Otuz Üçüncü Bölüm: MEDİNE'YE HİCRET.. 1

33.1. MEDİNEYE HİCRET.. 1

 

 

 

 

Otuz Üçüncü Bölüm: MEDİNE'YE HİCRET

33.1. MEDİNEYE HİCRET

33.1.1. İlk Muhacir

İbni Cerir ve İbni Hişâm'ın rivâyetine göre müslümanların Mek­ke'den Medine'ye hicretleri için genel direktif henüz verilmemişken ve Bi'set sonrası 12. yılda Zilhicce ayında İkinci Akabe bi'atı yapılmışken Rasûlullah (a.s.)'ın süt kardeşi ve teyzesi Berre binti Abdulmuttalib'in oğ­lu Ebu Seleme (r.a.) Medine'ye hicret etmeye karar verdi. Ebu Seleme'nin hicrete karar vermesinin sebebi, kendisinin Habeşistan'dan Mekke'ye dön­mesinden sonra gerek Mekkeli kâfirlerin, gerekse kabilesi olan Beni Mahzûm'un O'nu sürekli olarak rahatsız etmeleri ve eziyete tabi tutmalarıydı. Ne var ki, Ebu Seleme (r.a.)'nin hicreti de çok tehlikeli ve çileli oldu.

33.1.2. Hz. Ümm-ü Seleme'nin Başına Gelenler

İbni Hişâm, Muhammed bin İshâk'a dayanarak bizzat Ümm-ü Sele­me'nin bu rivâyetini nakletmiştir: "Kocam Ebu Seleme Medine'ye hareket etmek üzere evden ayrılınca, ben de arkasından oğlum Seleme'yi kucağı­ma alıp evden çıktım. Kocam beni ve oğlumuzu deveye oturttu ve yularını tutarak yürümeye başladı. Ailemiz (Beni Muğire) kocamın deve ile yürü­düğünü görünce bazı kimseler bize geldiler ve kocama şöyle seslendiler: "Sen nasıl olsa, elimizden çıktın. Nereye istersen git. Fakat, biz kızımızın avare gibi dolaşmasına izin vermeyeceğiz." Bunu dedikten sonra devenin yularını Ebu Seleme'nin elinden aldılar ve beni eve geri getirmeye başla­dılar. Bu arada Ebu Seleme'nin kabilesinin adamları da toplanarak kendi­sine ateş püskürmeye başladılar. Ayrıca benim kocamdan koparılmamı da yadırgadılar ve aileme dediler ki: "Siz adamımızdan kızınızı çektiniz. Biz de evlâdı Seleme'yi size niye bırakalım?" Ve oğlumu çekmeye başladılar. Bu kavgada oğlumun kolu çıktı. Oğlumu onlar aldılar, Beni Muğire beni bir yerde hapsetti ve zavallı Ebu Seleme tek başına Medine'ye gitti. Bir seneye yakın bir müddet her gün evden çıkıp Ebtah'a gider, kocamın yolu­nu bekler ve ağlardım. Bir gün benim akrabalarımdan olan Beni Muği­re'nin bir şahsı beni bu vaziyette gördü ve bana çok acıdı. O gidip Beni Muğire'ye şöyle dedi: "Şu zavallı kadını niye bırakmıyorsunuz? Önce onu kocasından ayırdınız sonra da oğlundan uzaklaştırdınız." Nihayet Beni Muğire bana dedi ki: "istersen kocana gidebilirsin." Kocamın ailesi (Beni Abd el-Esed) de oğlumu geri verdi. Ben oğlumla tek başıma deveye binip Medine'ye hareket ettim. Ten'im'e vardığımda Beni Abduddâr'a mensup Osman bin Talha bin Ebi Talha'yı gördüm. Osman, "Ebu Ümeyye'nin kı­zı, nereye gidiyorsun?" diye sordu. Ben, "kocamın yanına Medine'ye gidi­yorum" dedim. "Senin yanında kimse yok mu?" diye sordu. Ben de "Alla­h'ım ve bu çocuğumdan başka kimse yoktur" dedim. Dedi ki, "vallahi, ben seni böyle bırakmayacağım." Ve devemin yularını tutarak yürümeye baş­ladı. Vallahi, ben ondan daha iyi bir insan görmedim. Bir menzile varınca devemi oturtur ve bir kenara çekilirdi. Ben çocuğumu alıp inince o deveyi bir ağaca bağlardı. Daha sonra biz istirahat ederdik. Tekrar yola çıkma za­manı gelince deveyi yanıma getirir ve kendisi uzaklaşırdı. Ben deveye bindikten sonra devenin yularını tutar ve yürürdü. Medine'ye kadar olan yolu böyle katettik. Sonra, Küba'da Beni Avfın köyü görülünce Osman bana şöyle dedi: "Bak kızım, kocan oradadır. Artık onun yanına gidebilir­sin. Allah sana bereket versin." Osman geldiği yoldan yürüyerek Mek­ke'ye döndü." (Bu olayı Belazuri de Ensab-ul Eşrefte kaydetmiştir).

Bu olaydan anlaşılacağı gibi, Kureyşli kâfirler müslümanlara haddin­den fazla zulüm ve eziyet vermeye devam edince yine onlardan bazıları bu hareketlerden tiksinmeye ve müslümanlara karşı sempati duymaya başladılar. Bu cahiliyye toplumunda birazcık medeniyet, kültür ve insan­lık nasibini almış olanlar İslâm'a düşman olmalarına rağmen eziyetlere boyun eğmeyen ve bütün çile ve zorluklara rağmen Hak yolunda yürüme­ye devam edenler saygı görmeye başladılar.

33.1.3. Hicret İçin Genel İzin

Nihayet, Bi'set sonrası 13. yıl Zilhicce ayında yapılan Son Akabe bia­tından sonra Rasûlullah (a.s.) Mekke'de bulunan bütün müslümanların Medine'ye hicretleri için genel izin çıkardı. Rasûlullah (a.s.) müslümanla­ra şöyle dedi: "Yüce Allah artık sizin için yeni kardeşler ortaya çıkarmıştır ve sizin huzur ve sükûnet içinde yaşayabileceğiniz bir şehir temin et­miştir." (Bk. İbni Hişâm İbni İshâk'ın rivâyeti). Bu izin çıkar çıkmaz ilk önce Hz. Amir bin Rebi'atü'1-Anzi, zevcesi Leylâ binti Ebi Hasme ile yola koyuldu. Daha sonra Hz. Ammar bin Yasir, Hz. Bilâl ve Hz. Sa'd bin Ebi Vakkas Medine'ye hicret ettiler. Bundan sonra Hz. Osman bin Affân, ka­rısı Rukayye binti Rasûlullah (a.s.) ile hareket etti. Bundan sonra genel bir göç başladı ve müslümanlar akın akın Medine'ye gitmeye başladılar. Bazen bütün aileler, her şeylerini bırakıp yeni diyara hareket ettiler. İbni Hişâm İbni İshâk'a dayanarak özellikle üç ailenin bütün fertlerinin Mek­ke'den Medine'ye hicret ettiklerini ve evlerini boş bıraktıklarını ifade et­miştir. Bu aileler şunlardı: 1) Beni Ma'zun, 2) Beni el-Bukeyr 3) Beni Cahş bin Ri'âb. İbni Abd-il Berr Beni Cahş ile beraber Beni Esed bin Hu­zeyme'nin erkek, kadın ve çocuklarının da Medine'ye gittiğini bildirmiştir. Bu iki aileden toplam 30 kişi hicret etti, ki bunlar arasında Rasûlullah (a.s.)'ın teyzeoğlu Abdullah bin Cahş ve Ebû Ahmed bin Cahş (ismi Abd idi) bunların iki kız kardeşi Hz. Zeyneb binti Cahş, (ki daha sonra Üm-mül-Mü'minin oldu), Hamne binti Cahş (Hz. Mus'ab bin Umeyr'in zevce­si) ve Habib bint Cahş (Hz. Abdullah bin Avfın karısı) vardı. Bunların gitmesinden sonra Utbe bin Rebi'a ve Abbas bin Abdulmuttalib ve Ebû Cehl onların evlerinin önünden geçtiler. Utbe bin Rebi'a derin bir ah çekti ve "Beni Cahş'ın evi bugün bomboştur" dedi. Bunun üzerine Ebu Cehl, "ne ağlıyorsun? Bunların hepsi bu kardeşimizin (yani Hz. Abbas'ın) yeğe­ninin yaptıklarıdır. O cemaatimizi böldü, aramızdaki münasebetleri kesti ve bizi parçaladı." Bundan sonra sıra Ebu Süfyan'a geldi. Ebu Süfyan, Be­ni Cahş'ın evini işgal edip başkalarına sattı. Ebu Süfyân bunun için şu ba­haneyi uydurdu: Kızı Fer'a (ya da Fâri'a) Ebû Ahmed bin Cahş'ın karısıy­dı. Güya, damadının bütün veraseti, henüz kendisi sağ iken kayınpederine geçmişti. Hz. Abdullah bin Cahş, Ebû Sufyân'ın bu haksızlığı hakkında Rasûlullah (a.s)'a şikâyette bulununca, kendisi şöyle dedi: "Siz bu evinizin bedelini Cennet'te bulmaktan mennun olmayacak mısınız?" Mekke'nin fethinden sonra Ebu Ahmed bin Cahş kendi evini kayınpederinden geri al­mak isteyince Rasûlullah (a.s.) herhangi bir ses çıkarmadı. Daha sonra sa­habeler, Ebû Ahmed'e dediler ki: "Rasûlullah, muhacirlerin Allah yolunda harcanmış mallarının geri alınmasından yana değildir." Nitekim, bizzat Rasûlullah (a.s.)'ın Mekke'deki evi o zamana kadar müslüman olmamış olan Akil bin Ebi Tâlib tarafından, hicretten sonra işgal edilmişti. Rasûlullah (a.s.), Mekke'nin fethinden sonra bu evi geri almadı. (Ebû Dâvud, Kitab'ul-Hac).

33.1.4. Kureyş'in Müslümanları Hicretten Alıkoymak İçin Aldığı Tedbirler

Hz. Suheyb Medine'ye hicret için evden çıkınca, Kureyşliler kendisi­ne şöyle diyerek mani olmak istediler: "Sen buraya parasız, pulsuz gel­miştin. Burada zenginleştin. Şimdi de canınla beraber mallarını da alıp götürmek istiyorsun. Vallahi, buna müsaade etmeyeceğiz." Hz. Suheyb (r.a.) dedi ki: "Peki, ben bütün mal ve mülkümü size bırakırsam bana git­me izni verir misiniz?" Onlar "evet" dediler. Hz. Suheyb bunun üzerine bütün mal-mülk ve sermayesini Kureyşlilere bıraktı ve eli boş Mekke'den çıktı, Rasûlullah (a.s.) bu "alışveriş"in haberini alınca dedi ki: "Suheyb iyi bir iş yapmıştır". (Bk. İshâk bin Râhveyh, İbni Merdûye, İbni Hişâm ve Belazuri; Ebû Osman en-Nehdî'nin rivâyeti).

İbni Abd il-Berr, "ed-Dürer fi İhtishar el-Meğâzi ve's-Siyer" adlı ese­rinde diyor ki, Hz. Suheyb Mekke'den hareket edince Kureyşliler kendisi­ni takip ettiler. Amaçları, onu öldürüp mallarını gasp etmekti. Hz. Su­heyb, Kureyşlilerin kendisinin peşinde olduğunu görünce dedi ki: "Bili­yorsunuz ki, ben hepinizden daha iyi bir okçuyum. Vallahi billahi, sizden hiçbiri bu konuda bana yetişemez. Bana yaklaşanı öldürürüm." Takip edenler dedi ki: "Mallarını bırak ve git." Hz. Suheyb şöyle dedi: "Mal ve mülkümü zaten Mekke'de bıraktım. Falanca yere gidin ve onları oradan çıkarın." Dolayısıyla, onlar Hz. Suheyb'i takip etmekten vazgeçtiler ve gi­dip mallarını aldılar. Buna benzer bir rivayet Belazuri tarafından, Hz. Sa'id bin Müseyyeb'e dayanılarak naklolunmuşur.

Beyhâki ve Taberânî yine Hz. Sa'id bin Müseyyeb'e dayanarak bizzat Hz. Suheyb'in şu ifadesini nakletmişlerdir: "Ben hicret niyetiyle Mek­ke'den çıkarken, Kureyş'in bazı gençleri yolumu kestiler. Gece onlar uyu­ya kalınca kaçmayı başardım. Fakat yolda gene arkadaşları beni yakaladı­lar. Ben onlara dedim ki, "ben Mekke'ye sizinle beraber gidip size birkaç okka altın versem, beni bırakacak mısınız?" Onlar "evet" dediler. Ben tek­rar Mekke'ye gelip onlara dedim ki, falanca yeri kazın altınları alın ve fa­lanca kadının evine gidip iki elbiselik kumaş alın." Böylece, ben onlardan kurtulup, Rasûlullah (a.s.)'ın yanına Küba'ya varınca, kendisi bana şöyle dedi: "Bu değiş tokuşta sen çok kârlı çıktın." Ben dedim ki, "bu olayı kimse bilmiyordu. Bunun haberini size herhalde Cebrail (a.s.) vermiştir."

33.1.4.1. Ayyaş bin Ebi Rebia'nın Başından Geçenler

Diğer muhacirler gizli saklı Mekke'den çıkarken, Hz. Ömer (r.a.) 20 süvari ile alenen kenti terk etti. Refakatinde kardeşi Zeyd bin el-Hattâb, eniştesi Sa'id bin Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, damadı Huneys bin Huzâfe (Hz. Hafsa'nın eski kocası) ve diğer bazı mümtaz kişiler vardı. Bezzâr ve İbn İshâk çok muteber senetlerle Hz. Ömer'in şu ifadesini nakletmiştir: "Ben, Ayyaş bin Rebî'a ve Hişâm bin As bin Vâil ile sözleşmiştim. Onlar benimle, Mekke'ye 10 km. uzaklıktaki Tenâdıb mevkiinde buluşacaklardı. Aramızda varılan anlaşmaya göre, kararlaştırılan saatte gelmeyen olursa onun düşmanların eline düştüğü kabul edilerek diğer arkadaşlar kendisini beklemeden yola koyulacaklardı. Hişâm, Mekke'de yakayı ele verdi. Ayyaş ise bizimle beraber Medine'ye vardı. Peşlerinden Ebû Cehl bin Hişâm ve Hâris bin Hişâm (Ayyâş'ın hem amca oğlu hem üvey kardeşi) de Medine'ye vardı. Onlar Ayyâş'ın peşine düştüler ve dil dökerek Mek­ke'ye dönmesi için çaba harcadılar. Kendisine dediler ki: "Annen senin ayrılmana çok üzülmüş ve sen eve dönünceye kadar saçlarını taramayaca­ğına ve güneşten gölgeye gitmeyeceğine and içmiştir." Ben ona durumu izah etmek istedim. Dedim ki, bunlar sana yalan söylüyorlar, maksatları seni geri götürmektir. Onun için de, türlü türlü bahaneler uyduruyorlar. Ben dedim ki, annen bitlenince ister istemez saçlarını tarayacak ve güneş­te kavrulduktan sonra mutlaka gölgeye geçecektir. Fakat Ayyâş'a anne sevgisi galip geldi. Ayyaş dedi ki, ben anneme verdiğim sözü tutacağım ve mallarımı alıp geri geleceğim. Ben ona dedim ki: "Sana mallarımın ya­rısını vereyim, sen bu adamlarla Mekke'ye dönme". Fakat o çocuk beni dinlemedi. En son dedim ki: "Peki, gitmek istiyorsan git, ama benim dişi devemi al. Bu çok iyi bir hayvandır. Bundan hiç ayrılma. Baktın ki, bu adamların niyeti kötü, o zaman bu dişi deve ile hemen bu tarafa koş." Ayyaş bu nasihatimi dinledi ve deveyi aldı. Yolda Ebu Cehl, Ayyâş'a şöy­le dedi: "Kardeş, benim devem aksıyor. Sen beni kendi dişi devene alır mısın?" Ayyaş, "neden olmasın?" dedi ve onu devesine aldı. İkisi deveden indi, ki Ebu Cehl, Ayyâş'ın devesine binebilsin. Hâris de devesini durdur­du ve aşağıya indi. İkisi Ayyâş'ın ellerini ve ayaklarını bağladılar. İbni İshâk'ın ifadesine göre Ebu Cehl ve Hâris, Ayyâş'ı elleri ve ayakları bağlı olarak Mekke'ye getirdiler. İkisi de halka sesleniyorlardı: "Ey Mekkeliler, yaramaz ve haşarı çocuklarınızı bizim gibi terbiye edin."

