Hz.  Peygamber'ın  Kusur Aramayı Ve  Övünmeyi  Sevmemesi 2

Hz.  Peygamber'in  Sadeliği Sevip  Yapmacıklıktan   Kaçınması 3

Hz.  Peygamber'in  Konfor Ve   Gösterişten   Kaçınması 3

Hz.  Peygamber'în  Herkese  Eşit  Davranması 6

Hz.   Peygamber'in   Alçakgönüllülüğü. 8

Aşırı   Övgü   Ve   Saygıyı   Menetmesi 9

Hz.  Peygamber'in  Edeb Ve Haya Duygusu. 10

Hz.  Peygamber  İşini  Kendi  Görürdü. 11

Hz.  Peygamber'in Başkalarının  İşlerini Yapması 12

Hz.  Peygamber'ın  Azimli  Ve  Kararlı  Oluşu. 13

Hz.  Peygamber'in  Cesaret  Ve  Kahramanlığı 15

Hz.   Peygamber'în  Doğru  Sözlülüğü. 16

Hz.   Peygamber'în   Sözünde   Durması 17

Hz.   Peygamber'ln   Gözünün   Tokluğu. 18

Hz.  Peygamberin  B Ağışlayıcılığı Ve   Yumuşakbaşlılığı 20

Hz.  Peygamber'in Düşmanları Bağışlaması   Ve   Onlara   İyi   Davranması 25

Hz.  Peygamber'in  Yahûdî Ve  Hıristiyanlara  Karşı  Tutumu. 30

Hz.  Peygamber'in  Yoksul  Ve Kimsesizlere  Olan  Sevgi  Ve  Şefkati 31

Hz.   Peygamber'in Can   Düşmanlarını   Bağışlaması 33

Hz.  Peygamber'ın  Düşmanlarına Hayırla  Dua  Etmesi 35

Hz. Peygamber'in Çocuklara Şefkati 36

Hz. Peygamberin Kölelere Şefkat Göstermesi 38

Hz. Peygamber'in Kadınlara Bakışı 40

Hz. Peygamberdin Hayvanlara Merhameti 42

Hz. Peygamber'in Ayrımsız Sevgi ve Merhameti 43

Hz. Peygamber'in Înce Kalpliliği 44

Hz.  Peygamber'in  Hasta  Ziyareti 45

Ve  Taziyelere Verdiği  Önem  Ve. 45

İnsanlarla   Dertleşmesi 45

Hz.  Peygamber'in  Şakacılığı 46

Hz. Peygamber'in Çocuklarına Olan Sevgisi 47

Hz. Peygamber'in Mübarek Eşleri 49

Hz.   Hatice   (Ra) 49

Sevde  Bn.  Zema  (Ra) 50

Sevde   (Ra)'Nın   Özellikleri 51

Sevde  (Ra)'Nın  Ahlâk Ve  Alışkanlıkları 51

Sevde  (Ra)'nın  Hadis  Rivayeti 52

Hz.  Sevde  (Ra)'nın  Vefatı 52

Hz.  Aişe  (Ra) 52

Hz.  Alşe  (Ra)'Nın  Vefatı 53

Hz.  Aîşe  (Ra)'nın  İllm  Hayatı 53

Hafsa   (Ra) 54

Hz.   Hafsa  (Ra)'Nın  Vefatı 55

Zeyneb  (Ra)  "Yoksulların Annesi". 55

Ümmü  Seleme  (Ra) 55

Ümmü Seleme'nin  Vefatı 56

Ümmü  Seleme'nin  Fazilet Ve  Yeteneği 57

Hz. Zeyneb   (Ra) 57

Hz. Zeyneb (Ra)'nın Ölümü. 57

Cüveyriye (Ra) 58

Ümmü  Habîbe  (Ra) 58

Meymûne  (Ra) 59

Meymûne  (Ra)'Nın Vefatı 59

Safıyye  (Ra) 60

Hz. Peygamber'in Çocukları 61

Kasım  (Ra) 61

Zeyneb  (Ra) 61

Rukıyye  (Ra) 63

Ümmü  Gülsüm  (Ra) 63

Fâtımatü'z-Zehrâ  (Ra) 64

İbrahim  (As) 65

Hz. Peygamber'in Eşlerine Davranışı 66

Hz.  Peygamberin  Eşlerinin  Ve Aîle  Fertlerinin Sâde  Hayatları 69

Hz.  Peygamber'in  Evinin  İdaresi 70

Hz.  Peygamber'in Ev  Halkının  Geçimi 71

 

 

 

 

 

Hz.  Peygamber'ın  Kusur Aramayı Ve  Övünmeyi  Sevmemesi

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, içten gelerek dahi olsa bir insanı yüzü­ne karşı övmeyi sevmezdi. Bir gün mübarek huzurunda bir şahsın adı geçti. Ora­da bulunanlardan biri onu çok övdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Arkadaşının boynunu kestin" buyurdu ve bu sözü birkaç kere tekrarladı. Sonra, "Eğer birini övmek durumunda kalırsan, "Benim kanâatim böy­le" de" buyurdu."[1]

Bir gün adamın biri, bir yöneticiyi övüyordu. Mikdâd (ra) da oradaydı. Yer­den toprak alarak onun yüzüne serpti ve "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem, insanları aşırı övenlerin yüzüne toprak serpin" buyurdu, dedi."[2] Bir kere­sinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mescide geldi, orada bir kişinin namaz kıldığını gördü. Mihcen es-Sekafî (ra)'a: "Bu kim?" diye sordu. Mihcen onun adını söyledi ve çok övdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Bak, o bunu duymasın, yoksa mahvolur"[3] Yani kalbinde böbürlen­me ve gururlanma meydana gelir. Bu da onun manen mahvolmasma sebep olur, buyurdu.

Şair olan Esved b. Serî, bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yü­ce huzuruna geldi ve; "Ben Allah'a hamd ve Hz. Peygamber'i övme babında bir­kaç şiir yazdım" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Evet, Allah'a hamd iyi birşeydir." Esved yazdığı şiiri okumaya başladı. Bu arada dışarıdan bir kişi geldi. Hz. Peygamber, Esved'i durdurdu. Gelen adam bir süre konuştuktan sonra çekip gitti. Esved, tekrar şiirini okumaya başladı. O kişi tekrar geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Esved'i tekrar durdurdu. Bu bir­kaç kez tekrarlandı. Bunun üzerine Esved, "Bu kimdir ki, onun yüzünden beni tek­rar tekrar durduruyorsunuz?" deyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Gereksiz sözleri beğenmeyen biridir" buyurdu."

Burada akla şöyle bir düşünce gelebilir: Hassan b Sabit (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in sevdiği bir şairdi. Onu minbere çıkartarak şiirlerini okutur ve dinlerdi. Bazan, "Ey Rabbim! Onu rûhü'l-kudüs ile destekle" buyurur­du. Bu şiirler de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i öven şiirlerdir, diye­biliriz. Ancak gerçek şudur ki, Hassan b. Sâbit'in şiirleri kafirlerin Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem'i yergilerine cevaptı. Araplar arasında şairlerin ko­numu o kadar önemliydi ki, onlar sözlerin büyüleyici etkisiyle istedikleri kişileri aşağılık hale getirir, istediklerini de insanların gözünde çok değerli ve şerefli biri haline getirirlerdi. Ibn-i el-Zeb'arâ ve Ka'b b. Eşref ve diğerleri gibi şairler, bu tarzla Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e zarar vermek istemişlerdi. Hassan (ra)'ın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i övmesi, bunlara karşı bir reddiye mahiyetinde idi. [4]

 

Hz.  Peygamber'in  Sadeliği Sevip  Yapmacıklıktan   Kaçınması

 

Allah Resûlü'nün, toplantılardan çıkıp evine gittiği zamanlarda bazan ayakkabısı­nı orada bırakarak çıplak ayakla yürüyüp gittiği olurdu. Bu haraketi, tekrar gele­ceğini gösterirdi.[5]

Saçını hergün taramayı sevmezdi. Bir gün durup bir gün taramalı derdi. Yeme-içme, örtünme-giyinme, oturup kalkma ve herhangi bir işte yapmacıklıktan hoş­lanmazdı. Yemekte önüne ne gelirse yerdi. Kaba demez, ne bulursa giyerdi. Top­rak üzerinde, hasır üzerinde, yaygı üzerinde nerede yer bulursa otururdu.[6] Hiç­bir zaman kendisi için özel olarak un denmezdi. Cübbesinin düğmesini çoğunluk­la açık tutardı. Gösterişli ve lüks eşyadan yaratılış olarak hoşlanmazdı.[7] Kısacası herşeyde sadelikten hoşlanırdı.

Hz.  Peygamber'in  Konfor Ve   Gösterişten   Kaçınması

îslâm, ruhbanlığa ve münzevî hayata şiddetle karşıdır. Islâmda ruhbanlık yoktur. Bu îslâmın genel ve kesin prensibidir. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dünya nimetlerinin helal olanlarından yararlanmayı caiz görürdü. Arasıra kendisi de bunlardan yararlanırdı. Bununla birlikte zevk ü sefa sürmeyi, konfor­lu bir hayat yaşamayı, dünya hayatından aşırı zevk almayı sevmez, başkalarını da bundan menederdi.

Bir gün bir kişi Hz. Ali'ye yemek teklif etti ve yemekleri pişirterek Hz. Ali'nin evine gönderdi. Hz. Fâtıma (ra): "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de gel­se, bizimle yeseydi ne iyi olurdu" dedi. Hz. Ali (ra) gitti ve Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem'e, Hz. Fâtıma'nın isteğini bildirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem geldi. Ama evde ve duvarlarda perde asılı olduğunu görünce dö­nüp gitti. Hz. Ali (ra) neden geri gitiğini sorunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Peygamberin, gösterişli, şatafatlı ve süslü-püslü bir eve girmesi O'nun şanına yakışmaz" buyurdu."[8]

"Evde kişinin kendisi için bir yatak, eşi için bir yatak, misafir için bir yatak bu­lunması yeterlidir. Dördüncüsü şeytanın payıdır" buyururdu.[9] Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem düşmana karşı bir sefere çıktı ve Hz. Aişe'yi evde bıraktı. Savaştan geri dönüp de Hz. Aişe'nin odasına girdiğinde duvarların bezlerle kaplandığını ve odanın şatafatlı bir hale getirildiğini gördü. Hemen orada­ki perdenin birini yırttı ve: "Allah bize serveti, taşa toprağa bez kaplayalım diye vermedi" buyurdu."[10]

Ensardan biri kubbesi yüksek bir ev yaptırmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evi görünce: "Bunu kim yaptı?" diye sordu. İnsanlar yaptıranın adını söyleyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sustu. Her zamanki gi­bi o kişi Allah Resûlü'nün mübarek huzuruna geldi ve selam verdi. Ama Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem yüzünü çevirdi. O zat tekrar selam verdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem yine yüzünü çevirdi. O kişi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in üzüntüsünün sebebini anladı ve gidip kubbeyi yerle bir etti. Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çarşıya çıktı, etrafı dola­şırken kubbe gözüne ilişmedi. O ensarînîn kubbeyi yıktığını anladı ve: "insanın ih­tiyacı dışında yapılan bir bina, insan için vebaldir" buyurdu."[11] Yanıbaşındaki in­san, başını sokacak bir yer bulamazken veya izbe yerlerde yaşıyorken bir insanın ihtiyacının dışında büyük ve masraflı inşaatlar yapması, kendisi için vebaldir. O, Allah'a karşı sorumludur.

Bir keresinde adamın biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e çok de­ğerli ipek işlemeli ve çok süslü bir elbise gönderdi. Biraz giydikten sonra aklına geldi, çıkardı ve Ömer (ra)'a gönderdi. Hz. Ömer gözleri yaşlı gelip; "Giymekten hoşlanmadığınız şeyi bana mı ikramda bulunuyorsunuz?" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Giymen için değil, satman için gönder­dim" buyurdu. Hz. Ömer (ra) sattığında ikibin dirhem tuttu.[12]

Adamın biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e nakışlı, süslü ve çok güzel bir takım elbise gönderdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunu Hz. Ali'ye verdi. O da giyinip Allah Resûlü'nün huzuruna geldi. Hz. Ali'yi o şekil­de görünce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yüzünde kızgınlık alâmet­leri belirdi ve: "Ben sana bunu, söküp değiştirilerek kadın elbisesi yapılması için vermiştim" buyurdu."[13]

Mühür kullanma ihtiyacı ortaya çıktığında, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mühür olarak da kullanabileceği bir yüzük yaptırınca önce altından yap­tırdı. Hz; Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in sünnetine uymak için sahabe-i kiram da altın yüzükler yaptırdılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem min­bere çıktı ve yüzüğü parmağından çıkararak fırlatıp attı ve: "Artık takmayacağım" buyurdu. Bunun üzerine sahabe-i kiram da hemen o anda parmaklarındaki altın yüzükleri çıkarıp attılar.[14] Allah Resulü, kendisi sade bir hayat yaşadığı gibi, aile fertlerinin de aynı şekilde sâde bir hayat sürmelerini ve konforlu bir hayattan uzak kalmalarını isterdi. Şeriatta kadınların altın takılar kullanmaları mubahtır. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendi mübarek ev halkının, bundan da en uzak duranlar olmalarını arzu ederdi.

Bir keresinde Hz. Fâtıma'nın boynunda altmdan bir takı gördü ve: "İnsanlar, "Peygamberin kızı boğazma ateşten bir gerdanlık takmış" dediklerinde gücüne gitmez mi?" buyurdu."

Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe'nin kollarında al­tın bilezikler gördü ve ona: "Başka şeyden yapılmış bir bileziği za'ferân boyasıyla boyayarak taksaydın daha iyi olurdu" buyurdu."[15]

Bir keresinde Necâşî Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e hediye olarak birtakım süs eşyaları gönderdi. Bunlar arasında bir de yüzük vardı. Kaşına kıymetli bir Habeşistan taşı yerleştirilmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yü­zünde hoşlanmama izleri görülüyor, ona değnekle dokunuyor, elini sürmüyordu.

Bir gün biri hediye olarak ipekli bir cepken gönderdi. Allah Resulü onu giydi ve namaza durdu. Namazı bitirdikten sonra öfkeyle çıkarıp yere koydu. Sonra da: "Bu elbise, dünya süslerinden sakınanlar için uygun değildir" buyurdu.

Tevazu ve alçak gönüllülük bakımından çoğu kere sâde elbiseler giyerdi. Hz. Ömer (ra), Cuma ve Bayram namazlarında veya yabancı elçiler geldiği sırada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in, insanı heybetli gösteren süslü elbiseler giymesini uygun görüyordu. Bir gün yolda giderlerken, tesadüfen ipekli, süslü bir elbisenin satıldığını gördüler. Hz. Ömer (ra) bunu fırsat bilerek, "Ey Allah Resulü! Bu elbiseyi satın alın da Cuma günleri ve yabancı elçileri karşıladığınızda giyinin" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna karşılık; "Bunu ahirette hiç giyme şansı olmayanlar giysinler" buyurdu. Çoğu kez kaba ve yünden yapılmış el­biseler giyerdi. Öyle elbiseler içinde de vefat etti.[16]

Yatağı bir kilimden ibaretti. Bazan içine hurma lifleri doldurulmuş deri yüzlü bir yatak olurdu, bazan ikiye katlanmış bir kumaştan ibaret bir yatak olurdu. Hz. Hafsa (ra) şöyle anlatıyor: Bir gece ben Allah Resulü rahat etsin diye kumaşı dör­de katlayarak altına serdim. Sabah kalkınca memnuniyetsizliğini belirtti.[17]

Hicret'in 9. yılında, Yemen'den başlayarak Suriye'ye kadar İslâm devletinin hâ­kimiyeti vardı. Bu devletin mutlak hâkiminin evinde sadece tahtadan bir divan ve deriden, kurumuş bir su tulumu vardı.[18] Hz. Aişe (ra) şöyle der: "Allah Resulü ço­ğu kere: "Dünyada insan için bir yolcunun yol azığı olarak yanma aldığı şey kada­rı yeterlidir" buyururdu.[19] Bir gün hasır üzerinde dinleniyordu. Kalktığında hası­ra gelen yanı üzerinde hasır izlerinin çıktığını gören insanlar, "Ey Allah Resulü! Bir yatak yaptırıp getirelim mi?" diye sorunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem: "Benim dünya ile ne alâkam var? Dünya ile ilişkim; yolculuk sırasında kısa süre dinlenmek için rastladığı bir ağacın gölgesinde oturan, sonra orayı terkederek çekip giden bir yolcunun o ağacın gölgesiyle olan ilişkisi kadardır" buyurdu.[20]

"İlâ" sırasında —Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in, eşlerinden bir ay uzak durmaya söz verdiği günlerde—, Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kaldığı evin eşyalarının bulunduğu terastaki odaya Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem'i ziyarete gittiğinde, dünyanın efendisinin mübarek evinde gördüğü dünya varlığı şunlardı: Mübarek vücuduna giydiği sâde bir entari, çıplak bir tahta divan, başını koyduğu hurma lifleriyle doldurulmuş bir yastık, bir tarafa konmuş bir avuç kadar arpa unu, bir köşede mübarek ayağının yanında du­ran bir hayvan postu, başı hizasında sarkan birkaç tane deri su tulumu. Hz. Ömer diyor ki: "Bunları görünce gözlerimden yaşlar aktı. Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem neden ağladığımı sorunca, "Ey Allah Resulü! Neden ağlamayayım, üze­rinde yattığınız sedirin izleri vücudunuza çıkmış, burası da eşyalarınızın bulundu­ğunuz odadır, içinde ne varsa, işte gözlerimizin önünde. Hükümdarlar, krallar dünyanın zevk ü sefasını sürüyorlar, rahat ve konforlu bir hayat sürüyorlar. Allah'ın Peygamberi ve seçkin bir kulu olarak sizin evinizin hali ise işte budur7' de­dim. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna karşılık "Ey Hattâb oğlu Ömer! Onların dünyayı, bizim de ahireti almamız hoşuna gitmez mi" buyurdu."[21] [22]

 

Hz.  Peygamber'în  Herkese  Eşit  Davranması

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in gözünde zengin-fakir, büyük-küçük, köle-efendi herkes eşitti. Selmân (ra), Suhayb (ra) ve Bilal (ra) hepsi bir zamanlar köleydiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in gözünde onlar, Kureyş li­derlerinden daha aşağı bir makamda değillerdi. Bir gün Selman (ra) ile Bilal (ra) bir yerde birlikte bulunuyorlardı. Tesadüfen Ebu Süfyân çıkageldi. Selman'la Bilal (ra), "Kılıç, hâlâ şu Allah düşmanının boynuna inmedi" dediler. Hz. Ebu Bekir on­lara: "Kureyş'in lideri hakkında nasıl böyle konuşursunuz?" dedi. Sonra Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gelerek olayı anlattı. Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Ebu Bekir'e: "Sakın onları gücendirmiş olmaya-sın. Eğer onları gücendirdiysen, Allah'ı gücendirmiş olursun" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir hemen kalkıp o mübarek zatlarm yanına giderek onlara: "Bana gücenmediniz değil mi?" dedi. Onlar da "Hayır, Allah sana merhamet bu­yursun" dediler."[23]

Mahzûm kabilesinden bir kadın hırsızlık suçundan yakalandı. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem Üsâme b. Zeyd (ra)'i çok severdi, insanlar onu şefaatçi ve aracı kılarak Allah Resûlü'ne gönderdiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-1 sellem Üsâme'ye; "Ey Üsâme, Allah'ın belirlediği cezalar için mi aracılık ediyor­sun?" buyurdu. Sonra insanları toplayarak şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmet­ler, önemli adamlar suç işlediği zaman bağışladıkları ve basit insanlar suç işledik­leri zaman cezalandırdıkları için helak oldular. Allah'a yemin ederim ki, eğer Mu-hammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim" buyurdu."[24]

Bedir savaşında diğer esirlerle birlikte amcası Hz. Abbas (ra) da esir edilip ge­tirilmişti. Esirler fidye parası vermeleri karşılığında serbest bırakılıyordu. Bazı iyi niyetli ensar, Abbas (ra)'m Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e akrabalığın­dan dolayı; "Ey Allah Resulü! îzin verin de amcamız Abbas'm fidyesini bağışlaya­lım" dediler. Bunun üzerine Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, "Hayır, bir dirhem dahi bağışlamayın" buyurdu."[25]

Kendisine gelen hediyeleri topluluk arasında dağıtırken sağ eliyle dağıtmaya başlar ve bu dağıtımda zengin-fakir, büyük-küçük herkesi eşit tutardı.

Bir gün sahabe-i kiram, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzurun­da toplanmış oturuyorlardı. Tesadüfen sağ tarafından çok küçük yaşta olan Ab­dullah b. Abbâs oturuyor, sol tarafta anlı-şânh büyük sahabeler oturuyordu. Bir yerden süt geldi. Allah Resulü biraz içtikten sonra Abdullah b. Abbâs'a verdi. Bü­yük sahabeyi gözeterek sağ taraftan vermeyi bırakmamıştı. Sonuçta topluluktaki-lere ancak sırası geldikçe süt verildi.[26]

Enes (ra) şunu anlatır: "Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evi­me geldi ve içmek için su istedi. Ben süt ikram ettim. Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'in solunda, Hz. Ömer önünde, bir bedevi de sağ tarafmda olduğu halde oturuyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sütü içtikten sonra Hz. Ömer Hz. Ebu Bekir'e vermemi işaret etti. Yani geri kalan sütü ona ikram etmemi istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve­sellem, "Sağ taraftakinin hakkıdır" buyurdu. Böyle buyurarak artan sütü bedeviye ikram etti."[27]

Kureyş kabilesi kendi üstünlüğünü iddia ederek Müzdelife'de kalır, diğer Arap kabileleriyle birlike Arafat'a çıkmazdı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem bu ayrıcalığı asla kabul etmedi. Peygamber olarak gönderilmeden önce de[28]peygamber olarak gönderildikten sonrada daima gelen insanlarla birlikte oturup kalkar­dı. Bunun dışında Arafat ya da Müzdelife'de kendisi için özel bir yer ayrılmasına ve bilhassa kendi için orada bir gölgelik yapılmasına razı olmadı. Sahabe-i kiram kendi­sine böyle bir teklif getirdiklerinde; "Kim önce gelirse o oturur" buyurdu."[29]

Sahabe-i kiram topluca bir iş yaparken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem onlara katılır ve normal bir işçi gibi o işi yapardı. Medine'ye geldikten sonra ilk yapılan iş, peygamber mescidinin inşa edilmesiydi. O mübarek mescidin inşa­sına diğer sahabe gibi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kendisi de doğ­rudan katılmıştı. Mübarek eliyle kerpiçleri yüklenip getiriyordu. Sahabe-i kiram, "Canımız Sana feda olpun, niçin zahmet buyuruyorsunuz. Biz yaparız" diyorlardı. Ama O, kendi görevinden vazgeçmiyordu.[30] Hendek savaşı sırasında bütün saha­be-i kiram Medine'nin etrafına hendek kazıyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de basit bir işçi gibi çalışıyordu. Öyle içten ve hızlı çalışıyordu ki, her tarafı toz toprak içinde kalmıştı.[31]

Bir yolculukta sahabe-i kiram acıkmış fakat yemek hazırlanmamıştı. Sahabe hep birlikte yemek pişirme hazırlığına başladı. İnsanlar teker teker işbölümü yapti. Çölden odun toplayıp getirme işini Hz. Peygamebr sallallahu aleyhi vesellem üstlendi. Sahabe-i kiram "Ey Allah Resulü! Bu işi biz hizmetçilerin yaparız" dedi­ler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Doğru söylüyorsu­nuz ama ben kendimi sizden üstün tutmak istemiyorum. Allah, kendini arkadaş­ları arasında üstün tutan kulundan hoşlanmaz" buyurdu."[32]

Bedir savaşında askerlerin binekleri çok azdı. Üç kişiye bir binek düşüyor, her­kes sırası geldikçe biniyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de herkes gibi bir deveye başka iki kişiyle birlikte nöbetleşerek biniyordu. Sahabe fedakârlık yaparak sıralarını veriyor ve: "Ey Allah Resulü siz binmeye devam edin, sizin ye­rinize biz yürürüz" diyorlardı.

Buna karşılık Hz. Peygamber salîallahu aleyhi vesellem: "Ne siz benden daha faz­la yaya yürüyebilirsiniz, ne de ben sizden daha az sevaba muhtacım" buyurdu."[33] [34]

 

Hz.   Peygamber'in   Alçakgönüllülüğü

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ev işlerini bizzat kendisi görür, giysileri­ne yama yapar, evi süpürür, süt sağar, çarşıdan evin ihtiyaçlarını alıp gelirdi. Ayak­kabısı eskidiğinde onu bizzat kendisi tamir eder, kölelerle, kimsesizlerle oturmak­tan, onlarla birlikte yemek yemekten kaçınmazdi.[35] Bir gün evinden dışarı çıkmıştı, insanlar O'na saygı ve tazim için ayağa kalktılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem: "Acemler gibi saygı için ayağa kalkmayın" buyurdu.

En fakir ve yoksul kimse bile olsun, biri hastalanınca yoklamaya gider, yoksul­ların, miskinlerin evlerine giderek onlarla otururdu. Sahabeyle birlikte otururken dışarıdan gelen bir yabancı, ayrıcalıklı bir görüntüsü olmadığı için O'nu tanıya­mazdı. Bir toplantıya gittiğinde nerede boş yer bulursa, oraya otururdu.[36]

Bir gün adamın biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i görmeye geldi. Fakat peygamberliğin haşmetinden o kadar etkilendi ki titremeye başladı. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem, "Korkma! Ben hükümdar değilim. Kuru et pişi­rerek karnını doyuran Kureyşli bir kadının çocuğuyum" buyurdu.[37]

Alçakgönüllülük ve tevâzuundan dolayı dizlerini kırarak oturup yemek yerdi ve her zaman söyle derdi: "Ben de bir kulum. Kullar gibi yer, kullar gibi otururum." Bir keresinde yemek yeniyordu ve yer çok dardı, insanlar kalabalık olduğundan boş yer kalmamıştı. Yer açılması için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem diz çökerek oturmuştu. Bir bedevi de bu davette bulunuyordu ve "Muhammed! Bu ne biçim oturuş" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona cevap olarak: "Allah beni al­çakgönüllü kul kıldı. Azgın ve mağrur bir kul kılmadı." buyurdu."[38]

Alçakgönüllüğü o noktaya varmıştı ki, kendisi hakkında saygı belirten ifadeler kullanılması caiz olsa bile bunlardan hoşlanmazdı. Bir gün bir kişi kendisine şu ifa­delerle hitap etti: "Ey efendimiz ve efendimizin oğlu! Ve ey hepimizin en hayırlısı ve hepimizin en hayırlısının oğlu!" Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendisi hakkında övgü dolu ifadeler içeren bu söze karşılık bunları söyleyen kimselere şöy­le buyurdu: "Ey insanlar! Günahlardan sakının, şeytan sizi yanıltmasın. Ben Abdul­lah oğlu Muhammed'im. Allah'ın kulu ve Elçisi'yim. Beni, Allah'ın yerleştirdiği ma­kam ve mertebeden daha yukarı çıkarmanızdan hoşlanmıyorum" buyurdu."[39]

Bir keresinde kendisine adamın biri, "Ey yaratılmışların en hayırlısı!" diye hi­tap etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "O, ibrahim'di" buyurdu."[40]

Abdullah b. Suhayr şunu anlatmıştır: "Benû Amir kabilesinin heyetiyle birlik­te Allah Resûlü'nün huzuruna geldiğimizde O'na: "Allah Resulü bizim efendimiz-dir" dedik. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Efendi Allah'tır" buyurdu. Sonra, "Siz bizim en üstünümüz ve en erdemlimizsiniz" dedik. Buna karşılık Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Söz söylerken dikkat edin de şeytan sizi kullanmasın" buyurdu.[41]

Medine-i Münevvere'de akıl melekesi biraz bozulmuş bir kadın vardı. Allah Resûlü'ne gelerek, "Ey Muhammed! Seninle biraz işim var" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Nereye dersen gidebilirim" buyurdu. Kadın Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'i bir sokağa götürdü. Ve oraya oturdu. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem de onunla birlikte oturdu ve anlattıklarını dinle­yerek meselesini halletti.[42]

Mahrame (ra) adında bir şahabı vardı. Bir gün oğlu Misver'e: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e bir yerden bir miktar kumaş gelmiş, onları dağıtıyor-muş, gel biz de gidelim de payımıza düşenden alalım" dedi. Geldiklerinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evinin iç kısmına geçmişti. Oğluna, "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e seslen" dedi. Oğlu da: "Ben Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem'e seslenecek seviyede değilim" dedi. Bunun üzerine Mahreme: "Ey Oğul! Muhammed azametli, mağrur biri değildir" dedi. Onun cesa­ret vermesi üzerine Misver seslendi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem he­men çıktı ve atlas kumaştan yapılmış, altın düğmeli bir elbise verdi.[43]

Bir gün ensardan bir müslüman, bir yahûdmin, "Hz. Musa'yı bütün insanlar­dan üstün kılan Allah'a yemin ederim ki" dediğini duyunca, Hz. Peygamber sal-lallahu aleyhi vesellem'e hakaret ettiğini sandı ve o öfkeyle adama bir tokat attı. Yahûdî hakkını alması için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e gitti. Allah Resulü de, o ensarîyi çağırttı ve olayı araştırıp öğrendikten sonra: "Beni diğer pey­gamberlerin üstüne çıkarma!" buyurdu."[44]

insanı gurur ve kibire sevkeden temel etken, çevresindeki binlerce insanın onu alkışladığını, bir işaretiyle herkesin can vermeye hazır olduğunu gördüğünde or­taya çıkan manzaradır. Özellikle muzaffer bir orduyla tantanalı bir şekilde fethet­tiği şehre girerken, insanların coşkulu bir şekilde kendini alkışlaması bunda büyük rol oynar. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in alçakgönüllülüğü ve tevâzusu böyle zamanlarda daha da açık bir şeklide kendini göstermektedir. Mek­ke'nin fethi sırasında şehre girerken, tevazu ve alçakgönüllüğünden dolayı müba­rek başını o kadar eğmiştir ki, neredeyse devesinin semerindeki tahtaya değecek­ti.[45] Hayber savaşmda zafer elde edildikten sonra şehre girerken boynuna yular yerine, hurma lifinden bir örgü bağlanmış olan eşek sırtında binmişti.[46] [47]

 

Aşırı   Övgü   Ve   Saygıyı   Menetmesi

 

Şirke —Allah'a ortak koşmaya ve Allah'ın gücüne denk başka bir güç tanıma— yö­nünde atılan ilk adım, peygamber ve velîleri aşırı şekilde övmek ve onlara ta'zim göstermektir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu ince noktaya son dere­ce dikkat ederdi. Hz. Isa örneği, gözler önünde ortaya duruyordu. Her zaman "Hı­ristiyanların Meryem oğlu isa'yı haddinden fazla yücelttikleri gibi beni de övüp yüceltmeyin. Ben, Allah'ın bir kulu ve O'nun Elçisi'yim" buyururdu.[48]

Kays b. Sa'd şunu anlatmıştır: Bir keresinde Hîre'ye gitmiştim. Orada insanla­rın, şehrin başkanının makamına gidip önünde secde ettiklerini gördüm. Döndü­ğümde bunu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e anlattım ve: "Siz, secde edilmeye daha layıksınız" dedim. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine: "Kabrimi ziyaret ettiğinde secde edecek misin?" buyurdu. Ben de "Hayır" dedim. O zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "O halde yaşarken de secde etmemek gerekir" buyurdu.[49]

Mu'avviz b. Afrâ'nın kızı Rebî'nin düğünü olurken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evlerine gitti ve gelin için hazırlanan yere oturdu. Evin kızları çev­resine toplandılar ve defler çalarak Bedir şehidlerine mersiye okumaya başladılar.

Okumaya devam ederlerken "Aramızda bir Peygamber var ki, yarın ne olacağını bilir" diye bir mısra okudular. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-sellem: "Bunu bırakın da daha önce söylediklerinizi söyleyin" buyurdu.[50]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in oğlu İbrahim'in vefat ettiği gün te­sadüfen güneş tutulmuştu. İnsanların hayallerinde canlandırdıkları bâtıl anlayışa göre; bir peygamberin güç ve kudretinin bir iki çarpmasıyla, en azından gökyü­zündeki cisimlerde bir değişiklik meydana geleceğini vehmediyordu, işte bir tesa­düf olarak aynı gün meydana gelen olayı da bu düşüncelerine bir işaret saydılar ve güneşin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in oğlunun ölümü sebebiyle matem tuttuğunu sandılar, insanlar arasmda efsaneleşmeyi ve onlar üzerinde oto­rite kurmayı isteyen peygamberlikten uzak kimseler için bu ele geçmez bir fırsat olabilirdi. Fakat peygamberliğin sânı ve gerçek değeri, böyle gerçekle ilgisi olma­yan şeylerden yararlanmaktan çok ötedir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem hemen o anda insanları mescidde topladı ve bir konuşma yaparak: "Ay ve gü­neşin tutulması Allah'ın kudretinin işaretlerindendir. Onların tutulmasının bir kimsenin hayatı veya ölümüyle alakası yoktur" buyurdu.[51]

Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem abdest alıyordu. Mübarek elinden abdest suyu dökülürken vefakâr ve fedakâr sahabîler feyiz ve berkeket el­de etme düşüncesiyle onu avuçlarına alıp vücutlarına sürüyorlardı. Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem: "Neden böyle yapıyorsunuz?" diye sordu. Onlar da: "Allah ve Allah Resûlü'ne duyduğumuz sevgiden dolayı yapıyoruz" dediler. Bu­nun üzerine Allah'ın Elçisi Yüce Peygamber Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Bir kimse Allah ile Peygamberi'ni sevme zevkine erişmek istiyorsa, konuşurken doğruyu söylesin, güvenli biri kabul edilerek kendi­sine bir emanet verilmişse emaneti korusun veya kimin komşusuysa onun komşu­luk haklarını gözetsin."[52]

Adamın biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna geldi. Ko­nuşurken "Allah'ın dilediği, sizin dilediğinizdir" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem adamı susturarak: "Sen beni Allah'a ortak ve denk yapıyorsun. Sa­dece Allah dilerse de" buyurdu.[53] [54]

 

Hz.  Peygamber'in  Edeb Ve Haya Duygusu

 

Sahih hadis kitaplarında nakledilen rivayetler, Hz. Peygamber'in çok terbiyeli bir genç kızdan bile daha fazla utanma ve haya duygusuna sahip olduğunu bildirmektedir. Utanma, edep ve haya duygusu, O'nun her hareket ve davranışında kendini gösterirdi. Hiç kimseye hiçbir zaman çirkin bir söz söylememişti. Çarşı ve pazara çıktığında yollardan sessiz ve sakin geçip giderdi. Dudakları tebessü­mün dışında gülmezdi. Hayatında kahkaha ile güldüğü görülmemişti. Diğer in­sanların otuz iki dişini göstererek güldüğü gibi bir gülüş, O'nun mübarek ağzına hiç nasip olmamıştı.

Kalabalık bir toplantıda hoşuna gitmeyen bir söz söylenmişse, insanların onu­runu düşünerek söz sahibini utandırmamak için hiçbirşey söylemez, ancak hoşlan­madığı yüz ifadesinden belli olurdu. Sahâbe-i kiram bu şekilde uyarılmış olurdu.

