Uhud
Savaşı'nda Şehid Olan Müslümanlar
Uhud
Savaşı'nda Öldürülen Kureyş Müşrikler
Hendek
ve Beni Kurayza Gazvelerinde Şehid Olanlar
Abdullah
B. Ebî Atîk'in, Sellâm B. Ebî'l-Hukayk (Ebû Râfio'ı Öldürmek İçin Gönderilmesi
Hayber
Gazvesi'nde Şehid Olanlar
Hayber
Fethinin Ardından Habeşistan'dan Gelenler
Mûte
Savaşı'nda Şehid Olanların Adları
Rasûlullah
(s.a.s.)'In Öldürülmelerini Emrettiği Mekkeliler
Rasûlullah (s.a.5.),[1]
Behrân Gazvesi dönüşünden sonra, Cemâzryelâ-hır, Receb, Şa'bân ve Ramazan
aylarında Medine'de kaldı. Bu arada Kureyş, üçüncü yılın Şevval ayında,
Rasûlullah (s.a.s.)'a savaş açtı. Bunun için, müttefikleri olan el-Ehâbîş[2]
denilen Arap kabilelerinden, Benî Kinâne ve diğer kabilelerden yardım
istediler. Savaştan kaçmamak için kadınlarıyla beraber sefere çıkan
Kureyşliler, Kanat vadisinin Ayneyn tepesinde konakladılar. Burası Medîne
karşısındaki vadinin ağzında bulunan, Uhud Dağı yakınlarındaki Sebha içlerinde
bir tepenin üstüdür.
O ara Rasûlullah
(s.a.s.), rüyasında, kılıcının ağzında gedik açıldığım, bir sığırın
boğazlandığını ve elini sağlam bir zırhın içine koyduğunu görmüştü. Rüyasında
gördüğü zırhı, Medîne olarak yorumladı. (Boğazlanmış sığırın), ashabından bir
kısmının şehîd olacağına, (kılıcının ağzından gedik açılmasını ise) ehl-i
beytinden bir adamın şehîd düşeceğine işaret olduğunu belirtti.
Dolayısıyla Rasûlullah
(s.a.s.), ashabına, Kureyşlilere karşı dışarı çıkmamalarını, Medîne'de savunma
savaşı yapmalarını, eğer saldırırlarsa sokak başlarında şehri savunmalarını
işaret buyurdular. Abdullah b. Ubeyy b. Selûl de, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
görüşünü destekledi. Ancak, daha sonra Uhud Savaşı'nda, Allah'ın kendilerine
şehâdet bahşettiği bir grup seçkin sahâbi, savaşa çıkılması konusunda
Rasûlullah (s.a.s.)'a ısrarda bulundular. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.s.), zırhını giymek üzere evine girdi ve bir müddet sonra çıktı. Benî
Neccâr'dan Mâlik b. Amr -başka bir rivayete göre Muhriz b. Âmir- adında vefat
eden bir adamın cenaze namazını kıldı. O gün Cuma günüydü. Bu arada, savaşa
çıkılması konusunda Hz. Peygamber (s.a.s.)'e ısrar edenler yaptıklarından
pişmanlık duydular ve Rasûlullah (s.a.s.)'a: "Ey Allah'ın Rasûlu!
İsterseniz çıkmayalım, savunma savaşı yapalım'1 dediler. Ancak Rasûlullah
(s.a.s.): "Zırhını, giyindikten sonra savaşmadıkça çıkarması bir
peygambere yaraşmaz." dedi. Daha sonra Rasûlullah (s.a.s.), bin kişilik
bir ordu ile Medine'den yola çıktı. Medîne'de kalan Müslümanlara namaz
kıldırmak üzere İbn Ümmi Mektûm'u görevlendirdi. Rasûlullah (s.a.s.), Medîne
ile Uhud arasında Şavt denilen yere varınca, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl,
görüşünün kabul edilmediği gerekçesiyle yaklaşık ordunun üçte birini teşkil
eden sayıdaki kişiyle beraber küserek ayrıldı. Câbir'in babası Abdullah b. Amr
b. Haram, arkalarından yetişerek onlara Allah'a ve Rasûlü'ne dönmeleri hususunda
öğütte bulunduysa da kendisine kulak asmadılar; bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.s.)'m yanına yalnız dönmek zorunda kaldı.
Ensâr'dan bazıları,
Rasûlullah (s.a.s.)'a, müttefikleri olan Yahudilerden yardım istemesini
önerdiler. Ancak, Hz. Peygamber (s.a.s.), gerek Yahudi-ler'den gerekse
müşriklerden yardım almaya yanaşmadı.
Rasûlullah (s.a.s.)
[Müslümanlarla birlikte], [3] Benî Hârise'nin arazisine
girdi ve "Toplanmış bir topluluğa karşı kim çıkıp bize[4]
rehberlik eder." dedi. Benî Hârise'den Ebû Hayseme adında biri: "Ben
rehberlik ederim ey Allah'ın Rasûlu!" dedi. Benî Hârise'nin sınırları
içinden geçme konusunda onlara rehberlik etti. Bu arada Mirba' b. Kayzî adında,
görme özürlü münafık birinin arazisinden geçtiler. Bu adam: "Eğer sen gerçekten
Allah' in Rasûlu olsan dahi, arazimden geçmene izin vermiyorum." diyerek,
Müslümanların yüzlerine toprak atarak sözü uzatmaya başladı.
Bir grup onu öldürmek
için üzerine saldırınca, Rasûlullah (s.a.s.): "Onu öldürmeyin! O hem
gözünden hem de kalbinden görme Özürlüdür." dedi, Abduleşhel OğuIIan'ndan
Sa'd b. Zeyd, yayiyla vurup Mirba'ın başını yardı.
Rasûlullah (s.a.s.)»
yoluna devam etti; Uhud Dağı'na doğru uzanan vadinin kıyısında bulunan Şi'b
denilen yere varınca, [5] Uhud Dağı'ni arkasına
alarak karargâhını kurdu. Arkadaşlarına, emir vermedikçe kimsenin savaşmaması
konusunda talimat verdi. Bu esnada Kureyş, Kanât'ta es-Sam-ğa denilen yerdeki
ekinlerin içine salınmış deve ve atlarıyla birlikte görünüyordu. Bu arada
Rasûlullah (s.a.s.), yedi yüz kişilik ordusunu savaş düzenine hazırlıyordu.
Müşriklerin ise iki yüzü -başka bir rivayette ellisi— atlı olmak üzere toplam
üç bin savaşçı oldukları rivayet edilir. Buna karşın Müslümanların okçuları
elli kişiydi. Rasûlullah (s.a.s.), okçuların başına Evs'li[6] Benî
Amr b. Avf tan Havvât b. Cübeyr'in kardeşi Abdullah b. Cübeyr (r.a.)'i komutan
olarak atadı. O gün Abdullah (r.a.), giymiş olduğu beyaz elbisesiyle [dikkat
çekici] [7] idi.
Arkadan saldırmamaları için müşriklerin üzerine ok yağdırmak üzere, Rasûlullah
(s.a.s.) Müslüman okçuları yerleştirdi; iki zırh üst üste giydi; sancağı,
Abduddâr OğuIIan'ndan Mus'âb b. Umeyr'e verdi.
Rasûlullah (s.a.s.), o
gün, on beş yaşlarında olan Semûra b. Cundub el-Fezârî ve Benî Hârise'den okçu
olan Rafi' b. Hadîc'e savaşma izni verdi. Ancak Üsâme b. Zeyd, Abdullah b.
Ömer b. el-Hattâb, Benî Mâlik b. en-Neccâr'dan Zeyd b. Sabit ile Amr b. Hazm;
Benî Hârise'den Berrâ b. Azib ile Useyd b. Züheyr; Arâbe b. Evs, Zeyd b. Erkâm
ve Ebû Sa'îd el-Hudrî'ye, yaşlan küçük olduğundan savaşa çıkmalarına izin
vermeyerek, onları geri çevirdi; fakat bir yıl sonra yapılan Hendek Savaşı'na
katılmalarına izin verdi. O gün Abdullah b. Ömer, on dört yaşındaydı. Savaş
izni verilmediği için geri çevrilen diğer kişiler de on dört yaşlarındaydılar.
Kureyş, Hâlid b. Velîd
komutasındaki süvari birliğini sağ cenaha, İkri-me b. Ebî Cehl komutasındaki
diğer atlı birliğini sol cenaha alarak, savaş düzeni aldı. Rasûlullah (s.a.s.),
hakkını vermek şartıyla[8]
kılıcını, Benî Sa'ide'den cesur, kahraman, savaş meydanında çalımlı yürüyüp
kurnaz davranan Ebû Dücâne Simâk b. Hareşe'ye verdi.
Benî Dubey'a'dan, Ebû
Âmir Abdu Amr b. Sayfî b. Mâlik b. en-Nu'mân diye biri vardı. Bu kişi, melekler
tarafından yıkanan Hanze-le'nin babasıdır. O, -daha önce geçtiği gibi- câhiliye
döneminde kendisini zühd ve ibâdete veren bir rahipti. İslâm gelince sapıttı;
Rasûlullah (s.a.s.)'dan uzaklaşmak gayesi ile Evs'ten bazı gençleri de yanma
alarak, Medîne'den ayrılıp Mekke'ye gitti. Uhud'da müşriklerin yanında savaşa
katıldı. Bu adam Evs'in reisleri arasında idi. Savaşa katılması durumunda,
Evslilerin savaştan çekilip kendi tarafına geleceğine dair Kureyş'e söz
vermişti. Uhud günü, Mekkeli köleler arasında Ehâbîş ile birlikte Müslümanlarla
ilk karşılaşan kişi o oldu. Kabilesine seslenerek kendisini tanıtınca,
Evsliler ona: "Eyfâsık! Allah senin gözünü aydın kılmasın." cevabını
verdiler. Bunun üzerine: "Benden sonra kavmime kötülük dokunmuş." diyerek
Müslümanlara karşı şiddetli bir hücuma geçti.
Rasûlullah (s.a.s.)
ashabının parolası o gün, "Öldür! Öldür!" idi. O gün Ebû Dücâne,
Talha, Hamza, Ali, Enes b. en-Nadr[9]
(r.a.); onlardan başka çok az insanın başarabileceği şiddetli bir sınavdan
başarıyla geçtiler. O gün Ensâr'dan bir grup, geri dönüşü olmayan büyük bir
sorumluluk ile karşı karşıya kalmışlardı. Bu bilinçle savaşa daldılar. Kureyş,
yenilgiye uğramaya başladı. Bunu gören okçular: "Allah, düşmanlarını
bozguna uğrattı! Burada durmamızın artık bir anlamı yok!" dediler.
Komutanları Abdullah b. Cübeyr (r.a.), yerlerinden ayrılmamaları konusundaki
Rasûlullah (s.a.s.)'ın emrini onlara hatırlattıysa da, onlar düşmanın hezimete
uğradığını Öne sürerek onun emrine aldırış etmediler. Ancak müşrikler yeniden hücuma
geçtiler. Seçkin bazı Müslümanları Allah şehâdetle şereflendirdi. Müşrikler
Rasûlullah (s.a.s.)'m yanına kadar geldiler. Mus'âb b. Umeyr (r.a.), Rasûlullah
(s.a.s.)'ın önünde şehid oluncaya kadar savaştı. Rasûlullah (s.a.s.), yüzünden
yaralandı; atılan bir taşın isabet etmesi sonucunda, biri alt diğeri üst olmak
üzere, sağdaki iki küçük azı dişi kırıldı. Mübarek başında bulunan miğfer
parçalandı. Mus'âb b. Umeyr'in şehid olması üzerine,
Rasûlullah (s.a.s.),
sancağın Hz. Ali (r.a.)'ye verilmesini emretti. O ara Ra-sûlullah (s.a.s.),
Ensâr'm sancağı altında bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)'in yanına kadar gelip
ona saldıranlar arasında, müşriklerden Amr b. Kamîa el-Leysî ve Utbe b. Ebî
Vakkâs da vardı. Bu esnada Hanzala el-Ğasîl b. Ebî Âmir (r.a.), Ebû Süfyân'a
doğru şiddetle hücum edip tam onu kistırmışken, Şeddâd b. el-Esved el-Leysî
(İbn Şa'ûb) O'na saldırıp şehid etti. Hanzala (r.a.), gerdekten çıktığı gibi
yıkanmadan savaşa geldiğinden, cünüb olarak şehid oldu. O'nun bu durumunu ve
melekler tarafından yıkandığını Rasûlullah (s.a.s.) haber verdi. Müşrik
ordusunun sancağını tutanlar öldürülünce, sancakları yere düştü. Bunun üzerine
orada bulunan Amra bint Alkame el-Harisiyyet adlı kadın, sancağı müşrikler
adına yerden kaldırdı; böylece dağılan müşrikler ona doğru gelerek toplandılar.
Rasûlullah (s.a.s.)'ı
alnından yaralayanın, İslâm hukukçusu Muham-med b. Müslim b. Şihâb ez-Zührî'nin
amcası Abdullah b. Şihâb ez-Zührî olduğu rivayet olunmuştur. Atılan taşlarla
geri çekilmek zorunda kalan Rasûlullah (s.a.s.), yanı üzerine bir çukura düştü.
Bu çukuru, Ebû Âmir el-Evsî, Müslümanlara karşı bir tuzak olarak kazmış idi.
Rasûlullah (s.a.s.)'m bu çukura düşmesi üzerine, Hz. Ali O'nun elinden tutarak,
Tal-ha (r.a.) da kendisini siper edip O'nu bağrına basarak, Rasûlullah
(s.a.s.)'ın ayağa kalkmasına yardımcı oldular. Ebû Sa'îd el-Hudrî'nin babası
Mâlik b. Sinan, Rasûlullah (s.a.s.)'ın yarasında bulunan kanını hafifçe emdi.
Miğferde bulunan halkalardan ikisi Rasûlullah (s.a.s.)'in yüzüne batmıştı; Ebû
Ubeyde b. el-Cerrâh (r.a.), onları ön dişleriyle çıkardı. Halkaları dişleriyle
sıkıca tutup çıkardığı için, iki ön dişi düştü. Dişlerinin düşmesi onu daha da
süslü kılmıştı.
Müşrikler, Rasûlullah
(s.a.s.)'a yaklaştılar. Rasûlullah (s.a.s.)'m önünde bulunan yedi kişilik
Müslüman bir grup, şehid düşünceye kadar savaştılar. Bunların yedi kişiden
fazla olduğu da söylenir. En son Umara b. Ye-zîd b. es-Seken şehid düştü.
Bunun ardından Talha
(r.a.), bir grup gibi çarpışarak müşrikleri Rasûlullah (s.a.s.)'dan uzaklaştırdı.
Ümmü Umâre Nuseybe bint Ka'b el—Mâ-zeniyye (r.a.), şiddetli bir şekilde
savaştı. Amr b. Kamîa'ya sert kılıç darbeleriyle vurarak, üzerinde bulunan iki
zırhı yere düşürdü. Ancak Amr b.
Kamîa, vurduğu bir
kılıç darbesiyle onun boynunda büyük bir yara açtı. Ebû Dücâne, üstüne oklar
düştüğü halde, hareket etmeksizin sırtını Rasûlullah (s.a.s.) için kalkan
yaptı. O esnada Rasûlullah (s.a.s.), Sa'd b. Ebî Vakkâs'a, "Ok at! Anam
babam sana feda olsun!" diyordu.
Savaşta Katâde b.
Nu'mân ez-Zaferî, gözünden isabet aldı; gözleri yanağının üzerine düşmüş
olduğu halde, Rasûlullah (s.a.s.)'a geldi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.),
onun gözünü tekrar yerine koydu. Onun bu gözü diğer gözden daha sağlıklı ve
güzel oldu.
Enes b. Mâlik'in
amcası Enes b. en-Nadr, silahlarını bırakmış sahabeden bir topluluğun yanına
vardı ve onlara: "Ne diye oturuyorsunuz?" dedi. Onlar da:
"Rasûlullah (s.a.s.) öldürülmüş!" diye cevap verdiler. Bunun üzerine
onlara: "Ondan sonra sizin İçin hayatın ne anlamı olabilir ki? Haydi kalkın
ve Rasûlullah (s.a.s.)'in uğrunda öldüğü şey için siz de ölün!" dedi.
Sonra insanlara yöneldi ve Sa'd b. Mu'âz'a rastladı; O'na: "Ey Sa'd!
Vallahi Uhud tarafından cennet kokusunu alıyorum." dedi. Şehid düşünceye
kadar savaştı. Allah O'ndan razı olsun. Üzerinde yetmiş darbe izi vardı. O gün
Abdurrahman b. Avf (r.a.), bir kısmı ayağından olmak üzere, yirmi kadar darbe
alarak topal kaldı.
O gün, karşı hamleden
sonra Rasûlullah (s.a.s.)'ı ilk fark eden Benî Se-lime'den şâir Ka'b b. Mâlik
oldu. En yüksek sesiyle: "Ey Müslümanlar! Müjdeler olsun! Bu Rasûlullah
(s.a.s.)'dır." diye bağırdı. Rasûlullah (s.a.s,), susması için ona işaret
etti. Müslümanlar O'nu tanıyınca, hemen etrafında toplandılar ve dağ tarafına
doğru tırmandılar. Onların arasında Ebû Bekir, Ömer, Ali, Talha, ez-Zübeyr,
el-Hâris b. es—Sımme el-Ensârî ve diğerleri vardı.
Rasûlullah (s.a.s.),
Şi'b denilen yerde tepeye yaslanınca, Übey b. Halef el-Cumehî kendisine
yaklaştı. Rasûlullah (s.a.s.), el-Hâris b. es-Sım-me'den harbesini alarak
boynuna vurdu ve onu yaraladı. Übeyy, perişan bir halde yere düştü. Müşrikler
ona: "Vallahi sana bir şey olmamış." dediler. Bunun üzerine o,
"Vallahi üstüme tükürseydi beni öldürürdü." dedi. Übeyy, Mekke'de
Rasûlullah (s.a.s.)'ı öldüreceğine söz vermişti. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.s.) ona, "Ben seni öldüreceğim." demişti. Allah'ın düşmanı
Übeyy, Mekke'ye dönüşünde, Şerif denilen yerde bu yaradan dolayı öldü.
Hz. Ali (r.a.), Mihras[10] su
kaynağından kalkanına su doldurarak, Rasûlullah (s.a.s.)'a getirdi. Sudan bir
koku geldiği için, Hz. Peygamber (s.a.s.) içmedi. Onunla yüzünü yıkadı.
Rasûlullah (s.a.s.), dağdaki yüksek bir kayalığın üstüne çıkmak istedi. Ancak
yorgun ve bitkin bir halde idi. İki kat da zırh giyinmişti. Talha b. Ubeydillah
(r.a.) yere çöktü; Rasûlullah (s.a.s.)'ı sırtına alıp kayalığa kadar çıkardı.
Namaz vakti geldi; Rasûlullah (s.a.s.) oturarak namaz kıldı. Beraberindeki
Müslümanlar da oturarak arkasında namazlarını kıldılar.
Müslümanlardan bir
grup hezimete uğradılar. Bazıları el-A'ves[11] önlerindeki
el-Cel'ab'e[12] kadar kaçtılar.
Kaçanların arasında Osman b. Affân, Osman b. Ubeyd el-Ensârî de vardı; Allah bu
konuda onları affetsin. Onların affedildiğine dair Kur'ân âyetleri nazil oldu:
"İki topluluğun çarpıştığı gün, içinizden yüz çevirip gidenlerin, şeytan,
yalnızca bazı yaptıklarından dolayı ayaklarım kaydırmak istedi. Yine de Allah,
onları bağışladı..." [13]
Huzeyfe'nin babası
el-Hüseyl b. Câbir el-Yemân ve Sabit b. Vakş, kadın, çocuk ve yaşlılarla
beraber sağlam evlerde koruma altına alınmış, iki mübarek yaşlı adamdı. Biri
diğerine: "Ancak bir içimlik su içilecek kadar ömrümüz kalmış;
kılıçlarımızı alıp Rasûlullah (s.a.s.)'a yetişsek belki Yüce Allah bize
şehidlik şerefini bahşeder." dedi. Bunun üzerine yola çıktılar ve
Müslümanların arasına girdiler. Sabit b. Vakş, müşrikler tarafından şehid
edildi; Hüseyl'i ise, Müslümanlar onu müşriklerden sanarak yanlışlıkla
öldürdüler. Rivayet edildiğine göre onun ölümünü Abdullah b. Mes'ûd'un kardeşi
Utbe b. Mes'ûd üstlendi ve diyetini oğlu Huzeyfe'ye ödedi. Huzeyfe de onu
sadaka olarak Müslümanlara dağıttı.
Yahudi Benî Sa'lebe b.
el-Fityûn'dan, Muhayrîk diye biri vardı. Muhayrîk, Yahudilere: "Muhammed'e
yardım etmenin üzerinize düşen zorunlu bir hak olduğunu biliyorsunuz."
diyerek, onları Rasûlullah (s.a.s.)'m yardımına çağırdı. Bunun üzerine
Yahudiler: "Bu gün Cumartesi'dir." dediler. Muhayrîk: "Sizin
için Cumartesi yoktur," diyerek, silahını aldı ve Rasûlullah (s.a.s.)'a
katıldı. Ölünceye kadar Hz. Peygamber (s.a.s.)'le beraber savaştı. İstediği
şekilde tasarrufta bulunmak üzere, bütün malını mülkünü Rasûlullah (s.a.s.)'a
verilmesi için vasiyet etmişti. Rasûlullah (s.a.s.)'m, Medine'de dağıttığı
sadakalardan bir kısmının, Muhayrîk'm malından verdiği rivayet olunmuştur.
El-Hâris b. Süveyd b.
es-Sâmit, münafık idi. Ancak yine de Müslümanlarla birlikte Uhud Savaşı'na
katıldı. Müslümanlar savaşa girince, el-Mücezzer b. Ziyâd el-Belevî ve Benî
Dubey'a'dan Kays b. Zeyd'e saldırıp onları öldürdü ve kâfirlerin tarafına
kaçtı. Zira el-Mücezzer, câhili-ye döneminde Evs ve Hazrec arasında çıkan
savaşların birinde, adı geçen el-Hâris'in babası Süveyd'i öldürmüştü. Daha
sonra el-Hâris b. Süveyd Mekke'ye gitti; orada bir süre ikamet etti. Ancak
Allah onu eceline susattı ve Medine'ye akrabalarının arasına geri döndü. Rasûlullah
(s.a.s.)'a durum vahiyle bildirildi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), hiç
gitmediği bir zamanda yola çıktı ve Küba'ya vardı. Küba'da bulunan Ensâr, hemen
Rasûlullah (s.a.s.)'m yanında toplanmaya başladılar. Aralarında sarı bir elbise
giymiş olduğu halde el-Hâris b. Süveyd de vardı. Rasûlullah (s.a.s.), Uveym b.
Sâ'ide'ye, el-Hâris b. Süveyd'in boynunu vurması için emir verdi. Bunun üzerine
el-Hâris: "Niçin ey Allah'ın
Rasûlü?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.): " el-Mucezzer b. Ziyâd'i
haince Öldürmen sebebiyle" dedi. Bunun ardından el-Hâris, bir kelimeyle de
olsa cevap veremedi. Bunun üzerine Uveym, onun boynunu vurdu. Ardından
Rasûlullah (s.a.s.), hiç oturmadan hemen geri döndü. Başka bir rivayete göre
ise, el-Hâris: "Ey Allah'ın Rasûlü! Vallahi dinimden şüphe ettiğim için
onu öldürmedim. Lakin onu gördüğümde kendimi tutamadım; zira onun babamın katili
olduğunu hatırladım." dedi; sonra boynunu uzattı ve öldürüldü.
Benî Abdileşhel'den,
Usayrim olarak bilinen Amr b. Sabit b. Vakş diye biri vardı; İslâm'ı kabul
etmiyordu. Uhud günü gelince, ulaşmasını istediği saadete kavuşması için Allah
onun kalbini İslâm'a ısındırdı ve Müslüman oldu. Kılıcını aldı, Rasûlullah
(s.a.s.)'a iltihak etti ve savaştı. Yaralandı; ancak kimse onun durumuna bir
anlam veremedi. Savaş bitince, Benî Abdileşhel, ölülerin arasında kendi
ölülerini ararken, ölümüne ramak kalmış bir şekilde Amr b. Sâbit'i ağır yaralı
olarak buldular. Birbirlerine bakıp, "Vallahi bu Usayrim'dir. Biz savaşa
çıktığımızda o dinimizi inkâr ediyordu." dediler. Sonra ona: "Ey
Amr! Buraya gelmenin sebebi nedir? Kavmine olan sevgin mi, yoksa İslâm'a olan
arzun mu?" diye sordular. O ise: "Aksine, İslâm'a olan arzumdur. Ben
Allah'a ve Rasûlune iman ettim; sonra gördüğünüz gibi yaralanıncaya kadar
Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanında savaştım." dedi ve son nefesini verdi.
Ashâb bunu Rasûlullah (s.a.s.)'a anlatınca: "O cennet ehlindendir."
diye buyurdular. Denildiğine göre, onun durumu Ebû Hüreyre (r.a.)'ye
bildirildiğinde: "Oysa o, Allah için hiç namaz kılmamıştı." dedi.
Benî Zafer arasında,
kimse tarafından bilinmeyen Kuzmân adında bir adam vardı. Uhud günü büyük bir
şiddetle savaştı; müşriklerden yedi önemli kişi öldürdü; sonra yaralandı.
Durumu Rasûlullah (s.a.s.)'a bildirilince: "O cehennem ehlindendir."
dedi. Kuzmân'a: "Sana müjdeler olsun! Cennet'e gidiyorsun." denilince
o: "Ne müjdesi! Vallahi ben ancak kavmim için savaştım." dedi. Sonra
yarası ağırlaşıp acısı şiddetlenince, sadağından bir ok çıkardı, onunla bazı
damarlarını kesti. Böylece ölünceye kadar kanı aktı.
Kureyşli müşrikler
tarafından Müslüman ölülerinin değişik organları kesildi/onlara müsle yapıldı.
Kureyş'in dönüşünden
sonra, insanlar ölülerini taşımağa başladılar. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.s.), yıkanmadan, kanlan ve elbiseleriyle birlikte şehid oldukları yere
defnedilmelerini emretti. [14]
Rasûlullah (s.a.s.)'in[15]
amcası Hz. Hamzâ (r.a.), Benî Nevfeî b. Abdi Menâfin kölesi olan Vahşî
tarafından şehid edildi. Vahşî bunun üzerine azad edildi. Vahşî'nin, Hz.
Hamzâ'ya attığı kargı, karnının altına saplandı. Vahşî, daha sonra Müslüman
oldu. Bizzat bu kargısıyla Yemâme Savaşı'nda Müseylimetü'l-Kezzâb'i öldürdü.
Benî Ümeyye'nin
müttefiki olan Abdullah b. Cahş da şehid düştü. Onun, Hz. Hamzâ ile aynı kabre
defnedildiği söylenir. Zira Rasûlullah (s.a.s.), Müslümanlara mezarları derin
kazmalarını, Kur'ân'ı en çok bileni öne almak üzere, her iki ya da üç kişiyi
bir kabre defnetmelerini emretti.