İbni Hişâm güvenilir kişilere dayanarak şu rivâyeti aktarmıştır: Rasûlullah (a.s.) Hişâm bin as ile Ayyaş bin Rebi'a için endişeliydi. Rasûlullah (a.s.) "bu ikisini bana kim getirecek?" dedi. Velid bin Muğire (Hâlid bin Velid'in kardeşi) arz etti: "Ya Rasûlullah, ben bu işi yapmaya hazırım." Bunu dedi ve Mekke'ye hareket etti. Şehre girdikten sonra bu iki mahkûm ile ilgili gizlice bilgi toplamaya başladı. İkisinin, çatısı olmayan bir binanın içinde olduğunu öğrendikten sonra gece duvarları atlayarak içeriye girdi, ikisinin zincirlerini kopardı ve devesine bindirip Medine'ye getirdi.

33.1.4.2.Hz. Abdullah bin Süheyl'in Hikâyesi

Hicretten alıkonan müslümanlar arasında Hz. Abdullah bin Süheyl bin Amr da vardı. Belazuri diyor ki, Hz. Abdullah bin Süheyl bin Amr, Medine'ye hicretin başladığı haberini aldıktan sonra Habeşistan'dan Mek­ke'ye gelmişti. Amacı, Rasûlullah (a.s.) ile beraber yeni "Dar-ul Hicret"e gitmekti. Fakat Hz. Abdullah'ı babası Süheyl bin Amr durdurdu ve hap­setti. Abdullah, babasına hile yaparak hapisten kurtulmak istedi ve bu ga­ye ile atalarının dinine döndüğünü söyledi. Babası söylediklerine inandı ve onu yanına alarak Bedir savaşma katıldı. Fakat iki tarafın kuvvetleri karşı karşıya gelince, Hz. Abdullah bin Süheyl bin Amr müslümanlara ka­tıldı. Bundan birkaç sene sonra Mekke fethi sırasında Süheyl bin Amr da müslüman olunca şöyle dedi: "Allahu Teâlâ, oğlum Abdullah'ın imanını oldukça sağlam kılmıştı."

33.1.4.3. Hz. Peygamber (a.s.)'in Son Ana Kadar Mekke'de Kalması

İbni İshâk'ın rivâyetine göre genel olarak Medine'ye hicret etmek üzere Habeşistan'dan Mekke'ye dönenlerden yedisi hapsedilmiş ve bunlar hicrete katılamamıştı. Buna ilâveten, hicret sırasında yakalanan ya da hic­ret etme imkânına sahip olmayan pek çok kişi vardı. Bunların kalbi iman doluydu, ama kendi zaaf veya imkânsızlıkları sebebiyle hicrete katılama­mışlardı. Bunların dışında elleri, ayakları hareket eden ve maddi imkânlara sahip olan herkes Medine'ye hicret etmişti. Mekke'de hatırı sa­yılır kişiler arasında sadece Hz. Peygamber (a.s.), Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ali kalmışlardı.

Buhârî'de yer alan Hz. Ayşe'nin rivâyetine göre Hz. Ebu Bekr (r.a.) Medine'ye hicret etme niyetini belirtince, Rasûlullah (a.s.) şöyle dedi: "Biraz sabret. Çünkü, öyle tahmin ediyorum ki, bana da hicret izni verile­cektir. Hz. Ebu Bekr (r.a.) arz etti: "Annem ve babam size fedâ olsun; siz böyle bir şey bekliyor musunuz?" Rasûlullah (a.s.) buyurdu: "Evet". Dola­yısıyla, Hz. Ebu Bekr (r.a.) Rasûlullah (a.s.) ile beraber Medine'ye hicret etmek maksadıyla beklemeyi tercih etti. Bu arada iki dişi deve de satın alıp bunları beslemeye başladı. İbni Hişâm ile İbni Cerir'in naklettikleri İbni İshâk'ın rivâyetine göre, Hz. Ebu Bekr, hicret için her izin isteyişinde

Rasûlullah (a.s.) kendisine şöyle derdi: "Acele etme. Bakarsın, Allah sana bir yoldaş veriverir." Bu sözler üzerine, Hz. Ebu Bekr, bu "yoldaş"ın biz­zat Rasûlullah (a.s.) olacağı konusunda ümitlendi. Hakim'in, Hz. Ali (r.a.)'ye dayanarak naklettiği rivayete göre, Rasûlullah (a.s.) Cebrail'e sor­du: "Hicret'te bana kim refakat edecektir?" Hz. Cebrail, "Ebu Bekr" dedi. İbni Cerir ise, Urve bin Zübeyr'e dayanarak diyor ki, Hz. Ebu Bekr (r.a.) hicret eden diğer sahabeler ile beraber Medine'ye gitmek umuduyla iki di­şi deve satın almıştı. Hz. Ebu Bekr (r.a.) kendisine Rasûlullah (a.s.)'ın re­fakat edeceği konusunda emin olunca bu dişi develeri iyice besleyip güçlü ve kuvvetli yaptı.

İbni Hişâm ile İbni Cerir, İbni İshâk'a dayanarak diyorlar ki: Rasûlullah (a.s.) halkın kendisine bıraktığı emanetlerin dağıtılması işini yürütmek için Mekke'de kalmıştı. İbni İshâk diyor ki, Mekke'de tek bir kişi yoktu ki, çalınacak korkusuyla kıymetli eşyasını Rasûlullah (a.s.)'a emanet olarak bırakmış olmasın. Zira, Rasûlullah (a.s.)'ın doğruluğuna, dürüstlüğüne ve emanetleri canı gibi koruduğuna dost, düşman herkes inanıyordu.

Böylece Rasûlullah (a.s.) Bi'set'in 13. yılının 12 Zilhicce'sinde yapı­lan son Akabe Biatından başlayarak, Bi'set'in 14. yılının 14 Safer'ine ka­dar, yani yaklaşık 2.5 ay Mekke'de beklemeyi tercih etti. Halbuki, bu ara­da Medine'ye akın akın hicret ediliyordu. Son günlerde ise uzaktan yakın­dan bütün arkadaşları Mekke'yi terketmişti. Rasûlullah (a.s.) gemisini en son terk eden bir kaptan edasıyla Allah'ın izni gelmeden sadece iki arkada­şı ve can yoldaşıyla birlikte Mekke'de kâfirler ve düşmanlar arasında bek­lemeyi uygun gördü. Bu olaya biraz dikkatle baktığımızda Rasûlullah (a.s.)'ın ne kadar vazifesine sadık, fedakâr ve cesur olduğunu anlarız.

33.1.5. Kureyş'in Telaşı

Bütün müslümanlar, Mekke'yi bir bir terk edince Kureyşli kâfirler, Rasûlullah (a.s.)'ın da her an Medine'ye hicret edeceğine inandılar. Onlar, bunun neticelerini de çok iyi biliyorlardı. Onlar, Rasûlullah (a.s.)'ın büyük şahsiyeti, nüfuzu, fevkalâde kabiliyetleri ve Kur'an-ı Kerim'in inanılmaz büyüleyici tesirinden habersiz değillerdi. Onlar, Rasûlullah (a.s.)'ın artık bir sığınak olduğunu, iki yiğit ve namlı kabilenin kendisini himaye etme­ye razı olduğunu ve bizzat Kureyş'in en kabiliyetli, cesur ve savaşçı genç­lerinin 13 yıl çileli bir hayat yaşadıktan sonra ve azim ve kararlılıkların­dan zerre kadar bir şey kaybetmeden Medine'ye hicret ettiklerini biliyor­lardı. Onlar bir avuç müslümanın defalarca İslâm ve Allah uğruna evlerini, ailelerini, mallarını ve mülklerini, kısacası, her şeylerini terk edip hicret ettiklerini ve hiç yılmadıklarını da biliyorlardı. Hz. Peygamber (a.s.) gibi eşsiz bir önder ve komutanın emrinde böylesine fedakâr ve fedai kişilerin teşkilatlanmaları ve hatta bir şehrin idaresini ele almaları Kureyşliler, di­ğer kâfirler ve eski düzenleri için ölümün habercisiydi. Özellikle, Medi­ne'nin jeopolitik durumu öylesine hayati ehemmiyet taşıyordu ki, burada müslümanların bu şekilde birleşip toplanmaları ve güç birliği yapmaları Kureyşliler açısından çok tehlikeliydi. Nitekim, müslümanların Medine'ye hakim olmasıyla Kızıldeniz kıyısı boyunca Yemen'den Suriye'ye uzanan ve Kureyş ile diğer kabilelerin en büyük geçim kaynağı olan ticaret yolu da onların denetimi altına girecekti. Müslümanlar Arabistan ekonomisinin bu şahdamarına el koyarak Cahiliye nizamına en büyük darbeyi vurmuş olacaklardı. Bu ticaret yolundan yılda en az 250 bin altın gelir elde edili­yordu. Tâif ile diğer önemli merkezlerin ticareti bunun dışında idi. Bu se­bepten dolayıdır ki, Akabe bi'atıyla ilgili haberi alır almaz Kureyş büyük bir telaşa kapıldı ve Medinelileri Hz. Peygamber (a.s.)'den uzaklaştırmak ve koparmak için bütün güçlerini kullandılar. Fakat nafile, Kureyşliler Akabe bi'atını önlemekte başarısız kalınca müslümanların Medine'ye hic­retlerini engellemeye çalıştılar, ama bunu da başaramadılar. Onlar ancak birkaç kişinin yolunu kesebildiler, çoğunluk çoktan Medine'ye varmıştı. Kureyşliler için artık tek bir yol kalıyordu, o da Hz. Peygamber (a.s.)'in vücudunu ortadan kaldırmaktı.

33.1.6. Hz. Peygamber (a.s.)'i Öldürme Plânı

İbni Hişâm, İbni Sa'd, İbni Cerir ve Belâzuri'nin ifadelerine göre Ku­reyşliler son kararlarını almak üzere Dâr ün-Nedve'de gizli bir toplantı yaptılar. Bu toplantıya Kureyş'in bütün ağır topları ve kodamanları katıl­dılar. Herkes karşı karşıya bulunulan tehlikeyi ortadan kaldırma çaresini aramaya başladı. Bir grup, Rasûlullah (a.s.)'ın hayatı boyunca zincire vu­rulması ve hiç serbest bırakılmamasından yana idi. Bu teklif kabul edil­medi. Zira, itiraz edenler dediler ki, Rasûlullah (a.s.) zindana atılsa da ar­kadaşları serbestçe faaliyetlerini sürdüreceklerdir. Onlara göre Rasûlullah (a.s.)'ın fedaileri kuvvetlenip kendisini er geç kurtaracaklardı. Başka bir grup Hz. Peygamber (a.s.)'in sürgüne gönderilmesinden yanaydı. Bu grup, Hz. Peygamber (a.s.)'in varlığını zararlı buluyordu ve Mekke'den çıkarıl­masını istiyordu. Bu gruba göre, Hz. Peygamber (a.s.) Mekke'den ihraç edildikten sonra ne yaparsa yapsın onları ilgilendirmeyecekti. Fakat bu öneri de reddedildi. Zira muhalifler dediler ki, Muhammed (a.s.) büyüleyici ve cezbedici bir şahsiyete sahipti, insanları büyüleyebiliyordu (!) ve Mekke'nin dışına çıktıktan sonra bütün Arabistan O'nun faaliyet alanı ha­line gelecek ve herkese fikrini aşılayacaktı. Nihayet, en iyi yolun Hz. Pey­gamber (a.s.)'in öldürülmesi olduğunda karar kılındı. Ebu Cehl dedi ki: "Bütün kabileler eli çabuk, attığını vuran, yiğit, soylu ve güçlü birer genç seçsinler." Bunlar bir anda Muhammed (a.s.)"e hücum edip derhal öldüre­ceklerdi. Böylece, Muhammed (a.s.)'in kanı bütün kabilelere dağılmış ola­caktı. Bu durumda, Beni Abd-i Menaf, bütün bu kabileleri karşısına alma­ya veya bunlardan intikam almaya cesaret edemeyecekti. Sonunda, Abd-i Menâflılar diyete razı edileceklerdi. Ebu Cehl'in bu fikri herkesin hoşuna gitti ve her kabile suikast için kendi adamını seçti. Suikast tarihi ve saati de tesbit edildi. Bütün bu konuşmalar kimsenin kulağına ulaşmasın diye son derece gizli tutuldu. Enfâl sûresinde bu hakikate işaret edilmiştir:

"Hani bir zaman kâfirler seni hapsetmek, öldürmek veyahut Mek­ke'den çıkarmak için tuzak kurdular. Allah da onlara mukabele buyurdu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır." (Ayet; 30)

33.1.7. Rasûlullah (a.s.)'a Hicret İzni Verilmesi ve Hicret Hazırlığı

Tirmizî ve Hâkim'in naklettikleri İbni Abbas'ın bir rivâyeti şöyledir: Kureyşliler işi bu safhaya getirince Cenab-ı Allah, Rasûlullah (a.s.)'a Mekke'den Medine'ye hicret iznini verdi ve bu hususta şöyle dedi:

"De ki: 'Rabbim Beni sıdk girdirişi ile girdir. Ve sıdk çıkarışı ile çı­kar. Ve bana tarafından aşikâr bir kudret ve hüccet ile yardım ihsan bu­yur." (İsrâ; 80) [1]

