- Hz. Peygamber Uhud günü ellerine bir kılıç alarak,
“Bu kılıcı kim almak ister?” diye sordular. Hiç kimse ses çıkarmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber bu kez,
“Kim bu kılıcı, hakkını vermek suretiyle alır?” buyurdular. Halktan hiç kimse buna yanaşmadı. Nihayet Ebu Dücâne Simak b. Hureşe el-Ensârî çıkıp,
“Onu ben alır ve hakkını da veririm” dedi. Ebu Dücâne o gün onunla bir çok müşriğin kafasını kopardı.[1]
- Uhud gününde Hz. Peygamber bir kılıç göstererek,
“Hakkını ödemek şartıyla kim bu kılıcı benden almak ister?” buyurdular. Ebu Dücâne Simak b. Hareşe el-Ensârî kalkarak,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Onu senden bu şartlarla alırım; fakat hakkı nedir?” diye sordu. Daha sonra Ebu Dücâne kılıcı alarak çıktı. Onunla fırtına gibi esiyor, ortalığı kasıp kavuruyordu. Böylece dağın eteklerinde duran ve içlerinde Hind’in de bulunduğu Kureyş kadınlarının yanına kadar vardı. Hind şu şiiri okuyordu:
“Biz tânk yıldızının kızlarıyız. Halılar üzerinde yürürüz. Bizim saçlarımızdan etrafa misk kokuları saçılır. Bize yönelenlerin boyunlarına sarılır; sırt çevirenlere de sevgimizi vermeyiz:’
Ebu Dücâne, Hind’e hücum etti. Ancak onun imdat çağrılarına kimse cevap vermeyince onu öldürmekten vazgeçti. Zübeyr b. Avvam ona,
“Bugün yaptıkların çok hoşuma gitti; hepsi de çok güzel hareketlerdi. Fakat o kadını niçin öldürmedin?” dedi. O da,
“Ona saldırdım; ama hiç kimse imdadına koşmadı. Ben de Allah Rasûlü’nün kılıcıyla, çaresiz bir kadını öldürmek istemedim” diye cevap verdi.[2]
- Zübeyr (r.a.) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Uhud’da bir kılıç çıkararak,
“Kim hakkını vermek şanıyla bu kılıcı benden almak ister?” buyurdular. Ben,
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben alırım” dedim. Fakat Hz. Peygamber bana vermeyip,
“Kim hakkını vermek şartıyla bu kılıcı benden almak ister?” diyerek çağrılarını tekrarladılar. Ben yine,
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben alırım” dedim. Ama Hz. Peygamber bu kez de bana vermeyerek, üçüncü defa,
“Kim hakkını vermek şartıyla bu kılıcı benden almak ister?” buyurdular. Bunun üzerine Ebu Dücâne Simâk b. Hareşe kalkarak,
“Ey Allah’ın Resûlü! Onu dediğiniz şekilde alırım, ancak hakkı nedir?” diye sordu. Hz. Peygamber de şöyle buyurdular:
“Onunla hiç bir Müslümanı öldürmeyecek ve elinde bulunduğu sürece hiç bir kâfirden de kaçmayacaksın!” Böylece Hz. Peygamber kılıcı ona verdi. Ebu Dücâne kılıçla çıktı. Ben de onu takip etmeye karar verdim. O savaşırken başına bir sargı sarardı. Allah’a yemin ederim ki o gün Ebu Dücâne önüne çıkan her şeyi paramparça ediyor ve ekin gibi biçiyordu.[3]
- Zübeyr b. Avvam şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Uhud günü istediğim halde bana vermeyip de kılıcı Ebu Dücâne’ye verince kalben kırılmıştım. Kendi kendime şöyle dedim:
“Ben onun teyzesi Safiye’nin oğlu olup, Kureyş kabilesindenim. Ondan önce istemiş olmama rağmen bana değil de Ebu Dücâne’ye verdi. Allah’a yemin ederim ki, ben bugün onu takip edip bu kılıçla ne yapacağına bakacağım”. Bu karardan sonra kılıcı alıp çıkmış olan Ebu Dücâne’nin peşine takıldım. O, cebinden kırmızı bir bez parçası çıkardı ve başına bağladı. Bunun üzerine Ensar,
“Ebu Dücâne yine ölüm sarığını sardı” dediler. O bu bez parçasını ne zaman başına bağlayacak olsa hep böyle derlerdi.
