Uhud Savaşı 1

Uhud Savaşı'nda Şehid Olan Müslümanlar. 7

Uhud Savaşı'nda Öldürülen Kureyş Müşrikler. 10

Hamrau'l-Esed Gazvesi 11

Racî' Vak'as. 11

Bi'r-İ Ma'ûne Seriyyesi 12

Beni Nadir Gazvesi 14

Zâtu'r-Rika' Gazvesi 15

Üçüncü Bedir Gazvesi 15

Dûmetu'l-Cendel Gazvesi 16

Hendek Savaşi 16

Benî Kurayza Gazvesi 20

Hendek ve Beni Kurayza Gazvelerinde Şehid Olanlar. 23

Abdullah B. Ebî Atîk'in, Sellâm B. Ebî'l-Hukayk (Ebû Râfio'ı Öldürmek İçin Gönderilmesi 23

Benî Lihyân Gazvesi 24

Zî Kared Gazvesi 25

Benî Mustalik Gazvesi 26

Hudeybiye Gazvesi 28

Hayber Gazvesi 30

Hayber Gazvesi'nde Şehid Olanlar. 32

Hayber Fethinin Ardından Habeşistan'dan Gelenler. 33

Fedek'in Fethi 34

Vadî'l-Kurâ'nın Fethi 34

Kaza Umresi 34

Mûte Savaşı 35

Mûte Savaşı'nda Şehid Olanların Adları 36

Mekke'nin Fethi Gazvesi 36

Rasûlullah (s.a.s.)'In Öldürülmelerini Emrettiği Mekkeliler. 41

 

 

 

 

Uhud Savaşı

 

Rasûlullah (s.a.5.),[1] Behrân Gazvesi dönüşünden sonra, Cemâzryelâ-hır, Receb, Şa'bân ve Ramazan aylarında Medine'de kaldı. Bu arada Kureyş, üçüncü yılın Şevval ayında, Rasûlullah (s.a.s.)'a savaş açtı. Bunun için, müttefikleri olan el-Ehâbîş[2] denilen Arap kabilelerinden, Benî Kinâne ve diğer kabilelerden yardım istediler. Savaştan kaçmamak için ka­dınlarıyla beraber sefere çıkan Kureyşliler, Kanat vadisinin Ayneyn tepe­sinde konakladılar. Burası Medîne karşısındaki vadinin ağzında bulunan, Uhud Dağı yakınlarındaki Sebha içlerinde bir tepenin üstüdür.

O ara Rasûlullah (s.a.s.), rüyasında, kılıcının ağzında gedik açıldığım, bir sığırın boğazlandığını ve elini sağlam bir zırhın içine koyduğunu gör­müştü. Rüyasında gördüğü zırhı, Medîne olarak yorumladı. (Boğazlanmış sığırın), ashabından bir kısmının şehîd olacağına, (kılıcının ağzından ge­dik açılmasını ise) ehl-i beytinden bir adamın şehîd düşeceğine işaret ol­duğunu belirtti.

Dolayısıyla Rasûlullah (s.a.s.), ashabına, Kureyşlilere karşı dışarı çık­mamalarını, Medîne'de savunma savaşı yapmalarını, eğer saldırırlarsa so­kak başlarında şehri savunmalarını işaret buyurdular. Abdullah b. Ubeyy b. Selûl de, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in görüşünü destekledi. Ancak, daha sonra Uhud Savaşı'nda, Allah'ın kendilerine şehâdet bahşettiği bir grup seçkin sahâbi, savaşa çıkılması konusunda Rasûlullah (s.a.s.)'a ısrarda bu­lundular. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), zırhını giymek üzere evi­ne girdi ve bir müddet sonra çıktı. Benî Neccâr'dan Mâlik b. Amr -başka bir rivayete göre Muhriz b. Âmir- adında vefat eden bir adamın cenaze na­mazını kıldı. O gün Cuma günüydü. Bu arada, savaşa çıkılması konusun­da Hz. Peygamber (s.a.s.)'e ısrar edenler yaptıklarından pişmanlık duydu­lar ve Rasûlullah (s.a.s.)'a: "Ey Allah'ın Rasûlu! İsterseniz çıkmayalım, savunma savaşı yapalım'1 dediler. Ancak Rasûlullah (s.a.s.): "Zırhını, gi­yindikten sonra savaşmadıkça çıkarması bir peygambere yaraşmaz." de­di. Daha sonra Rasûlullah (s.a.s.), bin kişilik bir ordu ile Medine'den yola çıktı. Medîne'de kalan Müslümanlara namaz kıldırmak üzere İbn Ümmi Mektûm'u görevlendirdi. Rasûlullah (s.a.s.), Medîne ile Uhud arasında Şavt denilen yere varınca, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl, görüşünün kabul edilmediği gerekçesiyle yaklaşık ordunun üçte birini teşkil eden sayıdaki kişiyle beraber küserek ayrıldı. Câbir'in babası Abdullah b. Amr b. Ha­ram, arkalarından yetişerek onlara Allah'a ve Rasûlü'ne dönmeleri husu­sunda öğütte bulunduysa da kendisine kulak asmadılar; bunun üzerine Ra­sûlullah (s.a.s.)'m yanına yalnız dönmek zorunda kaldı.

Ensâr'dan bazıları, Rasûlullah (s.a.s.)'a, müttefikleri olan Yahudilerden yardım istemesini önerdiler. Ancak, Hz. Peygamber (s.a.s.), gerek Yahudi-ler'den gerekse müşriklerden yardım almaya yanaşmadı.

Rasûlullah (s.a.s.) [Müslümanlarla birlikte], [3] Benî Hârise'nin arazisi­ne girdi ve "Toplanmış bir topluluğa karşı kim çıkıp bize[4] rehberlik eder." dedi. Benî Hârise'den Ebû Hayseme adında biri: "Ben rehberlik ederim ey Allah'ın Rasûlu!" dedi. Benî Hârise'nin sınırları içinden geç­me konusunda onlara rehberlik etti. Bu arada Mirba' b. Kayzî adında, gör­me özürlü münafık birinin arazisinden geçtiler. Bu adam: "Eğer sen ger­çekten Allah' in Rasûlu olsan dahi, arazimden geçmene izin vermiyorum." diyerek, Müslümanların yüzlerine toprak atarak sözü uzatmaya başladı.

Bir grup onu öldürmek için üzerine saldırınca, Rasûlullah (s.a.s.): "Onu öldürmeyin! O hem gözünden hem de kalbinden görme Özürlüdür." dedi, Abduleşhel OğuIIan'ndan Sa'd b. Zeyd, yayiyla vurup Mirba'ın başını yardı.

Rasûlullah (s.a.s.)» yoluna devam etti; Uhud Dağı'na doğru uzanan va­dinin kıyısında bulunan Şi'b denilen yere varınca, [5] Uhud Dağı'ni arkası­na alarak karargâhını kurdu. Arkadaşlarına, emir vermedikçe kimsenin sa­vaşmaması konusunda talimat verdi. Bu esnada Kureyş, Kanât'ta es-Sam-ğa denilen yerdeki ekinlerin içine salınmış deve ve atlarıyla birlikte görü­nüyordu. Bu arada Rasûlullah (s.a.s.), yedi yüz kişilik ordusunu savaş dü­zenine hazırlıyordu. Müşriklerin ise iki yüzü -başka bir rivayette ellisi— atlı olmak üzere toplam üç bin savaşçı oldukları rivayet edilir. Buna kar­şın Müslümanların okçuları elli kişiydi. Rasûlullah (s.a.s.), okçuların başı­na Evs'li[6] Benî Amr b. Avf tan Havvât b. Cübeyr'in kardeşi Abdullah b. Cübeyr (r.a.)'i komutan olarak atadı. O gün Abdullah (r.a.), giymiş olduğu beyaz elbisesiyle [dikkat çekici] [7] idi. Arkadan saldırmamaları için müş­riklerin üzerine ok yağdırmak üzere, Rasûlullah (s.a.s.) Müslüman okçu­ları yerleştirdi; iki zırh üst üste giydi; sancağı, Abduddâr OğuIIan'ndan Mus'âb b. Umeyr'e verdi.

Rasûlullah (s.a.s.), o gün, on beş yaşlarında olan Semûra b. Cundub el-Fezârî ve Benî Hârise'den okçu olan Rafi' b. Hadîc'e savaşma izni ver­di. Ancak Üsâme b. Zeyd, Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb, Benî Mâlik b. en-Neccâr'dan Zeyd b. Sabit ile Amr b. Hazm; Benî Hârise'den Berrâ b. Azib ile Useyd b. Züheyr; Arâbe b. Evs, Zeyd b. Erkâm ve Ebû Sa'îd el-Hudrî'ye, yaşlan küçük olduğundan savaşa çıkmalarına izin vermeye­rek, onları geri çevirdi; fakat bir yıl sonra yapılan Hendek Savaşı'na katıl­malarına izin verdi. O gün Abdullah b. Ömer, on dört yaşındaydı. Savaş izni verilmediği için geri çevrilen diğer kişiler de on dört yaşlarındaydılar.

Kureyş, Hâlid b. Velîd komutasındaki süvari birliğini sağ cenaha, İkri-me b. Ebî Cehl komutasındaki diğer atlı birliğini sol cenaha alarak, savaş düzeni aldı. Rasûlullah (s.a.s.), hakkını vermek şartıyla[8] kılıcını, Benî Sa'ide'den cesur, kahraman, savaş meydanında çalımlı yürüyüp kurnaz davranan Ebû Dücâne Simâk b. Hareşe'ye verdi.

Benî Dubey'a'dan, Ebû Âmir Abdu Amr b. Sayfî b. Mâlik b. en-Nu'mân diye biri vardı. Bu kişi, melekler tarafından yıkanan Hanze-le'nin babasıdır. O, -daha önce geçtiği gibi- câhiliye döneminde kendisi­ni zühd ve ibâdete veren bir rahipti. İslâm gelince sapıttı; Rasûlullah (s.a.s.)'dan uzaklaşmak gayesi ile Evs'ten bazı gençleri de yanma alarak, Medîne'den ayrılıp Mekke'ye gitti. Uhud'da müşriklerin yanında savaşa katıldı. Bu adam Evs'in reisleri arasında idi. Savaşa katılması durumunda, Evslilerin savaştan çekilip kendi tarafına geleceğine dair Kureyş'e söz vermişti. Uhud günü, Mekkeli köleler arasında Ehâbîş ile birlikte Müslü­manlarla ilk karşılaşan kişi o oldu. Kabilesine seslenerek kendisini tanıtın­ca, Evsliler ona: "Eyfâsık! Allah senin gözünü aydın kılmasın." cevabını verdiler. Bunun üzerine: "Benden sonra kavmime kötülük dokunmuş." di­yerek Müslümanlara karşı şiddetli bir hücuma geçti.

Rasûlullah (s.a.s.) ashabının parolası o gün, "Öldür! Öldür!" idi. O gün Ebû Dücâne, Talha, Hamza, Ali, Enes b. en-Nadr[9] (r.a.); onlardan başka çok az insanın başarabileceği şiddetli bir sınavdan başarıyla geçtiler. O gün Ensâr'dan bir grup, geri dönüşü olmayan büyük bir sorumluluk ile karşı karşıya kalmışlardı. Bu bilinçle savaşa daldılar. Kureyş, yenilgiye uğramaya başladı. Bunu gören okçular: "Allah, düşmanlarını bozguna uğ­rattı! Burada durmamızın artık bir anlamı yok!" dediler. Komutanları Ab­dullah b. Cübeyr (r.a.), yerlerinden ayrılmamaları konusundaki Rasûlullah (s.a.s.)'ın emrini onlara hatırlattıysa da, onlar düşmanın hezimete uğradığı­nı Öne sürerek onun emrine aldırış etmediler. Ancak müşrikler yeniden hü­cuma geçtiler. Seçkin bazı Müslümanları Allah şehâdetle şereflendirdi. Müşrikler Rasûlullah (s.a.s.)'m yanına kadar geldiler. Mus'âb b. Umeyr (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)'ın önünde şehid oluncaya kadar savaştı. Rasûlullah (s.a.s.), yüzünden yaralandı; atılan bir taşın isabet etmesi sonucunda, biri alt diğeri üst olmak üzere, sağdaki iki küçük azı dişi kırıldı. Mübarek başında bulunan miğfer parçalandı. Mus'âb b. Umeyr'in şehid olması üzerine,

Rasûlullah (s.a.s.), sancağın Hz. Ali (r.a.)'ye verilmesini emretti. O ara Ra-sûlullah (s.a.s.), Ensâr'm sancağı altında bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)'in yanına kadar gelip ona saldıranlar arasında, müşriklerden Amr b. Kamîa el-Leysî ve Utbe b. Ebî Vakkâs da vardı. Bu esnada Hanzala el-Ğasîl b. Ebî Âmir (r.a.), Ebû Süfyân'a doğru şiddetle hücum edip tam onu kistırmışken, Şeddâd b. el-Esved el-Leysî (İbn Şa'ûb) O'na saldırıp şehid etti. Hanzala (r.a.), gerdekten çıktığı gibi yıkanmadan savaşa gel­diğinden, cünüb olarak şehid oldu. O'nun bu durumunu ve melekler ta­rafından yıkandığını Rasûlullah (s.a.s.) haber verdi. Müşrik ordusunun sancağını tutanlar öldürülünce, sancakları yere düştü. Bunun üzerine ora­da bulunan Amra bint Alkame el-Harisiyyet adlı kadın, sancağı müşrik­ler adına yerden kaldırdı; böylece dağılan müşrikler ona doğru gelerek toplandılar.

Rasûlullah (s.a.s.)'ı alnından yaralayanın, İslâm hukukçusu Muham-med b. Müslim b. Şihâb ez-Zührî'nin amcası Abdullah b. Şihâb ez-Zührî olduğu rivayet olunmuştur. Atılan taşlarla geri çekilmek zorunda kalan Rasûlullah (s.a.s.), yanı üzerine bir çukura düştü. Bu çukuru, Ebû Âmir el-Evsî, Müslümanlara karşı bir tuzak olarak kazmış idi. Rasûlullah (s.a.s.)'m bu çukura düşmesi üzerine, Hz. Ali O'nun elinden tutarak, Tal-ha (r.a.) da kendisini siper edip O'nu bağrına basarak, Rasûlullah (s.a.s.)'ın ayağa kalkmasına yardımcı oldular. Ebû Sa'îd el-Hudrî'nin ba­bası Mâlik b. Sinan, Rasûlullah (s.a.s.)'ın yarasında bulunan kanını hafif­çe emdi. Miğferde bulunan halkalardan ikisi Rasûlullah (s.a.s.)'in yüzüne batmıştı; Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (r.a.), onları ön dişleriyle çıkardı. Hal­kaları dişleriyle sıkıca tutup çıkardığı için, iki ön dişi düştü. Dişlerinin düşmesi onu daha da süslü kılmıştı.

Müşrikler, Rasûlullah (s.a.s.)'a yaklaştılar. Rasûlullah (s.a.s.)'m önün­de bulunan yedi kişilik Müslüman bir grup, şehid düşünceye kadar savaş­tılar. Bunların yedi kişiden fazla olduğu da söylenir. En son Umara b. Ye-zîd b. es-Seken şehid düştü.

Bunun ardından Talha (r.a.), bir grup gibi çarpışarak müşrikleri Rasû­lullah (s.a.s.)'dan uzaklaştırdı. Ümmü Umâre Nuseybe bint Ka'b el—Mâ-zeniyye (r.a.), şiddetli bir şekilde savaştı. Amr b. Kamîa'ya sert kılıç dar­beleriyle vurarak, üzerinde bulunan iki zırhı yere düşürdü. Ancak Amr b.

Kamîa, vurduğu bir kılıç darbesiyle onun boynunda büyük bir yara açtı. Ebû Dücâne, üstüne oklar düştüğü halde, hareket etmeksizin sırtını Rasû­lullah (s.a.s.) için kalkan yaptı. O esnada Rasûlullah (s.a.s.), Sa'd b. Ebî Vakkâs'a, "Ok at! Anam babam sana feda olsun!" diyordu.

Savaşta Katâde b. Nu'mân ez-Zaferî, gözünden isabet aldı; gözleri ya­nağının üzerine düşmüş olduğu halde, Rasûlullah (s.a.s.)'a geldi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), onun gözünü tekrar yerine koydu. Onun bu gö­zü diğer gözden daha sağlıklı ve güzel oldu.

Enes b. Mâlik'in amcası Enes b. en-Nadr, silahlarını bırakmış sahabe­den bir topluluğun yanına vardı ve onlara: "Ne diye oturuyorsunuz?" de­di. Onlar da: "Rasûlullah (s.a.s.) öldürülmüş!" diye cevap verdiler. Bunun üzerine onlara: "Ondan sonra sizin İçin hayatın ne anlamı olabilir ki? Haydi kalkın ve Rasûlullah (s.a.s.)'in uğrunda öldüğü şey için siz de ölün!" dedi. Sonra insanlara yöneldi ve Sa'd b. Mu'âz'a rastladı; O'na: "Ey Sa'd! Vallahi Uhud tarafından cennet kokusunu alıyorum." dedi. Şe­hid düşünceye kadar savaştı. Allah O'ndan razı olsun. Üzerinde yetmiş darbe izi vardı. O gün Abdurrahman b. Avf (r.a.), bir kısmı ayağından ol­mak üzere, yirmi kadar darbe alarak topal kaldı.

O gün, karşı hamleden sonra Rasûlullah (s.a.s.)'ı ilk fark eden Benî Se-lime'den şâir Ka'b b. Mâlik oldu. En yüksek sesiyle: "Ey Müslümanlar! Müjdeler olsun! Bu Rasûlullah (s.a.s.)'dır." diye bağırdı. Rasûlullah (s.a.s,), susması için ona işaret etti. Müslümanlar O'nu tanıyınca, hemen etrafında toplandılar ve dağ tarafına doğru tırmandılar. Onların arasında Ebû Bekir, Ömer, Ali, Talha, ez-Zübeyr, el-Hâris b. es—Sımme el-Ensârî ve diğerleri vardı.

Rasûlullah (s.a.s.), Şi'b denilen yerde tepeye yaslanınca, Übey b. Halef el-Cumehî kendisine yaklaştı. Rasûlullah (s.a.s.), el-Hâris b. es-Sım-me'den harbesini alarak boynuna vurdu ve onu yaraladı. Übeyy, perişan bir halde yere düştü. Müşrikler ona: "Vallahi sana bir şey olmamış." de­diler. Bunun üzerine o, "Vallahi üstüme tükürseydi beni öldürürdü." dedi. Übeyy, Mekke'de Rasûlullah (s.a.s.)'ı öldüreceğine söz vermişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) ona, "Ben seni öldüreceğim." demişti. Allah'ın düşmanı Übeyy, Mekke'ye dönüşünde, Şerif denilen yerde bu yaradan do­layı öldü.

Hz. Ali (r.a.), Mihras[10] su kaynağından kalkanına su doldurarak, Rasûlullah (s.a.s.)'a getirdi. Sudan bir koku geldiği için, Hz. Peygamber (s.a.s.) içmedi. Onunla yüzünü yıkadı. Rasûlullah (s.a.s.), dağdaki yüksek bir ka­yalığın üstüne çıkmak istedi. Ancak yorgun ve bitkin bir halde idi. İki kat da zırh giyinmişti. Talha b. Ubeydillah (r.a.) yere çöktü; Rasûlullah (s.a.s.)'ı sırtına alıp kayalığa kadar çıkardı. Namaz vakti geldi; Rasûlullah (s.a.s.) oturarak namaz kıldı. Beraberindeki Müslümanlar da oturarak ar­kasında namazlarını kıldılar.

Müslümanlardan bir grup hezimete uğradılar. Bazıları el-A'ves[11] ön­lerindeki el-Cel'ab'e[12] kadar kaçtılar. Kaçanların arasında Osman b. Affân, Osman b. Ubeyd el-Ensârî de vardı; Allah bu konuda onları affet­sin. Onların affedildiğine dair Kur'ân âyetleri nazil oldu: "İki topluluğun çarpıştığı gün, içinizden yüz çevirip gidenlerin, şeytan, yalnızca bazı yaptıklarından dolayı ayaklarım kaydırmak istedi. Yine de Allah, onları bağışladı..." [13]

Huzeyfe'nin babası el-Hüseyl b. Câbir el-Yemân ve Sabit b. Vakş, ka­dın, çocuk ve yaşlılarla beraber sağlam evlerde koruma altına alınmış, iki mübarek yaşlı adamdı. Biri diğerine: "Ancak bir içimlik su içilecek kadar ömrümüz kalmış; kılıçlarımızı alıp Rasûlullah (s.a.s.)'a yetişsek belki Yü­ce Allah bize şehidlik şerefini bahşeder." dedi. Bunun üzerine yola çıktı­lar ve Müslümanların arasına girdiler. Sabit b. Vakş, müşrikler tarafından şehid edildi; Hüseyl'i ise, Müslümanlar onu müşriklerden sanarak yanlış­lıkla öldürdüler. Rivayet edildiğine göre onun ölümünü Abdullah b. Mes'ûd'un kardeşi Utbe b. Mes'ûd üstlendi ve diyetini oğlu Huzeyfe'ye ödedi. Huzeyfe de onu sadaka olarak Müslümanlara dağıttı.

Yahudi Benî Sa'lebe b. el-Fityûn'dan, Muhayrîk diye biri vardı. Muhayrîk, Yahudilere: "Muhammed'e yardım etmenin üzerinize düşen zorunlu bir hak olduğunu biliyorsunuz." diyerek, onları Rasûlullah (s.a.s.)'m yardımı­na çağırdı. Bunun üzerine Yahudiler: "Bu gün Cumartesi'dir." dediler. Muhayrîk: "Sizin için Cumartesi yoktur," diyerek, silahını aldı ve Rasû­lullah (s.a.s.)'a katıldı. Ölünceye kadar Hz. Peygamber (s.a.s.)'le beraber savaştı. İstediği şekilde tasarrufta bulunmak üzere, bütün malını mülkünü Rasûlullah (s.a.s.)'a verilmesi için vasiyet etmişti. Rasûlullah (s.a.s.)'m, Medine'de dağıttığı sadakalardan bir kısmının, Muhayrîk'm malından verdiği rivayet olunmuştur.

El-Hâris b. Süveyd b. es-Sâmit, münafık idi. Ancak yine de Müslü­manlarla birlikte Uhud Savaşı'na katıldı. Müslümanlar savaşa girince, el-Mücezzer b. Ziyâd el-Belevî ve Benî Dubey'a'dan Kays b. Zeyd'e sal­dırıp onları öldürdü ve kâfirlerin tarafına kaçtı. Zira el-Mücezzer, câhili-ye döneminde Evs ve Hazrec arasında çıkan savaşların birinde, adı geçen el-Hâris'in babası Süveyd'i öldürmüştü. Daha sonra el-Hâris b. Süveyd Mekke'ye gitti; orada bir süre ikamet etti. Ancak Allah onu eceline susat­tı ve Medine'ye akrabalarının arasına geri döndü. Rasûlullah (s.a.s.)'a du­rum vahiyle bildirildi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), hiç gitmediği bir zamanda yola çıktı ve Küba'ya vardı. Küba'da bulunan Ensâr, hemen Ra­sûlullah (s.a.s.)'m yanında toplanmaya başladılar. Aralarında sarı bir elbi­se giymiş olduğu halde el-Hâris b. Süveyd de vardı. Rasûlullah (s.a.s.), Uveym b. Sâ'ide'ye, el-Hâris b. Süveyd'in boynunu vurması için emir verdi. Bunun üzerine el-Hâris:  "Niçin ey Allah'ın Rasûlü?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.): " el-Mucezzer b. Ziyâd'i haince Öldürmen sebebiyle" dedi. Bunun ardından el-Hâris, bir kelimeyle de olsa cevap veremedi. Bu­nun üzerine Uveym, onun boynunu vurdu. Ardından Rasûlullah (s.a.s.), hiç oturmadan hemen geri döndü. Başka bir rivayete göre ise, el-Hâris: "Ey Allah'ın Rasûlü! Vallahi dinimden şüphe ettiğim için onu öldürme­dim. Lakin onu gördüğümde kendimi tutamadım; zira onun babamın kati­li olduğunu hatırladım." dedi; sonra boynunu uzattı ve öldürüldü.

Benî Abdileşhel'den, Usayrim olarak bilinen Amr b. Sabit b. Vakş diye biri vardı; İslâm'ı kabul etmiyordu. Uhud günü gelince, ulaşmasını istedi­ği saadete kavuşması için Allah onun kalbini İslâm'a ısındırdı ve Müslü­man oldu. Kılıcını aldı, Rasûlullah (s.a.s.)'a iltihak etti ve savaştı. Yaralan­dı; ancak kimse onun durumuna bir anlam veremedi. Savaş bitince, Benî Abdileşhel, ölülerin arasında kendi ölülerini ararken, ölümüne ramak kal­mış bir şekilde Amr b. Sâbit'i ağır yaralı olarak buldular. Birbirlerine ba­kıp, "Vallahi bu Usayrim'dir. Biz savaşa çıktığımızda o dinimizi inkâr edi­yordu." dediler. Sonra ona: "Ey Amr! Buraya gelmenin sebebi nedir? Kavmine olan sevgin mi, yoksa İslâm'a olan arzun mu?" diye sordular. O ise: "Aksine, İslâm'a olan arzumdur. Ben Allah'a ve Rasûlune iman et­tim; sonra gördüğünüz gibi yaralanıncaya kadar Rasûlullah (s.a.s.)'ın ya­nında savaştım." dedi ve son nefesini verdi. Ashâb bunu Rasûlullah (s.a.s.)'a anlatınca: "O cennet ehlindendir." diye buyurdular. Denildiğine göre, onun durumu Ebû Hüreyre (r.a.)'ye bildirildiğinde: "Oysa o, Allah için hiç namaz kılmamıştı." dedi.

Benî Zafer arasında, kimse tarafından bilinmeyen Kuzmân adında bir adam vardı. Uhud günü büyük bir şiddetle savaştı; müşriklerden yedi önemli kişi öldürdü; sonra yaralandı. Durumu Rasûlullah (s.a.s.)'a bildiri­lince: "O cehennem ehlindendir." dedi. Kuzmân'a: "Sana müjdeler olsun! Cennet'e gidiyorsun." denilince o: "Ne müjdesi! Vallahi ben ancak kav­mim için savaştım." dedi. Sonra yarası ağırlaşıp acısı şiddetlenince, sada­ğından bir ok çıkardı, onunla bazı damarlarını kesti. Böylece ölünceye ka­dar kanı aktı.

Kureyşli müşrikler tarafından Müslüman ölülerinin değişik organları kesildi/onlara müsle yapıldı.

Kureyş'in dönüşünden sonra, insanlar ölülerini taşımağa başladılar. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), yıkanmadan, kanlan ve elbiseleriyle birlikte şehid oldukları yere defnedilmelerini emretti. [14]

 

Uhud Savaşı'nda Şehid Olan Müslümanlar

 

Rasûlullah (s.a.s.)'in[15] amcası Hz. Hamzâ (r.a.), Benî Nevfeî b. Abdi Menâfin kölesi olan Vahşî tarafından şehid edildi. Vahşî bunun üzerine azad edildi. Vahşî'nin, Hz. Hamzâ'ya attığı kargı, karnının altına saplandı. Vahşî, daha sonra Müslüman oldu. Bizzat bu kargısıyla Yemâme Sava­şı'nda Müseylimetü'l-Kezzâb'i öldürdü.