Cahüiye döneminde Arabistan'da da diğer ülkelerde olduğu gibi utanma ve haya duygusu çok zayıftı. Çıplak yıkanmak genel bir âdetti. Kabe'yi çıplak tavaf ederlerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunlardan nefret ediyordu. Bir gün bunları kastederek: "Hamamlardan uzak durun" buyurdu. Yanındakiler, "însan, hamamda yıkanarak kirlerden arınır, yıkanma hastalığa da iyi gelir" dedi­ler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Yıkanınız ama da­ima örtülü yerde yıkanınız" buyurdu. Arabistan'da pek hamam yoktu. Ancak Ara­bistan sınırlarına yakın olan Suriye ve Irak şehirlerinde birçok hamam vardı. O ba­kımdan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Siz Acemistan'ı —Arabistan dışındaki İran ve diğer yerleri— fethettiğiniz zaman oralarda hamamlar göreceksi­niz Oralara gittiğinizde üzerinizi örtecek bezlerle gidin" buyurdu.

Bir gün bazı kadınlar Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in eşi olan Üm-mü Seleme (ra)'nın yanma geldiler. Ümrnü Seleme (ra) nereli olduklarını sordu. Onlar da "Humus" —Suriye'nin bir şehri— dediler. Ümmü Selem onlara: "Sizler hamamlarda yıkananlardan mısınız?" diye sorunca: "Hamamlar kötü yerler mi­dir?" dediler. Ümmü Seleme (ra) ise: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'den işittim ki: "Allah kendi evinden başka birinin evinde soyunan kadının na­mus perdesini yırtar." Ebû Davûd'da şöyle bir rivayet vardır: "Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem hamamda yıkanmayı kesinlikle menetmiştir. Sonra erkek­lerin örtünerek yıkanmaları şartıyla gitmelerine izin vermiştir. Fakat kadmlar için birinci hüküm devam etmiştir. Araplar'da tuvalet yoktu. İnsanlar açık alanlarda ihtiyaçlarını giderir ve bundan haya etmezlerdi.[55] Hatta birbirlerinin yanına, kar­şısına oturarak, büyük küçük abdestlerini yaparlardı. Bir yandan da birbirleriyle konuşup dertleşirlerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunu şiddetle menetti ve "Allah Teâlâ bundan nefret eder" buyurdu.[56]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ihtiyacını gidermek için gözlerden tamamen kayboluncaya kadar uzağa gitme alışkanlığına sahipti. Mekke'nin fethin

den sonra orada kaldığı sürece zorunlu ihtiyaçları için Kabe'nin en az üç mil me­safe uzaklığa giderdi. [57]

 

Hz.  Peygamber  İşini  Kendi  Görürdü

 

Bütün sahabe, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in fedakâr hizmetçileriydi­ler. Buna rağmen Allah Resulü kendi işini kendi yapmayı severdi. Hz. Aişe (ra), Ebu Saîd el-Hudrî (ra) ve Hz. Hasan (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kendi işini bizzat kendi eliyle yaptığını rivayet etmişlerdir.[58] Bir kişi, Hz. Aişe (ra)'ya: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evde ne yapardı?" diye sordu. Hz. Aişe, "Ev işleriyle meşgul olurdu. Elbiseleri kendi yamalar, evi kendi eliyle sü­pürürdü. Eliyle süt sağar, çarşıdan ev eşyasını satın alır gelirdi. Ayakkabısı sökülür-se bizzat kendisi kendi eliyle onarırdı. Su kovasının ipini bağlardı. Deveyi kendi eliy­le bağlar, ona yem verirdi, köleyle birlikte un öğütürdü" diye cevap verdi.[59]

Bir gün Enes b. Mâlik (ra) Allah Resûlü'nün mübarek huzuruna geldiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kendi eliyle bir devenin sırtını yağladığı­nı gördü. Yine Enes'ten yapılan bir rivayette ise, zekât olarak getirilen mallar ara­sındaki develerin sırtını yağladığı görülmüştü.[60] Bir üçüncü kanaldan yapılan ri­vayette ise Enes (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kendi eliyle ke­çileri yağladığını gördüğünü söylemiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem bir gün mescide gittiğinde birinin mescide burnunu silmiş olduğunu gördü. Bizzat kendisi mübarek eliyle bir taş parçası alarak onu kazıdı ve insanları bir da­ha böyle hareket etmekten şiddetle menetti.[61]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem henüz çocuk yaşta iken Kabe tamir ediliyordu. O zaman bile taşları yüklenip ustaların yanına getiriyordu. Kubâ mes­cidinin ve Mescid-i Nebevî'nin inşasında, Hendek savaşı öncesi hendek kazüma-smda nasıl diğer işçilerle birlikte çalıştığı, kendi mübarek eliyle taşları nasıl taşıdı­ğı ve araziyi nasıl kazdığı birinci ciltte geniş olarak anlatılmıştı. Bir yolculuk sıra­sında sahabe-i kiram keçi kesti ve pişirmek için aralarında işbölümü yaptı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Çölden odunları ben toplayacağım" bu­yurdu. Sahabe, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e zahmet olur düşünce­siyle bunu kabul etmeye yanaşmayınca: "Ayrıcalık istemem" buyurdu.[62] Başka bir yolculukta ise ayakkabasının bağı kopmuştu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendi eliyle tamir etmek istedi. Sahabeden biri; "Ey Allah Resulü, verin ben yapayım" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona, "Bu; ayrıcalık ve üstünlük taslamak olur ki, en sevmediğim şeydir" buyurdu.[63]

İki sahabî anlatır: "Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yanına gittik. Mübarek eliyle evini tamir ettiğini gördük, biz de çalışmaya katıldık. İş bitince Hz.Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bizim için hayırlı duada bulundu."[64] [65]

 

Hz.  Peygamber'in Başkalarının  İşlerini Yapması

 

Habbâb b. Eret (ra) sahabedendi. Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, onu bir gazveye gönderdi. Habbâb'ın evinde erkek yoktu. Kadınlar da süt sağmasını bilmiyordu. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hergün onun evine gider, süt sağardı.[66] Habeşistan'dan gelen misafirlere saha­be kendileri hizmet etmek istedi. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlara mâni olarak: "Onlar benim dostlarına hizmet ettiler. O yüzden onlara hiz­met görevini bizzat ben yerine getireceğim" buyurdu."[67] Tâif'te Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek ayaklarını yaralayan, O'nu taş yağmuru­na tutarak kan revân içinde bırakan Sakîf kabilesinin kafirleriydi. Bunlar Hic­ret'in 9. yılında bir heyet halinde Medine'ye geldiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları Mescid-i Nebevî'de misafir etti ve onların mihmandarlığı­nı bizzat kendisi yaptı.

Medine'nin hizmetçi kadınları, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gelir ve: "Ey Allah Resulü! Benim şu işim var" derlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hemen ayağa kalkar ve onların işini ya­pardı. Medine'de deli bir hizmetçi kadın vardı. Bir gün geldi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek elini yakaladı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona; "Ey kadın! Medine'nin hangi sokağına istersen otur, senin işi­ni yapacağım" buyurdu. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem o ka­dınla birlikte Medine'nin bir sokağına gidip oturdu. Onun işini görüp halletti.[68]

Abdullah b. Ebi Evfâ sahabedendi. Kendisi şöyle derdi: "Hz. Peygambersallal-lahu aleyhi vesellem, dul ve fakir kimselerle gidip onların işlerini halletmekten utanç duymazdı."

Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem namaz kılmak üzere ayağa kalkmıştı. Tam o sırada bir bedevi geldi ve Peygamberin eteğine yapışarak: "Birazcık ihtiyacım kaldı. Olur ya unuturum. Önce şunu bir hallediver" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onunla mescitten çıktı ve işini hallettikten sonra gelip namaz kıldı.[69] [70]

 

Hz.  Peygamber'ın  Azimli  Ve  Kararlı  Oluşu

 

Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de "Peygamberlerden azimet sahibi olanlar" (Ahkâf 46/35) buyurarak bu tür peygamberleri övmüştür. Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem peygamberlerin sonuncusu olduğu için Allah Teâlâ bu niteliği özellik­le O'nun karakter ve kişiliğine yerleştirmişti. Başından sonuna kadar îslâmin her başarısı, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in azim ve kararlılığını en güzel şekilde görüntüleyen olaylardır. Herkesin gözü önünde meydana gelen şudur: Küfrün en karanlık bölgelerinden biri olan Arabistan'da bir kişi tek başına ayağa kalkıyor, yardımcısız ve desteksiz bir şekilde Hakk'a davet sesini yükseltiyor ve Arabistan çöllerinin her zerresi O'na karşı çıkışta bir dağ haline gelip önüne diki­liyordu. Ama peygamberliğin haşmeti ve Allah'a imandan gelen bir azimle bu en­gellerin hepsi geri çekiliyor, karşı çıkan bütün güçler O'nun önünde paramparça olarak yıkılıyordu.

Onüç yılın ardarda süren başarısızlıkları karşısında Allah Resûlü'nün mübarek kişiliği; ümitsizlik ve korkuya kapılmıyor ve sonunda şöyle bir gün geliyordu: Za­manında tek başına, kimsesiz olan bu insan, arkasında kendi için can vermeye ha­zır yüzbinlerce insan bırakarak bu fâni dünyaya veda ediyordu. Hicret'ten önce bir gün sahabe kafirlerin eziyet ve baskılarından bunalarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e: "Neden bizim için dua etmiyorsunuz?" dediler. Allah Resû­lü'nün çehresi öfkeden kıpkırmızı oldu ve: "Sizden öncekiler, testereyle biçilerek iki parçaya ayrılıyor, vücutları demir taraklarla taranarak etleri kemiklerinden sıy­rılıyordu. Bu işkenceler bile onları dinlerinden döndüremiyordu. Allah'a yemin ederim ki, îslâm dini başarıya ulaşacak ve gerçek bir din olarak en güçlü noktaya ulaşacaktır. Hatta bir yolcu Yemen'in San'a şehrinden Hadramût'a kadar gidecek de Allah'tan başka hiç kimseden korkmayacaktır" buyurdu."[71]

Kureyş liderleri baskı ve engellemelerden bıkınca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e başkanlık, mal-mülk ve en güzel kadınlanla evlendirmeyi teklif ettiler. Bu tekliflerin her biri, en yiğit insanı bile ayağını kaydırmaya, davasında vazgeçirmeye yeterliydi. Ama Hz. Peygamber (sav, onların bu tekliflerini yüzleri­ne çarptı. Nihayet son yardımcısı ve destekçisi yani amcası Ebu Tâlib'in de deste­ğini çekmek istediğini bildirdiği an gelince, artık düşünüp taşınıp kesin karar ver­menin son merhalesi, azim ve kararlığın en son imtihanı karşısına gelmiş oluyor­du. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in o anda Ebu Tâlib'e verdiği cevapta söylediği sözler, bu dünyada azim ve kararlılık gösterisinin benzersiz bir dille ifa şeklidir. Ibn-i Hişâm Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in ona şöyle buyur­duğunu bildirmiştir: "Amcacığım! Kureyş kabilesi sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysa, yine de Hakk'ı anlatmaktan vazgeçmeyeceğim."[72]

Bedir savaşında üçyüz, malzemesiz ve silahsız müslüman, bin kişilik silahlı ve tam donanımlı orduyla savaşa tutuşmuştu. Kureyş kafirleri bütün güç ve kalaba-lıklanyla sökün edip geliyordu. Böyle bir anda müslümanlar, gözleri yılarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in çevresine sığınırcasına toplanıyorlardı. Buna rağmen peygamberliğin sarsılmaz azim ve kararlılığı dağ gibi yerinde sapa­sağlam duruyordu.

Uhud savaşmda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ashabıyla görüşüp düşmana karşı nasıl bir yol izleneceğini herkesle istişare edince, hep birden şehir dışına çıkarak düşmana saldırma görüşünde olduklarını söylediler. Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem zırhını giyip de meydana çıkmca sahabe, şehirde ka­larak savunma yapılmasını teklif etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Peygamber zırhını giyip ortaya çıktıktan sonra onu bir daha çı­karmaz" buyurdu.[73]

Huneyn savaşında Hevâzin kabilesinin okçulan peşpeşe ok yağdırınca pek çok sahabînin ayağı titremeye başlamıştı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem tam bir güven ve huzur içinde fedakâr ve vefakâr ashabıyla birlikte savaş ala­nında sapasağlam durdu. O zaman mübarek dilinde şu cümle tekrarlanıyordu. "Ben peygamberim. Bunda asla yalan yoktur. Abdülmuttalib'in oğluyum. Bunda da şüphe yoktur."[74]

Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sefere çıktığında yorul­muş ve bir ağacm altına çekilmiş dinleniyordu. Bir kafir geldi ve peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem uyurken kılıcı çekerek; "Muhammedi Kim seni elimden kurtarabilir?" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiç düşünmeden yi­ğit bir sesle: "Allah!" buyurdu. Bu kararlılık, azim ve Hakk'a dayalı cesaret adamı öyle korkuttu ki, hemen kılıcı kınına soktu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-sellem'e boyun eğip yanına oturdu.[75] [76]

 

Hz.  Peygamber'in  Cesaret  Ve  Kahramanlığı

 

Bu özellik, insan olmanın en üstün cevheri, yüce ahlâkın temel taşıdır. Azim, ka­rarlılık, gerçekçilik ve doğru sözlülük, bütün bunlar sadece cesaret ve yiğitlikten doğar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yüzlerce felaket, tehlike ve bir çok savaşla yüzyüze geldi. Fakat hiçbir zaman azim ve sebat ayağı yerinden oyna­madı. Bedir savaşının kıran kırana ortamında üçyüz zayıf müslümanın ayağı, bin kişilik silahlı ordu karşısında yerinden oynamaya, sarsılmaya başlayınca koşarak Peygamber'in eteğine sığınılıyordu. Kolu ve bileği nice büyük savaşlar kazanmış olan Hz. Ali (ra) diyor ki: "Bedir savaşında amansız düşman saldırılan bütün hı­zıyla üzerimize geldikçe Hz. Peygamber'in yanına sığınıyor, O'nu kendimize siper ediyorduk. O, herkesten daha cesurdu. O gün müşrik ordusunun saflarına Hz. Peygamber'den daha yakın kimse yoktu."[77]

Huneyn savaşında Hevâzin kabilesi tarafmdan amansız bir ok yağmuru başla­yınca pekçok müslüman savaş alanından geri çekildi. Ama Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem birkaç fedâîsiyle birlikte her zaman olduğu gibi savaş alanın­da dimdik durdu. Allah Resulü bu sırada katırını dizginleyerek ilerlemeye çalışı­yordu. Ama fedakâr sahabîler kendisine engel oluyordu. Düşman askerlerinin he­defi sadece Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'di Buna rağmen mübarek ayağında en ufak bir sarsılma olmadı. Adamın biri bu savaşa katılan Berâ (ra)'a "Huneyn savaşında siz de kaçmış mıydınız?" diye sordu. Berâ (ra) da, "Evet, ama ben Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yerinden bir adım dahi geri çekil­mediğini gördüm. Allah'a yemin ederim ki savaş en şiddetli noktaya ulaştığında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yanma giderek O'na sığmıyorduk, içi­mizde en cesur ve en korkusuz olanlar Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve O'nunla birlikte duranlardı" dedi."[78]

Hz. Enes der ki: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem herkesten daha ce­surdu. Bir gün Medine'de, "Düşman geldi!" diye bir yaygara koptu. Halk karşı koymak için harekete geçti. Herkesten önce davranıp sokağa ilk çıkan Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'di. Korkusuzca herkesten önce ortaya çıkmak için atının eğerlenmesini bile beklemedi. Atın çıplak sırtına binerek bütün tehlike­li bölgeleri dolaşıp geldi ve: "Tehlike yok!" diyerek insanları teskin etti.[79]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiçbir zaman kendi eliyle bir insan öldürmedi. Übey b. Halef, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en aman­sız düşmanıydı. Bedir savaşında esir düştükten sonra fidye vererek kurtulmuştu. Mekke'ye giden yol boyunca: "Her gün yulafla beslediğim bir atım var. Bir gün ona binerek gelecek ve Muhammed'i öldüreceğim." Ahdini tekrarlaya tekrarlaya gitti. Uhud savaşında işte o atı dizginledi ve safları yararak Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem'in yanına ulaştı. Müslümanlar araya girerek onu durdurmak istediler. Ama allah Resulü engel oldu ve bir müslümanın elinden mızrağı alarak ona doğru fırlattı. Mızrak Übey'in boynunu sıyırıp geçti. Bunun üzerine korku içinde bağıra çağıra kaçtı. İnsanlar yarasına bakınca, "Önemli bir yara değil, niye bu kadar korkuyorsun?" dediler. Übey şöyle dedi: "Doğru, ama bu Muhammed'in kendi eliyle açtığı yaradır! —Yani bundan kurtuluş yoktur-" dedi.[80] [81]

 

Hz.   Peygamber'în  Doğru  Sözlülüğü

 

Doğru sözlülük, Hz. Peygamberin en önemli sıfatıydı. Bu sıfat Peygamberin kişi­liğinin de ayrılmaz bir parçasıydı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Ah­lâkı adlı bölümde bu sıfatının ayrıntılarına yer verdiğimiz için burada bunları tek­rarlamaya gerek görmüyoruz. Sadece düşmanların kendi tanıklıklardan elimize geçenleri kaydetmek istiyoruz.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem peygamberliğini ilan edince kafirler arasında O'nu tanıyanlar, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yalana ve palavracı biri olduğunu söylemediler. Aksine O'nun şuurunun bozulduğuna veya aklını kaybettiğine ya da kendisinde şiirsi hayaller oluştuğuna inandılar, O yüzden de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hakkında "deli, büyücü, büyülenmiş, şâir.." dediler. Ama asla "yalancı" demediler.

Birgün Kureyş'in ileri gelenleri bir araya gelmiş oturuyorlar ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hakkında konuşuyorlardı. Kureyşliler arasında çok de­neyimli ve görgülü bir kişilik olan Nadr b. Haris, "Ey Kureyş! Bugüne kadar başı­nıza gelen bu felaketle ilgili bir tedbir bulamadınız. Muhammed gözlerinizin önünde çocukluk ve gençlik çağlarını asarak bu yaşa geldi. O, sizin içinizde çok beğenilen, doğru sözlü ve çok güvenilen biriydi. Şimdi saçlarına ak düştükten son­ra veya karşmıza peygamberlik davasıyla çıktıktan sonra "sihirbaz" diyorsunuz, "kâhin" diyorsunuz, "şair ve deli" diyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki, ben O'nun söylediklerini dinledim. Muhammed'de böyle şeyler yok. Başınıza böyle bir felaket ilk kez gelmiştir" dedi.[82]

Ebu Cehil daima "Muhammed! Ben sana yalancı demiyorum, ancak senin de­diklerini doğru kabul etmiyorum" derdi. Kur'an-ı Kerim'in şu âyeti işte bu söz üzerine nazil olmuştur:[83]

"Şüphesiz ki ey Peygamber! Onların söylediklerinin seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler açıktan açığa Al­lah'ı âyetlerini inkar ediyorlar." (En'âm 6/33)

Allah Teâlâ tarafından, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e, "En yakın akrabalarını îslâma davet et" (Şuarâ 26/214) çağrısı gelince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir tepenin üzerine çıkarak: "Ey Kureyş topluluğu" diye ses­lendi. İnsanlar bu çağrı ile O'nun etrafına toplanınca: "Size şu dağın arkasından bir ordu geliyor dersem, kesin olarak inanır mısınız?" dedi. Hep bir ağızdan: "Evet inanırız. Çünkü senin yalan söylediğini görmedik" dediler."[84]

Bizans imparatoru, sarayının toplantı salonunda Ebu Süfyân'a: "Memleketiniz­de ortaya çıkan din davetçisinin daha önce yalan söylediğini hiç gördünüz mü?" diye sordu. Ebu Süfyân; "Hayır" dedi. Sonunda Bizans imparatoru yaptığı konuş­mada, "Size, o kişi yanınızda hiç yalan söyledi mi? diye sordum. "Hayır söyleme­di" diye cevap verdiniz. "Ben peygamberim" diyerek Allah'a iftira eden biri, yalan söyleyerek insanlara iftira etmekten neden kaçınsın ki?" dedi.[85] [86]

 

Hz.   Peygamber'în   Sözünde   Durması

 

Sözünü yerine getirmek ve verdiği sözde durmak: Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem'in değişmez ölçülerle herkese uyguladığı öyle bir önemli özelliğiydi ki düşmanları bile bunu ikrar ederdi. Nitekim Bizans imparatoru'nun sarayında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'le ilgili olarak Ebu Süfyân'a sorduğu sorular arasında bir de "Muhammed hiç sözünde durmamazlık yaptı mı?" sorusu vardı. Ebu Süfyân mecbur kalarak: "Hayır, yapmadı" cevabmı vermek zorunda kaldı.[87] Hz. Hamza'yı şehid eden Vahşî, müslümanlarm intikam alacağı korkusuna kapı­larak kaçmış, şehir şehir dolaşıyordu. Tâifliler'in Medine'ye göndermek için teklif ettikleri heyette onun adı da vardı. Ama o, "Belki benden intikam alırlar" diye kor­kuyordu. Fakat bizzat Allah Resûlü'nün düşmanları ona: "Hiçbir endişe ve korku­ya kapılmadan git. Muhammed elçileri öldürtmez" diye teminat verdiler. Nitekim o, bu güven içinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna geldi ve müslüman oldu.[88]

Müslüman olmadan önce Safvân b. Ümeyye, en şiddetle İslâm düşmanlarından biriydi. Mekke fethedilince şehri terkederek Yemen'e gitme düşüncesiyle Cidde'ye kaçmıştı. Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber saİlallahu aleyhi vesellem'e gelerek duru­mu anlattı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mübarek sarığını vererek, "Bu, Safvân'ın güvende olduğuna işarettir" buyurdu. Umeyr, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek sarığını alarak Safvân'a giderek "Artık kaçmana gerek yok, sana güvence verilmiştir" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek huzuruna geldiğinde, "Bana güvence verdiniz mi?" diye sordu. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem de, "Evet, doğrudur" buyurdu.[89]

Ebu Râfi, bir köleydi. Kâfir iken Kureyş elçisi olarak Medine'ye gelmişti. Allah Resûlü'nün mübarek yüzüne bakınca kendinden geçerek büyük bir heyecana ka­pıldı. Islânun hak din olduğu inancı kalbine girip yerleşti. Hz. Peygamber sallalla-hu aleyhi vesellem'e: "Ey Allah Resulü, artık kâfirlerin yanına hiç dönmeyeceğim" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise: "Ne verdiğim sözden dönebi­lirim, ne de elçileri yanımda alıkoyabilirim. Şimdi geri dön, eğer oraya ulaştıktan sonra da kalbindeki bu hal devam ederse geri gelirsin" buyurdu. Nitekim geri dön­dü ve müslüman oldu.[90]

Hudeybiye barışında şöyle bir şart vardı: Mekke'den müslüman olup Medi­ne'ye gelecek olanları Mekkeliler'in geri istemesi durumunda iade edileceklerdi. Bu şart tam kaleme alındığı sırada Ebu Cendel, ayaklarında zincirler olduğu halde Mekke'deki esaretten kaçıp geldi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'den imdat diledi. Bütün müslümanlar bu acıklı manzarayı görünce çok üzüldüler ve Ebu Cendel'i geri vermek istemediler. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem tam bir kararlılıkla Ebu Cendel'e hitâb ederek: "Ey Ebu Cendel! Sabret, biz sö­zümüzden geri dönemeyiz. Allah Teâlâ en kısa zamanda sana bir yol gösterecek­tir" buyurdu.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e peygamberlik gelmeden önce şöy­le bir olay olmuştu. Abdullah b. Ebî el-Amsâ Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-sellem'le bir takım ticarî işler yapmış ve "Gelmemi bekle. Gelince hesaplarımızı te­mizleriz" diyerek gitmişti. Farkında olmadan verdiği sözü unuttu. Üç gün sonra geldiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in aynı yerde beklemekte ol­duğunu gördü. Allah Resulü onu görünce: "Üç günden beri oturmuş, burada seni beklemekteyim" buyurdu.[91]

Bedir savaşında inkar edenler karşısında müslümanların sayısı üçte birden da­ha azdı. Böyle bir durumda normal olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem'in arzu ve isteği —ne kadar çok insan gelir bize katılırsa daha iyi olur— olma­lıydı. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bütün varlığıyla vefakâr bir insandı.

Huzeyfe b. el-Yemân ve Huseyn adlı iki sahabî Mekke'den geliyordu. Yolda müşrikler önlerine geçip onları durdurdular ve "Muhammed'in yanma mı gidiyor­sunuz?" diye sordular. Onlar da "Hayır" dediler. Sonunda Hz. Muhammed sallal­lahu aleyhi vesellem'in yanında Kureyş'e karşı savaşa katılmayacaklarına dair söz vermeleri şartıyla serbest bırakıldılar. Bu iki sahabî Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem'in yanına gelince başlarından geçenleri anlattılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Siz ikiniz geri dönün. Durum ne olursa olsun, biz müslüman olarak verdiğimiz sözde dururuz. Biz sadece Allah'tan yardım dileriz" buyurdu.[92] [93]

 

Hz.   Peygamber'ln   Gözünün   Tokluğu

 

Batılı yazarlar, "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke Dönemi'nde Peygamber'di. Medine'ye geldikten sonra hükümdar oldu" demektedirler. Ama gerçek şudur ki, bütün Arapları boyun eğdirip idaresine aldıkan sonra da Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem dünya nimetlerinden uzak kalmış, aç kalmış, her türlü imkân bulunmasına rağmen hükümdarlar gibi kendine en ufak bir pay çıkar­mamıştır. Sahih-i Buharı'nin Cihâd bölümünde şöyle bir rivayet vardır: "Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem vefat edeceği sırada zırhı bir yahûdînin evinde üç ölçek arpa karşılığında rehin duruyordu. Vefat ettiği sırada üzerinde bulunan elbiseler de yamalıydı. Bu, öyle bir zaman, bu fırsat ve imkânlar öyle şartlar içinde bulunan fırsat ve imkânlardı ki, bunlara normal devletler her zaman sahip olamaz­lardı. Suriye sınırlarından başlayarak Aden'e kadar bütün Arabistan fethedilmiş, Medine meydanı, altın ve gümüş akınına uğramıştı.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in önemli görevlerinden biri de ruh­banlığı (=Dünya nimetlerinden tamamen sıyrılarak, dünya işleriyle hiç ilgilenme­yerek kendini sadece Allah'a adamanın) ortadan kaldırmaktı. Bu konuda Allah Te-âlâ "Kendi kafanızdan uydurduğunuz ruhbanlık" (Hadîd 57/27) buyurarak hıris-tiyanlan kötülemiştir. İşte bu yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem arasıra güzel yemekler yemiş, güzel elbiseler de giymişti Ama O'nun asıl ruh ya­pısı, dünya süslerinden uzak durmaktı. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem her zaman, "İnsanoğlunun şu üç şey dışında, başka birşeye zorunlu ihtiyacı yoktur: Barınacağı ev, örtünebileceği elbise ve karnını doyurmak için ekmek ve su" buyu­rurdu. Hz. Aişe (ra), "O'nun hazır duran hiçbir elbisesi yoktu" demektedir. Bu, sa­dece bir kat elbisesi olur, değiştirmek için bir kenarda duran başka bir elbisesi ol­mazdı demektir.

Bir gün Abdullah b. Ömer (ra) evinin duvarını tamir ediyordu. Tesadüfen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir taraftan çıkageldi ve "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Abdullah b. Ömer, "Duvarı tamir ediyorum" deyince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Bu kadar zamanı nerden buldun?" buyurdu.

Evde genellikle aç olurdu ve geceleyin çoğu kere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve bütün ev halkı aç yatarlardı. "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem peşpeşe bir çok geceyi aç geçirirdi. O ve ev halkı akşam yemeği bulamaz­lardı."[94]

Peşpeşe hergün iki ay boyunca evinde ateş yanmadığı olurdu. Hz. Aişe (ra) bir gün bu durumu anlatırken Urve b. Zübeyr, "Peki neyle geçiniyordunuz?" diye so­runca Hz. Aişe (ra), "Su ve hurmayla. Komşularımız arasıra keçi sütü gönderirler­di de içerdik" dedi.[95] Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hayatı boyunca hiçbir zaman has buğday unundan yapılmış ekmek yüzü görmedi.699 Araplar'ın "Hıvarî" ve "Nala" dedikleri saf una ömründe rastlamadı. Bu olayı anlatan Sehl b. Sa'd'e, "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem döneminde elek yok muydu?" diye sorulunca "Hayır" cevabı vermişti. "Peki o zaman unu neyle eliyorlardı?" di­ye sorulunca da: "Ağızlarıyla üfürerek, kepekleri uçururlardı, kalanları da yoğura­rak pişirirlerdi" dedi.[96]

Hz. Aişe (ra) şöyle der: "Hayatı boyunca yani Medine'ye gelişinden vefat edin­ceye kadar geçen dönemde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiçbir zaman üst üste iki vakit iyice doyarak ekmek yemedi."[97]

Fedek, Hayber ve diğer savaşları anlatan hadisçiler ve siyer uzmanları, Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem, buralardan gelen gelirlerden yıllık masraflarını alırdı, diye yazmaktadırlar. Bu rivayetlerin zahiri ile Hz. Peygamber'in yokluk için­de yaşaması çelişiyor gibi görünmesine rağmen her ikisi de doğrudur. Şüphesiz Al­lah Resulü sallallahu aleyhi vesellem gelirlerden geçimini temin edecek mîkdarı alı­yor, geri kalanları fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine veriyordu. Hatta kendisi için ayır­dıklarını da ihtiyaç sahiplerine veriyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'in açlık çektiği ve elinde avucunda hiçbir şey olmadığıyla ilgili olaylar hadisler­de sıkça geçmektedir. Onlardan birkaçını örnek olarak vermek istiyoruz:

Birgün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna bir adam geldi ve "Çok açım" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mübarek eşlerinden birine; "Yiyecek birşeyler gönder" diye haberci gönderdi. Giden kişi döndüğünde, evde sudan başka birşey olmadığı haberini getirdi. Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem diğer eşinin evine haber gönderdi, oradan da aynı cevap geldi. Kısaca­sı sekiz-dokuz evden, sudan başka birşeyin olmadığı haberi geldi.[98]

Enes (ra) anlatır:

"Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek huzuruna gel­diğimde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in karnını sıkıca bağlamış ol­duğunu gördüm. Sebebini soruduğumda oradakilerden biri, "Fazla acıktığı için" dedi.[99]

Ebu Talha (ra) şöyle der: "Bir gün ben Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'in mescidde kuru toprağa uzanmış, açlıktan kıvranarak bir o tarafına bir bu ta­rafına döndüğünü gördüm."

Bir keresinde sahabe-i kiram, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in hu­zuruna gelip açlıktan yakındılar ve karınlarını açarak kuşaklarının altına bağladık­ları taşları gösterdiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine kendi karnına bir değil iki taş bağlamış olduğunu gösterdi.

Çoğu kere açlıktan dolayı sesi o kadar kısılırdı ki, sahabe-i kiram durumunu anlarlardı. Bir gün Ebu Talha (ra) eve gedi ve eşine; "Yiyecek birşey var mı? Az ön­ce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in —açlıktan— sesinin kısıldığını gör­düm" dedi.[100]

Bir gün çok acıkmış olarak tam öğle vakti evden çıktı. Yolda Ebu Bekir ve Ömer (ra) ile karşılaştı. O ikisi de açlıktan bitkin düşmüşlerdi. Allah Resulü sallal­lahu aleyhi vesellem hepsini alarak Ebu Eyyûb el-Ensârî (ra)'ın evine gitti. Ebu Ey-yûb el-Ensârî, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem için daima hazır süt bu­lundururdu. O gün gelmesi gecikince sütü çocuklara içirmişti. Eşi haber alınca dı­şarı çıktı ve "Allah Resulü hoş geldi" dedi. Allah Resulü, Ebu Eyyûb'un nerede ol­duğunu sordu. Hurmalık yakın olduğu için Ebu Eyyûb el-Ensarî sesi duyarak koştu geldi ve "Hoş geldiniz" dedikten sonra "Bu vakit, Allah Resûlü'nün geldi­ği vakit değil" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem du­rumu anlattı. Ebu Eyyûb el-Ensarî hurmalığa giderek bir salkım hurma koparıp getirdi ve "Şimdi et hazırlatıyorum" dedi. Hemen bir keçi kesti, yarısını tas kebap şeklinde yarısını da ateşte kızartarak pişirdi. Yemeği Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in önüne koyunca Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem: "Bir parça ekmek üzerine az miktarda et koyarak Fâtıma'ya gönder. Birkaç günden be­ri birşey yemek nasip olmadı" buyurdu. Sonra ashabıyla birlikte yemeği yedi. Bir­kaç çeşit yemeği görünce gözlerinden yaşlar boşandı ve: "Allah Teâlâ'nın: "Verdi­ğim nimetlerden Kıyamet günü hesaba çekileceksiniz" (Tekâsür 102/8) buyurdu­ğu işte bunlardır" buyurdu.[101]

Çoğu kere öyle olurdu ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sabahleyin mübarek eşlerinin yanma gelir ve "Bugün yiyecek birşeyler var mı?" diye sorardı. Onlar, "Yok" derlerse Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Öyleyse ben de oruçluyum" buyururdu.[102] [103]

 

Hz.  Peygamberin  B Ağışlayıcılığı Ve   Yumuşakbaşlılığı

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in hiç kimseden intikam almadığını bü­tün siyer uzmanları açıkça ortaya koymuşlardır. Bütün olaylar da buna tanıklık et­mektedir.

Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhârî'de Hz. Aişe (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiçbir zaman hiç kimseden kendi şah­sıyla ilgili bir meselede intikam almamıştır. Ancak Allah'ın emir ve hükümlerini ıs­rarla çiğneyenler ve onlara hakaraket edenler müstesnadır.[104]

Uhud savaşında işlenen tüyler ürpertici vahşetten ve o savaşta yaşanan yenil­giden daha çok Tâif teki kabile başkanlarının Allah'ın emirlerine ve peygamberlik makamına gösterdikleri hakaret dolu tutumları mübarek gönlünü yaralamış, tah­min edilemez bir azgınlık olmuştu. Buna rağmen on yıl sonraki Tâif kuşatmasında aynı adamlar o taraftan mancınıklarla müslümanlara taş yağdırırken, bu tarafta baştan aşağı bağışlayıcılık ve yumuşakbaşhlıkla dolu olan Hz. Peygamber sallalla­hu aleyhi vesellem onlar için şöyle dua ediyordu. "Ey Rabbim! Onlara akıl ve an­layış ihsan et ve onlara boyun eğdirerek îslâm devletine kat." Nitekim Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'in buyurduğu gibi oldu. Hicret'in 9. yılında Tâ­if heyeti Medine'ye geldiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendile­rini mescidin avlusunda misafir etti ve onlara saygı gösterdi.[105]

Kureyş, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e çirkin sözler söylemiş, öl­dürmekle tehdit etmiş, yollarına dikenli çalılar doşemiş, mübarek vücuduna pislik­ler serpmiş, boynuna ip dolayıp sıkmış, O'nun sânına yakışmayan terbiyesizlikler yapmıştı. Bazan "Sihirbaz", bazan "Mecnun", bazan da "Şair" demişti. Ama Yüce Peygamber hiçbir zaman bu sözlerinden dolayı öfke ve hiddet göstermemişti. En çaresiz ve en kimsesiz bir insan bile bir topluluk arasında kendisine yalancı, sahte­kâr denilince öfkeden küplere biner. Zû'1-Mecâz panayırında Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem "Ey insanlar! Lâ ilahe illallah deyin de kurtuluş ve selâme­te ulaşın" diyordu. Ebu Cehil de hemen arkasında O'nu izliyor ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e durmadan toprak serperek; "Ey insanlar! Bu adamın sözleri sizi dininizden vazgeçirmesin, bu sizin ilahlarınız olan Lât ve Uzzâ'yı bırak­manızı istiyor" diyordu. Bu sözü rivayet eden kişi şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, böyle bir durumda dahi dönüp ona bakmıyordu."[106]

Hepsinden daha çok öfke ve nefret duyulması gereken hadise tfk olayıydı. Bu, münafıkların, Hz. Aişe (ra)'ya iftira etmeleriyle özetlenebilecek bir komploydu.

