Hz.
Peygamber'ın Kusur Aramayı
Ve Övünmeyi Sevmemesi
Hz. Peygamber'in
Sadeliği Sevip Yapmacıklıktan Kaçınması
Hz. Peygamber'in
Konfor Ve Gösterişten Kaçınması
Hz. Peygamber'în
Herkese Eşit Davranması
Hz. Peygamber'in Alçakgönüllülüğü
Aşırı Övgü
Ve Saygıyı Menetmesi
Hz. Peygamber'in
Edeb Ve Haya Duygusu
Hz. Peygamber
İşini Kendi Görürdü
Hz. Peygamber'in Başkalarının İşlerini Yapması
Hz. Peygamber'ın
Azimli Ve Kararlı Oluşu
Hz. Peygamber'in
Cesaret Ve Kahramanlığı
Hz. Peygamber'în
Doğru Sözlülüğü
Hz. Peygamber'în Sözünde
Durması
Hz. Peygamber'ln Gözünün
Tokluğu
Hz. Peygamberin
B Ağışlayıcılığı Ve
Yumuşakbaşlılığı
Hz. Peygamber'in Düşmanları Bağışlaması Ve
Onlara İyi Davranması
Hz. Peygamber'in
Yahûdî Ve Hıristiyanlara Karşı
Tutumu
Hz. Peygamber'in
Yoksul Ve Kimsesizlere Olan
Sevgi Ve Şefkati
Hz. Peygamber'in Can Düşmanlarını Bağışlaması
Hz. Peygamber'ın
Düşmanlarına Hayırla Dua Etmesi
Hz.
Peygamber'in Çocuklara Şefkati
Hz.
Peygamberin Kölelere Şefkat Göstermesi
Hz.
Peygamber'in Kadınlara Bakışı
Hz.
Peygamberdin Hayvanlara Merhameti
Hz.
Peygamber'in Ayrımsız Sevgi ve Merhameti
Hz.
Peygamber'in Înce Kalpliliği
Hz. Peygamber'in
Hasta Ziyareti
Hz.
Peygamber'in Çocuklarına Olan Sevgisi
Hz.
Peygamber'in Mübarek Eşleri
Sevde (Ra)'Nın
Ahlâk Ve Alışkanlıkları
Zeyneb (Ra)
"Yoksulların Annesi"
Ümmü Seleme'nin
Fazilet Ve Yeteneği
Hz.
Peygamber'in Eşlerine Davranışı
Hz. Peygamberin
Eşlerinin Ve Aîle Fertlerinin Sâde Hayatları
Hz. Peygamber'in
Evinin İdaresi
Hz. Peygamber'in Ev Halkının
Geçimi
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, içten gelerek dahi olsa bir insanı yüzüne karşı
övmeyi sevmezdi. Bir gün mübarek huzurunda bir şahsın adı geçti. Orada
bulunanlardan biri onu çok övdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem: "Arkadaşının boynunu kestin" buyurdu ve bu sözü birkaç kere
tekrarladı. Sonra, "Eğer birini övmek durumunda kalırsan, "Benim
kanâatim böyle" de" buyurdu."[1]
Bir gün adamın biri,
bir yöneticiyi övüyordu. Mikdâd (ra) da oradaydı. Yerden toprak alarak onun
yüzüne serpti ve "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, insanları
aşırı övenlerin yüzüne toprak serpin" buyurdu, dedi."[2] Bir
keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mescide geldi, orada bir
kişinin namaz kıldığını gördü. Mihcen es-Sekafî (ra)'a: "Bu kim?"
diye sordu. Mihcen onun adını söyledi ve çok övdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem: "Bak, o bunu duymasın, yoksa mahvolur"[3] Yani
kalbinde böbürlenme ve gururlanma meydana gelir. Bu da onun manen mahvolmasma
sebep olur, buyurdu.
Şair olan Esved b.
Serî, bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yüce huzuruna geldi
ve; "Ben Allah'a hamd ve Hz. Peygamber'i övme babında birkaç şiir
yazdım" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Evet, Allah'a hamd iyi birşeydir." Esved yazdığı şiiri okumaya
başladı. Bu arada dışarıdan bir kişi geldi. Hz. Peygamber, Esved'i durdurdu.
Gelen adam bir süre konuştuktan sonra çekip gitti. Esved, tekrar şiirini
okumaya başladı. O kişi tekrar geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Esved'i tekrar
durdurdu. Bu birkaç kez tekrarlandı. Bunun üzerine Esved, "Bu kimdir ki,
onun yüzünden beni tekrar tekrar durduruyorsunuz?" deyince Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, "Gereksiz sözleri beğenmeyen biridir"
buyurdu."
Burada akla şöyle bir
düşünce gelebilir: Hassan b Sabit (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in sevdiği bir şairdi. Onu minbere çıkartarak şiirlerini okutur ve
dinlerdi. Bazan, "Ey Rabbim! Onu rûhü'l-kudüs ile destekle" buyururdu.
Bu şiirler de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i öven şiirlerdir, diyebiliriz.
Ancak gerçek şudur ki, Hassan b. Sâbit'in şiirleri kafirlerin Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'i yergilerine cevaptı. Araplar arasında şairlerin konumu
o kadar önemliydi ki, onlar sözlerin büyüleyici etkisiyle istedikleri kişileri
aşağılık hale getirir, istediklerini de insanların gözünde çok değerli ve
şerefli biri haline getirirlerdi. Ibn-i el-Zeb'arâ ve Ka'b b. Eşref ve
diğerleri gibi şairler, bu tarzla Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e
zarar vermek istemişlerdi. Hassan (ra)'ın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'i övmesi, bunlara karşı bir reddiye mahiyetinde idi. [4]
Allah Resûlü'nün,
toplantılardan çıkıp evine gittiği zamanlarda bazan ayakkabısını orada
bırakarak çıplak ayakla yürüyüp gittiği olurdu. Bu haraketi, tekrar geleceğini
gösterirdi.[5]
Saçını hergün taramayı
sevmezdi. Bir gün durup bir gün taramalı derdi. Yeme-içme, örtünme-giyinme,
oturup kalkma ve herhangi bir işte yapmacıklıktan hoşlanmazdı. Yemekte önüne
ne gelirse yerdi. Kaba demez, ne bulursa giyerdi. Toprak üzerinde, hasır
üzerinde, yaygı üzerinde nerede yer bulursa otururdu.[6] Hiçbir
zaman kendisi için özel olarak un denmezdi. Cübbesinin düğmesini çoğunlukla
açık tutardı. Gösterişli ve lüks eşyadan yaratılış olarak hoşlanmazdı.[7]
Kısacası herşeyde sadelikten hoşlanırdı.
îslâm, ruhbanlığa ve
münzevî hayata şiddetle karşıdır. Islâmda ruhbanlık yoktur. Bu îslâmın genel ve
kesin prensibidir. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dünya
nimetlerinin helal olanlarından yararlanmayı caiz görürdü. Arasıra kendisi de
bunlardan yararlanırdı. Bununla birlikte zevk ü sefa sürmeyi, konforlu bir
hayat yaşamayı, dünya hayatından aşırı zevk almayı sevmez, başkalarını da
bundan menederdi.
Bir gün bir kişi Hz.
Ali'ye yemek teklif etti ve yemekleri pişirterek Hz. Ali'nin evine gönderdi.
Hz. Fâtıma (ra): "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de gelse,
bizimle yeseydi ne iyi olurdu" dedi. Hz. Ali (ra) gitti ve Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e, Hz. Fâtıma'nın isteğini bildirdi. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem geldi. Ama evde ve duvarlarda perde asılı olduğunu
görünce dönüp gitti. Hz. Ali (ra) neden geri gitiğini sorunca Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, "Peygamberin, gösterişli, şatafatlı ve
süslü-püslü bir eve girmesi O'nun şanına yakışmaz" buyurdu."[8]
"Evde kişinin
kendisi için bir yatak, eşi için bir yatak, misafir için bir yatak bulunması
yeterlidir. Dördüncüsü şeytanın payıdır" buyururdu.[9] Bir
keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem düşmana karşı bir sefere
çıktı ve Hz. Aişe'yi evde bıraktı. Savaştan geri dönüp de Hz. Aişe'nin odasına
girdiğinde duvarların bezlerle kaplandığını ve odanın şatafatlı bir hale
getirildiğini gördü. Hemen oradaki perdenin birini yırttı ve: "Allah bize
serveti, taşa toprağa bez kaplayalım diye vermedi" buyurdu."[10]
Ensardan biri kubbesi
yüksek bir ev yaptırmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evi
görünce: "Bunu kim yaptı?" diye sordu. İnsanlar yaptıranın adını
söyleyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sustu. Her zamanki gibi o
kişi Allah Resûlü'nün mübarek huzuruna geldi ve selam verdi. Ama Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem yüzünü çevirdi. O zat tekrar selam verdi. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem yine yüzünü çevirdi. O kişi Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in üzüntüsünün sebebini anladı ve gidip kubbeyi
yerle bir etti. Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çarşıya çıktı,
etrafı dolaşırken kubbe gözüne ilişmedi. O ensarînîn kubbeyi yıktığını anladı
ve: "insanın ihtiyacı dışında yapılan bir bina, insan için vebaldir"
buyurdu."[11] Yanıbaşındaki insan,
başını sokacak bir yer bulamazken veya izbe yerlerde yaşıyorken bir insanın
ihtiyacının dışında büyük ve masraflı inşaatlar yapması, kendisi için vebaldir.
O, Allah'a karşı sorumludur.
Bir keresinde adamın
biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e çok değerli ipek işlemeli ve
çok süslü bir elbise gönderdi. Biraz giydikten sonra aklına geldi, çıkardı ve
Ömer (ra)'a gönderdi. Hz. Ömer gözleri yaşlı gelip; "Giymekten
hoşlanmadığınız şeyi bana mı ikramda bulunuyorsunuz?" dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
"Giymen için değil, satman için gönderdim" buyurdu. Hz. Ömer (ra)
sattığında ikibin dirhem tuttu.[12]
Adamın biri Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e nakışlı, süslü ve çok güzel bir takım
elbise gönderdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunu Hz. Ali'ye
verdi. O da giyinip Allah Resûlü'nün huzuruna geldi. Hz. Ali'yi o şekilde
görünce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yüzünde kızgınlık alâmetleri
belirdi ve: "Ben sana bunu, söküp değiştirilerek kadın elbisesi yapılması
için vermiştim" buyurdu."[13]
Mühür kullanma
ihtiyacı ortaya çıktığında, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mühür
olarak da kullanabileceği bir yüzük yaptırınca önce altından yaptırdı. Hz;
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in sünnetine uymak için sahabe-i kiram da
altın yüzükler yaptırdılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem minbere
çıktı ve yüzüğü parmağından çıkararak fırlatıp attı ve: "Artık
takmayacağım" buyurdu. Bunun üzerine sahabe-i kiram da hemen o anda
parmaklarındaki altın yüzükleri çıkarıp attılar.[14]
Allah Resulü, kendisi sade bir hayat yaşadığı gibi, aile fertlerinin de aynı
şekilde sâde bir hayat sürmelerini ve konforlu bir hayattan uzak kalmalarını
isterdi. Şeriatta kadınların altın takılar kullanmaları mubahtır. Ama Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendi mübarek ev halkının, bundan da en
uzak duranlar olmalarını arzu ederdi.
Bir keresinde Hz.
Fâtıma'nın boynunda altmdan bir takı gördü ve: "İnsanlar, "Peygamberin
kızı boğazma ateşten bir gerdanlık takmış" dediklerinde gücüne gitmez
mi?" buyurdu."
Bir gün Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe'nin kollarında altın bilezikler gördü ve
ona: "Başka şeyden yapılmış bir bileziği za'ferân boyasıyla boyayarak
taksaydın daha iyi olurdu" buyurdu."[15]
Bir keresinde Necâşî
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e hediye olarak birtakım süs eşyaları
gönderdi. Bunlar arasında bir de yüzük vardı. Kaşına kıymetli bir Habeşistan
taşı yerleştirilmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yüzünde
hoşlanmama izleri görülüyor, ona değnekle dokunuyor, elini sürmüyordu.
Bir gün biri hediye
olarak ipekli bir cepken gönderdi. Allah Resulü onu giydi ve namaza durdu.
Namazı bitirdikten sonra öfkeyle çıkarıp yere koydu. Sonra da: "Bu elbise,
dünya süslerinden sakınanlar için uygun değildir" buyurdu.
Tevazu ve alçak
gönüllülük bakımından çoğu kere sâde elbiseler giyerdi. Hz. Ömer (ra), Cuma ve
Bayram namazlarında veya yabancı elçiler geldiği sırada Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in,
insanı heybetli gösteren süslü elbiseler giymesini uygun görüyordu. Bir gün
yolda giderlerken, tesadüfen ipekli, süslü bir elbisenin satıldığını gördüler.
Hz. Ömer (ra) bunu fırsat bilerek, "Ey Allah Resulü! Bu elbiseyi satın
alın da Cuma günleri ve yabancı elçileri karşıladığınızda giyinin" dedi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna karşılık; "Bunu ahirette hiç
giyme şansı olmayanlar giysinler" buyurdu. Çoğu kez kaba ve yünden
yapılmış elbiseler giyerdi. Öyle elbiseler içinde de vefat etti.[16]
Yatağı bir kilimden
ibaretti. Bazan içine hurma lifleri doldurulmuş deri yüzlü bir yatak olurdu,
bazan ikiye katlanmış bir kumaştan ibaret bir yatak olurdu. Hz. Hafsa (ra)
şöyle anlatıyor: Bir gece ben Allah Resulü rahat etsin diye kumaşı dörde
katlayarak altına serdim. Sabah kalkınca memnuniyetsizliğini belirtti.[17]
Hicret'in 9. yılında,
Yemen'den başlayarak Suriye'ye kadar İslâm devletinin hâkimiyeti vardı. Bu
devletin mutlak hâkiminin evinde sadece tahtadan bir divan ve deriden, kurumuş
bir su tulumu vardı.[18] Hz.
Aişe (ra) şöyle der: "Allah Resulü çoğu kere: "Dünyada insan için
bir yolcunun yol azığı olarak yanma aldığı şey kadarı yeterlidir"
buyururdu.[19] Bir gün hasır üzerinde
dinleniyordu. Kalktığında hasıra gelen yanı üzerinde hasır izlerinin çıktığını
gören insanlar, "Ey Allah Resulü! Bir yatak yaptırıp getirelim mi?"
diye sorunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Benim dünya ile
ne alâkam var? Dünya ile ilişkim; yolculuk sırasında kısa süre dinlenmek için
rastladığı bir ağacın gölgesinde oturan, sonra orayı terkederek çekip giden bir
yolcunun o ağacın gölgesiyle olan ilişkisi kadardır" buyurdu.[20]
"İlâ"
sırasında —Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in, eşlerinden bir ay uzak
durmaya söz verdiği günlerde—, Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in kaldığı evin eşyalarının bulunduğu terastaki odaya Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'i ziyarete gittiğinde, dünyanın efendisinin mübarek
evinde gördüğü dünya varlığı şunlardı: Mübarek vücuduna giydiği sâde bir
entari, çıplak bir tahta divan, başını koyduğu hurma lifleriyle doldurulmuş bir
yastık, bir tarafa konmuş bir avuç kadar arpa unu, bir köşede mübarek ayağının
yanında duran bir hayvan postu, başı hizasında sarkan birkaç tane deri su
tulumu. Hz. Ömer diyor ki: "Bunları görünce gözlerimden yaşlar aktı. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem neden ağladığımı sorunca, "Ey Allah
Resulü! Neden ağlamayayım, üzerinde yattığınız sedirin izleri vücudunuza
çıkmış, burası da eşyalarınızın bulunduğunuz odadır, içinde ne varsa, işte
gözlerimizin önünde. Hükümdarlar, krallar dünyanın zevk ü sefasını sürüyorlar,
rahat ve konforlu bir hayat sürüyorlar. Allah'ın Peygamberi ve seçkin bir kulu
olarak sizin evinizin hali ise işte budur7' dedim. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem buna karşılık "Ey Hattâb oğlu Ömer! Onların dünyayı, bizim
de ahireti almamız hoşuna gitmez mi" buyurdu."[21] [22]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in gözünde zengin-fakir, büyük-küçük, köle-efendi
herkes eşitti. Selmân (ra), Suhayb (ra) ve Bilal (ra) hepsi bir zamanlar
köleydiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in gözünde onlar, Kureyş
liderlerinden daha aşağı bir makamda değillerdi. Bir gün Selman (ra) ile Bilal
(ra) bir yerde birlikte bulunuyorlardı. Tesadüfen Ebu Süfyân çıkageldi.
Selman'la Bilal (ra), "Kılıç, hâlâ şu Allah düşmanının boynuna
inmedi" dediler. Hz. Ebu Bekir onlara: "Kureyş'in lideri hakkında
nasıl böyle konuşursunuz?" dedi. Sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in huzuruna gelerek olayı anlattı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem, Hz. Ebu Bekir'e: "Sakın onları gücendirmiş olmaya-sın. Eğer
onları gücendirdiysen, Allah'ı gücendirmiş olursun" buyurdu. Bunun üzerine
Hz. Ebu Bekir hemen kalkıp o mübarek zatlarm yanına giderek onlara: "Bana
gücenmediniz değil mi?" dedi. Onlar da "Hayır, Allah sana merhamet buyursun"
dediler."[23]
Mahzûm kabilesinden
bir kadın hırsızlık suçundan yakalandı. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem
Üsâme b. Zeyd (ra)'i çok severdi, insanlar onu şefaatçi ve aracı kılarak Allah
Resûlü'ne gönderdiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-1 sellem Üsâme'ye;
"Ey Üsâme, Allah'ın belirlediği cezalar için mi aracılık ediyorsun?"
buyurdu. Sonra insanları toplayarak şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetler,
önemli adamlar suç işlediği zaman bağışladıkları ve basit insanlar suç işledikleri
zaman cezalandırdıkları için helak oldular. Allah'a yemin ederim ki, eğer
Mu-hammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim"
buyurdu."[24]
Bedir savaşında diğer
esirlerle birlikte amcası Hz. Abbas (ra) da esir edilip getirilmişti. Esirler
fidye parası vermeleri karşılığında serbest bırakılıyordu. Bazı iyi niyetli
ensar, Abbas (ra)'m Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e akrabalığından
dolayı; "Ey Allah Resulü! îzin verin de amcamız Abbas'm fidyesini
bağışlayalım" dediler. Bunun üzerine Allah Resulü sallallahu aleyhi
vesellem, "Hayır, bir dirhem dahi bağışlamayın" buyurdu."[25]
Kendisine gelen
hediyeleri topluluk arasında dağıtırken sağ eliyle dağıtmaya başlar ve bu
dağıtımda zengin-fakir, büyük-küçük herkesi eşit tutardı.
Bir gün sahabe-i
kiram, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzurunda toplanmış
oturuyorlardı. Tesadüfen sağ tarafından çok küçük yaşta olan Abdullah b. Abbâs
oturuyor, sol tarafta anlı-şânh büyük sahabeler oturuyordu. Bir yerden süt
geldi. Allah Resulü biraz içtikten sonra Abdullah b. Abbâs'a verdi. Büyük
sahabeyi gözeterek sağ taraftan vermeyi bırakmamıştı. Sonuçta topluluktaki-lere
ancak sırası geldikçe süt verildi.[26]
Enes (ra) şunu
anlatır: "Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evime geldi ve
içmek için su istedi. Ben süt ikram ettim. Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in solunda, Hz. Ömer önünde, bir bedevi de sağ
tarafmda olduğu halde oturuyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
sütü içtikten sonra Hz. Ömer Hz. Ebu Bekir'e vermemi işaret etti. Yani geri
kalan sütü ona ikram etmemi istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem, "Sağ taraftakinin hakkıdır" buyurdu. Böyle
buyurarak artan sütü bedeviye ikram etti."[27]
Kureyş kabilesi kendi
üstünlüğünü iddia ederek Müzdelife'de kalır, diğer Arap kabileleriyle birlike
Arafat'a çıkmazdı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu ayrıcalığı
asla kabul etmedi. Peygamber olarak gönderilmeden önce de[28]peygamber
olarak gönderildikten sonrada daima gelen insanlarla birlikte oturup kalkardı.
Bunun dışında Arafat ya da Müzdelife'de kendisi için özel bir yer ayrılmasına
ve bilhassa kendi için orada bir gölgelik yapılmasına razı olmadı. Sahabe-i
kiram kendisine böyle bir teklif getirdiklerinde; "Kim önce gelirse o
oturur" buyurdu."[29]
Sahabe-i kiram topluca
bir iş yaparken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlara katılır ve
normal bir işçi gibi o işi yapardı. Medine'ye geldikten sonra ilk yapılan iş,
peygamber mescidinin inşa edilmesiydi. O mübarek mescidin inşasına diğer
sahabe gibi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kendisi de doğrudan
katılmıştı. Mübarek eliyle kerpiçleri yüklenip getiriyordu. Sahabe-i kiram,
"Canımız Sana feda olpun, niçin zahmet buyuruyorsunuz. Biz yaparız"
diyorlardı. Ama O, kendi görevinden vazgeçmiyordu.[30]
Hendek savaşı sırasında bütün sahabe-i kiram Medine'nin etrafına hendek
kazıyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de basit bir işçi gibi
çalışıyordu. Öyle içten ve hızlı çalışıyordu ki, her tarafı toz toprak içinde
kalmıştı.[31]
Bir yolculukta
sahabe-i kiram acıkmış fakat yemek hazırlanmamıştı. Sahabe hep birlikte yemek
pişirme hazırlığına başladı. İnsanlar teker teker işbölümü yapti. Çölden odun
toplayıp getirme işini Hz. Peygamebr sallallahu aleyhi vesellem üstlendi.
Sahabe-i kiram "Ey Allah Resulü! Bu işi biz hizmetçilerin yaparız"
dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Doğru
söylüyorsunuz ama ben kendimi sizden üstün tutmak istemiyorum. Allah, kendini
arkadaşları arasında üstün tutan kulundan hoşlanmaz" buyurdu."[32]
Bedir savaşında
askerlerin binekleri çok azdı. Üç kişiye bir binek düşüyor, herkes sırası geldikçe
biniyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de herkes gibi bir deveye
başka iki kişiyle birlikte nöbetleşerek biniyordu. Sahabe fedakârlık yaparak
sıralarını veriyor ve: "Ey Allah Resulü siz binmeye devam edin, sizin yerinize
biz yürürüz" diyorlardı.
Buna karşılık Hz.
Peygamber salîallahu aleyhi vesellem: "Ne siz benden daha fazla yaya
yürüyebilirsiniz, ne de ben sizden daha az sevaba muhtacım" buyurdu."[33] [34]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem ev işlerini bizzat kendisi görür, giysilerine yama
yapar, evi süpürür, süt sağar, çarşıdan evin ihtiyaçlarını alıp gelirdi. Ayakkabısı
eskidiğinde onu bizzat kendisi tamir eder, kölelerle, kimsesizlerle oturmaktan,
onlarla birlikte yemek yemekten kaçınmazdi.[35] Bir
gün evinden dışarı çıkmıştı, insanlar O'na saygı ve tazim için ayağa kalktılar.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Acemler gibi
saygı için ayağa kalkmayın" buyurdu.
En fakir ve yoksul
kimse bile olsun, biri hastalanınca yoklamaya gider, yoksulların, miskinlerin
evlerine giderek onlarla otururdu. Sahabeyle birlikte otururken dışarıdan gelen
bir yabancı, ayrıcalıklı bir görüntüsü olmadığı için O'nu tanıyamazdı. Bir
toplantıya gittiğinde nerede boş yer bulursa, oraya otururdu.[36]
Bir gün adamın biri
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i görmeye geldi. Fakat peygamberliğin
haşmetinden o kadar etkilendi ki titremeye başladı. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem, "Korkma! Ben hükümdar değilim. Kuru et pişirerek karnını
doyuran Kureyşli bir kadının çocuğuyum" buyurdu.[37]
Alçakgönüllülük ve
tevâzuundan dolayı dizlerini kırarak oturup yemek yerdi ve her zaman söyle
derdi: "Ben de bir kulum. Kullar gibi yer, kullar gibi otururum." Bir
keresinde yemek yeniyordu ve yer çok dardı, insanlar kalabalık olduğundan boş
yer kalmamıştı. Yer açılması için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem diz
çökerek oturmuştu. Bir bedevi de bu davette bulunuyordu ve "Muhammed! Bu
ne biçim oturuş" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona cevap
olarak: "Allah beni alçakgönüllü kul kıldı. Azgın ve mağrur bir kul
kılmadı." buyurdu."[38]
Alçakgönüllüğü o
noktaya varmıştı ki, kendisi hakkında saygı belirten ifadeler kullanılması caiz
olsa bile bunlardan hoşlanmazdı. Bir gün bir kişi kendisine şu ifadelerle
hitap etti: "Ey efendimiz ve efendimizin oğlu! Ve ey hepimizin en
hayırlısı ve hepimizin en hayırlısının oğlu!" Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem kendisi hakkında övgü dolu ifadeler içeren bu söze karşılık
bunları söyleyen kimselere şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Günahlardan
sakının, şeytan sizi yanıltmasın. Ben Abdullah oğlu Muhammed'im. Allah'ın kulu
ve Elçisi'yim. Beni, Allah'ın yerleştirdiği makam ve mertebeden daha yukarı
çıkarmanızdan hoşlanmıyorum" buyurdu."[39]
Bir keresinde
kendisine adamın biri, "Ey yaratılmışların en hayırlısı!" diye hitap
etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "O, ibrahim'di"
buyurdu."[40]
Abdullah b. Suhayr
şunu anlatmıştır: "Benû Amir kabilesinin heyetiyle birlikte Allah
Resûlü'nün huzuruna geldiğimizde O'na: "Allah Resulü bizim
efendimiz-dir" dedik. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem;
"Efendi Allah'tır" buyurdu. Sonra, "Siz bizim en üstünümüz ve en
erdemlimizsiniz" dedik. Buna karşılık Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
"Söz söylerken dikkat edin de şeytan sizi kullanmasın" buyurdu.[41]
Medine-i Münevvere'de
akıl melekesi biraz bozulmuş bir kadın vardı. Allah Resûlü'ne gelerek, "Ey
Muhammed! Seninle biraz işim var" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem: "Nereye dersen gidebilirim" buyurdu. Kadın Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'i bir sokağa götürdü. Ve oraya oturdu. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem de onunla birlikte oturdu ve anlattıklarını dinleyerek
meselesini halletti.[42]
Mahrame (ra) adında
bir şahabı vardı. Bir gün oğlu Misver'e: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'e bir yerden bir miktar kumaş gelmiş, onları dağıtıyor-muş, gel biz de
gidelim de payımıza düşenden alalım" dedi. Geldiklerinde Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem evinin iç kısmına geçmişti. Oğluna, "Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e seslen" dedi. Oğlu da: "Ben
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e seslenecek seviyede değilim"
dedi. Bunun üzerine Mahreme: "Ey Oğul! Muhammed azametli, mağrur biri
değildir" dedi. Onun cesaret vermesi üzerine Misver seslendi. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hemen çıktı ve atlas kumaştan yapılmış,
altın düğmeli bir elbise verdi.[43]
Bir gün ensardan bir
müslüman, bir yahûdmin, "Hz. Musa'yı bütün insanlardan üstün kılan
Allah'a yemin ederim ki" dediğini duyunca, Hz. Peygamber sal-lallahu
aleyhi vesellem'e hakaret ettiğini sandı ve o öfkeyle adama bir tokat attı.
Yahûdî hakkını alması için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e gitti.
Allah Resulü de, o ensarîyi çağırttı ve olayı araştırıp öğrendikten sonra:
"Beni diğer peygamberlerin üstüne çıkarma!" buyurdu."[44]
insanı gurur ve kibire
sevkeden temel etken, çevresindeki binlerce insanın onu alkışladığını, bir
işaretiyle herkesin can vermeye hazır olduğunu gördüğünde ortaya çıkan
manzaradır. Özellikle muzaffer bir orduyla tantanalı bir şekilde fethettiği
şehre girerken, insanların coşkulu bir şekilde kendini alkışlaması bunda büyük
rol oynar. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in alçakgönüllülüğü
ve tevâzusu böyle zamanlarda daha da açık bir şeklide kendini göstermektedir.
Mekke'nin fethi sırasında şehre girerken, tevazu ve alçakgönüllüğünden dolayı
mübarek başını o kadar eğmiştir ki, neredeyse devesinin semerindeki tahtaya
değecekti.[45] Hayber savaşmda zafer
elde edildikten sonra şehre girerken boynuna yular yerine, hurma lifinden bir
örgü bağlanmış olan eşek sırtında binmişti.[46] [47]
Şirke —Allah'a ortak
koşmaya ve Allah'ın gücüne denk başka bir güç tanıma— yönünde atılan ilk adım,
peygamber ve velîleri aşırı şekilde övmek ve onlara ta'zim göstermektir. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu ince noktaya son derece dikkat ederdi.
Hz. Isa örneği, gözler önünde ortaya duruyordu. Her zaman "Hıristiyanların
Meryem oğlu isa'yı haddinden fazla yücelttikleri gibi beni de övüp yüceltmeyin.
Ben, Allah'ın bir kulu ve O'nun Elçisi'yim" buyururdu.[48]
Kays b. Sa'd şunu
anlatmıştır: Bir keresinde Hîre'ye gitmiştim. Orada insanların, şehrin
başkanının makamına gidip önünde secde ettiklerini gördüm. Döndüğümde bunu Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e anlattım ve: "Siz, secde edilmeye
daha layıksınız" dedim. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun
üzerine: "Kabrimi ziyaret ettiğinde secde edecek misin?" buyurdu. Ben
de "Hayır" dedim. O zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
"O halde yaşarken de secde etmemek gerekir" buyurdu.[49]
Mu'avviz b. Afrâ'nın
kızı Rebî'nin düğünü olurken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evlerine
gitti ve gelin için hazırlanan yere oturdu. Evin kızları çevresine toplandılar
ve defler çalarak Bedir şehidlerine mersiye okumaya başladılar.
Okumaya devam
ederlerken "Aramızda bir Peygamber var ki, yarın ne olacağını bilir"
diye bir mısra okudular. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
ve-sellem: "Bunu bırakın da daha önce söylediklerinizi söyleyin"
buyurdu.[50]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in oğlu İbrahim'in vefat ettiği gün tesadüfen güneş
tutulmuştu. İnsanların hayallerinde canlandırdıkları bâtıl anlayışa göre; bir
peygamberin güç ve kudretinin bir iki çarpmasıyla, en azından gökyüzündeki
cisimlerde bir değişiklik meydana geleceğini vehmediyordu, işte bir tesadüf
olarak aynı gün meydana gelen olayı da bu düşüncelerine bir işaret saydılar ve
güneşin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in oğlunun ölümü sebebiyle
matem tuttuğunu sandılar, insanlar arasmda efsaneleşmeyi ve onlar üzerinde otorite
kurmayı isteyen peygamberlikten uzak kimseler için bu ele geçmez bir fırsat
olabilirdi. Fakat peygamberliğin sânı ve gerçek değeri, böyle gerçekle ilgisi
olmayan şeylerden yararlanmaktan çok ötedir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesel-lem hemen o anda insanları mescidde topladı ve bir konuşma yaparak:
"Ay ve güneşin tutulması Allah'ın kudretinin işaretlerindendir. Onların
tutulmasının bir kimsenin hayatı veya ölümüyle alakası yoktur" buyurdu.[51]
Bir gün Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem abdest alıyordu. Mübarek elinden abdest suyu
dökülürken vefakâr ve fedakâr sahabîler feyiz ve berkeket elde etme
düşüncesiyle onu avuçlarına alıp vücutlarına sürüyorlardı. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem: "Neden böyle yapıyorsunuz?" diye sordu.
Onlar da: "Allah ve Allah Resûlü'ne duyduğumuz sevgiden dolayı
yapıyoruz" dediler. Bunun üzerine Allah'ın Elçisi Yüce Peygamber Hz.
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Bir kimse
Allah ile Peygamberi'ni sevme zevkine erişmek istiyorsa, konuşurken doğruyu
söylesin, güvenli biri kabul edilerek kendisine bir emanet verilmişse emaneti
korusun veya kimin komşusuysa onun komşuluk haklarını gözetsin."[52]
Adamın biri Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna geldi. Konuşurken
"Allah'ın dilediği, sizin dilediğinizdir" dedi. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem adamı susturarak: "Sen beni Allah'a ortak ve
denk yapıyorsun. Sadece Allah dilerse de" buyurdu.[53] [54]
Sahih hadis
kitaplarında nakledilen rivayetler, Hz. Peygamber'in çok terbiyeli bir genç
kızdan bile daha fazla utanma ve haya duygusuna sahip olduğunu bildirmektedir.
Utanma, edep ve haya duygusu, O'nun her hareket ve davranışında kendini
gösterirdi. Hiç kimseye hiçbir zaman çirkin bir söz söylememişti. Çarşı ve
pazara çıktığında yollardan sessiz ve sakin geçip giderdi. Dudakları tebessümün
dışında gülmezdi. Hayatında kahkaha ile güldüğü görülmemişti. Diğer insanların
otuz iki dişini göstererek güldüğü gibi bir gülüş, O'nun mübarek ağzına hiç
nasip olmamıştı.
Kalabalık bir
toplantıda hoşuna gitmeyen bir söz söylenmişse, insanların onurunu düşünerek
söz sahibini utandırmamak için hiçbirşey söylemez, ancak hoşlanmadığı yüz
ifadesinden belli olurdu. Sahâbe-i kiram bu şekilde uyarılmış olurdu.
Cahüiye döneminde
Arabistan'da da diğer ülkelerde olduğu gibi utanma ve haya duygusu çok zayıftı.
Çıplak yıkanmak genel bir âdetti. Kabe'yi çıplak tavaf ederlerdi. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem bunlardan nefret ediyordu. Bir gün bunları
kastederek: "Hamamlardan uzak durun" buyurdu. Yanındakiler,
"însan, hamamda yıkanarak kirlerden arınır, yıkanma hastalığa da iyi
gelir" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
"Yıkanınız ama daima örtülü yerde yıkanınız" buyurdu. Arabistan'da
pek hamam yoktu. Ancak Arabistan sınırlarına yakın olan Suriye ve Irak
şehirlerinde birçok hamam vardı. O bakımdan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem; "Siz Acemistan'ı —Arabistan dışındaki İran ve diğer yerleri—
fethettiğiniz zaman oralarda hamamlar göreceksiniz Oralara gittiğinizde
üzerinizi örtecek bezlerle gidin" buyurdu.