Benî Ümeyye'nin müttefiki olan Abdullah b. Cahş da şehid düştü. Onun, Hz. Hamzâ ile aynı kabre defnedildiği söylenir. Zira Rasûlullah (s.a.s.), Müslümanlara mezarları derin kazmalarını, Kur'ân'ı en çok bileni öne almak üzere, her iki ya da üç kişiyi bir kabre defnetmelerini emretti.

Sa'd b. Ebî Vakkâs, anlatıp dedi ki: "Ben ve Abdullah b. Cahş, Uhud Savası nın olduğu günün sabahında beraber oturuyorken bir temennide bulunduk. Ben, 'Allah'ım! Beni küfründe aşın gitmiş, kini şiddetli bir kâ­fir ile karşı karşıya getir; o beni öldürsün, ben de onu öldüreyim.' dedim. Ayrıca, "Onun üzerindeki silah, elbise ve eşyasını (selebini) alayım." de­diği de rivayet olunmuştur. Abdullah b. Cahş da: "Allah'ım! Beni küfrün­de aşırı gitmiş, [kini] [16] şiddetli bir kâfir ile karşı karşıya getir; onunla sa­vaşayım. O beni öldürsün." dedi. Ayrıca onun, "O benim üzerimdeki elbi­se ve eşyamı alsın, sonra kulağımı ve burnumu kessin." dediği de rivayet olunmuştur. Devamla "Rabbim! Sana kavuştuğumda bana, 'Ey Abdullah b. Cahş! Niçin kulağın burnun kesilmiş' diyesin de; ben de, 'Senin için Ya Rabbi.r diyeyim." dedi. Sa'd "Vallahi günün sonlarına doğru, onun şehid düştüğünü, burnunun ve kulaklarının bir ipe dizilmiş olarak bir müşrikin elinde olduğunu gördüm." diyerek, sözünü şöyle bitirdi: "Abdullah b. Cahş, benden daha hayırlı çıktı."

Mus(âb b. Umeyr, İbn Kamî'a el-Leysî tarafından şehid edildi.

Osman b. Osman (Şemmâs b. Osman el-Mahzûmî).

Ensâr'dan, Evs kabilesine mensub Abduleşhel Oğulları'ndan şehid

olanlar şu kişilerdir:

Sa'd b. Mu'âz'm kardeşi Amr b. Mu'âz b. en-Nu'mân.

El-Hâris b. Enes b. Râfi'.

Umara b. Ziyâd b, es-Seken.

Sabit b. Vakş'in Oğulları Seleme ve Amr.

Onların babası Sabit b. Vakş.

Sâbit'in kardeşi Rifâ'a b. Vakş.

Sayfî b. Kayzî.

Habâb[17] b. Kayzî.

Abbâd b. Sehl.

Sa'd b. Mu'âz'ın kardeşinin oğlu -yeğeni- el-Hâris b. Evs b. Mu'âz,

Onların müttefiki, Huzeyfe'nin babası Hüseyl b. Câbir el-Yemân.

Benî Abdileşhel kabilesi, Râtic[18] ailesinden şehid olanlar:

İyâs b. Evs b. Atîk b. Amr[19] b. el-A'lem b. Ze'ûrâ b. Cüşem. [20]

Ubeyd b. et-Teyyihân.

Habîb b. Zeyd b. Teym. [21]

Benî Zafer'den şehid olanlar:

Yezîd veya Zeyd[22] b. Hâtıb[23] b. Ümeyye b. Râfi'.

Benî Amr b. Avf ve Benî Dubey'a b. Zeyd'den şehid olanlar:

Ebû Süfyân b. el-Hâris b. Kays b. Zeyd. [24]

Hanzala el-Gasîl b. Ebî Âmir es-Sayfî b. en-Nu'mân b. Mâlik. [25]

Benî Ubeyd b. Zeyd'den şehid olanlar:

Uneys b. Katâde.

Benî Sa'lebe b. Amr b. Avf ten şehid olanlar:

Sa'd b. Hayseme'nin ana bir kardeşi Ebû Habbe b. Amr b. Sabit.

Okçuların komutanı Abdullah b. Cübeyr b. en-Nu'mân.

Benî es-Selm b. İmru'ul-Kays b. Mâlik b. el-Evs'ten şehid düşenler:

Sa'd b. Hayseme'nin babası Hayseme.

Müttefikleri Benî el-Aclân'dan şehid olanlar:

Abdullah b. Selime.

Benî Mu'âviye b. Mâlik'ten şehid düşenler: Sübey' b. Hâtib b. el-Hâris b. Kays b. Heyşe. Benî Hatme'den şehid olanlar:

Umeyr b. Adiyy; o zamana kadar Benî Hatme'den ondan başka[26] Müs­lüman olan yoktu.

Benî en-Neccâr'ınn Benî Sevâd kolundan[27] şehid olanlar:

Amr b, Kays.

Oğlu Kays b. Amr b. Kays b. Zeyd b. Sevâd.

Sabit b. Amr b. Zeyd.

Âmir b. Muhalled.

Benî Mebzul [b. Mâlik b. en-Neccâr] [28] dan şehid olanlar:

Ebû Hübeyre b. el-Hâris b. Alkame b. Amr b. Sakf b. Mâlik b. Mebzul.

Amr b. Mutarrif.

[Benî Amr b. Mâlik b. en-Neccâr'dan şehid olanlar]:

Hassan b. Sâbit'in kardeşi, [29] Evs b. Sabit b. el-Münzir.

[Benî Adiyy b. en-Neccâr'dan şehid olanlar]:

Enes b. en-Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram b. Cündüb b. Âmir b. Ğanm b. Adiyy b. en-Neccâr. [30]

Benî Mazin en-Neccâr'dan Kays b. Muhalled.

Ve onların Keysân adındaki köleleri.

Benî el-Hâris b. el-Hazrec'den şehid düşenler:

Harice b. Zeyd b. Ebî Züheyr.

Sa'd b. er-Rabî b. Amr b. Ebî Züheyr. İkisi bir kabre defnedildiler.

Zeyd b. Erkâm'm kardeşi, Evs b. Erkâm b. Zeyd b JCays b. en-Nu'mân b. Mâlik b. Sa'lebe b.Ka'b.

Benî Hudra'nm Benî el-Ebcer kolundan şehid olanlar:

Ebû Sa'îd el-Hudrî'nin babası, Mâlik b. Sinan.

Sa'îd b. Süveyd b. Kays b. Âmir b. Abbâd b. el-Ebcer.

Utbe b. Rabî'[31] b. Rafı' b. Mu'âviye b. Ubeyd b. Sa'lebe b. Abd b. el-Ebcer.

Benî Sâ'ide b. Ka'b b. el-Hazrec'den şehid olanlar: Sa'lebe b. Sa'd b. Mâlik b. Hâlid b. Sa'lebe b. Harise b. Amr b. el-Haz-rec b. Sâ'ide.

Sakf b. [Ferve b.] ei-Budn. [32]

[Sa'd b. Ubâde'nin kabilesi Benî Tarif'ten şehid olanlar]:

Abdullah b. Amr b. Vehb b. Sa'lebe b. Vakş b. Sa'lebe b. Tarîf.

Cüheyne kabilesinden olup, onların müttefiki Damre,

BenîAvf b. el-Hazrec'in, Benî Salim boyu, Benî Malik b. el-Aclân b. Yezîd b. Ganm b. Salim kolundan şehid olanlar:

Nevfel b. Abdillah.

El-Abbâs b. Ubâde b. Nadle b. Mâlik b. el-AcIân.

En-Nu'mân b. Mâlik b. Sa'lebe b. Fihr b. Ganm b. Salim.

Ve müttefikleri el-Mücezzer b. Ziyâd el-Belevî.

Ubâde b. el-Hashâs ve bu üçü -en-Nu'mân, el-Mucezzer ve Ubâde-aynı kabre defnedildiler.

Benî Selime'den şehid olanlar:

Câbir b. Abdillah'in babası Abdullah b. Amr b. Haram. İçki henüz ha­ram kılınmadığı için, savaş gününün sabahında kahvaltısını şarapla yap­mıştı; günün sonunda ise şehid düşmüştü.

Ömer b. el-Cemûh b. Zeyd b. Haram. Her ikisi çok samimi iki arkadaş­tı ve aynı kabre defnedildiler.

Oğlu Hallâd b. Amr b. el-Cemûh.

Amr b. el-Cemûh'ün azadlı kölesi Ebû Eymen.

Benî Sevâd b. Ganm'den şehid olanlar:

Süleym b. Amr b. Hadîde.

Azadlı kölesi Antere.

Sehl b. Kays b. Ebî Ka'b.

Benî Zürayk b. Âmir'den şehid olanlar:

Zekvân b. Abdi Kays.

Ubeyd b. el-Mu'allâ b. Levzân, toplam altmış beş kişi olmaktadır.

Aynı şekilde Evs'ten şehid düşenler arasında şu kişilerde zikredilmiştir:

Benî Mu'âviye b. Mâlik'in müttefiki Mâlik b. Nümeyle.

Benî Hatme (Abdullah) b. Cüşem b. Mâlik b. el-Evs'ten: El-Hâris b. Adiyy b. Haraşe b. Ümeyye b. Âmir b. Hatme şehid düşmüştür.

Hazrec'ten Benî Sevâd b. Mâlik'ten şehid olanlar:

Mâlik b. İyâs.

Benî Amr b. Mâlik en-Neccâr'dan şehid olanlar:

İyâs b. Adiyy.

Benî Salim b. Avf'tan şehid olan:

Amr b. İyâs.

Böylece şehid olanların toplam sayısı yetmiş kişiye tamamlanmaktadır. Allah onlardan razı olsun. Rasûlullah (s.a.s.), Uhud şehidlerinin üzerleri­ne cenaze namazı kılmadan defnetmişlerdir. [33]

 

Uhud Savaşı'nda Öldürülen Kureyş Müşrikler

 

Uhud Savaşı'nda müşriklerden toplam yirmi iki kişi öldürüldü.

BenîAbdiddâr'dan öldürülenler:

Ebû Talhâ Abdullah b. Abdiluzzâ b. Osman b. Abdiddâr'ın üç oğlu Tal-ha, Ebû Sâ'id[34] ve Osman.

Adı geçen Ebû Talhâ'nm oğlu Talhâ'nın dört oğlu; Musâfi', Culâ, el-Hâris ve Kilâb.

Ertâ'a b. Abdi Şurâhbîl b. Hâşim b. Abdi Menâf b. Abdiddâr.

Amcasının oğlu Ebû Yezîd [bin] [35] Umeyr b. Hâşim b. Abdi Menâf b. Abdiddâr.

Onların amcalarının oğlu el-Kâsıt b. Şüreyh b. Hâşim b. Abdi Menâf b. Abdiddâr ve Ebû Talhâ'nın azadlı kölesi Su'âb.

Benî Esed b. Abdiluzzâ'dan öldürülenler:

Hz. Ali tarafından öldürülen Abdullah b. Humeyd b. Züheyr b. el-Hâ­ris b. Esed.

Benî Zühre b. Kilâb'dan öldürülenler:

Müttefikleri Ebû'l-Hakem b. el-Ahnes b. Şerik b. Amr b. Vehb es-Se-kafî, Hz Ali tarafından öldürüldü.

Müttefikleri Sibâ' b. Abdiîuzzâ el-Huzâ'î.

Benî Mahzûm'dan öldürülenler:

Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme'nin kardeşi Hişâm b. Ebî Ümeyye b. el-Muğîre.

El-Velîd b. el-Âsî b. Hişâm b. el-Muğîre.

Ebû Ümeyye b. Ebî Huzeyfe b. el-Muğîre.

Müttefikleri Hâlid b. el-A'lem.

Benî Cumeh'ten öldürülenler:

Şair Ebû Azze; Rasûlullah (s.a.s.), onu Bedir Savaşi'nda esir olarak al­mıştı. Sonra ona iyilikte bulunarak fidye almadan, bir daha Hz. Peygam­ber (s.a.s.)'in aleyhinde kimseye yardım yapmayacağına dair kendisinden söz alarak serbest bıraktı. Ancak sözünde durmadı ve Uhud Savaşı'nda tekrar esir düştü. Rasûlullah (s.a.s.)'m emri üzerine boynu vuruldu. Hz. Peygamber (s.a.s.), ona: "Allah'a yemin ederim ki sen Mekke'de sakalını sıvazlayarak Muhammed'i iki kere kandırdım diyemeyeceksin." dedi.

Ubeyy b. Halef.

Benî Amir b. Lüeyy'den öldürülenler:

Ubeyde b. Câbir.

Şeybe b. Mâlik b. el-Mudarrab. [36]

 

Hamrau'l-Esed Gazvesi

 

Uhud Savaşı, hicrî ikinci senesinin Şevval ayının ortasında, Cumartesi günü meydana geldi. Ertesi gün, Şevval ayının on altıncı pazar günü, yani bir gece geçince, düşmanı takip etmek üzere Rasûlullah (s.a.s.)'m müezzi­ni duyuruda bulundu. Rasûlullah (s.a.s.), Uhud Savaşi'na katılmış olanlar­dan başkasının katılmaması konusunda emir verdi. Bunun üzerine Câbir b. Abdillah, Rasûlullah (s.a.s.)'dan savaşa çıkması konusunda izin vermesini istirham etti. Hz. Peygamber (s.a.s.) de ona izin verdi.

Müslümanlar, yorgunluk ve yaralarına rağmen savaşa çıktılar. Rasülul-: lah (s.a.s.), düşmana korku vermek ve güçlü olduklarını onlara göstermek amacıyla bu savaşa çıktı. Hamrâu'l-Esed'e[37] varınca orada durdu. Burası Medîne'ye sekiz mil mesafede bir uzaklıktadır. Orada pazartesi, sah ve çar­şamba günleri konakladı; ardından Medîne'ye döndü.

Ma'bed b. Ebî Ma'bed el-Huzâ'î, Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanından geçip gittikten sonra, er-Ravhâ'da bekleyen Kureyşli kâfirler ve onların reisi Ebû Siifyân'ın yanma vardı. Onlara Rasûlullah (s.a.s.)'ın kendilerini takip et­mek üzere sefere çıktığını haber verdi. Bu durum, Kureyş'in gücünü kırıp gevşetti. Oysa Medîne'ye saldırmak üzere toplanmışlardı; ancak Rasûlul­lah (s.a.s.)'m sefere çıkmış olması onların azmini kırdı ve Mekke'ye geri dönmeye mecbur etti. Rasûlullah (s.a.s.), bu seferde Aişe Ümmü Abdilme-[likb. Mervân'ın babası Mu'âviye b. el-Muğîre b. el-Âs b. Ümeyye'yi ele geçirdi ve boynunun vurulmasını emretti. [38]

 

Racî' Vak'as

 

Hicri üçüncü yılın sonunda[39], Safer ayının ortasında, Benî Esed b. Hu-zeyme'nin kardeşlerinden Hûn b. Huzeyme b. Müdrike soyundan Adel ve el-Kâre kabilesinden bir heyet, Rasûlullah (s.a.s.)'a geldi. O'na, kabileleri­nin içinde İslâmiyet'in yayıldığını, bu nedenle kendilerine İslâm'ı Öğrete­cek bir grup öğretmen göndermesini istediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), ashabından Mersed b. Ebî Mersed el-Ğanevî, Hâlid b. el-Bükeyr el-Leysî, Benî Amr b. Avf b. el-Evs'ten Âsim b. Sabit b. Ebi'l-Aklah, Be­nî Cahcabâ b. Külfe b. Amr b. Avf tan Hubeyb b. Adiyy, Benî Beyâda b, Amir'den Zeyd b. ed-Desîne, Benî Zafer’in müttefiki Abdullah b. Ta­rık'tan oluşan altı kişilik[40] bir öğretmen grubu gönderdi.

Rasûlullah (s.a.s.), Mersed b. Ebî Mersed'i kendilerine başkan seçti. [41] Söz konusu toplulukla beraber yola çıktılar. Hicaz taraflarında, el-Hed'e'de bulunan Hüzeyl'e ait er-Racî'[42] denilen suya vardıklarında, kendilerini götürenler, Hüzeylîleri de yardıma çağırarak onlara hıyanet et­tiler. Ellerinde kılıç bulunan bir topluluk tarafından sarıldıklarını ve aldatıl­dıklarını gören Müslümanlar, savaşmak üzere kılıçlarına sarıldılar. Bunun üzerine amaçlarının kendilerini öldürmek olmadığını, sadece Mekke ehlin­den fidye almak istedikleri için bunu yaptıklarını belirterek Müslümanlara güvence verdiler.

Mersed, Hâlid b. el~Bükeyr ve Âsim b. Sabit, "Vallahi biz müşriklerin ahitlerini asla kabul etmeyiz." diyerek müşriklerin tekliflerini reddettiler ve şehid oluncaya kadar savaştılar. Ebû Süleyman künyesi ile tanınan Âsim, Uhud Savaşı'nda Benî Abdiddâr'dan Sülâfe bint Sa'd'ın iki genç oğlunu öldürmüştü. Oğlunu[43] öldürdüğünde Sülâfe bint Sa'd, Asım'ın kafatasıyla şarap içeceğini ahdetmişti. Bunu bilen Hüzeyl Oğullan, onun kafasını ke­sip Sülâfe bint Sa'd b. Şüheyd'e satmayı düşündüler. Ne var ki Yüce Al­lah, bir an sürüsü gönderip onun cesedini korudu. Bunun üzerine Hüzeyl Oğulları, gece olunca arı sürüsü gider, o zaman başım keseriz diye düşün­düler. Ancak onun başını kesmeden önce Allah, sebebi bilinmeyen bir sel gönderdi ve cesedini alıp götürdü. Böylece Asım'ın cesedine ilişemediler. Âsim (r.a.), asla bir müşrike dokunmayacağına dair yemin etmişti. Böyle­ce Allah, ölümünden sonra bile onun yeminin bozulmamasını sağladı; Al­lah ondan razı olsun.

Ancak Zeyd b. ed-Desîne, Hubeyb b. Adiyy ve Abdullah b. Târik tes­lim oldular. Dolayısıyla esir edilip, Mekke'ye doğru alıp götürüldüler. Merru'z-Zahrân denilen yere vardıklarında, Abdullah b. Târik, elini bağ­lardan çözmeyi başarıp kılıcını çekti; ancak bir grup onun arkasına geçip, onu taşlayarak öldürdüler. Kabri, Merru'z-Zahrân'dadır.

Hubeyb b. Adiyy ve Zeyd b. ed-Desîne'yi, Mekke'ye götürüp sattılar. Hubeyb, et-Ten'îm denilen yerde asıldı. Allah ondan razı olsun. Asılmak üzere darağacma doğru götürüldüğünde şöyle dedi: [44] "Müslüman olarak öldürülecek olursam, gam yemem, Vurulup hangi yanım üzerine düşersem düşeyim, Zira Allah'adır varacağım yer.

Bu Allah içindir, eğer O dilerse, dağılan cesedimin parçalarını müba­rek kılar."

Öldürülme sırasında iki rekat namaz kılma geleneğini başlatan kişi

odur.

Safvân b. Ümeyye, Zeyd b. ed-Desîne (r.a.)'yi satın alarak, babasına karşılık öldürdü; Allah Zeyd'den razı olsun. Ebû Süfyân, Hubeyb ya da Zeyd'den birisine: "Şimdi akrabalarının arasında bulunmayı ve senin ye­rinde Muhammed'in boynunun-vurulmasını ister miydin?" diye sordu. O ise: "Allah'a yemin ederim ki, ben ailem içinde sağ salim oturup da Mu­hammed'e ise, -sizin yanınızda değil- şimdi bulunduğu yerde bile kendi­sini incitecek bir diken batsa, ben asla razı olmam." dedi. [45]

 

Bi'r-İ Ma'ûne Seriyyesi

 

Rasûlullah (s.a.s.)[46], Şevval ayının geri kalan kısmını, Zilka'de, Zilhic­ce ve Muharrem aylarında Medîne'de geçirdi. Ardından hicretin üçüncü yılının sonlarında, Uhud Savaşı'ndan sonra geçen dördüncü ayın başların­da, Safer ayında Bi'ri Ma'ûne ashabını gönderdi.

Bunun nedeni şudur: Mulâ'ibu'l-Esinne (mızrak uçları ile oynayan) olarak bilinen Ebû Berâ' Âmir b. Mâlik b. Ca'fer b. Kilâb b. Rabî'a b. Âmir b. Sa'sa'a, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelmişti. Bunun üzerine Rasû­lullah (s.a.s.), onu İslâm'a davet etti. Ancak o, ne Müslüman olmaya ya­naştı, ne de reddetti; fakat: "Ey Muhammedi Bir grup arkadaşını Necid ehline göndersen de, onları dinine davet etseler; umarım ki senin daveti­ni kabul ederler." deyince, Rasûlullah (s.a.s.): "Necid ehlinin onlara bi kötülük yapmasından endişe duyuyorum." dedi. Ancak o: "Ben onları hi maye ederim." diye cevap verdi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), Benî Sâ'ide'den el-Mu'nik li Yemût (ölümle kucaklaşan, ölüme koşan) lakabı ile tanınan el-Münzir b. Amr ko­mutasında, kırk kişilik bir grup gönderdi. Bu grubun, Müslümanların seç­kinlerinden oluşan yetmiş kişi olduğu da söylenir. Onlardan bazılarının adları şöyledir: El-Hâris b. es-Sımme, Ümmü Süleym'in kardeşi ve Enes b. Mâlik'in dayısı olan Haram b. Milhân, Urve b. Esma b. es-Salt es~Sü-lemî, Nâfi' b. Büdeyl b. Varkâ' el-Hüzâ'î, Ebî Bekr es-Sıddîk'ın azadhsı Âmir b. Füheyre ve diğerleri. İşte bu kişiler kalkıp yola çıktılar; Benî Âmir arazisi ile Benî Süleym arazisi arasında bulunan Bi'ri Ma'ûne[47] denilen ye­re vardıklarında konakladılar. Heyetin içinde bulunan Haram b. Milhân'ı, Rasûlullah (s.a.s.)'m mektubu ile birlikte Allah'ın ve Râsûlü'nün düşmanı Âmir b. et-Tufeyl'e gönderdiler. Elçi kendisine ulaşınca, mektuba bakma­dan kendisine saldırıp öldürdü; ardından diğer Müslümanlara saldırmak üzere Benî Süleym'i savaşa davet ettiyse de Benî Süleym, Ebû Berâ'nın Müslümanlara verdiği himayeden dolayı onun bu çağrısını reddetti. Ancak,

Benî Süleym'in diğer kolları Usayye, Ri'l ve Zekvân kabileleri, Âmir b. et-Tufeyl'in çağrısına uyup Müslümanları kuşatma altına aldılar. Bunun üzerine Müslümanlar da karşılık verdiler ve Benî Dînâr b. en-Neccâr'a mensub Ka'b b. Zeyd'den başka hepsi şehid oluncaya kadar savaştılar; Al­lah onlardan razı olsun. Ka'b, son nefesini veriyor zannıyla, şehid edilen­ler arasında can çekişir bir halde yaralı bırakılmıştı. Yaralı olarak kurtulan Ka'b, Hendek Savaşı'nda şehid oluncaya kadar yaşadı. Allah ondan razı

olsun.

Amr b. Ümeyye ile el-Münzir b. Muhammed b. Ukbe b. Uhayha b. el-Culâh[48] ise, arkadaşlarının başlarına gelenlerden habersiz olarak uzak­ta develerini  otlatmaktal arken,  arkadaşlarının  kon aklandıkları  Bi'r-i Ma'ûne kuyusuna doğru yırtıcı kuşların uçuştuklarını görünce, hemen ar­kadaşlarının tarafına doğru koştular. Kuşların, arkadaşlarının cesetleri üzerinde uçuşup dolaştıklarını; onları şehid eden düşman süvarilerinin de daha orada durduklarını gördüler. Bunu gören el-Münzir b. Muhammed, Amrb, Ümeyye'ye: "Ne yapalım, dersin?" diye sordu. Amr: "Hemen Ra­sûlullah (s.a.s.)'a gidip durumu haber verelim." dedi. El-Münzir b. Mu­hammed el-Ensârî: "Fakat ben el-Münzir b. Amr'in öldürüldüğü bir yer­de, kendimi ayırıp kayırmayı arzu etmem, kendi derdime düsemem." dedi ve şehid düşünceye kadar çarpıştı. Amr b. Ümeyye ise esir düştü. Amr b. Ümeyye, kendisinin Mudarr kabilesinden olduğunu haber verince, Âmir b. et-Tufeyl, anasının bir köle âzâd etme adağını yerine getirmek için onun perçemini kesip serbest bıraktı. Bu olay, Safer ayının onuncu günün­de, dolayısıyla er-Racî' olayıyla aynı ayda oldu.

Amr b. Ümeyye hemen geri döndü. Kanat vadisinin başında bulunan Karkara'ya varınca, Benî Kilâb'dan iki adamla karşılaştı. Bunların Benî Süleym'den olduğu da söylenir. Bu iki adam, Amr ile birlikte orada bulu­nan bir gölgelikte dinlenmeye başladılar. Bu iki adamda Rasûlullah (s.a.s,)'m ahitnamesi vardı. Fakat Amr'm bundan hiç haberi yoktu. Amr, kendilerine kimlerden olduklarını sordu; onlar da hangi soydan oldukları­nı söylediler. Bunun üzerine Amr, onların uykuya dalmalarını bekledi. İki­si uyuyunca, Amr, arkadaşlarının intikamını almak hissiyle, onlara saldı­rarak ikisini de öldürdü.

Rasûlullah (s.a.s.)'nı yanma varınca, durumu haber verdi. Bunun üze­rine Rasûlullah (s.a.s.), ona: "Gerçekten sen, mutlaka diyetlerini ödemem gereken iki kişi öldürdün.”dedi. Bu olay, Beni Nadir Gazvesi’nin yapılmasına sebep oldu. [49]

 

Beni Nadir Gazvesi 

 

Amr. B. Ümeyye’nin öldürdüğü söz konusu iki kişinin diyeti konusunda yardım istemek üzere, bizzat Rasullah(s.a.s.), Beni Nadir’e[50] gitti.