Hz. Aişe (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en sevgili eşi ve Hz. Ebu Bekir (ra) gibi mağarada ölüme birlikte karşı koydukları bir dostunun ve sahabe­nin en ileri geleninin kızıydı. Medine, münafıkla doluydu. Bunlar bu olayı öyle yaydılar ki bütün Medine sarsıldı. Düşmanların şamata ve sevincine, namusunun lekelenmesine, kendisine en sevimli olan eşinin aşağılanmasına, normal bir insanın sabır ve tahammül göstermesi imkânsızdı. Peki alemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamber bütün bunlara karşı ne yaptı? İftira kampanyasının planlayıcı ve uygulayıcısı, münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy idi. O; işin gerçek yüzünü ve baştan başa yalan ve iftira olduğunu çok iyi biliyordu. Buna rağmen yüreği sızla­madan iftira kampanyasını bütün dehşetiyle yürüttü. Bütün olup bitene ve yapı­lanlara rağmen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sadece kalabalığın ara­sında minbere çıkarak, "Ey müslümanlar! Benim namusum noktasında bana kötü­lük eden ve beni üzen insandan hakkımı kim alabilecektir?" buyurdu.

Sa'd b. Muâz (ra) öfkesinin şiddetinden kendinden geçti ve ayağa kalkarak; "Bu hizmete beni hazırım, bana adını verin, hemen başını uçurayım" dedi. Abdul­lah b. Übeyy'in yeminli dostu olan Sa'd b. Ubâde (ra) buna karşı çıktı. Bunun üze­rine iki tarafı destekleyenler ayağa kalktılar. Kılıçlar çekilmek üzereydi. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem iki tarafı teskin etti. Bizzat Allah Teâlâ söylenen­lerin yalan olduğunu bildirdi ve iftiracılara şer'î ceza verildi. Buna rağmen Abdul­lah b. Übeyy iftira ettiğini kabul etmediği ve iftirayı onun yaydığına dair bir delil bulunmadığı için serbest bırakıldı. İftiracılar arasında kendilerine ceza verilenler­den biri de Musattah b. Esâse'ydi. Onun geçimini üzerine alan da Ebu Bekir (ra)'dı. İftira suçundan dolayı Ebu Bekir (ra) her zaman ona verdiği yiyecek maddelerini kesti. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:

"İçinizden fazilet ve servet sahibi kimseler, akrabaya, yoksullara, Allah yolun­da göç edenlere mallarından veremeyeceklerine yemin etmesinler! Bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah'ın da sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir." (Nûr 24/32)

Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (ra) onun geçim kaynağı olan yiyecek malzeme­lerini eskisi gibi vermeye devam etti.

İftiracılar arasında —Tirmizî'nin, Nûr sûresinin tefsiri bölümünde açıkladığı üzere— Hassan b. Sabit (ra) da bulunuyordu. Hz. Aişe (ra)'nın ona duyduğu esef ve üzüntü, affetme sınırını çoktan aşmıştı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yakınında olmanın ve O'nun sohbetinde bulunmanın feyiz ve bereke­tinin etkisiyledir ki, Urve b. Zübeyr Hz. Aişe (ra)'nm yanında Hassan (ra)'ı kötüle­meye başlayınca Hz. Aişe (ra) Urve'yi susturdu ve: "Hassan, Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem adına şiirleriyle müşriklere cevap verirdi" dedi.[107]

Medine'nin münafık yahûdîlerinden Lebid b. A'sam, Hz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e sihir yapmıştı. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem eline fırsat geçtiği zaman ona bir kötülük yapmadı.

Hz. Aişe (ra) meseleyi daha derinden inceleterek bu hadiseye sebep olanları açığa çıkarmasmı ısrarla isteyince Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem "İnsan­lar arasında huzursuzluk ve kırgınlık çıkmasını istemiyorum" buyurdu.[108]

Zeyd Sa'ne yahûdî iken alış-verişle uğraşır, ticâret yapardı. Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem ondan bir miktar borç aldı. Ödenmesine birkaç gün kala borcunu istemeye geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in harmanisine yapışarak çekti ve ileri geri konuşarak, "Ey Abdülmuttalib sülâlesi! Siz her zaman böyle dalavere yaparsınız" dedi. Hz. Ömer (ra) hiddetinden kendini tutamayarak ona hitaben: "Ey Allah düşmanı! Sen Allah Resûlü'nün sânına hakaret ediyor, edepsizlik yapıyorsun" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tebessüm ederek, "Ömer! Ben senden daha başka şeyler umardım. Ona daha yumuşak bir dille istemesini söylemeliydin. Bana da, ona olan borcumu Ödemek gerektiğini ifa­de etmeliydin" buyurdu.

Allah Resulü, bunu söyledikten sonra Hz. Ömer (ra)'a: "Borcumuzu verdikten sonra fazladan yirmi ölçek de hurma ver" diye emretti.[109]

Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in evinde sadece bir elbise kalmıştı. O da hem kaba, hem de kirliydi. Terleyince daha da ağır ve sıkıcı oluyor­du. Tesadüfen bir yahûdînin dükkanına Suriye'den elbise gelmişti. Hz. Aişe (ra) Hz. Peygamber'e, o yahûdîden borç olarak bir kat elbise almasını söyledi. Hz. Pey­gamber yahûdîye adam gönderdi. Yahûdî küstahça bir ifadeyle, "Anladım, bu yol­la malımı aşırın, sonra da parasmı ödemeyin" dedi.[110]

Bu yakışıksız sözü duyan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sadece şu kadar söyledi: "O çok iyi bilir ki, ben herkesten çok tedbirli ve emaneti herkesten daha titiz eda eden bir insanım."

Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir yere gidiyordu. Ka­dının biri mezar kenarına oturmuş ağlıyordu. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesel­lem durdu ve ona hitaben "Sabret" buyurdu. Kadm Peygamberimiz'i tanımıyordu. Küstahça bir ifadeyle, "Defol, ne halde olduğumu sen bilir misin?" dedi. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem de oradan ayrıldı. Civardakiler kadına, "(Tnu tanımadın, o Allah'ın Elçisi Muhammed (as)'dı" dediler. Bunun üzerine kadm ko­şarak gitti ve; "Ben Allah Resulü efendimizi tanıyamamıştım" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem' de ona: 'Tam musibet ve felâket anındaki sabır mu­teberdir" buyurdu.[111]

Sa'd b. Ubâde hastalanmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu yoklamak için bir hayvana binerek evine gitti. Yolda bir grup insan toplanmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem durdu. Münafıkların lideri Abdullah b. Übeyy de o topluluk arasındaydı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bi­neği toz kaldırınca Abdullah b. Übeyy harmanisinin eteğini burnuna taktı ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e: "Dikkat et! Toz kaldırma," dedi. Daha sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yanına yaklaşınca: "Ey Muham­medi Merkebini geri çek, onun kötü kokusu beynimi deldi" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem selam verdi. Sonra bineğinden inerek onları îslâma da­vet etti. Abdullah b. Übeyy: "Evimize gelip de bizi rahatsız etme. Adam senin ya­nına gelirse ona anlat" dedi. Abdullah b. Revâha (ra) ünlü bir şairdi. O da Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi Vesellem'e: "Mutlaka gelin, İslama davet edin" dedi. Der­ken iş gelsin gelmesin arasında uzadı. Neredeyse kılıçlar çekilecekti. Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem iki grubu teskin ederek onlara güzel, tatlı dille ko­nuştu. Sonra oradan kalkıp Sa'd b. Ubbâde'nin yanma geldi: "Abdullah b. Übeyy'in sözlerini duydun mu?" diye sordu. Sa'd b. Ubbâde: "Hiç aldırmayın. O öyle biridir ki, Medine'ye gelişinizden önce Medineliler ona taç giydirmek üzerey­di. Bundan mahrum kaldığı için öfkesinden ne diyeceğini bilmiyor" dedi.[112]

Huneyn savaşında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ganimet malları­nı dağıtınca ensardan biri: "Bu dağıtım, Allah' in rızasına uygun değildir" dedi. Bu söz Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kulağuıa gelince: "Allah, Musa'ya rahmet etsin. Onun insanları kendisini daha fazla üzmüştü" buyurdu.[113]

Bir gün bedevinin biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mescidde oturuyordu. Bedevi ufak su dökme ihtiyacını hissedince mescid adabını bilmediği için hemen orada ayağa kalkarak küçük su dökmeye başladı. İnsanlar onu cezalandırmak için her ta­raftan üzerine saldırdılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Bırakın yap­sın, bir kova su getirerek dökün. Allah Teâlâ sizi zorluk için değil, kolaylık için gönderdi" buyurdu.[114]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in özel hizmetkârı olan Enes (ra) şu­nu anlatmıştır: "Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir iş için beni göndermek istedi. Ben de "Gitmeyeceğim" dedim. Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem sustu ve ben böyle söyledikten sonra dışarı çıktı. Sonra ansızın gelerek boynumdan yakaladı. Dönüp baktığımda yüzü gülüyordu. Bana sevgiyle baktı ve "Enes! Sana söylediğim işe git artık" buyurdu. Ben de: "Peki gidiyorum" dedim. Enes (ra) bu olayı anlatırken şunu da söyledi: "Yedi yıl Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e hizmet ettim. Bana hiçbir zaman: "Şu işi neden yaptın veya bu­nu neden yapmadın demedi."[115]

Ebu Hüreyre (ra) der ki: "Her zamanki adeti üzere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mescidde bizimle oturup konuşur, sohbet ederdi. Kalkıp evine gi­dince biz de giderdik. Bir gün adeti olduğu üzere mescidden çıktı. Bir bedevi gel­di ve Hz Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yakasmdan öyle çekti ki müba­rek boynu kızardı. Allah Resulü dönüp ona baktı. Bedevi Hz. Peygamber sallalla­hu aleyhi vesellem'e: "Develerime zahîre yüklet. Sende olan mallar ne senin, ne de babanındır" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine: "Sen önce şu benim boynuma yaptığının karşılığını ver, ondan sonra sana buğday veri­lecektir" buyurdu. Bedevi ısrarla, "Allah'a yemin ederim ki asla vermeyeceğim" dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi vesellem adamın develerine arpa ve hurma yük­letti, kendisine hiçbir ceza vermedi.[116]

Kureyş Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e durmadan sövüp sayar, çirkin sözler söylerlerdi. Israr ve inatla Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem için: "Muhammed "Övülen kişi" demeyip Müzemmem "Yerilen" derlerdi." Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna karşüık dostlarına ancak şu kadar söy­lerdi: "Siz Allah Teâlâ'nın Kureyş'in sövüp saymasını benden nasıl geri çevirdiği­ne hayret etmiyor musunuz. Onlar Müzemmem'e sövüp sayıyor, Müzemmem'e lanet ediyorlar, halbuki ben Muhammed'im!"[117]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke'yi fethetme hazırlıkları yaptığı sırada bilhassa Kureyş'in bu hazırlıklardan haberdâr olmamasına dikkat ediyor ve tedbir aldırıyordu. Hatîb b. Belte'a (ra) bir şahabı idi. Kureyş'e bunu haber vermek is­tedi. Nitekim bir mektup yazarak gizlice bir kadın aracılığıyla Mekke'ye gönderdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bundan haberi oldu. Hemen Hz. Ali (ra) ile Hz. Zübeyr (ra)'ı kadının peşinden gönderdi. Mektupla birlikte haberci olarak gön­derilen kadın da yakalanarak getirildi. Hatîb'i çağırtarak durumu soruşturunca, su­çunu itiraf etti. Hatasını kabul ederek bağışlanmasını istedi. Bu, her devlet adamının, suçlunun cezalandırılması yönünde karar vereceği bir dönemdi. Fakat Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem, Hatîb b. Belte'a'yı Bedir savaşına katılanlardan olduğu için affetti. Bu suça katılan kadına da herhangi bir ceza uygulamadı.[118] Halbuki mek­tup düşmanların eline geçseydi, müslümanlar için çok büyük bir tehlike doğardı.

Furât b. Hayyân, Ebu Süfyân tarafından müslümanlar aleyhinde casusluk yap­makla görevlendirilmiş bir kişiydi. Bu adama aynı zamanda Hz. Peygamber sallal-lahu aleyhi vesellem aleyhinde sözler konuşur, O'nu hicveden şiirler söylerdi. Gü­nün birinde yakalanınca, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun Öldürül­mesine hükmetti. İnsanlar onu alıp götürdüler. Ensarın mahallesine vardıklarında "Ben müslümanım" dedi. Bir ensarî Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e koşarak "Adam, ben müslümanım diyor" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem; "Sizden öyle insanlar var ki, onların iman durumunu biz yine onlara bırakıyoruz, orlardan biri de Furât b. Hayyân'dir" buyurdu.[119] Tarih­çiler onun gerçekten sağlam-bir müslüman olduğunu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kendisine Yemâme'de bir arazî hediye ettiğini, o arazînin geliri­nin 4200 dirhem tuttuğunu yazmışlardır. [120]

 

Hz.  Peygamber'in Düşmanları Bağışlaması   Ve   Onlara   İyi   Davranması

 

insanların ahlâk deposunda en az olan ve nâdir bulunan şey düşmanlarına merhamet etmesi ve onları bağışlamasıdır. Ama kendisine Rahmet ve Peygamber olma şerefi ve­rilmiş olan Hz. Peygamber'in yüce varlığında bu duygular çok boldu. Düşmandan in­tikam almak, insanın meşru ve hukukî bir hakkıdır. Ama ahlâk şeriatının sınırlarına girdikten sonra bu hukukî hak ve görev, görevlikten düşerek yasak halini alır. Yani yapılması farz olan şey, yapılması haram olan şeye dönüşür. Yapılan bütün rivayet­ler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in hiçbir zaman kimseden intikam al­madığı hususunda birleşmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in düşman­larından intikam almak için eline geçen en büyük fırsat Mekke'nin fethidir. O gün Peygamber'in kanına susamış olan ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in binbir çeşit eziyet ve işkencelerine maruz kaldığı azılı düşmanları O'nun eline düş­müş, karşısında duruyorlardı. Ama O hepsine şöyle diyerek onları serbest bıraktı:

"Bugün size hesap sorma ve hakaret etme yoktur. Gidin hepinizi serbestsiniz."

Vahşî, îslâmın sağ kolu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en ya­kını olan amcası Hz. Hamza (ra)'ın katiliydi. Mekke'de kalıyordu. Islâmm gücü Mekke'de hâkim olunca Taife kaçmıştı. Tâif halkı boyun eğip itaati kabul edince burası da Vahşi için güvenli bir yer olmaktan çıktı. Ama o, Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem'in elçilere asla katı davranmadığını, onlara en ufak kötülük yapmadığını duymuştu. Çaresiz kalarak doğrudan alemlere rahmet olarak gönde­rilen Yüce Peygamber'in eteğine sığmdı ve müslüman oldu. Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem buna karşılık sadece; "Her zaman önüme çıkma. Çünkü seni gördükçe amcamı hatırlıyorum" buyurdu.[121]

Hz. Hamza'nın göğsünü yanp kalbini ve ciğerini parçalayan Ebu Süfyân'ın ka­rısı Hind, Mekke fethedildiği gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tanı­masın diye yüzünü kapatarak gizlice geldi ve müslüman olup biat ederek emân se­nedini —kurtuluş belgesini— elde etti. Böyle bir anda bile saygısızlık ve küstahlık­tan kendini alamamıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hind'i tanıdı ama o acı olayı orada anmak istemedi. Hind, eşine rastlanmayan bu mucizevî dav­ranış ve tecelliden etkilenerek elinde olmadan şöyle deyiverdi: "Ey Allah Resulü! Benim gözümde senin çadırından daha sevimli başka bir çadır yoktur."[122]

îkrime, islâm düşmanı Ebu Cehil'in oğluydu ve müslüman olmadan önce ba­bası gibi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en azılı düşmanıydı. Mekke fetehedildiği gün Mekke'den kaçarak Yemen'e gitti. Karısı müslüman olmuştu. O da Yemen'e gitti ve îkrime'yi teselli ederek müslüman yaptı ve Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem'in mübarek huzuruna getirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu görünce sevinçle ayağa kalktı ve ona doğru öyle hızlı yürüdü ki, üzerindeki harmanisi kayıp yere düştü. Ama O, buna aldırmıyordu bile. Müba­rek ağzmdan şu kelimeler dökülüyordu.

"Ey hicret edip giden süvari! Hoşgeldin!"[123]

Safvân b. Ümeyye, Kureyş'in azılı önderlerinden ve îslâmın can düşmanların-dandı. îşte bu adam, Umeyr b. Vehb'e mükâfaat vaad ederek Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem'i öldürmeye ikna etmişti. Mekke fethedilince o da müslü-manlardan korktuğu için Cidde'ye kaçtı ve deniz yoluyla Yemen'e gitmeye karar verdi. Vaktiyle onun Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i öldürtmeye ikna ettiği Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gele­rek "Ey Allah Resulü! Safvân b. Ümeyye kabilesinin reisidir, korkusundan kaçıp gitti, kendini denize atabilir" dedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine "Ona emân verilmiştir" buyurdu. Umeyr b. Vehb tekrar tekrar, "Emân ve­rildiğine dair bir işaret lütfeder misiniz? Onu görünce bana güvensin, itimad etsin" dedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem mübarek sarığını ona verdi. Allah Re-sûlü'nün sangını alan Vehb, Safvân'ın yanına gitti. Safvân: "Mekke'ye gitmekten korkuyorum, hayatım tehlikede" dedi. Umeyr: "Safvân! Sen Muhammed sallalla­hu aleyhi vesellem'in bağışlayıcılığını ve yumaşak yürekliliğini bilmiyorsun" dedi. Bu söz üzerine Safvân, Umeyr'le birlikte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem'in huzuruna geldi ve, "Umeyr senin bana emân verdiğini söylüyor, doğru mu?" diye sordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de: "Doğru" buyurdu. Bunun üzerine Safvân, "O halde bana iki ay mühlet ver" dedi. Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem de: "tki değil sana dört ay mühlet veriyorum" buyurdu.

Daha sonra kendi isteğiyle müslüman oldu. Bu olay îbn-i Hişâm'da genişçe an­latılmıştır.

Hübâr b. el-Esved, Allah Resulü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kızı Zeyneb'e ağır zulüm yapmış biriydi. Zeyneb (ra) Mekke'den Medine'ye hicret ediyordu ve hamileydi. Müşrikler önüne çıkıp engel oldular. Hübâr b. el-Esved, bi­lerek ve kasden Hz. Zeyneb'i (ra) iterek, devenin üzerinden yere düşürdü. Hz. Zeyneb (ra) şiddetle yere çarpmasından dolayı yaralandı ve çocuğunu düşürdü. Hübâr b. el-Esved başka suçlar da işlemişti. Bütün yaptıklarından dolayı Mek­ke'nin fethedildiği gün kaçarak iran'a gitmeyi düşündü. Ama hidayet yolunun da-vetçisi olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in merhameti, yumaşak kalpliliği ve bağışlayıcılığı onu da huzuruna başvurmaya şevketti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e giderek, "Ey Allah Resulü! Ben kaçarak İran'a gitmek istiyordum. Ama daha sonra sizin iyiliklerinizi, yumuşak başlılığınızı ve bağışlayı-cılığınızı hatırladım. Hakkımda size gelen bütün haberler doğrudur. Cahilliğimi ve kusurlarımı itiraf ediyorum. Şu anda müslüman olduğumu açıklamaya geldim" dedi. Rahmet ve merhamet kapısı o anda sonuna kadar açıldı, dost-düşman farkı silinip gitti.[124]

Ebu Süfyân'ın îslâmdan önce nasıl biri olduğuna, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yaptığı savaşların hemen hepsi şahittir. Bedir'den başlayarak Mekke'nin fethine kadar müslümanlar ne kadar savaş yapmak zorunda kalmışlar­sa, bunların çoğunda onun eli ve rolü vardır. Mekke fethedileceği sırada yakalanıp getirilince ve Abbâs (ra) onu alıp Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in hu­zuruna getirince Allah Resulü onu güler yüzle ve sevgiyle karşıladı. Hz. Ömer (ra) eskiden yaptıklarına onu öldürmek istedi. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona engel oldu ve sadece Ebu Süfyân'ı değil, onun evine sığınıp emân di­leyenlere de can güvenliği vererek şöyle buyurdu: "Kim Ebu Süfyân'ın evine sığı­nırsa, suçlan affedilecektir."[125] Dünyada düşmanına bu şekilde davranan başka bir fâtih görülmüş müdür?

Arabistan'ın bütün kabileleri teker teker boyun eğiyor itaat ettiklerini göstere­rek İslâm sancağı altına toplanıyordu. Sonuna kadar başkaldırmakta direnen bir kabile varsa, o da peygamberilk ididasında bulunan Müseyleme'nin kabilesi Benû Hanîfe idi. Ancak kabilenin reisi Sümâme b. Asal, bir tesadüf sonucu müslüman-ların eline düşmüş ve esir edilerek Medine'ye getirilmişti. Hz. Peygamber, onun mescidde bir direğe bağlanmasını emretti. Resûl-i Ekrem mescide girdiği zaman ona bakmış ve: "Benden ne bekliyorsun?" diye sormuştu. Sümâme Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bu buyruğuna karşılık söyle demişti: "Muhammed!

Beni öldürecek olursan ölmeyi haketmiş bir insanı öldürmüş olursun. Fakat bana lütuf göstererek kendine minettâr bırakırsan o zaman hayatım boyunca bu iyiliği­ni unutmam. Eğer fidye istiyorsan onu da hemen vermeye hazırım."

Bu cevap karşısında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sustu, bir cevap vermedi. Ertesi gün ve üçüncü gün ona aynı soruyu sordu. Sümâme de aynı ceva­bı verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Sümâme'nin ip­lerinin çözülerek serbest bırakılmasını emretti. Bunun üzerine Sümâme mescidden çıktı, yakındaki bir ağacı siper alarak boy abdesti aldı ve yine Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem'in yanına gelerek müslüman olduğunu ilan etti ve şöyle dedi:

"Ey Allah Resulü! Dünyada en nefret ettiğim insan sendin. Fakat şu andan iti­baren dünyada en sevdiğim insan sensin. Eskiden nefret ettiğim din senin dinindi. Şimdi canımdan fazla sevdiğim din senin dinindir. Eskiden hiç görmek istemedi­ğim şehir bu şehirdi, bugün ayrılmak istemediğim şehir bu şehirdir."

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Kureyş'in elinden çektiği eziyet ve işkenceleri tekrarlamaya gerek yoktur. Hz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem arkabalanyla birlikte Ebu Tâlib deresinde üç yıl kuşatma altında tutulmuş, bir tek buğday dânesinin bile ellerine geçmesine izin verilmemiştir. İçerde çocuklar açlık­tan ağladıkça dışarda Kureyşliler sevinçten oynuyorlardı. Bu davranışlarına karşı­lık Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Mekke fethedildiken sonra aynı in­sanlara nasıl davrandığını anlattık. Mekke'nin yiyecek malzemeleri Yemâme'den gelirdi. Az önce Yemâme lideri Sümâme b. Asal'dan sözettik. Sümâme Islâmı ka­bul ettikten sonra Mekke'ye geldiği zaman Mekkeliler onunla alay etmişlerdi. Bu­na içerleyen Sümâme, Resûl-i Ekrem müsaade etmedikçe, Mekke'ye buğday gön­dermeyeceğine dair yemin etmişti. Bunun sonucu olarak Mekke'de kıtlık başgös-termişti. Mekkeliler Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e başvurmaya karar verdiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de onlara acıyarak Sümâ-me'den bu kararından vazgeçmesini istemiş sonuçta Sümâme boykotu kaldırarak Mekke'ye buğday göndermeye başlamıştı.[126]

Hz. Peygamber'in Kafirlere ve Müşriklere Karşı Tutumu

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in, kafirlere nasıl güzel ahlâkla davran­dığına dair birçok olay vardır. Fakat Batılı tarihçiler, bu olayların îslâmın henüz za­yıf oduğu dönemlerle sınırlı olduğunu, müslümanların müşriklere karşı nezâket ve yumuşaklık göstermekten başka çarelerinin olmadığı bir döneme ait olduğunu iddia etmişlerdir. O yüzden burada sadece İslâm karşıtlarının bütün güç ve kuvvetlerinin çiğnenip yokedildiği ve Hz. Peygambersallallahu aleyhi vesellem'in ke­sin olarak her tarafa hakim olduğu dönemle ilgili olayları nakledeceğiz.

Ebu Basra el-Gıfârî şunu anlatır: "Daha müslüman olmadan önce Medine'ye gi­dip Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e misafir olmuştum. Geceleyin bü­tün keçilerin sütünü içip tükettiğim halde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem hiçbirşey demedi. Gece boyunca ev halkıyla birlikte aç olarak sabahladı.[127]

Benzer bir başka olay da Ebu Hüreyre (ra) tarafından anlatılmıştır: Bir gün bir kâfir gelerek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e gece misafiri oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bir keçiyi sağdırıp sürünü Önüne koydurdu. Onu içtikten sonra ikinci keçinin sütü sağılıp getirildi, adam hiç çekinmeden onu da içti. Sonra üçüncü, sonra dördüncü, nihayet yedinci keçiye kadar sağıldı ve o hepsinin sütünü içip bitirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem en ufak bir hoşnutsuzluk göstermedi. Belki de bu güzel ahlâklı davranışın etkisiyledir ki o kâ­fir, sabahleyin müslüman oldu ve sadece bir keçinin sütüyle yetinir oldu.[128]

Esma (ra) şunu anlatmıştır: "Hudeybiye barışının yapıldığı sıralarda henüz müşrik olan annesi kendisine yardım yapılmasını istemek için Medine'ye, kızı Es­ma (ra)'nın yanına geldi. Müşriklere nasıl muamele edileceği Esma (ra)'mn aklına geldi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yanma giderek sordu. Allah Re­sulü sallallahu aleyhi vesellem ona, "Kendisine iyi davran" buyurdu.[129]

Ebû Hüreyre (ra)'ın annesi kafirdi ve oğluyla birlikte Medine'de kalıyordu. Ca­hilliğinden dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e küfrediyordu. Ebu Hüreyre (ra) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gidip durumu bildirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem öfke ve hiddet göstereceği yer­de dua edip onun hakkında iyi dileklerde bulunmak üzere ellerini kaldırdı.[130]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bütün ev işlerini Bilâl-i Habeşî (ra)'a havale etmişti. Para pul ne gelirse onun yanında durur, elde para pul bulunmadı­ğı zamanlarda o gidip çarşıdan yiyecek içecek şeyleri veresiye alır getirir, bir yer­den herhangi bir para geldiğinde de borçları öderdi. Bir gün çarşıya gidiyordu. Bir müşrik onu görünce, "Veresiye alacaksan benden al" dedi. Bilâl-i Habeşî bunu ka­bul etti ve ondan veresiye aldı.

Birgün ezan okumak üzere ayağa kalktığında o müşrik birkaç tüccarla birlikte geldrve ona; "Ey zenci!" diye hitap etti. Bilâl-i Habeşî onun bu terbiyesizce çağrı­sına "Buyrun, geldim!" diye cevap verdi. Müşrik: "Ne haber? Sürenin bitmesine sadece dört gün kaldı. Bu süre içinde borcunu ödemezsen sana keçi güttürerek bu borcu ödeteceğim" dedi. Bilâl-i Habeşî yatsı namazını kıldıktan sonra Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna geldi ve olup biteni anlattıktan sonra: "Kesemizde hiçbirşey kalmadı, yarın o müşrik gelip bana hakaret edecek. O yüz­den bana izin verin de çekip bir yere gideyim, daha sonra borcun ödeneceği birşey-ler gelir de borç ödenirse o zaman dönüp gelirim" dedi. Her halükârda o gece gi­dip uyudu ve yol eşyasını yani heybe, ayakkabı va kalkanını başının ucuna koydu. Sabah kalkarak tam yolculuk hazırlığı yaptığı sırada biri koşarak geldi ve: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çağırıyor" dedi. Bilâl-i Habeşî gidince zahi­re yüklü dört devenin kapıda beklediğini gördü. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Mübarek olsun, bu develeri Fedek reisi göndermiş" buyurdu. Bilâl-i Habeşî bunları alıp çarşıya götürerek hepsini sattı. Müşriğin borcunu ödeyip Pey­gamber Mescidi'ne geldi ve Hz. Peygamber'e bütün borcu ödediğini bildirdi.[131]

Anlattığımız olay da Hicret'in 7. yılında Fedek'in fethinden sonra meydana gel­miştir. Bilâl-i Habeşî (ra), Hz. Peygamberin kendisine yakm kıldığı ve evinin işle­rini havale ettiği kimsesiydi. Bir müşrik ona "Zenci! Sana keçi güttürerek borcunu ödeteceğim, ancak ondan sonra seni serbest bırakacağım" diyebiliyor. Bilâl-i Habe­şî (ra), borcunun vadesinin dolduğu gün gelerek hakaret etmesinden korktuğun­dan kaçıp gitmeye karar veriyor. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bütün bunları duyuyor, ama ne müşrik hakkında bir kelime ediyor, ne de Bilâl'ı koruyu­cu ve teselli edici bir ifadede bulunuyor. Tesadüfen zahire geliyor ve müşriğin bor­cu ödeniyor. Ağzından çıkan çirkin sözler ve kötü davranışı bağışlanıyor. Bu yu­muşak kalplilik, bu bağışlayıcılık ve bu tahammül, âlemlere rahmet olan Hz. Mu-hammed'den başka kim tarafından gösterilebilir?

En zor mesele, münafıklar meselesi idi. Bunlar, inanmayanların bir grubuydu. Liderleri Abdullah b. Übeyy'di. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Me-dineye gelişinden az bir süre önce bütün şehir Abdullah b. Übeyy'in başkan yapıl­ması üzerinde anlaşmıştı. Bedir savaşından sonra, müslüman olduğunu ilan eden bu şahıs, içinden kafirdi. Onun peşinden gidenler de aynı şekilde münafıkça müs­lüman olmuş ve münafıklardan oluşan bir topluluk meydana getirmişlerdi. Bu in­sanlar el altından Islama karşı türlü planlar hazırlıyor, her çeşit şirretliği yapıyor­lardı. Kureyş ile ve Islama karşı olan diğer kabilelerle gizlice anlaşıyor ve onlara müslümanların sırlarını haber veriyorlardı. Bütün bunlara rağmen dış görünüşte îslâmın emir ve buyruklarını yerine getiriyorlardı. Cuma günü cemaate katılıyor, müslümanlarla birlikte savaşa gidiyorlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem onların neler yaptıklarını, ne dolaplar çevirdiklerini ve hepsinin isimlerini bi­liyordu. Fakat şeriatın ve ilahî hukukun hükümleri gönüllerde saklananlar olma­yıp saldırı olarak görünen hareket ve davranışlar hakkında olduğundan Hz. Peygamber onlara kâfirlere ait hükümleri uygulamıyordu. işin buraya kadarı, şeriatın ve ilahî hukukun işiydi. Ama merhamet fışkıran bir gönlün ve Hz. Peygamber'in bağışlayıcılığının, yumuşak kalpliliğinin gereği olarak da Allah Resulü onlara kar­şı daima güzel ahlâkla davranıyordu.