Hicret'e izin verilen geceden bir sonraki gece Kureyş tarafından Rasûlullah (a.s.)'ın öldürüleceği gece olarak seçilmişti.[2] İbni Sa'd'ın Vâkıdi'ye ve İbni Cerir ile İbni Hişâm'in İbni İshâk'a dayanarak naklettikleri rivayete göre aynı gün Cebrâil (a.s.) gelip, Rasûlullah (a.s.)'a Ku­reyş'in sinsi plânını bildirdi ve o gece yatağına yatmamasını istedi. Bunun üzerine Rasûlullah (a.s.) kendisini çarşafa sararak ve yüzünü gizleyerek Hz. Ebu Bekr'in evine gitti. Buhârî'de İmam Zührî'ye dayanılarak Hz. Ur­ve bin Zübeyr'in bir rivâyeti naklolunmuştur. Bu rivayette Hz. Ayşe'nin şöyle dediği kaydedilmiştir: "Biz öğlen evimizde iken biri gelip, Hz. Ebu Bekr'e, Rasûlullah'ın yüzünü gizleyerek evimize beklenmedik bir şekilde geldiğini haber verdi." Taberânî'de yer alan Hz. Esma binti Ebi Bekr'in rivâyetine göre "Rasûlullah (a.s.) her gün sabah ve akşam evimize gelirdi." Aynı rivayet Buhârî, Babü'l-Hicret'te Hz. Ayşe'den naklolunmuştur, İbni Hişâm'da yer alan Hz. Ayşe'nin başka bir rivâyetine göre Rasûlullah (a.s.) her gün sabah ve akşam bize gelirdi, fakat o gün adetinin dışında öğle na­mazı saatinde geldi." Hz. Ebu Bekr biraz endişeli bir tavırla kendi kendi­sine sordu: "Annem-babam ona feda olsun. Herhalde çok önemli bir şey­dir. Yoksa, bu saatte gelmezdi." Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) içeriye gelme izni istedi. İzin aldıktan sonra içeriye geldi ve herkesin uzaklaşma­sını istedi. Hz. Ebu Bekr (r.a.) dedi ki, bunlar zaten sizin ailenizden kişi­lerdir. (Musa bin Ukbe, Hz. Ayşe'nin şu ifadesini nakletmiştir: "O sırada Hz. Ebu Bekr'in yanında benim ve kardeşim Esmâ'nın dışında kimsecik yoktu." İbni Hişâm'da yer alan İbn İshâk'ın rivâyeti de aynı doğrultudadır. Fakat İbni Ukbe'nin rivâyetinde şu ek cümlelere rastlanıyor: Hz. Ebu Bekr dedi ki, "burada sadece kızlarım vardır, herhangi bir casus filan yoktur.") Bunun üzerine Rasûlullah (a.s.) dedi ki, "bana çıkış izni verilmiştir." Hz. Ebu Bekr arz etti: "Annem-babam size feda olsun. Acaba ben size refakat etme şerefine nail olacak mıyım?" Rasûlullah (a.s.) "evet" dedi. Hz. Ebu Bekr dedi ki, "benim iki dişi devemden bir tanesini siz alın." Rasûlullah (a.s.) dedi ki, "evet, ama fiyatını ödeyeceğim." İbni İshâk'ın rivâyetine gö­re Rasûlullah (a.s.) kendisine dedi ki: "Ben bunu senin ödediğin fiyatla alacağım." Hz. Ebu Bekr dişi devenin fiyatını söyledi ve Rasûlullah (a.s.) "bunu ben sana ödeyeceğim" dedi. Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr (r.a.), Beni ed-Dil'in, yolları çok iyi bilen ve kılavuzlukta usta olan Abdullah bin Üreykıt[3] adlı bir adamım kılavuzluk için ücretle tut­tular. İkisi, iki dişi deveyi de kendisine teslim ettiler ve dediler ki: "Bunla­rı istediğimiz yere, istediğimiz saatte getireceksin."

33.1.8. Suikast Gecesi Ne Oldu?

Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) evine gitti ve düşmanlar kendi plânlarından O'nun haberdar olduğu konusunda en küçük bir şüpheye düş­mesinler diye karanlık basıncaya kadar orada kaldı. Gece karanlığıyla bir­likte Rasûlullah (a.s.)'ı öldürmek amacıyla seçilen suikastçılar kararlaştırı­lan yerde toplandılar. İbni Sa'd'ın rivâyetine göre suikastçıların sayısı 12 idi. Bunların adlan şöyledir: Ebu Cehl, Hakem bin Ebi el-As, Ukbe bin Ebi Muayt, Nadr bin el-Haris, Ümeyye bin Halef, Haris bin Kays İbn el-Gaytala, Zemea bin el-Esved, Tu'ayme bin Adiyy, Ebu Leheb, Übeyy bin Halef, Nübeyh bin Haccac ve Münebbih bin Haccac. Ancak, bu suikastçı­lar gelmeden önce Rasûlullah (a.s.) kendi yatağına yeşil renkli Hadramut çarşafını örtüp Hz. Ali'yi yatırmıştı. Bu sebeple, dışardan gözlemcilik ya­pan ve Rasûlullah (a.s.)'ı yakından izlemeye çalışan Kureyşliler, Rasûlullah (a.s.)'ın kendi yatağında rahat uyumakta olduğunu sandılar. Süheyl ba­zı Siyer ulemâsına dayanarak Kureyşlilerin, duvarı atlayarak evin avlusu­na girmeye çalıştıklarını, fakat tam bu sırada bir kadının bağırışını duy­duktan sonra oldukları yerde sinmek zorunda kaldıklarını ifade etmiştir. Onlar aralarında şöyle dediler: "Vallahi, bizim duvarı atlayarak kendi ak­rabamızın evine girdiğimiz ve kadınların namusunu hiçe saydığımız du­yulursa bütün Arabistan'da rezil olacağız." Bu sebeple, bu katiller sabaha kadar Hz. Peygamber (a.s.)'in evinin önünde bekleyip durdular. Artık on­lar programlarında biraz değişiklik yapmışlardı ve sabaha doğru Hz. Pey­gamber (a.s.) evinden çıktığı an kendisine çullanmak niyetinde idiler.

33.1.8.1. Hz. Ali'nin Yakalanması ve Serbest Bırakılması

Düşmanlar gece, Hz. Peygamber (a.s.)'in evinin etrafını sarmış du­rumda iken Rasûlullah çok rahat bir şekilde evinden çıktı ve onların baş­larına toprak atıp yavaşça aralarından sıyrılıp dışarıya çıktı. Rasûlullah (a.s.) o sırada Yâsîn sûresinin ilk âyetlerini okuyordu.

Sabah olunca Kureyşliler kendilerine geldiler. Biraz sonra Hz. Ali'nin, Hz. Peygamber (a.s.)'in yatağından kalktığını gördüler. İşte o ân, Kureyşliler iş işten geçtiğini ve Rasûlullah (a.s.)'ın çoktan Medine'ye doğ­ru yol almakta olduğunu anladılar. (Bak. İbni Sa'd, İbni Hişâm, Belazuri, İbni Cerir ve Zadul-Mead). İbni Cerir ve İbni Esir'in anlattıklarına göre onlar Hz. Ali'ye sordular: "Efendin nerede?" Hz. Ali dedi ki: "Ben ne bile­yim nereye gitti? Ben O'nun bekçisi miyim? Siz onu kovdunuz, o da git­ti." Bunun üzerine o alçak adamlar hayli öfkelendiler. O'na ağır sözler söylediler, bağırıp çağırdılar, hatta sövüp dövdüler ve Mescid-i Haram'a götürüp hapsettiler. Fakat, bütün bağırıp çağırmalarına rağmen Hz. Ali'nin ağzından herhangi bir lâf alamayınca onu serbest bıraktılar. Belki de Hz. Ali'yi bırakmalarının sebebi, bütün emanetlerin iadesi için onu kefil ola­rak geride bırakmasıydı. Mekkeliler kendi mallarını geri almak sevdasıy­la, Hz. Ali'yi bırakmış olabilirler. Ayrıca, Rasûlullah (a.s.)'ın üstün mezi­yet ve ahlâkının bir örneğini gördükten sonra utanmış olabilirler de. Zira onlar onu öldürmeyi planlamışken o gider ayak onların emanetlerinin iade edilmesi için gereken tedbiri almış durumdaydı.

33.1.8.2. Hz. Ebu Bekr (r.a.)'in Evine Baskın

Bu alçak ve gaddar adamlar, Hz. Ali'yi bıraktıktan sonra Hz. Ebu Bekr'in evine yöneldiler. İbni İshâk'ın Hz. Esma binti Ebi Bekr'e dayana­rak naklettiğine göre ertesi gün, aralarında Ebu Cehl'in de bulunduğu bir grup Kureyşli, Hz. Ebu Bekr'in evine geldi ve kapıda duran Hz. Esma'ya , seslenerek: "Baban nerede?" diye sordular. Hz. Esma, babasının nerede olduğunu hiç bilmediğini söyledi. Bunun üzerine Ebu Cehl, kendisine öy­le sert bir tokat attı ki, bir kulağındaki küpesi uzağa düştü. Bundan sonra bu serseriler geldikleri yere döndüler. (İbni Hişâm ve İbni Cerir).

33.1.9. Rasûlullah (a.s.)'ın Mekke'den Ayrıldıktan Sonra Sevr Mağarasında Konaklamaları

Rasûlullah (a.s.) gece vakti evinden çıkıp doğru Hz. Ebu Bekr'in evi­ne gitti ve iki arkadaş derhal yola koyuldular. Nihayet, Mekke'ye üç mil uzaklıktaki Sevr adlı tepeye gelip mağaraya girdiler ve saklandılar. Müs­ned-i Ahmed ve Tirmizî'nin rivâyetine göre Rasûlullah (a.s.) Mekke çıta­sında ilk önce Hazvere mevkiinde durup Beytullah'a hasretle baktı ve şun­ları söyledi:

"Ey Mekke, Allah'a yemin ederim, sen Allah'ın dünyasında benim en sevdiğim yersin. Yüce Allah da kendi dünyasında en çok seni seviyor. Eğer senin ahalin beni kovmasaydı ben buradan çıkmayacaktım."

Rasûlullah (a.s.) daha sonra Sevr mağarasına gidip konakladı.

Bu noktada, Rasûlullah (a.s.) ve yoldaşı Hz. Ebû Bekr'in Sevr mağa­rasına sığınmalarının anlam ve öneminin ne olduğuna dikkat etmemiz, zannederiz daha doğru olacaktır. Sevr dağı Mekke'nin güneyinde Yemen yolu üzerinde bulunuyor. Halbuki, Medine tam aksi istikamette, yani Mekke'nin kuzeyinde Suriye yolunda bulunuyor. Mekkeli kâfirler dâha önceden Rasûlullah (a.s.)'ın Medine'ye hicret edeceğini biliyorlardı. Nitekim, kendisini evinde bulamayınca yürüttükleri ilk tahmin bu yönde idi. Bu bakımdan Rasûlullah (a.s.)'ı aramak için ilk önce yöneldikleri yön Medine yolu olacaktı. Mekke'nin dışında kuzey yolunda dağlık bir bölge var­dı. Bu güçlüklere rağmen arama taramaları bu istikamette olacaktı ve an­cak büyük uğraşı sonunda Rasûlullah (a.s.)'ı bu istikamette bulamayınca diğer istikametlere, yani batıya, doğuya ve güneye bakabilirlerdi. Böylece Sevr mağarasına sığman Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr (r.a.) epeyce zaman kazanmış olacaklardı.

Hz. Ebu Bekr Sevr mağarasına sığınmalarından çok önce gereken ha­zırlıkları yapmış ve bu hususta fevkalâde tedbirler almıştır.[4] Buhârî'de yer alan Hz. Ayşe'nin rivâyetine göre kendileri büyük çapta yol hazırlığı yaptılar. Bütün erzak bir torbaya kondu. Bu arada Hz. Ebu Bekr, oğlu Ab­dullah'ı Kureyşlilerin nabızlarını yoklamakla görevlendirdi. Abdullah bin Ebu Bekr, çok akıllı ve zeki bir gençti. O, bütün gününü Mekkeliler ara­sında geçirdi ve plânlarını öğrenmeye çalıştı. Gece de topladığı bilgileri babasına aktardı. Hz. Ebu Bekr, serbest bıraktığı Amir bin Fuheyre'nin de hiç çaktırmadan çobanlık işine devam etmesini istedi. Onun da Mekkelile­rin yaptıklarını not edip kendisine bildirmesini istedi. Amir bin Füheyre, gece keçilerin sütünü getirirken düşmanlardan haber de veriyordu. Bu ri­vayetlere göre, Hz. Abdullah ile Amir, Rasûlullah (a.s.) ve Ebu Bekr'in Sevr mağarasına sığınmalarından sonra da gündüzleri Mekke'deki işlerini muntazaman yapar, gece ise Sevr'e gelip olup bitenleri Hz. Peygamber (a.s.)'e ve Hz. Ebu Bekr'e anlatırlardı. İbni İshâk'ın ifadesine göre Hz. Es­ma da her gece evden taze pişmiş yemekleri Sevr mağarasına getirirdi.[5] (İbni Hişâm).

33.1.10. Sevr Mağarasında Olup Bitenler

Beyhakî'nin Hz. Muhammed bin Sirin'e dayanarak naklettiği rivayete göre bir mecliste bazı kimseler, Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer (r.a.) arasında mukayese yaptılar ve bazıları Hz. Ömer'in Hz. Ebu Bekr'den üstün oldu­ğunu ima etmeye çalıştılar. Bunun üzerine Hz. Ömer dedi ki: "Vallahi Hz. Ebu Bekr'in bir gecesi ve günü Ömer oğullarının bütün gece ve gündüzle­rinden daha üstündür." Hz. Ömer daha sonra dedi ki, Hz. Peygamber (a.s.), hicret gecesi Sevr mağarasına giderken Hz. Ebu Bekr'in vaziyeti görülmeye değerdi. İki arkadaş deve sırtında yol alırken Hz. Ebu Bekr bazen Hz. Peygamber(a.s.)'in önüne çıkıyor, bazen da arkasına geliyordu.

Rasûlullah (a.s.) bunun sebebini sordu. Hz. Ebu Bekr dedi ki: "Ya Rasûlullah (a.s .) sizi takip edenlerin arkanızdan geleceklerini düşündüğüm za­man koşarak arkaya gidiyorum, ama önünüzde bir tehlike çıkacağını dü­şündüğüm zaman dayanamayarak önünüze geliyorum." Rasûlullah (a.s.) dedi ki, "sen demek istiyorsun ki, tehlike veya afet geliyorsa sana gelsin." Hz. Ebu Bekr Rasûlullah (a.s.)ın biraz beklemesini istedi. Sonra içeriye gidip mağarayı iyice kontrol etti ve temizledi. Dışarı çıkarken mağarada bir deliğin açık kaldığını hatırladı. Tekrar içeriye daldı ve o deliği de ka­pattı. Bütün bu tertibatları aldıktan sonra Rasûlullah (a.s.)'ın mağaraya gi­rebileceğini söyledi. Bazı rivayetlerde bunun diğer ayrıntıları da vardır. Bunlara göre Hz. Ebu Bekr karanlıkta mağaradaki bütün delikleri eliyle yokluyor ve çarşafını yırtarak bunların ağızlarını kapatıyordu. Buna ben­zer bir rivayet Hâfız Ebul-Kasım Beğavi tarafından İbn Ebi Müleyke'ye dayanılarak naklolunmuştur. Bunun sonunda Nâfi' bin Ömer el-Cumahi'nin şu ifadesi yer alıyor: Mağarada sadece bir delik kalmıştı. Hz. Ebu Bekr (r.a.), yılan gibi bir hayvan çıkıp da Hz. Peygamber (a.s.)'i sokmasın diye bir ayak topuğunu bu deliğe dayadı. Aynı ifadeyi Bezzâr ve Taberânî Hz. Cabir bin Abdullah ve Hz. Esma'ya dayanılarak naklolunan rivayette kullanmışlardır.