Onlarla konuşunca, onlar “Evet” deyip, Rasullah(s.a.s)’ın dediklerini kabul ettiler. Bunun üzerine Rasullah (s.a.s.), Ebu Bekir, Ömer,Ali ve diğer bir grup sahabe ile birlikteonlara ait bir duvarın dibinde oturdu. Bu arada Benî Nadîr, kendi aralarında toplandılar ve birbirlerine: "Kim bu evin damına çıkıp, Muhammed'in üzerine bir kaya parçası atarak onu Öl­dürür de bizi ondan kurtarabilir?" dediler. Amr b. Cihâş b. Ka'b, bu gö­revi süratle kabul etti. Yüce Allah, bu dununu Rasûlullah (s.a.s.)'a vahiy­le haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), sahabeden yakın arka­daşlarına durumu sezdirmeden hemen ayağa kalkarak oradan uzaklaşma­ya başladı. Sahabe, Rasûlullah (s.a.s.)'m geciktiğini görünce, onlar da kal­kıp hemen Medine'ye geri döndüler. Rasûlullah (s.a.s.)'m yanına geldik­lerinde, Hz. Peygamber (s.a.s.), onlara, Yahudilerin çirkin emellerine iliş­kin Allah'ın vahyini bildirdi ve ashabına Benî Nadîr Yahudileri ile savaş­mak üzere hazırlanmalarım emretti. İbn Ümmi Mektûm'u Medine'de ve­kil bırakarak, hicrî dördüncü yılın başında, onları altı gün muhasara altına aldılar. O zaman içki yasağıyla[51] ilgili olarak Kur'ân âyetleri nazil oldu. Benî Nadîr Yahudileri kalelerine çekildiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), hurma ağaçlarının kesilmesi ve yakılması emrini verdi. Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve onunla birlikte hareket eden münafıklar, Benî Nadîr'e gizlice haber göndererek, "Eğer size savaş açılırsa, sizin yanınızda yer ala­cağız; savaşmak üzere çıkarsanız biz de sizinle çıkacağız." demişti. Benî Nadîr de buna kandı. Gerçek ortaya çıkınca, onlara yardım etmediler ve onları Müslümanlara teslim ettiler. Benî Nadîr, Rasûlullah (s.a.s.)'dan can­larına dokunmamasını, silah hâriç develerin taşıyabileceği kadar mallarını alıp sürgün edilmelerini istediler. Bu şartlarda mallarını yüklenip Hay-ber'e, bir kısmı ise Şam'a gittiler. Hayber'e gidenlerin içinde Huyey b. Ahtâb, Sellâm b. Ebi'l-Hukayk, Kinâne b. er-Rabî' b. Ebi'l-Hukayk gibi onların ileri gelenleri bulunuyordu. Hayber onlara itaat edip, kucak açtı. Rasûlullah (s.a.s.), Benî Nadîr'in mallarını özellikle ilk muhacirler arasın­da paylaştı. Bununla birlikte çok fakir olan Ebû  Dücâne es-Simâk b. Ha-reşe ile Sehl b. Hunef e de bu mallardan verdi.

Benî Nadîr'den Yâmîn b. Umeyr b. Ka'b[52] b. Amr b. Cihâş ve Ebû Sa'd b. Vehb'den başka İslâm'ı kabul eden çıkmadı. Bu ikisi Müslüman olarak mallarını kurtardılar. Yâmîn b. Umeyr'in, Rasûlullah (s.a.s.)'a su­ikast düzenlemek istediğinden dolayı, amcasının oğlu Amr b. Cihâş'ı öl­dürene bir ödül vadettiği zikredilir.

Benî Nadîr olayı hakkında Haşir Sûresi nâziî oldu. [53]

 

Zâtu'r-Rika' Gazvesi

 

Rasûlullah (s.a.s.) [54], hicretin dördüncü yılının başlarında, Benî Nadîr Gazvesi'nden döndükten sonra, Rebî'ülâhır ve Cemâziyelevvel'in bir kıs­mında Medîne'de kaldı. Sonra, Benî Muhârib ve Benî Sa'lebe b. Sa'd b. Gatafân'la savaşmak gayesiyle Necid'e sefer düzenledi. Yerine vekil ola­rak Ebû Zerr el-Ğıfârî veya Osman b. Affân'ı Medine'de vekil bırakarak yola çıktı; Nahl'a[55] varıp konaklanıncaya kadar yoluna devam etti.

Sahabîler'in yürümekten ayaklan yarılıp, ayaklarına bez parçaları sarmış oldukları için bu gazveye Zâtu'r-Rikâ' (yamalılar) Gazvesi denilmiştir.

Rasûlullah (s.a.s.) ve beraberindekiler, Nahl'de Ğatafânlı bir topluluk ile karşı karşıya geldiler; ancak savaş çıkmadı. Rasûlullah (s.a.s.), o sıra­da Müslümanlara korku namazı kıldırdı.

Bu savaştan dönülürken, Câbir'in devesi hep geride kalıyordu. Rasû-lullah (s.a.s.), onu dürtükleyince, bineklilerin önünde yürümeye başladı. Rasûlullah (s.a.s.), onu Câbir'den satın aldı. Sonra deveyi tekrar Câbir'e iade etti. Bir kirât fazlası ile birlikte devenin bedelini de ona bağışladı. Harra günü, Şamlıların Medine'de o bedelin de arasında bulunduğu Câ­bir'in malını zorla aldıkları zamana kadar Cabir, teberrük amacıyla o be­deli yanında tutmaya devam etti.

Yine bu gazvede, Benî Muhârib bin Hasafe'den Gavras b. el-Hâris adında bir kişi, Rasûlullah (s.a.s.)'ın başında durup kılıcını tutup sallaya­rak: "Kim seni elimden kurtarabilir ey Muhammed?" dedi. Bunun üzeri­ne Rasûlullah (s.a.s.): "Allah!" dedi. Gavras, tekrar kılıcı yerine koydu. Bunun üzerine: "Ey inananlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Ha­ni bir topluluk size el uzatmağa (tecâvüze) yeltenmişti de (Allah) onların ellerini sizden çekmişti..." [56] âyet-i kerîmesi nazil oldu.

Aynı şekilde bu gazvede, müşriklerden bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)'ın Ensâr'dan bir gözcüsüne ok attı. O sırada Kur'ân okuyan gözcü, yaralan­dığı halde okumasına devam etti. Böylece kendisine ok isabet etmesine rağmen okumasına ara vermedi. [57]

 

Üçüncü Bedir Gazvesi

 

Uhud Savaşı'nda Ebû Süfyân, "Gelecek yıl, Bedir'de[58] sizinle buluşup çarpışmaya söz veriyoruz." diye bağırmıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), ashâbtan birine, "Tamam!" diye cevap vermesini emretti. Rasûlullah (s.a.s.), Zâtu'r-Rikâ'[59] Gazvesi'nden dönünce, Cemâzıyelevvel ayından ka­lan kısmı ile Cemâziyelâhır ve Receb aylarını Medine'de kalarak geçirdi. Sonra Ebû Süfyan'a verdiği sözü yerine getirmek üzere, hicrî dördüncü yılın Şa'bân ayında setere çıktı. Medîne'ye [Abdullah b.] [60] Abdullah b. Ubeyy b.

Selûl'ü vali olarak bıraktı. Gidip Bedir'de konakladı. Sekiz gün burada Kureyş'i bekledi. Bu arada Ebû Süfyân da Mekkelilerle sefere çıkmış, ez-Zahrân bölgesinde Mecenne denilen yerde konaklamıştı. Usfân'a var­dığı da söylenir. Ancak, bu yılın kıtlık yılı olmasını gerekçe gösterek dön­me kararı aldı. [61]

 

Dûmetu'l-Cendel Gazvesi

 

Dönüşünden sonra, Rasûlullah (s.a.s.), hicrî dördüncü yılın Zilhicce ayı bitimine kadar Medine'de kaldı. Ardından hicrî beşinci yılın başında Re-bî'ulevvel ayında, Dûmetu'l-Cendel[62] seferine çıktı. Sibâ' b. Urfuta'yı, Medine'ye vekil olarak bıraktı. Dûmetu'l-Cendel'e varmadan, savaşmasızın geri döndü. [63]

 

Hendek Savaşi

 

Meğâzî sahiplerine göre, hicrî beşinci yılın Şevval ayında Hendek Sa­vaşı[64] oldu. [65] Halbuki bu savaşın hicrî dördüncü yılda yapıldığı kuşku­suzdur. Zira İbn Ömer, "Uhud günü, Rasûlullah (s.a.s.)'a savaşmak üzere gösterildiğimde, on dört yaşında olduğum için beni geri çevirdi. Daha sonra Hendek Savaşı'nda savaşmak için O'na gösterildiğimde ise, on beş yaşındaydım ve bana izin verdi," demiştir. Buna göre iki savaş arasında, sadece bir yıl geçmiş olmaktadır. Dolayısıyla Hendek Savaşı'nın, Dûme-tu'1-Cendel'den sonra olduğu da kesinlik kazanmaktadır. [66]

Hendek Savaşı'na, aralarında Benî Nadîr'den Sellâm b. Ebi'l-Hukayk, Kinâne b. er-Rabî' b. Ebi'l-Hukayk ve Sellâm b. Mişkem; Havze b. Kays el-Vailî ve Ebû Ammâr el-Vailî[67] olmak üzere Yahudilerden bir heyetin, birleşik bir ordu teşkil etmeleri için Mekke'ye giderek onları Rasûlullah (s.a.s.)'a karşı savaşa çağırmaları; bunun için seçileceklere ellerinden ge­len yardımı yapacaklarına dair söz vermeleri; ardından Gatafân'a giderek onlara da benzer vaadlerde bulunmaları; onların da bu çağrıya olumlu ce­vap vermeleri sebep oldu.

Ebû Süfyân, Kureyş'in başına geçerek sefere çıktı. Ğatafân ise, Benî Fezâra kolu Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr el~Fezârî komutasında; Benî Mürre, el-Hâris b. Avf b. Ebî Harise el~Mürrî'nin komutasında; Mis'er b. Ruhayle[68] b. Nuveyra b. Tarîf b. Sühme b. Abdillah b. Hilâl b. Halâve b. Eşca' b. Reys b. Gatafân ise kendisine tabi olan Eşca'lıların ko­mutanı olarak yola çıktı. Rasûlullah (s.a.s.), bu olanları duyunca, hemen Medine etrafına hendek kazılması emrini verdi. Hz. Peygamber (s.a.s.), bizzat çalışarak hendeğin bitirilmesini sağladı. Bu esnada çeşitli mucize­ler meydana geldi: Hendek kazılırken, balyozların işlemediği sert bir ka­yaya rastlandı. Durum Rasûlullah (s.a.s.)'a bildirildi. Hz. Peygamber (s.a.s.) gelince, duâ etti; üzerine bir miktar su serpti ve balyozu indirdi; sert kaya kum gibi dağıldı. Büyük bir kalabalığı çok az bir hurma ile do­yurdu ve benzeri mucizeler görüldü.

Birleşik ordular (ahzâb), Ehâbîş, Kinâne ve kendilerine katılan diğer kuvvetlerle birlikte toplam on bin askerle Cürf ve Zeğâbe[69] arasında bulu­nan Rûme'de[70] sellerin, suların toplandığı yerde konaklandılar. Gatafân ise kendilerine katılan Necidliler ile birlikte [Uhud] [71] tarafına doğru uzanan Nakmâ'nın ucunda karargâh kurdular.

Rasûlullah (s.a.s.) ise, üç bin Müslümandan oluşan bir orduyla hende­ğe doğru yola çıktı. [72] Müslümanların, sadece dokuz yüz kişiden oluştuğu da söylenir. Verilen ilk sayı, bir yanılgıdan ibarettir. Doğrusu dokuz yüz kişi olduklarıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.), arkasına Sel' dağını, önüne hen­deği alarak karargâhını kurdu. Böylece, Müslümanlarla düşman ordusu arasında hendek olduğu halde savaş pozisyonu aldılar. Medine'ye İbn Ümmi Mektûm'u bıraktı. Kadın ve çocukları, kale ve hisarlara yerleştirdi. Benî Kurayza Yahudilerinin reisi  Ka'b b.  Esed,  Hz.  Peygamber (s.a.s.)'le barış antlaşması yapmıştı. Huyey b. Ahtab, savaşa girmeleri için Ka'bM ikna etmeye çalıştı. Ka'b bunu başta reddetti; ancak Huyey, Ka'b'i etkileyinceye kadar ısrar etti. Böylece  Ka'b, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile olan antlaşmasını bozdu ve Huyey'in tarafına geçti.

Bunu haber alması üzerine Rasûlullah (s.a.s.), Evs ve Hazrec'in reisle­ri olan Sa'd b. Mu'âz ve Sa'd b. Ubâde'yi; Benî Amr b. 'Avf'tan Havvât b. Cübeyr ve Benî Haris b. el-Hazrec'ten Abdullah b. Ravâha'yı durumu iyice öğrenmeleri için derhal Benî Kurayza'ya gönderdi. Oraya vardıkla­rında, Benî Kurayza'nm hıyanetlerini açığa vurduklarını, Rasûlullah (s.a.s.)'a dil uzattıklarını gördüler. Bunun üzerine Sa'd b. Mu'âz da onla­ra sövdü ve geri döndüler.

Rasûlullah (s.a.s.), Benî Kurayza'nm durumunu öğrenmek üzere mez­kur heyeti gönderdiğinde, kendilerine, eğer Benî Kurayza'nm ihanet ettiği gerçekse bunu kimseye açıklamamalarını, sadece kendisine bildirmelerini emretmişti. Heyet geldiğinde, Benî Kurayza'nm hıyanet ettiğini açıkça söyleyemeyip, onların bu ihanetlerini, er-Racî'de Müslüman öğretmenle­ri öldüren el-Kâra'nın hıyanetini hatırlatırcasma, Rasûlullah (s.a.s.)'a

"A'dâl ve el-Kâra" diye (bir şifre ile) bildirdiler. Böylece iş büyüdü, kor­kunç bir hal aldı. Zira Müslümanlar, her taraftan kuşatılmıştı. Benî Hâri-se'den bir grup, Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Evle­rimiz Medine'nin dışında korumasız bir durumdadır, bize izin ver de evle­rimize dönelim." dediler. Aynı şekilde Benî Selime de ayrılmaya yeltendi. Sonra Allah, onlara merhamet ederek her iki kabilenin de maneviyâtını güçlendirdi. Böylece savaşta sebat gösterdiler. Müşrikler, Müslümanları bir ay muhasara altında tuttular; ancak savaş çıkmadı. Rasûlullah (s.a.s.), Gatafân reislerinden Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe ve el-Hâris b. Avf b. Ebî Hârise'ye, Medine'nin yıllık meyve mahsulünün üçte birini vermek üzere bir haber gönderdi.  Karşılıklı  görüşmeler  sürerken,  Hz.  Peygamber (s.a,s.), konuyu Sa'd b. Mu'âz ve Sa'd b. Ubâde'ye açtı. Onlar: "Ey Al­lah'ın Rasûlü! Bu, bizim mutlaka yapmamız gereken Allah'ın sana bir em­ri midir? Yoksa yapmamızı senin arzu ettiğin bir şey midir? Yoksa bizim için yaptığın bir şey midir?" dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Evet sizin için yapmak istiyorum. Allah'a yemin ederim ki, bunu sadece Arapların size karşı tek yaydan oka tuttuğunu!'size karşı tek yumruk olduk­larım gördüğümden dolayı yapıyorum." diye cevap verdi. Sa'd b. Mu'âz: "Ey Allah'ın Rasûlü! Biz ve şu kavimler, bir zamanlar Allah'a şirk koşup putlara, taparken bile, bunlar, misafire ikram ve parayla satın alma dışın­da, Medine'nin bir tek hurmasını yeme gücünü kendilerinde bulamazlar­dı. Şimdi Yüce Allah bizi İslâm'la şereflendirdiği, O'nunla bize doğru yo­lu buldurduğu ve onunla ve seninle bizi güçlendirdiği bir sırada, malları­mızı onlara mı vereceğiz? Vallahi onlara kılıçtan başka bir şey sunmaya­cağız." dediler. Rasûlullah (s.a.s.) da, onların bu görüşlerini tasvip etti ve direnmeye devam ettiler.

Sonra Kureyş'in süvarilerinden, Benî Âmir b. Lüeyy'den Amr b. Abdi Vedd, Mahzûm Oğulları 'ndan İkrime b. Ebî Cehl ve Hübeyra b. Ebî Vehb ile Benî Muhârib b. Fihr'den Dırâr b. el-Hattâb'in da aralarında bulunduğu birkaç kişi, hendeğin başına vardıklarında: "Vallahi bu, Arapların bilmedi­ği bir harp hilesidir." dediler. Selmân el-Farisî (r.a.)'nin, hendek kazma işi­ni önerdiği söylenir. Sonra atlılar, hendeğin dar bir yerine yönelerek beri ta­rafa geçtiler. Geçen atlılar, hendek ile Sel' Dağı arasında bulunan çorak ve sert alanda atlarını dört nala kaldırdılar. Müslümanları düelloya çağırdılar.

jîz. Ali hemen ortaya atıldı ve Amr'i öldürdü. Bunun üzerine geri kalan­lar, geldikleri yerden çıkarak kavimlerinin yanma doğru geri kaçtılar. Hen­dek Savaş'ında Müslümanların parolası, "Hâ Mîm, lâ yunsarûn: (Hâ Mîm, yardım görmesinler.)" idi.

Mü'minlerin annesi Hz. Aişe (r.a.), Sa'd b. Mu'âz'ın annesiyle birlik­te, Hendek Savaşı'nda Medine'nin en sağlam evlerinden biri olan Benî Sâ'ide'nin hisarında bulunuyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in halası Safiy-ye (r.a.), Hassan b. Sâbit'in müstahkem olan evlerinin bir bölümünde bu­lunuyordu. Hassan'm da kadın ve çocuklarla birlikte o evde bulunduğu söylenir.

Hendek Gazvesi esnasında, Hibbân b. Kays b. el-Arıka[73] tarafından atılan bir okun koluna isabet etmesi üzerine Sa'd b. Mu'âz yaralanmış ve atardamarı kopmuştu. Oku atanın Benî Mahzûm'un müttefiki Ebû Üsâme el-Cüşemî[74] olduğu da rivayet edilir. Sa'd b. Mu'âz'ın yaralandığında, -Allah ondan razı olsun- şöyle dua ettiği söylenir: "Ey Allahım! Eğer Ku-reyşle olan savaş bitmeyecek daha da devam edecekse, buna katılmak için benim yaşamamı da devam ettir. Zira, senin elçine eziyet eden, O'nu yalanlayan ve O'nu yurdundan çıkaran bir kavim ile çarpışmayı istediğim kadar başka çarpışmak istediğim bir kavim yoktur. Ey Allahım! Eğer bi­zimle Kureyş arasında olan savaş, bu kadarla kalacaksa, bu yaralanmayı benim için şehidlik sebebi kıl! Ey Allahım! Benî Kurayza'nın yenilgisini görmekle yüzümü güldürmedikçe canımı alma!"

Hendek Savaşı'nda sıkıntı şiddetlenip iş iyice zora girdiğinde, Nu'ayrn b. Mes'ûd b. Âmir b. Uneyf b. Sa'lebe b. Kunfuz b. Hilâl b. Halâva b. Eşca' b. Rays b. Gatafân adında biri, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelerek: "Ey Al­lah'ın Rasûlü! Ben Müslüman oldum. Ancak benim kabilem -Gatafân-Müslüman olduğumu bilmiyor; emrine amadeyim." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), "Sen bizim aramızda ancak bir tek nefer olabilirsin; eğer yapabilirsen bizden kaç, -kabileni savaştan caydır- zira harp hiledir." de­di. Bunun üzerine Nu'aym çıktı ve doğru Benî Kurayza'nın yanına gitti; câhiliye döneminde onlarla dostluk kurmuştu. Onlara: "Ey Benî Kurayza!

Size olan sevgimi, aramızdaki dostluğu biliyorsunuz." dedi. Bunun üzeri­ne Benî Kurayza: "Doğru söylüyorsun. Sen bizim dostumuzsun." dediler. Nu'aym sözüne devamla: "Kureyş ve Ğatafân'ın durumu sizinki gibi de­ğildir; bu şehir sizindir; buradan başka gidecek bir yeriniz yok. Oysa ne Kureyş, ne de Gatafân için böyle bir durum söz konusudur. Eğer gönülleri isterse, size yardım ederler; yok eğer istemezlerse, sizi burada yalnız bira-kıp yurtlarına geri dönerler. Yalnız kaldığınızda da Muhammed'le savaş­maya gücünüz yetmez. Bu durumda, adamlarından bazılarını size rehin olarak vermedikleri müddetçe, Kureyş ve Ğatafanlılar in yanında Müslü­manlarla savaşa girmeyin," dedi. Benî Kurayza: "Bize görüşünü söyleyip doğru yolu gösteriyorsun." dediler. Nu'aym, onların yanında ayrılıp Ku­reyş'e gitmek üzere hemen yola koyuldu. Ebû Süfyân'a: "Benim size olan dostluk ve bağlılığımı biliyorsunuz; size bildirmem gereken çok önemli bir durum vardır; ancak bu aramızda sır olarak kalsın." dedi. Onlar: "Nedir bu?" dediler. Nu'aym: "Biliniz ki Yahudiler, Muhammed'le olan antlaşma­larını bozmaktan pişman olmuşlar; O'na, sizden rehine alıp kendisine tes­lim edecekleri ve beraberce üzerinize saldırma konusunda haber gönder­mişler." dedi. Bunun üzerine Kureyşliler, verdiği bilgilerden dolayı ona te­şekkür ettiler. Ardından Gatafânlıların yanma giderek, Kureyşlilere söyle­diklerinin aynısını onlara da söyledi. Hicrî dördüncü yılın, Şevval ayının cuma gününü cumartesiye bağlayan gece, Ebû Süfyân ve Gatafânlılar, Be­nî Kurayza Yahudilerine: "Biz burada kalıcı değiliz. Yarın sabah çarpış­mağa hazırlanınız!" diye haber gönderdiler. Yahudiler: "Yarın cumartesi­dir; bununla birlikte bize adamlarınızı teminat olarak rehin vermediğiniz müddetçe sizinle beraber savaşa çıkmayacağız." dediler. Bunun üzerine elçi kendilerine: "Vallahi size rehin verecek değiliz, bizimle savaşa çıkın.'1 diye karşılık verdi. Bunun üzerine Benî Kurayza, kendi kendilerine: "Val­lahi Nu'aym doğru söylemiş." dediler. Birleşik orduların elçileri geri dön­düğünde, onlara: "Vallahi Nu'aym doğru söylemiş." dediler. Bunun üzeri­ne, Yahudilerin yanında savaşa girmekten vazgeçtiler. Allah, üzerlerine bü­yük bir kasırga gönderdi; tencere ve kapkacaklarını ters çevirdi.

Bu arada Rasûlullah (s.a.s.), durumu öğrenmek için Huzeyfe b. el-Ye-mân'ı casus olarak gönderdi. Huzeyfe, birleşik orduların gitmek üzere yo­la çıktıkları haberini getirdi. Bunun ardından Kureyş ve Gatafân, Medî-ne'yi terk ederek ayrıldı. [75]

 

Benî Kurayza Gazvesi

 

Rasûlullah (s.a.s.), sabah olduğunda, birleşik orduların tamamen ayrıl­dıklarını gördü; bu nedenle hendeği terk edip evlerine döndüler ve silah­larını bıraktılar. Bunun üzerine Cebrail (a.s.), Benî Kurayza'ya[76] karşı he­men savaşa çıkmaları konusunda Allah'ın emrini iletti. Bu emir, öğleden sonra geldi. O gün, Müslümanlardan bir grup Cebrail (a.s.)'i Dihye-tü'1-Kelbî (r.a.)'nin suretinde ipek örtülü bir katır üzerinde gördüler. Da­ha sonra Dihye (r.a.) de, onların yanına geldi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Bent Kurayza yurduna varmadıkça kimse ikindi namazı kılmasın." diye Müslümanlara savaşa çıkmaları için emir verdi. Müslümanlar hemen yola çıktılar; ancak Benî Kurayza yurdu­na varmadan yolda ikindi namazı vakti sona ermek üzereydi. Bunun üze­rine Müslümanlardan bazıları: "Namazımızı kılalım, namazı geciktirmek için bize bir emir verilmedi." derken, diğer bir kısmı ise: "Biz Rasûlullah (s.a.s.)'in emrettiği yerden başka bir yerde namaz kılmayacağız." diyerek ancak geceleyin ikindi namazını kılabildiler. Durum Hz. Peygamber (s.a.s.)'e bildirildiğinde hiçbir tarafa gücenmedi, onları azarlamadı.

Azarlama konusuna gelince, ancak günahı bilerek ve arzulayarak işle­yen azarlanır. Ama her kim iyi niyetle günahı yorumlarsa -her ne kadar yaptığı eylem doğru değilse de- azarlanamaz. Yüce Allah biliyor ki, şayet biz o zaman orada olsaydık, Benî Kurayza'ya varmadıkça, aradan günler geçseydi bile ikindi namazını Benî Kurayza'nın dışında başka bir yerde kılmazdık.[77] Rasûluîlah (s.a.s.)'ın, o gün ikindi namazını Benî Kuray­za'nın bulunduğu yere tehir etmesi ile, Müzdelife'de akşam namazını yat­sı namazına tehir etmesi ve arife günü ikindi namazını öğle namazı vakti­ne alması arasında fark yoktur. Bu konuda itaat farzdır.

Rasûlullah (s.a.s.). sancağı AH b. Ebî Tâlib (r.a.)'e verdi; yerine İbn Ümmi Mektûm'u Medine'ye bıraktı. Hz. Peygamber (s.a.s.), Benî Kuray-za kalesinin önünde konakladı. Yahudiler, Müslümanlara duyuracak şekil­de yüksek sesle Rasûlullah (s.a.s.)'a sövüyorlardı. Hz. Ali (r.a.), Hz. Pey­gamber (s.a.s.)'e rastladı; duyduğu kötü sözleri duymaması için, Yahudi­lere yaklaşmamasını istirham etti. Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Ali'ye: "Eğer beni görselerdi, konuştuklarının hiç birini söyleyemezlerdi." dedi. Yahudi­ler, Hz. Peygamber (s.a.s.)'i görünce hemen konuşmayı kestiler. Rasûlul­lah (s.a.s.), Benî Kurayza'ya ait "Unâ" veya "Ennâ" diye anılan kuyunun yanma konakladı. Hz. Peygamber (s.a.s.), yirmi beş gün Benî Kurayza Ya-hudilerini kuşatma altında tuttu. Reisleri olan Ka'b b. Eşref onlara: "Ya Müslüman olmak, ya çoluk çocuklarını öldürdükten sonra Öldürülünceye kadar Rasûlullah (s.a.s.) ile savaşmak, ya da -kendi zannınca- Cumarîe-si günü Yahudiler savaşmaz dîye beklemedikleri bir anda Cumartesi gece-sı Müslümanlara ani bir baskın düzenlemek." şeklinde üç seçenek teklif etti. Ancak onlar hiç bir şıkkı kabul etmediler. Evs'in müttefikleri olduk­ları için, Benî Kurayza, Rasûlullah (s.a.s.)'a Benî Amr b, Avf'ten Lübâbe b. Abdilmünzir'i, görüşmelerde bulunmak üzere kendilerine elçi olarak göndermesi için haber gönderdiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), Ebû Lübâbe'yi kendilerine elçi olarak gönderdi. Oraya vardığında, erkek, ka­dın, çocuk herkes onun yanına geldi. Ona: "Ey Ebû Lübâbe! Ne dersin, Muhammed'in şartını kabul edelim mi?" diye sordular. Ebû Lübâbe: "Evet!" diyerek boynuna işaret etti ve bu hükmün onları boğazlamak oldu­ğuna işaret etti. Ebû Lübâbe, günah işlediğinin farkına vardı; hemen piş­man oldu; derhal çıkarak, Rasûlullah (s.a.s.)'a bile uğramadan doğru mes­cide giderek, kendini sütunlardan birine bağladı ve "Allah benim tövbemi kabul etmedikçe, bu yerimden ayrılmayacağım." dedi. Ardından ne Benî Kurayza'nın toprağına ne de Allah'a ve Rasûlü'ne ihanet edilen hiç bir ye­re ebediyyen ayak basmayacağına dair Allah'a söz verdi. Bu durumu Ra­sûlullah (s.a.s.)'a bildirilince: "Eğer bana gelseydi, onun için af dilerdim; ancak o yaptığını yaptı. Artık Allah onu affetmedikçe onu serbest bırakma konusunda yapabileceğim bir şey kalmadı." dedi. Ebû Lübâbe hakkında Tevbe Sûresi nazil oldu. Bunun üzerine Rasûlulîah (s.a.s.), onu bizzat ken­di elleriyle çözmek üzere hemen yola çıktı. Allah ondan razı olsun. Namaz kılma dışında, Ebû Lübâbe'nin altı gün bir sütuna bağlı kaldığı söylenir.