Bir keresinde müslümanlarla birlikte savaşa gittiklerinde muhacir bir müslü-man, bir ensarîye tokat atmıştı. Ensarî, "Yetişin ey ensâr!" diye bağırdı. Muhacir de, muhacirleri imdada çağırdı, iki grup arasında kılıçlar çekilmek üzereydi. Hz. Peygamber'in haberi oldu ve hemen araya girerek "Bunlar ne biçim câhiliye hare­ketleri!" buyurdu. Bunun üzerine her iki taraf olduğu yerde kaldı. Abdullah b. Übeyy olayı duyunca "Medine'ye varır varmaz aşağılık müslümanlan oradan çı­karacağım" dedi. Arkadaşlarına da "İşin kolayı var. Sizler Medineli ensar olarak Mekkeli muhacirleri kollayıp desteklemekten elinizi çektiğiniz an onlar kendilikle­rinden mahvolurlar" dedi. Nitekim bu olay Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmıştır:

"Onlar, "Peygamber'le birlikte olanlara yardım etmeyin de darmadağın olsun­lar" diyen kimselerdir." (Münâfikun 63/7)

"Onlar, "Medine'ye geri dönünce şerefli olan —bizler— o aşağılık insanları mutlaka çıkaracaktır" derler." (Münâfikun 63/8)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Abdullah b. Übeyy'i çağırmak üzere bir adam gönderdi ve bu sözleri neden söylediğini sordu. Abdullah b. Übeyy ke­sin şekilde inkar etti ve bunların hiçbirini söylemediğini ileri sürdü. Hz. Ömer (ra) o an oradaydı. "Ey Allah Resulü izin ver de şu münafığın boynunu uçurayım" de­di. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise ona: "Sonra insanlar, Muhammed sallallahu aleyhi vesellem kendi arkadaşlarını öldürüyor diye propanganda ya- -ar­lar" buyurdu.[132]

Uhud savaşında Abdullah b. Übeyy, savaş tam başlayacağı sırada üçyüz ada­mıyla birlikte geri çekildi. Bu hareketiyle müslümanların gücüne büyük bir darbe indirdi. Yine de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu bağışladı ve daha önce Abbas (ra)'a kendi elbisesini verdiği için öldüğü zaman buna karşılık Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de, müslümanların rızası olmamasına rağ­men kendi mübarek gömleğini ona giydirerek defnetti."[133] [134]

 

Hz.  Peygamber'in  Yahûdî Ve  Hıristiyanlara  Karşı  Tutumu

 

Hz. Peygamber'in herkesi kucaklayan engin ahlâkı karşısında inananla inanma­yan, dostla düşman, akraba ile yabancı arasında fark yoktu. Lütuf ve merhamet bu­lutu çöllere de, vadilere de eşit yağıyordu. Yahudilerin Hz. Peygamber'e ne kadar amansız düşman olduklarının delilleri, Hayber savaşına kadar süren her savaş ve olayda görülmektedir. Fakat Hz. Peygamberin onlara karşı tutumu uzun süre, "kendileri hakkında ayrı bir hüküm inmemiş olan meselelerde onları takîid etme ve Tevrat'taki hükümleri uygulama" şeklinde devam etmiştir.[135]

Bir gün yahûdînin biri çarşıda yüksek bir sesle "Hz. Musa (as)'ı bütün peygam­berlere üstün kılan Allah'a yemin ederim ki" dedi. Sahabeden biri de orada duru­yordu. B\ı sözü işitince dayanamadı ve o yahûdîye, "Muhammed sallallahu aleyhi vesellem'e de mi?" diye sordu. O yahûdî de, "Evet" dedi. Bunun üzerine sahabî öf­kesini yenemeyerek ona sert bir tokat attı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem adalet ve ahlâkta düşmanlara da aynı değeri verdiğinden o yahûdî doğru Al­lah Resûlü'nün huzuruna gitti ve olayı olduğu gibi anlattı. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem, o sahabîye kızgınlığını belirterek öyle yapma­ması gerektiğini bildirdi.[136]

Yahudilerden birinin çocuğu hastalanmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hasta ziyaretine önem verdiği için onu yoklamaya gitti ve hal hatır sorup "Geçmiş olsun!" dedikten sonra o genci Islama davet etti. Genç yahûdî, babasına baktı. Sanki babasının razı olup olmadığını öğrenmek istiyor gibiydi. Babası ona, "O ne diyorsa yerine getir" dedi. Bu söz üzerine genç kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu.[137]

Bir gün yoldan bir yahûdînin cenazesi geçiyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu görünce ayağa kalktı.[138]

Bir keresinde birkaç yahûdî, Allah Resûlü'nün huzuruna geldiler ve saygısız bir tarzda "es-Selâmü aleyküm" diyecekleri yerde "es-Sâmü aleyküm=Ölüm üze­rine olsun" dediler. Bunu duyan Hz. Aişe (ra) hiddetlenerek onlara ağır bir cevap verdi. Fakat Hz. Peygamber (sa) onu bundan menederek; "Ey Aişe, dilini kötü ke­limelere alıştırma, yumuşak kelimeler söyle. Allah Teâlâ herşeyde yumuşaklığı se­ver" buyurdu.[139]

Allah Resulü, yahûdîlere iyi davranıp adelet gösterirdi, onların haşin ve yersiz baskılarına ve acı sözlerine sabrederdi. Yahudilerle müslümanlar arasında alış ve­rişlerde ve sosyal meselelerde bir anlaşmazlık çıkarsa haksız yere müslümanların kayırıcısı olmazdı. Nitekim bu konuda çeşitli örnekler vardır ve önceki başlıklar al­tındaki konularda geçmiştir. Bir gün bir yahûdî, Hz. Peygamber'e gelip "Ey Mu­hammed! Bak bir müslüman bana tokat attı" diye şikayet etti. Hz. Peygamber o müslümam hemen çağırtarak şiddetle tenkid etti. Bir daha böyle hareket etmekten menetti.[140]

Necrân'dan gelen hıristiyan heyeti Medine'ye girdiğinde Hz. Peygamber sallal-lahu aleyhi vesellem onları bizzat kendisi ağırladı. Peygamber Mescidi'nde kendi­lerine yer verdi. Hatta onların kendi adetlerine göre mescidde ibadet etmelerine de izin verdi. Diğer müslümanlar onların mescidde ibadet etmelerine engel olmak is­teyince Hz. Peygamber onlara engel olarak ibadet etmelerini sağladı.

Yahûdî ve hıristiyanlarla birlikte yemek yemeye, su içmeye ve onlarla evlen­meye izin verdi. Onlara İslâm şeriatından ayrı özel hükümler uyguladı. [141]

 

Hz.  Peygamber'in  Yoksul  Ve Kimsesizlere  Olan  Sevgi  Ve  Şefkati

 

Müslümanlar arasında zengin de vardı, fakir de vardı. Kabile başkanları da vardı, kimsesiz biçâreler de vardı. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hepsi­ne eşit yaklaşırdı. Hatta dünya nimetlerinden ve servetinden mahrum olmak, gö­nüllerinde bir eziklik meydana getirmesin diye kimsesizlere ve fakirlere karşı da­ha tatlı ve yumuşak davranırdı. Bir gün insan olma sonucu olarak bu prensibine aykırı bir harekette bulununca Allah tarafından uyarılmış ve sorguya çekilmiştir. Daha Mekke'de iken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'le birlikte, birkaç Kureyş ileri geleni oturmuş konuşuyorlardı. Hz. Peygamber onları İslama davet ederken, görme özürlü bir kimsesiz olan Abdullah b. Ümmü Mektûm çıkageldi ve o adamların yanına oturarak Hz. Peygamber'le konuşmaya başladı. Kureyş ileri gelenleri aşırı kibirli ve gururlu olduklarından bu beraberlik ve birarada konuşma hoşlarına gitmedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, tbn-i Ümmi Mek-tum'un yüzüne bakmadı. Kureyş'in bu azgınları İslâm mutluluğunu seçerek iman ederler ümidiyle onlarla konuşmayı sürdürdü. Ama Allah Teâlâ bu ayırım ve fark­lı davranışı beğenmedi ve şu âyetler indi:

"Surat astı ve yüz çevirdi; kendisine o kör geldi diye. Nerden biliyorsun? Belki o, temizlenip arınacak ya da öğüt alacak. Böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağla­yacak. Kendini herşeyden müstağni görene gelince, işte sen onda yankı uyandırma­ya çalışıyorsun. Onun temizlenip arınmasından sana ne? Ama koşarak sana gelen ki o, içi titreyerek korkar bir durumdadır. Sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun. Hayır! O Kur'an bir öğüttür. Artık dileyen, düşünüp öğüt alsın." (Abese 80/1-12)

Bu kimsesiz ve yoksul insanlar Islâmın ilk fedaîleri ve bağlıları olmuşlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları alarak Kabe'de namaz kılmaya gittiği zaman Kureyş liderleri onların görünüşteki basitliklerine bakarak şöyle diyorlardı: "O azgın kibirli kafirler "Allah'ın bizi bırakıp da aramızdan kendilerine lütufta bu­lunduğu kişiler bunlar mı?" dediler." (En'âm 6/53)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onların bu alaylarını gönül hoşluğu ve sabırla karşılardı.

Sa'd b. Ebî Vakkâs (ra)'ın yaratılışında az da olsa bir üstünlük duygusu vardı. O kendini fakir ve kimsesizlerden üstün kabul ederdi. Allah Resulü sallallahu aley­hi vesellem bir gün ona hitap ederek: "Sana nasip olan rızık ve zafer, işte bu kim­sesiz ve fakir kimseler sayesinde olmaktadır" buyurdu.

Üsâme b. Zeyd (ra) bir gün şöyle buyurdu: "Cennet kapısına durarak baktığım­da daha çok kimsesiz ve yoksul insanların girdiğini gördüm."[142]

Abdullah b. Amr b. el-As şöyle rivayet ediyor:"Bir gün Peygamber mescidinde oturuyordum. Kimsesiz muhacir müslümanlar grubu da bir halka yapmış öte ta­rafta oturuyordu. O sırada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çıkageldi ve onların arasına oturdu. Bunu görünce ben de yerimden kalktım ve gidip yanlarına oturdum. Allah Resulü "Fakir muhacirlere müjdeler olsun ki onlar zenginlerden kırk yıl önce cennete gireceklerdir" buyurdu. Abdullah b. Ömer diyor ki: "Bunu duyunca sevinçten yüzlerinin güldüğünü, çehrelerinin neşeden parladığım gör­düm ve, "Keşke ben de onlar arasmda olsam" diye içimden geçirdim."

Hz. Peygamber bir topluluk arasında oturuyordu. O sırada önünden bir kişi geçti. Yanında oturan birine: "Şu adam hakkında kanaatin nedir?" diye sordu. O kişi de, "Bu, ileri gelenlerden biridir, Allah'a andolsun ki birinin kızını istese he­men verirler, biri için şefaatçi olsa arzusu hemen yerine getirilir" dedi. Bunu du­yan Hz. Peygamber sustu. Bir süre sonra, önlerinden başka bir adam geçti. Hz. Peygamber yine aynı kişiye "Peki bunun hakkında ne diyorsun?" buyurdu. O da bu sefer: "Ey Allah Resulü! Bu, muhacirlerin fakirlerindendir. Birinin kızını istese reddedilir. Birine aracı olsa dileği kabul edilmez, birşeyler söylese sözüne itibar edilip dinlenilmez" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem: :"Yeryüzü doluşunca bu üstün seviyedeki zengin adam olsa, bu yoksul ve kimsesiz insan hepsinden daha hayırlıdır" buyurdu.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dualarında sık sık: "Ey Rabbim beni fakir yaşat, fakir dirilt ve kıyamette fakirlerle beraber hasret" buyururdu. Hz. Aişe (ra), "Ey Allah Resulü neden böyle dua ediyorsunuz?" diye sorunca Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem: "Onlar, zenginlerden önce cennete girecekler de o yüzden" buyurdu. Sonra sözüne şöyle devam etti: "Ey Aişe hiçbir yoksulu kapı­dan eli boş çevirme, bir kuru hurma da olsa ver. Ey Aişe! Fakirleri kendine yakın kılar da onları seversen Allah da seni kendine yakm kılar" buyurdu.

Bir keresinde birkaç fakir müslüman Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek, "Ey Allah Resulü! Zengin kişiler kıyamet günü de derece bakımdan bizden ileri olacaklar. Bizim gibi onlar da namaz küıp oruç tutuyorlar. Ama biz fakirliğimizden do­layı zekat, sadaka ve hayırlar yoluyla onların kazandıkları sevapları kazanamıyo­ruz" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Size bir-şey öğreteyim mi? Bunun sayesinde ilerde olanlarla beraber olur, geride kalanların önüne geçer ve hiçkimse sözünde size eşit olamaz" buyurdu. Onlar da, "Öğret ey Allah Resulü" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Her namazda otuzüç kere "Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü Ekber" demeye devam edin" buyurdu.

Birkaç gün sonra bu insanlar tekrar Hz. Peygambere geldiler ve "Ey Allah Re­sulü! Zengin kardeşlerimiz de bunu duymuşlar ve onlar da okumaya başlamışlar" deyince Hz. Peygamber: "Bu, Allah'ın bir îütfudur, dilediğine verir" buyurdu.[143]

Zengin müslümanlardan toplanan zekât, o bölgenin fakirlerine dağıtılırdı. Pey-gamberimiz'in ashabı bu prensibe o kadar uyuyorlardı ki bir yerden topladıktan zekâtı başka bir yere göndermeyip oradaki ihtiyaç sahiplerine dağıtıyorlardı.

Medine'nin bitişiğindeki "Avâlî" denen yerde ağır hasta fakir bir kadın vardı. Kadıncağızın iyileşme ihtimali de uzak görünüyordu. Hz. Peygamber, kadının ölü­münden haberdâr edilmesini, cenaze namazmı bizzat kendisinin kıldıracağını söy­ledi. Kadın Hz. Peygamberin tam istirahat zamanı olan yatsı namazından sonra son nefesini verdi. Sahabe Hz. Peygamberin rahatsız edilmemesi ve istirahatinin bozulmaması için haber vermeden kadını defnettiler. Sabah olunca Hz. Peygamber kadının durumunu sordu. Onun ölüp defnedildiğini öğrenince ashabmı alarak ka­dının mezarına gitmiş ve tekrar cenaze namazını kıldırmıştı.[144]

Cerîr (ra) anlatıyor: Bir gün Resûl-i Ekrem'le beraber otururken bir kabile bü­tün nüfusuyla misafirliğe gelircesine Hz. Peygamber'i ziyarete gelmişlerdi. Gelen­ler çok yoksul ve perişandı. Üstleri başları yırtıktı. Çoğunun üzerinde elbise diye birşey yoktu. Küçük bezlerle bazı yerlerini örtmüşler, geri kalan yerleri çıplaktı. Ayaklarında ayakkabı yoktu, başları kabak, omuzlarına kılıçlarını asmışlar toz top­rak içinde karşımıza dikilmişlerdi. Onların bu durumunu gören Hz. Peygamber çok üzüldü, içi parçalandı ve yüzünün rengi değişti. Izdırap içinde evine girip çık­maya başladı. Sonra Bilâl-i Habeşî'ye ezan okumasmı emretti. Namazdan sorira bir hutbe okuyarak bütün müslümanları onlara yardıma çağırdı.[145] [146]

 

Hz.   Peygamber'in Can   Düşmanlarını   Bağışlaması

 

Can düşmanlarmı ve kalleşçe saldıranları affetme ve bağışlama örnekleri, peygam­berlerin nurlu hayatlarını ve benzersiz güzel ahlâklarını anlatan sayfalardan başka nerede görülebilir? Hz. Peygamber hicret edeceği gece Kureyş kafirleri yaptıkları toplantıda, "Sabahleyin Muhammed sallallahu aleyhi vesellem'in başını uçurarak bu işi bitirelim" diye karar vermişlerdi. O yüzden düşmanlardan bir grup gece bo­yunca Hz. Peygamber'in evini kuşatma altında tuttu. O sırada Hz. Peygamberin bu düşmanlardan intikam alma gücü yoktu. Ama öyle bir zaman geldi ki bunların hepsi yenilerek müslümanların eline düştü. Hemen hepsi, Islâmın kılıcı altında bo­yunlarının vurulmasını bekliyordu. Hayatları sadece Hz. Peygamber'in merhamet ve bağışlamasına bağlıydı. Herkes çok iyi bilir ki bu insanlardan hiçbiri Hz. Pey­gamber'in şahsına yaptıkları o geçmiş zulümlerden dolayı öldürülmemiştir.

Hz. Peygamber hicret ettiği gün Kureyş onun başına büyük bir mükâfaat koy­muş, Cnu diri veya ölü getirene büyük mükâfaat vaadetmişti. Bu mükâfaat o gün benzeri az görülen yüz deve tutarında bir mükâfaattı.

Sürâka b. Cü'şûm bu düşünceyle rüzgar gibi uçan atma binerek yola çıkan ve elinde mızrağıyla Hz. Peygamber'e yaklaşan ilk kişiydi. Uçarcasına giden atıyla Hz. Peygamber'e çok yaklaşmış ve birkaç kere hamle ederek öldürmek istemiş, bir­kaç kez bunu denemiş ama hiçbirinde hedefine ulaşamamıştı. Karşısında korku­suzca duran ve kendisine merhametle bakan yüce Peygamber'in tarif edilmez va­kar, huzur ve güven dolu çehresine baktıktan sonra mucizevî bir etkiyle içindeki duygular değişmiş, kötü düşüncesinden dolayı tevbe etmiş, Hz. Peygamber'den kendisine emân verildiğini bildiren bir yazı yazılıp verilmesini istemişti. Nitekim bu belge yazılıp kendisine verildi.[147] Bu olaydan sekiz yıl sonra Mekke'nin fethi sı­rasında, müslümanlığı kabul ederek İslâm ümmeti arasına girdi. Geçmişte işlediği suçtan dolayı kendisine tek bir kelime dahi söylenmedi.

Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber'in azılı düşmanıydı. Kureyş kabilesi Bedir sa­vaşında öldürülen adamlarının ve liderlerinin intikamını alma ateşiyle yanıp tutu­şurken Safvân b. Ümeyye, ona büyük bir mükâfaat vaadetti. Umeyr kılıcını zehire bulayarak Medine'ye geldi. Oraya ulaşıp şehre girmesiyle birlikte halinden kuşku­lanan insanlar kendisim tanıdılar. Ömer (ra) onun üzerine atılıp parçalamak iste­diyse de Hz. Peygamber engel oldu. Umeyr b. Vehb'i yanına oturtarak kendisiyle konuştu ve gizli niyetini yüzüne vurdu. Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber tarafından niyetinin bilinmesine şaşarak derin bir sessizliğe büründü. Hz. Peygamber de ken­disini öldürme niyetiyle gelmiş bu adama hiçbir şey yapmadı. Sözle dahi olsun hiçbir hakarette bulunmadı. Bunu gören Umeyr b. Vehb müslüman oldu. Mek­ke'ye dönerek îslâmı yaymaya çalıştı.[148] Bu olay Hicret'in 3. yılında olmuştu.

Bir keresinde Hz. Peygamber bir gazveden dönüyordu. Bir ovadan geçiyorlardı ve sıcak çok şiddetli idi. İnsanlar ağaçların altmda uzanıp istirahata çekildi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de bir ağacın altında dinlenmeye çekilerek kılıcı­nı bir dala astı. Kafirler fırsat bekliyordu. Müslümanların bu istirahat anını fırsat bi­lerek bir bedevi geldi ve kılıcı habersizce daldan aldı. Kınından çıkarıp kaldırdığı sı­rada Hz. Peygamber uyandı. Bir adamın yalın kılıç karşısında dikildiğini gördü. Be­devi, Hz. Peygamberin uyanıp kedisine baktığını görünce; "Haydi Muhammedi Söyle bakalım, seni elimden kim kurtarabilir?" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem: "Allah!" buyurdu. Bu korkusuz ve etkili söz bedevi üzerinde öyle bir et­ki yaptı ki şaşkın şaşkın kılıcı kınına koydu. Tam bu sırada sahabe yetişti. Hz. Pey­gamber onlara olayı anlattı. Bedeviye de hiçbir ceza vermedi, intikam almadı."[149]

Yine bir gün başka biri Hz. Peygamberi öldürmek istedi. Sahabe onu yakala­yarak Hz. Peygamberin huzuruna getirdiler. O kişi, Hz. Peygamberi görünce deh­şete kapıldı. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem adama hitap ederek: "Kork­ma, beni öldürmek istemiş olsan bile öldüremezdin" buyurdu.

Hudeybiye barışı sırasında bir ara seksen kişilik bir ekip yüzlerini kapatarak Ten'îm tepesinden inip geldiler ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'i gizli­ce öldürmek istediler. Tesadüfen yakalanarak Hz. Peygamber'e getirildiler. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem onları serbest bıraktı ve kendilerine hiçbir kötülük yapmadı. Kur'an-ı Kerim'in şu âyeti bu olayla ilgili olarak nazil olmuştur:[150]

"Bir kötülük yapmak için onların elini sizden, sizin elinizi de onlardan engelle­yen, o Allah'tır." (Fetih 48/24)

Hayber'de bir yahûdî kadın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in ye­meğine zehir koymuştu. Yemeği tadınca Allah Resulü zehir konduğunu anladı. Kadını çağırtarak sorgulayınca, yemeğe zehir koyduğunu itiraf etti. Ama Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem hiç kimseye en ufak bir kötülük yapmadı. Zeh­rin tesiriyle sahabeden biri vefat edince kadına kısas cezası verildi. Kendi şahsı için hiç kimseye ceza vermedi. Halbuki Hz Peygamber bu zehrin tesirini ölünceye ka­dar hissetti.[151] [152]

 

Hz.  Peygamber'ın  Düşmanlarına Hayırla  Dua  Etmesi

 

insanın, düşmanları hakkında beddua etmesi yaratılıştan gelen normal bir davra­nıştır. Ama peygamberlerin seviyesi diğer insanlardan çok çok üstün olduğu için, kendilerine sövüp sayan insanlara bile hayır dua etmişler, kanlarına susamış amansız düşmanlarına sevgi ve merhametle karşılık vermişlerdir. Hicret'ten önce Mekke'de müslümanlara ve hatta Hz. Peygamber'e ardı arkası kesilmeyen zulümler yapılıyordu. İnsanın bu acı destanı aradan o kadar sene geçtikten sora bile yü­reği sızlamadan anlatabilmesi için katı kalpli olması gerekir. O günlerden birinde, sahabeden Habbâb b. Eret (ra), "Ey Allah Resulü! Düşmanlar hakkında beddua ediniz" dedi. Bunu duyan Hz. Peygamberin yüzü kıpkırmızı oldu.[153] Bu istekten hiç hoşlanmadı. Bir keresinde bir kaç sahabi birleşerek geldiler ve benzer istekte bulundular. Ama Hz. Peygamber, "Ben, lanet etmek için değil rahmet olmak için gönderildim" buyurdu.[154]

Üç yıl boyunca Mekke'nin bir deresinde kendisini ve sülâlesini kuşatma altında tutan Kureyş kabilesi, çocuklar açlıktan feryad ederken, büyükler ot ve ağaç kabuk­ları yemek zorunda kalırken Allah Resûlü'ne ve ailesine tek bir buğday dânesini da­hi ulaştırılmasına engel olmuştu. Onların hiçbir vicdana sığmayan bu zulümleri karşısında ellerini, herşeyin görgü ve bilgisi altında cereyan ettiği Allah'a kaldırıp dua eden Yüce Peygamber'in geri çevrilmeyen duası sayesinde Yüce Mevlâ Kureyş üzerindeki rahmet bulutunun gölgesini çekmiş ve Mekkke'de müthiş bir kıtlık baş-göstermiş, insanlar kemik ve leş yemeye başlamışlardı. Ebu Süfyân Hz. Peygam-ber'e giderek, "Muhammed! Kavmin mahvolup gidiyor, Allah'a dua et de bu fela­ket kalksın!" diye yalvardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber tereddüt göstermeden hemen dua için ellerini kaldırdı ve Allah'tan bu musibeti kaldırmasını niyaz etti. Hz. Peygamber'in duası sayesinde müşrikler kıtlık felaketinden kurtuldular.[155]

Uhud savaşında düşmanlar Hz. Peygamber'e taş fırlattılar, ok yağdırdılar, kı­lıç salladılar, mübarek dişini kırdılar, mübarek yüzünü kana boyadüar. Ama onla­rın saldın've hamleleri karşısında Hz. Peygamber'in arkasına sığındığı siper sade­ce şu dua idi:

"Allahım! Milletime hak yolu göster çünkü onlar bilmiyorlar."

Tâif, İslâm davetine alay ve hakaretle karşılık vermişti. İslâm davetçisi Hz. Pey­gamberi himayelerine almayı reddetmişti. Aynı Tâif, Hz. Peygamber'in mübarek ayağını kan revan içinde bırakmıştı. Böyle bir durumda iken gaybdan süzülüp ge­len bir melek, "Emredersen dağları onların üzerine devireyim" dediğinde Hz. Pey­gamber'in verdiği cevap: "Belki bir gün onların soyundan Allah'a ibadet eden biri çıkar"[156]şeklinde olmuştu. Bu olaydan on-oniki yıl sonra aynı Tâif İslâm davetine ok, kılıç ve mancınıkla cevap vermekteydi. îslâm fedaileri olan sahabe peşpeşe şe-hid olup yere düşmektedir. Sahabe Hz. Peygamber'e gelerek "Ey Allah Resulü! Onlara beddua ediniz" diye ricada bulunmaktadırlar. Bunun üzerine dua etmek üzere ellerini kaldırınca insanlar, Hz. Peygamber'in onlar hakkında beddua edece­ğini sanmışlardı. Ama O'nun mübarek dilinden şu kelimeler dökülmüştü:

"Ey Rabbim! Sakîf kabilesine —Tâifliler'e— îslâmı nasip et ve onları Medine'ye dost olarak getir."

Savaş alanında hedefine ulaşmayan ok, Medine'de mescidin avlusunda Hz. Peygamber'in mübarek ağzından çıkarak tam hedefini buldu. Yani onlar Medi­ne'ye gelerek misafir edildiler ve kendileri için edilen o dua sayesinde Peygamber Mescidi'nde müslüman oldular.[157]

Devs kabilesi Yemen'de yaşardı. Tufeyl b. Amr ed-Devsî (ra) kabile reisiydi. Ken­disi çok önceden müslüman olmuştu ve uzun süreden beri de kabilesini müslüman olmaya çağırıyordu. Ama onlar inatla küfürlerinde devam ettiler. Çaresiz kalarak, Hz. Peygamber'in huzuruna geldi ve kabilesinin durumunu arzederek onlara beddua etmesini rica etti. Orada olanlar bunu duyunca "Devs'in sonu gelmiştir!" dediler. Ama alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber'in ağzından çıkan dua şöy­leydi: "Ey Rabbim! Devs kabilesine hidayet nasip et ve onları buraya getir."[158]

Ebu Hureyre (ra)'ın annesi müşrikti. Annesini ne kadar ısrarla Islama davet edip müslüman olmasını istese de o inatla reddederdi. Bir gün onu yine Islama davet etti. Bunun üzerine annesi Hz. Peygamber'in sânına yakışmayan sözler söyledi. Ebu Hu­reyre (ra) buna o kadar üzüldü ki ağlayarak Hz. Peygamber'in huzuruna geldi ve ola­yı olduğu gibi anlattı. Allah Resulü ellerini kaldırarak: "Ey Rabbim! Ebu Hureyre'nin annesine hidayet nasip et" diye dua etti. Ebu Hüreyre neşe içinde eve döndü. Anne­si kapıyı kapatmış içerde yıkanıyordu. Boy abdestini aldıktan sonra kapıyı açtı ve ne-Şeli bir yüzle, büyük bir huzurla kelime-i şehâdet getirmeye başladı.[159]

Abdullah b. Übeyy b. Selûl hayatı boyunca münafık olarak kalmış bir kimsey­di. Her fırsatta, Hz. Peygamber ve müslümanlar aleyhine gizli komplolar kurmak­tan ve açıkça küçümsemekten ve ihanetten geri durmazdı. Kureyş kafirleriyle giz­lice mektuplaşırdı. Uhud savaşında, en kritik zamanda adamlarıyla birlikte islâm ordusundan ayrılmıştı. îfk olayında Hz. Aişe (ra)'ya iftira edenlerin en önde gele­niydi. Bütün kişisel ve insanlarla ilgili suçlarım —Hz. Peygamber'in şahsına ve ai­lesine karşı işlediği suçları— âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber'in yumuşak kalpliliği ve bağışlayıcılığı her zaman yıkadı. Öldüğünde de Hz. Pey­gamber onun bağışlanması için cenaze namazı kıldı. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra); "Ey Allah Resulü, onun cenaze namazını kılıyorsunuz. Halbuki o şöyle dedi, şöy­le idi." dedi. Hz. Peygamber bunları dinledikten sonra tebessüm etti ve: "Çekil ey Ömer" buyurdu. Hz. Ömer sözlerinde fazla ısrar edince Hz. Peygamber: "Eğer ba­na kalsa, yetmiş kez namaz kıldığım takdirde bu adamın bağışlanacağını bilsem, o kadar hatta daha fazlasını kılardım" buyurdu.[160] [161]

 

Hz. Peygamber'in Çocuklara Şefkati

 

Hz. Peygamber çocuklara son derece şefkat gösterirdi. Seferden döndüğünde yol­da karşılaştığı çocukları kendi bineğine alır, önüne arkasına oturturdu. Yolda rast­ladığı çocuklara Önce kendisi selam verirdi.[162]

Bir gün Hâlid b. Saîd, Hz. Peygamber'in huzuruna geldi. Yanında küçük kızı da vardı ve kırmızı bir elbise giymişti. Hz. Peygamber ona: "Sene! Sene!" buyurdu. Habeş dilinde haseneye "sene" denirdi ve "güzel kız" anlamına gelirdi. Kız Habe­şistan'da doğduğu için bu ilişkiden dolayı Habeşistan dilinden bir kelime olan "se­ne" kelimesini "hasene= güzel kız" yerine kullanmıştı. Hz. Peygamber'in mübarek sırtında peygamberlik mührü vardı. Kabarık bir et parçası şeklinde olduğu için her çocuk normal dışı şeyler gördüklerinde onunla oynamaya başlarlar. O da peygam­berlik mührüyle oynamaya başladı. Hâlid azarlayarak öyle yapmamasını istediyse de Hz. Peygamber ona engel oldu ve "Bırak oynasın" buyurdu.[163]

Bir keresinde Hz. Peygamber'e bir yerden kumaş geldi. Arasında iki tarafı işle­meli bir de elbise vardı. Hz. Peygamber yanındakilere; "Bu elbiseyi kime vere­yim?" deyince hiç kimse cevap vermeyerek sustu. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem "Ümmü Hâlid'i getirin" buyurdu.[164] Ümmü Halid geti­rilince elbiseyi ona giydirdi ve iki kez "Bunu giy, üzerinde eskisin" buyurdu. Elbi­sede bulunan çiçek işlemesini parmaklarıyla göstererek "Ümmü Hâlid! Bak bu gü­zel, bu çok güzel!" diyordu. Yukarıda da geçtiği gibi Ümmü Hâlid Habeşistan'da doğmuştu ve birkaç yıl orada kalmıştı. O yüzden de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona Habeş dilinde "sene" Arap dilinde de "hasene= güzel kız" an­lamına gelen kelimeyle hitap etmişti.

Sahabeden biri anlatır: "Çocukluğumda ensarm hurmalığına gider ve ağaç çu­buklarla vurarak hurma düşürürdüm. Bir defasında insanlar beni yakalayıp Hz. Peygamber'e götürdü. Hz. Peygamber, "Neden çubukla vuruyorsun?" diye sordu. Ben de "Hurmaları düşürüp yemek için" deyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Olgunlaşıp kendiliğinden yere düşen hurmaları ye, çubuk vurma" di­yerek başımı okşadı ve dua etti.

Anne ve çocuk sevgisiyle ilgili olaylar Hz. Peygamber üzerinde derin etki ya­pardı. Bir gün çok fakir bir kadın Hz. Aişe'nin yanına geldi. Yanında küçücük iki kız vardı. O sırada Hz. Aişe'nin evinde bir köşede duran tek hurmadan başka hiç­bir şey yoktu. Onu alıp o kadma verdi. Kadın hurmayı ikiye bölüp yanındaki iki kız çocuğuna eşit şekilde verdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem eve geldiğinde Aişe (ra) bu olayı kendisine anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Allah, bir kimseyi evlat sevgisiyle imtihan eder de o kimse bu sevgiyi hakkıyla gösterir­se, o kişi cehennemden korunmuş olur'" buyurdu.[165]

Enes (ra) anlatmıştır: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem her zaman şöyle buyururdu: "Namaza başlarken namazı geç bitirmeye niyetlenirdim. Ansızın saflar arasından bir çocuğun ağlama sesi gelince namazı kısaltırdım. Annesine haksızlık olabilir diye böyle yapardım/[166]

Hz. Peygamber'in bu sevgi ve şefkati müslüman çocuklarla sınırlı değildi. Ak­sine müşriklerin çocuklarına da aynı şekilde şefkat gösterir, ilgi duyardı. Bir kere­sinde bir savaşta birkaç çocuk kargaşa sırasında öldürüldü. Hz. Peygamber olayı haber alınca çok üzüldü. Sahabeden biri, "Ey Allah Resulü! Onlar müşrik çocukla­rıydı" deyince Hz. Peygamber: "Müşrik çocukları bile olsalar, çocuklar her zaman temizdir. Dikkat edin kesinlikle çocukları öldürmeyin, dikkat edin kesinlikle çocuk­ları öldürmeyin. Her canlı Allah'ın yarattığı temiz fıtrat üzere doğar" buyurdu."[167]

Bir yerden taze meyveler getirildiğinde Hz. Peygamber, bunları yanında bulu­nanlar arasındaki en küçük yaşta olanlara ikram ederdi. Çocukları öpüp severdi. Bir gün bu şekilde çocukları severken bir bedevi geldi ve: "Sen çocukları seviyor­sun, benim on çocuğum var. Şu ana kadar hiçbirini böyle okşayıp sevmedim" de­di. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Allah Teâlâ senin kalbinden sevgiyi çekip almışsa ben ne yapayım?" buyurdu.[168]              

Câbir b. Sümre (ra) sahabedendi. Çocukluğuna ait bir olayı şu şekilde anlatıyor: "Bir gün, Hz. Peygamber'in arkasında namaz kıldım. Namazı bitirdikten sonra Hz. Peygamber evine doğru yürüyüp gitti. Ben de O'nun arkasından yürüdüm. Bu ara­da o taraftan birkaç çocuk daha çıkıp geldi. Hz. Peygamber onlarla birlikte beni de sevdi.

Hicret sırasında Hz. Peygamber Medine'ye giriyordu. Ensarın kız çocukları ev­lerinin kapılarından çıkarak şarkılar söylüyorlardı. Hz. Peygamber onların yanın­dan geçerken "Ey kız çocukları! Beni seviyor musunuz?" diye sordu. Hepsi de "Evet ey Allah Resulü!" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Ben de sizi sevi­yorum" buyurdu.

Hz. Aişe küçük yaşta Allah Resulü'nün evine gelin gelmişti. Mahallenin kız ço­cuklarıyla oyun oynardı. Hz. Peygamber eve geldiğinde kız çocukları ondan çeki­nip şuraya buraya saklanırlardı. Hz. Peygamber ise onları teskin eder, oyunlarına devam ermelerini sağlardı.[169] [170]

 

Hz. Peygamberin Kölelere Şefkat Göstermesi

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kölelere özel bir şefkat gösterirdi. Her zaman "Onlar sizin kardeşlerinizdir. Yediklerinizden onlara da yedirin, giydikleri­nizden onlara da giydirin" derdi. Hz. Peygamber kendisine verilen köleleri her za­man azad ederdi. Ama onlar Allah Resûlü'nün lütuf ve kerem zincirlerinden ken­dilerini azad edemezlerdi. Fiziken ve sosyal olarak azad olurlar, ama kalpleri ve gönülleri Hz. Peygamber'in muhabbet zincirine bağlanıp kalırdı. Anne, babalarını, kabilelerini ve bütün bağlarım kopararak hayatları boyunca Hz. Peygamber'e köle olmayı şeref bilirlerdi. Zeyd b. Harise (ra) köle idi. Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem onu azad etti. Babası onu almaya gelmişti. Ama o, Allah Resûlü'nün rahmet kapısını babanın şefkat ve lütuf gölgesine değişemedi. Babasıyla gitmeyi reddedip Hz. Peygamber'in yanma kaldı.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Zeyd (ra)'ın oğlu Üsâme'yi o kadar çok severdi ki bazen şöyle derdi: "Eğer Üsâme kız çocuğu olsaydı boynuna kolye, kulağına küpe takardım". Öyle ki mübarek eliyle burnunu bile temizlerdi.

Köleler "köle" kelimesini duyunca, kendilerini değersiz bir insan gibi hisseder­lerdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onların bu tür duygulara kapılma­ları şöyle dursun, üzülmelerini dahi istemezdi. Bu meyanda da şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hiç kimse onlara; "Benim kölem, benim cariyem demesin. Ak­sine benim oğlum, benim kızım desin. Köleler de efendilerine, "Sahibim, mâlikim" demesin. Sahib ve Mâlik yalnız Allah'tır. Sadece "efendim" desin." Hz. Peygam­ber'in kölelere karşı o kadar merhamet ve şefkati vardı ki ölüm döşeğinde bile son vasiyeti "Köleler konusunda daima Allah'tan korkun!" buyruğu olmuştur.

Ebû Zer (ra) çok önceden müslüman olmuş bir sahabî idi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, onun doğru sözlülüğünü överdi. Bir gün azad olmuş bir acem köleye ağır ve çirkin sözler söyledi. Köle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e giderek şikayet etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Ebu Zer'i azarladı ve şöyle buyurdu: "Cahiliye sende hâlâ devam etmektedir. Bu köle senin kardeşindir. Allah Teâlâ sana onun üzerinde üstünlük bahşemiştir. Eğer senin yapma uygun düşmüyorsa sat gitsin. Allah'ın kuluna eziyet edip durma. Kendin yediğinden onlara yedir, kendi giydiğinden onlara giydir. Yapa­mayacakları işler yükleme. Onlara kendinin de katılıp yardımcı olacağm işler ver" buyurdu.[171]

Bir gün Ebû Mes'ud el-Ensarî (ra) kendi kölesini döverken arkasından bir ses geldi: "Ebu Mes'ud! Bu köle üzerinde ne kadar söz sahibiysen, Allah senin üzerinde ondan daha fazla söz sahibidir. Ebu Mes'ud (ra) sesin geldiği tarafa dönüp ba­kınca bunları söyleyenin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem olduğunu gör­dü ve "Ey Allah Resulü! Bu köleyi Allah rızası için azad ettim" dedi. Hz. Peygam­ber de: "Eğer böyle yapmasaydın cehennem ateşinde dağlanırdın" buyurdu.