33.1.11. Sevr Mağarasında Nâzik Bir An

Kureyşliler Hz. Peygamber (a.s.)'i bulamayınca, deliye dönmüşler­di. Onlar kendisini ve Ebu Bekr (r.a.)'i bulmak için aramadık yer bırakmadılar. Her tarafı aradılar, taradılar, her tarafa adamlarını yolladılar ki, Rasûlullah (a.s.)'ın izini bulabilsinler. Ama heyhat. Belâzuri'nin rivâyeti­ne göre, en son iki iz sürücüyü çağırdılar ve ayak izlerini takip ederek Rasûlullah (a.s.) ve Hz. Ebu Bekr'i bulmalarını istediler. Bu iz sürücüle­ri, Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr (r.a.)'i ararken Sevr mağarası­na kadar vardılar. Fakat mağaranın ağzında bir örümcek ağının bulun­duğunu gördüler. İz sürücülerinden biri olan Kurz bin Alkame Huzâ'i, bundan sonra Hz. Peygamber (a.s.) ve Hz. Ebu Bekr'in izine rastlanma­dığını söyledi. İz sürücülerinin yanında bulunan Kureyşlilerden biri, "ge­lin mağaranın içine bakalım" dedi. Fakat Ümeyye bin Halef, "burada ne bulacaksın? Boş ver. Buradaki örümcek ağı, Muhammed'in doğu­mundan önce bile vardı." Bunun üzerine hepsi geri döndüler. İşte bu sı­rada Hz. Ebu Bekr (r.a.), müşrikleri mağaranın ağzında gördü ve Hz. Pey­gamber (a.s.)'e dedi ki: "Ya Rasûlullah (a.s.), onlardan herhangi biri aşa­ğıya bakarsa bizi görecektir." Rasûlullah (a.s.) da cevap verdi: "Ey Ebu Bekr, üçüncüsü Allah olan iki kişi hakkında ne diyorsun?" (Buhârî, Kitab ul-Fezâil, Eshab ün-Nebi ve Kitâb üt-Tefsir ve Bâb ul-Hicret, Müslim; Fil Fezâil, Tirmizî; Fit-Tefsir, Müsned-i Ahmed, Rivayet eden: Hz. Ebu Bekr) Hafız Ebû Bekr Ahmed bin el-Umevi,"Müsned-i Ebu Bekr Sıddîk" de bazı rivayetler nakletmiştir. Bunlardan birinde anlatılan rivayete göre Kureyşliler mağaranın ağzında bulunurken Hz. Peygamber (a.s.) namaz kılıyordu ve Hz. Ebu Bekr düşmanların hareketlerini takip ediyordu. Hz. Peygamber (a.s.) namazı bitirdikten sonra, Ebu Bekr ken­disine dedi ki; "annem-babam sana feda olsun. Halkınız sizi ararken buraya kadar gelmiştir. Allah'a yemin ederim, ben kendim için ağlamıyo­rum, ben sizin için ağlıyorum. Gözümün önünde size bir zarar gelmesin diye endişeleniyorum." Rasûlullah (a.s.) "üzülme, Allah bizimle beraber­dir" dedi. Aynı şey, Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Allah tarafından söylen­miştir:

"Eğer Rasûl'e yardım etmezseniz; onu kâfirler memleketten (Mekke) çıkardıkları zaman ona Allah yardım etmişti. Mağarada oldukları zaman ikinin biri arkadaşına mahzun olma. Allah bizimle beraberdir" dedi za­man, Allah sekînesini (kuvve-i maneviyesini) onun üzerine indirdi. Ve onu göremediğiniz askerlerle teyid etti." (Tevbe; 40)

33.1.12. Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr'in Yakalanıp Öldürülmesi İçin Ödül

Düşmanların, Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr (r.a.)'i bulabile­ceklerini ümit ettikleri son yer burasıydı. Burada da ikisini bulamayınca onların kaçtığına iyice inandılar. Bundan sonra Kureyşliler Hz. Peygam­ber (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr'in başlarına ödül koydular ve ikisini ölü ya da diri getirecek bir kişiye büyük ödül vereceklerini ilân ettiler. Ödül adam başına 100 deve idi. Belazuri'nin rivâyeti budur ve bunu İbnu'l-Kayyim da "Zad'ul-Me'âd"da nakletmiştir. İbni Hişâm ile İbni Cerir ise sadece Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr (r.a.)'i yakalayana 100'er deve ödül ve­rileceğinin ilân edildiğini bildirmiştir. Fakat Belazuri bunun zayıf bir riva­yet olduğuna işaret etmiştir.

33.1.13. Mağaradan Çıkış

Buhârî'de Hz. Ayşe (r.a.)'nin bir rivâyeti yer almıştır. Buna göre Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr (r.a.) Sevr mağarasında üç gece ve iki gün geçirdiler. Taberânî'de Hz. Esma'nın rivâyeti de aynıdır. İbni Abd il-Berr, İbni Sa'd ve İbni İshâk'ın ifadeleri de aynıdır. Bu bakımdan, Sevr mağarasında Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr'in 10 günden fazla kaldıkları yolunda Müsned-i Ahmed'de ve Hakim'de yer alan Talhat ul-Basri'nin rivâyeti doğru değildir. Hakikatte, Kureyş'in bütün arama-taramaları üç günde iflas etti. Ortalık yatışınca daha önce kararlaştırıldığı gi­bi, Abdullah bin Ureykıt kendisine verilen iki dişi deveyi alıp üçüncü ge­cenin son yarısına doğru Sevr mağarasına geldi. Aynı saatte Hz. Esma da bir torba dolusu erzak ile geldi. Fakat torbasının ağzını kapatmak için ya­nında bir ip veya benzeri bir şey getirmeyi unuttu. Bunun üzerine, kendisi o zaman kadınların bellerinin etrafını sardıkları nitâk'ı (kuşağı) ikiye ayı­rarak biriyle torbanın ağzını kapattı, birini de kemerine sardı. (İbni Hişâm, İbni Cerir ve İbni İshâk'ın rivâyeti). Bu Esmâ'nın şu rivâyeti yer almıştır: "Erzak torbasının bağlanması meselesi ortaya çıkınca, Hz. Ebu Bekr be­nim nitâkımı yırtmamı istedi. Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) bir deveye bindi, Hz. Ebu Bekr (r.a.) de başka bir deveye, Hz. Ebu Bekr kendisine hizmet etmek üzere Amir bin Fuheyre'yi de arkasına oturttu. Önlerinde Abdullah bin Ureykıt yürüyerek yol gösteriyordu. İşte bu şekilde dünya tarihini değiştirecek büyük hicret başlamış oldu. İbni Sa'd ile Belazuri'nin tesbitlerine göre bu mübarek kafile Sevr mağarasından 4 Rebiülevvel Pa­zartesi günü hareket etti. İmam Ahmed'in Hz. Abbas'a dayanarak naklettiğine göre Rasûlullah (a.s.) Rebiülevvel ayının Pazartesi günü mağaradan çıktı. Fakat İbn Abbas kesin tarihi bilemediğini belirtmiştir. İbni İshâk, Rasûlullah (a.s.)'ın 1 Rebiülevvel tarihinde Mekke'den çıktığını açıklamış­sa da mağaradan çıkış tarihini belirtmemiştir. Kastallânî, "Mevâhibud Dünyâ"da Rasûlullah (a.s.)'ın Cuma, Cumartesi ve Pazar gecelerini mağa­rada geçirip Pazartesi gecesi oradan ayrıldığına işaret etmiştir. İbni Cerir ise, Rasûlullah (a.s.)'ın Rebiülevvel, Amül-Fil'de Mekke'den Medine'ye hicret ettiğini kaydetmiştir.

33.1.14. Hicret Yolculuğu

"Siret-i İbni Hişâm"da yer alan İbni İshâk'ın rivâyetine göre, Abdul­lah bin Ureykıt, kafileyi Kureyşli düşmanların elinden kurtarmak maksa­dıyla Medine'ye alışılagelmiş yolu bırakıp başka bir yoldan götürmeye ça­lıştı. İbni Sa'd'ın ifadesine göre Hz. Ebu Bekr, ticari yolculukları yüzün­den her tarafa gidip geldiği için tanıştığı pek çok kişiler vardı ve bunlardan bazısı yol boyunca kendisini görüp tanıyor ve yanında kimin olduğunu so­ruyorlardı. Hz. Ebu Bekr de, "bu bana yol gösteren bir kişidir" derdi. Taberânî'de Hz. Esmâ'nın Müsned-i Ahmed'de Hz. Enes bin Mâlik'in ve Buhârî "Bâb-ul Hicret'le Hz. Enes'in benzeri rivayetleri vardır.[6]

Buhârî ve Müslim'de Hz. Ebu Bekr'in rivâyeti yer almıştır: "Biz ertesi gün öğlene kadar yürüdük. Güneşin şiddeti artınca gölgeli bir yer aradık. Baktım bir kaya parçasının altında gölge var. Oraya gidip yere bir hasır serdim ve Rasûlullah (a.s.)'tan oraya oturmasını rica ettim. Sonra etrafa bakındım. Peşimizde birinin olup olmadığını kontrol ettim. Bir süre sonra bir çoban çocuk koyun ve keçileriyle oraya geldi. Ondan bir keçiden süt içmek istedik. Çocuk razı oldu. Çocuğun elini yıkadım ve bir tencereye süt sağmasını söyledim. Daha sonra başka bir tasa sütü döküp buna biraz su ilâve edip Rasûlullah (a.s.)'a götürdüm ve kendisine içirdim." Bundan sonra, Hz. Ebu Bekr (r.a.) Surâka bin Mâlik bin Cu'şüm'ün hikâyesini an­latmıştır, ki bunu İmam Buhârî "Menakıb ul-Muhacirin" ve "Babı Hic­ret'le ve İmam müslim, "Kitab üz-Zühd", "Bab-ul Hicret'le nakletmişler­dir. Fakat bunun ayrıntıları Buhârî, "Bab-ul Hicret'le bir rivâyetinde biz­zat Süraka'nın ağzıyla ve yeğeni Abdurrahman bin Malik vasıtasıyla İmam Zührî tarafından anlatılmıştır. Bunun diğer ayrıntıları Siret-i İbni Hişâm ve "Tabakat-i İbni Sa"d"de bulunuyor.

33.1.14.1. Sürâka'nın Hikâyesi

Surâka, Beni Müdlic'in bir reisiydi. Oturduğu yer, Kudeyd'e yakındı. Rivâyeti şöyledir: "Kureyş'ten bize adamlar geldiler ve dediler ki, Hz. Muhammed (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr'i ölü veya diri yakalayana 100'er deve mükâfat verilecektir. Bu haberi aldığımızdan bir süre sonra bir gün arka­daşlarımla beraber oturuyordum ki, bir adam geldi ve bana şöyle dedi: "Az önce sahilde birkaç kişiyi gördüm. Bence onlar Muhammed (a.s.) ve arkadaşlarıdır". Ben de kendilerinin Hz. Muhammed (a.s.) ve arkadaşları olduğunu anladım. Fakat ben o adama dedim ki, "sen mutlaka yanılmış­sın. Bunlar az önce buradan ayrılan arkadaşlarımız olabilir." Ben biraz da­ha toplantıda kaldım, sonra eve geldim ve atıma yavaşça binip kimseye gözükmeden sahile doğru hareket ettim. (İbni Ebi Şeybe'nin rivâyetine göre, "ödülün başka ortaklan çıkmasın diye kimsenin haberi olmadan ora­dan ayrıldım"). Ben Hz. Muhammed (a.s.) ve arkadaşlarının yanına varın­ca atım düştü. Fala bakmak için okları çıkardım. Fala göre benim yaptık­larım yanlıştı. Ama buna aldırış etmeden öndekilerin izini sürmeye devam ellim. Ben onlara, Rasûlullah (a.s.)’ın okuduğu Kur'an'ı dinleyebilecek mesafeye kadar yaklaştım. Rasûlullah (a.s.) hiç sağa-sola bakmıyordu. Ama Ebu Bekr hep etrafı gözlüyordu. Derken atımın ayakları dizlerine kadar kuma gömüldü ve üzerinden düştüm." (Hz. Berâ' bin Azib bizzat Hz. Ebu Bekr'e dayanarak belirtmiştir ki, geçtikleri arazi sert ve taşlıydı. Ben (Hz. Ebu Bekr) dedim ki, "biz takip eden bize çok yaklaşmıştır". Rasûlullah (a.s.) dua etli ve onun atı yere dizlerine kadar çakıldı. Hz. Enes'in rivâyetinde ise şu cümle yer alıyor: "Rasûlullah (a.s.) dua etti, 'Allah bunu düşürsün".) Süraka diyor ki, ben gene fala baktım ve bu sefer de menfi bir fal çıktı. Bunun üzerine yaygarayı bastım ve kendilerine yalvardım. Önündekiler durdular. Ben atıma tekrar binip yanlarına gittim. Başıma gelenlerden, Rasûlullah (a.s.)'ın hedefine zararsız varacağını anlamıştım. (İbni Hişâm'da İbni İshâk'ın, İmam Zührî vasıtasıyla kaydedilen rivâyeti şöyledir: Surâka seslendi: "Ben Surâka bin Cu'şüm'um. Sizinle konuşma­ma izin verir misiniz? Allah'a yemin ederim, ben size herhangi bir zarar vermek istemiyorum ne de hoşunuza gitmeyen bir iş yapmak istiyorum." Surâka ayrıca, Rasûlullah (a.s.)'a başına ödül konduğunu ve pek çok kişi­nin bu ödülü almak için kendilerini köşe bucak aradıklarını bildirdi. Ken­disi daha sonra şunları söylüyor: "Ben daha sonra Rasûlullah (a.s.) ve Hz. Ebu Bekr'e erzak ve bazı diğer şeyler vermek istedim. Ama Rasûlullah (a.s.) hiçbir şey kabul etmedi ve sadece kendileri hakkında başkalarına herhangi bir şey söylemememi istedi. Ben Rasûlullah (a.s.)'tan kendime bir eman belgesi vermesini istedim. Bunun üzerine Rasûlullah (a.s.) Amir bin Füheyre'ye işaret etti ve o bir deri parçası üzerine istediğim yazıyı ya­zarak bana uzattı." Hz. Enes bin Mâlik'in rivâyeti şöyledir: Süraka dedi ki: "Ey Allah'ın rasulü, bana istediğiniz emri verebilirsiniz." Rasûlullah (a.s.) dedi ki, "sadece yerinde kal ve kimseyi yanımıza yaklaştırma." Böylece, az önce Rasûlullah (a.s.) ve arkadaşlarının can düşmanı olan kişi en sadık bekçileri oluverdi. İbni Sa'd'ın dediği gibi, bundan sonra Rasûlullah (a.s.)'ı takip ederek o tarafa gelen herkesin yolunu Süraka kesiyor ve onların geri dönmeleri için şu sözleri söylüyordu: "Siz geri dönebilirsiniz. Ben burala­ra iyice baktım. Kimsenin izine rastlamadım. Siz biliyorsunuz ki ben iz sürmekte ustayım ve cin gözlüyüm."

İbni İshâk ile Musa İbn Ukbe, Süraka'nın şu sözlerini nakletmişlerdir: "Ben o zaman Rasûlullah (a.s.)'dan aldığımız yazıyı kendime sakladım ve birkaç yıl sonra Rasûlullah (a.s.) Huneyn'e ve Taife yaptığı akınların so­nunda Ci'râne (veya Ci'irâne) de konakladığı sırada huzuruna vardım ve cebimden o yazıyı çıkarıp kendisine uzattım ve şöyle dedim: "Efendim, ben Surâka bin Cu'şüm'um ve bu da sizin yazınızdır." Rasûlullah (a.s.) bu­yurdu: "Bugün af günü ve hakların ödendiği gündür. Biraz daha yaklaş." Ben Rasûlullah (a.s.)’ın yanına sokuldum ve İslâmiyeti kabul ettim." Taberânî, Süraka'nın bu hikâyesini Hz. Esma binti Ebu Bekr'e dayanarak özetlemiştir.