Ebu Dücâne bir yandan da şu şiiri okuyordu:
“Ben, dağın eteğinde bulunan hurmalıktaki dostunun, kendisinden savaşta hiç bir zaman safların gerisinde kalmamak, Allah ve Resûlu’nun kılıcıyla müşriklere devamlı vurmak üzere söz aldığı kimseyim”. Bu şekilde Ebu Dücâne önüne çıkanı öldürüyordu. Müşriklerin arasında biri vardı ki savaş alanını dolaşır ve nerede bir yaralı Müslüman görse hemen onu öldürürdü. Ben Allah’tan bu ikisini karşı karşıya getirmesini istiyordum. Çok geçmeden bu arzum gerçekleşti ve Ebu Dücâne o kişiyle karşı karşıya geldi. İlk saldırıyı bu kişi yaptı ve Ebu Dücâne’ye bir kılıç savurdu. Ebu Dücâne bunu kalkanıyla savuşturup hiç vakit kaybetmeden bir vuruşta onu öldürdü. Daha sonra onu Hind binti Utbe’nin başucunda gördüm. Vurmak üzere kılıcını onun başı üzerine kaldırdığı halde vurmaktan vazgeçerek geri döndü. Onun bu hareketini gördüğümde kendi kendime,
“Şüphesiz Allah ve Rasûlü benden çok daha iyi bilir. Bu yüzden de kılıç ona verilmiştir” dedim.[4]
- Hz. Peygamber kılıcı Müslümanlara teklif ettiğinde ilk önce Hz. Ömer tâlip oldu; ancak Hz. Peygamber ona vermedi. İkincisinde Zübeyr istedi, fakat ona da vermedi. Üçüncüsünde ise Ebu Dücâne istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber kılıcı ona verdi. O da bu kılıcın hakkını yerine getirdi.
- Bu konuda Ka’b b. Mâlik şunları anlatmıştır: Ben Uhud’a katılan Müslümanlar arasında bulunuyordum. O gün Kureyş müşriklerinin; ölen Müslümanların cesetlerini parçaladıklarını gördüm. Ben müşrik saflarına yakın bir yerde bulunuyordum. O sırada onlardan, silahlarını kuşanmış bir kişi çıkarak,
“Kesimlik koyunların bir arada toplanışları gibi siz de bir araya toplanın!” diye bağırmaya başladı. O anda gördüm ki Müslümanlardan bir kişi de silahlarını kuşanmış onu bekliyor. Ben de gidip onun arkasında durdum. Sonra bu ikisini gözlerimle tartmaya başladım. Kureyşli müşrik, silah bakımından daha zengin olup, kıyafeti de Müslümana göre çok daha düzgündü. Müslümanınsa yüzünde bir örtü vardı ve kim olduğu belli olmuyordu. Oradan ayrılmayarak onları bekledim. Sonunda çarpışmaya başladılar. Müslüman olan, müşriğe öyle bir vuruş vurdu ki adam boynundan kasıklarına kadar boydanboya ikiye bölündü. Geriye dönen Müslüman yüzünü açarak bana,
“Ey Ka’b onu nasıl öldürdüğümü gördün mü? Ben Ebu Dücâne’yim!” dedi.[5]
[1] Bidaye, IV/15 (İmam Ahmed, Enes’ten); İbn Sa’d, III/101 (O da Enes’ten)
[2] Heysemi, VI/109 (Bezzar, Zübeyr b. Avvam’dan)
[3] Hakim, III/230 (Hakim “Bu isnad sahih olmasına rağmen Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmemiştir” der).
[4] Bidaye, IV/16 (İbn Hişam’dan)
[5] Bidaye, IV/17 (Musa b. Ukbe’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/18-21