Adamın biri Hz. Peygamber'in huzuruna geldi ve: "Ey Allah Resulü! Köleleri­min hatalarını kaç kere affedeyim?" diye sordu. Hz. Peygamber sessiz kaldı. Adam aynı soruyu tekrar sordu. Hz. Peygamber yine sessiz kalmayı tercih etti. Üçüncü kere aynı şeyi sorunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Her gün yetmiş kere affetmeye devam et" buyurdu.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem döneminde bir ailede yedi kişi var­dı. Yedi kişinin arasında bir tek cariye vardı. Bir gün o yedi kişiden biri bu kadın köleye taş vurdu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem durumu öğrenince, "Onu azad edin" buyurdu. Ailedekiler; "Ey Allah Resulü! Zaten biz yedi kişiyiz ve bir tek bu hizmetçi kadın var" deyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlara: "Ne güzel! Kendisine ihtiyaç duyduğunuz sürece o size hizmet edecek, ih­tiyaç kalmayınca da azad olacak" buyurdu.[172]

Sahabeden birinin iki kölesi vardı, ikisinden de çok şikayetçi idi. Onlara vuru­yor, dövüyor, kötü sözler söylüyordu. Ama ikisi de huylarından vazgeçmiyordu. O şahabı gelip köleleri Hz. Peygamber'e şikayet etti ve ne yapması gerektiğini sor­du. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Verdiğiniz ceza onların hatalarına eşitse tamam, fazladan verdiğiniz cezalar miktannca Allah Teâlâ da size ceza vere­cektir" buyurdu.

Bunu duyan şahabı kendini kaybetti ve ağlayıp sızlamaya başladı. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine/ "Bu adam galiba Kur'an okumu­yor" buyurdu ve bir âyet okudu. Bunu dinleyen o kişi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e: "Ey Allah Resulü! En iyisi ben onlan ayırayım. Siz şâhid olun ki artık onlar azad olmuştur" dedi.[173]

însanlar köleleri evlendiriyor, istedikleri zaman da zorla boşatıyorlardı. Nite­kim biri cariyesini erkek kölesiyle evlendirmişti. Sonra onları birbirinden ayırmak istedi. Köle Hz. Peygamber'e gelerek şikayet etti. Hz. Peygamber de minbere çıka­rak şöyle buyurdu: "insanlar neden köleleri evlendirdikten sonra onları ayırmak isterler. Evlenme ve boşanma hakkı sadece kocanındır."[174] işte bu şefkat ve merha­metin etkisiyleydi ki, pek çok kafirin kölesi kaçıp Hz. Peygamber'e geliyor, Hz. Peygamber de onlan azad ediyordu.[175] Ganimet mallan dağıtılırken kölelere de pay ayırıyordu.[176] Yeni azad olmuş kölelerin para pulları olmadığından devlet ha­zinesine ait gelirlerden, herkesten önce bunlara belli bir pay ayırıp veriyordu. [177]

 

Hz. Peygamber'in Kadınlara Bakışı

 

Dünya tarihi boyunca bu zayıf sınıf —kadınlar— daima ezik kalmış, mağdur edil­miştir. O yüzdendir ki, tarihin ünlü kişilikleri incelenirken, O'nun bu haksızlığa uğramış zümre hakkındaki tutum ve görüşü mutlaka gözönüne alınmalıdır. İslâm, kadınlara haklarını veren, şeref ve mevki sarayında onlara erkeklerle eşit yer veren ilk dindir, islâm şeriatını getiren ve onu insanlar üzerinde ilk uygulayan Hz. Pey-gamber'in hayatını incelerken O'nun kadınlara yaklaşımınınn nasıl olduğunu da görmemiz gerekir.

Hz. Peygamber'in "îlâ" (=Eşlerinden birkaç gün için ayrı kalmaya söz verme­si) hakkında Sahih-i Buhârfde geçen hadiste Hz. Ömer'in şöyle dediği nakledil­miştir: "Mekke'de iken kadınları değersiz varlıklar kabul ederdik. Medine'de ise kadınların nisbeten bir değeri vardı. Fakat lâyık oldukları ölçüde değildi."

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendi emir ve hükümleriyle onların haklarını ortaya koyduğu gibi, kendi uygulaması bu hakları daha da belirgin hale getirmiştir. Mübarek eşleriyle ilgili olaylar ayrıca anlatılmıştır. Burada Hz. Pey­gamber'in kadınlara yaklaşımını içeren belirgin olaylara yer vereceğiz.

Hz. Peygamber'in huzuruna her zaman erkekler akın ettiği için, kadınların bu konuşma, öğüt ve nasihatleri dinlemeye, birtakım sosyal ve dini meseleleri sorup öğrenmeye fırsatları olmuyordu. Kadınlar bir gün Hz. Peygamber'e gelerek, "Er­keklerle birlikte oturamayacağımız için bize özel bir gün ayırmalısınız" diye istek­te bulundular. Hz. Peygamber onlarm bu isteklerini kabul etti ve toplanmaları için özel bir gün belirledi.

Islâmın ilk günlerinde Habeşistan'a hicret edenler arasında Esma bn. Umeys de vardı. Hayber fethedildiği sırada Habeşistan muhacirleri Medine'ye geldiklerinde o da gelmişi. Bir gün Hafsa (ra) ile görüşmeye gitti. O sırada Hz. Hafsa'nm babası Hz. Ömer de orada bulunuyordu. Onu görünce "Bu kim?" diye sordu. Peygambe­rimizin hanımı Hafsa (ra) babasını tanıtarak adını söyledi. Hz. Ömer (ra): "Habe­şistan'dan gelen, o deniz tarafından gelen siz miydiniz?" diye sordu. Esma bn. Umeys buna karşılık, "Evet işte o" dedi. Hz.Ömer bunun üzerine, "Biz sizden da­ha önce hicret ettik. O yüzden Hz. Peygamber'e yakınlıkta bizim hakkımız sizden daha fazladır" dedi. Esma (ra) bu söze çok kızdı ve "Asla öyle değildir. Sizler Al­lah Resulü efendimizle birlikte kalıyordunuz. Açları O doyuruyordu. Halbuki biz ne haldeydik? Evden uzakta, kimsesiz, Habeşîler arasında yaşıyorduk. İnsanlar bize eziyet ediyordu ve hayatımız her an tehlikedeydi" dedi. Bunlar konuşulurken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çıkageldi. Esma, "Ey Allah Resulü! Ömer şöyle dedi" diyerek onun sözünü aktardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona, "Sen ne cevap verdin?" deyince konuşulanların hepsini anlattı. Hz. Peygamber buna karşılık, "Ömer'in bana yakınlık hakkı sizden daha fazla değildir. Ömer ve arkadaşları sadece bir kez hicret ettiler. Siz ise iki ke­re hicret ettiniz" buyurdu.

Bu olay ve Hz. Peygamber'in buyruğu etrafa yayılınca Habeşistan muhacirleri gruplar halinde Esma (ra)'nın yanma gelir ve Hz. Peygamber'in buyruğunu tekrar­latarak dinlerlerdi. Esma (ra) şöyle der: "Habeşistan muhacirlerini dünyada hiçbir-şey Hz. Peygamber'in bu sözlerinden daha fazla sevindirmiş olamaz."[178] Hz. Pey­gamber'in özel hizmetkârı olan Enes b. Mâlik (ra)'ın halasının adı Ümmü Ha-ram'dı. Bu hanım, süt annesi tarafından Hz. Peygamber'in de halası oluyordu. Hz. Peygamber Küba'ya her gidişinde mutlaka onu da ziyaret ederdi. Kadın çok kere yemek getirip Allah Resûlü'nün önüne koyar, o da yemekten yerdi. Allah Resulü uyurken o da saçlarının bakımını yapardı.[179]

Hz. Peygamber, Enes (ra)'m annesi olan Ümmü Süleym'i çok severdi. Çoğu ke­re onun evine gider, o da üzerine oturması için yaygılar serer, Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem de istirahat ederek uyurdu. Hz. Peygamber uykudan uya­nınca o mübarek kadm Hz. Peygamber'in terlerini silerek alır bir şişede biriktirir­di. Öldüğü zaman kefeni hazırlanırken Hz. Peygamber'in mübarek terinin kefeni­ne sürülmesini vasiyet etmişti.[180]

Bir gün Enes (ra)'ın dadısı Müleyke, Hz. Peygamberi davet etti. Yemeği kendi eliyle hazırlamıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yedikten sonra, "Gel sana namaz kıldırayım" buyurdu. Evde tek kilim vardı, o da kullanıla kullanıla ka­rarmıştı. Enes (ra) önce onu güzel bir yıkadı, sonra namaz kılmak için serdi. Hz. Peygamber imamlık yaptı. Enes (ra) ile dadısı ve bir de yetim köle saf tutarak ar­kada durdu. Hz. Peygamber iki rekat namaz kıldırdıktan sonra evden ayrıldı.[181]

Hz. Ebu Bekir'in kızı Esma (ra), Hz. Aişe'nin üvey kızkardeşi ve Zübeyr (ra)'ın eşiydi. Medine'ye geldiklerinde Zübeyr'in bir atından başka hiçbirşey yoktu. Esma (ra) ata yiyecek bulmak için vadiye gidip ot getirir ve yemek pişirirdi. Esma (ra), Hz. Peygamber'in ikram ettiği Medine'den üç kilometre uzaklıktaki bahçeden hur­ma salkımlarını tepesine koyarak getirir, bütün bu işleri bizzat kendisi yapardı. Bu­gün yine böyle hurma salkımlarını tepesine koymuş gelirken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem gördü. O anda Hz. Peygamber deveye binmiş haldeydi. Onu bindirmek için deveyi çöktürdü. Esma (ra) da bu durumdan utandı. Hz. Pey­gamber onun mahremiyetten dolayı utandığını görünce hiçbirşey demedi ve onu orada bırakarak yoluna devam etti. Esma (ra) der ki: Daha sonra Hz. Ebu Bekir (ra) seyislik yapıp atlara bakan bir hizmetçi gönderdi de sanki kölelikten kurtulmuş gi­bi, o sıkıntıdan ve yük taşımaktan kurtuldum.[182]

Bir gün yakınları ve akrabaları olan bir çok kadın oturmuş Hz. Peygamber sal-lallahu aleyhi vesellem ile konuşuyorlardı. Hz. Ömer (ra) gelince hepsi kalktılar. Hz. Peygamber güldü. Hz. Ömer, "Allah sizi daima neşeli kılsın, neden güldü­nüz?" dedi. Hz. Peygamber, "Bu kadınlara hayret ettim. Senin sesini duyar duy­maz hepsi bir köşeye saklandı" buyurdu. Hz. Ömer (ra) onlara hitaben, "Ey ömür törpüleri! Benden korkuyorsunuz da Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'den neden korkmuyorsunuz?" dedi. Bunun üzerine hepsi; "Sen Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem'e göre daha sert huylusun" dediler.[183]

Hz. Peygamber bir gün Hz. Aişe (ra)'nın odasında yüzünü örtmüş uyuyordu. Bayram günüydü. Kız çocuları tef çalıyor, şarkı söylüyorlardı. Hz. Ebu Bekir (ra) geldi. Hz. Peygamber'in uyuduğunu onların da şarkı söyleyerek gürültü yaptıkla­rını görünce azarladı. Bunu duyan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Bı­rak söylesinler, onların bayram günüdür" buyurdu.[184]

Kadınlar, son derece cüretle ve çekinmeden Hz. Peygamber'e soru sorar, me­seleleri öğrenirlerdi. Sahâbe-i kiram da onların bu cüretlerine hayret ederlerdi. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiçbir şekilde memnuniyetsizlik göstermezdi.

Kadınlar genellikle nazik karakterli ve ince duygulu olduklarından Hz. Pey­gamber onları kırmamaya özen gösterirdi.

Enceşe adlı Habeşistanlı bir köle çok güzel "hudey" söylerdi. Yani devenin önünde deveyi daha hızlı gitmeye sevkeden güzel bir nağme okur giderdi. Bir de­fasında seferde Hz. Peygamberin mübarek eşleri birlikteydi. Enceşe de "hudey" okuyup gidiyordu. Deve çok hızlı gitmeye başlayınca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Enceşe! Dikkat et şişeler —kadınlar— kırılmasın!" buyurdu. [185]

 

Hz. Peygamberdin Hayvanlara Merhameti

 

Hz. Peygamber hayvanlara karşı son derece merhametliydi. Araplar arasında bu dilsiz varlıklara karşı uzun süreden beri yapılagelen zulme son verdi. Develerin boynuna tasma takmak yaygın bir adetti. Onu da engelledi.[186] Canlı hayvanın vü­cudundan et parçası keserek alır ve onu pişirerek yerlerdi. Bunu da şiddetle me-netti. Hayvanların kuyruğunu ve yelelerini kesmeyi de yasakladı. "Kuyruk, on­ların sinekleri kovalayan yelpazesi, yeleler ise yorganlarıdır" buyurdu. Hayvan­ları uzun süre koşulu olarak ayakta bekletmeyi de yasakladı ve: "Hayvanların sırtlarını kendinize koltuk ve istirahat yeri yapmayın" buyurdu." Hayvanların yarış için dövüştürülmelerini de yasakladı. Bunun caiz olmadığını bildirdi. Arap­lar'in acımasız bir adetleri de şuydu: Herhangi bir hayvanı bir yere bağlar, onu hedef yaparak üzerinde ok talimatı yaparlardı. Hz. Peygamber bu vahşeti de ke­sinlikle yasakladı.

Bir gün yolda yüzü dağlanmış bir eşek gördü ve şöyle buyurdu: "Bunun yüzü­nü kim dağlamışsa ona lanet olsun!" İşaretlemek veya bazı başka sebeplerden do­layı deve ve keçileri dağlamak gerekebilirdi. Böyle bir durumda Hz. Peygamber hayvanların çok nazik ve hassas olmayan yerlerini dağlatırdı. Enes (ra) der ki: "Bir keresinde, keçilerin bulunduğu yere gitmiştim. Orada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in, keçilerin kulaklarını dağladığını gördüm.[187]

Bir defasında Hz. Peygamber sefere gidiyordu, insanlar bir yerde konakladılar. Orada bir kuş yuva yapmış, içinde de yumurtaları duruyordu. Biri o yumurtaları aldı. Bunun üzerine kuş telaşla uçmaya ve çırpınmaya başladı. Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem bunu görünce; "Kim bunun yumurtalarını yuvasından ala­rak ona zulmetti?" diye sordu. Alan şahabı, "Ey Allah Resulü! Ben yaptım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Onları aldığın yere koy!" buyurdu.[188]

Sahabeden biri Hz. Peygamber'in huzuruna geldi. Elinde beze sarılmış kuş yavruları vardı. Hz. Peygamber ne olduğunu sorunca şahabı; "Bir çalılığın içinden sesler geliyordu. Gidip baktığımda bu yavrular duruyordu. Ben de onları oradan aldım. Anneleri bunu görünce tepemde uçarak çırpınmaya başladı" dedi. Bunun üzerine Hz, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Git ve yavruları oraya koy da gel" buyurdu.[189]

Bir keresinde yolda aşın zayıflıktan dolayı karnı sırtına yapışmış bir deve gö­rünce Hz. Peygamber; "Bu dilsiz varlıklar hakkında Allah'tan korkun" buyur­du.[190]

Hz. Peygamber, bir gün ensardan bir müslümanın bağına gitti. Çok zayıf bir deve gördü ve onu hayvanları çağıran bir sesle kendisine çağırdı. Yanına gelen de­veyi şefkatle okşadı, ellerini sırtında gezdirdi. Sonra oradakilere devenin sahibinin adını sordu. Ensardan bir müslümana ait olduğunu öğrenince Hz. Peygamber ona; "Bu hayvan hakkında Allah'tan korkmuyor musun?" buyurdu.[191] [192]

 

Hz. Peygamber'in Ayrımsız Sevgi ve Merhameti

 

Alemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamber Hz. Muhammed salla Ha hu aleyhi vesellem'in temiz varlığı bütün dünyaya bir rahmet olarak gelmiştir. Isa (as); "Ben barış şehzâdesiyim" demişti. Fakat barış şehzadesinin, hükümdarı oldu­ğu ahlâk devletinin hiçbir başarısının izine rastlanmamaktadır. Ama ezel ve ebe­din Rabbî olan Allah, barış ve huzurun sultanlar sultanına şöyle hitap etmektedir:

"Ey Muhammed! Biz seni bütün dünya için rahmet olarak gönderdik."

Buraya kadar Hz. Peygamber'in yumuşak kalpliliği, bağışlayıcılığı ve hoşgörü­süyle ilgili yüzlerce olay gördünüz. Bu olaylarda, o rahmet ve merhamet deryası olan Hz. Peygamber'in yüce duygularının dosta düşmana, müslümana kafire, yaş­lıya çocuğa, kadma erkeğe, köleye efendiye, insana hayvana, aynı şekilde hiçbir ayrım yapmadan kucak açtığını görmüş olmanız gerekir. Sahabeden biri Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'dan, bir adama beddua etmesini isteyince Hz. Peygamber hiddetlenerek, "Ben dünyaya lanet etmek için değil rahmet olarak gön­derildim" buyurdu.[193] Allah Resulü, insanlığın medarı iftiharı, meleklerin sevgili­si Yüce Peygamber bütün dünyaya şu mesajı vermişti:[194]

"Birbirinizle kinleşmeyin, birbirinizi kıskanmaym, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kullan kardeş olun"

Bir başka hadiste de şunu emretmişti: "Kendi nefsin için sevdiğini insanlar için de seversen müslüman olursun."[195]

Enes (ra)'dan Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Sizden biriniz kendi için istediğini insanlar için de istemedikçe ve başkalarını hiçbir menfaat düşünmeden sadece Allah için sevmedikçe kusursuz iman etmiş sayılmaz."[196]

Adamın biri Peygamber Mescidi'ne gelerek şöyle duâ etti:

"Ey Rabbim, beni ve Muhammed'i bağışla." Bunun üzerine Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem:

"Allah'ın çok geniş olan rahmetini daralttın'' buyurdu.[197] Başka bir rivayette ise şöyle anlatmıştır: "Bir bedevi Peygamber Mescidi'ne geldi ve Hz. Peygamberin arkasında namaz kıldı. Namazı kıldıktan sonra devesine bindi ve, "Ey Rabbim, ba­na ve Muhammed'e rahmet gönder. Bize gönderdiğin rahmetine başkasını ortak etme" dedi. Bunu duyan Hz. Peygamber ashabına dönerek; "Söyleyin bana! Bu adam mı yolunu daha çok şaşırmış yoksa devesi mi?" buyurdu. Hz. Peygamber bu tür dualardan hoşlanmadı. [198]

 

Hz. Peygamber'in Înce Kalpliliği

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem son derece merhametli ve ince kalpli idi. Mâlik b. Huveyris bir heyete katılarak Hz. Peygamber'in huzuruna gelmişti. Yirmi gün boyunca Hz. Peygamber'in sohbetlerine katılma fırsatı bulmuştu. O her zaman Hz. Peygamber için:"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem son derece merha­metli ve ince kalpliydi" derdi.[199]

Zeyneb (ra)'run çocuğu ölmek üzereydi. Hz. Peygamber'e haberci göndererek mutlaka gelmesini istedi. Hz. Peygamber de mecburen geldi. Yanında Saîd b. Ubbâ-de, Muâz b. Cebel, Übeyy b. Ka'b ve Zeyd b. Sabit (ra) de vardı. Oradaki insanlar ço­cuğu Kucağına alarak Hz. Peygamber'in Önüne getirdiğinde çocuk son nefeslerini veriyordu. Allah Resulü elinde olmadan ağlamaya ve gözünden yaşlar süzülmeye başladı. Sâ'd (ra) hayret ederek; "Ey Allah Resulü! Bu ne?" dedi. Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem; "Allah Teâlâ başkalarına acıyana acır" buyurdu.[200]

Allah Rasûlü Uhud savaşından sonra Medine'ye dönerken her evde şehitlere ağıtlar yakılıyor, matemler tutuluyordu. Kadınların herbiri kendi şehitlerine fer-yâd edip ağlıyordu. Bunları görünce Hz. Peygamber'in kalbi burkuldu ve; "Ham-za (ra)'ın hiçbir feryâd edip ağlayanı yok" buyurdu.

Bir gün sahabeden biri cahiliye döneminde yaptığı bir işi anlatarak şöyle diyor­du: "Küçük bir kızım vardı. Araplar arasmda kız çocuklarını öldürme adeti vardı. Ben de kendi kızımı canlı canlı toprağa gömdüm. O, "Babacığım babacığım!" diye bağırıyordu. Bense üzerine toprak yığıyordum. Bu merhametsizliği duyunca elin­de olmadan Hz. Peygamber'in gözlerinden yaşlar boşandı ve: "Bunu bir daha an­lat" buyurdu. O şahabı, bu acıklı olayı bir daha anlattı. Hz. Peygamber yine ağla­dı. O kadar ağladı ki mübarek yüzü ve sakalı tamamen ıslandı."[201]

Abbas (ra), Bedir savaşında esir edilerek Medine'ye getirilmişti. Askerler onun ellerini ve ayaklarını çok sıkı bağlamışlardı. Abbâs (ra) acıdan inliyordu. Onun inlemeleri Hz. Peygamber'in mübarek kulağına tekrar tekrar çarpıyordu. Ama halk "Bak, kendi yalanlarına farklı davranarak eşitliğ riayet etmiyor" der düşüncesiyle Hz. Abbâs'ın ellerini çözdürmüyordu. Öte yandan duyduğu ızdıraptan dolayı da uykusu gelmiyor, yatağında bir o yana, bir bu yana dönüp duruyordu, insanlar Al­lah Resûlü'nün huzursuzluğunun sebebini anlayınca, Hz. Abbâs (ra)'m el ve aya­ğındaki ipleri gevşettiler. Abbas (ra)'ın ızdırâbı dinip de iniltisi kesilince Hz. Pey­gamber de uyuma imkânı buldu.

Mus'ab b. Umeyr sahabedendi. Müslüman olmadan önce varlık ve konfor için­de büyümüştü. Babası ve annesi ona kıymetli ve pahalı elbiseler giydirirdi. Allah ona tslâmı nasip etti ve müslüman oldu. Çocuklarının, atalarının dinini terkettiği-ni görünce anne babasınm sevgisi birden düşmanlığa döndü. Bir gün Hz. Peygam­ber'in huzuruna geldi, üzerinde lime lime olmuş yamalı elbiseler vardı. Hz. Pey­gamber atlas ve ipek elbiselerle büyümüş bu gencin îslâm uğruna nelere katlandı­ğını ve bu acıklı manzarasını görünce gözleri yaşla doldu.[202] [203]

 

Hz.  Peygamber'in  Hasta  Ziyareti

 

Ve  Taziyelere Verdiği  Önem  Ve

 

İnsanlarla   Dertleşmesi

 

Hasta ziyaretinde, dost düşman, mümin kafir ayırımı yapmazdı. Sünen-i Ne-sâ'fnin "Bâbü't-tekbîr ale'l-cenâze" bölümünde; "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, hasta ziyaretine her zaman riâyet ederdi" diye yazmaktadır. Buhârî, Ebû Dâvûd, ve diğerlerinde ise: "Yahûdî bir köle ölüm hastalığına yakalanınca Hz. Peygamber kendisini ziyarete gitti" diye rivayet edilmektedir.

Abdullah b. Sabit (ra) hastalanınca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu ziyarete gitti. O sırada Abdullah komadaydı. Allah Resulü seslenince O'nu duymadı. Hz. Peygamber: "Yazık ey Ebû Rebf, artık çağrımız da sana fayda etmi­yor" buyurdu. Bunu duyan kadınlar feryâd ile ağlamaya başladılar. Oradaki insan­lar onları engellemek isteyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Bırakın şimdi ağlasınlar. Öldükten sonra ağlamamak gerekir" buyurdu. Abdullah b. Sâ-bit'in kızı, "Onun şehid olacağını umuyordum. Çünkü cihad için bütün hazırlıkla­rını yapmıştı" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "O, niyetinin mükâfaatını alacaktır" buyurdu.[204]

Câbir (ra) hastalanınca, evi uzak olmasına rağmen Hz. Peygamber onu yaya olarak ziyarete giderdi. Bir gün tekrar hasta olunca Ebu Bekir (ra)'ı da yanma ala­rak onu ziyarete gitti. Kendisi komadaydı. Allah Resulü su isteterek abdest aldı, ar­tan suyu da onun yüzüne serpti. Câbir (ra) kendine geldi ve "Ey Allah Resulü! Mirasımı kime bakayım?" dedi. Bunun üzerine: "Allah Teâlâ çocuklarınız hakkında size şöyle tavsiyede bulunur..." âyeti indi. (Nisa 4/11)[205]

Sahabeden biri hasta olmuştu. Hz. Peygamber birkaç kez onu ziyarete gitti. Sa-habî bir gece vefat etti. Hz. Peygamber geç vakitte gelirse kendisine zahmet olur düşüncesiyle adamın ölümünü Allah Resûlü'ne haber vermeyerek cenazeyi def­nettiler. Hz. Peygamber sabahleyin haber alınca olanlara üzüldü ve kabrine gide­rek cenaze namazını kıldı.[206]

Abdullah b- Amr Uhud savaşında şehid olmuştu. Kafirler onun elini, kolunu parça parça kesmişlerdi. Cesedi Hz. Peygamber'in Önüne konuldu ve üzerine bez örtüldü. Oğlu Câbir geldi ve sevgi coşkusuyla bezi kaldırıp görmek istedi. Orada­kiler engel olunca tekrar ellerini babasını cesedine doğru uzattı. İnsanlar tekrar en­gelledi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, baba acısını teskin etme düşün­cesiyle bezin kaldırılmasını emretti. Bezin kaldırılmasıyla birlikte Abdullah'ın kız kardeşi kendini tutamayarak feryadı etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem, "Ağlanacak birşey yok, melekler onu kanatlarının üzerinde alıp götürdüler" buyurdu.[207]

Bir gün Sa'd b. Ubâde (ra) hastalanmıştı. Hz. Peygamber onu ziyarete gitti. Ha­lini görünce içi burkulup üzüldü ve gözlerinden yaşlar boşandı. O'nun ağladığını görenler de ağlamaya başladılar.[208]

Bir Habeşli mescidi her zaman süpürürdü. Bir gün öldü. Fakat sahabe bunu Hz. Peygamber'e haber vermediler. Bir süre geçtikten sonra Allah Resulü onun na­sıl olduğunu sordu. İnsanlar da onun öldüğünü haber verdiler. Hz. Peygamber "Neden bana haber vermediniz?" deyince insanlar önem vermediklerini söyledi­ler. Yani onun ölümünü haber vermeye değmez bulduklarını söylediler. Hz. Pey­gamber onun mezarını sorup öğrendi ve oraya giderek cenaze namazını kıldı.[209]

Allah Resulü, cenaze geçerken ayağa kalkardı. Buhârî'de rivayet ediliyor ki: "Allah Resulü bir gün şöyle buyurdu: Cenaze geçiyorsa onunla birlikte gidin, en azından ayağa kalkın ve önünüzden geçinceye kadar ayakta durun."[210]

Hz. Peygamber son derece ince kalpli ve hassas yaratıhşlı, özellikle yakınları­nın ölümü kendisi üzerinde müessir olsa da, bağırarak ağlamaktan ve matem tu­tup feryad etmekten hiç hoşlanmazdı. Hz. Ali (ra)'m kardeşi Ca'fer (ra)'ı çok sever­di. Onun şehid olduğu haberi geldiğinde Hz. Peygamber matem meclisinde oturuyordu. O durumda iken biri gelerek Cafer'in eşlerinin ağladığını söyledi. Allah Re­sulü ona, "Git ve onları menet" buyurdu. Gîtti ve dönüşte: "Ben menettim ama fer­yattan vazgeçmiyorlar" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber tekrar menetmesi için geri gönderdi. Yine de feryattan vazgeçmediler. Üç kere menetmesine rağmen bu­nu kabul etmeyince; "Git, ağızlarına toprak doldur" buyurdu.[211] [212]

 

Hz.  Peygamber'in  Şakacılığı

 

Ara sıra hoşa giden tatlı, nükteli sözler de söylerdi. Bir gün Enes (ra)'ı çağırarak "Ey iki kulaklı" buyurdu.[213] Buradaki incelik şuydu Enes (ra) son derece yumuşak başlı ve itaatkâr bir yapıya sahipti. Hz. Peygamber'in buyruklarına kulak verir, dört gözle O'nun buyruğunu beklerdi. Ebu Ömer adında küçük bir kardeşi vardı ve henüz çok küçük yaştaydı. Küçük bir kuş besliyordu. Bir gün kuş öldü, Ebu Ömer buna çok üzüldü. Hz. Peygamber onun üzgün olduğunu görünce, "Ey Ebu Ömer! Senin kuşa ne oldu?" buyurdu.[214]

Bir gün adamın biri Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek; Binmek için bana bir deve ver" dedi. Hz. Peygamber, "Sana bir deve yavrusu vereyim" buyurdu. Adam, "Ey Allah Resulü, ben deve yavrusunu alıp da ne yapayım?" deyince Hz. Peygamber; "Her deve aynı zamanda bir devenin yavrusu değil midir?" buyurdu.

Yaşlı bir kadın bir gün Hz. Peygamber'e geldi ve "Ey Allah Resulü! Benim için dua et de cennete gireyim" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Cen­nete yaşlı kadınlar girmeyecek" buyurdu. Yaşlı kadın neye uğradığını şaşırarak bü­yük bir üzüntü içinde ağlayarak geri döndü. Hz. Peygamber ashabına: "Ona söyle­yin yaşlı kadınlar cennete yaşlı olarak değil, genç olarak girecekler" buyurdu.[215]

Hz. Peygamber'in ashabından bir bedevi vardı. Adı Zahir idi. O, Hz. Peygamber'e ara sıra köy azığı gönderirdi. Bir gün şehre geldi. Köyden getirdiği şeyleri pazarda sa­tıp bitirmişti. Hz. Peygamber tesadüfen oraya uğradı. Zahir (ra)'ın arkasından gide­rek geriye dönemeyecek şekilde yakaladı. Zahir, "Kim o! Bırak!" dedi. Hz. Peygam­ber bırakıp da Zahir geriye dönünce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem oldu­ğunu gördü. Bunun üzerine sırtını Hz. Peygamber'e tekrar yasladı. Hz. Peygamber'in yaptığı bu şakayı ne kadar sevdiğini, kendisine bu kadar samimi davranmasından ne kadar hoşlandığını göstermek istedi. Hz Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "İçi­nizde bu köleyi satın alacak var mı?" diye etrafa seslenince, "Ey Allah Resulü! Benim gibi bir köleyi satın alan kimse zarar eder" dedi. Hz. Peygamber onun bu sözüne kar­şılık olarak da: "Ama Allah katında senin değerin yüksektir" buyurdu.[216]

Yine bir gün bir kişi gelerek, "Kardeşimin karnında bir sertlik ve ağrı var" de­di. Hz. Peygamber de ona; "Bal şerbeti içir" buyurdu. Adam gittikten bir süre son­ra tekrar geldi ve "Bal şerbeti içirdim ama rahatsızlığı devam ediyor" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, yine bal şerbeti içmesini tavsiye etti. O kişi üçüncü kez geldi ve yine aynı cevabı aldı. Dördüncü defa gelince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Allah doğrudur. O Kur'an-ı Kerim'de balda şifâ olduğunu bildi­riyor. Ama kardeşinin karnı yalancıdır. Git tekrar bal şerbeti içir" buyurdu.[217] Git­ti tekrar içirince bu defa şifâ buldu. Midedeki bozuk madde fazla olduğundan an­cak dördüncüde iyice temizlendikten sonra sertlik ve ağrı sona ermişti. [218]

 

Hz. Peygamber'in Çocuklarına Olan Sevgisi

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çocuklarına büyük sevgi ve muhabbet gösterirdi. Bir sefere çıkacağı zaman son olarak Hz. Fâtıma'nın yanına gider, yolcu­luktan dönünce de ilk ziyaret edilme şerefine nail olan yine Hz. Fâtıma olurdu. Bir gün bir gazve için sefere gitti. Bu sırada Hz. Fâtıma, oğulları Hz. Hasan ve Hüse­yin'e gümüşten birer bilezik yaptırdı. Kapıya de perde astırdı. Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem seferden geri döndüğünde her zamankinin aksine Hz. Fâtı­ma'nın evine gitmedi. Sebebini anlayınca Hz. Fâtıma perdeyi kaldırıp attı ve çocuk­larının kollarındaki bilezikleri çıkarıp bir kenara koydu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin ağlayarak Hz. Peygamber'in huzuruna geldiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber ka­dınlara özgü olan süslü gümüştan bilek kolyesini çarşıya gönderdi ve karşılığında fil dişinden erkek çocuklarına yakışan bir süs aldırdı ve torunlarına taktırdı.

Hz. Fâtıma (ra), ne zaman Hz. Peygamber'in huzuruna gelse Allah Resulü Yü­ce Peygamber ayağa kalkar, onun alnından öper ve yerini ona vererek oturturdu.

Ebu Katâde (ra) diyor ki: "Bir gün mescidde oturuyorduk. Hz. Peygamber, kı­zı Hz. Zeyneb (ra)'dan olan Ümâme omuzunda olduğu halde içeri girdi. Çocuk omuzunda durduğu halde namaz kıldı. Rükû ve secde yapacağı zaman çocuğu ye­re bırakıyor, ayağa kalkacağı zaman onu tekrar alıyordu.[219]

Enes (ra) der ki: "Hz. Peygamber kadar ailesine düşkün bir kimseye rastlama­dım. Oğlu ibrahim Medine'ye dört beş kilometre mesafede bulunan Avâlî denen yerde yetişiyordu. Onu görmek için Medine'den yaya gider gelirdi. İbrahim'in bu­lunduğu yer, demirci dükkanına bitişik olduğu için genellikle dumanlı olurdu, içe­ri girer, dadısının elindeki oğlunu alır, yüzünden öper tekrar Medine'ye geri dö­nerdi.[220]

Bir gün Arap kabile resilerinden olan Akra' b. Haris Hz. Peygamber'in huzuru­na geldi. O sırada Hz. Peygamber torunu Hüsüyen'i (ra) kucağına almış okşuyor, öpüyordu. Akra' bunu görünce; "Benim on çocuğum var, bugüne kadar hiçbirini öpmedim" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Kim başkalarına acımazsa Allah Teâlâ da ona acımaz" buyurdu. .

Hz. Peygamber torunları Hasan ile Hüseyin'e son derece düşkündü. Onlar için "Benim gül demetim" derdi. Hz. Fâtıma (ra)'nm evine her gidişinde, "Çocuklarımı getirin" derdi. Hz. Fâtıma çocuklarını getirince Hz. Peygamber onları koklar, ku­cağına bastırırdı.