Bir gün bazı kadınlar
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in eşi olan Üm-mü Seleme (ra)'nın
yanma geldiler. Ümrnü Seleme (ra) nereli olduklarını sordu. Onlar da
"Humus" —Suriye'nin bir şehri— dediler. Ümmü Selem onlara:
"Sizler hamamlarda yıkananlardan mısınız?" diye sorunca:
"Hamamlar kötü yerler midir?" dediler. Ümmü Seleme (ra) ise:
"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'den işittim ki: "Allah
kendi evinden başka birinin evinde soyunan kadının namus perdesini
yırtar." Ebû Davûd'da şöyle bir rivayet vardır: "Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem hamamda yıkanmayı kesinlikle menetmiştir. Sonra erkeklerin
örtünerek yıkanmaları şartıyla gitmelerine izin vermiştir. Fakat kadmlar için
birinci hüküm devam etmiştir. Araplar'da tuvalet yoktu. İnsanlar açık alanlarda
ihtiyaçlarını giderir ve bundan haya etmezlerdi.[55]
Hatta birbirlerinin yanına, karşısına oturarak, büyük küçük abdestlerini
yaparlardı. Bir yandan da birbirleriyle konuşup dertleşirlerdi. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem bunu şiddetle menetti ve "Allah Teâlâ bundan
nefret eder" buyurdu.[56]
Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem ihtiyacını gidermek için gözlerden tamamen kayboluncaya kadar
uzağa gitme alışkanlığına sahipti. Mekke'nin fethin
den sonra orada
kaldığı sürece zorunlu ihtiyaçları için Kabe'nin en az üç mil mesafe uzaklığa
giderdi. [57]
Bütün sahabe, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in fedakâr hizmetçileriydiler. Buna
rağmen Allah Resulü kendi işini kendi yapmayı severdi. Hz. Aişe (ra), Ebu Saîd
el-Hudrî (ra) ve Hz. Hasan (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in
kendi işini bizzat kendi eliyle yaptığını rivayet etmişlerdir.[58] Bir
kişi, Hz. Aişe (ra)'ya: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evde ne
yapardı?" diye sordu. Hz. Aişe, "Ev işleriyle meşgul olurdu.
Elbiseleri kendi yamalar, evi kendi eliyle süpürürdü. Eliyle süt sağar,
çarşıdan ev eşyasını satın alır gelirdi. Ayakkabısı sökülür-se bizzat kendisi
kendi eliyle onarırdı. Su kovasının ipini bağlardı. Deveyi kendi eliyle
bağlar, ona yem verirdi, köleyle birlikte un öğütürdü" diye cevap verdi.[59]
Bir gün Enes b. Mâlik
(ra) Allah Resûlü'nün mübarek huzuruna geldiğinde Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in kendi eliyle bir devenin sırtını yağladığını gördü. Yine
Enes'ten yapılan bir rivayette ise, zekât olarak getirilen mallar arasındaki
develerin sırtını yağladığı görülmüştü.[60] Bir
üçüncü kanaldan yapılan rivayette ise Enes (ra), Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in kendi eliyle keçileri yağladığını gördüğünü söylemiştir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir gün mescide gittiğinde birinin
mescide burnunu silmiş olduğunu gördü. Bizzat kendisi mübarek eliyle bir taş
parçası alarak onu kazıdı ve insanları bir daha böyle hareket etmekten
şiddetle menetti.[61]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem henüz çocuk yaşta iken Kabe tamir ediliyordu. O
zaman bile taşları yüklenip ustaların yanına getiriyordu. Kubâ mescidinin ve
Mescid-i Nebevî'nin inşasında, Hendek savaşı öncesi hendek kazüma-smda nasıl
diğer işçilerle birlikte çalıştığı, kendi mübarek eliyle taşları nasıl taşıdığı
ve araziyi nasıl kazdığı birinci ciltte geniş olarak anlatılmıştı. Bir yolculuk
sırasında sahabe-i kiram keçi kesti ve pişirmek için aralarında işbölümü
yaptı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Çölden odunları ben
toplayacağım" buyurdu. Sahabe, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e
zahmet olur düşüncesiyle bunu kabul etmeye yanaşmayınca: "Ayrıcalık
istemem" buyurdu.[62]
Başka bir yolculukta ise ayakkabasının bağı kopmuştu. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem kendi eliyle tamir etmek istedi. Sahabeden biri; "Ey Allah
Resulü, verin ben yapayım"
dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona, "Bu; ayrıcalık ve
üstünlük taslamak olur ki, en sevmediğim şeydir" buyurdu.[63]
İki sahabî anlatır:
"Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yanına gittik.
Mübarek eliyle evini tamir ettiğini gördük, biz de çalışmaya katıldık. İş
bitince Hz.Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bizim için hayırlı duada
bulundu."[64] [65]
Habbâb b. Eret (ra)
sahabedendi. Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, onu bir
gazveye gönderdi. Habbâb'ın evinde erkek yoktu. Kadınlar da süt sağmasını
bilmiyordu. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hergün onun evine
gider, süt sağardı.[66]
Habeşistan'dan gelen misafirlere sahabe kendileri hizmet etmek istedi. Ama Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlara mâni olarak: "Onlar benim
dostlarına hizmet ettiler. O yüzden onlara hizmet görevini bizzat ben yerine
getireceğim" buyurdu."[67] Tâif'te
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek ayaklarını yaralayan, O'nu
taş yağmuruna tutarak kan revân içinde bırakan Sakîf kabilesinin kafirleriydi.
Bunlar Hicret'in 9. yılında bir heyet halinde Medine'ye geldiler. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları Mescid-i Nebevî'de misafir etti ve
onların mihmandarlığını bizzat kendisi yaptı.
Medine'nin hizmetçi
kadınları, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gelir ve:
"Ey Allah Resulü! Benim şu işim var" derlerdi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hemen ayağa kalkar ve onların işini yapardı.
Medine'de deli bir hizmetçi kadın vardı. Bir gün geldi ve Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek elini yakaladı. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem ona; "Ey kadın! Medine'nin hangi sokağına istersen otur,
senin işini yapacağım" buyurdu. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem o kadınla birlikte Medine'nin bir sokağına gidip oturdu. Onun işini
görüp halletti.[68]
Abdullah b. Ebi Evfâ
sahabedendi. Kendisi şöyle derdi: "Hz. Peygambersallal-lahu aleyhi
vesellem, dul ve fakir kimselerle gidip onların işlerini halletmekten utanç
duymazdı."
Bir keresinde Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem namaz kılmak üzere ayağa kalkmıştı. Tam o
sırada bir bedevi geldi ve Peygamberin eteğine yapışarak: "Birazcık
ihtiyacım kaldı. Olur ya unuturum. Önce şunu bir hallediver" dedi. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
onunla mescitten çıktı ve işini hallettikten sonra gelip namaz kıldı.[69] [70]
Allah Teâlâ Kur'ân-ı
Kerîm'de "Peygamberlerden azimet sahibi olanlar" (Ahkâf 46/35)
buyurarak bu tür peygamberleri övmüştür. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem peygamberlerin sonuncusu olduğu için Allah Teâlâ bu niteliği özellikle
O'nun karakter ve kişiliğine yerleştirmişti. Başından sonuna kadar îslâmin her
başarısı, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in azim ve kararlılığını en
güzel şekilde görüntüleyen olaylardır. Herkesin gözü önünde meydana gelen
şudur: Küfrün en karanlık bölgelerinden biri olan Arabistan'da bir kişi tek
başına ayağa kalkıyor, yardımcısız ve desteksiz bir şekilde Hakk'a davet sesini
yükseltiyor ve Arabistan çöllerinin her zerresi O'na karşı çıkışta bir dağ
haline gelip önüne dikiliyordu. Ama peygamberliğin haşmeti ve Allah'a imandan
gelen bir azimle bu engellerin hepsi geri çekiliyor, karşı çıkan bütün güçler
O'nun önünde paramparça olarak yıkılıyordu.
Onüç yılın ardarda
süren başarısızlıkları karşısında Allah Resûlü'nün mübarek kişiliği; ümitsizlik
ve korkuya kapılmıyor ve sonunda şöyle bir gün geliyordu: Zamanında tek
başına, kimsesiz olan bu insan, arkasında kendi için can vermeye hazır
yüzbinlerce insan bırakarak bu fâni dünyaya veda ediyordu. Hicret'ten önce bir
gün sahabe kafirlerin eziyet ve baskılarından bunalarak Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e: "Neden bizim için dua etmiyorsunuz?"
dediler. Allah Resûlü'nün çehresi öfkeden kıpkırmızı oldu ve: "Sizden
öncekiler, testereyle biçilerek iki parçaya ayrılıyor, vücutları demir
taraklarla taranarak etleri kemiklerinden sıyrılıyordu. Bu işkenceler bile
onları dinlerinden döndüremiyordu. Allah'a yemin ederim ki, îslâm dini başarıya
ulaşacak ve gerçek bir din olarak en güçlü noktaya ulaşacaktır. Hatta bir yolcu
Yemen'in San'a şehrinden Hadramût'a kadar gidecek de Allah'tan başka hiç
kimseden korkmayacaktır" buyurdu."[71]
Kureyş liderleri baskı
ve engellemelerden bıkınca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e
başkanlık, mal-mülk ve en güzel kadınlanla evlendirmeyi teklif ettiler. Bu
tekliflerin her biri, en yiğit insanı bile ayağını kaydırmaya, davasında
vazgeçirmeye yeterliydi. Ama Hz. Peygamber (sav, onların bu tekliflerini
yüzlerine çarptı. Nihayet son yardımcısı ve destekçisi yani amcası Ebu
Tâlib'in de desteğini çekmek istediğini bildirdiği an gelince, artık düşünüp
taşınıp kesin karar vermenin son merhalesi, azim ve kararlığın en son imtihanı
karşısına gelmiş oluyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in o anda
Ebu Tâlib'e verdiği cevapta söylediği sözler, bu dünyada azim ve kararlılık
gösterisinin benzersiz bir dille ifa şeklidir. Ibn-i Hişâm Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in ona şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Amcacığım! Kureyş kabilesi sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysa, yine
de Hakk'ı anlatmaktan vazgeçmeyeceğim."[72]
Bedir savaşında üçyüz,
malzemesiz ve silahsız müslüman, bin kişilik silahlı ve tam donanımlı orduyla
savaşa tutuşmuştu. Kureyş kafirleri bütün güç ve kalaba-lıklanyla sökün edip
geliyordu. Böyle bir anda müslümanlar, gözleri yılarak Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in çevresine sığınırcasına toplanıyorlardı. Buna rağmen
peygamberliğin sarsılmaz azim ve kararlılığı dağ gibi yerinde sapasağlam
duruyordu.
Uhud savaşmda Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ashabıyla görüşüp düşmana karşı nasıl bir
yol izleneceğini herkesle istişare edince, hep birden şehir dışına çıkarak
düşmana saldırma görüşünde olduklarını söylediler. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem zırhını giyip de meydana çıkmca sahabe, şehirde kalarak
savunma yapılmasını teklif etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem: "Peygamber zırhını giyip ortaya çıktıktan sonra onu bir daha çıkarmaz"
buyurdu.[73]
Huneyn savaşında
Hevâzin kabilesinin okçulan peşpeşe ok yağdırınca pek çok sahabînin ayağı titremeye
başlamıştı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tam bir güven ve
huzur içinde fedakâr ve vefakâr ashabıyla birlikte savaş alanında sapasağlam
durdu. O zaman mübarek dilinde şu cümle tekrarlanıyordu. "Ben peygamberim.
Bunda asla yalan yoktur. Abdülmuttalib'in oğluyum. Bunda da şüphe yoktur."[74]
Bir keresinde Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sefere çıktığında yorulmuş ve bir ağacm
altına çekilmiş dinleniyordu. Bir kafir geldi ve peygamberimiz sallallahu
aleyhi vesellem uyurken kılıcı çekerek; "Muhammedi Kim seni elimden
kurtarabilir?" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiç
düşünmeden yiğit bir sesle: "Allah!" buyurdu. Bu kararlılık, azim ve
Hakk'a dayalı cesaret adamı öyle korkuttu ki, hemen kılıcı kınına soktu ve Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve-sellem'e boyun eğip yanına oturdu.[75] [76]
Bu özellik, insan
olmanın en üstün cevheri, yüce ahlâkın temel taşıdır. Azim, kararlılık,
gerçekçilik ve doğru sözlülük, bütün bunlar sadece cesaret ve yiğitlikten
doğar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem yüzlerce felaket, tehlike ve bir çok savaşla yüzyüze geldi. Fakat
hiçbir zaman azim ve sebat ayağı yerinden oynamadı. Bedir savaşının kıran
kırana ortamında üçyüz zayıf müslümanın ayağı, bin kişilik silahlı ordu
karşısında yerinden oynamaya, sarsılmaya başlayınca koşarak Peygamber'in
eteğine sığınılıyordu. Kolu ve bileği nice büyük savaşlar kazanmış olan Hz. Ali
(ra) diyor ki: "Bedir savaşında amansız düşman saldırılan bütün hızıyla
üzerimize geldikçe Hz. Peygamber'in yanına sığınıyor, O'nu kendimize siper
ediyorduk. O, herkesten daha cesurdu. O gün müşrik ordusunun saflarına Hz.
Peygamber'den daha yakın kimse yoktu."[77]
Huneyn savaşında
Hevâzin kabilesi tarafmdan amansız bir ok yağmuru başlayınca pekçok müslüman
savaş alanından geri çekildi. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
birkaç fedâîsiyle birlikte her zaman olduğu gibi savaş alanında dimdik durdu.
Allah Resulü bu sırada katırını dizginleyerek ilerlemeye çalışıyordu. Ama fedakâr
sahabîler kendisine engel oluyordu. Düşman askerlerinin hedefi sadece Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'di Buna rağmen mübarek ayağında en ufak
bir sarsılma olmadı. Adamın biri bu savaşa katılan Berâ (ra)'a "Huneyn
savaşında siz de kaçmış mıydınız?" diye sordu. Berâ (ra) da, "Evet,
ama ben Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yerinden bir adım dahi geri
çekilmediğini gördüm. Allah'a yemin ederim ki savaş en şiddetli noktaya
ulaştığında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yanma giderek O'na
sığmıyorduk, içimizde en cesur ve en korkusuz olanlar Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem ve O'nunla birlikte duranlardı" dedi."[78]
Hz. Enes der ki:
"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem herkesten daha cesurdu. Bir gün
Medine'de, "Düşman geldi!" diye bir yaygara koptu. Halk karşı koymak
için harekete geçti. Herkesten önce davranıp sokağa ilk çıkan Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'di. Korkusuzca herkesten önce ortaya çıkmak için
atının eğerlenmesini bile beklemedi. Atın çıplak sırtına binerek bütün tehlikeli
bölgeleri dolaşıp geldi ve: "Tehlike yok!" diyerek insanları teskin
etti.[79]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem hiçbir zaman kendi eliyle bir insan öldürmedi. Übey
b. Halef, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en amansız düşmanıydı.
Bedir savaşında esir düştükten sonra fidye vererek kurtulmuştu. Mekke'ye giden
yol boyunca: "Her gün yulafla beslediğim bir atım var. Bir gün ona binerek
gelecek ve Muhammed'i öldüreceğim." Ahdini tekrarlaya tekrarlaya gitti. Uhud
savaşında işte o atı dizginledi ve safları yararak Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in yanına ulaştı. Müslümanlar araya girerek onu durdurmak
istediler. Ama allah Resulü engel oldu ve bir müslümanın elinden mızrağı alarak
ona doğru fırlattı. Mızrak Übey'in
boynunu sıyırıp geçti. Bunun üzerine korku içinde bağıra çağıra kaçtı. İnsanlar
yarasına bakınca, "Önemli bir yara değil, niye bu kadar korkuyorsun?"
dediler. Übey şöyle dedi: "Doğru, ama bu Muhammed'in kendi eliyle açtığı
yaradır! —Yani bundan kurtuluş yoktur-" dedi.[80] [81]
Doğru sözlülük, Hz.
Peygamberin en önemli sıfatıydı. Bu sıfat Peygamberin kişiliğinin de ayrılmaz
bir parçasıydı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Ahlâkı adlı
bölümde bu sıfatının ayrıntılarına yer verdiğimiz için burada bunları tekrarlamaya
gerek görmüyoruz. Sadece düşmanların kendi tanıklıklardan elimize geçenleri
kaydetmek istiyoruz.
Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem peygamberliğini ilan edince kafirler arasında O'nu tanıyanlar,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yalana ve palavracı biri olduğunu
söylemediler. Aksine O'nun şuurunun bozulduğuna veya aklını kaybettiğine ya da
kendisinde şiirsi hayaller oluştuğuna inandılar, O yüzden de Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem hakkında "deli, büyücü, büyülenmiş,
şâir.." dediler. Ama asla "yalancı" demediler.
Birgün Kureyş'in ileri
gelenleri bir araya gelmiş oturuyorlar ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem hakkında konuşuyorlardı. Kureyşliler arasında çok deneyimli ve
görgülü bir kişilik olan Nadr b. Haris, "Ey Kureyş! Bugüne kadar başınıza
gelen bu felaketle ilgili bir tedbir bulamadınız. Muhammed gözlerinizin önünde
çocukluk ve gençlik çağlarını asarak bu yaşa geldi. O, sizin içinizde çok
beğenilen, doğru sözlü ve çok güvenilen biriydi. Şimdi saçlarına ak düştükten
sonra veya karşmıza peygamberlik davasıyla çıktıktan sonra
"sihirbaz" diyorsunuz, "kâhin" diyorsunuz, "şair ve
deli" diyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki, ben O'nun söylediklerini
dinledim. Muhammed'de böyle şeyler yok. Başınıza böyle bir felaket ilk kez
gelmiştir" dedi.[82]
Ebu Cehil daima
"Muhammed! Ben sana yalancı demiyorum, ancak senin dediklerini doğru
kabul etmiyorum" derdi. Kur'an-ı Kerim'in şu âyeti işte bu söz üzerine
nazil olmuştur:[83]
"Şüphesiz ki ey
Peygamber! Onların söylediklerinin seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında
onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler açıktan açığa Allah'ı âyetlerini
inkar ediyorlar." (En'âm 6/33)
Allah Teâlâ
tarafından, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e, "En yakın
akrabalarını îslâma davet et" (Şuarâ 26/214) çağrısı gelince Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem bir tepenin üzerine çıkarak: "Ey Kureyş
topluluğu" diye seslendi. İnsanlar bu çağrı ile O'nun etrafına
toplanınca: "Size şu dağın arkasından bir ordu geliyor dersem, kesin
olarak inanır mısınız?" dedi. Hep bir ağızdan: "Evet inanırız. Çünkü
senin yalan söylediğini görmedik" dediler."[84]
Bizans imparatoru,
sarayının toplantı salonunda Ebu Süfyân'a: "Memleketinizde ortaya çıkan
din davetçisinin daha önce yalan söylediğini hiç gördünüz mü?" diye sordu.
Ebu Süfyân; "Hayır" dedi. Sonunda Bizans imparatoru yaptığı konuşmada,
"Size, o kişi yanınızda hiç yalan söyledi mi? diye sordum. "Hayır
söylemedi" diye cevap verdiniz. "Ben peygamberim" diyerek
Allah'a iftira eden biri, yalan söyleyerek insanlara iftira etmekten neden
kaçınsın ki?" dedi.[85] [86]
Sözünü yerine getirmek
ve verdiği sözde durmak: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in değişmez
ölçülerle herkese uyguladığı öyle bir önemli özelliğiydi ki düşmanları bile
bunu ikrar ederdi. Nitekim Bizans imparatoru'nun sarayında Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'le ilgili olarak Ebu Süfyân'a sorduğu sorular
arasında bir de "Muhammed hiç sözünde durmamazlık yaptı mı?" sorusu
vardı. Ebu Süfyân mecbur kalarak: "Hayır, yapmadı" cevabmı vermek
zorunda kaldı.[87] Hz. Hamza'yı şehid eden
Vahşî, müslümanlarm intikam alacağı korkusuna kapılarak kaçmış, şehir şehir
dolaşıyordu. Tâifliler'in Medine'ye göndermek için teklif ettikleri heyette
onun adı da vardı. Ama o, "Belki benden intikam alırlar" diye korkuyordu.
Fakat bizzat Allah Resûlü'nün düşmanları ona: "Hiçbir endişe ve korkuya
kapılmadan git. Muhammed elçileri öldürtmez" diye teminat verdiler.
Nitekim o, bu güven içinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna
geldi ve müslüman oldu.[88]
Müslüman olmadan önce
Safvân b. Ümeyye, en şiddetle İslâm düşmanlarından biriydi. Mekke fethedilince
şehri terkederek Yemen'e gitme düşüncesiyle Cidde'ye kaçmıştı. Umeyr b. Vehb,
Hz. Peygamber saİlallahu aleyhi vesellem'e gelerek durumu anlattı. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mübarek sarığını vererek, "Bu,
Safvân'ın güvende olduğuna işarettir" buyurdu. Umeyr, Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek sarığını alarak Safvân'a giderek
"Artık kaçmana gerek yok, sana güvence verilmiştir" dedi. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek huzuruna geldiğinde, "Bana
güvence verdiniz mi?" diye sordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem de, "Evet, doğrudur" buyurdu.[89]
Ebu Râfi, bir köleydi.
Kâfir iken Kureyş elçisi olarak Medine'ye gelmişti. Allah Resûlü'nün mübarek
yüzüne bakınca kendinden geçerek büyük bir heyecana kapıldı. Islânun hak din
olduğu inancı kalbine girip yerleşti. Hz. Peygamber sallalla-hu aleyhi
vesellem'e: "Ey Allah Resulü, artık kâfirlerin yanına hiç
dönmeyeceğim" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise: "Ne
verdiğim sözden dönebilirim, ne de elçileri yanımda alıkoyabilirim. Şimdi geri
dön, eğer oraya ulaştıktan sonra da kalbindeki bu hal devam ederse geri
gelirsin" buyurdu. Nitekim geri döndü ve müslüman oldu.[90]
Hudeybiye barışında
şöyle bir şart vardı: Mekke'den müslüman olup Medine'ye gelecek olanları
Mekkeliler'in geri istemesi durumunda iade edileceklerdi. Bu şart tam kaleme
alındığı sırada Ebu Cendel, ayaklarında zincirler olduğu halde Mekke'deki
esaretten kaçıp geldi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'den imdat
diledi. Bütün müslümanlar bu acıklı manzarayı görünce çok üzüldüler ve Ebu
Cendel'i geri vermek istemediler. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
tam bir kararlılıkla Ebu Cendel'e hitâb ederek: "Ey Ebu Cendel! Sabret,
biz sözümüzden geri dönemeyiz. Allah Teâlâ en kısa zamanda sana bir yol
gösterecektir" buyurdu.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e peygamberlik gelmeden önce şöyle bir olay
olmuştu. Abdullah b. Ebî el-Amsâ Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-sellem'le
bir takım ticarî işler yapmış ve "Gelmemi bekle. Gelince hesaplarımızı temizleriz"
diyerek gitmişti. Farkında olmadan verdiği sözü unuttu. Üç gün sonra geldiğinde
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in aynı yerde beklemekte olduğunu
gördü. Allah Resulü onu görünce: "Üç günden beri oturmuş, burada seni
beklemekteyim" buyurdu.[91]
Bedir savaşında inkar
edenler karşısında müslümanların sayısı üçte birden daha azdı. Böyle bir
durumda normal olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in arzu ve
isteği —ne kadar çok insan gelir bize katılırsa daha iyi olur— olmalıydı.
Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bütün varlığıyla vefakâr bir
insandı.
Huzeyfe b. el-Yemân ve
Huseyn adlı iki sahabî Mekke'den geliyordu. Yolda müşrikler önlerine geçip
onları durdurdular ve "Muhammed'in yanma mı gidiyorsunuz?" diye
sordular. Onlar da "Hayır" dediler. Sonunda Hz. Muhammed sallallahu
aleyhi vesellem'in yanında Kureyş'e karşı savaşa katılmayacaklarına dair söz
vermeleri şartıyla serbest bırakıldılar. Bu iki sahabî Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in yanına gelince başlarından geçenleri anlattılar. Bunun
üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Siz ikiniz geri dönün.
Durum ne olursa olsun, biz müslüman olarak verdiğimiz sözde dururuz. Biz sadece
Allah'tan yardım dileriz" buyurdu.[92] [93]
Batılı yazarlar,
"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke Dönemi'nde Peygamber'di.
Medine'ye geldikten sonra hükümdar oldu" demektedirler. Ama gerçek şudur
ki, bütün Arapları boyun eğdirip idaresine aldıkan sonra da Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem dünya nimetlerinden uzak kalmış, aç kalmış, her
türlü imkân bulunmasına rağmen hükümdarlar gibi kendine en ufak bir pay çıkarmamıştır.
Sahih-i Buharı'nin Cihâd bölümünde şöyle bir rivayet vardır: "Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem vefat edeceği sırada zırhı bir yahûdînin evinde üç
ölçek arpa karşılığında rehin duruyordu. Vefat ettiği sırada üzerinde bulunan
elbiseler de yamalıydı. Bu, öyle bir zaman, bu fırsat ve imkânlar öyle şartlar
içinde bulunan fırsat ve imkânlardı ki, bunlara normal devletler her zaman
sahip olamazlardı. Suriye sınırlarından başlayarak Aden'e kadar bütün
Arabistan fethedilmiş, Medine meydanı, altın ve gümüş akınına uğramıştı.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in önemli görevlerinden biri de ruhbanlığı (=Dünya
nimetlerinden tamamen sıyrılarak, dünya işleriyle hiç ilgilenmeyerek kendini
sadece Allah'a adamanın) ortadan kaldırmaktı. Bu konuda Allah Te-âlâ
"Kendi kafanızdan uydurduğunuz ruhbanlık" (Hadîd 57/27) buyurarak
hıris-tiyanlan kötülemiştir. İşte bu yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem arasıra güzel yemekler yemiş, güzel elbiseler de giymişti Ama O'nun
asıl ruh yapısı, dünya süslerinden uzak durmaktı. Allah Resulü sallallahu
aleyhi vesellem her zaman, "İnsanoğlunun şu üç şey dışında, başka birşeye
zorunlu ihtiyacı yoktur: Barınacağı ev, örtünebileceği elbise ve karnını
doyurmak için ekmek ve su" buyururdu. Hz. Aişe (ra), "O'nun hazır
duran hiçbir elbisesi yoktu" demektedir. Bu, sadece bir kat elbisesi
olur, değiştirmek için bir kenarda duran başka bir elbisesi olmazdı demektir.
Bir gün Abdullah b.
Ömer (ra) evinin duvarını tamir ediyordu. Tesadüfen Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem bir taraftan çıkageldi ve "Ne yapıyorsun?" diye
sordu. Abdullah b. Ömer, "Duvarı tamir ediyorum" deyince, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Bu kadar zamanı nerden
buldun?" buyurdu.
Evde genellikle aç
olurdu ve geceleyin çoğu kere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve bütün
ev halkı aç yatarlardı. "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem peşpeşe
bir çok geceyi aç geçirirdi. O ve ev halkı akşam yemeği bulamazlardı."[94]
Peşpeşe hergün iki ay
boyunca evinde ateş yanmadığı olurdu. Hz. Aişe (ra) bir gün bu durumu
anlatırken Urve b. Zübeyr, "Peki neyle geçiniyordunuz?" diye sorunca
Hz. Aişe (ra), "Su ve hurmayla. Komşularımız arasıra keçi sütü gönderirlerdi
de içerdik" dedi.[95] Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hayatı boyunca hiçbir zaman has buğday
unundan yapılmış ekmek yüzü görmedi.699 Araplar'ın "Hıvarî" ve
"Nala" dedikleri saf una ömründe rastlamadı. Bu olayı anlatan Sehl b.
Sa'd'e, "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem döneminde elek yok
muydu?" diye sorulunca "Hayır" cevabı vermişti. "Peki o
zaman unu neyle eliyorlardı?" diye sorulunca da: "Ağızlarıyla
üfürerek, kepekleri uçururlardı, kalanları da yoğurarak pişirirlerdi"
dedi.[96]
Hz. Aişe (ra) şöyle
der: "Hayatı boyunca yani Medine'ye gelişinden vefat edinceye kadar geçen
dönemde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiçbir zaman üst üste iki
vakit iyice doyarak ekmek yemedi."[97]
Fedek, Hayber ve diğer
savaşları anlatan hadisçiler ve siyer uzmanları, Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem, buralardan gelen gelirlerden yıllık masraflarını alırdı, diye
yazmaktadırlar. Bu rivayetlerin zahiri ile Hz. Peygamber'in yokluk içinde
yaşaması çelişiyor gibi görünmesine rağmen her ikisi de doğrudur. Şüphesiz Allah
Resulü sallallahu aleyhi vesellem gelirlerden geçimini temin edecek mîkdarı alıyor,
geri kalanları fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine veriyordu. Hatta kendisi için
ayırdıklarını da ihtiyaç sahiplerine veriyordu. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesel-lem'in açlık çektiği ve elinde avucunda hiçbir şey olmadığıyla
ilgili olaylar hadislerde sıkça geçmektedir. Onlardan birkaçını örnek olarak
vermek istiyoruz:
Birgün Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna bir adam geldi ve "Çok açım"
dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mübarek eşlerinden birine;
"Yiyecek birşeyler gönder" diye haberci gönderdi. Giden kişi
döndüğünde, evde sudan başka birşey olmadığı haberini getirdi. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem diğer eşinin evine haber gönderdi, oradan da aynı
cevap geldi. Kısacası sekiz-dokuz evden, sudan başka birşeyin olmadığı haberi
geldi.[98]
Enes (ra) anlatır:
"Bir gün Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek huzuruna geldiğimde Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in karnını sıkıca bağlamış olduğunu gördüm.
Sebebini soruduğumda oradakilerden biri, "Fazla acıktığı için" dedi.[99]
Ebu Talha (ra) şöyle
der: "Bir gün ben Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'in mescidde
kuru toprağa uzanmış, açlıktan kıvranarak bir o tarafına bir bu tarafına
döndüğünü gördüm."
Bir keresinde sahabe-i
kiram, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gelip açlıktan
yakındılar ve karınlarını açarak kuşaklarının altına bağladıkları taşları
gösterdiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine kendi
karnına bir değil iki taş bağlamış olduğunu gösterdi.
Çoğu kere açlıktan
dolayı sesi o kadar kısılırdı ki, sahabe-i kiram durumunu anlarlardı. Bir gün
Ebu Talha (ra) eve gedi ve eşine; "Yiyecek birşey var mı? Az önce Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in —açlıktan— sesinin kısıldığını gördüm"
dedi.[100]
Bir gün çok acıkmış
olarak tam öğle vakti evden çıktı. Yolda Ebu Bekir ve Ömer (ra) ile karşılaştı.
O ikisi de açlıktan bitkin düşmüşlerdi. Allah Resulü sallallahu aleyhi
vesellem hepsini alarak Ebu Eyyûb el-Ensârî (ra)'ın evine gitti. Ebu Ey-yûb
el-Ensârî, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem için daima hazır süt bulundururdu.
O gün gelmesi gecikince sütü çocuklara içirmişti. Eşi haber alınca dışarı
çıktı ve "Allah Resulü hoş geldi" dedi. Allah Resulü, Ebu Eyyûb'un
nerede olduğunu sordu. Hurmalık yakın olduğu için Ebu Eyyûb el-Ensarî sesi
duyarak koştu geldi ve "Hoş geldiniz" dedikten sonra "Bu vakit,
Allah Resûlü'nün geldiği vakit değil" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem durumu anlattı. Ebu Eyyûb el-Ensarî hurmalığa
giderek bir salkım hurma koparıp getirdi ve "Şimdi et hazırlatıyorum"
dedi. Hemen bir keçi kesti, yarısını tas kebap şeklinde yarısını da ateşte
kızartarak pişirdi. Yemeği Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in önüne
koyunca Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem: "Bir parça ekmek üzerine
az miktarda et koyarak Fâtıma'ya gönder. Birkaç günden beri birşey yemek nasip
olmadı" buyurdu. Sonra ashabıyla birlikte yemeği yedi. Birkaç çeşit
yemeği görünce gözlerinden yaşlar boşandı ve: "Allah Teâlâ'nın:
"Verdiğim nimetlerden Kıyamet günü hesaba çekileceksiniz" (Tekâsür
102/8) buyurduğu işte bunlardır" buyurdu.[101]
Çoğu kere öyle olurdu
ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sabahleyin mübarek eşlerinin yanma
gelir ve "Bugün yiyecek birşeyler var mı?" diye sorardı. Onlar,
"Yok" derlerse Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem,
"Öyleyse ben de oruçluyum" buyururdu.[102] [103]
Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in hiç kimseden intikam almadığını bütün siyer uzmanları
açıkça ortaya koymuşlardır. Bütün olaylar da buna tanıklık etmektedir.
Sahih-i Müslim ve
Sahih-i Buhârî'de Hz. Aişe (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiçbir zaman hiç kimseden kendi şahsıyla
ilgili bir meselede intikam almamıştır. Ancak Allah'ın emir ve hükümlerini ısrarla
çiğneyenler ve onlara hakaraket edenler müstesnadır.[104]
Uhud savaşında işlenen
tüyler ürpertici vahşetten ve o savaşta yaşanan yenilgiden daha çok Tâif teki
kabile başkanlarının Allah'ın emirlerine ve peygamberlik makamına gösterdikleri
hakaret dolu tutumları mübarek gönlünü yaralamış, tahmin edilemez bir azgınlık
olmuştu. Buna rağmen on yıl sonraki Tâif kuşatmasında aynı adamlar o taraftan
mancınıklarla müslümanlara taş yağdırırken, bu tarafta baştan aşağı
bağışlayıcılık ve yumuşakbaşhlıkla dolu olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem onlar için şöyle dua ediyordu. "Ey Rabbim! Onlara akıl ve anlayış
ihsan et ve onlara boyun eğdirerek îslâm devletine kat." Nitekim Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in buyurduğu gibi oldu. Hicret'in 9. yılında Tâif
heyeti Medine'ye geldiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendilerini
mescidin avlusunda misafir etti ve onlara saygı gösterdi.[105]
Kureyş, Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e çirkin sözler söylemiş, öldürmekle tehdit etmiş,
yollarına dikenli çalılar doşemiş, mübarek vücuduna pislikler serpmiş, boynuna
ip dolayıp sıkmış, O'nun sânına yakışmayan terbiyesizlikler yapmıştı. Bazan
"Sihirbaz", bazan "Mecnun", bazan da "Şair"
demişti. Ama Yüce Peygamber hiçbir zaman bu sözlerinden dolayı öfke ve hiddet
göstermemişti. En çaresiz ve en kimsesiz bir insan bile bir topluluk arasında
kendisine yalancı, sahtekâr denilince öfkeden küplere biner. Zû'1-Mecâz
panayırında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem "Ey insanlar! Lâ
ilahe illallah deyin de kurtuluş ve selâmete ulaşın" diyordu. Ebu Cehil de
hemen arkasında O'nu izliyor ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e
durmadan toprak serperek; "Ey insanlar! Bu adamın sözleri sizi dininizden
vazgeçirmesin, bu sizin ilahlarınız olan Lât ve Uzzâ'yı bırakmanızı
istiyor" diyordu. Bu sözü rivayet eden kişi şöyle demiştir: Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, böyle bir durumda dahi dönüp ona bakmıyordu."[106]
Hepsinden daha çok
öfke ve nefret duyulması gereken hadise tfk olayıydı. Bu, münafıkların, Hz.
Aişe (ra)'ya iftira etmeleriyle özetlenebilecek bir komploydu.