Benî Kurayza, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kendileri hakkında vereceği hükümle hükmetmesi için Sa'd b. Mu'âz'm hüküm vermesine razı oldu­lar. Teslim oldukları gün, el-Kurayza ve en-Nadîr'in amca oğlu Hedl'in soyundan olan Sa'ye'nin Oğullan Sa'lebe ile Üseyd ve Esed b. Ubeyd, Müslüman oldular.

Benî Kurayza'mn, Rasûlullah (s.a.s.) ile olan antlaşmasını bozup, bir­leşik ordularla bir olarak Müslümanlara karşı savaşa girmelerine karşı çı­kan Amr b. Su'dâ el-Kurazî, gizlice Benî Kurayza kalesinden o gece çık­tı ve kurtuldu; nereye gidip, nerede öldüğünden bir daha haber alınmadı. Benî Kurayza, Rasûlullah (s.a.s.)'ın hükmüne boyun eğip teslim oldu­ğunda; Evs, Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kardeşle­rimiz Hazrec'in müttefikleri olan Bent Kaynuka Yahudileri hakkında iste­diğin hükmü verdin; bunlar da bizim müttefiklerimizdir." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), onlara: "Ey Evs topluluğu! Sizden birinin on­lar hakkında hüküm vermesine razı olmaz mısınız?" diye sordu. Onlar: "Razı oluruz, ey Allah'ın Rasûlü!" dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.): "O taktirde bu iş Sa'd b. Mu'âz'e düşer." dedi. Rasûlullah (s.a.s.), daha yakın­dan ilgilenmek ve sık ziyaret etme imkanı bulmak için, yaralı olan Sa'd b. Mu'âz'ı, tedavi etmek üzere -hasta ve yaralıların tedavisiyle uğraşan ve çok iyi bir kadın olan- Rüfeyde el—Eslemiyye'nin görev yaptığı mescidde bulunan bir çadıra yerleştirmişti. Rasûlullah (s.a.s.), Benî Kurayza hakkın­da hükmü vermek üzere, Sa'd b. Mu'âz'm getirilmesini emretti. Sa'd b. Mu'âz, bir merkebe bindirilerek getirildi; yaslanması için ona deriden bir yastık hazırlandı. Gelince, akrabaları onun etrafında toplanmaya başladı. Ona: "Ey Ebû Amr! Müttefiklerine iyilikle muamelede bulun." dediler. Bunun üzerine Sa'd, onlara: "Sa'd'ın, Allah için hiç bir hnayıcının kına­masına kulak asmayacağı vakit gelmiştir." dedi. Onun yanında olanlardan bir kısmı, Abduleşhel Oğullarının mahallesine gittiklerinde; Benî Kuray­za Yahudileri, öldürülmeme konusunda kendilerinden yardım isteyip fer-yad figân ettiler. Sa'd gelince, Rasûlullah (s.a.s.), Müslümanlara: "Reisi­nize gidin!" dedi. Bunun üzerine Müslümanlar, Sa'd'ın etrafında toplana­rak, "Ey Ebû Amr! Rasûlullah {s.a.s.) seni müttefiklerin hakkında hüküm

verme konusunda hakem kılmıştır." dediler. Sa'd: "Onlar hakkında vere­ceğim hüküm konusunda, onu kabul edeceğinize dair bu yolda Allah'ın ahit ve mîsâkı üzerine hana söz veriyor musunuz?" diye onlara sordu. On­lar da "Evet!" dediler. Sa'd b. Mu'âz, Rasûlullah (s.a.s.)'a olan derin say­gısından dolayı yüzünü başka tarafa çevirerek: "Şurada bulunan zât da, bu yolda vereceğim hükmü kabul buyuracağına dair bana, Allah'ın ahit ve mîsâkı üzerine söz veriyor mu?" diye gaib sîgasi ile sordu. Rasûlullah (s.a.s.) da ona: "Evet!" dedi. Sa'd: "Ben, onlar hakkında, erkeklerinin öl­dürülmesine, mallarının ganimet olarak paylaştırıl masına, kadın ve ço­cuklarının esir edilmesine hükmettim." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s,a.s.): "Muhakkak ki sen, yedi kat göğün sahibi olan Allah'ın hükmüne uygun olarak hüküm verdin." dedi.

Hz. Peygamber (s.a.s.), onların bugün Medine Pazarı olarak kullanılan yere getirilmelerini emretti. Burada hendekler kazıldı. Sonra Rasûlullah (s.a.s.), bu hendeklerde boyunlarının vurulmasını emretti. O gün, mü'min-lerin annesi Safiye (r.a.)'nin babası Huyey b. Ahtab ve Ka'b b. Esed de öl­dürüldü. Sayıları altı yüz ile yedi yüz arasındaydı. Kadınlardan sadece, Hallâd b. Süveyd b. es-Sâmıt (r.a.)'ın üzerine değirmen parçası atarak onu öldüren, Hakem b. el-Kurazî'nin hanımı Bunâne [78] öldürüldü. Rasûlullah (s.a.s.), ustura tutunan (buluğ çağına eren), savaşacak yaşa gelmiş erkek­lerin öldürülmesini, bu yaşa gelmeyenlerin bırakılmasını emretti.

Rasûlullah (s.a.s.), Zebir b. Bâtâ' ailesini, Sabit b. Kays b. eş-Şammâs'a bağışladı. Serbest bırakılanlar arasında, Müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sohbetlerinde bulunan Abdurrahman b. ez-Zebîr de vardı.

Aynı şekilde, Rifâ'a b. Şemvîl el-Kurazî'yi de, Benî Neccâr'dan Kıbleteyn (iki kıbleli) Mescidi'nde namaz kılan Ümmü'l-Münzir Selmâ [79] b. Kays'a bağışladı. Daha sonra Rifâ'a Müslüman oldu ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sohbetinde bulundu. Rifâ'a savaş gidecek yaşta değildi. [80] Atıyye el-Kurazî'nin de hayatı bağışlandı. O da Müslüman oldu ve Hz. Pey­gamber (s.a.s.)'in sohbetlerinde bulundu.

Rasûlullah (s.a.s.), Benî Kurayza Yahudilerinin malını Müslümanlar arasında paylaştırdı. Süvarilere üç, piyadelere bir hisse verdi. O zaman sü­varilerin sayısı otuz altıydı.

Esirlerden Benî Amr b. Kurayza'nın hanımlarından biri olan Reyhâne b. Amrb. Hunâfe, Rasûlullah (s.a.s.)'m hissesine düştü. Rasûlullah (s.a.s.) vefat edene kadar zevcesi olarak yanında kaldı.

Benî Kurayza fethi, hicrî dördüncü yılın Zilkade ayının sonu ve Zilhic­ce ayının başında gerçekleşti.

Benî Kurayza zaferi sonuçlandığında, sâlih insan Sa'd b. Mu'âz'm duası kabul oldu. Damarı patladı ve şehid oldu. Allah ondan razı olsun. O, arşı ta­şıyan meleklerin ruhunu taşıma şeref ve sevincine erişmelerinin bir göster­gesi olarak, ölümü esnasında Arş-ı Rahmân'ın titrediği yüce bir zâttır.[81] 

 

Hendek ve Beni Kurayza Gazvelerinde Şehid Olanlar

 

Hendek Savaşi'nda Benî Abdileşhel'den Şehîd Olanlar:

Araya zaman girmeksizin art arda meydana geldikleri için her iki gaz­vede şehîd olanları[82] beraber zikrettik.

Sa'd b. Mu'âz.

Enes b. Evs b. Atîk b. Amr.

Abdullah[83] b. Sehl.

Benî Selime b. el-Hazrec'ten şehîd olanlar:

Et-Tufeyl b. en-Nu'mân.

Sa'lebe b. Aneme. [84]

Benî Dînâr b. en-Neccâr el-Hazrec'ten Ka'b b. Zeyd, kimin tarafından attığı bilinmeyen bir okun isabet etmesiyle şehid oldu.

Hendek Savası 'nda ölen müşrikler:

Kendisine bir ok isabet eden Abduddâr Oğulları'ndan Munebbih b. Os­man b. Ubeyd b. es-Sebbâk b. Abdiddâr, Mekke'ye döndükten sonra öl­dü. Bunun, Osman b. Munebbih b. es-Sebbâk olduğu da rivayet edilir.

Benî Mahzûm b. Yakaza'dan Nevfel b. Abdillah b. el-Muğîre,.hendeği zorla geçmek istedi, hendeğin içinde öldürüldü.

Benî Âmir b. Lüeyy'den, Amr b. Abdi Vedd ve oğlu[85] Hısl b. Amr Öl­dürüldü.

Benî Kurayza Gazvesi'nde şehîd olan Müslümanlar:

Benî el-Hâris b. el-Hazrec'ten Hallâd b. Süveyd b. Sa'lebe b. Amr, Be­nî Kurayza'dan bir kadının attığı bir değirmen parçası ile şehid oldu.[86]

Ukkâşe b. Mihsan'm kardeşi Ebû Sinan b. Mihsan b. Hursân el-Esedî, muhasara esnasında şehîd oldu. Rasûlullah (s.a.s.), onu, günümüze kadar burada mukim Müslümanlardan Ölenlerin gömüldüğü bir mezarlıkta def­netti. Bu iki kişi dışında Benî Kurayza Gazvesi'nde şehîd olan yoktur.

Hendek Savaşi'ndan sonra, Kureyş kâfirleri bir daha Müslümanlara[87]  karşı savaşa çıkamadılar. Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. [88]

 

Abdullah B. Ebî Atîk'in, Sellâm B. Ebî'l-Hukayk (Ebû Râfio'ı Öldürmek İçin Gönderilmesi

 

Yüce Allah, Ka'b b. el-Eşref kâfirinin ölümüne, Evs'ten bazı kimsele­rin eliyle hüküm verince, el-Hazrec de aynı şekilde ecirlerini arttırmak, İs-lâmî amellerini zenginleştirmek istedi. Bunun üzerine Sellâm b. Ebi'l-Hu-kayk'm[89] da, Ka'b b. el-Eşref gibi Rasûlullah (s.a.s.)'a ve Müslümanlara olan düşmanlığında aşın gittiği değerlendirmesinde bulunarak, öldürülme­si için Hz. Peygamber (s.a.s.)'den izin istediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) da izin verdi.

Hepsi Hazrec kabilesi Benî Selime boyundan olan beş kişi, Öne çıktı­lar. Bunlar, Abdullah b. Atîk, Abdullah b. Üneys, Ebû Katâde el-Hâris b. Rib'î, Mes'ûd b. Sinan ve Müslüman olan antlaşmalıları Huzâ'î b. el-Es-ved[90] idi.

Rasûlullah (s.a.s.), kendilerine Abdullah b. Atîk'i komutan tayin ede­rek, kadın ve çocukları öldürmemeleri konusunda uyardı. Hayber'e varın­caya kadar gece yol alarak yürüdüler. Sellâm, başkalarıyla birlikte bir evin Üst katında ikamet ediyordu. Müslümanlar, onun bulunduğu binaya girdik­lerinde kapıyı kapattılar. Dışandakilerden emin olmak için bütün kapıları kilitliyorlardı. Onun bulunduğu kata varınca, eve girmek için izin istedi­ler. Hanımının, kim olduklarını sorması üzerine onlar: "Araplardan bir kaç kişi" diye cevap verdiler. Bunun üzerine kadın: "İşte arkadaşınız bu­rada!" diye cevap verdi. îçeri girince hemen kapıyı üstlerine kapattılar; bunun üzerine hanımı onların bir kötülük için geldiklerini anladı ve bağır­maya başladı. Bu nedenle kadını öldürmeye yeltendiler; ancak Rasûlullah (s.a.s.)'ın kadınları Öldürmemeleri konusundaki yasağını hatırladılar ve onu öldürmekten kendilerini alıkoydular. Sonra gecenin karanlığında kip­ti kumaşı gibi bembeyaz görünen bir yatağın üzerinde oturan Sellâm'ın üzerine hepsi birden kılıçları ile saldırdılar. Abdullah b. Atîk, öbür tarafın­dan çıkacak şekilde kılıcını onun kamına soktu. Allah düşmanı o arada, "Yeter! Yeter!" diye bağırıyordu. Sonra aşağı inip kaçtılar. Abdullah b. Atîk'in gözleri iyi görmediği için düştü ve ayakları kötü bir şekilde incindi. Bunun üzerine arkadaşları onu kale suyunun aktığı dehlizlerden birine ulaş-tınncaya kadar taşıdılar. Dehlizin içine girip saklandılar. Kale halkı ortalığa döküldü; her tarafta ateşler yaktılar; onları yakalama konusunda ümitleri kalmayınca, kaleye geri döndüler. Ardından Müslümanlar, "Allah'ın düşma­nının kesin olarak öldüğünü nasıl öğrenebiliriz?" diye düşündüler. Bunun üzerine arkadaşlarından biri geri döndü. Kalede bulunanların arasına girdi. Tekrar arkadaşlarının arasına geri döndüğünde onlara: "Bir grup insanın ara­sına girdim. Sellâm'ın hanımının, 'Vallahi Abdullah b. Atîk'in sesini duy­dum.' diye bağırdığını, sonra '[Acaba kendi kendime yalan mı uyduruyo­rum[91] diye, Abdullah b. Atîk buraya kadar nasıl gelebilir?' dediğini, ardın­dan Sellâm'm yüzüne bakarak, 'Yahudilerin Tanrısına and olsun ki öldü' di­ye bağırdığını, bunun üzerine sevinçle geri geldiğini" söyledi. Böylece Sel­lâm'ın kesin olarak öldüğü haberini alarak, arkadaşlarına geri dönmüş oldu. Ardından Medine'ye geri döndüler; Rasûlullah (s.a.s.)'m yanma geldiler ve

O'na durumu haber verdiler. Ancak herkes, kendisinin onu öldürdüğünü iddia etmeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Kılıçlarınızı getirin bakalım!" dedi. Onlar da kılıçlarını O'na gösterdiler. Abdullah b Uneys'in kılıcı için, "Bu kılıç onu öldürmüştür." dedi. Zira kılıcının üs­tünde yemek artıkları görünüyordu. [92]

 

Benî Lihyân Gazvesi

 

Rasûlullah (s.a.s.), Benî Kurayza fethinden sonra, Zilhicce ayının kalan kısmı ile Muharrem, Safer, Rebî'ulevvel, Rebi'ulâhır ve Cem âzı yele vvel aylarında Medine'de kaldıktan sonra, Benî Lihyân Gazvesi'ne[93] çıktı. Bu seferin Benî Kurayza fethinden altı ay sonra, yani hicrî altıncı yılın üçün­cü ayında olduğu söylenir; doğrusu ise hicrî beşinci yıl olmalıdır. Rasûlul­lah (s.a.s.)'m bu sefere çıkmadaki amacı, er-Racî'de öldürülen Asım b. Sabit ile Hubeyb b. Adiyy ve arkadaşlarının intikamını almaktı. Buna Dû-metü'l-Cendel Gazvesi'nin ardından karar vermişti. Rasûlulîah (s.a.s.), Medîne-Şam yolu tarafında bulunan Gurâb Dağı'na doğru yola çıktı; ar­dından Mahîd'e, [94] oradan da el-Betrâ'a vardı. Oradan da sola saparak ön­ce Yeyn[95] Vadisi'ne, sonra Suhayrâtü'l-Yemâm'a vardı. Oradan da Mek­ke yolu üzerinde bulunan el-Mehacca'ya doğru yola çıktı. Hızla yola de­vam ederek, Benî Lihyân'ın konaklama yerlerinden biri olan Sâye[96] deni­len yere kadar uzanan Emeç ve Usfân arasında bulunan, Gurân[97] Vadi­si'ne varınca konakladı. Ancak Benî Lihyân'ın, bu durumu haber aldığınıve dağ başlarına kaçarak gizlendiklerini gördüler. Rasûlullah (s.a.s.), onla gafil avlanamaması üzerine, ashabından iki yüz süvari ile yola çıktı ve Usfân'a varınca konakladı. Ardından arkadaşlarından iki atlıyı yola çıkar Onlar, Kürâ'ü'l-Ğamîm'e varıncaya kadar gittiler; sonra geri döndüler. paha sonra Rasûlullah (s.a.s.), Medîne'ye geri teşrif ettiler. [98]

 

Zî Kared Gazvesi

 

Benî Lihyân Gazvesi'nde Ensâr, Rasûlullah (s.a.s.)'a: [99] "Savaşa çıktı­ğımızda Medine bizden boşalmakta, bizler ondan uzaklaşmaktayız; dola­yısıyla korumasız kalmakta, bizden sonra düşmanlarımızın baskın yapma­sından dolayı kendimizi güvende hissedemiyoruz." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Medine'ye giden geçitlerin her bilinde, Allah'ın em­riyle burayı koruyan bir melek bulunduğunu" bildirdi. Daha sonra ashâb, seferden döndüler. Müslümanlar, Medîne'ye döndükten ve gecelerce kal­dıktan sonra, Gatafânlıların Benî Abdillah kolundan Uyeyne b. Hısn, Müs­lümanlara baskın düzenledi. Rasûlullah (s.a.s.)'a ait gebe develerden olu­şan bir sürüyü alıp götürdüler. Sürünün yanında Gıfâr kabilesinden bir adam ve bir kadın da bulunuyordu. Gıfârlı adamı öldürdüler; kadını ve ge­be olan deve sürüsünü sürüp götürdüler.

Baskını ilk haber alan Seleme b. Amr b. el-Ekve' el-Eslemî oldu. Se­leme, Gâbe'ye[100] gidiyordu. Seniyyetü'1-Veda' tepesine çıktığında, kâfir­lerin atlılarını gördü. Bunun üzerine bağırarak Müslümanları uyardı. Ar­dından tek başına düşmanı takibe başladı. Çok zor bir sınav verdi. Düşma­na ok yağdırdı; bu nedenle düşmanın eline geçmiş olan sürüden bir kısmı­nı kurtardı, Medîne'de savaş çağrısı yapıldığında, süvarilerden bu çağrıya Hk uyan ve Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanına gelenler sırayla, Benî Abdileş-hel'den el-Mikdâd b. el-Esed, Abbâd b. Bişr b. Vakş, Sa'd b. Zeyd, Benî Hârise'den Ukkâşe b, Mihsan el-Esedî, Muhriz b. Nadla el-Esedî el-Ah-rem, [101] Benî Selime'den Ebû Katâde el-Hâris b. Rib'î, Benî Zürayk'tan Ebû Ayyaş b. Zeyd b. es-Sâmit oldu.

Atlılar Rasûlullah (s.a.s.)'ın huzurunda toplanınca, kendilerine Sa'd b. Zeyd'i komutan tayin etti. Rasûlullah (s.a.s.)'ın, Ebû Ayyâş'ın atını Mu'âz b. Ma'ıs ya da Âiz b. Ma'ıs'a verdiği rivayet edilir. Zira o, Ebû Ayyâş'tan daha usta bir biniciydi. Düşmana ilk yetişen ve şehîd olan Muhriz b. Nad-la el-Ahrem oldu. Muhriz, Benî Abdileşhel'den Mahmûd b. Mesleme'ye ait olan ata binmişti. Sahibi hazır olmayınca, kendisi binmek için almıştı. Şehid düşünce, atı Benî Abdileşhel mahallesinde bulunan ahırına kendili­ğinden döndü. Abdurrahmân b. Uyeyne b. Hısn'm, Muhriz'i şehîd ederek atına bindiği, sonra Seleme'nin de Abdurrahmân'ı öldürdüğü, atının bun-. dan sonra kendiliğinden döndüğü de rivayet edilir.

El-Mikdâd'm atının adı Sebhâ idi. Be'zece[102] olduğu da söylenir. Mu'âz b. Vakş'm atının adı Lemmâ', [103] Ukkâşe b. Mihsan'ın Zu'1-Limme, Sa'd b. Zeyd'in Lâhik, Ebû Katâde'nin Cerve; [104] Üseyd b. Züheyr'in Mesnûn, Ebû Ayyâş'ın Celve, el-Ahrem'in bindiği atın adı ise el-Cenâh[105] idi.

Müşrikler bozguna uğrayarak geri kaçtılar. Rasûlullah (s.a.s,), Zü'1-Kared suyunun başına vardı. Kurtarılan develerinden birini boğazla­yarak, ziyafet verdi. Hz. Peygamber (s.a.s.), burada bir gün bir gece ika­met ettikten sonra Medine'ye geri döndü.               ,

Gıfârlı kadın Rasûlullah (s.a.s.)'ın devesine binip Medîne'ye geldiğinde, deveyi kurban edeceğine dair adakta bulundu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) ona: "Ma'siyette adak olamayacağını, kişinin mülkiyetinde olmayan bir malda adakta bulunamayacağım" söyledi ve devesini ondan aldı. [106]

 

Benî Mustalik Gazvesi

 

Sonra Rasûlullah (s.a.s.), [107] Cemâzıyelâhır'ın bir kısmı, Receb ayı ve yı­lın kalan kısmını Medine'de geçirdikten sonra, hicrî altıncı yılın Şa'bân ayında, Huzâ'a kabilesinden Benî Mustalik'e karşı sefere çıktı. Medîne'ye, yerine Ebû Zerr el—Gıfârî'yi vekil bıraktı. Nümeyle b. Abdillah el-Ley-sî'yi bıraktığı da rivayet edilir. Rasûlullah (s.a.s.), Kudeyd'in sahil tarafla­rında bulunan el—Muraysî'[108] denilen suyun başında gafil bir halde bulu­nan Benî Mustalik'e baskın düzenlendi. Öldürülenler öldürüldü, kadın ve çocuklar esir alındı. Esirler arasında, Benî Mustalik'in reisi el-Hâris b. Ebî Dırâr'm kızı Cuveyriye de bulunmaktaydı. Cuveyriye, Sabit b. Kays b. Şemmâs'm hissesine düşmüştü. Cuveyriye özgürlüğüne kavuşmak için Sabit ile belli bir meblağ üzerinde anlaştı. Hz. Peygamber (s.a.s.), o meb­lağı Cuveyriye'nin yerine Sâbit'e verdi ve onu âzâd edip onunla evlendi. Bu gazvede Benî Leys b. Bekr b. Abdi Menât b. Kinâne'den Hişâm b. Subâbe el-Leysî yaralandı. Ensârdan Ubâde b. es-Sâmit'e, kabifesindan bir kişi onu düşman sanarak ateş etti.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu gazveden geri dönüşünde, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl, "Medîne'ye döndüğümüzde şerefli olanlar, zelil olanları oradan kesinlikle çıkaracak." dedi. Bu problem, Ömer b. Hattâb'ın ırgatı Cahcâh b. Mes'ûd[109] el-Gıfârî ile Benî Avf b. el-Hazrec'in antlaşmalısı Sinan b. Veber el-Cühenî arasında çıkan bir tartışma üzerine, el-Gıfâ-rî'nin, "Ey Muhacirler, yardıma koşun!"; buna karşın el-Cühenî'nin de, "Ey Ensâr, yardıma koşun!" demesi üzerine çıktı. Zeyd b. Erkânı, Abdul­lah b. Ubeyy'in söylemiş olduğu sözü Rasûlullah (s.a.s.)'a bildirince, bu konuda Allah katından Münâfikûn Sûresi nazil oldu.

Abdullah b. Abdillah b. Ubeyy, babasıyla ilişkilerini kesti. Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a yemin ederim ki, şerefli olan sizsiniz, rezil olan da odur. Vallahi eğer istersen, sen önu Medine den çıkarırsın ey Allah'ın Rasûlü!" dedi. Daha sonra Medine tarafında dura­rak, babasına: "Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.s.) girmene izin vermedikçe, sen şehre giremezsin; ancak o izin verdikten sonra girebilir­sin," dedi.

Abdullah b. Abdillah, Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Duyduğuma göre babamın Öldürülmesini istiyormuşsun. Babamı öldürmek üzere, benden başkasına görev vermenden, dolayısıyla babamı öldürecek bu kişi ortalıkta dolaşınca kendimi tutamayıp kâfir olan babama karşılık bu mü'min kişiyi Öldürüp cehenneme girmekten korkuyorum.. Ensâr bilir ki ben onların içinde babasına karşı en çok iyilik edeniyim. Bununla bir­likte ey Allah'ın Rasûlü! Eğer babamın öldürülmesini istiyorsan, bana emir buyurun, onun kellesini ben size getireyim." dedi. Rasûlullah (s.a.s.), ona iyilikle konuştu ve babasına karşı kötülük yapmayı düşünmediğini bildirdi.

Mıkyes b. Subâbe, Müslüman olduğunu açıklayarak ve kardeşi Hişâm b. Subâbe'nin diyetini istemek üzere Mekke'den gelmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), diyeti alması için emir verdi; o da aldı. Ancak daha sonra kardeşinin katilini öldürdü ve küfre dönerek Mekke'ye kaçtı. Mek­ke'nin fethinde, Rasûlullah (s.a.s.)'ın öldürülmelerini buyurduğu kişilerin arasında bulunanlardan birisi de odur.

Benî Mustalik Savaşı'nda Müslümanların parolası, "Öldür! Öldür!" idi. Müslümanlar, Rasûluîlah (s.a.s.)'m Cüveyriye ile evlendiğini öğren­diklerinde, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hısımlığına saygı göstermek için el­lerinde bulunan Benî Mustalik'li bütün esirleri serbest bıraktılar. Bu saye­de Cüveyriye'nin kavminden yüz aile serbest bırakıldı.