Bir keresinde Hz. Peygamber mescidde hutbe okuyordu, Hz. Hasan ile Hüseyin (ra) kırmızı elbise giymiş olarak geldiler. Çok küçük oldukları için her adımda sen­deliyorlardı. Hz. Peygamber kendini tutamadı, minberden inerek kucağına aldı ve önüne oturttu. Sonra; "Allah Teâlâ "Mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihan­dır" (Enfâl 8/28) buyurarak Allah ne kadar doğru buyurmuştur" dedi. Her zaman "Hüseyin benim ben de Hüseyin'im. Allah Hüseyin'i seveni sever" buyururdu.

Bir keresinde ya Hz. Hasan, ya da Hüseyin (ra) Hz. Peygamber'in kucağma oturmuştu. Biri, Hz. Hüseyin'e hitaben; "Amma da binek bulmuşsun ha!" dedi. Hz. Peygamber ona karşılık; "Ama binen de nasıl ya!" buyurdu.[221]

Bir gün Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin —râvi hangisi olduğunu hatırlamamak­tadır— Hz. Peygamber'in ayağına ayağını koymuş duruyordu. Hz. Peygamber "Yukarı tırman" buyurdu. Hz. Hasan da Allah Resûlü'nün göğsüne ayağmı koy­du. Allah Resulü onu yüzünden öperek, "Ey Rabbim! Ben onu seviyorum sen de sev" buyurdu.[222]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir yere davete gidiyordu. Yolda Hü­seyin (ra)'m oynadığmı gördü, ona doğru ilerleyerek kollarını açtı. Gülerek Hz. Hüseyin'in arkasından gidiyor ve onu tutmak istiyor, Hz. Hüseyin de bir taraftan Hz. Peygamber'e doğru gelir gibi yaparak kaçıyordu. Sonunda Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem onu yakaladı. Bir elini boynuna öbür elini başına koyarak kucağına bastırdı. Sonra da: "Hüseyin benimdir, ben Hüseyininim" buyurdu.[223]

Çok kere Hz. Hüseyin'i kucağına alır ve ağzmı onun ağzına dayayarak; "Ey Rabbim ben onu seviyorum, onu seveni de seviyorum" buyururdu.

Damadı —Zeyneb (ra)'nın kocası— Bedir'de esir edilerek Medine'ye getirildi­ğinde kurtuluşu için gereken fidye parasını veremedi. Bu paranm gönderilmesi için evine, Mekke'ye haber gönderdi. Zeyneb (ra) henüz o sıralarda evli olup Mekke'de kaldığından boğazındaki gerdanlığı fidye olarak Medine'ye gönderdi. Bu gerdanlığı annesi Hz. Hatice (ra) evlenirken Zeynep'e (ra) çeyiz olarak vermişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem gerdanlığı görünce bir hoş oldu ve göz­lerinden yaşlar süzülüp indi. Sonra Sahabe-i kirama; "Eğer razı olursanız, bu ger­danlığı Zeynep'e geri göndereyim" buyurdu. Hepsi bunu memnuniyetle kabul et­tiler. Hz. Peygamber de hiç unutmadığı vefakâr eşinin, kızına verdiği hatırayı Mekke'ye geri göndertti.

Zeynep (ra)'nrn küçük kızının adı Ümâme idi. Hz. Peygamber onu çok seviyor­du. Namaz kılarken bile onu yanından ayırmazdı. Allah Resulü namaz kılarken Ümâme, O'nun sırtına biner, rükûya eğildiği sırada Hz. Peygamber de onu yere in­dirirdi. Kalkarken de, yine Hz. Peygamberdin sırtına binerdi. Rivayetlerde kullanı­lan kelimelerden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bizzat kendisinin onu omuzlarına bindirdiği ve indirdiği anlaşılmaktadır. Ama tbn-i Kayyım; "Bu, amel-i kesir —namazı bozacak noktaya varan aşırı hareketler— kapsamına gir­mektedir. O yüzden çocuğun kendisi binmiş olmalıdır. Hz. Peygamber de engelle­meye çalışmış olmalıdır" diye yazmaktadır.

Allah Resûlü'nün işte bu kız torunu son nefeslerini veriyordu. Zeynep (ra) ba­basının gelmesi için haberci gönderince Allah Resulü hemen gitti. Çocuk o vaziyet­te iken Hz. Peygamberin kucağına kondu. Allah Resulü onu o halde görünce göz­lerinden yaşlar aktı. Sa'd (ra); "Ey Allah Resulü! Ne yapıyorsunuz?" deyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Bu, merhamet duygusudur ki Allah Teâlâ onu kullarının kalplerine koymuştur" buyurdu.[224]

Hz. Peygamberin oğlu İbrahim'in vefatında da Hz. Peygamber gözleri yaşlı olarak şöyle buyurmuştu: "Gözler yaş akıtır, gönül üzülür fakat biz ağzımızla Rab-bimiz'in hoşuna giden sözleri söyleriz."[225] Bu sevgi ve muhabbet sadece kendi ai­le fertlerine ve yakınlarına özgü değildi. Aksine kimin çocuğu olursa olsun bütün küçüklere karşı içten gelen derin bir şefkat ve sevgisi vardı. [226]

 

Hz. Peygamber'in Mübarek Eşleri

 

Hz.   Hatice   (Ra)

 

Hz. Hatice (ra)'nm soy zinciri şöyledir: Kusay b. Abdüluzzâ b. Huveylid kızı Hati­ce Kusay'a ulaşınca Hz. Hatice'nin soyu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem'in soyuyla birleşmektedir. Hz. Peygamber'in peygamber olarak gönderilme­sinden önce, "Tâhire=Temiz kadın" lakabıyla anılırdı. Annesi, Fâtıma bn. Zaide idi. Babası kendi kabilesi içinde seçkin bir insandı. Mekke'ye gelerek yerleşmiş ve Abduddâr oğullarının ahidli dostu olmuştu.[227] Mekke'ye yerleştikten sonra Amir b. Lüeyy ailesinden Fâtıma bn. Zaide ile evlendi. Bu evlilikten Hz. Hatice (ra) doğ­du. Hz. Hatice'nin ilk evliliği Ebu Hâle b. Zürâre et-Temîmî ile oldu. Ondan iki oğ­lu oldu. Birinin adı Hind[228] diğerininki Hâris'ti. Ebû Hâle'nin ölümünden sonra Atık b. Aiz Mahzûmî ile evlendi. Ondan da bir kızı oldu. Adına Hind koydular. Bu yüzden Hz. Hatice'ye Ümmü Hind —Hind'in annesi— diye de hitap edilirdi. Hind, îslâmı ilk kabul edenlerdendir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en geniş tasviri, onun yaptığı rivayetten öğrenilmiştir. Son derece düzgün ve etki­li konuşurdu. Hz. Ali (ra) ile birlikte Cemel savaşma katıldı ve orada şehid oldu.[229]

Atîk'in ölümünden sonra Hz. Hatice (ra) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-sellem ile evlendi ki bu konu daha önce geniş bilgi verilmişti. Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem'den altı çocuğu oldu. Daha bebekken ölen iki erkek çocu­ğu ve Hz. Fâtıma (ra), Zeynep (ra), Rukiyye (ra), Ümmü Gülsüm (ra) olmaz üzere dört kızı hakkında ilerde bilgi verilecektir.

Hz. Hatice (ra)'nın Hâle isminde bir kızkardeşi vardı. O müslüman oldu ve Ha­tice (ra)'nm vefatından sonrasına kadar yaşadı.

Hz. Peygamber'in, Hz. Hatice (ra)'ya derin bir muhabbeti vardı. Allah Resulü ile evlendiği sırda 40, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise 25 yaşındaydı. Evlendikten sonra 2b yıl daha yaşadı. O yaşadığı sürece Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ikinci bir evlilik yapmadı. Hz. Hatice'nin ölümünden sonra Hz. Peygamber daima; ne zaman bir hayvan kesilse, Hz. Hatice (ra)'nm arkadaşlarını araştırıp bulur ve onlara et gönderirdi.

Hz. Aişe (ra) şöyle anlatıyor: "Hatice'yi görmedimse de onu kıskandığım kadar hiç kimseyi kıskanmadım. Bunun da sebebi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve­sellem'in onu dilinden düşürmemesi, her fırsatta ondan bahsetmesiydi. Bir kere­sinden bundan dolayı Hz. Peygamber'i üzdüm. Ama buna karşılık Allah Resulü; "Allah Teâlâ bana onun sevgisini verdi" buyurdu.[230]

Bir gün Hz. Hatice'nin vefatından sonra kızkardeşi Hâle, Hz. Peygamberle gö­rüşmeye geldi ve Allah Resûlü'nün görüşme usûlüne uyarak içeri girme izni iste­di. Sesi ablası Hatice (ra)'nin sesine çok benzerdi. Hz. Peygamber'in kulağına ses gelince hemen Hatice (ra)'yı hatırladı ve yerinden fırladığı gibi "Bu, Hâle olmalı" buyurdu. Bu arada Aişe (ra) oradaydı, çok kıskandı ve: "Neden durmadan ölmüş yaşlı bir kadını anıp duruyorsunuz, Allah size ondan daha iyi eşler verdi" dedi. Sahih-i Buhârî'deki rivayet burada bitmektedir. Fakat eî-lsttâb isimli eserde bu konu­daki rivayet şu şekilde devam etmektedir: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem cevap olarak ona; "Kesinlikle öyle deme, insanlar beni yalanladıkları zaman o beni tasdik etti, insanlar kafirken o müslüman oldu, hiç kimse bana yardım etmez­ken o bana yardım etti" buyurdu. [231]

 

Sevde  Bn.  Zema  (Ra)

 

Hz. Hatice (ra)'dan sonra Hz. Peygamber'le ilk evlenme şerefi, mübarek eşleri için­de Şevde (ra)'ya nasip olmuşfur. O, daha îslâmın ilk günlerinde müslüman olma şerefine ermişti. O yüzden ilk müslümanlardan olma şerefine de sahipti. O, birinci evliliğini Sekrân b. Amir ile yaptı. Şevde (ra) onunla birlikte müslüman oldu ve Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan'a ikinci kere hicret edişinden sonra Mekke'ye döndükten birkaç gün sonra Sekrân vefat etti. Geride Abdurrahman adında bir er­kek çocuk bıraktı. Abdurrahman da Celûlâ savaşında şehid oldu.

Hz. Hatice'nin (ra) ölümünden dolayı Hz. Peygamber son derece üzgün ve pe­rişandı. Bu durum gören Havle bn. Hâkim: "Sizin bir dost ve arkadaşa ihtiyacınız" var" dedi. Hz. Peygamber bunun üzerine; "Evet, ev bark, çoluk-çocuk, hepsini Ha­tice idare ediyordu" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu yoldan evlenmeyi kabul etme­si üzerine Havle bn. Hâkim, Şevde (ra)'nm babasına gitti ve cahiliye adetine göre selam vererek "Günaydın" dedi. Sonra dünürcü geldiğini bildirerek konuyu ona anlattı. Bunun üzerine Sevde'nin (ra) babası: "Evet, Muhammed şerefli bir denktir, ama Sevde'ye de sormak gerekir" dedi. Kısaca bütün mesafeler katedildikten son­ra Hz. Peygamber bizzat kendisi gitti ve Sevde'nin babası, kızının bu evliliğini ka­bul etti.[232] Dörtyüz dirhem mihir kararlaştırıldı. Nikah kıyıldıktan sonra Abdullah b. Zem'a —Hz. Şevde (ra)'nm kardeşi— bu durumu haber alınca öfkesinden başı­na toprak saçtı. Müslüman olduktan sonra bu ahmaklığını hatırladıkça üzülürdü.

Hz. Aişe (ra) ile Hz. Şevde (ra)'nın evlilikleri birbirine çok yalan olduğu için ne kadar ara olduğunda tarihçiler ihtilaf etmiştirler. Ibn-i Sa'd'ın rivayetine göre; Şev­de daha önce evlenmiştir. Abdullah b. Muhammed b. Ukayl ise; Sevde (ra), Hz. Ai­şe (ra)'dan sonra evlenmiştir, demektedir. [233]

 

Sevde   (Ra)'Nın   Özellikleri

 

Hz. Sevde (ra) uzun boylu ve şişmancaydı. Bu yüzden hızlı yürüyemezdi. Veda Haccı'nda Müzdelife'den hareket etme zamanı gelince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'den, şişmanlığından dolayı önceden hareket etmesine izin verme­sini istemişti.

Tesettür âyeti gelmeden önce Araplar'in eski alışkanlıklarına uygun olarak Al­lah Resûlü'nün mübarek eşleri de ihtiyaçlarını gidermek için uzak arazilere gider­lerdi. Bu durum Hz. Ömer (ra)'ın hoşuna gitmediğinden Hz. Peygamberdi tesettü­re teşvik ediyordu. Fakat henüz bu istek kabul edilmemiş olduğundan Sevde (ra) geceleyin ihtiyacı için dışarı çıktı. Boyu herkes tarafından görülecek şekilde belir­gin olduğundan Hz. Ömer (ra); "Sevde! Seni tanıdık" dedi. Bu olaydan sonra teset­tür âyeti nazil oldu.[234] [235]

 

Sevde  (Ra)'Nın  Ahlâk Ve  Alışkanlıkları

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'ın ahlâkında cömertlik ve el açıklığı en be­lirgin özelliğiydi. O yüzden sahabe-i kiramdan, Hz. Peygamber'e kimin ne kadar ya­kınlığı oluyorsa o kadar fazla onun üzerinde bu özelliğin etkisi oluyordu. Hz. Pey­gamber'in ahlâk, adet ve sohbetlerinde bulunma feyzinden en çok onun temiz eşleri yararlanma fırsatına sahip oldukları için Hz. Peygamber'in bu sıfatı onlarda genel olarak göze çarpmaktadır. Sevde (ra) ise bu özelliğinde Hz. Aişe (ra) dışında hepsin­den üstündü. Bir gün Ömer (ra) Şevde (ra)'ya bir kese gönderdi. Onu getirene, "Bun­da ne var?" diye sordu. "Para" deyince, "Hurma gönderir gibi kesede para mı gön­deriyorlar?" dedi. Böyle dedikten sonra da paranın tamamını uygun yerlere dağıttı.

İtaat ve söz dinlemekte de kendine özgü bir niteliği vardı. Bu nitelik bakımın­dan, Hz. Peygamber'in bütün eşlerinden daha üstündü. [236]

 

Sevde  (Ra)'nın  Hadis  Rivayeti

 

Sevde (ra) vasıtasıyla sadece beş hadis rivayet edilmiştir. Buhârî'de sadece biri var­dır. Sahabe-i kiramdan Abdullah b. Abbâs (ra) ve Yahya b. Abdurrahman b. Es'ad b. Zürâre ondan hadis rivayet etmiştir. [237]

 

Hz.  Sevde  (Ra)'nın  Vefatı

 

Sevde (ra)'nın ölüm yılı hakkında farklı görüşler vardır. Vâkıdfye göre, Muâviye (ra)'ın halifeliği zamanında Hicret'in 54. yılında vefat etmiştir. Hafız tbn-i Hacer onun vefat yılını hicretin 55'i olarak bildirmiştir.

îmam Buhârî et-Tarih adlı eserinde sağlam senetlerle Hz. Ömer'in halifeliği dö­neminde vefat ettiğini bildirmektedir. Zehebî, Târîh-i Kebîr'inde bu rivayete: "Hz. Ömer (ra)'ın halifeliliğinin son zamanlarında vefat etmiştir" ilâvesini yapmaktadır. Hz. Ömer (ra) Hicret'in 23. yılında vefat ettiğine göre Hz. Şevde (ra)'nın ölüm tari­hi hicretin 22. yılı olmalıdır. el-Hamîs isimli kitapta bunun en sağlam rivayet oldu­ğu bildirilmektedir. [238]

 

Hz.  Aişe  (Ra)

 

Adı Aişe idi.[239] Her ne kadar çocuku olmadıysa da yeğeni Abdullah b. Zübeyr'den dolayı Ümmü Abdullah —Abdullah'ın annesi— diye de çağrılırdı. Annesinin adı Zeyneb, lakabı da Ümmü Rûman'dı. Hz. Peygamber, peygamberlik geldikten dört yıl sonra doğdu. Aişe (ra)'nın Hz. Peygamberle evliliği konusunda çok değişik gö­rüşler ve evlenme tarihi noktasında farklı iddialar vardır. Bazı rivayetlerden Hz. Aişe'nin küçük yaşta evlendiği kanaatine varılmaktadır. Fakat sağlıklı görüş Hz. Aişe evlendiği zaman onaltı yaşında olduğudur. Hz. Aişe önce Cübeyr b. Mut'im'in oğlu ile nişanlanmıştır. Hz. Hatice'nin vefatından sonra Havle bn. Ha­kim, Hz. Peygamber'! Hz. Aişe ile evlenmeye teşvik etti. Allah Resulü bu teşvik ve tavsiyelerle "Peki" deyince Havle, Ümmü Rûmân'a durumu bildirdi. O da kocası Hz. Ebu Bekir (ra)'a bu teklifi aktardı. Ebu Bekir, "Cübeyr b. Mut'im'e söz verdim. Sözümden asla dönemem" dedi. Fakat Mut'im Aişe (ra) kendi evine gelirse ailesi­ne Islâmın gireceği endişesiyle bu nişanı reddetti. Hz. Ebu Bekir (ra), Havle aracı­lığıyla Hz. Peygamber'e kızını verdi. Dörtyüz dirhem mihir kararlaştırıldı. Fakat Müslim'de nakledilen Hz. Aişe (ra)'nin rivayetinde, Peygamber eşlerinin mihrinin beşyüz dirhem olduğu bildirilmektedir.

Evlilikten sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke'de üç yıl da­ha kaldı. Hicret'in 13. yılında hicret ederken Ebu Bekir (ra) kendisiyle birlikteydi. Çoluk çocuklarını Mekke'de bırakıp gelmişlerdi. Medineye yerleşip de biraz güven hissedince Hz. Ümmü Rûmân'ı, Esma ve Aişe (ra)'yı alıp getirmesi için Ebu Bekir (ra), Abdullah b. Ureyk'i Mekke'ye gönderdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve­sellem de, Zeyd b. Harise ile Ebu Râfi'i, Hz. Fâtıma, Ümmü Gülsüm ve Hz. Şevde (ra) ve diğerlerini getirmeleri için Mekke'ye gönderdi. Medine'ye geldiğinde Hz. Aişe (ra) şiddetli bir sıtmaya yakalandı. Hastalığın şiddetinden saçları bile dökül­dü. İyileşince annesi Ümmü Rûmân düğün yapmayı düşündü. O zaman Hz. Ai­şe'nin yaşı bazı rivayetlere göre en az 9 bazı rivayetlere göre de 18 idi. Kız arkadaş­larıyla birlikte sahngaç oynardı. Annesi Ümmü Rûmân onu gelin olarak hazırla­mak için çağırdığı zaman kendisinin bundan haberi bile yoktu. Annesinin yanına geldi. Elini yüzünü yıkadı, saçlarını taradı ve eve götürdü. Ensar kadınları bekliyorlardı. Hz. Aişe eve girince hepsi tebrik etti. Kuşluk vakti Hz. Peygamber sallal-lahu aleyhi vesellem geldi ve gelin gelme merasimi yerine getirildi. Şevval ayında nikah yapılmıştı ve yine aynı şevval ayında evlilik merasimi yerine getirildi. Eski­den bu ayda büyük bir veba hastalığı her tarafı kaplayarak büyük zayiat verdiğin­den Araplar bu ayı evlilik için uygunsuz bir ay kabul ederlerdi. Muhtemelen bu düşünceyi ortadan kaldırmak için evlilik bu ayda gerçekleştirilmiştir. [240]

 

Hz.  Alşe  (Ra)'Nın  Vefatı

 

Hz. Aişe (ra) Hz. Peygamber'le birlikte dokuz yıl ömür sürdü. Dokuz yaşında Peygamberimiz'in yanma geldi. Hz. Peygamberimiz vefat ettiği sırada onsekiz yaşındaydı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'den sonra Hz. Aişe yakla­şık kırksekiz yıl daha yaşadı. Hicret'in 57. yılında vefat ettiği sırada altmışaltı ya­şındaydı. Vasiyetine uygun olarak geceleyin Cennetu'1-Bakî mezarlığına defne­dildi. Kasım b. Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, Abdullah b. Ebu Atîk, Urve b. Zübeyr ve Abdullah b. Zübeyr, Hz. Aişe'yi mezarına indirdiler. O gün­lerde Ebû Hüreyre (ra), Mervân b. Hakem tarafmdan Medine valisi tayin edildi­ği için cenaze namazını o kıldırdı.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Aişe (ra)'yı çok severdi. Bu sevgisin­den dolayı vefat etmeden önceki ağır hastalığı sırasmda bütün mübarek eşlerinden izin aldı ve hayatının son gününü Hz. Aişe (ra)'nın odasında geçirdi. Hz. Peygam-ber'in, Hz. Aişe'ye olan sevgi ve muhabbeti ile ilgili olaylar hadis ve siyer kitapla­rından bolca bulunmaktadır. [241]

 

Hz.  Aîşe  (Ra)'nın  İllm  Hayatı

 

Hz. Aişe'nin ilim hayatı belirgin bir önem taşır. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde fetva verirdi, tleri gelen sahabelere onun çok ince ve çok mantıklı itirazları olmuştu. Allâme Süyûtî bunları küçük bir kitapta toplamıştır. Hz. Aişe'den 2210 hadis rivayet edilmiştir. Bunların 124'ünde Buharı ve Müslim ittifak etmiştir. Buhârî 54 hadisini rivayet ederken, 68 hadis de imam Müslim ta­rafından rivayet edilmiştir. Bazılarına göre şer'î hükümlerden dörtte biri ondan rivayet edilmiştir. Tirmizî de; Sahabe-i kiramın önüne zor bir mesele geldiği za­man onu Hz. Aişe (ra)'nm çözdüğü rivayet edilmiştir. Öğrencileri şunu anlat­mıştır: "Ondan daha güzel konuşan birini görmedik. Tefsir, hadis ve şeriatın in­celiklerinde, hitabet, âdâb ve soy kütüğü sahalarında çok derin ve üstün bilgisi vardı. Şairlerin bir çok kasidesi ezberindeydi. Hâkim el-Müstedrek1'inde ve tbni Sa'd et-Tabakât'ında bu olayları çok genişçe yazmışlardır, tbn Hanbel'in Müs-ned'inde ve diğerlerinde onun üstünlüğünün ve yeteneklerinin işaret ve izlerine rastlanmaktadır. [242]

 

Hafsa   (Ra)

 

Hafsa (ra), Hz. Ömer'in kızıydı. Annesi, Zeynep bn. Maz'ûn idi. Hz. Peygamber'e peygamberlik gelmeden tam beş yıl önce Kureyşliler Kabe'yi tamir ettiği günlerde doğmuştu. îlk evliliği Huneys b. Huzâfe ile oldu ve onunla birlikte Medine'ye hicret etti. Huneys Bedir savaşında yaralandı. Medine'ye döndükten sonra bu yaralardan dolayı şehid oldu.[243] Huneys geride Hz. Hafsa (ra)'dan bir çocuk bırakmadı.[244] Hafsa (ra)'nın dul kalmasından sonra Hz. Ömer (ra) onu evlendirmeyi düşündü. Acı bir olay olarak o günlerde Hz. Peygamber'in kızı Rukiye (ra) vefat etmişti. O bakımdan Hz. Ömer (ra) ilk önce kızı Hafsa'yı Hz. Osman'la evlendirmek istedi. Hz. Osman; "Bunu düşünmeliyim" dedi. Şunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'e teklif etti, o da susmayı tercih etti. Onun ilgisizliğinden Hz. Ömer (ra) çok üzüldü. Daha sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kendisi Hz. Hafsa ile evlenmeyi istedi. Evlilik tamamlandıktan sonra Hz. Ebu Bekir bir gün Hz. Ömer'e: "Sen Hafsa'yı bana vermek istediğinde susmuştum da bu sana dokunmuş, gücüne gitmişti. Sana cevap vermeyişimin sebebi Hz. Peygamber'in Hafsa ile evlenmeyi istediğini bana söyleme­si, benim de O'nun sırrını sana açıklamak istemeyişimdi. O yüzden öyle davranmış­tım. Eğer Hz. Peygamber onunla evlenmeseydi ben buna hazırdım" dedi.[245]

Hafsa (ra) Hz. Ömer'in kızıydı. O yüzden karakterinde biraz sertlik vardı. Sa-hîh-i Buhârî'de, "îlâ" olayıyla ilgili bizzat Hz. Ömer şunu anlatmaktadır: "Bizler, cahiliye döneminde kadınlara hiç değer vermezdik. Bir gün bir konuda düşünü­yordum. Eşim bana bir akıl verdi. Ona, "Sen bu işlerden ne anlarsın?" deyince şöy­le dedi: "Sözlerim senin hoşuna gitmiyor. Halbuki kızın, Hz. Peygamber ne derse ona cevap veriyor." Bunun üzerine hemen kalktım. Hz. Hafsa'nın yanına gittim. Ona; "Kızım! Hz. Peygamber'in gün boyu üzüntü duyacak kadar sözlerine karşı­lık mı veriyorsun?" dedim. O, "Evet öyle yapıyoruz" deyince "Dikkat et! Sana Al­lah'ın azabını hatırlatıyor ve uyarıyorum. Güzelliğiyle Hz. Peygamberi kedine bağlayanın —Hz. Aişe— aklına uyma!"

Tirmizf de şöyle anlatılıyor: "Bir gün Safiyye (ra) ağlıyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem geldi ve neden ağladığını sordu. O da Hafsa (ra) bana; "Sen yahûdî kızısın" dediği için gücüme gitti, ondan ağlıyorum" dedi. Bunun üze­rine Hz. Peygamber, "Sen peygamber kızısın, senin amcan peygamberdir ve bir peygamberle evlendin. Hafsa nesiyle senin üzerine üstünlük taslayıp da öğünebi-liyor?" buyurdu.

Bir gün Hz. Aişe (ra) ile Hz. Hafsa (ra), Hz. Safiye'ye "Biz Hz. Peygamber'in ya­nında senden daha fazla üstünlüğe sahibiz, biz hem eşleriyiz, hem de O'nunla yakın akrabalığımız var" dediler. Bu sözler Safiyye (ra)'nın gücüne gitti. Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem'e şikayette bulundu. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Onlara neden: "Siz nasıl benden daha değerli olabili­yorsunuz? Benim kocam Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, babam Harun (as), amcam da Musa (as)'dır" demedin" buyurdu.

Hz. Aişe (ra) ile Hz. Hafsa (ra), Hz. Peygambere çok yalan olan Hz. Ebu Be­kir'le Hz. Ömer'in kızlarıydı. O yüzden Hz. Aişe ile Hz. Hafsa, Hz. Peygamberin diğer eşlerine göre denktiler. Ama arasıra onlar arasında da kıskançlık ve rekabet doğduğu olurdu. Bir keresinde Hz. Aişe (ra) ile Hz. Hafsa (ra) Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem'le bir seferde bulunuyorlardı. Hz. Peygamber geceleri Hz. Aişe'nin devesinde seyahat ediyor ve onunla konuşuyordu. Bir gün Hafsa (ra), Hz. Aişe'ye; "Bu gece sen benim devemde, ben de senin devende seyahat edelim de bir değişiklik olsun" dedi. Hz. Aişe buna razı oldu. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve­sellem Hz. Hafsa (ra)'nın bindiği Hz. Aişe'nin devesine gitti. Konaklayacakları ye­re vardıklarında Hz. Aişe (ra) Allah Resûlü'nü göremeyince, ayaklarını "ezhar" otuna —içinde yılan akreb yaşayan bir tür ot— sallandırarak; "Ey Rabbim! Beni ısı­racak bir yılan veya akrep gönder" dedi. [246]

 

Hz.   Hafsa  (Ra)'Nın  Vefatı

 

Hafsa (ra), Hz. Muâviye'nin halifeliği döneminde Hicret'in 45. yılında vefat etti. Ölmeden önce kardeşi Abdurrahman'a babası Hz. Ömer (ra)'in yaptığı vasiyeti ye­niledi. Bu vasiyette uygun olarak, bir miktar araziyi vakfetti ve sadaka olarak da­ğıtılmak üzere bir miktar mal verdi. O günlerde Medine valisi olan Mervân b. Ha­kem cenaze namazmı kıldırdı ve Beni Hazm'ın evinden Muğire b. Şu'be'nin evine kadar cenazeyi omzunda taşıdı. Buradan da kabre kadar Ebu Hüreyre (ra) cenaze­yi götürdü. Kardeşleri Abdullah, Asım, Salim ve yeğenleri olan Abdullah b. Ömer'in çocuklar naaşım kabre indirdiler. [247]

 

Zeyneb  (Ra)  "Yoksulların Annesi"

 

Adı Zeyneb'di. Yoksul ve kimsesizlere her zaman cömertçe yedirip içirdiğinden dolayı kendisine "Kimsesizlerin Annesi" anlamına gelen "Ümm-i Mesâkîn" laka­bıyla ünlenmiştir. Hz. Peygamberden önce Abdullah b. Cahş'la evlenmişti. Abdul­lah b. Cahş Uhud savaşında Hicret'in 3. yılında şehid olunca Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem aynı yıl onunla evlendi. Evlendikten sonra Hz. Peygam­ber'in yanında sadece iki üç ay kaldı ve vefat etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hayatta iken Hatice (ra)'dan sonra sadece bu mübarek eşi vefat etmiştir. Cenaze namazını bizzat O kıldırmış ve Cennetu'1-Bakî mezarlığına defnedilmiştir. Vefat ettiği şurada 30 yaşmdaydı. [248]

 

Ümmü  Seleme  (Ra)

 

Adı Hind'di. Ümmü Seleme lakabıydı. Babasının adı Süheyl, annesinin ki Atîke idi. ilk önce, daha çok Ebu Seleme adıyla tanınan Abdullah b. Abdülesed'le evlen­di. Kocasıyla birlikte müslüman oldu ve onunla birlikte önce Habeşistan'a hicret etti. Oğlu Seleme de Habeşistan'da doğdu. Daha sonra Habeşistan'dan Mekke'ye döndüler. Oradan da Medine'ye hicret ettiler. Siyer bilginlerine göre onun üstün­lüğü, hicret ederek Medine'ye gelen ilk kadın oluşundan dolayıdır.

İlk kocası Ebu Seleme ünlü bir biniciydi. Meşhur Bedir ve Uhud savaılanna ka­tılmıştı. Uhud savaşında ağır yaralanmıştı. Bu yaralardan kurtulamayarak Hic­ret'in 4. yılının Cemâziyessânî ayında vefat etti. Cenaze namazı büyük bir toplu­lukla kılındı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dokuz tekbir aldı. İnsanlar namazdan sonra, "Ey Allah Resulü! Dalgınlığa gelip unutmuş olmayasmız" diye sorunca Hz. Peygamber: "O, bin tekbire lâyıktı" buyurdu.

Ebu Seleme (ra)'ın vefatı sırasında karısı Ümmü Seleme (ra) hamileydi. Do­ğumdan sonra iddet süresi bittiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onunla evlenmek isteyince birkaç mazeret ileri sürdü:

1. Çok kıskanç bir kadınım

2. Çoluk çocuk sahibiyim.

3. Yaşım ilerlemiştir.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bütün bu mazeretleri önceden bildi­ğini söyleyerek evliliği gerekli gördüğünü belirten çok daha ulvî sebepler gösterdi ve bu evlilik gerçekleşti. [249]

 

Ümmü Seleme'nin  Vefatı

 

Siyer bilginlerinin hepsinin ortak görüşü, Hz. Peygamber'in mübarek eşleri içinde son vefat edenin Ümmü Seleme (ra) olduğudur. Onun ölüm tarihi hakkında son derece farklı görüşler vardır. Vâkıdî Hicrî 59. yıl olduğunu belirtmiştir. İbrahim Harbî'ye göre Hicrî 62. yıldır. et-Takrîb'te de bunun doğru olduğu yazılmıştır. imam Buhârî, Tarih-i Kebîf inde, Hicret'in 58. yılında vefat ettiğini yazmıştır. Bazı rivayetlerde, "Hicret'in 61. yılında, Hz. Hüseyin'in şehid olduğu haberi gelince ve­fat etti" denilmiştir.

İbn-i Abdullah bu rivayeti doğru kabul etmektedir.

Bu kadar farklı görüş arasında ölüm yılını belirlemek imkânsız ise de Hârre olayına kadar hayatta olduğu kesindir. Sahih-i Müslim'de şöyle rivayet edilmiştir: "Haris b. Abdullah b. Ebû Rebîa ile Abdullah b. Safvân, Ümmü Seleme'nin yanma gittiler ve yenilecek ordunun durumunu sordular." Bu soru, Yezid'in Müslim b. Ukbe'yi Suriye ordusuyla birlikte Medine'ye gönderdiği ve Hârre olayı meydana geldiği sırada sorulmuştu. Hârre olayı Hicret'in 63. yılında meydana geldiği için onun daha önce vefat ettiğini belirten rivayetler doğru değildir.

tbn-i Abdi'1-Berr şöyle yazmıştır: Ümmü Seleme (ra)'nın vasiyeti sebebiyle ce­naze namazını Saîd b. Zeyd kıldırdı. Ama rivayetin doğruluğu üzerinde durmak gerekir. Saîd b. Zeyd değişik rivayetlere göre Hicrî 51 veya 52 ya da 55 yıllarında vefat etti. Şurası kesin olarak bilinmektedir ki o şurada Ümmü Seleme sağdı. Vâkı-dî, cenaze namazını Ebu Hüreyre'nin kıldırdığını yazmaktadır. Ancak o vefat etti­ği sırada Ümmü Seleme sağdı. Vâkıdî, Ebu Hüreyre'nin onun cenaze namazını kıl­dırdığını yazmaktadır. Ama o vefat ettiği sırada Said b. Zeyd sağ olsaydı, Ebu Hü-reyre (ra) onun vasiyetine aykırı olarak cenaze namazını kıldırabilir miydi? Her ha­lükârda Hz. Peygamber'in mübarek eşleri içinde en son Ümmü Seleme (ra) vefat etmiştir. Vefat ettiğinde seksendört yaşındaydı. [250]

 

Ümmü  Seleme'nin  Fazilet Ve  Yeteneği

 

Hz. Peygamber'in mübarek eşleri arasında Hz. Aişe'den sonra fazilet ve yetenekler­de en üstün derece onundur. İbn-i Sa'd, Tabakât'mda bunu araştırarak ortaya koy­muştur. Hadis rivayetinde ve hükümleri nakilde Hz. Aişe dışında Hz. Peygamber'in diğer eşleri üzerinde üstünlüğü vardır. Hudeybiye barışında sahabe-i kiram, Mekke dışında saç tıraşı olmayı ve kurban kesmeyi kabul etmekte tereddüt gösterince Üm­mü Seleme (ra)'nın tedbiriyle problem çözülmüştür. Bu hadise onun akıl, zekâ ve bilgeliğine en iyi bir örnektir. Bu olay Sahihi Buhârfde genişçe anlatılmıştır.. [251]

 

Hz. Zeyneb   (Ra)

 

Hz. Peygamber'in mübarek eşleri içerisinde Hz. Aişe (ra)'ya denk olma iddiası ta­şıyanlar arasında Zeynep (ra) da vardı. Bizzat Hz. Aişe (ra)'nın kendisi "Zeyneb benimle yarışırdı. Buna hakkı da vardı" demiştir. Soy bakımdan, Hz. Peygam­ber'in halasının kızıydı ve güzellikte de üstündü. Hz. Peygamber'in ona karşı bü­yük sevgisi vardı. Doğruluk ve günahtan sakınma hususunda da öyleydi. Nitekim Hz. Aişe (ra)'ya iftira edildiği, hatta bu iftiraya Zeynep (ra)'ın kızkardeşi Hame-ne'nin de katılmasına rağmen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendisine Hz. Aişe'nin ahlâkî durumunu sorduğunda açık ve net bir üslupla: "Ben Hz. Ai-şe'nin doğruluğundan ve iyiliğinden başka bir halini bilmiyorum" demiştir. Hz. Aişe (ra) onun bu doğruluğunu ve gerçeği açıklayışını özellikle dile getirmiştir.

ibadetlerini son derece kendini vererek ve kalbinin ta derinlerinde hissederek yerine getirirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendisiyle evlenmek is­teyince Zeyneb (ra), "İstihare etmeden karar veremem" demişti.