Hz. Aişe (ra), Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en sevgili eşi ve Hz. Ebu Bekir (ra)
gibi mağarada ölüme birlikte karşı koydukları bir dostunun ve sahabenin en
ileri geleninin kızıydı. Medine, münafıkla doluydu. Bunlar bu olayı öyle
yaydılar ki bütün Medine sarsıldı. Düşmanların şamata ve sevincine, namusunun
lekelenmesine, kendisine en sevimli olan eşinin aşağılanmasına, normal bir
insanın sabır ve tahammül göstermesi imkânsızdı. Peki alemlere rahmet olarak
gönderilen Yüce Peygamber bütün bunlara karşı ne yaptı? İftira kampanyasının
planlayıcı ve uygulayıcısı, münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy idi. O; işin
gerçek yüzünü ve baştan başa yalan ve iftira olduğunu çok iyi biliyordu. Buna
rağmen yüreği sızlamadan iftira kampanyasını bütün dehşetiyle yürüttü. Bütün
olup bitene ve yapılanlara rağmen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
sadece kalabalığın arasında minbere çıkarak, "Ey müslümanlar! Benim
namusum noktasında bana kötülük eden ve beni üzen insandan hakkımı kim alabilecektir?"
buyurdu.
Sa'd b. Muâz (ra)
öfkesinin şiddetinden kendinden geçti ve ayağa kalkarak; "Bu hizmete beni
hazırım, bana adını verin, hemen başını uçurayım" dedi. Abdullah b.
Übeyy'in yeminli dostu olan Sa'd b. Ubâde (ra) buna karşı çıktı. Bunun üzerine
iki tarafı destekleyenler ayağa kalktılar. Kılıçlar çekilmek üzereydi. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem iki tarafı teskin etti. Bizzat Allah Teâlâ söylenenlerin
yalan olduğunu bildirdi ve iftiracılara şer'î ceza verildi. Buna rağmen Abdullah
b. Übeyy iftira ettiğini kabul etmediği ve iftirayı onun yaydığına dair bir
delil bulunmadığı için serbest bırakıldı. İftiracılar arasında kendilerine ceza
verilenlerden biri de Musattah b. Esâse'ydi. Onun geçimini üzerine alan da Ebu
Bekir (ra)'dı. İftira suçundan dolayı Ebu Bekir (ra) her zaman ona verdiği
yiyecek maddelerini kesti. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:
"İçinizden
fazilet ve servet sahibi kimseler, akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç
edenlere mallarından veremeyeceklerine yemin etmesinler! Bağışlasınlar, feragat
göstersinler. Allah'ın da sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok
bağışlayandır, çok merhametlidir." (Nûr 24/32)
Bunun üzerine Hz. Ebu
Bekir (ra) onun geçim kaynağı olan yiyecek malzemelerini eskisi gibi vermeye
devam etti.
İftiracılar arasında
—Tirmizî'nin, Nûr sûresinin tefsiri bölümünde açıkladığı üzere— Hassan b. Sabit
(ra) da bulunuyordu. Hz. Aişe (ra)'nın ona duyduğu esef ve üzüntü, affetme
sınırını çoktan aşmıştı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yakınında
olmanın ve O'nun sohbetinde bulunmanın feyiz ve bereketinin etkisiyledir ki,
Urve b. Zübeyr Hz. Aişe (ra)'nm yanında Hassan (ra)'ı kötülemeye başlayınca
Hz. Aişe (ra) Urve'yi susturdu ve: "Hassan, Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem adına şiirleriyle müşriklere cevap verirdi" dedi.[107]
Medine'nin münafık
yahûdîlerinden Lebid b. A'sam, Hz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e sihir
yapmıştı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem eline fırsat geçtiği
zaman ona bir kötülük yapmadı.
Hz. Aişe (ra) meseleyi
daha derinden inceleterek bu hadiseye sebep olanları açığa çıkarmasmı ısrarla
isteyince Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem "İnsanlar arasında
huzursuzluk ve kırgınlık çıkmasını istemiyorum" buyurdu.[108]
Zeyd Sa'ne yahûdî iken
alış-verişle uğraşır, ticâret yapardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem ondan bir miktar borç aldı. Ödenmesine birkaç gün kala borcunu
istemeye geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in harmanisine
yapışarak çekti ve ileri geri konuşarak, "Ey Abdülmuttalib sülâlesi! Siz
her zaman böyle dalavere yaparsınız" dedi. Hz. Ömer (ra) hiddetinden
kendini tutamayarak ona hitaben: "Ey Allah düşmanı! Sen Allah Resûlü'nün
sânına hakaret ediyor, edepsizlik yapıyorsun" dedi. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem tebessüm ederek, "Ömer! Ben senden daha başka şeyler
umardım. Ona daha yumuşak bir dille istemesini söylemeliydin. Bana da, ona olan
borcumu Ödemek gerektiğini ifade etmeliydin" buyurdu.
Allah Resulü, bunu
söyledikten sonra Hz. Ömer (ra)'a: "Borcumuzu verdikten sonra fazladan
yirmi ölçek de hurma ver" diye emretti.[109]
Bir gün Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in evinde sadece bir elbise kalmıştı. O da hem kaba,
hem de kirliydi. Terleyince daha da ağır ve sıkıcı oluyordu. Tesadüfen bir
yahûdînin dükkanına Suriye'den elbise gelmişti. Hz. Aişe (ra) Hz. Peygamber'e,
o yahûdîden borç olarak bir kat elbise almasını söyledi. Hz. Peygamber
yahûdîye adam gönderdi. Yahûdî küstahça bir ifadeyle, "Anladım, bu yolla
malımı aşırın, sonra da parasmı ödemeyin" dedi.[110]
Bu yakışıksız sözü
duyan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sadece şu kadar söyledi: "O
çok iyi bilir ki, ben herkesten çok tedbirli ve emaneti herkesten daha titiz
eda eden bir insanım."
Bir keresinde Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir yere gidiyordu. Kadının biri mezar
kenarına oturmuş ağlıyordu. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem durdu ve
ona hitaben "Sabret" buyurdu. Kadm Peygamberimiz'i tanımıyordu.
Küstahça bir ifadeyle, "Defol, ne halde olduğumu sen bilir misin?"
dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de oradan ayrıldı. Civardakiler
kadına, "(Tnu tanımadın, o Allah'ın Elçisi Muhammed (as)'dı" dediler.
Bunun üzerine kadm koşarak gitti ve; "Ben Allah Resulü efendimizi
tanıyamamıştım" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem' de ona:
'Tam musibet ve felâket anındaki sabır muteberdir" buyurdu.[111]
Sa'd b. Ubâde
hastalanmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu yoklamak için bir
hayvana binerek evine gitti. Yolda bir grup insan toplanmıştı. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem durdu. Münafıkların lideri Abdullah b. Übeyy de o topluluk
arasındaydı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bineği toz kaldırınca
Abdullah b. Übeyy harmanisinin eteğini burnuna taktı ve Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e: "Dikkat et! Toz kaldırma," dedi. Daha
sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yanına yaklaşınca: "Ey
Muhammedi Merkebini geri çek, onun kötü kokusu beynimi deldi" dedi. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem selam verdi. Sonra bineğinden inerek
onları îslâma davet etti. Abdullah b. Übeyy: "Evimize gelip de bizi
rahatsız etme. Adam senin yanına gelirse ona anlat" dedi. Abdullah b.
Revâha (ra) ünlü bir şairdi. O da Hz. Peygamber sallallahu aleyhi Vesellem'e:
"Mutlaka gelin, İslama davet edin" dedi. Derken iş gelsin gelmesin
arasında uzadı. Neredeyse kılıçlar çekilecekti. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem iki grubu teskin ederek onlara güzel, tatlı dille konuştu.
Sonra oradan kalkıp Sa'd b. Ubbâde'nin yanma geldi: "Abdullah b. Übeyy'in
sözlerini duydun mu?" diye sordu. Sa'd b. Ubbâde: "Hiç aldırmayın. O
öyle biridir ki, Medine'ye gelişinizden önce Medineliler ona taç giydirmek
üzereydi. Bundan mahrum kaldığı için öfkesinden ne diyeceğini bilmiyor"
dedi.[112]
Huneyn savaşında Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ganimet mallarını dağıtınca ensardan
biri: "Bu dağıtım, Allah' in rızasına uygun değildir" dedi. Bu söz
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kulağuıa gelince: "Allah,
Musa'ya rahmet etsin. Onun insanları kendisini daha fazla üzmüştü"
buyurdu.[113]
Bir gün bedevinin biri
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna geldi. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem mescidde oturuyordu. Bedevi ufak su dökme ihtiyacını
hissedince mescid adabını bilmediği için hemen orada ayağa kalkarak küçük su
dökmeye başladı. İnsanlar onu cezalandırmak için her taraftan üzerine
saldırdılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Bırakın yapsın,
bir kova su getirerek dökün. Allah Teâlâ sizi zorluk için değil, kolaylık için
gönderdi" buyurdu.[114]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in özel hizmetkârı olan Enes (ra) şunu anlatmıştır:
"Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir iş için beni
göndermek istedi. Ben de "Gitmeyeceğim" dedim. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem sustu ve ben böyle söyledikten sonra dışarı çıktı.
Sonra ansızın gelerek boynumdan
yakaladı. Dönüp baktığımda yüzü gülüyordu. Bana sevgiyle baktı ve "Enes!
Sana söylediğim işe git artık" buyurdu. Ben de: "Peki gidiyorum"
dedim. Enes (ra) bu olayı anlatırken şunu da söyledi: "Yedi yıl Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e hizmet ettim. Bana hiçbir zaman:
"Şu işi neden yaptın veya bunu neden yapmadın demedi."[115]
Ebu Hüreyre (ra) der
ki: "Her zamanki adeti üzere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
mescidde bizimle oturup konuşur, sohbet ederdi. Kalkıp evine gidince biz de
giderdik. Bir gün adeti olduğu üzere mescidden çıktı. Bir bedevi geldi ve Hz
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yakasmdan öyle çekti ki mübarek boynu
kızardı. Allah Resulü dönüp ona baktı. Bedevi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'e: "Develerime zahîre yüklet. Sende olan mallar ne senin, ne de
babanındır" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine:
"Sen önce şu benim boynuma yaptığının karşılığını ver, ondan sonra sana
buğday verilecektir" buyurdu. Bedevi ısrarla, "Allah'a yemin ederim
ki asla vermeyeceğim" dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi vesellem adamın
develerine arpa ve hurma yükletti, kendisine hiçbir ceza vermedi.[116]
Kureyş Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e durmadan sövüp sayar, çirkin sözler söylerlerdi.
Israr ve inatla Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem için: "Muhammed
"Övülen kişi" demeyip Müzemmem "Yerilen" derlerdi."
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna karşüık dostlarına ancak şu kadar
söylerdi: "Siz Allah Teâlâ'nın Kureyş'in sövüp saymasını benden nasıl
geri çevirdiğine hayret etmiyor musunuz. Onlar Müzemmem'e sövüp sayıyor,
Müzemmem'e lanet ediyorlar, halbuki ben Muhammed'im!"[117]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem Mekke'yi fethetme hazırlıkları yaptığı sırada
bilhassa Kureyş'in bu hazırlıklardan haberdâr olmamasına dikkat ediyor ve
tedbir aldırıyordu. Hatîb b. Belte'a (ra) bir şahabı idi. Kureyş'e bunu haber
vermek istedi. Nitekim bir mektup yazarak gizlice bir kadın aracılığıyla
Mekke'ye gönderdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bundan haberi
oldu. Hemen Hz. Ali (ra) ile Hz. Zübeyr (ra)'ı kadının peşinden gönderdi.
Mektupla birlikte haberci olarak gönderilen kadın da yakalanarak getirildi.
Hatîb'i çağırtarak durumu soruşturunca, suçunu itiraf etti. Hatasını kabul
ederek bağışlanmasını istedi. Bu, her devlet adamının, suçlunun
cezalandırılması yönünde karar vereceği bir dönemdi. Fakat Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, Hatîb b. Belte'a'yı Bedir savaşına katılanlardan
olduğu için affetti. Bu suça katılan kadına da herhangi bir ceza uygulamadı.[118]
Halbuki mektup düşmanların eline geçseydi, müslümanlar için çok büyük bir
tehlike doğardı.
Furât b. Hayyân, Ebu
Süfyân tarafından müslümanlar aleyhinde casusluk yapmakla görevlendirilmiş bir
kişiydi. Bu adama aynı zamanda Hz. Peygamber sallal-lahu aleyhi vesellem
aleyhinde sözler konuşur, O'nu hicveden şiirler söylerdi. Günün birinde
yakalanınca, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun Öldürülmesine
hükmetti. İnsanlar onu alıp götürdüler. Ensarın mahallesine vardıklarında
"Ben müslümanım" dedi. Bir ensarî Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'e koşarak "Adam, ben müslümanım diyor" dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Sizden öyle insanlar var ki,
onların iman durumunu biz yine onlara bırakıyoruz, orlardan biri de Furât b.
Hayyân'dir" buyurdu.[119]
Tarihçiler onun gerçekten sağlam-bir müslüman olduğunu ve Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in kendisine Yemâme'de bir arazî hediye ettiğini, o
arazînin gelirinin 4200 dirhem tuttuğunu yazmışlardır. [120]
insanların ahlâk
deposunda en az olan ve nâdir bulunan şey düşmanlarına merhamet etmesi ve
onları bağışlamasıdır. Ama kendisine Rahmet ve Peygamber olma şerefi verilmiş
olan Hz. Peygamber'in yüce varlığında bu duygular çok boldu. Düşmandan intikam
almak, insanın meşru ve hukukî bir hakkıdır. Ama ahlâk şeriatının sınırlarına
girdikten sonra bu hukukî hak ve görev, görevlikten düşerek yasak halini alır.
Yani yapılması farz olan şey, yapılması haram olan şeye dönüşür. Yapılan bütün
rivayetler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in hiçbir zaman kimseden
intikam almadığı hususunda birleşmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in düşmanlarından intikam almak için eline geçen en büyük fırsat
Mekke'nin fethidir. O gün Peygamber'in kanına susamış olan ve Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in binbir çeşit eziyet ve işkencelerine maruz
kaldığı azılı düşmanları O'nun eline düşmüş, karşısında duruyorlardı. Ama O
hepsine şöyle diyerek onları serbest bıraktı:
"Bugün size hesap
sorma ve hakaret etme yoktur. Gidin hepinizi serbestsiniz."
Vahşî, îslâmın sağ
kolu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en yakını olan amcası Hz.
Hamza (ra)'ın katiliydi. Mekke'de kalıyordu. Islâmm gücü Mekke'de hâkim olunca
Taife kaçmıştı. Tâif halkı boyun eğip itaati kabul edince burası da Vahşi için
güvenli bir yer olmaktan çıktı. Ama o, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in elçilere asla katı davranmadığını, onlara en ufak kötülük
yapmadığını duymuştu. Çaresiz kalarak doğrudan alemlere rahmet olarak gönderilen
Yüce Peygamber'in eteğine sığmdı ve müslüman oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem buna karşılık sadece; "Her zaman önüme çıkma. Çünkü seni gördükçe
amcamı hatırlıyorum" buyurdu.[121]
Hz. Hamza'nın göğsünü
yanp kalbini ve ciğerini parçalayan Ebu Süfyân'ın karısı Hind, Mekke
fethedildiği gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tanımasın diye
yüzünü kapatarak gizlice geldi ve müslüman olup biat ederek emân senedini
—kurtuluş belgesini— elde etti. Böyle bir anda bile saygısızlık ve küstahlıktan
kendini alamamıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hind'i tanıdı ama o
acı olayı orada anmak istemedi. Hind, eşine rastlanmayan bu mucizevî davranış
ve tecelliden etkilenerek elinde olmadan şöyle deyiverdi: "Ey Allah
Resulü! Benim gözümde senin çadırından daha sevimli başka bir çadır
yoktur."[122]
îkrime, islâm düşmanı
Ebu Cehil'in oğluydu ve müslüman olmadan önce babası gibi Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in en azılı düşmanıydı. Mekke fetehedildiği gün
Mekke'den kaçarak Yemen'e gitti. Karısı müslüman olmuştu. O da Yemen'e gitti ve
îkrime'yi teselli ederek müslüman yaptı ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in mübarek huzuruna getirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
onu görünce sevinçle ayağa kalktı ve ona doğru öyle hızlı yürüdü ki, üzerindeki
harmanisi kayıp yere düştü. Ama O, buna aldırmıyordu bile. Mübarek ağzmdan şu
kelimeler dökülüyordu.
"Ey hicret edip
giden süvari! Hoşgeldin!"[123]
Safvân b. Ümeyye,
Kureyş'in azılı önderlerinden ve îslâmın can düşmanların-dandı. îşte bu adam,
Umeyr b. Vehb'e mükâfaat vaad ederek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i
öldürmeye ikna etmişti. Mekke fethedilince o da müslü-manlardan korktuğu için
Cidde'ye kaçtı ve deniz yoluyla Yemen'e gitmeye karar verdi. Vaktiyle onun Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i öldürtmeye ikna ettiği Umeyr b. Vehb,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gelerek "Ey Allah
Resulü! Safvân b. Ümeyye kabilesinin reisidir, korkusundan kaçıp gitti, kendini
denize atabilir" dedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bunun
üzerine "Ona emân verilmiştir" buyurdu. Umeyr b. Vehb tekrar tekrar,
"Emân verildiğine dair bir işaret lütfeder misiniz? Onu görünce bana
güvensin, itimad etsin" dedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem
mübarek sarığını ona verdi. Allah Re-sûlü'nün sangını alan Vehb, Safvân'ın
yanına gitti. Safvân: "Mekke'ye gitmekten korkuyorum, hayatım
tehlikede" dedi. Umeyr: "Safvân! Sen Muhammed sallallahu aleyhi
vesellem'in bağışlayıcılığını ve yumaşak yürekliliğini bilmiyorsun" dedi.
Bu söz üzerine Safvân, Umeyr'le birlikte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in
huzuruna geldi ve, "Umeyr senin bana emân verdiğini söylüyor, doğru
mu?" diye sordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de:
"Doğru" buyurdu. Bunun üzerine Safvân, "O halde bana iki ay
mühlet ver" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de: "tki
değil sana dört ay mühlet veriyorum" buyurdu.
Daha sonra kendi
isteğiyle müslüman oldu. Bu olay îbn-i Hişâm'da genişçe anlatılmıştır.
Hübâr b. el-Esved,
Allah Resulü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kızı Zeyneb'e ağır
zulüm yapmış biriydi. Zeyneb (ra) Mekke'den Medine'ye hicret ediyordu ve
hamileydi. Müşrikler önüne çıkıp engel oldular. Hübâr b. el-Esved, bilerek ve
kasden Hz. Zeyneb'i (ra) iterek, devenin üzerinden yere düşürdü. Hz. Zeyneb
(ra) şiddetle yere çarpmasından dolayı yaralandı ve çocuğunu düşürdü. Hübâr b.
el-Esved başka suçlar da işlemişti. Bütün yaptıklarından dolayı Mekke'nin
fethedildiği gün kaçarak iran'a gitmeyi düşündü. Ama hidayet yolunun da-vetçisi
olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in merhameti, yumaşak kalpliliği
ve bağışlayıcılığı onu da huzuruna başvurmaya şevketti. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e giderek, "Ey Allah Resulü! Ben kaçarak İran'a
gitmek istiyordum. Ama daha sonra sizin iyiliklerinizi, yumuşak başlılığınızı
ve bağışlayı-cılığınızı hatırladım. Hakkımda size gelen bütün haberler
doğrudur. Cahilliğimi ve kusurlarımı itiraf ediyorum. Şu anda müslüman olduğumu
açıklamaya geldim" dedi. Rahmet ve merhamet kapısı o anda sonuna kadar
açıldı, dost-düşman farkı silinip gitti.[124]
Ebu Süfyân'ın îslâmdan
önce nasıl biri olduğuna, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yaptığı
savaşların hemen hepsi şahittir. Bedir'den başlayarak Mekke'nin fethine kadar
müslümanlar ne kadar savaş yapmak zorunda kalmışlarsa, bunların çoğunda onun
eli ve rolü vardır. Mekke fethedileceği sırada yakalanıp getirilince ve Abbâs
(ra) onu alıp Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna getirince
Allah Resulü onu güler yüzle ve sevgiyle karşıladı. Hz. Ömer (ra) eskiden
yaptıklarına onu öldürmek istedi. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
ona engel oldu ve sadece Ebu Süfyân'ı değil, onun evine sığınıp emân dileyenlere
de can güvenliği vererek şöyle buyurdu: "Kim Ebu Süfyân'ın evine sığınırsa,
suçlan affedilecektir."[125]
Dünyada düşmanına bu şekilde davranan başka bir fâtih görülmüş müdür?
Arabistan'ın bütün
kabileleri teker teker boyun eğiyor itaat ettiklerini göstererek İslâm sancağı
altına toplanıyordu. Sonuna kadar başkaldırmakta direnen bir kabile varsa, o da
peygamberilk ididasında bulunan Müseyleme'nin kabilesi Benû Hanîfe idi. Ancak
kabilenin reisi Sümâme b. Asal, bir tesadüf sonucu müslüman-ların eline düşmüş
ve esir edilerek Medine'ye getirilmişti. Hz. Peygamber, onun mescidde bir
direğe bağlanmasını emretti. Resûl-i Ekrem mescide girdiği zaman ona bakmış ve:
"Benden ne bekliyorsun?" diye sormuştu. Sümâme Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in bu buyruğuna karşılık söyle demişti:
"Muhammed!
Beni öldürecek olursan
ölmeyi haketmiş bir insanı öldürmüş olursun. Fakat bana lütuf göstererek
kendine minettâr bırakırsan o zaman hayatım boyunca bu iyiliğini unutmam. Eğer
fidye istiyorsan onu da hemen vermeye hazırım."
Bu cevap karşısında
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sustu, bir cevap vermedi. Ertesi gün
ve üçüncü gün ona aynı soruyu sordu. Sümâme de aynı cevabı verdi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Sümâme'nin iplerinin
çözülerek serbest bırakılmasını emretti. Bunun üzerine Sümâme mescidden çıktı,
yakındaki bir ağacı siper alarak boy abdesti aldı ve yine Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in yanına gelerek müslüman olduğunu ilan etti ve şöyle dedi:
"Ey Allah Resulü!
Dünyada en nefret ettiğim insan sendin. Fakat şu andan itibaren dünyada en
sevdiğim insan sensin. Eskiden nefret ettiğim din senin dinindi. Şimdi canımdan
fazla sevdiğim din senin dinindir. Eskiden hiç görmek istemediğim şehir bu
şehirdi, bugün ayrılmak istemediğim şehir bu şehirdir."
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in Kureyş'in elinden çektiği eziyet ve işkenceleri
tekrarlamaya gerek yoktur. Hz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
arkabalanyla birlikte Ebu Tâlib deresinde üç yıl kuşatma altında tutulmuş, bir
tek buğday dânesinin bile ellerine geçmesine izin verilmemiştir. İçerde
çocuklar açlıktan ağladıkça dışarda Kureyşliler sevinçten oynuyorlardı. Bu
davranışlarına karşılık Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Mekke
fethedildiken sonra aynı insanlara nasıl davrandığını anlattık. Mekke'nin
yiyecek malzemeleri Yemâme'den gelirdi. Az önce Yemâme lideri Sümâme b.
Asal'dan sözettik. Sümâme Islâmı kabul ettikten sonra Mekke'ye geldiği zaman
Mekkeliler onunla alay etmişlerdi. Buna içerleyen Sümâme, Resûl-i Ekrem
müsaade etmedikçe, Mekke'ye buğday göndermeyeceğine dair yemin etmişti. Bunun
sonucu olarak Mekke'de kıtlık başgös-termişti. Mekkeliler Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e başvurmaya karar verdiler. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem de onlara acıyarak Sümâ-me'den bu kararından
vazgeçmesini istemiş sonuçta Sümâme boykotu kaldırarak Mekke'ye buğday göndermeye
başlamıştı.[126]
Hz. Peygamber'in
Kafirlere ve Müşriklere Karşı Tutumu
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in, kafirlere nasıl güzel ahlâkla davrandığına dair
birçok olay vardır. Fakat Batılı tarihçiler, bu olayların îslâmın henüz zayıf
oduğu dönemlerle sınırlı olduğunu, müslümanların müşriklere karşı nezâket ve
yumuşaklık göstermekten başka çarelerinin olmadığı bir döneme ait olduğunu
iddia etmişlerdir. O yüzden burada sadece İslâm karşıtlarının bütün güç ve
kuvvetlerinin çiğnenip yokedildiği ve Hz. Peygambersallallahu aleyhi
vesellem'in kesin olarak her tarafa hakim olduğu dönemle ilgili olayları
nakledeceğiz.
Ebu Basra el-Gıfârî
şunu anlatır: "Daha müslüman olmadan önce Medine'ye gidip Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e misafir olmuştum. Geceleyin bütün keçilerin
sütünü içip tükettiğim halde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem
hiçbirşey demedi. Gece boyunca ev halkıyla birlikte aç olarak sabahladı.[127]
Benzer bir başka olay
da Ebu Hüreyre (ra) tarafından anlatılmıştır: Bir gün bir kâfir gelerek Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e gece misafiri oldu. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, bir keçiyi sağdırıp sürünü Önüne koydurdu. Onu
içtikten sonra ikinci keçinin sütü sağılıp getirildi, adam hiç çekinmeden onu
da içti. Sonra üçüncü, sonra dördüncü, nihayet yedinci keçiye kadar sağıldı ve
o hepsinin sütünü içip bitirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem en
ufak bir hoşnutsuzluk göstermedi. Belki de bu güzel ahlâklı davranışın
etkisiyledir ki o kâfir, sabahleyin müslüman oldu ve sadece bir keçinin
sütüyle yetinir oldu.[128]
Esma (ra) şunu
anlatmıştır: "Hudeybiye barışının yapıldığı sıralarda henüz müşrik olan
annesi kendisine yardım yapılmasını istemek için Medine'ye, kızı Esma (ra)'nın
yanına geldi. Müşriklere nasıl muamele edileceği Esma (ra)'mn aklına geldi. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yanma giderek sordu. Allah Resulü
sallallahu aleyhi vesellem ona, "Kendisine iyi davran" buyurdu.[129]
Ebû Hüreyre (ra)'ın
annesi kafirdi ve oğluyla birlikte Medine'de kalıyordu. Cahilliğinden dolayı
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e küfrediyordu. Ebu Hüreyre (ra) Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gidip durumu bildirdi. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem öfke ve hiddet göstereceği yerde dua edip
onun hakkında iyi dileklerde bulunmak üzere ellerini kaldırdı.[130]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, bütün ev işlerini Bilâl-i Habeşî (ra)'a havale
etmişti. Para pul ne gelirse onun yanında durur, elde para pul bulunmadığı
zamanlarda o gidip çarşıdan yiyecek içecek şeyleri veresiye alır getirir, bir
yerden herhangi bir para geldiğinde de borçları öderdi. Bir gün çarşıya
gidiyordu. Bir müşrik onu görünce, "Veresiye alacaksan benden al"
dedi. Bilâl-i Habeşî bunu kabul etti ve ondan veresiye aldı.
Birgün ezan okumak
üzere ayağa kalktığında o müşrik birkaç tüccarla birlikte geldrve ona; "Ey
zenci!" diye hitap etti. Bilâl-i Habeşî onun bu terbiyesizce çağrısına
"Buyrun, geldim!" diye cevap verdi. Müşrik: "Ne haber? Sürenin
bitmesine sadece dört gün kaldı. Bu süre içinde borcunu ödemezsen sana keçi
güttürerek bu borcu
ödeteceğim" dedi. Bilâl-i Habeşî yatsı namazını kıldıktan sonra Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna geldi ve olup biteni anlattıktan sonra:
"Kesemizde hiçbirşey kalmadı, yarın o müşrik gelip bana hakaret edecek. O
yüzden bana izin verin de çekip bir yere gideyim, daha sonra borcun ödeneceği
birşey-ler gelir de borç ödenirse o zaman dönüp gelirim" dedi. Her
halükârda o gece gidip uyudu ve yol eşyasını yani heybe, ayakkabı va kalkanını
başının ucuna koydu. Sabah kalkarak tam yolculuk hazırlığı yaptığı sırada biri
koşarak geldi ve: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
çağırıyor" dedi. Bilâl-i Habeşî gidince zahire yüklü dört devenin kapıda
beklediğini gördü. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Mübarek
olsun, bu develeri Fedek reisi göndermiş" buyurdu. Bilâl-i Habeşî bunları
alıp çarşıya götürerek hepsini sattı. Müşriğin borcunu ödeyip Peygamber
Mescidi'ne geldi ve Hz. Peygamber'e bütün borcu ödediğini bildirdi.[131]
Anlattığımız olay da
Hicret'in 7. yılında Fedek'in fethinden sonra meydana gelmiştir. Bilâl-i
Habeşî (ra), Hz. Peygamberin kendisine yakm kıldığı ve evinin işlerini havale
ettiği kimsesiydi. Bir müşrik ona "Zenci! Sana keçi güttürerek borcunu
ödeteceğim, ancak ondan sonra seni serbest bırakacağım" diyebiliyor.
Bilâl-i Habeşî (ra), borcunun vadesinin dolduğu gün gelerek hakaret etmesinden
korktuğundan kaçıp gitmeye karar veriyor. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem bütün bunları duyuyor, ama ne müşrik hakkında bir kelime ediyor, ne de
Bilâl'ı koruyucu ve teselli edici bir ifadede bulunuyor. Tesadüfen zahire
geliyor ve müşriğin borcu ödeniyor. Ağzından çıkan çirkin sözler ve kötü
davranışı bağışlanıyor. Bu yumuşak kalplilik, bu bağışlayıcılık ve bu
tahammül, âlemlere rahmet olan Hz. Mu-hammed'den başka kim tarafından
gösterilebilir?
En zor mesele,
münafıklar meselesi idi. Bunlar, inanmayanların bir grubuydu. Liderleri
Abdullah b. Übeyy'di. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Me-dineye
gelişinden az bir süre önce bütün şehir Abdullah b. Übeyy'in başkan yapılması
üzerinde anlaşmıştı. Bedir savaşından sonra, müslüman olduğunu ilan eden bu
şahıs, içinden kafirdi. Onun peşinden gidenler de aynı şekilde münafıkça müslüman
olmuş ve münafıklardan oluşan bir topluluk meydana getirmişlerdi. Bu insanlar
el altından Islama karşı türlü planlar hazırlıyor, her çeşit şirretliği yapıyorlardı.
Kureyş ile ve Islama karşı olan diğer kabilelerle gizlice anlaşıyor ve onlara
müslümanların sırlarını haber veriyorlardı. Bütün bunlara rağmen dış görünüşte
îslâmın emir ve buyruklarını yerine getiriyorlardı. Cuma günü cemaate
katılıyor, müslümanlarla birlikte savaşa gidiyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem onların neler yaptıklarını, ne dolaplar çevirdiklerini ve
hepsinin isimlerini biliyordu. Fakat şeriatın ve ilahî hukukun hükümleri
gönüllerde saklananlar olmayıp saldırı olarak görünen hareket ve davranışlar
hakkında olduğundan Hz. Peygamber onlara kâfirlere ait hükümleri uygulamıyordu.
işin buraya kadarı, şeriatın ve ilahî hukukun işiydi. Ama merhamet fışkıran bir
gönlün ve Hz. Peygamber'in bağışlayıcılığının, yumuşak kalpliliğinin gereği
olarak da Allah Resulü onlara karşı daima güzel ahlâkla davranıyordu.
Bir keresinde
müslümanlarla birlikte savaşa gittiklerinde muhacir bir müslü-man, bir ensarîye
tokat atmıştı. Ensarî, "Yetişin ey ensâr!" diye bağırdı. Muhacir de,
muhacirleri imdada çağırdı, iki grup arasında kılıçlar çekilmek üzereydi. Hz.
Peygamber'in haberi oldu ve hemen araya girerek "Bunlar ne biçim câhiliye
hareketleri!" buyurdu. Bunun üzerine her iki taraf olduğu yerde kaldı.
Abdullah b. Übeyy olayı duyunca "Medine'ye varır varmaz aşağılık
müslümanlan oradan çıkaracağım" dedi. Arkadaşlarına da "İşin kolayı
var. Sizler Medineli ensar olarak Mekkeli muhacirleri kollayıp desteklemekten
elinizi çektiğiniz an onlar kendiliklerinden mahvolurlar" dedi. Nitekim
bu olay Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmıştır:
"Onlar,
"Peygamber'le birlikte olanlara yardım etmeyin de darmadağın olsunlar"
diyen kimselerdir." (Münâfikun 63/7)
"Onlar,
"Medine'ye geri dönünce şerefli olan —bizler— o aşağılık insanları mutlaka
çıkaracaktır" derler." (Münâfikun 63/8)
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem Abdullah b. Übeyy'i çağırmak üzere bir adam gönderdi
ve bu sözleri neden söylediğini sordu. Abdullah b. Übeyy kesin şekilde inkar
etti ve bunların hiçbirini söylemediğini ileri sürdü. Hz. Ömer (ra) o an
oradaydı. "Ey Allah Resulü izin ver de şu münafığın boynunu uçurayım"
dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise ona: "Sonra insanlar,
Muhammed sallallahu aleyhi vesellem kendi arkadaşlarını öldürüyor diye
propanganda ya- -arlar" buyurdu.[132]
Uhud savaşında
Abdullah b. Übeyy, savaş tam başlayacağı sırada üçyüz adamıyla birlikte geri
çekildi. Bu hareketiyle müslümanların gücüne büyük bir darbe indirdi. Yine de
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu bağışladı ve daha önce Abbas
(ra)'a kendi elbisesini verdiği için öldüğü zaman buna karşılık Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem de, müslümanların rızası olmamasına rağmen kendi
mübarek gömleğini ona giydirerek defnetti."[133] [134]
Hz. Peygamber'in
herkesi kucaklayan engin ahlâkı karşısında inananla inanmayan, dostla düşman,
akraba ile yabancı arasında fark yoktu. Lütuf ve merhamet bulutu çöllere de,
vadilere de eşit yağıyordu. Yahudilerin Hz. Peygamber'e ne kadar
amansız düşman olduklarının delilleri,
Hayber savaşına kadar süren her savaş ve olayda görülmektedir. Fakat Hz.