Sa'd b. Ebî Vakkâs,
anlatıp dedi ki: "Ben ve Abdullah b. Cahş, Uhud Savası nın olduğu günün
sabahında beraber oturuyorken bir temennide bulunduk. Ben, 'Allah'ım! Beni
küfründe aşın gitmiş, kini şiddetli bir kâfir ile karşı karşıya getir; o beni
öldürsün, ben de onu öldüreyim.' dedim. Ayrıca, "Onun üzerindeki silah,
elbise ve eşyasını (selebini) alayım." dediği de rivayet olunmuştur.
Abdullah b. Cahş da: "Allah'ım! Beni küfründe aşırı gitmiş, [kini] [16]
şiddetli bir kâfir ile karşı karşıya getir; onunla savaşayım. O beni
öldürsün." dedi. Ayrıca onun, "O benim üzerimdeki elbise ve eşyamı
alsın, sonra kulağımı ve burnumu kessin." dediği de rivayet olunmuştur.
Devamla "Rabbim! Sana kavuştuğumda bana, 'Ey Abdullah b. Cahş! Niçin
kulağın burnun kesilmiş' diyesin de; ben de, 'Senin için Ya Rabbi.r
diyeyim." dedi. Sa'd "Vallahi günün sonlarına doğru, onun şehid
düştüğünü, burnunun ve kulaklarının bir ipe dizilmiş olarak bir müşrikin elinde
olduğunu gördüm." diyerek, sözünü şöyle bitirdi: "Abdullah b. Cahş,
benden daha hayırlı çıktı."
Mus(âb b. Umeyr, İbn
Kamî'a el-Leysî tarafından şehid edildi.
Osman b. Osman (Şemmâs
b. Osman el-Mahzûmî).
Ensâr'dan, Evs
kabilesine mensub Abduleşhel Oğulları'ndan şehid
olanlar şu kişilerdir:
Sa'd b. Mu'âz'm
kardeşi Amr b. Mu'âz b. en-Nu'mân.
El-Hâris b. Enes b.
Râfi'.
Umara b. Ziyâd b,
es-Seken.
Sabit b. Vakş'in
Oğulları Seleme ve Amr.
Onların babası Sabit
b. Vakş.
Sâbit'in kardeşi
Rifâ'a b. Vakş.
Sayfî b. Kayzî.
Habâb[17] b.
Kayzî.
Abbâd b. Sehl.
Sa'd b. Mu'âz'ın
kardeşinin oğlu -yeğeni- el-Hâris b. Evs b. Mu'âz,
Onların müttefiki,
Huzeyfe'nin babası Hüseyl b. Câbir el-Yemân.
Benî Abdileşhel
kabilesi, Râtic[18] ailesinden şehid olanlar:
İyâs b. Evs b. Atîk b.
Amr[19] b.
el-A'lem b. Ze'ûrâ b. Cüşem. [20]
Ubeyd b. et-Teyyihân.
Habîb b. Zeyd b. Teym. [21]
Benî Zafer'den şehid
olanlar:
Yezîd veya Zeyd[22] b.
Hâtıb[23] b. Ümeyye
b. Râfi'.
Benî Amr b. Avf ve
Benî Dubey'a b. Zeyd'den şehid olanlar:
Ebû Süfyân b. el-Hâris
b. Kays b. Zeyd. [24]
Hanzala el-Gasîl b.
Ebî Âmir es-Sayfî b. en-Nu'mân b. Mâlik. [25]
Benî Ubeyd b. Zeyd'den
şehid olanlar:
Uneys b. Katâde.
Benî Sa'lebe b. Amr b.
Avf ten şehid olanlar:
Sa'd b. Hayseme'nin
ana bir kardeşi Ebû Habbe b. Amr b. Sabit.
Okçuların komutanı
Abdullah b. Cübeyr b. en-Nu'mân.
Benî es-Selm b.
İmru'ul-Kays b. Mâlik b. el-Evs'ten şehid düşenler:
Sa'd b. Hayseme'nin
babası Hayseme.
Müttefikleri Benî
el-Aclân'dan şehid olanlar:
Abdullah b. Selime.
Benî Mu'âviye b.
Mâlik'ten şehid düşenler: Sübey' b. Hâtib b. el-Hâris b. Kays b. Heyşe. Benî
Hatme'den şehid olanlar:
Umeyr b. Adiyy; o
zamana kadar Benî Hatme'den ondan başka[26] Müslüman
olan yoktu.
Benî en-Neccâr'ınn
Benî Sevâd kolundan[27]
şehid olanlar:
Amr b, Kays.
Oğlu Kays b. Amr b.
Kays b. Zeyd b. Sevâd.
Sabit b. Amr b. Zeyd.
Âmir b. Muhalled.
Benî Mebzul [b. Mâlik
b. en-Neccâr] [28] dan şehid olanlar:
Ebû Hübeyre b.
el-Hâris b. Alkame b. Amr b. Sakf b. Mâlik b. Mebzul.
Amr b. Mutarrif.
[Benî Amr b. Mâlik b.
en-Neccâr'dan şehid olanlar]:
Hassan b. Sâbit'in
kardeşi, [29] Evs b. Sabit b.
el-Münzir.
[Benî Adiyy b.
en-Neccâr'dan şehid olanlar]:
Enes b. en-Nadr b.
Damdam b. Zeyd b. Haram b. Cündüb b. Âmir b. Ğanm b. Adiyy b. en-Neccâr. [30]
Benî Mazin
en-Neccâr'dan Kays b. Muhalled.
Ve onların Keysân
adındaki köleleri.
Benî el-Hâris b.
el-Hazrec'den şehid düşenler:
Harice b. Zeyd b. Ebî
Züheyr.
Sa'd b. er-Rabî b. Amr
b. Ebî Züheyr. İkisi bir kabre defnedildiler.
Zeyd b. Erkâm'm
kardeşi, Evs b. Erkâm b. Zeyd b JCays b. en-Nu'mân b. Mâlik b. Sa'lebe b.Ka'b.
Benî Hudra'nm Benî
el-Ebcer kolundan şehid olanlar:
Ebû Sa'îd el-Hudrî'nin
babası, Mâlik b. Sinan.
Sa'îd b. Süveyd b.
Kays b. Âmir b. Abbâd b. el-Ebcer.
Utbe b. Rabî'[31] b.
Rafı' b. Mu'âviye b. Ubeyd b. Sa'lebe b. Abd b. el-Ebcer.
Benî Sâ'ide b. Ka'b b.
el-Hazrec'den şehid olanlar: Sa'lebe b. Sa'd b. Mâlik b. Hâlid b. Sa'lebe b.
Harise b. Amr b. el-Haz-rec b. Sâ'ide.
Sakf b. [Ferve b.]
ei-Budn. [32]
[Sa'd b. Ubâde'nin kabilesi
Benî Tarif'ten şehid olanlar]:
Abdullah b. Amr b.
Vehb b. Sa'lebe b. Vakş b. Sa'lebe b. Tarîf.
Cüheyne kabilesinden
olup, onların müttefiki Damre,
BenîAvf b.
el-Hazrec'in, Benî Salim boyu, Benî Malik b. el-Aclân b. Yezîd b. Ganm b. Salim
kolundan şehid olanlar:
Nevfel b. Abdillah.
El-Abbâs b. Ubâde b.
Nadle b. Mâlik b. el-AcIân.
En-Nu'mân b. Mâlik b.
Sa'lebe b. Fihr b. Ganm b. Salim.
Ve müttefikleri
el-Mücezzer b. Ziyâd el-Belevî.
Ubâde b. el-Hashâs ve
bu üçü -en-Nu'mân, el-Mucezzer ve Ubâde-aynı kabre defnedildiler.
Benî Selime'den şehid
olanlar:
Câbir b. Abdillah'in
babası Abdullah b. Amr b. Haram. İçki henüz haram kılınmadığı için, savaş
gününün sabahında kahvaltısını şarapla yapmıştı; günün sonunda ise şehid
düşmüştü.
Ömer b. el-Cemûh b.
Zeyd b. Haram. Her ikisi çok samimi iki arkadaştı ve aynı kabre defnedildiler.
Oğlu Hallâd b. Amr b.
el-Cemûh.
Amr b. el-Cemûh'ün
azadlı kölesi Ebû Eymen.
Benî Sevâd b. Ganm'den
şehid olanlar:
Süleym b. Amr b.
Hadîde.
Azadlı kölesi Antere.
Sehl b. Kays b. Ebî Ka'b.
Benî Zürayk b.
Âmir'den şehid olanlar:
Zekvân b. Abdi Kays.
Ubeyd b. el-Mu'allâ b.
Levzân, toplam altmış beş kişi olmaktadır.
Aynı şekilde Evs'ten
şehid düşenler arasında şu kişilerde zikredilmiştir:
Benî Mu'âviye b.
Mâlik'in müttefiki Mâlik b. Nümeyle.
Benî Hatme (Abdullah)
b. Cüşem b. Mâlik b. el-Evs'ten: El-Hâris b. Adiyy b. Haraşe b. Ümeyye b. Âmir
b. Hatme şehid düşmüştür.
Hazrec'ten Benî Sevâd
b. Mâlik'ten şehid olanlar:
Mâlik b. İyâs.
Benî Amr b. Mâlik
en-Neccâr'dan şehid olanlar:
İyâs b. Adiyy.
Benî Salim b. Avf'tan
şehid olan:
Amr b. İyâs.
Böylece şehid
olanların toplam sayısı yetmiş kişiye tamamlanmaktadır. Allah onlardan razı
olsun. Rasûlullah (s.a.s.), Uhud şehidlerinin üzerlerine cenaze namazı
kılmadan defnetmişlerdir. [33]
Uhud Savaşı'nda
müşriklerden toplam yirmi iki kişi öldürüldü.
BenîAbdiddâr'dan
öldürülenler:
Ebû Talhâ Abdullah b.
Abdiluzzâ b. Osman b. Abdiddâr'ın üç oğlu Tal-ha, Ebû Sâ'id[34] ve
Osman.
Adı geçen Ebû Talhâ'nm
oğlu Talhâ'nın dört oğlu; Musâfi', Culâ, el-Hâris ve Kilâb.
Ertâ'a b. Abdi
Şurâhbîl b. Hâşim b. Abdi Menâf b. Abdiddâr.
Amcasının oğlu Ebû
Yezîd [bin] [35] Umeyr b. Hâşim b. Abdi
Menâf b. Abdiddâr.
Onların amcalarının
oğlu el-Kâsıt b. Şüreyh b. Hâşim b. Abdi Menâf b. Abdiddâr ve Ebû Talhâ'nın
azadlı kölesi Su'âb.
Benî Esed b.
Abdiluzzâ'dan öldürülenler:
Hz. Ali tarafından
öldürülen Abdullah b. Humeyd b. Züheyr b. el-Hâris b. Esed.
Benî Zühre b.
Kilâb'dan öldürülenler:
Müttefikleri
Ebû'l-Hakem b. el-Ahnes b. Şerik b. Amr b. Vehb es-Se-kafî, Hz Ali tarafından
öldürüldü.
Müttefikleri Sibâ' b.
Abdiîuzzâ el-Huzâ'î.
Benî Mahzûm'dan
öldürülenler:
Mü'minlerin annesi
Ümmü Seleme'nin kardeşi Hişâm b. Ebî Ümeyye b. el-Muğîre.
El-Velîd b. el-Âsî b.
Hişâm b. el-Muğîre.
Ebû Ümeyye b. Ebî
Huzeyfe b. el-Muğîre.
Müttefikleri Hâlid b.
el-A'lem.
Benî Cumeh'ten
öldürülenler:
Şair Ebû Azze;
Rasûlullah (s.a.s.), onu Bedir Savaşi'nda esir olarak almıştı. Sonra ona
iyilikte bulunarak fidye almadan, bir daha Hz. Peygamber (s.a.s.)'in aleyhinde
kimseye yardım yapmayacağına dair kendisinden söz alarak serbest bıraktı. Ancak
sözünde durmadı ve Uhud Savaşı'nda tekrar esir düştü. Rasûlullah (s.a.s.)'m
emri üzerine boynu vuruldu. Hz. Peygamber (s.a.s.), ona: "Allah'a yemin
ederim ki sen Mekke'de sakalını sıvazlayarak Muhammed'i iki kere kandırdım
diyemeyeceksin." dedi.
Ubeyy b. Halef.
Benî Amir b. Lüeyy'den
öldürülenler:
Ubeyde b. Câbir.
Şeybe b. Mâlik b.
el-Mudarrab. [36]
Uhud Savaşı, hicrî
ikinci senesinin Şevval ayının ortasında, Cumartesi günü meydana geldi. Ertesi
gün, Şevval ayının on altıncı pazar günü, yani bir gece geçince, düşmanı takip
etmek üzere Rasûlullah (s.a.s.)'m müezzini duyuruda bulundu. Rasûlullah
(s.a.s.), Uhud Savaşi'na katılmış olanlardan başkasının katılmaması konusunda
emir verdi. Bunun üzerine Câbir b. Abdillah, Rasûlullah (s.a.s.)'dan savaşa
çıkması konusunda izin vermesini istirham etti. Hz. Peygamber (s.a.s.) de ona
izin verdi.
Müslümanlar, yorgunluk
ve yaralarına rağmen savaşa çıktılar. Rasülul-: lah (s.a.s.), düşmana korku
vermek ve güçlü olduklarını onlara göstermek amacıyla bu savaşa çıktı.
Hamrâu'l-Esed'e[37] varınca orada durdu.
Burası Medîne'ye sekiz mil mesafede bir uzaklıktadır. Orada pazartesi, sah ve
çarşamba günleri konakladı; ardından Medîne'ye döndü.
Ma'bed b. Ebî Ma'bed
el-Huzâ'î, Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanından geçip gittikten sonra, er-Ravhâ'da
bekleyen Kureyşli kâfirler ve onların reisi Ebû Siifyân'ın yanma vardı. Onlara
Rasûlullah (s.a.s.)'ın kendilerini takip etmek üzere sefere çıktığını haber verdi.
Bu durum, Kureyş'in gücünü kırıp gevşetti. Oysa Medîne'ye saldırmak üzere
toplanmışlardı; ancak Rasûlullah (s.a.s.)'m sefere çıkmış olması onların
azmini kırdı ve Mekke'ye geri dönmeye mecbur etti. Rasûlullah (s.a.s.), bu
seferde Aişe Ümmü Abdilme-[likb. Mervân'ın babası Mu'âviye b. el-Muğîre b.
el-Âs b. Ümeyye'yi ele geçirdi ve boynunun vurulmasını emretti. [38]
Hicri üçüncü yılın
sonunda[39],
Safer ayının ortasında, Benî Esed b. Hu-zeyme'nin kardeşlerinden Hûn b. Huzeyme
b. Müdrike soyundan Adel ve el-Kâre kabilesinden bir heyet, Rasûlullah
(s.a.s.)'a geldi. O'na, kabilelerinin içinde İslâmiyet'in yayıldığını, bu
nedenle kendilerine İslâm'ı Öğretecek bir grup öğretmen göndermesini
istediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), ashabından Mersed b. Ebî Mersed
el-Ğanevî, Hâlid b. el-Bükeyr el-Leysî, Benî Amr b. Avf b. el-Evs'ten Âsim b.
Sabit b. Ebi'l-Aklah, Benî Cahcabâ b. Külfe b. Amr b. Avf tan Hubeyb b. Adiyy,
Benî Beyâda b, Amir'den Zeyd b. ed-Desîne, Benî Zafer’in müttefiki Abdullah b.
Tarık'tan oluşan altı kişilik[40] bir
öğretmen grubu gönderdi.
Rasûlullah (s.a.s.),
Mersed b. Ebî Mersed'i kendilerine başkan seçti. [41] Söz
konusu toplulukla beraber yola çıktılar. Hicaz taraflarında, el-Hed'e'de
bulunan Hüzeyl'e ait er-Racî'[42]
denilen suya vardıklarında, kendilerini götürenler, Hüzeylîleri de yardıma
çağırarak onlara hıyanet ettiler. Ellerinde kılıç bulunan bir topluluk
tarafından sarıldıklarını ve aldatıldıklarını gören Müslümanlar, savaşmak
üzere kılıçlarına sarıldılar. Bunun üzerine amaçlarının kendilerini öldürmek
olmadığını, sadece Mekke ehlinden fidye almak istedikleri için bunu
yaptıklarını belirterek Müslümanlara güvence verdiler.
Mersed, Hâlid b.
el~Bükeyr ve Âsim b. Sabit, "Vallahi biz müşriklerin ahitlerini asla kabul
etmeyiz." diyerek müşriklerin tekliflerini reddettiler ve şehid oluncaya
kadar savaştılar. Ebû Süleyman künyesi ile tanınan Âsim, Uhud Savaşı'nda Benî
Abdiddâr'dan Sülâfe bint Sa'd'ın iki genç oğlunu öldürmüştü. Oğlunu[43]
öldürdüğünde Sülâfe bint Sa'd, Asım'ın kafatasıyla şarap içeceğini ahdetmişti.
Bunu bilen Hüzeyl Oğullan, onun kafasını kesip Sülâfe bint Sa'd b. Şüheyd'e
satmayı düşündüler. Ne var ki Yüce Allah, bir an sürüsü gönderip onun cesedini
korudu. Bunun üzerine Hüzeyl Oğulları, gece olunca arı sürüsü gider, o zaman
başım keseriz diye düşündüler. Ancak onun başını kesmeden önce Allah, sebebi
bilinmeyen bir sel gönderdi ve cesedini alıp götürdü. Böylece Asım'ın cesedine
ilişemediler. Âsim (r.a.), asla bir müşrike dokunmayacağına dair yemin etmişti.
Böylece Allah, ölümünden sonra bile onun yeminin bozulmamasını sağladı; Allah
ondan razı olsun.
Ancak Zeyd b.
ed-Desîne, Hubeyb b. Adiyy ve Abdullah b. Târik teslim oldular. Dolayısıyla
esir edilip, Mekke'ye doğru alıp götürüldüler. Merru'z-Zahrân denilen yere vardıklarında,
Abdullah b. Târik, elini bağlardan çözmeyi başarıp kılıcını çekti; ancak bir
grup onun arkasına geçip, onu taşlayarak öldürdüler. Kabri,
Merru'z-Zahrân'dadır.
Hubeyb b. Adiyy ve
Zeyd b. ed-Desîne'yi, Mekke'ye götürüp sattılar. Hubeyb, et-Ten'îm denilen
yerde asıldı. Allah ondan razı olsun. Asılmak üzere darağacma doğru
götürüldüğünde şöyle dedi: [44]
"Müslüman olarak öldürülecek olursam, gam yemem, Vurulup hangi yanım
üzerine düşersem düşeyim, Zira Allah'adır varacağım yer.
Bu Allah içindir, eğer
O dilerse, dağılan cesedimin parçalarını mübarek kılar."
Öldürülme sırasında
iki rekat namaz kılma geleneğini başlatan kişi
odur.
Safvân b. Ümeyye, Zeyd
b. ed-Desîne (r.a.)'yi satın alarak, babasına karşılık öldürdü; Allah Zeyd'den
razı olsun. Ebû Süfyân, Hubeyb ya da Zeyd'den birisine: "Şimdi
akrabalarının arasında bulunmayı ve senin yerinde Muhammed'in
boynunun-vurulmasını ister miydin?" diye sordu. O ise: "Allah'a yemin
ederim ki, ben ailem içinde sağ salim oturup da Muhammed'e ise, -sizin
yanınızda değil- şimdi bulunduğu yerde bile kendisini incitecek bir diken
batsa, ben asla razı olmam." dedi. [45]
Rasûlullah (s.a.s.)[46],
Şevval ayının geri kalan kısmını, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem aylarında
Medîne'de geçirdi. Ardından hicretin üçüncü yılının sonlarında, Uhud
Savaşı'ndan sonra geçen dördüncü ayın başlarında, Safer ayında Bi'ri Ma'ûne
ashabını gönderdi.
Bunun nedeni şudur:
Mulâ'ibu'l-Esinne (mızrak uçları ile oynayan) olarak bilinen Ebû Berâ' Âmir b.
Mâlik b. Ca'fer b. Kilâb b. Rabî'a b. Âmir b. Sa'sa'a, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e
gelmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), onu İslâm'a davet etti. Ancak o,
ne Müslüman olmaya yanaştı, ne de reddetti; fakat: "Ey Muhammedi Bir grup
arkadaşını Necid ehline göndersen de, onları dinine davet etseler; umarım ki
senin davetini kabul ederler." deyince, Rasûlullah (s.a.s.): "Necid
ehlinin onlara bi kötülük yapmasından endişe duyuyorum." dedi. Ancak o:
"Ben onları hi maye ederim." diye cevap verdi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.s.), Benî Sâ'ide'den el-Mu'nik li Yemût (ölümle kucaklaşan,
ölüme koşan) lakabı ile tanınan el-Münzir b. Amr komutasında, kırk kişilik bir
grup gönderdi. Bu grubun, Müslümanların seçkinlerinden oluşan yetmiş kişi
olduğu da söylenir. Onlardan bazılarının adları şöyledir: El-Hâris b. es-Sımme,
Ümmü Süleym'in kardeşi ve Enes b. Mâlik'in dayısı olan Haram b. Milhân, Urve b.
Esma b. es-Salt es~Sü-lemî, Nâfi' b. Büdeyl b. Varkâ' el-Hüzâ'î, Ebî Bekr
es-Sıddîk'ın azadhsı Âmir b. Füheyre ve diğerleri. İşte bu kişiler kalkıp yola
çıktılar; Benî Âmir arazisi ile Benî Süleym arazisi arasında bulunan Bi'ri
Ma'ûne[47]
denilen yere vardıklarında konakladılar. Heyetin içinde bulunan Haram b.
Milhân'ı, Rasûlullah (s.a.s.)'m mektubu ile birlikte Allah'ın ve Râsûlü'nün
düşmanı Âmir b. et-Tufeyl'e gönderdiler. Elçi kendisine ulaşınca, mektuba bakmadan
kendisine saldırıp öldürdü; ardından diğer Müslümanlara saldırmak üzere Benî
Süleym'i savaşa davet ettiyse de Benî Süleym, Ebû Berâ'nın Müslümanlara verdiği
himayeden dolayı onun bu çağrısını reddetti. Ancak,
Benî Süleym'in diğer
kolları Usayye, Ri'l ve Zekvân kabileleri, Âmir b. et-Tufeyl'in çağrısına uyup
Müslümanları kuşatma altına aldılar. Bunun üzerine Müslümanlar da karşılık
verdiler ve Benî Dînâr b. en-Neccâr'a mensub Ka'b b. Zeyd'den başka hepsi şehid
oluncaya kadar savaştılar; Allah onlardan razı olsun. Ka'b, son nefesini
veriyor zannıyla, şehid edilenler arasında can çekişir bir halde yaralı
bırakılmıştı. Yaralı olarak kurtulan Ka'b, Hendek Savaşı'nda şehid oluncaya
kadar yaşadı. Allah ondan razı
olsun.
Amr b. Ümeyye ile
el-Münzir b. Muhammed b. Ukbe b. Uhayha b. el-Culâh[48] ise,
arkadaşlarının başlarına gelenlerden habersiz olarak uzakta develerini otlatmaktal arken, arkadaşlarının kon aklandıkları Bi'r-i Ma'ûne kuyusuna doğru yırtıcı kuşların
uçuştuklarını görünce, hemen arkadaşlarının tarafına doğru koştular. Kuşların,
arkadaşlarının cesetleri üzerinde uçuşup dolaştıklarını; onları şehid eden
düşman süvarilerinin de daha orada durduklarını gördüler. Bunu gören el-Münzir
b. Muhammed, Amrb, Ümeyye'ye: "Ne yapalım, dersin?" diye sordu. Amr:
"Hemen Rasûlullah (s.a.s.)'a gidip durumu haber verelim." dedi.
El-Münzir b. Muhammed el-Ensârî: "Fakat ben el-Münzir b. Amr'in
öldürüldüğü bir yerde, kendimi ayırıp kayırmayı arzu etmem, kendi derdime
düsemem." dedi ve şehid düşünceye kadar çarpıştı. Amr b. Ümeyye ise esir
düştü. Amr b. Ümeyye, kendisinin Mudarr kabilesinden olduğunu haber verince,
Âmir b. et-Tufeyl, anasının bir köle âzâd etme adağını yerine getirmek için onun
perçemini kesip serbest bıraktı. Bu olay, Safer ayının onuncu gününde,
dolayısıyla er-Racî' olayıyla aynı ayda oldu.
Amr b. Ümeyye hemen
geri döndü. Kanat vadisinin başında bulunan Karkara'ya varınca, Benî Kilâb'dan
iki adamla karşılaştı. Bunların Benî Süleym'den olduğu da söylenir. Bu iki
adam, Amr ile birlikte orada bulunan bir gölgelikte dinlenmeye başladılar. Bu
iki adamda Rasûlullah (s.a.s,)'m ahitnamesi vardı. Fakat Amr'm bundan hiç
haberi yoktu. Amr, kendilerine kimlerden olduklarını sordu; onlar da hangi
soydan olduklarını söylediler. Bunun üzerine Amr, onların uykuya dalmalarını
bekledi. İkisi uyuyunca, Amr, arkadaşlarının intikamını almak hissiyle, onlara
saldırarak ikisini de öldürdü.
Rasûlullah (s.a.s.)'nı
yanma varınca, durumu haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), ona:
"Gerçekten sen, mutlaka diyetlerini ödemem gereken iki kişi
öldürdün.”dedi. Bu olay, Beni Nadir Gazvesi’nin yapılmasına sebep oldu. [49]
Amr. B. Ümeyye’nin
öldürdüğü söz konusu iki kişinin diyeti konusunda yardım istemek üzere, bizzat
Rasullah(s.a.s.), Beni Nadir’e[50]
gitti.
Onlarla konuşunca,
onlar “Evet” deyip, Rasullah(s.a.s)’ın dediklerini kabul ettiler. Bunun üzerine
Rasullah (s.a.s.), Ebu Bekir, Ömer,Ali ve diğer bir grup sahabe ile
birlikteonlara ait bir duvarın dibinde oturdu. Bu arada Benî Nadîr, kendi
aralarında toplandılar ve birbirlerine: "Kim bu evin damına çıkıp,
Muhammed'in üzerine bir kaya parçası atarak onu Öldürür de bizi ondan
kurtarabilir?" dediler. Amr b. Cihâş b. Ka'b, bu görevi süratle kabul
etti. Yüce Allah, bu dununu Rasûlullah (s.a.s.)'a vahiyle haber verdi. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.s.), sahabeden yakın arkadaşlarına durumu sezdirmeden
hemen ayağa kalkarak oradan uzaklaşmaya başladı. Sahabe, Rasûlullah (s.a.s.)'m
geciktiğini görünce, onlar da kalkıp hemen Medine'ye geri döndüler. Rasûlullah
(s.a.s.)'m yanına geldiklerinde, Hz. Peygamber (s.a.s.), onlara, Yahudilerin
çirkin emellerine ilişkin Allah'ın vahyini bildirdi ve ashabına Benî Nadîr
Yahudileri ile savaşmak üzere hazırlanmalarım emretti. İbn Ümmi Mektûm'u
Medine'de vekil bırakarak, hicrî dördüncü yılın başında, onları altı gün
muhasara altına aldılar. O zaman içki yasağıyla[51]
ilgili olarak Kur'ân âyetleri nazil oldu. Benî Nadîr Yahudileri kalelerine
çekildiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), hurma ağaçlarının kesilmesi ve
yakılması emrini verdi. Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve onunla birlikte hareket
eden münafıklar, Benî Nadîr'e gizlice haber göndererek, "Eğer size savaş
açılırsa, sizin yanınızda yer alacağız; savaşmak üzere çıkarsanız biz de
sizinle çıkacağız." demişti. Benî Nadîr de buna kandı. Gerçek ortaya
çıkınca, onlara yardım etmediler ve onları Müslümanlara teslim ettiler. Benî
Nadîr, Rasûlullah (s.a.s.)'dan canlarına dokunmamasını, silah hâriç develerin
taşıyabileceği kadar mallarını alıp sürgün edilmelerini istediler. Bu şartlarda
mallarını yüklenip Hay-ber'e, bir kısmı ise Şam'a gittiler. Hayber'e gidenlerin
içinde Huyey b. Ahtâb, Sellâm b. Ebi'l-Hukayk, Kinâne b. er-Rabî' b.