Bir gün Hz. Peygamber muhacirlere bir miktar malzeme dağıtıyordu. Zeyneb (ra) bu konuda birşeyler söyledi. Hz. Ömer onu azarladı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem "Onu mazur gör, o her konuda çok titizdir ve Allah'tan çok kor­kar" buyurdu.

Çok kanaatkar ve cömert karakterliydi. Geçimini kendi eli ve koluyla çalışarak kazanır ve kazandıklarının birkısmını Allah yolunda dağıtırdı. Bir gün Hz. Ömer (ra) halifeliği zamanında ona yıllık nafakasını göndermişti. Paranın üzerine bir bez örttü ve Bizre bn. Râfi'a, "Git de şunu akrabalarım arasındaki yetim ve kimsesizle­re dağıt" diye emir verdi. Bizre, "Bizim de hakkımız var" deyince "Bezin altında ne varsa senin olsun" buyurdu. Bizre bezi kaldırıp baktığında 85 dirhem buldu. Bun­lar dağıtıldıktan sonra, "Ey Rabbim! Bu yıldan sonra, Ömer (ra)'ın gönderdiği bu paralardan yararlanmayayım" diye dua etti. Duası kabul oldu ve aynı yıl vefat etti. [252]

 

Hz. Zeyneb (Ra)'nın Ölümü

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mübarek eşlerine şöyle buyurmuştu: "Bana en erken kavuşacak olanınız, eli en uzun olunanızdır." Bu ifade dolaylı ola­rak cömert ve eli açık oluşa işaret ediyordu. Allah Resulü'nün temiz eşleri bu ger­çeği anlamış olmalarına rağmen aralarında kollarını ölçmeye başladılar. Cömertli­ğinden dolayı Zeynep (ra)'nın bu müjdeye tıpatıp uyduğu görüldü. Nitekim arala­rında ilk vefat eden de o oldu. Kefenini kendi imkânlarıyla hazırlamıştı. Hz. Ömer de bir kefen hazırlattığı için tekinin sadaka olarak verilmesini vasiyet etti. Nitekim bu vasiyet yerine getirildi. Ömer (ra) cenaze namazını kıldırdı. Daha sonra Allah Resulü'nün diğer eşlerine: "Onu kim kabre indirecek?" diye sorulunca; "Onun evi­ne girip çıkan kişiler" diye cevap verdiler. Nitekim Üsâme, Muhammed b. Abdul­lah b. Cahş, Abdullah b. Ebû Ahmed b. Cahş onu kabrine indirdiler.

Hicret'in 20. yılında elliüç yaşında iken vefat etti. Vâkıdî, "Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem'le evlendiğinde 35 yaşındaydı" demektedir. [253]

 

Cüveyriye (Ra)

 

Hz. Cüveyriye (ra) Benî Mustalık kabilesinin lideri olan Haris b. Dırâr'ın kızıydı. Müreysa savaşmda öldürülen Mesâfi' b. Safvân ile evlenmişti. Bu savaşta müslü-manların eline pek çok cariye ve köle geçmişti. Bunlardan biri de Cüveyriye (ra) idi. Ganimet malları bölüştürüldüğünde Cüveyriye (ra), ensar müslümanlarından Sabit b. Kays b. Şemmâs'ın payma düştü, islâm prensiplerine göre eğer kölenin sa­hibi kadın ve erkek kölelerini isterse bir miktar para karşılığında azad edebilirdi. Buna fıkıhçıların tabiriyle "kitabet" denir. Bu prensibe göre Hz. Cüveyriye (ra) pa­ra karşılığında hürriyetini kazandı. Şartlara uygun olarak dokuz okka altın ödeme­si gerekiyordu. Ama bu miktar onun gücünün çok üstündeydi. Hz. Peygamber'in yanına geldi ve: "Ey Allah Resulü! Ben kelime-i şehâdet getiren bir kadınım ve ka­bilesinin lideri olan Hâris'in kızı Cüveyriye'nin basma gelen musibetleri biliyorsunuz. Ben Sabit b. Kays'ın payına düştüm ve dokuz okka altın karşılığında serbest bırakılmam üzerinde onunla anlaşma yaptım. Fakat bu miktar benim gücümün dı­şındadır. Bu anlaşmayı size güvenerek kabul ettim ve şimdi sizden bu miktarı iste­meye geldim" dedi.

Hz. Peygamber bunun üzerine; "Bundan daha iyisini istemez misin?" buyu-runca Cüveyriye (ra) "O nedir?" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Bu miktarı ödeyeyim ve seninle evleneyim" buyurdu. Cüveyriye buna razı olun­ca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Sabit b. Kays'ı çağırttı, o da razı oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber parayı ödedi ve onu azad ettirerek kendisiyle ev­lendi. Bu olay herkesin kulağına gidip de ağızdan ağıza yayılınca müslümanlar, Benî Mustahk kabilesinden elde ettikleri bütün köle ve cariyeleri/ Hz. Peygamber onlarla evlilik bağı kurarak akraba oldu diyerek serbest bıraktılar. Azad edilen kö­lelerin sayısı bir rivayete göre yediyüz olarak bildirilmiştir. Hz. Aişe (ra) diyor ki: "Cüveyriye sayesinde yüzlerce aile azad edilip serbest bırakıldı." Bazı rivayetler­de: Cüveyriyye (ra)'nın kendisinin bizzat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'deri böyle bir istekte bulunduğu, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in de bütün esirleri ona bağışladığı bildirilmektedir.

Cüveyriye (ra) Hicret'in 50. yılında öldü ve Cennetu'1-Bakf mezarlığına defne­dildi. O sırada 65 yaşındaydı. [254]

 

Ümmü  Habîbe  (Ra)

 

Adı Remle, lakabı ise Ümmü Habîbe idi. Hz. Peygamber'in peygamber olarak gön­derilmesinden onyedi yıl önce doğdu ve ilk evliliğini Ubeydullah b. Cahş'la yaptı. Hz. Peygamber peygamber olarak gelince ikiside îslâmla şereflendi. Habeşistan'a ikinci defada hicret ettiler. Bir rivayete göre; adıyla lakablandığı kızı Habibe Habe­şistan'da doğmuştu. Habeşistan'a gittikten sonra Ubeydullah b. Cahş hıristiyanh-ğı kabul etti. Ama Ümmü Habibe (ra) müslümanlıkta sağlam durdu. Din ayrılığın­dan dolayı Ubeydullah b. Cahş Ümmü Habîbe'den ayrılmayı tehcih etti. Ümmü Habîbe (ra)'nın müslüman olma ve hicret etme erdemleriyle birlikte müminlerin annesi olma şerefini de elde etme zamanı da gelmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Amr b. Ümeyye el-Damrryi, evlenme arzusunu Necâşî'ye bildir­mek üzere Habeşistan'a gönderdi. Damrî, Necâşfnin yanma gidip de durumu an­latınca, hemen cariyesi Ebrehe aracılığıyla haberi ulaştırarak, Hz. Peygamber'in kendisine evlenme teklif ettiğini bildirdi. Ümmü Habîbe, Hâlid b. Sadi el-Emevfyi kendisine vekil tayin etti ve verilen bu müjde karşılığında Ebrehe'ye gümüşten iki kolye ve yüzük gönderdi. Akşam olunca Necâşî, Ca'fer b. Ebî Tâlib'i ve oradaki müslümanlan biraraya toplayarak nikah kıydırdı ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem adına dörtyüz dirhem mihir verdi.

Herkesin gözü önünde Ümmü Habibe'nin vekili olan Hâlid b. Saîd'e bu mihir ve­rildi. Akitten sonra insanlar kalkıp gitmek isteyince Necâşî; "Düğün ziyafeti vermek, bütün peygamberlerin sünnetidir. Şimdi biraz oturmalısınız" dedi. Sonra yemek gel­di ve davetliler yemeklerini yiyerek ayrıldılar. Mihir parası Ümmü Habibe'yi ulaşın­ca bunun elli dinarını Necâşfnin cariyesi Ebrehe'ye verdi. Ama o bu parayı, daha ön­ce verdiği gümüş kolye ile birlikte; "Hükümdarım beni bunları almaktan menetti" di­yerek geri verdi. Ertesi gün Ebrehe, Ümmü Habibe'ye bir takım güzel kokular vs. ala­rak geldi. Ümmü Habibe, Medine'ye dönerken Hz. Peygamber'e getirip vermiştir. Nikah merasimleri eksiksiz yerine getirildikten sonra Necâşî, Ümmü Habibe'yi, Şu-rahbil b. Hasene ile birlikte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e gönderdi.

Ümmü Habibe Hicrefin 44. yılında vefat etti ve Medine'de toprağa verildi. [255]

 

Meymûne  (Ra)

 

Adı Meymûne idi. Babasmın adı Haris, annesinin adı da Hind'di. Daha önce Mes'ud b. Amr b. es-Sekafî ile evlenmişti. Mesûd es-Sekafî onu boşayınca Ebû Rehm b. Abduluzzâ ile evlendi. Ebu Rehm'in ölümünden sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in eşi oldu. Hz. Peygamberle evlenmesiyle ilgili değişik rivayetler vardır. Bir rivayete göre Meymune (ra) kendini Hz. Peygamber'e hibe et­miştir. Başka bir rivayet ise şöyledir: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Me­dine'den kölesi Ebû Râfi'i, Evs b. Hûllî ile birlikte vekil atayıp gönderdi ve onlar da bu vekaletle evlenme işini tamamladılar. En doğru rivayet; Abbas (ra)'m bu ev­lenmeyi teşvik ettiği ve nikahı onun kıydığıdır. [256]

 

Meymûne  (Ra)'Nın Vefatı

 

Çok ilginç bir tesadüfle, "Sürf" denen yerde evlenmiş, yine "Sürf'te vefat etmişti. Abdullah b. Abbâs (ra) cenaze namazını kıldırdı ve kabrine indirdi. Sahih hadis ki­taplarında şöyle bildirilmektedir: Cenazesi kaldırılırken Abdullah b. Abbas (ra) "Bu Allah Resûlü'nün eşidir, cenazeyi fazla hareket ettirmeyin, saygıyla ağır ağır götürün" demiştir.

Hangi yıl öldüğü hakkında değişik görüşler varsa da en doğrusu, Hicret'in 51. yılında vefat ettiğidir. [257]

 

Safıyye  (Ra)

 

Asıl adı Safiyye değildir. Zerkânî şöyle yazmaktadır: Araplar arasında; ganimet ma­lının lidere veya hükümdara düşen en iyi bölümüne Safiyye denirdi. Safiyye (ra) da Hayber savaşında buna uygun olarak Hz. Peygamberle evlendiği için Safiye adıyla ün salmıştı. Asıl adı Zeynep'tir. Babasının adı Hüyey b. Ahtab, annesinin ise Dürre idi. Safiyye (ra) hem anne, hem de baba tarafından soyluluk taşıyordu. Babası, Benû

Nadîr kabilesinin lideri, annesi ise, Kureyzâ kabilesinin reisinin kızıydı. Safiyye (ra)'nın evliliği Sellâm b. Mişkem el-Suradî ile oldu. Ibn-i Mişkem boşayınca Kinâne b. Übeyy el-Hakîk'Ie evlendi. Kinâne, Hayber savaşında öldürüldü. Safiyye'nin baba­sı ile kardeşi de aynı savaşta öldüler. Kendisi de esir edildi. Bütün Hayber esirleri bir araya toplandıktan sonra Dıhyetü'l-Kelbî isimli sahâbî, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'den bir hizmetçi kadın —cariye— istedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona bir tane seçmesi için İzin verdi. O da Safiyye'yi getirdi. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem, Dihye'ye başka bir cariye ikram etti ve Safiyye'yi azad etti. Daha sonra nikahını kıydırarak Hayber'den hareket edip Sahbâ denen yere vardıklarında evlenme merasimi yapıldı. İnsanların yanında bulunan yiyecek malze­meleri birleştirilerek düğün yemeği verildi. Oradan hareket edince Allah Resulü onu kendi devesine bindirdi ve kendi harmanisini ona vererek tesettür yapıldı. Bir bakı­ma bu hareket, artık onun kendi mübarek eşleri arasına girdiğini ilan etmekti.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Safiyye'yi çok severdi ve her fırsatta onun gönlünü alırdı. Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, yolcu­luğa çıkmıştı. Mübarek eşleri de yanındaydı. Bir talihsizlik olarak Hz. Safiyye'nin de­vesi hastalandı. Zeyneb (ra)'nın yanıda ise ihtiyaçtan fazla deve bulunuyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona; "Deveyi Safiyye'ye ver" buyurunca, o, "Bir yahûdîye mi deve vereceğim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona o kadar kızdı ki iki ay boyunca yanma gitmedi.

Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Safiyye'nin yanma git­tiğinde, ağladığını gördü. Neden ağladığını sorunca, "Aişe ve Zeyneb (ra) "Biz bü­tün peygamber hanımları içinde en üstün olanlarız. O'nun eşleri olmakla birlikte bir de amca tarafından yakın akrabasıyız" dediler" dedi. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem; "Sen neden, "Harun (as) benim babam, Musa (as) amcam ve Muhammed de kocam olduğuna göre, nasıl oluyor da benden üs­tün oluyorsunuz?" demedin" buyurdu.

Hz. Safiyye (ra), Hicret'in 50. yılında vefat etti ve Cennetu'l-Bakî'ye gömüldü. [258]

 

Hz. Peygamber'in Çocukları

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in çocuklarının sayısı hakkında büyük gö­rüş ayrılığı vardır. Üzerinde en çok görüş birliğine varılan sayı altı çocuğu olduğu­dur. Onlar da; Kasım, ibrahim, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma'dır. Kız­larının hepsi tslâm dönemine yetişmiş ve hicretten nasiplerini alarak muhacir olma şerefini elde etmişlerdir, tbn-i îshâk, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in Ta-hir ve Tayyib adlarında iki oğlunun daha olduğunu söylemektedir ki, buna göre er­kek çocuklarının sayısı kız çocuklarına eşit olmaktadır. Bu konudaki bütün söz ve ka­naatleri bir araya topladığımızda görülmektedir ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi

vesellem'in oniki çocuğu vardı Bunlardan sekizi erkek, dördü kızdı. Kızlarının sayı­sında farklı görüş yoktur. Ama erkek çocuklarının sayısı konusunda büyük farklılık­lar vardır ve bunların sayısı sekize kadar vardınlmaktadır. Kasım ve İbrahim isimli oğulları hakkında yapılan rivayetler ittifaka mazhar olmuşlardır. İbrahim, Mısırlı eşi Mâriye'den doğmuştur. Diğer bütün çocukları ise Hz. Hatice (ra)'dan doğmuşlardır. [259]

 

Kasım  (Ra)

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in ilk çocuğu Kasım'dı. Onun doğumu, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in peygamber oluşundan onbir yıl önce gerçekleşmiş olmalıdır. Siyer bilgini Mücâhid'e göre sadece yedi gün yaşamıştır. İbn-i Sa'd'm yaptığı rivayetten ise iki yıl yaşadığı anlaşılmaktadır. İbn-i Fâris ise; 'Temyiz çağına ulaşmıştı" diye yazmaktadır.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in çocukları arasında ilk doğan Ka­sım olduğu gibi, ilk ölen de o olmuştur. Rivayetlere göre Hz. Peygamber sallalla­hu aleyhi vesellem'in peygamber oluşundan önce vefat etmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in künyesi olan Ebu'l-Kasım, bu oğlunun admdan dola­yı verilmiştir. Allah Resulü, bu künyeyi çok severdi. Sahabe-i kiram da ne zaman büyük coşku ve muhabbetle Allah Resûlü'nü anar veya ismini söylerlerse "Ebu'l-Kasım" derlerdi. Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çarşıda gider­ken arkadan biri "Ey Ebu'l-Kasım!" diye seslendi. Dönüp baktığında sesin sahibi; "Ey Allah Resulü! Ben başka birine seslenmiştim" dedi. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem bundan sonra böyle bir benzetme ve yanılma ol­maması için "Bundan sonra hiç kimse bu künyeyi kullanmasın" buyurdu. [260]

 

Zeyneb  (Ra)

 

Kız çocukları arasında en büyüğünün Zeyneb olduğu hususunda siyer uzmanları görüş birliği içindedir. Zübeyr b. Bekkâr ise: "Zeyneb, Kasım'dan sonra doğdu" demektedir. Ama tbn-i Kelbfye göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in ilk çocuğu Zeyneb (ra)'dır. O, peygamberlikten on yıl önce Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem 30 yaşında iken doğmuştur.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükkereme'den hicret edince, çoluk çocuğu Mekke'de kalmıştı. Zeyneb (ra) halası tarafından akrabası olan Ebu'l-As b. Rebr Lukayt'la evlendi. Bedir savaşmda Ebu'l-As esir edilmişti. Serbest bırakıl­dığında Mekke'ye gidince Zeyneb'i göndereceğine dair kendisinden söz alındı. Nite­kim Mekke'ye vardıktan sonra kardeşi Kinâne ile birlikte Zeyneb'i Medine'ye gön­derdi. Kafirlerin saldırma tehlikesi olduğundan Kinâne yanma silahını da almıştı. Zî-Tuvâ denen yere vardıklarında Kureyş'ten birkaç kişi peşlerinden yetişti. Hebâr b. Esved, Zeyneb (ra)'i mızrakla iterek yere düşürdü. Zeyneb hamile olduğundan çocuğunu düşürdü. Kinane ok torbasından okunu çıkardı ve: "Kim ona yaklaşırsa bu ok' saplarım" dedi. Bunun üzerine insanlar geri çekilince Ebu Süfyân, Kureyş'in ileri ge lenleriyle geldi ve; "Ok atmayı bırakın, konuşacaklarımız var" dedi. Bunun üzerin onlar da oklarını torbalarına koydular. Ebu Süfyân; "Muhammed tarafından başımı za gelenleri siz bilmiyormusunuz. Eğer şimdi herkesin gözü önünde O'nun kızını eli mizden alıp götürürseniz insanlar bizim zayıf olduğumuzu düşünecektir. Zeyneb'i] gidişini engellemenin bize hiçbir faydası yok. Öfke ve gürültü biraz dinince gizlic alıp götürün, dedi. Kinane bu teklifi kabul eti ve birkaç gün sonra onu alarak gecele yin yola çıktı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in daha önceden gönderdi^ Zeyd b. Harise, Batn-ı Yâcic'de onu bekliyordu. Kinane, Zeyneb'i burada ona teslin etti. Zeyd b. Harise de onu alarak oradan Medine'ye doğru hareket etti.

Zeyneb (ra) Medine'ye geldi ve kocası Ebu'1-As'ı küfür halinde bıraktı. Ebu'l-A tekrar ikinci bir sefer sırasında yakalandı. Yine Hz. Zeyneb (ra) onu himaye hakkın kullandı. Ebu'l-As bu sefer Mekke'ye döndükten sonra diğer insanların kendisi üze rindeki emanetlerini teslim etti ve müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra hicre edip Medine'ye geldi. Zeyneb (ra) onu küfür halinde bıraktığı için ikisi arasında ev lilik bağı bitmişti. Medine'ye döndükten sonr Zeyneb (ra) ile tekrar evlilik yaptı. Tir mizî ve diğerlerinde îbn-i Abbâs'dan: "Yeni bir nikah kıyılmadı" şeklinde bir rivaye varsa da daha başka bir rivayette yeni bir nikah kıyıldığı açık şekilde belirtilmiştir. Fi kıh bilginleri ikinci rivayete göre amel etmişler ve Abdullah b. Abbas'ın rivayetini ter cih ederek, "yeni nikahın mihir ve diğer şartlarında herhangi bir değişiklik olmamış tır" demişlerdir. Abdullah b. Abbas (ra) işte bu yüzden bunu ilk nikah diye isimlen dirmektedir. Aksi halde ayrıldıktan sonra ikinci bir nikah kıyılması şarttır.

Ebü'l-As, Zeyneb (ra)'ya karşı son derece soylu davranmış, Hz. Peygamber sal lallahu aleyhi vesellem de onun bu soylu davranışını övmüştür. Yeniden evlendik ten sonra Zeyneb (ra) çok yaşamamış, —Ebu'l-As Hicret'in yedinci veya altıncı yi lında müslüman olduğuna göre-Hicref in sekizinci yılında vefat etmiştir. Ümmi Eymen, Şevde bn. Zem'a ve Ümmü Seleme onu yıkadılar. Hz. Peygamber sallalla­hu aleyhi vesellem de cenaze namazını kıldırdı. Ebu'l-As ile Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem cesedi kabre indirdiler.

Zeyneb (ra) iki çocuk bıraktı. Ümâme ve Ali. AH hakkında yapılan rivayete gö­re, o henüz bebek yaşta vefat etmiştir. Ama rivayetler rüşd çağına ulaştığını bildir­mektedir. İbn Asâkir, onun Yermuk savaşında şehid olduğunu yazmıştır. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem Ümâme'yi çok severdi. Namazda bile onu yanın­dan ayırmazdı. Sahih hadis kitaplarında; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem'in onu omzuna koyarak namaz kıldığı, rukûya giderken omzundan indirdiği, secdeden kalkarken tekrar sırtına bindirdiği anlatılmaktadır. Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem'e gönderilen hediyeler arasında altından bir kolye vardı. Ümâ­me bir köşede oynuyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Bunu çok sevdiğim bir yakınıma vereceğim" buyurmuş, mübarek eşleri, bunun Hz. Aişe ol­duğunu zannetmiş fakat Allah Resulü Ümâme'yi çağırarak gerdanlığı boynuna tak­mıştır. Ebü'l-As, kızı Ümâme'nin Zübeyr b. Avvâm ile evlenmesini vasiyet etmişti. Fakat Hz. Fâtıma (ra) ölünce onun Hz. Ali ile evlenmesini arzu etti. Hz. Ali şehid olunca da Ümâme'nin Muğîre ile evlenmesini vasiyet etti. Muğire, Ümâme ile ev­lendi ve ondan Yahya adında bir çocuğu oldu. Bazı rivayetlerde Ümâme'nin hiç ço­cuğu olmadığı bildirilmektedir. Ümâme, Muğîre'nin nikahlısı olarak vefat etmiştir. [261]

 

Rukıyye  (Ra)

 

Cürcânî şunu yazmaktadır: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kızları ara­sında en küçük olanıdır. Ama meşhur bir rivayette onun Zeyneb (ra)'dan sonra, pey­gamberlikten onüç yıl önce doğduğu belirtilmektedir. Önce Ebu Leheb'in oğu Utbe ile evlendi, tbn— Sa'd bu evliliğin, peygamberlikten önce olduğunu yazmaktadır.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in diğer kızı Ümmü Gülsüm de Ebu Leheb'in diğer oğlu Utbe ile evlenmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem, peygamber olarak gönderilip de îslâm davetine başlayınca Ebu Leheb oğulla­rını çağırarak: "Eğer siz Muhammed'in kızlarından ayrılmazsanız, sizinle birlikte oturup kalkma bana haram olsun" demiş, iki oğlu da babalarının bu emrini yerine getirerek Hz. Peygamber'in mübarek kızlarını boşamışlardır. Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem Rukiye'yi Hz. Osman'la evlendirmiştir.

Dolâbî, Hz. Osman ile onun cahiliye döneminde evlendiklerini yazmaktadır. Ama, bizzat Hz. Osman tarafından yapılan bir rivayette bu evliliğin islâm döne­minde olduğu açıkça belirtilmektedir. Evlendikten sonra Hz. Osman (ra) Habeşis­tan'a hicret etti. Rukiyye de beraberindeydi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve­sellem ondan uzun süre haber alamadı. Bir kadın gelerek; "Ben ikisini de gördüm" diye haber verince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dua etti ve: "İbrahim ve Lut peygamberlerden sonra Osman hanımını yanına alarak hicret eden ilk kişi­dir" buyurdu. Habeşistan'da Rukiye'nin bir çocuğu oldu. Adını Abdullah koy­muşlardı. Ama sadece altı sene yaşadı. Hz. Osman, Habeşistan'dan Mekke'ye geri döndü. Oradan da Medine'ye hicret etti. Rukiyye (ra) Medine'ye geldikten sora hastalandı. Bedir savaşı günlerindeydi. Ona bakmak ve yardım etmek için Osm..r (ra) savaşa katılamadı. Zeyd b. Hârise'nin Medine'ye gelerek zafer müjdesini ver­diği gün Rukiyye (ra) vefat etti. Bedir savaşmdan dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun cenazesine katılamadı. [262]

 

Ümmü  Gülsüm  (Ra)

 

Ümmü Gülsüm lakabıyla ün salmıştır. Bedir savaşının olduğu Hicret'in ikinci yılın­da, Rukiyye (ra)'nın ölümünden sonra, Ümmü Gülsüm (ra) Hz. Osman ile evlendi.

Sahih-i Buhârî'de şöyle rivayet edilmektedir: "Hafsa (ra) dul kalınca babası Hz. Ömer (ra) onu Hz. Osman'la evlendirmek istedi. Hz. Osman'a haber gönderip tek­lifte bulundu. Fakat Hz. Osman tereddüt etti." Diğer rivayetlerde ise şöyle denmek­tedir: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bunu haber alınca Hz. Ömer'e: "Ben sana Osman'dan daha iyi bir kimseyi haber veriyorum, Osman için ise senden daha iyi bir kimsenin kızını arıyorum. Sen kendi kızını benimle evlendir, ben de ken­di kızımı Osman'la evlendireyim" buyurdu. Sonra evlilik oldu ve Ümmü Gülsüm (ra) Hz. Osman'la evlendi ve altı yıl boyunca onunla yaşadı. Hicret'in 9. yılının Şa­ban ayında vefat etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem cenaze namazını kıl­dırdı. Hz. Ali de Fadl b. Abbas, Üsâme b. Zeyd'le birlikte cenazeyi kabre indirdi. [263]

 

Fâtımatü'z-Zehrâ  (Ra)

 

Adı Fâtuna, lakabı Zehra idi. Hangi yıl doğduğu hususunda farklı görüşler vardır. Bir rivayette peygamberliğin ilk yılında doğduğu bildirilmektedir. Ibn-i îshâk ise, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in îbrahim dışında bütün çocuklarının, peygamberlik gelmeden önce doğduğunu yazmaktadır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kırk yaşında peygamber olduğu için bazıları bu iki rivayeti birbi­riyle karşılaştırarak; Hz. Fâtıma peygamberliğin ilk yılında doğmuş olmalıdır. Çünkü iki süre arasında uzun bir ara olduğundan bu rivayet farklılığı meydana gelmiş olacaktır, demektedirler, tbn Cevzî, peygamberlikten beş yıl Önce Kabe ta­mir edilirken doğdu, şeklinde yazmaktadır. Bazı rivayetlerde de peygamberlikten aşağı yukarı bir yıl önce doğdu denilmektedir.

Hz. Fâtıma'nın doğumunun peygamberliğin ilk yılında olduğunu doğru kabul edersek, Hicret'in ikinci yılında Hz. Ali ile evlendiği zaman on beş sene, beş ay, on-beş günlük bir yaşta olması gerekir. O zaman Hz. Ali'nin yaşı da yirmibir yıl beş ay içindeydi. Hz. Fâhma ile evlenmeyi, önce Ebu Bekir (ra) istemiş, sonra Hz. Ömer istemişti. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hiç cevap verme­di. Hz. Ali (ra) isteyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona; "Yanında mihir olarak verecek birşey var mı?" buyurdu. Hz. Ali, "Bir at ve zırhtan başka hiç­bir şey yok," deyince, "At savaşmak için sana lazım, zırhı sat" buyurdu. Hz. Os­man (ra) bu zırhı dörtyüz seksen dirheme satm aldı ve Hz. Ali bu parayı Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'in önüne koydu. Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem Bilal'e çarşıdan güzel koku alıp getirmesini emretti. Nikah kıyıldı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in kızına bir elbise, iki el değirmeni, bir de güzel koku kutusu verdiği yazılmıştır. Ne ilginçtir ki bu iki eşya, onun hayatı bo­yunca yanından ayırmadığı eşyaları olarak kalmıştır.

Nikah kıyıldıktan sonra düğün merasimine sıra gelince Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem, Hz. Ali'ye: "Bir ev temin et" buyurdu. Nitekim Haris b. Nu-mân'ın evi ayarlandı ve Hz. Ali (ra), Hz. Fâtıma ile orada kaldı.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem daima Hz. Ali ile Hz. Fâtıma'nın ilişkilerinde tatlılık meydana getirmeye çalışırdı. Nitekim Hz. Ali ve Hz. Fâtıma arasında, arasıra aile meselelerinden dolayı incinmeler oluyordu. O zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ikisinin arasım düzeltiyordu. Bir keresin­de yine böyle bir durumda Hz. Fâtıma'nın evine gitti ve aralarını düzeltip evden neşeli bir şekilde çıktı. Görenler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e : Eve giderken bambaşka bir haldeydiniz ve hiç neşeniz yoktu. Şimdi neden bu kadar neşelisiniz?" diye sorduklarında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem: "Benim için çok değerli ve sevimli olan iki insanın arasını düzelttim de o yüzden" buyurdu.

Bir keresinde Hz. Ali, Hz. Fâtıma'ya sert davrandı. O da kalkıp, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e şikayete gitti. Arkasından da Hz. Ali geldi. Hz. Fâtıma şikayetini yaptıktan sonra, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona; "Kızım! Hangi koca, eşinin yanında sessiz, sedasız durur. Sen bunu kendiliğinden anlama­lısın" buyurdu. Bu sözün Hz. Ali üzerinde o kadar derin etkisi oldu ki Hz. Fâtı-ma'ya: "Bundan sonra, asla senin mizacına aykırı söz söylemeyeceğim" dedi.

Bir gün Hz. Ali ikinci bir evlilik yapmak istemiş, Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem bunu haber alınca çok üzülmüş, hutbesini okurken şu sözleri söylemişti: "Kızım, benim ciğerpâremdir. Onu üzen, beni de üzer." Bunu duyan Hz. Ali niyetin­den vazgeçmiş, Hz. Fâtıma'nın hayatı boyunca başka bir kadınla evlenmemiştir.

Hz. Fâtıma'nın beş çocuğu olmuştur. Bunlar: Hasâ*h, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm, Zeyneb. Bunlardan Muhsin, çocukken ölmüştür. Diğerleri kendileriyle il­gili olaylardan dolayı şöhret kazanmışlardır. Hz. Fâtıma (ra) Hicret'in 11. yılında, babasının vefatından altı ay sonra ölmüştür. Hz. Fâtıma öldüğünde yirmi dokuz yaşındaydı. Zerkânf ye göre bu rivayet en doğru olanıdır. Hz. Fâtıma'run, Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'in peygamber olarak gönderildiği yıl doğduğu­nu kabul edersek, yirmidört yaşında ölmüş olması gerekir. Yirmidokuz yaşında öl­düğünü kabul edersek, peygamberlikten beş yıl önce doğmuş olması gerekir. [264]

 

İbrahim  (As)

 

ibrahim, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en küçük çocuğuydu. îbra-him Hicret'in 8. yılında, Mâriye'nin ikâmet ettiği Medine yakınındaki Aliye'de doğmuştur. İbrahim'in burada doğmasından dolayı yazlık gibi kullanılan Aliye bölgesine "ibrahim'in annesinin sayfiyesi" adı da verilmişti. Ebû Râfi'nin hanımı Selme, ibrahim'e süt anneliği yapmıştır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ibrahim'in doğumundan son derece memnun olmuş, doğumunun 7. gününde bir yemek vermiş, fukaraya sadaka dağıtmış ve ona ibrahim (as)'ın admı koymuştur. Bütün ensar kadınları, ibrahim'i emzirmek istemişler, fakat bu görev Ümmü Bürde Havle bn. Zeyd el-Ensarf ye verilmişti. Sahih-i Buhârî, Enes (ra)'dan naklede­rek, İbrahim'i Ümmü Seyf in emzirdiğini söylemiştir. Kadı îyâz, Ümmü Bürde ile Ümmü Seyf in aynı kadın olduğunu söyler ki bu da uzak bir ihtimal değildir. Hz. Peygaber salla İla hu aleyhi veseîlem arasıra süt annesine uğrayarak ibrahim'i gö­rür, onu okşar ve öperdi. Ümmü Seyf'in kocası demirci olduğundan evinde çok duman olurdu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem çocuğunun hastalığın­dan haberdâr olunca Abdurrahman b. Avf ile yanma gitmiş, oğlunun ölümün pen­çesinde kıvrandığını görerek üzülmüş ve ağlamıştı. Abdurrahman: "Ey Allah Re­sulü! Ne yapıyorsun öyle" demiş, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem de: "Şefkat nişlerim coştu" cevabını vermişti. Daha önce de söylediğimiz gibi yeri gel­diği için yine söyleyelim: ibrahim'in ölümü sırasında güneş tutulmuş, insanlar gü­neşin de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in matemine katıldığını söyle­miş, fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem bu iddiaları reddetmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem oğlunun cenaze namazını kıldırmış, Fadl b. Abbas ile Üsâme b. Zeyd cenazeyi kabre indirmişlerdi. Osman b. Maz'ûn da onun kabrinin yanına gömülmüştür. Hz. Peygamber kabrin başında ayakta duruyordu. Mezarın üzerine su serpilmiş ve orayı tanıtan bir işaret dikilmişti.

Ebu Dâvûd ile Beyhakî'nin bir rivayetlerine göre ibrahim, iki ay on gün yaşa­mıştır. Hicrî sekizinci yılın Zilhicce ayında doğmuştu. Bu rivayete göre Hicret'in 9. yılında vefat etmiş olmalıdır. Vâkıdî onun ölümü sırasında onbeş aylık olduğunu söyler. Diğerlerine göre ibrahim yirmi iki aylık iken ölmüştür. Hz. Aişe'nin rivaye­tine göre onyedi ya da onsekiz aylıkken vefat etti. [265]

 

Hz. Peygamber'in Eşlerine Davranışı

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşlerinin sayısı dokuza ulaş­mıştı. Yaratılış kanunu gereği bunlar arasında her karakter ve huyda kadınlar vardı. Aralarında hem rekabet ve yarış, hem de kıskançlık vardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem daima yokluk ve açlık içinde sâde bir hayat sürdüğünden, eşlerinin yeme ve giyimle ilgili düzenlemeler de onların arzularına uygun olmadığından ve bu yüzden sıkıntı çektiklerinden sık sık şikayet etme fırsatı da buluyorlardı. Bütün bunlara rağmen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in manevi yapısının alnı hiçbir zaman kınşmazdı. Hz. Hatice'ye karşı sonsuz bir muhabbeti vardı. Onunla evlendiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem henüz hayatının baharında idi, Hz. Hatice ise yaşlılık sınırına doğru yanaşmıştı. Yine de Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi veseîlem onun ölümüne kadar hiçbir evlilik yapmadı, öldükten sonra da ne zaman adı geçse, hasretle anardı. Geniş bilgi daha önce verilmiştir.