İstiâb'da İbn Abd il-Berr ve "İsâbe"de İbni Hacer, Hz. Hasan Bas­ri'nin bir rivâyetini nakletmişlerdir. Buna göre, Rasûlullah (a.s.) Hz. Süra­ka bin Mâlik'e hitap ederek şöyle dedi: "Ah, bir de Kisrâ (İran hükümdarı)nın bileziklerini giyeceğin günün manzarasını düşün." Bu buyruktan birkaç yıl sonrâ İran fethedilip, İran şahının bilezik, tokalı kemer ve tacı ganimet malı olarak Halife Hz. Ömer'in huzuruna getirildiği zaman, hali­fe, Hz. Süraka'yı yanına çağırdı ve bunları kedisine verdi, bilezikleri elle­rine giydirdi ve ellerini kaldırıp şunları söylemesini istedi: "Hamd olsun, insanların Rabbi olduğunu iddia eden Kisra bin Hürmüz'den bu eşyaları alıp Beni Müdlic'in bir bedevisi olan Süraka bin Mâlik Cû'şüm'e giydiren Allah'a." Süheyli, "Ravd-ul Ünuf "ta bu olayı daha ayrıntılı bir biçimde an­latmıştır. Ama biz meseleyi gereksiz olarak uzatmamak için bunlara gir­mek istemiyoruz.

33.1.14.2. Ümm-ü Mâ'bed'in Hikâyesi

Bu mübarek ve kudsi kafile Kudeyd bölgesinden geçerken Ben-i Hüzâ'a'ya mensup olan Ümm-ü Mâ'bed'in evine uğradı. Bu olayı bazı kaynaklar Sürâka'nm hikâyesinden önce kaydetmişken, bazıları da daha sonra açıklamışlardır. Biz Sürâka'nın hikâyesini önce naklettik. Zira, Hz. Ebu Bekr (r.a.), Sevr mağarasından ayrıldıktan sonra başlarından geçen olaylar arasında buna öncelik tanımıştır. Herhalde, bu sebeplerden dolayı olsa gerek, Hâfız İbnü'l-Kayyim da, "Zâd ul-Me'âd"da bu hikâyeyi ilk ön­ce ele almıştır.

İbni Huzeyme, Hâkim, Beyhakî, Beğavi, İbn Abd il-Berr, Bezzâr, Taberânî ve İbni Sa'd çeşitli senetlere dayanarak Ümm-ü Ma'bed hikâye­sini nakletmişlerdir. İmam Buhârî de kendi tarih kitabında bizzat Ümm-ü Mâ'bed'e dayanarak şu rivâyeti nakletmiştir: Hz. Peygamber (a.s.) ve ya­nındakiler Kudeyd'den geçerken yolda Ümm-ü Ma'bed (Atike binti Hâlid)'in çadırına vardılar. Ümm-ü Ma'bed, Ben-i Huzaa'nın Ben-i Ka'b kolu­na bağlıydı. Bu olgun yaştaki kadın çok namuslu ve etkileyici bir şahsiye­te sahipti. Genellikle yoldan geçerken kendisine uğrayanları ağırlardı. Rasûlullah (a.s.) ve arkadaşları oraya gelince kendisinin çadırın önünde otur­duğunu gördüler. Bölgede açlık ve kıtlık vardı. Rasûlullah (a.s.) ve arka­daşları o kadından süt, et, hurma veya benzeri herhangi bir yiyeceği para ile almak istediler. Kadın dedi ki, "vallahi, bizde herhangi bir şey olsaydı, sizi ağırlamaktan çekinmeyecektik." Bu arada Rasûlullah (a.s.) çadırın bir köşesinde oturmakta olan bir keçiyi gördü. Rasûlullah (a.s.) "Ma'bed'in annesi, bu keçiye ne diyorsun?" diye sordu. Ümm-ü Ma'bed "vallahi, bu zavallı keçi zayıf ve çelimsiz olduğu için başka keçilerle beraber otlamaya gidemedi." Hz. Peygamber (a.s.) sordu, "acaba bu süt verebilir mi?" Ümm-ü Ma'bed, "vallahi, bu keçi süt vermeyecek kadar zayıf ve halsiz­dir"; dedi. Rasûlullah (a.s.) "benim bunun sütünü sağmama izin verir mi­sin?" diye sordu. Kadın dedi ki: "Annem-babam size feda olsun. Eğer on­da birazcık süt bile varsa memnuniyetle sağabilirsiniz." Rasûlullah (a.s.) keçiyi yanına çağırttı, arka ayaklarını bağladı, memelerine (bir rivayete göre sırtına) mübarek elini sürdü. Kadının keçisine bolca süt ihsan etmesi için Allah'a dua etti ve Allah’ın adıyla süt sağmaya başladı. Allah'ın lütfu­na bakın ki, keçi ayaklarını açtı, saman yemeğe başladı ve bir yandan da memelerinden pınar gibi süt fışkırmaya başladı. Rasûlullah (a.s.) bir kova getirtti. Bu kova bir kaç kişiyi doyurmak için süt alacak kadar büyüklükte idi. Rasûlullah (a.s.), süt sağmaya devam etti, ta ki kova doldu ve üstünde köpükler belirdi. Rasûlullah (a.s.) bu sütten önce Ümm-ü Mâ'bed'e içirdi ve o doydu. Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) sütü arkadaşlarına verdi ve onlar da doydu. En son Rasûlullah (a.s.) içti ve şöyle dedi: "Halka içiren, en son içer." Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) kovayı tekrar sütle doldurdu ve Mâ'bed'in annesine şöyle dedi: "Bu sütü, Ma'bed'in babası gelince ona verirsin." Ve oradan ayrıldı.

33.1.14.3. Ümm-ü Mâ 'bed, Rasûlullah (a.s.) 'ın Yüz Hatlarını (Eşkâlini) Tarif Ediyor

Biraz sonra Ümm-ü Mâ'bed'in kocası sıska ve çelimsiz keçileriyle birlikte çadıra döndü. Çadırda sütle dolu bir kova görünce şaşırdı kaldı ve karısına sordu: "Mâ'bed'in annesi bu süt nerden geldi?" Ümm-ü Ma'bed dedi ki: "Vallahi olayı dinlersen hayret edersin. Bir mübârek zat buradan geçti, bu Mu'cizeyi o yaptı." Bundan sonra bütün olayı anlattı. Kocası, bu zâtın eşkâlinin ne olduğunu sordu. Kadın dedi ki: "Bu muhterem zât erkek güzelliğinin en iyi örneğiydi. Yüzü parlaktı, karakteri temizdi. Vücudu ne şişmandı ne de zayıf. Çok güzel yüzlü ve çekiciydi. Gözlerinde siyah de­rinlikler vardı. Kirpikleri uzundu. Sesi yüksekti ama sert değildi. Gözbebekleri simsiyah ve etrafı bembeyazdı. Sürmeli gözlüydü. Kaşları ne bir­birinden çok uzak ne de birbirine çok yakındılar. Aralarında hafif kıllar vardı. Kaşlarının ucu ince ve zarifti. Saçları gür ve siyahtı. Boynu uzun ve sakalı gürdü. Sessizken vakar ve metanetin bir simgesiydi. Konuşurken de etrafa hakim olurdu. Ağzından bal akıyor, inci gibi tane tane konuşuyor­du. Sözleri tatlı ve açıktı. Ne konuşkandı ne de sakin. Uzaktan dinlendi­ğinde sesi herkese hâkim ve kulağa hoş gelirdi. Yakından dinlendiğinde çok şirin ve yumuşaktı .Orta boyluydu. Aşırı uzun boylu görülmeyecek kadar boyluydu. Boyu kısa da değildi ki, yanında insanın dikkati başkası­na çekilsin. Arkadaşlarının en yakışıklı ve hoş sohbeti isiydi; aynı zaman­da herkesten daha muhterem ve hürmete lâyıktı. Arkadaşları etrafında pervane gibiydiler. Sözlerine kulak kabartıyor ve söylediklerini derhal ye­rine getiriyorlardı. O manzumdu, maluftu, asık suratlı değildi ve sözleri kaba veya sert değildi."

Bu tarifi dinledikten sonra Ebu Ma'bed şöyle dedi: "Vallahi senin ta­rif ettiğin zât Kureyşlilerin bahsettikleri kişiydi. Ben onu görseydim, ona her türlü yardımı yapmayı teklif ederdim. Ve bundan sonra da kendisini görürsem aynı şeyi yaparım." (Beyhakî ve İbn Sa'd, Abdulmelik bin Vehb-il Mezhici'nin şu sözlerini nakletmişlerdir: "Ebû Ma'bed'in müslü­man olduğunu ve hicret edip Rasûlullah (a.s.)'ın huzuruna çıktığını duy­dum." Hâfız Ebû Nu'aym'ın Abdulmelik'e dayanarak naklettiği rivayette şu ek bilgiler de vardır: Ümm-ü Ma'bed müslüman oldu ve hicret edip Rasûlullah (a.s.)'ın yanına gitti.)

33.1.15. Medine'de Bekleyiş

Rasûlullah (a.s.)'ın Mekke'den ayrılışının haberi Medine'ye varmıştı. Buhârî, "Bâb-ul Hicrette; Zührî ve Urve bin Zübeyr vasıtasıyla bu hususta bir rivayet naklolunmuştur. Bu rivâyeti İbni İshâk da nakletmiştir. Hâkim ile Mûsâ bin Ukbe de bu rivâyeti naklederken bunu bizzat Hz. Urve'nin babası Hz. Zübeyr bin el-Avvam'dan dinlediğini kaydetmişlerdir. Bu riva­yete göre müslümanlar her sabah Mekke yoluna gelip güneşin şiddeti da­yanılmaz hale gelinceye kadar Rasûlullah (a.s.)’ın yolunu beklerlerdi. İbni Sa'd'ın Vâkıdi'ye dayanarak naklettiğine göre Mekkeli muhacirler Rasûlullah (a.s.)'ın gelişinin uzaması üzerine endişeliydiler. Muhacirler ve En­sar her gün Harret-ul 'Asabe'ye[7] gidip oturur ve güneşin tam tepeye gel­mesine kadar beklerlerdi. İbni Cerir ile İbni Hişâm İbni İshâk ve dolayı­sıyla Abdurrahman bin Üveym bin Sâ'd'e dayanarak şu rivâyeti nakletmiş­lerdir: "Halkımın (Abdurrahman bin Veym'in halkının) çeşitli sahabeleri bana dediler ki; Rasûlullah (a.s.)'ın Mekke'den ayrıldığına dair haberi al­dıktan sonra kendileri Medine'nin dışına çıkıp O'nun yolunu beklerlerdi. Her gün kendileri Harre'ye gidip güneş dayanılmaz hale gelinceye ve hiç­bir yerde gölge kalmayıncaya kadar bekleşirlerdi. Tam yaz günleriydi. Bu sebeple, bekleyenler öğleye doğru evlerine dönmek zorunda kalıyorlardı." Bezzâr da Hz. Ömer'e dayanarak aynı rivâyeti nakletmiştir.

Bu olay gösteriyor ki, Rasûlullah (a.s.) sevdiği memleketten kaçak gibi bir sığmağa gitmiyor, aksine Allah'ın emriyle ayaklarına yüz sürmek arzusuyla yanan fedakâr insanların diyarına hicret ediyordu.

33.1.16. Rasûlullah (a.s.)'ın Kuba'ya Varışı

Tesadüfe bakın ki, bu heyecanlı bekleyişe rağmen Rasûlullah (a.s.) öyle bir saatte Kuba'ya vardı ki, etrafta kimsecik yoktu. Öğle vaktiydi ve herkes o gün Rasûlullah (a.s.)'ın yolunu bekledikten sonra evine dönmüş­tü. Kubâ Medine'nin çevre köylerinden biriydi.

Rasûlullah (a.s.)’ın Küba'ya varışı ile ilgili iki ayrı rivâyet vardı ki, bunlar görünüşte biraz farklı görünüyor. Bir rivâyete göre Rasûlullah (a.s.), Harre-yi Küba'ya vardıktan sonra onun bir tarafına indi ve gelişiyle ilgili haberi vermek üzere Ensâr'a bir adam yolladı. Haber alır almaz Ensâr ve Muhacir oraya geldiler ve Rasûlullah (a.s.)'ı adeta omuzlan üstünde taşıdılar. Onlar evvelâ Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebû Bekr (r.a.)'e selâm verdiler ve kendilerini maiyetlerinde şehre götürmek istediler. Ayrıca, Rasûlullah (a.s.)’ın emirlerini sabırsızlıkla beklediklerini belirttiler. Buhârî'de yer alan Hz. Enes'in rivâyeti budur. İbni Sa'd da bu rivâyeti Hz. Enes'i kaynak göstererek nakletmiştir. Müsned-i Ahmed ile Beyhâki'de yer alan Hz. Enes'in rivâyetinde şu ilave cümle vardır: "Rasûlullah (a.s.)’ın gelişi­nin haberi alınınca 500 kişi kendisini karşılamaya koştu."

ikinci rivâyete göre Rasûlullah (a.s.) Küba'ya vardığı zaman evinin çatısına bir iş için çıkmış olan bir Yahudi kendisini gördü ve şöyle seslen­di: "Ey Beni Kayle,[8] reisiniz geldi." Bunu duyunca Küba'da oturmakta olan Beni Amr bin Avf tekbir getirdi ve bütün kabile üyeleri silahlarını kuşanıp Rasûlullah (a.s.)'ı karşılamaya geldiler. Rasûlullah (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr (r.a.) bu arada develerinden inip bir hurma ağacının gölgesinde oturmuşlardı. Ensâr büyük neşe ve coşku içinde oraya vardı. Kalabalık sa­bırsızlıkla hücum ediyordu. Fakat yabancı oldukları için iki kişiden hangi­sinin Hz. Peygamber (a.s.) olduğunu bilmiyorlardı. Bu sebeple, onlar ilk önce Hz. Ebu Bekr'e selâm veriyor ve saygı gösteriyorlardı. Bu arada gü­neş Rasûlullah (s.a.)'ın bulunduğu yere kadar yelişince Hz. Ebu Bekr ken­di çarşafıyla onu korumak istedi. Kalabalık işte o an gerçeği öğrenmiş ol­du. Ve ondan sonra bütün dikkatler Rasûlullah (a.s.)'a çevrildi. Bu rivâyeti, İmam Buhârî, Urve bin Zübeyr'e, Muhammed bin İshâk, Abdurrahman bin Uveym bin Sâ'ide'ye ve İbni Sa'd Vâkıdi'ye atfen nakletmişlerdir. Hâkim, Musa bin Ukbe, İbni Cerir Taberî ve Belazuri de aynı rivâyeti ak­tarmışlardır.

Aslına bakılırsa bu iki rivayette görülen ufak bir ihtilaf hiç önemli değildir. Öyle tahmin ediliyor ki, Rasûlullah (a.s.) ve Hz. Ebu Bekr (r.a.) Küba'ya vardıktan sonra bir yandan Amir bin Füheyre veya Abdullah bin Ureykıt'ı haberci olarak şehre göndermek suretiyle ve bir yandan da evi­nin çatısına çıkmış olan Yahudinin halka seslenmesiyle gelişlerinin haberi verilmişti.