Ebi'l-Hukayk gibi onların ileri gelenleri bulunuyordu. Hayber onlara itaat
edip, kucak açtı. Rasûlullah (s.a.s.), Benî Nadîr'in mallarını özellikle ilk
muhacirler arasında paylaştı. Bununla birlikte çok fakir olan Ebû Dücâne es-Simâk b. Ha-reşe ile Sehl b. Hunef
e de bu mallardan verdi.
Benî Nadîr'den Yâmîn
b. Umeyr b. Ka'b[52] b. Amr b. Cihâş ve Ebû
Sa'd b. Vehb'den başka İslâm'ı kabul eden çıkmadı. Bu ikisi Müslüman olarak
mallarını kurtardılar. Yâmîn b. Umeyr'in, Rasûlullah (s.a.s.)'a suikast
düzenlemek istediğinden dolayı, amcasının oğlu Amr b. Cihâş'ı öldürene bir
ödül vadettiği zikredilir.
Benî Nadîr olayı
hakkında Haşir Sûresi nâziî oldu. [53]
Rasûlullah (s.a.s.) [54],
hicretin dördüncü yılının başlarında, Benî Nadîr Gazvesi'nden döndükten sonra,
Rebî'ülâhır ve Cemâziyelevvel'in bir kısmında Medîne'de kaldı. Sonra, Benî
Muhârib ve Benî Sa'lebe b. Sa'd b. Gatafân'la savaşmak gayesiyle Necid'e sefer
düzenledi. Yerine vekil olarak Ebû Zerr el-Ğıfârî veya Osman b. Affân'ı
Medine'de vekil bırakarak yola çıktı; Nahl'a[55]
varıp konaklanıncaya kadar yoluna devam etti.
Sahabîler'in
yürümekten ayaklan yarılıp, ayaklarına bez parçaları sarmış oldukları için bu
gazveye Zâtu'r-Rikâ' (yamalılar) Gazvesi denilmiştir.
Rasûlullah (s.a.s.) ve
beraberindekiler, Nahl'de Ğatafânlı bir topluluk ile karşı karşıya geldiler;
ancak savaş çıkmadı. Rasûlullah (s.a.s.), o sırada Müslümanlara korku namazı
kıldırdı.
Bu savaştan
dönülürken, Câbir'in devesi hep geride kalıyordu. Rasû-lullah (s.a.s.), onu
dürtükleyince, bineklilerin önünde yürümeye başladı. Rasûlullah (s.a.s.), onu
Câbir'den satın aldı. Sonra deveyi tekrar Câbir'e iade etti. Bir kirât fazlası
ile birlikte devenin bedelini de ona bağışladı. Harra günü, Şamlıların
Medine'de o bedelin de arasında bulunduğu Câbir'in malını zorla aldıkları
zamana kadar Cabir, teberrük amacıyla o bedeli yanında tutmaya devam etti.
Yine bu gazvede, Benî
Muhârib bin Hasafe'den Gavras b. el-Hâris adında bir kişi, Rasûlullah
(s.a.s.)'ın başında durup kılıcını tutup sallayarak: "Kim seni elimden
kurtarabilir ey Muhammed?" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
"Allah!" dedi. Gavras, tekrar kılıcı yerine koydu. Bunun üzerine:
"Ey inananlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk
size el uzatmağa (tecâvüze) yeltenmişti de (Allah) onların ellerini sizden
çekmişti..." [56] âyet-i kerîmesi nazil
oldu.
Aynı şekilde bu
gazvede, müşriklerden bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)'ın Ensâr'dan bir gözcüsüne
ok attı. O sırada Kur'ân okuyan gözcü, yaralandığı halde okumasına devam etti.
Böylece kendisine ok isabet etmesine rağmen okumasına ara vermedi. [57]
Uhud Savaşı'nda Ebû
Süfyân, "Gelecek yıl, Bedir'de[58]
sizinle buluşup çarpışmaya söz veriyoruz." diye bağırmıştı. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.s.), ashâbtan birine, "Tamam!" diye cevap vermesini
emretti. Rasûlullah (s.a.s.), Zâtu'r-Rikâ'[59]
Gazvesi'nden dönünce, Cemâzıyelevvel ayından kalan kısmı ile Cemâziyelâhır ve
Receb aylarını Medine'de kalarak geçirdi. Sonra Ebû Süfyan'a verdiği sözü
yerine getirmek üzere, hicrî dördüncü yılın Şa'bân ayında setere çıktı.
Medîne'ye [Abdullah b.] [60] Abdullah b. Ubeyy b.
Selûl'ü vali olarak
bıraktı. Gidip Bedir'de konakladı. Sekiz gün burada Kureyş'i bekledi. Bu arada
Ebû Süfyân da Mekkelilerle sefere çıkmış, ez-Zahrân bölgesinde Mecenne denilen
yerde konaklamıştı. Usfân'a vardığı da söylenir. Ancak, bu yılın kıtlık yılı
olmasını gerekçe gösterek dönme kararı aldı. [61]
Dönüşünden sonra,
Rasûlullah (s.a.s.), hicrî dördüncü yılın Zilhicce ayı bitimine kadar Medine'de
kaldı. Ardından hicrî beşinci yılın başında Re-bî'ulevvel ayında,
Dûmetu'l-Cendel[62] seferine çıktı. Sibâ' b.
Urfuta'yı, Medine'ye vekil olarak bıraktı. Dûmetu'l-Cendel'e varmadan,
savaşmasızın geri döndü. [63]
Meğâzî sahiplerine
göre, hicrî beşinci yılın Şevval ayında Hendek Savaşı[64]
oldu. [65] Halbuki bu savaşın hicrî
dördüncü yılda yapıldığı kuşkusuzdur. Zira İbn Ömer, "Uhud günü,
Rasûlullah (s.a.s.)'a savaşmak üzere gösterildiğimde, on dört yaşında olduğum
için beni geri çevirdi. Daha sonra Hendek Savaşı'nda savaşmak için O'na
gösterildiğimde ise, on beş yaşındaydım ve bana izin verdi," demiştir.
Buna göre iki savaş arasında, sadece bir yıl geçmiş olmaktadır. Dolayısıyla
Hendek Savaşı'nın, Dûme-tu'1-Cendel'den sonra olduğu da kesinlik kazanmaktadır. [66]
Hendek Savaşı'na,
aralarında Benî Nadîr'den Sellâm b. Ebi'l-Hukayk, Kinâne b. er-Rabî' b.
Ebi'l-Hukayk ve Sellâm b. Mişkem; Havze b. Kays el-Vailî ve Ebû Ammâr el-Vailî[67]
olmak üzere Yahudilerden bir heyetin, birleşik bir ordu teşkil etmeleri için
Mekke'ye giderek onları Rasûlullah (s.a.s.)'a karşı savaşa çağırmaları; bunun
için seçileceklere ellerinden gelen yardımı yapacaklarına dair söz vermeleri;
ardından Gatafân'a giderek onlara da benzer vaadlerde bulunmaları; onların da
bu çağrıya olumlu cevap vermeleri sebep oldu.
Ebû Süfyân, Kureyş'in
başına geçerek sefere çıktı. Ğatafân ise, Benî Fezâra kolu Uyeyne b. Hısn b.
Huzeyfe b. Bedr el~Fezârî komutasında; Benî Mürre, el-Hâris b. Avf b. Ebî
Harise el~Mürrî'nin komutasında; Mis'er b. Ruhayle[68] b.
Nuveyra b. Tarîf b. Sühme b. Abdillah b. Hilâl b. Halâve b. Eşca' b. Reys b.
Gatafân ise kendisine tabi olan Eşca'lıların komutanı olarak yola çıktı.
Rasûlullah (s.a.s.), bu olanları duyunca, hemen Medine etrafına hendek
kazılması emrini verdi. Hz. Peygamber (s.a.s.), bizzat çalışarak hendeğin
bitirilmesini sağladı. Bu esnada çeşitli mucizeler meydana geldi: Hendek
kazılırken, balyozların işlemediği sert bir kayaya rastlandı. Durum Rasûlullah
(s.a.s.)'a bildirildi. Hz. Peygamber (s.a.s.) gelince, duâ etti; üzerine bir
miktar su serpti ve balyozu indirdi; sert kaya kum gibi dağıldı. Büyük bir
kalabalığı çok az bir hurma ile doyurdu ve benzeri mucizeler görüldü.
Birleşik ordular
(ahzâb), Ehâbîş, Kinâne ve kendilerine katılan diğer kuvvetlerle birlikte
toplam on bin askerle Cürf ve Zeğâbe[69]
arasında bulunan Rûme'de[70]
sellerin, suların toplandığı yerde konaklandılar. Gatafân ise kendilerine
katılan Necidliler ile birlikte [Uhud] [71]
tarafına doğru uzanan Nakmâ'nın ucunda karargâh kurdular.
Rasûlullah (s.a.s.)
ise, üç bin Müslümandan oluşan bir orduyla hendeğe doğru yola çıktı. [72]
Müslümanların, sadece dokuz yüz kişiden oluştuğu da söylenir. Verilen ilk sayı,
bir yanılgıdan ibarettir. Doğrusu dokuz yüz kişi olduklarıdır. Hz. Peygamber
(s.a.s.), arkasına Sel' dağını, önüne hendeği alarak karargâhını kurdu.
Böylece, Müslümanlarla düşman ordusu arasında hendek olduğu halde savaş
pozisyonu aldılar. Medine'ye İbn Ümmi Mektûm'u bıraktı. Kadın ve çocukları,
kale ve hisarlara yerleştirdi. Benî Kurayza Yahudilerinin reisi Ka'b b.
Esed, Hz. Peygamber (s.a.s.)'le barış antlaşması
yapmıştı. Huyey b. Ahtab, savaşa girmeleri için Ka'bM ikna etmeye çalıştı. Ka'b
bunu başta reddetti; ancak Huyey, Ka'b'i etkileyinceye kadar ısrar etti.
Böylece Ka'b, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile
olan antlaşmasını bozdu ve Huyey'in tarafına geçti.
Bunu haber alması
üzerine Rasûlullah (s.a.s.), Evs ve Hazrec'in reisleri olan Sa'd b. Mu'âz ve
Sa'd b. Ubâde'yi; Benî Amr b. 'Avf'tan Havvât b. Cübeyr ve Benî Haris b.
el-Hazrec'ten Abdullah b. Ravâha'yı durumu iyice öğrenmeleri için derhal Benî
Kurayza'ya gönderdi. Oraya vardıklarında, Benî Kurayza'nm hıyanetlerini açığa
vurduklarını, Rasûlullah (s.a.s.)'a dil uzattıklarını gördüler. Bunun üzerine
Sa'd b. Mu'âz da onlara sövdü ve geri döndüler.
Rasûlullah (s.a.s.),
Benî Kurayza'nm durumunu öğrenmek üzere mezkur heyeti gönderdiğinde,
kendilerine, eğer Benî Kurayza'nm ihanet ettiği gerçekse bunu kimseye
açıklamamalarını, sadece kendisine bildirmelerini emretmişti. Heyet geldiğinde,
Benî Kurayza'nm hıyanet ettiğini açıkça söyleyemeyip, onların bu ihanetlerini,
er-Racî'de Müslüman öğretmenleri öldüren el-Kâra'nın hıyanetini
hatırlatırcasma, Rasûlullah (s.a.s.)'a
"A'dâl ve
el-Kâra" diye (bir şifre ile) bildirdiler. Böylece iş büyüdü, korkunç bir
hal aldı. Zira Müslümanlar, her taraftan kuşatılmıştı. Benî Hâri-se'den bir
grup, Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Evlerimiz
Medine'nin dışında korumasız bir durumdadır, bize izin ver de evlerimize
dönelim." dediler. Aynı şekilde Benî Selime de ayrılmaya yeltendi. Sonra
Allah, onlara merhamet ederek her iki kabilenin de maneviyâtını güçlendirdi.
Böylece savaşta sebat gösterdiler. Müşrikler, Müslümanları bir ay muhasara
altında tuttular; ancak savaş çıkmadı. Rasûlullah (s.a.s.), Gatafân
reislerinden Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe ve el-Hâris b. Avf b. Ebî Hârise'ye,
Medine'nin yıllık meyve mahsulünün üçte birini vermek üzere bir haber
gönderdi. Karşılıklı görüşmeler
sürerken, Hz. Peygamber (s.a,s.), konuyu Sa'd b. Mu'âz ve
Sa'd b. Ubâde'ye açtı. Onlar: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bu, bizim mutlaka
yapmamız gereken Allah'ın sana bir emri midir? Yoksa yapmamızı senin arzu
ettiğin bir şey midir? Yoksa bizim için yaptığın bir şey midir?" dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Evet sizin için yapmak istiyorum.
Allah'a yemin ederim ki, bunu sadece Arapların size karşı tek yaydan oka
tuttuğunu!'size karşı tek yumruk olduklarım gördüğümden dolayı
yapıyorum." diye cevap verdi. Sa'd b. Mu'âz: "Ey Allah'ın Rasûlü! Biz
ve şu kavimler, bir zamanlar Allah'a şirk koşup putlara, taparken bile, bunlar,
misafire ikram ve parayla satın alma dışında, Medine'nin bir tek hurmasını
yeme gücünü kendilerinde bulamazlardı. Şimdi Yüce Allah bizi İslâm'la
şereflendirdiği, O'nunla bize doğru yolu buldurduğu ve onunla ve seninle bizi
güçlendirdiği bir sırada, mallarımızı onlara mı vereceğiz? Vallahi onlara
kılıçtan başka bir şey sunmayacağız." dediler. Rasûlullah (s.a.s.) da,
onların bu görüşlerini tasvip etti ve direnmeye devam ettiler.
Sonra Kureyş'in
süvarilerinden, Benî Âmir b. Lüeyy'den Amr b. Abdi Vedd, Mahzûm Oğulları 'ndan
İkrime b. Ebî Cehl ve Hübeyra b. Ebî Vehb ile Benî Muhârib b. Fihr'den Dırâr b.
el-Hattâb'in da aralarında bulunduğu birkaç kişi, hendeğin başına
vardıklarında: "Vallahi bu, Arapların bilmediği bir harp hilesidir."
dediler. Selmân el-Farisî (r.a.)'nin, hendek kazma işini önerdiği söylenir.
Sonra atlılar, hendeğin dar bir yerine yönelerek beri tarafa geçtiler. Geçen
atlılar, hendek ile Sel' Dağı arasında bulunan çorak ve sert alanda atlarını
dört nala kaldırdılar. Müslümanları düelloya çağırdılar.
jîz. Ali hemen ortaya
atıldı ve Amr'i öldürdü. Bunun üzerine geri kalanlar, geldikleri yerden
çıkarak kavimlerinin yanma doğru geri kaçtılar. Hendek Savaş'ında
Müslümanların parolası, "Hâ Mîm, lâ yunsarûn: (Hâ Mîm, yardım
görmesinler.)" idi.
Mü'minlerin annesi Hz.
Aişe (r.a.), Sa'd b. Mu'âz'ın annesiyle birlikte, Hendek Savaşı'nda Medine'nin
en sağlam evlerinden biri olan Benî Sâ'ide'nin hisarında bulunuyordu. Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in halası Safiy-ye (r.a.), Hassan b. Sâbit'in müstahkem olan
evlerinin bir bölümünde bulunuyordu. Hassan'm da kadın ve çocuklarla birlikte
o evde bulunduğu söylenir.
Hendek Gazvesi esnasında,
Hibbân b. Kays b. el-Arıka[73]
tarafından atılan bir okun koluna isabet etmesi üzerine Sa'd b. Mu'âz
yaralanmış ve atardamarı kopmuştu. Oku atanın Benî Mahzûm'un müttefiki Ebû
Üsâme el-Cüşemî[74] olduğu da rivayet edilir.
Sa'd b. Mu'âz'ın yaralandığında, -Allah ondan razı olsun- şöyle dua ettiği
söylenir: "Ey Allahım! Eğer Ku-reyşle olan savaş bitmeyecek daha da devam
edecekse, buna katılmak için benim yaşamamı da devam ettir. Zira, senin elçine
eziyet eden, O'nu yalanlayan ve O'nu yurdundan çıkaran bir kavim ile çarpışmayı
istediğim kadar başka çarpışmak istediğim bir kavim yoktur. Ey Allahım! Eğer bizimle
Kureyş arasında olan savaş, bu kadarla kalacaksa, bu yaralanmayı benim için
şehidlik sebebi kıl! Ey Allahım! Benî Kurayza'nın yenilgisini görmekle yüzümü
güldürmedikçe canımı alma!"
Hendek Savaşı'nda
sıkıntı şiddetlenip iş iyice zora girdiğinde, Nu'ayrn b. Mes'ûd b. Âmir b.
Uneyf b. Sa'lebe b. Kunfuz b. Hilâl b. Halâva b. Eşca' b. Rays b. Gatafân
adında biri, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben
Müslüman oldum. Ancak benim kabilem -Gatafân-Müslüman olduğumu bilmiyor; emrine
amadeyim." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), "Sen bizim
aramızda ancak bir tek nefer olabilirsin; eğer yapabilirsen bizden kaç,
-kabileni savaştan caydır- zira harp hiledir." dedi. Bunun üzerine Nu'aym
çıktı ve doğru Benî Kurayza'nın yanına gitti; câhiliye döneminde onlarla
dostluk kurmuştu. Onlara: "Ey Benî Kurayza!
Size olan sevgimi,
aramızdaki dostluğu biliyorsunuz." dedi. Bunun üzerine Benî Kurayza:
"Doğru söylüyorsun. Sen bizim dostumuzsun." dediler. Nu'aym sözüne
devamla: "Kureyş ve Ğatafân'ın durumu sizinki gibi değildir; bu şehir
sizindir; buradan başka gidecek bir yeriniz yok. Oysa ne Kureyş, ne de Gatafân
için böyle bir durum söz konusudur. Eğer gönülleri isterse, size yardım
ederler; yok eğer istemezlerse, sizi burada yalnız bira-kıp yurtlarına geri
dönerler. Yalnız kaldığınızda da Muhammed'le savaşmaya gücünüz yetmez. Bu
durumda, adamlarından bazılarını size rehin olarak vermedikleri müddetçe,
Kureyş ve Ğatafanlılar in yanında Müslümanlarla savaşa girmeyin," dedi.
Benî Kurayza: "Bize görüşünü söyleyip doğru yolu gösteriyorsun."
dediler. Nu'aym, onların yanında ayrılıp Kureyş'e gitmek üzere hemen yola
koyuldu. Ebû Süfyân'a: "Benim size olan dostluk ve bağlılığımı
biliyorsunuz; size bildirmem gereken çok önemli bir durum vardır; ancak bu
aramızda sır olarak kalsın." dedi. Onlar: "Nedir bu?" dediler.
Nu'aym: "Biliniz ki Yahudiler, Muhammed'le olan antlaşmalarını bozmaktan
pişman olmuşlar; O'na, sizden rehine alıp kendisine teslim edecekleri ve
beraberce üzerinize saldırma konusunda haber göndermişler." dedi. Bunun
üzerine Kureyşliler, verdiği bilgilerden dolayı ona teşekkür ettiler. Ardından
Gatafânlıların yanma giderek, Kureyşlilere söylediklerinin aynısını onlara da
söyledi. Hicrî dördüncü yılın, Şevval ayının cuma gününü cumartesiye bağlayan
gece, Ebû Süfyân ve Gatafânlılar, Benî Kurayza Yahudilerine: "Biz burada
kalıcı değiliz. Yarın sabah çarpışmağa hazırlanınız!" diye haber
gönderdiler. Yahudiler: "Yarın cumartesidir; bununla birlikte bize
adamlarınızı teminat olarak rehin vermediğiniz müddetçe sizinle beraber savaşa
çıkmayacağız." dediler. Bunun üzerine elçi kendilerine: "Vallahi size
rehin verecek değiliz, bizimle savaşa çıkın.'1 diye karşılık verdi. Bunun
üzerine Benî Kurayza, kendi kendilerine: "Vallahi Nu'aym doğru
söylemiş." dediler. Birleşik orduların elçileri geri döndüğünde, onlara:
"Vallahi Nu'aym doğru söylemiş." dediler. Bunun üzerine, Yahudilerin
yanında savaşa girmekten vazgeçtiler. Allah, üzerlerine büyük bir kasırga
gönderdi; tencere ve kapkacaklarını ters çevirdi.
Bu arada Rasûlullah
(s.a.s.), durumu öğrenmek için Huzeyfe b. el-Ye-mân'ı casus olarak gönderdi.
Huzeyfe, birleşik orduların gitmek üzere yola çıktıkları haberini getirdi.
Bunun ardından Kureyş ve Gatafân, Medî-ne'yi terk ederek ayrıldı. [75]
Rasûlullah (s.a.s.),
sabah olduğunda, birleşik orduların tamamen ayrıldıklarını gördü; bu nedenle
hendeği terk edip evlerine döndüler ve silahlarını bıraktılar. Bunun üzerine
Cebrail (a.s.), Benî Kurayza'ya[76]
karşı hemen savaşa çıkmaları konusunda Allah'ın emrini iletti. Bu emir,
öğleden sonra geldi. O gün, Müslümanlardan bir grup Cebrail (a.s.)'i
Dihye-tü'1-Kelbî (r.a.)'nin suretinde ipek örtülü bir katır üzerinde gördüler.
Daha sonra Dihye (r.a.) de, onların yanına geldi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.s.): "Bent Kurayza yurduna varmadıkça kimse ikindi namazı
kılmasın." diye Müslümanlara savaşa çıkmaları için emir verdi. Müslümanlar
hemen yola çıktılar; ancak Benî Kurayza yurduna varmadan yolda ikindi namazı
vakti sona ermek üzereydi. Bunun üzerine Müslümanlardan bazıları:
"Namazımızı kılalım, namazı geciktirmek için bize bir emir
verilmedi." derken, diğer bir kısmı ise: "Biz Rasûlullah (s.a.s.)'in
emrettiği yerden başka bir yerde namaz kılmayacağız." diyerek ancak
geceleyin ikindi namazını kılabildiler. Durum Hz. Peygamber (s.a.s.)'e
bildirildiğinde hiçbir tarafa gücenmedi, onları azarlamadı.
Azarlama konusuna
gelince, ancak günahı bilerek ve arzulayarak işleyen azarlanır. Ama her kim
iyi niyetle günahı yorumlarsa -her ne kadar yaptığı eylem doğru değilse de-
azarlanamaz. Yüce Allah biliyor ki, şayet biz o zaman orada olsaydık, Benî
Kurayza'ya varmadıkça, aradan günler geçseydi bile ikindi namazını Benî
Kurayza'nın dışında başka bir yerde kılmazdık.[77]
Rasûluîlah (s.a.s.)'ın, o gün ikindi namazını Benî Kurayza'nın bulunduğu yere
tehir etmesi ile, Müzdelife'de akşam namazını yatsı namazına tehir etmesi ve
arife günü ikindi namazını öğle namazı vaktine alması arasında fark yoktur. Bu
konuda itaat farzdır.
Rasûlullah (s.a.s.).
sancağı AH b. Ebî Tâlib (r.a.)'e verdi; yerine İbn Ümmi Mektûm'u Medine'ye
bıraktı. Hz. Peygamber (s.a.s.), Benî Kuray-za kalesinin önünde konakladı.
Yahudiler, Müslümanlara duyuracak şekilde yüksek sesle Rasûlullah (s.a.s.)'a
sövüyorlardı. Hz. Ali (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)'e rastladı; duyduğu kötü
sözleri duymaması için, Yahudilere yaklaşmamasını istirham etti. Rasûlullah
(s.a.s.), Hz. Ali'ye: "Eğer beni görselerdi, konuştuklarının hiç birini
söyleyemezlerdi." dedi. Yahudiler, Hz. Peygamber (s.a.s.)'i görünce hemen
konuşmayı kestiler. Rasûlullah (s.a.s.), Benî Kurayza'ya ait "Unâ"
veya "Ennâ" diye anılan kuyunun yanma konakladı. Hz. Peygamber
(s.a.s.), yirmi beş gün Benî Kurayza Ya-hudilerini kuşatma altında tuttu.
Reisleri olan Ka'b b. Eşref onlara: "Ya Müslüman olmak, ya çoluk
çocuklarını öldürdükten sonra Öldürülünceye kadar Rasûlullah (s.a.s.) ile
savaşmak, ya da -kendi zannınca- Cumarîe-si günü Yahudiler savaşmaz dîye
beklemedikleri bir anda Cumartesi gece-sı Müslümanlara ani bir baskın
düzenlemek." şeklinde üç seçenek teklif etti. Ancak onlar hiç bir şıkkı
kabul etmediler. Evs'in müttefikleri oldukları için, Benî Kurayza, Rasûlullah
(s.a.s.)'a Benî Amr b, Avf'ten Lübâbe b. Abdilmünzir'i, görüşmelerde bulunmak
üzere kendilerine elçi olarak göndermesi için haber gönderdiler. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.s.), Ebû Lübâbe'yi kendilerine elçi olarak gönderdi. Oraya
vardığında, erkek, kadın, çocuk herkes onun yanına geldi. Ona: "Ey Ebû
Lübâbe! Ne dersin, Muhammed'in şartını kabul edelim mi?" diye sordular.
Ebû Lübâbe: "Evet!" diyerek boynuna işaret etti ve bu hükmün onları
boğazlamak olduğuna işaret etti. Ebû Lübâbe, günah işlediğinin farkına vardı;
hemen pişman oldu; derhal çıkarak, Rasûlullah (s.a.s.)'a bile uğramadan doğru
mescide giderek, kendini sütunlardan birine bağladı ve "Allah benim
tövbemi kabul etmedikçe, bu yerimden ayrılmayacağım." dedi. Ardından ne
Benî Kurayza'nın toprağına ne de Allah'a ve Rasûlü'ne ihanet edilen hiç bir yere
ebediyyen ayak basmayacağına dair Allah'a söz verdi. Bu durumu Rasûlullah (s.a.s.)'a
bildirilince: "Eğer bana gelseydi, onun için af dilerdim; ancak o
yaptığını yaptı. Artık Allah onu affetmedikçe onu serbest bırakma konusunda
yapabileceğim bir şey kalmadı." dedi. Ebû Lübâbe hakkında Tevbe Sûresi
nazil oldu. Bunun üzerine Rasûlulîah (s.a.s.), onu bizzat kendi elleriyle
çözmek üzere hemen yola çıktı. Allah ondan razı olsun. Namaz kılma dışında, Ebû
Lübâbe'nin altı gün bir sütuna bağlı kaldığı söylenir.