Hz. Hatice'den sonra Hz. Aişe (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşleri içinde en çok sevdiği idi. Ama sevgisinin sebepleri insanlarda görülen bilinen sebep ve etkenler değildi. Yüz güzelliğinde Safiyye (ra) ondan hem daha öndeydi, hem de daha gençti. Dış görünüşteki güzellik bakımından öteki eşleri de Hz. Aişe'den daha aşağı değillerdi. Ama Hz. Aişe'nin yeteneği, zekası, ictihad gücü, keskin görüşü ve geniş bilgisi gibi nitelikleri onu üstün kılan temel sebeplerdi.

Bir gün bazı Peygamber eşleri, Hz. Fâtıma'yı aracı yaparak Hz. Peygamber sal-lallahu aleyhi vesellem'e gönderdiler. Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem'e gidince adete uygun olarak önce içeri girmek için izin istedi, tzin ve­rilince de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna çıktı ve: "Eşleri­niz, beni kendilerine vekil yaparak gönderdiler. Neden Ebu Bekir'in kızını bizden daha üstün tutuyor? diye soruyorlar" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem: "Canım kızım! Babanm sevdiğini sen de sevmiyor musun?" buyurdu. Bu kadarı Hz. Fatıma için yeterliydi. Geri dönerek onlara; "Bir daha bu konuya girmeyeceğim" dedi.

Bu göreve Zeyneb (ra) seçidi. Çünkü Allah Resûlü'nün eşlerinden Zeyneb (ra) özellikle Hz. Aişe'ye denk olduğunu iddia ediyordu. O bakımdan bu iş için en uy­gun o görünüyordu. O, bu görevi cesaretle yerine getirdi ve büyük bir heyecanla Hz. Aişe'nin o seviyeye layık olmadığını ispat etmek istedi. Hz. Aişe sessizce din­liyor ve sürekli Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yüzüne bakıyordu. Zeyneb (ra) konuşmasını bitirdikten sonra Hz. Aişe izin alıp ayağa kalktı ve öyle bir heyecanla, açık ve net ifadelerle akıcı bir şekilde konuştu ki Zeyneb (ra) hiçbir cevap bulamayıp olduğu yerde kaldı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Neden olmasın, Ebu Bekir'in kızıdır" buyurdu.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Evlilikte kadın, dört özelliğinden dolayı tercih edilir; servetinden dolayı, soyluluğundan dolayı, güzel­liğinden dolayı, dindarlığından dolayı. Siz dindarı araştırıp bulun."[266] Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'in her konuda en önde değer verdiği şey, dindi. O yüzden kadınlar konusunda da o şekilde düşünür ve dini hizmeti en iyi yapabi­len ve dini hayatı en iyi yaşayan kadmı en ön sırada tutardı. Allah Resûlü'nün mü­barek eşleri, O'nun sohbetinde bulunma, O'nun konuşmalarını dinleme, O'nun feyzinden yararlanma imkânına herkesten çok sahiptiler. Dolayısıyla dinî mesele­leri ve şer'î hükümleri herkesten daha iyi bilirlerdi. Bununla birlikte meseleleri an­lamak, şeriatın inceliklerini kavramak ve onların derinliklerine inmek için büyük bir yetenek gerekiyordu. Bu yetenek ne kadar fazla olursa, Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem'den yararlanma imkânı o kadar çok olabilirdi.

Hz. Aişe (ra) müctehidlere yakışan bir akıl, mantık ve zekâya sahip olduğun­dan, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yakınında olmaktan dolayı O'nun sohbetlerini dinleyip, konuşmalarından o kadar çok yararlandı ki, çok önemli ve ince meselelerde büyük sahabeyle yansır, bazan onlara karşı çıkardı, in­saflı ve adaletli olmak, saygı duymaktan daha üstün olduğu için şunu ifade etme-mezi gerekir: Bir çok meselede onun görüşü ve keskin kavrayışı daha ağır basıyor­du. Konuyla ilgili geniş bilgi daha önce Hz. Aişe bölümünde geçmiştir.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem her gün akşama doğru teker teker bütün hanımlarını ziyaret eder, hal ve hatırlarını sorar, en sonunda da gecesini ge­çireceği eşinin yanına giderdi. Ebu Davud'un bir rivayeti bu yöndedir. Zerkânî, Ümmü Seleme'den bahsederken şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ikindi vaktinden sonra hanımlarını ziyaret ederdi. Önce Ümmü Sele-me'ye, sonra diğerlerine uğrardı. Başka bir rivayete göre ise; Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem yanında geceyi geçireceği eşinin odasına gider, diğer eşleri de orada toplanırdı. Bu rivayetlerden Hz. Peygambersallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşlerinin bazan kendi aralarmda münakaşa ettikleri, ama bunların basit ve geçici olduğu, bu münakaşaların hiçbirinin kalbinde bir iz bırakmadığı anlaşıl­maktadır. Ifk —Hz. Aişe'ye iftira— hadisesi esnasında Zeyneb (ra)'nın Hz. Aişe hakkında çok iyi düşünceler belirtmesi, bunun en kesin delilidir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e eş olma, hayatlarını O'nun yanında geçirme, kalplerin-deki bencillik duygularını silip süpürmüştür.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in, mübarek eşlerinin duygularına ne derece anlayışla yaklaştığı, bazan birer kadın ve insan olarak gösterdikleri kap­rislere ne kadar tahammül gösterdiği, aşağıdaki şu olaylardan anlaşılabilir.

Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in hanımları seferde birlikteydiler. Deveci deveyi hızlı sürmeye başlayınca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Dikkat et, bunlar şişeler gibidir" buyurdu. Yani nazik varlıklar­dır, zorlamaya gelmezler, demek istemiştir.

Safiyye (ra) çok güzel yemek pişirirdi. Bir gün, yemek pişirerek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gönderdi. O sırada Hz. Peygamber sallalla­hu aleyhi vesellem, Aişe'nin odasında bulunuyordu. Hz. Aişe hizmetkârın elinden tabağı alarak yere fırlatıp kırdı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tabağın parçalarını toplayarak bir araya getirdi ve onları birleştirdi. Sonra başka bir tabak isteterek geri gönderdi.

Bir gün Hz. Aişe (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e öfkelenerek yüksek sesle konuşuyordu. Tesadüfen Hz. Ebu Bekir çıkıp geldi. "Neden Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem'e öyle bağırarak konuşuyorsun?" diye kızarak Ai-şe'yi tokatlamak istedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem araya girdi, Hz. Aişe'ye siper olup korudu. Hz. Ebu Bekir öfkeyle dolu olarak çıkıp giti. Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem Hz. Aişe'ye: "Gördün mü seni nasıl kurtardım" buyur­du. Bir kaç gün sonra Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna geldiğinde durumları tamamen değişmişti. Neşeli havayı görünce Hz. Ebu Bekir, "O zaman kavganıza karıştığım gibi huzur ve barışınıza da beni ortak edi­niz" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Evet, yine evet" buyurdu.

Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe'ye: "Bana kızdığın za­man, hemen anlıyorum" buyurdu. Hz. Aişe: "Nasıl?" deyince Hz. Peygamber sallal­lahu aleyhi vesellem: "Eğer birşeyden dolayı yemin edecek olursan, benden memnun olduğun zaman Muhammed'in Rabbine yemin ederim ki, diyorsun. Eğer bana kız-gınsan; İbrahim'in Rabbine yemin ederim ki, diyorsun" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe (ra): "Evet Allah Resulü! Sadece öyle zamanlarda adınızı bırakıyorum" dedi.[267]

Hz. Aişe (ra) evlendiği sırada henüz çok küçüktü ve kız çocuklarıyla birlikte oyun oynardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tesadüfen geliverirse, kız çocukları kaçışırlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları çağırarak Hz. Aişe'yi yanlarına gönderirdi.[268]

Habeşlilerin "Hırâb" dedikleri çok küçük bir mızrakları vardı. Her memleketin insanlarının düğün ve eğlence günlerinde eğlenip oynadıkları bir tarz olduğu gibi, bunlar da bayram günlerinde bu mızraklarla oyun oynarlardı. îşte böyle bir bay­ram günü Habeşliler bu bir gösteri yapıyorlardı. Hz. Aişe seyretmek istedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe'nin ön tarafına durdu, Hz. Aişe de onun mübarek omuzuna yüzünü dayayarak seyretmeye başladı. Uzun süre seyret­tikten sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Bıkmadın mı? Hâlâ seyret­mek mi istiyorsun?" buyurunca Hz. Aişe —şakacıktan— "Biraz daha seyretmek is­tiyorum" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sustu. Nihayet yorularak geri çekildi. Bir gün Hz. Aişe oyuncaklarla oynuyordu. Oyuncaklar arasmda ka­natlan olan bir de at vardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: "Bu nedir?" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe "Süleyman (as)'ın atlarının kanatları vardı ya" dedi. Bunu duyunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tebessüm etti.[269] Halkın şöyle bir bâtıl inanışı vardı: Önceleri atların kanatları varmış, Süleyman (as) bu atlarla uğraşırken namazını geçirip kılamadığı için kanatlarını kestirmiş. îşte o günden bu güne kanatlan yok olmuş, ama yerleri hâlâ durmaktaymış. Hz. Aişe iş­te o bâtıl inanca işaret etmektedir.

Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe'ye "Gel koşalım" buyurdu. Hz. Aişe (ra) o sırada zayıf ve çevikti ve O'nu geçti. Yaşı ilerleyip de dol-gunlaşınca, yine böyle bir yanşma olmuştu. Bu sefer Hz. Peygamber onu geçti. Hz. Aişe geride kaldı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona: "Bu, o günün kar­şılığıdır" buyurdu.[270] [271]

 

Hz.  Peygamberin  Eşlerinin  Ve Aîle  Fertlerinin Sâde  Hayatları

 

Bir insanın kendisi yokluk ve kıtlıklara katlanabilir, kendini birçok şeyden mah­rum bırakabilir, en ağır sıkıntılara katlanabilir, nefsini ve arzularını bir çok yiye­cek, içecek ve giyeceklerden menedebilir. Dünya süslerinden ve zevklerinden kendini tamamen uzak tutabilir. Ama kendi yakınlarını, aile fertlerini, akrabaları­nı ve kendisi için çok değerli olan çocuklarını bu şeklide sâde bir yaşayışa ve bü­tün zevklerden, lüksten uzak bir hayat sürmeye zorlayamaz. İşte bu yüzdendir ki, dünyada ruhbanlar gibi yaşamak isteyenler kendilerini daima çoluk çocuk ve ai­le münakaşalarından uzak tutmuşlardır. Dinler tarihinde sadece Hz. Peygam-ber'in hayatı bu genellemenin dışında kalmış bir örnektir. Allah Resûlü'nün do­kuz eşi vardı. Bunlardan bazıları servet içinde, bolluk ve rahat içinde yetişmişler­di. Çoğu sosyal yapısı yüksek ailelere mensup olduğundan normal eğilimleri, da­ha iyi yiyeceklere ve çok daha lüks giyeceklere yönelik olabilirdi. Çeşitli yaşlarda küçük çocuklar vardı. Albenili her tür giyecek, yiyecek ve içecek bunları kendile­rine çekebilirdi. Yukardaki olaylardan da anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber sallalla-hu aleyhi vesellem, çocuklarını, eşlerini ve yakınlarını çok severdi. Ruhbanlığın da kökünü kazımıştı. Diğer taraftan bir çok bölgenin fethi Medine'ye para ve ser­vetin yığılmasına neden olmuştu. Bütün bunlara rağmen Hz. Peygamber sallalla-hu aleyhi vesellem, kendisi gibi onları da dünya süs ve zevklerine alıştırmadı. Ak­sine her fırsatta kendi aile ve yakınlarını bu lüksten ve dünya şatafatından uzak tuttu. O yüzden bütün aile hayatı, kendi hayatındaki o güzel örneğin en üstün gö­rüntüsü oldu.

Hz. Fâtıma (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in en sevdiği çocu­ğuydu. Ama Fâtıma (ra) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in o derin sev­gisinden yararlanmaya kalkmazdı. Halbuki babası bütün milletlerin kalbine ve ru­huna hükmeden bir insandı. Hz. Fâtıma ise, ununu kendi eliyle Öğütür, el değir­menini her zaman kendi elleriyle çevirirdi. Bu yüzden elleri kabanr, su toplayıp yaralanırdı. Evinin suyunu kendisi taşıdığından omuzlarında su testilerinin izleri kalırdı. Evini kendi elleriyle süpürdüğü için toz toprak içinde kain-, kendi yemeği­ni kendisi pişirir, yüzü gözü duman içinde kalırdı. Elbiseleri kararırdı.[272] Bütün bunlara rağmen Hz. Fâtıma, babasına ellerini göstererek bir kadın hizmetçi istedi­ği zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; "Bu, fakirlerin ve yetimlerin hakkıdır" diyerek kesinlikle reddetmiştir.

Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kızı Fâtıma'nın evine geldi. Yoksulluktan dolayı giydiği elbisenin küçük olduğunu, üstünü örtse ayakla­rının açıkta kaldığını, ayaklarını örtse üstünün açıkta kaldığına gördü.

İnsanların, sevdiklerine kıymetli ve değerli eşyalar vererek sevgilerini göster­me adetine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem uymamakla kalmayıp, aksi­ne başkaları tarafından böyle değerli şeylerin verilmesine de razı olmazdı. Nitekim Hz. Ali (ra), Hz. Fâtıma'ya bir altm kolye vermişti. Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem bunu görünce; "Dikkat et Fâtıma! İnsanlara, "Allah Resûlü'nün kızı ateşten bir kolye takmış" dedirtmek mi istiyorsun?" buyurdu. Nitekim Hz. Fâtıma onu hemen satarak parasıyla bir köle satm aldı.[273]

Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bir gazveden döndü. Fâtıma (ra) hoş bir karşılama olsun diye evin pencerelerine perde astı ve Hz. Hasan'la Hüse­yin'e gümüş bileklik taktı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem her zaman yap­tığı gibi Hz. Fâtıma'nın evine gelince bu dünyevî süsleri görüp geri döndü. Hz. Fâtı­ma, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in hoşlanmadığını anlayınca, perdele­ri indirdi ve çocukların kollarındaki bileklikleri çıkartarak sattı. Sonra torunları ağla­yarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna gelince Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem;" Bu benim, Ehl-i Beytim'dir. Onların, dünyanın süsüne ve zevkine bulaşmasını istemiyorum. Bunların karşılığında Fâtıma'nın çocukları için ba­sit bir madeni kolye ile fil dişinden iki bilezik satın alıp getirin" buyurdu.[274]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, mübarek eşlerine duyduğu derin sevgiyi hiçbir zaman dünya zevklerine bağlı olan insanların yaptığı tarzda göster­mezdi. Nitekim mübarek eşleri bol yiyecek ve güzel giyecekler isteyince Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem onlara "îlâ" yaptı.

Eşleri arasında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; daha çok Hz. Aişe'yi severdi. Ama bu sevgi hiçbir zaman ona rengârenk elbiseler ve altından yapılmış ta­kılar alma şeklinde kendini göstermedi. Bütün eşlerinin giyimi neyse, Hz. Aişe'nin giyimi de aynı şekildeydi. Nitekim Hz. Aişe şöyle buyurmuştur: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in eşlerinin yanında sadece birer kat elbise bulunurdu."

Eğer bu sadeliğe aykırı olarak üstlerinde dünya süsünü gösteren kıymetli şey­ler görürse, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları bundan menederdi. Bir gün Hz. Aişe altın bilezik takmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona "Eğer basit bir bileziği zâferanla boyayıp taksaydın, daha iyi olurdu" buyur­du.[275]

Bütün ev halkının ve Peygamber sülâlesinin lüks elbiseler giymesi ve altından yapılmış takılar kullanması yasaktı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, on­lara her zaman: "Eğer bunların cennette verilmesini istiyorsanız, bu dünyada on­ları kullanmaktan uzak durun" buyururdu. [276]

 

Hz.  Peygamber'in  Evinin  İdaresi

 

Her ne kadar Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşlerini sayısı aynı anda dokuza ulaşmış ve bu yüzden de birtakım aile huzursuzlukları olmuşsa da Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bunlarla hiçbir ilgisi olmamıştır. Ev halkı tarafından; eve ne geliyorsa hemen dağıtıyor diye, hatta eğer dağıttıktan sonra evde az birşey kalmışsa o da sadaka olarak dağıtılmadığı sürece eve girmi­yor diye şikayet ediliyordu. Ev halkının yiyecek içeceği ve misafirlerin nerede ya­tıp kalkacağı Bilâl-i Habeşî tarafından düzenleniyordu. Bu görev ona verilmişti. Ebu Davûd'da Abdullah Hevzeni’den şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "Bilâl-i Habeşfye, "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in ev düzeni nasıldı? diye sorduğumda bana: "Hz. Peygamber'in bütün ev işleri benim sorumluluğumdaydı. Baştan beri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in vefatına kadar bu görev benim elimde kaldı. Yoksul bir müslüman, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem'e gelince Allah Resulü bana emreder, ben de gider bir yerden borç bulurdum ve onunla bu kişinin yiyeceğini, giyeceğini ayarlardım" dedi." [277]

 

Hz.  Peygamber'in Ev  Halkının  Geçimi

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşleri için Benû Nadîr kabi­lesinin hurmalığının mahsullerinden bir pay belirlenmişti. Bu hurma geliri satılır ve karşılığı sene boyunca yapılacak masraflara yeterdi.[278] Hayber fethedilince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in mübarek eşlerine buradan bir pay verildi. Bunlar da kişi basma seksen vesak hurma ve yirmi vesak arpadan ibaretti.

Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in bazı eşleri —ki bunların arasında Hz. Aişe de bulunmaktadır— bu mahsul gelirle­ri karşılığında arazi almışlardı.[279]

Sîret-i Nebevfnin ikinci cildi de böylece tamamlanmış oldu. Salât ve selâm Onun üzerine olsun! [280]

 

 

 



[1] el'Edebu'l-müfred, s. 66-

[2] el-Edebu'I-müfred, s. 67.

[3] el-Edebu'l-müfred, s. 68.

[4] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 601-602.

[5] Ebu Davûd, c. 2, s. 318.

[6] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.

[7] Buhârî,c.2,s.914.

[8] Ebu Davûd, c. 2, s. 171.

[9] Ebu Davûd, c. 2, s. 218.

[10] Ebu Davûd, c. 2, s. 219.

[11] Ebu Davûd, c. 2, s. 364.

[12] Ebu Davûd, c. 2, s. 364.

[13] Ebu Davûd, c. 2, s. 364.

[14] Ebu Davûd, Hâtem/8.

[15] Ebu Davûd, c. 2, s. 364.

[16] Yukardaki bütün rivayetler, Sahİh-İ Buhârfnin Kitâbu'l-Libâs bölümünden alınmıştır

[17] Bk. imam Tirmizî, Şemail.

[18] Buhârî, Libâs/117.

[19] İbn-i Mâce, Zühd/25.

[20] Tirmizî, Zühd/44; îbn-i Mâce, Zühd/3.

[21] Müslim, Talâk/26-30.

[22] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 602-606.

[23] Müslim, İmân/112.

[24] Buhârî, Fezâilu ashâbi'n-Nebî/18;Müslim, Hudûd/11; Tirmizî, Hudûd/6.

[25] Buhârî,Cihâd/172.

[26] Buhârî, c, 2, s. 880.

[27] Buhârî, c. 1, s. 350.

[28] Ebu Davûd, Menâsik/56.

[29] Müsned-i tbn-i Hanbel, c. 6, s. 187.

[30] Buhârî, Medîne/1.

[31] Buhârî,Meğâzî/30.

[32] Zerkânî, c. 4, s. 306.

[33] Müsned-i Ibn-i Hanbel, c. 1, s. 442.

[34] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 606-608.

[35] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.

[36] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.

[37] el-Müstedrek, c. 3, s. 48.

[38] Ebu Davûd, Et'ıme/17; îbn-i Mâce, Et'ime/6.

[39] Müsned-i îbn-i Hanbel, c. 3, s. 153.

[40] Müslim, Zühd/15.

[41] Ebu Dav, edeb/9.

[42] Ebu Davûd, edeb/12; Müslim, Fezâİl/76.

[43] Buhârî,c. 2, s. 871.

[44] Buhârî, Enbiyâ/35.

[45] Bk. Kâdî Iyâz, Şerhu Şifâ; Hâkim, el-Müstedrek, c. 4, s. 317.

[46] Bk. Mİşkât, "Allah Resûlü'nün ahlakı bölümü".

[47] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 608-610.

[48] Buhârî, c. 1, s. 290.

[49] Ebu DavÛd, Nikâh/40.

[50] Müslim, Nikâh/116.

[51] Buhârî, Küsûf/2. 6. 9; Müslim, Küsûf/1, 2, 3,10,17, 21, 29; tbn-i Mâce, Ikâmet/152.

[52] Bk. el-Mişkât.

[53] el-Edebu'i-müfred, s. 157.

[54] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 610-611

[55] Buhârî, Şehâdât/15, 2..

[56] Ebu Davûd, Edeb/95; Ibn-ı Mâce, Edeb/27.

[57] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 611-613.

[58] Kâdî lyâz, Şerhu Şifâ, c. 2, s. 116.

[59] Buharı, Et'ime/19.

[60] Bu rivayetlerin uçü de Sahîh-i Müslim'de mevcuttur. İlki Kitâbu'1-edeb bölümünde, ikinci ve üçüncüsü ise hayvanları dağlamanın caiz olduğunu belirten bölümdedir.

[61] Ibn-i Mâce, Mesâcid/10.

[62] Buhârî, Meğâzî/29

[63] Zerkânî, c. 3, s. 306.

[64] Müsned-i İbn-i Hanbel, c. 3, s. 469.

[65] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 613-614.

[66] Tabakât-ı îbn-i Sa'd, c. 6, s. 213.

[67] Bk. Kâdt lyâz, Şifâ; BeyhakTye atıfta bulunarak muttasıl senetle rivayet edilmiştir.

[68] Müslim, Fezâil/76; Ebu Davûd, Edeb/12.

[69] Ebu Davûd, Edeb/97.

[70] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 614-615.

[71] Buharı, Menâkıb/25

[72] Müsned-i İbn-İ Hanbel, c 1, s. 126.

[73] Buhârî, c. 2, s. 109.

[74] Buhârî, Sulh/6.

[75] Buhârî, c. 2, s. 593

[76] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 615-616.

[77] Müsned-i tbn-i Hanbel c. 1, s. 126.

[78] Müslim, Fezâil/48.

[79] Bu hadis Buharı'nin değişik bölümlerinde geçmektedir.

[80] Kâdî Iyâz, Şerhu Şifâ, c. 2, s. 64.

[81] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 616-618.

[82] Bk. Sîret-i Ibn-i Hişâm.

[83] Tirmızî, En'âm/33.

[84] Buhârî, Tefsîr-i sûret-i 111/1,26/2.

[85] Buhârî, Bed'ul-Vahy/6.

[86] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 619-621.

[87] Buhârî, Bed'ul-Vahy/6.

[88] Buhârî, Megâzî/96.

[89] Bk. Sîret-i Ibn-i Hişâm.

[90] Ebu Davûd, Cihâd/42.

[91] Ebu Davûd, Buyû/37.

[92] Müslim, c. 2, s. 789.

[93] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 621-623.

[94] Tirmizî, Zühd/38.

[95] Buhârî,Rikâk/17. 699.Buhârî,Rikâk/16.

[96] Bk. imam Tirmizî, Şemail.

[97] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.

[98] Müslim, c. 2, s. 198; Buharı c. 1, s. 535.

[99] Müslim, s. 193.

[100] Müslim, s. 191.

[101] et-Terğîb ve't-terhîb, c. 2, s. 175. Bu olay Müslim'de de küçük farklılıklarla yeralmaktadır. Bk. Müslim, c. 2, s. 190.

[102] Müsned-i tbn-i Hanbel, c. 2, s. 49.

[103] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 624-629.

[104] Buhârî, c. 2, s. 904.

[105] Müsned-i îbn-i Hanbel c. 4, s. 218.

[106] Müsned-i Ibn-i Hanbel, c. 4, s.63.

[107] Buhari, Meğazi/34

[108] Buhârî, c. 2, s. 904.

[109] Bu rivayeti Beyhakî, Ibn-i Hıbbân, Taberânî ve Ebu Nu'aym rivayet etmiştir Suyûtî senedinin sağlam olduğunu söylemektedir.

[110] Tirmizî, Buyû'/7.

[111] Buhârî, Cenâİz/32, 43; Ahkâm/11.

[112] Buhârî, c. 2, s. 846.

[113] Buhârî, c. 2, s. 621.

[114] Buhârî, c. 1, s. 35.

[115] Ebu Davûd, Edeb/1.

[116] EbuDavûd,Edeb/l.

[117] Bk. el-Mişkât, "Peygamber'in isimleri bölümü"

[118] Ibn-iHanbel, 5/142.

[119] Ebu Davûd, Edeb/87.

[120] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 629-632.

[121] Buhârî, Meğâzî/26.

[122] Buharı, Megâzî/27.

[123] Bk. el-Mişkât.

[124] Bk. Sîret-i İbn-i Ishâk; el-lsâbe.

[125] Buharı, Meğâzî/70; Müslim, Cihâd/59.

[126] Sümâme'yle ilgili olayın tamamı için bk. Buhârî, c. 2, s. 627

[127] Müsned-i Ibn-i Hanbel c 6, s. 397.

[128] Müslim, Eşribe/186; Muvatta', Sıfatü'n-Nebî/10.

[129] Buhârî,Edeb/8.

[130] Buhârî,Edeb/6.

[131] Muvatta', Buyû/85.

[132] Buhârî, Tefsîr-i sûret-i 63/7.

[133] Buhârî, Megâzî/19.

[134] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 632-635.

[135] Bu olaylar, Buharı*de farklı rivayetlerle ve değişik kanallardan nakledilmiştir.

[136] Buhârî, Husûmât/1, Rikâk/43; Müslim, Fezâil/59.

[137] Buhârî, Cenâiz/12.

[138] Nesâ'î, Cenâiz/47.

[139] Müslim, c. 2, s. 239.

[140] Bk. Z&du'hMeâd.

[141] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 635-637.

[142] Bk. el-Mişkât.

[143] Buhârî, Fezlilu'l-Kur'ân/17, Tevhîd/31, 47.

[144] Nesâ'î, Cenâiz/71.

[145] Müslim, Müsâkât/67.

[146] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 637-639.

[147] Buhâit, Megâzî/17, 26, Rikâk/11.

[148] Bk. Tarih-i Taberî, Urve b. Zübeyr rivayetiyle.

[149] Buhârî, c. 1, s. 208.

[150] Tirmizî, Tefsîr-i sûret-i 48/24.

[151] Buhârî, Tıb/55.

[152] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 639-641.

[153] Buharı, Enbiyâ/27.

[154] el-Mişkât, Ahlâku'n-Nebî bölümü.

[155] Buhârî, Tefsîr-ı sûret-i 44/2.

[156] tbn-iHanbel, 1/298.

[157] Bk. Tabakât-ı Ibn-i Sa'd, Tâif gazvesi bolümü.

[158] Müslim, Fezâilu's-sahâbe/197.

[159] Müslim, Fezâilu's-sahâbe/158.

[160] Buhârî, Cenâiz/47,56.

[161] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 641-643.

[162] Ebu Davûd, Edeb/136.

[163] Buhârî, c. 2, s. 886.

[164] el-îsâbe'de: "O kadar küçüktü ki, insanlar onu kucakta getirirlerdi" denilmektedir.

[165] Buhâri, c. 2, s. 887.

[166] Buhârî, Ezân/65,162.

[167] Müsned-i İbn-i Hanbel, c. 3, s. 435.

[168] Bk. el-Mu'cemu's-sağîr,

[169] Müslim, Fezâilu's-sahâbe/81.

[170] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 644-645.

[171] Ebu DavÛd, Edeb/124.

[172] Ebu Davûd, Edeb/101,124.

[173] Müsned-i İbn-i Hanbel, c. 6, s. 280.

[174] tbn-i Mâce, Talâk/17.

[175] Müsned-i tbn-i Hanbel c. 1, s. 243.

[176] Ebu Davûd, Cihâd/141.

[177] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 646-648.

[178] Buhârî, Meğâzî/176.

[179] Buhârî, c. 1, s. 168.

[180] Buhâri, IstTzân/41.

[181] Buhârî, Salât/21.

[182] Buhârî, c. 1, s. 786.

[183] Buhârî, Menâkıb/35.

[184] Müslim, Iydeyn/17.

[185] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 648-650.

[186] Müslim, Libâs/167.

[187] Bu hadisler için bk. Tirmizî, Ebu Davûd vd.

[188] İmam Buhârî, el-Edebu'l-müfred "Hayvanlara Şefkat bölümü"

[189] Bk. el-Mişkât.

[190] Ebu Davûd, Cihâd/44.

[191] Ebu Davûd, Cihâd/44.

[192] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 650-652.

[193] Zerkânî, c. 9, s. 289.

[194] Buhârî, c. 2, s. 897.

[195] Tirmizî, Zühd/2.

[196] Müsned-i Ibn-i Hanbel, c. 3. s. 272.

[197] Buhârî, İmân/7; Ebu Davûd, Edeb/58.

[198] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 652-653.

[199] Buhârî, c. 2, s. 888.

[200] Buhârî, c. 2, s. 842.

[201] Müsned-İ Dârimî, s. 1.

[202] et-Tergîb ve't-terhîb, c. 2, s. 247.

[203] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 653-654.

[204] Ebu Davûd, Cenâiz/11.

[205] Ebu Davûd, Cenâiz/17.

[206] Buhârî, c. 2, s. 658.

[207] Buhârî, c. 1, s. 172.

[208] Buhârî, c. 1, s. 174.

[209] Buhârî, c.l, s. 178.

[210] Buhârî, c. 1, s. 175.

[211] Buhârî, Cenâiz/40, 45.

[212] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 654-656.

[213] Bk. İmam Tirmizî, Şemail.

[214] Buhârî, Cenâiz/40.

[215] Bk. imam Tirmizî, Şemail.

[216] Bk. imam Tirmizî, Şemail.

[217] Buhârî, c. 1, s. 48.

[218] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 656-657.

[219] Nesâ'î, s. 120.

[220] Müslim, c. 2, s. 291.

[221] Bu rivayetlerin tamamı Tirmizî ŞemâU'inde geçmektedir

[222] tmam Buhârî, el-Eâebu'l-müfred, s. 51.

[223] İmam Buhârî, el-Edebu'1-müfred, s. 73.

[224] Buhârî, c. 2, s. 844.

[225] Buhârî, c. 1, s. 144.

[226] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 657-659.

[227] Bk. Tabakât-ı Ibn-i Sa'd, Kitâbü'n-nisâ, Zikru Hatice bölümü.

[228] Bk. Tabakât-ı İbn-i Sa'd, Kitâbü'n-nisâ, Zikru Hatice bölümü.

[229] Bk. el-tsâbe, Zikru Hind.

[230] Buhârî, Nikâh/108; Müslim, Fedâilu's-sahâbe/74, 75, 76.

[231] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 659-661.

[232] Tabakâf ta, H. 10. yılın Ramazan'ında nikahının kıyıldığı bildirilmektedir. Zerkânî ise H. 8. yıl diye yaz­maktadır. Bu farklılık Hz. Hatice'nin vefat ettiği yıl üzerinde de ihtilaf edilmesinden kaynaklanmaktadır.

[233] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 15-18.

[234] Buhâri c. 1, s. 26. Tesettür ayetinin inişi hakkında derin ihtilaf vardır. Rivayetlerden biri budur. Diğeri ise şöyledir: "Hz. Ömer, Allah Resûlü'ne; "Huzurunuza iyi kötü her çeşit insan geliyor. Eşlerinize teset­tür emretseniz" dedi. Ibn-İ Cerîr tefsirinde Mücâhid'den şunu rivayet etmektedir: Allah Resulü, asha-bıyla yemek yiyordu. Hz. Aişe (ra) da yiyordu. Adamın birinin eli Hz. Aişe'nin eline değdi. Bu, Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem'ın hoşuna gitmedi. Bunun üzerine tesettür ayeti indi. Hz. Zeyneb (ra)'nın düğün yemeğinde tesettür ayetinin indiği yaygın bir kanaattir. Nitekim sahih hadis kitapların­da bu olay genişçe anlatılmaktadır. Hafız tbn-i Hacer bu rivayetler arasmda şöyle bir uzlaşma bulmuş­tur. Tesettür ayetinin inişinin çeşitli sebepleri vardı. Bunların sonuncusu Hz. Zeyneb olayıydı ve ayetin iniş sebebi odur. Nitekim Fethu't-Bârî, c. 1, s. 219 ve Zerkânî, c. 3, s. 262'de genişçe anlatılmıştır. Ibni Sa'd tabakâhnda sadece ilk rivayeti nakletmiştir.

[235] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 661.

[236] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 661-662.

[237] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 662.

[238] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 662-663.

[239] Hz. Aişe'nin hayatı ve özellikle ilmî içtihadlarını bildiren ayrı bir eser yazmayı amaçlıyoruz. Burada sa­dece yazılmıştır.

[240] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 663-664.

[241] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 664.

[242] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 664.

[243] Buhârî, c. 2, s. 768.

[244] Tirmizî, s. 478.

[245] Hz. Ali ile ilgili bir rivayette sekiz yaşında müslüman olduğu bildirilmiştir. Tercih edilen görüş, onun 10 yaşında müslüman olduğudur. Bu rivayete göre de evlendiği sırada yaşı 24 yıl 2,5 ay idi.

[246] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 665-666.

[247] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 666.

[248] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 666.

[249] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 667.

[250] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 667-668.

[251] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 668.

[252] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 668-669.

[253] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 669.

[254] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 669-670.

[255] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 670-671.

[256] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 671.

[257] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 671.

[258] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 671-672.

[259] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 672-673.

[260] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 673.

[261] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 673-675.

[262] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 675.

[263] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 675-676.

[264] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 676-677.

[265] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 677-678.

[266] Buhârî, Nikâh/15.

[267] Buhârî, Nikâh/108; Müslim, Fezâilu's-sahâbe/80.

[268] Müslim, Nikâh/71.

[269] Ebu Davûd, Edeb/54.

[270] Tirmizî, Fiten/39.

[271] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 678-681.

[272] Buhâri, Hums/6..

[273] Nesâ'î,2înet/39.

[274] Ebu Davûd, Tereccül/12.

[275] Nesâ'î, Zînet/39.

[276] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 682-683.

[277] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 684.

[278] Buhârî, c. 2, s. 806.

[279] Buhârî, c. 1, s. 313.

[280] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 684.