33.1.16.1. Küba'ya Varış Tarihi

Rasûlullah (a.s.)’ın Küba'ya varış tarihinde hayli ihtilâf vardır. İbni Sa'd, O'nun Pazartesi günü 2 Rebiülevvel tarihinde Kubâ'ya vardığına işaret etmiş ve 12 Rebiülevvel tarihinin doğru olmadığını ifade etmiştir. Fa­kat, aynı yazar başka bir yerde Rasûlullah (a.s.) ve arkadaşlarının Sevr mağarasından 4 Rebiülevvel'de çıkıp 12 Rebiülevvel'de kesinlikle Medi­ne'ye vardığını kaydetmiştir. Buhârî'de yer alan Hz. Urve bin Zübeyr'in rivâyetinde tarih kaydedilmemiş ve muhterem misafirlerin Rebiülevvel ayında bir Pazartesi günü Küba'ya vardığı açıklanmıştır. Musa bin Ukbe, İmam Zührî'ye atfen Küba'ya varış tarihinin 1 Rebilüevvel olduğunu ileri sürmüştür. Halbuki ravilerin büyük çoğunluğu 1 Rebiülevvel'in Mek­ke'den çıkış tarihi olduğuna işaret etmişlerdir. İbn İshâk'ın Cerir bin Hâzım'a istinâden naklettiği rivayette ise, Küba'ya varış tarihi yine 2 Re­biülevvel olarak kaydedilmiştir. Fakat Taberânî'nin Asım bin Adiyy ve İbni Hişâm ile İbni Cerir ve İbrahim bin Sa'd'ın İbni İshâk'a istinaden naklet­tikleri rivayette tarih 12 Rebiülevvel olarak belirlenmiştir. Belazuri ve İbni Kuteybe de bu tarihin doğru olduğunu söylemişlerdir. İbn-ul Kayyım, "Zad-ul Me'âd"da ve İbn Abd il-Berr, "ed-Dürr"de aynı tarihi kaydetmiş­lerdir. Bazı rivayetlerde 8, 13 ve 15 Rebiülevvel tarihlerine de rastlanıyor. Fakat doğru ve geçerli tesbitler şunlardır: Rasûlullah (a.s.) 1 Rebiülevvel H.S. 1 yılında gece vakti Mekke'den ayrılıp Sevr mağarasına girdi üç gece üç gün orada kaldıktan sonra 4 Rebiülevvel gece yarısından sonra Medi­ne'ye hareket etti ve 12 Rebiülevvel öğlede Küba'ya vardı.[9] Şemsi tak­vimine göre Hz. Peygamber (a.s.)'in Medine'ye varış tarihi böylece 24 Ey­lül 622 oluyor.

33.1.16.2. Küba'da Kalış

Küba'da Hz. Peygamber'in, Evs'in bir kolu olan Beni Amr bin Avfın mahallesinde kaldığı konusunda bütün yazar ve tarihçiler ittifak etmişler­dir. Bu mahallede Rasûlullah (a.s.)'ı ağırlama şerefinin Hz. Külsum bin Hidm'e[10] ait olduğu da tarihi kayıtlarla sabittir. Gerçi bazı rivayetlerde Rasûlullah (a.s.)’ın Hz. Sa'd bin Hayseme'nin evinde kaldığı ifade edilmiş­tir. Fakat, İbni Sa'd ile Belazuri, Vâkıdi'ye dayanarak ve İbni Cerir ile İbni Hişâm Muhammed bin İshâk'a dayanarak Rasûlullah (a.s.)'ın aslında Hz. Külsûm'un yanında kaldığını, ancak halk ile sohbeti, Hz. Sa'd'ın evinde yaptığını kaydetmişlerdir. Hz. Sa'd'ın evi bu gibi sohbet ve toplantılar için müsaiddi. Zira, Hz. Sa'd evli değildi ve evi genişti. Bu sebepten dolayı ba­zı yazarlar, Hz. Peygamber (a.s.)'in Hz. Sa'd'ın evinde kalmış olabileceği­ne işaret etmişlerdir. Belazuri de "Fütüh-ul Buldan "da bu konuya açıklık getirmiştir.

Rasûlullah (a.s.) Küba'da kaldığı müddet içinde Kubâ Camii'nin inşa­sını bizzat yönetti. Bu hususta İmam Buhârî'nin, Hz. Urve bin Zübeyr ve İbni Hişâm ile İbni Cerir'in Muhammed bin İshâk'a dayanarak naklettikle­ri rivayetlerde etraflıca bilgiler vardır. İbni Cerir bu hususla İbni İshâk'ın bütün senetlerini sıralamıştır. Buna göre rivâyetin aslında Hz. Ali'ye ait olduğu ortaya çıkıyor. Hâfız İbni Hacer diyor ki, Kubâ camii, İslâm'ın ilk camiiydi ve aynı camiide Rasûlullah (a.s.) kendi sahabeleriyle ilk defa serbestçe cemaat şeklinde namaz kıldı.[11]

Bu sıralarda Hz. Ali (r.a.) de Mekke'den gelerek Rasûlullah (a.s.)'a katıldı ve Rasûlullah (a.s.) ile birlikte Hz. Külsum bin Hidm'in evinde ika­met etti. İbni Hişâm ile İbni Cerir'in Muhammed bin İshâk'a atfen naklet­tikleri rivayete göre, hicretten sonra Hz. Ali Mekke'de üç gün kalarak, Rasûlullah (a.s.)'a emanet olarak bırakılan kıymetli eşya ve diğer malları, Mekkelilere iade etti ve daha sonra Medine'ye hareket etti.

Rasûlullah (a.s.)’ın Küba'da kalış süresi hakkında da bazı çelişkili ifa­deler vardır. Buhârî ve Müslim ile İbni Sa'd'da yer alan Hz. Enes bin Mâlik'in rivâyetine göre Rasûlullah (a.s.) Kubada 14 gün kaldı. Vakıdi de kalış süresini 14 gün olarak vermiştir. Hz. Ayşe ile Hz. Urve bin Zü­beyr'in rivayetlerine göre bu müddet 10 günden fazlaydı. Beni Amr bin Avfın bazı fertlerinin ifadesine göre Mücemmi' bin Yezid bin Haris'e isti­naden Rasûlullah (a.s.)'ın Küba'da 22 gün kaldığını bildirmiştir. Zübeyr bin Bekkâr'ın Beni Amr bin Avflılara dayanarak naklettiği rivayet de aynıdır. Belazuri bir rivayette 23 gün yazmıştır. Fakat İbni Sa'd, İbni İshâk, İbni Hişâm, İbni Cerir, Belazuri ve İbni Hibbân'ın ifadesi ise çok kesindir. İfadelerine göre Rasûlullah (a.s.) Küba'da pazartesi, salı, çarşamba ve per­şembe günleri kaldı ve cuma günü oradan Medine'nin merkezine hareket etti. Siyer ve tarih âlimlerinin çoğu bu ifadeyi kabul etmektedir. Ama bu hususta bazı istisnalar da vardır. Meselâ, İbni Hibbân, Küba'da kalış süre­si olarak üç gün belirtmiştir ve Musa bin Ukbe de bunu teyid etmiştir. Fakat öyle anlaşılıyor ki, bu alimler Rasûlullah (a.s.)’ın Küba'ya varış ve oradan ayrılış günlerini hesaba katmamışlardır. Bu bakımdan bu âlimlerin ifadesi de ekseriyetin ifadesine uygundur.

33.1.16.3. Kuba'dan Ayrılış ve İlk Cum'a Namazı

İbni Hişâm ile İbni Cerir, İbni İshâk'ın rivâyetini nakletmişlerdir. İbni Sa'd da Belâzuri'ye dayanarak benzeri bir rivayet nakletmiştir. Buna göre Rasûlullah (a.s.) Cuma günü sabah Küba'dan hareket etti ve Beni Sâlim bin Avfın mahallesine gelinceye kadar cuma namazı saati geldi. Rasûlullah (a.s.) orada devesinden indi ve mahallenin camiine giderek Cum'a na­mazını kıldı. Cemaatte 100 kişi vardı ve Rasûlullah (a.s.)'ın imametinde kılınan bu ilk Cum'a namazıydı. Beni Salim'in bu camii Rânûna'da idi.[12] Buna daha önce Ğubeyb camii denilirdi. Rasûlullah (a.s.)’ın bu cami'de namaz kıldırmasından sonra da bunun adı "Cum'a camii" oldu ve bugün dahi aynı adla tanınıyor. Bu cami Medine'den Küba'ya giderken yolun sol tarafına düşüyor.

Cum'a namazında Rasûlullah (a.s.)'ın okuduğu hutbe, Sa'id bin Ab­durrahman el-Cumahi vasıtasıyla İbni Cerir Taberî'nin tarihinde kelimesi kelimesiyle naklolunmuştur. Fakat hutbede bazı öyle ayetler vardır ki, bunlar hicretten sonra nazil olmuşlardı. Bu bakımdan Rasûlullah (a.s.)'a ait olduğu söylenen bu hutbenin doğru olup olmadığı şüphelidir.

33.1.17. Medine'ye Giriş

Cum'a namazından sonra Rasûlullah (a.s.) Medine'ye gitmeye hazır­lanırken, Beni Salimliler Hz. İtbân bin Mâlik ve Hz. Abbas bin Ubâde bin Nadle'nin başkanlığında kendisine gelip dişi devesinin yularını tutarak şöyle dediler: "Ya Rasûlullah (a.s.) sizden bizde kalmanızı rica edeceğiz. Biz sayıca çokuz. Askeri malzeme ve araç gerecimiz çok olduğu gibi sa­vunma gücümüz de çoktur." Rasûlullah (a.s.) dedi ki, "dişi devemin yolu­nu kesmeyin, zira bu vazifelidir". Yani Rasûlullah (a.s.) demek istiyordu ki, dişi devesi Allah’ın emriyle yol alıyordu ve ancak Allah’ın istediği yere gidip durabilecekti. Rasûlullah (a.s.) biraz daha ilerleyince Beni Sa'ide, Beni el-Hâris ve Beni Adiyy bin Neccâr'ın mahallelerinden geçti. Her yerde mahallenin ileri gelenleri, Rasûlullah (a.s.)’ın huzuruna gelip kendile­rinde kalması için ricada bulundular, ama her yerde Rasûlullah (a.s.) daha önce verdiği cevabı tekrarladı. Rasûlullah (a.s.) dişi devesinin yularını gevşetmişti ve kendisine sağa veya sola gitmesi için en ufak bir işaret bile yapmıyordu. Nihayet, dişi deve Beni Mâlik bin Neccar[13] mahallesine va­rınca bugün Mescid-i Nebevi'nin bulunduğu ve bazı rivayetlere göre Minber-i Rasûl'ün bulunduğu yere gidip çömeldi. Fakat Rasûlullah (a.s.) hâlâ devenin sırtında bulunuyordu. Dişi deve oradan tekrar kalktı ve biraz yü­rüdükten sonra tekrar oraya gelip durdu. Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) deveden indi. [14]İbni İshâk'ın rivâyeti budur. İbni Hişâm bunu geniş şe­kilde ve İbni Cerir bunu özetleyerek nakletmişlerdir. İbni Sa'd ile Belazuri de bu rivâyeti özetlemişlerdir.

33.1.18. Hz. Ebû Eyyûb Ensarî'nin Evinde Kalış

Bundan sonraki olaylarla ilgili rivâyetler muhteliftir. İbni İshâk'a göre Rasûlullah (a.s.) dişi deveden indikten sonra karşısına Hz. Ebu Eyyûb Ensarî'nin evini gördü. Ebu Eyyûb Ensarî'nin asıl adı Hâlid bin Zeyd idi. Kendisi hemen evinden çıkıp Rasûlullah (a.s.)'ı karşıladı, deveden eşyasını indirdi ve eve götürdü. Böylece, Hz. Ebu Eyyûb Ensarî Son Peygamber ve Alemlerin Rahmeti'ni misafir etme şerefine nail oldu.

Buhârî ve Müsned-i Ahmed'de Hz. Enes bin Mâlik'in rivâyetinde şu kayıtlara rastlanıyor: "Rasûlullah (a.s.) deveden indikten sonra "bizimki­lerden kimin evi en yakındır." diye sordu. Hz. Ebû Eyyûb Ensarî arz etti: "Benim evim, ya Rasûlallah, benim evim işle karşınızdadır. Kapısı da işte budur." Rasûlullah (a.s.) buyurdu: "O halde, git, ve bizim dinlenmemizi temin et." İbni Sa'd da Hz. Enes bin Mâlik'e dayanarak benzeri bir rivâyet nakletmiştir. İbni Sa'd ile Belazuri, Vâkıdi'ye dayanarak bu rivayete bazı ilâveler yapmışlardır. Bunlara göre Rasûlullah (a.s.)'ın dişi devesini Hz. Es'ad bin Zürâre kendi evine götürüp bağladı ve bakımı için tedbirler aldı.

Bazı rivayetlerde şu kayıtlara rastlıyoruz: Rasûlullah (a.s.) dişi deve­den indikten sonra şöyle buyurdu: "Allah nasip ederse burası ikamet yeri­miz olacaktır." Hz. Ebû Eyyûb Ensarî kendisine gelip dedi ki: "Benim evim buraya en yakın evdir. Müsaade buyurursanız, eşyalarınızı evime götüreyim." Rasûlullah (a.s.) eşyasını evine götürmesine izin verdi. Taberânî de, Hz. Abdullah bin Zübeyr'e istinâden aynı rivâyeti nakletmiş­tir.

Buhârî ve Müslim ile Müsned-i Ahmed'de yer alan Hz. Berâ' bin Azib (r.a.)'in bir rivâyeti şöyledir: Medineliler, Rasûlullah (a.s.)'ı misafir etmek için birbirleriyle adeta kavga ettiler. Nihayet Rasûlullah (a.s.) dedi ki: "Ben bugün, Abdulmuttalib'in hanımının köyü olan Beni Neccâr'da ka­lacağım."

Hafız İbni Hacer, "İsâbe"de Müsned-i Ahmed'e dayanarak bizzat Hz. Ebû Eyyûb'un şu sözlerini nakletmiştir: "Ensâr içinde Rasûlullah (a.s.)'ın kalış yeri hakkında kavga büyüyünce kur'a çekildi ve burada benim ismim çıktı."

Bu muhtelif rivayetleri gözden geçirdiğimizde şu kanaate varırız: Rasûlullah (a.s.) ilk önce muhtemelen Hz. Ebû Eyyûb'un evinde kaldı, daha sonra diğer Ensâr kabilesi gelip bu şerefin kendilerine de ait olması dile­ğinde bulundular. Bunun üzerine kura çekildi ve Rasûlullah (a.s.) kendile­rine dedi ki: "Benim bu aile ile yakın bir akrabalığım vardır." Rasûlullah (a.s.)’ın bu açıklaması diğer kabileleri tatmin etti. Zira Arabistan'da akra­balığa büyük önem veriliyor ve saygı gösteriliyordu .[15]

İmam Ebu Yusuf "Kitab-üz-Zikr ved-Dua"da Hz. Ebu Eyyub Ensarî'nin şu sözlerine yer vermiştir: "Rasûlullah (a.s.) evimizi şereflendirdik­ten sonra evin alt kısmında kaldı. Ben ve Ebû Eyyûb'un annesi üst katta kaldık. Gece, Ebu Eyyûb'un annesine dedim ki, Rasûlullah (a.s.)’ın yukarı katta kalması daha münasib olacaktır. Zira kendilerine melekler geliyor ve vahiy iniyor." Bunu düşünürken gece ne ben doğru dürüst uyuyabildim ne de Ümm-ü Eyyûb. Sabah kalktığımızda biz meseleyi Rasûlullah (a.s.)'a açtık. Bunun üzerine Rasûlullah (a.s.) buyurdu ki: "Alt kat benim için da­ha rahattır." Ben dedim ki, "Sizi Hak ile beraber göndermiş olan Zât'a ye­min ederim ki, altında sizin bulunduğunuz bir evin üst katında ben rahat edemem." Kısacası, ben o kadar ısrar ettim ki, Rasûlullah (a.s.) daha sonra üst katta kalmayı kabul etti."