Müslüman olmalarından iki yılı aşkın bir süre sonra, Rasûlullah (s.a.s.), Benî Mustalik'e el-Velîd b. Ukbe b. Ebî Mu'âyt'i zekât memuru olarak gönderdi. Bunun üzerine Benî Mustalik'den olanlar kendisini karşılamak üzere yola çıktılar; onları bu şekilde gören zekât memuru korktu ve Rasû­lullah (s.a.s.)'a geri dönerek, Benî Mustalik'lilerin kendisini öldürmeye yeltendiklerini bildirdi. Bunun üzerine bir kısım sahabe, onlara karşı sava­şa çıkılması arzusunu dile getirdiler. Bunun ardından Benî Mustalik'ten bir heyet gelerek, zekât memurunun kendilerine ulaşmadan geri dönüşün­den hoşlanmadıklarını; ancak zekât memurunun sadece gelişine olan say­alarını ortaya koymak için, onu karşılamak üzere yola çıktıklarını belirt­iler. Bunun üzerine, "Ey inananlar! Size fâsık (yoldan çıkmış) bir adam nr haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir top­uluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (49/Hucûrât, ) âyet-i kerîmesi nazil oldu.

Benî Mustalik Gazvesi dönüşünde, iftiracılar (İfk ehli) ağızlarına gele­ni söylediler. Bunun üzerine, -Allah kendisinden razı olsun- mü'minlerin annesi Hz. Âişe (r.a.)'nin iffetli olduğu konusunda Yüce Allah katından vahiy nazil oldu. [110]

Sa'd b. Mu'âz'm, Sa'd b. Ubâde ile bu konuda bir tartışmasının oldu­ğu sahih kitaplardan[111] bize rivayet olunmuştur. Ancak bize göre bu bir ya­nılgıdır. Zira Sa'd b. Mu'âz'ın, Benî Kurayza fethinin hemen ardından ve­fat ettiği şüphe götürmez bir gerçektir. Benî Kurayza fethi, hicretin 4. yılı Zilkade ayının sonunda meydana gelmişti. Benî Mustalik Gazvesi ise, Sa'd'ın vefatından bir yıl sekiz ay sonra, hicretin 6. yılının Şa'bân ayında olmuştur. Oysa Sa'd b. Mu'âz ve Sa'd b. Ubâde arasında meydana geldi­ği söylenen münakaşa, Benî Mustalik Gazvesi'nin ardından elli günü aş­kın bir süre sonra meydana gelmiştir. [112]

İbn İshâk, Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdillah ve diğerlerinden yaptığı rivayette, Sa'd b. Ubâde'nin yaptığı ağız münâkaşasının Useyd b. el-Hudayr'le meydana geldiğini zikreder. Doğru olan da budur. Allah'ın koruduğundan başka, hiç kimse hatadan uzak değildir. [113]   

 

Hudeybiye Gazvesi

 

Benî Mustalik Gazvesi'nin dönüşünden sonra, Rasûlullah (s.a.s.) [114], Ramazan ve Şevval aylarında Medine'de kaldı. Altıncı yılın Zilkade ayın­da, umre yapmak üzere sefere çıktı. Medîne etrafında bulunan bedevîleri davet ettiyse de, çoğunluğu geri kaldı. Rasûlullah (s.a.s.), Muhacir, Ensâr ve kendisine tabi Araplarla yola çıktı. Kurbanlık hayvanları da beraberin­de sürdü. İnsanların onun savaşa çıkmadığını anlamaları için Zu'1-Huley-fe'ye varınca umre niyetiyle ihrama girdi. Bin küsur kişiyle sefere çıktı. Fazla sayıya yer verenler, en çok bin beş yüz, az sayıya yer verenler bin üç yüz, ortasını bulmaya çalışanlar Müslümanların bin dört yüz kişi olduk­larını belirtirler. Bazıları, Müslümanların yedi yüz kişi olduğunu söylüyor-larsa da bu kesinlikle doğru değildir. Kuşkuya yer kalmayacak şekilde doğru olanı, Müslümanların bin üç yüz ile bin beş yüz kişi arasında olduk­larıdır. [115]

Kureyşlilere  haber ulaşınca,  Kureyş'in  ileri  gelenleri  Rasûlullah (s.a.s.)'m Ka'be'ye girmesini engellemek, bu olmadığı taktirde savaşmak üzere yola çıktılar. Hâlid b. el-Velîd'i bir kaç süvari ile birlikte Ku-râ'u'I-Gamîm'e öncü birlik olarak gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.), Usfân'da bulunduğu sırada, Kureyş'in bu durumu ile ilgili haber kendisine ulaştı. Bunun üzerine, Eşlem'li birinin rehberliğiyle, düşman ordusunun arka tarafına çıkan bir yola girdi. Bu, Mekke'nin aşağısında Hudeybi-ye'nin  aşağı  tarafında bulunan  Seniyetu'l-Murâr tepesine çıkan  ve Hamz'ın arkasına düşen sağ yandaki yoldur. Hâlid b. Velîd ve beraberin­dekiler, bu durumu haber alınca, Kureyş'in yanma geri döndü. Rasûlullah (s.a.s.), Hudeybiye'de mezkur yere varınca devesi çöktü ve yürümemekte diretti. Bunun üzerinde orada olanlar, "Deve harıniaştı, deve gitmemek için inatlaştı." dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.): "O inatlaşmadı, onun böy­le bir huyu da yoktur; lakin, fil sahiplerim Mekke'ye girmekten alıkoyan güç onu alıkoydu. Eğer Kureyş, beni akrabalık hakkım korumaya davet et­seydi, kesinlikle buna uyardım,1' dedi. Sonra Rasûlullah (s.a.s.), orada in­di. O'na: "Ey Allah'ın Rasûlü! Burası susuz bir vadidir." denildi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), ok çantasından bir ok çıkardı; onu su kuyusu­nun dibine saplayınca bütün orduya yetecek kadar su fışkırdı. Oku alıp ku­yunun dibine saplayanın, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in develerini süren Naci­ye b. Cundub b. Umeyr b. Ye'mer b. Darim b. Amr b. Vasile b. Sehm b. Mazin b. Selâmân b. Eşlem b. Afsâ b. Ebî Harise olduğu rivayet edilir. Başka bir rivayette kuyuya inenin, el-Berâ b. Âzıb olduğu da söylenir.

Sonra Rasûlullah (s.a.s.) ile Kureyş kâfirleri arasında diplomatik görüş­meler meydana geldi. Bu görüşmeler, Süheyl b. Amr ile Rasûlullah (s.a.s.)'ın anlaşmaya varmasına kadar sürdü. Buna göre, bu yıl geri dönüp gidilecek, ertesi yıl, Müslümanlar sadece kılıçlan kınında olmak şartıyla umre için gelecekler ve üç gün içinde umre yapacaklardır. Kesintisiz on yıl, Müslümanlar ve Kureyşliler barış içinde olacaklar; insanlar güven içinde karşılıklı olarak birbirlerine gidebileceklerdir. Kureyş'ten -kadın erkek kim olursa- Müslümanlara iltica edenler geri iade edilecek; ancak Müslümanlardan Kureyşlilere iltica eden olursa Kureyş bunları geri iade etmeyecektir, şeklinde anlaşma yapıldı. Bu son madde Müslümanlara çok ağır geldi. Öyle ki bazılarından itiraz sesleri yükseldi. Oysa Rasûlullah (s.a.s.), Rabbinin kendisine bildirdiğini en iyi bilendi ve O, Müslümanlar için Allah tarafından garanti edilmiş bir çıkış yolunun sağlanacağını, bu barışın İslâm'ın açıkça yayılmasına vesile kılınacağını bildiği için Müslü­manları bu konuda uyardı. Müslümanlar başta hoşlanmamalarına rağmen daha sonra anlaşmadan hoşnut kaldılar. Süheyl b. Amr, anlaşmanın yazıl­dığı sayfaya "Muhammedun Rasûlullah" ibaresinin yazılmasına karşı çık­tı. Ancak anlaşmanın kâtibi Hz. Ali b. Ebî Tâlib, eliyle "Rasûlullah" sal-la'1-lâhu aleyhi ve sellem[116] ibaresini silmek istemedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), bunu kendisi sildi ve kâtibe, bunun yerine "Muham-med b. Abdillah" diye yazmasını emretti.

Bu arada Ebû Cendel b. Süheyl, bukağı ve bağlarıyla kaçıp geldi. An­cak Rasûlullah (s.a.s.), Mikrez b. Hafs'ın himayesine alması şartıyla onu babasına iade etti. Bu durum Müslümanlara çok ağır gelince, Rasûlullah (s.a.s.), Allah'ın, onun için bir çıkış yolu yaratacağını haber verdi.

Kureyş'ten, sayıları otuzla-kırk arasında olduğu söylenen bir grup, Hu­deybiye'de bulunuyorlarken, Müslümanlara baskın yapmaya kalkıştılar. Ancak hepsi de tutuklanıp derdest edildiler. Daha sonra Rasûlullah (s.a.s.), hepsini serbest bıraktı. İşte el-Utekî diye bilinen kişilerin soylarının da­yandığı kişiler, bu serbest bırakılan (uteka)lardır.

Rasûlullah (s.a.s.), anlaşmayı imzalamadan önce Osman b. Affân'ı elçi olarak Kureyş'e göndermişti. Bu arada Hz. Osman'ın öldürüldüğü şayiası çıktı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), kaçmamak, ölünceye kadar savaş­mak üzere ashabını bey'atlaşmaya davet etti. İşte, Allah'ın bu bey'atı ya­panları övdüğü, Rasûlullah (s.a.s.)'m da cehenneme girmeyeceklerini ha­ber verdiği, ağaç altında gerçekleştirilen Bey'atu'r-Rıdvân budur.

Rasûlullah (s.a.s.), sol elini tutup sağ elinin üzerine koydu ve: "İşte bu bey'at da Osman içindi?:" buyurdu. Antlaşma yazılıp tamamlandıktan sonra Rasûlullah (s.a.s.), kurbanların kesilmesini ve ihramdan çıkılmasını emretti. Rasûlullah (s.a.s.)'i öfkelendiren bir karşı çıkış ve duraksamadan sonra herkes kurbanlarını kesip ihramdan çıktılar. Yüce Allah da bu konu­da onları muvaffak kıldı. Rasûlullah (s.a.s.)'ı, Hıraş b. Ümeyye b, el-Fadl el-Huzâ'î'nın tıraş ettiği söylenir.

Sonra Rasûlullah (s.a.s.), Medîne'ye döndü. Ebû Basîr Utbe b. Esîd b. Câriye, Kureyşli müşriklerden kaçarak Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanına geldi. Ebû Basîr, Benî Zühre'nin müttefiki idi. Mekke'de müşriklerce hapsedil­mişti. Abdurrahman b. Avf m amcası Ezher b. Abdi Avf ve Ahnes b. Şe­rik, Benî Amir b. Lüeyy'den bir kişi ve onların azadlı bir kölesini, Rasû­lullah (s.a.s.)'ın yanma gönderdiler. Bu iki kişi, Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanı­na geldiklerinde, O, Ebû Basîr'i onlara teslim etti. Onlar, Ebû Basîr'i alıp götürdüler. Zu'1-Huleyfe'ye vardıklarında, orada konakladılar. Ebû Basîr, o iki kişiden birine:  "Bu kılıcına bakabilir miyim?" dedi. Adam kılıcı onun eline verdiğinde, Ebû Basîr, kılıçla Benî Âmir'den olan kişiyi vurup öldürdü. Azadlı köle ise kaçtı; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanma geldi ve olanları O'na bildirdi. Tam o sırada Ebû Basîr geldi ve: "Ey Allah'ın Ra-sûlü! Vermiş olduğun söz yerine geldi, Allah, sana, üzerine düşeni eda et­tirdi. Beni düşmanların eline teslim ettin. Ben de dinim hakkında işkence­ye tutulmak ya da alay edilmekten (korktuğum için onların yanına gitmek­ten) kaçındım ve dinimi korudum." dedi. Rasûlullah (s.a.s.) da Ebû Basîr için: "Ne adam yahu! Sanki savaş kızıştıncısı! Yanında bir takım adamlar da bulunsa" dedi. Ebû Basîr, Rasûlullah (s.a.s.)'m kendisini tekrar Kureyş müşriklerine iade edeceğini sandı. Oradan ayrılıp deniz sahilindeki Is de­nilen yere gitti. Burası Zu'1-Merve bölgesinde, Kureyş müşriklerinin Şam'a giden ticâret yolu üzerinde idi. Ebû Basîr, ticaret kervanlarının yo­lunu kesiyordu. İslâm'ı benimseyip Kureyşlilerden kaçanlar, onun yanın­da toplandılar. Kureyşlileri rahatsız etmeye devam ettiler. Bundan dolayı Kureyş müşrikleri, Rasûlullah (s.a.s.)'a bir mektup yazarak, onları Medî­ne'ye getirmesini istediler.

Yüce Allah, Müslüman kadınların müşriklere geri verilmesi ile ilgili ant­laşma şartını vahiy indirerek iptal ettirdi. Böylece kadınların geri çevrilme­sini yasakladı. Sonra Berâe Sûresi ile tüm anlaşma hükümleri nesh olun­du. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.

Şöyle ki, Ümmü Külsûm bint Ukbe b. Ebî Mu'ayt, hicret edip Medî­ne'ye geldi. Kardeşleri Umâre b. Ukbe ve Velîd b. Ukbe, onu geri götür­mek üzere Rasûlullah (s.a.s.)'m yanma geldiler. Bu arada Yüce Allah, mü'mine kadınların müşriklere geri verilmesini yasakladı. Yine o sırada, mü'minlerin, kâfir kadınları nikâhları altında tutmasını haram kıldı. Böy­lece kâfir kadınların Müslümanlar ile olan nikâh akdini feshetti. [117]

 

Hayber Gazvesi

 

Hz. Peygamber (s.a.s.), Hudeybiye dönüşünde, Zilhicce ve Muharrem ayının bir kısmında Medine'de ikamet ettikten sonra, Muharrem ayının geri kalan kısmında savaşmak üzere Hayber'e[118] doğru yola çıktı. Bu, hic­rî altıncı yılın sonlarına doğruydu. [119]

Hz. Peygamber, kendisinin yerine Nümeyle b. Abdillah el-Leysî'yi ve­kil olarak bıraktı. Sancağı ise Hz. Ali'ye verdi. Sancağın beyaz renkte oldu­ğu söylenmiştir. Hz. Peygamber, önce Isr[120] dağında konakladı ve burada kendisine bir mescid yapıldı; daha sonra Sahba'ya vardı. Oradan da Raci' diye isimlendirilen bir vadiye indi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.), Gatafânlı-lar'ın Yahudilere yardım etmelerini engellemek için, her iki kesimin arasın­da bir yerde konaklamış oldu. Zira Gatafânhlar, Hayber Yahudilerine yar­dım etmek istemişlerdi. Çıktıklarında Allah, onları korkutan bir ses işittirdi de geri döndüler; onlara bir şeyler göründü, oldukları yerde donakaldılar. Bundan sonra Hz. Peygamber, kaleleri ve kuleleri fethetmeye ve ganimet­leri almaya başladı. Yahudilerin ilk fethedilen kaleleri Naim ismindeki kaledir. Burada Mahmûd b. Mesleme, üzerine atılan bir değirmen taşıyla öldürüldü. Sonra Ebû Hukayk Oğullan'mn kalesi olan Kamus fethedildi.

Hz. Peygamber, onlardan birkaç kadın esir aldı. Kinâne b. er-Rebî' b. Ebi'l-Hukayk'm yanında olan Safiyye bint Huyey b. Ahtab ve onun iki amcasının kızı[121] da onların arasındaydı. Hz. Peygamber, Safiyye'yi Dih-ye'ye hibe etti; sonra ondan dokuz baş hayvan karşılığında satın aldı ve id-det süresi bitip Müslüman oluncaya kadar Ümmü Seleme'nin yanında bı­raktı. Bilahare onu âzâd edip, onunla evlendi. Azâd edilişini mehri yerine sayarak, onun dışında başka herhangi bir mehir vermedi. İşte Hz. Peygamber'in bu uygulaması, böyle bir şey yapmak isteyen için kıyamet gününe kadar müstehâb bir sünnet oldu.

Hz. Peygamber, Hayber Savaşı'nda, ehlî eşeklerin etlerini haram kıla­rak onların pis olduğunu bildirdi ve eşek etlerinin kaynadığı tencerelerin dökülmesini, sonra da yıkanmasını emretti. Bu arada atların etini helâl kıl­dı ve sahabîlerine yedirdi.

Sonra Sa'b b. Mu'âz'ın kalesi fethedildi. Hayber'de ondan daha fazla yiyeceğin ve et yağının olduğu başka bir kale yoktu. Hz. Peygamber'in en son fethettiği kaleler, Vatîh ve Sülâlim kaleleriydi. Onları, on geceden faz­la muhasara altına aldı. Müslümanların Hayber günündeki sloganları şuy­du: "Öldür! Öldür!"

Bazı kalelerinin önlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer durdu; ancak onlar fethedemeyince Hz. Peygamber sancağı Hz. Ali'ye verdi de o fethet­ti. Hz. Ali'nin gözlerinde ağrı vardı. Hz. Peygamber'in, onun gözlerine tü­kürüğünü sürmesi üzerine iyileşti.

Hayber'in bütün arazisi ve kalelerin çoğu, savaş yolu ile; bazı kaleleri ise, onları kalelerinden sürgün etme üzerine onlarla yapılan anlaşma neti­cesinde sulh yolu ile fethedildi. Hz. Peygamber, beşte birini (humusu) ayırdıktan sonra bütün ganimetleri taksim etti. Yahudileri de uygun gördü­ğü sürece, Hayber arazisinde çıkacak her türlü ekin ve meyvenin yarısı kendilerinin olmak üzere, mal ve canlarıyla toprağı işlemek şartıyla orada bıraktı. Yahudiler, Hz. Peygamber'in vefatına kadar Hayber'de bu şekilde kaldılar. Bu durum, Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti ile Hz. Ömer'in hilâfet süre­sinin büyük çoğunluğunda da devam etti. Ancak Hz. Ömer'in hilâfetinin sonlarına doğru, Hz. Peygamber'in vefat ettiği hastalığı esnasında, Arap Yarımadası'nda iki dinin bir arada bulunmayacağı hadisini kesin bir şekil­de söylediği haberi kendisine ulaşınca, Yahudilerin Hayber ve diğer Arap memleketlerinden sürgün edilmesini emretti. Müslümanlar da, Hay-ber'den kendi paylarına düşen mallarını alıp idare ettiler. Onun taksim işi­ni üstlenenler de, onun ehlinden olan Benî Selime'ye mensup Cabbâr b. Sahr ve Benî Neccâr'a mensub Zeyd b. Sabit idi.

Hayber'in fethinde, Sellâm b. Mişkem'in karısı Zeyneb bint el-Hâris isminde Yahudi bir kadın, Hz. Peygamber'e kızartılmış ve içine zehir bı­rakılmış bir koyun hediye etti. Hz. Peygamber, etin en çok kol kısmını se­viyordu; ondan bir lokma ağzına aldı. Bu arada onunla birlikte Benî Seli­me'ye mensub Bişr b. el-Berrâ b. Ma'rur vardı; o da etten bir lokma yedi. Hz. Peygamber, bu kemik bana zehirli olduğunu söylemektedir, dedi ve ağzındaki lokmayı attı. Sonra Yahudi kadını çağırdı; o da suçunu itiraf et­ti. Bişr ise, yediği etten dolayı vefat etti. Allah ondan razı olsun. Hz. Pey­gamber, o Yahudi kadını öldürmedi."[122]

Müslümanlar, Hayber gününde bin dört yüz yaya ve iki yüz atlıydılar. Zübeyr b. el-Avvâm'ın hissesi, en-Natat bölgesinin el-Hav'[123] adlı yere çıktı. Aynı şekilde Benî Beyâda ve Benî Haris b. el-Hazrec'in hisseleri de en-Natat bölgesine isabet etti. Benî Avf b. el-Hazrec ve Müzeyne'nin his­seleri de en-Natat bölgesinin Na'îm adlı kısmına çıktı. Benî Aclân'dan Asım b. Adiyy'in hissesi, Hz. Peygamber'inki ile birlikte çıktı. Abdurrah-man b. Avf, Benî Saide, Benî Neccâr, Ali b. Ebî Tâlib, Talha b. Ubeydil-Iah, Gıfâr, Eşlem, Ömer b. el-Hattab ve Araplardan Benî Selime, Benî Ha­rise, Cüheyne ve Sakif'in hisseleri eş-Şıkk denilen yere isabet etti.

Benî Harise b. Avf'e mensub olan Ubeyd b. Evs, o gün Hisseci Ubeyd diye nam saldı. Çünkü o gün, bir çok kişinin payını satın almıştı. Hz. Ömer de, Hayber'de yüz kadar hisse satın almıştı. Bu onun günümüze ka­dar kalan ve kıyamete kadar da kalacak olan sadakasidır. [124]

 

Hayber Gazvesi'nde Şehid Olanlar

 

Hayber Gazvesi'nde şehîd olan Müslümanların[125] adları şöyledir:

Rabîa b. Eksem b. Sahbere[126] b. Amr b. Lükeyz[127] b. Âmir b. Ğanm b. Düdan b. Esed b. Huzeyme.

Sakf b. Amr b. Sumeyt b. Sa'lebe b. Abdillah b. Ganm b. Düdan.

Rifâ'a b. Mesruh.

Bütün bunlar, Ümeyye b. Abdi Şems Oğullan'na mensupturlar.

El-Kâra kabilesinden olup, Zühre Oğulları'nın müttefiki olan Mes'ûd b. Rabî'a.

Esed b. Abdiluzzâ ve kız kardeşlerinin müttefiki [Leys b. Bekr b. Abdi Menât b. Kinâne Oğullan'ndan[128] Abdullah b. el-Hübeyb (bir rivayete gö­re İbn el-Hebîb) b. Üheyb b. Suhaym b. Giyere.

Benî Selime'den Bişr b. el-Berrâ b. Ma'rur. Hz. Peygamber ile birlik­te yediği zehirli etten dolayı vefat etti.

Yine Benî Selime'den Füdayl b. en-Nu'mân.

Mes'ûd b. Sa'd b. Kays b. Hâlede b. Âmir b. Zurayk.

Abduleşhel Oğulları'nın müttefiki, Mahmûd b. Mesleme b. Hâlid b. Adiyy b. Mecda'a b. Harise b. el-Hâris b. el~Evs.

Kuba'lılardan Ebû Dayyâh Sabit[129] b. Ümeyye b. İmri'i'1-Kays b. Sa'lebe b. Amr b. Avf.

Mübeşşir b. Abdilmünzir[130] b. Dinar b. Ümeyye b. Mâlik b. Avf b. Amr b. Avf.

El-Hâris b. Hatib.

Evs b. Katâde.

Urve[131] b. Mürre b. Surâka.

Evs b. el-Kâid. Uneyf b. Habîb.

Sabit b. Esle. [132]

Talha.

Esved er-Raî. Adı Eslem'dir. [133] Bu kişilerin tamamı Benî Amr b. Avf'e

mensupturlar.

Ğıfâr Oğullan'ndan:

Umara b. Ukba b. Harise b. Gıfâr b. Müleyl b. Damra. Ona bir ok isa­bet etmişti.

Eşlem kabilesinden:

Âmir b. el-Ekvâ'. [134]

 

Hayber Fethinin Ardından Habeşistan'dan Gelenler

 

Ca'fer b. Ebî Tâlib, [135] hanımı Esma bint Umeys, oğulları[136] Abdullah b. Ca'fer ve Muhammed b. Ca'fer.

Hâlid b. Sa'îd b. el-Asî b. Ümeyye b. Abdi Şems, hanımı Ümeyne bint Halef ve çocukları Sa'îd ile Emet.

Amr b. Sa'îd b. el-Asî. [137] Hanımı Fâtıma bint Safvân el-Kinâniyye ise Habeşistan topraklarında vefat etmişti.

Utbe b. Rabî'a ailesinin müttefiki Mu'aykıb b. Ebî Fâtıma, Hz. Ömer döneminde Beytü'l-mâl'i yöneten kişidir.

Esved b. Nevfel b. Huveylid b. Esed b. Abdiluzzâ.

Abduddâr Oğullan'ndan Cehm b. Kays b. Abd Şurahbil, iki çocuğu Amr b. Cehm ve Hüzeyme bint Cehm. Hanımı Ümmü Harmele bint Ab-düesved ise Habeşistan'da vefat etmişti.

Benî Temim b. Mürre'den, Haris b. Hâlid b. Sahr. Hanımı Rayta bint Haris b. Cübeyle, Habeşistan'da vefat etmişti.

Osman b. Rabî'a b. Ühban el-Cümehî.

Benî Sehm'in müttefiki, Mahmiye b. Cez' ez-Zübeydî. Hz. Peygam­ber, onu humus işleriyle görevlendirmişti.

Benî Adiyy b. Ka'b'dan Ma'mer b. Abdillah b. Nadla.

Benî Âmir b. Lüey'den Ebû Hatib b. Amr b. Abdi Şems.

Benî Âmir b. Lüey'den, Mâlik b. Rabîa b. Kays b. Abdi Şems ve hanı­mı Amra bint es-Sa'dî b. Vakdan b. Abdi Şems el-Âmiriyye.

Habeşistan'a hicret eden diğer kişiler ise, bundan iki sene önce gelmiş­lerdi. Yukarıda adları zikredilenler orada en son kalanlardı. [138]

 

Fedek'in Fethi

 

Hz. Peygamber'in Hayber halkına yaptıkları Fedek[139] halkına ulaştığın­da, Hz. Peygamber'e, can güvenliklerini garanti altına almak şartıyla mal­larını onlara bırakacaklarını haber verdiler. Rasûlullah, onların bu isteğini kabul etti. Fedek topraklarına ne bir at, ne de bir deve sürülmediğinden do­layı Hz. Peygamber onu taksim etmedi; Rabbinin kendisine emrettiği şe­kilde, bıraktı.[140]

 

Vadî'l-Kurâ'nın Fethi

 

Hz. Peygamber (s.a.s.), Hayber'den sonra Vadî'l-Kurâ'ya[141] yöneldi. Burada ismi Mid'em olan bir köleye, kim tarafından atıldığı bilinmeyen bir ok saplandı ve onu öldürdü. İnsanlar: "Cennet ona mübarek olsun." dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Hayır! Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, Hayber Gazvesi'nde aldığı abadan dolayı, su anda ateş alevlen onu kuşatmış durumdadır. Zira ganimet taksim edildiğinde, o aba onun hissesine düşmemişti." mealinde sözler söyledi. Sonra burayı savaş yoluy­la fethedip ganimetini taksim etti. [142]

 

Kaza Umresi

 

Rasûlullah (s.a.s.), Hayber'den döndüğünde, Rebî'ulevvel, Rebi'ulâ-hır, Cemâzıyelevvel, Cemazıyelâhır, Receb, Şa'bân, Ramazan ve Şevval aylarında Medine'de ikamet etti. Bu esnada bir kaç seriyye yolladı. Sonra hicretin yedinci yılının Zi'lkâde ayında, Hudeybiye'de Kureyşliler ile var­dığı anlaşma gereğince umre yapmak üzere yola çıktı. [143] Bu arada Yüce Allah'a ve Rasûlü'ne düşmanlıklarından dolayı, Kureyş'in ileri gelenleri Mekke'den dışarı çıktılar. Hz. Peygamber umresini tamamladı. İhramdan çıktıktan sonra da, orada îbn Abbâs ve Hâlid b. el-Velîd'in teyzeleri olan Meymûne bint el-Hâris ile evlendi. Mekke'de üç gün geçirdikten sonra, Kureyşliler onu şehri terk etmeye mecbur ettiler. Mü'minlerin annesi ile zifafa girmesine fırsat vermediler. Şerif denilen yerde ancak onunla zifafa girebildi. Mü'minlerin annesi Meymûne, Mu'âviye döneminde burada ve­fat etti ve aynı yerde defnedildi. Günümüze kadar mezarı orada bulunmak­ta ve herkesçe bilinmektedir. [144]

 

Mûte Savaşı

 

Rasûlullah (s.a.s.), kaza umresinden döndüğünde, Zilhicce, Muharrem, Safer, Rebî'ulevvel ve Rebi'ulâhır aylarında, Medine'de ikamet etti. Son­ra hicrî sekizinci yılın Cemâzıyelevvel ayında, Şam tarafına emirler (ko­mutanlar) gönderdi. [145]

Bundan önce ve Hudeybiye ile Hayber'den sonra, Kureyş'in ileri ge­lenlerinden Amr b. el-Asî, Hâlid b. el-Velîd ve Osman b. Talha b. Ebî Tal-ha Müslüman olmuşlardı.