Peygamberin onlara karşı tutumu uzun süre, "kendileri hakkında ayrı bir
hüküm inmemiş olan meselelerde onları takîid etme ve Tevrat'taki hükümleri
uygulama" şeklinde devam etmiştir.[135]
Bir gün yahûdînin biri
çarşıda yüksek bir sesle "Hz. Musa (as)'ı bütün peygamberlere üstün kılan
Allah'a yemin ederim ki" dedi. Sahabeden biri de orada duruyordu. B\ı
sözü işitince dayanamadı ve o yahûdîye, "Muhammed sallallahu aleyhi
vesellem'e de mi?" diye sordu. O yahûdî de, "Evet" dedi. Bunun
üzerine sahabî öfkesini yenemeyerek ona sert bir tokat attı. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesel-lem adalet ve ahlâkta düşmanlara da aynı değeri
verdiğinden o yahûdî doğru Allah Resûlü'nün huzuruna gitti ve olayı olduğu
gibi anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, o
sahabîye kızgınlığını belirterek öyle yapmaması gerektiğini bildirdi.[136]
Yahudilerden birinin
çocuğu hastalanmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hasta ziyaretine
önem verdiği için onu yoklamaya gitti ve hal hatır sorup "Geçmiş
olsun!" dedikten sonra o genci Islama davet etti. Genç yahûdî, babasına
baktı. Sanki babasının razı olup olmadığını öğrenmek istiyor gibiydi. Babası
ona, "O ne diyorsa yerine getir" dedi. Bu söz üzerine genç kelime-i
şehâdet getirerek müslüman oldu.[137]
Bir gün yoldan bir
yahûdînin cenazesi geçiyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu
görünce ayağa kalktı.[138]
Bir keresinde birkaç
yahûdî, Allah Resûlü'nün huzuruna geldiler ve saygısız bir tarzda
"es-Selâmü aleyküm" diyecekleri yerde "es-Sâmü aleyküm=Ölüm üzerine
olsun" dediler. Bunu duyan Hz. Aişe (ra) hiddetlenerek onlara ağır bir
cevap verdi. Fakat Hz. Peygamber (sa) onu bundan menederek; "Ey Aişe,
dilini kötü kelimelere alıştırma, yumuşak kelimeler söyle. Allah Teâlâ
herşeyde yumuşaklığı sever" buyurdu.[139]
Allah Resulü,
yahûdîlere iyi davranıp adelet gösterirdi, onların haşin ve yersiz baskılarına
ve acı sözlerine sabrederdi. Yahudilerle müslümanlar arasında alış verişlerde
ve sosyal meselelerde bir anlaşmazlık çıkarsa haksız yere müslümanların
kayırıcısı olmazdı. Nitekim bu konuda çeşitli örnekler vardır ve önceki
başlıklar altındaki konularda geçmiştir. Bir gün bir yahûdî, Hz. Peygamber'e
gelip "Ey Muhammed! Bak bir müslüman bana tokat attı" diye şikayet
etti. Hz. Peygamber o müslümam
hemen çağırtarak şiddetle tenkid etti. Bir daha böyle hareket etmekten menetti.[140]
Necrân'dan gelen
hıristiyan heyeti Medine'ye girdiğinde Hz. Peygamber sallal-lahu aleyhi
vesellem onları bizzat kendisi ağırladı. Peygamber Mescidi'nde kendilerine yer
verdi. Hatta onların kendi adetlerine göre mescidde ibadet etmelerine de izin
verdi. Diğer müslümanlar onların mescidde ibadet etmelerine engel olmak isteyince
Hz. Peygamber onlara engel olarak ibadet etmelerini sağladı.
Yahûdî ve
hıristiyanlarla birlikte yemek yemeye, su içmeye ve onlarla evlenmeye izin verdi.
Onlara İslâm şeriatından ayrı özel hükümler uyguladı. [141]
Müslümanlar arasında
zengin de vardı, fakir de vardı. Kabile başkanları da vardı, kimsesiz biçâreler
de vardı. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hepsine eşit
yaklaşırdı. Hatta dünya nimetlerinden ve servetinden mahrum olmak, gönüllerinde
bir eziklik meydana getirmesin diye kimsesizlere ve fakirlere karşı daha tatlı
ve yumuşak davranırdı. Bir gün insan olma sonucu olarak bu prensibine aykırı
bir harekette bulununca Allah tarafından uyarılmış ve sorguya çekilmiştir. Daha
Mekke'de iken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'le birlikte, birkaç
Kureyş ileri geleni oturmuş konuşuyorlardı. Hz. Peygamber onları İslama davet
ederken, görme özürlü bir kimsesiz olan Abdullah b. Ümmü Mektûm çıkageldi ve o
adamların yanına oturarak Hz. Peygamber'le konuşmaya başladı. Kureyş ileri
gelenleri aşırı kibirli ve gururlu olduklarından bu beraberlik ve birarada
konuşma hoşlarına gitmedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, tbn-i Ümmi
Mek-tum'un yüzüne bakmadı. Kureyş'in bu azgınları İslâm mutluluğunu seçerek
iman ederler ümidiyle onlarla konuşmayı sürdürdü. Ama Allah Teâlâ bu ayırım ve
farklı davranışı beğenmedi ve şu âyetler indi:
"Surat astı ve
yüz çevirdi; kendisine o kör geldi diye. Nerden biliyorsun? Belki o, temizlenip
arınacak ya da öğüt alacak. Böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak.
Kendini herşeyden müstağni görene gelince, işte sen onda yankı uyandırmaya çalışıyorsun.
Onun temizlenip arınmasından sana ne? Ama koşarak sana gelen ki o, içi
titreyerek korkar bir durumdadır. Sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun. Hayır!
O Kur'an bir öğüttür. Artık dileyen, düşünüp öğüt alsın." (Abese 80/1-12)
Bu kimsesiz ve yoksul
insanlar Islâmın ilk fedaîleri ve bağlıları olmuşlardı. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem onları alarak Kabe'de namaz kılmaya gittiği zaman
Kureyş liderleri onların görünüşteki basitliklerine bakarak şöyle diyorlardı:
"O azgın kibirli kafirler "Allah'ın bizi bırakıp da aramızdan
kendilerine lütufta bulunduğu kişiler bunlar mı?" dediler." (En'âm
6/53)
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem onların bu alaylarını gönül hoşluğu ve sabırla
karşılardı.
Sa'd b. Ebî Vakkâs
(ra)'ın yaratılışında az da olsa bir üstünlük duygusu vardı. O kendini fakir ve
kimsesizlerden üstün kabul ederdi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bir
gün ona hitap ederek: "Sana nasip olan rızık ve zafer, işte bu kimsesiz
ve fakir kimseler sayesinde olmaktadır" buyurdu.
Üsâme b. Zeyd (ra) bir
gün şöyle buyurdu: "Cennet kapısına durarak baktığımda daha çok kimsesiz
ve yoksul insanların girdiğini gördüm."[142]
Abdullah b. Amr b.
el-As şöyle rivayet ediyor:"Bir gün Peygamber mescidinde oturuyordum.
Kimsesiz muhacir müslümanlar grubu da bir halka yapmış öte tarafta oturuyordu.
O sırada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çıkageldi ve onların arasına
oturdu. Bunu görünce ben de yerimden kalktım ve gidip yanlarına oturdum. Allah
Resulü "Fakir muhacirlere müjdeler olsun ki onlar zenginlerden kırk yıl
önce cennete gireceklerdir" buyurdu. Abdullah b. Ömer diyor ki: "Bunu
duyunca sevinçten yüzlerinin güldüğünü, çehrelerinin neşeden parladığım gördüm
ve, "Keşke ben de onlar arasmda olsam" diye içimden geçirdim."
Hz. Peygamber bir topluluk
arasında oturuyordu. O sırada önünden bir kişi geçti. Yanında oturan birine:
"Şu adam hakkında kanaatin nedir?" diye sordu. O kişi de, "Bu,
ileri gelenlerden biridir, Allah'a andolsun ki birinin kızını istese hemen
verirler, biri için şefaatçi olsa arzusu hemen yerine getirilir" dedi.
Bunu duyan Hz. Peygamber sustu. Bir süre sonra, önlerinden başka bir adam
geçti. Hz. Peygamber yine aynı kişiye "Peki bunun hakkında ne
diyorsun?" buyurdu. O da bu sefer: "Ey Allah Resulü! Bu, muhacirlerin
fakirlerindendir. Birinin kızını istese reddedilir. Birine aracı olsa dileği
kabul edilmez, birşeyler söylese sözüne itibar edilip dinlenilmez" dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: :"Yeryüzü
doluşunca bu üstün seviyedeki zengin adam olsa, bu yoksul ve kimsesiz insan
hepsinden daha hayırlıdır" buyurdu.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem dualarında sık sık: "Ey Rabbim beni fakir
yaşat, fakir dirilt ve kıyamette fakirlerle beraber hasret" buyururdu. Hz.
Aişe (ra), "Ey Allah Resulü neden böyle dua ediyorsunuz?" diye
sorunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Onlar, zenginlerden
önce cennete girecekler de o yüzden" buyurdu. Sonra sözüne şöyle devam
etti: "Ey Aişe hiçbir yoksulu kapıdan eli boş çevirme, bir kuru hurma da
olsa ver. Ey Aişe! Fakirleri kendine yakın kılar da onları seversen Allah da
seni kendine yakm kılar" buyurdu.
Bir keresinde birkaç
fakir müslüman Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek, "Ey Allah Resulü! Zengin
kişiler kıyamet günü de derece bakımdan bizden ileri olacaklar. Bizim gibi
onlar da namaz küıp oruç tutuyorlar. Ama biz fakirliğimizden dolayı zekat,
sadaka ve hayırlar yoluyla onların kazandıkları sevapları kazanamıyoruz"
dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Size
bir-şey öğreteyim mi? Bunun sayesinde ilerde olanlarla beraber olur, geride
kalanların önüne geçer ve hiçkimse sözünde size eşit olamaz" buyurdu.
Onlar da, "Öğret ey Allah Resulü" dediler. Bunun üzerine Hz.
Peygamber, "Her namazda otuzüç kere "Sübhânallah, Elhamdülillah ve
Allahü Ekber" demeye devam edin" buyurdu.
Birkaç gün sonra bu
insanlar tekrar Hz. Peygambere geldiler ve "Ey Allah Resulü! Zengin
kardeşlerimiz de bunu duymuşlar ve onlar da okumaya başlamışlar" deyince
Hz. Peygamber: "Bu, Allah'ın bir îütfudur, dilediğine verir" buyurdu.[143]
Zengin müslümanlardan
toplanan zekât, o bölgenin fakirlerine dağıtılırdı. Pey-gamberimiz'in ashabı bu
prensibe o kadar uyuyorlardı ki bir yerden topladıktan zekâtı başka bir yere
göndermeyip oradaki ihtiyaç sahiplerine dağıtıyorlardı.
Medine'nin
bitişiğindeki "Avâlî" denen yerde ağır hasta fakir bir kadın vardı.
Kadıncağızın iyileşme ihtimali de uzak görünüyordu. Hz. Peygamber, kadının ölümünden
haberdâr edilmesini, cenaze namazmı bizzat kendisinin kıldıracağını söyledi.
Kadın Hz. Peygamberin tam istirahat zamanı olan yatsı namazından sonra son
nefesini verdi. Sahabe Hz. Peygamberin rahatsız edilmemesi ve istirahatinin
bozulmaması için haber vermeden kadını defnettiler. Sabah olunca Hz. Peygamber
kadının durumunu sordu. Onun ölüp defnedildiğini öğrenince ashabmı alarak kadının
mezarına gitmiş ve tekrar cenaze namazını kıldırmıştı.[144]
Cerîr (ra) anlatıyor:
Bir gün Resûl-i Ekrem'le beraber otururken bir kabile bütün nüfusuyla
misafirliğe gelircesine Hz. Peygamber'i ziyarete gelmişlerdi. Gelenler çok
yoksul ve perişandı. Üstleri başları yırtıktı. Çoğunun üzerinde elbise diye
birşey yoktu. Küçük bezlerle bazı yerlerini örtmüşler, geri kalan yerleri
çıplaktı. Ayaklarında ayakkabı yoktu, başları kabak, omuzlarına kılıçlarını
asmışlar toz toprak içinde karşımıza dikilmişlerdi. Onların bu durumunu gören
Hz. Peygamber çok üzüldü, içi parçalandı ve yüzünün rengi değişti. Izdırap
içinde evine girip çıkmaya başladı. Sonra Bilâl-i Habeşî'ye ezan okumasmı
emretti. Namazdan sorira bir hutbe okuyarak bütün müslümanları onlara yardıma
çağırdı.[145] [146]
Can düşmanlarmı ve
kalleşçe saldıranları affetme ve bağışlama örnekleri, peygamberlerin nurlu
hayatlarını ve benzersiz güzel ahlâklarını anlatan sayfalardan başka
nerede görülebilir? Hz. Peygamber hicret
edeceği gece Kureyş kafirleri yaptıkları toplantıda, "Sabahleyin Muhammed
sallallahu aleyhi vesellem'in başını uçurarak bu işi bitirelim" diye karar
vermişlerdi. O yüzden düşmanlardan bir grup gece boyunca Hz. Peygamber'in
evini kuşatma altında tuttu. O sırada Hz. Peygamberin bu düşmanlardan intikam
alma gücü yoktu. Ama öyle bir zaman geldi ki bunların hepsi yenilerek
müslümanların eline düştü. Hemen hepsi, Islâmın kılıcı altında boyunlarının
vurulmasını bekliyordu. Hayatları sadece Hz. Peygamber'in merhamet ve
bağışlamasına bağlıydı. Herkes çok iyi bilir ki bu insanlardan hiçbiri Hz. Peygamber'in
şahsına yaptıkları o geçmiş zulümlerden dolayı öldürülmemiştir.
Hz. Peygamber hicret
ettiği gün Kureyş onun başına büyük bir mükâfaat koymuş, Cnu diri veya ölü
getirene büyük mükâfaat vaadetmişti. Bu mükâfaat o gün benzeri az görülen yüz
deve tutarında bir mükâfaattı.
Sürâka b. Cü'şûm bu
düşünceyle rüzgar gibi uçan atma binerek yola çıkan ve elinde mızrağıyla Hz.
Peygamber'e yaklaşan ilk kişiydi. Uçarcasına giden atıyla Hz. Peygamber'e çok
yaklaşmış ve birkaç kere hamle ederek öldürmek istemiş, birkaç kez bunu
denemiş ama hiçbirinde hedefine ulaşamamıştı. Karşısında korkusuzca duran ve
kendisine merhametle bakan yüce Peygamber'in tarif edilmez vakar, huzur ve
güven dolu çehresine baktıktan sonra mucizevî bir etkiyle içindeki duygular
değişmiş, kötü düşüncesinden dolayı tevbe etmiş, Hz. Peygamber'den kendisine
emân verildiğini bildiren bir yazı yazılıp verilmesini istemişti. Nitekim bu
belge yazılıp kendisine verildi.[147] Bu
olaydan sekiz yıl sonra Mekke'nin fethi sırasında, müslümanlığı kabul ederek
İslâm ümmeti arasına girdi. Geçmişte işlediği suçtan dolayı kendisine tek bir
kelime dahi söylenmedi.
Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber'in
azılı düşmanıydı. Kureyş kabilesi Bedir savaşında öldürülen adamlarının ve
liderlerinin intikamını alma ateşiyle yanıp tutuşurken Safvân b. Ümeyye, ona
büyük bir mükâfaat vaadetti. Umeyr kılıcını zehire bulayarak Medine'ye geldi.
Oraya ulaşıp şehre girmesiyle birlikte halinden kuşkulanan insanlar kendisim
tanıdılar. Ömer (ra) onun üzerine atılıp parçalamak istediyse de Hz. Peygamber
engel oldu. Umeyr b. Vehb'i yanına oturtarak kendisiyle konuştu ve gizli
niyetini yüzüne vurdu. Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber tarafından niyetinin
bilinmesine şaşarak derin bir sessizliğe büründü. Hz. Peygamber de kendisini
öldürme niyetiyle gelmiş bu adama hiçbir şey yapmadı. Sözle dahi olsun hiçbir
hakarette bulunmadı. Bunu gören Umeyr b. Vehb müslüman oldu. Mekke'ye dönerek
îslâmı yaymaya çalıştı.[148] Bu
olay Hicret'in 3. yılında olmuştu.
Bir keresinde Hz.
Peygamber bir gazveden dönüyordu. Bir ovadan geçiyorlardı ve sıcak çok şiddetli
idi. İnsanlar ağaçların altmda uzanıp istirahata çekildi. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem de bir ağacın altında dinlenmeye çekilerek kılıcını
bir dala astı. Kafirler fırsat bekliyordu. Müslümanların bu istirahat anını
fırsat bilerek bir bedevi geldi ve kılıcı habersizce daldan aldı. Kınından
çıkarıp kaldırdığı sırada Hz. Peygamber uyandı. Bir adamın yalın kılıç
karşısında dikildiğini gördü. Bedevi, Hz. Peygamberin uyanıp kedisine
baktığını görünce; "Haydi Muhammedi Söyle bakalım, seni elimden kim
kurtarabilir?" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
"Allah!" buyurdu. Bu korkusuz ve etkili söz bedevi üzerinde öyle bir
etki yaptı ki şaşkın şaşkın kılıcı kınına koydu. Tam bu sırada sahabe yetişti.
Hz. Peygamber onlara olayı anlattı. Bedeviye de hiçbir ceza vermedi, intikam
almadı."[149]
Yine bir gün başka
biri Hz. Peygamberi öldürmek istedi. Sahabe onu yakalayarak Hz. Peygamberin
huzuruna getirdiler. O kişi, Hz. Peygamberi görünce dehşete kapıldı. Allah
Resulü sallallahu aleyhi vesellem adama hitap ederek: "Korkma, beni
öldürmek istemiş olsan bile öldüremezdin" buyurdu.
Hudeybiye barışı
sırasında bir ara seksen kişilik bir ekip yüzlerini kapatarak Ten'îm tepesinden
inip geldiler ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i gizlice öldürmek
istediler. Tesadüfen yakalanarak Hz. Peygamber'e getirildiler. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem onları serbest bıraktı ve kendilerine hiçbir kötülük yapmadı.
Kur'an-ı Kerim'in şu âyeti bu olayla ilgili olarak nazil olmuştur:[150]
"Bir kötülük
yapmak için onların elini sizden, sizin elinizi de onlardan engelleyen, o
Allah'tır." (Fetih 48/24)
Hayber'de bir yahûdî
kadın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yemeğine zehir koymuştu.
Yemeği tadınca Allah Resulü zehir konduğunu anladı. Kadını çağırtarak
sorgulayınca, yemeğe zehir koyduğunu itiraf etti. Ama Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem hiç kimseye en ufak bir kötülük yapmadı. Zehrin tesiriyle
sahabeden biri vefat edince kadına kısas cezası verildi. Kendi şahsı için hiç
kimseye ceza vermedi. Halbuki Hz Peygamber bu zehrin tesirini ölünceye kadar
hissetti.[151] [152]
insanın, düşmanları
hakkında beddua etmesi yaratılıştan gelen normal bir davranıştır. Ama
peygamberlerin seviyesi diğer insanlardan çok çok üstün olduğu için,
kendilerine sövüp sayan insanlara bile hayır dua etmişler, kanlarına susamış
amansız düşmanlarına sevgi ve merhametle karşılık vermişlerdir. Hicret'ten önce
Mekke'de müslümanlara ve hatta Hz. Peygamber'e ardı arkası kesilmeyen zulümler
yapılıyordu. İnsanın bu acı destanı aradan o kadar sene geçtikten sora bile yüreği
sızlamadan anlatabilmesi için katı kalpli olması gerekir. O günlerden birinde,
sahabeden Habbâb b. Eret (ra), "Ey Allah Resulü! Düşmanlar hakkında beddua
ediniz" dedi. Bunu duyan Hz. Peygamberin yüzü kıpkırmızı oldu.[153] Bu
istekten hiç hoşlanmadı. Bir keresinde bir kaç sahabi birleşerek geldiler ve
benzer istekte bulundular. Ama Hz. Peygamber, "Ben, lanet etmek için değil
rahmet olmak için gönderildim" buyurdu.[154]
Üç yıl boyunca
Mekke'nin bir deresinde kendisini ve sülâlesini kuşatma altında tutan Kureyş
kabilesi, çocuklar açlıktan feryad ederken, büyükler ot ve ağaç kabukları
yemek zorunda kalırken Allah Resûlü'ne ve ailesine tek bir buğday dânesini dahi
ulaştırılmasına engel olmuştu. Onların hiçbir vicdana sığmayan bu zulümleri
karşısında ellerini, herşeyin görgü ve bilgisi altında cereyan ettiği Allah'a
kaldırıp dua eden Yüce Peygamber'in geri çevrilmeyen duası sayesinde Yüce Mevlâ
Kureyş üzerindeki rahmet bulutunun gölgesini çekmiş ve Mekkke'de müthiş bir
kıtlık baş-göstermiş, insanlar kemik ve leş yemeye başlamışlardı. Ebu Süfyân
Hz. Peygam-ber'e giderek, "Muhammed! Kavmin mahvolup gidiyor, Allah'a dua
et de bu felaket kalksın!" diye yalvardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber
tereddüt göstermeden hemen dua için ellerini kaldırdı ve Allah'tan bu musibeti
kaldırmasını niyaz etti. Hz. Peygamber'in duası sayesinde müşrikler kıtlık
felaketinden kurtuldular.[155]
Uhud savaşında
düşmanlar Hz. Peygamber'e taş fırlattılar, ok yağdırdılar, kılıç salladılar,
mübarek dişini kırdılar, mübarek yüzünü kana boyadüar. Ama onların saldın've
hamleleri karşısında Hz. Peygamber'in arkasına sığındığı siper sadece şu dua
idi:
"Allahım!
Milletime hak yolu göster çünkü onlar bilmiyorlar."
Tâif, İslâm davetine
alay ve hakaretle karşılık vermişti. İslâm davetçisi Hz. Peygamberi
himayelerine almayı reddetmişti. Aynı Tâif, Hz. Peygamber'in mübarek ayağını
kan revan içinde bırakmıştı. Böyle bir durumda iken gaybdan süzülüp gelen bir
melek, "Emredersen dağları onların üzerine devireyim" dediğinde Hz.
Peygamber'in verdiği cevap: "Belki bir gün onların soyundan Allah'a
ibadet eden biri çıkar"[156]şeklinde
olmuştu. Bu olaydan on-oniki yıl sonra aynı Tâif İslâm davetine ok, kılıç ve
mancınıkla cevap vermekteydi. îslâm fedaileri olan sahabe peşpeşe şe-hid olup
yere düşmektedir. Sahabe Hz. Peygamber'e gelerek "Ey Allah Resulü! Onlara
beddua ediniz" diye ricada bulunmaktadırlar. Bunun üzerine dua etmek üzere
ellerini kaldırınca insanlar, Hz. Peygamber'in onlar hakkında beddua edeceğini
sanmışlardı. Ama O'nun mübarek dilinden şu kelimeler dökülmüştü:
"Ey Rabbim! Sakîf
kabilesine —Tâifliler'e— îslâmı nasip et ve onları Medine'ye dost olarak
getir."
Savaş alanında
hedefine ulaşmayan ok, Medine'de mescidin avlusunda Hz. Peygamber'in mübarek
ağzından çıkarak tam hedefini buldu. Yani onlar Medine'ye gelerek misafir
edildiler ve kendileri için edilen o dua sayesinde Peygamber Mescidi'nde
müslüman oldular.[157]
Devs kabilesi Yemen'de
yaşardı. Tufeyl b. Amr ed-Devsî (ra) kabile reisiydi. Kendisi çok önceden
müslüman olmuştu ve uzun süreden beri de kabilesini müslüman olmaya
çağırıyordu. Ama onlar inatla küfürlerinde devam ettiler. Çaresiz kalarak, Hz.
Peygamber'in huzuruna geldi ve kabilesinin durumunu arzederek onlara beddua
etmesini rica etti. Orada olanlar bunu duyunca "Devs'in sonu gelmiştir!"
dediler. Ama alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber'in ağzından çıkan
dua şöyleydi: "Ey Rabbim! Devs kabilesine hidayet nasip et ve onları
buraya getir."[158]
Ebu Hureyre (ra)'ın
annesi müşrikti. Annesini ne kadar ısrarla Islama davet edip müslüman olmasını
istese de o inatla reddederdi. Bir gün onu yine Islama davet etti. Bunun
üzerine annesi Hz. Peygamber'in sânına yakışmayan sözler söyledi. Ebu Hureyre
(ra) buna o kadar üzüldü ki ağlayarak Hz. Peygamber'in huzuruna geldi ve olayı
olduğu gibi anlattı. Allah Resulü ellerini kaldırarak: "Ey Rabbim! Ebu
Hureyre'nin annesine hidayet nasip et" diye dua etti. Ebu Hüreyre neşe
içinde eve döndü. Annesi kapıyı kapatmış içerde yıkanıyordu. Boy abdestini
aldıktan sonra kapıyı açtı ve ne-Şeli bir yüzle, büyük bir huzurla kelime-i
şehâdet getirmeye başladı.[159]
Abdullah b. Übeyy b.
Selûl hayatı boyunca münafık olarak kalmış bir kimseydi. Her fırsatta, Hz.
Peygamber ve müslümanlar aleyhine gizli komplolar kurmaktan ve açıkça
küçümsemekten ve ihanetten geri durmazdı. Kureyş kafirleriyle gizlice
mektuplaşırdı. Uhud savaşında, en kritik zamanda adamlarıyla birlikte islâm
ordusundan ayrılmıştı. îfk olayında Hz. Aişe (ra)'ya iftira edenlerin en önde
geleniydi. Bütün kişisel ve insanlarla ilgili suçlarım —Hz. Peygamber'in
şahsına ve ailesine karşı işlediği suçları— âlemlere rahmet olarak gönderilen
Hz. Peygamber'in yumuşak kalpliliği ve bağışlayıcılığı her zaman yıkadı.
Öldüğünde de Hz. Peygamber onun bağışlanması için cenaze namazı kıldı. Bunun
üzerine Hz. Ömer (ra); "Ey Allah Resulü, onun cenaze namazını
kılıyorsunuz. Halbuki o şöyle dedi, şöyle idi." dedi. Hz. Peygamber
bunları dinledikten sonra tebessüm etti ve: "Çekil ey Ömer" buyurdu.
Hz. Ömer sözlerinde fazla ısrar edince Hz. Peygamber: "Eğer bana kalsa,
yetmiş kez namaz kıldığım takdirde bu adamın bağışlanacağını bilsem, o kadar
hatta daha fazlasını kılardım" buyurdu.[160] [161]
Hz. Peygamber
çocuklara son derece şefkat gösterirdi. Seferden döndüğünde yolda karşılaştığı
çocukları kendi bineğine alır, önüne arkasına oturturdu. Yolda rastladığı
çocuklara Önce kendisi selam verirdi.[162]
Bir gün Hâlid b. Saîd,
Hz. Peygamber'in huzuruna geldi. Yanında küçük kızı da vardı ve kırmızı bir
elbise giymişti. Hz. Peygamber ona: "Sene! Sene!" buyurdu. Habeş
dilinde haseneye "sene" denirdi ve "güzel kız" anlamına
gelirdi. Kız Habeşistan'da doğduğu için bu ilişkiden dolayı Habeşistan
dilinden bir kelime olan "sene" kelimesini "hasene= güzel
kız" yerine kullanmıştı. Hz. Peygamber'in mübarek sırtında peygamberlik
mührü vardı. Kabarık bir et parçası şeklinde olduğu için her çocuk normal dışı
şeyler gördüklerinde onunla oynamaya başlarlar. O da peygamberlik mührüyle
oynamaya başladı. Hâlid azarlayarak öyle yapmamasını istediyse de Hz. Peygamber
ona engel oldu ve "Bırak oynasın" buyurdu.[163]
Bir keresinde Hz.
Peygamber'e bir yerden kumaş geldi. Arasında iki tarafı işlemeli bir de elbise
vardı. Hz. Peygamber yanındakilere; "Bu elbiseyi kime vereyim?"
deyince hiç kimse cevap vermeyerek sustu. Bunun üzerine Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem "Ümmü Hâlid'i getirin" buyurdu.[164]
Ümmü Halid getirilince elbiseyi ona giydirdi ve iki kez "Bunu giy,
üzerinde eskisin" buyurdu. Elbisede bulunan çiçek işlemesini
parmaklarıyla göstererek "Ümmü Hâlid! Bak bu güzel, bu çok güzel!"
diyordu. Yukarıda da geçtiği gibi Ümmü Hâlid Habeşistan'da doğmuştu ve birkaç
yıl orada kalmıştı. O yüzden de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona
Habeş dilinde "sene" Arap dilinde de "hasene= güzel kız" anlamına
gelen kelimeyle hitap etmişti.
Sahabeden biri
anlatır: "Çocukluğumda ensarm hurmalığına gider ve ağaç çubuklarla
vurarak hurma düşürürdüm. Bir defasında insanlar beni yakalayıp Hz. Peygamber'e
götürdü. Hz. Peygamber, "Neden çubukla vuruyorsun?" diye sordu. Ben
de "Hurmaları düşürüp yemek için" deyince Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem; "Olgunlaşıp kendiliğinden yere düşen hurmaları ye, çubuk
vurma" diyerek başımı okşadı ve dua etti.
Anne ve çocuk
sevgisiyle ilgili olaylar Hz. Peygamber üzerinde derin etki yapardı. Bir gün
çok fakir bir kadın Hz. Aişe'nin yanına geldi. Yanında küçücük iki kız vardı. O
sırada Hz. Aişe'nin evinde bir köşede duran tek hurmadan başka hiçbir şey
yoktu. Onu alıp o kadma verdi. Kadın hurmayı ikiye bölüp yanındaki iki kız
çocuğuna eşit şekilde verdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem eve
geldiğinde Aişe (ra) bu olayı kendisine anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
"Allah, bir kimseyi evlat sevgisiyle imtihan eder de o kimse bu sevgiyi
hakkıyla gösterirse, o kişi cehennemden korunmuş olur'" buyurdu.[165]
Enes (ra) anlatmıştır:
"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem her zaman şöyle buyururdu:
"Namaza başlarken namazı geç bitirmeye niyetlenirdim. Ansızın saflar
arasından bir çocuğun ağlama sesi gelince namazı kısaltırdım. Annesine
haksızlık olabilir diye böyle yapardım/[166]
Hz. Peygamber'in bu
sevgi ve şefkati müslüman çocuklarla sınırlı değildi. Aksine müşriklerin
çocuklarına da aynı şekilde şefkat gösterir, ilgi duyardı. Bir keresinde bir
savaşta birkaç çocuk kargaşa sırasında öldürüldü. Hz. Peygamber olayı haber
alınca çok üzüldü. Sahabeden biri, "Ey Allah Resulü! Onlar müşrik çocuklarıydı"
deyince Hz. Peygamber: "Müşrik çocukları bile olsalar, çocuklar her zaman
temizdir. Dikkat edin kesinlikle çocukları öldürmeyin, dikkat edin kesinlikle
çocukları öldürmeyin. Her canlı Allah'ın yarattığı temiz fıtrat üzere
doğar" buyurdu."[167]
Bir yerden taze
meyveler getirildiğinde Hz. Peygamber, bunları yanında bulunanlar arasındaki
en küçük yaşta olanlara ikram ederdi. Çocukları öpüp severdi. Bir gün bu
şekilde çocukları severken bir bedevi geldi ve: "Sen çocukları seviyorsun,
benim on çocuğum var. Şu ana kadar hiçbirini böyle okşayıp sevmedim" dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Allah Teâlâ senin
kalbinden sevgiyi çekip almışsa ben ne yapayım?" buyurdu.[168]
Câbir b. Sümre (ra)
sahabedendi. Çocukluğuna ait bir olayı şu şekilde anlatıyor: "Bir gün, Hz.
Peygamber'in arkasında namaz kıldım. Namazı bitirdikten sonra Hz. Peygamber
evine doğru yürüyüp gitti. Ben de O'nun arkasından yürüdüm. Bu arada o
taraftan birkaç çocuk daha çıkıp geldi. Hz. Peygamber onlarla birlikte beni de
sevdi.
Hicret sırasında Hz.
Peygamber Medine'ye giriyordu. Ensarın kız çocukları evlerinin kapılarından
çıkarak şarkılar söylüyorlardı. Hz. Peygamber onların yanından geçerken
"Ey kız çocukları! Beni seviyor musunuz?" diye sordu. Hepsi de
"Evet ey Allah Resulü!" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
"Ben de sizi seviyorum" buyurdu.
Hz. Aişe küçük yaşta
Allah Resulü'nün evine gelin gelmişti. Mahallenin kız çocuklarıyla oyun
oynardı. Hz. Peygamber eve geldiğinde kız çocukları ondan çekinip şuraya
buraya saklanırlardı. Hz. Peygamber ise onları teskin eder, oyunlarına devam
ermelerini sağlardı.[169] [170]
Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem kölelere özel bir şefkat gösterirdi. Her zaman "Onlar
sizin kardeşlerinizdir. Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden
onlara da giydirin" derdi. Hz. Peygamber kendisine verilen köleleri her zaman
azad ederdi. Ama onlar Allah Resûlü'nün lütuf ve kerem zincirlerinden kendilerini
azad edemezlerdi. Fiziken ve sosyal olarak azad olurlar, ama kalpleri ve
gönülleri Hz. Peygamber'in muhabbet zincirine bağlanıp kalırdı. Anne,
babalarını, kabilelerini ve bütün bağlarım kopararak hayatları boyunca Hz.
Peygamber'e köle olmayı şeref bilirlerdi. Zeyd b. Harise (ra) köle idi. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu azad etti. Babası onu almaya
gelmişti. Ama o, Allah Resûlü'nün rahmet kapısını babanın şefkat ve lütuf
gölgesine değişemedi. Babasıyla gitmeyi reddedip Hz. Peygamber'in yanma kaldı.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, Zeyd (ra)'ın oğlu Üsâme'yi o kadar çok severdi ki
bazen şöyle derdi: "Eğer Üsâme kız çocuğu olsaydı boynuna kolye, kulağına
küpe takardım". Öyle ki mübarek eliyle burnunu bile temizlerdi.
Köleler
"köle" kelimesini duyunca, kendilerini değersiz bir insan gibi
hissederlerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onların bu tür
duygulara kapılmaları şöyle dursun, üzülmelerini dahi istemezdi. Bu meyanda da
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hiç kimse onlara; "Benim kölem,
benim cariyem demesin. Aksine benim oğlum, benim kızım desin. Köleler de
efendilerine, "Sahibim, mâlikim" demesin. Sahib ve Mâlik yalnız
Allah'tır. Sadece "efendim" desin." Hz. Peygamber'in kölelere
karşı o kadar merhamet ve şefkati vardı ki ölüm döşeğinde bile son vasiyeti
"Köleler konusunda daima Allah'tan korkun!" buyruğu olmuştur.
Ebû Zer (ra) çok önceden
müslüman olmuş bir sahabî idi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, onun
doğru sözlülüğünü överdi. Bir gün azad olmuş bir acem köleye ağır ve çirkin
sözler söyledi. Köle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e giderek şikayet
etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Ebu Zer'i azarladı ve şöyle
buyurdu: "Cahiliye sende hâlâ devam etmektedir. Bu köle senin kardeşindir.
Allah Teâlâ sana onun üzerinde üstünlük bahşemiştir. Eğer senin yapma uygun
düşmüyorsa sat gitsin. Allah'ın kuluna eziyet edip durma. Kendin yediğinden
onlara yedir, kendi giydiğinden onlara giydir. Yapamayacakları işler yükleme.
Onlara kendinin de katılıp yardımcı olacağm işler ver" buyurdu.[171]
Bir gün Ebû Mes'ud
el-Ensarî (ra) kendi kölesini döverken arkasından bir ses geldi: "Ebu
Mes'ud! Bu köle üzerinde ne kadar söz sahibiysen, Allah senin üzerinde ondan
daha fazla söz sahibidir. Ebu Mes'ud (ra) sesin geldiği tarafa dönüp bakınca
bunları söyleyenin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem olduğunu gördü ve
"Ey Allah Resulü! Bu köleyi Allah rızası için azad ettim" dedi. Hz.