Benî Kurayza, Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in kendileri hakkında vereceği hükümle hükmetmesi için Sa'd
b. Mu'âz'm hüküm vermesine razı oldular. Teslim oldukları gün, el-Kurayza ve
en-Nadîr'in amca oğlu Hedl'in soyundan olan Sa'ye'nin Oğullan Sa'lebe ile Üseyd
ve Esed b. Ubeyd, Müslüman oldular.
Benî Kurayza'mn,
Rasûlullah (s.a.s.) ile olan antlaşmasını bozup, birleşik ordularla bir olarak
Müslümanlara karşı savaşa girmelerine karşı çıkan Amr b. Su'dâ el-Kurazî,
gizlice Benî Kurayza kalesinden o gece çıktı ve kurtuldu; nereye gidip, nerede
öldüğünden bir daha haber alınmadı. Benî Kurayza, Rasûlullah (s.a.s.)'ın
hükmüne boyun eğip teslim olduğunda; Evs, Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Kardeşlerimiz Hazrec'in müttefikleri olan Bent
Kaynuka Yahudileri hakkında istediğin hükmü verdin; bunlar da bizim
müttefiklerimizdir." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), onlara:
"Ey Evs topluluğu! Sizden birinin onlar hakkında hüküm vermesine razı
olmaz mısınız?" diye sordu. Onlar: "Razı oluruz, ey Allah'ın
Rasûlü!" dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.): "O taktirde bu iş Sa'd b.
Mu'âz'e düşer." dedi. Rasûlullah (s.a.s.), daha yakından ilgilenmek ve
sık ziyaret etme imkanı bulmak için, yaralı olan Sa'd b. Mu'âz'ı, tedavi etmek
üzere -hasta ve yaralıların tedavisiyle uğraşan ve çok iyi bir kadın olan-
Rüfeyde el—Eslemiyye'nin görev yaptığı mescidde bulunan bir çadıra
yerleştirmişti. Rasûlullah (s.a.s.), Benî Kurayza hakkında hükmü vermek üzere,
Sa'd b. Mu'âz'm getirilmesini emretti. Sa'd b. Mu'âz, bir merkebe bindirilerek
getirildi; yaslanması için ona deriden bir yastık hazırlandı. Gelince,
akrabaları onun etrafında toplanmaya başladı. Ona: "Ey Ebû Amr!
Müttefiklerine iyilikle muamelede bulun." dediler. Bunun üzerine Sa'd,
onlara: "Sa'd'ın, Allah için hiç bir hnayıcının kınamasına kulak
asmayacağı vakit gelmiştir." dedi. Onun yanında olanlardan bir kısmı,
Abduleşhel Oğullarının mahallesine gittiklerinde; Benî Kurayza Yahudileri,
öldürülmeme konusunda kendilerinden yardım isteyip fer-yad figân ettiler. Sa'd
gelince, Rasûlullah (s.a.s.), Müslümanlara: "Reisinize gidin!" dedi.
Bunun üzerine Müslümanlar, Sa'd'ın etrafında toplanarak, "Ey Ebû Amr!
Rasûlullah {s.a.s.) seni müttefiklerin hakkında hüküm
verme konusunda hakem
kılmıştır." dediler. Sa'd: "Onlar hakkında vereceğim hüküm
konusunda, onu kabul edeceğinize dair bu yolda Allah'ın ahit ve mîsâkı üzerine
hana söz veriyor musunuz?" diye onlara sordu. Onlar da "Evet!"
dediler. Sa'd b. Mu'âz, Rasûlullah (s.a.s.)'a olan derin saygısından dolayı
yüzünü başka tarafa çevirerek: "Şurada bulunan zât da, bu yolda vereceğim
hükmü kabul buyuracağına dair bana, Allah'ın ahit ve mîsâkı üzerine söz veriyor
mu?" diye gaib sîgasi ile sordu. Rasûlullah (s.a.s.) da ona:
"Evet!" dedi. Sa'd: "Ben, onlar hakkında, erkeklerinin öldürülmesine,
mallarının ganimet olarak paylaştırıl masına, kadın ve çocuklarının esir
edilmesine hükmettim." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s,a.s.):
"Muhakkak ki sen, yedi kat göğün sahibi olan Allah'ın hükmüne uygun olarak
hüküm verdin." dedi.
Hz. Peygamber (s.a.s.),
onların bugün Medine Pazarı olarak kullanılan yere getirilmelerini emretti.
Burada hendekler kazıldı. Sonra Rasûlullah (s.a.s.), bu hendeklerde
boyunlarının vurulmasını emretti. O gün, mü'min-lerin annesi Safiye (r.a.)'nin
babası Huyey b. Ahtab ve Ka'b b. Esed de öldürüldü. Sayıları altı yüz ile yedi
yüz arasındaydı. Kadınlardan sadece, Hallâd b. Süveyd b. es-Sâmıt (r.a.)'ın
üzerine değirmen parçası atarak onu öldüren, Hakem b. el-Kurazî'nin hanımı
Bunâne [78]
öldürüldü. Rasûlullah (s.a.s.), ustura tutunan (buluğ çağına eren), savaşacak
yaşa gelmiş erkeklerin öldürülmesini, bu yaşa gelmeyenlerin bırakılmasını
emretti.
Rasûlullah (s.a.s.),
Zebir b. Bâtâ' ailesini, Sabit b. Kays b. eş-Şammâs'a bağışladı. Serbest
bırakılanlar arasında, Müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sohbetlerinde
bulunan Abdurrahman b. ez-Zebîr de vardı.
Aynı şekilde, Rifâ'a b.
Şemvîl el-Kurazî'yi de, Benî Neccâr'dan Kıbleteyn (iki kıbleli) Mescidi'nde
namaz kılan Ümmü'l-Münzir Selmâ [79] b.
Kays'a bağışladı. Daha sonra Rifâ'a Müslüman oldu ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
sohbetinde bulundu. Rifâ'a savaş gidecek yaşta değildi. [80]
Atıyye el-Kurazî'nin de hayatı bağışlandı. O da Müslüman oldu ve Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in sohbetlerinde bulundu.
Rasûlullah (s.a.s.),
Benî Kurayza Yahudilerinin malını Müslümanlar arasında paylaştırdı. Süvarilere
üç, piyadelere bir hisse verdi. O zaman süvarilerin sayısı otuz altıydı.
Esirlerden Benî Amr b.
Kurayza'nın hanımlarından biri olan Reyhâne b. Amrb. Hunâfe, Rasûlullah
(s.a.s.)'m hissesine düştü. Rasûlullah (s.a.s.) vefat edene kadar zevcesi
olarak yanında kaldı.
Benî Kurayza fethi,
hicrî dördüncü yılın Zilkade ayının sonu ve Zilhicce ayının başında
gerçekleşti.
Benî Kurayza zaferi
sonuçlandığında, sâlih insan Sa'd b. Mu'âz'm duası kabul oldu. Damarı patladı
ve şehid oldu. Allah ondan razı olsun. O, arşı taşıyan meleklerin ruhunu
taşıma şeref ve sevincine erişmelerinin bir göstergesi olarak, ölümü esnasında
Arş-ı Rahmân'ın titrediği yüce bir zâttır.[81]
Hendek
Savaşi'nda Benî Abdileşhel'den Şehîd Olanlar:
Araya zaman girmeksizin
art arda meydana geldikleri için her iki gazvede şehîd olanları[82]
beraber zikrettik.
Sa'd b. Mu'âz.
Enes b. Evs b. Atîk b.
Amr.
Abdullah[83] b.
Sehl.
Benî Selime b.
el-Hazrec'ten şehîd olanlar:
Et-Tufeyl b.
en-Nu'mân.
Sa'lebe b. Aneme. [84]
Benî Dînâr b.
en-Neccâr el-Hazrec'ten Ka'b b. Zeyd, kimin tarafından attığı bilinmeyen bir
okun isabet etmesiyle şehid oldu.
Hendek Savası 'nda
ölen müşrikler:
Kendisine bir ok
isabet eden Abduddâr Oğulları'ndan Munebbih b. Osman b. Ubeyd b. es-Sebbâk b.
Abdiddâr, Mekke'ye döndükten sonra öldü. Bunun, Osman b. Munebbih b. es-Sebbâk
olduğu da rivayet edilir.
Benî Mahzûm b.
Yakaza'dan Nevfel b. Abdillah b. el-Muğîre,.hendeği zorla geçmek istedi,
hendeğin içinde öldürüldü.
Benî Âmir b.
Lüeyy'den, Amr b. Abdi Vedd ve oğlu[85] Hısl
b. Amr Öldürüldü.
Benî Kurayza
Gazvesi'nde şehîd olan Müslümanlar:
Benî el-Hâris b.
el-Hazrec'ten Hallâd b. Süveyd b. Sa'lebe b. Amr, Benî Kurayza'dan bir kadının
attığı bir değirmen parçası ile şehid oldu.[86]
Ukkâşe b. Mihsan'm
kardeşi Ebû Sinan b. Mihsan b. Hursân el-Esedî, muhasara esnasında şehîd oldu.
Rasûlullah (s.a.s.), onu, günümüze kadar burada mukim Müslümanlardan Ölenlerin
gömüldüğü bir mezarlıkta defnetti. Bu iki kişi dışında Benî Kurayza
Gazvesi'nde şehîd olan yoktur.
Hendek Savaşi'ndan sonra,
Kureyş kâfirleri bir daha Müslümanlara[87] karşı savaşa çıkamadılar. Hamd alemlerin
Rabbi olan Allah'a mahsustur. [88]
Yüce Allah, Ka'b b.
el-Eşref kâfirinin ölümüne, Evs'ten bazı kimselerin eliyle hüküm verince,
el-Hazrec de aynı şekilde ecirlerini arttırmak, İs-lâmî amellerini
zenginleştirmek istedi. Bunun üzerine Sellâm b. Ebi'l-Hu-kayk'm[89] da,
Ka'b b. el-Eşref gibi Rasûlullah (s.a.s.)'a ve Müslümanlara olan düşmanlığında
aşın gittiği değerlendirmesinde bulunarak, öldürülmesi için Hz. Peygamber
(s.a.s.)'den izin istediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) da izin verdi.
Hepsi Hazrec kabilesi
Benî Selime boyundan olan beş kişi, Öne çıktılar. Bunlar, Abdullah b. Atîk,
Abdullah b. Üneys, Ebû Katâde el-Hâris b. Rib'î, Mes'ûd b. Sinan ve Müslüman
olan antlaşmalıları Huzâ'î b. el-Es-ved[90] idi.
Rasûlullah (s.a.s.),
kendilerine Abdullah b. Atîk'i komutan tayin ederek, kadın ve çocukları
öldürmemeleri konusunda uyardı. Hayber'e varıncaya kadar gece yol alarak
yürüdüler. Sellâm, başkalarıyla birlikte bir evin Üst katında ikamet ediyordu.
Müslümanlar, onun bulunduğu binaya girdiklerinde kapıyı kapattılar.
Dışandakilerden emin olmak için bütün kapıları kilitliyorlardı. Onun bulunduğu
kata varınca, eve girmek için izin istediler. Hanımının, kim olduklarını
sorması üzerine onlar: "Araplardan bir kaç kişi" diye cevap verdiler.
Bunun üzerine kadın: "İşte arkadaşınız burada!" diye cevap verdi.
îçeri girince hemen kapıyı üstlerine kapattılar; bunun üzerine hanımı onların
bir kötülük için geldiklerini anladı ve bağırmaya başladı. Bu nedenle kadını
öldürmeye yeltendiler; ancak Rasûlullah (s.a.s.)'ın kadınları Öldürmemeleri
konusundaki yasağını hatırladılar ve onu öldürmekten kendilerini alıkoydular.
Sonra gecenin karanlığında kipti kumaşı gibi bembeyaz görünen bir yatağın
üzerinde oturan Sellâm'ın üzerine hepsi birden kılıçları ile saldırdılar.
Abdullah b. Atîk, öbür tarafından çıkacak şekilde kılıcını onun kamına soktu.
Allah düşmanı o arada, "Yeter! Yeter!" diye bağırıyordu. Sonra aşağı
inip kaçtılar. Abdullah b. Atîk'in gözleri iyi görmediği için düştü ve ayakları
kötü bir şekilde incindi. Bunun üzerine arkadaşları onu kale suyunun aktığı
dehlizlerden birine ulaş-tınncaya kadar taşıdılar. Dehlizin içine girip
saklandılar. Kale halkı ortalığa döküldü; her tarafta ateşler yaktılar; onları
yakalama konusunda ümitleri kalmayınca, kaleye geri döndüler. Ardından
Müslümanlar, "Allah'ın düşmanının kesin olarak öldüğünü nasıl öğrenebiliriz?"
diye düşündüler. Bunun üzerine arkadaşlarından biri geri döndü. Kalede
bulunanların arasına girdi. Tekrar arkadaşlarının arasına geri döndüğünde
onlara: "Bir grup insanın arasına girdim. Sellâm'ın hanımının, 'Vallahi
Abdullah b. Atîk'in sesini duydum.' diye bağırdığını, sonra '[Acaba kendi
kendime yalan mı uyduruyorum[91]
diye, Abdullah b. Atîk buraya kadar nasıl gelebilir?' dediğini, ardından
Sellâm'm yüzüne bakarak, 'Yahudilerin Tanrısına and olsun ki öldü' diye
bağırdığını, bunun üzerine sevinçle geri geldiğini" söyledi. Böylece Sellâm'ın
kesin olarak öldüğü haberini alarak, arkadaşlarına geri dönmüş oldu. Ardından
Medine'ye geri döndüler; Rasûlullah (s.a.s.)'m yanma geldiler ve
O'na durumu haber
verdiler. Ancak herkes, kendisinin onu öldürdüğünü iddia etmeye başladı. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Kılıçlarınızı getirin bakalım!" dedi.
Onlar da kılıçlarını O'na gösterdiler. Abdullah b Uneys'in kılıcı için,
"Bu kılıç onu öldürmüştür." dedi. Zira kılıcının üstünde yemek
artıkları görünüyordu. [92]
Rasûlullah (s.a.s.),
Benî Kurayza fethinden sonra, Zilhicce ayının kalan kısmı ile Muharrem, Safer,
Rebî'ulevvel, Rebi'ulâhır ve Cem âzı yele vvel aylarında Medine'de kaldıktan
sonra, Benî Lihyân Gazvesi'ne[93]
çıktı. Bu seferin Benî Kurayza fethinden altı ay sonra, yani hicrî altıncı
yılın üçüncü ayında olduğu söylenir; doğrusu ise hicrî beşinci yıl olmalıdır.
Rasûlullah (s.a.s.)'m bu sefere çıkmadaki amacı, er-Racî'de öldürülen Asım b.
Sabit ile Hubeyb b. Adiyy ve arkadaşlarının intikamını almaktı. Buna
Dû-metü'l-Cendel Gazvesi'nin ardından karar vermişti. Rasûlulîah (s.a.s.),
Medîne-Şam yolu tarafında bulunan Gurâb Dağı'na doğru yola çıktı; ardından
Mahîd'e, [94] oradan da el-Betrâ'a
vardı. Oradan da sola saparak önce Yeyn[95]
Vadisi'ne, sonra Suhayrâtü'l-Yemâm'a vardı. Oradan da Mekke yolu üzerinde
bulunan el-Mehacca'ya doğru yola çıktı. Hızla yola devam ederek, Benî
Lihyân'ın konaklama yerlerinden biri olan Sâye[96] denilen
yere kadar uzanan Emeç ve Usfân arasında bulunan, Gurân[97] Vadisi'ne
varınca konakladı. Ancak Benî Lihyân'ın, bu durumu haber aldığınıve dağ
başlarına kaçarak gizlendiklerini gördüler. Rasûlullah (s.a.s.), onla gafil
avlanamaması üzerine, ashabından iki yüz süvari ile yola çıktı ve Usfân'a
varınca konakladı. Ardından arkadaşlarından iki atlıyı yola çıkar Onlar,
Kürâ'ü'l-Ğamîm'e varıncaya kadar gittiler; sonra geri döndüler. paha sonra
Rasûlullah (s.a.s.), Medîne'ye geri teşrif ettiler. [98]
Benî Lihyân
Gazvesi'nde Ensâr, Rasûlullah (s.a.s.)'a: [99]
"Savaşa çıktığımızda Medine bizden boşalmakta, bizler ondan
uzaklaşmaktayız; dolayısıyla korumasız kalmakta, bizden sonra düşmanlarımızın
baskın yapmasından dolayı kendimizi güvende hissedemiyoruz." dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Medine'ye giden geçitlerin her
bilinde, Allah'ın emriyle burayı koruyan bir melek bulunduğunu" bildirdi.
Daha sonra ashâb, seferden döndüler. Müslümanlar, Medîne'ye döndükten ve
gecelerce kaldıktan sonra, Gatafânlıların Benî Abdillah kolundan Uyeyne b.
Hısn, Müslümanlara baskın düzenledi. Rasûlullah (s.a.s.)'a ait gebe develerden
oluşan bir sürüyü alıp götürdüler. Sürünün yanında Gıfâr kabilesinden bir adam
ve bir kadın da bulunuyordu. Gıfârlı adamı öldürdüler; kadını ve gebe olan
deve sürüsünü sürüp götürdüler.
Baskını ilk haber alan
Seleme b. Amr b. el-Ekve' el-Eslemî oldu. Seleme, Gâbe'ye[100]
gidiyordu. Seniyyetü'1-Veda' tepesine çıktığında, kâfirlerin atlılarını gördü.
Bunun üzerine bağırarak Müslümanları uyardı. Ardından tek başına düşmanı
takibe başladı. Çok zor bir sınav verdi. Düşmana ok yağdırdı; bu nedenle
düşmanın eline geçmiş olan sürüden bir kısmını kurtardı, Medîne'de savaş
çağrısı yapıldığında, süvarilerden bu çağrıya Hk uyan ve Rasûlullah (s.a.s.)'ın
yanına gelenler sırayla, Benî Abdileş-hel'den el-Mikdâd b. el-Esed, Abbâd b.
Bişr b. Vakş, Sa'd b. Zeyd, Benî Hârise'den Ukkâşe b, Mihsan el-Esedî, Muhriz
b. Nadla el-Esedî el-Ah-rem, [101]
Benî Selime'den Ebû Katâde el-Hâris b. Rib'î, Benî Zürayk'tan Ebû Ayyaş b. Zeyd
b. es-Sâmit oldu.
Atlılar Rasûlullah (s.a.s.)'ın
huzurunda toplanınca, kendilerine Sa'd b. Zeyd'i komutan tayin etti. Rasûlullah
(s.a.s.)'ın, Ebû Ayyâş'ın atını Mu'âz b. Ma'ıs ya da Âiz b. Ma'ıs'a verdiği
rivayet edilir. Zira o, Ebû Ayyâş'tan daha usta bir biniciydi. Düşmana ilk
yetişen ve şehîd olan Muhriz b. Nad-la el-Ahrem oldu. Muhriz, Benî
Abdileşhel'den Mahmûd b. Mesleme'ye ait olan ata binmişti. Sahibi hazır
olmayınca, kendisi binmek için almıştı. Şehid düşünce, atı Benî Abdileşhel
mahallesinde bulunan ahırına kendiliğinden döndü. Abdurrahmân b. Uyeyne b.
Hısn'm, Muhriz'i şehîd ederek atına bindiği, sonra Seleme'nin de Abdurrahmân'ı
öldürdüğü, atının bun-. dan sonra kendiliğinden döndüğü de rivayet edilir.
El-Mikdâd'm atının adı
Sebhâ idi. Be'zece[102]
olduğu da söylenir. Mu'âz b. Vakş'm atının adı Lemmâ', [103]
Ukkâşe b. Mihsan'ın Zu'1-Limme, Sa'd b. Zeyd'in Lâhik, Ebû Katâde'nin Cerve; [104]
Üseyd b. Züheyr'in Mesnûn, Ebû Ayyâş'ın Celve, el-Ahrem'in bindiği atın adı ise
el-Cenâh[105] idi.
Müşrikler bozguna
uğrayarak geri kaçtılar. Rasûlullah (s.a.s,), Zü'1-Kared suyunun başına vardı.
Kurtarılan develerinden birini boğazlayarak, ziyafet verdi. Hz. Peygamber
(s.a.s.), burada bir gün bir gece ikamet ettikten sonra Medine'ye geri
döndü. ,
Gıfârlı kadın
Rasûlullah (s.a.s.)'ın devesine binip Medîne'ye geldiğinde, deveyi kurban
edeceğine dair adakta bulundu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) ona:
"Ma'siyette adak olamayacağını, kişinin mülkiyetinde olmayan bir malda
adakta bulunamayacağım" söyledi ve devesini ondan aldı. [106]
Sonra Rasûlullah
(s.a.s.), [107] Cemâzıyelâhır'ın bir
kısmı, Receb ayı ve yılın kalan kısmını Medine'de geçirdikten sonra, hicrî
altıncı yılın Şa'bân ayında, Huzâ'a kabilesinden Benî Mustalik'e karşı sefere
çıktı. Medîne'ye, yerine Ebû Zerr el—Gıfârî'yi vekil bıraktı. Nümeyle b.
Abdillah el-Ley-sî'yi bıraktığı da rivayet edilir. Rasûlullah (s.a.s.),
Kudeyd'in sahil taraflarında bulunan el—Muraysî'[108]
denilen suyun başında gafil bir halde bulunan Benî Mustalik'e baskın
düzenlendi. Öldürülenler öldürüldü, kadın ve çocuklar esir alındı. Esirler
arasında, Benî Mustalik'in reisi el-Hâris b. Ebî Dırâr'm kızı Cuveyriye de
bulunmaktaydı. Cuveyriye, Sabit b. Kays b. Şemmâs'm hissesine düşmüştü.
Cuveyriye özgürlüğüne kavuşmak için Sabit ile belli bir meblağ üzerinde anlaştı.
Hz. Peygamber (s.a.s.), o meblağı Cuveyriye'nin yerine Sâbit'e verdi ve onu
âzâd edip onunla evlendi. Bu gazvede Benî Leys b. Bekr b. Abdi Menât b.
Kinâne'den Hişâm b. Subâbe el-Leysî yaralandı. Ensârdan Ubâde b. es-Sâmit'e,
kabifesindan bir kişi onu düşman sanarak ateş etti.
Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in bu gazveden geri dönüşünde, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl,
"Medîne'ye döndüğümüzde şerefli olanlar, zelil olanları oradan kesinlikle
çıkaracak." dedi. Bu problem, Ömer b. Hattâb'ın ırgatı Cahcâh b. Mes'ûd[109]
el-Gıfârî ile Benî Avf b. el-Hazrec'in antlaşmalısı Sinan b. Veber el-Cühenî
arasında çıkan bir tartışma üzerine, el-Gıfâ-rî'nin, "Ey Muhacirler,
yardıma koşun!"; buna karşın el-Cühenî'nin de, "Ey Ensâr, yardıma
koşun!" demesi üzerine çıktı. Zeyd b. Erkânı, Abdullah b. Ubeyy'in
söylemiş olduğu sözü Rasûlullah (s.a.s.)'a bildirince, bu konuda Allah katından
Münâfikûn Sûresi nazil oldu.
Abdullah b. Abdillah
b. Ubeyy, babasıyla ilişkilerini kesti. Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek: "Ey
Allah'ın Rasûlü! Allah'a yemin ederim ki, şerefli olan sizsiniz, rezil olan da
odur. Vallahi eğer istersen, sen önu Medine den çıkarırsın ey Allah'ın
Rasûlü!" dedi. Daha sonra Medine tarafında durarak, babasına:
"Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.s.) girmene izin vermedikçe, sen
şehre giremezsin; ancak o izin verdikten sonra girebilirsin," dedi.
Abdullah b. Abdillah,
Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Duyduğuma göre babamın
Öldürülmesini istiyormuşsun. Babamı öldürmek üzere, benden başkasına görev
vermenden, dolayısıyla babamı öldürecek bu kişi ortalıkta dolaşınca kendimi
tutamayıp kâfir olan babama karşılık bu mü'min kişiyi Öldürüp cehenneme
girmekten korkuyorum.. Ensâr bilir ki ben onların içinde babasına karşı en çok
iyilik edeniyim. Bununla birlikte ey Allah'ın Rasûlü! Eğer babamın
öldürülmesini istiyorsan, bana emir buyurun, onun kellesini ben size
getireyim." dedi. Rasûlullah (s.a.s.), ona iyilikle konuştu ve babasına
karşı kötülük yapmayı düşünmediğini bildirdi.
Mıkyes b. Subâbe,
Müslüman olduğunu açıklayarak ve kardeşi Hişâm b. Subâbe'nin diyetini istemek
üzere Mekke'den gelmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), diyeti alması için
emir verdi; o da aldı. Ancak daha sonra kardeşinin katilini öldürdü ve küfre
dönerek Mekke'ye kaçtı. Mekke'nin fethinde, Rasûlullah (s.a.s.)'ın
öldürülmelerini buyurduğu kişilerin arasında bulunanlardan birisi de odur.
Benî Mustalik
Savaşı'nda Müslümanların parolası, "Öldür! Öldür!" idi. Müslümanlar,
Rasûluîlah (s.a.s.)'m Cüveyriye ile evlendiğini öğrendiklerinde, Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in hısımlığına saygı göstermek için ellerinde bulunan Benî
Mustalik'li bütün esirleri serbest bıraktılar. Bu sayede Cüveyriye'nin
kavminden yüz aile serbest bırakıldı.
Müslüman olmalarından
iki yılı aşkın bir süre sonra, Rasûlullah (s.a.s.), Benî Mustalik'e el-Velîd b.
Ukbe b. Ebî Mu'âyt'i zekât memuru olarak gönderdi. Bunun üzerine Benî
Mustalik'den olanlar kendisini karşılamak üzere yola çıktılar; onları bu
şekilde gören zekât memuru korktu ve Rasûlullah (s.a.s.)'a geri dönerek, Benî
Mustalik'lilerin kendisini öldürmeye yeltendiklerini bildirdi. Bunun üzerine
bir kısım sahabe, onlara karşı savaşa çıkılması arzusunu dile getirdiler.
Bunun ardından Benî Mustalik'ten bir heyet gelerek, zekât memurunun kendilerine
ulaşmadan geri dönüşünden hoşlanmadıklarını; ancak zekât memurunun sadece
gelişine olan sayalarını ortaya koymak için, onu karşılamak üzere yola
çıktıklarını belirtiler. Bunun üzerine, "Ey inananlar! Size fâsık (yoldan
çıkmış) bir adam nr haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa
bilmeyerek bir topuluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman
olursunuz." (49/Hucûrât, ) âyet-i kerîmesi nazil oldu.