Rasûlullah (s.a.s.), ordu komutanı olarak Zeyd b. Hârise'yi görevlendir­di. Müslümanlara, onun başına takdîr-i ilâhî ile bir şey geldiğinde, Ca'fer b. Ebî Tâlib'i, onun başına da takdîr-i ilâhî ile bir şey geldiğinde Abdullah b. Ravâha'yı komutan olarak tayin etmelerini emretti. Hz. Peygamber (s.a.s.), orduyla birlikte çıkarak onları uğurladı. Sonra geri döndü; ordu ise yoluna devam etti. Ordu, Suriye topraklarındaki Ma'ân'a vardığında, Rum Kralı Herakl'ın, Benî Me'ab topraklarına konaklamış olduğu haberi onlara ulaş­tı. Burası îsrâîl Oğullan'nın kitaplarında zikredilen, Hz. Lût'un kavmin­den Benî Me'ab'ın toprağıdır. Benî Me'ab'ın egemen olduğu dönemde, el-Belka diye isimlendirilen bu yerde, bazen onlar İsrâîl Oğullan'na; ba­zen de İsrâîl Oğulları onlara saldırırdı. Bizans Kralı ile birlikte Bizanslı­lardan yüz bin, Suriye Hri s ti yani arından Lahm ve Cuzzam kabileleri ile Kudâ'a kabilesinin Behra, Beliyy ve Belkayn boylarından da yüz bin kişi bulunmaktaydı. Onların başında onları yöneten Beliyy kabilesinin bir ko­lu olan Benîîrâşe'ye mensub Mâlik b. Rakile[146] adında bir kişi bulunuyor­du. Müslümanlar iki gece Ma'ân'da kaldılar. Sonra, "Hz. Peygamber (s.a.s.)'e bir mektup yazıp düşmanımızın sayısını bildirelim. Böylece bi­ze ya bir emirde bulunur ya da bizi desteklemek üzere kuvvet gönderir." ' dediler. Bunun üzerine Abdullah b. Ravâha şöyle dedi: "Ey insanlar! Hoş­lanmadığınız şey, onun için çıkıp arzuladığınız şeydir. Yani şehâdettir. Biz insanlarla sayı ve güçle değil, Allah'ın bizi yücelttiği şeyle savaşıyoruz. Haydi çıkınız; iki güzellikten biri bizimdir: Ya zafer, ya şehâdet..." Ordu da Abdullah'ın bu görüşüne muvafakat edip yola koyuldu. Tuhûmu'l—Bel-ka'ya geldiklerinde, Meşârif denilen bir köyün kenarında, yukarıda zikret- | tiğimiz HerakI ile birlikte olan orduyla karşılaştılar. Müslümanlar da MÛ-te denilen bir köye yerleştiler. Müslümanlar sağ cananlarına Kutba b. Ka-tâde el-Uzrî'yi, sol cenahlarına da Abaye b. Mâlik el-Ensârî'yi, bazıları­na göre Ubâde'yi komutan tayin ettiler. Savaş başladı; ilk komutan Zeyd b. Harise, göğsüne saplanan bir okla, elinde sancak olduğu halde şehid edildi. Bunun üzerine Ca'fer b. Ebî Tâlib, sancağı eline aldı. Kumral atın­dan indi. Atım boğazladığı da söylenmiştir. Sağ eli kesilinceye kadar sa­vaştı. Sonra sancağı sol eline aldı. Sol eli de kesilince, sancağı kucağına aldı. Bu şekilde o da şehid oldu. Bu sırada Ca'fer (r.a.), otuz üç yaşınday­dı. Sancağı Abdullah b. Ravâha eline aldı. Bir anlık, attan inmekte tered­düt etti. Sonra tereddüdünü giderdi ve samimi bir niyetle şehîd oluncaya kadar savaştı. Bunun üzerine Benî Aclân'm akrabalarından Sabit b. Akrem sancağı alarak "Ey Müslüman topluluk! Birini başınıza geçirme konusun­da anlaşınız." dedi. Müslümanlar, "Sen geç!" dediler. O, "Hayır!" dedi. Bunun üzerine sancağı Hâlid b. el-Velîd aldı ve Müslümanları toplayıp sı­raya koydu. Hz. Peygamber (s.a.s.), kendisine daha haber ulaşmadan ön­ce, aynı günde adları geçen komutanların şehîd edildiklerini bildirdi. [147]

 

Mûte Savaşı'nda Şehid Olanların Adları

 

Mûte Savaşı'nda şu Müslümanlar şehîd[148] oldular:

İlk komutan Zeyd b. Harise.

Ondan sonraki ikinci komutan Ca'fer b, Ebî Tâlib.

Üçüncü komutan Abdullah b. Revâha.

Adiyy b, Ka'b Oğulları'ndan Mes'ûd b. el-Esved b. Harise b. Nadle.

Benî Âmir b. Lüeyy'in Hısl Oğulları boyundan, Vehb b. Sa'd b. Ebî Şerh.

Abbâd b. Kays. O ve Abdullah b. Ravâha, Haris b. Hazrec Oğulları'ndandırlar.

Haris b. Nu'mân b. İsaf b. Nadle b. Avf b. Ğanm b. Mâlik b. en-Neccâr. Mazin b. en-Neccâr Oğulları'ndan Surâka b. Amr b. Atıyye b. Hansa b.

Mebzul.

Ebû Kuleyb (Ebû Kilâb" da denilmiştir) b. Amr b. Zeyd b. Avf b. Mebzul.

Kardeşi, Câbir b. Amr.

Neccâr Oğulları'ndan Sa'd b. el-Hâris b. Abbâd b. Sa'd b. Âmir b. Sa'lebe b. Mâlik b. Efsa'nm iki oğlu Amr ve Âmir. Adları belirtilenler yukarıda isimleri sayılanlardır. Mûte gününde, Müslümanların sayısının üç bin olduğu söylenmiştir.[149]

 

Mekke'nin Fethi Gazvesi

 

Rasûlullah (s.a.s.), [150] Mûte'den sonra Cemâzıyelevvel, Cemâzıyelâhır ve Receb aylarını Medîne geçirdi. Sonra, Hudeybiye gününde akt olunan söz­leşmenin bozulmasını gerekli kılan bir durum meydana geldi. Şöyle ki: Hu-zâ'a kabilesinin mü'mini olsun, kâfiri olsun, Rasûlullah (s.a.s.)'m müttefi­ki ve onun himayesinde idiler. Bekr b. Abdi Menât b. Kinâne Oğullan ise, Kureyş'in müttefiki ve onların himayesinde idiler. Bekr b. Kinâne Oğulla­rı, Mekke'nin aşağısında, Huzâ'alılara ait Vetir denilen suyun yanında, on­ların kabilesinden bir gruba saldırdılar. Zira İslâm'dan bir süre önce, Es-ved b. Rezn ailesinin müttefiki Mâlik b. Abbâd el-Hadramî adında bir ki­şi, ticaret yapmak amacıyla çıkıp Huzâ'a topraklarının ortasına geldiğin­de, Huzâ'alılar onu Öldürüp mallarını almışlardı. Bunun üzerine Bekr b. Abdi Menât Oğulları'ndan Esved b. Rezn grubu, Huzâ'a Oğullan'ndan bir kişiye saldırıp, Mâlik b. Abbâd'a karşılık olarak öldürdüler. Huzâ'a kabi­lesi, Esved b. Rezn Oğulları'ndan Sulma, Külsûm ve Zueyb'e saldırıp, on­ları öldürdüler. Bu üç kardeş, Kinâne Oğullan 'nın ileri gelenlerinden İdi­ler. Câhiliye döneminde onlara diyet verildiğinde, bire karşı iki diyet veri­liyordu. Onların kavimlerinden olan diğer kişilere ise birer diyet veriliyor­du. Bütün bu çarpışmalar, İslâm'dan önce vuku bulmuştu. İslâm geldiğin­de ise, insanlar onunla ilgilendiklerinden dolayı bütün bu zikredilenlere ara verildi. Hudeybiye günü antlaşma akd olunduğunda, insanlar birbirle­rine güvenmeye başladılar. Benî Bekr b. Abdi Menât'tan ed-Diyl Oğulla­rı, bu fırsatı ve Huzâ'a kabilesinin gafletini bir ganimet olarak değerlen­dirdiler. Esved b. Rezn Oğulları 'nın intikamını almak istediler. Nevfel b. Mu'âviye ed-Diylî ve Bekr b. Abdi Menât Oğulları'ndan onun sözüne uyup ona bağlı olanlar, akşamleyin Huzâ'a kabilesi, Vetir denilen suyun yanında bulundukları bir sırada onlara saldırıp öldürdüler. Kureyş de, Be­nî Bekr'e silah yardımında bulundu. Hatta Kureyş'den bazıları gizlice on­ların yardımına gittiler. Huzâ'alılar yenilgiye uğrayıp Harem'e sığındılar. Nevfel b. Mu'âviye'nin kavmi ona: "Ey Nevfel! Bu Harem'dir, ondan sa­kın. İlâhın olan Allah'tan kork!" dediler. O kâfir ise: "Bugün benim için ilâh yoktur. Allah'a yemin ederim ki ey Benî Kinâne! Siz gizlice Harem'e gireceksiniz. Yoksa intikamınızı almak istemiyor musunuz?" dedi. Huzâ'a kabilesinden Munebbih adında bir kişiyi öldürdüler. Huzâ'alılar Mek­ke'nin evlerine sığındılar. Budeyl b. Verkâ el-HuzâTnin ve onların bir kölesi olan Rafi' adındaki bir kölenin evine girip saklandılar. Bu olay, Hu­deybiye günü akdedilen antlaşmanın bozulması demekti.

Amr b. Salim el-Huzâ'î, Ka'b Oğulları'ndan biri, Budeyl b. Verkâ ve Huzâ'anlardan bir grup, Benî Bekr b. Abdi Menât ve Kureyşlilerin kendi­lerine yaptıklarına karşı, yardım dilemek amacıyla Rasûlullah (s.a.s.)'ın

yanına geldiler. Rasülullah (s.a.s.) da, onlara yardım edeceğini söyledi. Rasülullah (s.a.s.), Ebû Sîifyân'.ın akdi sağlamlaştırmak ve süresini uzat­mak için geleceğini; fakat ihtiyacını karşılamadan/arzusuna nail olmadan geri döneceğini onlara bildirdi. Kureyş, yaptıklarına pişman oldu. Ebû Süfyân, akdi sağlamlaştımak ve süresini uzatmak amacıyla çıkıp Medi­ne'ye geldi. Usfan'da Budeyl b. Verkâ ile karşılaştı. Budeyl, Rasülullah (s.a.s.)'a gidişini ondan sakladı. Ona sahil yolu ile Huzâ'alılara gittiğini bildirdi. Ebû Süfyân, Medîne'ye gelinceye kadar yoluna devam etti. Mü'minlerin annesi, kızı Ümmü Habîbe'nin yanına gitti, Rasülullah (s.a.s.)'m döşeğinin üzerine oturmak istediğinde Ümmü Habîbe, onu kat­layıp aldı. Niçin öyle yaptığını sorduğunda Ümmü Habîbe: "Bu Rasülul­lah (s.a.s.)'m döşeğidir. Sen ise pis bir müşriksin. Onun üzerinde oturma­nı istemedim." dedi. Ebû Süfyân, ona: "Ey yavrucuğum! Benden sonra sa­na kötülük dokunmuş, değişmişsin." dedi. Sonra Rasülullah (s.a.s.), Mes-cid'den evine geldi. Ebû Süfyân, onunla konuştu. Fakat Rasülullah (s.a.s.), ona hiç cevap vermedi. Sonra Ebû Süfyân, Ebû Bekir es-Sıddîk'in yanına gitti. Ona, Medîne'ye geliş amacını açıklayarak, bu konuda Rasülullah (s.a.s.) ile konuşmasını istedi. Ebû Bekir, onun dediğini kabul etmedi. Ömer ile karşılaştı ve bu konuda onunla konuştu. Ömer: "Bu işi ben mi ya­pacağım? Allah'a yemin ederim ki küçücük bir karıncadan başka bir şey bulamazsam ondan yararlanır, yine de sizinle savaşırım." dedi. Hz. Ali'nin evine girdi. Onun yanında Rasülullah (s.a.s.)'m kızı Fâtıma ve he­nüz çocuk olan Hasan vardı. Niçin geldiğini Hz. Ali'ye anlattı. Hz. Ali ona: "Allah'a yemin ederim, ki Rasülullah (s.a.s.)' in kararlaştırdığı bir ko­nu hakkında onunla konuşamıyoruz." dedi. Sonra Ebû Süfyân, Hz. Fâtı-ma'ya yönelerek: "Ey Muhammenin kızı! Şu yavrucuğuna emretsen de, iki taraf arasında himayeci olduğunu söylese olmaz mı? Böylece insanla­rı himaye edip kurtaramaz tnı?" dedi. Hz. Fâtıma: "Oğlum, halkın arası­nı düzeltip onları himaye edecek yaşa gelmiş değildir. Rasülullah (s.a.s.)'a karşı hiç kimse korumaya alınamaz." dedi. Hz. Ali: "Ey Ebû Süfyân! Sen Kinâne Oğulları'nın efendisisin. Kalk, insanların arasını düzelttiğini, onla­rı himayene aldığını söyle, sonra yurduna dön." dedi. Ebû Süfyân: "Bu­nun, benim için bir yarar sağlayacağını sanıyor musun?" diye sordu. Hz. Ali: "Sanmıyorum; fakat senin için bundan başka yapacağın bir şey de

bulamıyorum." dedi. Ebû Süfyân kalktı, Mescid'e gitti ve: "Ey insanlar! Ben iki taraf halkını uzlaştırmak için himayeme aldım." dedi. Sonra deve­sine binip Mekke'ye gitti. Kureyş'e, karşılaştıkları ve yaptıkları hakkında bilgi verdi. Ona: "Sen bize bir şey getirmedin. Ali b. Ebî Tâlib ise seninle alay etmekten başka bir şey yapmamıştır." dediler.

Sonra Rasûlullah (s.a.s.), Müslümanlara Mekke'ye gideceğim bildirdi. Müslümanlara hazırlanmalarını emretti. Kureyşlilere haberlerin sızmama­sı[151] için Yüce Allah'a duâ etti. Hâtıb b. Ebî Belte'a, Kureyşlilere hitaben bir yazı yazarak, Rasûlullah (s.a.s.)'m onlar hakkındaki kararını bildirmek istedi. Yüce Allah katından, bunun ile ilgili haber Rasûlullah (s.a.s.)'a ulaştı. Rasûlullah (s.a.s.) da, atlı olan Hz. Ali, Zübeyr ve Mikdâd'ı çağırıp onlara: "Acele Hah bahçesine gidiniz! Orada, yanında bir mektup bulu­nan, hayvan üzerinde bir kadın bulacaksınız. (Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz!) [152] buyurdu. Hz. Ali ve arkadaşları, atlarına binip Rasû­lullah (s.a.s.)'rn onlara tarif ettiği Hah bahçesine vardıklarında, yolcu bir kadına rastladılar. Kadının devesini çökerttiler. Yükünü, eşyasını kontrol edip araştırdılar. Hiç bir şey bulamadılar. Dediler ki: "Allah'a yemin ede­riz ki Rasûlullah (s.a.s.) yalanlanamaz." Hz. Ali: "Allah'a yemin ederim ki ya mektubu çıkartır ya da seni soyar, ararız." dedi. Bunun üzerine kadın, başının örgülü saçlarını çözdü. Mektubu, oradan çıkarıp Hz. Ali'ye verdi. Onlar da mektubu Hz. Peygamber (s.a.s.)'e getirdiler. Mektup kendisine okununca Rasûlullah (s.a.s.): "Ey Hâtıb! Bu ne iş? Sen bunu ne için yap­tın?" diye sordu. Hâtıb: "Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a yemin ederim ki İs­lâm hakkında hiçbir kuşkuya sahip değilim. Ben Kureyşliler içinde yanaş­ma bir kişiyim. Asıl Kureyşliler den değilim. Ben bunu, onlara bir iyilik edeyim, kendilerini minnet altında bırakayım da, oradaki çocuklarımı ve ev halkımı korusunlar diye yaptım." dedi. Ömer: "Bırak beni de, şu mü-nâftkın boynunu vurayım." dedi. Rasûlullah (s.a.s,): "Ey Ömer! Ne bilir­sin? Belki de Allah, Bedir Savaşı'na katılmış olanlara, Bedir gününde ba­kıp: 'Siz istediğinizi yapınız! Ben sizi bağışladım buyurmuştur' dedi.

Rasûlullah (s.a.s.), 20 Ramazan'da on bin kişilik ordusunun başında Medine'den yola çıktı. Medîne'de, kendi yerine Ebû Ruhm Külsûm b. Hu-sayn b. Utbe b. Halef el-Ğıfârî'yi vekil bıraktı. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanlar, oruçlu idiler. Rasûlullah (s.a.s.), Usfan ile Emeç arasındaki Kedîd denilen yere gelince, ikindi namazından sonra insanların görmesi için, bineğinin üzerinde iken açıkça orucunu açtı. Hz. Peygamber (s.a.s.), Müslümanların da oruçlarını açmalarını emretti. Müslümanlardan bir gru­bun oruçlarını tutmağa devam ettikleri haberi kendisine verilince, Rasûlul­lah (s.a.s.): "Onlar emre karşı gelenlerdir." buyurdu. Bu emir, daha Önce yolculukta orucun tutulabileceğine dair hükmü nesh etti. Daha sonra Ra­sûlullah (s.a.s.), Ramazan'da asla yolculuk yapmamıştır. Sefer ile ilgili bu hüküm, önceki hükümleri nesh etmiştir. Daha sonra bu hükmü nesh ede­cek, onu ortadan kaldıracak hiç bir şey vârid olmamıştır.

Rasûlullah (s.a.s.), Merru'z-Zehrân'a vardığında, yanında, Süleym Oğulları'ndan bin kişi, diğer bir rivayete göre yedi yüz kişi, Müzeyne ka-. hilesinden bin üç kişi, Gıfâr kabilesinden dört yüz kişi, Eşlem kabilesin­den dört yüz kişi, Kays, Esed,Temîm ve diğerlerinden gruplar ve başka ka­bilelerden topluluklar bulunuyordu.

Rasûlullah (s.a.s.)'m duasından dolayı, Yüce Allah bununla ilgili habe­ri Kureyşlilerden gizledi. Ne var ki Kureyşliler, dehşete kapılıp korkuyor­lardı. Ebû Süfyân, Budeyl b. Verkâ ve Hekim b. Hizam, çıkıp etraftaki ha­berleri araştırdılar.

Tam bu günlerde, Abbâs b. Abdilmuttalib hicret etti. Rasûlullah (s.a.s.) ile Zu'1-Huleyfe'de (diğer bir rivayete göre Cuhfe'de) karşılaştı. Hz. Pey­gamber (s.a.s.), onun ağırlıklarım Medine'ye gönderdi. Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte gazi olarak döndü. Dolayısıyla Hz. Abbâs, Fetih'ten önceki mu­hacirlerdendir.

Yine Ebû Süfyân b. el-Hâris b. Abdilmuttalib ile mü'minlerin annesi Ümmü Seleme'nin kardeşi Abdullah b. Ebî Ümeyye b. el-Muğîre'nin de, hicret ederek Nîku'1-Ukab denilen yerde, Rasûlullah (s.a.s.) ile karşılaş­tıkları da zikredilenler arasındadır. Onlar orada Rasûlullah (s.a.s.) ile kar­şılaştılar ve onun huzuruna girmek için izin istediler. Fakat Hz. Peygam­ber (s.a.s.), onlara izin vermedi. Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme, Ra­sûlullah (s.a.s.) ile konuşup onlara izin vermelerini istedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), onları kabul etti. Onlar da Müslüman oldular.

İslâm ordusu Merru'z-Zehrân'da gelip konaklayınca, Hz. Abbâs, Ku-reyşlilerin helaki konusunda üzülmeye başladı ve "Şayet onlar gelip Rasû-lullah (s.a.s.)'dan eman dilemeden önce, İslâm ordusu ansızın onlara bas­kın yapıp onları yakalarsa, bu onların helaki olacaktır." diye düşündü. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in boz katırına binip, Erak denilen yere kadar gitti. "Her halde, bir oduncu veya çoban bulup Mekke'ye gönderirim. (Üzerle­rine Rasûluilah (s.a.s.)'rn gelmekte olduğunu onlara haber verir, Rasûlul-lah yanlarına savaşla girmeden önce gelirler, O'ndan eman dilemek imkâ­nını bulurlar.) [153] amacıyla yoluna devam edip, bir adam ararken, Ebû Süf-yan ve Budeyl b. Vefkâ'mn seslerini işitti. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in asker­lerinin ateşlerini gören bu iki kişi, birbirlerine soruyorlardı. Budeyl, Ebû Süfyân'a: "Allah'a yemin ederim ki bu Huzâ'ahların ateşleridir." diyor­du. Ebû Süfyân ise: "Huza ahlar daha azdır. Onların hu kadar çok ateş­leri olamaz!" dedi. Hz. Abbâs, Ebû Süfyân'm sesini duyunca, ona: "Ey Ebû Hamala!" diye seslendi. O da Hz. Abbâs'ı sesinden tanıdı.  "Ey Ebû'l-Fadl, sen misin?" diye sordu. Hz. Abbâs "Evet!" dedi. Ebû Süfyan: "Babam anam sana feda olsun! Ne var?" diye sordu. Hz. Abbâs: "Yazık­lar olsun sana ey Ebû Süfyân! işte Rasûluilah (s.a.s.) insanlar arasında geliyor. Eyvah! Kureyşlilerin sabahı çok yaman olacak." dedi. Ebû Süf­yân: "Peki çare nedir?" diye sorunca, Hz. Abbâs: "Allah'a yemin ederim ki seni ele geçirecek olurlarsa öldüreceklerdir. Terkime bin, Rasûluilah (s.a.s.)'a gidelim." dedi. Hz. Abbâs, onu terkisine aldı; askerlerin yanından geçti. Hz. Ömer'in ateşinin yanından geçerken, Hz. Ömer, Ebû Süfyân'ı ta­nıdı ve "Allah düşmanı Ebû Süfyân! Seni ahidsiz ve akilsiz olarak ele ge­çirmeğe imkân tanıyan Allah'a hamd olsun!" dedi. Sonra da Rasûluilah (s.a.s.)'a doğru hızla gitti. Hz. Abbâs onunla yarıştı. Katır üzerinde olduğu için Hz. Ömer'i geçti. Zira Hz. Ömer, çok hızlı koşamıyordu. Hz. Abbâs, Rasûluilah (s.a.s.)'m yanma vardı. Hz. Ömer de hemen onun ardından ge­lip içeri girdi. Girer girmez: "Ey Allah'ın Rasûlü! İşte Ebû Süfyân! Allah onu akilsiz ve ahitsiz olarak ele geçirmek imkân ve fırsatını verdi. Bana izin ver de şunun boynunu vurayım!" dedi. Hz. Abbâs: "Ey Allah'ın Ra­sûlü! Ben, ona eman vermiş bulunuyorum." dedi. Hz. Ömer, Ebû Süfyân hakkındaki dileğinde direnip durunca, Hz. Abbâs: "Ey Ömer! Yeler! Al­lah'a yemin ederim ki şayet Ebû Süfyân, Adiyy b. Ka'b Oğulları'ndan bir kimse olsaydı, böyle söylemezdin! Fakat sen, onun Ahdi Menâf Oğulla-rı'ndan biri olduğunu biliyorsun da öyle söylüyorsun." dedi. Hz. Ömer ise: "Yeter ey Abbâs! Allah'a yemin ederim ki babam Hattâb sağ olup da Müslüman olsaydı, ona, senin Müslüman olduğun gün Müslüman oluşuna sevindiğim kadar sevinmezdim! Zira biliyorum ki, Rasûluilah (s.a.s.) da, babam Hattâb Müslüman olsaydı, senin Müslüman oluşuna sevindiği ka­dar sevinmezdi!" diye cevap verdi. Rasûluilah (s.a.s.), Ebû Süfyân'm ko­nak yerine götürülüp sabahleyin getirilmesini emretti. Hz. Abbâs, onu alıp konak yerine götürdü. Sabahleyin onu, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanına getirdiğinde, Rasûluilah (s.a.s.) ona: "Ey Ebû Süfyân! Senin için, Allah'tan başka ilah bulunmadığını öğrenme zamanı daha gelmedi mi?" diye sordu. Ebû Süfyân: "Babam anam sana feda olsun! Yumuşak huylulukta, şerefli­likte ve akraba hakkım gözetme konusunda senden daha üstünü yoktur! Allah'a yemin ederim ki sanırım, Allah'tan başka ilâh olmasa gerek, Zira Allah'tan başka ilâh olmuş olsaydı, elbette bana yararı dokunurdu." diye cevap verdi. Sonra Rasûluilah (s.a.s.): "Yazıklar olsun sana ey Ebû Süf­yan! Senin için benim Allah'ın elçisi olduğumu Öğrenme zamanı daha gel­medi mi?" buyurdu. Ebû Süfyân: "Babam, anam sana feda olsun! Yumu­şak huylulukta, şereflilikte ve akraba hakkım gözetme konusunda senden " daha üstünü yoktur! Allah'a yemin ederim ki, bu hususta içimde biraz iş­kil vardı. Şimdi bile içimde bu konuda bir şeyler var." dedi. Hz. Abbâs, Ebû Süfyân'a: "Yazıklar olsun sana! Boynun vurulmadan önce Müslüman ol!" dedi. O da Müslüman oldu. Hz. Abbâs: "Ey Allah' in Rasûlü! Ebû Süf­yan övülmeyi, üstün tutulmayı seven biridir. Ona övüleceği bir şey lütfet-sen olmaz mı?" dedi. Rasûluilah (s.a.s.) ona: "Her kim Ebû Süfyân'm evi­ne girer sığınırsa, ona eman verilmiştir. Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona eman verilmiştir. Kim Mescid-i Haram'a girer ona sığınırsa, ona eman verilmiştir." buyurdu.