İbni Hişâm'ın Muhammed bin İshâk ve Hz. Ebû Eyyub'a dayanarak naklettiği rivâyet bundan biraz farklıdır. Bu rivâyete göre Rasûlullah (a.s.), evin alt katını beğenmesinin sebebi olarak ziyaretçileri için daha el­verişli oluşunu gösterdi. Bu sebeple, Ebu Eyyûb Ensarî istemeye istemeye yukarı katta kalmayı kabul etti. Fakat, bir gün yukarı katta bir su testisi kı­rıldı ve Hz. Ebû Eyyûb Ensarî, suyun aşağıya damlayıp Rasûlullah (a.s.)'ı rahatsız edebileceği endişesine kapıldı. Bunun için karı-koca sahip olduk­ları tek yorganlarını derhal suyun döküldüğü yere serip suyu kuruttular. Beyhâki ile İbn Ebi Şeybe de Hz. Ebû Eyyûb'a dayanarak aynı rivâyeti nakletmişlerdir.

İbni Sa'd'ın Hz. Zeyd bin Sabit'e dayanarak naklettiği rivâyete göre Rasûlullah (a.s.) Ebû Eyyûb Ensarî'nin evinde kaldığı müddetçe her gün en az üç-dört evden adamlar gelip Rasûlullah (a.s.)'ı yemeğe davet eder­lerdi. Ayrıca, her gün çeşitli evlerden yemek ve yiyecekler gelirdi.

33.1.19. Rasûlullah (a.s.)'ın Medine'de Karşılanması

Yukarıda anlattıklarımızdan anlaşılacağı gibi Medine ahâlisi Rasûlullah (a.s.)'ı büyük bir coşku ve sevinçle karşıladılar ve kendisini misafir et­mekten kıvanç duydular. Ama Rasûlullah (a.s.)'ın Medine şehrinin merke­zine girişi başlı başına bir olaydı ve kendisi öylesine muhteşem bir şekilde karşılandı ki, bunun bir örneği Arabistan'ın tarihinde ne önce görülmüştü ne de sonra görülmüştür. Buhârî, Müslim ve Müsned-i Ahmed'de Hz. Be­ra' bin Azib vasıtasıyla Hz. Ebu Bekr'in şu rivâyeti yer almıştır: "Biz Me­dine'ye vardığımızda halk bizi karşılamak maksadıyla sokaklara dökül­müştü. Çoluk-çocuk evlerinin damlarına çıkmış tezahürat yapıyordu. Hiz­metçiler ile çocuklar sokaklarda koşuşup duruyor ve tezahürat yapıyorlar­dı. Medineliler "Allahu Ekber", "Rasûlullah teşrif buyurdular" ve "Mu­hammed Sallallahü aleyhi ve sellem hoş geldiniz diye nara atıyorlardı". Buhârî'de Hz. Enes bin Mâlik'in bir rivâyeti yer almıştır: "Biz Medine'ye vardığımızda halk bizi karşılamak maksadıyla sokaklara dökülmüştü. Ço­luk çocuk evlerinin damlarına çıkmış tezahürat yapıyordu. Hizmetçiler ile çocuklar sokaklarda koşuşup duruyor ve bağırıyorlardı. Medineliler "Allahu Ekber", "Rasûlullah teşrif buyurdular" ve "Muhammed Sallallahü aleyhi ve sellem hoş geldiniz diye nara atıyorlardı." Buhârî'de Hz. Enes bin Mâlik bir rivâyeti yer almıştır. Bunun bazı bölümleri şöyledir: "Rasûlullah (a.s.) ile Hz. Ebu Bekr'i silah kuşanmış yiğitler sarmışlardı. Kalaba­lık o kadar büyüklü ki, adamlar Rasûlullah (a.s.)'ı görmek için birbiriyle itişiyor ve omuzlarına çıkıyorlardı. Bütün şehir "Nebiyullah geldi",

"Rasûlulah geldi" sesleriyle çalkalanıyordu. "Tabakat"da İbni Sa'd, Hz. Enes'e istinaden şu rivâyeti nakletmiştir: "Ben (Enes) böylesine görkemli bir gün görmedim." Müsned-i Ahmed'de yine Enes bin Mâlik'in şu sözleri kaydedilmiştir: "Medine ahalisi Rasûlullah (a.s.)'ı karşılamak için birbirini adeta eziyorlardı. Her tarafta büyük bir izdiham vardı. Her tarafta bir bay­ram havası vardı. Kadınlar evlerinin damlarına çıkmış ve çevredekilerden Rasûlullah (a.s.)'ın kim olduğunu soruyorlardı. Doğrusu, böylesine muh­teşem bir manzara hiç görmedik." Hz. Enes'in benzeri rivayetleri Darimi, Tirmizî, İbn Mâce, Ebu Davud ve Beyhakî'de de yer almışlardır. Buhârî'de Hz. Berâ bin Azib'in şu ifadesi yer almıştır: "Ben Medinelileri, hiç Rasûlullah (a.s.)'ın geldiği günkü kadar mutlu ve sevinçli görmedim."

Beyhâki, "Delâil"de ve Ebu Bekr el-Mukri "Kitab üs-Şemâil"de şu rivâyeti nakletmişlerdir: Kadınlar evlerinin damlarına çıkıp şu şarkıyı söylü­yorlardı:

"Talâ'albedrü "aleyna min seniyyâti l-vedâ'

Vecebe ş-Şükrü aleyna mâ de'â lillâhi da" "Bizim için dolunay doğmuştur. Vedâ'in dağlarının ardından

Bizim şükr etmemiz vâciptir, Allah'a çağıran tek bir kişi hayatta kalıncaya kadar."

Rezin bu şarkıya şu beyti de ilâve etmiştir:

"Ey bize meb'us olan, sen itaate lâyık bir mevki ile gelmişsin."

İbnül-Kayyım, "Zad-ul Me'ad"da bu rivâyeti reddetmiştir. Bunun se­bebi olarak da "Veda dağlarının Suriye istikametinde, yani Mekke'nin aksi istikametinde bulunduğunu göstermiştir. İbnül-Kayyım'a göre Medi­ne'li kadınlar bu şarkıyı Rasûlullah (a.s.)'ın Mekke'den gelişi sırasında de­ğil, Tebûk savaşından dönüşü sırasında söylemişlerdi. Buhârî, Ebu Dâvud ve Tirmizî'de de bu ifadeye rastlıyoruz. Fakat bizce Medine'den Mekke is­tikametine gidenler için yani, Medine-Mekke yolunda da "vedâ dağla­rının bulunması uzak bir ihtimal değildir. Medineli kadınlar Mekke'den gelen misafirler için aynı münasebetle "Vedâ dağları" tabirini kullanmış olabilirler.

Rasûlullah (a.s.) Beni en-Neccâr mahallesine varınca genç kızlar def çalarak yollara dizildiler ve ilk sözleri aşağıda belirtilen beyit olan bir tür­kü söylediler:

"Biz Beni Neccâr'ın kızlarıyız. Muhammed ne kadar da iyi bir komşudur."

Bu türküyle ilgili rivayet Hz. Enes tarafından naklolunmuş ve Hâkim ile Beyhakî'de yer almıştır. Rasûlullah (a.s.) kızlara sordu: "Siz beni sevi­yor musunuz?" Kızlar arz etti: "Evet ya Rasûlullah (a.s.)." Hz. Peygamber (a.s.) de üç defa şöyle dedi: "Vallahi ben de sizi (ensarı) severim". Taberânî, "el-Mu'cem-üs-Sağir"de Rasûlullah (a.s.)'ın şu sözlerini nakletmiştir: "Yüreğimin size karşı sevgiyle ne kadar dolu olduğunu Allah biliyor". Beyhâki ile İbni Mâce aynı cümleyi Hz. Enes'e istinaden nakletmişlerdir. Buhârî'de yer alan Hz. Enes'in rivâyetine göre Rasûlullah (a.s.) genç kız­lar ile kadınların kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce yerinden kalkarak üç defa şöyle dedi: "Vallahi sizin kadar başka kimseyi sevmem."

33.1.20. Kureyş'in Öfke İle Kudurması

Rasûlullah (a.s.)'ın salimen ve afiyet içinde Medine'ye varması bile Kureyş'i çileden çıkaracak cinsten bir hadise idi. Sanki bu yetmiyormuş gibi, Rasûlullah (a.s.) ve arkadaşları Medine'de eşi görülmemiş bir şekilde karşılanmış ve elden ele dolaştırılmışlardı. Bu da onları tam manasıyla de­li etli. Kureyş öfke, üzüntü ve şaşkınlık içinde çırpınıp duruyorlardı. Ni­hayet, Medine'nin en önde gelen kabile reisi ve zengini Abdullah bin Übeyy'i kral yapmaya karar vermişlerdi, ama Evs ile Hazrec'in büyük bir çoğunluğunun müslüman olması ve Rasûlullah (a.s.)'ın Medine'ye gelme­siyle onun kral olma hevesleri kursaklarında kalmıştı. Kureyşliler Abdul­lah bin Übeyy'e gönderdikleri mektupta şöyle diyorlardı:

"Duyduğumuza göre siz adamımıza sığınma hakkı vermişsinizdir. Tanrıya yemin ederek söylüyoruz ki, onunla ya kendin savaş veya onu Medine'den ihraç et; yoksa, biz hepimiz birleşip size saldıracağız. Sizin erkeklerinizi öldüreceğiz ve kadınlarınızı da cariye yapacağız."

Abdullah bin Übeyy bu mektubu alınca şeytanlık damarı kabardı ve fitne çıkarmaya çalıştı. Fakat, Rasûlullah (a.s.) hikmetli söz ve hareketle­riyle bu fitneyi derhal önledi.

Bundan sonra Hz. Sa'd bin Mu'az, ki Medine reislerinden biriydi, um­re için Mekke'ye gidince Kureyşlilerin sözlü saldırısına hedef oldu. Tam Harem'in kapısında Ebû Cehl kendisine şunları söyledi: "Siz ne sanıyorsu­nuz yahu. Siz dinimizden dönenleri barındıracaksınız. Onları himaye ede­cek, destekleyeceksiniz ve biz de size Mekke'de rahat rahat tavaf etme iz­ni vereceğiz? Öyle mi? Yemin ederim, eğer sen Ebu Safvân (Ümeyye bin Halef) ile beraber olmasaydın, buradan Medine'ye sağ dönemezdin". Hz. Sa'd ise buna cevap olarak şunları söyledi: "Vallahi, eğer sen bizi böyle bir şeyden alıkoyarsan biz de sizi bundan daha büyük şeyden alıkoyarız, yani Medine'ye geçişinizi yasaklarız".[16] Bu münakaşa demekti ki, Mek­keliler Medineli müslümanlara Kâ'be'nin kapısını kapatıyorlardı, Medine­liler de buna tepki olarak Mekkeliler için Suriye ticaret yolunun tehlike­lerle dolu olduğunu ilân ediyorlardı. Bu küçük münakaşa aslında gelecek­te tarihi gelişmelerin çizgisini çiziyordu.

33.1.21. Mescid-i Nebevi'nin İnşası

Rasûlullah (a.s.)'ın Hz. Ebû Eyyûb Ensarî'nin evine indikten sonra düşündüğü ilk konu bir caminin inşasıydı. Rasûlullah (a.s.) bu camiyi dişi devesinin ilk kez çöktüğü yerde yapmak istiyordu. İbni Sa'd'ın rivâyetine göre müslümanlar oraya daha önceden namaz için toplanırlardı. O yerde Hz. Es'ad bin Zürâre, cemaate namaz kıldırırdı. Burada cum'a namazı da kılınırdı. Aslında burası iki yetim Sehl ve Süheyl'in toprağıydı. Bu yetim kardeşler Hz. Es'ad bin Zürâre'nin velayetinde idiler. Buhârî'de Urve bin Zübeyr ve "Siret-i İbni Hişâm"da Muhammed bin İshâk'ın rivâyeti budur. Belazuri de "Fütûh ul-Buldân"da bunu meşhur bir rivâyet olarak naklet­miştir. (İbni İshâk'ın rivâyetinde iki kardeşin velisinin Hz. Mu'az bin Afra' olduğu kaydedilmiştir. Bazı diğer rivayetlerde hem Hz. Es'âd hem Hz. Mu az bu iki yetimin velisi olduğu kaydedilmiştir.) Buhârî'de yer alan Hz. Ayşe ve Urve bin Zübeyr'in rivâyeti ve "Siret-i İbni Hişâm"da yer alan İbn İshâk'ın rivâyeti de aynıdır. Buna göre bu toprakta hurmalar kurutuluyordu. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve İbni Cerir'in rivâyetine göre burada bazı hurma ağaçlan da vardı. Bu toprağın bir bölümü işleniyor ve bir bölümü de kullanılmaz durumda idi. Ayrıca burada bazı müşriklerin kabirleri de vardı. Hz. Ayşe ve Urve bin Zübeyr'in rivâyetine göre Rasûlullah (a.s.) bu çocuklarla toprağın fiyatı konusunda görüştü. Onlar da de­di ki: "Biz bunu hibe ediyoruz". Ama Rasûlullah (a.s.) kabul etmedi ve ra­yiç fiyatını verdi. Musa bin Ukbe'nin İmam Zührî'ye dayanarak naklettiği rivayete göre Rasûlullah (a.s.) bu araziyi 10 dinara satın aldı. İbni Sa'd'ın Vakıdi'ye dayanarak naklettiği rivayette de aynı fiyat yer almıştır. Bu ri­vayette ayrıca fiyatı Hz. Ebu Bekr (r.a.)'in ödediği kaydedilmiştir. Belâzurî de "Fütûh-ul Buldân"da aynı ifadeyi kullanmıştır.

İbni İshâk'ın rivâyetine göre Hz. Mu'az bin Afra Rasûlullah (a.s.)'a şöyle dedi: "Efendimiz, siz buraya cami yaptırın, ben çocukları razı ede­rim." (Bu ifadeden, fiyatı kimin ödediği belli olmuyor. Yani, fiyatı Hz. Mu'az bin Afra' mı ödedi, yoksa Rasûlullah (a.s.) mı?)

Buhârî ve Ebû Dâvud'da yer alan Hz. Enes bin Mâlik'in rivâyetine göre, Rasûlullah (a.s.) Beni Neccar'a "benden bu bağın fiyatını alın"[17]di­ye haber gönderdi. Beni Neccar dedi ki: "Biz bunun fiyatını Allah'tan baş­ka kimseden istemiyoruz." Bu rivayet de toprağın satın mı alındığı yoksa hibe mi edildiğine açıklık getirmiyor. Fakat diğer bütün rivayetler, bu ara­zinin bedava alınmadığını göstermektedir.

Arsa alındıktan sonra her tarafı iyice temizlendi. Harabelerin bulun­duğu kısım düzeltildi, kabirlerin yeri dolduruldu ve ayıklandı, hurma ağaçları kesilip inşa edilecek caminin sütunları olarak kullanıldı. Hurma ağaçlarının yapraklarıyla çatı çatıldı, tuğla ve balçıkla duvarlar yapıldı ve namazgah olarak boş zemin kullanıldı. Fakat yağmurlar sebebiyle her ta­rafı çamur olmaya başlayınca küçük taş ve mucurla bir tabaka oluşturul­du. Hurma ağaçlarının yaprakları namaz kılanları güneş ve yağmurdan korumaya yetmeyince üstüne sıva ile bir kaplama yapıldı. Buhârî'de Hz. Ayşe ve Urve bin Zübeyr, Ebu Davud'da Hz. Enes bin Mâlik ve Siret-i İbni Hişâm'da Muhammed bin İshâk'ın rivayetlerine göre Mescid-i Nebe­vi'nin inşasında Rasûlullah (a.s.) da diğer mü'minlerle beraber çalıştı ve tuğlalarla sıva taşıdı.