Benî Mustalik Gazvesi
dönüşünde, iftiracılar (İfk ehli) ağızlarına geleni söylediler. Bunun üzerine,
-Allah kendisinden razı olsun- mü'minlerin annesi Hz. Âişe (r.a.)'nin iffetli
olduğu konusunda Yüce Allah katından vahiy nazil oldu. [110]
Sa'd b. Mu'âz'm, Sa'd
b. Ubâde ile bu konuda bir tartışmasının olduğu sahih kitaplardan[111]
bize rivayet olunmuştur. Ancak bize göre bu bir yanılgıdır. Zira Sa'd b.
Mu'âz'ın, Benî Kurayza fethinin hemen ardından vefat ettiği şüphe götürmez bir
gerçektir. Benî Kurayza fethi, hicretin 4. yılı Zilkade ayının sonunda meydana
gelmişti. Benî Mustalik Gazvesi ise, Sa'd'ın vefatından bir yıl sekiz ay sonra,
hicretin 6. yılının Şa'bân ayında olmuştur. Oysa Sa'd b. Mu'âz ve Sa'd b. Ubâde
arasında meydana geldiği söylenen münakaşa, Benî Mustalik Gazvesi'nin ardından
elli günü aşkın bir süre sonra meydana gelmiştir. [112]
İbn İshâk, Zührî'den,
o da Ubeydullah b. Abdillah ve diğerlerinden yaptığı rivayette, Sa'd b.
Ubâde'nin yaptığı ağız münâkaşasının Useyd b. el-Hudayr'le meydana geldiğini
zikreder. Doğru olan da budur. Allah'ın koruduğundan başka, hiç kimse hatadan
uzak değildir. [113]
Benî Mustalik
Gazvesi'nin dönüşünden sonra, Rasûlullah (s.a.s.) [114],
Ramazan ve Şevval aylarında Medine'de kaldı. Altıncı yılın Zilkade ayında,
umre yapmak üzere sefere çıktı. Medîne etrafında bulunan bedevîleri davet
ettiyse de, çoğunluğu geri kaldı. Rasûlullah (s.a.s.), Muhacir, Ensâr ve
kendisine tabi Araplarla yola çıktı. Kurbanlık hayvanları da beraberinde
sürdü. İnsanların onun savaşa çıkmadığını anlamaları için Zu'1-Huley-fe'ye
varınca umre niyetiyle ihrama girdi. Bin küsur kişiyle sefere çıktı. Fazla sayıya
yer verenler, en çok bin beş yüz, az sayıya yer verenler bin üç yüz, ortasını
bulmaya çalışanlar Müslümanların bin dört yüz kişi olduklarını belirtirler.
Bazıları, Müslümanların yedi yüz kişi olduğunu söylüyor-larsa da bu kesinlikle
doğru değildir. Kuşkuya yer kalmayacak şekilde doğru olanı, Müslümanların bin
üç yüz ile bin beş yüz kişi arasında olduklarıdır. [115]
Kureyşlilere haber ulaşınca, Kureyş'in
ileri gelenleri Rasûlullah (s.a.s.)'m Ka'be'ye girmesini
engellemek, bu olmadığı taktirde savaşmak üzere yola çıktılar. Hâlid b.
el-Velîd'i bir kaç süvari ile birlikte Ku-râ'u'I-Gamîm'e öncü birlik olarak
gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.), Usfân'da bulunduğu sırada, Kureyş'in bu
durumu ile ilgili haber kendisine ulaştı. Bunun üzerine, Eşlem'li birinin rehberliğiyle,
düşman ordusunun arka tarafına çıkan bir yola girdi. Bu, Mekke'nin aşağısında
Hudeybi-ye'nin aşağı tarafında bulunan Seniyetu'l-Murâr tepesine çıkan ve Hamz'ın arkasına düşen sağ yandaki yoldur.
Hâlid b. Velîd ve beraberindekiler, bu durumu haber alınca, Kureyş'in yanma
geri döndü. Rasûlullah (s.a.s.), Hudeybiye'de mezkur yere varınca devesi çöktü
ve yürümemekte diretti. Bunun üzerinde orada olanlar, "Deve harıniaştı,
deve gitmemek için inatlaştı." dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.): "O
inatlaşmadı, onun böyle bir huyu da yoktur; lakin, fil sahiplerim Mekke'ye
girmekten alıkoyan güç onu alıkoydu. Eğer Kureyş, beni akrabalık hakkım
korumaya davet etseydi, kesinlikle buna uyardım,1' dedi. Sonra Rasûlullah
(s.a.s.), orada indi. O'na: "Ey Allah'ın Rasûlü! Burası susuz bir
vadidir." denildi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), ok çantasından bir
ok çıkardı; onu su kuyusunun dibine saplayınca bütün orduya yetecek kadar su
fışkırdı. Oku alıp kuyunun dibine saplayanın, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in develerini
süren Naciye b. Cundub b. Umeyr b. Ye'mer b. Darim b. Amr b. Vasile b. Sehm b.
Mazin b. Selâmân b. Eşlem b. Afsâ b. Ebî Harise olduğu rivayet edilir. Başka
bir rivayette kuyuya inenin, el-Berâ b. Âzıb olduğu da söylenir.
Sonra Rasûlullah
(s.a.s.) ile Kureyş kâfirleri arasında diplomatik görüşmeler meydana geldi. Bu
görüşmeler, Süheyl b. Amr ile Rasûlullah (s.a.s.)'ın anlaşmaya varmasına kadar
sürdü. Buna göre, bu yıl geri dönüp gidilecek, ertesi yıl, Müslümanlar sadece
kılıçlan kınında olmak şartıyla umre için gelecekler ve üç gün içinde umre
yapacaklardır. Kesintisiz on yıl, Müslümanlar ve Kureyşliler barış içinde
olacaklar; insanlar güven içinde karşılıklı olarak birbirlerine
gidebileceklerdir. Kureyş'ten -kadın erkek kim olursa- Müslümanlara iltica
edenler geri iade edilecek; ancak Müslümanlardan Kureyşlilere iltica eden
olursa Kureyş bunları geri iade etmeyecektir, şeklinde anlaşma yapıldı. Bu son
madde Müslümanlara çok ağır geldi. Öyle ki bazılarından itiraz sesleri
yükseldi. Oysa Rasûlullah (s.a.s.), Rabbinin kendisine bildirdiğini en iyi
bilendi ve O, Müslümanlar için Allah tarafından garanti edilmiş bir çıkış
yolunun sağlanacağını, bu barışın İslâm'ın açıkça yayılmasına vesile
kılınacağını bildiği için Müslümanları bu konuda uyardı. Müslümanlar başta
hoşlanmamalarına rağmen daha sonra anlaşmadan hoşnut kaldılar. Süheyl b. Amr,
anlaşmanın yazıldığı sayfaya "Muhammedun Rasûlullah" ibaresinin
yazılmasına karşı çıktı. Ancak anlaşmanın kâtibi Hz. Ali b. Ebî Tâlib, eliyle
"Rasûlullah" sal-la'1-lâhu aleyhi ve sellem[116]
ibaresini silmek istemedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), bunu kendisi
sildi ve kâtibe, bunun yerine "Muham-med b. Abdillah" diye yazmasını
emretti.
Bu arada Ebû Cendel b.
Süheyl, bukağı ve bağlarıyla kaçıp geldi. Ancak Rasûlullah (s.a.s.), Mikrez b.
Hafs'ın himayesine alması şartıyla onu babasına iade etti. Bu durum
Müslümanlara çok ağır gelince, Rasûlullah (s.a.s.), Allah'ın, onun için bir
çıkış yolu yaratacağını haber verdi.
Kureyş'ten, sayıları
otuzla-kırk arasında olduğu söylenen bir grup, Hudeybiye'de bulunuyorlarken,
Müslümanlara baskın yapmaya kalkıştılar. Ancak hepsi de tutuklanıp derdest
edildiler. Daha sonra Rasûlullah (s.a.s.), hepsini serbest bıraktı. İşte
el-Utekî diye bilinen kişilerin soylarının dayandığı kişiler, bu serbest
bırakılan (uteka)lardır.
Rasûlullah (s.a.s.),
anlaşmayı imzalamadan önce Osman b. Affân'ı elçi olarak Kureyş'e göndermişti.
Bu arada Hz. Osman'ın öldürüldüğü şayiası çıktı. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.s.), kaçmamak, ölünceye kadar savaşmak üzere ashabını bey'atlaşmaya davet
etti. İşte, Allah'ın bu bey'atı yapanları övdüğü, Rasûlullah (s.a.s.)'m da
cehenneme girmeyeceklerini haber verdiği, ağaç altında gerçekleştirilen
Bey'atu'r-Rıdvân budur.
Rasûlullah (s.a.s.),
sol elini tutup sağ elinin üzerine koydu ve: "İşte bu bey'at da Osman
içindi?:" buyurdu. Antlaşma yazılıp tamamlandıktan sonra Rasûlullah
(s.a.s.), kurbanların kesilmesini ve ihramdan çıkılmasını emretti. Rasûlullah
(s.a.s.)'i öfkelendiren bir karşı çıkış ve duraksamadan sonra herkes
kurbanlarını kesip ihramdan çıktılar. Yüce Allah da bu konuda onları muvaffak
kıldı. Rasûlullah (s.a.s.)'ı, Hıraş b. Ümeyye b, el-Fadl el-Huzâ'î'nın tıraş
ettiği söylenir.
Sonra Rasûlullah
(s.a.s.), Medîne'ye döndü. Ebû Basîr Utbe b. Esîd b. Câriye, Kureyşli
müşriklerden kaçarak Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanına geldi. Ebû Basîr, Benî
Zühre'nin müttefiki idi. Mekke'de müşriklerce hapsedilmişti. Abdurrahman b.
Avf m amcası Ezher b. Abdi Avf ve Ahnes b. Şerik, Benî Amir b. Lüeyy'den bir
kişi ve onların azadlı bir kölesini, Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanma gönderdiler.
Bu iki kişi, Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanına geldiklerinde, O, Ebû Basîr'i
onlara teslim etti. Onlar, Ebû Basîr'i alıp götürdüler. Zu'1-Huleyfe'ye
vardıklarında, orada konakladılar. Ebû Basîr, o iki kişiden birine: "Bu kılıcına bakabilir miyim?"
dedi. Adam kılıcı onun eline verdiğinde, Ebû Basîr, kılıçla Benî Âmir'den olan
kişiyi vurup öldürdü. Azadlı köle ise kaçtı; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanma
geldi ve olanları O'na bildirdi. Tam o sırada Ebû Basîr geldi ve: "Ey
Allah'ın Ra-sûlü! Vermiş olduğun söz yerine geldi, Allah, sana, üzerine düşeni
eda ettirdi. Beni düşmanların eline teslim ettin. Ben de dinim hakkında
işkenceye tutulmak ya da alay edilmekten (korktuğum için onların yanına gitmekten)
kaçındım ve dinimi korudum." dedi. Rasûlullah (s.a.s.) da Ebû Basîr için:
"Ne adam yahu! Sanki savaş kızıştıncısı! Yanında bir takım adamlar da
bulunsa" dedi. Ebû Basîr, Rasûlullah (s.a.s.)'m kendisini tekrar Kureyş
müşriklerine iade edeceğini sandı. Oradan ayrılıp deniz sahilindeki Is denilen
yere gitti. Burası Zu'1-Merve bölgesinde, Kureyş müşriklerinin Şam'a giden
ticâret yolu üzerinde idi. Ebû Basîr, ticaret kervanlarının yolunu kesiyordu.
İslâm'ı benimseyip Kureyşlilerden kaçanlar, onun yanında toplandılar.
Kureyşlileri rahatsız etmeye devam ettiler. Bundan dolayı Kureyş müşrikleri,
Rasûlullah (s.a.s.)'a bir mektup yazarak, onları Medîne'ye getirmesini
istediler.
Yüce Allah, Müslüman
kadınların müşriklere geri verilmesi ile ilgili antlaşma şartını vahiy
indirerek iptal ettirdi. Böylece kadınların geri çevrilmesini yasakladı. Sonra
Berâe Sûresi ile tüm anlaşma hükümleri nesh olundu. Hamd, âlemlerin Rabbi
Allah'a mahsustur.
Şöyle
ki, Ümmü Külsûm bint Ukbe b. Ebî Mu'ayt, hicret edip Medîne'ye geldi.
Kardeşleri Umâre b. Ukbe ve Velîd b. Ukbe, onu geri götürmek üzere Rasûlullah
(s.a.s.)'m yanma geldiler. Bu arada Yüce Allah, mü'mine kadınların müşriklere
geri verilmesini yasakladı. Yine o sırada, mü'minlerin, kâfir kadınları
nikâhları altında tutmasını haram kıldı. Böylece kâfir kadınların Müslümanlar
ile olan nikâh akdini feshetti. [117]
Hz. Peygamber
(s.a.s.), Hudeybiye dönüşünde, Zilhicce ve Muharrem ayının bir kısmında
Medine'de ikamet ettikten sonra, Muharrem ayının geri kalan kısmında savaşmak
üzere Hayber'e[118]
doğru yola çıktı. Bu, hicrî altıncı yılın sonlarına doğruydu. [119]
Hz. Peygamber,
kendisinin yerine Nümeyle b. Abdillah el-Leysî'yi vekil olarak bıraktı.
Sancağı ise Hz. Ali'ye verdi. Sancağın beyaz renkte olduğu söylenmiştir. Hz.
Peygamber, önce Isr[120]
dağında konakladı ve burada kendisine bir mescid yapıldı; daha sonra Sahba'ya
vardı. Oradan da Raci' diye isimlendirilen bir vadiye indi. Böylece Rasûlullah
(s.a.s.), Gatafânlı-lar'ın Yahudilere yardım etmelerini engellemek için, her
iki kesimin arasında bir yerde konaklamış oldu. Zira Gatafânhlar, Hayber
Yahudilerine yardım etmek istemişlerdi. Çıktıklarında Allah, onları korkutan
bir ses işittirdi de geri döndüler; onlara bir şeyler göründü, oldukları yerde
donakaldılar. Bundan sonra Hz. Peygamber, kaleleri ve kuleleri fethetmeye ve
ganimetleri almaya başladı. Yahudilerin ilk fethedilen kaleleri Naim ismindeki
kaledir. Burada Mahmûd b. Mesleme, üzerine atılan bir değirmen taşıyla
öldürüldü. Sonra Ebû Hukayk Oğullan'mn kalesi olan Kamus fethedildi.
Hz. Peygamber,
onlardan birkaç kadın esir aldı. Kinâne b. er-Rebî' b. Ebi'l-Hukayk'm yanında
olan Safiyye bint Huyey b. Ahtab ve onun iki amcasının kızı[121] da
onların arasındaydı. Hz. Peygamber, Safiyye'yi Dih-ye'ye hibe etti; sonra ondan
dokuz baş hayvan karşılığında satın aldı ve id-det süresi bitip Müslüman
oluncaya kadar Ümmü Seleme'nin yanında bıraktı. Bilahare onu âzâd edip, onunla
evlendi. Azâd edilişini mehri yerine sayarak, onun dışında başka herhangi bir
mehir vermedi. İşte Hz. Peygamber'in bu uygulaması, böyle bir şey yapmak
isteyen için kıyamet gününe kadar müstehâb bir sünnet oldu.
Hz. Peygamber, Hayber
Savaşı'nda, ehlî eşeklerin etlerini haram kılarak onların pis olduğunu
bildirdi ve eşek etlerinin kaynadığı tencerelerin dökülmesini, sonra da
yıkanmasını emretti. Bu arada atların etini helâl kıldı ve sahabîlerine
yedirdi.
Sonra Sa'b b. Mu'âz'ın
kalesi fethedildi. Hayber'de ondan daha fazla yiyeceğin ve et yağının olduğu
başka bir kale yoktu. Hz. Peygamber'in en son fethettiği kaleler, Vatîh ve
Sülâlim kaleleriydi. Onları, on geceden fazla muhasara altına aldı.
Müslümanların Hayber günündeki sloganları şuydu: "Öldür! Öldür!"
Bazı kalelerinin
önlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer durdu; ancak onlar fethedemeyince Hz.
Peygamber sancağı Hz. Ali'ye verdi de o fethetti. Hz. Ali'nin gözlerinde ağrı
vardı. Hz. Peygamber'in, onun gözlerine tükürüğünü sürmesi üzerine iyileşti.
Hayber'in bütün
arazisi ve kalelerin çoğu, savaş yolu ile; bazı kaleleri ise, onları
kalelerinden sürgün etme üzerine onlarla yapılan anlaşma neticesinde sulh yolu
ile fethedildi. Hz. Peygamber, beşte birini (humusu) ayırdıktan sonra bütün
ganimetleri taksim etti. Yahudileri de uygun gördüğü sürece, Hayber arazisinde
çıkacak her türlü ekin ve meyvenin yarısı kendilerinin olmak üzere, mal ve
canlarıyla toprağı işlemek şartıyla orada bıraktı. Yahudiler, Hz. Peygamber'in
vefatına kadar Hayber'de bu şekilde kaldılar. Bu durum, Hz. Ebû Bekir'in
hilâfeti ile Hz. Ömer'in hilâfet süresinin büyük çoğunluğunda da devam etti.
Ancak Hz. Ömer'in hilâfetinin sonlarına doğru, Hz. Peygamber'in vefat ettiği
hastalığı esnasında, Arap Yarımadası'nda iki dinin bir arada bulunmayacağı
hadisini kesin bir şekilde söylediği haberi kendisine ulaşınca, Yahudilerin
Hayber ve diğer Arap memleketlerinden sürgün edilmesini emretti. Müslümanlar
da, Hay-ber'den kendi paylarına düşen mallarını alıp idare ettiler. Onun taksim
işini üstlenenler de, onun ehlinden olan Benî Selime'ye mensup Cabbâr b. Sahr
ve Benî Neccâr'a mensub Zeyd b. Sabit idi.
Hayber'in fethinde,
Sellâm b. Mişkem'in karısı Zeyneb bint el-Hâris isminde Yahudi bir kadın, Hz.
Peygamber'e kızartılmış ve içine zehir bırakılmış bir koyun hediye etti. Hz.
Peygamber, etin en çok kol kısmını seviyordu; ondan bir lokma ağzına aldı. Bu
arada onunla birlikte Benî Selime'ye mensub Bişr b. el-Berrâ b. Ma'rur vardı;
o da etten bir lokma yedi. Hz. Peygamber, bu kemik bana zehirli olduğunu
söylemektedir, dedi ve ağzındaki lokmayı attı. Sonra Yahudi kadını çağırdı; o
da suçunu itiraf etti. Bişr ise, yediği etten dolayı vefat etti. Allah ondan
razı olsun. Hz. Peygamber, o Yahudi kadını öldürmedi."[122]
Müslümanlar, Hayber
gününde bin dört yüz yaya ve iki yüz atlıydılar. Zübeyr b. el-Avvâm'ın hissesi,
en-Natat bölgesinin el-Hav'[123]
adlı yere çıktı. Aynı şekilde Benî Beyâda ve Benî Haris b. el-Hazrec'in
hisseleri de en-Natat bölgesine isabet etti. Benî Avf b. el-Hazrec ve
Müzeyne'nin hisseleri de en-Natat bölgesinin Na'îm adlı kısmına çıktı. Benî
Aclân'dan Asım b. Adiyy'in hissesi, Hz. Peygamber'inki ile birlikte çıktı.
Abdurrah-man b. Avf, Benî Saide, Benî Neccâr, Ali b. Ebî Tâlib, Talha b.
Ubeydil-Iah, Gıfâr, Eşlem, Ömer b. el-Hattab ve Araplardan Benî Selime, Benî Harise,
Cüheyne ve Sakif'in hisseleri eş-Şıkk denilen yere isabet etti.
Benî Harise b. Avf'e
mensub olan Ubeyd b. Evs, o gün Hisseci Ubeyd diye nam saldı. Çünkü o gün, bir
çok kişinin payını satın almıştı. Hz. Ömer de, Hayber'de yüz kadar hisse satın
almıştı. Bu onun günümüze kadar kalan ve kıyamete kadar da kalacak olan
sadakasidır. [124]
Hayber Gazvesi'nde
şehîd olan Müslümanların[125]
adları şöyledir:
Rabîa b. Eksem b.
Sahbere[126] b. Amr b. Lükeyz[127] b.
Âmir b. Ğanm b. Düdan b. Esed b. Huzeyme.
Sakf b. Amr b. Sumeyt
b. Sa'lebe b. Abdillah b. Ganm b. Düdan.
Rifâ'a b. Mesruh.
Bütün bunlar, Ümeyye
b. Abdi Şems Oğullan'na mensupturlar.
El-Kâra kabilesinden
olup, Zühre Oğulları'nın müttefiki olan Mes'ûd b. Rabî'a.
Esed b. Abdiluzzâ ve
kız kardeşlerinin müttefiki [Leys b. Bekr b. Abdi Menât b. Kinâne Oğullan'ndan[128]
Abdullah b. el-Hübeyb (bir rivayete göre İbn el-Hebîb) b. Üheyb b. Suhaym b.
Giyere.
Benî Selime'den Bişr
b. el-Berrâ b. Ma'rur. Hz. Peygamber ile birlikte yediği zehirli etten dolayı
vefat etti.
Yine Benî Selime'den
Füdayl b. en-Nu'mân.
Mes'ûd b. Sa'd b. Kays
b. Hâlede b. Âmir b. Zurayk.
Abduleşhel
Oğulları'nın müttefiki, Mahmûd b. Mesleme b. Hâlid b. Adiyy b. Mecda'a b.
Harise b. el-Hâris b. el~Evs.
Kuba'lılardan Ebû
Dayyâh Sabit[129] b. Ümeyye b.
İmri'i'1-Kays b. Sa'lebe b. Amr b. Avf.
Mübeşşir b.
Abdilmünzir[130] b. Dinar b. Ümeyye b.
Mâlik b. Avf b. Amr b. Avf.
El-Hâris b. Hatib.
Evs b. Katâde.
Urve[131] b.
Mürre b. Surâka.
Evs b. el-Kâid. Uneyf
b. Habîb.
Sabit b. Esle. [132]
Talha.
Esved er-Raî. Adı
Eslem'dir. [133] Bu kişilerin tamamı Benî
Amr b. Avf'e
mensupturlar.
Ğıfâr Oğullan'ndan:
Umara b. Ukba b.
Harise b. Gıfâr b. Müleyl b. Damra. Ona bir ok isabet etmişti.
Eşlem kabilesinden:
Âmir b. el-Ekvâ'. [134]
Ca'fer b. Ebî Tâlib, [135]
hanımı Esma bint Umeys, oğulları[136]
Abdullah b. Ca'fer ve Muhammed b. Ca'fer.
Hâlid b. Sa'îd b.
el-Asî b. Ümeyye b. Abdi Şems, hanımı Ümeyne bint Halef ve çocukları Sa'îd ile
Emet.
Amr b. Sa'îd b.
el-Asî. [137] Hanımı Fâtıma bint
Safvân el-Kinâniyye ise Habeşistan topraklarında vefat etmişti.
Utbe b. Rabî'a ailesinin
müttefiki Mu'aykıb b. Ebî Fâtıma, Hz. Ömer döneminde Beytü'l-mâl'i yöneten
kişidir.
Esved b. Nevfel b.
Huveylid b. Esed b. Abdiluzzâ.
Abduddâr Oğullan'ndan
Cehm b. Kays b. Abd Şurahbil, iki çocuğu Amr b. Cehm ve Hüzeyme bint Cehm.
Hanımı Ümmü Harmele bint Ab-düesved ise Habeşistan'da vefat etmişti.
Benî Temim b.
Mürre'den, Haris b. Hâlid b. Sahr. Hanımı Rayta bint Haris b. Cübeyle,
Habeşistan'da vefat etmişti.
Osman b. Rabî'a b.
Ühban el-Cümehî.
Benî Sehm'in
müttefiki, Mahmiye b. Cez' ez-Zübeydî. Hz. Peygamber, onu humus işleriyle
görevlendirmişti.
Benî Adiyy b. Ka'b'dan
Ma'mer b. Abdillah b. Nadla.
Benî Âmir b. Lüey'den
Ebû Hatib b. Amr b. Abdi Şems.
Benî Âmir b. Lüey'den,
Mâlik b. Rabîa b. Kays b. Abdi Şems ve hanımı Amra bint es-Sa'dî b. Vakdan b.
Abdi Şems el-Âmiriyye.
Habeşistan'a hicret
eden diğer kişiler ise, bundan iki sene önce gelmişlerdi. Yukarıda adları
zikredilenler orada en son kalanlardı. [138]
Hz. Peygamber'in
Hayber halkına yaptıkları Fedek[139]
halkına ulaştığında, Hz. Peygamber'e, can güvenliklerini garanti altına almak
şartıyla mallarını onlara bırakacaklarını haber verdiler. Rasûlullah, onların
bu isteğini kabul etti. Fedek topraklarına ne bir at, ne de bir deve
sürülmediğinden dolayı Hz. Peygamber onu taksim etmedi; Rabbinin kendisine
emrettiği şekilde, bıraktı.[140]
Hz. Peygamber
(s.a.s.), Hayber'den sonra Vadî'l-Kurâ'ya[141]
yöneldi. Burada ismi Mid'em olan bir köleye, kim tarafından atıldığı bilinmeyen
bir ok saplandı ve onu öldürdü. İnsanlar: "Cennet ona mübarek olsun."
dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Hayır! Nefsim kudret elinde olana yemin
olsun ki, Hayber Gazvesi'nde aldığı abadan dolayı, su anda ateş alevlen onu
kuşatmış durumdadır. Zira ganimet taksim edildiğinde, o aba onun hissesine düşmemişti."
mealinde sözler söyledi. Sonra burayı savaş yoluyla fethedip ganimetini taksim
etti. [142]
Rasûlullah (s.a.s.),
Hayber'den döndüğünde, Rebî'ulevvel, Rebi'ulâ-hır, Cemâzıyelevvel,
Cemazıyelâhır, Receb, Şa'bân, Ramazan ve Şevval aylarında Medine'de ikamet
etti. Bu esnada bir kaç seriyye yolladı. Sonra hicretin yedinci yılının
Zi'lkâde ayında, Hudeybiye'de Kureyşliler ile vardığı anlaşma gereğince umre
yapmak üzere yola çıktı. [143] Bu arada Yüce Allah'a ve
Rasûlü'ne düşmanlıklarından dolayı, Kureyş'in ileri gelenleri Mekke'den dışarı
çıktılar. Hz. Peygamber umresini tamamladı. İhramdan çıktıktan sonra da, orada
îbn Abbâs ve Hâlid b. el-Velîd'in teyzeleri olan Meymûne bint el-Hâris ile
evlendi. Mekke'de üç gün geçirdikten sonra, Kureyşliler onu şehri terk etmeye
mecbur ettiler. Mü'minlerin annesi ile zifafa girmesine fırsat vermediler.