Peygamber de: "Eğer böyle yapmasaydın cehennem ateşinde dağlanırdın"
buyurdu.
Adamın biri Hz.
Peygamber'in huzuruna geldi ve: "Ey Allah Resulü! Kölelerimin hatalarını
kaç kere affedeyim?" diye sordu. Hz. Peygamber sessiz kaldı. Adam aynı
soruyu tekrar sordu. Hz. Peygamber yine sessiz kalmayı tercih etti. Üçüncü kere
aynı şeyi sorunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Her gün
yetmiş kere affetmeye devam et" buyurdu.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem döneminde bir ailede yedi kişi vardı. Yedi kişinin
arasında bir tek cariye vardı. Bir gün o yedi kişiden biri bu kadın köleye taş
vurdu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem durumu öğrenince, "Onu
azad edin" buyurdu. Ailedekiler; "Ey Allah Resulü! Zaten biz yedi
kişiyiz ve bir tek bu hizmetçi kadın var" deyince Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem onlara: "Ne güzel! Kendisine ihtiyaç duyduğunuz sürece o
size hizmet edecek, ihtiyaç kalmayınca da azad olacak" buyurdu.[172]
Sahabeden birinin iki
kölesi vardı, ikisinden de çok şikayetçi idi. Onlara vuruyor, dövüyor, kötü
sözler söylüyordu. Ama ikisi de huylarından vazgeçmiyordu. O şahabı gelip
köleleri Hz. Peygamber'e şikayet etti ve ne yapması gerektiğini sordu. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Verdiğiniz ceza onların hatalarına
eşitse tamam, fazladan verdiğiniz cezalar miktannca Allah Teâlâ da size ceza
verecektir" buyurdu.
Bunu duyan şahabı
kendini kaybetti ve ağlayıp sızlamaya başladı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem bunun üzerine/ "Bu adam galiba Kur'an okumuyor" buyurdu ve
bir âyet okudu. Bunu dinleyen o kişi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'e: "Ey Allah Resulü! En iyisi ben onlan ayırayım. Siz şâhid olun
ki artık onlar azad olmuştur" dedi.[173]
însanlar köleleri evlendiriyor,
istedikleri zaman da zorla boşatıyorlardı. Nitekim biri cariyesini erkek
kölesiyle evlendirmişti. Sonra onları birbirinden ayırmak istedi. Köle Hz.
Peygamber'e gelerek şikayet etti. Hz. Peygamber de minbere çıkarak şöyle
buyurdu: "insanlar neden köleleri evlendirdikten sonra onları ayırmak
isterler. Evlenme ve boşanma hakkı sadece kocanındır."[174]
işte bu şefkat ve merhametin etkisiyleydi ki, pek çok kafirin kölesi kaçıp Hz.
Peygamber'e geliyor, Hz. Peygamber de onlan azad ediyordu.[175]
Ganimet mallan dağıtılırken kölelere de pay ayırıyordu.[176]
Yeni azad olmuş kölelerin para pulları olmadığından devlet hazinesine ait
gelirlerden, herkesten önce bunlara belli bir pay ayırıp veriyordu. [177]
Dünya tarihi boyunca
bu zayıf sınıf —kadınlar— daima ezik kalmış, mağdur edilmiştir. O yüzdendir
ki, tarihin ünlü kişilikleri incelenirken, O'nun bu haksızlığa uğramış zümre
hakkındaki tutum ve görüşü mutlaka gözönüne alınmalıdır. İslâm, kadınlara
haklarını veren, şeref ve mevki sarayında onlara erkeklerle eşit yer veren ilk
dindir, islâm şeriatını getiren ve onu insanlar üzerinde ilk uygulayan Hz.
Pey-gamber'in hayatını incelerken O'nun kadınlara yaklaşımınınn nasıl olduğunu
da görmemiz gerekir.
Hz. Peygamber'in
"îlâ" (=Eşlerinden birkaç gün için ayrı kalmaya söz vermesi)
hakkında Sahih-i Buhârfde geçen hadiste Hz. Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir:
"Mekke'de iken kadınları değersiz varlıklar kabul ederdik. Medine'de ise
kadınların nisbeten bir değeri vardı. Fakat lâyık oldukları ölçüde
değildi."
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem kendi emir ve hükümleriyle onların haklarını ortaya
koyduğu gibi, kendi uygulaması bu hakları daha da belirgin hale getirmiştir.
Mübarek eşleriyle ilgili olaylar ayrıca anlatılmıştır. Burada Hz. Peygamber'in
kadınlara yaklaşımını içeren belirgin olaylara yer vereceğiz.
Hz. Peygamber'in
huzuruna her zaman erkekler akın ettiği için, kadınların bu konuşma, öğüt ve
nasihatleri dinlemeye, birtakım sosyal ve dini meseleleri sorup öğrenmeye
fırsatları olmuyordu. Kadınlar bir gün Hz. Peygamber'e gelerek, "Erkeklerle
birlikte oturamayacağımız için bize özel bir gün ayırmalısınız" diye istekte
bulundular. Hz. Peygamber onlarm bu isteklerini kabul etti ve toplanmaları için
özel bir gün belirledi.
Islâmın ilk günlerinde
Habeşistan'a hicret edenler arasında Esma bn. Umeys de vardı. Hayber
fethedildiği sırada Habeşistan muhacirleri Medine'ye geldiklerinde o da
gelmişi. Bir gün Hafsa (ra) ile görüşmeye gitti. O sırada Hz. Hafsa'nm babası
Hz. Ömer de orada bulunuyordu. Onu görünce "Bu kim?" diye sordu.
Peygamberimizin hanımı Hafsa (ra) babasını tanıtarak adını söyledi. Hz. Ömer
(ra): "Habeşistan'dan gelen, o deniz tarafından gelen siz miydiniz?"
diye sordu. Esma bn. Umeys buna karşılık, "Evet işte o" dedi. Hz.Ömer
bunun üzerine, "Biz sizden daha önce hicret ettik. O yüzden Hz.
Peygamber'e yakınlıkta bizim hakkımız sizden daha fazladır" dedi. Esma
(ra) bu söze çok kızdı ve "Asla öyle değildir. Sizler Allah Resulü
efendimizle birlikte kalıyordunuz. Açları O doyuruyordu. Halbuki biz ne
haldeydik? Evden uzakta, kimsesiz, Habeşîler arasında yaşıyorduk. İnsanlar bize
eziyet ediyordu ve hayatımız her an tehlikedeydi" dedi. Bunlar
konuşulurken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çıkageldi. Esma, "Ey
Allah Resulü! Ömer şöyle dedi" diyerek onun sözünü aktardı. Bunun üzerine
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona, "Sen ne cevap verdin?"
deyince konuşulanların hepsini anlattı. Hz. Peygamber buna karşılık,
"Ömer'in bana yakınlık hakkı sizden daha fazla değildir. Ömer ve
arkadaşları sadece bir kez hicret ettiler. Siz ise iki kere hicret
ettiniz" buyurdu.
Bu olay ve Hz.
Peygamber'in buyruğu etrafa yayılınca Habeşistan muhacirleri gruplar halinde
Esma (ra)'nın yanma gelir ve Hz. Peygamber'in buyruğunu tekrarlatarak dinlerlerdi.
Esma (ra) şöyle der: "Habeşistan muhacirlerini dünyada hiçbir-şey Hz.
Peygamber'in bu sözlerinden daha fazla sevindirmiş olamaz."[178] Hz.
Peygamber'in özel hizmetkârı olan Enes b. Mâlik (ra)'ın halasının adı Ümmü
Ha-ram'dı. Bu hanım, süt annesi tarafından Hz. Peygamber'in de halası oluyordu.
Hz. Peygamber Küba'ya her gidişinde mutlaka onu da ziyaret ederdi. Kadın çok
kere yemek getirip Allah Resûlü'nün önüne koyar, o da yemekten yerdi. Allah
Resulü uyurken o da saçlarının bakımını yapardı.[179]
Hz. Peygamber, Enes
(ra)'m annesi olan Ümmü Süleym'i çok severdi. Çoğu kere onun evine gider, o da
üzerine oturması için yaygılar serer, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
de istirahat ederek uyurdu. Hz. Peygamber uykudan uyanınca o mübarek kadm Hz.
Peygamber'in terlerini silerek alır bir şişede biriktirirdi. Öldüğü zaman
kefeni hazırlanırken Hz. Peygamber'in mübarek terinin kefenine sürülmesini
vasiyet etmişti.[180]
Bir gün Enes (ra)'ın
dadısı Müleyke, Hz. Peygamberi davet etti. Yemeği kendi eliyle hazırlamıştı.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yedikten sonra, "Gel sana namaz
kıldırayım" buyurdu. Evde tek kilim vardı, o da kullanıla kullanıla kararmıştı.
Enes (ra) önce onu güzel bir yıkadı, sonra namaz kılmak için serdi. Hz.
Peygamber imamlık yaptı. Enes (ra) ile dadısı ve bir de yetim köle saf tutarak
arkada durdu. Hz. Peygamber iki rekat namaz kıldırdıktan sonra evden ayrıldı.[181]
Hz. Ebu Bekir'in kızı
Esma (ra), Hz. Aişe'nin üvey kızkardeşi ve Zübeyr (ra)'ın eşiydi. Medine'ye
geldiklerinde Zübeyr'in bir atından başka hiçbirşey yoktu. Esma (ra) ata
yiyecek bulmak için vadiye gidip ot getirir ve yemek pişirirdi. Esma (ra), Hz.
Peygamber'in ikram ettiği Medine'den üç kilometre uzaklıktaki bahçeden hurma
salkımlarını tepesine koyarak getirir, bütün bu işleri bizzat kendisi yapardı.
Bugün yine böyle hurma salkımlarını tepesine koymuş gelirken Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem gördü. O anda Hz. Peygamber deveye binmiş haldeydi.
Onu bindirmek için deveyi çöktürdü. Esma (ra) da bu durumdan utandı. Hz. Peygamber
onun mahremiyetten dolayı utandığını görünce hiçbirşey demedi ve onu orada
bırakarak yoluna devam etti. Esma (ra) der ki: Daha sonra Hz. Ebu Bekir (ra)
seyislik yapıp atlara bakan bir hizmetçi gönderdi de sanki kölelikten kurtulmuş
gibi, o sıkıntıdan ve yük taşımaktan kurtuldum.[182]
Bir gün yakınları ve
akrabaları olan bir çok kadın oturmuş Hz. Peygamber sal-lallahu aleyhi vesellem
ile konuşuyorlardı. Hz. Ömer (ra) gelince hepsi kalktılar. Hz. Peygamber güldü.
Hz. Ömer, "Allah sizi daima neşeli kılsın, neden güldünüz?" dedi.
Hz. Peygamber, "Bu kadınlara hayret ettim. Senin sesini duyar duymaz
hepsi bir köşeye saklandı" buyurdu. Hz. Ömer (ra) onlara hitaben, "Ey
ömür törpüleri! Benden korkuyorsunuz da Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesel-lem'den neden korkmuyorsunuz?" dedi. Bunun üzerine hepsi; "Sen
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e göre daha sert huylusun"
dediler.[183]
Hz. Peygamber bir gün
Hz. Aişe (ra)'nın odasında yüzünü örtmüş uyuyordu. Bayram günüydü. Kız çocuları
tef çalıyor, şarkı söylüyorlardı. Hz. Ebu Bekir (ra) geldi. Hz. Peygamber'in
uyuduğunu onların da şarkı söyleyerek gürültü yaptıklarını görünce azarladı.
Bunu duyan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Bırak söylesinler,
onların bayram günüdür" buyurdu.[184]
Kadınlar, son derece
cüretle ve çekinmeden Hz. Peygamber'e soru sorar, meseleleri öğrenirlerdi.
Sahâbe-i kiram da onların bu cüretlerine hayret ederlerdi. Ama Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem hiçbir şekilde memnuniyetsizlik göstermezdi.
Kadınlar genellikle nazik
karakterli ve ince duygulu olduklarından Hz. Peygamber onları kırmamaya özen
gösterirdi.
Enceşe adlı
Habeşistanlı bir köle çok güzel "hudey" söylerdi. Yani devenin önünde
deveyi daha hızlı gitmeye sevkeden güzel bir nağme okur giderdi. Bir defasında
seferde Hz. Peygamberin mübarek eşleri birlikteydi. Enceşe de "hudey"
okuyup gidiyordu. Deve çok hızlı gitmeye başlayınca Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem, "Enceşe! Dikkat et şişeler —kadınlar— kırılmasın!"
buyurdu. [185]
Hz. Peygamber
hayvanlara karşı son derece merhametliydi. Araplar arasında bu dilsiz
varlıklara karşı uzun süreden beri yapılagelen zulme son verdi. Develerin
boynuna tasma takmak yaygın bir adetti.
Onu da engelledi.[186]
Canlı hayvanın vücudundan et parçası keserek alır ve onu pişirerek yerlerdi.
Bunu da şiddetle me-netti. Hayvanların kuyruğunu ve yelelerini kesmeyi de
yasakladı. "Kuyruk, onların sinekleri kovalayan yelpazesi, yeleler ise
yorganlarıdır" buyurdu. Hayvanları uzun süre koşulu olarak ayakta
bekletmeyi de yasakladı ve: "Hayvanların sırtlarını kendinize koltuk ve
istirahat yeri yapmayın" buyurdu." Hayvanların yarış için
dövüştürülmelerini de yasakladı. Bunun caiz olmadığını bildirdi. Araplar'in
acımasız bir adetleri de şuydu: Herhangi bir hayvanı bir yere bağlar, onu hedef
yaparak üzerinde ok talimatı yaparlardı. Hz. Peygamber bu vahşeti de kesinlikle
yasakladı.
Bir gün yolda yüzü
dağlanmış bir eşek gördü ve şöyle buyurdu: "Bunun yüzünü kim dağlamışsa
ona lanet olsun!" İşaretlemek veya bazı başka sebeplerden dolayı deve ve
keçileri dağlamak gerekebilirdi. Böyle bir durumda Hz. Peygamber hayvanların
çok nazik ve hassas olmayan yerlerini dağlatırdı. Enes (ra) der ki: "Bir
keresinde, keçilerin bulunduğu yere gitmiştim. Orada Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in, keçilerin kulaklarını dağladığını gördüm.[187]
Bir defasında Hz.
Peygamber sefere gidiyordu, insanlar bir yerde konakladılar. Orada bir kuş yuva
yapmış, içinde de yumurtaları duruyordu. Biri o yumurtaları aldı. Bunun üzerine
kuş telaşla uçmaya ve çırpınmaya başladı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem bunu görünce; "Kim bunun yumurtalarını yuvasından alarak ona
zulmetti?" diye sordu. Alan şahabı, "Ey Allah Resulü! Ben
yaptım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Onları aldığın yere
koy!" buyurdu.[188]
Sahabeden biri Hz.
Peygamber'in huzuruna geldi. Elinde beze sarılmış kuş yavruları vardı. Hz.
Peygamber ne olduğunu sorunca şahabı; "Bir çalılığın içinden sesler
geliyordu. Gidip baktığımda bu yavrular duruyordu. Ben de onları oradan aldım.
Anneleri bunu görünce tepemde uçarak çırpınmaya başladı" dedi. Bunun
üzerine Hz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Git ve yavruları oraya
koy da gel" buyurdu.[189]
Bir keresinde yolda
aşın zayıflıktan dolayı karnı sırtına yapışmış bir deve görünce Hz. Peygamber;
"Bu dilsiz varlıklar hakkında Allah'tan korkun" buyurdu.[190]
Hz. Peygamber, bir gün
ensardan bir müslümanın bağına gitti. Çok zayıf bir deve gördü ve onu
hayvanları çağıran bir sesle kendisine çağırdı. Yanına gelen deveyi şefkatle
okşadı, ellerini sırtında gezdirdi. Sonra oradakilere devenin sahibinin
adını sordu. Ensardan bir müslümana ait
olduğunu öğrenince Hz. Peygamber ona; "Bu hayvan hakkında Allah'tan
korkmuyor musun?" buyurdu.[191] [192]
Alemlere rahmet olarak
gönderilen Yüce Peygamber Hz. Muhammed salla Ha hu aleyhi vesellem'in temiz
varlığı bütün dünyaya bir rahmet olarak gelmiştir. Isa (as); "Ben barış
şehzâdesiyim" demişti. Fakat barış şehzadesinin, hükümdarı olduğu ahlâk
devletinin hiçbir başarısının izine rastlanmamaktadır. Ama ezel ve ebedin
Rabbî olan Allah, barış ve huzurun sultanlar sultanına şöyle hitap etmektedir:
"Ey Muhammed! Biz
seni bütün dünya için rahmet olarak gönderdik."
Buraya kadar Hz.
Peygamber'in yumuşak kalpliliği, bağışlayıcılığı ve hoşgörüsüyle ilgili
yüzlerce olay gördünüz. Bu olaylarda, o rahmet ve merhamet deryası olan Hz.
Peygamber'in yüce duygularının dosta düşmana, müslümana kafire, yaşlıya
çocuğa, kadma erkeğe, köleye efendiye, insana hayvana, aynı şekilde hiçbir
ayrım yapmadan kucak açtığını görmüş olmanız gerekir. Sahabeden biri Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'dan, bir adama beddua etmesini isteyince Hz.
Peygamber hiddetlenerek, "Ben dünyaya lanet etmek için değil rahmet olarak
gönderildim" buyurdu.[193]
Allah Resulü, insanlığın medarı iftiharı, meleklerin sevgilisi Yüce Peygamber
bütün dünyaya şu mesajı vermişti:[194]
"Birbirinizle
kinleşmeyin, birbirinizi kıskanmaym, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın
kullan kardeş olun"
Bir başka hadiste de
şunu emretmişti: "Kendi nefsin için sevdiğini insanlar için de seversen
müslüman olursun."[195]
Enes (ra)'dan Hz.
Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Sizden biriniz
kendi için istediğini insanlar için de istemedikçe ve başkalarını hiçbir
menfaat düşünmeden sadece Allah için sevmedikçe kusursuz iman etmiş
sayılmaz."[196]
Adamın biri Peygamber
Mescidi'ne gelerek şöyle duâ etti:
"Ey Rabbim, beni
ve Muhammed'i bağışla." Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem:
"Allah'ın çok
geniş olan rahmetini daralttın'' buyurdu.[197]
Başka bir rivayette ise şöyle anlatmıştır: "Bir bedevi Peygamber
Mescidi'ne geldi ve Hz. Peygamberin arkasında namaz kıldı. Namazı kıldıktan
sonra devesine bindi ve, "Ey Rabbim, bana ve Muhammed'e rahmet gönder.
Bize gönderdiğin rahmetine başkasını ortak etme" dedi. Bunu duyan Hz.
Peygamber ashabına dönerek; "Söyleyin bana! Bu adam mı yolunu daha çok
şaşırmış yoksa devesi mi?" buyurdu. Hz. Peygamber bu tür dualardan
hoşlanmadı. [198]
Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem son derece merhametli ve ince kalpli idi. Mâlik b. Huveyris bir
heyete katılarak Hz. Peygamber'in huzuruna gelmişti. Yirmi gün boyunca Hz.
Peygamber'in sohbetlerine katılma fırsatı bulmuştu. O her zaman Hz. Peygamber
için:"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem son derece merhametli ve
ince kalpliydi" derdi.[199]
Zeyneb (ra)'run çocuğu
ölmek üzereydi. Hz. Peygamber'e haberci göndererek mutlaka gelmesini istedi.
Hz. Peygamber de mecburen geldi. Yanında Saîd b. Ubbâ-de, Muâz b. Cebel, Übeyy
b. Ka'b ve Zeyd b. Sabit (ra) de vardı. Oradaki insanlar çocuğu Kucağına
alarak Hz. Peygamber'in Önüne getirdiğinde çocuk son nefeslerini veriyordu.
Allah Resulü elinde olmadan ağlamaya ve gözünden yaşlar süzülmeye başladı. Sâ'd
(ra) hayret ederek; "Ey Allah Resulü! Bu ne?" dedi. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem; "Allah Teâlâ başkalarına acıyana acır" buyurdu.[200]
Allah Rasûlü Uhud
savaşından sonra Medine'ye dönerken her evde şehitlere ağıtlar yakılıyor,
matemler tutuluyordu. Kadınların herbiri kendi şehitlerine fer-yâd edip
ağlıyordu. Bunları görünce Hz. Peygamber'in kalbi burkuldu ve; "Ham-za
(ra)'ın hiçbir feryâd edip ağlayanı yok" buyurdu.
Bir gün sahabeden biri
cahiliye döneminde yaptığı bir işi anlatarak şöyle diyordu: "Küçük bir
kızım vardı. Araplar arasmda kız çocuklarını öldürme adeti vardı. Ben de kendi
kızımı canlı canlı toprağa gömdüm. O, "Babacığım babacığım!" diye
bağırıyordu. Bense üzerine toprak yığıyordum. Bu merhametsizliği duyunca elinde
olmadan Hz. Peygamber'in gözlerinden yaşlar boşandı ve: "Bunu bir daha anlat"
buyurdu. O şahabı, bu acıklı olayı bir daha anlattı. Hz. Peygamber yine ağladı.
O kadar ağladı ki mübarek yüzü ve sakalı tamamen ıslandı."[201]
Abbas (ra), Bedir
savaşında esir edilerek Medine'ye getirilmişti. Askerler onun ellerini ve
ayaklarını çok sıkı bağlamışlardı. Abbâs (ra) acıdan inliyordu. Onun inlemeleri
Hz. Peygamber'in mübarek kulağına tekrar tekrar çarpıyordu. Ama halk "Bak,
kendi yalanlarına farklı davranarak eşitliğ riayet etmiyor" der
düşüncesiyle Hz. Abbâs'ın ellerini çözdürmüyordu. Öte yandan duyduğu ızdıraptan
dolayı da uykusu gelmiyor, yatağında bir o yana, bir bu yana dönüp duruyordu,
insanlar Allah Resûlü'nün huzursuzluğunun sebebini anlayınca, Hz. Abbâs (ra)'m
el ve ayağındaki ipleri gevşettiler. Abbas (ra)'ın ızdırâbı dinip de iniltisi
kesilince Hz. Peygamber de uyuma imkânı buldu.
Mus'ab b. Umeyr
sahabedendi. Müslüman olmadan önce varlık ve konfor içinde büyümüştü. Babası
ve annesi ona kıymetli ve pahalı elbiseler giydirirdi. Allah ona tslâmı nasip
etti ve müslüman oldu. Çocuklarının, atalarının dinini terkettiği-ni görünce
anne babasınm sevgisi birden düşmanlığa döndü. Bir gün Hz. Peygamber'in
huzuruna geldi, üzerinde lime lime olmuş yamalı elbiseler vardı. Hz. Peygamber
atlas ve ipek elbiselerle büyümüş bu gencin îslâm uğruna nelere katlandığını
ve bu acıklı manzarasını görünce gözleri yaşla doldu.[202] [203]
Hasta ziyaretinde,
dost düşman, mümin kafir ayırımı yapmazdı. Sünen-i Ne-sâ'fnin
"Bâbü't-tekbîr ale'l-cenâze" bölümünde; "Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, hasta ziyaretine her zaman riâyet ederdi" diye
yazmaktadır. Buhârî, Ebû Dâvûd, ve diğerlerinde ise: "Yahûdî bir köle ölüm
hastalığına yakalanınca Hz. Peygamber kendisini ziyarete gitti" diye
rivayet edilmektedir.
Abdullah b. Sabit (ra)
hastalanınca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu ziyarete gitti. O
sırada Abdullah komadaydı. Allah Resulü seslenince O'nu duymadı. Hz. Peygamber:
"Yazık ey Ebû Rebf, artık çağrımız da sana fayda etmiyor" buyurdu.
Bunu duyan kadınlar feryâd ile ağlamaya başladılar. Oradaki insanlar onları
engellemek isteyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Bırakın
şimdi ağlasınlar. Öldükten sonra ağlamamak gerekir" buyurdu. Abdullah b.
Sâ-bit'in kızı, "Onun şehid olacağını umuyordum. Çünkü cihad için bütün
hazırlıklarını yapmıştı" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem: "O, niyetinin mükâfaatını alacaktır" buyurdu.[204]
Câbir (ra) hastalanınca,
evi uzak olmasına rağmen Hz. Peygamber onu yaya olarak ziyarete giderdi. Bir
gün tekrar hasta olunca Ebu Bekir (ra)'ı da yanma alarak onu ziyarete gitti.
Kendisi komadaydı. Allah Resulü su isteterek abdest aldı, artan suyu da onun
yüzüne serpti. Câbir (ra) kendine geldi ve "Ey Allah Resulü! Mirasımı kime
bakayım?" dedi. Bunun üzerine: "Allah Teâlâ çocuklarınız hakkında
size şöyle tavsiyede bulunur..." âyeti indi. (Nisa 4/11)[205]
Sahabeden biri hasta
olmuştu. Hz. Peygamber birkaç kez onu ziyarete gitti. Sa-habî bir gece vefat
etti. Hz. Peygamber geç vakitte gelirse kendisine zahmet olur düşüncesiyle
adamın ölümünü Allah Resûlü'ne haber vermeyerek cenazeyi defnettiler. Hz.
Peygamber sabahleyin haber alınca olanlara üzüldü ve kabrine giderek cenaze
namazını kıldı.[206]
Abdullah b- Amr Uhud
savaşında şehid olmuştu. Kafirler onun elini, kolunu parça parça kesmişlerdi.
Cesedi Hz. Peygamber'in Önüne konuldu ve üzerine bez örtüldü. Oğlu Câbir geldi
ve sevgi coşkusuyla bezi kaldırıp görmek istedi. Oradakiler engel olunca
tekrar ellerini babasını cesedine doğru uzattı. İnsanlar tekrar engelledi. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, baba acısını teskin etme düşüncesiyle
bezin kaldırılmasını emretti. Bezin kaldırılmasıyla birlikte Abdullah'ın kız
kardeşi kendini tutamayarak feryadı etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem,
"Ağlanacak birşey yok, melekler onu kanatlarının üzerinde alıp
götürdüler" buyurdu.[207]
Bir gün Sa'd b. Ubâde
(ra) hastalanmıştı. Hz. Peygamber onu ziyarete gitti. Halini görünce içi burkulup
üzüldü ve gözlerinden yaşlar boşandı. O'nun ağladığını görenler de ağlamaya
başladılar.[208]
Bir Habeşli mescidi
her zaman süpürürdü. Bir gün öldü. Fakat sahabe bunu Hz. Peygamber'e haber
vermediler. Bir süre geçtikten sonra Allah Resulü onun nasıl olduğunu sordu.
İnsanlar da onun öldüğünü haber verdiler. Hz. Peygamber "Neden bana haber
vermediniz?" deyince insanlar önem vermediklerini söylediler. Yani onun
ölümünü haber vermeye değmez bulduklarını söylediler. Hz. Peygamber onun
mezarını sorup öğrendi ve oraya giderek cenaze namazını kıldı.[209]
Allah Resulü, cenaze
geçerken ayağa kalkardı. Buhârî'de rivayet ediliyor ki: "Allah Resulü bir
gün şöyle buyurdu: Cenaze geçiyorsa onunla birlikte gidin, en azından ayağa
kalkın ve önünüzden geçinceye kadar ayakta durun."[210]
Hz. Peygamber son
derece ince kalpli ve hassas yaratıhşlı, özellikle yakınlarının ölümü kendisi
üzerinde müessir olsa da, bağırarak ağlamaktan ve matem tutup feryad etmekten
hiç hoşlanmazdı. Hz. Ali (ra)'m kardeşi Ca'fer (ra)'ı çok severdi. Onun şehid
olduğu haberi geldiğinde Hz. Peygamber matem meclisinde oturuyordu. O durumda
iken biri gelerek Cafer'in eşlerinin ağladığını söyledi. Allah Resulü ona,
"Git ve onları menet" buyurdu. Gîtti ve dönüşte: "Ben menettim
ama feryattan vazgeçmiyorlar" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber tekrar
menetmesi için geri gönderdi. Yine de feryattan vazgeçmediler. Üç kere
menetmesine rağmen bunu kabul etmeyince; "Git, ağızlarına toprak
doldur" buyurdu.[211] [212]
Ara sıra hoşa giden
tatlı, nükteli sözler de söylerdi. Bir gün Enes (ra)'ı çağırarak "Ey iki
kulaklı" buyurdu.[213]
Buradaki incelik şuydu Enes (ra) son derece yumuşak başlı ve itaatkâr bir
yapıya sahipti. Hz. Peygamber'in buyruklarına kulak verir, dört gözle O'nun
buyruğunu beklerdi. Ebu Ömer adında küçük bir kardeşi vardı ve henüz çok küçük
yaştaydı. Küçük bir kuş besliyordu. Bir gün kuş öldü, Ebu Ömer buna çok üzüldü.
Hz. Peygamber onun üzgün olduğunu görünce, "Ey Ebu Ömer! Senin kuşa ne
oldu?" buyurdu.[214]
Bir gün adamın biri
Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek; Binmek için bana bir deve ver" dedi.
Hz. Peygamber, "Sana bir deve yavrusu vereyim" buyurdu. Adam,
"Ey Allah Resulü, ben deve yavrusunu alıp da ne yapayım?" deyince Hz.
Peygamber; "Her deve aynı zamanda bir devenin yavrusu değil midir?"
buyurdu.
Yaşlı bir kadın bir
gün Hz. Peygamber'e geldi ve "Ey Allah Resulü! Benim için dua et de
cennete gireyim" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Cennete
yaşlı kadınlar girmeyecek" buyurdu. Yaşlı kadın neye uğradığını şaşırarak
büyük bir üzüntü içinde ağlayarak geri döndü. Hz. Peygamber ashabına:
"Ona söyleyin yaşlı kadınlar cennete yaşlı olarak değil, genç olarak
girecekler" buyurdu.[215]
Hz. Peygamber'in
ashabından bir bedevi vardı. Adı Zahir idi. O, Hz. Peygamber'e ara sıra köy
azığı gönderirdi. Bir gün şehre geldi. Köyden getirdiği şeyleri pazarda satıp
bitirmişti. Hz. Peygamber tesadüfen oraya uğradı. Zahir (ra)'ın arkasından giderek
geriye dönemeyecek şekilde yakaladı. Zahir, "Kim o! Bırak!" dedi. Hz.
Peygamber bırakıp da Zahir geriye dönünce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem olduğunu gördü. Bunun üzerine sırtını Hz. Peygamber'e tekrar yasladı.
Hz. Peygamber'in yaptığı bu şakayı ne kadar sevdiğini, kendisine bu kadar
samimi davranmasından ne kadar hoşlandığını göstermek istedi. Hz Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, "İçinizde bu köleyi satın alacak var
mı?" diye etrafa seslenince, "Ey Allah Resulü! Benim gibi bir köleyi
satın alan kimse zarar eder" dedi. Hz. Peygamber onun bu sözüne karşılık
olarak da: "Ama Allah katında senin değerin yüksektir" buyurdu.[216]
Yine bir gün bir kişi
gelerek, "Kardeşimin karnında bir sertlik ve ağrı var" dedi. Hz.
Peygamber de ona; "Bal şerbeti içir" buyurdu. Adam gittikten bir süre
sonra tekrar geldi ve "Bal şerbeti içirdim ama rahatsızlığı devam
ediyor" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, yine bal şerbeti içmesini
tavsiye etti. O kişi üçüncü kez geldi ve yine aynı cevabı aldı. Dördüncü defa
gelince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Allah doğrudur. O
Kur'an-ı Kerim'de balda şifâ olduğunu bildiriyor. Ama kardeşinin karnı
yalancıdır. Git tekrar bal şerbeti içir" buyurdu.[217] Gitti
tekrar içirince bu defa şifâ buldu. Midedeki bozuk madde fazla olduğundan ancak
dördüncüde iyice temizlendikten sonra sertlik ve ağrı sona ermişti. [218]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem çocuklarına büyük sevgi ve muhabbet gösterirdi. Bir
sefere çıkacağı zaman son olarak Hz. Fâtıma'nın yanına gider, yolculuktan
dönünce de ilk ziyaret edilme şerefine nail olan yine Hz. Fâtıma olurdu. Bir
gün bir gazve için sefere gitti. Bu sırada Hz. Fâtıma, oğulları Hz. Hasan ve
Hüseyin'e gümüşten birer bilezik yaptırdı. Kapıya de perde astırdı. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem seferden geri döndüğünde her zamankinin
aksine Hz. Fâtıma'nın evine gitmedi. Sebebini anlayınca Hz. Fâtıma perdeyi
kaldırıp attı ve çocuklarının kollarındaki bilezikleri çıkarıp bir kenara
koydu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin ağlayarak Hz. Peygamber'in huzuruna geldiler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber kadınlara özgü olan süslü gümüştan bilek kolyesini
çarşıya gönderdi ve karşılığında fil dişinden erkek çocuklarına yakışan bir süs
aldırdı ve torunlarına taktırdı.
Hz. Fâtıma (ra), ne
zaman Hz. Peygamber'in huzuruna gelse Allah Resulü Yüce Peygamber ayağa kalkar,
onun alnından öper ve yerini ona vererek oturturdu.
Ebu Katâde (ra) diyor
ki: "Bir gün mescidde oturuyorduk. Hz. Peygamber, kızı Hz. Zeyneb
(ra)'dan olan Ümâme omuzunda olduğu halde içeri girdi. Çocuk omuzunda durduğu
halde namaz kıldı. Rükû ve secde yapacağı zaman çocuğu yere bırakıyor, ayağa
kalkacağı zaman onu tekrar alıyordu.[219]
Enes (ra) der ki:
"Hz. Peygamber kadar ailesine düşkün bir kimseye rastlamadım. Oğlu
ibrahim Medine'ye dört beş kilometre mesafede bulunan Avâlî denen yerde
yetişiyordu. Onu görmek için Medine'den yaya gider gelirdi. İbrahim'in bulunduğu
yer, demirci dükkanına bitişik olduğu için genellikle dumanlı olurdu, içeri
girer, dadısının elindeki oğlunu alır, yüzünden öper tekrar Medine'ye geri dönerdi.[220]
Bir gün Arap kabile resilerinden
olan Akra' b. Haris Hz. Peygamber'in huzuruna geldi. O sırada Hz. Peygamber
torunu Hüsüyen'i (ra) kucağına almış okşuyor, öpüyordu. Akra' bunu görünce;
"Benim on çocuğum var, bugüne kadar hiçbirini öpmedim" dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Kim başkalarına
acımazsa Allah Teâlâ da ona acımaz" buyurdu. .
Hz. Peygamber
torunları Hasan ile Hüseyin'e son derece düşkündü. Onlar için "Benim gül
demetim" derdi. Hz. Fâtıma (ra)'nm evine her gidişinde, "Çocuklarımı
getirin" derdi. Hz. Fâtıma çocuklarını getirince Hz. Peygamber onları
koklar, kucağına bastırırdı.