Rasûluilah (s.a.s.) bu sözü ile, bu hükmün savaşmayan tüm Mekkeliler için olduğunu açık bir şekilde ifade etmiştir. Mekke'ye kesin bir şekilde eman verilmiştir. Mekke, hiç bir şekilde zor kullanılarak (anveten) savaş yolu ile alınmamıştır. Bu yüzden olmalıdır ki herhangi bir Müslüman

savaş yurdunda (dâru'l-harb)ki bir köye, Rasûlullah (s.a.s.)'m yapmış ol­duğu gibi, savaşmadan kapılarım kapayıp evlerinde oturmaları üzerine eman verirse, bu eman gerçek, sağlam bir emandır. Her Müslümamn da buna uyması gerekir. Dolayısıyla karşı tarafın kanları, mallan ve evleri Müslümanlara haram olur. Karşı taraf ya İslâm'ı kabul etme ya da sürgün edilmeyi kabul etmek zorundadırlar. Ama Kitâb Ehli olanlar, cizye vermek ve hor görülmek üzere yerlerinde kalabilirler. Rasûlullah (s.a.s.)'m verdi­ği bu eman nasıl ele alınabilir? Kim, "Mekke bu anlamda sulh yolu ile fet­hedildi." derse, doğru söylemiş olur. Her kim, "Kendilerini savunmak ve barış yapılıncaya kadar kendilerini alıkoymak üzere yapılan bir sulhtur." derse, yanılmış olur. Her kim, "Mekke savaş yolu ile (anveten) alınmıştır." derse, o tüm durumlarda hata etmiş olur.

Kesin ve doğru olan şudur: Savaşan ve istisna edilenler hariç Mekkeli-lere kanları, nesilleri, malları ve kadınları konusunda eman verilmiştir.

Sonra Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Abbâs'a, Allah ordusunun ihtişamını gör­mesi için Ebû Süfyân'ı, vadinin daraldığı dağ boğazının yanında durdur­masını emretti. Hz. Abbâs da, Rasûlullah (s.a.s.)'m emrini yerine getirdi. Her kabile birer birer Ebû Süfyân'a gösterildi. En sonda ise Rasûlullah (s.a.s.), Ensâr ve Muhacirlerden oluşan alayı ile birlikte, hepsi zırhlı ve kı­lıçlı oldukları halde gelip geçtiklerinde, Ebû Süfyân: "Bunlar kimlerdir?" dedi. Hz. Abbâs: "Bu Rasûlullah (s.a.s.)'dır. Muhâcirl-er.ile. Ensâr arasın­da bulunuyor." dedi. Ebû Süfyân: "Allah'a yemin ederim ki kimse bunla­ra dayanamaz ve güç yetiremez. Allah'a yemin ederim ki ey Ebul-Fazl! Kardeşinin oğlunun saltanatı pek büyümüştür!" dedi. Hz. Abbâs: "Ey Ebû Süfyân! Bu peygamberliktir!" dedi. Ebû Süfyân: "Doğru, bu peygamber­liktir." dedi. Hz. Abbâs: "Kurtuluş, kavmine gidip durumu anlatmanda-dır" dedi. Ebû Süfyân, acele edip Mekke'ye gitti. Oraya vardığında, on­ların kuşatma altında olduklarını söyledi. Yine Rasûlulîah (s.a.s.)'ın, evi­ne kapanan, Mescid'e sığınan ve Ebû Süfyân'ın evine girene eman verdi­ğini onlara bildirdi.

Mekkefilerden bir kesim çarpışmak için asker topladılar. Rasûlullah (s.a.s.), Mekkelilerin hazırlıklarını haber alınca, ordusunu savaş düzenine koydu. Sancağı Sa'd b. Ubâde'nin eline verdi. Sonra Sa'd b. Ubâde'nin: "Bu gün en büyük savaş günüdür! Bu gün Ka'be'de savaşın helâl olacağı

şü'ndür." dediği haberi Rasûlullah (s.a.s.)'a iletildiğinde, sancağın Zübeyr 3. el-Avvâm'a verilmesini emretti. Hz. Ali'ye ya da Kays b. Sa'd b. Ubâ-Je'ye verilmesini emrettiği de söylenmiştir. Zübeyr b. el-Avvâm'ı sol kol birliklerinin başına geçirdi. Hâlid b. Velîd'i, sağ kol birliklerinin komutan-ığına tayin etti. Bu birlikler: Eslemîler, Gıfârîler, Muzeyneliler ve Cuhey-lelilerden kurulmuştu. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ise, Hz. Peygamber 's.a.s.)'in alayının önünde bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.), askerleri, Zû Iuvâ'dan aşağı indirdi. Zübeyr'e, Mekke'nin üst tarafından Zû Kedâ de-lilen mevkiden, Hâlid b. Velîd'e Mekke'nin aşağısındaki el-Lît denilen /erden şehre giriş yapmalarını emretti.

İkrîme b. Ebî Cehil, Safvân b. Ümeyye ve Süheyl b. Amr, Müslüman­larla çarpışmak üzere Handeme'de bir topluluk oluşturmuşlardı. Hâlid ve arkadaşları onlarla karşılaşıp çarpıştılar. Hâlid'in ordusundan ayrılan Mu-lârib b. Fihr Oğulları'ndan Kurz b. Câbir ile Munkiz Oğulları'nın mütte­fiklerinden Huneys b. Hâlid b. Rabî'a b. Esram el-Huzâ'î adlı Müslüman­lar şehid oldular. Yine Müslümanlardan Seleme b. el-Meylâ el-Cuhenî de jehid oldu. Müşriklerden ise on üç erkek öldürüldükten sonra yenilgiye jğradılar.

Mekke'nin fethi, Huneyn ve Taif'te Müslümanların parolaları şöyle idi:

Evslilerin parolası: Ey Ubeydullah Oğulları!

Hazreclilerin parolas;: Ey Abdullah Oğulları!

Muhacirlerin parolası: Ey Abdurrahman Oğullan![154]

 

Rasûlullah (s.a.s.)'In Öldürülmelerini Emrettiği Mekkeliler

 

Yukarıda da belirtildiği gibi Hz. Peygamber (s.a.s.), Mekkelilere eman /ermişti. Ancak şu kişilerin öldürülmelerini emretmişti:

Abduluzzâ b. Hatal, Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh, İkrîme b. Ebî Cehil, kuveyris b. Nukayz b. Vehb b. Abd [b.] Kusayy, Mıkyes b. Subâbe, İbn latal'm şarkıcı iki kadın kölesi: Fertena ile arkadaşı ve Abdulmuttalib oğulları'nın azadhsı Sara.

İbn Hatal: Teymu'l-Edrem b. Ğâlib Oğulları'ndandır. Müslüman olduk-an sonra Hz. Peygamber (s.a.s.), onu zekât ve sadaka toplayıcılığı görevine ayin etti. Onunla birlikte bir Müslümanı gönderdi. Yolda o, Müslümamn

üzerine atıldı ve onu öldürdü. Müşriklerin yanına gitti. Fetih günü Ka'be'nin örtüsüne sarılmış olduğu bir durumda bulundu. Sa'îd b. Hureys el-Mahzû-mî ile Ebû Berze el-Eslemî onu öldürdüler.

Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh: Rasûlullah (s.a.s.)'a kâtibîik yapıyordu. Sonra (irtidat ederek) Mekke'ye gidip gizlendi. Osman b. Affân'm süt kar­deşi idi. Hz. Osman, onu Rasûlullah (s.a.s.)'a getirdi. Onun için eman is­tedi. Rasûlullah (s.a.s.), bir an sükût etti. Sonra eman verdi. O da Rasûlul­lah (s.a.s.)'a biat etti. Rasûlullah (s.a.s.)'m yanından çıktıklarında O, asha­bına: "Sizden biriniz kalkıp, onun boynunu vuramaz mıydı?" dedi. Ensâr'dan bir kişi: "Bize işaret etseydin olmaz mıydı?" diye sordu. Hz. Pey­gamber (s.a.s.): "Hiç bir peygamberin hain bakışları olmamıştır." dedi. Ömer (r.a.)'in halifelik dönemine kadar yaşadı. Ömer (r.a.), onu vali yap­tı. Hz. Osman ise onu Mısır valisi yaptı. Tfrikiyye (Afrika)'ye gazaya çı­kan kişidir. İslâm'a tekrar dönüşünden sonra, hayır ve dinin salâhından başka onda bir şey görülmemiştir.

İkrîme b. Ebî Cehil: Yemen'e kaçtı. Hanımı Ümmü Hekim bint el-Hâ-ris b. Hişâm da onu takiben Yemen'e gitti. Hanımı onu geri getirdi. O da İslâm'a girip, iyi bir Müslüman oldu.

Huveyris b. Nukayz: Rasûlullah (s.a.s.)'a eziyet edenlerden biri idi. Fe­tih günü Ali b. Ebî Tâlib onu öldürdü.

Mikyes b. Subâbe: Müslüman olarak Rasûlullah (s.a.s.)'m yanma gel­mişti. Sonra kardeşini hata olarak öldürdüğünden dolayı Ensâr'dan bir ki­şinin üzerine atıldı ve onu öldürdü. Fetih günü, amcası oğlu Nümeyle b. Abdillah el-Leysî onu öldürdü.

İbn Hatal'm şarkıcı köle kadınları: Biri öldürüldü. Diğeri için ise Hz. Peygamber (s.a.s.)'den eman istenildi. Rasûlullah (s.a.s.), ona eman verdi. Ondan sonra bir müddet yaşadıktan sonra öldü. Bu kadınlar, daha önce Rasûlulîah (s.a.s.)'ı hicveden şarkılar okuyorlardı.

Sara: Onun için de eman istenildi. Rasûlullah (s.a.s.), ona eman verdi. Ebtah'ta bir süvarinin onu çiğnemesi üzerine sakatlandı; bu şekilde ölün­ceye kadar yaşamını devam ettirdi.

Mahzûm Oğullan'ndan iki erkek, Ümmü Hâni bint Ebî Tâlib'in evin­de saklandılar. Ümmü Hâni onlara eman verdi. Rasûlullah (s.a.s.) da, onun verdiği emanı kabul etti. Hz. Ali, onları öldürmek istemişti. Bu iki kişinin

Haris b. Hişâm ve Ümmü Seleme'nin kardeşi Züheyr b. Ebî Ümeyye ol­duğu söylenmiştir. Bu iki kişi daha sonra İslâm'a girip seçkin Müslüman­lardan oldular.

Sonra Rasûlullah (s.a.s.), Ka'be'yi tavaf etti. Osman b. Talha'yı çağı­rıp ondan Ka'be'nin anahtarını istedi. Osman'ın annesi, bir süre anahtarı yanında bekletip sonra verdi. Osman, anahtarı getirip Hz. Peygamber (s.a.s.)'e verdi. Rasûlullah (s.a.s.) da, Üsâme b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha ile birlikte Ka'be'ye girdi. Onlardan başka kimse yoktu. Kapıları kapayıp bir süre orada kaldılar. Rasûlullah (s.a.s.), Ka'be'nin içinde na­maz kıldı. Sonra çıktı, ardından da diğerleri çıktılar. Anahtarı Osman b. Talha'ya tekrar geri verdi. Böylece ona Beytullah'm hicâbet (yani Ka'be-nin anahtarlarını elinde bulundurma) görevi onda kaldı. Bu görev, günü­müzde de onun torunlarının, Şeybe b. Osman b. Talha'nın çocuklarının elindedir.

Rasûlullah (s.a.s.), Ka'be'nin içinde, dışında ve çevresindeki şekil ve putların; Mekke ve civarında bulunan putların kırdırılmasını emretti. Bi­lâl, Ka'be'nin üzerine çıkıp ezan okudu.

Rasûlullah (s.a.s.), fethin ikinci gününde bir hutbe okudu. Câhiliye dö­nemine ait olup, övülme vesilesi edinilegelen her şeyi ayaklarının altına aldığını bildirdi. Ancak, Ka'be'nin perdedarlığı (sidânet) ve hacılara su dağıtma (sikâye) hizmetinin bunun dışında olduğunu söyledi. Mekke'de kan dökmenin kendisinden önce hiç bir kimseye helâl olmadığı gibi ken­disinden sonra da hiç bir kimse için helâl olamayacağını, kendisine de an­cak gündüzün belli bir saatinde helâl kılındığını, onun bu haramlığının dünkü haline dönüştüğünü, orada artık kanın dökülemeyeceğini bildirdi.

Rasûlullah (s.a.s.), kurşun ile perçinlenmiş putların önünden geçtiğin­de, elinde bulunan asası ile onlara işaret ediyor ve "Hak geldi! bâtıl yok olup gitti!" diyordu. İşaret ettiği her put, yüz üstü yere yıkılıyordu.

Ensâr, Rasûlullah (s.a.s.)'ın Mekke'de kalacağını umuyordu. Hz. Pey­gamber (s.a.s.), onlara: "Hayatım sizin hayatımzladır! Ölümüm de, sizin

ölümiinüzledir!" dedi.

Hz. Peygamber (s.a.s.), Fedâle b. Umeyr b. el-Mulevvih el-Leysî'nin yanından geçti. O, Rasûlullah (s.a.s.)'ı öldürmek niyetinde idi. Hz. Pey­gamber (s.a.s.), ona: "İçinden ne geçiliyordun?" diye sordu. Fedâle: "Hiç

bir şey düşünmüyordum, Allah't zikir ile meşgul oluyordum.'1 dedi. Rasû-lullah (s.a.s.), güldü ve "Allah'tan af ve bağışlanma dile!" dedi. Sonra, eli­ni, onun göğsüne koydu. Fedâle, der ki: "O'nu Hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, göğsümden elini kaldırır kaldırmaz, yeryüzünde bulunan yaratıklardan, bana, O'ndan daha sevimli bir şey yoktu!"

Safvân b. Ümeyye Yemen'e kaçtı. Umeyr b. Vehb el-Cumâhî, Rasûlul-lah (s.a.s.)'m ona verdiği eman ile onun ardından gitti. Bunun üzerine dön­dü. Rasûlullah (s.a.s.) ona ikramda bulundu. Ona düşünmesi için dört ay mühlet tanıdı.

Şâir İbn Ziba'ra es-Sehmî, Necrân'a kaçtı. Sonra döndü ve Müslüman oldu.

Ümmü Hâni bint Ebî Tâlib'in kocası Hübeyre b. Ebî Vehb, Yemen'e kaçtı. Orada kâfir olarak öldü.

Sonra Rasûlullah (s.a.s.), İslâm'a davet etmek üzere Mekke'nin çevre­sinde bulunan kabilelere askerî birlikler (seriyyeler) gönderdi. Onlarla sa­vaşanlar ile savaşmalarını emretti.

Bu cümleden olarak, Hâlid b. Velîd'i de, Cezime b. Âmir b. Abdi Me-nât b. Kinâne Oğullarına gönderdi. Hâlid, onlardan bazılarını öldürüp mallarını aldı. Rasûlullah (s.a.s.), Hâlid'in bu yaptıklarından hoşlanmadı. Hz. Ali'yi, birçok mal ile gönderip öldürülenlerin diyetlerini onlara ödedi. Onlardan alman malları da geri verdi.

Sonra Rasûlullah (s.a.s.), Hâlid b. Velîd'i, Kureyş, Kinâne ve tüm Mu-darrhların saygı duyduğu, Nahle'deki Uzzâ putunun içinde bulunduğu evi yıkmaya gönderdi. O evin kapıcı ve bakıcısı Hâşim Oğullan'nm müttefi­ki Süleym kabilesinden Şeybân Oğulları idi. Hâlid gidip onu yıktı. [155]

Mekke'nin fethi, hicretin sekizinci yılı Ramazan ayının son on günün­de gerçekleşti. [156]

 

 



[1] Uhud Gazvesi hakkında bkz. Vâkıdî, 197; İbn Hişâm, III, 64; İbn Sa'd, I/n, 25; Taberî, III, 9; Ensâhu'l-Eşrâf, 1148; İbn Seyyidi'in-Nâs, 11,2; İbn Kesîr, IV,9; Zâdu'l-Me'âd, 11,231; el-İmta', 114; el-Mevâhib, 1,119; Târlhu'l-Hamîs, 1,419; Sahthu'I-Buhârî, IV,93.

[2] El-Ehâbiş; İslâm'dan önce Benî Leys ve Kureyş arasında çıkan savaşta, Benî Leys'in ya­nında yer alan Kare kabileleridir. Ayrıca el-Ehâbîş'in; Mekke'nin aşağısındakİ Hubşa da­ğında toplanarak, "Gece karardığı, gündüz aydınlandığı ve Mekke'nin Hubşa dağı yerinde durduğu sürece, bize karşı olanlara karşı tek yumruk olacağız." şeklinde Allah'a yemin ederek, Kureyş'le İttifak yapan Benî Mııstalİk ve Benî'I-Hûıı b. Huzeyme kabileleri oldu­ğu da söylenir. Üzerinde anlaşma yapılan dağın adıyla adlandırılan bu kabilelere, Ehâbîşu Kureyş denildi.

[3] Bu cümle asıl nüshada, "Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanına yalnız dönmek zorun­da kaldı." ifadesinden sonra gelmiştir. Cümlenin orada yer almış olması anlamsızdır. Bu nedenle cümleyi doğru olan yere aldık.

[4] Asıl nüshada: "Kim bizimle çıkarak rehberlik eder?" şeklindedir.

[5] Asıl nüshanın hamişinde: "Bu Uhud Dağfnda bulunan ve er-Ramy denilen tepedir." şeklinde geçer.

[6] Asıl nüshada: "İbn Evs" şeklindedir.

[7] Bu İbn Hişâm III, 70'e göre yapılan bir ilavedir.

[8] Kılıcın hakkı eğilip bükülünceye kadar onunla düşmana vurmaktır. Bkz İbn Hişâm, III, 71.

[9] Asıl nüshada, "en-Nadr b. Enes" şeklindedir.

[10] EI-Mihrâs, kelime anlamı çokça su alan oyulmuş kaya demektir. Uhud vadisinin yukarısın­da bulunan bir suyun adıdır.

[11] El-A'ves, on küsur mil kadar Medine'nin doğusunda bulunan bir yerdir.

[12] Asıl nüshada, "el-Ca'b" şeklindedir. Doğrusu Taberî'nin, (IV, 96) tefsirinde, İbn İshâk'tan naklettiği şekildedir: "Osman b. Affân ve Ensâr'dan iki kişi olan Ukbe b. Osman ve Sa'd b. Osman, Medine civarında e]-A'ves'ten sonra gelen el-Cel'ab dağına varıncaya kadar kaçtılar. Orada üç gün kaldılar. Sonra geri dönüp Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanına döndüler. Bu­nun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) onlara: 'Bu konuda aşın gittiniz.' dedi." İbn Hişâm, III, 92'de, '"Kaçanlardan bazıları el-A'ves önlerindeki el-Munkâ'ya kadar gittiler." şeklinde geçer. El-Cel'ab için bkz. Mu'cemu mâ Ustu cim ve Yâkût.

[13] 3/Aİ-i İrnrân, 155.

[14] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 156-164.

[15] Vâkıdî, 291; îbn Hişâm, III, 129; İbn Sa'd, I/II, 29; Telkîhu'î-Fuhûm, 224; İbn Seyyi-di'n-Nâs, II, 27; İbn Kesîr, IV, 20, 46; el-İmta', 160; Tânhıt'I-Hamts, I, 45.

[16] Sözün bağlamı gereği eklenmiştir.

[17] Asıl nüshada: Hırıltılı hı harfi İle "Habbâb" şeklindedir. Doğrusu îbn Hişâm'da geçer. Dârekutnî ise, İbn İshâk'tan naklen, onun cîm harfi ile Cenâb şeklinde olduğunu söyler.

El-Huşenî 1, 236'da, doğrusunun "ha" harfi ile okunup korunduğunu ifade etmiştir

[18] Ratic, bulunduğu yere adı verilen bir hisardır. -Ibn Hazm'ın da belirttiği gibi- Benî Ze'ûrâ b. Cüşem oranın halkıdır. (El-Cemhara, 319; es-Semhûdî, II, 309) Burada geçen "Benî Abdileşhel'den Râtic ehli" sözü, İbn îshâk'm içine düştüğü bir hatadır. İbn Hazm da, ona uyarak, bu hatayı tekrarlamıştır. Ancak el-Cemhara'da bu yanlışa düş üim em iştir. Zira, Ab-duieşhel b. Cüşem, Ze'ûrâ b. Cüşem'in kardeşidir. Babalan ise, el-Hâris b. eî-Hazrec'dir. İbn ishâk, Râtic ehlini, Benî Abdileşhei'i zikrettikten sonra müstakil olarak zikreder. Bu da onun, Râtic ehlini Benî Abdileşhel'den ayrı gördüğünü gösterir. Bu çelişkili durum konu­sunda, geniş bilgi için Usdu'l-Gâbe'ys bakınız.

[19] Asıl nüshada, "Ubeyd b. 'Umeyr" şeklindedir. Doğrusu el-Cemhara, 320 ve İbn Hişânı, III,

I30'dan alınmıştır.

[20] Asıl nüshada, "Ze'ûrâ b. Cüşem b. Abdileşhel" şeklindedir. Oysa neseb bakımından bu yan­lıştır. Bu nedenle Cüşem'den sonrasını sildik.

[21] Habîb b. Zeyd, soy itibariyle Ze'ûfâ b. Cüşem b. Abdileşhel'den olmamakla birlikte, Beyâ-de Oğulîan'ndan olup, onların müttefikidir. Bkz. İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 28.

[22] Asıl nüshada, "Yezîd b. Zeyd" şeklindedir. Ancak bu yanlıştır.

[23] Asıl nüshada, -hı harfi ile- "Hâtıb" şeklindedir. el-İstî'âb\ Üsdu'l-Ğâbe; İbn Seyyi­di'n-Nâs ve el-İsâbe'ye göre düzeltildi.

[24] Asıl nüshada, "Yezîd" şeklindedir. Doğrusu İbn Hişâm'da geçmektedir.

[25] Asıl nüshada, Hanzala'dan sonra, Kays b. Zeyd b. Dubey'a'nm adı, Uhud'da şehid düşen­ler arasında geçmektedir. Oysa bu kesinlikle yanlıştır. Belki onu Kays ile tanıtmak istemiş­tir. Çünkü Kays'm adı, torunu Ebî Süfyân b. el-Hâris'in nesebi içinde varid olmuştur ve "Kays b. Zeyd, İbn Dubey'a'dir." denmiştir.

[26] Burada böyle denilmekle birlikte, İbn Hişâm, III, 133; et-İsti'âb, Undu'l-Ğâbe ve el-İsâ-fte'ye göre, Uhud Savaşı'nda, Benî Hatme'den şehid düşen el-Hâris b. Adiyy'dir. Vâkıdî ve diğer meğâzî yazarlarına göre, a'mâ olması sebebiyle, Umeyr b. Adiyy, ne Uhud ne de Hendek Savaşı'na katılmıştır. Fakat İbn Hazm burada Ebû Ömer'in MeğâzV sine uymuştur.

[27] Asıl nüshada, "Benî Hazrec'den Benî en-Neccâr" şeklindedir. Ancak sözün bağlamı bunun yanlışlığını göstermektedir.

[28] Benî Mebzûl'un nesebini açıklığa kavuşturan bir ilavedir.

[29] Evs ve kardeşi Hassan, Benî Mebzûl'dan değil; Benî Amr b. Mâlik b. en-Neccâr'dandirlar.

[30] Enes b. en-Nadr ve Kays b. Muhalled'den her biri Adiyy b. en-Neccâr soyundandtrlar.

[31] Asıl nüshada, "Rabî'a" şeklindedir. İbn Hişâm, ei-İsti'âb ve Usdu'l-Ğâbe'ye göre düzeltildi.

[32] Asıl nüshada, "el-Bedâ" şeklindedir. Bunun harf hatası iîe yazıldığı tercihe şayan görüştür.

[33] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 164-169.

[34] Asıl nüshada, "Ebû Sa'd" şeklindedir. E!-Cemhara, 118 ve İbn Hİşâm, III, 134'e uygun ola-

rak düzelttik.

[35] Asıl nüshada yoktur.

[36] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 169-170.

[37] Bu gazve konusunda bkz. Vâkıdî, 325; İbn Hişâm, III, 107; İbı> Sa'd, I/II, 34; Taberî, III, 29; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 37; İbn Kesîr, IV, 48; el~/mtâ', 166; el-Mevâhib, I, 128; Târî-hııl-Hamîs, I, 447.

[38] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 173.

[39] Bu olay hakkında bkz. Vâkıdî, 344; İbn Hişâm, III, 178; İbn Sa'd, I/n, 39; Taberî, III, 29; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 40; İbn Kesîr, IV, 62; el-İmtâ', 174; el-Mevâhib, I, 130; Tâıîhu l-Hamîs, I, 454; Sâhîhuİ-Buhârî, V, 103; el-Müsned, 7915, Thk. Ahmed Muhammed Şâkir.

[40] Buhârî, el-Câmi'ıt's-Sahîh'te bunların on kişiden müteşekkil olduğunu belirtir. îbn Seyyİ-di'n-Nâs'ta da böyle geçmektedir, Vâkıdî'ye göre bunlar yedi kişiydi. Doğrusu bunların on kişi olduklarıdır. Bunlardan yedi kişinin adlan siyer ve hadîs kitaplarında geçmektedir. Üçü ise sahabe arasında meşhur değiller. İbn Hazm'in burada adını vermediği yedinci kişi Mu'at-tıb b. Ubeyd'dİr.

[41] Doğru olan, Rasûlulİah (s.a.s.)'ın onlara Âsim b. Sâbİt'i başkan seçmesidir. Bkz. eî-Buhârî, V, 103.

[42] Hüzeyl kabilesine ait bîr suyun adıdır. Buhârî, onun Mekke ile Usfan arasında olduğunu riva­yet etmektedir.

[43] Asıl nüshada bu şekildedir; ancak muhtemelen doğrusu, "iki oğlunu" şeklindedir.

[44] Bu iki rmsra, SâMhu l-Bukari, V, 104. İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 41 ve diğer eserlerde bulunmaktadır.

[45] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 174-175.

[46] Bir-i Ma'ûne olayı hakkında geniş bilgi için bkz. Vâkıdî, 337-378; İbn Hişâm, III, 193; İbn Sa'd, I/II, 36; Taberî, III, 33; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 46; İbn Kesîr, IV, 71; Zfr du'l-Mc'âd, II, 272; el-İmtâ\ 170; ei-Mevâhib, I, 133; Târîhu'l-Hamîs, 1, 451.

[47] Bi'r-i Ma'ûne, Benî Âmir ve Benî Süleym arazilerinin arasında bulunan Benî Süleym su­larından birisidir. Her iki belde de oraya yakın olmakla birlikte, bu su, Beni Süleym'in kâ-rataşliğına daha yakındır.

[48] Asıl nüshada, "Uhayha b. Amr b. el-Culâh" şeklindedir.