Şerif denilen yerde ancak onunla zifafa girebildi. Mü'minlerin annesi Meymûne,
Mu'âviye döneminde burada vefat etti ve aynı yerde defnedildi. Günümüze kadar
mezarı orada bulunmakta ve herkesçe bilinmektedir. [144]
Rasûlullah (s.a.s.),
kaza umresinden döndüğünde, Zilhicce, Muharrem, Safer, Rebî'ulevvel ve
Rebi'ulâhır aylarında, Medine'de ikamet etti. Sonra hicrî sekizinci yılın
Cemâzıyelevvel ayında, Şam tarafına emirler (komutanlar) gönderdi. [145]
Bundan önce ve
Hudeybiye ile Hayber'den sonra, Kureyş'in ileri gelenlerinden Amr b. el-Asî,
Hâlid b. el-Velîd ve Osman b. Talha b. Ebî Tal-ha Müslüman olmuşlardı.
Rasûlullah (s.a.s.),
ordu komutanı olarak Zeyd b. Hârise'yi görevlendirdi. Müslümanlara, onun
başına takdîr-i ilâhî ile bir şey geldiğinde, Ca'fer b. Ebî Tâlib'i, onun
başına da takdîr-i ilâhî ile bir şey geldiğinde Abdullah b. Ravâha'yı komutan
olarak tayin etmelerini emretti. Hz. Peygamber (s.a.s.), orduyla birlikte
çıkarak onları uğurladı. Sonra geri döndü; ordu ise yoluna devam etti. Ordu,
Suriye topraklarındaki Ma'ân'a vardığında, Rum Kralı Herakl'ın, Benî Me'ab
topraklarına konaklamış olduğu haberi onlara ulaştı. Burası îsrâîl Oğullan'nın
kitaplarında zikredilen, Hz. Lût'un kavminden Benî Me'ab'ın toprağıdır. Benî
Me'ab'ın egemen olduğu dönemde, el-Belka diye isimlendirilen bu yerde, bazen
onlar İsrâîl Oğullan'na; bazen de İsrâîl Oğulları onlara saldırırdı. Bizans
Kralı ile birlikte Bizanslılardan yüz bin, Suriye Hri s ti yani arından Lahm
ve Cuzzam kabileleri ile Kudâ'a kabilesinin Behra, Beliyy ve Belkayn
boylarından da yüz bin kişi bulunmaktaydı. Onların başında onları yöneten
Beliyy kabilesinin bir kolu olan Benîîrâşe'ye mensub Mâlik b. Rakile[146]
adında bir kişi bulunuyordu. Müslümanlar iki gece Ma'ân'da kaldılar. Sonra,
"Hz. Peygamber (s.a.s.)'e bir mektup yazıp düşmanımızın sayısını
bildirelim. Böylece bize ya bir emirde bulunur ya da bizi desteklemek üzere
kuvvet gönderir." ' dediler. Bunun üzerine Abdullah b. Ravâha şöyle dedi:
"Ey insanlar! Hoşlanmadığınız şey, onun için çıkıp arzuladığınız şeydir.
Yani şehâdettir. Biz insanlarla sayı ve güçle değil, Allah'ın bizi yücelttiği
şeyle savaşıyoruz. Haydi çıkınız; iki güzellikten biri bizimdir: Ya zafer, ya
şehâdet..." Ordu da Abdullah'ın bu görüşüne muvafakat edip yola koyuldu.
Tuhûmu'l—Bel-ka'ya geldiklerinde, Meşârif denilen bir köyün kenarında, yukarıda
zikret- | tiğimiz HerakI ile birlikte olan orduyla karşılaştılar. Müslümanlar da
MÛ-te denilen bir köye yerleştiler. Müslümanlar sağ cananlarına Kutba b.
Ka-tâde el-Uzrî'yi, sol cenahlarına da Abaye b. Mâlik el-Ensârî'yi, bazılarına
göre Ubâde'yi komutan tayin ettiler. Savaş başladı; ilk komutan Zeyd b. Harise,
göğsüne saplanan bir okla, elinde sancak olduğu halde şehid edildi. Bunun
üzerine Ca'fer b. Ebî Tâlib, sancağı eline aldı. Kumral atından indi. Atım
boğazladığı da söylenmiştir. Sağ eli kesilinceye kadar savaştı. Sonra sancağı
sol eline aldı. Sol eli de kesilince, sancağı kucağına aldı. Bu şekilde o da
şehid oldu. Bu sırada Ca'fer (r.a.), otuz üç yaşındaydı. Sancağı Abdullah b.
Ravâha eline aldı. Bir anlık, attan inmekte tereddüt etti. Sonra tereddüdünü
giderdi ve samimi bir niyetle şehîd oluncaya kadar savaştı. Bunun üzerine Benî
Aclân'm akrabalarından Sabit b. Akrem sancağı alarak "Ey Müslüman
topluluk! Birini başınıza geçirme konusunda anlaşınız." dedi.
Müslümanlar, "Sen geç!" dediler. O, "Hayır!" dedi. Bunun
üzerine sancağı Hâlid b. el-Velîd aldı ve Müslümanları toplayıp sıraya koydu.
Hz. Peygamber (s.a.s.), kendisine daha haber ulaşmadan önce, aynı günde adları
geçen komutanların şehîd edildiklerini bildirdi. [147]
Mûte Savaşı'nda şu
Müslümanlar şehîd[148]
oldular:
İlk komutan Zeyd b.
Harise.
Ondan sonraki ikinci
komutan Ca'fer b, Ebî Tâlib.
Üçüncü komutan
Abdullah b. Revâha.
Adiyy b, Ka'b
Oğulları'ndan Mes'ûd b. el-Esved b. Harise b. Nadle.
Benî Âmir b. Lüeyy'in
Hısl Oğulları boyundan, Vehb b. Sa'd b. Ebî Şerh.
Abbâd b. Kays. O ve
Abdullah b. Ravâha, Haris b. Hazrec Oğulları'ndandırlar.
Haris b. Nu'mân b.
İsaf b. Nadle b. Avf b. Ğanm b. Mâlik b. en-Neccâr. Mazin b. en-Neccâr
Oğulları'ndan Surâka b. Amr b. Atıyye b. Hansa b.
Mebzul.
Ebû Kuleyb (Ebû
Kilâb" da denilmiştir) b. Amr b. Zeyd b. Avf b. Mebzul.
Kardeşi, Câbir b. Amr.
Neccâr Oğulları'ndan
Sa'd b. el-Hâris b. Abbâd b. Sa'd b. Âmir b. Sa'lebe b. Mâlik b. Efsa'nm iki
oğlu Amr ve Âmir. Adları belirtilenler yukarıda isimleri sayılanlardır. Mûte
gününde, Müslümanların sayısının üç bin olduğu söylenmiştir.[149]
Rasûlullah (s.a.s.), [150]
Mûte'den sonra Cemâzıyelevvel, Cemâzıyelâhır ve Receb aylarını Medîne geçirdi.
Sonra, Hudeybiye gününde akt olunan sözleşmenin bozulmasını gerekli kılan bir
durum meydana geldi. Şöyle ki: Hu-zâ'a kabilesinin mü'mini olsun, kâfiri olsun,
Rasûlullah (s.a.s.)'m müttefiki ve onun himayesinde idiler. Bekr b. Abdi Menât
b. Kinâne Oğullan ise, Kureyş'in müttefiki ve onların himayesinde idiler. Bekr
b. Kinâne Oğulları, Mekke'nin aşağısında, Huzâ'alılara ait Vetir denilen suyun
yanında, onların kabilesinden bir gruba saldırdılar. Zira İslâm'dan bir süre
önce, Es-ved b. Rezn ailesinin müttefiki Mâlik b. Abbâd el-Hadramî adında bir
kişi, ticaret yapmak amacıyla çıkıp Huzâ'a topraklarının ortasına geldiğinde,
Huzâ'alılar onu Öldürüp mallarını almışlardı. Bunun üzerine Bekr b. Abdi Menât
Oğulları'ndan Esved b. Rezn grubu, Huzâ'a Oğullan'ndan bir kişiye saldırıp,
Mâlik b. Abbâd'a karşılık olarak öldürdüler. Huzâ'a kabilesi, Esved b. Rezn
Oğulları'ndan Sulma, Külsûm ve Zueyb'e saldırıp, onları öldürdüler. Bu üç
kardeş, Kinâne Oğullan 'nın ileri gelenlerinden İdiler. Câhiliye döneminde
onlara diyet verildiğinde, bire karşı iki diyet veriliyordu. Onların
kavimlerinden olan diğer kişilere ise birer diyet veriliyordu. Bütün bu
çarpışmalar, İslâm'dan önce vuku bulmuştu. İslâm geldiğinde ise, insanlar
onunla ilgilendiklerinden dolayı bütün bu zikredilenlere ara verildi. Hudeybiye
günü antlaşma akd olunduğunda, insanlar birbirlerine güvenmeye başladılar. Benî
Bekr b. Abdi Menât'tan ed-Diyl Oğulları, bu fırsatı ve Huzâ'a kabilesinin
gafletini bir ganimet olarak değerlendirdiler. Esved b. Rezn Oğulları 'nın
intikamını almak istediler. Nevfel b. Mu'âviye ed-Diylî ve Bekr b. Abdi Menât
Oğulları'ndan onun sözüne uyup ona bağlı olanlar, akşamleyin Huzâ'a kabilesi,
Vetir denilen suyun yanında bulundukları bir sırada onlara saldırıp öldürdüler.
Kureyş de, Benî Bekr'e silah yardımında bulundu. Hatta Kureyş'den bazıları
gizlice onların yardımına gittiler. Huzâ'alılar yenilgiye uğrayıp Harem'e
sığındılar. Nevfel b. Mu'âviye'nin kavmi ona: "Ey Nevfel! Bu Harem'dir,
ondan sakın. İlâhın olan Allah'tan kork!" dediler. O kâfir ise:
"Bugün benim için ilâh yoktur. Allah'a yemin ederim ki ey Benî Kinâne! Siz
gizlice Harem'e gireceksiniz. Yoksa intikamınızı almak istemiyor musunuz?"
dedi. Huzâ'a kabilesinden Munebbih adında bir kişiyi öldürdüler. Huzâ'alılar
Mekke'nin evlerine sığındılar. Budeyl b. Verkâ el-HuzâTnin ve onların bir
kölesi olan Rafi' adındaki bir kölenin evine girip saklandılar. Bu olay, Hudeybiye
günü akdedilen antlaşmanın bozulması demekti.
Amr b. Salim
el-Huzâ'î, Ka'b Oğulları'ndan biri, Budeyl b. Verkâ ve Huzâ'anlardan bir grup,
Benî Bekr b. Abdi Menât ve Kureyşlilerin kendilerine yaptıklarına karşı, yardım
dilemek amacıyla Rasûlullah (s.a.s.)'ın
yanına geldiler.
Rasülullah (s.a.s.) da, onlara yardım edeceğini söyledi. Rasülullah (s.a.s.),
Ebû Sîifyân'.ın akdi sağlamlaştırmak ve süresini uzatmak için geleceğini;
fakat ihtiyacını karşılamadan/arzusuna nail olmadan geri döneceğini onlara
bildirdi. Kureyş, yaptıklarına pişman oldu. Ebû Süfyân, akdi sağlamlaştımak ve
süresini uzatmak amacıyla çıkıp Medine'ye geldi. Usfan'da Budeyl b. Verkâ ile
karşılaştı. Budeyl, Rasülullah (s.a.s.)'a gidişini ondan sakladı. Ona sahil
yolu ile Huzâ'alılara gittiğini bildirdi. Ebû Süfyân, Medîne'ye gelinceye kadar
yoluna devam etti. Mü'minlerin annesi, kızı Ümmü Habîbe'nin yanına gitti,
Rasülullah (s.a.s.)'m döşeğinin üzerine oturmak istediğinde Ümmü Habîbe, onu
katlayıp aldı. Niçin öyle yaptığını sorduğunda Ümmü Habîbe: "Bu Rasülullah
(s.a.s.)'m döşeğidir. Sen ise pis bir müşriksin. Onun üzerinde oturmanı
istemedim." dedi. Ebû Süfyân, ona: "Ey yavrucuğum! Benden sonra sana
kötülük dokunmuş, değişmişsin." dedi. Sonra Rasülullah (s.a.s.),
Mes-cid'den evine geldi. Ebû Süfyân, onunla konuştu. Fakat Rasülullah (s.a.s.),
ona hiç cevap vermedi. Sonra Ebû Süfyân, Ebû Bekir es-Sıddîk'in yanına gitti.
Ona, Medîne'ye geliş amacını açıklayarak, bu konuda Rasülullah (s.a.s.) ile
konuşmasını istedi. Ebû Bekir, onun dediğini kabul etmedi. Ömer ile karşılaştı
ve bu konuda onunla konuştu. Ömer: "Bu işi ben mi yapacağım? Allah'a
yemin ederim ki küçücük bir karıncadan başka bir şey bulamazsam ondan
yararlanır, yine de sizinle savaşırım." dedi. Hz. Ali'nin evine girdi.
Onun yanında Rasülullah (s.a.s.)'m kızı Fâtıma ve henüz çocuk olan Hasan
vardı. Niçin geldiğini Hz. Ali'ye anlattı. Hz. Ali ona: "Allah'a yemin
ederim, ki Rasülullah (s.a.s.)' in kararlaştırdığı bir konu hakkında onunla
konuşamıyoruz." dedi. Sonra Ebû Süfyân, Hz. Fâtı-ma'ya yönelerek: "Ey
Muhammenin kızı! Şu yavrucuğuna emretsen de, iki taraf arasında himayeci
olduğunu söylese olmaz mı? Böylece insanları himaye edip kurtaramaz tnı?"
dedi. Hz. Fâtıma: "Oğlum, halkın arasını düzeltip onları himaye edecek
yaşa gelmiş değildir. Rasülullah (s.a.s.)'a karşı hiç kimse korumaya
alınamaz." dedi. Hz. Ali: "Ey Ebû Süfyân! Sen Kinâne Oğulları'nın
efendisisin. Kalk, insanların arasını düzelttiğini, onları himayene aldığını
söyle, sonra yurduna dön." dedi. Ebû Süfyân: "Bunun, benim için bir
yarar sağlayacağını sanıyor musun?" diye sordu. Hz. Ali: "Sanmıyorum;
fakat senin için bundan başka yapacağın bir şey de
bulamıyorum."
dedi. Ebû Süfyân kalktı, Mescid'e gitti ve: "Ey insanlar! Ben iki taraf
halkını uzlaştırmak için himayeme aldım." dedi. Sonra devesine binip
Mekke'ye gitti. Kureyş'e, karşılaştıkları ve yaptıkları hakkında bilgi verdi.
Ona: "Sen bize bir şey getirmedin. Ali b. Ebî Tâlib ise seninle alay
etmekten başka bir şey yapmamıştır." dediler.
Sonra Rasûlullah
(s.a.s.), Müslümanlara Mekke'ye gideceğim bildirdi. Müslümanlara
hazırlanmalarını emretti. Kureyşlilere haberlerin sızmaması[151]
için Yüce Allah'a duâ etti. Hâtıb b. Ebî Belte'a, Kureyşlilere hitaben bir yazı
yazarak, Rasûlullah (s.a.s.)'m onlar hakkındaki kararını bildirmek istedi. Yüce
Allah katından, bunun ile ilgili haber Rasûlullah (s.a.s.)'a ulaştı. Rasûlullah
(s.a.s.) da, atlı olan Hz. Ali, Zübeyr ve Mikdâd'ı çağırıp onlara: "Acele
Hah bahçesine gidiniz! Orada, yanında bir mektup bulunan, hayvan üzerinde bir
kadın bulacaksınız. (Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz!) [152]
buyurdu. Hz. Ali ve arkadaşları, atlarına binip Rasûlullah (s.a.s.)'rn onlara
tarif ettiği Hah bahçesine vardıklarında, yolcu bir kadına rastladılar. Kadının
devesini çökerttiler. Yükünü, eşyasını kontrol edip araştırdılar. Hiç bir şey
bulamadılar. Dediler ki: "Allah'a yemin ederiz ki Rasûlullah (s.a.s.)
yalanlanamaz." Hz. Ali: "Allah'a yemin ederim ki ya mektubu çıkartır
ya da seni soyar, ararız." dedi. Bunun üzerine kadın, başının örgülü
saçlarını çözdü. Mektubu, oradan çıkarıp Hz. Ali'ye verdi. Onlar da mektubu Hz.
Peygamber (s.a.s.)'e getirdiler. Mektup kendisine okununca Rasûlullah (s.a.s.):
"Ey Hâtıb! Bu ne iş? Sen bunu ne için yaptın?" diye sordu. Hâtıb:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a yemin ederim ki İslâm hakkında hiçbir
kuşkuya sahip değilim. Ben Kureyşliler içinde yanaşma bir kişiyim. Asıl
Kureyşliler den değilim. Ben bunu, onlara bir iyilik edeyim, kendilerini minnet
altında bırakayım da, oradaki çocuklarımı ve ev halkımı korusunlar diye
yaptım." dedi. Ömer: "Bırak beni de, şu mü-nâftkın boynunu
vurayım." dedi. Rasûlullah (s.a.s,): "Ey Ömer! Ne bilirsin? Belki de
Allah, Bedir Savaşı'na katılmış olanlara, Bedir gününde bakıp: 'Siz
istediğinizi yapınız! Ben sizi bağışladım buyurmuştur' dedi.
Rasûlullah (s.a.s.),
20 Ramazan'da on bin kişilik ordusunun başında Medine'den yola çıktı.
Medîne'de, kendi yerine Ebû Ruhm Külsûm b. Hu-sayn b. Utbe b. Halef
el-Ğıfârî'yi vekil bıraktı. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanlar, oruçlu
idiler. Rasûlullah (s.a.s.), Usfan ile Emeç arasındaki Kedîd denilen yere
gelince, ikindi namazından sonra insanların görmesi için, bineğinin üzerinde
iken açıkça orucunu açtı. Hz. Peygamber (s.a.s.), Müslümanların da oruçlarını
açmalarını emretti. Müslümanlardan bir grubun oruçlarını tutmağa devam
ettikleri haberi kendisine verilince, Rasûlullah (s.a.s.): "Onlar emre
karşı gelenlerdir." buyurdu. Bu emir, daha Önce yolculukta orucun
tutulabileceğine dair hükmü nesh etti. Daha sonra Rasûlullah (s.a.s.),
Ramazan'da asla yolculuk yapmamıştır. Sefer ile ilgili bu hüküm, önceki
hükümleri nesh etmiştir. Daha sonra bu hükmü nesh edecek, onu ortadan
kaldıracak hiç bir şey vârid olmamıştır.
Rasûlullah (s.a.s.),
Merru'z-Zehrân'a vardığında, yanında, Süleym Oğulları'ndan bin kişi, diğer bir
rivayete göre yedi yüz kişi, Müzeyne ka-. hilesinden bin üç kişi, Gıfâr
kabilesinden dört yüz kişi, Eşlem kabilesinden dört yüz kişi, Kays, Esed,Temîm
ve diğerlerinden gruplar ve başka kabilelerden topluluklar bulunuyordu.
Rasûlullah (s.a.s.)'m
duasından dolayı, Yüce Allah bununla ilgili haberi Kureyşlilerden gizledi. Ne
var ki Kureyşliler, dehşete kapılıp korkuyorlardı. Ebû Süfyân, Budeyl b. Verkâ
ve Hekim b. Hizam, çıkıp etraftaki haberleri araştırdılar.
Tam bu günlerde, Abbâs
b. Abdilmuttalib hicret etti. Rasûlullah (s.a.s.) ile Zu'1-Huleyfe'de (diğer
bir rivayete göre Cuhfe'de) karşılaştı. Hz. Peygamber (s.a.s.), onun
ağırlıklarım Medine'ye gönderdi. Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte gazi olarak
döndü. Dolayısıyla Hz. Abbâs, Fetih'ten önceki muhacirlerdendir.
Yine Ebû Süfyân b.
el-Hâris b. Abdilmuttalib ile mü'minlerin annesi Ümmü Seleme'nin kardeşi
Abdullah b. Ebî Ümeyye b. el-Muğîre'nin de, hicret ederek Nîku'1-Ukab denilen
yerde, Rasûlullah (s.a.s.) ile karşılaştıkları da zikredilenler arasındadır.
Onlar orada Rasûlullah (s.a.s.) ile karşılaştılar ve onun huzuruna girmek için
izin istediler. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.), onlara izin vermedi. Mü'minlerin
annesi Ümmü Seleme, Rasûlullah (s.a.s.) ile konuşup onlara izin vermelerini
istedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), onları kabul etti. Onlar da Müslüman
oldular.
İslâm ordusu
Merru'z-Zehrân'da gelip konaklayınca, Hz. Abbâs, Ku-reyşlilerin helaki
konusunda üzülmeye başladı ve "Şayet onlar gelip Rasû-lullah (s.a.s.)'dan
eman dilemeden önce, İslâm ordusu ansızın onlara baskın yapıp onları
yakalarsa, bu onların helaki olacaktır." diye düşündü. Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in boz katırına binip, Erak denilen yere kadar gitti. "Her halde,
bir oduncu veya çoban bulup Mekke'ye gönderirim. (Üzerlerine Rasûluilah
(s.a.s.)'rn gelmekte olduğunu onlara haber verir, Rasûlul-lah yanlarına savaşla
girmeden önce gelirler, O'ndan eman dilemek imkânını bulurlar.) [153]
amacıyla yoluna devam edip, bir adam ararken, Ebû Süf-yan ve Budeyl b. Vefkâ'mn
seslerini işitti. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in askerlerinin ateşlerini gören bu
iki kişi, birbirlerine soruyorlardı. Budeyl, Ebû Süfyân'a: "Allah'a yemin
ederim ki bu Huzâ'ahların ateşleridir." diyordu. Ebû Süfyân ise:
"Huza ahlar daha azdır. Onların hu kadar çok ateşleri olamaz!" dedi.
Hz. Abbâs, Ebû Süfyân'm sesini duyunca, ona: "Ey Ebû Hamala!" diye
seslendi. O da Hz. Abbâs'ı sesinden tanıdı.
"Ey Ebû'l-Fadl, sen misin?" diye sordu. Hz. Abbâs "Evet!"
dedi. Ebû Süfyan: "Babam anam sana feda olsun! Ne var?" diye sordu.
Hz. Abbâs: "Yazıklar olsun sana ey Ebû Süfyân! işte Rasûluilah (s.a.s.)
insanlar arasında geliyor. Eyvah! Kureyşlilerin sabahı çok yaman olacak."
dedi. Ebû Süfyân: "Peki çare nedir?" diye sorunca, Hz. Abbâs:
"Allah'a yemin ederim ki seni ele geçirecek olurlarsa öldüreceklerdir.
Terkime bin, Rasûluilah (s.a.s.)'a gidelim." dedi. Hz. Abbâs, onu
terkisine aldı; askerlerin yanından geçti. Hz. Ömer'in ateşinin yanından
geçerken, Hz. Ömer, Ebû Süfyân'ı tanıdı ve "Allah düşmanı Ebû Süfyân!
Seni ahidsiz ve akilsiz olarak ele geçirmeğe imkân tanıyan Allah'a hamd
olsun!" dedi. Sonra da Rasûluilah (s.a.s.)'a doğru hızla gitti. Hz. Abbâs
onunla yarıştı. Katır üzerinde olduğu için Hz. Ömer'i geçti. Zira Hz. Ömer, çok
hızlı koşamıyordu. Hz. Abbâs, Rasûluilah (s.a.s.)'m yanma vardı. Hz. Ömer de
hemen onun ardından gelip içeri girdi. Girer girmez: "Ey Allah'ın Rasûlü!
İşte Ebû Süfyân! Allah onu akilsiz ve ahitsiz olarak ele geçirmek imkân ve
fırsatını verdi. Bana izin ver de şunun boynunu vurayım!" dedi. Hz. Abbâs:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Ben, ona eman vermiş bulunuyorum." dedi. Hz.
Ömer, Ebû Süfyân hakkındaki dileğinde direnip durunca, Hz. Abbâs: "Ey
Ömer! Yeler! Allah'a yemin ederim ki şayet Ebû Süfyân, Adiyy b. Ka'b
Oğulları'ndan bir kimse olsaydı, böyle söylemezdin! Fakat sen, onun Ahdi Menâf
Oğulla-rı'ndan biri olduğunu biliyorsun da öyle söylüyorsun." dedi. Hz.
Ömer ise: "Yeter ey Abbâs! Allah'a yemin ederim ki babam Hattâb sağ olup
da Müslüman olsaydı, ona, senin Müslüman olduğun gün Müslüman oluşuna
sevindiğim kadar sevinmezdim! Zira biliyorum ki, Rasûluilah (s.a.s.) da, babam
Hattâb Müslüman olsaydı, senin Müslüman oluşuna sevindiği kadar
sevinmezdi!" diye cevap verdi. Rasûluilah (s.a.s.), Ebû Süfyân'm konak
yerine götürülüp sabahleyin getirilmesini emretti. Hz. Abbâs, onu alıp konak
yerine götürdü. Sabahleyin onu, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanına getirdiğinde,
Rasûluilah (s.a.s.) ona: "Ey Ebû Süfyân! Senin için, Allah'tan başka ilah
bulunmadığını öğrenme zamanı daha gelmedi mi?" diye sordu. Ebû Süfyân:
"Babam anam sana feda olsun! Yumuşak huylulukta, şereflilikte ve akraba
hakkım gözetme konusunda senden daha üstünü yoktur! Allah'a yemin ederim ki
sanırım, Allah'tan başka ilâh olmasa gerek, Zira Allah'tan başka ilâh olmuş olsaydı,
elbette bana yararı dokunurdu." diye cevap verdi. Sonra Rasûluilah
(s.a.s.): "Yazıklar olsun sana ey Ebû Süfyan! Senin için benim Allah'ın
elçisi olduğumu Öğrenme zamanı daha gelmedi mi?" buyurdu. Ebû Süfyân:
"Babam, anam sana feda olsun! Yumuşak huylulukta, şereflilikte ve akraba
hakkım gözetme konusunda senden " daha üstünü yoktur! Allah'a yemin ederim
ki, bu hususta içimde biraz işkil vardı. Şimdi bile içimde bu konuda bir
şeyler var." dedi. Hz. Abbâs, Ebû Süfyân'a: "Yazıklar olsun sana!
Boynun vurulmadan önce Müslüman ol!" dedi. O da Müslüman oldu. Hz. Abbâs:
"Ey Allah' in Rasûlü! Ebû Süfyan övülmeyi, üstün tutulmayı seven biridir.
Ona övüleceği bir şey lütfet-sen olmaz mı?" dedi. Rasûluilah (s.a.s.) ona:
"Her kim Ebû Süfyân'm evine girer sığınırsa, ona eman verilmiştir. Kim
kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona eman verilmiştir. Kim Mescid-i
Haram'a girer ona sığınırsa, ona eman verilmiştir." buyurdu.