Bir keresinde Hz.
Peygamber mescidde hutbe okuyordu, Hz. Hasan ile Hüseyin (ra) kırmızı elbise
giymiş olarak geldiler. Çok küçük oldukları için her adımda sendeliyorlardı.
Hz. Peygamber kendini tutamadı, minberden inerek kucağına aldı ve önüne
oturttu. Sonra; "Allah Teâlâ "Mallarınız ve çocuklarınız sizin için
bir imtihandır" (Enfâl 8/28) buyurarak Allah ne kadar doğru
buyurmuştur" dedi. Her zaman "Hüseyin benim ben de Hüseyin'im. Allah
Hüseyin'i seveni sever" buyururdu.
Bir keresinde ya Hz.
Hasan, ya da Hüseyin (ra) Hz. Peygamber'in kucağma oturmuştu. Biri, Hz.
Hüseyin'e hitaben; "Amma da binek bulmuşsun ha!" dedi. Hz. Peygamber
ona karşılık; "Ama binen de nasıl ya!" buyurdu.[221]
Bir gün Hz. Hasan veya
Hz. Hüseyin —râvi hangisi olduğunu hatırlamamaktadır— Hz. Peygamber'in ayağına
ayağını koymuş duruyordu. Hz. Peygamber "Yukarı tırman" buyurdu. Hz.
Hasan da Allah Resûlü'nün göğsüne ayağmı koydu. Allah Resulü onu yüzünden
öperek, "Ey Rabbim! Ben onu seviyorum sen de sev" buyurdu.[222]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem bir yere davete gidiyordu. Yolda Hüseyin (ra)'m
oynadığmı gördü, ona doğru ilerleyerek kollarını açtı. Gülerek Hz. Hüseyin'in
arkasından gidiyor ve onu tutmak istiyor, Hz. Hüseyin de bir taraftan Hz.
Peygamber'e doğru gelir gibi yaparak kaçıyordu. Sonunda Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem onu yakaladı. Bir elini boynuna öbür elini başına koyarak
kucağına bastırdı. Sonra da: "Hüseyin benimdir, ben Hüseyininim"
buyurdu.[223]
Çok kere Hz. Hüseyin'i
kucağına alır ve ağzmı onun ağzına dayayarak; "Ey Rabbim ben onu
seviyorum, onu seveni de seviyorum" buyururdu.
Damadı —Zeyneb
(ra)'nın kocası— Bedir'de esir edilerek Medine'ye getirildiğinde kurtuluşu
için gereken fidye parasını veremedi. Bu paranm gönderilmesi için evine,
Mekke'ye haber gönderdi. Zeyneb (ra) henüz o sıralarda evli olup Mekke'de
kaldığından boğazındaki gerdanlığı fidye olarak Medine'ye gönderdi. Bu
gerdanlığı annesi Hz. Hatice (ra) evlenirken Zeynep'e (ra) çeyiz olarak
vermişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem gerdanlığı görünce bir hoş
oldu ve gözlerinden yaşlar süzülüp indi. Sonra Sahabe-i kirama; "Eğer
razı olursanız, bu gerdanlığı Zeynep'e geri göndereyim" buyurdu. Hepsi
bunu memnuniyetle kabul ettiler. Hz. Peygamber de hiç unutmadığı vefakâr
eşinin, kızına verdiği hatırayı Mekke'ye geri göndertti.
Zeynep (ra)'nrn küçük
kızının adı Ümâme idi. Hz. Peygamber onu çok seviyordu. Namaz kılarken bile
onu yanından ayırmazdı. Allah Resulü namaz kılarken Ümâme, O'nun sırtına biner,
rükûya eğildiği sırada Hz. Peygamber de onu yere indirirdi. Kalkarken de, yine
Hz. Peygamberdin sırtına binerdi. Rivayetlerde kullanılan kelimelerden Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bizzat kendisinin onu omuzlarına
bindirdiği ve indirdiği anlaşılmaktadır. Ama tbn-i Kayyım; "Bu, amel-i
kesir —namazı bozacak noktaya varan aşırı hareketler— kapsamına girmektedir. O
yüzden çocuğun kendisi binmiş olmalıdır. Hz. Peygamber de engellemeye çalışmış
olmalıdır" diye yazmaktadır.
Allah Resûlü'nün işte
bu kız torunu son nefeslerini veriyordu. Zeynep (ra) babasının gelmesi için
haberci gönderince Allah Resulü hemen gitti. Çocuk o vaziyette iken Hz.
Peygamberin kucağına kondu. Allah Resulü onu o halde görünce gözlerinden
yaşlar aktı. Sa'd (ra); "Ey Allah Resulü! Ne yapıyorsunuz?" deyince
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Bu, merhamet duygusudur ki
Allah Teâlâ onu kullarının kalplerine koymuştur" buyurdu.[224]
Hz. Peygamberin oğlu
İbrahim'in vefatında da Hz. Peygamber gözleri yaşlı olarak şöyle buyurmuştu:
"Gözler yaş akıtır, gönül üzülür fakat biz ağzımızla Rab-bimiz'in hoşuna
giden sözleri söyleriz."[225] Bu
sevgi ve muhabbet sadece kendi aile fertlerine ve yakınlarına özgü değildi.
Aksine kimin çocuğu olursa olsun bütün küçüklere karşı içten gelen derin bir
şefkat ve sevgisi vardı. [226]
Hz. Hatice (ra)'nm soy
zinciri şöyledir: Kusay b. Abdüluzzâ b. Huveylid kızı Hatice Kusay'a ulaşınca
Hz. Hatice'nin soyu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in soyuyla
birleşmektedir. Hz. Peygamber'in peygamber olarak gönderilmesinden önce,
"Tâhire=Temiz kadın" lakabıyla anılırdı. Annesi, Fâtıma bn. Zaide
idi. Babası kendi kabilesi içinde seçkin
bir insandı. Mekke'ye gelerek yerleşmiş ve Abduddâr oğullarının ahidli dostu
olmuştu.[227] Mekke'ye yerleştikten
sonra Amir b. Lüeyy ailesinden Fâtıma bn. Zaide ile evlendi. Bu evlilikten Hz.
Hatice (ra) doğdu. Hz. Hatice'nin ilk evliliği Ebu Hâle b. Zürâre et-Temîmî
ile oldu. Ondan iki oğlu oldu. Birinin adı Hind[228]
diğerininki Hâris'ti. Ebû Hâle'nin ölümünden sonra Atık b. Aiz Mahzûmî ile
evlendi. Ondan da bir kızı oldu. Adına Hind koydular. Bu yüzden Hz. Hatice'ye
Ümmü Hind —Hind'in annesi— diye de hitap edilirdi. Hind, îslâmı ilk kabul
edenlerdendir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en geniş tasviri,
onun yaptığı rivayetten öğrenilmiştir. Son derece düzgün ve etkili konuşurdu.
Hz. Ali (ra) ile birlikte Cemel savaşma katıldı ve orada şehid oldu.[229]
Atîk'in ölümünden
sonra Hz. Hatice (ra) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-sellem ile evlendi ki
bu konu daha önce geniş bilgi verilmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'den altı çocuğu oldu. Daha bebekken ölen iki erkek çocuğu ve Hz.
Fâtıma (ra), Zeynep (ra), Rukiyye (ra), Ümmü Gülsüm (ra) olmaz üzere dört kızı
hakkında ilerde bilgi verilecektir.
Hz. Hatice (ra)'nın
Hâle isminde bir kızkardeşi vardı. O müslüman oldu ve Hatice (ra)'nm
vefatından sonrasına kadar yaşadı.
Hz. Peygamber'in, Hz.
Hatice (ra)'ya derin bir muhabbeti vardı. Allah Resulü ile evlendiği sırda 40,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise 25 yaşındaydı. Evlendikten sonra
2b yıl daha yaşadı. O yaşadığı sürece Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
ikinci bir evlilik yapmadı. Hz. Hatice'nin ölümünden sonra Hz. Peygamber daima;
ne zaman bir hayvan kesilse, Hz. Hatice (ra)'nm arkadaşlarını araştırıp bulur
ve onlara et gönderirdi.
Hz. Aişe (ra) şöyle
anlatıyor: "Hatice'yi görmedimse de onu kıskandığım kadar hiç kimseyi
kıskanmadım. Bunun da sebebi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in onu
dilinden düşürmemesi, her fırsatta ondan bahsetmesiydi. Bir keresinden bundan
dolayı Hz. Peygamber'i üzdüm. Ama buna karşılık Allah Resulü; "Allah Teâlâ
bana onun sevgisini verdi" buyurdu.[230]
Bir gün Hz. Hatice'nin
vefatından sonra kızkardeşi Hâle, Hz. Peygamberle görüşmeye geldi ve Allah
Resûlü'nün görüşme usûlüne uyarak içeri girme izni istedi. Sesi ablası Hatice
(ra)'nin sesine çok benzerdi. Hz. Peygamber'in kulağına ses gelince hemen
Hatice (ra)'yı hatırladı ve yerinden fırladığı gibi "Bu, Hâle olmalı"
buyurdu. Bu arada Aişe (ra) oradaydı, çok kıskandı ve: "Neden durmadan
ölmüş yaşlı bir kadını anıp duruyorsunuz, Allah size ondan daha iyi eşler
verdi" dedi. Sahih-i Buhârî'deki rivayet burada bitmektedir. Fakat
eî-lsttâb isimli eserde bu konudaki rivayet şu şekilde devam etmektedir:
"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem cevap olarak ona;
"Kesinlikle öyle deme, insanlar beni yalanladıkları zaman o beni tasdik
etti, insanlar kafirken o müslüman oldu, hiç kimse bana yardım etmezken o bana
yardım etti" buyurdu. [231]
Hz. Hatice (ra)'dan
sonra Hz. Peygamber'le ilk evlenme şerefi, mübarek eşleri içinde Şevde (ra)'ya
nasip olmuşfur. O, daha îslâmın ilk günlerinde müslüman olma şerefine ermişti.
O yüzden ilk müslümanlardan olma şerefine de sahipti. O, birinci evliliğini
Sekrân b. Amir ile yaptı. Şevde (ra) onunla birlikte müslüman oldu ve
Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan'a ikinci kere hicret edişinden sonra
Mekke'ye döndükten birkaç gün sonra Sekrân vefat etti. Geride Abdurrahman
adında bir erkek çocuk bıraktı. Abdurrahman da Celûlâ savaşında şehid oldu.
Hz. Hatice'nin (ra)
ölümünden dolayı Hz. Peygamber son derece üzgün ve perişandı. Bu durum gören
Havle bn. Hâkim: "Sizin bir dost ve arkadaşa ihtiyacınız" var"
dedi. Hz. Peygamber bunun üzerine; "Evet, ev bark, çoluk-çocuk, hepsini Hatice
idare ediyordu" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu yoldan evlenmeyi kabul etmesi
üzerine Havle bn. Hâkim, Şevde (ra)'nm babasına gitti ve cahiliye adetine göre
selam vererek "Günaydın" dedi. Sonra dünürcü geldiğini bildirerek
konuyu ona anlattı. Bunun üzerine Sevde'nin (ra) babası: "Evet, Muhammed
şerefli bir denktir, ama Sevde'ye de sormak gerekir" dedi. Kısaca bütün
mesafeler katedildikten sonra Hz. Peygamber bizzat kendisi gitti ve Sevde'nin
babası, kızının bu evliliğini kabul etti.[232]
Dörtyüz dirhem mihir kararlaştırıldı. Nikah kıyıldıktan sonra Abdullah b. Zem'a
—Hz. Şevde (ra)'nm kardeşi— bu durumu haber alınca öfkesinden başına toprak
saçtı. Müslüman olduktan sonra bu ahmaklığını hatırladıkça üzülürdü.
Hz. Aişe (ra) ile Hz.
Şevde (ra)'nın evlilikleri birbirine çok yalan olduğu için ne kadar ara
olduğunda tarihçiler ihtilaf etmiştirler. Ibn-i Sa'd'ın rivayetine göre; Şevde
daha önce evlenmiştir. Abdullah b. Muhammed b. Ukayl ise; Sevde (ra), Hz. Aişe
(ra)'dan sonra evlenmiştir, demektedir. [233]
Hz. Sevde (ra) uzun
boylu ve şişmancaydı. Bu yüzden hızlı yürüyemezdi. Veda Haccı'nda Müzdelife'den
hareket etme zamanı gelince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'den,
şişmanlığından dolayı önceden hareket etmesine izin vermesini istemişti.
Tesettür âyeti
gelmeden önce Araplar'in eski alışkanlıklarına uygun olarak Allah Resûlü'nün
mübarek eşleri de ihtiyaçlarını gidermek için uzak arazilere giderlerdi. Bu
durum Hz. Ömer (ra)'ın hoşuna gitmediğinden Hz. Peygamberdi tesettüre teşvik
ediyordu. Fakat henüz bu istek kabul edilmemiş olduğundan Sevde (ra) geceleyin
ihtiyacı için dışarı çıktı. Boyu herkes tarafından görülecek şekilde belirgin
olduğundan Hz. Ömer (ra); "Sevde! Seni tanıdık" dedi. Bu olaydan
sonra tesettür âyeti nazil oldu.[234] [235]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'ın ahlâkında cömertlik ve el açıklığı en belirgin özelliğiydi.
O yüzden sahabe-i kiramdan, Hz. Peygamber'e kimin ne kadar yakınlığı oluyorsa
o kadar fazla onun üzerinde bu özelliğin etkisi oluyordu. Hz. Peygamber'in
ahlâk, adet ve sohbetlerinde bulunma feyzinden en çok onun temiz eşleri
yararlanma fırsatına sahip oldukları için Hz. Peygamber'in bu sıfatı onlarda
genel olarak göze çarpmaktadır. Sevde (ra) ise bu özelliğinde Hz. Aişe (ra)
dışında hepsinden üstündü. Bir gün Ömer (ra) Şevde (ra)'ya bir kese gönderdi.
Onu getirene, "Bunda ne var?" diye sordu. "Para" deyince,
"Hurma gönderir gibi kesede para mı gönderiyorlar?" dedi. Böyle
dedikten sonra da paranın tamamını uygun yerlere dağıttı.
İtaat ve söz
dinlemekte de kendine özgü bir niteliği vardı. Bu nitelik bakımından, Hz.
Peygamber'in bütün eşlerinden daha üstündü. [236]
Sevde (ra) vasıtasıyla
sadece beş hadis rivayet edilmiştir. Buhârî'de sadece biri vardır. Sahabe-i
kiramdan Abdullah b. Abbâs (ra) ve Yahya b. Abdurrahman b. Es'ad b. Zürâre
ondan hadis rivayet etmiştir. [237]
Sevde (ra)'nın ölüm
yılı hakkında farklı görüşler vardır. Vâkıdfye göre, Muâviye (ra)'ın halifeliği
zamanında Hicret'in 54. yılında vefat etmiştir. Hafız tbn-i Hacer onun vefat
yılını hicretin 55'i olarak bildirmiştir.
îmam Buhârî et-Tarih
adlı eserinde sağlam senetlerle Hz. Ömer'in halifeliği döneminde vefat
ettiğini bildirmektedir. Zehebî, Târîh-i Kebîr'inde bu rivayete: "Hz. Ömer
(ra)'ın halifeliliğinin son zamanlarında vefat etmiştir" ilâvesini
yapmaktadır. Hz. Ömer (ra) Hicret'in 23. yılında vefat ettiğine göre Hz. Şevde
(ra)'nın ölüm tarihi hicretin 22. yılı olmalıdır. el-Hamîs isimli kitapta
bunun en sağlam rivayet olduğu bildirilmektedir. [238]
Adı Aişe idi.[239] Her
ne kadar çocuku olmadıysa da yeğeni Abdullah b. Zübeyr'den dolayı Ümmü Abdullah
—Abdullah'ın annesi— diye de çağrılırdı. Annesinin adı Zeyneb, lakabı da Ümmü
Rûman'dı. Hz. Peygamber, peygamberlik geldikten dört yıl sonra doğdu. Aişe
(ra)'nın Hz. Peygamberle evliliği konusunda çok değişik görüşler ve evlenme
tarihi noktasında farklı iddialar vardır. Bazı rivayetlerden Hz. Aişe'nin küçük
yaşta evlendiği kanaatine varılmaktadır. Fakat sağlıklı görüş Hz. Aişe
evlendiği zaman onaltı yaşında olduğudur. Hz. Aişe önce Cübeyr b. Mut'im'in
oğlu ile nişanlanmıştır. Hz. Hatice'nin vefatından sonra Havle bn. Hakim, Hz.
Peygamber'! Hz. Aişe ile evlenmeye teşvik etti. Allah Resulü bu teşvik ve
tavsiyelerle "Peki" deyince Havle, Ümmü Rûmân'a durumu bildirdi. O da
kocası Hz. Ebu Bekir (ra)'a bu teklifi aktardı. Ebu Bekir, "Cübeyr b.
Mut'im'e söz verdim. Sözümden asla dönemem" dedi. Fakat Mut'im Aişe (ra)
kendi evine gelirse ailesine Islâmın gireceği endişesiyle bu nişanı reddetti.
Hz. Ebu Bekir (ra), Havle aracılığıyla Hz. Peygamber'e kızını verdi. Dörtyüz
dirhem mihir kararlaştırıldı. Fakat Müslim'de nakledilen Hz. Aişe (ra)'nin
rivayetinde, Peygamber eşlerinin mihrinin beşyüz dirhem olduğu
bildirilmektedir.
Evlilikten sonra Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke'de üç yıl daha kaldı. Hicret'in 13.
yılında hicret ederken Ebu Bekir (ra) kendisiyle birlikteydi. Çoluk çocuklarını
Mekke'de bırakıp gelmişlerdi. Medineye yerleşip de biraz güven hissedince Hz.
Ümmü Rûmân'ı, Esma ve Aişe (ra)'yı alıp getirmesi için Ebu Bekir (ra), Abdullah
b. Ureyk'i Mekke'ye gönderdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de,
Zeyd b. Harise ile Ebu Râfi'i, Hz. Fâtıma, Ümmü Gülsüm ve Hz. Şevde (ra) ve
diğerlerini getirmeleri için Mekke'ye gönderdi. Medine'ye geldiğinde Hz. Aişe
(ra) şiddetli bir sıtmaya yakalandı. Hastalığın şiddetinden saçları bile döküldü.
İyileşince annesi Ümmü Rûmân düğün yapmayı düşündü. O zaman Hz. Aişe'nin yaşı
bazı rivayetlere göre en az 9 bazı rivayetlere göre de 18 idi. Kız arkadaşlarıyla
birlikte sahngaç oynardı. Annesi Ümmü Rûmân onu gelin olarak hazırlamak için
çağırdığı zaman kendisinin bundan haberi bile yoktu. Annesinin yanına geldi.
Elini yüzünü yıkadı, saçlarını taradı ve eve götürdü. Ensar kadınları
bekliyorlardı. Hz. Aişe eve girince hepsi tebrik etti. Kuşluk vakti Hz.
Peygamber sallal-lahu aleyhi vesellem geldi ve gelin gelme merasimi yerine
getirildi. Şevval ayında nikah yapılmıştı ve yine aynı şevval ayında evlilik
merasimi yerine getirildi. Eskiden bu ayda büyük bir veba hastalığı her tarafı
kaplayarak büyük zayiat verdiğinden Araplar bu ayı evlilik için uygunsuz bir
ay kabul ederlerdi. Muhtemelen bu düşünceyi ortadan kaldırmak için evlilik bu
ayda gerçekleştirilmiştir. [240]
Hz. Aişe (ra) Hz.
Peygamber'le birlikte dokuz yıl ömür sürdü. Dokuz yaşında Peygamberimiz'in
yanma geldi. Hz. Peygamberimiz vefat ettiği sırada onsekiz yaşındaydı. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'den sonra Hz. Aişe yaklaşık kırksekiz yıl
daha yaşadı. Hicret'in 57. yılında vefat ettiği sırada altmışaltı yaşındaydı.
Vasiyetine uygun olarak geceleyin Cennetu'1-Bakî mezarlığına defnedildi. Kasım
b. Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, Abdullah b. Ebu Atîk, Urve b. Zübeyr ve
Abdullah b. Zübeyr, Hz. Aişe'yi mezarına indirdiler. O günlerde Ebû Hüreyre
(ra), Mervân b. Hakem tarafmdan Medine valisi tayin edildiği için cenaze
namazını o kıldırdı.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, Aişe (ra)'yı çok severdi. Bu sevgisinden dolayı
vefat etmeden önceki ağır hastalığı sırasmda bütün mübarek eşlerinden izin aldı
ve hayatının son gününü Hz. Aişe (ra)'nın odasında geçirdi. Hz. Peygam-ber'in,
Hz. Aişe'ye olan sevgi ve muhabbeti ile ilgili olaylar hadis ve siyer kitaplarından
bolca bulunmaktadır. [241]
Hz. Aişe'nin ilim
hayatı belirgin bir önem taşır. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman
dönemlerinde fetva verirdi, tleri gelen sahabelere onun çok ince ve çok
mantıklı itirazları olmuştu. Allâme Süyûtî bunları küçük bir kitapta
toplamıştır. Hz. Aişe'den 2210 hadis rivayet edilmiştir. Bunların 124'ünde Buharı
ve Müslim ittifak etmiştir. Buhârî 54 hadisini rivayet ederken, 68 hadis de
imam Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Bazılarına göre şer'î hükümlerden
dörtte biri ondan rivayet edilmiştir. Tirmizî de; Sahabe-i kiramın önüne zor
bir mesele geldiği zaman onu Hz. Aişe (ra)'nm çözdüğü rivayet edilmiştir.
Öğrencileri şunu anlatmıştır: "Ondan daha güzel konuşan birini görmedik.
Tefsir, hadis ve şeriatın inceliklerinde, hitabet, âdâb ve soy kütüğü
sahalarında çok derin ve üstün bilgisi vardı. Şairlerin bir çok kasidesi
ezberindeydi. Hâkim el-Müstedrek1'inde ve tbni Sa'd et-Tabakât'ında bu olayları
çok genişçe yazmışlardır, tbn Hanbel'in Müs-ned'inde ve diğerlerinde onun
üstünlüğünün ve yeteneklerinin işaret ve izlerine rastlanmaktadır. [242]
Hafsa (ra), Hz. Ömer'in
kızıydı. Annesi, Zeynep bn. Maz'ûn idi. Hz. Peygamber'e peygamberlik gelmeden
tam beş yıl önce Kureyşliler Kabe'yi tamir ettiği günlerde doğmuştu. îlk
evliliği Huneys b. Huzâfe ile oldu ve onunla birlikte Medine'ye hicret etti.
Huneys Bedir savaşında yaralandı. Medine'ye döndükten sonra bu yaralardan
dolayı şehid oldu.[243]
Huneys geride Hz. Hafsa (ra)'dan bir çocuk bırakmadı.[244]
Hafsa (ra)'nın dul kalmasından sonra Hz. Ömer (ra) onu evlendirmeyi düşündü.
Acı bir olay olarak o günlerde Hz. Peygamber'in kızı Rukiye (ra) vefat etmişti.
O bakımdan Hz. Ömer (ra) ilk önce kızı Hafsa'yı Hz. Osman'la evlendirmek
istedi. Hz. Osman; "Bunu düşünmeliyim" dedi. Şunun üzerine Hz. Ömer,
Hz. Ebu Bekir'e teklif etti, o da susmayı tercih etti. Onun ilgisizliğinden Hz.
Ömer (ra) çok üzüldü. Daha sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in
kendisi Hz. Hafsa ile evlenmeyi istedi. Evlilik tamamlandıktan sonra Hz. Ebu
Bekir bir gün Hz. Ömer'e: "Sen Hafsa'yı bana vermek istediğinde susmuştum
da bu sana dokunmuş, gücüne gitmişti. Sana cevap vermeyişimin sebebi Hz.
Peygamber'in Hafsa ile evlenmeyi istediğini bana söylemesi, benim de O'nun
sırrını sana açıklamak istemeyişimdi. O yüzden öyle davranmıştım. Eğer Hz.
Peygamber onunla evlenmeseydi ben buna hazırdım" dedi.[245]
Hafsa (ra) Hz. Ömer'in
kızıydı. O yüzden karakterinde biraz sertlik vardı. Sa-hîh-i Buhârî'de,
"îlâ" olayıyla ilgili bizzat Hz. Ömer şunu anlatmaktadır:
"Bizler, cahiliye döneminde kadınlara hiç değer vermezdik. Bir gün bir
konuda düşünüyordum. Eşim bana bir akıl verdi. Ona, "Sen bu işlerden ne
anlarsın?" deyince şöyle dedi: "Sözlerim senin hoşuna gitmiyor.
Halbuki kızın, Hz. Peygamber ne derse ona cevap veriyor." Bunun üzerine
hemen kalktım. Hz. Hafsa'nın yanına gittim. Ona; "Kızım! Hz. Peygamber'in
gün boyu üzüntü duyacak kadar sözlerine karşılık mı veriyorsun?" dedim.
O, "Evet öyle yapıyoruz" deyince "Dikkat et! Sana Allah'ın
azabını hatırlatıyor ve uyarıyorum. Güzelliğiyle Hz. Peygamberi kedine
bağlayanın —Hz. Aişe— aklına uyma!"
Tirmizf de şöyle
anlatılıyor: "Bir gün Safiyye (ra) ağlıyordu. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem geldi ve neden ağladığını sordu. O da Hafsa (ra) bana;
"Sen yahûdî kızısın" dediği için gücüme gitti, ondan ağlıyorum"
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Sen peygamber kızısın, senin amcan
peygamberdir ve bir peygamberle evlendin. Hafsa nesiyle senin üzerine üstünlük
taslayıp da öğünebi-liyor?" buyurdu.
Bir gün Hz. Aişe (ra)
ile Hz. Hafsa (ra), Hz. Safiye'ye "Biz Hz. Peygamber'in yanında senden
daha fazla üstünlüğe sahibiz, biz hem eşleriyiz, hem de O'nunla yakın
akrabalığımız var" dediler. Bu sözler Safiyye (ra)'nın gücüne gitti. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e şikayette bulundu. Bunun üzerine Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Onlara neden: "Siz nasıl
benden daha değerli olabiliyorsunuz? Benim kocam Muhammed sallallahu aleyhi
vesellem, babam Harun (as), amcam da Musa (as)'dır" demedin" buyurdu.
Hz. Aişe (ra) ile Hz.
Hafsa (ra), Hz. Peygambere çok yalan olan Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer'in kızlarıydı.
O yüzden Hz. Aişe ile Hz. Hafsa, Hz. Peygamberin diğer eşlerine göre denktiler.
Ama arasıra onlar arasında da kıskançlık ve rekabet doğduğu olurdu. Bir
keresinde Hz. Aişe (ra) ile Hz. Hafsa (ra) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'le bir seferde bulunuyorlardı. Hz. Peygamber geceleri Hz. Aişe'nin
devesinde seyahat ediyor ve onunla konuşuyordu. Bir gün Hafsa (ra), Hz.
Aişe'ye; "Bu gece sen benim devemde, ben de senin devende seyahat edelim
de bir değişiklik olsun" dedi. Hz. Aişe buna razı oldu. Allah Resulü
sallallahu aleyhi vesellem Hz. Hafsa (ra)'nın bindiği Hz. Aişe'nin devesine
gitti. Konaklayacakları yere vardıklarında Hz. Aişe (ra) Allah Resûlü'nü
göremeyince, ayaklarını "ezhar" otuna —içinde yılan akreb yaşayan bir
tür ot— sallandırarak; "Ey Rabbim! Beni ısıracak bir yılan veya akrep
gönder" dedi. [246]
Hafsa (ra), Hz.
Muâviye'nin halifeliği döneminde Hicret'in 45. yılında vefat etti. Ölmeden önce
kardeşi Abdurrahman'a babası Hz. Ömer (ra)'in yaptığı vasiyeti yeniledi. Bu
vasiyette uygun olarak, bir miktar araziyi vakfetti ve sadaka olarak dağıtılmak
üzere bir miktar mal verdi. O günlerde Medine valisi olan Mervân b. Hakem
cenaze namazmı kıldırdı ve Beni Hazm'ın evinden Muğire b. Şu'be'nin evine kadar
cenazeyi omzunda taşıdı. Buradan da kabre kadar Ebu Hüreyre (ra) cenazeyi
götürdü. Kardeşleri Abdullah, Asım, Salim ve yeğenleri olan Abdullah b. Ömer'in
çocuklar naaşım kabre indirdiler. [247]
Adı Zeyneb'di. Yoksul
ve kimsesizlere her zaman cömertçe yedirip içirdiğinden dolayı kendisine
"Kimsesizlerin Annesi" anlamına gelen "Ümm-i Mesâkîn" lakabıyla
ünlenmiştir. Hz. Peygamberden önce Abdullah b. Cahş'la evlenmişti. Abdullah b.
Cahş Uhud savaşında Hicret'in 3. yılında şehid olunca Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem aynı yıl onunla evlendi. Evlendikten sonra Hz. Peygamber'in
yanında sadece iki üç ay kaldı ve vefat etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem hayatta iken Hatice (ra)'dan sonra sadece bu mübarek eşi vefat etmiştir.
Cenaze namazını bizzat O kıldırmış ve Cennetu'1-Bakî mezarlığına
defnedilmiştir. Vefat ettiği şurada 30 yaşmdaydı. [248]
Adı Hind'di. Ümmü
Seleme lakabıydı. Babasının adı Süheyl, annesinin ki Atîke idi. ilk önce, daha
çok Ebu Seleme adıyla tanınan Abdullah b. Abdülesed'le evlendi. Kocasıyla
birlikte müslüman oldu ve onunla birlikte önce Habeşistan'a hicret etti. Oğlu
Seleme de Habeşistan'da doğdu. Daha sonra Habeşistan'dan Mekke'ye döndüler.
Oradan da Medine'ye hicret ettiler. Siyer bilginlerine göre onun üstünlüğü,
hicret ederek Medine'ye gelen ilk kadın oluşundan dolayıdır.
İlk kocası Ebu Seleme
ünlü bir biniciydi. Meşhur Bedir ve Uhud savaılanna katılmıştı. Uhud savaşında
ağır yaralanmıştı. Bu yaralardan kurtulamayarak Hicret'in 4. yılının
Cemâziyessânî ayında vefat etti. Cenaze namazı büyük bir toplulukla kılındı.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dokuz tekbir aldı. İnsanlar namazdan
sonra, "Ey Allah Resulü! Dalgınlığa gelip unutmuş olmayasmız" diye
sorunca Hz. Peygamber: "O, bin tekbire lâyıktı" buyurdu.
Ebu Seleme (ra)'ın
vefatı sırasında karısı Ümmü Seleme (ra) hamileydi. Doğumdan sonra iddet
süresi bittiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onunla evlenmek
isteyince birkaç mazeret ileri sürdü:
1. Çok kıskanç
bir kadınım
2. Çoluk
çocuk sahibiyim.
3. Yaşım
ilerlemiştir.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem bütün bu mazeretleri önceden bildiğini söyleyerek
evliliği gerekli gördüğünü belirten çok daha ulvî sebepler gösterdi ve bu
evlilik gerçekleşti. [249]
Siyer bilginlerinin
hepsinin ortak görüşü, Hz. Peygamber'in mübarek eşleri içinde son vefat edenin
Ümmü Seleme (ra) olduğudur. Onun ölüm tarihi hakkında son derece farklı
görüşler vardır. Vâkıdî Hicrî 59. yıl olduğunu belirtmiştir. İbrahim Harbî'ye
göre Hicrî 62. yıldır. et-Takrîb'te de bunun doğru olduğu yazılmıştır. imam
Buhârî, Tarih-i Kebîf inde, Hicret'in 58. yılında vefat ettiğini yazmıştır.
Bazı rivayetlerde, "Hicret'in 61. yılında, Hz. Hüseyin'in şehid olduğu
haberi gelince vefat etti" denilmiştir.
İbn-i Abdullah bu
rivayeti doğru kabul etmektedir.
Bu kadar farklı görüş
arasında ölüm yılını belirlemek imkânsız ise de Hârre olayına kadar hayatta
olduğu kesindir. Sahih-i Müslim'de şöyle rivayet edilmiştir: "Haris b.
Abdullah b. Ebû Rebîa ile Abdullah b. Safvân, Ümmü Seleme'nin yanma gittiler ve
yenilecek ordunun durumunu sordular." Bu soru, Yezid'in Müslim b. Ukbe'yi
Suriye ordusuyla birlikte Medine'ye gönderdiği ve Hârre olayı meydana
geldiği sırada sorulmuştu. Hârre olayı
Hicret'in 63. yılında meydana geldiği için onun daha önce vefat ettiğini
belirten rivayetler doğru değildir.
tbn-i Abdi'1-Berr
şöyle yazmıştır: Ümmü Seleme (ra)'nın vasiyeti sebebiyle cenaze namazını Saîd
b. Zeyd kıldırdı. Ama rivayetin doğruluğu üzerinde durmak gerekir. Saîd b. Zeyd
değişik rivayetlere göre Hicrî 51 veya 52 ya da 55 yıllarında vefat etti.
Şurası kesin olarak bilinmektedir ki o şurada Ümmü Seleme sağdı. Vâkı-dî,
cenaze namazını Ebu Hüreyre'nin kıldırdığını yazmaktadır. Ancak o vefat ettiği
sırada Ümmü Seleme sağdı. Vâkıdî, Ebu Hüreyre'nin onun cenaze namazını kıldırdığını
yazmaktadır. Ama o vefat ettiği sırada Said b. Zeyd sağ olsaydı, Ebu Hü-reyre
(ra) onun vasiyetine aykırı olarak cenaze namazını kıldırabilir miydi? Her halükârda
Hz. Peygamber'in mübarek eşleri içinde en son Ümmü Seleme (ra) vefat etmiştir.
Vefat ettiğinde seksendört yaşındaydı. [250]
Hz. Peygamber'in
mübarek eşleri arasında Hz. Aişe'den sonra fazilet ve yeteneklerde en üstün
derece onundur. İbn-i Sa'd, Tabakât'mda bunu araştırarak ortaya koymuştur.
Hadis rivayetinde ve hükümleri nakilde Hz. Aişe dışında Hz. Peygamber'in diğer
eşleri üzerinde üstünlüğü vardır. Hudeybiye barışında sahabe-i kiram, Mekke
dışında saç tıraşı olmayı ve kurban kesmeyi kabul etmekte tereddüt gösterince
Ümmü Seleme (ra)'nın tedbiriyle problem çözülmüştür. Bu hadise onun akıl, zekâ
ve bilgeliğine en iyi bir örnektir. Bu olay Sahihi Buhârfde genişçe
anlatılmıştır.. [251]
Hz. Peygamber'in
mübarek eşleri içerisinde Hz. Aişe (ra)'ya denk olma iddiası taşıyanlar
arasında Zeynep (ra) da vardı. Bizzat Hz. Aişe (ra)'nın kendisi "Zeyneb
benimle yarışırdı. Buna hakkı da vardı" demiştir. Soy bakımdan, Hz. Peygamber'in
halasının kızıydı ve güzellikte de üstündü. Hz. Peygamber'in ona karşı büyük
sevgisi vardı. Doğruluk ve günahtan sakınma hususunda da öyleydi. Nitekim Hz.