[49] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 176-178.

[50] Benî Nadîr Gazvesi hakkmda geniş bilgi için bkz. Vâkıdî, 353; İbn Hişâm, m, 199; İbn Sa'd, X/H, 40; Taberî, m, 36; Ensâbu'l-Eşrâf, I, 163; Fütûhu'1-Bıddân, 23; îbn Seyyi-di'n-Nâs, H, 48; İbn Kesîr, IV, 74; Zâdu'l-Me'âd, II, 185; el-İmtâ\ 178; el-Mevâhib, I, 135; Tânhu'İ-Hamîs, I, 460; Sâhîhu'1-Buhân, V, 88.

[51] İbn Hazm'dennaklan el-îmtâ', 180.

[52] el-Huşenî'nin Tashİhât'mda. Ebû Ka'b diye geçer, I, 286.

[53] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 178-179.

[54] Bkz. İbn Hişâm, III, 213; İbn Sa'd, I/II, 43; Taberî, III, 39; Ensâbu'l-Eşrâf, I, 163; İbn Sey-yidi'n-Nâs, II, 52; İbn Kesîr, IV, 83; Zâdu'l-Me'âd, II, 274; el-İmtâ', 188; el-Mevâhib, I, 137; Târîhıı l-Hamîs, I, 463; Sahîhıı'l-Buhân, V, 113.

[55] Nahl, Medine'den iki günlük mesafede, Şadh vadisinde bulunan Benî Sa'lebe'ye ait konak­lardan biridir (bkz. es-Semhüdî, II, 381). İbn Sa'd, Zâtu'r-Rİkâ'ı anlatırken; onun, Sa'd ve Şukra arasında, Nahl'm yakınlarında bulunan ve kırmızı, siyah, beyaz yerleri olan bir dağ olduğunu belirtir (îbn Sa'd, I/II, 43).

[56] Mâide, 11.

[57] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 179-180.

[58] Bu savaşa, el-Bedru's-Suğrâ/Küçük Bedir ya da el-Bedru'1-Mev'id/Söz Verilen Bedir Sa­vaşı da denilmektedir. Geniş bilgi için bkz. İbn Hişâm, III, 220; İbn Sa'd, I/II, 42; Taberî, III, 4\; Ensâbu l-Eşrâf, I, 163; ibn Seyyidi'n-Nâs, II, 53; IV, 87; el-İmtâ', 183; el-Mevâ-hib, I, 139; Târîhu'l-Hamîs, I, 456.

[59] İbn Hazm'ın, bu Bedir Gazvesi'nin Zâtu'r-Rikâ'dan sonra olduğuna dair görüşü için bkz. el-İmtâ', 186.

[60] Asıl nüshada bu yoktur. El-İmtâ', 184, el-Mevâhib, I, 140; Târîhu'l-Hamîs, T, 465'de Ab­dullah b. er-Ravâha'nm vali olarak Medine'de kaldığı belirtilmektedir.

[61] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 180-181.

[62] Geniş bilgi için bkz. îbn Hişâm, III, 224; İbn Sa'd, I/II, 44; Taberî, III, 43; Ensâhu'!-Eşrâf, I, 164; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 54; İbn Kesîr, IV, 92; Zâdu'i-Me'âd, II, 278; el-İmtâ\ 193; eI~Mevâhib, I, 140; Târîhu'l-Hamîs, I, 469.

[63] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 181.

[64] Hendek Gazvesi hakkında eeniş bilgi için bkz. Vâkıdî, 362; İbn Hİşâm, III, 226; İbn Sa'd, I/II, 47; Taberi, III, 43; Ensâhu l-Esrâf, I, 165; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 54; İbn Kesîr, TV, 92; Zâdu'l-Me'âd, II, 288; el-İmtâ', 215; el-Mevâhib, I, 142; Târîhu'l-Hamîs, I, 479; Sâhî-

hıt'l-Buhârî, V, 107.

[65] Mûsâ b. Ukbe hariç. Zira o, Hendek Savaşı'nın dördüncü yılda olduğunu söyler. İmâm Mâ­lik de bu konuda ona uyar. Buhâri de onun bu görüşünü benimser, ibn Hazm İse, bu kita­bında bu görüsü kesin görmektedir.

[66] İbn Kesîr, el-Füsûl, s. 56'da, İbn Hazm'ın bu sözünü ve İbn Ömer'in hadisini kendisine de-1İ1 getiriciyle ilgili bu görüşünü naklederken şu notu düşmektedir: "Sahîhayn'de geçen bu hadîs, İbn Hazm'ın iddiasına delil olamaz. Çünkü Rasûlullah (s.a.s.)'e göre savaşa çıkma izninin dayanağı onbeş yaşına gelmiş olmaktır. Bu yaşa gelmeyene savaşa çıkma izni verilmezken bu yaşa ulaşana izin verilir. Buna göre İbn Ömer, Uhud savaşı’nda bu yaşa ulaşamadığı için kendisine izin verilmemiştir. Hendek savaşında bu yaşa ulaşmış olduğundan kendisine izin verilmiştir. Bu durum, onun o gün, on beş yaşını bir, iki, üç hatta daha çok yıl geçmediği anlamına gelmez. Buna göre İbn Ömer, "Hendek Savaşı'nda Rasûlullah (ş.a.s.)'a gösterildiğimde, savaş girme yaşına varmıştım." demiş olmaktadır. Ayrıca, İbn Ömer, Uhud Savaşı'nda on dördüncü yaşın başlangıcında, Hendek Savaşı'nda ise on beşin­ci yaşın sonunda bulunuyordu [Dolayısıyla iki savaş arasında geçen süre, bir yıldan fazla ol­maktadır. Mûsâ b. Ukbe'nin görüşüne katılmayanlar, bu açıklamaya dayanmaktadırlar].

[67] Asıl nüshada, "Havze b. Mîş eİ-Belevî ve Ebû Âmir el-Belevî" şeklindedir. İbn Hişâm, Ta-berî, e!-Imtâ', 236, Târîhu'l-Hamîs, I, 480'e göre düzeltildi. Burada zikredilen ikinci şa­hıs, rahip Ebû Amir'dir.

[68] Asıi nüshada, "Ruceyle " şeklindedir. Nesebi konusunda bkz. el-Cemham, s., 238. Bu ko­nuda burada yer verilmeyecek pek çok tartışma bulunmaktadır. Makrîzî, el-Imtâ', s., 218-219'dabu tartışmaya yer verilmiştir.

[69] E^curf^ ilk harfin ötre, İkincisinin sakin okunması şeklinde Yakut'ta kayıt edilmiştir. El-Bekrî ise, hem birinci hem ikinci harfini ötreli olarak okuyup kaydetmiştir. Burası, Şam tarafına doğru Medine'ye üç mil mesafede bulunan bir yerdir. Zeğâbe ise, Akik denilen ye­rin bitiminde suların biriktiği bir yerdir. Semhudî ve Süheylî, bu kelimeyi Zeğâbe olarak; el-Bekrî ise Zu'âbe biçiminde okuyup kaydetmişlerdir. Et-Taberî: "En İyi rivayetin Curf ile Gâbe arasında olduğu şeklinde olmasıdır. Zira Zu'âbe denilen bir yer bilinmemektedir" der. Yâkût ise, onun bu görüşünü reddetmektedir. (Bkz. Mu'cemu'l-Buldân, es-Suheylî, II, 189; es-Semhûdî, 318, 281; et-Taberî, III, 46).

[70] Asıl nüshada, "Dûme" diye geçmektedir. Taberî, III, 46'da da böyle geçmektedir. Doğrusu belirttiğimiz gibidir. Zira ed-Dûme, Benî Kurayzâ yakınlarında Aliye'dedir. Rûme ise, bü­yük bir alana yayılmış olarak Curf'a kadar uzanmaktadır. İkisi de el-Akîk'in sonlarında bulunmaktadır (Bkz. es-Semhûdî, II, 122, 280, 318).

[71] İbn Hİşâm ve Taberî'ye göre yapılan bir ilavedir.

[72] İbn îshâk ve İbn Sa'd bu sayıyı vermektedir, tbn Seyyidi'n-Nâs, el-Mevâhib yazarı ve İbn Kesîr de böyle nakletmektedirler. Diyârbekrî bu görüşe yer verdikten sonra, "Müslümanla­rın bin kişi olduğu da söylenmiştir." demektedir. İbn Kesîr, ei-Füsûl, s. 58' de, "Doğru ola­nı Rasûlullah (s.a.s.)'m Üç bin kişi ile Hendek'te savunmaya geçtiğidir. Ancak İbn İshâk'ın, yedi yüz kişi olduklarına dair sözü yanlıştır." demektedir. İbn îshâk, Müslümanların üç bin kişi olduklarını belirtmiştir. Ondan başka bir rivayette bulunmamıştır. Hİç kimse de diğer görüşleri reddederek, İbn Hazm'ın beğendiği ikinci görüşe uygun olarak Müslümanların dokuz yüz kişi olduklarına işaret etmemiştir.

[73] Anka veya Araka, Hibbân b. Kays'm anasıdır. Adı Ka]âbe olmakla birlikte, çok hoş bir ko­kusu olduğu için Anka olarak isimlendirilmişti.

[74] Asıl nüshada, "Ebû Seleme el-Huşenî" şeklindedir; siyer kitaplarına göre düzeltildi.

[75] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 181-186.

[76] Benî Kurayza Gazvesi konusunda geniş bilgi için bkz. Vâkıdî, 371; İbn Hİşâm, III, 244; İbn Sa'd, I/II, 53; Taberî, in, 52; Ensâbu'1-Eşrâf, I, 167; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 68; îbn Kesîr, IV, 116; Zâdul-Me'âd, II, 187; el-İmtâ', 241; el-Mevâhib, I, 149; Tâıihu'l~Hamİs, 1,492; Sâhîhu}l-Buhâii,V, 111.

[77] İbn Kesîr, e\-Bidâye ve'n-Nihâye, IV, 118'de, İbn Hazm'ın bu görüşüne yer verdikten son­ra şu notu düşer: "İbn Hazm'ın bu görüşü, Zahirî mezhebinin temel kaidesi olan zahire gö­re hüküm verme esasına dayanmaktadır." Süheylî, II, 195'te, "Zâhiriyye mezhebinin anla­yışından hareketle bu temel kaideyi anlamak zordur. Zira onlar, dinî hükümleri sadece nasslara dayandırırlar; nassm hem emir hem de mubahlık ifade edebileceğini imkânsız gö­rürler." demektedir.

[78] Asıl nüshada, "Nüşâse" şeklinde geçmektedir. Doğrusu, Taberî, III, 59 ve el-lmtâ' 'dan alınmıştır.

[79] Asıl nüshada yanlış olarak "Seleme" şeklinde yazılmıştır.

[80] İbn Hişâm'da, "Ergenlik yaşma varmıştı." şeklinde geçer.

[81] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 187-191.

[82] Bkz. İbn Hişâm, III, 262; Taberî, III, 58; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 67, 76; el-İmtâ', 241.

[83] Asıl nüshada, "İbn Amr b. Abdillah" şeklinde birleşik olarak iki isim birlikte yazılmıştır. Böylece "Abdullah" adı "Enes"in nesebi içinde zikredilmiştir; ancak bu yanlıştır, zira iki­si ayrı kişilerdir.

[84] Asıl nüshada, "Ğaneme" şeklindedir; ancak bu yanlıştır; zira el-İsâbe'de '"Aneme" olarak okunup kaydedilmiştir.

[85] Asıl nüshada, "ve adı" şeklindedir. Ancak bu yanlıştır; doğrusu İbn Hişâm, III, 265'ten alın­mıştır.

[86] Bu kadın, el-Hakem eİ-Kurazî'nİn hanımı "Bünâne"dir.

[87] Asıl nüshada, "Müslümanlar" yerine "Kureyş kâfirleri" geçmektedir ki bu apaçık bir hatadır.

[88] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 191-192.

[89] Bu konuda bkz. İbn Hişâm, III, 286; tbn Sa'd, I/Tl, 66; Taberî, m, 6; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 80; İbn Kesîr, IV, 137; Zâdul-Me'âd, II, 293; el-İmtâ', 186; el-Mevâhik, I, 159; Târî-hu'l-Hamîs, II, 12.

[90] Bu zât, aynı zamanda el-Esved b. el-Huzâ'î olarak da adlandırılmıştır. Bkz. el-fmtâ' ve Târihu’l-Hamis.

[91] Asıl nüshada, "Sonra dedim." şeklinde geçer; ancak bu ifade oldukça kapalı olduğundan, İbn Hişâm'ın metnini asıl aldık, İbn Hişâm, III, 288.

[92] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 192-194.

[93] Benî Lihyan Gazvesi hakkında bkz. Vâkıdî, 374; İbn Hişâm, III, 292; İbn Sa'd, II, 56; Ta-berî, III, 59; Ensâbıı I-Eşrâf, I, 167; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 83; İbn Kesir, IV, 81; el-İmtâ. 257; el-Mevâhib, I, 154; Târîhu'I-Hamîs, II,3.

[94] Asıl nüshada, noktasız 'ha' harfi ile "Mahîd " şeklinde harf hatası ile yazılmıştır. Doğrusu Mu'cenuı' I-Bııldân'dan alınmıştır. Mu'cemu mâ Ustu'cime adlı eserin aslında da, noktalı hı harfi ile "Mahîd" olarak yazılmıştır. Eseri neşreden bu hatayı ortaya koymakla birlikte doğrusunu terk etmiştir. İbn Sa'd, I/TI, 57 ve es-Sîre'nin Avrupa baskısı s., 718'de de böy­le geçmektedir. Haleb baskısında ise, Yakut'taki başka bîr yer adı olan (Mahîs) maddesine dayanılarak yanlışlık yapılmıştır. Nitekim es-Semhûdî, Vefâu'l-Vefâ, II, 369'da bu yanlış­lığı ortaya koymuştur.

[95] Bkz. Cevâmi'us Sîre, dipnot, 2, s., 108.

[96] Asıl nüshada, "Şâye" diye geçmektedir. Saye, içinde yetmişten fazla pınarın bulunduğu ve Medine'ye bağlı bir köy ya da vadinin adıdır. Şâbe ise, Hüzeyl yurdunda bulunan bir da­ğın adıdıdr. Dolayısıyla burada kasdolunan bu dağ olamaz.

[97] Asıl nüshada, Guran yerine "Uran" yazılıdır. Gurân: Emec'in arkasında bulunan yeşil bîr vadinin adıdır. El-Mecd; bunun, Saye Vadisİ'nin arkasında bulunan Benî Lihyân'ın konak­larından büyük bîr vadiye yakıştırılan bir isimdir. Bkz. es-Semhûdî, 11,353.

[98] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 194-195.

[99] Bkz. İbn Hişâm, III, 293; İbn Sa'd, I/II, 58; Taberî, III, 60; Ensâbu 1-Eşrâf, I, 167; îbn Sey­yidi'n-Nâs, II, 84; İbn Kesîr, IV, 105; eî-!mtâ\ 257; el-Mevâhib, I, 155; Târîhu'l-Hamîs, II, 5; Sâhîhu'I-Buhârî, V, 130.

[100] Gâbe; Şam yolu üzerinde Medînc yakınında bir yerdir. Orada Medinelilerin malları bulunmakta idi.

[101] El-Ahrem, Muhriz b, Nadla'nın kendisiyle tanındığı bir lakaptır.

[102] Bkz. İbnıTl-Arabî, Kitâbu Esmâi Hayli'I-Arab, s., 53-54. Uyeyne b. Hısn'm Medîne'ye bas­kın yaptığı es-Serh gününe katılan atların adına yer verdiği konuda geçer.

[103] İbnu'i-Arabî, Lemmâ' "m, Afabâd b. Bişr'in atının adı olduğunu söyler ve daha fazla bilgi ver-

memektedir. Bkz. İbmı'l-'Arabî, Kitâbu Esmâi Hayli'I-Arab, 54.

[104] Bkz. a.g.e.. s., 54; İbn Hişâm, İli, 296'da ayrıca Hazve ya da Hazvera olarak da adlandırılmıştır.

[105] İbnu'l-Kelbî, s.. 39'da, el-Cenâh'in, Mahmûd b. Mesleme'nİn kardeşi Muhammed'in atı ol­duğunu beiirtir. Bu at, es-Serh günü Ukkâşe b. Mihsan'ın üzerinde şehid olduğu attır (İb-nu'1-Arabî, s., 53). El-Ahrem'in aîının adı ise es—Serhan'dı (s. 54).

[106] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 195-196.

[107] Bu gazve ile ilgili geniş bilgi için bkz. Vâkıdî, 380; İbn Hişâm, III, 302; İbn Sa'd, I/1I, 45; Taberî, fil, 63; Ensâbu'l-Eşrâf. I, 64; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 91; İbn Kesîr, IV, 156; el-İm tâ\ 195; el-Mevâhib, I, 140; Târîhıt'l-Hatnîs, I, 470.

[108] El-Muraysî\ Huzâ' Oğuİlarf na ait bir suyun adıdır. Benî Huzâ'a ve el-Fer' arası iki gün­lük mesafedir. El-Fer' ve Medine arası sekiz konaklık mesafedir

[109] Asıl nüshada, "Zerr" dîye geçmektedir. Doğrusu İbn Hişâm, III, 303; ve el-İstî'âb'da geç­mektedir. İbn Sa'îd de denilmiştir. Bkz. İbn Sa'd, I/II; 46 ve el-İstî'âb.

[110] İfk hadisesine İşaret etmek konusunda, İbn Hazm'ın bu metnini aktardığına dair bkz. Im-tâ'u'l-Esmâ', s., 215.

[111] Sâhİhu l-Buhârî, V, 118-119.

[112] Benî Mustalik Gazasi'nın tarihi ile İlgili meydana geien tartışmalar için bkz. lmtâ'u'l-Es-mâ\ 214-215; Fethul-Bâvî, VII, 332; Umdelul-Kârî, XVII, 201 vd.

[113] îbn Hazm'ın bu görüşü için bkz. Kitâbu'I-Fusûl, 8İ.

İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 196-199.

[114] Bkz. Vâkıdî, 383; İbn Hişâm, III, 321; İbn Sa'd. I/II, 69; Taberî, III, 7i; Emâbu"1-Eşrâf, I, 169; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 113; İbn Kesîr, IV, 164; Zâdu'I-Me'âd, II, 301; el-İmtö\ 274; Târîhu'l-Hamîs, II, 16; Sâhîhu't-Buhân, V, 121.

[115] Makrîzî'nin, Sîretu İbn Hazm'den yaptığı nakil için bkz. ei-İmtâ\ 276; aynı şekilde bkz. el-Fusût, 71.

[116] Muhtemelen buradaki salât ve selâm müstensihler tarafından fazladan yazılmıştır.

[117] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 199-203.

[118] Hayber Gazvesi ile ilgili olarak bkz. Vâkıdî, 389; İbn Hişânı, III, 342; İbn Sa'd, I/II, 77; et-Taberî, III, 91; Ensâbu l-Eşrâf, I, 169; Fııîûhuİ-Buldân, 29; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 130; İbn Kesîr, IV, \8\\Zâdıı'I-Me'âd, II, 324; el-İmtâ', 309; Mevâhibu'l-Ledünniyye, I, 173; Târihu'l-Hamîs, II, 43; ei-Buhârt, V, 130.

[119] Hayber Gazvesi tarihi ile ilgili İbn Hazm'ın görüşleri için bkz. el-İmtâ', s. 310. Cumhura göre bu savaş, hicrî yedinci yılda meydana gelmiştir. İbn Kesîr, Pusul, 74'te şöyle der: İbn Hazm'dan yapıian rivayete göre bu savaşın hicrî altıncı yılda meydana gelmiş olduğunda hiç bir şüphe yoktur. Çünkü ona göre hicrî takvimin başlangıcı, Hz. Peygamber'in Medî­ne'ye hicret ettiği Rebî'ulevveİ ayıdır. Ancak İbn Hazm'ın bu görüşüne uyan olmamıştır. Zira cumhura göre, hicrî takviminin başlangıcı, söz konusu yılın Muharrem ayıdır.

[120] Isr -Asar olarak da okunduğu rivayet edilmiştir. Ancak birinci okunuş daha meşhur ve da­ha yaygındır. Yâkût da bunu tercih etmiştir- Medîne ve Fer' vadisi arasında bir dağdır.

[121] Ibn Sa'd, VIII, 86 ve el-Jmtâ', 321'de, "Safiyye ve onun bir amca kızı esir edildi." yazılıdır.

[122] Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Yahudi kadını Öldürüp öldürmediği konusundaki farklı rivayetler için bkz. İmtâ s.322.

[123] Asıl nüshada, "Cev' " şeklinde yazılıdır. Hav', Netat bölgesinde bir yerin adıdır.

[124] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 203-205.

[125] Bkz. Vâkıdî, s. 390; İbn Hişâm, III, 357; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 142; İbn Kesîr, IV, 214; İm­lâ', s. 329; Tânhu'l-Hamîs, II, 53.

[126] Asıl nüshada, "Suheyre" şeklinde yazılıdır.

[127] Asıl nüshada da "Lükeyz" yazılıdır. İbn Sa'd, el-İsâbc ve siyer kaynaklarında da bu şekilde yazılıdır. Es-Sîre'yı tahkik edenler "Bukeyr" diye değiştirmişlerdir. El-Istî'ab'da Ebû Ömer de Bukeyr olarak kaydetmiştir.

[128] İbn Hişâm, III, 358; el-İsiî'ab; el-İsâbe ve Vsdu'!-Ğâbe'ye göre yapılan bir ilavedir.

[129] Asıl nüshada adı "Sabit b. Sabit" olarak yazılıdır. Et-Taberî, onun adının en-Nu'mân oldu­ğunu belirtmiştir. Başkaları ise adının '"Umeyr" olduğunu söylemişlerdir. Bkz. es-Süheylî, 11,244.

[130] Asıl nüshada, "Mübeşşir b. Abdiliah b. el-Münzir" şeklinde yazılıdır. Rical ve siyer kitapla­rına göre düzeltildi.

[131] Asıl nüshada, "Amr" yazılıdır. İbn Hişâm, III, 358; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 142'ye göre düzeltildi.

[132]  Asıl nüshada, "Sabit b. Esle b. Talha" yazılıdır. Sonraki isim Talha ise, Hayber'de şehid olanlardan biridir. Fakat rical kitaplarında babasının adı belirtilmiyor. Ebû Zer, onun, Tal­ha b. Yahya b. Muleyl b. Damra olduğunu söylemiştir.

[133] İbn İshâk, onu Eşlem Oğullan'ndan saymıştır.

[134] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 206-207.

[135] Ca'fer ve arkadaşlarının Habeşistan'dan gelişleriyle ilgili olarak bkz. İbn Hişâm, IV, 3; İbn Kesîr, IV, 205; İmtâ\ s. 325.

[136] İbn İshâk, Muhammed b. Ca'fer'i zikretmemiştir. Es-Süheylî: "Habeşistan'da Ca'fer'in Abdullah, Muhammed ve Avn adlarında üç çocuğunun doğduğunu" belirtmektedir.

[137] Asıl nüshada, "Amr b. Sa'îd b. el-Âsî ve Ümmü Hâlid" şeklinde yazılıdır. Ümmü Hâiid, yukarıda Amr'dan Önce zikredilen Emet bint Hâlid b. Sa'îd'dir. Büyük ihtimalle kâtip onu unutup sonra yazmıştır.

[138] İbn İshâk (IV, 5), Ca'fer i!e birlikte geri gelen şu İki kişiyi de zikrediyor: Âmir b. Ebî Vak-kâs ez-Zühdî ve onların müttefiki Hüzeyl kabilesinden Utbe b. Mes'ûd.

İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 207-208.

[139] Fedek'in fethiyle ilgili haberler için bkz. İbn Hişâm, III, 368; Taberî, III, 98; Futûhu'I-Btjü dan, s. 36; el-İmlû', s. 331; Târîhu'i-Hamîs, II, 58.

[140] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 208.

[141] Bkz. Taberî, III, 91; Futûhu'l-Buldân, s. 41; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 143; İbn Kesîr, IV, 212; Zâdu'l-Mc'âd, II, 354; el-İmtâ\ 332; Mevâhib, I, 182; Tâvîhu'l-Hamîs, II, 58..

[142] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 208.

[143] Kaza umresi ile ilgili olarak bkz. Vâkıdî, s. 399; İbn Hişâm, IV, 12; İbn Sa'd, I/II, 87; et-Ta-berî, III, 100; Ensâbıı 1-Eşrâf, I, 169; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 148; İbn Kesîr, IV, 226; Zâ-du'I-Me'âd, II, 366; e!-!mtâ\ 336; Târihu'l-Hamh, II, 62; Bııhârî, V, 141.

[144] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 209.

[145] Mute Savaşı hakkında bkz. Vâkıdî s. 401; İbn Hişâm, IV, 15; İbn Sa'd, I/II, 92; Taberî, III,

107; İbn Seyyidi'n-Nas II, 153; İbn Kesîr, IV, 241; Zâdu'l-Me'âd, II, 374; d~İmta\ 344; Târîhu'l-Hamîs, II, 70; Buhâri, V, 143.

[146] Asıl nüshada ve es-Sîre'nin bazı nüshalarında Rakile oîarak yazılıdır. Diğer bazı nüshalar­da İse Rafile, Zafile olarak yazılıdır. Et-Taberî'de İse Rafiie'dir.

[147] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 209-211.

[148] Bkz. İbn Hişâm, IV, 30; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 156; İbn Kesîr, IV, 259; Târîhu'l-Hamte, II, 75.

[149] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 211.

[150] Mekke'nin fethi ile ilgili olarak bkz. Vakıdî, 406; İbn Hişâm, IV. 31; İbn Sa'd, I/II, 96; et-Ta-berî, III, 110; Emâbu l-Eşraf, I, 170; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, İo3; İbn Kesîr, IV, 268; Zâ-dıı'I-Me'âd, II, 384; el~İmtâ\ 357; Mevâhibu'l-Lediiı:niyye, I, 191; Târihti'1-Hanıîs, II, 77; el-Buhârî, V, 145.

[151] Hadisin metni mealen şöyledir: "Ey Allahım! Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar Kureyşliferin casus ve habercilerini tut. (Görmez ve işitmez yap! Kureyşlilerin gözlerini bağla! Beni, birden bire görsünler! Birden bire işitsinler!)"

[152] Parantez içindekiler hadis ve siyer kitaplarından yararlanılarak mütercim tarafından eklen­miştir fçev.}.

[153] Parantez içindekiler hadis ve siyer kitaplarından yararlanılarak mütercim tarafından eklen­miştir (çev.).

[154] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 211-219.

[155] Hâüd b. Velîd'in Cezime Oğullan'na ve Uzza'yı yıkmaya gönderilmesi ile ilgili olarak bkz. Ibn Hişâm, IV, 70; İbn Sa'd, II, 105, 106; et-Taberî, III, 123; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 184, 185; Ibn Kesir, IV, 312-316; el-İmtâ', 398, 399; Mevâhibu'l-Ledünniyye, I, 207; Târî-hu'I-Hamîs, II, 95, 97.

[156] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 219-222.