am Suresi, 90.
[163] Şura Suresi, 52.
[164] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 118-119.
[165] Bu haber doğru değildir. Kastalani buna şu sözüyle
işaret etmiştir: Denildiğine göre, yirmi yaşındayken beşinci defa göğsünün
yarıldığı rivayet edilmiştir. Sabit değildir. Ancak sabit olmaya yakın olarak
zikredilmiştir. (EI-Mevahİb, 1/153) Basılanın dipnotundan. Şakk-ı Sadr (göğsün
yarılması) olayı şuralarda geçmektedir: Tabakatu ibn Sa'd, 1/112; Bey-hakî,
Delâilu'n-Nubuvve, 1/153; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, s. 111; ibn Kesir,
el-Bidaye ve'n-Nihaye, H/275; İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/176; Suyutî,
Hasaısu'l-Kubra, I/54.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 120.
[166] Buharî, Sahih, 111/116; İbn Sa'd, Tabakatul-Kubra,
1/80; İbn Kesir, el-Btdaye ve'n-Nİhaye, M/295; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve,
1/55; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/65; Ibn Mace, Sünen, hadis: 2149.
[167] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 121.
[168] imam Ahmed İbn Hanbel, Musned, IH/425; Taberanî,
Mu'cemu'l-Kebir, VII/165; İbn Ebî Şeybe, Musannef, XIV/505; Heysemî,
Mecmau'z-Zevaid, 1/194.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 121.
[169] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, I/83, 101; Ebu Nuaym,
Delaılu'n-Nubuvve, I/54; Tarıhu İbn Asakır, I/274.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 121-122.
[170] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 123-124.
[171] Tefsîru İbn Kesir, I/263.
[172] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 124-125.