Aişe (ra)'ya iftira edildiği, hatta bu iftiraya Zeynep (ra)'ın kızkardeşi
Hame-ne'nin de katılmasına rağmen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
kendisine Hz. Aişe'nin ahlâkî durumunu sorduğunda açık ve net bir üslupla:
"Ben Hz. Ai-şe'nin doğruluğundan ve iyiliğinden başka bir halini
bilmiyorum" demiştir. Hz. Aişe (ra) onun bu doğruluğunu ve gerçeği
açıklayışını özellikle dile getirmiştir.
ibadetlerini son
derece kendini vererek ve kalbinin ta derinlerinde hissederek yerine getirirdi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendisiyle evlenmek isteyince Zeyneb
(ra), "İstihare etmeden karar veremem" demişti.
Bir gün Hz. Peygamber
muhacirlere bir miktar malzeme dağıtıyordu. Zeyneb (ra) bu konuda birşeyler
söyledi. Hz. Ömer onu azarladı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
"Onu mazur gör, o her konuda çok titizdir ve Allah'tan çok korkar"
buyurdu.
Çok kanaatkar ve
cömert karakterliydi. Geçimini kendi eli ve koluyla çalışarak kazanır ve
kazandıklarının birkısmını Allah yolunda dağıtırdı. Bir gün Hz. Ömer (ra)
halifeliği zamanında ona yıllık nafakasını göndermişti. Paranın üzerine bir bez
örttü ve Bizre bn. Râfi'a, "Git de şunu akrabalarım arasındaki yetim ve
kimsesizlere dağıt" diye emir verdi. Bizre, "Bizim de hakkımız
var" deyince "Bezin altında ne varsa senin olsun" buyurdu. Bizre
bezi kaldırıp baktığında 85 dirhem buldu. Bunlar dağıtıldıktan sonra, "Ey
Rabbim! Bu yıldan sonra, Ömer (ra)'ın gönderdiği bu paralardan
yararlanmayayım" diye dua etti. Duası kabul oldu ve aynı yıl vefat etti. [252]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem mübarek eşlerine şöyle buyurmuştu: "Bana en
erken kavuşacak olanınız, eli en uzun olunanızdır." Bu ifade dolaylı olarak
cömert ve eli açık oluşa işaret ediyordu. Allah Resulü'nün temiz eşleri bu gerçeği
anlamış olmalarına rağmen aralarında kollarını ölçmeye başladılar. Cömertliğinden
dolayı Zeynep (ra)'nın bu müjdeye tıpatıp uyduğu görüldü. Nitekim aralarında
ilk vefat eden de o oldu. Kefenini kendi imkânlarıyla hazırlamıştı. Hz. Ömer de
bir kefen hazırlattığı için tekinin sadaka olarak verilmesini vasiyet etti.
Nitekim bu vasiyet yerine getirildi. Ömer (ra) cenaze namazını kıldırdı. Daha
sonra Allah Resulü'nün diğer eşlerine: "Onu kim kabre indirecek?"
diye sorulunca; "Onun evine girip çıkan kişiler" diye cevap
verdiler. Nitekim Üsâme, Muhammed b. Abdullah b. Cahş, Abdullah b. Ebû Ahmed
b. Cahş onu kabrine indirdiler.
Hicret'in 20. yılında
elliüç yaşında iken vefat etti. Vâkıdî, "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'le evlendiğinde 35 yaşındaydı" demektedir. [253]
Hz. Cüveyriye (ra)
Benî Mustalık kabilesinin lideri olan Haris b. Dırâr'ın kızıydı. Müreysa
savaşmda öldürülen Mesâfi' b. Safvân ile evlenmişti. Bu savaşta müslü-manların
eline pek çok cariye ve köle geçmişti. Bunlardan biri de Cüveyriye (ra) idi.
Ganimet malları bölüştürüldüğünde Cüveyriye (ra), ensar müslümanlarından Sabit
b. Kays b. Şemmâs'ın payma düştü, islâm prensiplerine göre eğer kölenin sahibi
kadın ve erkek kölelerini isterse bir miktar para karşılığında azad edebilirdi.
Buna fıkıhçıların tabiriyle "kitabet" denir. Bu prensibe göre Hz.
Cüveyriye (ra) para karşılığında hürriyetini kazandı. Şartlara uygun olarak
dokuz okka altın ödemesi gerekiyordu. Ama bu miktar onun gücünün çok
üstündeydi. Hz. Peygamber'in yanına geldi ve: "Ey Allah Resulü! Ben
kelime-i şehâdet getiren bir kadınım ve kabilesinin lideri olan Hâris'in kızı
Cüveyriye'nin basma gelen musibetleri biliyorsunuz. Ben Sabit b. Kays'ın payına
düştüm ve dokuz okka altın karşılığında serbest bırakılmam üzerinde onunla
anlaşma yaptım. Fakat bu miktar benim gücümün dışındadır. Bu anlaşmayı size
güvenerek kabul ettim ve şimdi sizden bu miktarı istemeye geldim" dedi.
Hz. Peygamber bunun
üzerine; "Bundan daha iyisini istemez misin?" buyu-runca Cüveyriye
(ra) "O nedir?" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem,
"Bu miktarı ödeyeyim ve seninle evleneyim" buyurdu. Cüveyriye buna
razı olunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Sabit b. Kays'ı çağırttı,
o da razı oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber parayı ödedi ve onu azad ettirerek
kendisiyle evlendi. Bu olay herkesin kulağına gidip de ağızdan ağıza yayılınca
müslümanlar, Benî Mustahk kabilesinden elde ettikleri bütün köle ve cariyeleri/
Hz. Peygamber onlarla evlilik bağı kurarak akraba oldu diyerek serbest
bıraktılar. Azad edilen kölelerin sayısı bir rivayete göre yediyüz olarak
bildirilmiştir. Hz. Aişe (ra) diyor ki: "Cüveyriye sayesinde yüzlerce aile
azad edilip serbest bırakıldı." Bazı rivayetlerde: Cüveyriyye (ra)'nın
kendisinin bizzat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'deri böyle bir
istekte bulunduğu, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in de bütün
esirleri ona bağışladığı bildirilmektedir.
Cüveyriye (ra)
Hicret'in 50. yılında öldü ve Cennetu'1-Bakf mezarlığına defnedildi. O sırada
65 yaşındaydı. [254]
Adı Remle, lakabı ise
Ümmü Habîbe idi. Hz. Peygamber'in peygamber olarak gönderilmesinden onyedi yıl
önce doğdu ve ilk evliliğini Ubeydullah b. Cahş'la yaptı. Hz. Peygamber
peygamber olarak gelince ikiside îslâmla şereflendi. Habeşistan'a ikinci defada
hicret ettiler. Bir rivayete göre; adıyla lakablandığı kızı Habibe Habeşistan'da
doğmuştu. Habeşistan'a gittikten sonra Ubeydullah b. Cahş hıristiyanh-ğı kabul
etti. Ama Ümmü Habibe (ra) müslümanlıkta sağlam durdu. Din ayrılığından dolayı
Ubeydullah b. Cahş Ümmü Habîbe'den ayrılmayı tehcih etti. Ümmü Habîbe (ra)'nın
müslüman olma ve hicret etme erdemleriyle birlikte müminlerin annesi olma
şerefini de elde etme zamanı da gelmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem Amr b. Ümeyye el-Damrryi, evlenme arzusunu Necâşî'ye bildirmek üzere
Habeşistan'a gönderdi. Damrî, Necâşfnin yanma gidip de durumu anlatınca, hemen
cariyesi Ebrehe aracılığıyla haberi ulaştırarak, Hz. Peygamber'in kendisine
evlenme teklif ettiğini bildirdi. Ümmü Habîbe, Hâlid b. Sadi el-Emevfyi
kendisine vekil tayin etti ve verilen bu müjde karşılığında Ebrehe'ye gümüşten
iki kolye ve yüzük gönderdi. Akşam olunca Necâşî, Ca'fer b. Ebî Tâlib'i ve
oradaki müslümanlan biraraya toplayarak nikah kıydırdı ve Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem adına dörtyüz dirhem mihir verdi.
Herkesin gözü önünde
Ümmü Habibe'nin vekili olan Hâlid b. Saîd'e bu mihir verildi. Akitten sonra
insanlar kalkıp gitmek isteyince Necâşî; "Düğün ziyafeti vermek, bütün
peygamberlerin sünnetidir. Şimdi biraz oturmalısınız" dedi. Sonra yemek
geldi ve davetliler yemeklerini yiyerek ayrıldılar. Mihir parası Ümmü Habibe'yi
ulaşınca bunun elli dinarını Necâşfnin cariyesi Ebrehe'ye verdi. Ama o bu
parayı, daha önce verdiği gümüş kolye ile birlikte; "Hükümdarım beni
bunları almaktan menetti" diyerek geri verdi. Ertesi gün Ebrehe, Ümmü
Habibe'ye bir takım güzel kokular vs. alarak geldi. Ümmü Habibe, Medine'ye
dönerken Hz. Peygamber'e getirip vermiştir. Nikah merasimleri eksiksiz yerine
getirildikten sonra Necâşî, Ümmü Habibe'yi, Şu-rahbil b. Hasene ile birlikte
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e gönderdi.
Ümmü Habibe Hicrefin
44. yılında vefat etti ve Medine'de toprağa verildi. [255]
Adı Meymûne idi.
Babasmın adı Haris, annesinin adı da Hind'di. Daha önce Mes'ud b. Amr b.
es-Sekafî ile evlenmişti. Mesûd es-Sekafî onu boşayınca Ebû Rehm b. Abduluzzâ
ile evlendi. Ebu Rehm'in ölümünden sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in eşi oldu. Hz. Peygamberle evlenmesiyle ilgili değişik rivayetler
vardır. Bir rivayete göre Meymune (ra) kendini Hz. Peygamber'e hibe etmiştir.
Başka bir rivayet ise şöyledir: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Medine'den
kölesi Ebû Râfi'i, Evs b. Hûllî ile birlikte vekil atayıp gönderdi ve onlar da
bu vekaletle evlenme işini tamamladılar. En doğru rivayet; Abbas (ra)'m bu evlenmeyi
teşvik ettiği ve nikahı onun kıydığıdır. [256]
Çok ilginç bir
tesadüfle, "Sürf" denen yerde evlenmiş, yine "Sürf'te vefat
etmişti. Abdullah b. Abbâs (ra) cenaze namazını kıldırdı ve kabrine indirdi.
Sahih hadis kitaplarında şöyle bildirilmektedir: Cenazesi kaldırılırken
Abdullah b. Abbas (ra) "Bu Allah Resûlü'nün eşidir, cenazeyi fazla hareket
ettirmeyin, saygıyla ağır ağır götürün" demiştir.
Hangi yıl öldüğü
hakkında değişik görüşler varsa da en doğrusu, Hicret'in 51. yılında vefat
ettiğidir. [257]
Asıl adı Safiyye
değildir. Zerkânî şöyle yazmaktadır: Araplar arasında; ganimet malının lidere
veya hükümdara düşen en iyi bölümüne Safiyye denirdi. Safiyye (ra) da Hayber
savaşında buna uygun olarak Hz. Peygamberle evlendiği için Safiye adıyla ün
salmıştı. Asıl adı Zeynep'tir. Babasının adı Hüyey b. Ahtab, annesinin ise
Dürre idi. Safiyye (ra) hem anne, hem de baba tarafından soyluluk taşıyordu.
Babası, Benû
Nadîr kabilesinin lideri,
annesi ise, Kureyzâ kabilesinin reisinin kızıydı. Safiyye (ra)'nın evliliği
Sellâm b. Mişkem el-Suradî ile oldu. Ibn-i Mişkem boşayınca Kinâne b. Übeyy
el-Hakîk'Ie evlendi. Kinâne, Hayber savaşında öldürüldü. Safiyye'nin babası
ile kardeşi de aynı savaşta öldüler. Kendisi de esir edildi. Bütün Hayber
esirleri bir araya toplandıktan sonra Dıhyetü'l-Kelbî isimli sahâbî, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'den bir hizmetçi kadın —cariye— istedi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona bir tane seçmesi için İzin verdi.
O da Safiyye'yi getirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Dihye'ye
başka bir cariye ikram etti ve Safiyye'yi azad etti. Daha sonra nikahını
kıydırarak Hayber'den hareket edip Sahbâ denen yere vardıklarında evlenme
merasimi yapıldı. İnsanların yanında bulunan yiyecek malzemeleri
birleştirilerek düğün yemeği verildi. Oradan hareket edince Allah Resulü onu
kendi devesine bindirdi ve kendi harmanisini ona vererek tesettür yapıldı. Bir
bakıma bu hareket, artık onun kendi mübarek eşleri arasına girdiğini ilan
etmekti.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem Safiyye'yi çok severdi ve her fırsatta onun gönlünü
alırdı. Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, yolculuğa
çıkmıştı. Mübarek eşleri de yanındaydı. Bir talihsizlik olarak Hz. Safiyye'nin
devesi hastalandı. Zeyneb (ra)'nın yanıda ise ihtiyaçtan fazla deve
bulunuyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona; "Deveyi
Safiyye'ye ver" buyurunca, o, "Bir yahûdîye mi deve vereceğim"
diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona o
kadar kızdı ki iki ay boyunca yanma gitmedi.
Bir keresinde Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Safiyye'nin yanma gittiğinde, ağladığını
gördü. Neden ağladığını sorunca, "Aişe ve Zeyneb (ra) "Biz bütün
peygamber hanımları içinde en üstün olanlarız. O'nun eşleri olmakla birlikte bir
de amca tarafından yakın akrabasıyız" dediler" dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Sen neden, "Harun (as)
benim babam, Musa (as) amcam ve Muhammed de kocam olduğuna göre, nasıl oluyor
da benden üstün oluyorsunuz?" demedin" buyurdu.
Hz. Safiyye (ra),
Hicret'in 50. yılında vefat etti ve Cennetu'l-Bakî'ye gömüldü. [258]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in çocuklarının sayısı hakkında büyük görüş
ayrılığı vardır. Üzerinde en çok görüş birliğine varılan sayı altı çocuğu
olduğudur. Onlar da; Kasım, ibrahim, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve
Fâtıma'dır. Kızlarının hepsi tslâm dönemine yetişmiş ve hicretten nasiplerini
alarak muhacir olma şerefini elde etmişlerdir, tbn-i îshâk, Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in Ta-hir ve Tayyib adlarında iki oğlunun daha
olduğunu söylemektedir ki, buna göre erkek çocuklarının sayısı kız çocuklarına
eşit olmaktadır. Bu konudaki bütün söz ve kanaatleri bir araya topladığımızda
görülmektedir ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in oniki
çocuğu vardı Bunlardan sekizi erkek, dördü kızdı. Kızlarının sayısında farklı
görüş yoktur. Ama erkek çocuklarının sayısı konusunda büyük farklılıklar
vardır ve bunların sayısı sekize kadar vardınlmaktadır. Kasım ve İbrahim isimli
oğulları hakkında yapılan rivayetler ittifaka mazhar olmuşlardır. İbrahim,
Mısırlı eşi Mâriye'den doğmuştur. Diğer bütün çocukları ise Hz. Hatice (ra)'dan
doğmuşlardır. [259]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in ilk çocuğu Kasım'dı. Onun doğumu, Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in peygamber oluşundan onbir yıl önce gerçekleşmiş
olmalıdır. Siyer bilgini Mücâhid'e göre sadece yedi gün yaşamıştır. İbn-i
Sa'd'm yaptığı rivayetten ise iki yıl yaşadığı anlaşılmaktadır. İbn-i Fâris
ise; 'Temyiz çağına ulaşmıştı" diye yazmaktadır.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in çocukları arasında ilk doğan Kasım olduğu gibi,
ilk ölen de o olmuştur. Rivayetlere göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in peygamber oluşundan önce vefat etmiştir. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'in künyesi olan Ebu'l-Kasım, bu oğlunun admdan dolayı
verilmiştir. Allah Resulü, bu künyeyi çok severdi. Sahabe-i kiram da ne zaman
büyük coşku ve muhabbetle Allah Resûlü'nü anar veya ismini söylerlerse
"Ebu'l-Kasım" derlerdi. Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem çarşıda giderken arkadan biri "Ey Ebu'l-Kasım!" diye
seslendi. Dönüp baktığında sesin sahibi; "Ey Allah Resulü! Ben başka
birine seslenmiştim" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem bundan sonra böyle bir benzetme ve yanılma olmaması için "Bundan
sonra hiç kimse bu künyeyi kullanmasın" buyurdu. [260]
Kız çocukları arasında
en büyüğünün Zeyneb olduğu hususunda siyer uzmanları görüş birliği içindedir.
Zübeyr b. Bekkâr ise: "Zeyneb, Kasım'dan sonra doğdu" demektedir. Ama
tbn-i Kelbfye göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in ilk çocuğu
Zeyneb (ra)'dır. O, peygamberlikten on yıl önce Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem 30 yaşında iken doğmuştur.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükkereme'den hicret edince, çoluk çocuğu
Mekke'de kalmıştı. Zeyneb (ra) halası tarafından akrabası olan Ebu'l-As b. Rebr
Lukayt'la evlendi. Bedir savaşmda Ebu'l-As esir edilmişti. Serbest bırakıldığında
Mekke'ye gidince Zeyneb'i göndereceğine dair kendisinden söz alındı. Nitekim
Mekke'ye vardıktan sonra kardeşi Kinâne ile birlikte Zeyneb'i Medine'ye gönderdi.
Kafirlerin saldırma tehlikesi olduğundan Kinâne yanma silahını da almıştı.
Zî-Tuvâ denen yere vardıklarında Kureyş'ten birkaç kişi peşlerinden yetişti.
Hebâr b. Esved, Zeyneb (ra)'i mızrakla iterek yere düşürdü. Zeyneb hamile
olduğundan çocuğunu düşürdü. Kinane ok torbasından okunu çıkardı ve: "Kim
ona yaklaşırsa bu ok' saplarım" dedi. Bunun üzerine insanlar geri
çekilince Ebu Süfyân, Kureyş'in ileri ge lenleriyle geldi ve; "Ok atmayı
bırakın, konuşacaklarımız var" dedi. Bunun üzerin onlar da oklarını
torbalarına koydular. Ebu Süfyân; "Muhammed tarafından başımı za gelenleri
siz bilmiyormusunuz. Eğer şimdi herkesin gözü önünde O'nun kızını eli mizden
alıp götürürseniz insanlar bizim zayıf olduğumuzu düşünecektir. Zeyneb'i]
gidişini engellemenin bize hiçbir faydası yok. Öfke ve gürültü biraz dinince
gizlic alıp götürün, dedi. Kinane bu teklifi kabul eti ve birkaç gün sonra onu
alarak gecele yin yola çıktı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in daha
önceden gönderdi^ Zeyd b. Harise, Batn-ı Yâcic'de onu bekliyordu. Kinane,
Zeyneb'i burada ona teslin etti. Zeyd b. Harise de onu alarak oradan Medine'ye
doğru hareket etti.
Zeyneb (ra) Medine'ye
geldi ve kocası Ebu'1-As'ı küfür halinde bıraktı. Ebu'l-A tekrar ikinci bir
sefer sırasında yakalandı. Yine Hz. Zeyneb (ra) onu himaye hakkın kullandı.
Ebu'l-As bu sefer Mekke'ye döndükten sonra diğer insanların kendisi üze rindeki
emanetlerini teslim etti ve müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra hicre edip
Medine'ye geldi. Zeyneb (ra) onu küfür halinde bıraktığı için ikisi arasında ev
lilik bağı bitmişti. Medine'ye döndükten sonr Zeyneb (ra) ile tekrar evlilik
yaptı. Tir mizî ve diğerlerinde îbn-i Abbâs'dan: "Yeni bir nikah
kıyılmadı" şeklinde bir rivaye varsa da daha başka bir rivayette yeni bir
nikah kıyıldığı açık şekilde belirtilmiştir. Fi kıh bilginleri ikinci rivayete
göre amel etmişler ve Abdullah b. Abbas'ın rivayetini ter cih ederek,
"yeni nikahın mihir ve diğer şartlarında herhangi bir değişiklik olmamış
tır" demişlerdir. Abdullah b. Abbas (ra) işte bu yüzden bunu ilk nikah
diye isimlen dirmektedir. Aksi halde ayrıldıktan sonra ikinci bir nikah
kıyılması şarttır.
Ebü'l-As, Zeyneb
(ra)'ya karşı son derece soylu davranmış, Hz. Peygamber sal lallahu aleyhi
vesellem de onun bu soylu davranışını övmüştür. Yeniden evlendik ten sonra
Zeyneb (ra) çok yaşamamış, —Ebu'l-As Hicret'in yedinci veya altıncı yi lında
müslüman olduğuna göre-Hicref in sekizinci yılında vefat etmiştir. Ümmi Eymen,
Şevde bn. Zem'a ve Ümmü Seleme onu yıkadılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem de cenaze namazını kıldırdı. Ebu'l-As ile Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem cesedi kabre indirdiler.
Zeyneb (ra) iki çocuk
bıraktı. Ümâme ve Ali. AH hakkında yapılan rivayete göre, o henüz bebek yaşta
vefat etmiştir. Ama rivayetler rüşd çağına ulaştığını bildirmektedir. İbn
Asâkir, onun Yermuk savaşında şehid olduğunu yazmıştır. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem Ümâme'yi çok severdi. Namazda bile onu yanından
ayırmazdı. Sahih hadis kitaplarında; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in
onu omzuna koyarak namaz kıldığı, rukûya giderken omzundan indirdiği, secdeden
kalkarken tekrar sırtına bindirdiği anlatılmaktadır. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem'e gönderilen hediyeler arasında altından bir kolye vardı. Ümâme
bir köşede oynuyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Bunu çok
sevdiğim bir yakınıma vereceğim"
buyurmuş, mübarek eşleri, bunun Hz. Aişe olduğunu zannetmiş fakat Allah Resulü
Ümâme'yi çağırarak gerdanlığı boynuna takmıştır. Ebü'l-As, kızı Ümâme'nin
Zübeyr b. Avvâm ile evlenmesini vasiyet etmişti. Fakat Hz. Fâtıma (ra) ölünce
onun Hz. Ali ile evlenmesini arzu etti. Hz. Ali şehid olunca da Ümâme'nin
Muğîre ile evlenmesini vasiyet etti. Muğire, Ümâme ile evlendi ve ondan Yahya
adında bir çocuğu oldu. Bazı rivayetlerde Ümâme'nin hiç çocuğu olmadığı
bildirilmektedir. Ümâme, Muğîre'nin nikahlısı olarak vefat etmiştir. [261]
Cürcânî şunu
yazmaktadır: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kızları arasında en
küçük olanıdır. Ama meşhur bir rivayette onun Zeyneb (ra)'dan sonra, peygamberlikten
onüç yıl önce doğduğu belirtilmektedir. Önce Ebu Leheb'in oğu Utbe ile evlendi,
tbn— Sa'd bu evliliğin, peygamberlikten önce olduğunu yazmaktadır.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in diğer kızı Ümmü Gülsüm de Ebu Leheb'in diğer oğlu
Utbe ile evlenmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem, peygamber
olarak gönderilip de îslâm davetine başlayınca Ebu Leheb oğullarını çağırarak:
"Eğer siz Muhammed'in kızlarından ayrılmazsanız, sizinle birlikte oturup
kalkma bana haram olsun" demiş, iki oğlu da babalarının bu emrini yerine
getirerek Hz. Peygamber'in mübarek kızlarını boşamışlardır. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem Rukiye'yi Hz. Osman'la evlendirmiştir.
Dolâbî, Hz. Osman ile
onun cahiliye döneminde evlendiklerini yazmaktadır. Ama, bizzat Hz. Osman
tarafından yapılan bir rivayette bu evliliğin islâm döneminde olduğu açıkça
belirtilmektedir. Evlendikten sonra Hz. Osman (ra) Habeşistan'a hicret etti.
Rukiyye de beraberindeydi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ondan uzun
süre haber alamadı. Bir kadın gelerek; "Ben ikisini de gördüm" diye
haber verince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dua etti ve:
"İbrahim ve Lut peygamberlerden sonra Osman hanımını yanına alarak hicret
eden ilk kişidir" buyurdu. Habeşistan'da Rukiye'nin bir çocuğu oldu.
Adını Abdullah koymuşlardı. Ama sadece altı sene yaşadı. Hz. Osman,
Habeşistan'dan Mekke'ye geri döndü. Oradan da Medine'ye hicret etti. Rukiyye
(ra) Medine'ye geldikten sora hastalandı. Bedir savaşı günlerindeydi. Ona
bakmak ve yardım etmek için Osm..r (ra) savaşa katılamadı. Zeyd b. Hârise'nin
Medine'ye gelerek zafer müjdesini verdiği gün Rukiyye (ra) vefat etti. Bedir
savaşmdan dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun cenazesine
katılamadı. [262]
Ümmü Gülsüm lakabıyla
ün salmıştır. Bedir savaşının olduğu Hicret'in ikinci yılında, Rukiyye
(ra)'nın ölümünden sonra, Ümmü Gülsüm (ra) Hz. Osman ile evlendi.
Sahih-i Buhârî'de şöyle
rivayet edilmektedir: "Hafsa (ra) dul kalınca babası Hz. Ömer (ra) onu Hz.
Osman'la evlendirmek istedi. Hz. Osman'a haber gönderip teklifte bulundu.
Fakat Hz. Osman tereddüt etti." Diğer rivayetlerde ise şöyle denmektedir:
"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bunu haber alınca Hz. Ömer'e:
"Ben sana Osman'dan daha iyi bir kimseyi haber veriyorum, Osman için ise
senden daha iyi bir kimsenin kızını arıyorum. Sen kendi kızını benimle
evlendir, ben de kendi kızımı Osman'la evlendireyim" buyurdu. Sonra
evlilik oldu ve Ümmü Gülsüm (ra) Hz. Osman'la evlendi ve altı yıl boyunca
onunla yaşadı. Hicret'in 9. yılının Şaban ayında vefat etti. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem cenaze namazını kıldırdı. Hz. Ali de Fadl b. Abbas,
Üsâme b. Zeyd'le birlikte cenazeyi kabre indirdi. [263]
Adı Fâtuna, lakabı
Zehra idi. Hangi yıl doğduğu hususunda farklı görüşler vardır. Bir rivayette
peygamberliğin ilk yılında doğduğu bildirilmektedir. Ibn-i îshâk ise, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in îbrahim dışında bütün çocuklarının,
peygamberlik gelmeden önce doğduğunu yazmaktadır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem kırk yaşında peygamber olduğu için bazıları bu iki rivayeti birbiriyle
karşılaştırarak; Hz. Fâtıma peygamberliğin ilk yılında doğmuş olmalıdır. Çünkü
iki süre arasında uzun bir ara olduğundan bu rivayet farklılığı meydana gelmiş
olacaktır, demektedirler, tbn Cevzî, peygamberlikten beş yıl Önce Kabe tamir
edilirken doğdu, şeklinde yazmaktadır. Bazı rivayetlerde de peygamberlikten
aşağı yukarı bir yıl önce doğdu denilmektedir.
Hz. Fâtıma'nın
doğumunun peygamberliğin ilk yılında olduğunu doğru kabul edersek, Hicret'in
ikinci yılında Hz. Ali ile evlendiği zaman on beş sene, beş ay, on-beş günlük
bir yaşta olması gerekir. O zaman Hz. Ali'nin yaşı da yirmibir yıl beş ay
içindeydi. Hz. Fâhma ile evlenmeyi, önce Ebu Bekir (ra) istemiş, sonra Hz. Ömer
istemişti. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiç cevap vermedi.
Hz. Ali (ra) isteyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona;
"Yanında mihir olarak verecek birşey var mı?" buyurdu. Hz. Ali,
"Bir at ve zırhtan başka hiçbir şey yok," deyince, "At savaşmak
için sana lazım, zırhı sat" buyurdu. Hz. Osman (ra) bu zırhı dörtyüz
seksen dirheme satm aldı ve Hz. Ali bu parayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in önüne koydu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Bilal'e
çarşıdan güzel koku alıp getirmesini emretti. Nikah kıyıldı. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in kızına bir elbise, iki el değirmeni, bir de güzel
koku kutusu verdiği yazılmıştır. Ne ilginçtir ki bu iki eşya, onun hayatı boyunca
yanından ayırmadığı eşyaları olarak kalmıştır.
Nikah kıyıldıktan
sonra düğün merasimine sıra gelince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem,
Hz. Ali'ye: "Bir ev temin et" buyurdu. Nitekim Haris b. Nu-mân'ın evi
ayarlandı ve Hz. Ali (ra), Hz. Fâtıma ile orada kaldı.
Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem daima Hz. Ali ile Hz. Fâtıma'nın ilişkilerinde tatlılık meydana
getirmeye çalışırdı. Nitekim Hz. Ali ve Hz. Fâtıma arasında, arasıra aile
meselelerinden dolayı incinmeler oluyordu. O zaman Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem ikisinin arasım düzeltiyordu. Bir keresinde yine böyle bir
durumda Hz. Fâtıma'nın evine gitti ve aralarını düzeltip evden neşeli bir
şekilde çıktı. Görenler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e : Eve
giderken bambaşka bir haldeydiniz ve hiç neşeniz yoktu. Şimdi neden bu kadar
neşelisiniz?" diye sorduklarında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
"Benim için çok değerli ve sevimli olan iki insanın arasını düzelttim de o
yüzden" buyurdu.
Bir keresinde Hz. Ali,
Hz. Fâtıma'ya sert davrandı. O da kalkıp, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'e şikayete gitti. Arkasından da Hz. Ali geldi. Hz. Fâtıma şikayetini
yaptıktan sonra, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona; "Kızım!
Hangi koca, eşinin yanında sessiz, sedasız durur. Sen bunu kendiliğinden anlamalısın"
buyurdu. Bu sözün Hz. Ali üzerinde o kadar derin etkisi oldu ki Hz. Fâtı-ma'ya:
"Bundan sonra, asla senin mizacına aykırı söz söylemeyeceğim" dedi.
Bir gün Hz. Ali ikinci
bir evlilik yapmak istemiş, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunu
haber alınca çok üzülmüş, hutbesini okurken şu sözleri söylemişti: "Kızım,
benim ciğerpâremdir. Onu üzen, beni de üzer." Bunu duyan Hz. Ali niyetinden
vazgeçmiş, Hz. Fâtıma'nın hayatı boyunca başka bir kadınla evlenmemiştir.
Hz. Fâtıma'nın beş
çocuğu olmuştur. Bunlar: Hasâ*h, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm, Zeyneb.
Bunlardan Muhsin, çocukken ölmüştür. Diğerleri kendileriyle ilgili olaylardan
dolayı şöhret kazanmışlardır. Hz. Fâtıma (ra) Hicret'in 11. yılında, babasının
vefatından altı ay sonra ölmüştür. Hz. Fâtıma öldüğünde yirmi dokuz yaşındaydı.
Zerkânf ye göre bu rivayet en doğru olanıdır. Hz. Fâtıma'run, Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in peygamber olarak gönderildiği yıl doğduğunu
kabul edersek, yirmidört yaşında ölmüş olması gerekir. Yirmidokuz yaşında öldüğünü
kabul edersek, peygamberlikten beş yıl önce doğmuş olması gerekir. [264]
ibrahim, Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in en küçük çocuğuydu. îbra-him Hicret'in 8.
yılında, Mâriye'nin ikâmet ettiği Medine yakınındaki Aliye'de doğmuştur.
İbrahim'in burada doğmasından dolayı yazlık gibi kullanılan Aliye bölgesine
"ibrahim'in annesinin sayfiyesi" adı da verilmişti. Ebû Râfi'nin
hanımı Selme, ibrahim'e süt anneliği yapmıştır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem ibrahim'in doğumundan son derece memnun olmuş, doğumunun 7. gününde
bir yemek vermiş, fukaraya sadaka dağıtmış ve ona ibrahim (as)'ın admı
koymuştur. Bütün ensar kadınları, ibrahim'i emzirmek istemişler, fakat bu görev
Ümmü Bürde Havle bn. Zeyd el-Ensarf ye verilmişti. Sahih-i Buhârî, Enes
(ra)'dan naklederek, İbrahim'i Ümmü Seyf in emzirdiğini söylemiştir. Kadı
îyâz, Ümmü Bürde ile Ümmü Seyf in aynı kadın olduğunu söyler ki bu da uzak bir
ihtimal değildir. Hz. Peygaber salla İla hu aleyhi veseîlem arasıra süt
annesine uğrayarak ibrahim'i görür, onu okşar ve öperdi. Ümmü Seyf'in kocası
demirci olduğundan evinde çok duman olurdu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
veseîlem çocuğunun hastalığından haberdâr olunca Abdurrahman b. Avf ile yanma
gitmiş, oğlunun ölümün pençesinde kıvrandığını görerek üzülmüş ve ağlamıştı.
Abdurrahman: "Ey Allah Resulü! Ne yapıyorsun öyle" demiş, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem de: "Şefkat nişlerim coştu"
cevabını vermişti. Daha önce de söylediğimiz gibi yeri geldiği için yine
söyleyelim: ibrahim'in ölümü sırasında güneş tutulmuş, insanlar güneşin de Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in matemine katıldığını söylemiş, fakat
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem bu iddiaları reddetmişti. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem oğlunun cenaze namazını kıldırmış, Fadl b.
Abbas ile Üsâme b. Zeyd cenazeyi kabre indirmişlerdi. Osman b. Maz'ûn da onun
kabrinin yanına gömülmüştür. Hz. Peygamber kabrin başında ayakta duruyordu.
Mezarın üzerine su serpilmiş ve orayı tanıtan bir işaret dikilmişti.
Ebu Dâvûd ile
Beyhakî'nin bir rivayetlerine göre ibrahim, iki ay on gün yaşamıştır. Hicrî
sekizinci yılın Zilhicce ayında doğmuştu. Bu rivayete göre Hicret'in 9. yılında
vefat etmiş olmalıdır. Vâkıdî onun ölümü sırasında onbeş aylık olduğunu söyler.
Diğerlerine göre ibrahim yirmi iki aylık iken ölmüştür. Hz. Aişe'nin rivayetine
göre onyedi ya da onsekiz aylıkken vefat etti.
[265]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşlerinin sayısı dokuza ulaşmıştı.
Yaratılış kanunu gereği bunlar arasında her karakter ve huyda kadınlar vardı.
Aralarında hem rekabet ve yarış, hem de kıskançlık vardı. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi veseîlem daima yokluk ve açlık içinde sâde bir hayat
sürdüğünden, eşlerinin yeme ve giyimle ilgili düzenlemeler de onların
arzularına uygun olmadığından ve bu yüzden sıkıntı çektiklerinden sık sık
şikayet etme fırsatı da buluyorlardı. Bütün bunlara rağmen Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in manevi yapısının alnı hiçbir zaman kınşmazdı. Hz.
Hatice'ye karşı sonsuz bir muhabbeti vardı. Onunla evlendiğinde Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi veseîlem henüz hayatının baharında idi, Hz. Hatice ise
yaşlılık sınırına doğru yanaşmıştı. Yine de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem
onun ölümüne kadar hiçbir evlilik yapmadı, öldükten sonra da ne zaman adı
geçse, hasretle anardı. Geniş bilgi daha önce verilmiştir.