Rasûluilah (s.a.s.) bu
sözü ile, bu hükmün savaşmayan tüm Mekkeliler için olduğunu açık bir şekilde
ifade etmiştir. Mekke'ye kesin bir şekilde eman verilmiştir. Mekke, hiç bir
şekilde zor kullanılarak (anveten) savaş yolu ile alınmamıştır. Bu yüzden
olmalıdır ki herhangi bir Müslüman
savaş yurdunda
(dâru'l-harb)ki bir köye, Rasûlullah (s.a.s.)'m yapmış olduğu gibi, savaşmadan
kapılarım kapayıp evlerinde oturmaları üzerine eman verirse, bu eman gerçek,
sağlam bir emandır. Her Müslümamn da buna uyması gerekir. Dolayısıyla karşı
tarafın kanları, mallan ve evleri Müslümanlara haram olur. Karşı taraf ya
İslâm'ı kabul etme ya da sürgün edilmeyi kabul etmek zorundadırlar. Ama Kitâb
Ehli olanlar, cizye vermek ve hor görülmek üzere yerlerinde kalabilirler.
Rasûlullah (s.a.s.)'m verdiği bu eman nasıl ele alınabilir? Kim, "Mekke
bu anlamda sulh yolu ile fethedildi." derse, doğru söylemiş olur. Her
kim, "Kendilerini savunmak ve barış yapılıncaya kadar kendilerini
alıkoymak üzere yapılan bir sulhtur." derse, yanılmış olur. Her kim,
"Mekke savaş yolu ile (anveten) alınmıştır." derse, o tüm durumlarda hata
etmiş olur.
Kesin ve doğru olan
şudur: Savaşan ve istisna edilenler hariç Mekkeli-lere kanları, nesilleri,
malları ve kadınları konusunda eman verilmiştir.
Sonra Rasûlullah
(s.a.s.), Hz. Abbâs'a, Allah ordusunun ihtişamını görmesi için Ebû Süfyân'ı, vadinin
daraldığı dağ boğazının yanında durdurmasını emretti. Hz. Abbâs da, Rasûlullah
(s.a.s.)'m emrini yerine getirdi. Her kabile birer birer Ebû Süfyân'a
gösterildi. En sonda ise Rasûlullah (s.a.s.), Ensâr ve Muhacirlerden oluşan
alayı ile birlikte, hepsi zırhlı ve kılıçlı oldukları halde gelip
geçtiklerinde, Ebû Süfyân: "Bunlar kimlerdir?" dedi. Hz. Abbâs:
"Bu Rasûlullah (s.a.s.)'dır. Muhâcirl-er.ile. Ensâr arasında
bulunuyor." dedi. Ebû Süfyân: "Allah'a yemin ederim ki kimse bunlara
dayanamaz ve güç yetiremez. Allah'a yemin ederim ki ey Ebul-Fazl! Kardeşinin
oğlunun saltanatı pek büyümüştür!" dedi. Hz. Abbâs: "Ey Ebû Süfyân!
Bu peygamberliktir!" dedi. Ebû Süfyân: "Doğru, bu peygamberliktir."
dedi. Hz. Abbâs: "Kurtuluş, kavmine gidip durumu anlatmanda-dır"
dedi. Ebû Süfyân, acele edip Mekke'ye gitti. Oraya vardığında, onların kuşatma
altında olduklarını söyledi. Yine Rasûlulîah (s.a.s.)'ın, evine kapanan,
Mescid'e sığınan ve Ebû Süfyân'ın evine girene eman verdiğini onlara bildirdi.
Mekkefilerden bir
kesim çarpışmak için asker topladılar. Rasûlullah (s.a.s.), Mekkelilerin
hazırlıklarını haber alınca, ordusunu savaş düzenine koydu. Sancağı Sa'd b.
Ubâde'nin eline verdi. Sonra Sa'd b. Ubâde'nin: "Bu gün en büyük savaş
günüdür! Bu gün Ka'be'de savaşın helâl olacağı
şü'ndür." dediği
haberi Rasûlullah (s.a.s.)'a iletildiğinde, sancağın Zübeyr 3. el-Avvâm'a
verilmesini emretti. Hz. Ali'ye ya da Kays b. Sa'd b. Ubâ-Je'ye verilmesini
emrettiği de söylenmiştir. Zübeyr b. el-Avvâm'ı sol kol birliklerinin başına
geçirdi. Hâlid b. Velîd'i, sağ kol birliklerinin komutan-ığına tayin etti. Bu
birlikler: Eslemîler, Gıfârîler, Muzeyneliler ve Cuhey-lelilerden kurulmuştu.
Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ise, Hz. Peygamber 's.a.s.)'in alayının önünde
bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.), askerleri, Zû Iuvâ'dan aşağı indirdi.
Zübeyr'e, Mekke'nin üst tarafından Zû Kedâ de-lilen mevkiden, Hâlid b. Velîd'e
Mekke'nin aşağısındaki el-Lît denilen /erden şehre giriş yapmalarını emretti.
İkrîme b. Ebî Cehil,
Safvân b. Ümeyye ve Süheyl b. Amr, Müslümanlarla çarpışmak üzere Handeme'de
bir topluluk oluşturmuşlardı. Hâlid ve arkadaşları onlarla karşılaşıp
çarpıştılar. Hâlid'in ordusundan ayrılan Mu-lârib b. Fihr Oğulları'ndan Kurz b.
Câbir ile Munkiz Oğulları'nın müttefiklerinden Huneys b. Hâlid b. Rabî'a b.
Esram el-Huzâ'î adlı Müslümanlar şehid oldular. Yine Müslümanlardan Seleme b.
el-Meylâ el-Cuhenî de jehid oldu. Müşriklerden ise on üç erkek öldürüldükten
sonra yenilgiye jğradılar.
Mekke'nin fethi,
Huneyn ve Taif'te Müslümanların parolaları şöyle idi:
Evslilerin parolası:
Ey Ubeydullah Oğulları!
Hazreclilerin
parolas;: Ey Abdullah Oğulları!
Muhacirlerin parolası:
Ey Abdurrahman Oğullan![154]
Yukarıda da
belirtildiği gibi Hz. Peygamber (s.a.s.), Mekkelilere eman /ermişti. Ancak şu
kişilerin öldürülmelerini emretmişti:
Abduluzzâ b. Hatal,
Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh, İkrîme b. Ebî Cehil, kuveyris b. Nukayz b. Vehb
b. Abd [b.] Kusayy, Mıkyes b. Subâbe, İbn latal'm şarkıcı iki kadın kölesi:
Fertena ile arkadaşı ve Abdulmuttalib oğulları'nın azadhsı Sara.
İbn Hatal:
Teymu'l-Edrem b. Ğâlib Oğulları'ndandır. Müslüman olduk-an sonra Hz. Peygamber
(s.a.s.), onu zekât ve sadaka toplayıcılığı görevine ayin etti. Onunla birlikte
bir Müslümanı gönderdi. Yolda o, Müslümamn
üzerine atıldı ve onu
öldürdü. Müşriklerin yanına gitti. Fetih günü Ka'be'nin örtüsüne sarılmış
olduğu bir durumda bulundu. Sa'îd b. Hureys el-Mahzû-mî ile Ebû Berze el-Eslemî
onu öldürdüler.
Abdullah b. Sa'd b.
Ebî Şerh: Rasûlullah (s.a.s.)'a kâtibîik yapıyordu. Sonra (irtidat ederek)
Mekke'ye gidip gizlendi. Osman b. Affân'm süt kardeşi idi. Hz. Osman, onu
Rasûlullah (s.a.s.)'a getirdi. Onun için eman istedi. Rasûlullah (s.a.s.), bir
an sükût etti. Sonra eman verdi. O da Rasûlullah (s.a.s.)'a biat etti.
Rasûlullah (s.a.s.)'m yanından çıktıklarında O, ashabına: "Sizden biriniz
kalkıp, onun boynunu vuramaz mıydı?" dedi. Ensâr'dan bir kişi: "Bize
işaret etseydin olmaz mıydı?" diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.s.):
"Hiç bir peygamberin hain bakışları olmamıştır." dedi. Ömer (r.a.)'in
halifelik dönemine kadar yaşadı. Ömer (r.a.), onu vali yaptı. Hz. Osman ise
onu Mısır valisi yaptı. Tfrikiyye (Afrika)'ye gazaya çıkan kişidir. İslâm'a
tekrar dönüşünden sonra, hayır ve dinin salâhından başka onda bir şey
görülmemiştir.
İkrîme b. Ebî Cehil:
Yemen'e kaçtı. Hanımı Ümmü Hekim bint el-Hâ-ris b. Hişâm da onu takiben Yemen'e
gitti. Hanımı onu geri getirdi. O da İslâm'a girip, iyi bir Müslüman oldu.
Huveyris b. Nukayz:
Rasûlullah (s.a.s.)'a eziyet edenlerden biri idi. Fetih günü Ali b. Ebî Tâlib
onu öldürdü.
Mikyes b. Subâbe:
Müslüman olarak Rasûlullah (s.a.s.)'m yanma gelmişti. Sonra kardeşini hata
olarak öldürdüğünden dolayı Ensâr'dan bir kişinin üzerine atıldı ve onu
öldürdü. Fetih günü, amcası oğlu Nümeyle b. Abdillah el-Leysî onu öldürdü.
İbn Hatal'm şarkıcı
köle kadınları: Biri öldürüldü. Diğeri için ise Hz. Peygamber (s.a.s.)'den eman
istenildi. Rasûlullah (s.a.s.), ona eman verdi. Ondan sonra bir müddet
yaşadıktan sonra öldü. Bu kadınlar, daha önce Rasûlulîah (s.a.s.)'ı hicveden
şarkılar okuyorlardı.
Sara: Onun için de
eman istenildi. Rasûlullah (s.a.s.), ona eman verdi. Ebtah'ta bir süvarinin onu
çiğnemesi üzerine sakatlandı; bu şekilde ölünceye kadar yaşamını devam
ettirdi.
Mahzûm Oğullan'ndan
iki erkek, Ümmü Hâni bint Ebî Tâlib'in evinde saklandılar. Ümmü Hâni onlara
eman verdi. Rasûlullah (s.a.s.) da, onun verdiği emanı kabul etti. Hz. Ali,
onları öldürmek istemişti. Bu iki kişinin
Haris b. Hişâm ve Ümmü
Seleme'nin kardeşi Züheyr b. Ebî Ümeyye olduğu söylenmiştir. Bu iki kişi daha
sonra İslâm'a girip seçkin Müslümanlardan oldular.
Sonra Rasûlullah
(s.a.s.), Ka'be'yi tavaf etti. Osman b. Talha'yı çağırıp ondan Ka'be'nin
anahtarını istedi. Osman'ın annesi, bir süre anahtarı yanında bekletip sonra
verdi. Osman, anahtarı getirip Hz. Peygamber (s.a.s.)'e verdi. Rasûlullah
(s.a.s.) da, Üsâme b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha ile birlikte Ka'be'ye
girdi. Onlardan başka kimse yoktu. Kapıları kapayıp bir süre orada kaldılar.
Rasûlullah (s.a.s.), Ka'be'nin içinde namaz kıldı. Sonra çıktı, ardından da
diğerleri çıktılar. Anahtarı Osman b. Talha'ya tekrar geri verdi. Böylece ona
Beytullah'm hicâbet (yani Ka'be-nin anahtarlarını elinde bulundurma) görevi
onda kaldı. Bu görev, günümüzde de onun torunlarının, Şeybe b. Osman b.
Talha'nın çocuklarının elindedir.
Rasûlullah (s.a.s.),
Ka'be'nin içinde, dışında ve çevresindeki şekil ve putların; Mekke ve civarında
bulunan putların kırdırılmasını emretti. Bilâl, Ka'be'nin üzerine çıkıp ezan
okudu.
Rasûlullah (s.a.s.),
fethin ikinci gününde bir hutbe okudu. Câhiliye dönemine ait olup, övülme
vesilesi edinilegelen her şeyi ayaklarının altına aldığını bildirdi. Ancak,
Ka'be'nin perdedarlığı (sidânet) ve hacılara su dağıtma (sikâye) hizmetinin
bunun dışında olduğunu söyledi. Mekke'de kan dökmenin kendisinden önce hiç bir
kimseye helâl olmadığı gibi kendisinden sonra da hiç bir kimse için helâl
olamayacağını, kendisine de ancak gündüzün belli bir saatinde helâl
kılındığını, onun bu haramlığının dünkü haline dönüştüğünü, orada artık kanın
dökülemeyeceğini bildirdi.
Rasûlullah (s.a.s.),
kurşun ile perçinlenmiş putların önünden geçtiğinde, elinde bulunan asası ile
onlara işaret ediyor ve "Hak geldi! bâtıl yok olup gitti!" diyordu.
İşaret ettiği her put, yüz üstü yere yıkılıyordu.
Ensâr, Rasûlullah
(s.a.s.)'ın Mekke'de kalacağını umuyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.), onlara:
"Hayatım sizin hayatımzladır! Ölümüm de, sizin
ölümiinüzledir!"
dedi.
Hz. Peygamber
(s.a.s.), Fedâle b. Umeyr b. el-Mulevvih el-Leysî'nin yanından geçti. O,
Rasûlullah (s.a.s.)'ı öldürmek niyetinde idi. Hz. Peygamber (s.a.s.), ona:
"İçinden ne geçiliyordun?" diye sordu. Fedâle: "Hiç
bir şey düşünmüyordum,
Allah't zikir ile meşgul oluyordum.'1 dedi. Rasû-lullah (s.a.s.), güldü ve
"Allah'tan af ve bağışlanma dile!" dedi. Sonra, elini, onun göğsüne
koydu. Fedâle, der ki: "O'nu Hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki,
göğsümden elini kaldırır kaldırmaz, yeryüzünde bulunan yaratıklardan, bana,
O'ndan daha sevimli bir şey yoktu!"
Safvân b. Ümeyye
Yemen'e kaçtı. Umeyr b. Vehb el-Cumâhî, Rasûlul-lah (s.a.s.)'m ona verdiği eman
ile onun ardından gitti. Bunun üzerine döndü. Rasûlullah (s.a.s.) ona ikramda
bulundu. Ona düşünmesi için dört ay mühlet tanıdı.
Şâir İbn Ziba'ra
es-Sehmî, Necrân'a kaçtı. Sonra döndü ve Müslüman oldu.
Ümmü Hâni bint Ebî
Tâlib'in kocası Hübeyre b. Ebî Vehb, Yemen'e kaçtı. Orada kâfir olarak öldü.
Sonra Rasûlullah
(s.a.s.), İslâm'a davet etmek üzere Mekke'nin çevresinde bulunan kabilelere
askerî birlikler (seriyyeler) gönderdi. Onlarla savaşanlar ile savaşmalarını
emretti.
Bu cümleden olarak,
Hâlid b. Velîd'i de, Cezime b. Âmir b. Abdi Me-nât b. Kinâne Oğullarına
gönderdi. Hâlid, onlardan bazılarını öldürüp mallarını aldı. Rasûlullah
(s.a.s.), Hâlid'in bu yaptıklarından hoşlanmadı. Hz. Ali'yi, birçok mal ile
gönderip öldürülenlerin diyetlerini onlara ödedi. Onlardan alman malları da
geri verdi.
Sonra Rasûlullah
(s.a.s.), Hâlid b. Velîd'i, Kureyş, Kinâne ve tüm Mu-darrhların saygı duyduğu,
Nahle'deki Uzzâ putunun içinde bulunduğu evi yıkmaya gönderdi. O evin kapıcı ve
bakıcısı Hâşim Oğullan'nm müttefiki Süleym kabilesinden Şeybân Oğulları idi.
Hâlid gidip onu yıktı. [155]
Mekke'nin fethi,
hicretin sekizinci yılı Ramazan ayının son on gününde gerçekleşti. [156]
[1] Uhud Gazvesi hakkında bkz. Vâkıdî, 197; İbn Hişâm,
III, 64; İbn Sa'd, I/n, 25; Taberî, III, 9; Ensâhu'l-Eşrâf, 1148; İbn
Seyyidi'in-Nâs, 11,2; İbn Kesîr, IV,9; Zâdu'l-Me'âd, 11,231; el-İmta', 114;
el-Mevâhib, 1,119; Târlhu'l-Hamîs, 1,419; Sahthu'I-Buhârî, IV,93.
[2] El-Ehâbiş; İslâm'dan önce Benî Leys ve Kureyş arasında
çıkan savaşta, Benî Leys'in yanında yer alan Kare kabileleridir. Ayrıca
el-Ehâbîş'in; Mekke'nin aşağısındakİ Hubşa dağında toplanarak, "Gece
karardığı, gündüz aydınlandığı ve Mekke'nin Hubşa dağı yerinde durduğu sürece,
bize karşı olanlara karşı tek yumruk olacağız." şeklinde Allah'a yemin
ederek, Kureyş'le İttifak yapan Benî Mııstalİk ve Benî'I-Hûıı b. Huzeyme
kabileleri olduğu da söylenir. Üzerinde anlaşma yapılan dağın adıyla
adlandırılan bu kabilelere, Ehâbîşu Kureyş denildi.
[3] Bu cümle asıl nüshada, "Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.s.)'ın yanına yalnız dönmek zorunda kaldı." ifadesinden sonra
gelmiştir. Cümlenin orada yer almış olması anlamsızdır. Bu nedenle cümleyi
doğru olan yere aldık.
[4] Asıl nüshada: "Kim bizimle çıkarak rehberlik
eder?" şeklindedir.
[5] Asıl nüshanın hamişinde: "Bu Uhud Dağfnda bulunan
ve er-Ramy denilen tepedir." şeklinde geçer.
[6] Asıl nüshada: "İbn Evs" şeklindedir.
[7] Bu İbn Hişâm III, 70'e göre yapılan bir ilavedir.
[8] Kılıcın hakkı eğilip bükülünceye kadar onunla düşmana
vurmaktır. Bkz İbn Hişâm, III, 71.
[9] Asıl nüshada, "en-Nadr b. Enes" şeklindedir.
[10] EI-Mihrâs, kelime anlamı çokça su alan oyulmuş kaya
demektir. Uhud vadisinin yukarısında bulunan bir suyun adıdır.
[11] El-A'ves, on küsur mil kadar Medine'nin doğusunda
bulunan bir yerdir.
[12] Asıl nüshada, "el-Ca'b" şeklindedir. Doğrusu
Taberî'nin, (IV, 96) tefsirinde, İbn İshâk'tan naklettiği şekildedir:
"Osman b. Affân ve Ensâr'dan iki kişi olan Ukbe b. Osman ve Sa'd b. Osman,
Medine civarında e]-A'ves'ten sonra gelen el-Cel'ab dağına varıncaya kadar
kaçtılar. Orada üç gün kaldılar. Sonra geri dönüp Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanına
döndüler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) onlara: 'Bu konuda aşın gittiniz.'
dedi." İbn Hişâm, III, 92'de, '"Kaçanlardan bazıları el-A'ves
önlerindeki el-Munkâ'ya kadar gittiler." şeklinde geçer. El-Cel'ab için
bkz. Mu'cemu mâ Ustu cim ve Yâkût.
[13] 3/Aİ-i İrnrân, 155.
[14] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 156-164.
[15] Vâkıdî, 291; îbn Hişâm, III, 129; İbn Sa'd, I/II, 29;
Telkîhu'î-Fuhûm, 224; İbn Seyyi-di'n-Nâs, II, 27; İbn Kesîr, IV, 20, 46;
el-İmta', 160; Tânhıt'I-Hamts, I, 45.
[16] Sözün bağlamı gereği eklenmiştir.
[17] Asıl nüshada: Hırıltılı hı harfi İle
"Habbâb" şeklindedir. Doğrusu îbn Hişâm'da geçer. Dârekutnî ise, İbn
İshâk'tan naklen, onun cîm harfi ile Cenâb şeklinde olduğunu söyler.
El-Huşenî 1, 236'da, doğrusunun "ha" harfi ile okunup
korunduğunu ifade etmiştir
[18] Ratic, bulunduğu yere adı verilen bir hisardır. -Ibn
Hazm'ın da belirttiği gibi- Benî Ze'ûrâ b. Cüşem oranın halkıdır. (El-Cemhara,
319; es-Semhûdî, II, 309) Burada geçen "Benî Abdileşhel'den Râtic
ehli" sözü, İbn îshâk'm içine düştüğü bir hatadır. İbn Hazm da, ona
uyarak, bu hatayı tekrarlamıştır. Ancak el-Cemhara'da bu yanlışa düş üim em
iştir. Zira, Ab-duieşhel b. Cüşem, Ze'ûrâ b. Cüşem'in kardeşidir. Babalan ise,
el-Hâris b. eî-Hazrec'dir. İbn ishâk, Râtic ehlini, Benî Abdileşhei'i
zikrettikten sonra müstakil olarak zikreder. Bu da onun, Râtic ehlini Benî
Abdileşhel'den ayrı gördüğünü gösterir. Bu çelişkili durum konusunda, geniş
bilgi için Usdu'l-Gâbe'ys bakınız.
[19] Asıl nüshada, "Ubeyd b. 'Umeyr" şeklindedir.
Doğrusu el-Cemhara, 320 ve İbn Hişânı, III,
I30'dan alınmıştır.
[20] Asıl nüshada, "Ze'ûrâ b. Cüşem b.
Abdileşhel" şeklindedir. Oysa neseb bakımından bu yanlıştır. Bu nedenle
Cüşem'den sonrasını sildik.
[21] Habîb b. Zeyd, soy itibariyle Ze'ûfâ b. Cüşem b.
Abdileşhel'den olmamakla birlikte, Beyâ-de Oğulîan'ndan olup, onların
müttefikidir. Bkz. İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 28.
[22] Asıl nüshada, "Yezîd b. Zeyd" şeklindedir.
Ancak bu yanlıştır.
[23] Asıl nüshada, -hı harfi ile- "Hâtıb"
şeklindedir. el-İstî'âb\ Üsdu'l-Ğâbe; İbn Seyyidi'n-Nâs ve el-İsâbe'ye göre
düzeltildi.
[24] Asıl nüshada, "Yezîd" şeklindedir. Doğrusu
İbn Hişâm'da geçmektedir.
[25] Asıl nüshada, Hanzala'dan sonra, Kays b. Zeyd b.
Dubey'a'nm adı, Uhud'da şehid düşenler arasında geçmektedir. Oysa bu
kesinlikle yanlıştır. Belki onu Kays ile tanıtmak istemiştir. Çünkü Kays'm
adı, torunu Ebî Süfyân b. el-Hâris'in nesebi içinde varid olmuştur ve
"Kays b. Zeyd, İbn Dubey'a'dir." denmiştir.
[26] Burada böyle denilmekle birlikte, İbn Hişâm, III, 133;
et-İsti'âb, Undu'l-Ğâbe ve el-İsâ-fte'ye göre, Uhud Savaşı'nda, Benî Hatme'den
şehid düşen el-Hâris b. Adiyy'dir. Vâkıdî ve diğer meğâzî yazarlarına göre,
a'mâ olması sebebiyle, Umeyr b. Adiyy, ne Uhud ne de Hendek Savaşı'na
katılmıştır. Fakat İbn Hazm burada Ebû Ömer'in MeğâzV sine uymuştur.
[27] Asıl nüshada, "Benî Hazrec'den Benî
en-Neccâr" şeklindedir. Ancak sözün bağlamı bunun yanlışlığını göstermektedir.
[28] Benî Mebzûl'un nesebini açıklığa kavuşturan bir
ilavedir.
[29] Evs ve kardeşi Hassan, Benî Mebzûl'dan değil; Benî Amr
b. Mâlik b. en-Neccâr'dandirlar.
[30] Enes b. en-Nadr ve Kays b. Muhalled'den her biri Adiyy
b. en-Neccâr soyundandtrlar.
[31] Asıl nüshada, "Rabî'a" şeklindedir. İbn
Hişâm, ei-İsti'âb ve Usdu'l-Ğâbe'ye göre düzeltildi.
[32] Asıl nüshada, "el-Bedâ" şeklindedir. Bunun
harf hatası iîe yazıldığı tercihe şayan görüştür.
[33] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 164-169.
[34] Asıl nüshada, "Ebû Sa'd" şeklindedir.
E!-Cemhara, 118 ve İbn Hİşâm, III, 134'e uygun ola-
rak düzelttik.
[35] Asıl nüshada yoktur.
[36] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 169-170.
[37] Bu gazve konusunda bkz. Vâkıdî, 325; İbn Hişâm, III,
107; İbı> Sa'd, I/II, 34; Taberî, III, 29; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 37; İbn
Kesîr, IV, 48; el~/mtâ', 166; el-Mevâhib, I, 128; Târî-hııl-Hamîs, I, 447.
[38] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 173.
[39] Bu olay hakkında bkz. Vâkıdî, 344; İbn Hişâm, III,
178; İbn Sa'd, I/n, 39; Taberî, III, 29; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 40; İbn Kesîr,
IV, 62; el-İmtâ', 174; el-Mevâhib, I, 130; Tâıîhu l-Hamîs, I, 454;
Sâhîhuİ-Buhârî, V, 103; el-Müsned, 7915, Thk. Ahmed Muhammed Şâkir.
[40] Buhârî, el-Câmi'ıt's-Sahîh'te bunların on kişiden
müteşekkil olduğunu belirtir. îbn Seyyİ-di'n-Nâs'ta da böyle geçmektedir,
Vâkıdî'ye göre bunlar yedi kişiydi. Doğrusu bunların on kişi olduklarıdır.
Bunlardan yedi kişinin adlan siyer ve hadîs kitaplarında geçmektedir. Üçü ise
sahabe arasında meşhur değiller. İbn Hazm'in burada adını vermediği yedinci
kişi Mu'at-tıb b. Ubeyd'dİr.
[41] Doğru olan, Rasûlulİah (s.a.s.)'ın onlara Âsim b.
Sâbİt'i başkan seçmesidir. Bkz. eî-Buhârî, V, 103.
[42] Hüzeyl kabilesine ait bîr suyun adıdır. Buhârî, onun
Mekke ile Usfan arasında olduğunu rivayet etmektedir.
[43] Asıl nüshada bu şekildedir; ancak muhtemelen doğrusu,
"iki oğlunu" şeklindedir.
[44] Bu iki rmsra, SâMhu l-Bukari, V, 104. İbn
Seyyidi'n-Nâs, II, 41 ve diğer eserlerde bulunmaktadır.
[45] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 174-175.
[46] Bir-i Ma'ûne olayı hakkında geniş bilgi için bkz.
Vâkıdî, 337-378; İbn Hişâm, III, 193; İbn Sa'd, I/II, 36; Taberî, III, 33; İbn
Seyyidi'n-Nâs, II, 46; İbn Kesîr, IV, 71; Zfr du'l-Mc'âd, II, 272; el-İmtâ\
170; ei-Mevâhib, I, 133; Târîhu'l-Hamîs, 1, 451.
[47] Bi'r-i Ma'ûne, Benî Âmir ve Benî Süleym arazilerinin
arasında bulunan Benî Süleym sularından birisidir. Her iki belde de oraya
yakın olmakla birlikte, bu su, Beni Süleym'in kâ-rataşliğına daha yakındır.
[48] Asıl nüshada, "Uhayha b. Amr b. el-Culâh"
şeklindedir.
[49] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 176-178.
[50] Benî Nadîr Gazvesi hakkmda geniş bilgi için bkz.
Vâkıdî, 353; İbn Hişâm, m, 199; İbn Sa'd, X/H, 40; Taberî, m, 36;
Ensâbu'l-Eşrâf, I, 163; Fütûhu'1-Bıddân, 23; îbn Seyyi-di'n-Nâs, H, 48; İbn
Kesîr, IV, 74; Zâdu'l-Me'âd, II, 185; el-İmtâ\ 178; el-Mevâhib, I, 135;
Tânhu'İ-Hamîs, I, 460; Sâhîhu'1-Buhân, V, 88.