33.1.22. Mescid-i Nebevi'de Hz. Peygamber (a.s)'in Hücresi (Odası)'nin İnşası

Mescid-i Nebevi'ye bitişik Rasûlullah (a.s.) için iki hücre (oda)den oluşan bir ev yapıldı. Bunlardan biri Hz. Ayşe'ye diğeri de Hz. Sevde'ye aitti. İbn Sa'd'ın ifadesine göre bu evin odaları da pişmemiş tuğla, hurma samanları ve sıvadan yapılmıştı. İki hücre birbirinden ayrıydı. Çatı hurma ağacı yapraklarıyla örtülmüştü. Kapılara örtü asılmıştı. Hz. Hasan Bas­ri'nin ifadesine göre "ben çocukluğumda henüz büluğ çağına erişmemiş­ken Rasûlullah'ın evlerine girdim ve etrafı gördüm. Bu evlerin tavanları o kadar alçaktı ki, bunlara ellerimi kaldırarak dokunabilirdim." İmam Buhârî kendi "tarih"inde ve Hafız Ebû Ya'lâ kendi "müsned"inde şu ifadede bulunmuşlardır: "Rasûlullah'ın evlerinin kapılarında tokmak veya kapı ko­luna benzer bir şey bulunmadığı için ziyaretçiler kapıyı hafifçe tıklatırdı."

33.1.23. Rasûlullah (a.s.)'ın Çoluk-Çocuklarını Medine'ye Getirtmesi

Vâkıdî'nin Hz. Zeyd bin Sabit'e dayanarak naklettiği rivayete göre Rasûlullah (a.s.), Ebû Eyyûb Ensarî'nin evinde 7 ay kaldı. İbn Sa'd ile Belazuri de aynı rivâyeti nakletmişlerdir. Hâfız İbn Hacer de bu rivâyeti tasdik etmiştir.

Bu arada Rasûlullah (a.s.) yapılan yeni hücrelere taşınmadan önce Hz. Zeyd bin Hâris ve serbest bırakmış olduğu özel hizmetçisi Ebû Rafi'e 500 dirhem ve iki genç deve vererek kendi ailesini getirtmek üzere Mek­ke'ye gönderdi.[18] Hz. Ebû Bekr (r.a.) de bu zevatla beraber Abdullah bin Ureykıt eliyle oğlu Abdullah'a bir mektup gönderdi ki, o da annesi ve kız kardeşlerini Medine'ye getirsin. Hz. Zeyd bin Haris (r.a.) Ümm ul-Mü'minin Hz. Sevde'yi Rasûlullah (a.s.)'ın iki kızı Hz. Fatma ve Ümm-ü Gülsüm’ü, kendi zevcesi, Ümm-ü Eymen'i ve oğlu Üsâme bin Zeyd'i Medi­ne'ye gelirdi; fakat Hz. Zeyneb (r.a.)'i alamadı; zira onu kocası Ebu'l-As bin Rebi' alıkoymuştu. Hz. Abdullah bin Ebu Bekr bunlarla beraber anne­si Ümm-ü Ruman ve kız kardeşleri Hz. Esma (r.a.) ile Hz. Ayşe (r.a.)'yi getirdi. (Bk. Taberânî, İbni Sa'd, Belazuri ve İbn Abd-il Berr).

İşte burada İslâmi Hareket'in Mekke dönemi sona eriyor. Biz bundan sonraki sayfalarda Mekke döneminin genel bir değerlendirmesini yapaca­ğız.

 



[1] Bu ayetin İsrâ sûresiyle birlikte Hicret'ten çok önce indiğine dair itirazda bulunulmaması gerekir. Aslında Kur'ân-ı Kerîm'in bazı ayetleri daha önce inmiş olmalarına rağmen bazı belli du­rum ve şartlarda bunlar Cenâb-ı Allah tarafından Rasûlullah (a.s.)'a hatırlatılırdı. Böylece, bu ayet­lerin o özel şanlar için indiği açıklanmış oluyordu.

[2] İşte bu hikmet yüzünden Cenâb-ı Allah Rasûlullah (a.s.)'ı o zamana kadar Mekke'de bı­raktı. Gaye, Kureyş'in Hakka düşmanlıkta son haddine varması üzerine Rasûlullah (a.s.)'ın son ânda kurtulmasını göstermekti.

[3] Bu adamın ismini bazı yazarlar Erkad ve bazıları Erkat yazmışlardır. Fakat doğru kelime Üreykıt'tır. Mûsâ bin Ukbe ile Belâzurî ve İbn Sa'd bunu böyle yazmışlardır. Üreykıt, daha önce bahsettiğimiz gibi, Hz. Peygamber (a.s.)'in Taif dönüşü Mekke'ye eman istemek üzere ulak olarak bazı Kureyşin kabile reislerine gönderdiği kişidir. Kendisi müşrikti, ama hicret gibi en nazik anda bile güvenilir bir kılavuz vazifesi yapmaktan kaçınmadı.

[4] Müsned-i Ahmed, Taberânî ve Sîret-i İbni Hişam'da İbni İshâk'a Hz. Esma binti Ebî Bekr'in bir rivâyeti naklolunmuştur. Bu rivâyetle Hz. Esma şöyle diyor: "Babamız evden çıkarken evde ne varsa götürdü." Bir tahmine göre yanında 5-6 bin dirhem vardı. (Belâzuri’nin rivâyetine göre, Hz. Ebû Bekr'in İslâmiyeti kabul ettiği sırada kendisinde nakit 40 bin dirhem bulunuyordu). Daha sonra dedemiz Ebû Kuhâfe -ki o zamana kadar müslüman olmamıştı- dedi ki, Ebû Bekr ca­nıyla malını da götürmüştür. Biz dedik ki; "hayır, babamız bizim için bol para ve mal bırakmıştır." Biz bunu dedemizi avutmak için söyledik. Zira bizim evimiz bomboştu.

[5] Burada bir noktanın izah edilmesi gerekiyor. O da, Hz. Ali Hz. Esmâ'nın ifadeleridir. Da­ha önce belirttiğimiz gibi gerek Hz. Ali gerekse Hz. Esma, Kureyşli kâfirlerin soruşturmaları sıra­sında Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebû Bekr'in nereye veya ne yöne gittiklerini söylemediler. Ama yukarıdaki ifadelerden anlaşılıyor ki, Hz. Esma ve diğer kimseler, Hz. Peygamber (a.s.) ve Hz. Ebû Bekr Sevr mağarasında bulunduktan müddetçe kendileriyle mütemadiyen temasta idiler. Bu durumda acaba Hz. Ali ile Hz. Esma (r.a.) kasten yalan mı söylemişlerdi? Bizce her ikisi, kendile­rine Kureyşlilerin Hz. Peygamber (a.s.) ve Hz. Ebû Bekr hakkında soru yönelttikleri sırada gerçek­ten kendilerinin nerede olduğunu bilmedikleri ihtimali daha kuvvetlidir. Bir başka ihtimal de şu olabilir. Belki ikisi de gerçeği biliyorlardı; ancak zalimlere yardımcı olmamak için yalan söylemek zorunda kaldılar. Aslında bu tutum şeriat, ahlâk ve akıl açısından doğrudur. Ancak aptal bir kişi gözü dönmüş bu katillere Rasûlullah (a.s.) ve Hz. Ebû Bekr'in bulunduğu yerin bildirilmesine ısrar edebilirdi. Daha sonra Hz. Esmanın dedesine karşı davranışına gelince, bu "tevriye"nin bir örneği­dir. "Tevriye" düpedüz yalan söylemeden bazı iyi sebepler için hakikati gizlemek manasını taşır.

[6] Bu da Tevriyenin bir başka örneğidir. Yani, Hz. Ebû Bekr (r.a.) yoldaşının Muhammed Mustafa (a.s.) olduğunu açıklamak yerine ve kendisinin sadece rehberi veya yol göstericisi olduğu­nu belirtti. Duyanlar zannettiler ki Hz. Peygamber (a.s.) bir kılavuzdur.

[7] Harre, lâvdan yanmış siyah kayalara denilir. Medine'nin etrafında bu tür pek çok kayaya rastlanır. "Harret-ul 'Asabe" Küba'nın dışında Mekke yolunda bulunan harreye denilir. Buna "Harre-yi Kubbâ" da denilir.

[8] Evs ile Hazrec, Kayle adlı annenin evlâtları olduğu için bu kabile mensuplarına Benî Kayle de denilirdi. Bir yahudi'nin "reisiniz geldi" diye seslenmesi gösteriyor ki, Medine'de oturan­lar ister mü'min, müşrik veya yahudi olsunlar, hepsi, Rasûlullah (a.s.)'ın bir mülteci değil bir hü­kümdar, lider ve komutan olarak gelmekte olduğunu önceden biliyorlardı.

[9] Kameri takvimine göre gece gündüzden önce geliyor ve gün batışından sonra yeni bir ta­rih başlıyor. Bu itibarla 1 Rebiülevvel tarihinden, bir önceki gece kastedilmiş olabilir. Ayrıca, Hz. Ömer'in halifelik devrinde Hicrî takvimine başlandığı zaman, bunun hesabı Hicret'in yapıldığı asıl tarihten itibaren değil 1 Muharrem (16 Temmuz 622) den yapılmaya başladı. Araplar eski çağlar­dan beri Muharrem'i yılın ilk ayı olarak kabul ediyorlardı. Böylece Hicret takvimi, Hicret'ten üç ay sonra başladı.

[10] Kendisi yaşlı bir zattı. Rasûlullah (a.s.)'ın gelişinden kısa bir süre sonra vefat etti. İbni Cerir'in ifadesine göre Hicret'ten sonra vefat eden ilk sahabe idi.

[11] Kubâ camii bugün de Medine'nin güney batısında bulunuyor. Bu camiinin kıblesine biti­şik tek kubbeli "Makâm-ul Ümre" adında bir yapı vardır. Burası Hz. Külsum bin Hidm'in eviydi. Buna bitişik "Beyt-i Fatma" ismiyle bilinen yerde Hz. Sa'd bin Hayseme'nin evi vardı.

[12] Yakut "Mu'cemül Buldan "da "Rânûnâ" kelimesini izah ederken bu mevkide bir caminin bulunmasıyla ilgili kaydın İbn İshâk'ın siretinde yer alan ve İbni Hişâm tarafından özetlenen bö­lümde bulunduğunu bildirmiştir. Yoksa diğer bütün yazarlar ve alimler Rasûlullah (a.s.)'ın sadece Cum'a namazını Benî Salim'in mahallesinde kıldığına işaret ederler.

[13] Aynı ailenin bir hatunu olan Selma bint Amr ile Rasûlullah'ın büyük babası Hâşim evlen­miş ve dedesi Abdulmuttalib batınından doğmuştu. Abdulmuttalib aynı ailede çocukluğunu ve gençliğini geçirmişti. Aynı ailenin efradı Abdulmuttalib'in amcasının onun mirasını gasbetmesi üzerine onun yardımına koşmuşlardı. Rasûlullah (a.s.)'i bu aile ile olan münasebetleri o kadar ya­kındı ki, babası Abdullah ömrünün son günlerini burada geçirdi ve yanlarında gömüldü. Rasûlullah (a.s.)'ın annesi de çocuğunu ailesine tanıştırmak üzere Medine'ye getirmişti.

[14] Cenâb-ı Allah'ın, Rasûlullah (a.s.)'ın Medine'de kalacak yerinin seçimini kendisine bırak­maması ve kararını dişi deve ile belirlemesi ibretli bir hareketli. Eğer Rasûlullah (a.s.) kendi irade­siyle kalacak yeri seçmiş olsaydı pek çok Ensâr kabilesi, Rasûlullah (a.s.)'ın Benî Neccar'ı kendileri­ne tercih ettiğine inanacaklardı.

[15] Hz. Ebû Eyyûb Ensari'nin bu evi halâ Mescid-i Nebevî'nin güneydoğusunda bulunuyor. Buna yakın bir yerde bugün Mescid-i Nebevî'nin İmam ve hatiplerinin kaldığı Dâr-ı Câfer-üs Sâdık vardır.

[16] Buhârî'de Hz. Abdullah bin Mes'ûd'un rivâyeti böyledir. Hz. Abdullah bin Mes'ûd da bu rivâyeti Hz. Sa'd bin Muâz'a dayanarak nakletmiştir. Bu rivâyetle yer alan izahata göre Hz. Sad'ın Umeyye bin Halef ile Cahiliyye döneminden beri dostluk ilişkileri vardı. Umeyye Medine'ye gelin­ce Hz. Sa'd'ın evinde kalır. Hz. Sa'd da Mekkeye gidince onun evinde kalırdı. Hz. Sa'd bu dostluğa dayanarak umre için Mekke'ye gitmiş ve Umeyye ile bulunmuştu. Umeyye Hz. Sa'd'ı öğle vakti Ka'be'ye götürdü. Oada Ebû Cehl ile karşılaştılar. O sırada aralarında yukarıda aktardığımız müna­kaşa geçti. Aynı rivâyette şu ek bilgilere de rastlıyoruz: Hz. Sad, Ebû Cehl'e yukarıda naklettiğimiz cevabı verince Umeyye bin Halef kendisine şöyle dedi: "Sakın Ebul Hakem ile ters konuşma. Bu, vadinin en nüfuzlu kişisidir." Hz. Sa'd dedi ki, "Boş ver. Rasûlullah'dan duyduğuma göre bunlar se­ni öldüreceklerdir." Umeyye bunu duyunca çok korktu ve, "bunlar beni öldürecekler mi dedin? Pe­ki nerede Mekke'de mi?" Hz. Sa'd dedi ki, "onu bilmem" Müsned-i Ahmed'de yer alan rivâyete gö­re Umeyye Hz. Sa'd'in söylediklerini karısına anlatınca, karısı dedi ki "vallahi Muhammed'in dedik­leri doğru çıkar." Hafız Ebû Bekr Bezzâr'ın Hz. Abdullah bin Mes'ûd'a dayanarak naklettiği rivâyette ise Umeyye yerine Utbe bin Rebia'nın ismi geçiyor. Gerçi Bezzâr'ın bu hadisinin râvileri de çok muteber ve sağlamdırlar, ancak doğru olan Buhârî'deki rivâyettir. Umeyye bin Halef Bedii savaşına katılmış ve Hz. Bilâl tarafından öldürülmüştü. Fakat Rasûlullah (a.s.)'ın, kendi tarafından öldürüleceğini peşinen söylediği adam Umeyye bin Halef değil, Übeyy bin Halefti. Übeyy bin Ha­lef, Uhud savaşında Rasûlullah (a.s.) tarafından öldürüldü.

[17] Asıl Arapça metinde kullanılan kelime dört duvarlı bağ anlamına gelir. Bu demektir ki burası önce bir bağ idi, sonra zamanla yıprandı ve çeşitli maksatlar için kullanılmaya başlandı.

[18] Belâzuri’nin ifadesine göre Rasûlullah (a.s.) bu 500 dirhemi Hz. Ebû Bekr'den ödün; al­mıştı.