Hz. Hatice'den sonra
Hz. Aişe (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşleri
içinde en çok sevdiği idi. Ama sevgisinin sebepleri insanlarda görülen bilinen
sebep ve etkenler değildi. Yüz güzelliğinde Safiyye (ra) ondan hem daha
öndeydi, hem de daha gençti. Dış görünüşteki güzellik bakımından öteki eşleri
de Hz. Aişe'den daha aşağı değillerdi. Ama Hz. Aişe'nin yeteneği, zekası,
ictihad gücü, keskin görüşü ve geniş bilgisi gibi nitelikleri onu üstün kılan
temel sebeplerdi.
Bir gün bazı Peygamber
eşleri, Hz. Fâtıma'yı aracı yaparak Hz. Peygamber sal-lallahu aleyhi vesellem'e
gönderdiler. Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e gidince
adete uygun olarak önce içeri girmek için izin istedi, tzin verilince de Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna çıktı ve: "Eşleriniz,
beni kendilerine vekil yaparak gönderdiler. Neden Ebu Bekir'in kızını bizden
daha üstün tutuyor? diye soruyorlar" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem: "Canım kızım! Babanm sevdiğini sen de
sevmiyor musun?" buyurdu. Bu kadarı Hz. Fatıma için yeterliydi. Geri
dönerek onlara; "Bir daha bu konuya girmeyeceğim" dedi.
Bu göreve Zeyneb (ra)
seçidi. Çünkü Allah Resûlü'nün eşlerinden Zeyneb (ra) özellikle Hz. Aişe'ye
denk olduğunu iddia ediyordu. O bakımdan bu iş için en uygun o görünüyordu. O,
bu görevi cesaretle yerine getirdi ve büyük bir heyecanla Hz. Aişe'nin o
seviyeye layık olmadığını ispat etmek istedi. Hz. Aişe sessizce dinliyor ve
sürekli Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yüzüne bakıyordu. Zeyneb
(ra) konuşmasını bitirdikten sonra Hz. Aişe izin alıp ayağa kalktı ve öyle bir
heyecanla, açık ve net ifadelerle akıcı bir şekilde konuştu ki Zeyneb (ra)
hiçbir cevap bulamayıp olduğu yerde kaldı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem: "Neden olmasın, Ebu Bekir'in kızıdır" buyurdu.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Evlilikte kadın, dört özelliğinden
dolayı tercih edilir; servetinden dolayı, soyluluğundan dolayı, güzelliğinden
dolayı, dindarlığından dolayı. Siz dindarı araştırıp bulun."[266] Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in her konuda en önde değer verdiği şey,
dindi. O yüzden kadınlar konusunda da o şekilde düşünür ve dini hizmeti en iyi
yapabilen ve dini hayatı en iyi yaşayan kadmı en ön sırada tutardı. Allah
Resûlü'nün mübarek eşleri, O'nun sohbetinde bulunma, O'nun konuşmalarını
dinleme, O'nun feyzinden yararlanma imkânına herkesten çok sahiptiler.
Dolayısıyla dinî meseleleri ve şer'î hükümleri herkesten daha iyi bilirlerdi.
Bununla birlikte meseleleri anlamak, şeriatın inceliklerini kavramak ve
onların derinliklerine inmek için büyük bir yetenek gerekiyordu. Bu yetenek ne
kadar fazla olursa, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'den yararlanma
imkânı o kadar çok olabilirdi.
Hz. Aişe (ra)
müctehidlere yakışan bir akıl, mantık ve zekâya sahip olduğundan, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yakınında olmaktan dolayı O'nun
sohbetlerini dinleyip, konuşmalarından o kadar çok yararlandı ki, çok
önemli ve ince meselelerde büyük
sahabeyle yansır, bazan onlara karşı çıkardı, insaflı ve adaletli olmak, saygı
duymaktan daha üstün olduğu için şunu ifade etme-mezi gerekir: Bir çok meselede
onun görüşü ve keskin kavrayışı daha ağır basıyordu. Konuyla ilgili geniş
bilgi daha önce Hz. Aişe bölümünde geçmiştir.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem her gün akşama doğru teker teker bütün hanımlarını
ziyaret eder, hal ve hatırlarını sorar, en sonunda da gecesini geçireceği
eşinin yanına giderdi. Ebu Davud'un bir rivayeti bu yöndedir. Zerkânî, Ümmü
Seleme'den bahsederken şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
ikindi vaktinden sonra hanımlarını ziyaret ederdi. Önce Ümmü Sele-me'ye, sonra
diğerlerine uğrardı. Başka bir rivayete göre ise; Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem yanında geceyi geçireceği eşinin odasına gider, diğer eşleri de
orada toplanırdı. Bu rivayetlerden Hz. Peygambersallallahu aleyhi vesellem'in
mübarek eşlerinin bazan kendi aralarmda münakaşa ettikleri, ama bunların basit
ve geçici olduğu, bu münakaşaların hiçbirinin kalbinde bir iz bırakmadığı
anlaşılmaktadır. Ifk —Hz. Aişe'ye iftira— hadisesi esnasında Zeyneb (ra)'nın
Hz. Aişe hakkında çok iyi düşünceler belirtmesi, bunun en kesin delilidir. Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e eş olma, hayatlarını O'nun yanında
geçirme, kalplerin-deki bencillik duygularını silip süpürmüştür.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in, mübarek eşlerinin duygularına ne derece
anlayışla yaklaştığı, bazan birer kadın ve insan olarak gösterdikleri kaprislere
ne kadar tahammül gösterdiği, aşağıdaki şu olaylardan anlaşılabilir.
Bir keresinde Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in hanımları seferde birlikteydiler.
Deveci deveyi hızlı sürmeye başlayınca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem: "Dikkat et, bunlar şişeler gibidir" buyurdu. Yani nazik
varlıklardır, zorlamaya gelmezler, demek istemiştir.
Safiyye (ra) çok güzel
yemek pişirirdi. Bir gün, yemek pişirerek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in huzuruna gönderdi. O sırada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem, Aişe'nin odasında bulunuyordu. Hz. Aişe hizmetkârın elinden tabağı
alarak yere fırlatıp kırdı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tabağın
parçalarını toplayarak bir araya getirdi ve onları birleştirdi. Sonra başka bir
tabak isteterek geri gönderdi.
Bir gün Hz. Aişe (ra),
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e öfkelenerek yüksek sesle
konuşuyordu. Tesadüfen Hz. Ebu Bekir çıkıp geldi. "Neden Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e öyle bağırarak konuşuyorsun?" diye kızarak
Ai-şe'yi tokatlamak istedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem araya
girdi, Hz. Aişe'ye siper olup korudu. Hz. Ebu Bekir öfkeyle dolu olarak çıkıp
giti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hz. Aişe'ye: "Gördün mü
seni nasıl kurtardım" buyurdu. Bir kaç gün sonra Hz. Ebu Bekir, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna geldiğinde durumları tamamen değişmişti.
Neşeli havayı görünce Hz. Ebu Bekir, "O zaman kavganıza karıştığım gibi
huzur ve barışınıza da beni ortak ediniz" dedi. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem; "Evet, yine evet" buyurdu.
Bir gün Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe'ye: "Bana kızdığın zaman, hemen
anlıyorum" buyurdu. Hz. Aişe: "Nasıl?" deyince Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem: "Eğer birşeyden dolayı yemin edecek olursan,
benden memnun olduğun zaman Muhammed'in Rabbine yemin ederim ki, diyorsun. Eğer
bana kız-gınsan; İbrahim'in Rabbine yemin ederim ki, diyorsun" buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Aişe (ra): "Evet Allah Resulü! Sadece öyle zamanlarda
adınızı bırakıyorum" dedi.[267]
Hz. Aişe (ra)
evlendiği sırada henüz çok küçüktü ve kız çocuklarıyla birlikte oyun oynardı.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tesadüfen geliverirse, kız çocukları
kaçışırlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları çağırarak Hz.
Aişe'yi yanlarına gönderirdi.[268]
Habeşlilerin
"Hırâb" dedikleri çok küçük bir mızrakları vardı. Her memleketin
insanlarının düğün ve eğlence günlerinde eğlenip oynadıkları bir tarz olduğu
gibi, bunlar da bayram günlerinde bu mızraklarla oyun oynarlardı. îşte böyle
bir bayram günü Habeşliler bu bir gösteri yapıyorlardı. Hz. Aişe seyretmek
istedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe'nin ön tarafına
durdu, Hz. Aişe de onun mübarek omuzuna yüzünü dayayarak seyretmeye başladı.
Uzun süre seyrettikten sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
"Bıkmadın mı? Hâlâ seyretmek mi istiyorsun?" buyurunca Hz. Aişe
—şakacıktan— "Biraz daha seyretmek istiyorum" dedi. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem sustu. Nihayet yorularak geri çekildi. Bir gün Hz.
Aişe oyuncaklarla oynuyordu. Oyuncaklar arasmda kanatlan olan bir de at vardı.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Bu nedir?" buyurdu. Bunun
üzerine Hz. Aişe "Süleyman (as)'ın atlarının kanatları vardı ya"
dedi. Bunu duyunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tebessüm etti.[269]
Halkın şöyle bir bâtıl inanışı vardı: Önceleri atların kanatları varmış,
Süleyman (as) bu atlarla uğraşırken namazını geçirip kılamadığı için
kanatlarını kestirmiş. îşte o günden bu güne kanatlan yok olmuş, ama yerleri
hâlâ durmaktaymış. Hz. Aişe işte o bâtıl inanca işaret etmektedir.
Bir gün Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe'ye "Gel koşalım" buyurdu. Hz.
Aişe (ra) o sırada zayıf ve çevikti ve O'nu geçti. Yaşı ilerleyip de
dol-gunlaşınca, yine böyle bir yanşma olmuştu. Bu sefer Hz. Peygamber onu
geçti. Hz. Aişe geride kaldı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona:
"Bu, o günün karşılığıdır" buyurdu.[270] [271]
Bir insanın kendisi yokluk
ve kıtlıklara katlanabilir, kendini birçok şeyden mahrum bırakabilir, en ağır
sıkıntılara katlanabilir, nefsini ve arzularını bir çok yiyecek, içecek ve
giyeceklerden menedebilir. Dünya süslerinden ve zevklerinden kendini tamamen
uzak tutabilir. Ama kendi yakınlarını, aile fertlerini, akrabalarını ve
kendisi için çok değerli olan çocuklarını bu şeklide sâde bir yaşayışa ve bütün
zevklerden, lüksten uzak bir hayat sürmeye zorlayamaz. İşte bu yüzdendir ki,
dünyada ruhbanlar gibi yaşamak isteyenler kendilerini daima çoluk çocuk ve aile
münakaşalarından uzak tutmuşlardır. Dinler tarihinde sadece Hz. Peygam-ber'in
hayatı bu genellemenin dışında kalmış bir örnektir. Allah Resûlü'nün dokuz eşi
vardı. Bunlardan bazıları servet içinde, bolluk ve rahat içinde yetişmişlerdi.
Çoğu sosyal yapısı yüksek ailelere mensup olduğundan normal eğilimleri, daha
iyi yiyeceklere ve çok daha lüks giyeceklere yönelik olabilirdi. Çeşitli
yaşlarda küçük çocuklar vardı. Albenili her tür giyecek, yiyecek ve içecek
bunları kendilerine çekebilirdi. Yukardaki olaylardan da anlaşıldığı gibi, Hz.
Peygamber sallalla-hu aleyhi vesellem, çocuklarını, eşlerini ve yakınlarını çok
severdi. Ruhbanlığın da kökünü kazımıştı. Diğer taraftan bir çok bölgenin fethi
Medine'ye para ve servetin yığılmasına neden olmuştu. Bütün bunlara rağmen Hz.
Peygamber sallalla-hu aleyhi vesellem, kendisi gibi onları da dünya süs ve
zevklerine alıştırmadı. Aksine her fırsatta kendi aile ve yakınlarını bu
lüksten ve dünya şatafatından uzak tuttu. O yüzden bütün aile hayatı, kendi
hayatındaki o güzel örneğin en üstün görüntüsü oldu.
Hz. Fâtıma (ra), Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en sevdiği çocuğuydu. Ama Fâtıma (ra)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in o derin sevgisinden yararlanmaya
kalkmazdı. Halbuki babası bütün milletlerin kalbine ve ruhuna hükmeden bir
insandı. Hz. Fâtıma ise, ununu kendi eliyle Öğütür, el değirmenini her zaman
kendi elleriyle çevirirdi. Bu yüzden elleri kabanr, su toplayıp yaralanırdı.
Evinin suyunu kendisi taşıdığından omuzlarında su testilerinin izleri kalırdı.
Evini kendi elleriyle süpürdüğü için toz toprak içinde kain-, kendi yemeğini
kendisi pişirir, yüzü gözü duman içinde kalırdı. Elbiseleri kararırdı.[272]
Bütün bunlara rağmen Hz. Fâtıma, babasına ellerini göstererek bir kadın
hizmetçi istediği zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Bu,
fakirlerin ve yetimlerin hakkıdır" diyerek kesinlikle reddetmiştir.
Bir keresinde Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kızı Fâtıma'nın evine geldi. Yoksulluktan
dolayı giydiği elbisenin küçük olduğunu, üstünü örtse ayaklarının açıkta
kaldığını, ayaklarını örtse üstünün açıkta kaldığına gördü.
İnsanların,
sevdiklerine kıymetli ve değerli eşyalar vererek sevgilerini gösterme adetine
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem uymamakla kalmayıp, aksine başkaları
tarafından böyle değerli şeylerin verilmesine de razı olmazdı. Nitekim Hz. Ali
(ra), Hz. Fâtıma'ya bir altm kolye vermişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem bunu görünce; "Dikkat et Fâtıma! İnsanlara, "Allah
Resûlü'nün kızı ateşten bir kolye takmış" dedirtmek mi istiyorsun?"
buyurdu. Nitekim Hz. Fâtıma onu hemen satarak parasıyla bir köle satm aldı.[273]
Bir gün Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, bir gazveden döndü. Fâtıma (ra) hoş bir karşılama
olsun diye evin pencerelerine perde astı ve Hz. Hasan'la Hüseyin'e gümüş
bileklik taktı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem her zaman yaptığı
gibi Hz. Fâtıma'nın evine gelince bu dünyevî süsleri görüp geri döndü. Hz. Fâtıma,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in hoşlanmadığını anlayınca, perdeleri
indirdi ve çocukların kollarındaki bileklikleri çıkartarak sattı. Sonra
torunları ağlayarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna
gelince Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem;" Bu benim, Ehl-i
Beytim'dir. Onların, dünyanın süsüne ve zevkine bulaşmasını istemiyorum.
Bunların karşılığında Fâtıma'nın çocukları için basit bir madeni kolye ile fil
dişinden iki bilezik satın alıp getirin" buyurdu.[274]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem, mübarek eşlerine duyduğu derin sevgiyi hiçbir zaman
dünya zevklerine bağlı olan insanların yaptığı tarzda göstermezdi. Nitekim
mübarek eşleri bol yiyecek ve güzel giyecekler isteyince Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem onlara "îlâ" yaptı.
Eşleri arasında Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; daha çok Hz. Aişe'yi severdi. Ama bu
sevgi hiçbir zaman ona rengârenk elbiseler ve altından yapılmış takılar alma
şeklinde kendini göstermedi. Bütün eşlerinin giyimi neyse, Hz. Aişe'nin giyimi
de aynı şekildeydi. Nitekim Hz. Aişe şöyle buyurmuştur: "Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in eşlerinin yanında sadece birer kat elbise
bulunurdu."
Eğer bu sadeliğe
aykırı olarak üstlerinde dünya süsünü gösteren kıymetli şeyler görürse, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları bundan menederdi. Bir gün Hz. Aişe
altın bilezik takmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona "Eğer
basit bir bileziği zâferanla boyayıp taksaydın, daha iyi olurdu" buyurdu.[275]
Bütün ev halkının ve
Peygamber sülâlesinin lüks elbiseler giymesi ve altından yapılmış takılar
kullanması yasaktı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, onlara her
zaman: "Eğer bunların cennette verilmesini istiyorsanız, bu dünyada onları
kullanmaktan uzak durun" buyururdu. [276]
Her ne kadar Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşlerini sayısı aynı anda dokuza
ulaşmış ve bu yüzden de birtakım aile huzursuzlukları olmuşsa da Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in bunlarla hiçbir ilgisi olmamıştır. Ev halkı
tarafından; eve ne geliyorsa hemen dağıtıyor diye, hatta eğer dağıttıktan sonra
evde az birşey kalmışsa o da sadaka olarak dağıtılmadığı sürece eve girmiyor
diye şikayet ediliyordu. Ev halkının yiyecek içeceği ve misafirlerin nerede yatıp
kalkacağı Bilâl-i Habeşî tarafından düzenleniyordu. Bu görev ona verilmişti.
Ebu Davûd'da Abdullah Hevzeni’den şöyle bir rivayette bulunulmuştur:
"Bilâl-i Habeşfye, "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in ev
düzeni nasıldı? diye sorduğumda bana: "Hz. Peygamber'in bütün ev işleri
benim sorumluluğumdaydı. Baştan beri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'in vefatına kadar bu görev benim elimde kaldı. Yoksul bir müslüman,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'e gelince Allah Resulü bana emreder,
ben de gider bir yerden borç bulurdum ve onunla bu kişinin yiyeceğini,
giyeceğini ayarlardım" dedi." [277]
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşleri için Benû Nadîr kabilesinin
hurmalığının mahsullerinden bir pay belirlenmişti. Bu hurma geliri satılır ve
karşılığı sene boyunca yapılacak masraflara yeterdi.[278]
Hayber fethedilince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek
eşlerine buradan bir pay verildi. Bunlar da kişi basma seksen vesak hurma ve
yirmi vesak arpadan ibaretti.
Hz. Ömer'in halifeliği
döneminde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bazı eşleri —ki bunların
arasında Hz. Aişe de bulunmaktadır— bu mahsul gelirleri karşılığında arazi
almışlardı.[279]
Sîret-i Nebevfnin
ikinci cildi de böylece tamamlanmış oldu. Salât ve selâm Onun üzerine olsun! [280]
[1] el'Edebu'l-müfred, s. 66-
[2] el-Edebu'I-müfred, s. 67.
[3] el-Edebu'l-müfred, s. 68.
[4] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 601-602.
[5] Ebu Davûd, c. 2, s. 318.
[6] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.
[7] Buhârî,c.2,s.914.
[8] Ebu Davûd, c. 2, s. 171.
[9] Ebu Davûd, c. 2, s. 218.
[10] Ebu Davûd, c. 2, s. 219.
[11] Ebu Davûd, c. 2, s. 364.
[12] Ebu Davûd, c. 2, s. 364.
[13] Ebu Davûd, c. 2, s. 364.
[14] Ebu Davûd, Hâtem/8.
[15] Ebu Davûd, c. 2, s. 364.
[16] Yukardaki bütün rivayetler,
Sahİh-İ Buhârfnin Kitâbu'l-Libâs bölümünden alınmıştır
[17] Bk. imam Tirmizî, Şemail.
[18] Buhârî, Libâs/117.
[19] İbn-i Mâce, Zühd/25.
[20] Tirmizî, Zühd/44; îbn-i
Mâce, Zühd/3.
[21] Müslim, Talâk/26-30.
[22] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 602-606.
[23] Müslim, İmân/112.
[24] Buhârî, Fezâilu
ashâbi'n-Nebî/18;Müslim, Hudûd/11; Tirmizî, Hudûd/6.
[25] Buhârî,Cihâd/172.
[26] Buhârî, c, 2, s. 880.
[27] Buhârî, c. 1, s. 350.
[28] Ebu Davûd, Menâsik/56.
[29] Müsned-i tbn-i Hanbel, c. 6,
s. 187.
[30] Buhârî, Medîne/1.
[31] Buhârî,Meğâzî/30.
[32] Zerkânî, c. 4, s. 306.
[33] Müsned-i Ibn-i Hanbel, c. 1,
s. 442.
[34] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 606-608.
[35] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.
[36] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.
[37] el-Müstedrek, c. 3, s. 48.
[38] Ebu Davûd, Et'ıme/17; îbn-i
Mâce, Et'ime/6.
[39] Müsned-i îbn-i Hanbel, c. 3,
s. 153.
[40] Müslim, Zühd/15.
[41] Ebu Dav, edeb/9.
[42] Ebu Davûd, edeb/12; Müslim,
Fezâİl/76.
[43] Buhârî,c. 2, s. 871.
[44] Buhârî, Enbiyâ/35.
[45] Bk. Kâdî Iyâz, Şerhu Şifâ;
Hâkim, el-Müstedrek, c. 4, s. 317.
[46] Bk. Mİşkât, "Allah
Resûlü'nün ahlakı bölümü".
[47] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 608-610.
[48] Buhârî, c. 1, s. 290.
[49] Ebu DavÛd, Nikâh/40.
[50] Müslim, Nikâh/116.
[51] Buhârî, Küsûf/2. 6. 9;
Müslim, Küsûf/1, 2, 3,10,17, 21, 29; tbn-i Mâce, Ikâmet/152.
[52] Bk. el-Mişkât.
[53] el-Edebu'i-müfred, s. 157.
[54] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 610-611
[55] Buhârî, Şehâdât/15, 2..
[56] Ebu Davûd, Edeb/95; Ibn-ı
Mâce, Edeb/27.
[57] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 611-613.
[58] Kâdî lyâz, Şerhu Şifâ, c. 2,
s. 116.
[59] Buharı, Et'ime/19.
[60] Bu rivayetlerin uçü de
Sahîh-i Müslim'de mevcuttur. İlki Kitâbu'1-edeb bölümünde, ikinci ve üçüncüsü
ise hayvanları dağlamanın caiz olduğunu belirten bölümdedir.
[61] Ibn-i Mâce, Mesâcid/10.
[62] Buhârî, Meğâzî/29
[63] Zerkânî, c. 3, s. 306.
[64] Müsned-i İbn-i Hanbel, c. 3,
s. 469.
[65] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 613-614.
[66] Tabakât-ı îbn-i Sa'd, c. 6,
s. 213.
[67] Bk. Kâdt lyâz, Şifâ; BeyhakTye atıfta bulunarak muttasıl senetle rivayet edilmiştir.
[68] Müslim, Fezâil/76; Ebu
Davûd, Edeb/12.
[69] Ebu Davûd, Edeb/97.
[70] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 614-615.
[71] Buharı, Menâkıb/25
[72] Müsned-i İbn-İ Hanbel, c 1,
s. 126.
[73] Buhârî, c. 2, s. 109.
[74] Buhârî, Sulh/6.
[75] Buhârî, c. 2, s. 593
[76] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 615-616.
[77] Müsned-i tbn-i Hanbel c. 1,
s. 126.
[78] Müslim, Fezâil/48.
[79] Bu hadis Buharı'nin değişik
bölümlerinde geçmektedir.
[80] Kâdî Iyâz, Şerhu Şifâ, c. 2,
s. 64.
[81] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 616-618.
[82] Bk. Sîret-i Ibn-i Hişâm.
[83] Tirmızî, En'âm/33.
[84] Buhârî, Tefsîr-i sûret-i
111/1,26/2.
[85] Buhârî, Bed'ul-Vahy/6.
[86] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 619-621.
[87] Buhârî, Bed'ul-Vahy/6.
[88] Buhârî, Megâzî/96.
[89] Bk. Sîret-i Ibn-i Hişâm.
[90] Ebu Davûd, Cihâd/42.
[91] Ebu Davûd, Buyû/37.
[92] Müslim, c. 2, s. 789.
[93] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 621-623.
[94] Tirmizî, Zühd/38.
[95] Buhârî,Rikâk/17.
699.Buhârî,Rikâk/16.
[96] Bk. imam Tirmizî, Şemail.
[97] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.
[98] Müslim, c. 2, s. 198; Buharı
c. 1, s. 535.
[99] Müslim, s. 193.
[100] Müslim, s. 191.
[101] et-Terğîb ve't-terhîb, c. 2,
s. 175. Bu olay Müslim'de de küçük farklılıklarla yeralmaktadır. Bk. Müslim, c.
2, s. 190.
[102] Müsned-i tbn-i Hanbel, c. 2,
s. 49.
[103] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 624-629.
[104] Buhârî, c. 2, s. 904.
[105] Müsned-i îbn-i Hanbel c. 4,
s. 218.
[106] Müsned-i Ibn-i Hanbel, c. 4,
s.63.
[107] Buhari, Meğazi/34
[108] Buhârî, c. 2, s. 904.
[109] Bu rivayeti Beyhakî, Ibn-i
Hıbbân, Taberânî ve Ebu Nu'aym rivayet etmiştir Suyûtî senedinin sağlam
olduğunu söylemektedir.
[110] Tirmizî, Buyû'/7.
[111] Buhârî, Cenâİz/32, 43;
Ahkâm/11.
[112] Buhârî, c. 2, s. 846.
[113] Buhârî, c. 2, s. 621.
[114] Buhârî, c. 1, s. 35.
[115] Ebu Davûd, Edeb/1.
[116] EbuDavûd,Edeb/l.
[117] Bk. el-Mişkât,
"Peygamber'in isimleri bölümü"
[118] Ibn-iHanbel, 5/142.
[119] Ebu Davûd, Edeb/87.
[120] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber
Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 629-632.
[121] Buhârî, Meğâzî/26.
[122] Buharı, Megâzî/27.
[123] Bk. el-Mişkât.
[124] Bk. Sîret-i İbn-i Ishâk;
el-lsâbe.
[125] Buharı, Meğâzî/70; Müslim, Cihâd/59.
[126] Sümâme'yle ilgili olayın
tamamı için bk. Buhârî, c. 2, s. 627
[127] Müsned-i Ibn-i Hanbel c 6,
s. 397.
[128] Müslim, Eşribe/186;
Muvatta', Sıfatü'n-Nebî/10.
[129] Buhârî,Edeb/8.
[130] Buhârî,Edeb/6.
[131] Muvatta', Buyû/85.
[132] Buhârî, Tefsîr-i sûret-i
63/7.
[133] Buhârî, Megâzî/19.
[134] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 632-635.
[135] Bu olaylar, Buharı*de farklı
rivayetlerle ve değişik kanallardan nakledilmiştir.
[136] Buhârî, Husûmât/1, Rikâk/43; Müslim, Fezâil/59.
[137] Buhârî, Cenâiz/12.
[138] Nesâ'î, Cenâiz/47.
[139] Müslim, c. 2, s. 239.
[140] Bk. Z&du'hMeâd.
[141] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 635-637.
[142] Bk. el-Mişkât.
[143] Buhârî, Fezlilu'l-Kur'ân/17,
Tevhîd/31, 47.
[144] Nesâ'î, Cenâiz/71.
[145] Müslim, Müsâkât/67.
[146] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 637-639.
[147] Buhâit, Megâzî/17, 26,
Rikâk/11.
[148] Bk. Tarih-i Taberî, Urve b.
Zübeyr rivayetiyle.
[149] Buhârî, c. 1, s. 208.
[150] Tirmizî, Tefsîr-i sûret-i
48/24.
[151] Buhârî, Tıb/55.
[152] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 639-641.
[153] Buharı, Enbiyâ/27.
[154] el-Mişkât, Ahlâku'n-Nebî bölümü.
[155] Buhârî, Tefsîr-ı sûret-i
44/2.
[156] tbn-iHanbel, 1/298.
[157] Bk. Tabakât-ı Ibn-i Sa'd,
Tâif gazvesi bolümü.
[158] Müslim,
Fezâilu's-sahâbe/197.
[159] Müslim,
Fezâilu's-sahâbe/158.
[160] Buhârî, Cenâiz/47,56.
[161] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 641-643.
[162] Ebu Davûd, Edeb/136.
[163] Buhârî, c. 2, s. 886.
[164] el-îsâbe'de: "O kadar
küçüktü ki, insanlar onu kucakta getirirlerdi" denilmektedir.
[165] Buhâri, c. 2, s. 887.
[166] Buhârî, Ezân/65,162.
[167] Müsned-i İbn-i Hanbel, c. 3,
s. 435.
[168] Bk. el-Mu'cemu's-sağîr,
[169] Müslim, Fezâilu's-sahâbe/81.
[170] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 644-645.
[171] Ebu DavÛd, Edeb/124.
[172] Ebu Davûd, Edeb/101,124.
[173] Müsned-i İbn-i Hanbel, c. 6,
s. 280.
[174] tbn-i Mâce, Talâk/17.
[175] Müsned-i tbn-i Hanbel c. 1,
s. 243.
[176] Ebu Davûd, Cihâd/141.
[177] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 646-648.
[178] Buhârî, Meğâzî/176.
[179] Buhârî, c. 1, s. 168.
[180] Buhâri, IstTzân/41.
[181] Buhârî, Salât/21.
[182] Buhârî, c. 1, s. 786.
[183] Buhârî, Menâkıb/35.
[184] Müslim, Iydeyn/17.
[185] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 648-650.
[186] Müslim, Libâs/167.
[187] Bu hadisler için bk.
Tirmizî, Ebu Davûd vd.
[188] İmam Buhârî,
el-Edebu'l-müfred "Hayvanlara Şefkat bölümü"
[189] Bk. el-Mişkât.
[190] Ebu Davûd, Cihâd/44.
[191] Ebu Davûd, Cihâd/44.
[192] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 650-652.
[193] Zerkânî, c. 9, s. 289.
[194] Buhârî, c. 2, s. 897.
[195] Tirmizî, Zühd/2.
[196] Müsned-i Ibn-i Hanbel, c. 3.
s. 272.
[197] Buhârî, İmân/7; Ebu Davûd,
Edeb/58.
[198] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 652-653.
[199] Buhârî, c. 2, s. 888.
[200] Buhârî, c. 2, s. 842.
[201] Müsned-İ Dârimî, s. 1.
[202] et-Tergîb ve't-terhîb, c. 2,
s. 247.
[203] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 653-654.
[204] Ebu Davûd, Cenâiz/11.
[205] Ebu Davûd, Cenâiz/17.
[206] Buhârî, c. 2, s. 658.
[207] Buhârî, c. 1, s. 172.
[208] Buhârî, c. 1, s. 174.
[209] Buhârî, c.l, s. 178.
[210] Buhârî, c. 1, s. 175.
[211] Buhârî, Cenâiz/40, 45.
[212] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 654-656.
[213] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.
[214] Buhârî, Cenâiz/40.
[215] Bk. imam Tirmizî, Şemail.
[216] Bk. imam Tirmizî, Şemail.
[217] Buhârî, c. 1, s. 48.
[218] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 656-657.
[219] Nesâ'î, s. 120.
[220] Müslim, c. 2, s. 291.
[221] Bu rivayetlerin tamamı
Tirmizî ŞemâU'inde geçmektedir
[222] tmam Buhârî,
el-Eâebu'l-müfred, s. 51.
[223] İmam Buhârî,
el-Edebu'1-müfred, s. 73.
[224] Buhârî, c. 2, s. 844.
[225] Buhârî, c. 1, s. 144.
[226] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 657-659.
[227] Bk. Tabakât-ı Ibn-i Sa'd,
Kitâbü'n-nisâ, Zikru Hatice bölümü.
[228] Bk. Tabakât-ı İbn-i Sa'd,
Kitâbü'n-nisâ, Zikru Hatice bölümü.
[229] Bk. el-tsâbe, Zikru Hind.
[230] Buhârî, Nikâh/108; Müslim,
Fedâilu's-sahâbe/74, 75, 76.
[231] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 659-661.
[232] Tabakâf ta, H. 10. yılın
Ramazan'ında nikahının kıyıldığı bildirilmektedir. Zerkânî ise H. 8. yıl diye
yazmaktadır. Bu farklılık Hz. Hatice'nin vefat ettiği yıl üzerinde de ihtilaf
edilmesinden kaynaklanmaktadır.
[233] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 15-18.
[234] Buhâri c. 1, s. 26. Tesettür
ayetinin inişi hakkında derin ihtilaf vardır. Rivayetlerden biri budur. Diğeri
ise şöyledir: "Hz. Ömer, Allah Resûlü'ne; "Huzurunuza iyi kötü her
çeşit insan geliyor. Eşlerinize tesettür emretseniz" dedi. Ibn-İ Cerîr
tefsirinde Mücâhid'den şunu rivayet etmektedir: Allah Resulü, asha-bıyla yemek
yiyordu. Hz. Aişe (ra) da yiyordu. Adamın birinin eli Hz. Aişe'nin eline değdi.
Bu, Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem'ın hoşuna gitmedi. Bunun üzerine
tesettür ayeti indi. Hz. Zeyneb (ra)'nın düğün yemeğinde tesettür ayetinin
indiği yaygın bir kanaattir. Nitekim sahih hadis kitaplarında bu olay genişçe
anlatılmaktadır. Hafız tbn-i Hacer bu rivayetler arasmda şöyle bir uzlaşma
bulmuştur. Tesettür ayetinin inişinin çeşitli sebepleri vardı. Bunların
sonuncusu Hz. Zeyneb olayıydı ve ayetin iniş sebebi odur. Nitekim Fethu't-Bârî,
c. 1, s. 219 ve Zerkânî, c. 3, s. 262'de genişçe anlatılmıştır. Ibni Sa'd
tabakâhnda sadece ilk rivayeti nakletmiştir.
[235] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 661.
[236] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 661-662.
[237] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 662.
[238] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 662-663.
[239] Hz. Aişe'nin hayatı ve
özellikle ilmî içtihadlarını bildiren ayrı bir eser yazmayı amaçlıyoruz. Burada
sadece yazılmıştır.
[240] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 663-664.
[241] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 664.
[242] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 664.
[243] Buhârî, c. 2, s. 768.
[244] Tirmizî, s. 478.
[245] Hz. Ali ile ilgili bir
rivayette sekiz yaşında müslüman olduğu bildirilmiştir. Tercih edilen görüş,
onun 10 yaşında müslüman olduğudur. Bu rivayete göre de evlendiği sırada yaşı
24 yıl 2,5 ay idi.
[246] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 665-666.
[247] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 666.
[248] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 666.
[249] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 667.
[250] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 667-668.
[251] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 668.
[252] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 668-669.
[253] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 669.
[254] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 669-670.
[255] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 670-671.
[256] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 671.
[257] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 671.
[258] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 671-672.
[259] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 672-673.
[260] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 673.
[261] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 673-675.
[262] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 675.
[263] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 675-676.
[264] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 676-677.
[265] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 677-678.
[266] Buhârî, Nikâh/15.
[267] Buhârî, Nikâh/108; Müslim,
Fezâilu's-sahâbe/80.
[268] Müslim, Nikâh/71.
[269] Ebu Davûd, Edeb/54.
[270] Tirmizî, Fiten/39.
[271] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 678-681.
[272] Buhâri, Hums/6..
[273] Nesâ'î,2înet/39.
[274] Ebu Davûd, Tereccül/12.
[275] Nesâ'î, Zînet/39.
[276] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 682-683.
[277] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 684.
[278] Buhârî, c. 2, s. 806.
[279] Buhârî, c. 1, s. 313.
[280] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 684.