[51] İbn Hazm'dennaklan el-îmtâ', 180.
[52] el-Huşenî'nin Tashİhât'mda. Ebû Ka'b diye geçer, I,
286.
[53] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 178-179.
[54] Bkz. İbn Hişâm, III, 213; İbn Sa'd, I/II, 43; Taberî,
III, 39; Ensâbu'l-Eşrâf, I, 163; İbn Sey-yidi'n-Nâs, II, 52; İbn Kesîr, IV, 83;
Zâdu'l-Me'âd, II, 274; el-İmtâ', 188; el-Mevâhib, I, 137; Târîhıı l-Hamîs, I,
463; Sahîhıı'l-Buhân, V, 113.
[55] Nahl, Medine'den iki günlük mesafede, Şadh vadisinde
bulunan Benî Sa'lebe'ye ait konaklardan biridir (bkz. es-Semhüdî, II, 381).
İbn Sa'd, Zâtu'r-Rİkâ'ı anlatırken; onun, Sa'd ve Şukra arasında, Nahl'm
yakınlarında bulunan ve kırmızı, siyah, beyaz yerleri olan bir dağ olduğunu
belirtir (îbn Sa'd, I/II, 43).
[56] Mâide, 11.
[57] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 179-180.
[58] Bu savaşa, el-Bedru's-Suğrâ/Küçük Bedir ya da
el-Bedru'1-Mev'id/Söz Verilen Bedir Savaşı da denilmektedir. Geniş bilgi için
bkz. İbn Hişâm, III, 220; İbn Sa'd, I/II, 42; Taberî, III, 4\; Ensâbu l-Eşrâf,
I, 163; ibn Seyyidi'n-Nâs, II, 53; IV, 87; el-İmtâ', 183; el-Mevâ-hib, I, 139;
Târîhu'l-Hamîs, I, 456.
[59] İbn Hazm'ın, bu Bedir Gazvesi'nin Zâtu'r-Rikâ'dan
sonra olduğuna dair görüşü için bkz. el-İmtâ', 186.
[60] Asıl nüshada bu yoktur. El-İmtâ', 184, el-Mevâhib, I,
140; Târîhu'l-Hamîs, T, 465'de Abdullah b. er-Ravâha'nm vali olarak Medine'de
kaldığı belirtilmektedir.
[61] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 180-181.
[62] Geniş bilgi için bkz. îbn Hişâm, III, 224; İbn Sa'd,
I/II, 44; Taberî, III, 43; Ensâhu'!-Eşrâf, I, 164; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 54;
İbn Kesîr, IV, 92; Zâdu'i-Me'âd, II, 278; el-İmtâ\ 193; eI~Mevâhib, I, 140;
Târîhu'l-Hamîs, I, 469.
[63] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 181.
[64] Hendek Gazvesi hakkında eeniş bilgi için bkz. Vâkıdî,
362; İbn Hİşâm, III, 226; İbn Sa'd, I/II, 47; Taberi, III, 43; Ensâhu l-Esrâf,
I, 165; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 54; İbn Kesîr, TV, 92; Zâdu'l-Me'âd, II, 288;
el-İmtâ', 215; el-Mevâhib, I, 142; Târîhu'l-Hamîs, I, 479; Sâhî-
hıt'l-Buhârî, V, 107.
[65] Mûsâ b. Ukbe hariç. Zira o, Hendek Savaşı'nın dördüncü
yılda olduğunu söyler. İmâm Mâlik de bu konuda ona uyar. Buhâri de onun bu
görüşünü benimser, ibn Hazm İse, bu kitabında bu görüsü kesin görmektedir.
[66] İbn Kesîr, el-Füsûl, s. 56'da, İbn Hazm'ın bu sözünü
ve İbn Ömer'in hadisini kendisine de-1İ1 getiriciyle ilgili bu görüşünü
naklederken şu notu düşmektedir: "Sahîhayn'de geçen bu hadîs, İbn Hazm'ın
iddiasına delil olamaz. Çünkü Rasûlullah (s.a.s.)'e göre savaşa çıkma izninin
dayanağı onbeş yaşına gelmiş olmaktır. Bu yaşa gelmeyene savaşa çıkma izni
verilmezken bu yaşa ulaşana izin verilir. Buna göre İbn Ömer, Uhud savaşı’nda
bu yaşa ulaşamadığı için kendisine izin verilmemiştir. Hendek savaşında bu yaşa
ulaşmış olduğundan kendisine izin verilmiştir. Bu durum, onun o gün, on beş
yaşını bir, iki, üç hatta daha çok yıl geçmediği anlamına gelmez. Buna göre İbn
Ömer, "Hendek Savaşı'nda Rasûlullah (ş.a.s.)'a gösterildiğimde, savaş
girme yaşına varmıştım." demiş olmaktadır. Ayrıca, İbn Ömer, Uhud
Savaşı'nda on dördüncü yaşın başlangıcında, Hendek Savaşı'nda ise on beşinci
yaşın sonunda bulunuyordu [Dolayısıyla iki savaş arasında geçen süre, bir
yıldan fazla olmaktadır. Mûsâ b. Ukbe'nin görüşüne katılmayanlar, bu
açıklamaya dayanmaktadırlar].
[67] Asıl nüshada, "Havze b. Mîş eİ-Belevî ve Ebû Âmir
el-Belevî" şeklindedir. İbn Hişâm, Ta-berî, e!-Imtâ', 236, Târîhu'l-Hamîs,
I, 480'e göre düzeltildi. Burada zikredilen ikinci şahıs, rahip Ebû Amir'dir.
[68] Asıi nüshada, "Ruceyle " şeklindedir. Nesebi
konusunda bkz. el-Cemham, s., 238. Bu konuda burada yer verilmeyecek pek çok
tartışma bulunmaktadır. Makrîzî, el-Imtâ', s., 218-219'dabu tartışmaya yer
verilmiştir.
[69] E^curf^ ilk harfin ötre, İkincisinin sakin okunması
şeklinde Yakut'ta kayıt edilmiştir. El-Bekrî ise, hem birinci hem ikinci
harfini ötreli olarak okuyup kaydetmiştir. Burası, Şam tarafına doğru Medine'ye
üç mil mesafede bulunan bir yerdir. Zeğâbe ise, Akik denilen yerin bitiminde
suların biriktiği bir yerdir. Semhudî ve Süheylî, bu kelimeyi Zeğâbe olarak;
el-Bekrî ise Zu'âbe biçiminde okuyup kaydetmişlerdir. Et-Taberî: "En İyi
rivayetin Curf ile Gâbe arasında olduğu şeklinde olmasıdır. Zira Zu'âbe denilen
bir yer bilinmemektedir" der. Yâkût ise, onun bu görüşünü reddetmektedir. (Bkz.
Mu'cemu'l-Buldân, es-Suheylî, II, 189; es-Semhûdî, 318, 281; et-Taberî, III,
46).
[70] Asıl nüshada, "Dûme" diye geçmektedir.
Taberî, III, 46'da da böyle geçmektedir. Doğrusu belirttiğimiz
gibidir. Zira ed-Dûme, Benî Kurayzâ yakınlarında Aliye'dedir. Rûme ise, büyük
bir alana yayılmış olarak Curf'a kadar uzanmaktadır. İkisi de el-Akîk'in
sonlarında bulunmaktadır (Bkz. es-Semhûdî, II, 122, 280, 318).
[71] İbn Hİşâm ve Taberî'ye göre yapılan bir ilavedir.
[72] İbn îshâk ve İbn Sa'd bu sayıyı vermektedir, tbn
Seyyidi'n-Nâs, el-Mevâhib yazarı ve İbn Kesîr de böyle nakletmektedirler.
Diyârbekrî bu görüşe yer verdikten sonra, "Müslümanların bin kişi olduğu
da söylenmiştir." demektedir. İbn Kesîr, ei-Füsûl, s. 58' de, "Doğru
olanı Rasûlullah (s.a.s.)'m Üç bin kişi ile Hendek'te savunmaya geçtiğidir.
Ancak İbn İshâk'ın, yedi yüz kişi olduklarına dair sözü yanlıştır."
demektedir. İbn îshâk, Müslümanların üç bin kişi olduklarını belirtmiştir.
Ondan başka bir rivayette bulunmamıştır. Hİç kimse de diğer görüşleri
reddederek, İbn Hazm'ın beğendiği ikinci görüşe uygun olarak Müslümanların
dokuz yüz kişi olduklarına işaret etmemiştir.
[73] Anka veya Araka, Hibbân b. Kays'm anasıdır. Adı Ka]âbe
olmakla birlikte, çok hoş bir kokusu olduğu için Anka olarak
isimlendirilmişti.
[74] Asıl nüshada, "Ebû Seleme el-Huşenî"
şeklindedir; siyer kitaplarına göre düzeltildi.
[75] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 181-186.
[76] Benî Kurayza Gazvesi konusunda geniş bilgi için bkz.
Vâkıdî, 371; İbn Hİşâm, III, 244; İbn Sa'd, I/II, 53; Taberî, in, 52; Ensâbu'1-Eşrâf,
I, 167; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 68; îbn Kesîr, IV, 116; Zâdul-Me'âd, II, 187;
el-İmtâ', 241; el-Mevâhib, I, 149; Tâıihu'l~Hamİs, 1,492; Sâhîhu}l-Buhâii,V,
111.
[77] İbn Kesîr, e\-Bidâye ve'n-Nihâye, IV, 118'de, İbn
Hazm'ın bu görüşüne yer verdikten sonra şu notu düşer: "İbn Hazm'ın bu
görüşü, Zahirî mezhebinin temel kaidesi olan zahire göre hüküm verme esasına
dayanmaktadır." Süheylî, II, 195'te, "Zâhiriyye mezhebinin anlayışından
hareketle bu temel kaideyi anlamak zordur. Zira onlar, dinî hükümleri sadece
nasslara dayandırırlar; nassm hem emir hem de mubahlık ifade edebileceğini
imkânsız görürler." demektedir.
[78] Asıl nüshada, "Nüşâse" şeklinde geçmektedir.
Doğrusu, Taberî, III, 59 ve el-lmtâ' 'dan alınmıştır.
[79] Asıl nüshada yanlış olarak "Seleme" şeklinde
yazılmıştır.
[80] İbn Hişâm'da, "Ergenlik yaşma varmıştı."
şeklinde geçer.
[81] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 187-191.
[82] Bkz. İbn Hişâm, III, 262; Taberî, III, 58; İbn
Seyyidi'n-Nâs, II, 67, 76; el-İmtâ', 241.
[83] Asıl nüshada, "İbn Amr b. Abdillah" şeklinde
birleşik olarak iki isim birlikte yazılmıştır. Böylece "Abdullah" adı
"Enes"in nesebi içinde zikredilmiştir; ancak bu yanlıştır, zira ikisi
ayrı kişilerdir.
[84] Asıl nüshada, "Ğaneme" şeklindedir; ancak bu
yanlıştır; zira el-İsâbe'de '"Aneme" olarak okunup kaydedilmiştir.
[85] Asıl nüshada, "ve adı" şeklindedir. Ancak bu
yanlıştır; doğrusu İbn Hişâm, III, 265'ten alınmıştır.
[86] Bu kadın, el-Hakem eİ-Kurazî'nİn hanımı
"Bünâne"dir.
[87] Asıl nüshada, "Müslümanlar" yerine
"Kureyş kâfirleri" geçmektedir ki bu apaçık bir hatadır.
[88] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 191-192.
[89] Bu konuda bkz. İbn Hişâm, III, 286; tbn Sa'd, I/Tl,
66; Taberî, m, 6; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 80; İbn Kesîr, IV, 137; Zâdul-Me'âd,
II, 293; el-İmtâ', 186; el-Mevâhik, I, 159; Târî-hu'l-Hamîs, II, 12.
[90] Bu zât, aynı zamanda el-Esved b. el-Huzâ'î olarak da
adlandırılmıştır. Bkz. el-fmtâ' ve Târihu’l-Hamis.
[91] Asıl nüshada, "Sonra dedim." şeklinde geçer;
ancak bu ifade oldukça kapalı olduğundan, İbn Hişâm'ın metnini asıl aldık, İbn
Hişâm, III, 288.
[92] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 192-194.
[93] Benî Lihyan Gazvesi hakkında bkz. Vâkıdî, 374; İbn
Hişâm, III, 292; İbn Sa'd, II, 56; Ta-berî, III, 59; Ensâbıı I-Eşrâf, I, 167;
İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 83; İbn Kesir, IV, 81; el-İmtâ. 257; el-Mevâhib, I, 154;
Târîhu'I-Hamîs, II,3.
[94] Asıl nüshada, noktasız 'ha' harfi ile "Mahîd
" şeklinde harf hatası ile yazılmıştır. Doğrusu Mu'cenuı' I-Bııldân'dan
alınmıştır. Mu'cemu mâ Ustu'cime adlı eserin aslında da, noktalı hı harfi ile
"Mahîd" olarak yazılmıştır. Eseri neşreden bu hatayı ortaya koymakla
birlikte doğrusunu terk etmiştir. İbn Sa'd, I/TI, 57 ve es-Sîre'nin Avrupa
baskısı s., 718'de de böyle geçmektedir. Haleb baskısında ise, Yakut'taki
başka bîr yer adı olan (Mahîs) maddesine dayanılarak yanlışlık yapılmıştır.
Nitekim es-Semhûdî, Vefâu'l-Vefâ, II, 369'da bu yanlışlığı ortaya koymuştur.
[95] Bkz. Cevâmi'us Sîre, dipnot, 2, s., 108.
[96] Asıl nüshada, "Şâye" diye geçmektedir. Saye,
içinde yetmişten fazla pınarın bulunduğu ve Medine'ye bağlı bir köy ya da
vadinin adıdır. Şâbe ise, Hüzeyl yurdunda bulunan bir dağın adıdıdr.
Dolayısıyla burada kasdolunan bu dağ olamaz.
[97] Asıl nüshada, Guran yerine "Uran" yazılıdır.
Gurân: Emec'in arkasında bulunan yeşil bîr vadinin adıdır. El-Mecd; bunun, Saye
Vadisİ'nin arkasında bulunan Benî Lihyân'ın konaklarından büyük bîr vadiye
yakıştırılan bir isimdir. Bkz. es-Semhûdî, 11,353.
[98] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 194-195.
[99] Bkz. İbn Hişâm, III, 293; İbn Sa'd, I/II, 58; Taberî,
III, 60; Ensâbu 1-Eşrâf, I, 167; îbn Seyyidi'n-Nâs, II, 84; İbn Kesîr, IV,
105; eî-!mtâ\ 257; el-Mevâhib, I, 155; Târîhu'l-Hamîs, II, 5; Sâhîhu'I-Buhârî,
V, 130.
[100] Gâbe; Şam yolu üzerinde Medînc yakınında bir yerdir.
Orada Medinelilerin malları bulunmakta idi.
[101] El-Ahrem, Muhriz b, Nadla'nın kendisiyle tanındığı bir
lakaptır.
[102] Bkz. İbnıTl-Arabî, Kitâbu Esmâi Hayli'I-Arab, s.,
53-54. Uyeyne b. Hısn'm Medîne'ye baskın yaptığı es-Serh gününe katılan
atların adına yer verdiği konuda geçer.
[103] İbnu'i-Arabî, Lemmâ' "m, Afabâd b. Bişr'in atının
adı olduğunu söyler ve daha fazla bilgi ver-
memektedir. Bkz. İbmı'l-'Arabî, Kitâbu Esmâi Hayli'I-Arab, 54.
[104] Bkz. a.g.e.. s., 54; İbn Hişâm, İli, 296'da ayrıca
Hazve ya da Hazvera olarak da adlandırılmıştır.
[105] İbnu'l-Kelbî, s.. 39'da, el-Cenâh'in, Mahmûd b.
Mesleme'nİn kardeşi Muhammed'in atı olduğunu beiirtir. Bu at, es-Serh günü
Ukkâşe b. Mihsan'ın üzerinde şehid olduğu attır (İb-nu'1-Arabî, s., 53).
El-Ahrem'in aîının adı ise es—Serhan'dı (s. 54).
[106] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 195-196.
[107] Bu gazve ile ilgili geniş bilgi için bkz. Vâkıdî, 380;
İbn Hişâm, III, 302; İbn Sa'd, I/1I, 45; Taberî, fil, 63; Ensâbu'l-Eşrâf. I,
64; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 91; İbn Kesîr, IV, 156; el-İm tâ\ 195; el-Mevâhib,
I, 140; Târîhıt'l-Hatnîs, I, 470.
[108] El-Muraysî\ Huzâ' Oğuİlarf na ait bir suyun adıdır.
Benî Huzâ'a ve el-Fer' arası iki günlük mesafedir. El-Fer' ve Medine arası
sekiz konaklık mesafedir
[109] Asıl nüshada, "Zerr" dîye geçmektedir.
Doğrusu İbn Hişâm, III, 303; ve el-İstî'âb'da geçmektedir. İbn Sa'îd de
denilmiştir. Bkz. İbn Sa'd, I/II; 46 ve el-İstî'âb.
[110] İfk hadisesine İşaret etmek konusunda, İbn Hazm'ın bu
metnini aktardığına dair bkz. Im-tâ'u'l-Esmâ', s., 215.
[111] Sâhİhu l-Buhârî, V, 118-119.
[112] Benî Mustalik Gazasi'nın tarihi ile İlgili meydana
geien tartışmalar için bkz. lmtâ'u'l-Es-mâ\ 214-215; Fethul-Bâvî, VII, 332;
Umdelul-Kârî, XVII, 201 vd.
[113] îbn Hazm'ın bu görüşü için bkz. Kitâbu'I-Fusûl, 8İ.
İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 196-199.
[114] Bkz. Vâkıdî, 383; İbn Hişâm, III, 321; İbn Sa'd. I/II,
69; Taberî, III, 7i; Emâbu"1-Eşrâf, I, 169; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 113;
İbn Kesîr, IV, 164; Zâdu'I-Me'âd, II, 301; el-İmtö\ 274; Târîhu'l-Hamîs, II,
16; Sâhîhu't-Buhân, V, 121.
[115] Makrîzî'nin, Sîretu İbn Hazm'den yaptığı nakil için
bkz. ei-İmtâ\ 276; aynı şekilde bkz. el-Fusût, 71.
[116] Muhtemelen buradaki salât ve selâm müstensihler
tarafından fazladan yazılmıştır.
[117] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 199-203.
[118] Hayber Gazvesi ile ilgili olarak bkz. Vâkıdî, 389; İbn
Hişânı, III, 342; İbn Sa'd, I/II, 77; et-Taberî, III, 91; Ensâbu l-Eşrâf, I,
169; Fııîûhuİ-Buldân, 29; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 130; İbn Kesîr, IV,
\8\\Zâdıı'I-Me'âd, II, 324; el-İmtâ', 309; Mevâhibu'l-Ledünniyye, I, 173;
Târihu'l-Hamîs, II, 43; ei-Buhârt, V, 130.
[119] Hayber Gazvesi tarihi ile ilgili İbn Hazm'ın görüşleri
için bkz. el-İmtâ', s. 310. Cumhura göre bu savaş, hicrî yedinci yılda meydana
gelmiştir. İbn Kesîr, Pusul, 74'te şöyle der: İbn Hazm'dan yapıian rivayete
göre bu savaşın hicrî altıncı yılda meydana gelmiş olduğunda hiç bir şüphe
yoktur. Çünkü ona göre hicrî takvimin başlangıcı, Hz. Peygamber'in Medîne'ye
hicret ettiği Rebî'ulevveİ ayıdır. Ancak İbn Hazm'ın bu görüşüne uyan
olmamıştır. Zira cumhura göre, hicrî takviminin başlangıcı, söz konusu yılın
Muharrem ayıdır.
[120] Isr -Asar olarak da okunduğu rivayet edilmiştir. Ancak
birinci okunuş daha meşhur ve daha yaygındır. Yâkût da bunu tercih etmiştir-
Medîne ve Fer' vadisi arasında bir dağdır.
[121] Ibn Sa'd, VIII, 86 ve el-Jmtâ', 321'de, "Safiyye
ve onun bir amca kızı esir edildi." yazılıdır.
[122] Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Yahudi kadını Öldürüp
öldürmediği konusundaki farklı rivayetler için bkz. İmtâ s.322.
[123] Asıl nüshada, "Cev' " şeklinde yazılıdır.
Hav', Netat bölgesinde bir yerin adıdır.
[124] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 203-205.
[125] Bkz. Vâkıdî, s. 390; İbn Hişâm, III, 357; İbn
Seyyidi'n-Nâs, II, 142; İbn Kesîr, IV, 214; İmlâ', s. 329; Tânhu'l-Hamîs, II,
53.
[126] Asıl nüshada, "Suheyre" şeklinde yazılıdır.
[127] Asıl nüshada da "Lükeyz" yazılıdır. İbn
Sa'd, el-İsâbc ve siyer kaynaklarında da bu şekilde yazılıdır. Es-Sîre'yı
tahkik edenler "Bukeyr" diye değiştirmişlerdir. El-Istî'ab'da Ebû
Ömer de Bukeyr olarak kaydetmiştir.
[128] İbn Hişâm, III, 358; el-İsiî'ab; el-İsâbe ve
Vsdu'!-Ğâbe'ye göre yapılan bir ilavedir.
[129] Asıl nüshada adı "Sabit b. Sabit" olarak
yazılıdır. Et-Taberî, onun adının en-Nu'mân olduğunu belirtmiştir. Başkaları
ise adının '"Umeyr" olduğunu söylemişlerdir. Bkz. es-Süheylî, 11,244.
[130] Asıl nüshada, "Mübeşşir b. Abdiliah b.
el-Münzir" şeklinde yazılıdır. Rical ve siyer kitaplarına göre
düzeltildi.
[131] Asıl nüshada, "Amr" yazılıdır. İbn Hişâm,
III, 358; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 142'ye göre düzeltildi.
[132] Asıl nüshada,
"Sabit b. Esle b. Talha" yazılıdır. Sonraki isim Talha ise, Hayber'de
şehid olanlardan biridir. Fakat rical kitaplarında babasının adı belirtilmiyor.
Ebû Zer, onun, Talha b. Yahya b. Muleyl b. Damra olduğunu söylemiştir.
[133] İbn İshâk, onu Eşlem Oğullan'ndan saymıştır.
[134] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 206-207.
[135] Ca'fer ve arkadaşlarının Habeşistan'dan gelişleriyle
ilgili olarak bkz. İbn Hişâm, IV, 3; İbn Kesîr, IV, 205; İmtâ\ s. 325.
[136] İbn İshâk, Muhammed b. Ca'fer'i zikretmemiştir.
Es-Süheylî: "Habeşistan'da Ca'fer'in Abdullah, Muhammed ve Avn adlarında
üç çocuğunun doğduğunu" belirtmektedir.
[137] Asıl nüshada, "Amr b. Sa'îd b. el-Âsî ve Ümmü
Hâlid" şeklinde yazılıdır. Ümmü Hâiid, yukarıda Amr'dan Önce zikredilen
Emet bint Hâlid b. Sa'îd'dir. Büyük ihtimalle kâtip onu unutup sonra yazmıştır.
[138] İbn İshâk (IV, 5), Ca'fer i!e birlikte geri gelen şu
İki kişiyi de zikrediyor: Âmir b. Ebî Vak-kâs ez-Zühdî ve onların müttefiki
Hüzeyl kabilesinden Utbe b. Mes'ûd.
İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 207-208.
[139] Fedek'in fethiyle ilgili haberler için bkz. İbn Hişâm,
III, 368; Taberî, III, 98; Futûhu'I-Btjü dan, s. 36; el-İmlû', s. 331;
Târîhu'i-Hamîs, II, 58.
[140] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 208.
[141] Bkz. Taberî, III, 91; Futûhu'l-Buldân, s. 41; İbn
Seyyidi'n-Nâs, II, 143; İbn Kesîr, IV, 212; Zâdu'l-Mc'âd, II, 354; el-İmtâ\
332; Mevâhib, I, 182; Tâvîhu'l-Hamîs, II, 58..
[142] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 208.
[143] Kaza umresi ile ilgili olarak bkz. Vâkıdî, s. 399; İbn
Hişâm, IV, 12; İbn Sa'd, I/II, 87; et-Ta-berî, III, 100; Ensâbıı 1-Eşrâf, I,
169; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 148; İbn Kesîr, IV, 226; Zâ-du'I-Me'âd, II, 366;
e!-!mtâ\ 336; Târihu'l-Hamh, II, 62; Bııhârî, V, 141.
[144] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 209.
[145] Mute Savaşı hakkında bkz. Vâkıdî s. 401; İbn Hişâm,
IV, 15; İbn Sa'd, I/II, 92; Taberî, III,
107; İbn Seyyidi'n-Nas II, 153; İbn Kesîr, IV, 241; Zâdu'l-Me'âd, II,
374; d~İmta\ 344; Târîhu'l-Hamîs, II, 70; Buhâri, V, 143.
[146] Asıl nüshada ve es-Sîre'nin bazı nüshalarında Rakile
oîarak yazılıdır. Diğer bazı nüshalarda İse Rafile, Zafile olarak yazılıdır.
Et-Taberî'de İse Rafiie'dir.
[147] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 209-211.
[148] Bkz. İbn Hişâm, IV, 30; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 156;
İbn Kesîr, IV, 259; Târîhu'l-Hamte, II, 75.
[149] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 211.
[150] Mekke'nin fethi ile ilgili olarak bkz. Vakıdî, 406;
İbn Hişâm, IV. 31; İbn Sa'd, I/II, 96; et-Ta-berî, III, 110; Emâbu l-Eşraf, I,
170; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, İo3; İbn Kesîr, IV, 268; Zâ-dıı'I-Me'âd, II, 384;
el~İmtâ\ 357; Mevâhibu'l-Lediiı:niyye, I, 191; Târihti'1-Hanıîs, II, 77;
el-Buhârî, V, 145.
[151] Hadisin metni mealen şöyledir: "Ey Allahım!
Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar Kureyşliferin casus ve habercilerini
tut. (Görmez ve işitmez yap! Kureyşlilerin gözlerini bağla! Beni, birden bire
görsünler! Birden bire işitsinler!)"
[152] Parantez içindekiler hadis ve siyer kitaplarından
yararlanılarak mütercim tarafından eklenmiştir fçev.}.
[153] Parantez içindekiler hadis ve siyer kitaplarından
yararlanılarak mütercim tarafından eklenmiştir (çev.).
[154] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 211-219.
[155] Hâüd b. Velîd'in Cezime Oğullan'na ve Uzza'yı yıkmaya
gönderilmesi ile ilgili olarak bkz. Ibn Hişâm, IV, 70; İbn Sa'd, II, 105, 106;
et-Taberî, III, 123; İbn Seyyidi'n-Nâs, II, 184, 185; Ibn Kesir, IV, 312-316;
el-İmtâ', 398, 399; Mevâhibu'l-Ledünniyye, I, 207; Târî-hu'I-Hamîs, II, 95, 97.
[156] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra Yayınları: 219-222.